YIL 8  SAYI 90    25 Ağustos 2006

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL Ayşe ÇOBAN ALLAH’IN RAHMETİ ÜZERİNE OLSUN
Mahmut  Selim GÜRSEL GEL DE GÖRME ! BANDROLSUZ ESER (LER)!
Ö. Ertuğrul SOYOCAK ÇORUM VE GELİŞMİŞLİK
Ali EMRİOĞLU TÜRKİYE’NİN CENNETLERİ VAR
İsmet ÇENESİZ ANAMIZIN YEMEKLERİ;
Mahmut Selim GÜRSEL BİR FESTİVAL DE BÖYLE GEÇTİ!
Hasan Lâtif  SARIYÜCE BATI TRAKYA’YA DOĞRU GÜMÜLCİNE’DE
Nehir CEYHAN YEPYENİ BİR SAYFA
Mahmut Selim GÜRSEL BASIN SUÇU DAVASI
Selma GÜRSEL KAYSI REÇELİ
İhsan TOMBUŞ HAYAT
Özgür BİÇER ARDI
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi

ALLAH’IN RAHMETİ ÜZERİNE OLSUN

AYŞE ÇOBAN 1953-2006

05 Ağustos 2006 Elim trafik kazası sonucu Bolu D-100 Karayolunda Hüseyin Çoban yönetiminde ki 19 KY 249 pilakalı Renault marka aracı ile kamyona arkadan çarparak kaza meydana gelmiştir. Kazada Okan Çoban olay yerinde,Ayşe Çoban Bolu'da hastanede vefat etmiştir.
Ayşe Çoban ile torunu Okan Çoban’a Allah’tan rahmet dilerken; ailesi ve yakınlarına,Çorumlu 2000 Dergisi ve Sarı Çiğdem Şiir Defteri yazarlarına ve okuyucularına da sabırlar niyaz edirim.
Mahmut Selim GÜRSEL
1953 te Çorum'un Ovakarapınar köyünde dünyaya gelmişim. Evli  ve  üç çocuk annesiyim. İlkokulu doğduğum köyde bitirdim.Yıllar sonra Çorum Bahçelievler  Ortaokulunu dışarıdan bitirdim. Halen Açıköğretim lisesine devam etmekteyim.
İlkokul  sıralarında  hayalim öğretmen olmaktı.  Tüm çabalarıma rağmen nasip olmadı. Ama okuma hevesi hep içimde kaldı. Okumanın yaşı olmadığına inanıyorum.
Meslek olarak seçim yapmadım. Ama güzel sanatlar dalında yetenekli olduğumu söylerler. Mimar Sinan Halk Eğitim Merkezinden  kuaförlük dalından 3 belgem var.
Yaşam tarzım bana sağlıklı kalmayı sağlıyor.  Görüyorum ki,buna yeni yetişen gençliğin ihtiyacı var.   Demek  istediğim gençliğin  şu beş önemli unsura ihtiyacı var.  Bunlar : azim, sevgi,saygı,inanmak ve güvenmektir.
Beni şiir yazmaya teşvik eden biri olmadı. Bu özelliğimin bana Allah'ın bir lütfü olduğuna inanıyorum.  İlk şiirim   Çorum Lider Gazetesinde yayımlandı.  Sayın  Abdullah  Ercan'ın derlediği Çorumlu  şairler  adlı kitabın 2. Baskısında 4 şiirime, Sayın Mahmut Selim Gürsel'in  Çorum  1997  adlı çalışmasının Çorumlular bölümünde   kısa  hayat hikayem ve  Şiirlerde Çorum   bölümünde iki şiirime yer vermiştir. Çorumlu 2000 Dergisinde ve mahalli basında şiirlerim çıkmaktadır.
1995 in " Sevgi ve Hoşgörü Yılı "   olması nedeniyle " Bir Dünya İsterim "  adlı şiirim ödül almıştır. İdealimde çocuklarımın dürüst ve sağlıklı olması vardır. Allah'ın izniyle bunu başaracağıma inanıyorum.
" Çiğ Taneleri" adlı şiir dosyamın Temmuz 1999 tarihinde basılmıştır. Bu yıl içinde kitabımı geliştirerek 2. baskısını yapmak arzusundayım.
Kafiyeli  ve  serbest  şiirlerin  yanı sıra henüz yayımlanmamış  anılar  ve  gerçek yaşamdan hikayeler olmak üzere düz yazılarımda bulunmaktadır. Bu yazılarım arada bir basının okuyucu mektubu  ve  serbest  kürsü  adlı bölümlerinde yer almaktadır.  Ayrıca  TRT 2   ve  TRT 4'de Açıköğretim Liseleri  için Edebiyat Dersinde şiirlerim okunmuş, yine Açık öğretim  Lisesi  Bülteninde "Köyüme" adlı şiirim yayınlanmıştır.
 
Öncelikle  sizi bu güzel çalışmalarınızdan dolayı  tebrik eder, sağlıklı  günler  dilerim. Çoğu Devlet  memurlarının emekli olduktan sonra kahvehane ve  buna benzer yerlerde vakit geçirdiklerini biliyoruz.
Mesleği  güzel   sanatlar olan veya merak eden  bazı arkadaşlara kültür sanat ve edebiyatçılar toplantısı oluyor, sizlerde buyurun dediğimizde,emekli olsun veya   olmasın türlü bahanelerle kusura  bakma,gelmek isterdik ama işimiz var,yahut;yeter şimdiye kadar  çalıştığımız boş ver biraz dinlenelim  dediklerini  hemen   hepimiz  biliyoruz. Gayet tabidir ki,her insanın çalışmaya, gezmeye, dinlenmeye,yemeye ve içmeye ihtiyacı vardır.
Vaktin  nakit   olduğu günümüzde birazcık düşünülürse eğer,emeklide  olsak  yolun sonunda değil,başında olduğumuzu, daha çok  işlerin bizleri beklediğini göreceğiz.
Diyorum ki;  bırakın  şu  adam sende boş ver  demeyi. Tembelliği  bırakın,pasiflikten kurtulun. Oysa  boş  vaktimiz de yok,geçirilecek zamanımız da.   Gafletten  sıyrılıp  bu  dünya hepimizin demeliyiz,bu  vatan bizim,bu bayrak ,bu devlet,bu millet  bizim.  Biz Türk Milletiyiz. Çalışkanız, çalışmalıyız. Bilinçsizce Türk Milleti değil mi diyen kendini bilmezler : Yüce Allah'ın  sırlarla  dolu olan bu güzel evrende sağlıklı  yaşamak için  aklı  başında  her insanın  aktif  olup,karınca  kararınca sen,ben demeden  yeni  yetişen  gençliğe güzel bir dünya bırakmamız hayırlı olur diyorum.
Not: Bana yayınlamak için verdiği şiirlerini yayınlamaya devam edeceğim. Ruhun şad olsun ! Mahmut Selim GÜRSEL

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
GEL DE GÖRME ! BANDROLSUZ ESER (LER) !
Her yıl düzenlenen “Çorum Hitit Fuar ve Festivali” bu yıl “Korsanla Mücadele” etmeye karar verdi. :) Çorum Belediyesi, Festival Etkinliklerinde “Korsan Kitap, CD, Kaset ve VCD Giremez" sloganıyla başlattığı KORSANLA mücadele kampanyası, Belediye Başkanı Turan Atlamaz ile “Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği”( MESAM) Yönetim Kurulu Başkanı ve MESAM Yönetim Kurulu Üyeleri tarafından birlikte başlatıldı. (!)
Bu mücadelede Çorum Belediyesi acaba kendisinin Korsan Yayın dağıttığının farkında olup olmadığını bile bilmediği açık ve seçikken acaba bu kampanyayı göstermelik olarak başlatarak,belirli bir görev gören MESAM’ı da bu bilgisizliğine alet mi etti ?
Şimdi gelelim Çorum Belediyesi’nin korsan yayınına. Bu güne kadar Çorum Belediyesinin bastırdığı bütün kitapların ISBN'lerinin olup olmadığını incelediniz mi ? Daha önemlisi bir kitabın korsan olarak nitelenen BANDROLLÜ olup olmadığını biliyor musunuz ?    
Geçmişi ispatlamak ancak Belediyenin dağıttığı kitaplara sahip olanların bilebileceği bir iş olmasına karşın;  bende mevcut ve hepside emek sarf edilerek hazırlanmış ilimizi ilgilendiren çalışmaların BANDROLSÜZ olarak dağıtılmış eserin  bandrolsüzlükten KORSAN durumuna düştüğünü görmek beni bir yayıncı olarak kahrediyor. Kanun yapıcı ne diyor :"
1. Bu Kanuna göre bandrol alınması gereken eser, icra ve yapımların tespit edildiği kaset, CD, VCD ve DVD gibi taşıyıcı materyaller ile süreli olmayan yayınları;
a) Bu maddenin yedinci fıkrasında sayılan yerlerde, bandrol almaksızın satanlar hakkında, üç aydan iki yıla kadar hapis veya beş milyar liradan elli milyar liraya kadar ağır para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,
b) Bandrol almaksızın çoğaltan ve yayan veya eser sahibinin ve bağlantılı hak sahibinin haklarını ihlâl edecek şekilde bedelsiz yayan, bu Kanuna ve ilgili mevzuata uygun alınmış bandrolleri mevzuatta belirlenen şekilde yapıştırmadan bedelli ve bedelsiz yayan kişiler hakkında, iki yıldan dört yıla kadar hapis veya ellimilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,"
En son festivalden sonra basılmış olarak yazarına teslim edilen kitabın bazı satış noktalarında satıldığı de mahalli gazetede ilan olarak verildiğini ve bu satanlardan birisinde görerek resimlediğim kitapların BANDROLSÜZ olarak  satıldığın satıcı tarafından da kapının önünde teşhir edildiğini görmek çok acı verici.  Kitapta ayrıca ISBN numarası da bulunmamaktadır. Kitap kimliği de denilen zorunlu bilgilerin bulunduğu sayfa Yayınlayan Çorum Belediyesinin adı geçmemektedir. " Kanun No: 5187      Kabul Tarihi: 9.6.2004

ÇORUM BELEDİYESİ'NİN en son yayınlattığı kitap:

 

 

 

GÖRÜLECEĞİ ÜZERE KİTABIN ÖN VE ARKA KAPAĞINDA BANDROL BULUNMAMAKTADIR

BANDROLSÜZ KİTAP SATIŞI YAPILAN YER

 

 

 

