-
LATİFE HANIM HAKKINDA
-
Latife Hanım; İzmir zengin
tüccarlarından Muammer beyin kızı, Ziya Uşaklıgil’in yeğeni,
Atatürk’ün eşi olup, hayatını yaşamadan ölen bir azizedir. Latife
Hanım, bir Vecihe’nin ablası, bir Vecihe’nin de teyzesidir. Latife
Hanım’ın daha çok akrabaları da vardır. Merak edecekler, sayın bayan
Çalışlar’ın yeni çıkmış Latife Hanım adlı kitabını alarak, daha
geniş bilgi sahibi olabilirler. Ben, bu kitabı okudum. Bazı
noktaları, aynı kitabı okumuş olan kızım Esen’le de tartıştık.
Anlayacağınız üzere, pekte mutabık kaldık denemez. İşte, ben
fikirlerimi bunun için yazıyorum; yoksa niyetim, edebi yönden
kitabın eleştirisi olmayacaktır. Latife Hanım için kitaplar
yazılıyorsa, benim veya sizin için de, Latife Hanım hakkındaki
düşüncelerimizi ortaya koymakta hiç bir mahzur yoktur. Mahzur da
mania demektir. Zaten ikisi de Türkçe sözcükler değiller.
-
Latife Hanım kitabında
eleştirecek bir şey yok. Büyük emekler verilmiş bir eser. Aileden
büyük yardımlar görüldüğü anlaşılıyor. Bu kadar uzun zaman sonra,
Amerikan, İngiliz ve Fransız basınında o zaman çıkmış yazılara
ulaşmak, öyle kolay olmazdı. Ailenin hemen hepsi yabancı dil
bildiklerinden, o zaman ellerine geçen gazete ve dergilerin
saklanmış olduğu anlaşılıyor. Böylece, Latife Hanım ailesinin de,
geniş anlamda tarihi ortaya konulmuş oluyor denebilir.
-
Latife Hanım’ın çok iyi yetiştiği
üzerinde çok duruluyor. Babası da iyi yetişmiş bir insandır. Evde
iyi yetişen bir baba olunca, çocuklarını kendisinden geri
bırakmayacağı hakikati, burada da ortaya çıkıyor. Kitapta, Latife
Hanım’ın 8-9 dil bildiği yazılı. Benim okuduğum başka eserlerde, üç
dili iyi bildiği anlatılıyor. Latife Hanım’ın yetişmesi üzerinde de
tartışılacak bir durum yok. Ama, bu dilleri, hariciye mensuplarına
taş çıkartacak kadar iyi bildiği izahı, biraz mübalağa kokusu
veriyor. 23 yaşında bir kız, bu kadar yabancı dili hatasız okuyup
yazıp, konuşamaz. Ayrıca, çok dil bilmek, çok ta bilgili olmak demek
değildir. Latife Hanım, çok üstün vasıflar göstermiş olsa, Mustafa
Kemal’in karısı olmaya imkan bulabilir mi idi?
-
Kitapta, dikkatimizi çeken bir
husus ta, Latife Hanım’ın Mustafa Kemal’le tanışma şeklidir.
-
Bizim okuduğumuz kitaplarda, hep
Latife Hanım’ın, gidip Mustafa Kemal’i görmek istediği, şeklindedir.
Hatta, Mustafa Kemal, önce, kendisini kabul etmek istememiştir.
Israr üzerine, kabul etmiş ve ilk sırada daveti kabul de etmemiştir.
Mustafa Kemal, her kız tarafından yapılan daveti kabul edecek bir
insan da değildir. Latife Hanım da ilk görüldüğünde yıldırım gibi
insanları çarpıp kendisine aşık edecek kadar güzel bir kadın da
değildir. Mustafa Kemal Paşa, Afganistan sefaretindeki resmi
kabulde, bunu açık olarak ta söylemiştir. Ancak, Latife Hanım’ın çok
anlayışlı olduğunu da söylemekten çekinmemiştir. Bizim kanaatimiz
da, Latife Hanım’ın dil bilen, görgülü, zeki, anlayışı yüksek, biraz
da boyu kısa olan bir hanımefendi olduğudur. Mustafa Kemal Paşa’ya
eş olmasında da bizim için bir mahzur yoktur. Bize göre yoktur da,
mahzur bulanlar da olmuştur. Kızını bu itinalarla yetiştirmiş olan
babası rahmetli Muammer Bey, kızına, açıkça, bu evlilikten
vazgeçmesi gerektiğini söylemiştir. Bir baba yetiştirdiği kızının
özelliklerini tanımaz mı? Kendisi de çok iyi yetişmiş baba, Mustafa
Kemal Paşa’yı da görünce, onda bazı özellikler görmüş olacak ki, bu
evliliğin sürdürülemeyeceğinin bilincine varmıştır. Hatta şayet geri
baba evine dönerse, ondan, Mustafa Kemal’den hiç bahsetmemesi
gerektiğini de Latife Hanım kızına hatırlatmıştır. Babanın
dediklerinin ortaya çıktığını gördüğümüze göre, bu vasıfların neler
olduğu hakkında bilgi aramamıza pekte gerek kalıyor değil. Evlilik
çok kısa sürmüştür. Bu kısa sürenin de, huzur içinde gittiği
söylenemez. Mustafa Kemal gibi bir insan, köşkten ayrılıp, eski
ziraat mektebinin köhne odalarında huzur aramaya çalıştığını da
kitaptan öğreniyoruz. O zaman, bizim tahminimizin doğruluğu da
ortaya çıkıyor. Çok kısa bir evlilik, o da huzur içinde geçmiş
değil.
-
Bu evlilik kısa sürmüş, Muammer
Bey’i düşüncelerinde haklı çıkarmış, kızını mutsuz etmiş koca bir
dahiyi de yalnızlığa sürüklemiştir.
-
Eğer bu evlilik mutluluk getirse idi, bütün bu saydıklarımız
olmayacaktı. Ayrıca, belki de, tarihimiz başka türlü, şüphesiz daha
iyi yönde yürümüş olacaktı. İşte biz, kitap vesilesiyle, bu menfi
düşüncelerin sebeplerini, kendimize göre, kısaca, Velidedeoğlu’nun
nasihatlerine uyup bir beyin jimnastiği yaparak, eleştirel bir fikir
jimnastiği ile ortaya koymaya çalışacağız. Yoksa kimin daha haklı
veya daha haksız taraflarının olduğu üzerinde duracak değiliz.
-
Şimdi biz, İngiliz Başbakanı
Lloyd George tabiri ile her yüz senede bir, Kemani Nubar ve büyük
devlet adamı İsmet Paşa’nın sözüyle beş yüz senede bir defa doğan
bir dahinin evlilik hayatının devam etmemesi üzerine fikir
yürütüyoruz. Bunun için, büyük bir ilim adamımızı da ortaya
getirdik; onun nasihatlerine uyarak bir de beyin jimnastiği yapmış
olacağız. Biraz abartmalı isteğin peşinde olmuş olsak bile,
tuttuğumuzu ele getirmeye çalışacağız. Yine bunun için, fikrimizi
kuvvetlendirme bahanesiyle, Ağa Han’ın hatıratından hatırımızda
kalan bir olayı da burada bahse getireceğiz. Bütün düşüncemiz, bu
dahimizin ve rahmetli Latife Hanım’ın mutsuzluğunun sebeplerini
yakalıya bilmemizdir. Bunları bulmamız bir şey değiştirecek değil;
ama, hiç olmazsa, bir olayı doğru tahlil etmedeki tutumumuzu ortaya
koyarak, insani bir rahatlama hissine kavuşmak istiyoruz. Bunları
yapmakla da, ömrümüzün kısalacağına inanmıyoruz.
-
Ağa Han’ın oğlu Ali Han’la, büyük
sinema aktristi Rita Havyort sevişiyorlar. Onlar, şimdiki modayı o
zaman bulup yakalamışlar. Rita, Ağa Han’ın bir evinde misafir.
-
Ağa Han, evlenme isteklerine evet
diyor; ama, tıpkı Latife Hanım’ın babası Muammer beyinki gibi, onun
içi de rahat değil. Ağa Han’a göre oğlu Ali Han genç, içi hayat dolu
ve hayatın tadını bizzat yaşayarak çıkarmak istiyor.
-
Halbuki, gelini Rita, sahnede yorulmuştur. Ağa Han, bu
durumlara, gelinin ve oğlunun gözlerine bakarken karar verebiliyor.
Gelini Rita, sakin bir köşede dinlenmeli ve kendine gelmelidir. Şu
durumda, bir evlilik ahengi nasıl temin edilebilecektir?
-
Bizimkilerde de, Mustafa Kemal
hayata atıldığı günden beri cepheden cepheye koşmuştur. Kurtuluş
savaşı da tepeye tüy dikmiştir. Mustafa Kemal, Kurtuluş savaşındaki
yorgunluğunu, belki de hiç bir savaşta hissetmemiştir. Evlenme
kararı, kurtuluş savaşı sonunda veriliyor. Hatta, karar, hiç
dinlenme imkanı ve zamanı bulunmadan verilmiştir de denebilir.
Ayrıca, Mustafa Kemal, “Bundan sonra ne yapacaksınız?” diyen bir
gazeteciye, “birbirimizi yiyeceğiz” diyerek, sanki bir kahin gibi,
gelecekte olanları bile açıklamıştır. Yani, gelecekte de Mustafa
Kemal için, bir dinlenme, bir kendini dinleme mümkün olmayacaktır.
İşte Latife Hanımefendi, böyle bir vatan adamıyla evlenmeye talip
olmuştur. Olmuş olduğuna bir şey demiyoruz da, bunun bir sorumluluk
olduğunu düşünmesi gerekmez mi idi? Babası Muammer beyin düşündüğü
gibi, kızının da düşünmesi gerekmez mi idi?
-
Unutmadan yazmalıyım ki, Rita ve
Ali Han evliliği mutluluk getirmemiş ve ayrılışla sonuçlanmıştır.
Ali Han’ın sonradan rastladığı ve sevdiği kadın, evli bile olmadan
Ali Han’ı mutlu edebilmiştir.
-
Mustafa Kemal ile Latife Hanım
evliliğinde bir uyumsuzluk, bir anlayış eksikliği var. Evlilik
yürütülemediğine göre, bunu kabul etmek zorundayız. Bunun izahını
yapmaya çalışırken, tıpkı İpek Hanımefendinin yaptığı gibi, biz de
bir suçlu arıyor olmayacağız. Evlilik niçin yürümedi? Okuduklarımıza
ve dinlediklerimize göre, bunun sebeplerini aramaya çalışıyoruz.
Belki, işin sonunda, bir şahsi kanaatimizi da yazabiliriz. Ona da,
eleştirel bir anlam vermemeye gayret göstereceğiz.
-
Evlenme sırasında, ne Latife
Hanım’ın ailesi ve ne de Mustafa Kemal, adetlere ve göreneklere
aykırı en küçük bir eksiklik yapmamışlardır. Cehiz, dokuz devede
taşınmışsa, Mustafa Kemal’in armağanı da özel vagonda
gönderilmiştir.
-
Evlilik, ilk aylarında tamamen
normal seyrini takip ediyor. Latife Hanım Mustafa Kemal’i seviyor;
Mustafa Kemal de karısının yanında bulunmasından gururlu. Mustafa
Kemal ailesinin yakınlarında olanların yazdıklarından, bunları biz
de böyle anlıyoruz.
-
Galiba, kırgınlıkların, bilhassa
Mustafa Kemal kırgınlığının ortaya çıktığı zaman, Fikriye Hanım’ın
sanatoryumdan gelmesi olmuştur. Fikriye Hanım hastadır. İyi
düşündüğü söylenemez ama, nihayet bir kadın hissiyatı ile yüklüdür.
Hastalık psikolojisini de eklerseniz, yaptıklarının hafifleyeceğine
siz de belki katılırsınız.
-
Mustafa Kemal, Latife Hanım’ın
Fikriye Hanım’a gösterdiği tavrı tasvip etmemiştir. Latife Hanım
kıskançlık göstermeyip de, Fikriye Hanım için merhametli davranmış
olsa, Mustafa Kemal iki evlilik istemeyeceği gibi, karısına karşı da
çok takdirkar durumlar sergileyecek idi. Ben, şahsen, Mustafa
Kemal’i kalbi çok yufka bir insan olarak düşünürüm. Fikriye Hanım’a
reva görülen muamele, Mustafa Kemal’i hem üzmüş ve hem de kırmıştır.
-
Hep, ana göre yazacağımdır.
Okuduklarımı ve dinlediklerimi yazımda yardımcı kabul etmiş olsam
bile, yazdıklarım benim şahsi kanaatlerimdir
-
Yine bana göre, aile hayatını
zedeleyen sebeplerden birisi de, Latife Hanım’ın, Mustafa Kemal Paşa
kocasına hitap şeklidir. Mustafa Kemal, hiç kimse tarafından, küçük
adıyla çağırılmasını istemezdi. Annesi bile, “Paşa oğlum” derdi.
-
Paşa dahil, bütün Arapça sıfatları yasaklayan Mustafa Kemal,
kendisine “Paşam” denmesinden hoşlanırdı. Bu istek İsmet Paşa için
de ve hatta, bizim askerlerimizin hepsi için söylenebilir. Hiç
birisi, ben paşa değil, generalim dememiştir.
-
Latife Hanım, “Kemal” diye hitap
edermiş. “Kemal Paşam” dese, belki de Mustafa Kemal, bu isim
sorununu kafasına takmış olmazdı. “Bana Kemal deme” diyerek,
karısını ikaz etmeyi düşünmemiştir. Bunu onuruna yakıştırmamıştır.
-
Aile huzuru için bozucu olarak kabul edilen bir üçüncü sorun
da, Mustafa Kemal Paşa’nın sofralarıdır.
-
Yine benim okuduklarıma ve yakın
olanlardan dinlediklerime göre, Mustafa Kemal Paşa’nın üç cins
sofrası vardır:
-
Bunlardan birincisi; devlet
işlerinin konuşulduğu ve hükümet üyelerinin çoğunlukta olduğu
sofralardır. Demek ki, hükümet adamlarıyla birlikte, bazı bilen ve
bilgisine güvenilen insanların da davet edildiği sofralardır bunlar.
Bu sofralarda içki ikramı olmazmış. Bizzat Latife Hanım da bu
sofralara iştirak etmekte imiş. Başbakan İsmet Paşa, bu hükümet
toplantılarında mutlak bulunurmuş.
