YIL 7  SAYI 78    25 Ağustos 2005

Üzeyir Lokman ÇAYCI   DESEN

 

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

Mahmut Selim GÜRSEL DEVEYE SORMUŞLAR
Mahmut Selim GÜRSEL GEL DE SÖYLEME
Ali EMİROĞLU ÇORUM’DA KÖTÜ MERDİVENLER
Salim SAVCI HANGİSİ DOĞRU?
Sakin KARAKAŞ TÜRKİYE’NİN KANAYAN YARASI KAÇAK ELEKTRİK MESELESİ
Muzaffer GÜNDOĞAR ÇORUMLU DERGİSİ 58,59,60 VE 61 SAYILAR
Atilla ALPAY ESKİ BUZDOLAPLARI
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYATA BAKIŞ
Necati ÇAVDAR NASIL ANLATSAM...
Adile TÜRKMEN YETİŞ SEVGİLİM
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
DEVEYE SORMUŞLAR
Burası ;  Kayırmacılıkların,önceliklerin,torpilin işlediği bir ülke. Bankalarımız kendi müşterilerine öncelik tanıyor,benzin istasyonları kurumuna öncelik tanıyor,hastanelerde çalışan personele öncelik tanınıyor,insanlar tanıdıklarına öncelik tanıyor. V.B.
            Deveye sormuşlar:
            -Neden boynun eğri ?
            -Nerem doğru ki ?
            Doğruluk ve insanlık adına öncelikli olanlar bu ülkenin insanı da ya diğerleri ? Diğer öncelik tanınmayan insanlar bankaların,istasyonların     KONU MANKENİ Mİ ?
            Eşitlikten bahsediyoruz.
           Örnek olarak bir bankamızın sıra numarası önceliği kartları olan müşterilerine öncelik tanıyor.
           Kartı olan kişiler mi bu kartları kullanıyor ?
            Hayır. Kartları olmayanlar,torpillilerden olan bir zümre koruma görevlisinin kartıyla,şefin kartıyla,memurenin kartıyla sıra alıyor ve kendilerine bir öncelik tanıyorlar. Nasıl olsa orada kimsenin sesi çıkmıyor. Kimse itiraz etmiyor ve gönüllü olürük olmazsa da mecburen KONU MANKENLİĞİ yapıyor. Bankanın içi dolu,dışarıdan geçenler bu konu mankenliğini bilmiyorsa “Aman ne kadar dolu bir banka (!)” diyerek geçtiğini zannediyorlar.
Resimleriiii
İnsanlarımız eşit değil mi ? Banka fişi ile saat beraber sıra geldiğinde çekildi.

 
YORUMSUZ olarak:
“(Değişik : 03/10/2001 – 4709/1 md.) Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;
Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve "yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;
FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur
X. Kanun önünde eşitlik
Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek : 7.5.2004 - 5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Ve:
Resimlerde bulunanların hepsi gerçektir. Sırada olmayıp gelip tek bir gişeye önceliklerle giriyorlar.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
GELDE SÖYLEME
            Bir öğleye doğru Bahçelievler birinci caddere bir motor gürültüsü ile uyandım. Balkona çıktığımda tam bizim evin önünde asvatı destere ile kesen bir işçi çalışıyordu. İşçiye seslendim:
            -Delikanlı ne için asvaltı kesiyorsun ? Dediğimde :
            -Karşı apartmanın gazı için. Cevabını aldım.
            Delikanlı o apartlanın gazı bağlandı,bir zahmet bahçesine baksan. Dediysemde dinlemedi. 1. caddenin asvaltını iki sıra boydan boya kesti oe koydu. On beş dakika sonra bir kepçe gelerek kesilen yeri kavlatmaya hazırlanınca tekrar ben:
            Usta,gaz içinse oranın gaz kutusu bağlandı. Asvaltı boşa kesmen ! Dememe rağmen kepçeyi asvaltın kesilen yönüne çevirdi. Birkaç komşu da söylediler dinletemedik. Ustada Nuh dedi Peygamber demedi. Allahtan kazma işine tratuvardan başladı,birinci kepçe tamam,ikinci kepçe tamam,üçüncü kepçede yer hattından alınan elektrik kablosu sizlere ömür. Bende balkondan resim çekip kıs kıs gülüyorum. Neyse,elektrik kurumu arızası geldi,o sıra gaz işlerine bakan ekip geldi,komşularında gazcılara söylemeleri üzerine bir zahmet inerek bahçede bulunan gaz kutusunu gördüler ve 1. cadde asvaltı kazılmaktan kurtuldu.
            Şimdi iki çizgi halinde destere yarası ile yatmakta. Yarın yağışlar başlayacak,buradan asvaltın altı su alacak,o güzelim asvalt patır patır patlayacak.
            Olan vergileri verenlere olacak. Asvaltı yapanlar işini görecek,asvaltı satanlar kesesini dolduracak.
            Şimdi bana göre bu destere ile kesilen yere mucur sermeden önce yola dökülen eritilmiş asvalttan bir bahçıvan kovası ile kesilen asvaltın iç kenarı temizlenerek doldurulursa zannedersem asvaltın yarası kapanmış olur.
         