 Zorunlu bilgiler
MADDE 4. — Her basılmış eserde, basıldığı yer ve tarih, basımcının ve varsa yayımcının adları, varsa ticarî unvanları ve işyeri adresleri gösterilir. İlân, tarife, sirküler ve benzerleri hakkında bu hüküm uygulanmaz.
Haber ajansı yayınları hariç her türlü süreli yayında, ayrıca yönetim yeri, sahibinin, varsa temsilcisinin, sorumlu müdürün adları ve yayının türü gösterilir.
Zorunlu bilgileri göstermeme
MADDE 15. — 4 üncü maddeye göre basılmış eserlerde gösterilmesi öngörülen hususların gösterilmemesi veya gerçeğe aykırı olarak gösterilmesi halinde, süreli yayınlarda sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili, süresiz yayınlarda yayımcı ve adını ve adresini göstermeyen veya yanlış gösteren basımcı beşyüzmilyon liradan yirmimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza, bölgesel süreli yayınlarda ikimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda beşmilyar liradan az olamaz."
Daha da acı vereni ise;bir Kamu Kuruluşunun yayınlayarak  kapağına da Kamu Kurumunun ismi ile KORSAN satış yapılmasına ve bilhassa da Korsanla mücadele adı altında etkinlik yapmasına ne demeli ? 
Ayrıca Kanun Bandrolsüz eserler hakkında:
Bandrolleşmemiş Nüsha ve Yayınlar Hakkında Uygulanacak Hükümler
Madde 10- Bu Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak kasten, bandrol alınması gereken eser, icra ve yapımların tespit edildiği kaset, CD, VCD ve DVD gibi taşıyıcı materyaller ile süreli olmayan yayınları; Bandrol almaksızın dağıtan, satan veya her ne surette olursa olsun başkalarının istifadesine sunanlar hakkında Kanunun 81 inci maddesi hükümleri uygulanır.”
Denmektedir nedir kanunun 81 maddesi:
" Fikir ve sanat Eserleri Kanunu
II. Haklara Tecavüzün Önlenmesi
Madde 81. -(Değişik: 3.3.2004-5101/24) Musiki ve sinema eserlerinin çoğaltılmış nüshaları ile süreli olmayan yayınlara bandrol yapıştırılması zorunludur. Ayrıca, kolay kopyalanmaya müsait diğer eserlerin çoğaltılmış nüshalarına da eser veya hak sahibinin talebi üzerine bandrol yapıştırılması zorunludur. Bandroller, Bakanlıkça bastırılır ve satılır. Bakanlıkça belirlenen satış fiyatı üzerinden meslek birlikleri aracılığı ile de bandrol satışı yapılabilir.
Bandrol alınabilmesi için, bandrol talebinde bulunanın yasal hak sahibi olduğunu beyan eden bir taahhütnameyi doldurması zorunludur. Bakanlıkça tespit edilen diğer evrak ve belgelerle birlikte başvuru yapılır. Bakanlık, bu başvuru üzerine başka bir işleme gerek kalmaksızın on iş günü içinde bandrol vermek mecburiyetindedir. Beyana müstenit yapılan bu işlemlerden Bakanlık sorumlu tutulamaz.
Bandrol yapıştırılması zorunlu nüshaların tespit edilmesi ve çoğaltılmasına ilişkin materyalleri üreten ve/veya bu materyallerin dolum ve çoğaltımını yapan yerler, bu maddede belirtilen taahhütnamenin bir kopyasını almak, saklamak ve istendiğinde yetkili makamlara ibraz etmekle yükümlüdür.
Bakanlık ile mülkî idare amirleri bandrollenmesi zorunlu olan nüshaların ve süreli olmayan yayınların, bandrollü olup olmadıklarını her zaman denetleyebilir. Gerekli görüldüğünde, mülkî idare amirleri re'sen veya Bakanlığın talebi ile bu denetimi gerçekleştirmek üzere illerde denetim komisyonu oluşturabilir. İhtiyaç halinde; bu komisyonlarda Bakanlık ve ilgili alan meslek birlikleri temsilcileri de görev alabilirler. Bu maddede belirtilen ihlâllerde, genel kolluk ve zabıta; re'sen ve/veya hak sahipleri, komisyon, meslek birlikleri, Bakanlık veya ilgili diğer kanunlarla kendisine yetki ve görev verilmiş olanların ihbarı üzerine harekete geçerek, usulsüz ve izinsiz olarak çoğaltılmış ve yayılmış nüsha ve yayınlar ile bunları çoğaltmaya yarayan her türlü aracı ve diğer delilleri toplayarak, taşınmaz olanlarını emanet altına aldıktan sonra, toplanan delilleri Cumhuriyet savcısına suç duyurusu ile birlikte sevk eder.
Cumhuriyet savcısı üç gün içinde yetkili mahkemeden usulsüz çoğaltılmış nüsha veya yayınlara el konulmasını, imhasını, bu konuda kullanılan teknik araçların mühürlenmesini ve satışını ve usulsüz çoğaltımın gerçekleştirildiği yerin kapatılmasını talep eder.
Nüsha ve yayınların el konulduğu tarihten itibaren on beş gün içerisinde, eser veya hak sahipleri tarafından yetkili mahkemeye herhangi bir şikâyet veya başvuruda bulunulmaz ise, Cumhuriyet savcısının talebi üzerine yetkili mahkeme, davaya esas olacak sayıda nüshanın muhafaza edilerek, diğerlerinin imhasına veya bunların hammadde olarak yeniden kullanımlarına dair imkânların olması halinde, mevcut halleriyle veya bir daha kullanılmayacak derecede vasıfları bozulmak suretiyle, hammadde olarak satışına karar verir. Belirtilen süre içinde eser veya hak sahipleri tarafından bir şikâyet veya başvuru yapılması halinde bu Kanunun 68 inci madde hükümleri uygulanır.
Bu Kanun kapsamında korunan, yasal olarak çoğaltılmış, bandrollü nüshaların da yol, meydan, pazar, kaldırım, iskele, köprü ve benzeri yerlerde satışı yasaktır. Bu nüshalara da genel kolluk veya zabıta gördüğü yerde el koymak ve topladığı nüsha ve yayınları yetkili mercilere göndermek zorundadır. Bu şekilde toplanan nüsha ve yayınların, satış veya diğer yollarla değerlendirilme şekli ilgili alan meslek birliklerinin de görüşlerini almak suretiyle Bakanlıkça belirlenir.
Bu maddede belirtilen hususların uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir.
Bu madde hükümlerine aykırı olarak kasten,
1. Bu Kanuna göre bandrol alınması gereken eser, icra ve yapımların tespit edildiği kaset, CD, VCD ve DVD gibi taşıyıcı materyaller ile süreli olmayan yayınları;
a) Bu maddenin yedinci fıkrasında sayılan yerlerde, bandrol almaksızın satanlar hakkında, üç aydan iki yıla kadar hapis veya beşmilyar liradan ellimilyar liraya kadar ağır para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,
b) Bandrol almaksızın çoğaltan ve yayan veya eser sahibinin ve bağlantılı hak sahibinin haklarını ihlâl edecek şekilde bedelsiz yayan, bu Kanuna ve ilgili mevzuata uygun alınmış bandrolleri mevzuatta belirlenen şekilde yapıştırmadan bedelli ve bedelsiz yayan kişiler hakkında, iki yıldan dört yıla kadar hapis veya ellimilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,
2. Bu Kanun ve ilgili mevzuata göre bandrol alma hakkı olmadığı halde, sahte evrak veya dokümanlarla veya herhangi bir biçimde Bakanlık veya yetkilendirdiği kuruluşları yanıltarak bandrol alan, münhasıran bandrol alınması gereken eser, icra ve yapımların tespit edildiği kaset, CD, VCD ve DVD gibi taşıyıcı materyaller ile süreli olmayan yayınlar için verilen bandrolleri amacı dışında kullanan kişiler hakkında, iki yıldan dört yıla kadar hapis veya yirmimilyar liradan ikiyüzmilyar liraya kadar ağır para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,
3. Sahte bandrol imal eden, kullanan ve/veya sahte bandrolden her ne şekilde olursa olsun ticarî menfaat sağlayan kişiler hakkında, üç yıldan altı yıla kadar hapis veya ellimilyar liradan ikiyüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden, hükmolunur.
Yukarıdaki fıkrada sayılan ve yaptırım gerektiren fiillerden birini kasten işleyenler hakkında; 3005 sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu, 1 inci maddesinin (A) bendindeki mahal ve 4 üncü maddesindeki yazılı zaman kaydına bakılmaksızın uygulanır ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 344 üncü maddesinin (8) numaralı bendindeki şart aranmaksızın kamu davası açılır."
Benim;İSBN ve BANDROLLE uğraşmama pek çok kişiler tarafından akıl erdirilememektedir. Benim bu bilgileri pek çok arkadaşa söylediğim gibi,dergim basılırken veya sanal yayınlanırken de anlatmaya çalışmamın kulak ardı edilmesini benim aklım ermemektedir.
Ayrıca;Çorum Belediyemizin çok güzel basılmış bir periyodiği bulunmaktadır. Yalnız bu periyodiğin ISSN bulunmamaktadır. Neden bu ihmalleri yapıldığını anlamak zor. Birde bu ISBN ve ISSN almak o kadar zor bir işlem olmadığını aşağıda yapılacak işlemlerle anlatmaya çalışayım.
Şimdi Kanun ve Yönetmenlikler ile tekrar bir yayıncının nasıl bir yol inceleyerek,Kanunların kendilerine verecekleri cezalardan kurtulmalarını anlatmaya çalışacağım.
Benden söylemesi,isterseniz uygular,isterseniz uygulamazsınız. Bu sizin bileceğiniz iş.
Bir yayıncı;yani bir kitap yayınlayan şahıs veya kurum önce Kültür Bakanlığına bir yayıncı formunu doldurarak İSBN müracaatımızı yapmamız gerekmektedir.
Yayıncı formumuzda belirtilen bilgilerle basılacak kitap için ISBN periyodik için de ISSN müracaatı almamız gerekmektedir. “ISBN Nedir   “ISBN (International Standard Book Number), hızla değişen ve gelişen dünyamızda artanbilgi üretimini izleyebilmek ve geniş çapta kullanıma sunmak için 1972 yılında Uluslararası Standartlar Organizasyonu (ISO) tarafından hazırlanan ve üye ülkelerin onayı ile yürürlüğe giren bir kitap numaralama sistemidir. “ Denmektedir. Burada görüleceği gibi;Ülkeler arası bir kayıt yapılması demektir.
ISBN hangi materyallere verilir “Basılı materyal (kitap, katalog, yıllık vb.) ,Mikroformlar,Video, film ve kasetler (eğitim amaçlı),Karma yayın araçları (kitap+kaset, kitap+CD gibi),Bilgisayar yazılımları (eğitim amaçlı),Atlas ve haritalar,Braille alfabesiyle yazılmış materyal,Elektronik yayınlar (http, www, ftp, CD, disket vb.)”  ISBN almaya gerek olmayanlar ise “Takvim ve günlükler,El yazması eserler,Broşürler,
Poster, afiş ve gazeteler,Gösteri programları (tiyatro, müzikal, resital, konser vb.),Okul müfredat programları,Formlar,Ajandalar,Fiyat listeleri, satış ve reklam katalogları, reçeteler,Kitap haline getirilmemiş makale, genelge, yönerge vb. materyal” Burada gördüğünüz gibi her metaryale ISBN verilmemektedir.
            İSBN Almak için:
“ISBN sistemine katılabilmek için yayımcı bilgileri ile yayımcının gelecek on yıl için basmayı tasarladığı yayın sayısını içeren “Yayımcı Başvuru Formu”  doldurularak ISBN Türkiye Ajansı’na (Kütüphaneler Genel Müdürlüğü) başvurulur.
ISBN’ nin zamanında yayımcıya ulaştırılabilmesi için “Materyale ait Bilgiler Formu” nun yayın baskıya girmeden yaklaşık bir ay önce, eksiksiz olarak ISBN Türkiye Ajansı’nda olabilecek biçimde ulaştırılması gerekir.
Başvuru, Ajansa ulaştığında yayımcıya, on yıllık yayın kapasitesiyle orantılı bir yayımcı ön sayısı belirlenerek buna bağlı numara grubu ayrılır. Bu sayı grubu sadece o yayımcıya aittir.
Örneğin; Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yayımcı ön sayısı 17 dir ve sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yayınlarında kullanılır.
Yayımcı Başvuru Formu, ISBN sistemine ilk giriş için bir kez doldurur.
Yayımcılar, basımla ilgili bilgileri kesinleşmiş her bir materyal için
‘Meryale Ait Bilgiler Formu” nu doldurarak Ajansa iletir.
Başvuru formları, faks ile gönderilebileceği gibi E-mail aracılığı ile de ulaştırılabilir.
Yayımcılar, başvuru sonrasında materyale ait bibliyografik bilgileri ve numaralarını İnternetteki Web sayfamızdan da öğrenebilirler. Ayrıca, E-mail adreslerini veren yayımcılara, ISBN otomatik olarak iletileceği gibi, yayımcılar Ajansı telefonla aradıkları takdirde numaralarını alabilirler. Ancak resmi bildirim, formun aslı Ajansa ulaştığında yayımcıya gönderilir.
Formlarda, ISBN verilen yayımcı konumundaki kişi ve kuruluşlarla ilgili bilgiler ile kaşe, mühür, sorumlu ad ve imzalarının yer alması gerekir. “
Bu müracaatla birlikte,yayınlayacağınız kitap için de ISBN müracaat formu doldurarak yollarsınız.Formlarda, ISBN verilen yayımcı konumundaki kişi ve kuruluşlarla ilgili bilgiler ile kaşe, mühür, sorumlu ad ve imzalarının yer alması gerekir.
Kitabımız basıldıktan sonra;bandrol almak için Bandrol Talep ve Taahhüt name doldurularak bulunduğunuz İl  Kültür Müdürlüğüne verilir.
 Bu taahhütname istenilen bandrol sayısı kadar Kültür Bakanlığına belirli bandrol ücreti yatırılır. Makbuz Kültür Müdürlüğüne teslim edilir.  En geç 15 gün içerisinde müracaat sahibine bandroller seri numaraları yazılı olarak teslim edilir.
Bu kadar irdelemeden sonra ise yaptığımız basılı materyalin bütün işlemlerini böyle eksik
yapılmasının bizlere zararlarını sıralamak isterim.
1-Önce bu basılı materyalin sadece yayınlayanın ve bu yayına satın alarak veya dağıtanlarca alanlardan başkaları bilemez.
2- ISSN ve ISBN si olmayan basılı materyal Resmi kurumlarca satın alınmaması yüzünden bu kurumlarda bilhassa kütüphanelerde yoksun kalmalarına sebebiyet verir " KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYIN SEÇME YÖNETMENLİĞİ Yayın seçme ölçütleri
Madde 10 —
Yayın Seçme Kurulu ve yayın inceleme komisyonları tarafından Bakanlıkça veya kütüphanelerce satın alınacak, bağışlanacak ve değişimi yapılacak yayınlar ile abone olunacak süreli yayınların değerlendirilmesinde;
Anayasada belirtilen temel ilkelere, kanunlara, genel ahlaka ve uluslar arası anlaşmalara aykırı olmamak üzere:
a) Ulusal, evrensel kültür ve sanat eserlerinin bugünkü kuşaklara tanıtılmasını sağlayan,
b) Kişilerin pratik bilgi ve becerilerini geliştiren, boş zamanlarının değerlendirilmesi ile ilgili gereksinimlerini karşılayan,
c) Toplumun kültürel, sosyal ve ekonomik kalkınmasına yardımcı olan, ortak duygu ve hassasiyetlerini tahrip etmeyen, bireylerin ve toplumun bir kesimini rencide etmeyen ve gruplar arasında düşmanca duygular oluşturmayan,
d) Çağdaş uygarlığın yapıcı ve bilimsel birikimini yansıtan, Atatürk ilkeleri ile demokrasi, laiklik, insan hakları, düşünce özgürlüğü gibi ulusal ve evrensel değerlere aykırı olmayan,
e) Kültürel ve sanatsal değerlerimizi, geleneklerimizi yansıtan,
f) İçerik yönünden reklam ve ticari amacı ön planda tutmayan,
g) Siyasi amaçlı ve propagandaya yönelik olmayan,
h) Kolay anlaşılır ve arı bir dille yazılmış olan,
i) Yazım, dizgi ve baskı hataları bulunmayan, bağış yayınlarda fiziksel olarak yıpranmamış ve güncel olan,
j) Danışma kaynakları ve araştırmaya dayalı yayınlarda en yeni basım tarihine sahip olan,
k) Kullanıcılar tarafından aranan ve hizmet verilecek yörenin gereksinimlerini (tarım, hayvancılık, balıkçılık, el sanatları ve benzeri) karşılayabilecek nitelikte olan,
l) Süreli yayınlarda belirtilen zamanda ve düzenli çıkan,

