|
YIL
8 SAYI 86 25 Nisan 2006 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL BUNLAR NE?
-
Ali EMİROĞLU SEN AYIP BİLMEZ MİSİN?
-
Atilla ALPAY ALKOLE VE
SAFAHATA HAYIR
-
Ö.Ertuğrul
SOYOCAK ÜLKEMİZİN ELEKTRİK ENERJİSİ
POTANSİYELİ
-
İsmet ÇENESİZ DOĞAL GAZ VE DİĞER
ENERJİ KAYNAKLARI;
-
Üzeyir Lokman ÇAYCI GÖLGELER UTANMAZLAR
-
Selma GÜRSEL KARA BAKLA ZEYTİNYAĞLI
-
Paşa ÇETEN GÜZE ALIŞMIŞ
TOPRAKÇA
-
Rıfat KURTOĞLU
YİNE DİYEMEDİM
-
Cuma TÜRKMEN
DUYGU VE SEVGİ
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
-
BUNLAR NE
?
-
Bu günlere
geldiğimden tam otuz beş yıl önce; zamanı gelecek, her şey bir (hayal) sanal
alemde bulunacak, bütün bilgiler bir makine ile bütün kullanıcıların emrinde
olacak deseler, inanır mıydık?
-
İnanmayı
şöyle bırakın, o kişinin beklide arkasından değil yüzüne gülerdik.
Diyeceksiniz ki böyle kehanetlerde bulunanlar çıkmadı mı? Tabi ki çıktı; bir
Jules VERNE 1828-1905 böyle birisi idi. Daha denizaltı keşfedilmeden
denizlerin altında bizleri gezdirdi, Ay’a seyahat ettirdi.
-
Zamanı
gelince yenilikleri kabulleniyoruz. Bilimin bizlere hizmetlerini izliyor,
uygulamaları anladığımız kadar uyguluyoruz. Bizlere hizmet edenlerin, bizlere
öğrettikleri ile yetinmekle beraber, bunların neler ve niçin yapıldığını
araştırmıyoruz.
- Bize hizmet eden bilim, bizlere birçok
yeniliği getirdi.
-
Bilgilerin
saklandığı ufacık karmaşık görünüşlü bilgisayar cipleri. İnsanın aklı
almıyor,havsalasına sığmıyor.
-
İnsanoğlu;
birçok şeyi artık minyatürleştirerek hizmetine sunuyor. Bu çalışmalardan yeni
başka bir işe yarayan aletler yapıyorlar.
-
Burada benim
aklıma gelen ufaltılmış ürünlerin başında,cep telefonları, fotoğraf
makineleri, bilgisayarlar, arabalar ve başkaları.
-
Bunlardan
başka, büyük bataryaların yerini alan küçücük piller ve bu pilleri şarj eden
aletleri kullanıyoruz.
-
Dünya artık
küçüldü. Bilgi ve görüntü artık birleşti. Televizyonlardan dünyanın her
tarafından bilgileri görüntülü olarak alıyor, sanki oradaymış gibi olayları
inceliyor ve görüyoruz. Bilgileri ise Internet’te bulunan arama motorlarından
bulup hemen o siteye giderek görüyor ve oradan öğreniyoruz.
-
İşte bütün
bunların tamamına BUNLAR NE ? Diyoruz.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ali EMİROĞLU |
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi |
SEN AYIP BİLMEZ MİSİN ?
Bir şeyi fazla özerseniz, mutlaka arkasından
sevilmeyen bir şeyler ortaya çıkacaktır. Her tartışmayı kararında
bırakmayı bilmelidir. Sadece tartışmayı değil;hemen her şeyi kararında
bırakmalıdır,o zaman pek çok nahoş olan nesne ile karşılaşılmamış
olunur.
Bir ortamda,bir şey çok konuşuluyorsa,o konuşulan şey
yok kabul edilebilir. Siz,iffetli bir kadının iffetten bahsettiğini
gördünüz;duydunuz mu ? İffetli kadın için buna gerek var mıdır ?
Dindar da öyle değil midir ? İslâm’ı doya doya, laik
düzenin kendisine temin ettiği geniş saha içinde yaşayan dindarın
bundan söz etmesine gerek kalır mı ? Son bir iki sene içinde,
“medeniyet anlaşması, barışması, dostluğunun kurulması” gibi çeşitli
şekilde bazı nosyonlarla uğraşılır duruma geldik. Uluslar arası
konferanslar tertiplerine bile teşebbüs edildi ve yapıldı da. Ne
bekliyoruz bunlardan ? Ben hiç bir şey bekler olmadım. Bu kavga, bence
medeniyetler değil, dinler arasındaki kavga, dinler çıktığından beri
durmuş değildir. Bazı dinlerde de “sizden olmayanı öldürün” emirleri
din konuları arasında yer almıştır. Hiç bir sebep yokken, gerekli de
değilken, sen bayrağı aç ve dinler arasındaki kavgaları da
medeniyetler sözcükleri arkasına gizle ve şimdiye kadar varılamamış
bir anlaşma noktasını aramaya kalk ! Buna Fransızlar, mehtaba çıkmak
diyorlar. Türkçe’si, hayal içinde olmak demektir.
Dinler, barış temin edememişlerdir. Bizde söylendiği
gibi, dinler çimento görevi de görmemişlerdir. Avrupa içindeki; din
kavgalarını dinler önlemiş değildir. Kavgadan, öldürülmekten bıkmış
olan insanlar ve milletler, laik ilkeleri kabul etmişler ve din
kavgasından kurtulmuşlardır. Belki de bunu, medeniyet gelişmesi, din
kavgalarını sınırlamış ve bazı kıtalarda önlemiş denebilir. Bu küçük
ve eksantrik ülkenin başkanı da basın hürriyeti adıyla basit sayılacak
bir özür dileme isteğini ret etmiş. Şundan hiç politikacı olur mu ?