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
ÇORUM’DA KÖTÜ MERDİVENLER
            Bir yazıya böyle başlık olur mu ? Beklide;yazdıklarım arasında en iyi başlığı teşkil ediyor. Yazıyı sabırlıca okuyup bitirenler ne dediklerimi anlayacaklar ve bana hak vereceklerdir. Başlığına bakıp ta yazıyı okumaktan vazgeçenler hatalı olmayacaklardır.
            Merdiven;insanlar için vazgeçilmez bir şeydir. Eve bir eşik atlayarak girseniz bile,bodruma merdivenlerden inecek ve yatak odalarına merdivenlerden çıkacaksınız. Apartman devrinde yaşadığınıza göre,merdivenlerden uzak kalmamız mümkün değil. O zaman,bu kadar gerekli olan merdivenlerin insanlar tarafından kolayca kullanılır olması gerekir. Ayrıca;merdivenler bazen inip çıkan insanlar için büyük tehlike kaynağı da olabilirler. İşte yazı biterken bu söylediklerimin hepsini de cevaplarını da bulmuş olacaklardır sayın okuyucular.
            Çorum’da merdiven durumların ben hep düşünmüşümdür, bir yere girerken veya çıkarken hep merdivenlere gözüm kayar. Çorum’da çok güzel ve rahat merdivenler vardır. Veli Paşa’ların meşhur evlerinin ve otellerinin merdivenleri;planlarını benim damadımın yaptığı kendi evimin merdivenleri;Turgut Özal’ın adını taşıyan binanın merdivenleri;Çorum Hükümet eski binanın merdivenleri,güzel merdivenler arasında zikredilmektedir. Ben;bunları inip-çıkarken tetkik etmişimdir. Ayağınızın burnuna basarak merdiven basamaklarını ayarlamanıza gerek kalmadan yürüyebilirsiniz.
            Çorum’da çok kötü çizimleş,ölçüye getirilememiş ve her an tehlike yaratacak şekilde bir gün ölümlere sebep olacak merdivenler de var. Şu saat kulesinin yayındaki PTT’nin merdivenleri,Tedaş’ın dış merdivenleri,Yetmiş beş yıl kültür binasının izah edilemez bir zihniyetle çizilmiş meydan merdivenleri ve de benim büro olarak kullandığım şimdiki yerimin merdivenleri. Bu izah ettiğim kötü merdivenlere örnek gösterilebilirler. Bu koca binaların merdivenlerini yapanlara söz kar etmez ama,bunları teslim alanların idraklerine şaşmamak elde olur mu ? Bunların ekserisi kamu binaları. Yapıldıktan sonra fen heyetleri tarafından tetkik edilip kabul gören ve resmileşen binalar. Dıştaki merdiven şekli ve ölçülerine dikkat etmemiş kabul;fen heyetinin betonarme hesaplarına dikkat ettiğini düşünüle bilir mi ? İşte,yer sarsıntılarında önce yıkılıp giden ve hikayesi unutulmaz acı kaynağı olarak kalan;kamu binalarının durumları bunlar.
            Bu ölçüsüz merdivenlerin birinden,bir gün bir yaşlı,bir şişman,bir uzun boylu mutlaka düşecektir. Nasıl neticeleneceğini de Allah bilir. İçki içenlerin saydığımız bu kötü merdivenlerden çıkamayacakları düşünülmez ki. Bir sarhoş düşerse iyi oldu mu diyeceksiniz ?
            Sayın Vali’miz bu binaları ziyaretlerinde,ilgili yetkilileri ikaz edip,bu merdivenlerden bir daha çıkmak istemediğini söyleseler,bu kötü merdivenlerin hepsi,üç günde yeniden ölçü içinde yapılabilirler. Ucube Kültür Sitesinde ise bütün merdivenleri yok eden yeni bir oluşum düşünmek gerekir. Bu sözde kazanılmış bu acayip bina,Çorum için ayıp olmaktan kurtarılmalıdır.
            Şimdi yazımım asıl can noktasına geliyorum. Okuyunca zihnimiz açılacak ve Çorum’daki kötü merdivenlerin düzeltilmesinin gereğine inanacaksınız. Yazacaklarımız;Hiyyary’nin kocası Charles’in babası,Monica’nın sevgilisi ve baş belası ve ABD eski Başkanı Bill Clinton’un başından geçmiş bir olaydır. Başkanın başına gelen olay;Çorum’da yaşayan birisinin başına da gelebilir.
            Amerikan Başkanı Bill Clinton;bir akşam çok sevdiği karı koca bir aileye misafir gidiyor. Bu gittiği ev Beyaz Sarayın  uzağında.
            Başkan herhangi birisinin evine misafir gidecek değil ya ! Sofra kuruluyor. Yenilip içiliyor,zaman unutuluyor. Zamanı unutmak demek,yaşamaktan mutlu olup uçmak demektir. Saat bir olunca Başkan işin farkına varıyor. Beyaz Saray’a dönmek için kalkıyor. Ev sahibi önde,ev sahibesi arkada,Başkan ortada merdivenden birlikte inilecek ve Bill Clinton saraya uğurlanacak. Ev sahibi merdivenin ortasına gelmiş;Bill Clinton adımını birinci basamağa atarken iyi tutturamıyor ve ikinci basamağa basıyor. Vücudu Allahlık. Gecede her halde Hasan Zahir suyu içmediler ya. Başkan düşmüyor ama;herkesin duyabileceği kadar şiddetli bir ses sağ bacağının adalelerini içinde hasıl oluyor. Kuadrseps adalesi cart diye yırtılıyor. Şu anda bir insan Başkan’da olsa yürüyebilir mi ? O da yürüyemiyor. Gereken tedbirler alınıyor. Tedavi tam altı ay sürüyor. Helsinki’ye gitme işi tehlikeye bile giriyor.
            İşte durum bu. Merdiven ne ki denmemeli. Clinton’un başına gelenler de;karısını bir Çorumlu gibi evde bırakıp,ikisinin de tanıdığı bir dostuna misafir gittiği için;Aha uğradı şeklinde tefsir etmemeli;merdiven rahat olmalı.
           