-
Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci
cins masası, sohbet masaları imiş. Bu sofralarda bazı hükümet
üyeleri ve bilhassa ismet Paşa bulunmuş ama, genel olarak davetliler
dışardan olurmuş. Bu masalarda içki de ikram edilirmiş. Masada,
zıvanadan çıkan olursa, bu adabı hazmetmeyenler bulunursa, onlar da
usulü gereğine uyularak dışarı alınırmış. Bu masalara eşi Latife
Hanım mutlak iştirak edermiş. Hatta başka kitaplarda ad verilmeden
zikredilen olayı bizzat muhatabı da Latife Hanım olduğunu, İpek
Çalışlar’ın kitabından öğrenmiş bulunuyoruz.
-
Mustafa Kemal Paşa’nın üçüncü
cins sofrası, yakın arkadaşlar sofrasıdır. Burada, hükümet adamları
hiç bulunmamıştır. İsmet Paşa, bu sofralara hiç iştirak etmemiştir.
Bu sofralarda oturanlar da, Mustafa Kemal Paşa’nın yakın özel
arkadaşlarıdır. Hiç birisinin, Paşaya bir saygısızlığı olmamıştır.
Latife Hanım’ın bizzat işaret ettiği gibi, içkiyi de bir kadehle
sınırlamaktadırlar. Hiç birisi, “Paşam yeter!” diyecek kadar ileri
gidecek kimseler de değildir. Bu sofralara, benim koyduğu ad
yakışıklıdır da, yazılması yakışık almaz.
-
Aslında, Mustafa Kemal, bu son
sofralarda, yalnızlığını yaşamaktadır. Arkadaşlarını da psikologlar
yerine koyarak düşünmek doğru bir hareket olmaz. Mustafa öldüğünde,
en çok ıstırabı bu yakın sofranın adamları duymuşlardır.
-
Latife Hanım, bu son sofralardan
şikayetçidir. Latife Hanım, Mustafa Kemal’den bu sonraları, son
sofraları bırakmasını istemektedir. Ben de, “Keşke bu son sofralar
olmasalardı” deyip gelmişimdir. Mustafa Kemal’i bu sofralardan
ayırmak için, neler yapılması gerektiği üzerinde kimse zihin
yormamıştır.
-
Mustafa Kemal niçin bu son
sofralara bağımlı. Demektir ki, bu büyük insan, bu sofralardan, son
sofralardan zevk almaktadır. Demek ki, bu sofralarda dinlendiğini
sanmaktadır. Demek ki, bu sofralar, kendisini oyalıyor. Yine, o
demektir ki, Mustafa Kemal’in bu sofralara ihtiyacı var. Bu son
sofraların kendisine taşıdığı zararların da bilincinde değil. Yahut
böyle kabul edelim. Siz de, Latife Hanım da aynı kanaattesiniz. O
zaman, bu Mustafa Kemal Paşa’yı zararlı kabul ettiğiniz, benim de
mesleğim gereği kabul ettiğim zararlı sofralardan usandırmak için
çareler aramak aklınıza gelmez mi?
-
Bu sofralardan daha çekici bir ortam yarattınız da, Mustafa
Kemal mi uymak istemedi. Eğer öyle ise, başka bir ortam yine
hazırlamanız gerekirdi. Göreviniz, bu ortamı buluncaya kadar, bu
çalışmalara devam etmiş olmanız idi. Hiç imkan yoktu deyip, işin
içinden çıkamazsınız. Bu yola giderseniz, kimseyi ve hele Mustafa
Kemal’i eleştirmeye hiç hakkınız olamazlar. Belki, düşüncelerinin
seviyesi, seviyeleri bu idi. Daha yüksek düşünce seviyesi aramak,
size ve kimseye yasaklanmış değildi.
-
Siz, Latife Hanım için, her şeyi
mükemmeldi diyorsanız, ben fikrinize iştirak etmem. Dediğiniz doğru
olsa, Mustafa Kemal bu evliliği bozacak duruma gelmezdi. Mutlu
olurdu; uzun yaşardı ve memleketimiz için daha pek çok işler yapmış
olurdu. Erken ölmese, belki de, bu gün yaşadığımız devrin icapları
artık Türkiye’de bulunmaz olurdu. Anadolu’daki üçüncü Türk devleti
de, bu kadar kısa zamanda sorgulanır duruma gelmezdi.
|
-
NELER OLUYOR KIBRIS’TA
- Her ne kadar dönme ve devşirme orijinli mütareke
medyası gözlerden kaçırmaya ve özenle gizlemeye çalışıyor olsa da;
Milli dava Kıbrıs, çok sinsi ve sistemli bir ajitasyonla
avuçlarımızdan kayıp gitmekte. Kısa tanımı “dahili bedhah” olan bir
kısım küresel sermaye uzantısı iç mihraklar ile; Türkiye için harici
bedhahlardan biri konumundaki Yunanistan ve işbirlikçileri masa
başında iyi çalışıyor.
- Akıllara durgunluk veren bir gizem, sinsilik ve
gizlilikle oynanan ihanet senaryoları, şer ve şeytani plân yeri
geldikçe perde-perde uygulanıp, sahnelenmekte... Ve Kıbrıs elimizden
kayıp gitmekte. Hani şu Susurluk çetesini ortaya çıkaran kamyon kazası
misal bazı tesadüfler de olmasa Türk milletinin hiçbir şeyden haberi
olmayacak.
- Son olay (kaza) KKTC Başbakanı Soyer ve
Kıvrıkoğlu arasında patlak verdi.
- Bu vesileyle, kamuoyuna sızan bazı haberlerin
üstüne gidilince ortaya korkunç bir manzara ve tüyler ürperten
gerçekler çıktı. Burada, olayları ve KKTC’de olup bitenleri “en son
durum” olarak büyüteç altına almak ve değerli okuyucularımla paylaşmak
istiyorum.
- Zaten konuyla ilgili olarak günlerdir mailler,
Internet yoluyla mektup ve raporlar gelip duruyor. Sorumlu insanların
gündeminden düşmeyen acil ve güncel konulardan başta geleni Kıbrıs,
Kerkük, Batı Trakya, Özelleştirmeler, çok büyük rüşvetler karşılığı
verilen ihaleler ile yabancılara (açık ve örtülü olarak) yapılan arsa,
arazi satışları. Bir de ulusal yüz karası var. Bu günlerde yoğun
olarak ABD’ye koşup icazet alabilmek uğruna kapı köpekliği, yağcılık
ve dalkavukluk yapan ülkemizin utancı, uşak ruhlu primitif
politikACILAR.
- Sonuçta Kıbrıs konusu ve KKTC’nin durumu
hepsinden daha acil ve önemli.
- Bütün gelişmeler dikkatle değerlendirilmeli ve
mutlaka olayların üstüne gidilmelidir.
- Başta “Ayşe KOCATÜRK” adı ile KKTC ve bütün Türk
dünyasında çok iyi tanınan, sevilen-sayılan, Asena olmakla bilinen ve
gerçekten bu uğurda inanılmaz bir mücadele veren Emete Gözügelli,
Kıbrıs Volkan Gazetesinden değerli araştırmacı-yazar Tanju Müezzinoğlu,
Saygıdeğer bilim ve düşün adamı Prof. Dr. Ümit Özdağ ve Kıbrıs Kuvvai
Milliye Cemiyeti yoluyla tarafıma gönderilen ve bizzat elde ettiğim en
son bilgiler burada birleştirilmeyi ele alınmayı, incelenmeyi ve
değerlendirilmeyi bekliyor. Zaten,bana gelen bilgi ve raporların pek
çoğu ‘asıl mesele’ öz, ört bas edilerek ve dezinformasyon unsurları
öne çıkartılarak mütareke basınında ‘kendilerince değerlendirilmek’
suretiyle ‘hiçbir şey yokmuş gibi’ saptırılarak yer aldı. Hattâ bu
nevi bir yayın nedeniyle 25 Mart 2007 tarihinde Hürriyet’ de
yayınlanmak zorunda kalınan bir açıklama da var. (Cüneyt Ülsever)
- Aslında konu, çok geniş boyutlu ve oldukça derin.
Bütün yönleriyle Türkiye ile ilgili ve bağlantılı. Adeta
‘böl-parçala-yut’ stratejisinin bir parçası. Baronları anavatanda
mukim şer ve ihanet şebekeleri öyle şeytanca bir örgü içine girmiş ki,
çık işin içinden çıkabilirsen...
- Ancak, zamanla tekrar KKTC’ne dönmek ve
erişebildiğimiz bütün bilgileri paylaşmak temennisi ile şimdilik
sadece güncel kesiti ele almakla yetiniyorum. Açıklamalarda bahis
konusu edilen ve metinlerde adı geçen muhataplar ile mümkün olduğu
kadar temas kurmaya ve bire bir konuşmaya da çalıştım. Sanırım bu
değerlendirme alanının en özgün örneklerinden olacak. Buyrun bakalım:
-
- EL SIKIŞMA KRİZİ
- Gerçekten (eşi ve çocukları 1963’de Rum
EOKA’cılar tarafından katledilen Em. Tbp. Tuğ. General Nihat İlhan
Paşa onuruna Lefkoşe Saray Otelde verilen yemekte) CTP Genel Başkanı
ve KKTC Başbakanı Ferdi Sabit SOYER ile KTBK Komutanı Hayri KIVRIKOĞLU
arasında bir “el sıkışma” krizi yaşandı mı, yaşanmadı mı ? Yaşandıysa
sebebi nedir ? Konuyu halen KKTC’de yaşayan ve yeni nesil TMT
mücahidi Ayşe Kocatürk mahyası ile bilinçli bir mücadele yürüten E.Gözügelli’nin
tespitleri ile veriyorum. Bana gelen bilgi aynen şöyledir:
- “Şimdi perde gerisini aralıyorum. İşte gerçekler:
(1)
- Kıbrıs’ta “birleşik Kıbrıs” yaratma hayali
peşinde koşanların, Kıbrıs anlaşmazlığını 1974 yılında başlamış gibi
kabul ederek vatanımızın (KKTC) Türk askeri tarafından “işgal” altında
olduğunu göstermeye çalışmalarının tarihçesi yeni değildir. Ancak en
somut gösterge Annan planından itibaren bugüne kadar gelen süreçte
iktidara getirilen Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin ve Ortaklarının
gerçekleştirmiş oldukları çalışmalara bakmakta fayda vardır.
- Önce, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat dini ve
milli bayramlarda yanında duran Kuvvet Komutanları ve Türk
Büyükelçisini istemediğini, dünyaya karşı bunun uygun olmayacağını,
“sanki Türk askeri ülkeyi yönetiyor” havasında olduğunu ima ederek
Kuvvet komutanlarının Protokolde yanında durmasını istemedi. (Oysa Rum
bunu iftiharla yapıyor)
- Ardından, 15 Kasım 2006 tarihinde
Güvenlik.Kuvvetleri Komutanlığında görevli bir Albayımızın yaptığı
konuşmayı “adının listede yer almamasından” ötürü konuşma yaptığı
gerekçesi ile krize dönüştürmeye kalktı.
- Tabi bu arada, 10 Nisan 2006’da KKTC Öğretmenler
Sendikasının onayı ve desteği ile “Askersiz Lefkoşa” talepli bir imza
kampanyası başlatmışlardı. 26-27 Aralık 2006’da Kıbrıs’ lılar Bilim,
Eğitim, Sağlık ve Dayanışma Derneği (KIBES) ile Londra’daki Kıbrıs
Türk Demokrasi Derneği (KTDD) ile birlikte ortaklaşa düzenledikleri
“İstanbul Konferansı’ndan (Rum-Yunan Partileri ve Sivil Toplum
Kuruluşları ile birlikte) Birleşik Kıbrıs Platformu adı altında bir
örgütlenme kararı alınmış ve CTP de buna katılanlardan olmuştur.
- CTP Kurultayına İstanbul’daki toplantıdan katılan
birçok siyasi parti ve kuruluşlarının bulunduğunu, konuyu daha iyi
algılamak açısından bilmekte fayda vardır. Atina’dan OKOE ve OKOE
Gençlik, Almanya’dan Kıbrıs Alman Forumu, Avustralya’dan Avustralya
Barış İnisiyatifi, Atina’dan Kıbrıs Bilim Adamları Örgütü ve Kıbrıslı
Mülteciler Birliği, Londra’dan Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği,
İstanbul’dan KIBES ve KGP, KKTC’den CTP, YKP, BKP, BDH Güneyden AKEL,
İstanbul’dan ÖDP ve Atina’dan PASOK temsilcileri katılmıştır.
- Ortak alınan kararlardan biri: “ASKERSİZ BİR
KIBRIS, TAM ASKERSİZLEŞME SAĞLANMALI”... (Bu kararlarda bütünüyle Türk
Askeri’nin KKTC’ni terk etmesi talebi yer almakta, Rum-Yunan askeri
konusunda ise her hangi bir talep veya tavsiye bulunmamaktadır. Oysa
mezkür toplantıda pek çok Türk (!) vardır. Bunlardan her hangi birisi
neden acaba, Rum Yunan askerinin de adayı terk etmesini önermedi.
Yoksa, Türkiye adına katıldığını iddia eden delegasyonun tamamı
Rum-Yunan, Ermeni ve Yahudilerden mi ibaret idi ?)
- Ardından yeni yıla girerken Ocak ayında tek
taraflı bir Lokmacı Krizi yaşandı ve Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın
Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın görüşlerini dikkate
almadan, “utanç duvarını yıkacağız” kararı ile yeni bir Kriz ortamı
yaratılmak istendi. Sonuçta (Türk Genelkurmayının sözünün arkasında
durmaması ve kararlı bir tutum izlememesi nedeniyle) Lokmacı köprüsü
yıkıldı. Bu ay içinde Rum tarafında kalan utanç duvarı da yıkılarak
yerine yeni bir Yunan barikatı kuruldu. Olay günü Güney Kıbrıs
hükümeti lâubali bir açıklama yaparak “İşgalci Türk Askeri gücü Kuzey
Kıbrıs’tan fiilen çekilmedikçe kurulan kontrol barikatının
kaldırılmayacağını” duyurdu.
