YIL 6 SAYI 71 25 Ocak 2005

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL YENİ YIL
Ali EMİROĞLU  YILBAŞLARI VE EĞLENCELERİ
İsmet ÇENESİZ ORGAN NAKLİ
Mahmut Selim GÜRSEL AT
Raşit YÜCEL EN ÖNEMLİ ANILAR
Ali EMİROĞLU SÜMERLERE BAKIŞ
Muzaffer GÜNDOĞAR ÇORUMLU DERGİSİ 25,26,27 VE 28. SAYILAR
Atilla ALPAY IRAK’ A ASKER..
Salim SAVCIGÜNDE NE KADAR OKSİJEN HARCIYORUZ?
Üzeyir Lokman ÇAYCI SÖZLERİMDEN DUMAN ÇIKIYOR
Yaşar KILIÇ SEYRETTİM HALİNE

   

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
YENİ YIL
            Ömür için  biçtiğimiz,güneş veya ay ile sayılan günlerin insanlar tarafından geçmişten bu güne saya geldiğimiz bir zaman dilimini başlangıcı olarak kutlanan yeni sayma zamanın başlangıcının geldiğini zannettiğimiz bir zaman dilimi.
            Ömür. İşte önemli olan bu. Saniyeler,dakikalar,saatler,günler,haftalar,aylar,yıllar.yüz yıllar bin yıllar... İnsanlık kendisine bir çizelge yani bir çetene tutma zahmetine girerek,geçmişe ait bir takım kayıtların tutulmasını sağlamışız.
            Önümüzdeki günlerde bu yılı 2004’ü bitirip 2005’e gideceğiz. Bir yıl daha ihtiyarlayacağız. Bir yıl daha ömürden tüketeceğiz. Hiç birimiz fıtratımız gereği bu şekilde düşünmeyiz. Bahar gelse,yaz gelse,kış gelse diyerek ömrümüzü tüketiriz. Birde ücretliysek hafta sonu gelse,ay başı gelse,üç ay gelse diye takvimlerin yapraklarını elimizden gelse her saat başı birini kopararak alacağımız ücreti gözleriz de hiç düşünmeyiz. Ömür gidiyor.
            Buradan bu düşüncelerimi benimseyerek yeni yılları kutlarsak,neşeleneceğime kederlenerek,bir yılın muhasebesini yapmalıyız. Bu dünyada yaptıklarımı bu gibi yıl başlarında muhasebesini yaparak geçirmeli,ahret ve dünya için neler yaptığımız düşünerek yeni yılda daha iyi ve daha faydalı işler yapmanın planlarını yapmakla geçirmeliyiz.
            Bir yıl içinde faydalı işlerimizi görerek sevinelim. Yaptığımız hataları görerek üzülelim.
            Her milletin bir kutlaması vardır. Bizler Hıristiyan olmadığımıza göre Hıristiyanlar gibi yeni yıl kutlamayalım. İçki,kumar ve diğer aşırıya giden eğlencelerden kaçınalım. Hepimiz kendi iradesinde hür olmasına karşı,bu gibi gelenekleri genç kuşaklara anlatarak dininizi korumanızı ancak tavsiye edebilirim.
            Hepinize faydalı bir yeni yıl geçirmiş olduğu düşüncesi ile yeni yılınızı kutluyorum.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
YILBAŞLARI VE EĞLENCELERİ
Bildiğimiz tarihte, hemen her millet yılbaşı günlerini eğlencelerle kutluyor. Bizim bilgilerimize göre, tarih yazının bulunuşu ile başlamıştır. Tarih mevcut vesikaların kıymetlenmesinden çıkacağına göre “Tarih Sümerle başlamıştır” diyebiliriz. Zaten böyle bir kitapta yazılmış v kitapta Türkçeleştirilmiştir. Sümerlerin bıraktığı ve bugün okuyup seslendirilen kitaplarla, toprak üzerine yazılmış kitaplara göre Sümer Milleti yılbaşı günlerini kutluyorlardı. Buna kutsal bir anlam verildiği vesikalarda işaretlenmiş değil. Mısır, Çin daha sonraları bunları takip eden Akdeniz ve Ege ile Anadolu medeniyetlerinde de aynı yılbaşı kutlamalarını görüyoruz. Bunlarda da kutsallık atfedilmesi yok. Kutsallık atfedilmiş olsa bile, bizim yılbaşı eğlencelerimizde bir etki düşünülemez. İyi olan bir şeyi kabullenmek veya sadece etkisinde kalmış olmak bize bir zarar getirmez.
Yılbaşı kutlamaları veya etkinlikleri için memleketimizde bir ayak diretme, bir tiksinti,bir günah sorunu ileri sürülmektedir. Yılbaşı kutlamaları Hıristiyanların Hazreti İsa’nın doğum günü kutlamalarıyla karıştırılmamalıdır. Bu günün adı iki şekilde anılmaktadır. Birincisi “Pâque” dur ve Yahudiler de Hamursuz Bayramı veya Paskalya anlamına gelir. İkinci olarak ta bir “Pâques” daha var. Buda Hıristiyanlarda Paskalya Bayramları demektir. Bizimde yumurtalar boyayarak bir cins iştirak ettiğimiz bayramlar budur. Bunun İsa’nın doğumu ile ilgisi hakkında benim bir bilgim yok. İntibaım öyledir. Şuna ısrarla iştirak ediyorum ki; ülkemizde yaşayan Hıristiyanların etkisi altında biz Müslümanlar kalmışızdır. Bizim Türk Müslümanlara köylerinde yumurtalar boyanarak bu yortulara iştirak edilir. Ben bunları biliyorum. Kimsede kötü bir iş yapış olduğu şüphesi altında kalamaz. Nitekim onların yani biz Müslümanların dini bayramlarını kutladıkları ve Müslümanlara bu günlerde ziyaretler yaptıkları bir hakikattir. Onların yaptıkları doğrudur, kendilerinin İslamiyet’e yakınlaştırdıklarının işareti olamaz. Her iki taraf içinde bir tolerans söz konusudur. Birliktelik için bunların tabi karşılanması da gerekir. Asırlardır memleketimizde olanlarda bunlardır.
Aslında Türklerin yılbaşı altında olmazsa bile Bahar Bayramı adı altında mevsim değişiklerine tekabül eden günleri kutlarlar. Nergis Bayramının aslı budur. Bu kutlamalar bütün Orta Asya ülkelerinde aynıdır. Anlamadığımız şe sırf yılbaşı gecesini bir Hıristiyan adeti olarak kabul ederek,bu akşamki kutlama ve eğlenmelere karşı gelmektir. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi bizim bilgilerimiz içinde yılbaşı kutlamaları Hıristiyan aleminin malı değildir. Beş bin sene önce henüz İsa ve dini yoktu ama Sümerlerde yılbaşı eğlence ve kutlamaları vardı. Kültürler arasında etkileşimlerin normal karşılanması gereği,belki Sümerlerden bu adet yürüyüp gelmiştir. Belki  Sümerlerde da başka kültürlerden intikal etmiştir. İleride arkeologlar yeni yazılar bulur ve onlarda yılbaşı eğlenceleri tespit ederlerse bizim Sümerlere nereden geldiği hakkında bilgimiz olur.
