YIL 7  SAYI 82    25 Aralık 2005

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL GEL DE GÖRMEMEZLİKTEN GEL
Ali EMİROĞLU DURMAYI BİLİYORSA MİLLETLER
Atilla ALPAY ESKİ  BUZDOLAPLAR
Salim SAVCI ŞU SIFATI;NASIL ŞO OLUYOR?
İsmet ÇENESİZ HUZURA VARMAK;
Güner KAYMAK USTAM
Adile TÜRKMEN YALNIZLIK
Yaşar KILIÇ AHRET KAPISI
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
GEL DE GÖRMEMEZLİKTEN GEL
Gözüme çarpan bazı görüntüleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi Bahçelievler 1. cadde gaz borularının döşenmesinden kazıldı, döşendi, kapatıldı. Sıkıntılarını hep birlikte çektik, nimetinden faydalanıyoruz sonra,1.caddenin ortasından geçen atık su büzleri yapıldı, bunların üzeri kapanmadan yağan ilk yağmur suları ile yarı yarıya toprakla doldu, böylece üzerleri kapatıldı. Bizim bulunduğumuz yere çok güzel bir asfalt döküldü. Geçen sayı bir yanlışlık eseri bu yeni asfalt kesildi, Allah’tan kaldırım tarafından kazmaya başladılar elektrik kablosunu kopardılar da yaptıkları yanlışlığı gördüler.
Şimdi ise elektrik direkleri için hatlar kazıldı, iki taraflı panolar konuldu, elektrik direkleri dikildi. O güzelim asfalt yine boydan boya açıldı kesildi ve yamanarak kapatıldı.
 
Acaba diyorum; bu alt yapı için kazılan bu sokakların ne günahı var; her ay başka bir hizmet için buraların açılıp kapatılmasına hiçte gerek olmayacak bir altyapı yapılamaz mı? Misal; atık su boruları döşenirken birinci cadde yaklaşın iki buçuk metre derinliğinde kazıldı ve büzler döşendi. Bu kazı alanının eni yaklaşık iki metreye yaklaştı. Kazı yapılırken bu ebat biraz daha fazla tutulsa. Kazılan yerin eni iki buçuk metre tutulup altı, kenarları ve üstü beton ile kapatılsa. Yapılan bu menfezin alt kısmından atık su ve lağım akıtılsa, kenarlarına da her apartmanın girişine yakın çıkış verilse. Elektrik, su, doğalgaz, telefon boruları monte edilse, arızalarda veya eksim alt yapılarda bu caddenin bir başından girilecek yer bırakılarak buralara bu eksiklikler monte edilse, halkın ve trafiğin bir kere rahatsız olması ile önlenemez mi?
 
