|
YIL 8 SAYI 93 25 Kasım 2006 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
Mahmut
Selim GÜRSEL
10 KASIM
ATATÜRK’Ü ANDIK MI? YAZARIMIZI
ZİYARET
Mahmut
Selim GÜRSEL
BİR ÇINAR
DEVRİLDİ MUSTAFA BÜLENT ECEVİT
Mahmut
Selim GÜRSEL
YAZARIMIZI
ZİYARET
Mahmut
Selim GÜRSEL HEMŞERİMİZİN BAŞARILARI DEVAM EDİYOR
ÇIĞ RUSYA'DA ÜÇÜNCÜ TİYATRODA DA BAŞLADI!
Üzeyir
Lokman ÇAYCI BEKLENMEDİK MİSAFİR
Salim SAVCI ÇOCUK TALBİ KİTABINI
KİMLER OKUMALI
Ömer Ertugrul
SOYOCAK HUZUR
İsmet ÇENESİZ BAYILAN BAYILANA
Hasan Lâtif SARIYÜCE ATATÜRK’ÜN EVİNDE
Selma
GÜRSEL BAMYA
Hıfzı ÖZBEKMEZ ÇORUM BENİM MEMLEKETİM
Şükrüye BEZGİN ÖZLEM
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
10 KASIM
ATATÜRK’Ü ANDIK MI ?
10 Kasım Ülkemizin bu günlere gelmesinin ve temelini atan Mustafa
Kemal Atatürk’ün vefat yıl dönümü.
Uzun yıllar yas tutularak Atatürk’ü anmak için belirli anma
etkinlikleri ülkemizde yapıldı. Zaman geldi bu yas sadece anma
törenleri olarak kutlanmaya başlandı.
13 Kasım günü Ankara’ya gitmem gerekliydi. İsimi bitirince Anıtkabir’e
gittim. İmkanım dahilinde resimler çektim. Fotoğraf makinemin otomatik
ayarı ile resimler çektim. Ankara’da otururken Anıtkabir’i ziyaret
etmiştim,Askerdeyken de birkaç kere ziyarete gitmiştim,Ankara’da
otururken de birkaç kere misafirlerimizi götürmüştük,bu ziyaretim
kadar detaylı bir ziyaret yapamamıştım. Neden mi derseniz,fotoğrafla
bu ziyaretleri belgelendirememiştim.
Fotoğraf çekerken ekserlerimizin
merasimlerini da kaydettim. Ben de askerdeyken Türkiye Büyük Millet
Meclisinde aynı şekilde ve ciddiyetle nöbet tuttuğum gözümün önüne
geldi.
-
-
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
BİR ÇINAR
DEVRİLDİ MUSTAFA BÜLENT ECEVİT
-
28
Mayıs 1925; İstanbul’da doğdu.
-
Gazeteci, şair, yazar, siyasetçi ve Millet Vekili Türkiye başbakanlık
görevlerinde bulundu
-
1944
yılında Robert Kolej'den mezun oldu.
-
1944 tarihinde Basın
Yayın Genel Müdürlüğü'nde çevirmen olarak çalıştı
-
1946 yılında okul arkadaşı Rahşan Aral ile evlendi.
-
1946-1950 tarihleri arasında Londra Elçiliğinin Basın Ateşeliğinde kâtip
olarak çalıştı.
-
1950 yılında Ulus Gazetesi'nde çalışmaya başladı.
-
27 Ekim 1957 seçimlerinde CHP'den milletvekili olarak siyasete girdi
-
6 Ocak
1961-25 Ekim 1961Kurucu Meclis Cumhuriyet Halk Partisi Temsilcisi olarak
bulundu.
-
1973 seçimlerinde CHP'nin seçim kampanyasında, yaşlı bir kadının
"Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan'ı görmek istiyom" demesi
üzerine adı Karaoğlun olarak anıldı.
-
Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nde 11. ve 12. Dönem Ankara Milletvekilliği, 13.,
14., 15., 16. ve 19. Dönem Zonguldak Milletvekilliği, 20. ve 21. Dönem
İstanbul milletvekili olarak görev yaptı.
-
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı, Demokratik Sol Parti Genel
Başkanı oldu. Çalışma Bakanı, Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı ve
Başbakan olarak görev yaptı; ancak üniversite mezunu olmaması nedeniyle
Cumhurbaşkanlığı'na aday olamadı. Koalisyon partilerinin bu hükmü
değiştirme teklifini ve kendisine cumhurbaşkanlığı teklifi getirmesini
ise teşekkür ederek reddetti. Beş kez Türkiye Cumhuriyeti başbakanlığı
yaptı
-
5 Kasım
2006 tarihinde
81
yıllık çınar hayata gözlerini kapadı. 11 Kasım 2006 tarihide Devlet
Töreni ile ebedi istirahat agâhına defnedildi.
-
Cenaze namazı Ankara Koca
Tepe Camiinde kılındı. Yaklaşır 7 kilometrelik defin alanına kadar
sevenleri cenazesine iştirak ettiler.
-
Bu uzun sayılacak ömründe
tek sevdiği Raşan Ecevit, metanetini koruyarak yaşı için uzun ve
meşakkatli sayılacak menzili sevgilisi, eşi Bülent Ecevit’in cenaze
arabasını tutarak yürüdü. Defin alanına getirilen cenaze dualarla
kabrine defnedildi.
-
Allah C.C. Geçmiş
günahlarını af etsin. İnsanoğlu doğar, yaşar ve sırası gelince ölür.
Bunu her yaşayan görecektir. Gelin girmeyen ev olur; ölüm girmeyen ev
olmaz demiş atalarımız.
-
Ankara'ya bir daha
gittiğimizde de onu ziyaret ederiz İnşallah
-
Bülent
Ecevit, düşünceleri ve uygulamalarıyla, 20. yüzyıl Türk siyasal
yaşamının en önemli isimlerden biri olmuştur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
YAZARIMIZI
ZİYARET
-
Ankara’da bulunan ağabeyimiz Salim Savcı’yı da ziyaret ettim. Bir
çayını içtim,Çorum’dan konuştuk,bazılarının kulaklarını çınlattık.