Türban sorunu mu bu ki;insan hakları başında yer alsın. Basit
saydığımız özür dileme keyfiyeti olsa,belki de bu geniş reaksiyon bir
kadar genişlik kazanmış olmayacaktır. Bir şey aksilik gösterince, hep
basiret bağlanır. Karikatür işi başka ülke basınlarında da yer aldı.
Demek oluyor ki, medeniyetler anlaşmaları konferansları devam ederken
bile, Hıristiyan alemde de bir bunalım yaşantısı devam ediyor.
Türkiye’yi kabul etmeyenlerin bu işi kullanmış olmadıkları
söylenebilir mi?
İşte bir kıvılcım, iki din sahasında da yayılma
işaretlerini taşıyor. Onlarda karikatür yayınlanması yaygınlaşırken,
İslâm aleminde de yakıp yıkmalar başlamıştır. Bu ülkelerin mallarına
boykotun bir anlaşılır tarafı olabilir, ama memleketinizde olan
binaların yakılmasının size ne fayda getireceğini insan düşünmez mi!
Bu binalar ilerde yeniden yapılacak ve paraları da yakan düşüncesiz
fakir memleketlerin vergilerinden ödenecektir. Ülkeye zarar veren
hiçbir hareket içinde akıl vardır denemez.
Bize ne oldu ? Medeniyetler barışının elçiliğini, öncülüğünü yapıyor
değil mi idik ? Ayrıca, Osmanlı Devrinde bile, mevcut dinlerin aynı
meydan etrafında birlikte ve dostça yaşandığı olaylarıyla da öğünüp
geliyoruz. Yeni yeni kiliseler izni bile çıkarılıyor. Ayrıca, 55
Müslüman ülkenin tek laik olan ülkesiyiz. Bu yazdıklarıma göre, bu
laik olmayan ülkelerden birer adım olsun ilerde olmaklığımız
gerekirdi.
Aslında benim gibi bir Türk ülkesinde yobazlığın daniskasını yaşamış
bir birikim sahibi Türk,böyle bir yazı yazması gerekirdi. Kendi
memleketini,memleketinin insanlarının zihniyetini bilen insanların
böyle yazması gerekmez mi ?
Gerekmez de,yine de insanın aklına “beklide” ile başlayan fikirler
geliyor. Bu deneyiminiz ne kadar çok olursa olsun,yine de düzelmiş
olmayı görme dürtüsü içimizden geliyor. Başka ÜLKEMİZ YOK Kİ;bundan
sonra oraya yerleşelim diyecek misiniz ?
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
- ALKOLE VE
SAFAHATA HAYIR
-
Yılbaşı alkol
bayramı değildir; böyle günlerde insanlarımız sefahat tabloları
çizmemelidirler. Yılbaşlarında bilhassa alkol tüketimin had
safhaya çıkıyor. Bu gecede işlenen suçlar ve yapılan trafik
kazalarının aylık bilançolara eşdeğer olduğunu da
istatistiksel olarak görülmektedir.
- Milli gelenek ve dini
bayramlarımız arasında Noel kutlama ve yılbaşı eğlencesi diye
bir şey yoktur. Bunlar Hıristiyan batı dünyasının bize göre
çirkin adetleridir. Bir Peygamberin doğumu içki içerek fuhuşla
,kumarla ve kepazeliklerle kutlanmaz. Eğer dünya
globalleşiyorsa buna inananlar bizim adetlerimize neden
hassasiyet göstermezler. Çılgınlar gibi içki içerek sarhoş
olmak, zorla kazandığı paraları ,çoluk çocuğunun nafakasını
bir gecede içki ve kumar masalarında harcamak bize yakışan hal
ve hareketler hiç değildir. Bir geceden bir şey olmaz diye
düşününler her türlü kötülüğe böyle gecelerde başlamakta; bir
günah gecesinin acısını bütün bir ömür boyu maddi ve manevi
felaketlere uğrayarak çekmektedirler.
-
Öte yandan
dünyadaki Müslüman katliamlarının bu günlerde artması ,hepsi
sivil çok sayıda suçsuz Müslüman kardeşimizin muhtelif
ülkelerde şehit edilmesi, ülkemizde de terör estiren ve
hıyanet içinde bulunan bazı gurupların azgınlıklarını
artırmaları yüreğimize büyük acılar yerleştirmektedir.
Dünyanın içinde bulunduğu bu felaketler ortamında yaşadığımız
elim kayıplarımız için dua ve tefekkür etmekten; çalışkan olup
işlerimizi ve ekonomimizi kurtarmaktan başka bir çare yoktur.
-
Basında yılbaşı
için gereken önlemler diye polisimizin sarhoşlarla ve
çıkaracakları olaylarla meşgul olmaları, eğlence yerlerini
kollamaları ve otomobil kullanamayacak derecede alkol alanları
evlerine bırakmaya çalışmaları Türk-İslam toplumuna yakışan
işler değildir. Biz ülkemizin terör yaraları aldığı; İslam
Dünyasının kan, katliam ve ateş denizinde boğulduğu, İslam
coğrafyasının Amerikan ve İsrail işgalinde olduğu bir dönemde
hangi halimize keyfedeceğiz ve işrete dalacağız. Garptaki
Müslüman’ın acısını şarktaki duymazsa tam iman etmiş sayılır mı?
Türk ve İslam ahlak ve aile yapısına aykırı işret tabloları,
magazin basınının sosyete ve zenginlerin sefahatine yönelik
eğlenceleri ve bunların çarpık-rezil yaşantıları yetmiş
milyonluk bu fakir ülkeye hala dayatılmak istenmektedir.
Medyanın büyük bir kısmı da bu ihanetin maalesef içindedir.