 
Bu ayın ikinci gel de görmesi ise Resmi bir dairede kitaba verilen kıymetin görüntüsü bulunmaktadır. Resmi çekerken kitaplarla ilgili bir bakanlığımızın şube müdürü yanımdaydı. Aramızda geçen konuşma ise gayet orijinaldi:
-Bakın bunlar Resmi Gazete, ciltlenmiş, fakat gelişi güzel buraya atılmış. Dedim
-Bizim müdürlüğümüze ait değil. Cevabını aldım. Bende:
-Sizin bakanlık bu işlere bakmıyor mu? Dedim ve devam ettim. En azından bu kurumun müdürüne kaldırılması için söyleyebilirsin. Dedim.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
DURMAYI BİLİYORSA MİLLETLER
            Dünya yaratılalı beri diye söze başlayarak işi karıştırmak istemiyorum. Dünyada insanların hakimiyet kavramları teşekkül edeli beri diyerek yazıya başlamak daha uygun düşüyor. İşte bu müddet içinde milletler bir birlerine hakimiyet kurmaktan geri kalmamışlardır. Hakimiyet kurmalarında pek çok sebepleri olacaktır. Bu hevesten insanları ve milletleri vazgeçirmek mümkün olmamıştır. Dünya hakimiyetini bir elde toplamak imkanı da görülmemiştir. Yakın tarihte Osmanlı padişahının ve Napolyon’un sözleri vardır. İkinci Cihan Savaşı sırasında Wandell Wilki “Tek Dünya” adlı kitabı kaleme almıştır. Hiçbir şey kökten değişiklik göstermiş değildir.
            Bu hakimiyet anlayışından dolayı,geçen bin yılı,Avrupa devletleri kavga ile tamamlamışlardır. Doyasıya birbirlerini boğazlamışlardır. O zamanlarda da insan haklarını düşünenler varsa da,etkili olma imkanı bulunmuyordu. Bu son Cihan Savaşı unutulmaz hatıralar bırakmış olacak ki;insanlık değişiklikler düşünmek zorunda kaldı. Avrupa birleşmesi fikri buradan doğdu. Fikir;kendiliğinden doğdu denilemez. Fikri Amerikalılar empoze ettiler. Avrupa Devletlerinin Amerika’ya benzer şekilde birleşmelerini uygun gördüler. Fikir aslında bizzat Avrupa’nın fikri değildir. Rus tehdidi olmazsa,belki bu fikirde doğmuş olmayacaktı.
            Fikir doğmuştur. Geçen zaman içinde,fikir üzerinde oldukça kafa yorulması da yapılmıştır. Bir AB teşekkül eder yola girmiştir. Cidden bu AB teşekkül eder ise yepyeni bir düşünce teşekkül etmiş olacaktır.
            Dünyadaki politik durumun değişmiş olması düşünülemez. Yalnız,her şey eski düşüncelerin kaybolacağına işaret eder durumda değildir. AB nerede duracaktır ? Bütün dünyayı içine alması mümkün olmayacağına göre hudut neresi olmalıdır ? Bu hudut Japonya’yı da içine alacak şekilde genişletilebilir mi ? Normal olarak Rusya hudutları kabul görürü mü ?
            İnsanların ayranları kabarınca,bazen gözleri hudut tanımak istemiyor. Ukrayna hududu yeterli görülmemiş ve renkli bir devrimle,Ukrayna AB cephesine geçirilmiştir. Bu işte daha önce yakınımızda Gürcistan’da da yapılmıştı. Sonra;Beyaz Rusya,Kırgızistan’da da yayılım başladı. Özbekistan’a gelince işler karşılık gördü. Sessizlik birden değişti ve Budapeşte’de zaman içende yapılan tatbikat ortaya çıkıverdi. Göstericiler KADAVRALAŞTILAR.
            Avrupa’nın hayal içinde olduğu belli. Avrupa kendisinde olan her şeyin üstünde ve doğru olduğu inancını taşıyor. Biz;Avrupa’yı ve medeniyetini küçümsüyor değiliz. Bu medeniyeti kabul edenler içerisinde bulunuyoruz. Ancak;her şeyde benimki doğru zihniyeti kabul görür bir şey değildir. Benim de,sizinde,tarih içinde beğenilir şeylerimiz olmuş olması gerekir. Bizimkilerin toptan reddettiği yerde,bizde nasıl yer ayrılmış olabilir ? Bunlar hep birer düşünce tarzıdır ve bunları insanların zihninden söküp atmak imkan içinde olamaz. Bu düşünceler Türkiye içinde gerekli sayılmış olduğundan bazılarımızın oldukça deneyim sahibi olduğumuz doğrudur. Avrupa’nın bizden bir şey beğendiğine rastlayan kimse var mıdır ?Bizde işe yarar bir şey olmazsa,binlerce yıldır ileriye götürdüğümüz toplumu ayakta tutmam mümkün olur mu idi ?
Eğer Avrupalı aklını kullanmayı bilip de,tabii hudut sayılan Rus sınırlarında durmasını bilse idi,bu içinde bulunduğumuz bin yılı da çok mutlu olarak geçirme imkanı bulurdu. Akıllıların,az akıllıları kullanacağı kaidesi yine hakim olacağından,hiç savaş içine sürüklenmeden daha bin yıl Avrupalı aklın ve medeniyetinin nimetlerini yaşamış olurdu.
            Bu günkü yöntemle,dünyayı demokrat yapıp,demokrasiyi yaygınlaştırmak mümkün olmaz. Bosna;Afganistan ve Irak’ta varılan neticeler emniyet vermiyor. Bu yol dogru sayılsa bile,tatbikatı Dünyaya yayılışı beş yüz seneyi geçer. Bu zamanda bizim AB içine girişimize benzer bir şey olur. Kimin ölüp,kimin kalacağını akıllar kavramaktan aciz kalır. Yani,tutulan Avrupa ve Amerika’nın yolu tatmin edici değildir. İşgal edilen ülkelerdeki durumlar, insanların yaşamları,eskiyi arattıracak vaziyettedir. Amerikan ve Avrupa düşmanlığı da kendilerinin bile anlamayacağı duruma tırmanmıştır.
            Bizce gidilen yol sakattır. İnsanlar adalet ve eşitlik içinde yürümeyi isterler. Gidilen yol korkutucudur. Dünya birliğini bu yolla temin etme imkanı yoktur.
            Daha ileri gidersek,yine bize göre: Üçüncü Dünya savaşının temelleri atılma yolundadır insanlık. Bir defa endişeler ortaya çıktı ise,insanlara bunları unutturmak mümkün olmaz. Her fırsatta,öncülerinin önüne taşlar yığılması fikri hakim olacaktır. Bütün Dünya ile başa çıkacak bir kuvvetin bugün ortalıkta olduğunu da kabul edecek kimse yoktur.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi
ESKİ  BUZDOLAPLAR
Bugün   seccadelerde unuttuğumuz  dünün ak saçlı nineleri veya beli bükülmeş ihtiyarları elbette ki  bir elli yıl öncenin  taze gelinleri veya genç kızları; erkekler de pos bıyıklı birer yakışıklı  delikanlıları idiler.
Şehrimizin Devane ile çöplük, Küçükpark ile Kale,Karakeçili ile Üçtutlar arasına  sıkışmış eski mahallelerinde -birazda Hıdırlıkda-  toplam 15-20 bin kişi yaşardı. Rahmetli  öğretmen Recep Rahmi Tankaya bugünki Atatürk  Lisesinin beşyüz m. altına gidip bir bahçeli ev yapınca adını  deli’ ye çıkarmışlardı, Piri Baba  çamlığı ise önünden saygı ve huşu ile geçilen Piri baba evliyasının da türbesi bulunan şehrin en eski  mezarlığı idi.
Bağlarda  daha  tanelerinden salkımı  görünmeyen kara üzümler olur, sonbaharda pekmezler kaynatılır ve ana caddelerden gıcırdayan tekerlekleriyle  kağnı  arabaları ile kömüşler  geçerken  evlerde elektrikle işleyen aletlerde henüz  bulunmazdı.
Bugün dilleri ile  fırıncı küreği arasında benzerlik bulunan şimdiki bazı  gelinlerin sabah ezanında  kalkan  ve kayınpederinin karşısında “hazırol” da duran çilekeş,cefakar ve vefakar  büyükanneleri ; hayatlarını  kolaylaştırabilecek  bugünki  teknolojik nimetlerden  bihaber veya  yoksun garip divanelerdi. Zaten onların  yaptığı işi de  bugün kimse yapamazdı. Bir çamaşır yıkamak, tarhana yapmak, erişte kesmek, turşu vurmak,pervede kaynatmak veya bir bağ  bozumu  ömür törpüleyen  işlerdendi.
Sıcak  yaz günlerinde  yemekler günlük pişerdi. Mutlaka tereyağı  kullanılırdı. Çiçek yağını henüz kimse bilmezdi. Hidrojenli sana ve vita gibi  karışık ve ne idüğü belirsiz yağlarda piyasada henüz yoktu. Zeytinyağı yanlızca ege bölgesinde  tüketilirdi, iç anadolu ise  sade yağdan  şaşamazdı.
Soğuk su ihtiyacı için hemen her evin  kuyuları vardı. Ve bunlardan çekilen  sular testiye konur ve   toprağa gömülürdü. O zaman bugünki  buzdolabının vazifesini “teldolab”ları yapardı. Hemen her evde bulunurdu. Kapağına kafes teli gerilmiş, birbuçuk metreye yakın yükseklikte otuz cm derinliğinde masif çamdan mamül bu dolaplar besinleri  sadece haşerat’ tan korurdu. İçine konanların bozulmasını ise önleyemezdi. Zaten yemekler günlük pişerdi. Yoğurtlar torbada katık olurdu.Erişteler, bulgurlar, kurutulmuş sebzeler  hep mutfağın ahşap tavanına  asılmış birer bez torbanın içinde bulunurdu.Mutfaklarda kuzineler vardı. Bunların üç veya dört gözünde aynı anda birkaç  çeşit yemek pişer,tepsilerle börekler yapılır, hemde ısınılırdı.
Çorumdaki fırın sayısı bir veya ikiydi, onlarda fantezi francala yaparlardı. Bunları önce  gayrımüslümler yerdi. Yerli ahali yufka açar ve bunları kuru bir odaya “ kater-kater”-üst üste- yığar, yiyeceği zaman alır-ıslatır ve dürüm yapardı.(Mayasız olan bu ekmek çeşidi bugün hâlâ çok bilimsel ve doğru bir beslenme biçimidir.)
Kara undan mamül bu yufkada maya kullanılmadığı için  asla küflenmezdi. Hazmı zordu. Sabah çorbası içip  işine giden Çorum’lu akşama kadar acıkmazdı. Yemenden gelen kahvenin  yerine kaim olacak  olan Çay ise yurdumuzda henüz ekilmeye başlanmamıştı.
İşte bu teldolap kısa zamanda bilhassa kahvaltılıkarı, reçelleri vb bazı maddeleri saklamaya  yarayan  havadar bir mutfak  gereci idi.Hemen her evde bulunurdu. Zaten o zamanki bir  düğün çeyizi de ne idi ki ? İki kat yün yatak,bir-iki yorgan, iki kırma sandalye,  birkaç tepsi, bir ibrik ,iki bakır kazan,bir tel dolap,beş altı ot yastık,birkaç gaz lambası vs den ibaretti. Yani bir at arabası yük; çul-çaput,bakır kap-kacakdı.Hepsini toplasan beşyüz kilo gelmezdi. (bu gün bir yeni gelin çeyizi 20 ton gelmektedir ve bir kamyon ancak taşıyabilmektedir.)
Çarşıda o zaman buzcular bulunurdu. Delikli on paralara belki bir at arabası yükü buz alınabilirdi. Bu da cacıklara , sürahilere, zeytinyağlı dolmalara  konurdu.
Sonra bir gün büyük bir keşif olan “Buz dolapları” yapıldı. Bulunduğu evlerde konu-komşu bunları seyretmeye giderdi. Bu öyle bugünki gibi derin donduruculu-no frost veya bilmem ne serisi olmayıp masif çamdan mamül bir kapalı  dolabın  içine çinko döşenmiş şekliydi.O testere ile kesilen veya  sıkışmış kardan mamül buz kalıpları bu dolabın içine yerleştirilir, etrafına  talaşlar serpilir ve tencereler de bunun içine yerleştirilirdi.Ancak kırksekiz saat besinleri bozulmaktan koruyan bu dolaplar bir yerlerinden mutlaka su alırlar ve de zamanla çürürlerdi.
Başka da bir çare  yoktu.
 