Yeni hazırladığı Masal Kitabından bahsettik. Hayırlı olsun dileğimle
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
HEMŞERİMİZİN BAŞARILARI DEVAM
EDİYOR ÇIĞ RUSYA'DA ÜÇÜNCÜ TİYATRODA DA BAŞLADI!
-
Tuncer Cücenoğlu'nun hemen bir çok Dünya diline
çevrilmiş oyunu Çığ Rusya'da Tolyati Akademik Dram Tiyatrosu'nda 6 Ekim'de
yapılan bir galayla izleyicisiyle buluştu…
- Linas Zaikauskas'ın
yönettiği Çığ büyük beğeni topladı.
-
Bilindiği gibi Çığ ilkin Ufa Devlet Tiyatrosu'nda
Başkortça olarak sahnelenmeye başlanmış daha sonra da Kurgan Devlet
Tiyatrosu'nda Elena Oganova'nın Rusça çevirisiyle geçtiğimiz sezon Rus
izleyiciyle buluşmuştu.
-
Kurgan Devlet Tiyatrosu yapımı olan Çığ
Uluslararası Denizatı Tiyatro Festivali'nde 4 dalda (En iyi oyun, En iyi
kadın ve erkek oyuncu ile en iyi rejisör dallarında ) ödül kazanmayı
başarmıştı.
-
Böylece Çığ aynı anda Rusya'da üç tiyatroda
birden sahnelenme başarısını gösteren bir oyun olmuştur.
-
Sn.Petersburg (eski adıyla Leningrad) Devlet Dram
Tiyatrosu'nda da provalara alınmak üzere olan Çığ anlaşıldığı kadarıyla
bütün Rusya'da sahnelenecek.
-
ÇIĞ'IN GALASI TOLYATİ AKADEMİK DRAM TİYATROSU'NDA GERÇEKLEªTİ!
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Dergiye dönmek
için tıklayın |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
|
-
BEKLENMEDİK MİSAFİR
- Asırlar önce bir ormanda
- Bütün canlılar birlikte yaşarlarmış
- Gelip geçenler de o civarda
- « Bu ne güzellik !» diye şaşarlarmış
-
Günün birinde
erkek ve dişi yılan dostça giderlerken biri, iki kök arasında
sıkışıp kalmış. Çok zorlanmış çıkmak için… Acı sarmış bedenini dişi
yılanın… Erkek arkadaşı onun haline dayanamamış. Kendi
dilleriye konuşmuşlar birbirleriyle. Sonra erkek yılan bir çare
aramak için yollara düşmüş ! Oradan uzaklaştıkça uzaklaşmış…
Uzun süre kıvrıla kıvrıla yürümüş… O yürüdükçe ağaçlar ve mis
gibi kokan otlar arkadaşıyla birlikte geride kalmış…
-
Saatler geçmiş
aradan... Bir sarayın önüne gelmiş erkek yılan... Önce
sürünerek yüksek pencere gibi bir boşluğa tırmanmış... Yukardan
sarkan zincirli çan halkasına uzanarak bir salıncak gibi onunla
sallanmış... O sallandıkça sarayın çanları çalmış... Uyarıcı asker
de çanın çaldığını Padişah’a duyurmak için davulunu çalmış:
«Güm!... güm!... güm!... »
- Padişah uykudan uyanmış... Yüzlerce muhafız
dizilmişler yanyana... Haber vermişler sultana :
-
- « Ne yapalım
Efendimiz? » Demişler : «Emirleriniz başlarımızın üzerinde…»
- Padişah, demiş : « Sabahın köründe
gelen kimmiş bakın…Bir hikmet var bunda! Giyinip kuşandıktan sonra
usul usul açın sarayın kapısını! »
-
Yüzlerce muhafız
« rap... rap... rap... » diye ayaklarıyla sesler çıkararak,
tek sıra halinde yürümüşler. Bir müddet sonra sarayın ana kapısının
arkasına kadar gelmişler... Komutan Su, elindeki iri anahtarla yavaş
yavaş açarken büyük kapıyı, kimler var diye kolaçan etmiş gözleme
deliğinden... Demiş : Görünürde kimse yok... Biraz
açtıktan sonra kapıyı, uzatmış dışarıya kafasını... Çok geçmemiş,
feryat ederek kapamış sarayın kapısını... Bağırmış : « Büyük bir
yılan!.. »
-
Yüzlerce muhafız
« rap... rap... rap... » diye ayaklarıyla sesler çıkararak,
tek sıra halinde geri dönmüşler. Hepsi birden koro halinde Padişah’a
« ana kapı önünde yılan var... » demişler...
-
Padişah demiş :
« Sebepsiz gelmez bir yılan kapımızın önüne... Silahlarınızla onun
yanına gidin... Mutlaka bir derdi vardır, ilgilenin... »
-
Hepsi birden koro
halinde Padişah’a : « Efendimiz emirleriniz başlarımızın üzerinde…»
demişler… Muhafızlar « rap... rap... rap... » diye ayaklarıyla
sesler çıkararak, tek sıra halinde yılanın yanına gelmişler. Komutan
Su, elindeki mızrakla yaklaşmış yılana… Konuşmak istemiş eliyle
koluyla işaretleşerek onunla : «Bir derdin mi var senin? »
-
Yılan ayağa
kalkar gibi yukarıya uzanmış... Sonra onu takip etmişler başıyla
işaret edip yürüyünce... Bir müddet sonra ormana girmişler… Ağaçlar
ve mis gibi kokan otlar arasında Komutan Su ve muhafızlar «
rap... rap... rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra
halinde yılanın arkasından yürümüşler…
-
Yılan arkadaşını
bıraktığı yere geldiği zaman tekrar ayağa kalkar gibi yukarıya
uzanmış ve başıyla iki kök arasına sıkışan arkadaşı dişi yılanı
göstermiş. Komutan Su muhafızlarla incitmeden demir mızraklar
yardımıyla kökleri birbirinden ayırırmışlar… Boşluğa çıkan dişi
yılan, arkadaşıyla âdeta teşekkür eder gibi, önce Komutan
Su’ya ve muhafızlara bakmışlar… Sonra dans edercesine hoplaya
zıplaya gide gide ağaçlar ve mis gibi kokan otlar arasında
kaybolmuşlar…
-
Komutan Su ve
muhafızlar « rap... rap... rap... » diye ayaklarıyla sesler
çıkararak, tek sıra halinde saraya geri dönmüşler… Olup bitenleri
aynen şöyle oldu… böyle oldu, diye Padişaha anlatmışlar...