- Talat’ın TC Genelkurmayın görüşlerini “dikkate
almamasından” ötürü konu bir anda uluslararası alanda ilgi odağı
oldu...Dünya basını ve Rum-Yunan ikilisi adadaki Türk askerini “işgal
kuvvetleri” şeklinde işlenmeye başladı...Lokmacı krizi ile, Türk
askerinin halk ile karşı karşıya kalması için Türk askeri bir polemiğe
sokulmak istendi, ancak Türk ordusu büyüklük göstererek (!) bunun
üzerine fazla gitmedi. Daha sonra TSK’nın adadaki varlığını, güvenlik
konularını içeren geçici 10. madde tartışmaya açarak, bir avuç genç
sokaklara döktürüldü ve geçici 10. madde kaldırılsın denildi..”
- Not: Bu olaylar sırasında Yunan hükümeti, Güney
Kıbrıs’a EOKA ve ENOSİS esas politikası doğrultusunda güçlü ve büyük
bir destek verdi. Fakat, ne yazık ve çok gariptir ki, cari Türk
hükümeti GKRC’ indeki Yunan askerlerinin işgalci olduğu ve adayı terk
etmesi gerektiği doğrultusunda basit bir açıklama dahi yapamadı. Bu ne
utanç ve hicap verici bir durum ve nasıl bir “ANAVATAN” hükümeti !..
- Bu sıralarda, (eş zamanlı olarak) Türkiye de,
faili malum bir cinayet işlendi ve derhal Türk’e ve Türklüğe karşı
haset, nefret ve kin kusan “BİZDE ERMENİYİZ” diye haykıran bir kesimce
(ki, bu güruhun Ermeni asıllı olduğuna dair ağırlıklı kuşkular vardır)
başlatılan kampanya çerçevesinde TCK 301. maddenin yürürlükten
kaldırılması istendi. İnsanlık dışı, ahlâk ve adalet anlayışına aykırı
olarak açılan kampanyanın ardında AB, Soros’çular, Karen Fog çocukları
(Fransa, Almanya, Yunanistan, Ermeni diyasporası) ve ABD uzantısı
bilumum bölücü örgüt artıkları ve legal unsurları yukarda bahse konu
İstanbul Yaklaşımı ile “Birleşik Kıbrıs Plâtformu” katılımcılarının
büyük bölümü sırıtıyordu.
- Zira, Türkiye üzerinde oynanan oyunlar çok
eskilere dayanır. Maalesef bu oyun ve düzenler çok yönlü, çok taraflı
ve çok odaklıdır. Düşman her tarafa yayılmış, olabildiğince karar
mekanizmalarına nüfuz etmiş ve özellikle AB yanlısı sivil toplum
kuruluşlarında iyice yerleşmiş ve kökleşmiştir. Bu nedenle ‘düşman
taraf’ entegre bir politika yürütme imkânına sahip bulunmakta ve bu
imkânı sonuna kadar kullanmaktadırlar.
- Dönelim tekrar Kıbrıs’a ve olayların içyüzünü
irdelemeye devam edelim:
- Ayşe Kocatürk açıklamalarına devam ediyor.
- “Daha sonra, 21 Aralık 1963’te ‘Kumsal Katliamı’
olarak bilinen olayla ilgili (Türk ordusunun değerli komutanlarından
Tabip Tuğgeneral Nihat İlhan’ın şehit edilen ailesi için) bir karalama
kampanyası başlatıldı. Katledilen şehitlerimizi “Türk askerinin,
mücahitlerinin” hatta “İlhan’ın cinnet geçirerek” gerçekleştirdiği
iddia edildi. Bunun gerekçesi olarak da “Türkiye’nin adaya
müdahalesinin gerçekleşmesi” için yapıldığı öne sürüldü.”
- Oysa, Rumlar olay hakkında 2007 yılı Mart ayı
başında "Kanlı Noel' bir temizlik operasyonuydu!" biçiminde TV
yayınları yaptılar. Kıbrıs'ta tarihe ‘Kanlı Noel" olarak geçen,
Rumların 21 Aralık 1963'te başlattığı silahlı saldırılarda, Emekli
Tabip Tuğgeneral Nihat İlhan'ın, evinin banyo küvetinde eşi ve üç
çocuğunun hunharca katledilmesiyle ilgili olarak ilk görüntüler
yayınlandı. Katliamın tanıklarından Savvas Şelis isimli eski bir Rum
asker, "Temizlik operasyonu yaptık" dedi. Rum Politis gazetesi, o
dönemde binbaşı rütbesinde olan Nihat İlhan'ın eşi ve üç çocuğunun
banyoda katledilmeleriyle ilgili olarak Savvas Şelis isimli emekli Rum
askerin itiraflarına yer verdi. Şelis, 24 Aralık 1963 gecesi silahlı
Rum ve Yunan gruplarının Lefkoşa'daki Kanlıdere bölgesinde "temizlik
operasyonları" yaptığını açıkladı.
- “Ancak Anavatan’ın adada yaşayan soydaşları için
bunu yapmasına ihtiyacı olmadığı, bunun hiçbir örneğinin tarihte yer
almadığı maalesef cehalet içinde olanlar tarafından görülmek
istenmedi. Yaşadığı o büyük acıdan sonra bir daha adaya gelmeyeceğini
ifade eden BİNBAŞI KOMUTANIMIZ adaya gelmeye 17 Mart 2007 tarihinde
karar verdi. 80 yaşını aşan İlhan bedenini, sağlığını hiç düşünmeden
bunu yapmak istedi, çünkü ailesi onuru için çok çirkin iddialar
yapılmıştı. Adaya gelen (E) Tuğg. İlhan’ın yaptığı açıklamaları milli
hedeflerimizden asla ödün vermeyen gazeteler aracılığı ile
duyurmuştuk.
- “Binbaşı” İlhan öyle bir dönemde gelmişti ki
gelişinden bir gün sonra 18 Mart (2007) Çanakkale Şehitlerimizin anma
günüydü. Generalin kendisi de bizzat törenlere katıldı. O gece KTBK
Komutanlığı adaya gelmesinden ötürü bir Resepsiyon düzenledi. Tabi
ayni gün gündüz hükümetin büyük ortağı CTP olağan Kurultayını
gerçekleştirdi.
- Peki CTP-BG Olağan Kurultayında neler yaşandı ?
- CTP-BG Parti Tüzüğü’nün 34’üncü maddesine göre,
partinin olağan kurultayları; iki yılda bir eylül, ekim veya kasım
aylarında yapılır. Bugüne kadar; Mayıs 2005’te, M.Ali Talat’ın
Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesi nedeniyle yapılan olağanüstü kurultay
hariç olmak üzere, tüm kurultaylar, Tüzük’te belirtilen aylarda
yapılmıştır. Ancak nedense bu kurultay tarihi 18 Mart’ta(Çanakkale
Şehitlerimizi anma günü) belirtilmiştir!
- Peki şunu soruyoruz :
- CTP’nin kendi tüzüklerinde ifade edilen Eylül,
Ekim yada Kasım’da neden kurultay gerçekleşmemiştir ? Ayrıca, CTP
Parti Tüzüğünde; kurultayların icrası esnasında İstiklâl Marşı
okunması, Bayrakların asılması veya Şehitler için saygı duruşu
yapılması ile ilgili herhangi bir hüküm yoktur. Ancak son Kurultayda;
bir Rum şarkısı olan Çavbella (Yurdum İşgal Altında) şarkısı
çalınmıştır. Rumlara göre; Kıbrıs, Türkiye’nin “işgali” altındadır.
Bu şarkı, iddia konusu “işgal”e ithaf edilen ve anlamı, söz konusu
Kurultayı icra edenler tarafından da çok iyi bilinen bir şarkıdır.”
- Yine o günlerde, Türkiye de yapılan DTP (sözde
Kürt partisi) kurultayında da benzer şekilde İstiklâl Marşının
okunmaması, Ermeni oyun havaları ve şarkılarının çalınmış olması ne
kadar manidar (ihanet kokulu) değil mi ? Oysa, bugün T. Cumhuriyeti
Parlâmentosunun kahir ekseriyeti Kürt Milletvekillerinden
oluşmaktadır. Başbakan Kürt sorununu telâffuz eden ve kabinesinin
yarıdan fazlasını Kürtlere veren bir kişidir. Üstüne üstlük, mezkür
bölücü örgüt tarafından katledilen insanların % 90’ı Kürt’tür. Ve
Türkiye’nin soydan gerçek ve samimi Kürtleri bölücü örgüte, alenen
Kürt düşmanı, Yahudi destekli “Ermeni odaklı ve ASALA’nın devamı”
nazarıyla bakmaktadırlar.
- Nitekim, 1968’den itibaren Türkiye de nevzuhur
sözde Kürt kurtuluş veya özgürlük nam teşebbüs ve teşekküllerin
arkasında daima koyu bir Atatürk düşmanlığı, Ermeni ve Rum
işbirlikçiliği ve Mustafa Suphi hayranlığı gözlenmiştir. İşin en
garip, acayip ve CTP ile benzer tarafı da; Bu hareketlerin tamamı
“Türk düşmanlığını” esas ve baz alan bir tür solculuk, milli marş ve
bayrağı dışlayan (ki, bu dünyanın hiçbir yerinde görülmez) din ve
ahlâk düşmanı çok aykırı bir yapının hakim olmasıdır.
- Oysa, Türkiye de ki Kürt profili bunun tam
tersidir. Bütün Kürtler oldukça dindar, mazbut, müteselsil,
mütedeyyin, milli ve manevi değerlerine sahip ve saygılı,
namuslu-dürüst, son derece çalışkan, haramdan-yalandan sakınan,
vatan-millet-bayrak-toprak sevgisini şiar edinen ve kendilerini
Türkiye Cumhuriyetinin asli kurucu unsuru sayan, birinci sınıf saygın
bir topluluktur. Hiçbir ayrım gözetmeksizin “Anadolu halkı” birbiri
ile et ve kemik gibidir.
- Üstelik bu güne kadar Kürt’ler arasından bir hain
de çıkmamıştır. Buna dikkat edin.
- CTP’ nin eylemi ile DTP’ nin cürmü arasındaki
benzerlik bu kuşkuları ve aralarındaki bağlantılar “bu aleni
gelişmeler ışığında” incelenmeyi ve ciddi bir değerlendirmeyi zorunlu
kılmaktadır. Yani; İstanbul Yaklaşımı, artı kurulan plâtform,
plâtformun belirlenen amaçları ile menfur eylem plânı ve her iki
tarafta yer alan malum partiler arasında vaki benzerlikler.
- Oldukça ilginçleşen gelişmeleri incelemeyi
sürdürelim:
- “Peki kurultayda kimler vardı? Güney Kıbrıs’tan
birçok “siyasi makamdan” gelen “Rum kardeşler” (!) hani şu Türk
ordusunu “işgal kuvvetleri” olarak görenler... Kurultayda, tüm
şehitlerimiz yerine, ‘’Demokrasi Şehitleri’’ adı altında bazı tescilli
kişilerin anılması ve saygı duruşu. (tıpkı DTP’de olduğu gibi) Hele
hele de 18 Mart, (Çanakkale) Şehitleri Anma Gününde (Çanakkale
şehitlerinden bahseden bile olmadı) bu kurultayın planlanması oldukça
dikkat çekicidir! Bakınız, CTP’nin; “Demokrasi Şehitleri” olarak
tanımladığı kişiler şunlardır; Türkiye’de 1976-78 yılları arasında,
yüksek öğrenimleri sırasında öldürülen sol görüşlü Özer Elmas, Mehmet
Ömer, Muharrem Özdemir, Ercan Turgut, Mustafa Ertan ve Sadık Cemil;
İnkılapçı Gazetesi yazarı Fazıl Önder, Türk Eğitim Kulübü kurucusu
Ahmet Yahya; 1962’de Lefkoşa’da öldürülen, dönemin Cumhuriyet Gazetesi
yazarları Ayhan Hikmet, Ahmet Muzaffer Gürkan, Derviş Ali Kavazoğlu ve
1996 yılında öldürülen Yenidüzen Gazetesi yazarı Kutlu Adalı için 17
Şubat’ta, adı geçen yazarın mezarında, anma günü düzenlemektedir.
(buraya dikkat!, meğer CTP gerici-solcu-bölücü bir örgütmüş) Durum
bununla kalmamıştır.
- Türkiye tarafından tanınan KKTC Devleti’nin,
yönetimini üstlenmiş olan bu siyasî partinin kurultayında; duvarlara
asılan Kıbrıs haritalarında, KKTC gösterilmemiş; Rum tarafında olduğu
gibi, yeşil renkli Kıbrıs (Rum) haritaları asılmıştır. Dikkat çeken
husus ise, Kurultaya katılan AKP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Ergün
ve AKP Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer ÜSTÜN; bahse konu
uygulamalara, herhangi bir tepki göstermemiş olmasıdır.”
- NELER OLUYOR KIBRIS’TA
- Bu makaleyi hazırladığım ve tarafıma intikal eden
bilgileri düzenlediğim 27 Aralık 2007 günü saat: 17.00’de, bahse konu
genel kurul hakkında bilgi almak üzere önce AKP Genel Başkan
Yardımcısı Nihat Ergün’u (4205544/45–TBMM ve 4730000/11) numaralı
parti telefonlarından aradım. Fakat, ‘dışarıda’ denildi ulaşamadım.
Not bıraktığım halde aramadı. Bunun üzerine Sakarya Millet Vekili
A.Sefer Üstün’e 4205644-45 numaralı telefonlarından ulaşarak temas
kurdum ve kendisine, bahusus genel kurulda hazır bulunan bir
milletvekili sıfatıyla olayla ilgili bilgi, tespit ve görüşlerini
sordum.
- Aynen şu açıklamayı yaptı:“Genel kurulda İstiklâl
Marşının söylenmediği maalesef doğrudur. Ancak, genel kurul sonrası bu
hususu dile getirdiğimizde bize, ‘CTP’nin 35 yıllık bir parti olduğunu
ve bu güne kadar hiçbir genel kurulunda İstiklâl Marşı söylenmediğini
ve tüzüklerinde bu doğrultuda bir hüküm bulunmadığı açıklamasını
yaptılar’. Divan masasında Türk, KKTC ve AB bayrağı vardı. Salon
duvarında Atatürk portresi ve KKTC tarafının yıldızlarla tarandığı bir
Kıbrıs haritası asılı idi. Saygı duruşu ise, herhangi bir ‘belirtme’
yapılmaksızın ‘demokrasi şehitleri’ lâfzı ile ifa ve icra olundu.