 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsmet ÇENESİZ
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
HUZURA VARMAK;
            Bir topluluğa yada bir büyüğün huzuruna çıkacağımız zaman banyo yaparız, şöyle misler gibi insana mahsus ten kokumuzla huzura çıkalım diye. İşte rabbimizin huzuruna (Namaza) durmak için de önce cemi vücudumuzun temizlenmesi lazım ki onunla birlikte gönlümüzü, yüreğimizi ve beynimizi de temizleyebilelim. İnsanın vücut temizliği için boy abdesti mecburiyetinden başka  2-3 günde bir yıkanması sağlık bakımından da gereklidir.
Huzura durabilmek, namaz kılabilmek için gerekli olan boy abdestinin haricinde birde abdestli olmak şartı vardır.
Namaz vakitleri ezanla bize müjdelenir. Ne diyor büyük milli şair Mehmet Akif, “Bu ezanlar ki dinin temeli/ Ebedi yurdumun üstünde inlemeli…” Yüce Allah’ımız ezanları minarelerimizden bayrağımızı da göklerde dalgalanmaktan mahrum etmez inşallah.   
             Günde 5 defa belli organların yıkanıp temizlenmesiyle birlikte gönül temizliği de beraberinde gelir. Namaz ihtiyarlar için de güzel bir spordur. Ama biz namazı spor için değil yüce Rabbimiz bize emrettiği için kılarız. Rabbimizin bize buyurduğu emirlerin hepsinin bizim için, bizim sağlımız için  olduğunu biliriz.
Ya yasaklar? Biliriz ki tüm yasaklar  bizim sağlımız ve hayattaki muvaffakiyetlerimiz için konulmuştur bunu da böyle bilir böyle inanırız. En büyük yasakta Yüce Kur-an’ın Türkçe mealinde okuduğumuz gibi içkiye konulmuştur.   
             Hazreti peygamberimiz, “İçki bütün kötülüklerin anasıdır” diye buyuruyorlar. Hayata, geçmişe baktığımızda da bundan daha büyük bir gerçek olmadığını görürüz.
             Ve yine geçmişteki çok büyük harplere baktığımızda çok daha kalabalık ve kuvvetli orduların çok daha az ve kuvvetsiz ordulara karşı  içki yüzünden ve içkinin verdiği  sarhoşluklar yüzünden yenildiklerini görürüz..
              Kurtuluş savaşında bize en büyük yardımı Pakistan, Rusya ve içki içen düşmanların sarhoşlukları yapmıştır.
             Namaz dinin direğidir, diye, Hoca efendiler de sık sık vaazlarında söylerler. Namaz huzura durmak, rabbimize bize verdiği nimetler karşısında şükretmek ve bir emri yerine getirmek suretiyle huzura durmak, huzur bulmaktır.
             İçtenlikle, anlayarak, günde 5 defa kılınan namaz yani günde 5 defa huzura durmak, defalarca secdeye varmak, insanı bütün kötülüklerden korur ve iyiliklelere koşturur efendim. 
             Geçen gün TV’deki bir söyleşide namazdan, Kur-an’dan ve Kur-an okunmasından bahsedilirken, “Kur-an okumak Allah’la konuşmaktır” deniyordu.  Namazda sureler okuyoruz. Demek ki her namaza durduğumuzda  aynı zamanda Rabbimizle de konuşuyoruz.. Ne mutlu bunu içtenlikle ve sırf  Allah’ın rızasını kazanmak için yapanlara. 
             Namaz, oruç, ve zekat insan nefsine zor gelebilir. Ama bütün bunların faydaları bizler ve cemiyetlerimiz için çok fazladır. Namaz bize Allah’ın birliğini ve ondan başka tapacak kimse olmadığını, onun her şeyin sahibi olduğunu, dünya ve ahiret için çalışmayı, helal kazanmayı ve bulunduğumuz şartlarda mutlu olmayı öğretir ve öğütler. 
Rabbimizin bize vermiş olduğu bütün emir  ve ibadetlerde çok ince hikmetler bulunmaktadır. Şimdi bu hikmetleri saymaya kalksak ne aklımız nede bilgimiz buna müsait değildir.
             Rabbim hayırlı ve sağlıklı ömür verirde bende bir şeyler öğrenme nasibine erişirsem bunları uzun uzun yazmaya ve siz kıymetli okuyucularımla paylaşmaya çalışırım efendim.
Okumayı, yazmayı, çalışmayı ve insanları seviyorum. Dünya ve ahiretin bütün güzellikleri hepimizin  olsun  diyor ve sevgi saygılarımı sunuyorum efendim.
           