- Padişah oldukça şaşırmış önce… Sonra sevinmiş
muhafızlar kazasız belâsız geri dönünce…
- Demiş : Bir hikmet var bunda, bir sır gizli,
ince mi ince?
-
Bir ay geçmiş
aradan…Unuttukları sırada yılanların hikâyesini… Yeniden sarayı
çınlatmış çan sesi… Bunu takip etmiş uyarıcı askerin Padişah’a çanın
çaldığını duyuran davul sesi : « Güm... güm... güm... »
- Padişah uykudan uyanmış... Yüzlerce muhafız
dizilmişler yanyana... Haber vermişler sultana :
-
- « Efendimiz, ne
yapalım? » Demişler : « Emirleriniz başlarımızın üzerinde…»
- Padişah, demiş : « Sabahın köründe
gelen kimmiş bakın… Bir hikmet var bunda! Giyinip kuşandıktan sonra
usul usul açın sarayın kapısını! »
- Komutan Su ve yüzlerce muhafız « rap...
rap... rap... » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra
halinde yürümüşler. Bir müddet sonra sarayın ana kapısının arkasına
kadar gelmişler... Komutan Su, elindeki iri anahtarla yavaş yavaş
açarken büyük kapıyı, kimler var diye kolaçan etmiş gözleme
deliğinden... Demiş : Görünürde kimse yok... Biraz
açtıktan sonra kapıyı, uzatmış dışarıya kafasını... Çok geçmemiş
feryat ederek kapamış sarayın kapısını... Bağırmış : « Büyük bir
yılan!.. »
-
Muhafızlar «
rap... rap... rap... » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek
sıra halinde geri dönmüşler. Hepsi birden koro halinde Padişaha «
ana kapı önünde yılan var... » demişler...
- Padişah demiş : « Sebepsiz gelmez bir
yılan kapımızın önüne... Silahlarınızla onun yanına gidin... Mutlaka
bir derdi vardır,
- ilgilenin... »
-
Hepsi birden koro
halinde Padişaha : « Emirleriniz başlarımızın üzerinde…»
demişler… Muhafızlar « rap... rap... rap... » diye ayaklarıyla
sesler çıkararak, tek sıra halinde yılanın yanına gelmişler. Komutan
Su, elindeki mızrakla yaklaşmış yılana… Konuşmak istemiş eliyle
koluyla işaretleşerek onunla : «Bir derdin mi var senin? »
- Yılan ayağa kalkar gibi yukarıya uzanmış...
Sonra onu takip etmişler başıyla işaret edip yürüyünce... Yılan
girmiş sarayın bahçesine... Komutan Su, önüne geçmiş yılanın…
Muhafızlar « rap... rap... rap... » diye ayaklarıyla sesler
çıkararak, tek sıra halinde yılanın arkasından gelmişler. Sarayın iç
kapısından girmeden önce Padişah’a haber vermişler : « Efendimiz,
yılan içeriye girmek istiyor… » demiş Komutan Su…
-
Padişah demiş : «
Bırakın gelsin…» Sonra hepsi birden girmişler sarayın içerisine…
- Yılanı görünce Padişah oldukça afallamış…
Çevresindekilere korktuğunu belli etmemek için de çok zorlanmış…
-
Yılan ayağa
kalkar gibi yukarıya uzanmış... Sonra orada bulunan altından bir
sehpanın üzerine ağzıyla bir çekirdek bırakmış… Başını oynatarak
gitmek üzere geriye uzanmış… Geldiği yönde yürümeye başlarken,
-
Padişah demiş :
«Bir yılan sebepsiz gelmez dedim size… Mutlaka daha önceki
yılanlardan biridir bu ! İşte hiç görmediğimiz bir çekirdek bıraktı
bize ! Sarayın dışına rahatça çıkması için onunla ilgilenin... »
-
Muhafızlar
demişler : « Efendimiz, emirleriniz başlarımızın üzerinde…»
-
Yüzlerce muhafız
« rap... rap... rap... » diye ayaklarıyla sesler çıkararak,
tek sıra halinde yürümüşler. Bir müddet sonra sarayın ana kapısının
arkasına kadar gelmişler... Komutan Su, elindeki iri anahtarla açmış
sarayın dış kapısını… Hep birlikte yılanı yolcu etmişler… « Güle
güle git sevgili yılan… Arkadaşına da bizim selamımızı söyle !»
demişler.
- Yılan hoplaya zıplaya oradan uzaklaşmış…Uzun
süre kıvrıla kıvrıla yürümüş… O yürüdükçe ağaçlar ve mis gibi
kokan otlar geride kalmış… Ve mutlu bir şekilde arkadaşına
kavuşmuş !
-
Padişah yılanın
getirdiği çekirdekle ilgili bir ilim heyeti kurmuş… Günlerce süren
araştırmalardan sonra onu yeri belli olan toprağa ektirmiş… İlim
adamlarının gözetiminde sulanmış, bakılmış… Padişah’a her hafta
bilgi verilmiş… Önce küçük bir yeşillik görülmüş… Büyüdükçe yılan
gibi yere uzanan dallar ve yeşil yapraklar oluşmuş… Çiçekler açmış…
Çiçeklerin altından fındık içi büyüklüğünde meyvalar görünmüş. Dışı
yeşil ve açık yeşil çizgilerden oluşan meyvalar büyüdükçe büyümüş.