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Salım SAVCI
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
HANGİSİ DOĞRU ?
Sabah Postası dedik. Yazmak ibtedik doğrusunu yazdık.
SabahPostası yazlışını gördük. Bu iki sözcük ne zaman bileşik sözcük oldu diye düşünüp kaldık.
Yazıdaki bölümü okuyunca,bu da nereden çıktı ? Diyebilirsiniz. Açıklama isteyebilirsiniz. Size hak veririm. Evet açıklama yapmam gerek.
Devlet yardımıyla yayınlarını sürdüren habercileriyle,yorumcularıyla öncülük yapan TV (Te Ve),(Ti Vi) değil,kanallarını hepimiz biliyoruz.
Kanallardan birisi her sabah SABAH POSTASI’nı yayınlıyor. Ama programı hazırlayanlar,bir yalnışlığı görememişler. Program geldiği gibi yayınlanıyor. SabahPostası diye ekranlara (peredelere) veriliyor. Sabah Postası adı bileşik sözcük olmuş,haberimiz yok. Bereket versin biraz sonra ekranda doğrusu da veriliyor.
Sayın Jülide GÜLİZAR bunu görmüş olsa,bu yayını hazırlayanları kibarca,içtenlikle uyarır. Oysa TV’LER de çalışan her kişinin bir GÜLİZAR olması gerekir.
Bu yazı yerel basında 8 yerde yayınlanacaktır. İnanınız Ankara’ya ulaşacaktır. Belki de bu yazar havanda su dövmüş diyeceksiniz. Oysa su bir hayat demektir. Dilimize de hayat vermeli;hepimize (sen,ben,o yok) düşmez mi ?

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Sakin KARAKAŞ
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
TÜRKİYE’NİN KANAYAN YARASI KAÇAK ELEKTRİK MESELESİ
Geçtiğimiz günlerde Zübeyir KINDIRA’nın kaçak elektrik meselesi ile ilgili haberi  görsel ve yazılı medyada önemli yankı buldu. Haberde TEDAŞ'ın elektrik tahsilatı yapmakta zorlandığı anlatılıyor.
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki illerde kaçak elektrik kullanımın bir türlü önüne geçilemediği anlatılıyor. Tedaş, tüm iller bazında en çok kayıp kaçağın olduğu, en çok satışın yapıldığı, en az kayıp kaçağın hangi illerde olduğuna ilişkin liste yapmış.
Buna göre; en fazla kayıp kaçak oranı  Mardin'de. En az kayıp kaçak bulunan il ise Denizli. Türkiye'nin geneli baz alındığında TEDAŞ, 156.901.365.217   kilowatsaat enerji satışı yapıyor. Ancak 134.359.839.244'lük bölümün tahsilatını yapılabiliyor. Aradaki fark ise kayıp kaçak hanesine yazılıyor.                                                 
Türkiye genelinde ortalama kaçak elektrik kullanım oranı %14.37 Tedaş yetkilileri iletim hatları teknolojisinin eskimesi, bakımsızlık, özelleştirme, taşeron uygulamaları gibi birçok sebebe bağlı olarak elektirik kaybı olduğunu da belirtiyorlar. Bu sebeplere dayalı kayıp oranı Türkiye ortalamasının is%5 lerde olmasının normal olduğunu belirtiyorlar.
14 ten beşi çıkardığınızda 9 kalıyor. Bakkal hesabı  yapacak olursak bu ortalamanın yaklaşık %8 ini  Güneydoğu vilayetleri oluşturuyor. Geriye kalan %1-2 gibi bir oranı ise diğer vilayetlere mal etmek mümkün.                                 
Dolayısıyla batı illerinde kaçak elektrik oranı makul düzeye çekilebilmiş. Türkiye ortalamasının %14 lerde olması Doğu ve Güneydoğu illerindeki yüksek kaçak oranından kaynaklanıyor.                                                                                            
Bu illerde kaçak elektrik kullanma olayı hemen hemen günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş. Kısacası bu illerde kaçak elektrik kullanımı olağan görülüyor. Bir başka ifade ile her on kişiden yedisi kaçak elektrik kullanıyor.                             
Çorum 81 vilayet arasında 32. sırada yer alıyor ve kaçak oranı %9.83 yani Türkiye ortalamasının  altında. Şampiyon ise %73 ile Mardin, Şırnak %71  ile ikinci sırada. Onları %66 ile Batman  ve Diyarbakır takip ediyor.                                              
Kaçak elektriğin kare ası Diyarbakır,Mardin,Şırnak ve Batman ile böylece tamamlanmış oluyor.Elektrik kaçakçılığında ilk 15 içerisinde yer alan illerin tamamı Doğu ve Güneydoğu’dan.                                                                                       
Bu rakamlar insanın kanını donduracak cinsten. Elektrikçi deyimi ile  Diyarbakır,Mardin,Batman,Şırnak ve Hakkari çok akım çekiyor. Bu bölgede elektrik hatlarında  yükün çok ağır olduğu malum.                                                                   
Evet! Türkiye’nin kanayan yarası kaçak elektrik meselesi. Kullandığı elektriğin faturasını ve vergisini ödeyen, üreten ve bu bağlamda Türkiye’nin sigortası sayılan  illerimiz  bu aşırı akım karşısında zorlanıyor.  Peki ya bu gidişle sigortalar atarsa…

 

 

 
 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Muzaffer GÜNDOĞAR
Muzaffer GÜNDOĞAR Hayat Hikayesi
ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 58
 
 Nisan 1946 tarihli 58. sayının ilk yazısı Ziya BÜYÜKATAMAN'INn "23 Nisan" adlı yazısında 23 Nisan coşkusunu yarım yüzyıl öncesinden günümüze taşır .Şöyle der yazısının sonunda: “.....Milletin hakimiyeti (Demokrasi) en insani yaşama tarzıdır. Biz buna 23 Nisan' da kavuştuk...", “.....Yurt düne bakarak bu gün bir cennettir ve her gün biraz daha mamur oluyor. Millet kıyafeti  ile,dili ile,inanış ve bilgisi ile yepyeni  genç bir millet oldu. Türkün en büyük vasfı olan  barışçılık,hakka saygı,bilgiye susama,yurdu tapınma,yasaya bağlılık vasıfları cihanda bir daha tasdik  edildi..."
 