Rumca müzik ve sair hususata gelince, onlar teferruattandır. Orada
misafir durumunda bulunmamız ve fevkalâde bir durum yaşanmaması
nedeniyle teferruata müdahil olmayı arkadaşlarla uygun görmedik”
dedikten sonra vaki sorularım ve esasa taallük eden konularda ısrarım
üzerine:
- “Biz, AKP olarak, Kıbrıs’ta yaşanan siyasi
bunalım, yaşanan Türklük krizi buhran ve olumsuzlukların suçlusu veya
sorumlusu değiliz. Kıbrıs konusu Gümrük Birliği görüşmeleri sürecinde
Merhum Bülent Ecevit dahil, Tansu Çiller, Murat Karayalçın ve günün
sorumlu politikacıları tarafından verilmiş bir tavizdir. Eğer onlar,
bu görüşmeler kapsamında, Londra-Zürich ve Garanti Antlaşmasını
dikkate alarak ve önemseyerek Güney Kıbrıs’ın AB’ye katılmasına göz
yummasalardı bugün böyle sıkıntılı bir meselemiz de olmayacaktı” demek
suretiyle, aslında gerçek suçluların ve geçmişteki vatan hainlerinin
kim olduklarına dair ‘tam yerinde’ bir vurgu yaptı.
- Evet, söylenenler bütünüyle doğru. AKP’ ye bu
sorun tevarüsen intikal etmiştir. Çok kötü ve ihanet kokulu bir
mirastır. Ancak, AKP’nin yapması gereken bu ihanet kokulu mirası
teslim alıp, kalınan yerden sürdürmek değil, hainlerden hesap sormak,
defterlerini dürmek ve milli davaya “adam gibi-insan gibi-Türk gibi”
sahip çıkmaktı. Maalesef bu da yapılmadı.
- İşte AKP’ nin yapamadığı, hattâ yapmadığı budur.
Sorgulamadan, yargılamadan AB’ ye teslim olmaktır. AB’nin nice art
niyetli, çıkar odaklı, soygun ve vurgun amaçlı, ayırma, bölme,
parçalama ve yutma sevdalısı lânetli bir haramzade, insanlık, hak ve
ahlâk düşmanı olduğunu bilmemektir. Bundan daha kötüsü var.
- O’ da, ne yaptıysa bilerek ve isteyerek yapmış
olmaktır. Taktir sizin.
- Şimdi kaldığımız yerden devam edelim: “Kurultayda
çav bella (Yunan) şarkıları ile gerek Rum gerekse Türk katılımcıların,
konukların ve CTP’nin ortak hedeflerinin “birleşik Kıbrıs” olduğunu
özellikle belirten ve planlanan tarihe ilişkin açıklamaları içeren ve
var olan projeyi yürütenlerin seçtirdiği bir tarih olduğuna dikkat
çeken konuşmaların yapıldığını belirtmekte fayda var.”
- Burada açıklanan ve genel kurulda sıkça
vurgulandığı ifade olunan “birleşik Kıbrıs” lâfını eden bütün CTP’
lilerin Rum veya Ermeni asıllı Türk ve Türkiye düşmanları ve KKTC
itibarıyla “vatan hainleri” olduklarını iddia etmek, asla mesnetsiz ve
arkası boş bir söylem olamaz. Bu cüret, ne hain bir kalkışma ve
kansızlıktır ki; Henüz Türkiye AB’ye katılmadan ve AB Türkiye ile
adeta onursuz bir oyun oynarken böyle iğrenç bir temenni ileri
sürülebilsin !
- Şu halde, ya Türkiye uyumakta veya şer ve şeytani
iğrenç unsurlar tarafından bilerek isteyerek uyutulmaktadır. Hele
aşağıdaki olaylara bakın daha neler göreceksiniz:
- “Peki Kurultay’dan sonra Soyer ve Kıvrıkoğlu
arasında gerçekten ne yaşandı? El sıkışma krizi gerçekten oldu mu?
işte gerçek yaşanılanlar; KKTC Başbakanı Soyer; yemeğe geç katılmış ve
masada kendisine ayrılan yere oturduktan sonra, teker teker yemeğe
katılanların hatırını sormuştur. KTBK K. Korg. Kıvrıkoğlu’ na
yöneldiği zaman; Korg. Kıvrıkoğlu; CTP-BG kurultayında, İstiklal
Marşımızın okunmaması, şehitlerimizin anılmaması, Ulu Önder Atatürk ve
Dr. Fazıl Küçük’e yer verilmemesinden dolayı, teessüflerini ve duyduğu
üzüntüyü belirterek;”KKTC’de; en küçük derneklerin etkinliklerinde
bile; faaliyete, İstiklal Marşımız okunarak başlandığını, Şehitleri
Anma Gününde icra edilen bir kurultayda; sadece, Demokrasi
Şehitlerinin anılmasının manidar olduğunu, CTP Kurultayının;
Türkiye’deki bölücü örgüt yanlısı siyasî partilerin kurultaylarından
herhangi bir farkının bulunmadığını; geçmişte, söz konusu partilerin
kurultaylarında da, İstiklal Marşımızın okunmadığını ve bölücü örgüt
teröristlerinin, şehit sıfatıyla anıldığının” ifade etmiştir. Korg.
Kıvrıkoğlu, yemekten ayrılırken; İstiklal Marşımızın okunmadığı,
şehitlerimizin anılmadığı, Ulu Önder Mustafa Kemâl Atatürk’e ve
Dr.Fazıl Küçük’e yer verilmeyen bir kurultayın düzenleyicisi, Başbakan
dahi olsa elinin sıkmayacağını, söylemiştir.
- Ortada; uzatılan el ve eli havada bırakan bir
nezaketsizlik yoktur, olmamıştır. Kendisine Yapılan Sitemi CTP Nasıl
İfade Etmeye Başlamıştır? Türk Ordusu İle Halk Hangi Söylemlerle Karşı
Karşıya Getirilmeye Çalışılmaktadır?
- CTP-BG Kurultayında ve sonrasında yaşanan
gelişmeler ile ilgili olarak; yazılı ve görsel basında konunun
saptırılmaya ve ‘’Halkın İradesi’’, ‘’Türkiye tarafından tanınmış olan
KKTC’nin içişlerine müdahale’’, ‘’Atanmışların, seçilmişlere saygısı’’
‘’şovenizm’’ ‘’ırkçılık’’ vb. söylemlerle,kamuoyunun dikkatinin başka
alanlara yönlendirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu yaşanılan konu
saptırılarak, “biz hancı siz yolcu” şeklinde köşe yazıları ile “bu
vatan Kıbrıslılarındır, ortak vatan için mücadeleye devam”
denilmektedir.
- Hal bununla kalmamıştır. 23 Mart 2007 akşamı
yerel televizyonlarımızdan Kanal T’ye konuk olarak çıkan eski CTP
milletvekili Fadıl ÇAĞDA, Kuzey Kıbrıs’ın “işgal” altında olduğunu
KTBK Komutanı Hayri KIVRIKOĞLU’nun “istenmeyen şahıs” ilan edilerek
ülkeden çıkarılması gerektiğini” söyleme cüretinde bulunduğu Kanal T
Yönetim Kurulu Başkanı Ersin TATAR tarafından dile getirilerek
kınanmıştır.
- Bugün, her Devlet muhtelif anlamlar
yükleyerek tartıştığımız değerlerine saygılıdır. Şehidine, ulusal
marşına, bayrağına sahip çıkmaktadır. Her yıl 18 Mart’ta, binlerce
Yeni Zellanda’lının, Çanakkale’ye koşmasının temelinde de şehidine
saygı vardır. Ancak CTP-DP iktidarı ile 2004 yılında okullarda
okutulan Tarih kitaplarımızın değiştirilerek öz tarihimizin
çarptırılması ve “Kıbrıslı milleti” yaratılması amacını güden ayni
zamanda Müslümanlığı “meraklısı için” gibi ibareler ile dinimizi
tanımlayan bir “tarih” kitabı yazdırtarak Hıristiyanlığı ön plana
çıkaran açıklamalara müsaade edilmesi ki buna en güzel örneklerden
biride Hz. İsa’nın çarmıhtaki resminin konularak çocuklara
“Hıristiyanlığın sembolü nedir?” gibi sorular yöneltilmesi kabul
edilecek bir durum değildir.
- Şehitleri Anma Günü’nde, KKTC’nin yönetimini
üstlenmiş bir siyasî partinin, ‘’Demokrasi Şehitlerini’’ anarken, tüm
şehitlerimizi anmamasını; ne 70 milyon Türk’ün yüreğindekileri
hissederek ve onların gözü olarak KKTC hudutlarını bekleyen 40 bin
Türk Askerine nede bu vatanda KKTC Devleti uğruna can verecek kadar
Devletine sahip çıkmak isteyenlere, şehit ailelerimize ve de
Gazilerimize anlatamazsınız...Günlük mesaisini, İstiklâl marşımızla
başlatan ve bitiren ve Yavruvatan’ı uğruna gerektiğinde canını vermeye
hazır olan 40.000 askere; Yavruvatanı yönetenlerin, ‘’Yurdum İşgal
Altında’’ şarkılarını söylemelerini ve kendisini ’işgalci’’ olarak
tanımlamalarından neyi kastetmeye çalıştıklarını da anlatamazsınız.
Türk Askeri’ne; T.C. Devleti’nin resmen tanıdığı KKTC’ni yönetenlerin,
Kıbrıs haritalarında KKTC’yi göstermemelerini ve Rum Yönetimi’nin
yaptığı şekilde, Kıbrıs’ı tek bir devletmiş gibi göstermelerinin, bu
tür haritaları kurultaylarında asmalarının ve KKTC’yi inkâr
etmelerinin açıklamasını da yapamazsınız.
- Bu hususların hiç birini, herhangi
bir haklı gerekçeye dayanarak Türk Ulusu’na da anlatamazsınız.
- NELER OLUYOR KIBRIS’TA
- Bu yolu tutanlara şimdi hatırlatmakta fayda
vardır:
- “Ne Türkiye, Kıbrıs’ta ‘işgalci’ dir
ve ne de Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri “işgal” ordusudur. Türk
Ulusu’nun (Çanakkale Şehitleri dahil) tüm şehitlerini anmak, utanç
duyulacak bir şey değildir. KKTC’nin varlığını, KKTC’yi yönetenler de
tanımalıdır. KKTC halkı, kendisini yönetmeye çalışanlar gibi
düşünmemektedir. Tepki göstermesi gerekenler, bilinçli olmalı ve pasif
kalmamalıdır!
- Bugün gerek konuyu saptırma ve halkın kafasını
karıştırma yoluna gidenler, gerekse Başbakan F. Sabit Soyer; olayı
tersine çevirerek; “Şehitleri Anma Günü” nde yapılan kurultayda,
sadece Demokrasi Şehitlerini değil, tüm şehitlerimizi ansalardı,
“Yurdum İşgal altında” şarkıları söylemeselerdi, duvarlara asılan ve
sinevizyondan gösterilen Kıbrıs haritalarında KKTC’yi belirtselerdi ne
kaybedeceklerdi? Sorusu kendilerine sorulmalıdır. Hele hele bu konuyu
irdeleyen, haber yapan basın mensupları ve köşelerinde değerlendirme
yapan değerli köşe yazarları; Olayın temelinde yatan ayrıntıları iyi
değerlendirebilmeli ve doğruları yazma yoluna gitmelidirler.
- KKTC Başbakanı F. Sabit Soyer; kurultayda ortaya
konulan hatalar zincirini, yeni hatalarla sürdürmemeli ve Türk
Ulusu’nun değerlerine sahip çıkmalıdır. Ondan gerek Kıbrıs Türk
halkının gerekse vatan bekçiliğini yapan her neferin beklentisi
budur.” (1)
- 24 Mart 2007, Cumartesi günü değerli
yazar Tanju Müezzinoğlu, (KKTC) Güneş ve Volkan gazetelerinden
“dürüst, yiğit ve mert bir Türk olarak” sesleniyor.
- İSTİKLAL MARŞIMIZDAN RAHATSIZ OLANLAR TÜRK OLAMAZ
!..
- “CTP’nin açıklamaları saçma sapan ve özürleri
kabahatlerinden büyük. Bu güne kadar yapılan CTP kongrelerinde
“İSTİKLAL MARŞI” okumamışlar. İşte özürleri kabahatinden büyük. Adama
sormazlar mı? Siz nasıl Cumhuriyetçi TÜRK Partisisin, TÜRK sözcüğü
sizce neyin ifadesidir. Eğer bunu bilmiyorsanız öğrenmenizi öneririm.
- Cumhuriyetçi Türk Partisi AKEL’İN kongresine
gittikleri zaman Yunan Milli marşı çalınıp söylenirken ayak ayaküstüne
oturuyorlar mıydı? Hayır, oturmuyorlar dostları HIRİSTOFYAS ile
birlikte hazır vaziyette duruyorlardı.
- AKEL kongrelerinde Yunan Milli Marşını gururla
çalıp söylerken. CTP’ye ve Başkanı sana halkımız soruyor: Siz CTP
kongresinde TÜRK Milli Marşını “İSTİKLAL MARŞINI” çalıp söylememekle
neyin ispatını yapmaya çalışıyorsunuz ?
- AKEL her platformda solculuk kisvesi altında Rum
milliyetçiliği yapmıştır.
- CTP ise “Cumhuriyetçi Türk” adı altında Türk'ün
aleyhine olan bir çizgiyi temsil etmiştir. Kıbrıs Türk Halkı CTP’nin
bu tavır hareketlerini MERCEK altına almıştır. Günü geldiğinde bu
yapılanların karşılığı bu partiye sorulacak ve ödetilecektir. Bundan
kimsenin şüphesi olmasın.
- Sovyetlerin yıkılmasından sonra bütün dünyada
olduğu gibi KKTC'de Moskova çizgisini izleyen CTP’nin ruhunda fırtına
kopmuştur. İşte bu aşamada devreye AB ve ABD süreçlerinin girdiği
görülür. Moskova'daki efendisini yitiren CTP, Washington ve Brüksel'de
yeni efendilerini bulmuştur. Kıbrıs Türk Halkı ve GENÇLER söylenenleri
lütfen inceleyin ve gerçeklerle nasıl karşı karşıya geldiğinizi
görerek kararınızı verin.