Zaman geçtikçe dalları kurumaya başlamış…
-
Padişah, ilim
adamları ve devlet erkanı, bir çekirdekten oluşan her birisi 6
kilogramdan ağır olan 12 meyvanın başına toplanmışlar… O zamana
kadar hiç kimsenin görmediği bir çekirdekten oluşan meyvalara
dokunmuşlar, ellerine almışlar… Padişah sormuş ilim adamlarına :
« Bu neyin nesidir ? Bunları ne yapmamız gerekir ? »
- İlim adamları düşünmüşler taşınmışlar… Bu
meyvaların ne olduğunu öğrenmek için bir yol bulmuşlar :
« Efendimiz, idamlık mahkumlara yedirelim… Eğer zehirlenerek
ölürlerse cezalarını çekmiş olurlar… Ölmezlerse, bu değişik meyvanın
çekirdeğini hediye eden yılanların hatırına, onları affedin ! »
-
Bu fikir hoşuna
gitmiş Padişah’ın… Emir vermiş Zindancıbaşına : « Getirin bütün
idamlıkları karşıma… »
-
Hepsi birden koro
halinde Padişah’a : « Emirleriniz başlarımızın üzerinde…»
demişler…
-
Zindancıbaşı ve
Komutan Su, önüne geçmişler mahkumların… Muhafızlar « rap...
rap... rap... » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde
arkalarından gelmişler. Ve getirmişler dört idamlık mahkumu
Padişah’ın huzuruna…
-
Büyük bir
meydanda Padişah, ilim adamları ve devlet erkanı önünde bir
tezgaha konulmuş 12 meyva… Mahkumlar yan yana dizildikten sonra
Zindancıbaşı dilim dilim keserek meyvalardan vermiş mahkumların her
birine… Sormuşlar : « Tadları nasıl ? »
-
Biri demiş :
«Kar gibi... »
-
Diğeri demiş :
« Buz gibi… »
-
Kar gibi, buz
gibi derken, orada bulunanlar hepsi birden, « o zaman yılanın
hediyesi olan bu meyvaya
-
« karbuz »
diyelim... » demişler.
-
Padişah ve
hakimler heyeti birlikte affetmişler idamlık mahkumları... Ve oradan
salıvermişler…
-
Zamanla karbuz,
karpuza dönüşmüş... O günden sonra çoğalmış bahçelerde, bağlarda…
Saraylarda, evlerde buz gibi sofraları süslemiş…
-
İstanbul,
13.08.1973
-
Selam ve
sevgilerimle.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Salım SAVCI |
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
|
- ÇOCUK TALBİ KİTABINI KİMLER OKUMALI
-
Dünya Çocuk Klasikleri arasında yer alan:
-
ÇOCUK KALBİ-Edmondo De Amicis’in eseridirb
(100) Temel eser arasında M.E.B.’ce tavsiye edilmiştir.
-
Çocuk Kalbi kitasını aslına uyarak, kendi
anlatımla dile getirdim. (220) sayfayı buluyor. Şimdi bu kitaba yazdığım
önsözü aktaracağım:
-
ÖNSÖZ
-
ÇOCUK KALBİ’Nİ okuyanlar:
-
-Annenin, babanın, öğretmenin önemini, tam
anlamında, çok güzel bir anlatımla öğrenebilirler.
-
-Babanın, lannenin, ablanın yazdığı mektuplar,
aile bağlarının nasıl kök saldığına tanık olurlar.
-
-Hele, AYLIK ÖYKÜLER’le, bir ulusun kurtuluş
savaşında geçen gerçek olaylarla örnekleriyle okurlar, onların bıraktığı
vatana, bayrağa sahip çıkarlar.
-
ÇOCUK KALBİNİ, okumamış olan:
-
-Baba, eksiklerini tam olarak bilemez.
-
-Anne, anneliğini tam anlamıyla yapamaz.
-
-Öğretmen, öğrencisinin ne denli önemli bir
varlık olduğu tam olarak kavrayamaz.
-
Kısaca söylersek; ÇOCUK KALBİ kitabı, her evin
rafında bulunursa, okuyacak kişiyibekler.
-
Tüm iyilikler, geleceğimizin garantisi olan
çocuklarımızın olması dileğiyle, sevgilerimle.
-
Bu kitabın basımını yüklenecek kişilere,
kurumlara en büyük kolaylığı göstereceğim. Türkiye dağıtımını da yürüteceğim.
-
Sevgilerimle
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ömer Ertuğrul SOYACAK |
Ömer Ertuğrul SOYOCAK Hayat Hikayesi
|
-
HUZUR
-
İnsanların en çok
aradığı, belki de ararken bile nasıl arayacağını bilmediği şey HUZUR
dur. Huzur; baş dinçliği, gönül rahatlığı demektir. Huzurun olmazsa
olmazı sağlıktır. Normal bir yaşam standardını sağlayacak kadar
paradır,size heyecan verecek bir yerden alıp bir yerlere götürecek,
inançlarınızı tutkularınızı içerecek aşktır.
-
Herkes huzuru arar
kimi zenginlikte, kimi bekarlıkta,kimi alkolde, kimi macerada. Huzur
genelde uzlaşma ile bulunur: Kendinle uzlaşma, çevrenle uzlaşma,
hayatla uzlaşma. Bu uzlaşmalar insanda haz ve doyum duygusu
uyandırarak huzuru sağlarlar. Huzurun zıddı ise,
çatışmadır: Kendinle çatışma, çevrenle çatışma,toplumla çatışma,
hayatla çatışma. Bu çatışmalar,insanda yalnızlık ve mutsuzluk duygusu
uyandırarak,uzlaşmaların aksine, huzursuzluğa neden olurlar.
-
Sevdiğiniz bir müziği
dinlemek, resmi yapmak veya sevdiğiniz bir eylemi yapmak hayattan bir
şeyler almak, hayata bir şeyler vermek ve bunu sevgi ile yapmak,
insanı hayatla uzlaştırır, haz almasını sağlar ve huzurlu kılar. Her
durumda olumlu olmak, herkese sevgi ile yaklaşmak iyiyi güzeli bulmak
yönünde çabada bulunmak, yıkıcı, suçlayıcı eleştiriden kaçmak insanı
huzurlu kılar.