m) Yurt içinde yayınlanan kitaplar için Uluslararası Standart Kitap Numarası (ISBN/ International Standart Book Number) almış olan,
n) Yurt içinde yayınlanan süreli yayınlar için Uluslararası Standart Süreli Yayın Numarası (ISSN/ International Standart Serial Number) almış olan,yayınlar seçilir.

Abone olunan süreli yayınlarda bu Yönetmelikte belirtilen esaslara uygun olmayan bir durum saptandığında, durum Genel Müdürlükçe Yayın Seçme Kurulu'na sunulur. Kurul'un kararı Genel Müdürlükçe yayıncısına ve abonesi yapılmış kütüphanelere duyurulur."
3- Eser sahibinin şikayet karşısında Kanunların ön gördüğü hapis ve para cezasına çarptırılmasına sebep olur. " 1. Bu Kanuna göre bandrol alınması gereken eser, icra ve yapımların tespit edildiği kaset, CD, VCD ve DVD gibi taşıyıcı materyaller ile süreli olmayan yayınları;
a) Bu maddenin yedinci fıkrasında sayılan yerlerde, bandrol almaksızın satanlar hakkında, üç aydan iki yıla kadar hapis veya beşmilyar liradan ellimilyar liraya kadar ağır para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,
b) Bandrol almaksızın çoğaltan ve yayan veya eser sahibinin ve bağlantılı hak sahibinin haklarını ihlâl edecek şekilde bedelsiz yayan, bu Kanuna ve ilgili mevzuata uygun alınmış bandrolleri mevzuatta belirlenen şekilde yapıştırmadan bedelli ve bedelsiz yayan kişiler hakkında, iki yıldan dört yıla kadar hapis veya ellimilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,
2. Bu Kanun ve ilgili mevzuata göre bandrol alma hakkı olmadığı halde, sahte evrak veya dokümanlarla veya herhangi bir biçimde Bakanlık veya yetkilendirdiği kuruluşları yanıltarak bandrol alan, münhasıran bandrol alınması gereken eser, icra ve yapımların tespit edildiği kaset, CD, VCD ve DVD gibi taşıyıcı materyaller ile süreli olmayan yayınlar için verilen bandrolleri amacı dışında kullanan kişiler hakkında, iki yıldan dört yıla kadar hapis veya yirmimilyar liradan ikiyüzmilyar liraya kadar ağır para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden,
3. Sahte bandrol imal eden, kullanan ve/veya sahte bandrolden her ne şekilde olursa olsun ticarî menfaat sağlayan kişiler hakkında, üç yıldan altı yıla kadar hapis veya ellimilyar liradan ikiyüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasına veya zararın ağırlığı dikkate alınarak her ikisine birden, hükmolunur.
Yukarıdaki fıkrada sayılan ve yaptırım gerektiren fiillerden birini kasten işleyenler hakkında; 3005 sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu, 1 inci maddesinin (A) bendindeki mahal ve 4 üncü maddesindeki yazılı zaman kaydına bakılmaksızın uygulanır ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 344 üncü maddesinin (8) numaralı bendindeki şart aranmaksızın kamu davası açılır. 
Buraya kadar yazdıklarım,basılı,görsel,işitsel ve her türlü yayın yapanlara bilgi vermek amacı taşımaktadır. Ben vatandaşlık görevimi yaparak bu bilgileri vermekteyim. Kişiler,kurumlar,kuruluşlar artık kendi görüşlerine göre davranarak değil Kanunlarımızın,yönetmenliklerimizin gereğini getirerek çalışmalarını yapmaları gerekliliğini görmeleri

 

 

 