- CTP, yeni efendileri tarafından Turuncu Devrim
ile iktidara ilk getirilen partidir.
- Turuncu devrim ilk kez eski Sovyet coğrafyasında
değil, KKTC'de gerçekleşmiştir. CTP, AB, ABD ve AKP' nin büyük desteği
ile iktidara gelmiş ve Annan Planına halkın % 65'ine "evet"
dedirtilmiştir. Ancak Rumların bu planı doymak bilmez hırslarından
dolayı kabul etmemeleri sayesinde Annan Planı uygulamaya konmamış ve
Kıbrıs Türk Halkı İDAM sehpasından ALLAHIN izni ile bu etapta
kurtulmuştur. Halkıma sesleniyorum, seni uçuruma atan bu partiden
CTP’den kurtulmamıza çok az bir zaman kalmıştır.
- Kıbrıs Türk Halkı ve GENÇLERİ CTP’nin ne yapmaya
çalıştığını biz bu sütunlardan siz halkınıza bildireceğiz. Sizin de
vazifeniz söylediğimizi araştırmak ve incelemektir. Eğer bizi takip
ederseniz, bir yanlışımız olmadığını da göreceksiniz. CTP ne yapıyor:
Adım adım KKTC'nin Türk kimliğini ortadan kaldıran önlemleri almak
için çalışıyor.
- Ama bunu yapmalarına asla izin vermeyeceğiz. CTP
Milli Eğitim Bakanlığını aldığı günden itibaren tarih kitaplarında
başlayan tahrifatı büyük bir hızla sürdürmektedir. Tarih kitaplarından
"halkların dostluğu-Rumlarla dostluk" adı altında Rumların Kıbrıs
Türklüğüne yaptıkları katliamları çıkaran, şehitlerin resimlerini
silen anlayış CTP anlayışıdır.
- Parti toplantılarında milli marşımız olan
İstiklal Marşı okumayan, şehitlerini anmayan, anlayış da Cumhuriyetçi
TÜRK Partisi anlayışıdır. KKTC'nin varlığının askeri güvencesi olan
Türk ordusundan rahatsız olan anlayış da CTP anlayışıdır.
Toplantılarında Yunan, Kıbrıs Rum ve AB bayrakları koyan anlayış da
CTP anlayışıdır. Şimdi Soyer soruyor:
- "Bizim Türklüğümüzden şüphe mi duyuyorsunuz?"
- “KORKMA SÖNMEZ BU ŞAFAKLARDA YÜZEN AL
SANCAK”
- İSTİKLAL MARŞIMIZDAN RAHATSIZ OLANLAR TÜRK
OLAMAZ.
- Türkiye'de ve KKTC'de her Türk'ün görevi
Cumhuriyetçi TÜRK Partisi gibi bir parti ile mücadele etmektir.” (2)
- Elbette genel kurullarında İstiklâl Marşını
göğsünü gere gere söyleyemeyenler Türk olamazlar. Olsa olsa Türk
düşmanı olurlar. Bu, Anavatanda olsa da böyledir. Kıbrıs’ta olsa da
yine aynıdır. Bu utanmaz, kansız ve soysuzlar görmüyor mu ki, Güney
Kıbrıs Çete devletinde bütün Rum partileri gümgür gümbür Yunan milli
marşını okurlar ve Yunanistan ile her hususta kader birliği yapar ve
ortak hareket ederler. Ve politikaları daima millidir. Maalesef bu
utanmazlık, aymazlık ve aleni vatan hainliği sadece Türk milletinin
iyi niyetini suistimal eden ve hayasızca sömüren ihanet şebekelerinde
rastlanan bir durumdur.
- Bir sonraki bölümde CTP hakkında ayrıntılı bilgi
vereceğim. Ancak, burada özellikle ve bilhassa belirtmek isterim: 2003
yılından itibaren KKTC’de gerçekten inanılmaz şeyler olmaya başladı.
Önce, T. Louzidiu davasının iç hukuk yolları tüketilmeden AİHM’ne
usulsüz, haksız ve hukuksuz olarak intikali. Bu tam bir tuzak olmasına
rağmen korkak ve ödlek bir politika yüzünden olayın üzerine gidilmemiş
kronik bir yolsuzluk, bir başka deyişle ise, Rum’a aleni destek
girişimidir. Sorumluların mutlaka sıgaya çekilmesi ve millete hesap
vermesi gerekirken, maalesef bu da yapılmamıştır. Olup, bitenler Türk
milletinin şeref ve haysiyeti ile bağdaşamayacak kadar ilkesiz,
onursuz, ahlâksızca, haksız ve hukuksuzdur.
- Failleri ise, zavallı malul ve Türklükten
münezzeh kimselerdir ne yazık ki...
- Sonra, mezkür siyasi, insanlık, etik ve hukuk
dışı AB yanlısı mahkemenin (AİHM) verdiği mesnetsiz kararın Türk
hükümeti tarafından itirazsız olarak kabulü. Kararlaştırılan yüklü
tazminatın basiret ve bekadan yoksun bir cehaletle tediyesi. Bu hiç
kimse tarafından kabulü kabil olmayacak kadar rezil bir durumdur.
Acizliktir. Zayıflıktır. Cahilliktir. Aleni yolsuzluk ve suistimaldir.
Hattâ millet ve devlet aleyhine cürüm işlemektir. Bir de olayın
Türkiye adına savunulması trajedisi var. Rum asıllı bir avukat
tarafından... Ne kadar utanç ve hicap verici değil mi ? Tarih boyunca
hiçbir Türk devleti bu kadar acizlik ve çaresizlik içinde kalmamıştır.
Üstüne üstlük, bütünüyle “Türk’ü imha” üzerine kurulu Annan Plânına
“evet” demek ve dedirtmek gibi akıllara ziyan bir cehalet, dalâlet ve
ihanet uygulaması da yapıldı. Ne kötü. Aslında bütün bunlar, uluslar
arası kabul görmüş “mer-i ve müseccel” Londra, Zürich ve Garanti
antlaşmalarını görmezden gelerek, yok addederek ve dahi hiçe sayarak;
GKRC’nin AB’ye katılmasına vize vererek alenen “VATANA İHANET” suçu
işleyen lânetli siyasilerin cürmüdür. Vakti zamanında Türk
Genelkurmayı da bu iğrenç trajediye, gaflet, ihanet ve yıllar sürecek
lânete sessiz kalmıştır. Bu gün her ne kadar TSK dik duruyor ve şer,
şeytan cephesine direniyor ise de; Daha ciddi, ağırlıklı ve kat’i bir
tavır beklemek Türk milletinin hakkıdır.
- TSK, KKTC’ni, yani “Milli Davayı” yok etmek
isteyenlere “DUR” demek zorundadır.
- NELER OLUYOR KIBRIS’TA
- Tam da işin burasında Türk Silâhlı Kuvvetlerine;
Yani, Türk Milleti’nin öz evlâdı ve dahili bedhahlar ile harici
düşmanlara karşı tek ve yegâne güvencesi olan “Türk Ordusuna” bir
hatırlatma ve anlamlı bir gönderme yapmak istiyorum. Bakınız,
ülkemizin kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder
ATATÜRK; Türk subaylarına nasıl bir emanet ve vasiyet bırakmış. Lütfen
metinde geçen İngiltere’ye bir de Yunanistan’ı ekleyerek okuyun.
- Dönem siyasetçilerini de, hareket tarzı ve
tasarrufları itibarıyla, ‘metni miyar’ kabul ederek hele bir ölçüye
vurun. Buna mutlaka Kıbrıs’ın AB’ye peşkeş çekildiği tarihin Genel
Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanları da dahil edilmelidir.
- Zira, bu ihanet tezgâhlanır, Londra-Zürich ve
Garanti Antlaşmaları rafa kaldırılır iken Türk Ordusu, komuta kademesi
ve Türk Subayları ne yapıyordu. Neden vatan hainlerine mani olmadılar.
Müdahale etmediler ? Sessiz, sözsüz kalmalarının sebebi neydi ?
- “Vatan Namustur” kavramı ve kalbi inancına dahil
bir KKTC için; Atatürk’ün binlerce kez tekrarladığı “ÇOK NAMUSLU OLMAK
GEREK” vecizesine rağmen, sivil politikanın aleni ihanet ve Kıbrıs’ı
peşkeş çekme girişimlerine “ASKER” neden ? o zaman engel olmadı?
- Yoksa aralarında dönemin siyasi mevtalarından
menfaat umanlar ve müstakbel vekil adayları mı vardı ? Kıbrıs’ı peşkeş
çekmeye göz yummak bu kadar ucuz muydu ? Yoksa, o dönem ATATÜRKÇÜLÜK
rafa mı kaldırılmıştı ? İlke ve inkılâplar, vasiyetler hatırlanmadı mı
? Yoksa, gaflet ve dalâlet içinde mi idiler ? Milli davaya hıyanet
galip mi geldi nedir ?...
- Bunu da sorgulamak ve sorumluları yargılamak
gerek.
- ATATÜRKÜN SUBAYLARA SESLENİŞİ
- “Millet, bağımsızlığının korunmasını ordudan,
ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler..İşte subayların yüce
olan vazifesi budur..
- Milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali
subaylara ait olacaktır..
- (GB teşebbüsü ve AB’ye katılım teşebbüsü
bağımsızlığı ihlâl değil mi yoksa)
- Arkadaşlar !!.. İngilizler ve yardımcıları
milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler
bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir..Hiç
kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık
veremez..Milletlerden tabiaten ve yaradılıştan mevcut olan bu hak,
milletlerce kuvvetle, mücadele ile muhafaza bulundurulur. Kuvveti
olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkum ve esir
vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur..
(AB-ABD’nin niyeti budur)
- Dünyada hayat için,insanca yaşamak için
bağımsızlık lazımdır..Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi
olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.
- Kuvvet ordudur.Ordunun hayat ve saadet
kaynağı,bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan
vicdani imanıdır...
- İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum
etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek
çarelerine giriştiler.Mütareke şartlarının tatbikatı ile
silahlarımızı, cephanelerimizi,bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden
almaya çalıştılar.. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüze
ve taarruza başladılar.. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret
ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek milleti, bağımsızlığını muhafaza
için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs
ettiler.. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını
zannettikleri milletinde izzetinefsine, her türlü haklarına ve
mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa,boyun eğmeye alıştırmak
planını takip ettiler ve ediyorlar..
- Herhalde ordu,düşmanımızın birinci taarruz hedefi
oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayı mahvetmek, aşağılamak
lazımdır. buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü
gibi boğazlamakta engeller müşkülat kalmaz...
- Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz
vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti,ehemmiyeti
ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar..
- Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak huzuruna tam
bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir.
- Zaman zaman şurada burada üzüntü verici
karaktersizliklerin görülmüş olması hiçbir vakit milletimizin genel
kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır..
- Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım
olduğunu söylediğim kaynak-ki milletin vicdanı imanıdır-mevcuttur..
- Ordu ise, arkadaşlar; ancak subaylar heyeti
sayesinde vücut bulunur...Malum bir askeri hakikat, felsefesi
hakikattir; " ordunun ruhu subaylardadır" O halde subaylarımız,
düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve
canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza
edecektir..
- Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret
olan hayatı gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden
subaylardan bekler..İşte subayların yüce olan vazifesi budur...
- Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal
edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır.. Subaylar, izah
ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife
itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve
felsefeleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci
derecede faal ve fedakar olmak mecburiyetindedirler..
- Şahsi ve hurisi itibariyle de subaylar,
fedakarlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler...
Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürüler. Onları aşağılar
ve hor görürler. hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık
izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta
iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere
katlanamaz..
- Onun yaşamak için bir çaresi vardır;şerefini
korumak! halbuki düşmanlarımız da kastettiği, o şerefi ayaklar altına
almaktır.. Dolayısıyla subay için " ya istiklal, ya ölüm" vardır..
Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek
yaşatacağız ve milletimizi daima mutlu ve müreffeh yaşatmak için
çalışacağız... (3)
- Burada emanet ve vasiyet edilen hususta çok
dikkat etmek, önemle değerlendirmek ve mutlaka dikkate almak lâzımdır.
Türk Ordusu’nun ATATÜRK, Kemalizm, Türk İnkılâbı ve O’ nun ilkelerine
ne kadar sadık, sağlam ve samimi olarak bağlı olduğu konusunda
milletin asla şüphesi yoktur. (1938 sonrası oluşan bazı şüphelerin
giderilmesi gerek)
- Her ne kadar içinde; Mütareke basını ve din
tüccarlarını deşifre eden ve adına “andıç” denilen “önemsiz bir
belgeyi” dahi ‘önemli’ sanacak ve ABD’ye gönderecek kadar malul,
aptal, milliyetsiz, hain, alçak ve değersiz mahluklar var ise de, Türk
Ordusu onları mutlaka bulacak, bilecek ve behemahal temizleyecektir.
Muhtemelen içinde var olan Masonluk tarikatı mensupları dahil olmak
üzere; En küçüğünden, en üst rütbelisine kadar rüşvet, iltimas, gasp,
irtikap, suistimal ve yolsuzluk suçlusu-zanlısı-şaibelisi “kanı
bozuklar” mutlaka temizlenmeli, ordu aklanmalı ve mutlaka
ayıklanmalıdır. Bu çok önemli ve zorunludur.
- Zira, millet inanıyor, (inanmak istiyor) ve
biliyor ki:
- Türk ordusunun içinde rüşvet, iltimas, devletin
malını gasp, irtikap, hile, yolsuzluk, evrakta sahtecilik ve yolsuzluk
yapacak kadar aşağılık varlıklar (domuzlarda) yoktur. Türk Ordusu
yüksek bir ahlâk ve Türk Medeniyetinin binlerce yıllık birikimi olan
fazilete sahiptir. Mutlaka ve behemahal; En küçük rütbeli neferinden
Genelkurmay Başkanına kadar namuslu, dürüst, ilkeli, onurlu, vazife
şuuruna sahip, şerefli ve sorumludur.
- O, Şehit mertebesi ile müjdeli ve Gazilik ödülüne
lâyık, yer yüzünün tek askeridir.
- O, MEHMETÇİK’tir. Omuzlarında, yüreğinde,
bileğinde ve şuurunda Çanakkale’nin, İstiklâl Savaşının ve ebed-müddet
Türkiye Cumhuriyetinin şeref ve şânını taşır. Ordu daima kendindedir.
