|
YIL
8 SAYI 95 25 Ocak 2007 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL TARİH VE
BİZ
-
Salim
SAVCI ANLADIM SÖZCÜĞÜ ANLAMI MI
DEĞİŞTİ
-
İsmet
ÇENESİZ ÖZLEDİKLERİM
-
Sakin
KARAKAŞ
KUZEY IRAK YANIYOR
AMERİKA TÜRKMEN KATLİAMININ HESABINI VERSİN
-
Ali EMİROĞLU
SÜMERLERDE BAHÇECİLİK İLK GÖLGELENDİRME ÇALIŞMALARI
-
Hasan Lâtif
SARIYÜCE TEKRAR GÜMÜLCİNE’DE2
-
Mahmut Selim GÜRSEL ÇÖZDE AL
-
Mustafa
Nevruz SINACI ON İKİ ADA MESELESİ KIRK ASIRLIK TÜRK YURDU2
-
Selma
GÜRSEL FIRINDA PALAMUT
-
Erman YILDIRIM BUGÜN
-
Güner
KAYMAK ASKER
-
Ayşe ÇOBAN SEVGİ
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- TARİH VE BİZ
- Bir
zamanlar, bizlerden önceki insanların yaşadıkları, toplandıkları ve
barındıkları yerleri bizler keşfettikçe hepimizin hiç dikkat etmediği ortak
özelliklerin olduğunu göremiyoruz. Bu yerleşim yerlerinin ortak özellikleri
olarak önceleri; su, toprak ve flora zenginliği olan yerler tercih edilmiş,
daha sonraları ise insanların alet yapımında kullanacakları madenlerin
yakınlarında topluluklar barınmışlardır.
- Bu
toplulukların uygarlık verileri arttıkça daha büyük toplu yaşama alanları ve
şehirler kurmuşlardı. Bu şehirlerin atıklarını o zamanın verdiği bilgilerle
kendilerine göre çözmüşlerdir. Eski mağara yaşamı zamanlarında insanlar
atıkların mağaranın uzak bir yerine gömerek kaldırmaya çalışmışlar, daha
sonraları büyüyen toplulukların yerleşimlerinde bulunan atıkların yerleri
pekte bulunamadığı yapılan bütün kazılarda bu atıklara pek de rastlandığı
gözükmemektedir.
-
Ülkemiz bu günlerde toprağa gömülmüş olarak zehirle veya zehirsiz atıkların
gömülü oldukları yerleri bulmaları biraz beni şahsen düşündürdü. Gerekçe
olarak zaten bu atıkların gömülmesi, çaylara bırakılması, derelere
karıştırılması, ırmaklara salıverilmesi ve denizle haşır neşir olmalarız
kanunlar ve yönetmenlikler gereği cezai yaptırımlar getiren bir yükümlülüğünün
olmamasından dolayı açık olarak yapılmakta idi ki; bunu sağır sultanlar bile
bilmekteydiler.
-
Bizlerin ve ülkemizin havasını, toprağını ve suyunu kirlememiz için
eğitilmişçesine boyuna atıklarımızı açık, sere serpe, aleni bilinçli veya
bilinçsiz kirleterek “ben çıkarım için”, ”bence zarar vermez”, ”benim atığım
zararsızdır”, ”boş ver cezası yok ya” ve buna benzeyen pek çok gerekçeler ile
doğamızı; daha doğrusu çocukların emanetlerini yok etmekteyiz.
- Bizler
neleri yok etmedik ki doğayı kirleterek, kendimizce bahanelerle, yok etmeye
çalıştıkça bizlerde bön bön, trene bakar gibi baktık. Birkaç cılız ses ile
itirazlar olsa da onların kendi çevre veya girişimleri son gördüğümüz gibi
kolluk kuvvetlerinin çalışmaları suçlanacak kanun olmadığı için adliyede
ellerini kollarını sallayarak çıktılar.
-
Fikirlerimizi, bilgilerimizi biraz daha sonralara saklayarak yürürlüğe girecek
kanunu beklememiz ve bu kanunin özünü inceleyerek, ceza bakımında geriye dönüş
olacak yanı; geçmişteki kirliliklere ceza verecek maddeler yoksa ağzımızın
fermuar kapayarak kendi kendimize bildiklerimizle yetineceğiz.
- Eğer,
geçmişte yapılan çevre hatalarının da cezaların içerisinde olduğunu görürsek
bildiklerimizi yetkililere verme medeni cesaretini göstermemiz gereklidir.
- Her
ilin kendine göre bir atık toplama, yada dökme yerleri bulunmaktadır. Bu
kanunun gecikme sebebi ise malumdur. Yaptırım ve cezaların pek çoğunu özel
sektörden çok kamu sektörlerinin verme ihtimalinin olması gözükmektedir ki, bu
da normaldir.
-
Hepimizin gelecek kuşaklara daha güzel hava, daha güzel toprak, daha sağlıklı
su bırakmak hem insanlık, hem de Vatandaşlık görevidir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Salım SAVCI |
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
|
ANLADIM SÖZCÜĞÜ ANLAMI MI DEĞİŞTİ ?
Bu satırların
yazarı;konuları çevresinden alır,sizlere aktarır. Bu kez de öyle
olacaktır.
Ankara’da bir öykümü
okuyan bir genç geldi. Selamlaştık,söyleşiye başladık. Hemen bir
kitabımı armağan ettim,konuşmaya geçtim.
Sorularını
cevapladım. Sonunda;sizden konuşmalarınızı TAMAM sözcüğüyle
noktaladığınızı gördüm; farkında değilsiniz 13 kez TAMAM dediniz.
Tamam sözcüğünü de
ANLADIM yerine kullandığımın farkındayım. Neden;her konuşmanızda
TAMAMLA tamamlıyorsunuz ?
Öğretmenim (BU kişi
benim Hocam sözcüğü sevmediğimi bilir) biz evde,öğretim yerlerinde
hep böyle konuşuyoruz. Siz tutumluluğu seversiniz,buna dilde
tutumluluk diyebiliriz.
Kağıt kullanırken
tutumluluğu severim. Ama dilde ise her sözcüğü yerli yerinde
kullanmaya çalışırım. Dilde sözcük tutukluluğunu sevmedim. Dilerim
sizde sevmezsiniz.
Tamam sözcüğü
kullanıyoruz ama,bunu yerinde kullanmaya evet diyoruz. Anladım
sözcüğü hem Türkçe’dir,hem çok güzeldir,sayıyı da simgeler.
Anadilimizde sözcük
tutumluğuna hayır diyorum. Her sözcüğün yerli yerinde kullanılmasını
diliyorum. Niçin ?
Türkçe’miz çok güzel
bir dildir de onun için.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsmet ÇENESİZ |
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
|
-
ÖZLEDİKLERİM;
-
Küp çökeleğinin içine bir baş soğanı ince ince doğrayıp, yufka ekmeğe dürerek,
bağda dalından yeni kopmuş Ahmet bey üzümüyle yemenin tadını özledim.
-
Bağ
bozumunu, Kağnı üzerinde ki oluklara örüklemesine (kemer şeklinde)
doldurulmuş ak ve kara üzümleri, onu çeken sarı öküzü, kağnının
mazısından çıkan dertli gıcırtıyı, öküzlerin boynuna takılan, iğdeli
boncuk karışımı nazardan koruyan nazarlığı ve o nazarlıkların
altında sallanan çıngırağın sesini özledim.
-
Haftalarca
kaynatılan pekmezleri, bir ay boyunca mahallelerden eksik olmayan o
mis gibi kokuyu, çarpılan pekmezlerin, “gak gıbak, gak gıbak”
seslerini özledim.
-
Evlerin bahçesinde yapılan düğünleri özledim. Gelin güveyin Hamama
götürülüşünü, en önde fener, arkada güveyin kolunda iki arkadaşı, daha arkada
ise bir sürü genç, güveye, “maşallah” diye, bağıran davudi sesli komşuları
özledim.
-
Haftanın 6
günü yufka yeyip, Pazar günleri çıkan çarşı ekmeğini, sıcak
francalalı günleri özledim.
-
Tel tel’i,
hamur böreğini, fırınlı sobayı onun üzerinde cızırdayan çay
demliğini, sobanın arkasında yatan Tekir’i özledim.
-
Akşam
yemeklerini erken yediğimizden, gece geç vakitlerde yenen, kış
kıymasını, turşuyu, kara pekmezi, sobada ısıttığımız yufka ekmeği, o
gecelerde rahmetlik anamın elleriyle yaptığı her şeyi özledim.