 
            NOT: 21.10.2005 Cuma günü Cuma namazından önce vaaz eden Sayın Hocamız kimse, zekata tabii olmayan malları sayarlarken kiraya verilen mülklerin kendilerinin zekata tabii olmayıp bunların gelirlerinden zekat verileceğini ( oda birikim oldu ise) bildirmediler. Bu husus çok önemlidir. 
            Birde, Cuma namazından önce yapılan konuşmaları güzel Türkçe konuşan hatipler yapsalar, diyor halkımız.  Örneğin İlahiyat Fakültesi Öğretim üyeleri ve son sınıf talebelerinden Türkçesi güzel olanlara neden bu fırsat verilmez acaba?
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Salım SAVCI
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
ŞU SIFATI;NASIL ŞO OLUYOR?
Ankara’da Kızılay’da kaldırım taşları üzerinde (burada kitap satışı yasak ama) kitap satan vatandaşı dinlemeye var mısınız ?
- Oğlum;şo (şu demiyor) kitabı al,şo (şu demiyor) ağacın altına koy,kısmeti açılsın. Diyor. Selam verip adama yaklaşıyorum.
- Hemşerim;şu demiyorsun,şo diyorsun neden?
- Bey;işte bu çocuk şuyu bilmiyor. Onun dilinden konuşuyorum.
- Ama biz şoyu köyde kullanırdık. Şehirlerde kullanmazdık.
- Evet bey;köyler köyde minnacık kaldı. Bizler hepten şehirli olduk ama;köylerdeki konuşmayı sürdürüyoruz.
- Türkçe’miz yazım olmuyor mu ?
- Bana yazık değil mi ? Köylerde bize imkan vermediler. Bizde kentlerin yolunu tuttuk. Burada kitap satmak yasak ama (50) metre uzakta (4) adamımı var. Onlar ıslık çalınca ben toz duman olurum.
- Bir önerin var mı ?
- Şu gençlik Parkının duvarına küçük küçük odacıklar koysunlar. Bizler de satışımızı kaçak yapmayalım. Hem kira,hem de vergi verelim.
- Bu dileğinizi ilgili yere ilettiniz mi ?
- Adamın yoksa,seni dinleyen olmaz. Bunu da böyle bil.
Sade vatandaşın görüşü hoşa gider,gitmez ama,Kızılay’ın ortasında bu komik durumun önlenmesi düşünülmez mi ? Diyorum. Buraya noktayı koyuyorum.