Hariçte ve dahilde olup bitenin farkındadır. Farkında olmak ve daima
ve gerektiğinde, Kıbrıs, Kerkük, Batı Trakya, yahut dünyanın her
neresinde olursa olsun “Türk İstiklâl, İstikbâl, özgürlük, hak, hukuk,
bağımsızlık ve cumhuriyetini korumak için görevini mutlaka “en doğru
şekilde” ifa ve icra edecektir. Buna inanıyoruz. KKTC konusunda da
asla taviz ve ivaz verilmeyeceğine yürekten güveniyoruz.
- Bundan maksat: Türk Ordusu 2500 yılı mücavir çok
şerefli, onurlu ve şanlı bir tarihi birikimin, insanlık davasından
süzülüp gelen ‘orijinal’ bilginin; Savaşı katliam, gasp, işgal ve
soykırım vasıtası olarak değil; Yüksek bir fazilet, özgürlük,
istiklâl; Onurlu ve güvenli bir istikbâl mücadelesi olarak kabul eden
soylu bir ideal ve davanın timsalidir.
- Bu vasıfla Türk Ordusu’nun “misak-ı
milli” sınırları dahilinde tartışmasız tasarruf ve temlik hakkı
vardır. En küçük bir tecavüz yeltenmesine dahi en sert tepkiyi
gösteremeyen bir asker asla Türk askeri değildir. Taviz ve toprak
veren bir politikaya asla itimat olunamaz. Buna kesinlikle fırsat dahi
verilemez.
- Sivil-Asker bütün Türk milletinin vicdanı
ATATÜRK; İrfanı Adalet; Vatanı Namus; Vazgeçilmez Karakteri İstiklâl
ve Hürriyettir. İşte, Türk için millet budur, ordu da bu. Zaten, Türk
milleti topyekün asker “Kuvva-i Milliye” değil midir.
- Evet, belki bu konuya (acil bir durum-gelişme
olmadıkça) bir daha dönemeyebiliriz. Bu nedenle Kıbrıs ve KKTC
meselesinde mümkün oldukça derinlere inmeye çalışacağız. Hani,
bilindiği üzere AKP kendini önce milliyetçi muhafazakâr (2002) sonra
da muhafazakâr demokrat olarak tanımlamıştı. 2003 yılında vaki Kemer
toplantısında bu açıklamayı yaptıkları vakit kargalar bile güldü.
Üstelik DP Genel Başkanlığında çok sıkı bir zılgıt (ihtar) da yediler.
- Bu ihtarın üzerine gitselerdi eğer başları çok
büyük belâya girecekti. Akıllılık ettiler. Gitmediler. İşte tam o
zamanlar bazı gazeteler ve yazarlar “AK PARTİ = HALK PARTİ”
tanımlamasını yapmışlardı. Derken günü geldi ve AKP bu defa kendini
nihai olarak tanımladı. Neymiş? “Muhafazakâr demokrat” Güncel
konjonktür olarak bu ne anlama geliyor ? Cevap: Statükoculuk. Peki,
hangi statüko ? Aynen malum yazarların atıf da bulunarak
tanımladıkları “halk partisi zihniyeti” statükosu. Diğer bir anlamda.
10 Kasım 1938, saat: 9.06 karşıdevrimi.
- Bunun böyle olduğunu anlamak çok kolay. Birinci
neden; AB kulluğu, köleliği ve batı uşaklığı konusunda her ne kadar
bütün yollar CHP tarafından açılmış ise de bugün, AKP’ ye nazaran CHP
çok milliyetçi, tutucu ve daha müspet manâda muhafazakâr görünüyor.
İkinci nedene gelince, bunu fazla açmaya gerek yok. Her şey ortada.
Zira, KKTC’deki partnerlerinin CTP olmasından belli. Ha, şimdi bakalım
şu AKP partneri nasıl bir şeymiş ?
- Ayrıntıları tam ehlinden, ASAM’ın Genel Başkanı
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ’ dan alıyoruz. Şimdi bakınız 22 Mart 2007 tarihli
resmi bir “ASAM” raporunda CTP hakkında neler açıklanıyor:
- HAYIR, KUŞKU DUYMUYORUZ !
- “Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin 1985 öncesinde Rum
Komünist Partisi AKEL' in ve Moskova'nın beyin iğfaline uğramış Kıbrıs
Türklerinin partisidir.
- Bu partiyi kuran ve yöneten kadrolar çok uzun
yıllar AKEL ve Sovyet Komünist Partisi'nin emirleri ile hareket
etmişlerdir. AKEL, ne kadar komünizm kisvesi altında Rum
milliyetçiliği yapmış ise CTP' de o kadar Cumhuriyetçi Türk adı
altında Türk'ün aleyhine olan bir çizgiyi temsil etmiştir.
- Sovyetlerin yıkılmasından sonra bütün dünyada
olduğu gibi KKTC'de Moskova çizgisini izleyenler bir siyasi-ruhi
bunalım içine girmişlerdir. Büyük efendinin ortadan kalkması, küçük
efendi AKEL' in yetmemesi ruhlarda fırtına yaratmıştır. İşte bu
aşamada devreye AB ve ABD süreçlerinin girdiği görülür.
- Moskova'daki efendisini yitiren CTP, Washington
ve Brüksel'de yeni efendilerini bulmuştur. CTP, yeni efendileri
tarafından Turuncu Devrim ile iktidara getirilen ilk partidir. Turuncu
devrim ilk kez eski Sovyet coğrafyasında değil, KKTC'de
gerçekleşmiştir. CTP, AB, ABD ve AKP' nin büyük desteği ile iktidara
gelmiş, Annan Planına halkın % 65'i "evet" demiş/dedirtilmiştir.
- Ancak Rumların bu planı bile kabul etmemeleri
sayesinde Annan Planı uygulamaya konulamamıştır. CTP bunun üzerine
adım adım KKTC'nin Türk kimliğini ortadan kaldıran önlemleri almaya
başlamıştır. Özellikle 1990'ların ortasında kurulan Ulusal Birlik
Partisi-CTP koalisyon hükümeti sırasında Milli Eğitim Bakanlığını alan
CTP' nin tarih kitaplarında başlayan tahrifatı büyük bir hızla
sürmektedir. Tarih kitaplarından "halkların dostluğu/ Rumlarla
dostluk" adı altında Rumların Kıbrıs Türklüğüne yaptığı katliamları
çıkaran, şehitlerin resimlerini silen anlayış CTP anlayışıdır.
- Cumhurbaşkanı Talat'ın ağzından "Rumların
Türkleri yok etmek yani Akritas Planı diye bir planları yoktu" diyen
de CTP anlayışıdır. Kıbrıs Rum tarafına geçtikleri zaman Rum
serseriler tarafından tecavüz edilen geç Türk kızlarını gündeme
getirmeyerek olayı gizleyen anlayışta CTP anlayışıdır. Rumlarla
işbirliği yaptıkları kanıtlanmış olanları şehitlerimiz diye anan
anlayış da CTP anlayışıdır. KKTC'de Türkçe yer isimlerinin
"orijinallerini" veriyoruz diyerek Rumcalaştıran anlayış da CTP
iktidarının anlayışıdır. Parti toplantısında İstiklal Marşı okumayan,
şehitlerini anmayan, anlayış da CTP anlayışıdır. KKTC'nin varlığının
askeri güvencesi olan Türk ordusundan rahatsız olan anlayış da CTP
anlayışıdır. Toplantılarında Yunan, Kıbrıs Rum ve AB bayrakları koyan
anlayış da CTP anlayışıdır. Şimdi Soyer soruyor: "Bizim Türklüğümüzden
şüphe mi duyuyorsunuz?" Kendi adıma benim hiç şüphem yok. Bence, siz
Türk değilsiniz Bay Soyer. Bence, CTP adı Türk olsa da kendisi bir
Türk partisi değil. Türkiye'de ve KKTC'de her Türk'ün görevi CTP gibi
bir parti ile mücadele etmektir. (4)
- Sonuç: CTP = ATP !...
- Şimdi konuyu biraz daha irdeleyelim ve KKTC’de
konuyla ilgili olarak yayınlanan bir haberi sizlerle olduğu gibi
paylaşalım.
- Paşa'dan şamar gibi 3 soru;
- Dr. İlhan onuruna verilen yemekte,
Kıvrıkoğlu, tokalaşmak isteyen Başbakan Soyer’e elini uzatmadı ve
“Niçin kurultayda İstiklâl Marşı okutmadınız, şehitleri anmadınız”
diye sordu.
-
- Emekli Tabip Tuğgeneral Nihat İlhan’ın KKTC’ye
gelmesiyle cereyan eden olaylar bitmek bilmedi. İlhan, Ada’ya
geldikten bir gün sonra Çanakkale Deniz Zaferi’nin 92. Yıldönümü,
Gaziveren ve Çamlıköy direnişlerinin 42. yıldönümü törenleri kutlandı.
Aynı gün hükümetin büyük ortağı CTP’nin kurultayı da vardı.
- Kurultaydaki “Demokrasi Şehitleri”
saygı duruşunda Çanakkale ve diğer şehitlerimizin anılmaması, İstiklâl
Marşı dahi okunmaması rahatsızlık uyandırdı.
- Konuşmalarda da ortak vatan için
ortak mücadele çağrıları yapıldı. Kurultayda Çavbella-Yurdum İşgal
Altında müziği sık sık tekrarlandı. Peki Kurultayda kimler konuk
olarak vardı? CTP Kurultayı’na Türkiye’den AKP Genel Başkan Yardımcısı
Nihat Ergun, ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Haydar İlker, Yunanistan’dan
PASOK Üyesi Theodoros Tsikas, Alman Sosyal Demorat Milletvekili Ozan
Ceyhun, Rum yönetiminden DİSİ Genel Başkanı Nicos Anastasiades, AKEL
Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Nikos Katsurides, EDİ Başkan Yardımcısı
Praksula Kiryaku ve Yeşiller Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Gaston
Nucleus da söz alarak konuşmalarda bulundular. Konuşmacıların hepsi
“Ortak Vatan” mücadelesi çağrısında bulundular. DİSİ Genel Başkanı
Anastasiades “Vatanımızın birleşmesi için birlikte mücadele etmenin
zamanı geldi de geçti bile, bunun gerçekleşmesi için çalışmanın tam
zamanıdır” dedi.
- NASIL ORTAK VATAN?
- Kurultayda tek aday olan Başbakan
Ferdi Sabit Soyer de, Rumların “ortak vatan” mücadelesinde Türklerin
önüne hep engeller koyduklarını ifade eden sözler söyledikten sonra
“ortak vatanda ortak çözümde ortak egemenliği paylaşmaya karşı
çıkıyorlar, biribirimizi tüketerek, çözümsüzlük siyaseti bu güçlerden
devam ettiriliyor” diyerek BM görüşmeler sürecinin başlatılması
çağrısında bulundu.” (Şimdi KKTC’de bir vatan haini aranıyorsa GKRC
ile KKTC’ni birleştirme çabasında olan ve bu birleşmeye ortak vatan
diyene bakılsın)
- Şimdi tekrar Emete Gözügüzelli’ye (Ayşe
Kocatürk’e) dönüyoruz. Devm ediyor:
- “Ortak vatan” yani birleşik Kıbrıs
yaratma amacında olduklarını vurgulayan konuk konuşmacıların,
“yoldaşlar”, “kardeşler” kelimelerini kullanmaya da özen gösterdikleri
görüldü. Peki bunlar gerçekleşirken Güney’de Rum Meclis Başkanı ve
Akel Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas neden “Türk işgaline karşı
mücadelemiz devam edecektir” dedi? Edek Başkanı Omiru, “Türk işgalini
sonlandırcağız” derken Anastasiades’in “Türk askerini gördüğümde
irkiliyorum, işgalden kurtulacağız” sözleri ile nasıl bir ortak vatan
mücadelesi öngörülmektedir? Buna destek vererek konuşsalar bu
demeçlere cevapları ne olacaktır? Yoksa Ada’dan Türk askerinin
gönderilmesi konusunda “yoldaşları” ile gizli bir anlaşma mı yapıldı?
- Kurutlay’dan bir gün sonra emekli
Tuğgeneral Nihat İlhan’ın açıklamaları ise bu mücadelede olanların
Rumların zihniyetini görmezden gelerek birleşik Kıbrıs için
şehitlerimize bile saygı duymadan İstiklal Marşımızı bile okumadan
başlattıkları kurultay’ larında gösterdikleri mücadeleyi kimin için
yaptıkları soru işaretidir.
- HATIRALARI KİRLETMEYİN
- Basın toplantısında, “Benim şehit
eşim ve evlatlarım, Kıbrıs Türkü’nün evlatlarıdır. Onların aziz
hatıralarını KKTC halkına emanet ediyorum. Kıbrıs Türkü’nden son
dileğim, oların hatıralarının kirletilmesini izin vermemeleridir”
diyen İlhan’a tek söz söylenebilir: Emanetin emanetimizdir!
- İlhan, KTBK Komutanı Orgeneral Hayri
Kıvrıkoğlu’nu da ziyaret etmiştir. Kıvrıkoğlu, “Eşi ve üç evladını
EOKA tedhiş örgütünün hunharca katliamı sonucunda şehit veren emekli
Tabip Tuğgeneral İlhan’ın KTBK Komutanlığını ziyaret etmesinden onur
duyduğunu” ifade ederek, “KKTC halkı ve KTBK Komutanlığı geçimişte
olduğu gibi bugün ve gelecekte de şehitlerine sahip çıkacak ve onların
hatıralarının kirletilmesine izin vermeyecektir” dedi.
- 23 NİSAN OYUNU
- Peki tüm bunlar gerçekleşirken Neden
kurultayda İstiklal Marşı okunmak istenmiyor? Neden bu yıl 23 Nisan
kutlamalarının kutlama şekli değiştirilmiş ve artık çocuklarımız 23
Nisan öncesinde oyun gösterileri için hazırlık yapmayarak sadece balo
havasında kutlama yapması kararlaştırılmıştır? Yanlış okumadınız, bu
yıl 23 Nisan etkinlikleri büyük şehirlerde kortej yürüyüşünde serbest
kıyafetlerle gerçekleşecek ancak kırsal kesimlerdeki okullarda sadece
balo havasında kutlamalar yapılacaktır. Nedense İskele bölgesi kutlama
şekilleri ile ilgili bölümde serbest bırakılmıştır. Hedef nedir?