 "Çorum'da Ahilik" yazısının ikinci bölümünü yayınlar Nazmi TOMBUŞ. Özetle şöyle der: “.....Ahiliğin gelenek ve kuralları Osmanlı döneminde,bütün Anadolu kentlerinde olduğu gibi  Çorum' da da 'Lonca' adı verilen esnaf örgütlerinin bir yiğitbaşısı bulunmakla birlikte ,Çorum’da   Debbağlar' ın loncası genel bir karar yeri olarak kabul edilmişti. Bütün esnafı ilgilendiren büyük  işleri,Tabakhane Mahallesi'nde Ahi Evran Tekkesi'nde genel toplantı yapılırdı. Bu toplantılara  debbağların yiğitbaşısı başkanlık ederdi .Genel Lonca' nın kararları değişmezdi..." , “.....Bu kurumlar sonraları bir irtica unsuru haline gelmiş,hatta lüzumlu lüzumsuz memleket  işlerine burun sokmaya başlamıştır..."
 
”.....Çorum’a  ilk olarak gelen bir tiyatro kumpanyasının oyunlarını ahlaka aykırıdır diye, bunun men' i için Ahi Evran Tekkesinde bir toplantı yaparak,hükümete başvurdular. Fakat o zaman Çorum  Mutasarrıfı  bulunan Hüseyin Cahit YALÇIN' ın dayısı Cemal Bey elebaşıları tevkif ettirerek  Divani Harbe sevketti. Bu ikinci gözdağı loncaları kıpırdayamayacak duruma getirdi,tamamen söndürüldü...”
           
Cönklerden Derlemeler”de bu sayıda da sürer,Eşref ERTEKİN bu sayıya, Şakir adında bir  halk şairinin “Dünya Destanı” nı,10 adet viranı, Seyrani’ ye nezire, Fevziye divanı ve Bektaşi nefes ve  şiirlerini alır.
 
13 dörtlükten oluşan, Şakir'in Dünya Destanı'ndan üç dörtlük alıyoruz.
 
Gelür huzuruna boyun eğerek
Bil tüketmek ister seni yiyerek
Sütlü sütlü meler kuzum diyerek
Develi,koyunlu,inekli dünya
 
Süslenmiş kızları hep koca bekler
Dünürleri biribirini ekler
Alup düğün kurar  çok pezevenkler
Davullu, zurnalı, köçekli dünya
 
Yıktı benim diyen kahramanları
Kuruttu dibinden yaş fidanları
Harap etti nice hanumanları
Baltalı,kazmalı,kürekli dünya.
 
Macide BÜYÜKATAMAN, "Mimar Sinan" üzerine yazar.
 
"Verem Hakkında" yazısıyla Dr. Fazıl ERCİYAŞ,veremden korunma yöntemlerini  açıkladıktan sonra kısaca şöyle der: “.....Verem hastalıklarının çokluğu nedeniyle Çorum ilinin bir Verem Mücadele Dis-panseri'ne  çok ihtiyacı vardır..."
           
Halkevi’nin 1946 Nisan ayı etkinliklerini,Fahri ÇÖPLÜ'NÜN,"Arı Sırları" yazısı izler.
 
Son bölümde yine tarihsel belgelere yer verilir.

 

ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 59
 
             Haziran 1946 tarihli 59,sayı,Ziya BÜYÜKATAMAN'IN "19 Mayıs" yazısıyla başlar. Bu bayram  gününü şöyle tanımlar: “.....Bütün yaraları sararak esareti hürriyete, cehaleti bilgiye, ihtiyarlığı gençliğe, haraplığı bayındırlığa, hülasa;geceyi gündüze, karabahtı aydınlığa çekiveren o mutlu günde Mayıs ayının ortalarına denk düşmüş,bize bütün acıları unutturarak bayram günleri yapmıştı...", “.....19 Mayıs yılın en güzel günü,bahtımızın bayramıdır..."
 
"Sıtma Öğütleri" yazısından sonra,Tarih-Coğrafya Öğretmeni Necmi ŞAMLl'NIN "Türkiye  Nüfus Yoğunluk Bölgeleri ve Çorum'un Yeri" başlıklı yazısı yer alır.
 
Dr,Fazıl ERCIYAŞ, "Spor ve Cinsi Terbiye" konusunda yazar.
 
Tarihi bir öyküyü,"Der-Beyan-ı Menak'b-ı Ali Osman"ı,elyazması bir kitaptan alıntılayıp yayınlayan Eşref ERTEKİN'DİR..
 
Bu Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun öyküsüdür.
 
Eşref ERTEKİN'İN bu sayı için "Cönklerden Derlediği" Mersiyeyi ilhami, Hakimi,  Nesimi, Mersiye  Hakimi,Gazeli, Mevci, Türabi, Bektaşi şiir ve nefesleridir. Bektaşi şiir ve nefeslerinden bir bölüm alıyoruz:
 
(Kul Cenan sordu,Mansur Abdal söyledi)
Evvel dünyaya  kim geldi
Gelindi Mansur haber ver
Gelsin mana dinleyenler
Hak mavahile kânidir Hu
 
Kaçan bin yıldır dururdu
Ya bu kandili kim kurdu
Evvel dünyada kim öldü
Gelindi Mansur haber ver
 
Yüzbin yıllar kandil durdu
Kandili dünyada Hak  kurdu
Evvel dünyada Habil öldü
Evvel ahir fanidir Hu.
 
Mümkün mü hicana yandır
Bülbülüm gülşene kondur
Kul Cenan üstadın kimdir
Gelindi Mansur haber ver
 
Mansur Abdal dünya fani
Amel işle özün tanı
Mevlâm yaratmış cümle insanı
Dünya bir mihnet evidir Hu.
 
"Canikli Ali Paşa'nın Islahat Layıhası" yazısı bu sayıda başlar gelecek sayıya sarkar.
 
Ödüllü bir yarışma duyurusu: "1947 yılı CHP Sanat Mükafatı".
 
Piyes müsabakasına katılma şartları şöyle belirlenir.
 
1940 yılından sonra basılmış telif eserler için birinciye 3000,ikinciye 2000,üçüncü gelene 1000 lira ödül verilecektir.
 
Son bölüm yine beratlar,vakfiye suretleriyle sonlanır.

 

 
ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 60 
 
Temmuz 1946 tarihli 60,sayı "Seçim Münasebetiyle Bir Konuşma" yazısıyla başlar.
 