Pâque veya Pâques sözcükleriyle ifade edilen dini bayramların günü 24 Aralık’tır. Bu tarihte başlar ve birkaç gün tatil olarak devam eder. Her halde bu dini bayram, yılbaşı kutlamaları ve yılbaşı ile ilgili tatiller uzatıldığı ve karıştığı için biz Müslümanlar bu karışıklığı yapıyoruz. Karıştırmış olmamızı bir anlamı olmaz ama bunu bir dini sorun yapıp da protestoya kalkışılırsa bir yanlışlık, bir bilgisizlik, bir ayıba dönüşür. Buda yakışık almaz. Hele bu yakışıksızlık ülke ve millet çapında olursa derecesi de daha da artar. Bazen şüphe etmeden söylüyorum, karşıtlığının sebebi de olabilir. Sen başkalarının dini bayramları bilmez, başka şeyle yılbaşı eğlenceleriyle karıştırır taraf tutar ve cephe alırsan, bunun karşılığını görmekte de geç kalmazsın. Bunların gereği olur mu?
 Yılbaşı eğlencelerinin bir sebebi yoktur ve düşünülmez de. Yılbaşı bir dönüm noktasıdır ve onun kutlanması normaldir. Kutsal tarafı da yoktur. Yılbaşı eğlenceleri demek daha doğru olur. İnsanlar yerler, içerler, eğlenirler ve yorulup yatarlar. Parası olanlar eğlencelerin cinsine göre cüzdanları da boşaltırlar. Bu cüzdanı hafilerken, fakirin ve hizmet erbabının cebine de bir şeyler girer. Sosyal adalete hizmet değimlidir bu?
Aklımız her zaman rehber olmalıdır. Bizim eski Belediye Başkanlarımızdan Turan Kılıççıoğlu eğlenmenin taraftarı idi. Eğlenen insanların hafiflediklerini, daha iyi çalışma enerjisi temin ettiklerini tespit etmişti. Eğlencenin insanları yakınlaştırdığını da söylerdi. Bende aynı kanatları taşırım. Yılbaşı eğlenilmeli, sapıtmaktan kaçınılmalı ve cüzdan izin veriyorsa çoluk çocuk bir arada masaya hindi kızartması konulmalıdır. Bunların dinle, imanla, Hıristiyanlıkla, İslamiyet’le ve de inançsızlıkla bir ilgisi yoktur.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsmet ÇENESİZ
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
ORGAN NAKLİ
            Organ nakli ile ilgili ilk kanun 25 Mayıs 1979 yılında çıkmış. O günden bu güne tıbbi imkanlar bakımından olsun doktorlarımızın bilgi ve becerileri bakımından olsun çok iyi durumda olmamıza rağmen hala organ bağışı konusunda maalesef pek mesafe aldığımız söylenemez.        
Ülkemizde kan bağışı da bu gün aynı durumdadır. Kan bağışı için yaşı ve sıhhat durumu müsait olan insanlarımızın doğum günlerinde veya belirli bir gün veya haftada kan vermelerini temin etmek için bir kanun çıkartılmalı. Ama kan vermeye gelen insanlara güzel muamele yapılmalı. Bekletmeden ve hemen kanı alınmalıdır. Kan veren insanlara yiyecekler ikram edilmelidir. (Sanıyorum kanı ithal ediyoruz. Bu sayede ihraç bile edebiliriz.) Böyle bir kanunla insanlarımızın kan vermeleri sağlanarak aslında daha sıhhatli olmaları sağlanmış olacaktır.
            Hangi yetkili çıkıp konuşmaya başlasa, çok iş yapacaklarını ama bürokrasinin önlerinde engel olduğunu söyler durur. Devleti idare eden hükümetlerden yıllardır bu hikayeleri dinler dururuz.  Oysaki eğer hükümetseniz buna bir çözüm bulmak ve bu kanayan yarayı sarmakta sizin görevinizdir.
Hep biliyoruz ki en mühim evraklar bu beylerin keyfi ve vurdumduymazlığından masalarındaki sümen aralarında beklemektedir. Oysa hepsi hepsi  15 dakikalık bir çalışma ve bir imza gerektirmektedir. Bu kadarcık bir iş  3-5 ay  bu beylerin keyfini beklemektedir. Laf açıldığında dürüstlüğü kimseye veremeyen bu insanlar bundan rahatsız olmuyorlarsa hükümet bu insanları rahatsız etmeli ve bunların hesabını onlardan sormalıdır. Ve bu insanlara bu yaptıklarının hesabını soracak kanunlar hemen çıkartılmalıdır.           
Geçen gün, söz de bir şeyh çıkıyor ve TV’de, “Organ vermek günahtır. Vermeyiniz” gibi saçma sapan laflar ediyor. ( “ölüden her hangi bir parça almak haramdır” diyen oysa haram olan alkolün de şartlar gerektirdiği zaman insanların tedavisinde  kullanıldığını bilmeyen.Bilip te hala böyle konuşan..“…ey insanlar tedavi olunuz...” Hadisi Şerifini ve “…bir canı kurtaran bütün insanlığı kurtarmış gibidir…”  ayetlerini  bildiği halde hala böyle konuşabilen, bir adım ötesini bile göremeyen, bu sığ düşünceli, bu bağnaz insanların vatandaşın kafasını karıştırması önlenmelidir)   Memleketin Diyanet işleri başkanı organlarını bağışlasa ve daha önceki başkanlar da bağışlamış olsalar, bunlar da televizyonlarda gösterilip insanlar bu işe teşvik edilse hem böyle densiz konuşmalar olmaz hemde organ veren insanlar artardı.
Demek istiyorum ki, birisine “şunu yap” diyebilmek için önce kendin bu konuda bir şeyler yapman gerekir. Yani önce kendin güzel örnek olarak bir şeyler yapmalısın.
            Kaç Reisi Cumhurumuz, kaç Başbakanımız, kaç milletvekilimiz, kaç köşe yazarımız organlarını bağışlamıştır? Hatta kaç Prof, bu görevi yapmıştır? Bir şey yapacaksak  lütfen inanarak, dürüstçe ve adabına uygun olarak yapalım. 
            Şimdi benim önerim, eğer vatandaşın yazılı bir beyanı yoksa, yetkililer, o kişinin organlarını vermek istediği kanaatinden  yola çıkarak bir kanun çıkartmalı.ve ölen insanlar organ bağışı yapmış kabul edilerek organları alınmalıdır.   Böylelikle ızdırab içinde ve her gün  büyük acılar çekerek sırada, organ bekleyen yüz binlerce insan  kurtarılmalıdır. 
            FAZLA KULLANILAN ZİRAİ İLAÇLAR:   Geçenlerde televizyonda bir Prof. konuşuyor; yiyeceklere hormon verilmesini ve zararlarını anlatıyordu.  Ve bu arada asıl üzerinde durulması gereken konuyu atlıyoruz diyordu. Sayın Prof.. konuşmasında,” Asıl zararlıyı konuşmuyoruz. Bu fazla gübre ve fazla zirai ilaçtır. Maalesef bu ülkemizde sanıldığından çok daha fazla yapılmakta ve halkın sağlığıyla oynanmaktadır. Bu ilaçlar sanıldığı gibi öyle yıkayınca da çıkmamaktadır.  Ancak suda bir süre bekletilirse zarar vermeleri önlenebilir” diyordu.    
            Soruyorum bunların önüne hükümetler geçmeyecek te kim geçecek? Bu konuda kanunlar varsa işletilmelidir. Eğer yoksa da hemen çıkartılıp işler hale getirilmelidir. Bunların kontrolü ciddi olarak birileri tarafından yapılmadır.