 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ömer Ertuğrul SOYACAK
Ömer Ertuğrul SOYOCAK Hayat Hikayesi
ÇORUM VE GELİŞMİŞLİK
              Devlet planlama teşkilatını 2003 yılından itibaren illerin gelişmişlik sıralaması için yeni bir kriter oluşturmuştur . Bu da sosyoekonomik  gelişmişlik sıralamasıdır. Bu kriterdeki göstergeler istihdam ,eğitim , sağlık, kişi başına düşen otomobil sayısı, kullanılan elektrik enerjisi miktarı,gibi sosyal göstergelerle, imalat, inşaat ,tarım ,turizm gibi ekonomik göstergelerden ibaret toplam 58 değişken içermektedir. Bu değerlendirmeler sonucunda çorum ‘un sıralaması 81 il içerisinde 46’ıncı sıradadır.
              Bir şehrin sosyoekonomik konumunu şekillendiren üç ana unsur mevcut dur
1)      Kentin planlanması
2)      Özel sektör ve devlet yatırımları
3)      Sivil toplum kuruluşlarının uyarıcı ve yönlendirici faaliyetleri
                 1) Kentin planlanması esastır. Bu konuda bakanlar kurulunun yönlendirici karaları da mevcut dur.Kenti planlamak demek.Kentin vizyonunu (gelecekte varılmak istenen yer ) tespit etmek gerekir bu imardır,tarımdır, turizmdir ,sanayidir şehirle ilgili her husustur örnek bir imar planı düşününki ömrü  hep yap bozla  geçiyor,  bu şehrin geleceğini ve gelişimi sağlamaz. Ancak sağlıklı uygulanan bir imar planı şehrin geleceğini ve gelişimini hazırlar.Sağlıklı bir imar düzeni  için nazım imarın tanzimi şarttır. Nazım imar planı şehrin gelişim bölgelerinin tiplerini nüfus ve yapı yoğunluklarını gelişim yönünü ulaşım sistemlerini gösterir ve uygulama planına esas olur. Siz hiç fakülte binaları için atılan temellerin yerini gezdiniz mi ? lütfen gezin ve kenti  ileri dönük planlaması demekle ne anlatmak istediğimizi gözlerinizle görün . Çağdaş üniversite modelinde yerleşim tarzı olarak kampus esas  alınır.Bu kampus her türlü sosyal faaliyetleri içerecek tarzdadır oysaki çorumda her fakültenin temelinin yeri ayrıdır.Ve hangi kritere göre belirlenmiştir anlaşılamaz.
             2)2004 yılı itibari ile Çorumda kişi başına düşen kamu yatırımı 91 milyon ytl sidir Türkiye genelinde bu rakam 232  milyon ytl . Çorum’da özel sektörün durumu da belirgindir Çorumda sanayinin bel kemiği ve dinamiği toprak sanayidir sektörün başlangıcı 1950 li yıllara kadar gider. Bu tamamen yerel bir potansiyeldir.1980li yıllarda başlayan konut yapım seferberliği sektörün hızlı büyümesine yeni yatırımlar yapılmasına ve istihdamın artmasını sağlamıştır
             Un ve toprak sanayisinin  makine ve ekipman ihtiyacını karşılamak amacı ile kurulan makine sektörü zamanla gelişerek Çorum sanayisinin itici gücü olmuştur 1970li yıllarda başlayan un,toprak makine sanayi ve buna bağlı olarak nakliye sektörü ile gelişen Çorum sanayi zamanla gelişmiş ve çeşitlenmiştir. Kağıt,ambalaj,tıbbi malzeme,tekstil,radyatör, viyol ,yumurta,yem gibi sektörlerle bir tepe noktası yakalamıştır.
              O günlerde yaygın basında geniş yer alan Anadolu kaplanları  ve Çorum modeli tanımı tüm Türkiye’ye yeni bir model olarak sunuluyordu. Değişim özellikle nicelik bakımından değil nitelik bakımından övgüye değer bulunuyordu 2000 yıllarının başlarında görülen iç ve dış ekonomik olumsuzluklar ,uygulanan finans politikaları,1998 yılında yürürlüğe  giren OHAL yasası olarak bilinen 4325 sayılı yasa ile diğer illere verilen teşviklerin Çorum’a  verilmemesi tevsii ve yeni yatırımları olumsuz etkilemiş sanayi durma noktasına gelmiştir. Sonradan Çorum teşvik kapsamına alınmış ancak o günlerin getirdiği sıkıntılar tam giderilememiştir.
             3) Sivil toplum örgütlerinin uyarıcı ve yönlendirici faaliyetleri esas olduğuna göre  şehrimiz sivil toplum örgütlerinden uyarıcı ve yönlendirici yönde faaliyetler beklemektedir. Geçtiğimiz günlerde şehrimizde bu yönde bir güç birliği oluşmasını memnuniyetle görmekteyiz. Bu birlikteliğin yapacağı en önemli iş şehrimizin geleceğine ilişkin konuları şehrimizin gündemine sokmak ve sorun çözülünceye kadar güncel tutmak olmalıdır . Şu anki gündemin ilk maddesi Hitit Üniversitesi ve sorunları olmalıdır.
              İlimizin ekonomisinin tekrar canlanacağı günleri ümitle bekliyoruz.Bu ümidimizi güçlendiren bazı belirtiler ise;
              1)Gazi Üniversitesine bağlı olarak eğitim veren  4 fakülte, 4 yüksek okulun  yeni kurulacak tıp ve veterinerlik fakülteleri ile Hitit üniversitesi haline dönüştürülerek yılların özleminin giderilmesi
              2)Türkiye’nin kiremit üretimin %45,tuğla üretiminin %10 karşılayan 3500 kişiye iş veren toprak sanayisinin uygulanan konut politikası sayesinde yeniden canlanması
              3)Senede 350 milyon üretimi ile Türkiye’nin ihtiyacının %4 karşılayan yumurta sektörünün kötü günlerini geride bıraktığı düşüncesi
              4)Bir grup Çorumlu iş adamının bir araya gelip kurduğu Çorum Doğal Gaz A.Ş  şehrimizden sonra 8 ilin daha doğal gaz dağıtım işini almış olması
              5)Makine sanayi ve diğer iş dallarında ihracat çabaları (Çorum’un 2004 yılı ihracatı 26 milyon dolar)
              6)Çorum’da markalaşma ve kurumsallaşma çabaları
              7 )Çorum dışında yaşayan Çorumlu iş adamlarımız ve bürokratlarımızın ilgisi
              Şehrimiz sosyal ,siyasal , ekonomik  çabalarının artarak, gelişmişlik sıralamasında bulunduğu 46 sıradan hakkı olan daha iyi yerler gelmesi hepimizin hedefi olmalıdır.

 

 
 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
TÜRKİYE’NİN CENNETLERİ VAR
Herkesin, yazın tadını çıkarmak için tatil yeri aradığı bir mevsimde, ben bir bahçenin başını bekleyecek durumda değilim.
Bir günde eşyalarımı toparlayıp arabama yerleştirdim. Bunları yaparken de, bir şey unutmamak için çok dikkat ettim. Ancak, insan bir şeye çok dikkat ederse, bilinmelidir ki hata yapacaktır; ben de onu yaptım ve en çok gerek duyacağım kulaklığımı unuttum. Yalnız olduğum zaman kulaklık ihtiyacı duyuyor değilim ama, Aktur veya Fethiye’de komşularla birlikte olduğumuz zamanlar ihtiyaç duymadığım da söylenemez.
Bu yolları 1953 yılında, ilk defa ve çocuklarımla birlikte olarak araba ile geçmiştik. Geçtiğim bu yollar, diğer Anadolu yollarından farklı değildi. Bilhassa, Sivrihisar’dan itibaren olan kısım yeni yapıma alınmıştı. Tiraj belirlenmişti ve toprak hafriyatı yeni yapılmıştı. Bir araba yoldan geçtiği zaman, arkadan başka bir arabanın onu yakından takip etmesi mümkün olmazdı. Gündüz gözüne, öndeki arabanın arkasından yolu takip etmeniz mümkün olmazdı. Bu yolu bir de, çamur halini düşünün. Ben çamur halinde de bu uzun yolu takip etmiş idim. Bu gün bunlar, ancak çok acı birer hatıra olarak benim hafızamda kalmışlardır. Bu bakımdan, bu yolların eski hallerini görmemiş olanlar, kendilerini bize göre daha mutlu yaratılmış insanlar olarak kabul edebilirler.
Ankara ile Sivrihisar arasında, Avrupa standartlarına uygun bir yolumuz var. İşin tuhaf yanı, bu yolda sürat tahdidi yok gibi bir şey. Ben de gidişata uydum ve arabamın takatine rağmen, süratli giden arabalara uymak zorunda kaldım. Sivrihisar’dan sonra, herkes daha temkinli idi. Böylece ve normal koşullar içinde yola devam ettik. Ankara ve Sivrihisar arasındaki yola benzer başka bir yola da bir daha rastlamak imkanını bulamadık. Yer yer bozuk yerler tek yola dönüşümler ve de yol tamiratlarıyla karşılaştık. Demek istiyorum ki, bizim gideceğimiz yere kadar aynı tertip bir yola kavuşmak için, daha en azından on yıl kadar beklememiz gerekecektir. Benim acelem yok ama, acelesi olanlar için bu yılları saymak bile bir sorun olabilir. Avrupalı olmak, öyle kolayına kazanılacak bir vasıf değildir. Avrupa demek, her şey gibi, yolların da standart hale gelmiş olması demektir.
Beni erken geldiğimi görenler, benim yarış yaptığım şüphesine düştüler. Ben cidden yarış yapmadım. Yorulmuş olsam, oracıkta kalabilirdim. Bu araba, küçük ve motoru da takatsiz olmasına rağmen, cidden insanı yormuyor. Zaten hareket etmeden de, geldiğimde sofrayı hazır bulmak istediğimi biliyorlardı. Düşündüğüm gibi de oldu. Sofraya oturdum ve her günkü alıştım bir kadehimi de yudumlamaktan geri kalmadım. Yalnız; bu kadeh, Dünyanın cennetlerinden birinde, Datça’nın Aktur sitesinde içiliyor. Yemek sonunda da, Türk insanına bu Dünya cennetini kazandıran büyük idealist insan Özer Türk’e dualar ettim; Şuna da işaret etmeliyim ki, çok önceleri devletimizin aldığı bir doğru karar bozulmadan tatbikata devam edilmektedir. Muğla’nın bu güzel ilçelerinde arazi envanteri yapılmış ve nereye ne cins tesis yapılacaksa tespit edilmiştir. Bu dikkatli tatbikattan dolayı, kimse, mülkiyet hakkını toplum zararına kullanamıyor. Böylece, plan tatbiki sahası buldukça, dünyada yaratılan, insanların yarattığı cennetler de ortaya çıkıyor. Bunların kıymetini şimdi tam idrak etmemiş olsak bile, bizi takip edecek nesillerimiz de, tıpkı benim yaptığım gibi, bu cennetlerin bozulmamasına gayreti geçmiş herkese hayır dualar edeceklerdir. Ne kainat ve ne de dünya, yalnız bizim için yaratılmış değillerdir.