Sekiz sayfalık bir konuşma metni olan yazı,Edebiyat Öğretmeni Mediha AYAN'IN.
 
Yazının özü:Cumhuriyetin kuruluşundan o güne değin yapılanlar İnönü'nün başardıkları ve oyların O’na  verilmesi yönündedir.
 
Eşref ERTEKİN'İN tarihi bir öyküyü anlattığı yazısı."Der-beyan-l Menakıb-ı Ali Osman" yazısı geçen sayının süreğidir.Bu yazıyı ”Canikli Ali Paşa’nın Islahat Layıhası” izler. Her iki sayıda sekizer sayfa olup,süreği gelecek sayıya sarkar.
 
            Eşref ERTEKİN’İN “Cönklerden Derledikleri”nin ilki, Tarihi İbn-i Çapan,diğerleri Yunus Emre’ye ait bir ilahi,diğer bir gazeli Hz.Yunus ve Şerhi, Kelam-ı Hazreti Nakşi  Rahmetullah, Güfte-i Sultan Selim ve Bektaşi şiir ve nefesleridir. Böyle isim vererek geçiştirdiğimiz ,ağdalı bir Osmanlıcayla yazılmış olanlardır. Dili anlaşılır olduğu için Yunus Emre’ye ait olan bir ilahiyi örnek olarak alıyoruz.
 
Ne göründü şu Ferhat'ın gözüne
Kayaları kesüben  dosta yol eyler
 
Ne göründü şu Yakub'un gözüne
Yusuf'un aldırmış ahü nar eyler
 
Ne göründü şu Mecnun'un gözüne
Leyla'sını yitirmiş ahü zar eyler
 
Ne göründü şu Ethem'in gözüne
Tacını tahtını tarümar eyler
 
Aşık Yunus'un altun sözleri
Söylenmez nâdâne kızıl pul eyler.
 
Sultan Selim' e ait olan,"Güfte-i Sultan Selim" şiirinden de bir bölüm alıyoruz.
 
Osmanlı arslanları cenge gitmeden
Din düşmanlarıına satır çalmadan
Şu kâfirden intikamım almadan
Gözüm açık gider ölürsem böyle
 
Nice ibadullah kâfirde ahı
Derununda yanar daim çırağı
Kıraat edelim Kitabullahı
Dinde şeri midir oturmak böyle.
 
Gidelim semti gazaya ya nasip neyler
Ya mağlup eyler bizi ya galip eyler
Ah edüb Sultan Selim böylece söyler
Ceddim ahı kafirde kalsın mı böyle..."
 
Bu sayı da Çorum'da vaki Ahmediye Medresesi vakfiyesi yazısıyla sonlanır.

 

ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 61
  
            Ağustos 1946 tarihli 61.sayı Çorumlunun son sayısıdır.Bu sayıda iki yazısının sonunda ‘Bitmedi’ , ’sonu var’ denildiği halde, herhangi bir bilgi verilmeden Çorumlu birdenbire yayımına son verir.
 
            Bu sayının ilk yazısı ,Necmi ŞAMLI’(OĞLU) nun. “14.Dil Bayramı Dolayısı İle Bir Konuşma" başlıklı yazısıdır.
 
            Dil konusunu tarihsel süreci içinde ele alan Necmi ŞAMLI,geçmişten günümüze Türk Dili’ni inceler. Yedi sayfalık yazıdan bazı alıntılar yapıyoruz: “...Türk dilini tam anlamıyla dünyaya tanıtan tanık Miladın 8.yüzyılında dikilmiş olan Orhun (Orkun) ve Yenisey Anıtları' dır. Göktürkler tarafından M,S 732'de Kültekin ve 735'te Bilge Kağan adlarına dikilmiş olan bu anıtlara,Uygurlar tarafından Yenisey havalisinde dikilmiş olan taş anıtlar en temiz en zengin Türkçenin örneklerini vermektedir...”, “...M.S.1070 yıllarında Yusuf Has Hacip Ebu Ali Bin Süleyman Arslan Buğra Karahan’a takdim ettiği 6600 beyitlik Kutatgu Bilig (Saadet Veren Bilgi) adlı eserini Türkçe yazdı...”, “...Yine 11 asırda Kaşkarlı Mahmut'un 1072-1074 yılları arasında Bağdat'ta yaz-dığı Divan-ı Lugat’it Türk adlı eser Türkçenin zenginliğini ve Türkçe öğrenmenin Araplar için lüzumunu belirtiyordu...”, “.....Miladın 12,asrında yaşamış olan Ali Şir Nevai,yazdığı Muhakemat al Lügateyn adlı eserinde,Türkçe kelimelerle Arapça kelimeleri karşılaştırarak Türk Dili’nin güzelliğini ve diğer dillerden üstünlüğünü,güzel bir Türkçe ile dünyaya tanıtıyordu...", “....15-16.yüzyılda dünyanın en büyük Türk Devleti olan Osmanlı İmparatorluğu'nda Türk Dili üzerindeki yabancı egemenliği bütün şiddetiyle devam etmiştir. Türkçe,Arapça, Farsça kelimelerden meydana gelmiş bir Osmanlıca  Arap ve Fars kalıp ve kurallarıyla dolu bir Divan devlet Edebiyatı meydana gelmiştir. Halk diliyle devlet dili,Divan Edebiyatı ile Halk Edebiyatı arasında uçurum meydana gelmiştir..”, “..Tanzimat Fermanından sonra...", ”.....Şinasi ve Ziya Paşa...", "...Şemsettin Sami ve Ziya Gökalp gibi büyük Türkçüler dilin sadeleşmesinde büyük roller oynadılar...", “....Yeni kurulan Türk Devleti'nin benliğini hissetmesi de ancak Türk Dili'nin bağımsızlığını kurtardıktan sonra oldu,işte 26 Eylül 1932'de İstanbul Dolmabahçe Sarayın' da toplanan Dil Kurultayı'nın yüklendiği ağır görev bu idi,Bu tarihten sonra kurulan 'Türk Dil Kurumu' da bu amacın gerçekleşmesi için çalıştı..."
 