-
Yarı
aydınlık sokaklarda, “Ay Göründü” oynamayı, kapıların tokmaklarını
çalıp kaçtığımız günleri özledim.
-
Her
arkadaşın evinden bir malzemesini getirerek birlikte, bağda odun
ateşinde pişirdiğimiz güveci bağdaki üzümle birlikte yemeyi özledim.
-
Neleri
özlemedim ki! Yaz geldi kışı, kış geldi baharı özledim. Canı
gönülden, “ölüm sevdamdır” diyen, halk âşıklarını, imanın son
mertebesine erenler ile sohbeti özledim.
-
Geçmişe
duyduğum bu büyük özlemle birlikte günümüzdeki zor şartları da şöyle
bir düşündüm de; mesela artık yavaş yavaş kış gelirken doğalgaza üs
üste yapılan zamları, bu zamlar dolayısıyla kısılacak vanaları,
odsuz ocaksızları, yine bu kış sokakta yatacak vatandaşları
düşündükçe de üzüldüm.
-
Bunları düşünürken bir
hafta önce gazetede okuduğum bir haberi hatırlayarak tekrar
sevindim. Okuduğum bu haber Türkiye’nin maddi olarak birçok
sıkıntısını giderecek bir müjdeyi veriyordu. Haberde, “Zorlu Grubu
Çerkezköy’de doğalgaz buldu” diye, yazıyordu. Doğalgaz bulunan bu
kuyudan 130–150 metre küp doğalgaz üretilmesi planlanıyormuş. 2005
yılında Türkiye’de 761 milyon metre küp doğalgaz üretilmiş. Yeni
bulunan bu kuyu ile üretim %7 daha artacakmış. Zorlu Grubu Başkanı
Sayın Ahmet Zarif Zorlu, “daha müjdeli bir haber için gece gündüz
çalışıyoruz” diyor.
-
İnşallah
böyle kuruluşların ve devletimizin yaptığı aramalarla Türkiye’ye
yetecek kadar doğalgazı bularak Allah’ın izniyle dışa bağımlılıktan
kurtulacağız.
-
Böylece Türk
milletinin, her konuda dışa bağımlılıktan kurtulma özlemi
gerçekleşmiş olacak inşallah.
-
Sevgi ve
saygılarımla.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
|
KUZEY IRAK YANIYOR AMERİKA TÜRKMEN
KATLİAMININ HESABINI VERSİN
Amerika’nın Irak’ı işgalinin üzerinden yaklaşık 4 yıl gibi bir zaman
geçti. Irak’ı işgal bahanesi ise Irak’ın silahlanmasıydı. İşgal sonrasında
Amerikalı yetkili ağızlar bizler yanılmışız Irak’ta bizim tahmin ettiğimiz
silahların hiçbirisi yokmuş itirafında bulundular. Yine işgal
bahanelerinden bir tanesi de Irak’a adalet getirilecekti. O da fiyaskoyla
sonuçlandı. Amerika’nın yanlı tutumu sonuncunda şımaran Kürt peşmergeler
Kuzey Irak’ta terör havası estirmeye başladılar. Dün aşiret lideri olanlar
bu gün devlet adamı sıfatı ile abuk sabuk konuşmaya başladılar.
Amerika’dan aldığı güç ile adeta Türkiye’ye meydan okuyan ve Türkiye’yi
karıştırmakla tehdit etti. Talabani’nin bu terbiyesizliği ilk değil. Daha
önce de terbiyesizlikler yaptı. Tabii ki son da olmayacak. Amerika’dan
aldığı emir ile arada bir konuşacak. Böylece iki adım ileri bir adım geri
derken Amerika’nın hayal ettiği Kürt devleti kurulacak. Öyle ya siz maşa
dururken elinizi ateşe sokar mı sınız? Yüksek Amerikan emperyalizminin
maşaları daima konuşacaklar ve bu tiyatro böyle sürüp gidecek.
Amerika’nın
Irak’ı işgalinden bu yana üç yüz bin insan hayatını kaybetti. Bir o kadar
insan sakat kaldı. Bunların önemli bir kısmını çocuklar oluşturuyor. En
önemlisi bir insan hakkı olan eğitim hakkından Irak’lı çocuklar yoksun
bırakıldı. Geçen zaman içerisinde petrol ülkesi ırak’ta benzin karaborsaya
düştü. Yoksulluk insanların canına tak etti. Sağlık hizmetleri yürütülemez
oldu. Devlet hizmetleri önemli oranda aksadı. Amerikalı ve İngiliz
askerler masum Irak’lı kadınlara tecavüz ettiler. Hemen her gün
televizyonlarda Iraklılara yapılan işkence görüntüleri yer aldı. Irak’ta
adeta bir soykırım yaşandı. Bu arada üç binin üzerinde Amerikalı ve bin
beş yüze yakın İngiliz askeri de bu anlamsız savaşta hayatını kaybetti.
Amerikalı asker anneleri hemen her gün beyaz saray önünde protesto
gösterileri yapıyor, savaşa hayır kampanyaları düzenliyorlar.
Büyük Ortadoğu
projesini hayata geçirme gayreti içerisinde olan Amerika Ortadoğu’yu kan
gölüne çevirdi. Bu bağlamda İsrail vasıtası ile Lübnan’ı işgal etmeyi
denedi. Bir ara önde giden İsrail güçlerinin üstünlüğünü gören dış işleri
bakanı Rice şımarık bir hareketle Ortadoğu’nun haritası değişecek
mesajını verdi ve dünyanın gözü önünde alenen bir suç işledi. Birleşmiş
milletler ise bu durumu dikkate dahi almadı. Daha sonra baktılar ki İsrail
güçleri ilk defa bir İslam gücüne karşı kaybediyor. Barış nutukları atmaya
başladılar ve geri çekildiler. Birleşmiş milletler vasıtası ile bütün
dünyadan asker dilediler. Tercihleri ise Müslüman askerlerdi. Bunu da
başararak başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkeyi Lübnan’a asker
göndermeye ikna ettiler. Böylece harita değiştirme işini şimdilik rafa
kaldırmış oldular.
Daha sonra
Amerika Pkk’yı bitirecek balonu uçuruldu. Günaydın Amerika sana inansam mı
inanmasam mı bilemiyorum. En iyisi senin için bir papatya falı açayım.
Sonucunu baharda açıklayacağım. Şimdiye kadar nerelerdeydin. Unutma çekiç
güç adı altında uçaktan Pkk’yı yemlediğin günleri unutmadım. Sahi
Muavenet zırhlımızı vurduğun ve albayımızı şehit ettiğin günleri de hiç
unutmadım. Pkk için koordinatör atamışsın ertesi gün Talabani’yi
konuşturarak Pkk’ya ateşkeş mesajı vermişsin. Bu ne perhiz bu ne lahana
turşusu sen önce Kuzey Irak’ta katledilen Türkmenlerin hesabını ver.
Daha dün maşaların peşmergeler Kuzey Irak’ta 14 Türkmen’i katlettiler. 13
tanesi de yaralı.
Kürt
Peşmergeler’in Kuzey Irak’ta güvenliği sağlamak bahanesiyle düzenledikleri
operasyonlarda rastgele ateş sonucu 14 Türkmeni öldürdüler, 13’ü
yaralandı. Amerikan askerleri de karadan ve helikopterle havadan destek
verdi.
Türkiye’nin ABD ve Irak hükümet yetkilileriyle yaptığı
görüşmelerde sürekli gündeme getirdiği Kerkük’te, Kürt peşmergelerin
güvenliği sağlamak bahanesiyle düzenlediği operasyonlarda 14 Türkmen
öldürüldü. Irak Türkmen Cephesi (ITC) yetkilileri kendilerine bölgeden
ulaşan haberlere göre, Kürt peşmergelerin cumartesi günü başlattığı
operasyonlarda Kerkük’ün kuzeyinde rastgele açılan ateş sonucu 14 Türkmen
hayatını kaybederken, 13 Türkmen de yaralandı. Ölü ve yaralı sayısının
artmasından endişe ediliyor. Peşmergelerin açtığı ateş sonucu Türkmenlerin
yanısıra Arapların da hedef olduğu ifade edildi.