 Geçen gün Bir Gazetede okuduğuma göre,” Antakya’nın Samandağı kasabasındaki Vakıflı köyünde bir kooperatif kurulmuş. Bu kooperatifte tamamen tabi bir ortamda sebze ve meyve yetiştiriliyormuş. Bu yetiştirilen meyve sebzelerin çoğu da yurt dışına olmak üzere o bölgede yetişen ürünlerin 4-5 katı bir fiyata satılıyormuş. “Alıcısı o kadar çok ki, yetiştiremiyoruz”  diyorlar. Bu köy 38 hane ve sadece 150 nüfusu olan Türkiye’ deki tek Ermeni köyü imiş.  Düşündürücü ve de Tarım İl Müdürlüklerince incelenip halka bilgi verilmesi gereken bir konu sanıyorum..
            Sevgi ve saygılarımla.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
AT
            Avrupa Topluluğunun kısa yazılışı. Türkiye bu topluluğa girmeye çalışırken görünen,bilinen birçok tavizleri verdik.
            Verdiğimiz bu tavizlerden sonra bile bu günlerde bu yazıyı yazdığımda bazı aba altından sopa göstermeleri devam etmektedir. Bu sopaların en önemlilerinden bir tanesi ise bizim devamlı kol kanat gerdiğimiz ve kendilerini bir türlü Türkiye Cumhuriyetinin ferdi görmeyen Kürt vatandaşlarımızın Avrupa basının verdikleri yazılı ilanları ile de nasıl bir oyuna geldiğimizin en önemli göstergesidir. Her ne hikmetse bu kimselerin suçları sabit iken tekrar tekrar yargılanarak serbest bırakılmaları ve onları Avrupalıların verdikleri payeler ses çıkarmamaları da bizlerin birer kabahatidir. Aynı oyunları bu zaman sarfında Avrupalılara şirin gözükmek uğuruna Sayın Denktaş’ı adeta azarlayan bir tavıra giren ülkemiz kendi açığını kendi vermiş bulunmaktadır ki;kendi ırktaşını ve koruması altındaki bir Yavru  Vatan diye tabir edilen yüzlerce Şehit ve binlerce Gazimizin kanları bahasına ENOSİS idealinden kurtarılarak kitlesel ölümlerine dahi o zamalar mani olamadığımız Türk kesiminin evlatlarının soğumayan kanları ile boğulmayacaklar mıdır ? Kıbrıs Allah’u C.C. tarafından koruması ile sınırını halen korumaktadır. Bizlerin empozesi ile Kıbrıslılara hemen zengin olacakları,hemen Avrupada serbest dolaşacakları,hemen paraların gökten sağanak şeklinden yağacak gibi vaatlerle kandırılmasına karşın,Rabb’imizin inayeti ile Rumlara HAYIR demesi ile birleşme sağlanamadı. 
            Kürt,Alevi. Nedir bu terimler ? Türkiye’nin zayıf karnı mı ? Hayır değil. Bu bahsi geçen gruplar Türkiye’de en yüksek payelere erişmiş evlatları ile ülkesine hizmette bulunmuş kesimlerdir. Hiçbir kimse bu ismi geçen grupların özgürlüklerinin yok olduğunu,Anayasal haklardan mahrum olduklarını söyleyemez. Bizleri idare edenlerin ve etmişlerin pek çoğu bu kesimden değil midir ? Avrupa’nın bildiği gibi bu kesimlerin hiçbir problemi olmamasına karşın birkaç kendini bilmeyenlerin Avrupa veya dış mihrakların tekeli ile Ülkemize zararlar verilmekte.
            Avrupa Topluluğu bizlerin kısa yazılması ile bildiğimiz AT bakalım bize daha ne gibi ileri zamana AT’acaklar. Göreceğiz. Adı üzerinde AT.
            Bu yazımızın sonunu gelecek sayımızda sizlere yazmaya devam edeceğim. Gerekçesi ise meşhur abartılan 17 Aralık 2004 tarihi. 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Raşit YÜCEL
Raşit YÜCEL Hayat Hikayesi
EN ÖNEMLİ ANILAR           
            Her bir insanın bir gündemi var.
            Her insan adeta bir alem olduğu için dünya kadar sorunları ve sorumlulukları ile karşı karşıyadır.
            En alelade insan dahi dünyasını birtakım meşguliyetler ile doldurmaya çalışır.
            Öncelik vardır.
            Sonralıklar vardır.
            Sanırım en hoyratça kullandığımız şey vaktimizdir.
            Dünya ortalamalarına göre en çok televizyon izleyen,
            En az kitap okuyan,
            En az kaliteli insan yetiştiren,
            En çok içki tüketen,
            En çok sigara içen
            Dünya düzeyinde en az makale yayınlayan ülkeler arasında olduğumuzu düşündükçe irkiliyorum.         
            Şu an,
            Şu dakika,
            Şu gün,
            Şu ay,
            Şu yıl…
            Üç kuruşluk şeyler için yırtınan insanların gayretine yanarım.
            Birde kendime bakarım.
            Ölçerim,
            Biçerim,
            Dersler çıkarırım.
            “Siz kat’i biliniz ki; Risale-i Nur ve şakikirtlerinin vazifedar oldukları kutsi vazife kainattaki umumi vazifeden daha önemlidir”
            Bu ifadeyi her okuduğumda çarpılırım.
            Yani Avrupa Birliği,
            Enerji açığı,
            Hükümetin bütçesi,
            Çaresi henüz bulunmayan hastalıklar,
            Yeni iktidar,
            Eski iktidar,
            Amerika tavukları,
            Zühal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti,
            Irak savaşı,
            Yoksulluk,
            Ve yolsuzluklar.
            Sayınız.
            Sayabildiğiniz kadar.
            İşte birçok sizce ve bizce önemli şeylerden daha önemli bir şey.
            Kazanmak.
            Ve kaybetmek.
            İnsanların gündemini en az işgal eden şey budur.
            Halbuki;en önemli hadise budur.
            Müslüman bir beldede dahi,bir ehli keşfel kubur,yanı ölen bir insanın akıbetini gören bir insan,bundan yetmiş yıl öncesinde ancak birkaç kişinin ebedi hayatını kazandığını diğerlerinin kaybettiğini ifade etmiş.
            İşte bu kaybettiği davanın yerini bütün dünya saltanatı o insana verilirse yerini doldurabilir mi ?
            Hayır.
            “Cehennemden çıkan en son Mümine on dünya büyüklüğünde bir mülk verilir” hadisini okuyunca kafamda şimşekler çakıp adeta dudaklarım uçukladı.
            Gündemi yokladım.
            Ne kadar odun yığınının kafamda cirit attığını gördüm.
            “Kendine gel !”
            “Hayatını programla !”
            “Şu anın senin için ne kadar önemli olduğunu iyi tahlil et !”
            İkazları ile titreyip kendime gelmeğe çalıştım.
            Çünkü;zamanın kazası yoktur.
            Elini uzatmış ne kadar perişan kalpler var bilemiyorum.
            Ben her muhasebede zararlı çıkıyorum.
            Zamanı yakalamaya çalışıyorum.
            Ama o “ Allahaısmarladık” bile demeden kayboluyor.