Geçen sayıdan süren "Canikli Ali Paşa'nın lslahat Layıhası"'ile, "Der-beyan-Menakıb,ı Ali Osman" yazılarının biri 9,diğeri 8 sayfa yer tutar. Devamı başta da söylediğimiz gibi bir daha hiç çıkmayacak olan gelecek sayıya kayar.
 
“Çönklerden Derlemeler"de yine Bektaşi şiir ve nefeslerini yayınlar Eşref ERTEKIN.
 
Çorumlu,bu 61 sayısıyla bir daha çıkmamak üzere yayım yaşamını noktalar.

BİTTİ

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi
ESKİ  BUZDOLAPLARI
Bugün   seccadelerde unuttuğumuz  dünün ak saçlı nineleri veya beli bükülmeş ihtiyarları elbette ki  bir elli yıl öncenin  taze gelinleri veya genç kızları; erkekler de pos bıyıklı birer yakışıklı  delikanlıları idiler.
Şehrimizin Devane ile çöplük, Küçükpark ile Kale,Karakeçili ile Üçtutlar arasına  sıkışmış eski mahallelerinde -birazda Hıdırlıkda-  toplam 15-20 bin kişi yaşardı. Rahmetli  öğretmen Recep Rahmi Tankaya bugünki Atatürk  Lisesinin beşyüz m. altına gidip bir bahçeli ev yapınca adını  deli’ ye çıkarmışlardı, Piri Baba  çamlığı ise önünden saygı ve huşu ile geçilen Piri baba evliyasının da türbesi bulunan şehrin en eski  mezarlığı idi.
Bağlarda  daha  tanelerinden salkımı  görünmeyen kara üzümler olur, sonbaharda pekmezler kaynatılır ve ana caddelerden gıcırdayan tekerlekleriyle  kağnı  arabaları ile kömüşler  geçerken  evlerde elektrikle işleyen aletlerde henüz  bulunmazdı.
Bugün dilleri ile  fırıncı küreği arasında benzerlik bulunan şimdiki bazı  gelinlerin sabah ezanında  kalkan  ve kayınpederinin karşısında “hazırol” da duran çilekeş,cefakar ve vefakar  büyükanneleri ; hayatlarını  kolaylaştırabilecek  bugünki  teknolojik nimetlerden  bihaber veya  yoksun garip divanelerdi. Zaten onların  yaptığı işi de  bugün kimse yapamazdı. Bir çamaşır yıkamak, tarhana yapmak, erişte kesmek, turşu vurmak,pervede kaynatmak veya bir bağ  bozumu  ömür törpüleyen  işlerdendi.
Sıcak  yaz günlerinde  yemekler günlük pişerdi. Mutlaka tereyağı  kullanılırdı. Çiçek yağını henüz kimse bilmezdi. Hidrojenli sana ve vita gibi  karışık ve ne idüğü belirsiz yağlarda piyasada henüz yoktu. Zeytinyağı yanlızca ege bölgesinde  tüketilirdi, iç anadolu ise  sade yağdan  şaşamazdı.
Soğuk su ihtiyacı için hemen her evin  kuyuları vardı. Ve bunlardan çekilen  sular testiye konur ve   toprağa gömülürdü. O zaman bugünki  buzdolabının vazifesini “teldolab”ları yapardı. Hemen her evde bulunurdu. Kapağına kafes teli gerilmiş, birbuçuk metreye yakın yükseklikte otuz cm derinliğinde masif çamdan mamül bu dolaplar besinleri  sadece haşerat’ tan korurdu. İçine konanların bozulmasını ise önleyemezdi. Zaten yemekler günlük pişerdi. Yoğurtlar torbada katık olurdu.Erişteler, bulgurlar, kurutulmuş sebzeler  hep mutfağın ahşap tavanına  asılmış birer bez torbanın içinde bulunurdu.Mutfaklarda kuzineler vardı. Bunların üç veya dört gözünde aynı anda birkaç  çeşit yemek pişer,tepsilerle börekler yapılır, hemde ısınılırdı.
Çorumdaki fırın sayısı bir veya ikiydi, onlarda fantezi francala yaparlardı. Bunları önce  gayrımüslümler yerdi. Yerli ahali yufka açar ve bunları kuru bir odaya “ kater-kater”-üst üste- yığar, yiyeceği zaman alır-ıslatır ve dürüm yapardı.(Mayasız olan bu ekmek çeşidi bugün hâlâ çok bilimsel ve doğru bir beslenme biçimidir.)
Kara undan mamül bu yufkada maya kullanılmadığı için  asla küflenmezdi. Hazmı zordu. Sabah çorbası içip  işine giden Çorum’lu akşama kadar acıkmazdı. Yemenden gelen kahvenin  yerine kaim olacak  olan Çay ise yurdumuzda henüz ekilmeye başlanmamıştı.
İşte bu teldolap kısa zamanda bilhassa kahvaltılıkarı, reçelleri vb bazı maddeleri saklamaya  yarayan  havadar bir mutfak  gereci idi.Hemen her evde bulunurdu. Zaten o zamanki bir  düğün çeyizi de ne idi ki ? İki kat yün yatak,bir-iki yorgan, iki kırma sandalye,  birkaç tepsi, bir ibrik ,iki bakır kazan,bir tel dolap,beş altı ot yastık,birkaç gaz lambası vs den ibaretti. Yani bir at arabası yük; çul-çaput,bakır kap-kacakdı.Hepsini toplasan beşyüz kilo gelmezdi. (bu gün bir yeni gelin çeyizi 20 ton gelmektedir ve bir kamyon ancak taşıyabilmektedir.)
Çarşıda o zaman buzcular bulunurdu. Delikli on paralara belki bir at arabası yükü buz alınabilirdi. Bu da cacıklara , sürahilere, zeytinyağlı dolmalara  konurdu.
Sonra bir gün büyük bir keşif olan “Buz dolapları” yapıldı. Bulunduğu evlerde konu-komşu bunları seyretmeye giderdi. Bu öyle bugünki gibi derin donduruculu-no frost veya bilmem ne serisi olmayıp masif çamdan mamül bir kapalı  dolabın  içine çinko döşenmiş şekliydi.O testere ile kesilen veya  sıkışmış kardan mamül buz kalıpları bu dolabın içine yerleştirilir, etrafına  talaşlar serpilir ve tencereler de bunun içine yerleştirilirdi.Ancak kırksekiz saat besinleri bozulmaktan koruyan bu dolaplar bir yerlerinden mutlaka su alırlar ve de zamanla çürürlerdi.
Başka da bir çare  yoktu.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Üzeyir Lokman ÇAYCI
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
HAYATA BAKIŞ
Zeynep Şarlak paris’te  posta europe gazetesininin “Genel Yayın Müdürüydü”. Benimle röportaj yapmak istediğini telefonla bildirdi. ben de bu isteğini kabul ederek ilgili gazetenin onuncu paris’teki bürosuna belirtilen gün ve saatte gittim. Önce birbirimizle tanıştık. Sonra sorular bölümüne geçildi. bana  bir sorusunda “Hayata nasıl bakıyorsun?” Dedi. Ben hiç abartmadan : “evimin içindeyken sadece eşyalarımı, odalarımı görüyorum.  pencereden baktığımda arabamı ve caddeden geçen  insanları görüyorum. Çatıya çıkarsam şehrin tümünü seyrediyorum. Uçakla giderken önce bir şehri, daha sonra bir ülkeyi ve ülkeleri görüyorum. bütün bunlara rağmen gözlerimi kaparsam hiç bir şey göremiyorum.” Dedim.