Evet bu haber dün ajanslarda
yerini aldı. Bakalım yarın ne olacak, ne gibi girişimlerde bulunulacak,
nasıl önlemler alınacak, Sevgili Rice bu konuda bir demeç verecek mi ve
Amerika halen devam eden Türkmen katliamının hesabını nasıl verecek,
bekliyoruz
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ali EMİROĞLU |
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi |
- SÜMERLERDE BAHÇECİLİK İLK GÖLGELENDİRME
ÇALIŞMALARI
-
Tarımsal kültür Sümerlerin tek zenginlik membaı değildi. Sümerler sebzecilik
yapıyordu ve bahçeler yüz güldürü idiler. Bahçecilik söz konusu olunca
Sümerler çok eski zamanlardan beri kendi keşifleri olan bir teknik
kullanıyorlardı. Sebzeleri şiddetli rüzgar ve güneşten korumak için çok
büyüyen ve gölge yapan çok büyük yaprakları olan ağaçlar dikiyorlar ve bu
ağaçların gölgesinden koruyucu olarak istifade ediyorlardı.
- Krammer
bu ilgi çekici durumu 1946 da tespit ediyor. Bununda o güne kadar bilinmeyen
bir efsane yazısını çözerek başarıya ulaşıyor. O sırada kendisi İstanbul’da
Amerikan Kolejlinde müşavir profesör olarak bulunuyor. Bağdat çalışmalarına
gitmeden önce İstanbul’da 4 ay geçiriyor. Bu suretle bu yıl kendisi taşra
hizmetini bitirmiş olmaktadır. İstanbul’da edebiyat ve şiirle ilgili pek çok
tablet kopyalamış olduğu görülüyor. Kendisi aslında bunlarla yakından
ilgilidir. Bu tabletlerden
- bazılarının parçaları veya tabletlerin kendileri
dikkatini üzerlerine çekiyorlar. Bunların büyükleri vasat ebatlarda
bulunuyorlar. Aralarında oldukça uzun olanları da mevcut. 8 kolon veya 12
kolon olanlar mevcut. Bunlar “Kış ile yaz kavgası” adını taşıyorlardı. İşte
bunlar arasında söz konusu olan edebi kıymetli bir şiir tabletine rastlıyor.
Buna;Fransızca’sı “Bahçıvanın Kahredici Günahı” adını veriyor.
- Tablet
başlangıcında 15/18 cm. ise 10,5/18 cm. ebadında bulunuyor. Hepsi zaten altı
kolon olan tabletin ilk ve son kolonu ileri derecede yıpranmış durumda. Sağlam
kalan dört kolondan iki yüz satır istifade edilir durumda bulunuyor. Buna
göre,tabletin yarıdan fazlası sağlam kalmış durumda.
-
Doküman’ın mahiyeti anlaşılabilir hale gelince bu efsanenin eskiler
benzemediği keyfiyeti de ortaya çıkıyor. Fazla olarak iki özellik daha
var ki Krammer’e göre özellikler taşıyor. Birincisi: Yalnız din kitaplarında
bulunan bir olay. İkincisi ise;yukarıda bahsedilen koruyucu gölgelendirme
tekniği. Bu teknik Sümerlerde yüzyıllardan beri tatbik edile geliyor. Yazının
kısa nakli mevcut. Tablet kırılmış olduğundan ancak bir kısmını zikretmek
mümkün olabiliyor.
-
Shukallituda adında bir bahçıvan var. Kendisi iyi bir bahçıvan ve aynı zamanda
hem çalışkan ve hem de oldukça anlayışlı bir insan. Bütün meziyetlerinin
bulunmasına rağmen bahçesi günden güne düzeleceğine,daha çok yıkıma doğru
gidiyor. Arkları maşalamaları ve sulanması bilgi içinde yapılmış olmasına
rağmen sebzeler bozuluy
- or. Şiddetli rüzgar nebat yaprak ve dallarını
koparıyor. Yapraklar aynı zamanda kötü bir toz tabakasıyla örtülüyor. Nihayet
bahçe nebatları kuruyorlar,o zaman bahçıvan kafasını kaldırıp yıldızlara ve
semaya bakıyor. Mevcut işaretleri ve falları tetkik ediyor. Allah’ın
kanunlarına bakmayı ve bilinçlenmeyi öğreniyor. Böylece yeni bir akıllılık
tarzı keşfedilmiş oluyor. Bahçesinin kenarlarına ve gerekli yerlerine sarbuta
cinsi bir çeşit söğüt ağıcı (saul) dikiyor. Bu dikilen ağaçlar hem çabuk
büyüyor ve hem de sabahtan karanlığı kadar koyu gölgesiyle nebatları
koruyor. Bu suretle bu gölgelenmiş bahçede de bütün sebzeler daha gür ve daha
verimli yetişme imkanı buluyorlar.
- Bir gün
Sümer Tanrıçası İnanna;gökleri ve yeri şöyle geçtikten sonra yorgun vücudunu
dinlendirmek için Shllituda adlı bahçıvanın bahçesinin yakınında veya
bahçesinin kenarına toprağa uzanıyor. Bahçeyi baştan başa seyrediyor. Sonra
yorgunluğun etkisiyle uyuyup kalıyor, sabah şafak aydınlığı başlayınca
yorgunluktan dinlenmiş olan tanrıça,birde bakıyor ki kendisi perişan
halde. Farkında olmadan bir erkek ırzına geçmiş,tenasül aleti perişan duruma
gelmiş. İnana kendisini aleme rezil eder duruma getirmiş olan bu yaratığı ne
pahasına olursa olsun bulup meydana çıkarmak istiyor. Sümer Ülkesine üç adet
bela yolluyor ve bağlarla palmiye ağaçlarını kanla meşbu hale getiriyor.
İkinci bela olarak da ülke üzerine saldığı şiddetli fırtınalarla bütün
bitkileri ve evleri perişan
- ediyor, üçüncü saldığı felaket hakkında bilgi
almak mümkün değil çünkü; bulunmuş tabletin bu kısmı tamamen tahrip edilmiş
bulunmaktadır. Unu anlamak için bu tabletin bir sağlam kopyasının daha
bulunmasını beklemek gerekecektir.
- Orta
derecede bir kudret,güzellik tanrıçası kudreti kullanılmış olmasına
rağmen,İnana;kendisini gece perişan duruma getiren yaratığı bulma imkanına
gelememiştir. .u işi yapan bahçıvan Shukallituda ise adeti olduğu üzere
babasını arayıp bulduktan sonra kendisine nasihat vermesini istiyor. Babası da
oğluna başlarında siyah başlı insanların bulunduğu şehre inmesini ve şehirde
kenarlarda değil orta merkezde bir yerde oturmasını istiyor. Kendi
kardeşlerinden de uzak olmasını ekliyor. Kraliçe ise kendisini perişan hale
getireni bulup intikamını alamıyor. Kendisi de içi kinle dolu olarak Eridu’ya
gelip mabedi içinde duran akıl tanrısı Enki’den yandım istiyor.
- Kramer;tabletteki
şiirin en anlamlı yerlerini tercüme etmiş. Elimizdeki kitabında Fransızca
olarak tespit olunmuş. Bu şiirin esası tekste yazılan anlamını aynen
aksettiriyor. Bende Fransızca’sından birkaç mısraını Türkçe olarak
naklediyorum:
-
Shukkallituda,bahçesinin kenarında güzel tanrıçayı gördü.
- Ona
hayran kaldı ve kollarına alarak,onu istediği gibi sevdi.
-
Bahçenin içine onu getirdi.
-
Şafaktan sonra güneş yükseldi
- Kadın
kendi halini görünce dehşete düştü
-
İnana,kendi halini görünce dehşete düştü
- O zaman
kadın,vegeni sebebiyle ne oldu dedi.
- İnana
vajeni sebebiyle ne
- olduğunu sordu.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
|
Hasan Latif SARIYÜCE |
Hasan Latif SARIYÜCE Hayat Hikayesi |
-
Hasan
Lâtif SARIYÜCE TEKRAR GÜMÜLCİNE’DE 2
-
1.Türkleri asimile etme ve
Yunanistan’dan kaçırma politikası uygulanıyor.
-
Yunanistan, Batı Trakya’daki
Türk soydaşlarımızdan, devlet düzenine son derece uyumlu davrandıkları halde,
öteden beri rahatsızdır. Sağlıklı aile yapısı ile gittikçe nüfusları artan,
dinamik, çalışkan, her zaman birlik, beraberlik içinde olan Türklerden korku
duymaktadır. Türklerden kurtulmak için elinden ne geliyorsa uygulamaktadır.