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsmet ÇENESİZ
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
ANAMIZIN YEMEKLERİ;
            Geçen gün bolu dağındaki lokantalardan birinde bir aile dostumuzla birlikte yemek yiyoruz. Lokantada ki yoğurt şahane, köfte ve balda öyle. Ya balın yanındaki yağa ne demeli. Lokantadaki yiyeceklerin lezzetini görünce şöyle bir düşünüp gerilere, bundan 40-50 yıl öncesine  gidiyorum. 
            O zamanlar Çorumda ki yiyeceklerde böyle tatlı, katkısız ve de kazıksız idi. Ya şimdi? Ekmekte bile 40 çeşit katkı var. Hayvanların yeminde kemik unu, balık unu, hormon ve binbir çeşit ilaçlar var. Sebzelerde de yine öyle ölçüsüz suni gübreler. Gıda maddelerine ağza hoş gelsin diye katılan katkı ve boya  maddeleri de işin cabası.   
             Lokantanın sahibine, yiyeceklerin böyle leziz oluşlarının sebebini soruyoruz, o da, “ Bunlar yayla malı. Suni katkı maddesi yok. Yem bile yemez bizim kestiğimiz hayvanlar. Yayla da çayırda ne bulurlarsa onu yerler. Suda klor, havada mazot yok. Ot gübre yüzü görmez. Gökten ne yağarsa onu alır, onu kabullenir. İşin, sözün özü bu” diyerek, durumu özetliyor.  
             Bu gün tüm orta yaşlı erkekler, ”anamın yemekleri” derde başka bir şey demezler. Rahmetlik anam bir patlıcan oturtma yapardı parmaklarını yerdin. Birde bağdan Ahmet Bey üzümü gelmişse değmeyin gitsin. Şöyle pilav sade yağda pişip, üzerine de yine az yanmış sade yağ dökülmüşse ister karıştır ye, ister karıştırmadan ye. Mis gibi kokusunu koklaya koklaya, ye babam ye!   
            Tabi yiyeceklerin böyle güzel ve lezzetli olmasında o zamanlar her şeyin katkısız saf ve temiz oluşunun da büyük etkisi vardı. Başka sebeplerin yanında bir başka en önemli sebepte “ana yemeği” oluşuydu.
Ana yemeği başkadır. Ana yüreği gibi. O yemeklere anamız emeğini, ana yüreğini, ana sevgisini de katardı. O cennet kapısını açasıca elleriyle yoğurduğu hamuru, açtığı yufkaları, yaptığı böreklerin yerini tutar mı şimdi katkı maddeleriyle çarşıda yapılanlar. Odun ateşinde aheste pişen yemekle, harlı alevde, tüplü ocakta pişen yemek bir olur mu? Olmaz! Tandır da pişen keşkeği şimdi arada bul. O yarma nerdedir ki? Kaldı mı ki bu günde?     
            Tabiki eşlerimizde çok güzel yemekler yapıyorlar ama biz, o yemekleri, anamızın yemeğini yediğimiz ağzı kaybettik. Dil paslandı, damak yaşlandı. İnci diş gitti yerine takma diş girdi.
            Nasıl ki kulak duymadığı, göz görmediği için onun yerine koyduğun takma kulaklıkla ne kadar işitiyorsan, takma gözlükle ne kadar görebiliyorsan tat alma duygunda öyle yarım oldu. Bir şeylerin bir yerlerden fire verdi.
            Yukarda o ağızdan, o ağızda kaybedilenlerden bahsettikte, evliyanın birisi dergahında müritlerine yemekler verirmiş. Yemek olmadığı zamanlarda da dua eder, yüce Allah’ta bu kulunun duasına karşılık güzel yemekler ihsan edermiş. Müritler de bu yemeklerle karınlarını bir güzel doyurur, ibadetleriyle de şükürler ederlermiş. Şeyhlerinin olmadığı bir gün yemek vakti gelince müritlerden birisi, “nasıl olsa duasını biliyoruz, bu günde biz dua edelimde yemekler gelsin” demiş. Bunun üzerine başlamışlar duaya ama ne gelen var ne giden. O sırada yanlarına gelen yaşlı bir dervişe olayı anlatırlar. Dervişte, “oğul oğul! Dua aynı duada, ağız aynı ağız değil!” der.        
             O hesap, bizim ağızda aynı ağız ama anamızın yaptığı yemeği yiyen ağız değil. Dil paslanmış, damak yaşlanmış. İnci gibi diş gitmiş yerine takma diş gelmiş. Yama gibi.
            İYİ TAKMA DİŞLER! 
Sıhhat, afiyet, huzur dolu İkinci Baharlar dilerim efendim.
            Sevgi ve saygılarımla

 

 
 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
 BİR FESTİVAL DE BÖYLE GEÇTİ!
            Festival. Hem de uluslar arası festival. Sitemizde ay sonuna kadar kalacak olan resimlerden,festivale gelmezseniz bile;bazı festival kesitlerini ve kimlerin bu festivale katıldıklarını göreceksiniz.
            Bildiğiniz gibi;Gürsel Yayınevi sahibi olarak kendi çabalarım ile bu sayfaları sizlere ulaştırmaktayım ve kendi çabalarımla ile resimlemekte ve kendi çabamla da sizlere ulaştırmaya çalışmaktayım.
            Bir ata Sözümüz “İyilik yap,denize at. Balık bilmezse Halik bilir” görüşü ile en hızlı akan nehrin bir şelalesinde suyun geliş istikametine doğru kürek çekmekteyim. Ömrüm oldukça da kürek çekmeye devam edeceğim.
            Resimleri incelerseniz; resim aralarında festival hakkında katılımcılara memnuniyetinizi yada memnun olmadığınızı yazın yayınlayalım demekteyim. Bu uyarımızı bundan önce Çorum’da yapılan “Tarım Fuarında” da  e-posta sorular sordum ve cevaplarını vermelerini istedim. Bu çağrıma iki firma e-posta ile katıldılar.
Onları aynen size sunuyorum:
 
H.Attila Düvencioğlu
Hidroser Ltd.Şti.
Pazarlama Müdürü aduvenci@hidroser.com
 
Sayın Gürsel;
Tarum fuarı gerek hazırlanış ve gerekse sunuş olarak yetersizdi.
Fuar yönetiminin deneyimsizliği,kadro azlığı,zamanın iyi ayarlanmaması gibi nedenlerden dolayı fuar istenildiği gibi geçmedi. Bunda Çorum halkının suçu var mıdır bilmem ama, katılımdan anlaşılacağı gibi Çorumlular bu fuara sahip çıkmadı.
80 katılımcı oldukça hatırı sayılır bir parayı Çorum'da bıraktı ama, yöneticilerin hiçbirisini aramızda göremedik. Sayın Çorum milletvekili daha sonraları ziyaret etti ama, o da ziyaretçi çekmeye yeterli olmadı. Sanırım Çorum halkı Hitit Festivalini bölgenin yegane fuarı olarak gördüğünden bu fuara rağbet etmedi.
Gelecek yıl aynı şartlar altında fuar organizasyonu yapılırsa katılmayı düşünmüyoruz. Firmamız Çorum fuarında yaklaşık olarak 10.000.YTL para harcamıştır. 80 firmayı düşünürseniz Çorum kaybı göz önüne çıkacaktır.
Saygılarımla.
 
 
Sükrü KILIÇ
Ekerler Tarim Makina Sanayi
Üretim ve Proje Müdürü
Ekerler Makina Sanayi 
info@ekerlermakina.com  
Gürsel Yayınevi Sahibi’ne:
1-2006 TARUM fuarından beklediklerinizi aldınız mı ?
Tarum  2006 Fuarından Beklentilerimizi tersine çıkaran bir tablo vardı.
Ekerler makine sanayi olarak Tarum 2005 fuarına da katılmıştık. Geçen sene bu talep daha fazla olduğunu tespit ettik. Standımızı yaklaşık 22 kişi ziyaret etti geçen  seneki oran 155 kişi idi...
 
2-2006 TARUM fuarında size göre eksiklikler nelerdir?
Tarum 2006 Fuarındaki eksikliğin En büyüğü;evet her şey eksikti. Tanıtım,Dağıtım,Reklam Yapılmamıştı bu nedenle çiftçi yeterince haberdar
Edilmemişti. İşte bunun sebebi yerel yönetimlerin bu konuyla alakasızlığı olarak değerlendiriyorum. Eğer ki; Yerel Yönetimler Tarum 2006 Fuarını geçen seneden itibaren tanıtımını  yapsalardı daha iyi olacaktı. Tabi Bunun birinci Sorumlusu Yerel Yönetimler, ikinci Sorumlusu Millet Vekilleri, üçüncü Sorumlusu CNT Fuarcılık Firmasının organize bozukluğudur.
Kapıya bir kaç güvenlik Koymakla organize olunmaz. Organize Yarışmalar düzenlenir.  Şehrin her kenarına Afişler ve yön levhaları asılır. Sebebi ziyaretçinin haberi
olmasa bile gördüğünde ziyaret amacı ile gelmesidir. Ne yazık ki her adımda  yapılan hataları iki senedir biz çekiyoruz.
Bilindiği Gibi Tarum 2006 Fuarına Katılan Firmalar hemen hemen hepsi Türkiye’nin en büyük Tarım Makineleri firmaları ve bayileri idi. İşte bu fuarla birlikte Çorum Tarum
2006 bir son kez can verdi.  Bence CNT fuarcılık bu işi bıraksın yerel yönetimler ve Ticaret Odası kendileri yapsınlar. Yapamıyorlarsa bıraksınlar bu işte, biz görevimizi yaptık Fuarı makinelerimizle şenlendirdik her türlü masraftan kaçınmadık tanıtım için katılım için ama tek eksik Çorum çiftçisi idi...
 
3-2006 TARUM fuarında istediğiniz ziyaretçi geldi mi ?
Bence Hiç Ziyaretçi Gelmedi Yaklaşık 160 bin Kişilik Çorumda günde 160 Kişi Ziyaret Etmedi ....
 
4-2006 TARUM fuarından fuar tanıtımı yeterli olduğunu düşünüyor musunuz ?
Tanıtım Organizasyon iyi değildi Bunun Tek Sorumlusu CNT Fuarcılık.
Katılımcı firmalara yersiz vaatlerde bulundu...
 
5-2006 TARUM fuarı gibi fuarlara katılıyor musunuz ?
Evet Mesela Ankara Altın Parktaki Fuara ve Konya Tüyapa Geçen sene  iştirak
Ettik  Ama inanın bundan daha iyi sonuçlar aldık ve Ne yazık ki Çorum Fuarına firma olarak katılmayı düşünmüyoruz ama Farklı Bir Organizatör Alır O zaman Düşünüle bilir.. Yerel Yönetimler Görevlerini tam yapar, o zaman düşünüle bilir...
 
6-Fuar sebebi ile Çorum'u gezebildiniz mi ?
Çorum Gezme Fırsatımız olmadı. Çünkü Fuardan çıkınca günün sıcaklığını
çekiyorsun ve ayrıca yorgun oluyorsun, yeni güne dinç başlamak için otelin
bulunduğu caddeden farklı bir yere gidemedik ..
 
7-Çorum'da bayileriniz var mı ?
Görüştüğümüz bir kaç tane  bayi var. Henüz Anlaşma aşamasındayız
 
8-Böyle bir etkinlik yapılır size bilgi verilirse  katılır mısınız ?
Bildiğiniz gibi nakliyeden tutun,konaklamadan tutun,yemek içme her şey artı
maliyet iste bu nedenle katılmamızın zor olduğu görünüyor İste en son söyleyeceklerim
Çorum için Bu fuarın çok etkisi olması beklenirken  hiç bir artısı olmamasıydı. Bu
tür Fuarlar Şehir Ekonomisini düzeltir,ticareti canlandırır. Bu nedenle bu tür fuarların daha ciddiyetle Çorumun gönül verenleri tarafından yapılması ve bu  fuarlar için Ticaret Odası, yerel yönetimler,belediye,köy muhtarları, birlik beraberlik olup şehrin tanıtımını yapması gerekir  Millet Vekili geldi ismini söylemek istemiyorum ve çok  yakıştıramadığım bir şekilde
belirli standları gezerek nabız yokladı ve 45 dakika gibi çok kısa bir süre bizleri dinlemeden gitti...
Teşekkür.