-
Yılbaşı
eğlencelerini, bunu alkol bayramı yapanları, sefahat ve rezalet
tabloları çizerek bunları bu aziz milletin bayramı veya
geleneği yapanları ve bunları milletimize dayatanları şiddetle
protesto ediyor; tüm hemşerilerimi işgal altındaki İslam
coğrafyasında suçsuz yere katledilen tüm Müslüman kardeşlerim
için duaya ve saygıya davet ediyorum.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ömer Ertuğrul SOYACAK |
Ömer Ertuğrul SOYOCAK Hayat Hikayesi
|
-
ÜLKEMİZİN ELEKTRİK ENERJİSİ
POTANSİYELİ
-
Bir ülkenin elektrik enerjisi tüketimi o ülkenin
kalkınmışlığının göstergesidir. 2004 yılında Türkiye deki elektrik
enerjisi tüketimi 2100 KWh iken dünya ortalaması 2500 KWh ABD’de ise
12322 KWh dir.
-
1950 yılında ülkemizde 800 milyon KWh elektrik enerjisi
üretilirken ,bu rakam 201 kat artarak 161 milyar KWh’a ulaşmıştır.
-
2005 yılında üretilen elektrik enerjisinin % 73 termik
(kömür % 27 ,akaryakıt % 5 doğal gaz % 41 ) % 26,09 hidrolik ,% 0,01
jeotermal ve rüzgar’dandır.
-
Özellikle son yıllarda ülkemizde doğal gaz kullanımı
yaygınlaşmış ısınmanın yanı sıra artan elektrik enerjisi ihtiyacını
karşılamak üzere doğal gaz çevrim santralleri kurulmuştur. Bu
santraların ilk yatırımları ilk yatırım bedelleri hidroelektrik
santralarla göre düşük olmasına rağmen işletme bakım gideri,yakıt
gideri daha pahalı ve dışa bağımlıdır. Bunun sakıncaları ülkemizde de
hissedilen Rusya Ukrayna krizinde yaşanmıştır.
-
Elektrik enerjisi üretim kaynaklarından hidroelektrik
santraları dışa bağımlı olmayan ,çevreye uyumlu ,uzun ömürlü ( 200 yıl
) ,yatırım geri ödeme süresi ( 5_10 yıl ) ve işletme bakım gideri
düşük yerli bir kaynaktır.
-
Ülkemizin önde gelen elektrik üretim santralarından
Keban barajı 7 yılda ,Kara kaya barajı 4 yılda geri ödemesini
tamamlayarak kar’a geçmiştir.
-
Türkiye’de bu gün için teknik ve ekonomik olarak
değerlendirilebilecek olan 127 milyar KWh / yıl hidroelektrik
potansiyel olduğu hesaplanmıştır. İşletmede olan 135 adet
hidroelektrik santral bu potansiyelden yıllık 45.325 milyar KWh / yıl
elektrik enerjisi
-
üretmektedir. ( %36 ) İnşaatı devam eden 41 hidroelektrik santralı
tamamlandığında
-
bu oran ( %
41 ) olacaktır.
-
Diğer yerli bir kaynak olan linyitin elektrik enerji
üretim potansiyeli 120 milyar/ yıl KWh olup 43 milyar KWh / yıl ( %
36 ) değerlendirilmiştir
-
Ülkemizin elektrik enerjisi talebi asgari olarak 2010
yılında 216 milyar KWh /yıl 2020 yılında 406 milyar KWh / yıl olacağı
hesaplanmaktadır buda göstermektedir ki orta ve uzun vadede yerli
kaynaklarımız yeterli olmamaktadır. Onun için :
-
1) Hidroelektrik ve linyit gibi yerli kaynaklarımızın
öncellikli kullanımı için önlem alınmalı ,çözüm için özel sektörün
gücünden faydalanmalıdır. (2020 yılına kadar 128 milyar dolarlık
yatırım gerekmektedir ) ancak kamunun önemi gözden kaçırılmamalıdır.
-
2) Rüzgar ve jeotermal gibi doğal kaynaklar
yenilenebilir olmanın yanı sıra yerli ve temiz enerji kaynaklarıdır.
Bu konuda ülke kaynaklarını değerlendirmek için yapılan alışmalar
yetersizdir.
-
3) dünyadaki bor rezervinin % 72 kısmına sahip olan
ülkemizde teknolojik çalışmalara gereken önem verilmelidir.
-
4 ) Elektrik enerjisi açığımızın tamamlanması yönünde
AB ve dünya uygulamaları olan nükleer enerji konularında toplum
bilgilendirilmeli,konu toplum gündemine taşınarak ulusal çıkarlar
açısından değerlendirilmelidir.
-
Elektrik enerjisi potansiyeli yönünden Çorum ilimiz
hakkında kısa bilgiler vermenin uygun olacağı kanaatindeyim. İlimizin
hidroelektrik potansiyeli 953 milyon KWh / yıl dır. Bunun 474 milyon
KWh / yıl kısmı inşa halindeki Obruk barajından ( % 50) diğer
kısımları
-
proje
halindeki Kızılırmak Kargı projesi ( % 47 ) ,Aşağı Çekerek projesi (
% 3 )
-
Obruk barajı inşaatına 1996 yılında başlanmıştır.2001
yılında bitmesi programlanmıştır. Ancak bazı bürokratik işlemlerden
dolayı henüz tamamlanamamıştır. Oysa 2001 yılında tamamlanabilse bugün
geri ödemesini tamamlamış olacaktı
-
Çorum ilinin linyit kömürü rezervi 36 milyon ton olup
bu rezervden yapılan
-
üretim
ısınma amaçlı kullanılmaktadır. Rüzgar enerjisi ile ilgili olarak
geçmiş yıllarda Çorum Belediyemizce bazı çalışmalar yapılmış ancak
kamu oyu ile yeterince paylaşılmamış ve bu güne kadar bir uygulama
yapılmamıştır.
-
Hükümetimizin cumhuriyetimizin yüzüncü yılına kadar
yerli linyit taş kömürü ve hidroelektrik potansiyelimizin tamamının
kullanılmasını hedeflendiğini belirten açıklamaları sevindiricidir.
Kaynakça D.S.İ
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsmet ÇENESİZ |
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
|
-
DOĞAL GAZ VE DİĞER
ENERJİ KAYNAKLARI;
-
DOĞAL GAZ: “Elin verdiği
öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz” demiş, atalarımız. Doğal gaz
konusunda şu anda başımıza gelenlerde aynen öyle.