 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Güner KAYMAK
Güner KAYMAK Hayat Hikayesi
USTAM
Madde aleminde mana aranmaz
Boşuna ugraşma demedin ustam
Yüzüne gülenden sana yar olmaz
Kimseye güvenme demedin ustam
Bir anda satarlar seni bir pula
Muhtaç bırakırlar muhanet kula
Ister saçını yol istersen agla
Farkına varmazlar demedin ustam
Tuttugun dal bir gün kalır elinden
Kurtulaman el alemin dilinden
Ayrı kalın vatanından köyünden
Çaresiz kalırsın demedin ustam
Ayagın kayarsa fena düşersin
Aşkın fırınında yanar pişersin
Soysuzunda sen ardına düşersin
Fazla duygusalsın demedin ustam
Filim çevirirler göz yaşı döküp
Merhamet dilerler gözüne bakıp
Enayidir derler arkandan atıp
Kimseye acıma demedin ustam
Gönül yarasına derman olmuyor
Vefasızlar kadir kıymet bilmiyor
Yigitlik dogruluk para etmiyor
Boşuna yıpranma demedin ustam
Herkes bir birine çelme takarken
Halkın arasına nifak sokarken
Sokakta gezmeye insan korkarken
Cesaret delilik demedin ustam
Huylu huyundan asla geçemez
Kaynamış suyu kimse içemez
Insan degerini hayvan bilemez
Kendine gel Güner demedin ustam
Amsterdam 08.11.2005