-
Huzur içinde yaşam,
yaşamı anlamlı kılar. Yaşamın anlamı, günlük gelgitlere boğulmadan
koyduğun hedeflere adım adım ulaşmaktır. Bu hedefler, yaptığın işte
başarılı olmak, daha iyi bir dünyada yaşayabilmek, insanlara daha çok
faydalı olabilmek veya bir başkasıdır. Bu hedeflerden birisine ya da
hepsine ulaşabilmekte en önemli unsurlar, hayata karşı bir duruş ve
gerçek dostlardır.
-
Gerçek dost sizi
yaşamın zorluklarında her zaman yanınızdadır. Size güç verir. Zaman
hızla akıp gidiyor günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları,
derken mevsimler ve yıllar birbirini kovalar. Bir bakmışsınız ki
yaşamın sonuna gelmişsinizdir. Bu süreçte huzurlu olabilmenin ve de
akıp giden zamanın karşısında paniğe kapılmamanın yolu, zamanın nasıl
hızlı geçtiğini düşünmek ve geçmiş zamana takılıp kalmak yerine içinde
yaşadığınız zamanı hissetmek; doğanın bu değişmez akışına karşın
ürettiğiniz ve yarattığınız sevgi ortamı içinde dengeli yaşamaktır.
-
Sorunsuz bir yaşam
yoktur. Ancak onunla başa çıkmak önemlidir. Yaşamımız geçmişten,
bugünden, belki de yarından ibarettir. Önemli olan bugündür, şimdidir.
O tektir ve elimizdedir. Onu istediğimiz gibi değerlendirip
yarınlarımızı hazırlayabiliriz. Geçmiş,
artık değişmez. Eğer geçmiş bizi üzüyorsa, bunun nedeni, zaman içinde
akıp giden değerlendirilmemiş veya yanlış değerlendirilmiş
şimdilerdir. Onun için,huzurlu bir yaşam isteniyorsa, şimdileri doğru
değerlendirmeye ihtiyaç vardır.
-
Sonuçta insanların
hayatının her döneminde huzurlu yaşamı hak ettiğini inanıyorum. Ancak
huzurun yaşamdaki önemini ancak belirli yaşlardan sonra daha
iyi anlayabildiğinizi görebiliyorum.Bazı şeyler yaşanmadan
öğrenilmiyor.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsmet ÇENESİZ |
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
|
-
BAYILAN BAYILANA
- Mahallenin delikanlılığa yeni yeni adım atmaya
başlayan yaramaz çocuğu mahallelerinde birisinin öldüğünü öğrenince
yaramazlıklarına bir yenisini daha katmak için bir plan yapar. Nasıl
olsa sabah camiden tabutu almaya gelecekler, sabah onlardan önce
erkenden gelip tabutun içine girer yatarım der. Planladığı gibi
sabah olunca erkenden gelip tabutun içine girer. Evden getirdiği
beyaz bir çarşafı da üzerine örter. Hesap doğru çıkar, o tabuta
yattıktan yarım saat sonra iki adam tabutu bulunduğu yerden almak
için gelirler. Bizimki hem hava alsın, hem de biraz ışık alsın diye
tabutun bir kenarını hafif aralık bırakmış. Adamlar kapağı
yerleştirmeye uğraşırken de, “Allahuekber” diyerek bulunduğu yerden
doğruluvermiş. Tabi tabutu almaya gelen adamlar anında bayılmış.
Cenaze çin toplanan kalabalık, nerede kaldılar, diye, bakmaya
geldiklerinde tabutun başında baygın yatan adamları bulmuşlar. Ne
olduğunu anlamaya çalışırken, baygın yatanlardan biri hala “ölü
nerde” diye, sayıklayıp duruyormuş….
- Yazın o uzun günlerinden birinde, camideki ihtiyar
yatsıyı ön safın solunda kılıp, duasını da bitirince oturduğu yerde
uyuyup kalır. Bu esnada camide boşalmaya başlar. Caminin imamıyla
müezzini de imam odasında biraz sohbet ettikten sonra, önce müezzin,
15 dakika sonrada imam efendi kapının arkasındaki düğmeden caminin
ışıklarını söndürerek evinin yolunu tutar.
-
Beyaz sakallı ihtiyarın oturduğu
köşe kapıdan tam olarak görünmediğinden ihtiyar imamın güzünden
kaçar. Piri fani dede de oturduğu yerde ince ince horlayarak, düş
görerek uyuyarak sabahı eder.
- Sabah ezanıyla birlikte imam efendi de camiye
tekrardan gelir. Odasından cüppesini ve fesini giydikten sonra
caminin içine doğru ilerleyip minbere doğru yaklaşınca önüne
eğilmiş, yarı secde vaziyetinde ihtiyarı görür. Aksilik buya o gün
de o mahallede, aynı o ihtiyara benzeyen birisi vefat etmiş ve imam
efendi onun cenazesini yıkamış, mezarda talkınına oturmuş. İhtiyarı
böyle yarı secde halinde görünce de bayılıp boylu boyunca yere
uzanmış. Biraz sonra caminin müezzini gelince ne görsün, bir ihtiyar
uyuyor, imam efendi de boylu boyunca yerde yatıyor. Bu esnada bir
kaç cemaatte gelmiş. Bakmışlar imamda ses seda yok. Tabi hemen
hastanede almışlar soluğu. İmam efendi 3 gün kendisine gelememiş.
Kendisini ziyarete gelenlere 1-2 gün boyunca, “cenazesini yıkadığım
adamı gördüm, inanın oydu” deyip durmuş.
-
Uzun boylu, orta yaşlı bir adam gün
gelmiş hakkın rahmetine kavuşmuş. Adamın evi altı katmış, cenaze de
tam altıncı.kattaymış. Evin merdivenleri de çok dar ve dönemeçli
olduğundan cenaze için toplanan kalabalık, cenazeyi merdivenlerden
battaniye ile indirelim diye düşünmüşler. İçlerinden birisi, “dönmez
ki bu merdivenlerden” demiş. Bunun üzerine bir başkası da, “öyleyse
asansöre sağ gibi ayakları üzerine dikelim, yanına da birisi binsin
onu tutsun” demiş. Bu fikir hoşlarına gitmiş ve en yakın
arkadaşlarından birisini de asansöre cenazenin yanı bindirmişler.