Hedeflerinin batı Trakya Türklerini göç ettirerek, asimile ederek Batı
Trakya’daki varlıklarını ortadan kaldırmak olduğu anlaşılmaktadır. Yunanistan
yetkilileri, Türk azınlığı ‘Müslüman Yunanlı, Pomak ve Çingenelerden oluşmuş
homojen olmayan bir topluluk’ olarak tanımlıyor. Vaktiyle serbest iken Türk
adının kullanılmasını zorba yöntemlerle yasaklıyor. Türkleri özellikle dini
kimliğiyle tanıyıp etnik kimliklerini inkâr etmekle Türkiye ile
bağlantılarının zayıflamasını hedefliyor.
-
Türk toplumunu, ekonomik yönden
gelişmesini, kalkınmasını, yasa dışı, hatta insanlık dışı uygulamalarla
önleyerek göçe zorluyor. Bugün Türkiye’de Yunanistan’dan zoraki göç etmiş,
vatandaşlık hakkı elinden alındığından bin bir zorluğu göğüsleyerek Türkiye’ye
sığınmış çok sayıda Batı Trakya Türkü yaşıyor. Ayrıca otuz bin kadar Türk de
Avrupa’ya, Avustralya’ya göç etmiş bulunuyor.
-
Yunanistan 1998 yılına kadar
yeryüzünün hiçbir ülkesinde görülmeyen bir Vatandaşlık Yayası uygulamıştır, Bu
yasanın 19. maddesi kara faşizmin somut bir örneğidir. 19. madde, 11 Haziran
1998’de, belki de ne kadar demokrat bir ülke olduğunu Avrupa Birliği’ne
yutturmak amacıyla, parlamentoda iptal edilmiştir ki, bu maddenin metni şöyle
idi:
-
Kökende Yunan olmayan bir
kişi geri dönme niyeti olmaksızın Yunanistan’dan ayrılırsa, bu kişinin Yunan
vatandaşlığını yitirdiğine hükmedilebilir. Bu hüküm, yurt dışında doğmuş ve
oturmakta olan Yunan olmayan etnik kökenli kişilere de uygulanır.
Anababasından ikisi birden veya hayatta olanı vatandaşlığını yitirmiş olan
reşit olmayan çocuklardan yurt dışında yaşayanlar da vatandaşlığını yitirmiş
olarak ilan edilebilir. Vatandaşlık Konseyi’nin aynı yönde alacağı karara
dayanarak bu konuda iç işleri bakanı hüküm verir.”
-
Bir çok ülkede zulüm, kıyım
uygulanmıştır ya, böylesine insanlık dışı bir hükmün yasalara kadar sokulduğu
pek görülmemiştir. Yunanistan’da yaşama hakkı yalnız Yunanlılara, bir de
onlara uyum gösteren, seslerini çıkarmayan Hıristiyan azınlıklara
tanınmaktadır. Yunanlı olanla Yunanlı olmayan ayrıcalığı, maddede keskin
çizgilerle yer almaktadır. Yunanistan’da Müslüman Türk ve Müslüman Pomaklardan
başka çok sayıda Makedon, Ulah, Arnavut, Bulgar ve Çingene yaşamaktadır. Gerçi
bu azınlıklara nasıl davranıldığını, onların ne gibi sorunlarla
karşılaştıklarını bilmiyoruz. Yunanistan 194549 yılları arasında bir iç savaş,
çetin bir gerilla savaşı yaşamıştır. Yunanistan’ı Sovyet Rusya liderliğindeki
komünist ülkeler safına sokmaya çalışan komünist gerillalardan başka, aynı
yıllarda Yunanistan sınırları içinde yaşayan Makedonlar, merkezi Selanik olan
ve ilk çağlardan beri Makedonya adıyla anılan kuzey bölgesinde; İtalyanlarla
işbirliğine giren Ulahlar da Yunanistan’ın orta kesiminde birer bağımsız
devlet kurmak çabasına girişmişlerdi. Yunanlılar 1945’li yıllarda baş
kaldıranlara ve bunların mallarına karşı uygulamaya koydukları iç hukuk
düzenlemelerini kaldırmak yerine bugüne kadar Türk azınlığa uygulamışlardır.
Halen aynı uygulamaya bütün şiddetiyle devam ettirmektedirler..
-
Faşizan 19. madde kaldırılmıştır
ya, şimdiye kadar mağdur bırakılan, ezilen, yurt dışı edilerek süründürülen
insanların hakları iade edilmemiştir. Çünkü iptal maddesine yasa hükmünün
geriye işlemeyeceğine dair bir hüküm eklenmiştir.
-
Yunanistan hükümetleri, 11
Haziran 1998 tarihine kadar Yurttaşlık Yasası’nın faşizan 19. maddesini
insafsızca işleterek 60.000 civarında Türk’ü vatandaşlıktan atmıştır. Hem öyle
bir atmıştır ki, Alman nazizminin Yahudilere uyguladıklarından hiç de geri
kalır yanı yoktur. Keyfi olarak vatandaşlıkları iptal edilen Türkler hemen
polis nezaretinde hududa kadar götürülmüşler, ancak burada vatandaşlıktan
çıkartıldıkları kendilerine haber verilmiştir. Böylece geri dönerek yasal
yollara başvurma olanağı kendilerine tanınmamıştır.
-
2. Türkler ekonomik yönden
eziliyorlar
-
Yunanlılar öteden beri Türklere
iş vermiyor. Ne resmi makamlar ne de Yunanlıların sahibi olduğu özel
kuruluşlar hiçbir Türk’ü işe almıyor. Yalnız Yunanistan Avrupa Birliği’ne
girdikten sonra göz boyar gibi birkaç Türkü polislik, çöpçülük gibi görevlere
almışlar. Türkler çiftçilik yapıyor, tütün yetiştiriyor. Şu sıralarda gelişme
durumunda olan inşaat sektöründe çalışıyorlarmış. Müteahhit ya da inşaat
şirketi sahibi olarak değil. İnşaatlarda kazma kürek işçiliği
yapabiliyorlarmış.
-
Türkiye Batı Trakya Türkünü
göçmen olarak kabul etmiyor. Ne var ki Yunanlılar doğu kapısından
süremedikleri Türkleri batı kapısından ülkelerinden uzaklaştırıyorlar.
İskeçe’nin merkez nüfusu elli bin. Bu nüfusun % 3537’sini Türkler oluşturuyor.
Ama İskeçe’ye bağlı çok sayıda yalnız Türklerin yaşadığı köy var. Yunanlılar
bir taraftan göçmen derleyip getirerek Türkleri azınlığa düşürmeye çalışıyor,
öbür taraftan iş vermeyerek Almanya’ya, Fransa’ya, Hollanda’ya göçe zorluyor.
Bugüne kadar batı ülkelerine, Avusturalya’ya 30 binden fazla Türk göçmüş.
-
Yunanistan son on yıl içinde
Gürcistan’dan, Rusya’dan Pontuslu süsü vererek 30.000 yoksul Gürcü ve Rus’u
getirip Batı Trakya’daki Türklerinin topraklarına yerleştirmiştir. Kitabın baş
tarafında bundan söz açmıştık. Tekrara düşmemek için yinelemediğimiz bu olay
dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen etnik bir sahtekârlıktır. Okurlarımızın
kitabın başına dönerek o bölümü yeniden okumalarında yarar vardır.
- Taşınmaz
mal edinmekte Türklere en despot bir devlette bile uygulanmayan zorluklar
çıkarılıyor. Yunanistan Avrupa Birliği üyesi oluncaya kadar Türklere yapı
ruhsatı vermezlermiş. Türkler toprak satın alamazlarmış. Evleri yıkılacak
kadar harap olanlara tamirat izni yokmuş. Bu nedenle yakın zamana kadar
Türkler harabe gibi yerlerde otururlarmış. Avrupa Birliği’ne girdikten sonra
tamir iznini vermeye başlamışlar. Arazi ve arsa almaya gene izin yokmuş.
Türkler arsa alıp yeni bir ev yaptıramıyorlar. Tamirat izni istelerinde de
mahalli yöneticiler akla hayale gelmedik zorluklar çıkarıyorlar.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- ÇÖZDE AL
- Birbiri ile
ilişkisiz iki kelimeyi bildikleri halde bilmeyenlerimizin olması ne acı;
- Bilenlerle
bilmeyenlerin artık birbirine karıştığı, bu karmaşa içinde de bilenlerin
bilmeyenlere mağlup olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
- Bir yanlışı doğru gibi
ortalığa sürenlerin araştırılmadığı dünya.