Halkın rahatsızlığını Anavatan neden duyamıyor?
- CTP de neden AKEL ile anlaşarak
Kıbrıs Türk öğrencilerini Güney’e götürme kararı almıştır? Bugün
Kıbrıs Türk öğrencileri Rum gençlerle daha bir “kaynaşması” için
kararlar alan CTP iki toplumlu gençlik temasları ile Rum ve Türkleri
anılan “kaynaştırmaya” itmesindeki hedef nedir? Tarih kitaplarını
değiştirerek öz tarihimizden yoksunlaştırılan gençlerimize Ada’yı
işgal altında gören AKEL yöneticilerinin anlatacağı nedir?
“Kıbrıslılık” kimliğini öne çıkarma çalışmalarını ne maksatla yapmak
istemektedir?
- Özellikle de geçen hafta açıklanan
Temas Grubu raporunda iki toplum gençlerinin değişimi, iki toplumu
etkinliklerin artırılması ile kimler neye hizmet ettiklerini açıkca
izah etmek mükellefiyetindedirler. Yine anılan raporda Türkçe’nin AB
dili olması istendiği belirtilerek, halkın gözünü boyamaya
çalışılmaktadır. Rumlar’ın AB’ye üyelikte resmi dil olarak Rumca ile
başvurmamışlardır. İngilizce olarak başvuruda bulunmuşlardır. Zaten
Yunanistan sayesinde Rumca AB dilidir. Rumlar kendi lisanlarından AB
ülkelerinde istihdam sınavlarına girebiliyorlar ama Türklerin
İngilizce bilmesi ön koşuldur.
- Ada’daki son gelişmeler “birleşik
Kıbrıs” mücadelesi içerisinde “Berlin duvarı” misali birleşik Kıbrıs
yaratılması yönünde çalışılmaktadır. Oyun büyüktür. Türk askerine
karşı derin projeler masaya yatırılmış ve sivil projelerle bu
uygulanması hedeflenmektedir. Nihat İlhan olayında yapılan
karalamaların aniden çıkması tesadüf değildir. Hedef, Ada’da Türkler
üzerinde yürütülen pskolojik harp. Türkiye’deki halkın
“KıbrıslıTürkler bizi sevmiyor” inancının yaygınlaşması yönündeki
uğraşlar sıradan konular değildir. Türkün Türke düşürülmek istenmesi
ve Anavatan’ın Kıbrıs’dan vazgeçer konuma getirilmek istenmektedir.
Kıbrıs’ta kanayan yaraya el uzatılmazsa, kangıren olan bir Kıbrıs
Girit yoluna girecektir. Anavatandaki tüm siyasi parti, kurum
kuruluşları Ada’da yapılanlara sessiz kalmamaya davet ediyoruz!
- LOKMACI İLE BAŞLAYAN GERİLİM
TIRMANIYOR
- KUZEY Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde
basına kapalı bir resepsiyonda Ada’daki Türk kuvvetlerinin Komutanı
Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, CTP kurultayında İstiklal Marşı okutmayan
ve şehitler için saygı duruşu yaptırmayan Başbakan Ferdi Sabit Soyer’e
sert tepki gösterdi. Emekli Tuğgeneral Nihat İlhan’ın onuruna verilen
davette Başbakan Ferdi Sabit Soyer, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri
Komutanı Korgeneral Kıvrıkoğlu’nun elini sıkmak istedi. Ancak komutan
Kıvrıkoğlu, Başbakan Soyer’le tokalaşmayı reddetti ve bu tavrını çok
sayıda davetli önünde açıkça dile getirdi. Kıvrıkoğlu, “CTP
kurultayında İstiklal Marşı’nı neden okumadınız? Siz, şehitlerin
anısına saygı duruşu bile yapmadınız. Bununla da yetinmeyip kurultayı
Şehitler Günü’ne denk getirdiniz” sözleriyle Soyer’e çıkıştı.
Komutanın sert tepkisi karşısında şaşkınlığa uğrayan Soyer,
“Türklüğümüzden kuşkunuz mu var” deyince Kıvrıkoğlu Soyer’e, “Madem
öyle kanıtlayın o zaman” dedi. Kıvrıkoğlu ve Başbakan Soyer arasındaki
kriz muhalefetin de tepkisine neden oldu. Ulusal Birlik Partisi Genel
Başkanı Tahsin Ertuğruloğlu “CTP Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin mi
yoksa sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’ nin mi partisi” diye sordu ve “Eğer
KKTC’nin partisiyseniz neden İstiklâl Marşı okumadığınızı izah etmek
zorundasınız” sözleriyle Soyer’i eleştirdi.
- Ana muhalefetteki Ulusal Birlik
Partisi (UBP) Genel Başkanı Tahsin Ertuğruloğlu, ‘tokalaşma krizi’yle
ilgili olarak, “CTP’nin böylesi bir yanlış hareketine komutanın
tepkisi gayet doğal” dedi.” (5)
- Dikkat edin lütfen ! CTP’ nin, belki
de ülkemizde halkımızca hiç bilinmeyen ve dahi tahmin edilmeyen gerçek
yüzü bu...Türkiye de mevcut ve mer’i iktidarın KKTC’deki partneri,
milli kahraman Dr. Rauf Denktaş’ı harcama, silme ve yok etme bahasına
iktidara taşıdığı ve başkanını önce Başbakan, sonra da Cumhurbaşkanı
yaptığı sözde siyasi teşekkül bu.
- CTP iktidar olduktan sonra KKTC
üzerinde GKRC tahakkümü başladı. Hem de ne tahakküm. Köy ve mahalle
isimlerinden sokak isimlerine kadar bütün isimler Rumca’ya iblâğ
olunmaya (dönüştürülmeye ve değiştirilmeye) başlandı. Diğer tarafta da
Rumlar başta anıtlar, türbeler, hanlar, hamamlar ve eski Türk evleri
olmak üzere bin yıllık Türk izlerini silmeye başladılar. KKTC’deki Rum
malları Louizidiu davasından itibaren tek tek iadeye başlandı. Oysa,
diğer tarafta bulunan Türk malları müsadere edildi. Bu taraftaki
kiliselerde ayinler yapılır iken, karşı tarafta camiler yıktırıldı.
Var olanlarda ezan okunmasına müsaade edilmedi.
- Kuzeyde Rumlar cirit atar ve sözde
bazı Türk dernek ve sivil toplum kuruluşları ile müşterek “tek vatan”
senaryoları düzerken; Güneye CTP’liler, Karen Fogg çocukları ve Soros
köpekleri dışında kimse geçemedi. AİHM Türkler tarafından açılan
mülkiyet davalarını askıya aldı. Müruru zamana bıraktı. İngiltere de
kazanılan bir dava hariç AB kanallarından sonuç almak mümkün olmadı.
İzolasyonlar kalkmadı. Ticaret kanalları açılmadı. CTP’nin elinde KKTC
cumhuriyeti çok ilkesiz ve onursuz durumlara düşürüldü. Bu mı tek
vatan ?..
- Şimdi soruyorum. Ana vatandaki bölücü
DTP’den CTP’nin farkı ne ?
- Birinin kongresinde İstiklâl Marşı
çalınmıyor, yunan şarkıları çalınıyor. Diğerinde de aynı küstahlık.
Dahası, orada yunan şarkıları çalınırken bu tarafta Ermeni şarkıları.
Her ikisinde de Türk imajı,vatanseverlik, milli duygu, Türkiye
Cumhuriyeti ile iftihar diye bir kaygı yok. Kıbrıs’taki iktidar. Bir
de Cumhurbaşkanı var. Buradaki de aynı yolun heves ve ihtirasında.
(Allah muhafaza)
- Gerçekten okuyan ve diziyi dikkatle
takip eden değerli okuyucularıma sesleniyorum.
- Bütün bunlar dahili bedhahlar
(içerdeki gizli düşmanlar) tarafından sinsice sergilenen ve büyük bir
sabır ve dikkatle tezgâhlanan menfur bir oyun. Konuyla özel ilgisi
bakımından burada çok özgün bir örnek daha vermek istiyorum.Bu örnek;
Bize (Türkiye’ye ve KKTC’ne) sürekli insan hakları, ana dil, kök
değerler ve antropolojik (etnik) ayrım ve koruma öneren AB’nin kendi
topraklarında yaşayan Türkler için “aynı hususlarla ilgili olarak” ne
düşündüğü ve ne yapmaya çalıştığına ilişkin çok özgün bir örnek.
Bakınız. Olay, haber aynen şöyle:
- EN IYI UYUM ASIMILASYON!
- Alman Federal İçişleri Komisyonu Üyesi Kristina
Kohler, "Asimile olmadan uyum olmaz” dedi.
- ANKARA' da Diyanet İşleri Başkanlığı ve Konrad
Adenauer Vakfı'nın ortaklaşa yürüttüğü imamların eğitim programı
çerçevesinde düzenlenen "Almanya'da İslam ve Uyum" adlı panelde
konuşan Hıristiyan Demokrat Birliği CDU Federal Meclis milletvekili ve
İçişleri Komisyonu Üyesi Kristina Kohler, tıpkı Federal İçişleri eski
Bakanı Otto Schily gibi en iyi uyumun asimilasyon olduğunu söyledi.
- Temel hak ve özgürlükler:
- Konrad Adenauer Vakfı'nda Bülent Arslan'ın
yönettiği ve Diyanet İşleri Başkanlığı Görevlisi Hasan Karaca'nın da
konuşmacı olarak katıldığı panelde konuşan Kohler, imamların
eğitilmesinin önemini vurgularken, imamların uyumda önemli rol
oynadıklarını söyledi.
- Kohler, "Asimle olmadan uyum gerçekleşmez. Temel
hak ve özgürlükler ile kadın erkek eşitliği söz konusu olunca
asimilasyon öne çıkar. Bu tür konularda uyumdan değil asimilasyondan
söz etmeliyiz. Çünkü anayasada belirlenen temel hak ve özgürlüklerden
taviz veremeyiz. Bu konuda uzlaşma olmaz. Fakat insanların Ramazanını
kutlamasına ve oruç tutmasına da karışamayız. Önemli olan hangi
düzeyde uyum, hangi konularda da asimilasyon olunmalı. Bunu
tartışmalıyız" dedi.
- Müslümanlara yönelik önyargılar var. Almanya'da
göçmen olgusunun geç kabul edildiğini de itiraf eden Kohler,
partisinin yıllarca Türklere geri dönecekler gözü ile baktığını da
söyledi. Kohler, "Benim mensubu olduğum parti de dahil olmak üzere
göçmenler ihmal edildi. Gerekli önlemler alınmadı. Fakat son
zamanlarda yapılan çalışmalarla da epey yol alındı. Şunu da söylemem
lâzım halâ Almanlar arasında Müslümanlara yönelik önyargılar da var"
dedi.
- Diyanet görevlisi Hasan Karaca, ise Almanya'nın
bireylere yönelik önlemler alacagına çağdaş Ülkeler gibi yapısal
değişikliklere gitmesi gerektiğini belirtti. Karaca ayrıca kişilerin
topluma girmesini engellemek yerine onların kazanılması ve anlatılması
gerektiğini de kaydetti.” (5)
- Bu, Türkiye’nin başkenti Ankara da yapılan bir
konferans. Yorum size ait. ANCAK;“Batının Türk Fobisi” başlıklı
yazımızı okuyanlar mutlaka hatırlayacaklardır. Yukarda “haber” olarak
verilen olay, oradaki iddialarımızı bire bir ispatlar niteliktedir.
Yani batı, iki yüzlüdür. İhtiras derecesinde bencil, haris ve
çıkarcıdır. Menfaatperesttir. Kan emici, vampir ve sömürgendir. Bu
tanımın güncel versiyonu “küresel emperyalizm” olup; AB’nin akıl
hocalığı ve önderliğinde hareket eden ve faaliyet gösteren bütün
unsurlar aynı amaç ve ideali paylaşırlar. İlke, uyum ve metodoloji
olarak, hedef ülkelerde uzun soluklu ve kendine özgü insanlık dışı
bir psikolojik savaş biçiminde uygulanır. Plân, proje ve strateji
gereği önce Talât gibi sol tandanslı, dinsiz-imansız, haymatlos
eğilimli siyaset simsarları, yerine göre “uygun” sadece paraya tapan
‘yârsanist’ din tüccarları bulunur. Bulunan pasif süjeler bu bağlamda
aktive edilerek faaliyete geçirilir.
- Bu bir dahili (içerden vaki) muhasara (işgal) dir.
İşte, anavatan Türkiye ve yavru vatan Kıbrıs (KKTC) şu an bu
muhasaraya maruz öz be Türk topraklarıdır. Bu süreçte Türkiye de neler
yapıldığı az çok bilinmektedir. Amma, yavru vatan KKTC’de yapılanlar
gerçekten çok ağır ve vahimdir. CTP’nin iktidar olduğu tarihten
itibaren yapılan tahribat akıllara durgunluk verecek boyutlarda olup,
hangi yönden bakarsanız bakın “vatana ihanet” suçunu teşkil eder.
Fakat, hain bir kerre iktidar olmuş ve gücü eline geçirmiş
bulunmaktadır.
- Yukarda dikkatinize arz ettiğim haber, başta
Türkiye olmak üzere; Şimdi, hemen bu gün KKTC’nin maruz kaldığı açık
tehdit ve tehlikenin boyutlarını ortaya koymaktadır. Kefere ne diyor:
“EN İYİ UYUM ASİMİLÂSYON”
- Yani; Kimliksizleştirmek. Kişiliksizleştirmek.
Milliyetinden, insaniyetinden, dininden, inancından ve milli
kültüründen arındırmak. Önce mankurtlaştırmak, değerlerini, adet, örf
ve geleneklerini izole etmek. Milli duygularını önce bastırıp, bir
sonraki nesilde bütünüyle yok etmek. Almanlaştırmak. Macarlaştırmak.
Fransızlaştırmak. Batı Trakya da Yunanlaştırmak ve nihayet Kıbrıs ta
RUMLAŞTIRMAK. Önce CTP’lileştirmek, sonra insanlıktan soyutlamak.