-
Bu konuda birazcık araştırma yapan tüm eli
kalem tutan insanların yaptığı gibi bizde 7-8 senedir bu konudaki
uyarılarımızı karınca kararınca halkımıza ve Çorum milletvekillerine
defalarca yaptık. (Hatta gazetelerde okuyamadılarsa diye kendilerine her
hafta bu yazılarımızı postaladık. Halada göndermekteyiz.)
-
Ülkemizde 100-150 senelik enerji
üretimine yetecek kadar kömürümüz mevcutmuş. Durum böyleyken (bu kömürü
yer altından çıkartırken insanımıza istihdam sağlamak varken) sen işin
kolayına kaç, ver dövizi, al doğal gazı. Sonrada elin adamı dönsün, sana
parayla verdiği doğal gazı, senin ekonomini perişan etmek ve seni hizaya
getirmek için şu soğuk günlerde silah olarak kullansın.
-
Avrupa’nın göbeğinde Avrupa’ya
doğal gaz satmasına rağmen Rusya’nın kömürle elektrik üreten santralleri
varmış. Son 3-5 yılda yapılan filtre ve benzeri çalışmalarla buralardaki
hava kirliliği sorununu yok denecek seviyeye inmiş.
-
JEOTERMAL ENERJİ:
Yurdumuz sıcak su kaynaklarıyla dolu olmasına rağmen biz bunlardan bırak
enerji üretmeyi, ısınmada hatta kaplıca turizminde bile yeteri kadar
faydalanamıyoruz. (Doğal gaz almak, ona bağlı kalmak marifetmiş gibi.)
-
İşte sana bedava denecek kadar
ucuz ve sıcak su kaynakları. Hükümet bu konuda neler yapar bilmiyorum?
Ama onlar kısır çekişmeler varken, “sen bana şunu dedin, ben sana bunu
dedim” diyerek televizyonlarda ve mecliste boşa vakit geçirmekten böyle
mühim konularla ilgilenemiyorlar.
-
HALBUKİ BU KONULAR ÇOK ÖNEMLİ.
Bu konularda araştırmalar yapmak üzere üniversiteler görevlendirilse.
Ayrıca bu işi araştıran, çözümleyen ve hayata en kısa zamanda geçiren
Enerji Bakanlığının bir heyeti olsa ne kadar güzel olur.
-
RÜZGAR ENERJİSİ:
(Rüzgardan Elektrik Üretme) Bununda senlerdir lafı yapılır ama sıfıra
sıfır, elde var sıfırdır. Bu hükümet bu konularda neler yaptı, elle
tutulan ve gözle görülen? Bildiğimiz kadarıyla hiçbir şey. Ver dövizi,
al, gazı, tuzu. Yiyeceği bile dışardan al. Sonrada ihracat arttı diye
övün dur ama yinede ithalat ihracatın iki katına çıksın. Türkiye’nin
rüzgar enerjisinden yararlanmaya çok müsait olduğunu senelerdir duyarız.
Yel Allah’ın, kaval Allah’ın ama iş bitirici yetenekli adam yok.
-
SU KAYNAKLARI: Türkiye’de
belki daha yüzlerce elektrik üretecek barajlar yapılabilecek yerler var.
Ama biz burnumuzun dibindeki Obruk Barajı bittiği halde 2-3 senedir
tirbünleri ihale etmeyi beceremediğimizden elektrik üretemiyoruz. Ama
lafı üretmeyi çok iyi beceriyoruz..
-
Doğal gaz yakarak elektrik üretmek yerine
kuruluşundaki maliyetinden başka neredeyse yok denecek kadar masrafsız
yapılabilecek bu ve buna benzer enerji kaynaklarımızı neden ihmal eder
dururuz anlaşılmaz.
-
NÜKLER ENERJİ SANTRALLERİ:
Şimdiye kadar en az 2-3 tane Nükleer Enerji Santrali kurulmuş olmalıydı.
Bu tür santrallerin yeni teknolojiler sayesinde artık hiçbir
tehlikesinin olmadığını sağır sultan bile duydu. Buraları hemen şimdi bu
gün kurmaya kalksanız 2-3 sene sürer deniyor. Bunu yapmaya para mı?
Dünyada bu işi yapacak ve yaparken vadeyi uzun tutacak o kadar çok firma
varki.
-
Hem doğal gaza vereceğimiz paralarla
buraların ödemesi pekala yapılabilir.
-
Bu santrallerin temeli hemen
atılmalıdır. Elektrik üretimi iyice çoğalmalı ve doğal gaza bağımlılık
her gün biraz daha azalmalıdır. Yazının başında da dediğimiz gibi, elin
verdiği öğün olmaz oda vaktinde bulunmaz.
-
Yoksa elin oğlu böyle kışın ortasında
vanaları kısar ve boğazına ham armut gibi durur.
-
Bu işin çözümü, öz enerjiye süratle
sarılmaktır.
-
Sevgi ve saygılarımla.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
|
- GÖLGELER UTANMAZLAR
- Doğan, 1970 yılının şubat
ayında Fransa’nın Farébersviller bölgesinde doğdu....
-
1969 yılında
Afyon’un Baştepe Köyü’nden gelen Babası Celil’in Freyming-Merlebach
maden işletmelerinde zor şartlarda çalıştığını küçük yaşlarda
fark etti. Ve kendisinin böyle bir çalışma ortamına girmemesi
gerektiğini düşündü.
-
Zeki ve çalışkan
olmasına rağmen “yabancılara karşı takip edilen politikalar
nedeniyle” kolej sıralarında yolu kesildi ve sanat okullarına
yönlendirildi. Böylece yüksek tahsil yapma beklentisi kendi
isteği dışında engellendi.