- Bunlara karşı birde
bilenlerin; kendilerine verilen emaneti bilmeyenlere öğretme yükümlüğünden
uzak yaşamalarına ne demeli?
- Öğreticilerin de
bir menfaat karşılığında satın alındığı ya da susturulduğu bu dünyanın sonu ne
olacak?
- Bilenler var mı acaba?
- Konu başlığımız
olan çözme işlemini bu yanlış veya doğru bilgileri aktarmayı hangimiz
yapacağız. Çözebilirsek bu bilgileri nasıl ve nerede yayınlayacağız?
- Yayınlama imkanına kavuşsak
bile eğri ve yanlışlarla doldurulmuş bu dimağları nasıl doğrularla
dolduracağız?
- İşte çöz de al
dememin özü burada.
- Çözmek ve almak
içinde bir sürü fedakarlıklar yapmamız gerekmez mi Gerekenleri gerektiği gibi
yapanların arkasında kaçımız durabiliyoruz?
- Durmamamızın sebebi acaba
neden ? Niçin onları desteklemiyoruz?
- Bu söylediklerimizi
kanunlar mı engelliyor,yoksa başkaları mı önlüyor ?
- Çözmek veya
çözmemek elimizde. Almak veya almamakta öyle! Özgür irade sahibi olanların
ülkesinde yaşıyoruz.
- Çözdüğümüz
doğruları da başkaları ile paylaşmanın yollarını aramamız yine bizim özgür
düşüncemizin, özgür faaliyeti içine girmekte.
- Sözün özü: bu çözde
al bilmecesinin çözümünü bulanlar olursa bu sayfalardan yazmasını dilemekten
başka yapabileceğim yok.
- Çözülmüş doğrularla
olmanız dileği ile.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
ON İKİ ADA MESELESİ KIRK ASIRLIK
TÜRK YURDU 2 |
-
Osmanlı'nın, 1535'te,
gücünün ve özgüveninin zirvesinde iken Kanuni Sultan Süleyman Hân
zamanında Fransızlara tanıdığı kapitülasyonlar sayesindedir ki,
ilk kez bir Hıristiyan kral, Osmanlı Devleti nazarında padişahla
‘eşit taraf’ muamelesi gördü. 1583, Sultan Üçüncü Murad döneminde
ise; Fransız elçisi ve Papa' nın temsilcisinin isteği kabul
edilerek, egemenlik haklarını ortadan kaldıran bir karar daha
alındı: Böylece, kendi halkının bir başka devletin göndereceği
öğretmenler tarafından eğitilmesi kabul edilmiş oldu. İşte, bu
(dönem itibarıyla son derece masum, makul, iyi niyetli ve insani
amaçlarla vaki ilişki ve anlaşmaların yapıldığı) tarihten itibaren
Osmanlı coğrafyasında yüzlerce misyoner okulu, kilisesi, yetimhane
vb. merkez açıldı. Güçlü ve hakim devlet dönemi için bunlar bir
tehlike olarak görülmedi. Verilen haklar bir lütuf, inayet ve iyi
niyet göstergesi olarak kabul edilmekte idi. Ama, gelecekte
nelerin olabileceği (ve muhatap tarafın bu anlaşmaları kötü
niyetler, menfur-sinsi amaçlarla kullanabileceği ve olabildiğince
istismar ve suistimal edeceği) hiç kimsenin aklına bile gelmedi.
Umuru devlet tarafından hesap edilemedi. Sonradan gelenler de
maalesef gereken beka ve basireti göstererek tedbir alamadı, veya
batının etkisi altında kalarak alınamadı.
-
Kapitülâsyonlar ve
müteakip anlaşmalar ile devam eden süreci bakın, Ermeni
araştırmacı Levon Panos Dabagyan, misyonerlerin verdiği zararı
nasıl izah ve ifade ediyor: “Ermenilerin Milli Kilisesi ile
birlikte, milli bütünlüğü bölünmüş ve böylece Türkiye Ermenileri,
kapitalist-Emperyalist Devletlerin adeta oyuncağı durumuna düşerek
çok büyük kayıplara uğramışlardır".
-
TARİHİ GERÇEK
-
Gerçekte Türkler,
kutsal kitaplar ve başta ‘Dedem Korkut” olmak üzere pek çok
efsanede açıklandığı, anlatıldığı ve Kur’an-ı Kerim ile İslâm’ i
kaynaklarda kayıtlı olduğu üzere; Hazreti Nuh’un oğlu Yasef
(YUSUF)’in soyundan gelmektedirler. Hazreti Nuh zamanında yıllarca
ikamet ettikleri yurtları Mezopotamya (Sümerler), doğu ve
güneydoğu Anadolu havalisi (dahil) olduğu halde, tufandan
sonraki ilk yerleşim yerleri Ağrı Dağı ve Anadolu’nun doğu ve yine
güneydoğu çevresidir. (22) Bu tarihi gerçekten hareketle, batı
kaynaklarında Orta Asya dahil Anadolu Trakya hariç bütün bölümleri
“TÜRKİYE” olarak adlandırılır ve eski haritalarda böylece
gösterilir.
-
Ancak, Hazreti Nuh
belirli bir aradan sonra Yasef/Yusuf ailesi ve ahvadını Orta Asya
taraflarına göndermiş, (M.Ö. 4500 yıllarında) gidenler de, bu
günkü Tanrı Dağları ile Amuderya ve Siri Derya nehirlerini içine
alan iklimi müsait ve çok verimli bir coğrafyada yerleşmişlerdir.
Orta Asya’da, Atamız Yusuf’un sülâlesi genişleyip büyüdükçe
etrafına sığmaz olmuş, bir bölümü orada kalmaya devam ederken,
sülâleden bir kısım Türkler, tekrar Ana Vatan Anadolu taraflarına
göç ederek Hazreti Nuh’dan sonra ilk defa M.Ö. 3500 yıllarında,
yani bu günden 5500 yıl önce gelip Anadolu’ya yerleşmişlerdir.
(23)
-
Dahası, aynı dönemlerde
Hazar Denizi (adını Hazar Türklerinden almıştır) Volga, Dinyeper
ve Dinyester’i geçerek bu günkü Romanya steplerini aşan Türklerin
büyük bir bölümü Balkanlar ve Anadolu’ya yerleşmişlerdir. İleriki
yıllarda oluşan Bogomile (Bojnak) Mezhebi tarihi incelendiğinde
bazı gerçekler çok daha açık ve net bir biçimde ortaya
çıkmaktadır. O dönemde Kıt’a Avrupa’sında yaşayan kavimlerin ne
kadar zalim, adi, alçak, insanlık düşmanı, hain, ilkel ve vahşi
olduklarını anlamak bakımında da bu kesitin incelenmesinde fayda
ve zaruret vardır.
-
TÜRKLER, İSLÂMİYET VE
ŞAMANLIK
-
Kur-an’ı kerimde açıkça
sabit ve inancın (Amentü) temel ilkesi olması nedeniyle kabul
etmek gerekir ki; Hazreti Nuh (bütün peygamberler gibi)
Müslüman’dı. Dolayısıyla Türklerin atası Yasef/Yusuf’ da sadık,
samimi ve muttaki, iyi bir Müslüman idi ve İslâm’ın döneme raci
akaidine-ilkelerine sadık kaldığı ve Hazreti Nuh’un şeriatını
özenle yaşattığı anlaşılmak gerekir. Oğuz Kağan Destanına göre,
Oğuz Han’da Müslüman olarak doğmuş, üç gün süreyle annesinin
memesini ağzına almamış, Annesi büyük bir endişe ve üzüntüyle
yalvarınca ise üç günlük çocuk “Anne, ben Müslüman’ım, sen
değilsin. Eğer Müslüman olmazsan sütünü içemem” demiştir. Hazreti
İbrahim’in de baba tarafından Türk olduğu ve Peygamberimiz
Efendimizin de bu cihetle Türk soyuna dayandığı söylenir.
-
Türklerin tarih boyunca
sergilediği yüksek medeni vasıf, insan odaklı kültür, saygı,
sevgi, hoşgörü ve yüksek toleransın temelinde ola ki bu manevi
gerçek vardır. Bu nedenle, sonraki bin yıllar içinde oldukça
değişen ve (zaman zaman, yer yer) Şamanlığa dönüşen inanç ve
ibadet biçiminin temelinde İslâm inancı (Müslümanlık) vardır.