 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
SÜMERLERE BAKIŞ
Sümerler;4000 yıl tam unutulduktan sonra XX. Asrın başlarında bazı seçkin mütehassısların aklına gelmişlerdir.
İlk izlere Mısır’da rastlandı Napolyon Bonapart’ın Mısır harekatında Dünyayı bu derece aydınlatmış olan eski bir medeniyetin öncüleri ortaya çıkardı. O zamana kadar en eski medeniyetler bahsetmek gerekirse entelektüel ve hatta tarihçiler bile hep Mısır’dan bahsederlerdi. Sümer tarih kitaplarına bile geçmemiş,geçmesinide hiç kimse düşünmemişti. Bulunan eserler Mısır Kıralı mezarları kadar ilgi çekici olmadı. Ancak kral mezarlarından daha ehemmiyetli göründüler ve bunlarla medeniyetin daha eskiye ve önemi gözler önüne koymuş oldu.
            Bu ortaya çıkartılan,Prehıstorque devrin rastlanan bir çok kültür kalıntıları değildir. Büyük bir medeniyetin gereklerini işaretidir. Bunlar: Politik ve sosyal organizasyonlar,devlet ve şehir kısımları,öğretim kurumları,mecburiyetler ve hukuk,organize gıda,elbise ve mutfak eşyası,ticaret yayılım,değişim usulleri,sanatın yüksek ve abidevi şekilleri,ilim esperisinin başlaması,kıymet biçilmez keşiflerin yayılması ve yapılması,sistemize bir yazının ortaya konması. İşte bütün bunlar Sümerler tarafından ortaya konmuştur. Bu suretle ilim bulguları tespit olunabilmiş,yayılma imkanına kavuşmuştur. Mısır’dan başlanarak ortaya konan bu medeniyet eserleri 4000 yıl önce Sümer Ülkesinde Mezopotamya’nın aşağı kısımlarında ortaya çıkarılmıştır. Yer şimdiki Bağdat’ın güneyinde Dicle ile Fırat arasında bulunmuştur. 
Gerek Mısır medeniyeti,gerekse İndus Vadisinde bulunan Hint öncesi medeniyetler son arkeolojik çalışmalara göre birkaç asır Sümer Medeniyetinden sonradırlar. Bütün medeniyetlerin ilk önce Çin’de ortaya çıktığı söylenip yazıla gelmiştir. İşte Sarı Nehrin havzasında gelişmiş Çin Medeniyeti içinde Sümerlerin ilham verdiği ve katilazör rolü oynadığı kabul edilmektedir. Çin Medeniyeti ikinci milenyum başlarına veya üçüncü milenyum sonlarına tekabül eder. And ve Orta Amerika medeniyetleri birinci milenyum ortalarından daha eski değildir. Bizim zamanımızdan önce yaşamış medeniyetlerden bildirdiğimiz de zaten bunlardan ibarettir.
Mısır medeniyetinde ve Hititlerde olduğu gibi Sümerlerden dev eserler ortada kalmamıştır. Sümerlerin ismi bile unutulmuş idi. Eski medeniyetler Labreux ve Grec Medeniyetlerinde bile Sümerlerden bahis yoktur. Bu sonuçlarda bile en eski medeniyetin Mısır Medeniyeti olduğuna işaret edilir.
Sümerlerden bahse ulaşmak için toprağın derinliklerinde kazılar yapmak gerekmiştir. Buralarda büyük taş eserler değil,ancak kırılıp dökülen basit pişmiş veya çiğ kiremit parçalarına  rastlanmıştır. Bulunan heykellerin bile boyları normal insan boyunu pek az geçebilmektedir. Madde ekonomisinde bu derece dikkat gösterilmesi yaşanılan yerde sert madde azlığı ve bunların çok uzaklardan getirilmek zorunluluğunun olmasıdır. Yaşanılan bölge alüvyon ve kil bölgedir.
Kırık dökük ve okunması zor tablet kırıntıları bu gün okunuyorlar. Adetleri yüz binlere ulaşmıştır. Bunlar Sümer Medeniyetinin bütün yönlerini ortaya koyuyorlar. Hükümet ve yönetme,adalet,ekonomi,şahıs münasebetleri,her cins ilim,tarih,edebiyat ve din. Arkeologlar;heykeller,resimler,tabletler,saraylar ve yanmış şehirler gün ışığına çıkarıyorlar. Yazı ve dil sorunu da çözülüyor. Bütün bunlar için büyük gayret ve sabırlar gösteriyorlar.
            Bilhassa Brehistepruque Devirde,eğer zaman ve mekan içinde çok büyük boşluklar mevcut olursa yani hamleler onları daraltmaktadır. O zaman sadece Sümer muamması çözülecek değil,her medeniyet safhasında Orta Doğuda yerli yerine konmuş olacaktır.
            Mezopotamya da ilk insan görünüşleri yüz bin sene önce olmuştur. Daha bu zamanda iki nehrin  suları Dicle-Fırat birbirleriyle birleşerek aşağı vadiyi meydana getirmişlerdi. 
            Zamanımızdan 6000 yıl önce insanlar yalnız veya aile şeklinde ve küçük gruplar halinde yaşıyorlardı,yerleri de mağaralar veya küçük kamplardı. Kemik veya ağaç aletler yapıyorlardı. Sert taşları da işleyip cila verilmesi biliyorlardı. Yiyecekleri de avladıkları veya günlük topladıkları şeylerdi. 5000-4000 sene önceleri,ilk köyler tespit ediliyor. Bu tarihlerin tespiti kazılardan elde edilen karbonların rediosotif tahlilleriyle mümkün oluyor. Aşağı vadinin kurulmasıyla insan yayılması çabuklaşıyor. İran Golfuna doğru gidiyor,yeni aletlerin keşfi toprak işlenmesini ve ekilmesini de imkan içine sokuluyor. Hayvanlar ehlileştiriliyor,ilk kullanıma sokulan madenlerden bakır oluyor. Sosyete teşekkül edilince ilk yapılan toplum binaları arasında mabetler bulunuyor. Artistik espri gelişiyor ve buna paralel olarak çok güzel boyanmış seramikler yapılıyor.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Muzaffer GÜNDOĞAR
Muzaffer GÜNDOĞAR Hayat Hikayesi

ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 25 

Çorumlunun 1 Ağustos 1940 tarihli 25.sayısı, "Halkevleri Musiki Çalışmaları" yazısıyla başlar. Bu yazı CHP Genel Sekreterliğinin buyruklarının eki sureti olarak musiki dalındaki ödüllü yarışmayı açıklayıcı niteliktedir. 

"Öğrenmek Aşkı,Mektep İhtiyacı" yazısı Nazmi TOMBUŞ'UN. 1940 Yılında Çorum’da henüz lise yoktur. Nazmi TOMBUŞ’UN yazısı Çorum'a lise isteğiyle ilgilidir. Yazısından bir bölüm alıntılıyoruz.:“.....İlin 287 000,merkez kasabalarının ise  22 bin nüfusu vardır. Çorum ve  İskilip orta mekteplerinin 700'ü aşkın öğrenci mevcudu olup, öteki (büyük illerin) liselerinde 250 den  fazla Çorumlu öğrenci bulunmasına rağmen,ilimizin henüz bir liseye kavuşmaması,halkımızı büyük bir üzüntü içinde bırakmaktadır..."'diyerek dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan  Ali YÜCEL’ den  Çorum’a bir lise isterler. 

Bir zamanlar Çorum'da yaygın olan 'Yıl Çıbanı" üzerine Dr,Tevfik BERKOL uzun bir yazı yazar. Bu sayıda Çorum ve ilçelerindeki Yıl Çıbanı üzerindeki gözlemleri yer alır. Yazı bir sonraki sayılarda da sürer. 

Çorumlu' da zaman zaman nitelikli yazınsal çeviriler de yer alır. İhsan  MADENOĞLU, bu sayıda VOLTAİR'den bir çeviri yapar."Cisim"  

Y. Esat CANKAR' IN öteki sayıdan süren "Nişanlanma ve Evlenmede Mesut Olmak İçin Ruhi ve İçtimai Temeller Neler Olmalıdır"adlı dizi yazısının üçüncü bölümüyle bu sayıda da sürer.  