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

 
Adile TÜRKMEN
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi
YALNIZLIK
Yalnızlık öğle zor ki;ben bilirim bunu,
Yaşayan kalbim bakan gözlerim görür onu,
Kimse yok yanımda teselli versin.
Yalnızlık öyle zor ki;yaşayan benim.
 
Acılar içimde sitem dilimde,
Yalnız kaldım bunca gurbet elinde,
Tek tesellim sigaramla,radyom.
Yalnızlık öyle zor ki;yaşayan benim.
 
Öyle hastayım ki;halim perişan,
Ayaklarım yaralı bulunmaz derman,
Tutsak oldum evimden çıkmam bir an,
Yalnızlık öyle zor ki;yaşayan benim.
 
Dört duvar içinde akşam olmuyor,
Akşam olunca kimse gelmiyor,
İnsafsız kocam halimi bilmiyor,
Yalnızlık öyle zor ki;yaşayan benim.
 
Mutlu musun diye herkez soruyor,
Bu acı içimde hemen büyüyor,
Çileler beni alıp yürüyor,
Yalnız öyle zor ki;yaşayan benim.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

 

Yaşar KILIÇ
Yaşar KILIÇ Hayat Hikayesi
AHRET KAPISI
Yaşlı,çocuk,bebekler gül gibice kokuyor.
Mezarların taşında,gören bahtını okuyor.
Gönül buruk,göz yaşlı,ibret ibret bakıyor,
Ötelerin muştusu;gizemli sakin belde,
İşte ahret kapısı;heveslenme,gel gel de.
 
Resul,Nebi,Sahabi,Tabiinler geçtiler,
Şehit erler,erenler ecel meyli içtiler.
Dünya fani,Hak beği ne YAŞARLAR göçtüler,
Tefekküre götüren gizemli,sakin belde,
Ey ahret kapısı heveslenme,sen gel gel de.
15.06.2001

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

83 SAYI 25 Ocak 2006 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!