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Hasan Latif SARIYÜCE
Hasan Latif SARIYÜCE Hayat Hikayesi
BATI TRAKYA’YA DOĞRU GÜMÜLCİNE’DE
Gümülcine’yi otuz beş yıl önce de görmüştüm. Tipik bir Anadolu kasabasıydı. Şimdi çok büyümüş. Her taraf yeni apartmanlarla dolmuş. Temiz, bakımlı bir kent. Nüfusun çoğunluğunu yakın zamana kadar Türkler oluşturuyordu. Yunanlılar göçmenler getirerek bu dengeyi bozmuşlar.
Yunanlılar şu on yıl içinde bir Türk kenti olan Gümülcine’de ve de İskeçe’de bazı oyunlar tezgâhlamışlar. Rusya’da, Gürcistan’da yaşamakta olan 150 bin Pontusluyu getirip buralara yerleştirmek istemişler. Amaçları,  adını bile kullanmaya izin vermedikleri Türkleri azınlıkta bırakmak.  Bu Pontuslular denilenler, Rum mu değil mi, belli değil.  Konuştukları dili Yunanlılar anlamıyor.
Birinci Dünya Savaşı’nda doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan, Rum denilen, bir kısım Osmanlı yurttaşı, Türkleri taciz etmeye başlamışlardı. Balkan Savaşı’ndan dönebilen Türk erkekleri, hemen ardından Seferlik’e katılmışlar, geride yaşlı dedeler, nineler, açlıktan ölmemek için keçilerin zor çıktığı bayırlarda bir evlek fasulye ekmeye, dört kök mısır dikmeye uğraşan kadınlar kalmıştı. Kışkırtılan Rumlar Doğu Karadeniz’de bir Pontus devleti kurma düşlerine kapılmışlardı. Meydanı boş bulduk sanarak dağa taşa eli kanlı çeteler saldılar.
Atatürk Nutuk’un girişinde der ki: “Sonradan elde edilen belgelere dayalı bilgilerden anlaşıldı ki İstanbul Rum Patrikhanesi, Mavri Mira derneği, illerde çeteler teşkil etmek, mitingler ve propagandalar yapmakla uğraşıyor... Yunan Kızıl Haçı ile devletin izniyle kurulmuş göçmen komisyonu, Mavri Mira’nın çalışmalarına yardım etmektedir. Mavri Mira tarafından yönetilen Rum okullarının izci teşkilatları yirmi yaşını geçen gençlerden birlikler kuruyor.”
Doğu Karadeniz’de Pontuslu olduklarını söyleyen vatandaşlarımız, kışkırtmalar sonucu Türkleri canından bezdirecek biçimde rahatsız etmeye koyulunca karşı tepki görmekte gecikmediler. Her zorbalığın dayanıp duracağı, kırılıp büküleceği bir nokta vardır. Bölgedeki insanlarımız yapılan yağmalar, soygunlar, öldürmeler karşısında ne yapacaklarını şaşırmış durumda iken Giresun’da, Balkan Savaşı’nda topal kaldığı için Seferberlik’e katılamayan bir Topal Osman Ağa çıkıyor ortaya. Gözü kara bir adam. Karşı çeteler oluşturuyor. Rum çetelerini silip süpürmeye başlıyor. Rumlar tatlı dilli insanlardır. Dost görünmesini çok iyi beceren insanlardır. Yalnız kötülük yaparken acımak, merhamet etmek hiç akıllarına gelmez de kendilerine bir fiske vurulsa kıyameti koparırlar. Seslerini dünyanın dört bucağına duyururlar. Ağlamasını çok iyi becerirler. Mavri Mira aracılığıyla “Türk çeteleri bizi öldürüyor! Mallarımızı yağmalıyor!” çığlığını, Çanakkale’de yenilen anlı şanlı zırhlılarını İstanbul önüne demirlemiş bulunan İngiltere/Fransa/İtalya üçlüsüne yetiştiriyorlar. Osmanlıya ültimatom: “Karadeniz’deki çeteleri yakalayıp cezalandırın. Yoksa oralara da asker çıkarırız.”
Mustafa Kemal aslında, Kurtuluş Savaşı’nı başlatsın diye değil, Pontuslulara karşı canlarını mallarını, namuslarını  korumak için uğraş verenleri cezalandırsın diye Anadolu’ya gönderiliyor. Ama o durumu İstanbul’dakilerin gözlükleriyle görmüyor. Daha Samsun’a ayak basar basmaz hangi tarafın haklı, hangi tarafın haksız olduğunu saptıyor. Merzifon’a geldiğinde telgrafla davet ettiği Topal Osman Ağa ile burada buluşuyor. Ondan bölge hakkında bilgi alıyor, gerekli buyrukları veriyor. Pontusluların bir kısmı, Topal Osman’ın yılgısı ile daha Kurtuluş Savaşı sonucunu ve 1924 nüfus değişimini bekleyemeden Gürcistan’a, Rusya’ya göç ediyorlar. Göç edenlerin sayısı iddia edildiği gibi yüz binlerce değil en fazla birkaç bin kişidir.
İşte Yunanlılar Pontuslular denilen ve çoğu Rumca bilmeyen Rusları, Gürcüleri, Ermenileri, sosyalizmin çökmesinden sonra, yani şu on yıl gibi kısa bir zaman içinde Rusya’dan, Gürcistan’dan derleyerek Yunanistan’a getirmeye başlıyorlar. Hedefleri 150 bin kişidir. Ancak otuz bin kadar insan getiriyorlar. Bunları Türklerin çoğunlukta oldukları İskeçe’ye, Gümülcine’ye yerleştiriyorlar. Pontuslu göçmenlerin bir kısmı buralarda barınamadığı için başka yerlere, özellikle batı Avrupa’ya gidiyor. Bir öğretmenin söylediğine göre Yunanlılar gene de yalnız İskeçe’nin nüfusunu kendi lehlerine on bin kadar artırmışlar.
Dışardan insan derleme, getirip Batı Trakya’ya yerleştirme eyleminin sona ermediği, halen sürüp gittiği anlaşılıyor. Gümülcine’de haftalık olarak yayınlanan 05.05 2003 tarihli Türkçe İleri gazetesinde şu kısa yazı yer almıştır:
“Bildiğiniz gibi, Batı Trakya’daki nüfusu dengelemek için değil; o çoktan bozuldu ve Rumluk üçte iki oldu. Rodop İli’ndeki nüfusu ayarlamak da değil, çünkü o da oldu. Türk nüfusu üstüne çıkarmak için Rumluğu, Rusya taraflarından gelenlerin çoğunluğu, elbet devlet gücüyle, buralarda tutuldu. Senelerce bunlara aylık verildi. Boktan püsürden işler bulundu ve evlerinin kiraları ödendi. Bütün bunlardan sonra da, çok ucuz faizlerle ve yirmi yıllığına, ev yaptırmaları için, krediler verildi. Ama adamlar ev yaptırmıyorlar ki... Sanki saray yaptırıyorlar ve elbet tamamlamağa da paraları yetmiyor.
Bakan sayın ÇOHACOPULOS’un  04 Nisan 2003 tarihinde burada (Gümülcine’de) yaptığı konuşma metnini dikkatle okudum. Bir yerinde diyor ki: “Yeni evler için, 1500 kadar olacak, yeni arsalar bulmak gerek. Hem de şehir içinde veya çevresinde...” Bu cümleleri okurken daha içim cız etti. Çünkü yeni yapılan Pontuslular mahallesinde, bizim yedi dönüm arsamız EKTENOPOL tarafından, tavuk fiyatına istimlâk edilmişti. Ne Bidayet (mahkemesi), ne de İstinaf (mahkemesi)...
Aaahhh... Ah!!! Batı Trakya Türk’ü yalnız bir yerden kazık yemedi ki???”
Yunanlılara taşıma su ile değirmen dönmeyeceği anlatılmalıdır. Bütün bu gayretleri eninde sonunda sonuçsuz kalacaktır. Nüfus artışında milleti oluşturan bireyler üretkenliklerini kaybetmişse, ne yapılırsa yapılsın o ülkenin nüfusunda önemli bir artış sağlanamaz. Sonra arkalarında, Türkiye’nin olduğu gibi, nüfus artırıcı bir hinterlantları da yok. Yunan nüfusu uzun yıllardan beri artmıyor. Yunanlı madamlar çocuk büyütmenin sıkıntısını göze alamıyorlar. Tıpkı şimdi el ele verdikleri Avrupalı bayanlar gibi.
Türklerin Gümülcine’de ticari yaşamda bir ağırlıkları yok. Yıllarca ezilmiş, sömürülmüş, kısıtlanmış bir toplum. Ne var ki Türk, toprağına sağlam tutunan insandır. Binlerce yıldan beri görülmüştür ki insanımız savaşlar, yenilgiler, kıtlıklar, kırgınlar karşısında varlığını hep koruyabilmiştir. Bu belki de bilinçsiz bir devamlılık bilincidir. Kırk beş yıl önce İstanbul’da, yönetimin zaafından yararlanan çapulcuların bir günlük gösterileri İstanbul Rumlarını ürkütmüş, kısa zamanda güzelim İstanbul’u terk ederek Yunanistan’a göçmelerine neden olmuştu. Türkler Batı Trakya’da her zorluğa, her zorbalığa dayanıyorlar. Hâlâ Doğu Türkistan’da, Rusya’da, İran’da, Bulgaristan’da, Makedonya’da, Kosova’da, Saraybosna’da dayandıkları gibi.
Batı Trakya’da Türkler ne iş tutuyorlar? Ne ile geçiniyorlar? Soruyoruz. Türklerin büyük çoğunluğu tarımla uğraşıyor. Tütün yetiştiriyor. Avrupa Birliği’ne girildikten sonra inşaat işleri oldukça canlanmış. Gençler inşaat işçiliği yapıyor. Dükkân işletenler yok değil. Bunlar bakkaliye, kahvehane, manav gibi yerler. Ana çarşıda Türkler yok gibi.
Türkiye, Lozan Antlaşması’na dayanarak Batı Trakya Türklerinin ana vatana göçmesini istemiyor. Böyle olmasına karşın gene de Türkiye’de çok sayıda Batı Trakyalı Türk yaşıyor.
Batı Trakya Türkleri Türkiye’ye sığınamayınca yönlerini batı Avrupa’ya çevirmişler. Anlattıklarına göre, başta Almanya olmak üzere, Avusturya’da, Hollanda’da, Belçika’da, Fransa’da çok sayıda Gümülcine’li, İskeçeli Türk çalışıyormuş.
O gün Gümülcine’de Türklerle temas olanağımız olmadı. Kafile başkanımız hem Türk konsolosuna hem de Gümülcine Türk Birliği’ne telefon etti. Dönüşte tekrar Gümülcine’ye uğrayacağımızı bildirdi, görüşme isteğimizi iletti. Bir süre çarşıda biraz dolaştık. Yunan drahmisi tarihe karışmış. Geçerli olan Euro. Türkiye’de Euro yerine dolar almıştım. Küçük esnafın bir kısmı Dolar’ı kabul etmedi. Daha sonra görecektik ki Avrupa Birliği üyesi olmayan öbür Balkan ülkelerinde de Dolar geçerliliğini yitirmiş gibi. İtibari hiç yüksek değil. Türklerin yayınladıkları yerel gazeteleri arayıp bulmak için ona buna sorarak koştururken arkadaşlarımız otobüse binip gitmişler. Biraz ilerleyince yokluğumu fark ederek harıl harıl beni aramaya koyulmuşlar.
Gümülcine’den ayrılıyoruz. Pencereden  seyrederken gözlerimin önünde tarih canlanıyor. Yunanlıların Komotini adını verdikleri bu güzel kent beş yüz elli yıl Osmanlı kenti olarak kaldı. Bilinen ilk adı Phoros’tu. Eski bir Odrys kentiydi. Phoros, Helenlerle akraba olmayan Trak budunlarından birinin kahramanıydı. Ölümünden sonra tanrılık mertebesine yükseltilmişti.
Romalılar burayı topraklarına kattıklarında adını Komarkhio olarak değiştirdiler. Gümülcine I. Murat tarafından 1361 yılında ele geçirilince adını Gömenciye diye söylediler. Gümülcine kısa zamanda bir Türk yurdu oldu. 1580 yılının zeamet kayıtlarında Gümülcine’ye bağlı 588 köy, 87 mezra, 7 çiftlik ve bir Tanrıdağı Yörük toplumu bulunduğu yazılıdır. Eski kayıtlarda geçen köy adları burasının bir Türk ili olduğunu, Türkleştiğini göstermektedir: Böri kasabası, Yeniköy, Çalılu, Kakçalı, Çırpılu, Kütüklü, Dursun, Yöneldik, Beyli, Şahin Adası, Elmalu, Veysan, Saruyar, Uğurluviranı, Darıderesi. Ardıçlı, Ilıcaderesi, Uzuntepe, Çıracık, Gülcük, Akpınar... Ayrıca Yörük obaları Buruncuk, Tosyalu, Köseler...
Osmanlıya geçtikten sonra Gümülcine kısa sürede gelişerek önemli bir tarım merkezi haline gelmişti. Hicrî 896 (1492) yılında Gümülcine kadılığında 5237 hane yağcılıkla, 1019 hane de çeltik tarımı ile uğraşıyordu.
Gümülcine 1879 yılında Edirne ilinin yeniden düzenlenmesi sırasında  Edirne’ye bağlı birinci sınıf sancak yapıldı. İskeçe. Darıdere, Sultanyeri, Ahiçelebi ilçeleri de buraya bağlandı. Bu güzel yurt köşemiz 1912 Balkan Savaşı’nda elimizden çıktı. Kesin olarak Yunanistan sınırları içinde kalması, 1920 yılındadır.
Türkiye’ye candan bağlı insanların yaşadığı Gümülcine’yi, dönüşte bir daha uğramak niyetiyle geride bırakıyoruz.
Devam Edecek