Diğer bir anlamda, bütün milletler gibi Türkler de, Müslüman
olarak hayata başlamış ve fakat, diğer milletlerden (kavimlerden)
farklı olarak inançlarının özünü-esasını muhafaza ederek tarih
sahnesinde yürümüşlerdir.
-
Türklerin MS 760 – 800
yıllarından itibaren geniş kitleler halinde İslâm’ı kabul
etmelerinin ana sebeplerinde biri: Şamanlık ile İslâmiyet
arasında, bin yıllar boyunca değişen çok az unsur hariç büyük bir
örtüşme ve benzeşme olmasıdır. Nitekim, bu anlamda Türkler akın
akın İslâm’a katıldıktan sonradır ki, daha büyük devletler ve
yüksek medeniyetler kurmuşlar ve dönem itibarıyla bilimin,
kültürün ve bilincin gelişmesine çok büyük katkılarda
bulunmuşlardır.
-
Tam yeri gelmişken
burada, Büyük İslâm Peygamberi’nin Türkler hakkında ne buyurduğunu
bilhassa hatırlatmak isterim. O Yüce Peygamberimiz, bize
bahşedilen ‘Türk’ ismi için: “BEN ALLAHI’IN YARATICI AŞKIYLA
CİLÂLANMIŞ TERTEMİZ, SAF BİR AYNA’ YIM. BU YÜZDENDİR Kİ; BANA
BAKANLAR, BU MÜCELLÂ AYNADA KENDİ YÜZLERİNİ VE YÜREKLERİNİ TEMAŞÂ
EDERLER. TÜRK GİBİ GÜZEL VE AYDINLIK OLANLAR, BU NUR’DAN IŞIKTAN
OLAN AYNADA, KENDİ GÜZELLİKLERİNİ GÖRÜRLER” buyurmuşlardır. İşte
TÜRK budur. Bu, (böyle) olmak durumunda ve zorundadır. (24)
-
Peki, bu muhteşem,
istisnai övgüye ve muazzam mazhariyete sebep ne ? Cevabı bizzat
Kur’an-ı Kerim vermektedir. Okuyunuz: "Ey iman edenler! Sizden kim
dininden dönerse, Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki,
Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Onlar müminlere karşı
alçakgönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler. Allah yolunda
cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar" (Mâide:
54)
-
Size çok önemli bir
Hadisi Şerif daha nakledeyim: "Fitne, fesat çoğaldığında ve kan
gövdeyi götürdüğünde Allah bu ümmete mevaliden (Efendiler.
Mevleviyyet pâyesine ulaşmış sarıklı alimlerden) bir ordu
gönderecektir (TÜRKLER); Onlar ata binmede Araplardan çok daha
üstün ve silah kullanmada onlardan daha çok mahirdirler. İşte
Allah (c.c.) bu dini onlarla yeniden bir kere daha
güçlendirecektir." Hz. Muhammed (s.a.v.)
-
Aynı Nûr’ un devamı
olan gönüller sultanı Hz. Mevlâna’ mız ise; “ŞU SONSUZ DERYÂDA
AKIP GİDEN GEMİNİN MANÂSINA-KAPTANINA TÜRK DENİLİR, TÜRK !
ELBETTEKİ SÛRETA YAŞAYANLARA DENİLEMEZ. O, YÜCE MANÂNIN GERÇEĞİNİ
İDRAK EDEREK YAŞAYANLARA SADECE TÜRK DENİLİR !” (25) diyerek;
Türk’ün gerçek anlamda olgunluğun, kemalâtın ifadesi olduğunu
belirtmiştir. Bu kemalât, yüce dağların, göklerin ziynetleri olan
yıldızların, ayın, güneşin anlamlarına kadar ululanmıştır.
-
Son olarak, Yunus Emre
Hazretleri de şöyle der:
-
"BİLMEYEN NE BİLSİN
BİZİ, BİLENLERE SELAM OLSUN"
-
Yer, yer (dünya) olalı
hiçbir kavim/millet/halk/topluluk bu kadar övülmemiş ve
yüceltilmemiştir. Bütün Türk alemi bu hakikatleri bilmeli ve ona
göre motive olmalıdır...
-
MESELE DİN’SE EĞER...
-
Ve insanlık adına batı,
ABD ve diğerleri; Sözde insan hakları, demokrasi, adalet gibi
(samimi olmayan) iddia ve kavramlar ileri sürerek; 11 Eylül (ikiz
kuleler) gibi oyun, iftira ve senaryolar düzerek, Türk-İslâm
alemini tehdit ve Anadolu’yu tasallut-tarumar edip, aslında
‘yüceltmek-kutsamak, mümin ve muteber kullar olmak için’ tanrıyı
(Allah’ı) arıyorlarsa eğer; Önce Türk tarihine bakmalıdırlar.
Tanrı (Allah) orada. Gerçek İslam oradadır. Gerçek kültür,
medeniyet, saf, temiz, berrak, namuslu, dürüst, ilkeli, onurlu,
sevgili, saygılı, hoşgörülü ve değerli “İNSAN”, insanca yaşam
biçimi orada. Makro ve mikro bazda kozmik, sosyolojik, sosyometrik,
epistomolojik bakımdan “elektik”(gerçek insan formu) ontolojik ve
tarihi diyalektik sırlar ile kâinat/evren, Türk aleminin, on bin
yıllık “gizlenen tarihinin” ve İslâmiyet sonrası tasavvuf
güncesinin tertemiz, pırıl-pırıl sinesinde gizlidir. Okusun
okumasını bilenler ve araştırsınlar.
-
MEDENİYETLER BEŞİĞİ
ANADOLU
-
Hiç düşündünüz mü ?
Niçin medeniyetler beşiği Anadolu’dur ? ve 5700 yıllık Yahudi
inancına göre “her milenyumda (bin yılda bir) Anadolu’dan büyük
bir medeniyet zuhur eder (çıkar) ? Çünkü, Anadolu barışsever
atalarımızın insan sevgisi, barış, anlayış, adaletle yönetim,
eşitlikle himaye, tolerans ve hoşgörüsü nedeniyle; Yunanlı
İskender, Haçlı taarruzları, Aksak Timur (!) ve yine vahşi batının
tahriki sonucu vuku bulan din savaşları ve kardeş kavgaları
dışında ciddi bir tahribat ve yıkıma maruz kalmamış, bu sayede,
başta Türk kültür ve medeniyeti olmak üzere, çok farklı kültür ve
medeniyetler burada gelişme imkânı bulmuşlardır. Dünyanın hiçbir
coğrafyasında, ülke veya devletinde bu himaye, sahiplenme ve
hoşgörü yoktur. Örneğin IX asıdan XI. asrın sonlarına kadar
Sicilya İslâm Devleti’nden günümüze intikal bir eser var mıdır ?
Ya, Amerika’da Kristof Kolomb’dan 25 yıl önce Osmanlı himayesinde
kurulduğu yenilerde açıklanan ve varlığı ileri sürülen devletten
!.. Tekrarlamakta fayda var. Endülüs medeniyetine ne oldu. Ya,
Hun, Avar, Türk-Bulgar ve Peçenek eserlerine ne oldu. Tarihi ve
kültürel eserler bir yana; Neden Avrupa 1760 yıllarında başlattığı
Avrupa’ nın Müslüman ve Türk soykırımları ile Türklerin tam bir
vahşetle tahliyesinden (tarihin en büyük tehcirinden) bahsetmez
!..
-
Aslında, Türk tarihinin
derinliklerinde, gün yüzüne kasıtlı olarak çıkarılmayan,
Cumhuriyet hükümetlerinin de yeterince sahip çıkmadığı gerçekler,
bu günün sorularının hepsine cevap verecek derecede, kapsam ve
nitelikte büyük bilgiler içermektedir. Tıpkı, bütünüyle yalan ve
iftiradan ibaret Ermeni soykırım iddiaları gibi, mevcut ve
muhtemel pek çok iddia ve iftiranın yolu böylece kesilebilir.
Günümüzde tefessüh etmiş sözde Avrupa medeniyeti geçmişinden
korkmakta utanç ve hicap duymaktadır. Bu nedenle tarihi
karartmakta kendince haklıdır. Ama bizim korkacak neyimiz var ?