-
17 yaşında,
mermer gibi sert cisimleri şekillendirmek üzere bir eğitime
başladı. Başarısı dikkatleri çekti. Sanat okulundan mezun
olduktan sonra öğrendiklerine kendi fikirlerini de ekleyerek
dikkat çeken eserler üretmeye başladı. Kısa zaman içerisinde
bölgenin Belediye Başkanı yaptığı güzel çalışmaları fark etti.
Teşvik için ona bir atölye verdi ve iş tekliflerinde bulundu.
O şehrin önemli yerlerindeki boş duvarlara pencere ve doğa
görüntüsü verdi. Emeklerinin karşılığını almak suretiyle güzel
para kazanmaya başladı.
-
Bir gün
atölyesinde çalışırken yanına daha önce hiç tanımadığı bir kişi
geldi :
-
-Ben Fas’lı bir
Öğretmenim. Bu bölgede görevliyim. Çalışmalarınız dikkatimi
çekti. Sizi tebrik etmeye geldim. Bu sıralarda Doğan’la
tanışmak için gelenlerin sayısı da oldukça fazlaydı.
-
Babası emekliye
ayrıldıktan sonra küçük bir mağaza açmıştı. Zaman zaman da
Doğan’ı atölyesinde ziyaret ediyor ve böylece gelişmeleri de
yakından takip ediyordu. Kendisine gösterilen ilgilerin
çokluğundan olumsuz etkilenmemesi için ona uygun bir dille
öğütler de veriyordu. Aradan birkaç gün geçmişti. Faslı Öğretmen
atölyede çalıştığı bir sırada tekrar yanına geldi:
-
-Doğan Bey,
kolay gelsin. Ben sana bir teklifte bulunmayı düşündüm.
- “Söyleyeyim mi, söylemeyeyim mi ? “ diye
uzun uzun düşündüm. Ve seninle konuşmaya karar verdim. Yani
kabul edersen seninle ortak olmak istiyorum. Doğan, kendisine
yapılan bu teklife bir anlam veremedi.
-
-Dostum, benim
yaptığım bu işten sen anlıyor musun? Birkaç gün önceki
konuşmalarına göre biliyorum ki anlamıyorsun... Uzun süre
sizinle dostluğumuz da yok. Yani birbirimizi iyice tanımıyoruz.
Benimle neden ortak olmak istediğini de anlayamadım. Sonra yaş
itibarıyla senin gibi tecrübem de yok. Yani nereden bakarsam
teklifine cevap vermem güçleşiyor. Ben burada yalnız da değilim.
Bu gibi şeylerin riskini ilerde taşımamak için fikir
alışverişinde bulunacağım ve sorumlu olduğum kişiler var. Onlara
yani anama, babama ve eşime sormam lazım.
-
Faslı öğretmen
aldığı cevaplardan memnun görünmüyordu:
-
-Elbette annene,
babana ve eşine sorabilirsin... Birkaç gün sonra ben seni tekrar
ziyaret etmeye geleceğim. Şu an hemen karar vermek zorunda da
değilsin... Acelesi yok yani...
-
Doğan akşam
üzeri olup bitenleri babasına anlattı. Babası :
-
-Oğlum işin
içerisinde bir bit yeniği var... Bu adama dikkat etmelisin!
Düpedüz bu
- adamın “senin kazandıklarında” gözü var...
Sonra bu bir öğretmen. Yaşça da senden büyük... Ben uzaktan
tanıyorum. Görünüşüyle bu herif sağlam bir pabuca da
benzemiyor...
-
-Yani... baba bu
adam gelince kabul edemeyeceğimi bildireyim, değil mi? Zaten ben kabul edilemeyecek bir teklif
olduğundan da daha önce ona bahsetmiştim.
-
-Elbette
oğlum... Şu zamanda insanlara güvenilmiyor ki... İnsanın en
yakınından dahi hayır gelmiyor... Adamın yüzüne gülüp
arkasından kuyusunu kazıyorlar. En iyisi tatlı dille başından uzaklaştır
gitsin!
-
- Tamam baba... senin dediğin gibi
yapacağım.
-
Birkaç gün sonra Fas’lı Öğretmen şehir
merkezinde bir duvara resim yaparken Doğan’a :
-
-Kolay gelsin sanatkâr adam...
Müthiş bir çalışma... Ben hayatımda böyle bir çalışma görmedim. Seni kutlamamak
imkansız...
-
Doğan içini okşayan iltifatlarla dolu bu
sözler karşısında merdivenden inerek onunla tokalaştı...
-
- Çok güzel sözleriniz için size teşekkür
ediyorum hocam...
-
Doğan’a iyice yaklaşarak yumuşak seslerle :
-
-Sevgili Doğan, sanatkârların
haklarını her ne şekilde olursa olsun vermek lazım.
-
Bu da yerinde tespitlerle olur... İşte ben
seninle ortak olmayı da bu sebeplerle istiyorum. Ve şu an bunun
için yanındayım. Annenin ve babanın görüşlerini aldın mı?
-
Doğan kendisine ortaklık teklifinde bulunan
bu şahsın tavırlarından da olumsuz etkilenmişti.
-
- Kusuruma bakma hocam, teklifinizi kabul
etmem mümkün değil... Zaten böyle bir insana ihtiyacım olsa benim iki erkek
kardeşim var... Önce onları çağırırım... Faslı Öğretmen :
-
- Sevgili Doğan senin gibi değerli bir
insanın kusuru olur mu hiç... Bu cevabına oldukça saygı gösteriyorum. Ayrıca sana
hak da veriyorum. Elbette bir adama ihtiyacın olsa, öncelikli olarak
kardeşlerini seçmen kadar doğal bir şey olabilir mi?
-
Doğan olumsuz cevabının böylesine “nazikçe
ve anlayışla” karşılanmasına oldukça şaşırmıştı. İçinden “böyle
güzel sözlerin sahibi bir insan asla kötü olamaz...” diyordu.
Ona:
-
- Sevgili hocam... Beni utandırdınız.