Bahsettiğim bu röportaj  aylık posta Europe gazetesi’nin 1999 yılı mart ayında 28. numaralı sayısında yayınlandı. O zamanlar  paris’te doktora öğrencisi olan Zeynep hanım bugün İstanbul’da bir üniversitede öğretim görevlisi olarak görev yapıyor.
Hızla geçen ömrü iyi değerlendirenler kazançlı;boş şeylerle uğraşanlar ise biliyorum ki hiç huzurlu değiller.
Geçmişte olduğu gibi başarılı  insanlarımızın köreltilmesi ve ta başında silinip atılması için dış mihraklı tahrip odakları her vilayette ellerinden geleni yapmaktadırlar. Onlar kahve köşelerinde pinekleyen insanlarımızla, birbirleriyle çekişen, parçalanmış toplumlarla tatmin oldukları için bu yönde istedikleri her şeyi pervasızca  yapıyorlar.
Bir zamanlar bana işkence yaptırtanlar da onlardı. Babamın sattığı av malzemeleriyle, ruhsatlı silahıyla beni suçlayan piyon insanlar hedeflerine ulaşırken tek bir Allah’ın kulu çıkıp ;bu gencecik insana haksızlık yapıyorsunuz, iftira ve asılsız suçlamalarla incitiyorsunuz ?; Diyen olmadı. Bugün ;o zamanlarda  benimle ilgilendiklerini söyleyen çatlak seslileri ne yazık ki gerçekleri ifade etme yürekliliğini de gösteremiyorlar.
Her şeye rağmen İlahi Adaletin nasıl tecelli ettiğini biz biliyoruz. Bundan haberi olmayanlar ulu orta benim arkamdan asılsız ve mesnetsiz neler konuştuklarının benim tarafımdan bilindiğini de ne yazık ki farkedemiyorlar. Birlik ve beraberliği hazmedemiyoruz.  
Auchan, Leroy Merlin, Carrefour gibi Fransa’da yüzlerce şubesi bulunan ünlü bir çok büyük mağazaların sahipleri yahudilerdir. Bütün yabancı ülkelerden gelen işçiler Türkler dahil, Yahudi patronlardan iş alarak hayatlarını sürdürmektedirler. Her Yahudi iş yerinde 4 ila 5 tane kumbara bulundurmaktadır. Her sabah birbirini ziyaret eden yahudiler bu kumbaralara ;bu gün yahudilik için ne yaptın? Parolasıyla, her birine en az 10 üro karşılığı para atarak, yahudi öğrencilere, yaşlılara, hastalara, gençlere ve İsrail devletine bu şekilde destek olmaya çalışmaktadırlar. ayrıca yaklaşık 2 santimetre eninde 8 santimetre boyunda bez üzerine ibranice yazılmış olan armalarını her yahudi iş adamı iş yerini açarken veya kaparken eliyle dokunarak öpmektedir. bu adeta gelenek haline getirilmiştir.
Gurbette Fransa gibi ülkelerde  iki Türk’ün bir araya gelip bir iş yeri açtığı hiç görülmedi. Açtılarsa dahi ömrü 2 yıl sürmedi. Fransızların bu yönde çok sık ifade ettikleri bir söz var : “Yahudilerin ortaklığı en az kırk yıl sürer, Türklerinki ise  40 ay sürmez” Bir çöküntünün içerisindekiler,pekiyi biz ne yapıyoruz ? Erkeklerimiz erkekliklerini ispat etmek için her nerede bulunurlarsa bulunsunlar gereğini yapıyorlar. Kadınlarımız parçalanan aileler içerisinde acılar içerisinde. universitelerde okuyan kızlarımızın durumları ise hiç iç açıcı değil; maddi  imkansızlıklar ve kapitalist çark onları da evirip çeviriyorâ; bu sebeplerle  zengin erkekler ve fakir öğrenciler arasındaki sekse dayalı parasal ilişkiler ve tahribatlar hiç farkedilmiyor. Ahlak çöküntüsü, ilişki bozuklukları, ihmal arasında kalan insanlarımızın günümüzde tek düşündüğü şey ise "para". Sömürülerle dolu bir hayat;biz sömürülen insanlar olarak bulunduğumuz ülkelerde ısınmaya çalışıyoruz. konsolosluklarımız sadece pasaport, evlilik ve askerlik işleriyle uğraşıyorlar. boş verin bir üniversiteyi veya liseyi; Fransa’da tek bir Türk okulu dahi yok. Şimdi metro başlarında, pazar yerlerinde dilenenler arasında türk kadınları da var.  ayrıca romanya’dan gelen dilenciler fransa’da iyice organize  olmuş durumdalar.  ve belli merkezlerden belirlenen önemli noktalarda dilendirilirlerken öğrendikleri bir iki kelimeyle kendilerinin "Türk" olduklarını ifade ediyorlar.
Bilir bilmez yukarıya attığımız taşlar başımıza düşünce, zaman zaman can havliyle, feryat ederek nedense sen yaptın diye, birilerinin arkasından koşuyoruz. eee kardeşim sen bu kadar şuursuzsan ben senin için ne yapabilirim ki?
Sanal ortamdaki hızlı değişkenlikler,çoktan beri sanal ortamda gruplar arasında geçen tartışmaları izliyorum veya yazışmalara katılıyorum. Aynen günlük hayatımızda olduğu gibi bir ortamı bu alanda da görüyorum. Tacizler, hakaretler hatta uydurma söylentiler bir anda önemli bir seviyede bir çok yere ulaştırılıyor. stres ve  çöküntüler içerisine giren insanları hatta kışkırtıcılık yapanları veya bunlar için fırsat kollayanları farkediyoruz. tehditleri, karşı koymaları, sindirme hareketlerini ya da yönlendirme gayretlerini veya ustalıkları izleyebiliyoruz. Bizim bilmediğimiz, farkedemediğimiz  hatta geleceğe taşınabilecek olayları ve acıları bu boşluk veya kontrolsüzlük içerisinde hissedebiliyoruz. önemli olan güçlü olmak veya olaylara geriden bakarak bu akıntının boyutlarının farkında olmaktır. hızlı bir değişkenlik içerisinde gelişmelerin neresinde kalabileceğimizi kestirmenin de kolay olduğunu söyleyemeyiz. bir sürükleniş içerisinde bir yığın olaylara hazır olmayanları belki kendimiz de dahil gelecekte farklı konumlarda ve istenmeyen olaylar içerisinde görmeye kendimizi alıştırmalıyız. çünkü bize dost görünen düşmanlarımız bizleri huzurlu görmek istemiyorlar.
Uzaktan farkedebilmek; bazı şeyleri uzaktan farketmek mecburiyetindeyiz.
Yazımın ilk başlangıcında ifade ettiğim sözlerimi tekrarlamak istiyorum : “evimin içindeyken sadece eşyalarımı, odalarımı görüyorum.  pencereden baktığımda arabamı ve caddeden geçen  insanları görüyorum. çatıya çıkarsam şehrin tümünü seyrediyorum. uçakla giderken önce bir şehri, daha sonra bir ülkeyi ve ülkeleri görüyorum. bütün bunlara rağmen gözlerimi kaparsam hiç bir şey göremiyorum.”
Selam ve sevgilerimle,
İç Mimar ve Endüstri tasarımcısı
http://monsite.wanadoo.fr/sevgı/
http://serran.site.voila.fr/index.jhtml