- Türkiye’de ise: Türk’ü kültür şoku ve psikolojik
savaşla paralize etmek. Onursuz ve duygusuz kılmak. Milli, ilmi,
manevi ve kültürel değerlerinden arındırmak. Kimlik, kişilik, din,
iman ve ahlâktan yoksun pasif süjelere dönüştürmek. Paraya tapan pi
mahluklar haline getirmek ve sonra da pek alışık oldukları ve halen
uyguladıkları sömürüyü yoğunlaştırmak.
- Bir kısım toplulukları ise; Sırf bu süreci
hızlandırmak amacıyla farklı bir millet, ırk ve azınlık olduklarına
inandırmak. Başlattıkları bölme ve parçalama sürecinde adeta bir mal
gibi kullanmak. Tek dişi kalmış ve tefessüh etmiş AB ve ABD’nin amacı
bu. Görmemek için illâ kör olmak gerekmez. Bu filmi daha önce de
görmedik mi ? Bakınız size bir facia daha.
- Şimdi çok yeni ve güncel bir örnek vermek
istiyorum. Buyrun, inceleyelim :
- SEN UYU TÜRKİYE
- KKTC’de tarih kitapları AB’nin isteği üzerine
değiştirildi. Neden değiştirildi?
- Çünkü, eski kitaplar Türkiye’den, Türk’ten ve
Türklükten bahsetmekteydi. Kıbrıs’ın yakın tarihinde Rumların
uygulamak için harekete geçtiği Türk soykırımından, Kıbrıs barış
Harekâtından, Atatürk’ten, Türkiye tarihinden söz etmekteydi, KKTC’de
okutulan eski tarih kitapları. Kitapların bütün masraflarını
karşılayan AB, yeni baskıların KKTC’deki okullara dağıtımını sağladı.
- Yeni tarih kitaplarında Atatürk yok. Kıbrıs Barış
Harekâtı yok. Rumların Türklere yaptığı zulüm ve cinayetlerden eser
yok.
- Bu kitapta, Rauf Denktaş ve Dr. Fazıl Küçük’ün
verdikleri mücadeleden vazgeçtik, isimleri bile yok…Haritalarından
Türkçe isimler silinmiş. Yerlerine Rumca isimler eklenmiş…Mesela, yeni
tarih kitaplarındaki Anadolu haritasında Anadolu’nun adı “İyonya”
İstanbul’un adı ise “Konstantinopolis’’ olarak yazılı…
- KKTC’deki yerleşim alanları papaz resimleri ve
bölgede bulunan kilise adlarıyla isimlendirilmiş durumda. KKTC
topraklarının adı da Rumca.
- Tarihin üzerine sünger çeken Yunanistan, üyesi
olduğu AB kanalıyla ve kendi istekleri doğrultusunda, Kıbrıs’ın
Yunanistan’a ait olduğu tezlerini savunan, öğreten ve aşılayan bir
tarih kitabını Kıbrıs Türklerinin çocuklarına okutmaya başladı.
- Öyle ki, bu tarih kitabına göre Kıbrıs’ın Türkiye
ile hiçbir ilgisi, alâkası ve bağı yok. Kıbrıs’ta Türk de yok….
- Var mı acaba?
- Varsa neden sesleri çıkmıyor ki…?
- Kıbrıs Rum kesimi ada çevresinde petrol
araştırmaları yapılması için uluslararası ihaleler düzenlediğinde
Türkiye ve AKP iktidarı uyuyor muydu? Neden zamanında gerekeni
yapmadılar da ihaleler yapıldıktan ve ada çevresinde Mısır’la Lübnan’a
arama izni verildikten sonra tepki vermeye başladılar?
- Bu duruma Anadolu diliyle ‘’Yumurta kıça
dayandıktan sonra gıdaklama’’ denir.
- Tarih kitapları konusunda ise hükümetten şimdilik
tık yok. İnsanın aklına ‘’Acaba tarih kitapları AKP iktidarıyla
önceden onay alınarak mı, değiştirildi?’’ sorusu takılmakta.
- AB, KKTC’ni kültür asimilasyonuna tabi tutmaya
başladı. Önce Kıbrıs Türklerinin tarih bilgileri ile genel kültürleri
Rumlaştırılıyor.
- KKTC’nin gelecek nesli kendilerinin Rum
olduklarını öğrenerek yetişecekler. On beş yıl sonrasının Türk
çocuklarına sorduğunuzda Türklerin Anadolu’yu haksız yere işgal
ettiklerini, çekilip geldikleri yere gitmeleri gerektiğini
söyleyecekleri son derece doğal.
- Çünkü, verilen eğitim ve öğretim bu hedefe
yönelik.
- Zaten, halihazırda yapılan yanlışlar, KKTC’ne
taşınan enflasyon ve hatalı ekonomik modellerle, ilgisizlik Türkiye
aleyhinde bir Kıbrıs Türkü doğurmuştur.
- Peki, biz Kıbrıs Barış Harekâtını ne için
yapmıştık?
- Ne için yaptığımızı hükümet bilmiyor(!) ama
halkımız çok iyi bilmekte…!
- Ülkemizde Türk üst kimliğini inkâr ederek,
Türkiyeli kimliğini savunan…
- Kerkük’ün adını anmaktan sakınan.
- AB’nin Türkiye büyükelçisi gibi davranan ve tam
bir teslimiyet sergileyen.
- Avustralya’daki bir radyo kanalına verdiği
demeçte bebek katili ve ihanetler lideri Apo’yu ‘’Sayın’’lar listesine
ekleyen.
- ‘’Türkiye’de Kürt sorunu vardır’’ diyerek PKK’yı
cesaretlendiren. Başbakanlığı döneminde Leyla Zana ve arkadaşlarının
serbest kalmasını sağlayan…
- Türk tarihine ve Türklüğe hakareti marifet sayan
Orhan Yamuk, pardon Pamuk, Elif şafak, Hrant Dink ve benzerlerinin
mahkemelerini AB’ne havale eden.
- Ülke içinde bölücülerin çığırtkanlıklarına,
dışından Barzani’nin havlamalarına, Doğu ve Güneydoğu’nun Barzani
nüfuzuna girmesine, Diyarbakır’da devlete kafa tutan hainlere ceza
verilmemesine sesini çıkarmayan…
- “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir’’ diyen.
- Şehitlerimizden ‘’Kelle’’ olarak söz eden bir
Başbakanın yönetimindeki hükümetten ne beklenir?
- Kerkük ve Kıbrıs’ı savunması mı?
- Geç kardeşim geç…” (7)
- İşte bu tam bir facia. Kararı kabul edenlerin ve
uygulattıranların Allah belâsını versin. Alçaklık ve namussuzluğun bu
kadarı olmaz. Rum, (Yunan) dünyanın en yalancı, adi, kahpe, alçak ve
kancık, ahlâksız milletidir. Bu kararı alan soysuzlar Rum tarafında ve
Yunanistan da okutulan kitaplara bir baktılar mı ki ! İsmi lâzım
değil, bir yazarın dediği gibi Yunanistan ve GKRC’de Türkler aleyhine
öyle bir iftira, yalan ve furya var ki; “Köpekler dahi Türk tarafına
dönerek düşmanca havlarlar”.O iğrenç Yunan ki, Anadolu’dan ‘anavatan
iyonya, İstanbul’dan ısrarla konstantinopolis diye bahsetmiyor mu.
1918-1923 arasında yüz binlerce Türk’ü Anadolu da kahpece katleden ve
Kıbrıs’ta her türlü vahşet ve jenosit’i uygulayan kim ?
- Vakıa bu. Hissiyat böyle. Böylece, aziz ve
sevgili dostumuz Mehmet Nacar’ı da konuk etmiş olduk. Ancak,
Yunanistan’ın izinden tam bir sadakatle yürüyen, Yunan milli marşını
ilgili, ilgisiz her etkinliğinde mutlaka bağıra-bağıra söyleyen Güney
Kıbrıs, tıpkı Yunanistan’ ın kuruluş süreci gibi (kendilerince Türk
bedhahların) bize göre ‘ihanet şebekelerinin’ yardımı sâyesinde emin
adımlarla ilerlemekte.
- Kimin yardımı ile ? Tıpkı Kuzey Irak gibi. Hani
şu vakti zamanında para ve pasaport verdiğimiz, kendi ellerimizle
(çevik güç) koruyup kolladığımız hainler. Tarih akılsız, bilgisiz ve
beceriksiz kişilerin yönetiminde tekerrür eder.
- Şimdi son bir paylaşım daha... Bu da ibret için.
- Amerika ve İngiltere kendi isteklerini bütün
dünya ülkelerine kabul ettirmek için uyguladığı bir sistemde silahlı
diplomasidir. Bu diplomasi türünde operasyon gizli yapılır kapalı
pazarlık ile devam eder. Bizdeki Eşref Bitlis Paşanın ve öne çıkan
Atatürkçülerin katledilmesinde olduğu gibi. Veya daha bilinen bir
olaydan örnek verirsek; 12 Eylül öncesi Amerika hem sağa hem de sola
silah verdi. (her iki tarafın baronu da birdi ABD) Sonrada Amerika’ya
bağlı bizim oğlanlar işi bitirdi. Bu da silahlı diplomasi idi.
- Biliyoruz ve İran Internet sitelerinden de
okuyoruz ki, uzun zamandan beri İngiliz savaş gemileri İran’ın ticaret
ve petrol gemilerini denetim altında tutmaktadır. Yani sizin
anlayacağınız, 14. ve 15. yüz yıllarında İspanyol ve Portekizli
korsanların Akdeniz’de yaptığı “korsanlığı” şimdilerde emperyalizmin
gemileri yapmaktadır. Bunu kimi zaman Birleşmiş Milletler kararı ile
kimi zaman da hiç karar olmaksızın yapmaktadır.
- İran Karasularında askeri diplomasi yapan
İngiltere bu kez çok sert kayaya çarptı. Yani Ahmedinecat Amerika ve
İngiltere’ye “siz buraların efendisi değilsiniz” diyor.
- 15 İngiliz askeri için Tahran’ın diplomasi şu
ana kadar başarılıdır. Sonunda 15 askeri teslim de edebilir. Bu hiç de
önemli değil. Önce kadın askeri vereceğim demesi, arkasından
İngiltere’nin beceriksiz manevraları, İran’ın elini kolaylaştırdı.
Dünya kamuoyunu kolayca ikna etmesi v.s. Kadın askerin başındaki örtü
de çok anlamlı idi. İki mesaj birden verdi. Birincisi İran’da İran
kuralları geçer. İkincisi “ey Amerika’ya biat eden Arap yöneticileri
aklınızı başınıza alın.”Yani onları kendi halkları nezdinde küçük
düşürdü. Buna bir başkasını ilave edebiliriz. İslam aleminin lideri
İran’dır. demek istedi.
- Bu bizim liberal laikçiler (gerçek laikler değil)
konuyu kadın hakları bakımından yorumlayarak emperyalizme karşı
mücadeleyi gölgelemek istediler. Evet İran laik olsa iyi olur ama
mesele şimdi o değil ki. Şu anda mesele onların laik olup olamadığı
değil. Emperyalizme karşı koyup koymadıkları önemlidir. Buna benzer
bir olay 4 Temmuz 2004’de Türkiye’nin başına geldi. 11 askerimizin
başına çuval geçirildi. Bizim hükümetin başı bir nota bile vermedi.
Müzik notası falan dedi. Burada Amerika’ya bağımlı bir davranış ile
bağımsız bir davranışı mukayese etmek mümkün. Bizim ki Amerika ile
savaşacağına dönmüş kendi ordusu ile savaşıyor. O ordu ki, ülkesinin
bütünlüğünü ve laikliğini savunuyor. Büyükanıt “Kuzey Irak
yöneticileri ile neyi görüşeceğim” demişti. Beyefendi yemedi içmedi
Talabani ile görüştü, öpüştü. Bir masaya oturup Talabani ile Amerikan
planlarını konuştu. Yani Türk Ordusu ile savaşa devam etti. Biri
İngiliz ordusu ile savaşıyor. Öteki kendi ordusu ile savaşıyor. Benim
hesabıma göre bir Ahmedinecat bin Tayyip eder.” (8)
- Hani bir ata sözümüz vardır; “Anlayana sivrisinek
saz, anlayamayana davul zurna az” ve “Keser döner sap döner, gün gelir
hesap döner” diye. Hani, daha önceki yazılarımızda altını çizerek
açıklamış ve Atatürk’ün bu güne kadar bilinmeyen, bildirilmeyen ve
belki de özellikle halktan gizlenen bir vecizesini ilân etmiştik.
Neydi o:
- “Türk Demek: Türk’çe Düşünmek, Türk’çe Konuşmak
ve Türk’çe Yaşamaktır. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” Vecizenin aslı, tamamı
ve orijinali budur. Ayrıca, kim ne derse desin, “Dünya ve uzay
Türklüğünün Kıblesi Kâbe; Kalbi, Beyni ve Hamisi Türkiye” dir. Türk
geleneğinde “Devletin Malı Deniz; Hırsızlık ve Yolsuzluk Yapanlar
Domuzdur” Türk domuzlarla dans etmez. AB bir domuz ürünüdür. Bizi
bozar. AB bize haramdır.
- Bu dizide KKTC gerçeği bütün çıplaklığı ile
anlatıldı. Örneklerle dile getirildi. Çok değerli yazar ve
araştırmacıların görüş ve düşüncelerine, mukayeseli
değerlendirmelerine yer verildi. Konuyu daha açık bir şekilde
irdelemek isteyenler 25 Mart 2007 Pazar günü Hürriyet gazetesinde
yayınlanan Cüneyt Ülsever’in “KKTC’de Yaşanan Türklük Kriziyle İlgili
Bilgi Notu” na da bakabilirler.
-
- 1. Emete Gözügelli (Ayşe Kocatürk) KKTC,
30.Mart.2007 / 2. Tanju Müezzinoğlu, (KKTC) 29.Mart.2003 Güneş ve
Volkan gazeteleri. / 3. Mareşâl Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK / 4. Prof.
Dr. Ümit ÖZDAĞ, ASAM-22.03.2007 / 5. Emete GÖZÜGÜZELLİ (Ayşe Kocatürk)
21.03.2007 / 6. (haber, TUKISH FORUM / Mustafa Nevruz SINACI,
29.03.2007) / 7. Mehmet NACAR, Afyonkocatepehaber, Yahoogroups,
02.03.2007 / 8. Bülent ESİNOĞLU, KMH, 30.Mart.2007, bulentesinoglu@gmail.com
|