Dinsel kitaplardan,uzmanların görüşlerinden bu konuyla ilgili alıntılarda yapar.  

"Sırp ve Hersek Karadağlıların Teslim Olmasının Destanı "Eşref ERTEKIN'İN “Cönklerden Derledikleri”nden,35 dörtlükten oluşan bu uzun destandan üç dörtlük alıyoruz.          

Ehli Hersek der ki Sırp'a gelsene
Sen de kendi başın kaydın görsene
Can alıcı geldi karşı dursana
Dağları eridir hükmü şahane
 
Sırp’lar der ki bizde tükenmez asker
Darbile  askerin  can ciğer söker
Benim ile acep kim başa çıkar
Gelmemiş emsalim asla cihane
 
           Derviş Paşa der ki ömrün azaldı
Galiba dünyada müddetin doldu
            Saf bağladı ordum ileri durdu
            Şimdi aç kurtlar gibi salarlar cane.
 
Mani dedin mi herkesin yeniyetmelik günleri aklına gelir.Eşref ERKEKİN’İN derlediği "Çorumlu Maniler" den üç örmek:
 
Dağlar dağlardan yüce
Arslanım  keyfin nice
Akşamlar edemiyom
Cemalin görmeyince.
 
Dağlar dağladı beni
Gören ağladı beni
Zincir zaptetmez iken
Dilin bağladı beni.
           
Dağlardan kar geliyor
Dereler dar geliyor
Ben sevdim eller aldı
Bu bana ar geliyor..
 

Çorum Halkevi'nin çalışma raporu 'da,son altı ayın etkinliklerinin dökümü yapılır.

 Nazmi TOMBUŞ' un,"Danişmendname ve Mirkat-üt Cjhat" yazısı bu sayıda da sürer.

 Bu yazıyı izleyen sayfalarda,Çorum'un "Hürünü"  oyunu figürleri fotoğraflanmış olarak verilir.

 Son bölüm,fermanlar,beratlar ve belgelerle sürer.

 

ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 26  

Çorumlunun 1Eylül 1940 tarihli 26. sayısı dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’NÜN bir fotoğrafıyla başlar. Altındaki yazı aynen şöyledir: “...Yüce Başbuğ Sevgili Cumhur reisimiz İsmet  İNÖNÜ'NÜN0 13 Ağustos 1940 tarihine müsadif salı  günü, yaz saatiyle 18’de Çorum’a teşriflerini tebcil maksadıyla iş bu sayımızı, bu şerefli ve unutulmaz hatıralarına tehsis ve ithaf ederiz. ÇORUMLU. 

İlk yazı Nazmi TOMBUŞUN, “30 Ağustos”  -

Bu yazısında 30 Ağustos' a nasıl geldiğimizi anlattıktan sonra şöyle sonlar yazısını Nazmi TOMBUŞ. “..İşte 1922 senesi Ağustos’ unun 30. gününü şereflendiren bu mukaddes ve muhteşem zafer, tarihin akışına yeni bir yön verip, şerefli bir dönem açmış, bu günkü şanlı  Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin sarsılmaz ve sağlam temellerini kurmuş bulunuyordu...” 

            Şevket EKER, “Aziz Şef Geldi” yazısıyla Cumhurbaşkanı İNÖNÜ’NÜN gelişini anlatır. 

"Çorumlular Sevgili Başbuğuna Kavuşurken" yazısıysa Nazmi TOMBUŞ'UN. O da İsmet INÖNÜ'NÜN Çorum'a teşriflerinin sevinç coşku ve mutluluğunu, Çorumlunun duygularının tercümanı olarak anlatır.

 Şevket EKER,bu sayıdaki ikinci yazısıyla İsmet İNÖNÜ' nün yaşam öyküsünü yazar: "Büyük İnönü ve Hayatı"

 “İNÖNÜ'nün Seçme Sözleri Hakkında" yazısıyla Nazmi TOMBUŞ, İNONÜ'NÜN çeşitli tarih ve yerlerdeki konuşmalanndan seçilmiş seçme sözlere yer verir. Birkaç örnek alıntılıyoruz.

Zeki değil çalışkan olmak istiyoruz.
Mücadelenin kuvveti, ilimden ve çalışkanlıktan ibarettir.
Modern ve ileri bir millet endüstrisiz olamaz.
Türk inkılâbı Türk Milleti'nin Kurtuluş Savaşıdır.

"Hoş Geldin" şiiri Nazmi TOMBUŞ tarafından  İNONÜ'YE hitaben yazılmıştır. Son dörtlüğünü alıyoruz

 Hoş geldin ey şanlı,ey sayın konuk
Sevindik,şad olduk,safalar bulduk
Yüzler gülenç şimdi  kederden iz yok
Hoş geldin sevgili Başbuğ İnönü.
 

“K”  rumuzlu kişi "O Ne Gündü" yazısıyla yine İNÖNÜ  için yazar.  

Sonraki sayfalarda,parlak birinci hamur kağıda basılmış İNONÜ’ nün  Çorum'da karşılanışıyla ilgili 23 fotoğraf yer alır.

 Y Esat CANKAR, “Nişanlanma ve Evlenmede Mesut Olmak İçin Ruhi ve İçtimai Temeller Neler Olmalıdır" adlı  yazı dizi yazısının 4. bölümünü yayımlar bu sayıda. Kısaca şöyle özetler bu bölümdeki yazısının başlıklarını: “..Ahlaki ve içtimai telakkiler, örf ve Adetler Terbiye ve Moda,Göreneklerimizin tesiri..” 

Ruhi adındaki bir Halk şairinin,insanların ana rahmine düşüşünden doğuşuna, yaşayıp, yaşlanarak ölüşüne kadar geçen süreci anlattığı destanı  Cönklerden Eşref ERTEKIN derlemiş.25 dörtlükten oluşan bu destandan rastgele üç dörtlük alıyoruz.