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Nehir CEYHAN
YEPYENİ BİR SAYFA
Annemle beraber, babamın uğurlamasının ardından düştük yola. Sonucundan memnun kalmayarak kazandığım üniversiteye kayıt işlemleri için Bolu yolcusuyduk. Heyecanım daha baskın olduğu karmakarışık duygular içerisindeydim. Aslında hayatımda hiç tatmadığım bu heyecanı yaşarken yalnız olmak isterdim; ama mümkün değildi bu. Çünkü annemle babamın kabul edemedikleri kadar büyük yaşta değildim. Heyecandan günlerdir uyku girmeyen gözlerim ben fark etmeden bir ara kapanmıştı. Açtığımda ise yeşillikler arasında , sisli bir yolda ilerlemekteydik.Gözüme takılan mavi renkli tabeladan anladım ki BOLU’DA idik.
Bilmediğim topraklar, değişik gelen insan tipleri ürkütmüştü ilk başta beni.
Hüzünlü gözlerimi yakalayan annem beni neşelendirmeye çalışıyordu; ama imkansızdı.Mutsuz ve umutsuzdum. Şehir merkezinde Bir şeyler yedikten sonra kampüse çıktık. Kampüse girmeden yolun biraz gerisinde küçük bir göl çarptı gözüme. Parlak ve berraktı. Kampüs çok güzel görünmemişti gözüme. Çok küçük ve henüz etrafı inşaatlarla doluydu. Aklım adının Gölköy olduğunu sonradan öğrendiğim gölün parıltısında kalmıştı. Kayıt işlemleri bittikten sonra önce merkeze gidip, Çorum’a dönüş için bilet almamız gerekiyordu. Merkez servisine binip kampüsten biraz çıktıktan sonra dikkatle göle tekrar baktım ve biraz umutlandım. Keyfim yerine geliverdi bir anda.Çorum’a yorucu geçen uzun ve tatlı bir yolculuğun ardından evimize gelir gelmez, içimde farklı bir heyecanın uyandığını hissettim.Hızlı adımlarla mutfak duvarında asılı duran takvime uzandı ellerim ve parmaklarım eğitim-öğretim dönemiyle başlayacak olan Bolulu günlere kalan yaprakları çevirdi teker teker.Dudaklarım da kaç gün kaldığını hesaplayarak yardım etti parmaklarıma.
Yapılacakların işlerden bir tanesi de o devlette kullanılan dili bozmaktan başladıkları bilinmektedir.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
BASIN SUÇU DAVASI
            Gözleri uzaklara dalmış,önünde bulunan kitabın sayfasın açık kalmıştı. Bundan birkaç yıl evvel yaptığı bir kooperatif evleri için kendisini eleştiren bir yazı yayınlanmıştı. Bu yazıyı yazan kişiyi de tanıyordu. Aralarında herhangi bir husumet,herhangi bir kırgınlıkta bulunmamakta idi. Düşünüyor,ne yapmasın gerektiğini bilmiyordu. Kitap kendisine verileli tam tamına beş buçuk ay olmuştu. Bu düşüncelerin içinde iken aklına tıp fakültesinde başından geçen,buna benzer bir olay aklına gelmişti ki Hastanedeki odasının kapısı çalındı. Bütün düşüncelerinde sıyrıldı gerçek dünyaya döndü. Sesini akort ederek:
            - Buyurun. Dedi. Kapı açıldı. Karşısında şehrin iktidar il partisi Başkanı duruyordu. Yerinden fırladı. Yüzüne en mesut maskesini takınarak:
            - Hoş geldiniz sayın Başkanım. Dedi. Başkan ise;düşüncel bir şekilde:
            - Hoş bulmadık sayın Başhekim. Diye cevap verdi. Başhekimin yüzündeki en mesut maske düşmüş,apışıp kalmıştı. Başkana yer bile göstermeyi akıl edemeyecek kadar şoka girmişti. Kendini toparlayarak:
            - Hayırdır başkanım. Ne oluyor ? Diye dudaklarından dökülen kelimeleri toparlamaya çalıştı. Başkan:
            - Başhekimim. Sağlık Bakanlığı sizi doktor olarak Doğu Anadolu’da bir yere tayin etmiş. Başhekimlik makamınıza da başka birisinin atanması için benden birisini tavsiye etmemi bekliyorlar. Aramızda epey bir yakınlık ta var. Ankara’ya bir gidip konuşmam gerek. Sizinle konuşup bilgi verip öyle gidiyim diye düşünmüştüm. Büroda da arkadaşlar boş durmuyorlar,davaları takip ediyorlar. Diyince. Başhekimin gözleri parladı,eski tebessüm maskesini takınarak maşanın üzerindeki sayfası açık kitabı tutarak başkana uzatırken:
            - Başkan: Bende sizi arayacaktım. Bizim için söylenen bir deyiş var ya “İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş” derler. Cidden doğruymuş. Şu açık sayfanın altını çizdiğim satırı okur musunuz ? Diye şeytani bir gülüşle kitabı başkana uzattı. Başkan kendi konusunu unutarak kendisine uzatılan kitabı aldı,denilen satırı okudu. Başhekime dönerek:
            - Burada sana hakaret var. Ne demek “torpil geçildi” demek. Sen görevini yapmışsın,kat artırımı istemişsin belediye de müracaatını gerçekleştirmiş. Burada sana karşı bir sataşma var. Bir avukata ver,senin için bu kişileri Savcılığa versin ve mahkemeye vererek tazminat davası alabilirsin. Dedi. Başhekim:
            -Bende demin iyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş dedim ya. Bende seni avukat olarak arayacaktım. Savcılığa ver,mahkemede tazminat davası açalım,vekalet vereyim. Bu savcılık şikayet dilekçesi,mahkeme ücreti ve size vereceğim avukatlık parası olarak ne kadar vermem gerek ? Ankara’ya gitmeden bunu hallediver de benim tayinimin çıktığını söylüyorsun,burada sen davaya bakıver. Adamlar zaten parasız tazminatı miktarını da az açta o da sizin olsun. Dedi. Başkanın yüzü güldü,Başhekimin masasının üzerinde bulunan boş bir kağıt aldı,kendine göre bir masraf listesi çıkardı,avukatlık ücretini ve duruşma masraflarını yazdı başhekime uzatırken:
            - Tazminat için masrafı kararlaştırınca tazminat için bunun haricinde de harç yatması gerekli sayın Başhekimim. Dedi. Başhekim uzatılan kağıdı aldı. Şöyle bir göz atar gibi yaptı. Cebinden çek defterini çıkarttı. Toplam masrafın beş katı kadar bir meblağ yazdı. İl Başkanına uzatırken:
- Tazminat oranını da bildirin onu da ayrıca öderim. Başkanın gerekeni aman Ankara’ya gitmeden halledin de bende sizi bir daha yormamayım. Vaktiniz varsa bir çayımı içersiniz herhalde dedi. Çeki alan Başkan çeke bir göz attı. Gülerek:
- Tabii;bir çay içer hem de konuşuruz. On beş dakika kadar vaktim var. Buradan Sağlık Müdürlüğüne uğrayayım,sizin tebligatı Müdür bey biraz bekletiversin. Ankara’dakilerle görüşüyüm. İnşallah senin yerine tayin edilen şahsı başka bir alana tayin ediversinler diyerek konuşurum. Başhekimim sen merak etme. Bu işi yoluna koyarız dedi.  Başhekim,telefonu alarak çay ocağını aradı:
- İki çay getir. Diyerek emretti. Biraz sonra kapı çalındı hizmetli içeriye girdi. Tepside bulunan iki çay ardağının birisini Başkana uzatırken göz göze geldiler. Başkana usulca:
- Hoş geldiniz ! Diyerek çayı başkanın oturduğu sehpanın yanına koydu. Diğer bardağı da Başhekimin masaya koydu. Başhekim:
- Biraz sonra iki çay daha getirin. Dedi. Hizmetli :
- Olur efendim. Dedi. Başkan;
- Başhekimim! Savcılığa suç duyurma ve mahkeme müracaat dilekçelerini hazırlatır hemen yollarım. Ben tazminatın harcını ayarlarım. Kazanırsan tazminatı siz alın dediğiniz için harcı ben yatırırım. Diyerek,kitabın kendisinde kalması istedi. Dedi . Biraz sonra kapı vuruldu hizmetli ikinci çayları getirmişti. Başkan kitabı çay içerken kitabı incelemeye başladı. Başhekime baktı:
- İyi yayınevi de var. Müteselsilsen sorumlu tutarak gerekli tazminatı alırız. Zaten yazarları tanıyorum bir şeylerini alamayız,biraz gazeteden ümitliyim,fakat bu yayınevi daha iyi biz onan alırız,oda diğerlerinden alabilirse alsın. Tazminatı birkaç dilim olarak açacağım Başhekimim bilginiz olsun. Artık bende kalkayım. Arkadaşı aramam için telefonu kullanabilir miyim ? Başhekim:
- Hay hay,buyurun. Diyerek telefonu başkana doğru çevirdi. Başkan bürosunun numarasını çevirerek karşısına çıkan kişiye:
- Ben Başhekim beyin odasından arıyorum. Hemen bir vekaletname hazırla. Her türlü şikayet ve dava açmakla ilgili olsun. Onu yazınca getir Başhekim bey imzalayacak. Sonra gerekli bilgiyi ben sana veririm. Diyerek telefonu kapattı,Başhekime elini uzatarak bu işler kolay da sizin işi de halledebilsek daha tatlı olur,başhekimim. Bana müsaade. Başhekim:
- Müsaade sizin. Başhekim hemen masanın üzerinde bulunan mahalli iki gazeteyi de uzatarak başkana verdi. Burada da kitap tanıtımı var,ayrıca benim ismi kullanmışlar bunlarda delil olarak kullanır mısın bilmem inceleyiver, aman gözünü seveyim mahkeme işini unutma. Ankara’dan da benim işi erteletebilirsen sevinim başkanım. Yolun açık olsun. Diyerek hastanenin kapısına kadar yolcu etti. Başkan,arabasına binerek uzaklaştı. Başkan dediği gibi Sağlık Müdürlüğüne gitti. Müdürün odasına girdi. Müdür kendi partilerinin adamlarıydı. Müdüre:
- Şu tayin emrini al diyerek bir evrak uzattı. Başhekim tayinim filan varmış diye sorarsa, Başkanla görüşün dersin direktifini vererek oradan da ayrıldı. Başkan arabasına binerek doğruca bürosunun bulunduğu park yerine arabayı park ederek yukarıya çıktı. Beraber çalıştığı arkadaşına:
- Vekaletnameyi hazırladın mı ? Dedi,karşısında bulunan avukat:
- Evet. Arkadaş imzaya götürdü. Nasıl bir işlem yapacağız ? Diye başkana sordu. Başkan elinde bulunan kitabı ve gazeteleri uzatarak, bu kitapta Başhekime hakaret var. Kitabın yayıncısına,şu gazete sahibi,Sorumlu Müdürü yazarlar hakkında Savcılığa suç duyuru hazırla,Asliye Hukuk’a da tazminat davası aç. Tazminat için 10 milyar şimdilik yeter.İleride alacaklardan ve bu güne kadar işleyen Kanuni faizi de unutma. Sen dilekçeleri hazırla,vekalet gelince de yarın veririz. Dilekçelere yarının tarihi açmayı unutma. Avukatlar olarak ta üçümüzün ismini aç. Ben partiye gideceğim,saat beşe doğru gelir inceler yarında dilekçeleri veririz. Diyerek Başkan;parti binasının yolunu tuttu. Avukat katlanan sayfayı açtı. Oradan bir şeyler yazdı.
Avukat;yazdı,not aldı,fazlalıkları çizdi. İkişer sayfalık suç duyuru ve mahkeme dilekçelerini hazırladı. Kalktı bir bardak su aldı. Pencereden dışarıyı seyrederken patron güzel iş yakalamış diye düşündü. Dava açılan gazeteyi ve yazarların maddi durumlarını biliyordu. Yayınevi işe memlekette kendi başına bir şeyler yapıyor,fısıltı gazetesi yayınevi sahibinin bu işi kendi başına yalnız nasıl yürüttüğünün merakını birbirlerinden soruyorlardı. Yayıncının iki tane de dergi yayınlaması,dergilerde de fazla reklam olmamasına rağmen günü gününe dağıtılması,partilerinden de katkı istememesi  Başkanın ve kendisinin de merakına sebep oluyordu. Bakalım bu tazminat davasında bu parayı ödeme aşamasında ne yapacaktı ? Kendi kendine güldü. Başkan af etmez dedi.
Böylece memlekette,bir yayınevinin savcılığa ve mahkemeye verilmesi ilk oluyordu. Biraz sonra kapı açıldı. Başhekime giden avukat vekaletnameyi imzalatmış olarak geldi. Arkadaşı masanın üzerindeki dilekçeleri ima ederek:
- Şunları oku da eksiklik veya fazlalık yada önerin var mı söyle dedi. Gelen bayan avukat masasına otururken dilekçeleri aldı. Hemen;
- Bu yazar ve gazetenin  kişilerin nesini alacaksın ? Bak sırada bir değişiklik yapalım. Başa yayınevini alalım,ve adresini çıkartalım. Diğerlerinin açık adresleri bulunsun,sadece yayınevi ile şehri yazalım. Bu dilekçeyi ilk okuyan kişiye etki de eder. Dikkatini bu adressiz davalıya yöneltir,zaten bu tazminatı da bu yayınevinden alırız. O da alabilirse onlardan toplasın. Diyerek fikrini söyledi. Bilgisayarda yeni bir dosya açarak kendi isteği doğrultusunda başlığı değiştirerek şikayet dilekçelerini yeniden yazdırdı. Biraz sonra Başkan büroya geldi.
- Vekalet nameyi aldınız mı ? Dilekçeleri yazdın mı diye peş peşe sorular sordu. Her iki dilekçe örneğini de Başkana verdiler. Bayan avukatın önerisini dinleri,doğru buldu, kalemle iki yeri düzelterek,bunları yarın gereken yerlere verin dedi. Ben yarın birkaç ilçe dolaşacağım,soran olursa Ankara’da dersiniz. Diyerek çıktı gitti. Bayan saate baktı arkadaşına:
-Bunları vermeye vakit var. Ben adliyeye giderek bunları vereyim,oradan eve giderim iyi akşamlar diyerek o da bürodan çıktı gitti.
Evet işte bu olaylar ışığında bir yayınevi,bir gazete ve iki yazar savcılığa suç duyurusunda bulunulmuş ve tazminat için mahkemeye verilmiş oluyordu. Bundan sonraki hikayemizde de bu davanın seyrini sizlere hikaye edeceğim.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
KAYSI REÇELİ
2 kilo şekerpare kaysı
2 kilo toz şekeri
3 küçük topak limon tuzu
            Kaslılar önce yıkanır. Çekirdekleri çıkartılır. İkiye bölünen kaysılar tencereye konulur. Üzerine şeker dökülür. Bir iki saat kadar bekletilir,kaysılar sulanır. Şeker ıslanmış olur. Tencere kısık ateşe konularak karıştırılır,kaynamaya başlayınca limontuzu ilave edilir. Kaynamaya başlayan reçelin üzerine köpük gelir,bu köpük delikli kepçe veya kaşıkla alınır atılır. Kaynamaya başlayınca beş dakika kaynatılır,tencere ateşten alınarak soğumaya bırakılır. İyice soğuduktan sonra beş dakika daha kaynatılır bu işlem üçüncü kez yapılır,soğuyan  reçel kavanoza konur istenildiği zaman yenilir.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 11