-
Türkler bilgeliklerini
İslam’la kazanmadılar, bilakis İslâm’la ivme kazandılar. Ama ne
zaman ki, arı-duru, saf ve gerçek İslâm’ı sulandırmaya kalktılar,
işte o zaman kaybettiler. Bu sözüm yanlış anlaşılmasın. İslam’ın
içindeki bilgelik ve kemâl derecesi / olgunluk saklı sırlar yine
Türklerin bilgeliğiyle insanlık alemine çok farklı ufuklar
açmıştır. Daha sonraları hurafelerle yozlaştırılan, din
tüccarlığına ve siyaset simsarlığına alet edilen ve
başkalaştırılan İslam yüzeysel ve taklidi hale gelince yani,
iktidarı yobazlar ele geçirince Türkistan'da doğan bilgelik de
şimdilerde yeraltına indi. Hala o yobazların çelişkili
ilmihalleriyle insanımız, bu bilgelikten, olgunluktan ve
safiyetten mahrum kaldı. Şimdilerde kadınların saçalarıyla,
başlarıyla, yazma ve baş örtüleriyle uğrasan bizler o zamanlar
evrenin sırlarıyla ilgileniyorduk. Ne oldu da İslam bugün ki
haline geldi? Neden bazı adetlerimiz, gelenek ve törelerimiz batıl
inanç olarak bir kenara itildi, atıldı ve Şamanizmden gelen derin
kültür ve bilgelik birikimimiz İslam’ı doğru yorumlarken birden
necis (pis) Arapların; Tıpkı Museviler ve İseviler gibi tahrif ve
tahrip ettikleri suni ve sapık (sözde) dine inanmaya başladık ?
(sapık din derken asla gerçek İslam’ı kastetmiyorum) İste
çözülmesi ve çözümlenmesi, aşılması gereken soru ve sorun bu..
-
TEKRAR HATIRLATALIM
-
Orta Asya’dan göç edip
gelen Türklerin İlk yerleştikleri yerler Güney Doğu Anadolu’da bu
günkü Diyarbakır, Cizre, Mardin, Musul, Kerkük ve Zagoros
Dağları’nın batı etekleri olup; Yaklaşık 500 sene buralarda hüküm
sürdükten sonra bir bölümü Orta Asya’ya tekrar geri dönmüş,
kalanları ise Anadolu içlerine doğru ilerlemiş, buralarda
uygarlıklar kurarak, çoğalıp çeşitli kabileler, boy ve soylara
bölünerek muhtelif devletler kura gelmişlerdir. Nuh Tufanı
efsanelerinde bu hususta çeşitli bilgilere rastlanmaktadır.
-
Önemine binaen
tekrarlamakta fayda var. İslamiyet gelmeden çok önceleri de TÜRK
vardı. Dahası, zaten Türkler evvelinde de Müslüman idi. Yukarda da
değindiğimiz üzere, Şamanlık, orijini NUH şeriatı olan; Hazreti
Muhammedi (SAV) in vesile olduğu “EKMEL DİN” in belki de sadece
bir alt versiyonu idi. Şamanizmi incelediğimizde bunu açıkça
anlamak, taktir etmek ve görmek mümkündür. Ahmet Yesevi’den
intikal ve Yahudi asıllı bozguncu Abdullah Bin Sebe (sebailik) ile
hiçbir ilgi ve alâkası olmayan, bütünüyle ‘nev-i şahsına münhasır’
Şii-Batıni karakterinde uzak, saf İslâm ve ‘ehli Sünnet ve’l
Cemaat’ esasını baz alan Hacı Bektaş-ı Veli Aleviliğini
incelediğimiz taktirde de aynı izlere ulaşırız. Zira, Şamanizm ile
İslâm arasında kayda değer ciddi çelişkiler yumağı yoktur. Bu
tarihi süreçte “orijinal İslâm, adeta bir Türk İslâm’ı” biçiminde
şekillenmiştir.
-
Şüphesiz ATATÜRK’ de
bunu anlamış ve görmüştür. (26)
-
Bütün bu tarihi ve
tabii-doğal gerçekleri inkâr eder ve yaklaşık 4000 yıldır bu
toprakların TÜRK olduğunu görmezden gelirsek, o zamanda
düşman/batı derki sana "mademki Anadolu’ya yeni geldiğini kabul
ediyorsun, o halde çek git" buradan. Ya terk et Anadolu’yu, ya da
benim dayattıklarımı kabul et. 1500 yıldır özellikle Türklere,
1400 yıldır da bütün insanlık ve İslâm alemine Papalıkça oynanan
oyun bu değil mi ?
-
Ak-at Kralı Naram-Şin’in
(M.Ö 2200) Anadolu seferlerini anlatan "Şartamhari" beyannamesinin
(kil tabletler) 15. maddesinde şöyle yazılıdır. “Türki kralı İlsu-Nail”
Yine Ak-at tabletlerinde; Mardin merkez olmak üzere, güney Anadolu
ve Musul,Kerkük dolaylarında yerleşik Hurriler de Türk kavmidir.
Hurri dilinin filolojik kökeni ve özelliği Türkçe’ dir.
Hurriler’in torunları Urartular da Hurri dili özelliği taşıyan
dile sahiptir. Hurriler proto-Türk kavimleridir. Tıpkı Sümerler
gibi. Anadolu Türk ün ikinci Vatanı değil, Orta Asya ile birlikte
en eski Yurtlarından biridir. Anadolu ya (MÖ 700) Kafkaslardan
gelen İskitler (Sakalar) Türk kavmidir. Urartular’a devamlı
saldıran Asurları tarih sahnesinden silen İskitlerdir. Urartu
başkenti Tuşpa (Van) da Şamran suyu diye bilinen su kanalları
Urartu mühendisliğinin şaheseridir. Bugün Orta Asya da (Doğu
Türkistan, Sincan) Şamran suyundan çok daha ileri teknikte 4500
yıllık (yer üstü ve yer altı) Karız ve Jinhan kanalları vardır.
Karız ve Jinhan kanalları, bu gün Çin sınırları dahilinde yer alan
üç mimarı harikadan biri olarak kabul edilmektedir.
-
Büyük göçe neden olan
bölgesel kuraklık sırasında Tanrı Dağlarındaki suyu buharlaşmaması
için 60 kilometre mesafeye taşıyan Karız kanallarının toplam
uzunluğu 5100 kilometreyi bulmaktadır. Uzunlukları 4 ile 60 km.
arasında değişen Karızların sayısı 1800 civarındadır.
-
Bu muazzam kanallar ve
su yolları, en az Mısır piramitleri veya Aztek / İnka tapınakları
kadar, hattâ onlardan çok daha önemli, gerekli, değerli ve insani
amaçlarla inşa edilmiş olup; Aynı dönemde demir ve bakırı işleyen
ve modern tarım yöntemlerini büyük bir başarıyla uygulayan (27)
Atalarımızın eseridirler. Bu eserler ve benzerleri, bu günkü Tanrı
Dağı ve civarından, Mezopotamya ve Anadolu dahil çok geniş bir
coğrafyada net bir biçimde görülür.
-
Dikkat edilirse,
atalarımızın tarih boyunca inşa ettiği bütün eserler insanlık
yararına, üretim ve hizmete yöneliktir. Hepsinde “kamu yararı” baz
alınmıştır. Çok önemli bir kültürel değer ve eser olan ve Türk
tarihine ışık tutan “Orhun Kitabeleri” ise, son derece mütevazi
boyutlarda inşa edilmiştir. Bunda ibret alınacak dersler vardır.
-
Evet, şimdi Nuh
Tufanını ve Sümerleri baz alırsak bu topraklar, gerçekten de
Atatürk’ün dediği gibi yaklaşık 7000 yıllık; (*) Orta Asya’dan ilk
göç dikkate alındığında ise, en azından kırk asırlık (4000
yıllık) Türk Yurdudur. Doğu Roma tarihi ayrıntılı bir biçimde
incelenirse eğer, günümüz için sürpriz sayılacak çok enteresan
bilgilere de ulaşmak mümkün görülmektedir. Dış düşmanlar ve iç
işbirlikçileri, bunun içindir ki; TÜRK’ e tekrar "yüksek, asil
ırkını, nadir harsını-kimliğini, kişiliğini, nadir kültür ve
medeniyetini öğreten” ATATÜRK e düşmandırlar.
-
Burada Atatürk
tarafından ortaya atılan “Güneş Dil” teorisini de çok iyi anlamak
ve bu bağlamda inceleyip-irdelemek gerekir. Ancak, bu tez-teori
Atatürk zamanında her nedense fazla işlenmemiş, bir şekilde göz
ardı edilmiş ve 1938’den itibaren tarihi bir sır gibi saklanması
cihetine gidilmiştir. 1960’dan sonra ise kamusal ve kurumsal
alandan bütünüyle çıkartılmış bir teoridir. Ne yazık ki, hiçbir
Üniversite konuyla ilgilenmemektedir !..