 

Akıl fikir ermez  sırrı süphane
Kısmetin ne ise gelir meydane
Dokuz ay on günde doğurur ana
Cihana gelince iş figan olur.
 
On yedi yaşında düşer sevdaya
On sekizde uğrar başı gavgaya
On dokuz da sunar  desti sahbaye
Yirimisinde mesti sergerdan olur.
 
Atmış beşte ağarır saçı sakalı
Yetmişinde olur ölüm hayali
Yetmiş beşte kalmaz tende mecali
Sekseninde piri natüvan olur.

 

Dr, Tevfik BERKOL’UL  Çorum'da “Yıl Çıbanı" yazısı bu sayıda da sürer. Yazı şöyle sonlanır: “..Yıl Çıbanı denilen Çark Çıbanı'nın varlığı bir buçuk asırdan beri bilinmektedir..." , “...Bulunduğu mahallere ve coğrafi bölgelere göre isimler alan bu hastalığın 45 kadar Ismi vardır..." , “...Çıbanın bir yıl sürerek kendiliğinden geçmesi nedeniyle Yıl Çıbanı ismi ile ta-nınmıştır...”

 "Çorumlu Maniler" köşesinde Eşref ERTEKİN'İN derlediği manilerden üç örnek alıyoruz yine: 

İp attım ucuna gel
Kalenin burcuna gel
Zengine tamah etme
Yiğidin gencine gel.
 
Uzun tarlanın ucu
Geliyor çifte bacı
Büyüğü hele hele
Küçüğü can alıcı.
 
Şu dağlar kireç olsa
Davarı erkeç olsa
            Güzel çirkin istemem
Sevdiğim güleç olsa.

Nazmi TOMBUŞ'UN "Danişmendname ve Mirkat-ül Cihat" bu sayıda da sürer.

 Çorum Havadisleri bölümünde,Çorum'da petrol haberi verilir. Haber şöyledir: “...Geçen sonbaharda jeolojit etüdü yapılmış, Çorum sahasının enteresan petrol mıntıkası olduğu anlaşılmış, jeolojik etüdün bir de jeofizik tetkikle takviyesine lüzum gö-rülmüştür...” , “.....İş sonunda tatbikatına kalmıştır...” denir.            

Son bölümde Abdalata’ya ait bir ferman ve yine aynı köye ait bir hüccet sureti yayımlanır.

 

ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 27 

1 Ekim 1940 tarihli 27. Sayı Nazmi TOMBUŞ’UN “Dil İnkılabı Savaşı”  yazısıyla başlar.Nazmi TOMBUŞ bu yazıyı 1932'de kurulan Türk Dil Kurumu ‘nun  kuruluşunun 8. yılı  nedeniyle kaleme alır. Türk Bilgini Aşık Paşa'nın Garipnamesi'nden de alıntı yaparak, ilk kez Aşık Paşa'nın dil sorununa değindiğini anlatır. Yazıdan bir bölüm alıyoruz: “...Bütün ulusal dertlerimize deva arayan Büyük Ata, asırlardan beri şifa bulmayan bu yara üzerine de elini koydu. 1938 yılı Eylül’ ünün 26. günü  bir kurultay topladı. Bu  toplantıda Türk Dili'ni yabancı dil tesirinden ana çizgileri çizildi .Bu uğurlu işin başarılması için bir  kurum (Türk Dil Kurumu) meydana getirildi..." 

Nazmi TOMBUŞ, "Şifreli Bir Ferman"a tarihsel belgeler ışığında açıklık getirir. 

1940'lı yılların en gelişmiş kitle iletişim aracı radyoydu. Rüştü COŞKUN, "Radyoma" şiirinde,ikinci Dünya Savaşı yıllarının buhranlı günlerini yansıtır. 24 dizelik şiirden bir dörtlük alıyoruz.

Radyomun şen sesleri,şimdi alev saçıyor
Ne tarafı dinlesem,verdiği haberler şu:
' Yüz bin kişi telafet,kadın,çocuk kaçıyor '
‘ Yüz teyyare düşürdük, temin ettik uçuşu ‘.

Eşref ERTEKİN’in derlediği Çorum’da Yüzük Oyunu, Sıra Gezme, Sıraya Dizme ve  Çığşaklar*,  yer alır bu sayıda. Çağşaklara örnekler:.

 

Ocak başının minderi
Yüzükçülerin mundarı
Gelin baştan başlayalım
Hepisini heşleyelim..
 
Pınarları  taş oluklu
Çingene eşeği  kılıklı
Var atını bağla da gel
Enseni de yağla da gel. 
 

Sabri Dİl,"Yeşil Çorum'dan" şiiriyle ilk defa merhaba der Çorumlunun sayfalarından. Şiirden bir dörtlük alıyoruz:

 
Hayalimin baharı Eskiekin bağıdır
Bana şarkı öğreten Kandilkaya dağıdır
Bu gün yine özledim ilkbahar demlerini
Sarı çiğdemlerini beyaz çiğdemlerini..

Dr. Tevfik BERKOL’UN  'Yıl Çıbanı" yazısı hâlâ sürmektedir.  

“Nişanlanma ve Evlenmede Mesut Olmak İçin Ruhi ve İçtimai Temeller Neler Olmalıdır" yazısı bu sayıda sonlanır Y. Esat CANKAR’IN.

 “Cönklerden Derlemelerde” bu kez,”Destanı Sultan Mahmut” ve bir Koşma’ yı çıkarıyor karşımıza Eşref ERTEKIN.  Yedi dörtlükten oluşan Destan' ın son dörtlüğünü alıyoruz.

Kutretten çekildi bir yeşil bayrak
Verildi talkını düştü bir fırak
Aldı muradını ol kara toprak
Sadalandı  kamu yeksan ağladı...”

Yazarı belirsiz bir koşma’ ı ilginç bulduğumuzdan iki dörtlüğünü alıyoruz.

 Kadir Mevlam övmüş övmüş yaratmış
Kemâline errniş o gül memeler
Bürüncek gömlekten nar gibi yanar
Bilmem kime kısmet şu gül memeler..."
 