Biz sizi aşağıdan alırız, diyerek, cenazeyle kalan iki kişiyi
asansöre bindirmişler ve kendileri aşağıya inmişler. Aşağı inip
asansörün kapısını açınca ne görsünler, cenazenin yanına binen
adamların ikisi de baygın yatıyor. Önce baygınları sonra da
rahmetlik olan şahsı almışlar asansörden, ayılmaya başlayan iki
adama , “ne oldu yahu, neden bayıldınız?” diye, sormuşlar. Meğer
birisi, “yahu biz ne yaptık? Şimdi bu canlanırsa biz ne yaparız?”
deyince, ölüyü tutan bayılıvermiş. Bunun üzerine yanında ki de,
“heralde ölü canlandı” diye, bayılıp düşmüş.
- İşte böyle kıymetli okuyucular ölmeden 10 dakika
önce canımız, ciğerimiz ama ölünce ondan neden korkulur bilinmez?
Hani meşhur bir söz vardır, “ölünün yüzü soğuk olur” diye. Allah
bütün geçmişlerimize rahmet eylesin. Amin!
- Saygı ve sevgilerimle.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Hasan Latif SARIYÜCE |
Hasan Latif SARIYÜCE Hayat Hikayesi |
-
ATATÜRK’ÜN EVİNDE
-
Ertesi gün Atatürk’ün doğduğu eve ve Türk
konsolosluğuna gidiyoruz. Çevresi yüksekçe duvarlarla çevrili, uzayıp giden
iki katlı çok büyük bir binaya rastladık. Türk kışlası imiş. Çok geniş bir
avlu içinde. Aldülhamit’in hal edildikten sonra 1909–1917 arasında yaşadığı
Alâtini köşkü de bu avlu içinde. Bina dökülüp dağılmamış ama bakımına özen
gösterilmediği ilk bakışta anlaşılıyor. Avlu kıyısından geçip gittik. Otobüsün
penceresinden bakıyorum. Yaşlı bir adam, yanı başındaki otobüs durağındakilere
aldırmadan kışlanın duvarına çişini yapıyor.
-
Atatürk Evi’ni arayıp bulduk. Bina Türk
konsolosluğu ile yan yana. Oraya girmeden önce konsolosluğun kapısı çaldık.
Geleceğimizden haberleri vardı. Konsolos Türkiye’ye çağrılmış. Yaş durumundan
emekli edilmesi söz konusuymuş. Konsolosa vekâlet eden yardımcı konsolos Osman
İlhan Şener genç bir diplomat. Türkiye ve Orta Doğu Üniversitesi’nden mezun
olmuş. Kibar, sempatik, aydınlık yüzlü bir insan. Bizi çok nazik bir biçimde
karşılıyor. Bütün kafileye çay ve kuru pastalar ikram ediyor. Bir süre Selanik
ve TürkYunan ilişkileri üzerine konuşuyoruz. Genç diplomat, depremden sonra
başlayan TürkYunan ilişkilerindeki sıcaklığın, Güney Kıbrıs’ın AB’ne
girmesinden sonra serinlemeye başladığını söylüyor. “Yunanlılar Türkiye’nin
AB’ne girmesini desteklemekten vazgeçecek gibi görünüyor,” diyor.
-
Şu son günlerde Türk jetlerinin sık sık Yunan hava
sahasına girdikleri, Yunan uçaklarını taciz ettikleri yaygarasını koparıp
durmaları boşuna değil. Yetkililer susuyorlar ama halkımız Yunanlıların
“Sitteisevir, her gün bir tevir,” politikası izlediğini çok iyi biliyor.
-
Konsolos önümüze düşerek hemen bitişikteki Atatürk
Evi’ni gezdirdi. Ali Rıza Efendinin bu evi daha Atatürk doğmadan önce
yaptırdığı biliniyor. Atatürk bu evde doğmuştu. 1839 doğumlu Ali Rıza Efendi,
Selanik evkaf dairesinde katiplik, gümrük koruma memurluğu, sonra
gönüllülerden kurulan Selanik Asakiri Milliye taburunda üsteğmen görevlerinde
bulundu. Bir ara memurluktan ayrılıp kereste ticareti yapmaya başladı. Eline
biraz para geçince bu evi yaptırdı. Ne var ki ticaret hayatı fazla süremedi.
Ormanlara kereste almaya gittiğinde karşısına Rum eşkıyaları çıkıyor,
istiflediği keresteleri tutuşturup yakıyorlardı. Yeniden memurluğa döndü,
Selanik yakınlarında Çayağzı’ında gümrük memuru iken 28 Kasım 1893’de elli
dört yaşında öldü. Babası öldüğünde Mustafa Kemal ilkokul son sınıf öğrencisi
idi.
-
Atatürk on altı yaşına kadar bu evde yaşadı.
Askeri öğrenci olunca tatil günlerini de burada geçiriyordu.
-
Ev müze olarak oldukça bakımlı, tertemiz.
Türkiye’den getirilmiş Atatürk’ün kişisel eşyaları ve her şey güzel
yerleştirilmiş. Konsolosun anlattığına göre ev, 1924 nüfus değişiminde
Türkiye’den gelen bir Rum ailesine verilmiş. Zemin kattaki odalar, sokağa
kapılar açılarak üç dükkân yapılmış. Epeyce hasar görmüş. Türkiye evi birkaç
kere onarttırmış.
-
Kafilemizin ve Türk Parlamenterler Birliği İzmir
şubesinin başkanı Mustafa Öztin, konsolos vekiline İzmir’in mahalli renklerini
yansıtan küçük armağanlar sundu. Konsolosluktan görevlilere teşekkür ederek
ayrıldık.
-
Selanik’ten ayrılırken şoförümüz yolu zor çıkardı.
Bir saat kadar dolaşıp durduk. Dükkân tabelalarına bakıp dururken bir şeyin
farkına vardım. Burada dil kirlenmesi yok. Bütün dükkân, müessese, iş yerinin
adı Yunanca. Yalnız tanınmış Dünya markalarının adı nasılsa öyle yazılmış.