Sağ olun varolun. Sizin gibi değerli bir insanı bundan sonra
atölyeme çay içmeye davet ediyorum. Arada sırada gelirseniz beni
ihya etmiş olacaksınız.
-
- Pekiyi
sevgili Doğan, seni şimdi daha fazla rahatsız etmeyeyim. İşinden
- gücünden alıkoymayayım. İnşallah en kısa
zamanda tekrar görüşürüz. Kolay gelsin... Hoşça kal.
-
Doğan aynı gün,
akşam üzeri eşi ve çocuklarıyla; annesini, babasını ve
kardeşlerini ziyarete gitti. Onlara olup bitenleri anlattı...
Yaptığı işlerden bahsetti. Fas’lı öğretmenle aralarında geçen
konuşmalardan söz etti.
-
- Baba! Fas’lı
öğretmen tahmin ettiğimiz gibi değilmiş... Ortak olarak kabul
etmeyeceğimi söylediğim zaman anlayışla karşıladı... Yani
“ortaklık teklifi” böylece kapanmış oldu.
-
Aradan günler
geçtikçe Doğan’ı taltif edenlerin sayısı oldukça artıyordu.
Babası bir yakınlarının ölümü dolayısıyla Afyon’a gittiği bir
sırada Faslı Öğretmen Doğan’ı bölgenin en ünlü bir lokantasında
yemeğe davet etti. O da bu daveti kabul etti... Oraya
gittiğinde aşçılara kadar bütün lokanta çalışanları ve Faslı
Öğretmen onu kapıda karşıladılar. İçerisi loş bir şekildeydi...
Üzerleri mumlarla ışıklandırılmış sadece kuş sütünün bulunmadığı
masalardan birinin en güzel bölümüne, iltifatlarla Doğan
oturtuldu. Şampanyalar patlatıldı... Kadehlere konulan içkiler
tabakların etraflarına dizildi. Lokanta görevlileri
şampanyaların ve şarapların kalitesinden bahsederek:
-
-Doğan Bey,
içkilerimizden ve yemeklerimizden memnun olacağınızı umuyoruz.
- Faslı Öğretmen kadehini kaldırarak:
-
- Haydi sevgili
Doğan Bey, yaptığınız güzel çalışmalar ve yüksek sanatınız
şerefine!
- Doğan :
-
- Hocam ben içki
içmiyorum. Hiç hayatımda içmedim. Böyle yerlere de alışık
değilim. Normal olarak ben lokantalarda yemek yemiyorum. Ama
senin hatırın için ilk kez buraya geldim.
-
-Aaaaaa! Sevgili
Doğan senin gibi büyük bir iş adamı, bir gün için, böyle
güzelbir ortamda benimle şu güzel şampanyalardan ve şaraplardan
içse ne olur sanki? Haydi.Haydi isteğimi geri çevirme aydın
insan! Al kadehi eline. Sonra fısıltı halinde:
-
- Bak herkes
bize bakıyor. Çaktırmadan sen içmene bak. Doğan kadehlerden
birini eline aldı. Elleri ve ayakları titriyordu. Ağzına bir
yudum aldığı an tiksinti duyar gibi oldu. Sonra yemek arası
normal bir şekilde içmesini sürdürdü. Bir ara ağzında kelimeler
dağılırmışçasına Faslı Öğretmene:
-
-Sevgili
Öğretmenim ben artık içmeyeceğim şu meretten. Haram yahu. Bana
- Zorla içirdin. Sonra sen de Müslümansın.
Hem kendin günahkâr oldun, hem de beni günahkâr ettin! Bak
gördüğüm kadarıyla sen benim gibi sarhoş da değilsin. Başım
dönüyor yahu. Şimdi ben evime nasıl gideceğim?
-
- Sevgili Doğan
Bey, Sevgili dostum. Biz burada ne güne varız. Taksi çağırırız
olur biter. Seni böyle yüzüstü bırakır mıyız hiç?
-
-O da doğru ya?
Pekiyi beni bu kafayla hanım ve çocuklarım nasıl karşılayacak?
-
- Doğan Bey sen
erkek adamsın be! Sen taşlara nasıl şekil veriyorsun? Aklınla ve
- hünerlerinle. Elbette buna da bir çare
bulursun! Sonra; sarhoştan herkes korkar.Bağırdın mı olur biter!
-
- Doğru ya ben
erkek adamım... Evin reisi benim... Bağırdım mı olur biter!
- - Bravo Doğan Bey! Doğan tirit gibi
sarhoştu. Taksiyle evine geldiği sırada saat 03.00’ü bulmuştu.
Eşi merak içerisinde kalmıştı. Kayınvalidesine “yanlış anlaşılır
düşüncesiyle” telefon dahi açamamıştı. Doğan : -
-
- Hanım! Hanım!
Diye bağırdığı sırada cebinden taksi şoförüne vermek üzere para
çıkarmaya çalışıyordu. Eşi kapıyı açtığı sırada Erdoğan şoföre
500 Frank uzattı :
-
-Üüstü kalsın!
Dedi. Fransız Şoför:
-
-Beyefendi biz
halka hizmet ediyoruz. Siz sarhoşsunuz..Yani ne yaptığınızın
- farkında değilsiniz. Borcunuz, gece
tarifesi olarak 50 Frank. Alın şu 450 Frank’ınızı. Dedi ve
parasının üstünü vererek oradan uzaklaştı. Eşi, Doğan’ı aşırı
bir şekilde alkollü görünce:
-
- Bak
Doğan’cığım seni uykusuz kalarak üç çocuğumuzla şu ana kadar
bekledik. Sen hiç içki içmezdin; ne oldu da bugün içki içtin?
Birisi mi içirdi yoksa? Gözleri kıpkırmızıydı Doğan’ın.Eşine
doğru yaklaşarak:
-
-Bana bak! Sana
hesap vermemi mi bekliyorsun ha? Bırak da felekten bir gün
- çalalım. Hani şu nazik öğretmen vardı ya.
İşte o davet etti beni. Lokantaya bir yığın para da ödedi
zavallı!