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Necati ÇAVDAR
Necati ÇAVDAR Hayat Hikayesi
NASIL ANLATSAM...
Nasıl anlatsam seni anladığımı,
Yalnız olmadığını aydınlıkların karanlıkların.
Seninle olduğumda halkın yalnız bildiğini
Yüreğimin senle yanıp senle söndüğünü
Kalp atışlarının göz yaşlarımın,
Seninle attığını, sana gittiğini
Yeşile dönmediğini otların,
Sensiz güllerin açmadığını.
Naz yapmadığını goncaların,
Bülbüllerin boşa ötmediğini.
Çağlayıp giden suların,
Denizlerin okyanusta bitmediğini.
Bin bir lezzet sunan nimetlerin
Lezzetleri sensiz tatmadığımı.
Kendinden sulamadığını yağmurların,
Bulutların zerre atmadığını.
Gönüldekini koparmadığını fırtınanın.
Rüzgarın sensiz kopmadığını,
Bir zamanı olduğunu tüm doğumların.
Mayaların sensiz tutmadığını,
Bir anda dindiğini tüm dertlerin.
Seninle ağlayıp seninle gülündüğünü.
Nasıl anlatsam............
Hep dağ ötelerinde olduğunu Şirinlerin,
Ferhatların senin için dağlar deldiğini.
Kalplerinin parçalanmadığını sevenlerin,
Mecnun’un Leyla’yı sende bulduğunu.
Hep sana götürdüğünü tüm izlerin,
Yakub’un Yusuf’u senle gördüğünü.
Sebepsiz gezmediğini enginlerde gemilerin,
Tufan-ı Nuh’un senle dindiğini.
Sevmenin ayrılıklara, hicranlara gark ettiğini,
Her oluşun sende başlayıp sende bittiğini,
Sevenlerin sana dönüp, sana gittiğini.
Sensiz sevginin hepten mahvettiğini
Nasıl anlatsam ....
Bildiğimi.....
05.04.1995
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

 

Adile TÜRKMEN
Adile TÜRKMEN Hayat Hikayesi
YETİŞ SEVGİLİM

Hüzünlenirim akşamlar olunca bana,
Gamlar kederler yüklenir cana,
Düşkün halim duyulursa sana,
Ellerin bağlıysa da yetiş sevgilim.

Hayalim gözlerinle karşılaşınca
Maziler beynimde vurgulaşınca,
Bir acı haberim ulaşınca,
Kolların zincirde olsa yetiş sevgilim.

Ay bulutlar arasından savuşunca,
Geceler gündüzlere kavuşunca
Başım ecel yastığında konuşunca
Dilim son cümlede iken yetiş sevgilim.

Bir uçan kuştan haber alırsan
Şaşırıp yolunu perişan olursan
Seni bir daha görmeden ölürsem
Toprak üstümü örtmeden yetiş sevgilim.

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

79 SAYI 25 Eylül 2005 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!