Onların da altlarına Yunan alfabesiyle Yunanca’sı belirtilmiş. Ülkemizde en
küçük beldelerde bile tabelalarda Türkçe’den çok yabancı adlar, özellikle
İngilizce adlar görülmektedir. Hele lokanta, ayakkabı, tekstil, giyim
üretiminde Türkçe adlar büsbütün unutulmuştur. Dil bir bilinçlenme işidir. Dil
bilinci körlüğü, zaman içinde millî benliği de eritir. Tarihte adları bilinen
ama bugün yeryüzünden silindikleri sanılan kavimlerin insanları aslında
yaşamaktadırlar. En korkunç bir savaş, en kötü bir yenilgi bile bir toplumu
toprağından sürüp atamaz, toptan yok edemez, O toplumlar zorlayıcı bir nedenle
topraklarını, evlerini barklarını terk edip başka topraklara göçseler bile
dillerini korudukları sürece varlıklarını sürdürürler gene. Dil eriyip bittiği
zaman millet de eriyip biter..
-
Sonunda yolu doğrulttuk. Önemli bir Osmanlı ilini
geride bıraktık. Selanik vaktiyle Osmanlının önemli bir ili olduğu kadar
önemli bir kültür ve fikir merkeziydi. Jöntürklük burada başladı. İhtilalci
dernekler burada ortaya çıktı. İttihat ve Terakki cemiyeti yasal bir partiye
dönüştükten sonra ilk yasal kurultayını Selanik’te yapmıştır. Diyarbakır
delegesi Türk milliyetçisi Ziya Gökalp bu kurultayda genel idare kurulu
üyeliğine seçilmiştir.. Batılıların Tanzimat döneminden beri süre gelen iç
işlerimize karışma alışkanlıklarına ilk kez bir halk ayaklanmasıyla burada
oldukça sert bir karşılık verilmiştir. Selanik Olayı adıyla tarihe geçen
başkaldırının nedeni şudur ki, Selanik yakınındaki Avrathisarı bucağında
oturan bir Bulgar kızı, Müslüman olmak için yaşmaklı olarak trenle Selanik’e
gelmiştir. Müftülüğe başvurup gerekli işlemeri yaptıracaktır. Bunu işiten
Amerikan konsolosu Rum asıllı Pirikli Lazaris arkasına yüz, yüz elli kadar Rum
takarak kızı istasyonda yakalayıp konsolosluğa götürür. layı işiten çok sayıda
Müslüman Amerikan konsolosluğunun önüne toplanarak kızı isterler.. Selanik
çalkalanmaktadır. Fransa ve Almanya konsolosları, kendilerini büyük
devletlerin otoriter temsilcileri yerine koyarak koşup gelirler. Gözdağı
vererek halkı dağıtmaya kalkışırlar. Aslında her iki konsolos da bilgili
kişilerdir. Toplum psikolojisinin nasıl bir kibrit aleviyle tutuşabileceğinin
pek âlâ farkındadırlar. Ama bu kural Avrupalılar için geçerlidir. Eline
vurulunca ekmeği ağzından alınan bir toplumun psikolojisi mi olur?
Ukalalıklarını sürdürüp tehdide başlayınca olan olur. Kalkan bir yumruğu
binlercesi izler. Sonuç, her iki diplomatın da orada ahret yolculuğuna çıkması
gibi acıklı bir alın yazısı gerçekleşir.
-
Rum asıllı Amerikan konsolosu, yediği naneye bin
pişman, mekanından toz olur, günlerce ortaya çıkma cesaretini gösteremez. O
gösteremez ya, Almanya ile Fransa’nın hatta olayla uzaktan yakından ilgisi
bulunmayan Avustuya’nın, İtalya’nın ayranları kabarır. Çöküntü durumunda olan
bir devletin insanları nasıl olur da batılı diplomatları öldürmeye cesaret
edebilir? Cenazeleri almak için Selânik’ten geçen tren yolu yeterli iken deniz
yoluyla zırhlılar gönderirler. Zırhlılar gelip kentin önünde demirlemiş,
toplarını da kente çevirmiştir. Osmanlı hükümetine sert bir ültimatom:
“Suçluları cezalandırın, yoksa savaş açarız!”
-
Sultan Aziz devrinin hükümeti, “Efendiler,
konsolosların görevleri, kendi vatandaşlarının haklarını korumak, dostluk ve
ticari ilişkileri geliştirmektir. Konsoloslarınız bizim iç işlerimize
karışmak, ilimizde emniyet müdürlüğü yapmaya kalkışmak yetkisini kimlerden
almıştır?” diyeceği yerde hemen darağaçları kurarak suçlu suçsuz birçok kişiyi
sallandırıvermiştir. Şimdi de batılıların her işimize karışmaya kalkışmaları o
eski günleri hatırlatmıyor mu?
-
Makedonya’yanın bir ili olan Manastır’a gidiyoruz.
Makedonya’ya Üsküp üzerinden değil batı Yunanistan’dan gireceğiz. Orada
Manastır asker lisesini, kentin ortasında bulunan çeşme ile havuzu göreceğiz.
Bu eski Türk kentini selamayacağız. Birçok tümülüsün yer aldığı Teselya
ovasından geçiyoruz. Giderek yolumuz dağların arasına düşüyor. Otobüsümüz akıp
giderken koltuğumda uyuyakalmışım. Gözlerimi açtığımda yanımda oturan sayın
Nail Atlı’ya soruyorum:
-
“Çok mu uyudum?”
-
“Epeyce uyudunuz,” diyor.
-
Görmem gereken görünümleri kaçırdığıma üzülüyorum.
-
“Önemli yerlerden geçmedik, dağlar tepeler
arasından geçtik hep,” diyor Nail Bey.