-
- Doğan’ım bak
ayakta duracak halin yok! O öğretmen iyi bir insan olsaydı,
seni bu hale düşürmezdi? Yalvarıyorum sana. Ne olursun bir daha
içme. Her zamanki gibi yemeğimizi sen ve ben çocuklarımızla
birlikte yiyelim! Doğan gözlerini irileştirerek eşine iyice
yaklaştı:
-
-Daha konuşmaya
devam edecek misin ulan? Söyle sen mi yöneteceksin beni ha?
Benim karar verme hakkım yok mu hiç? Bak herkes bana “bey”
diyor. Zenginim artık, daha fazla konuşursan nelerle
karşılaşacağını biliyor musun?
-
- Doğan’ım ben
senin her şeyine katlanırım. Yeter ki sen bir daha içki içme! Üç
çocuk iyice annelerine sarılırken en küçüğü ağlamaya başlamıştı.
Annesi onu kucağına aldı.
-
-Ne oldu yavrum;
niçin ağlıyorsun? 3 yaşındaydı Celil. Annesine sarılarak:
-
-Anne! Ben
babamdan korkuyorum! O beni neden kucağına almadı? Beni
- Sevmiyor değil mi?
-
- Kes sesini.
Evin reisi benim. Şuna bak benden korkuyormuş. Ben öcü müyüm
ulan?
-
Ertesi sabah,
eşi Tülay, çocuklarından ikisini, karınlarını doyurduktan sonra
okula götürdü. Celil uyuyordu. Kendisi kahvaltıyı eşiyle
birlikte yapmak için aç susuz öğleye kadar bekledi. Doğan
kalktığı zaman saat 12.00’yi geçiyordu. Kendini oldukça yorgun
hissediyordu. Eşi ona olup bitenlerden hiç söz etmedi. Kendi
kendine “oldu bir kere. İnşallah bir daha olmaz. Anlarsa
yaşadıkları kendisine bir ceza gibi.” diyordu. Birlikte kahvaltı
yaptılar. Babası Türkiye’den gelinceye kadar Faslı öğretmen üç
kez daha onu aynı lokantaya davet etti. Her defasında lokanta
masraflarını da ödedi. Doğan içkili bir hayatın iyice içine
girmişti. İçmediği zaman elleri ve ayakları titriyordu.
Uykusuzlukla beslenen huzursuzlukla çevresindekilerin kendisiyle
ilgilenmelerine de oldukça tepki gösteriyordu. Bunlardan en çok
etkilenen de eşi ve çocuklarıydı. İş ve aile hayatını olumsuz
etkileyen gelişmelerden sonra babası da Türkiye’den gelmişti.
Eşi Tülay, çocuklarıyla oldukça sarsıldıkları halde Doğan’ın
durumundan tek kelime dahi Celil Bey ve yakınlarına bahsetmedi.
Ama kayınpederi, olup bitenleri anlamakta gecikmedi. Doğan’ın
tedavisi ve çözümü oldukça güç bir hale düştüğünü de gördü.
-
Uzun süre doktor
tedavisi görmesine rağmen kendisini sürükleyen isteklerin önüne
bir türlü geçemedi. Faslı Öğretmen, alkol bağımlısı olmasından
sonra bir kez olsun Doğan’ı aramadı. Annesi ve babası gözyaşları
içerisinde Doğan’a birçok kez yalvardılar:
-
-Oğlum bak
gurbetteyiz. Güzel işin vardı, kaybettin. Görüyorsun Belediye
- Başkanı da desteğini çekti. Verdiği
atölyeyi elinden aldı. Senin dost bildiğin Faslı Öğretmen şimdi
nerede? Seni ne arıyor ne de soruyor? Seni dertlerinle baş başa
bırakıp çekilip gitti. Farkındaysan senden intikam aldı. Doğan
düştüğü durumdan kurtulmak için kendisiyle ne kadar mücadele
ettiyse de bunu başaramadı. Hatta gizlice evdeki kolonyaları
dahi içti. Çocukları ve eşi gözyaşlarıyla dolu bir hayata daha
fazla dayanamadılar. Bu arada Paris’te bulunan bir dostlarından
psikolojik yardım istediler. Geçmişten itibaren onlarla
karşılıklı hep dayanışma içinde olan Ömer Bey bu olayı duyar
duymaz onların bu isteğine olumlu cevap verdi. Tüm ailenin
çektiği çileleri bir nebze de olsa durdurabilmek ümidiyle
elinden gelen bütün gayretleri esirgemedi. Doğan, Ömer Bey’in
telkinleriyle ancak iki ay kadar içkiden uzaklaştı. Sonra
kaçamak yollardan tekrar içki içmeye başlayınca eşi Tülay
çocuklarını da alarak evini terk etti. Doğan sonradan eşinin
Fransa’nın Reims şehrinde kalan teyzesinin yanında olduğunu
öğrendi. Tülay eşinin kendisiyle görüşmek istediğini öğrenince
onu oradan telefonla aradı:
-
-İçki
karşılığında beni ve çocuklarımı dışlamamış olsaydın biz buraya
gelmezdik. Bir daha Faslı Öğretmenin ve iğrenç anıların
bulunduğu o bölgede yaşamamız imkânsız. Cevabını verdi. Celil,
gelini Tülay için Oğluna :
-
-O yerden göğe
kadar haklı oğlum! Dedi. Sen ya içki içme fikrini sürdürerek hem
kendi hayatını karartacaksın hem de yuvanı dağıtmayı
kabulleneceksin. Ya da içki denen illeti hayatından atıp gül
gibi yuvanda çoluk çocuğunla yaşayacaksın. Yani bu iki tercihten
birini seçeceksin. Aklın varsa dosta düşmana karşı daha fazla
rezil olmadan içkisiz bir hayata geri dön ve hayatını kurtar. O
kadını, yani hanımını da acıların içine atmadan tedbirini al!