-
Mezkür çarpık
zihniyetin fanatik ve dış bağlantılı, işbirlikçi taraftarları işte
1938’ den bu yana, bazen açıkça çoğunlukla da gizlice-sinsice
ATATÜRK İlke ve inkılâplarını, yani ‘KEMALİZMİ” menfur bir ‘grek
orijinli’ karşıdevrimle yok ederek, planlı bir şekilde rejimi ne
olduğu belirsiz (dejenere) ve ABD tarafından tam bir haçlı
zihniyeti ile yazılan GERÇEK FURKAN doğrultusunda "ılımlı İslam"
modeline çevirmek için var güçleriyle çalıştılar, çalışıyorlar,
çalışmaktalar.
-
Atatürk’ün cumhuriyetin
geleceğini emanet ettiği saf ve masum Türk gençleri ve
çocuklarına, emperyalist işbirliğiyle hazırlanan Atatürk sonrası
Tarih kitaplarına inatla "sen Anadolu’ya 1071 de geldin, medeni
değilsin, vahşisin, göçebesin, 1071 öncesinde Anadolu’da sen
yoktun” anlamına gelen ifade ve ilhamlarla, hattâ açıkça-alenen
yazıp, çizerek, niteliği henüz netleşmemiş ve orijini
tanımlanmamış “Türk-İslam sentezi” adı altında, namazsız,
niyazsız, imansız, şuursuz, takva dışı uyduruk bir “takiyye” (din,
inanç tüccarlığı) aşılamak için ellerinden geleni yaptılar.
Yapmaktalar. Bu günde: "Türk sen azınlıksın Anadolu zaten
mozaiktir, sen geleli 1000 yıl bile olmadı, senden önce burada
halklar vardı" tezini işliyorlar. Alt kimlik, üst kimlik gibi,
milli devletle örtüşmeyen saçma sapan görüşler ileri sürüyorlar.
Her biri asli-esas kurucu unsurlar konum ve durumunda bulunan ve
aralarında insani, medeni ve yasal (vatandaş) hakları bakımından
en küçük bir ayrılık-gayrılık olmayan insanlar arasına fitne-fesat
ve tefrika tohumları ekmeye çalışıyorlar. Atatürk’ün
Anayasası’ndan (1928) bu nedenle ve bu art niyetle, bilinçli
olarak “MİLLİ” sözcüğü kaldırılmış (1961) ve parçalardan biri veya
‘bir kümenin elemanı/birim’ anlamına gelen ve bu anlama yol
açarak ‘ırkçılığı çağrıştıran, ayrımcılığı teşvik ve tahrik eden’
milliyetçilik deyimleri konulmuştur. Bu nedenle: “Cumhuriyetin en
büyük ihanet ve kırılma hareketi” 27 Mayıs 1960 başkaldırısı
(ihanet hareketi) dir.
-
22. Kaynak: Pitman,
Walter; Ryan, William, "Noah's Flood:The New Scientific
Discoveries About The Event That Changed History," Simon Schuster,
1998, ISBN 0-684-81052-2
-
23. Direnen Türkler,
Müslüm Ulusoy, Tanı Yayın-Ankara, 2006
-
24. ÖZKAYNAK, 2006-49 –
Aylık Dergi, s. 3, Ankara
-
25. ÖZKAYNAK, 2006-49 –
Aylık Dergi, s. 3, Ankara
-
26. Atatürk’ün Kur’an
Kültürü, Yard. Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu – İlgi Yayınları,
2006-İstanbul ve Seni Anlasaydık Bu Hale Gelmezdik, İbrahim Candan
– Akasya Yayınları, 2005-Ankara.
-
27. Belde Gazetesi, 12
Eylül 2006 – Ankara
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
FIRINDA PALAMUT
- 1
adet palamut Flatosu
- 3
adet büyük soğan
- 3
adet büyük patates
- Tuz,
- Sıvı yağ
- Limon
- RESİMLERİ TIKLAYARAK
BÜYÜTEBİLİRSİNİZ
-
3 adet soğan
soyulur,kangal olarak doğranır. Patatesler de soyulur kangallanır.
-
Balıkçıdan alınan palamut
temizletilir ve ortadan ikiye fileto olarak böldürülür. Eve
gelince balık güzelce yıkanır ve süzgece konarak suyu süzdürülür.
-
Fırın içi sıvı yağla
yağlanır. Kangal olarak doğranmış soğan en alta,onun üzerine
kangallanmış patatesler dizilir.
-
İstenildiği kadar tuz
ekilir. Soğan ve patateslerin üzerine palamut filetosu konularak
üzerine az miktar yağ ekilerek fırına konuk. Kızgın fırında
kızarana kadar kızartılır.
-
Sıcak,sıcak servis
yapılır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Erman YILDIRIM |
Erman YILDIRIM Hayat Hikayesi |
- BUGÜN
- Mehtap ne güzel,
- Bu akşam değil mi?
- Yıldızlar ne güzel parlıyor değil mi?
- Bak; Ay ışığı vuruyor
- Köpüklü (dalgalar arasına.
- Yine aynı şarkı kulaklarda.
- Hasretim gizli yakamozlarda !...
- Kuşlar ne güzel uçuyor değil mi?
- Bir telaş var kanatlarında,
- Avcıdan kaçıyor olmalı,
- Ne güzel doğuyor,
- Şafakların arkasında güneş.
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Güner KAYMAK |
Güner KAYMAK Hayat Hikayesi |
- ASKER
- Bu can kurban olsun yurduma benim
- Beşikten mezara askerim asker
- Daha ben ölmedim olsun haberin
- Beşikten mezara askerim asker
- Tarihi unutur belki soysuzlar
- İhanet duyunca yüreğim sızlar
- Vatanı bölemez dinsiz yobazlar
- Beşikten mezara askerim asker
- İnancı olurmu vatansız kulun
- Cahalet bitermi yoksa okulun
- Üç günlük dünyada canlar bir olun
- Beşikten mezara askerim asker
- İzinden çıkmayız ulu önderin
- Dokunmayın bana yaram çok derin
- Moda oldu papaz varmı haberin
- Beşikten mezara askerim asker
- İhanet yüzünden terör durmuyor
- Mepusun çocuğu asker olmuyor
- Hain kurşun mehmedimi vuruyor
- Beşikten mezara askerim asker
- Bizi yönetenler bizden değilmi
- Yetimin mazlumun hakkı yenirmi
- İnsan olan ikrarından dönermi
- Beşikten mezara askerim asker
- Ozan Güner der ki vatan sağolsun
- Kardeş kavgaları artık son bulsun
- Irak'ta olanlar bize ders olsun
- Beşikten mezara askerim asker
- Amsterdam / 16.07.2006
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Ayşe ÇOBAN |
Ayşe ÇOBAN Hayat Hikayesi |
- SEVGİ
- Bekir Sağır’a.
- Bu sevdanın seven bilir hazzını,
- Boş geçirmez baharını yazını.
- İnsan bilir;içindeki özünü,
- Fikir başka,niyet bozulmadıkça.
- Çocuklar güldür,güller sevilir.
- Gençlik azimdir,diller sevilir.
- Zamanı anlayan kullar sevilir,
- Yollar kör kuyu kazılmadıkça.
- Hakk için incedir boyun davaya,
- Yönelir Rabb’ine eller duaya.
- Kalkınca yalvarır Ham-i Senaya,
- Şeytanın yoluna dizilmedikçe.
- İnsanın temeli sevgidir,tanı.
- Mal mülk dünyadadır,götüren hani.
- Nefis mazlumlaşır,çekerse de canı.
- Bakar kör olarak gezilmedikçe.
- İnsanlığı büyük hizmete bekler,
- Gönül sarayına sevgiyi ekler,
- Aşkı muhabbette görür büyükler,
- İnsan haksız yere ezilmedikçe.
- Şiirin sistemli kardeşim SAĞİR,
- Arif olmayan anlamaz ağır.
- Yunus Emre gibi sevgiyle çağır,
- Ta ki can,bedenden üzülmedikçe.
- SEVGİCAN’ım kalpler sevgisiz olmaz.
- Mazlumun derdine çare bulunmaz.
- Define de olsa kıymeti kalmaz.
- Şiir Allah için yazılmadıkça.
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
96 SAYI 25 Şubat 2007 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!
|