-
Pencereden geçtiğimiz yerleri dikizlemeyi
sürdürüyorum. Hâlâ dağlar arasında gidiyoruz. Yunanistan’ın batısı oldukça
dağlık, engebelik. İzmir’den bu yana geç gelen bahar yeşilliği burada da
canlılığını sürdürüyor. Doğaya pür dikkat bakıyorum. Bu yeşillik orman
yeşilliği değil. Gelip geçici bahar yeşilliği. Tepeler üzerinde orman
belirtileri var ama bodur ağaçlar, baltalık çalılar bunlar. Vaktiyle yangın
geçirdikleri besbelli. Yolumuz uzayıp gidiyor, ne var ki yangınların
keltoşlaştırdığı dağlar tepeler eksilmiyor.
-
Yunanistan’ın bu taraflarında otoyol yok. İki
dilimli, bakımlı asfalt yollar.
-
Sınıra yakın Edhessa adlı bir kente ulaştık, 24
metre yükseklikten dokülen bir çağlayanı varmış. Vaktimiz olmadığından gidip
göremedik. Dağların arasında şirin bir kent. Burada küçük bir mola. Daracık
sokağın içindeki bir halk kahvesinde halkın arasına oturup çay kahve içtik.
Küçük bir şişe su ve neskafe birer Euro. Arkadaşlardan bitişik börekçide börek
yiyenler oldu. Börekler çok güzelmiş. Sanki bir Anadolu kasabasındayız.
İnsanlar içtenlikli. Yalnız kılık kıyafetleri bizden daha düzgün. Yaşlı bir
adama tuvaletin nerde olduğunu soruyorum. Önüme düşüp tin tin yürüyerek beni
iki yüz metre ötedeki mini parkın yanına götürüyor. Helâ bu parkın altında.
Tertemiz, suları akıyor.
-
Kahve molasını istemeyerek sona erdiriyoruz. Gene
dağların arasında kıvrılıp bükülerek ilerliyoruz.
-
Edhessa’dan sonra birden karşımıza Florina
çıkıveriyor. Eski bir Osmanlı kenti. O zaman Manastır iline bağlı bir ilçe
idi. Merkezde on bin, köyleriyle birlikte kırk beş bin nüfusu barındırıyordu.
Florine edebiyat tarihimizde geçen bir addır. Fecri Âti topluluğu içinde yer
alan bir Florinalı Nazım (1883-1939) vardır. Şiirleriyle değil şiir
deliliğiyle ünlüdür. Şiiri ömrünün her dakikasında baş uğraşı yapmıştı.
Kendisine Şiir Kralı adını vermişti. Ömrü İstanbul’da geçti. Emniyeti
Umumiye’de şube müdürlüğü, polis dergisi yazı işleri müdürlüğü gibi görevlerde
bulundu. Son günlerinde şiirleri dergilerde yayınlanmaz olunca gazetelerin
ilan sayfalarında para ödeyerek yayınlatmaya başlamıştı.
-
Florina’dan geçip gidiyoruz. Görünürde ne bir
minare ne bir kubbe... Florina ahalisinin büyük çoğunluğu Müslüman’dı. İçinden
bir yabancı gibi geçerken şiir kralını hatırladım ve rahmet diledim.
-
Niki diye söylenen gümrük kapısına geliyoruz. Issız
bir yer. Fazla gelip giden yok. Gözümüze ilk çarpan şey büyükçe bir levha
oluyor. Üzerinde İngilizce “İngilizce konuşmayın, Yunanca konuşun!” sözleri
yazılı. Kapıdan fazla beklemeden geçeceğimizi ümit ederken bizi bir buçuk
saatten fazla bekletiyorlar. Yunan halkı değil, bürokratları bize pek dostça
bakmıyorlar.. Onlar da bürokratlıkta bizimkilerden hiç de aşağı değiller.
Hatta fazlaları bile var. Dolaşıp duruyoruz. Yunan polisi hemen buyurmaya
başlıyor: “Büroya sokulmayınız!” Otobüsümüz kırk santim kadar ileride durmuş.
Elli santim geri aldırıyor.
-
Devam Edecek
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
BAMYA
MALZEMESİ
1 veya 2 kaşık
tereyağı
Yarım kilo yaş
bamya
250 gram kuş
başı et
1 baş büyük
kuru soğan
3 adet domates
bir miktar tuz
leblebi kadar
limon tuzu
Yarım yemek
kaşığı salça
Bir miktar pul
kırmızı biber.
Tere yağı;tencereye konularak soğan ve et haşlanmaya
bırakılır,domateslerin kabukları soyularak doğranır tencereye
konur,tencere kısık ateşte pişerken 1 litre kadar su aktarılır,tencere
kaymaya bırakılır. Bamyaların başı kesilerek ikiye veya üçe bölünür. Bir
kapta yıkanarak süzgece alınır. Tenceredeki su kaynayınca bamyalar
tencereye konulur,limontuzu atılır,tuz ve biber ve salça ilave edilerek
pişmeye bırakılır.
Pişince sıcak servis yapılır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Hıfzı ÖZBEKMEZ |
Hıfzı ÖZBEKMEZ Hayat Hikayesi
|
- ÇORUM BENİM MEMLEKETİM
- Kurulmuş bir düz ovaya
- Çorum benim memleketim
- Sahip mis gibi havaya
- Çorum benim memleketim
- İnsanları kalbi güzel
- Düzeni kendine özel
- Okunur türküler gazel
- Çorum benim memleketim
- Alevi Sünni el ele
- Yaşarlar gönül gönüle
- Benzer has bahçede güle
- Çorum benim memleketim
- Yaşıyorlar türkü türkü
- Eylemişler baba yurdu
- Dost yapıyor kuzu kurdu
- Çorum benim memleketim
- Dertlerimin dermanıdır
- Bu gönlümün fermanıdır
- Yiğitlerin harmanıdır
- Çorum benim memleketim
- Latifim doğmuşum orda
- Yaradan koymasın darda
- Vatan olmuş kuşa kurda
- Çorum benim memleketim
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Şükriye BEZGİN |
Şükriye BEZGİN Hayat Hikayesi |
- ÖZLEM
- Gittiğin gün özledim seni.
- Dün çok özledim,
- Bugün daha çok özlüyorum...
- Henüz yarın olmadı ama,
- Biliyorum.
- Seni en çok yarın özleyeceğim !
- Ankara 22.06.1997
|
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
94 SAYI 25 Aralık 2006 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!
|