-
Doğan günlerce
çocuklarını sayıkladı. Geceleri uykusunu bölen düşlerle
dağlandı. Onu içki içmeye sevk eden dürtülerle savaştı. Girdiği
çıkmazlarda günlerce yalnız başına kalışının sorumlularını
aradı. “Bu bir savaş... “ diyordu kendi kendine. “Kazanmalıyım.
Elbette kazanacağım!” Gurbette stratejisizliğin ağlarından
kurtulmanın mücadelesini veriyordu. Hiç kimseyle görüşmeden
geçen günlerin kıskacındaydı. Kendine sertleşerek geri
dönmesinden korktuğu duygularını, bir başka kişiye yöneltmeden
önce, “aynalardaki görüntüleriyle” konuştu. Çocuğunun “ben
babamdan korkuyorum.” sözleri zihninden uzun süre çıkmadı. Bir
sabah kahvaltısından sonra annesine ve babasına:
-
-Ben karar
verdim. Dedi. Annesi ve babası önce şaşkın bir şekilde Doğan’ın
yüzüne baktılar. Sonra Celil :
-
-Neye karar
verdin oğlum? Dedi.
-
Annesi ve babası
merak içerisindeydiler. Sabırla onun açıklamasını beklediler.
Doğan.
-
-Karar verdim.
Çocuklarımın ve eşimin yanlarına döneceğim. Dedi. Hıçkıra,
hıçkıra ağlayarak Sevgili babacığım, senin ismini verdiğim Celil
burnumda tütüyor. Çok özledim onları çok. Daha fazla
dayanamayacağım! Annesi ve babası da gözyaşlarını tutamadılar.
Ve üçü birden birbirlerine sarılarak sarmaş dolaş oldular.
Celil:
-
-Doğru ya oğlum,
epey azap çektin. Tabi sadece sen değil, hepimiz çektik. Başına
gelmedik kalmadı. İçki, bir türlü afet ama bunu sana alıştıran,
senin yuvanı darmadağın eden adam da ayrı bir afet, yani iki
afet arasında kaldın. Sonra ağlayarak:
-
-Git oğlum git!
Bir daha şu içki denen zıkkımı evinin kapısından içeriye sokma!
İçenlerin yanına asla uğrama. Aslan oğlum zaten sana bu
yakışıyor. Bak biz ananla hacca giderken sana ve kardeşlerine
çok dua etmiştik. Ya Rab kötü niyetli insanların şerrinden
çocuklarımızı koru, diye. On yıl geçti aradan. O zamanlar her
şey iyiydi. Ama şimdi insanların yöneldikleri şeyler
farklılaştı. Biz yönümüzü Kabe’ye dönüyoruz. Bazıları da, şerre
ve kalleşliğe dönüyorlar. Bir başkası da bir başka yöne dönüyor.
Allah bizi bir daha bu durumlara düşürmesin!
-
Doğan birkaç gün
sonra dediğini yaptı. Bir ev kiralayarak eşi ve çocuklarıyla
Reims’e yerleşti. Onlar için hayatın çileli yolu Reims’de
noktalanmıştı.
-
Paris -
12.07.2005
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
1 kilogram kara bakla
1 tane orta büyüklükte soğan
1 fincan zeytinyağı
1 tatlı kaşığı toz şeker
istenildiği kadar tuz.
İstenildiği kadar tere otu
Kara bakla temizleyince ve yıkanır başka bir kapta
kararmasın diye soğuk suya konulur. Zeytinyağı tencereye onur soğan tencereye doğranarak
kızarmadan haşlanır,isteyen salça da ilave edebilir,suda bekleyen kara
bakla süzgeçten suyu süzülerek, tencereye konulur.
Üzerine şeker ve tuzu ilave ederek dereotunu
doğranır, tencereyi kaşıkla karıştırılır. Başka kapta kaynatılan su
aktarılır. Pişmeye bırakılır. Hem sıcak hem de soğuk olarak servis yapılarak
yenilir. İsteyen sarımsaklı yoğur ekerek servis yapar.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Paşa ÇETEN |
Paşa ÇETEN Hayat Hikayesi
|
- GÜZE ALIŞMIŞ
TOPRAKÇA
- Deniz tadında her şey,
düşüncemde yorgunluk
- Bir itirafçı damlalar seyre
değer
- Alçaklarda mor, hain
fosforlar
- Beynimin çılgın zarlarını
soymakta
- Kasırga hem kendini,hem
damlaları savuruyor
-
- Hatıraların en ön safında
Leyla
- Sükunet giyinmiş, kıyamda
durur gibi
- Bir bahara, bir güze alışmış
toprakça
- Direnerek suya, ışığa, insana
ve
- Ömür denilen karanlık
okyanusuna
-
- Nedir lisan bilmek;yada kürek
kullanmak
- Sömürünün ertelediği üçüncü
savaşın eşiğinde
- Karnını terk ederken bir bir
kardeşlerim
- Kurbanlık kaç yumruk
büyütüyorsun anne
- Deniz tadında her
şey,düşüncemde yorgunluk
-
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Cuma TÜRKMEN |
Cuma TÜRKMEN Hayat Hikayesi |
- DUYGU VE SEVGİ
- İnsanın gönlünde gül gibi biten,
- İçimizde yanan kor gibi tüten,
- Aile ferdini bir evde tutan,
- Kalplerin bağıdır duygu ve sevgi.
-
- Ruhumuza sıcaklığı işleyen,
- Gurbetteki kocasını düşleyen,
- Yavruları yuvasında besleyen,
- Ananın yağıdır duygu ve sevgi.
-
- Bayramlarda çocukları oynatan,
- Savaşlarda anaları ağlatan,
- İnsanları millet yapıp kaynatan
- Toplumun ağıdır duygu ve sevgi.
-
- BEKİR der ki; ırmak gibi çağlayan,
- Aramızda yakınlığı sağlayan,
- Beni aşık edip sana bağlayan,
- Gönlümün bağıdır duygu ve sevgi.
-
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
87 SAYI 25 Mayıs 2006 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!
|