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İhsan TOMBUŞ
İhsan TOMBUŞ Hayat Hikayesi
HAYAT
Doğuyor, yaşıyor ve ölüyoruz.
Buna kısaca hayat diyoruz.
Kimimiz mesut’uz, kimimiz yaslı
Bilmiyoruz nedir hayatın aslı.
Hayat sarp bir yoldur. Kayalık bir yol
Dikenlerle kaplı karanlık bir yol
Biz hep yürüyoruz düşüp kalkarak
Bir hedefe doğru batıp çıkarak.
Üzülme her şeye bu sarp yoldaki
Gül eğelen, sev sevil şen ol ve de ki;
Hayatın zevkine hiç doyulur mu?
Sevip sevilmeden hayat olur mu?
22 Mayıs 1939 Nişantaşı
 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 12

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Özgür BİÇER
Özgür BİÇER Hayat Hikayesi
 ARDI
Kulaklarımda uğultuları vardı tatlı gülüşlerin,
Gözlerimde ışıltıları var dı mutlu günlerimin.
Ellerimde avuçları vardı güzel yarimin,
Dudaklarım da yeni umutların ivecenliği coşkusu.
 
Düşlerimde yalnızlığı vardı buhran günlerimin,
Sözlerimde karamsarlığı vardı geçmişin,
Ellerimde kımıldaşan umutları geleceğin,
Dilimde ise kahretsinleri ümitsizliklerin.
18.01.1997     22:12    SAMSUN
 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 13

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

 
Necati ÇAVDAR
Necati ÇAVDAR Hayat Hikayesi
YÜREK KAÇ PARA?
Israrla sesliyor...
”Bir çare “der gibi..
Koşuyoruz ama..
Elinde bir deri çanta,
Diğerinde   naylon poşet ..
Biri dışa yönelik, başkası ..
Diğeri içe yönelik, kendisi ..
“Kitap dostundan kitap dostuna “.. 
Hediye  “Sevinç bir uzak düştü”
Çünkü;
Ümitlerin bittiği,
Dostların terk ettiği
Bildik ..”Bir an”
Ümit ..!
Yaşamak için ..
Yaşamak ne için?
Bilinmeyenin kurt gibi kemirdiği
Çınar gibi ümitleri bitirdiği bir an.
Güvende “Çınar altından”
Güven için,
Aranırken bir çatı altı.
Kuş gibi tünerken,
Açlığını gizleyerek
Umuda sarılış gibi
İnsan bu
Ummadığı karşısında ..
Bitirilemeyen servet
“Yüreğim var  ağbi “ diyor
“Bu yeter bana
Otuz yıl didindim,
Ev yok, iş yok
Hiçbir şey yok.
Başarmak, insanca  yaşamak için
Sadece verecek yüreğim var.”
Ve “Sen de yüreğini verdin”.
Ben,  yüreğimi koyuyorum
Paraya tapılan yerde
Sahi .. ”Yürek kaç para?”
.....
ANKARA       04.06.2000/ 17.00

 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

91 SAYI 25 Eylül 2006 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!