Kadir Mevlam kirpik vermiş kaş vermiş
İnciden sedeften nurdan diş vermiş
Kendi küçük memeleri baş vermiş
Biri sancak biri tuğdur memeler.

Bunun peşinden,"Çorumlu Maniler"i verir Eşref ERTEKİN

 
İpek kuşak dizdedir
Deste kâküI yüzdedir
Dünyayı güzel alsa
Yine gözüm sendedir
 
Ay doğar ayazlanır
Gün doğar beyazlanır
Şu Çorum'un kızları
Hem sever hem nazlanır.
 
Karyolada yatan yar
Çifte gönül tutan yar
Sevip beceremedin
Çalımından utan yar.

İhsan TOMBUŞ'UN, “Danışmendname ve Mirkat-ül Cihat” yazısı bu sayıda sonlanır.Şöyle der yazısını sonlarına doğru Nazmi TOMBUŞ: “...Görülüyor ki,Mirkat-ül Cihat ,elde mevcut yazma Danişmendname'deki olayları üslup ve ifade değişimi  suretiyle aynen tekrar etmektedir. Birçok hayali ekler ve tahrifat ile masal haline getirilmiş olan bu rivayetlerin, hakiki vakayii tarihiyyeye uymakta olduğu-nu Amasya müverrihi Hüsamettin Efendi bildiriyor...”

 Memleket Haberleri'nin ardından bu sayı ,Diğer bir Mufassal Bir Ferman suretiyle ve Abdalataya ait   Arapça bir diğer vakfiye suretiyle sonlanır.

* Çığşaklar makamı aşağılama ve alaya almada söylenilen şiirsel sözler yada konuşmalardır.

 

ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 28
 
Çorumlu, yayımına tam on ay ara verdikten sonra 1 Ağustos 1941 tarihli 28.sayısıyla yeniden yayım yaşamına döner.
 
Bir süre yazılarına ara veren H. Turhan DAĞLIOĞLU “Hicri ll. Asırda Çorum" adlı yazı dizisiyle Çorum tarihini araştırmasını sürdürür.
 
Bu sayıya aldığı belgelerden birisini veriyoruz. “..Merkezi Sivas’ ta bulunan Rum Beylerbeyine Çorum Mecitözü Kadılarına yazılan hükümle de Delibudak'ın Mecitözü Kazasına tabi Ordu karyesi halkından olduğunu ve  Kalındudak adında diğer bir eşkıya ile birlikte elbirliği ederek birçok köyleri  bastığını öğreniyoruz. Bu eşkıyanın yakalanarak cezalandırılmasını bildiren bir hükümüdür...” , “..Bu belge 1593 tarihli olup,İran' dan Çorum,Sivas ve Kastamonu'ya gelen Kızılbaşlar' a dairdir. Merkezi Sivas' ta bulunan Rum Beylerbeyi'nin adı Mehmet Paşa' dır. Anadolu'ya gelen Kızılbaşlar İran Şahı'nın bir yaşmağını ve üç dört Kızılbaş halifesinin de mektuplarını getjrdiğini ve bunları halka dağıttığını bildirilmektedir. Kızılbaşlık Anadolu’ da bilhassa 16. Yüz yılda da fazla revaç bulmuş olduğuna göre Osmanlı Devleti'nin bu mesele üzerinde pek hassas hareket edeceği pek tabi idi. Belge,İran'dan gelen bu gibi Kızılbaşların elde edilmesini ve bunların Sünni halkı  zehirlemesinin önüne geçilmesi istenmektedir..."
 
Nushi TOMBUŞ' a ait "Koşma"yı,"Çorum'da Yağmursuzluk ve Halktaki Ananeler" yazısı izler. Yazıyı Hayri KARAMUK kaleme alır. Yağmursuzluk nedeniyle, kurak geçen yıllarda halkın toplanıp dualarla yağmur istemelerini, kurban kesip yoksullara dağıtmalarını anlatır. Çocukların yağmursuzluk başlayınca sokaklarda şöyle bağırdıklarını yazar Hayri KARAMUK. “..Yağmur yağ /Ekin bit / Tarlada çamur / Teknede hamur / Öksüzlere ömür / Ver Allah'ım ver /Sellice sulluca bir yağmur / Yer yarıldı yaş ister / Ufakcıklar aş ister / Ekinin bol olsun bol olsun / Madrabazların * gözleri kör olsun...” 
 
Alevi kesiminde de, eşek gelin etme ve ekmek yapıp dağıtma adeti, olduğunu belirten Hayri KARAMUK, çocukların şöyle bağırarak dolaştığını yazar:  “....Eşek gelin olur mu ?/  olur mu ? /Yer yağmursuz olur mu olur mu ?/ Kurbağa susuz olur mu olur mu ? / Yer yarıldı yaş ister ? / Ufacıklar aş ister / Ekin bol olsun bol olsun /Madrabazların *gözleri kör olsun .
 
Çağın değişimi toplumların sosyo-ekonomik yapısını da değiştirmektedir. Bu nedenle birçok gelenek ve göreneklerimizin de geçmişin, bir daha dönülüp yaşanılması olanaksız yıllarında kalmaktadır. Zaman içinde unutulmaya yüz tutan folklorumuzun bu güzellikleri, yaşlıların anılarında, eğer kaleme alındıysa kitap ve dergilerin de sayfalarında yaşayacaktır.
 
İşte Ferit DEDEBAŞ’IN yazdığı “Çorum’da Köy Düğünü” de birçok özelliklerini ve güzelliklerini yitirilmiş geleneklerimizden ‘Köy Düğünü’ Ferit DEDEBAŞ şu başlıklar altında incelemiş: “..1-Düğüne Başlangıç, 2-Odun Kesme, 3-Buğday Öğütme, 4-Çuval Ağzı Açma ve Hamur Yoğurma, 5-Ekmek Yapma, 6- Diğer Köylerin Daveti- Şeker Gönderme, 7-Keş-kek ve Pilav Pişirme, 8-Gelin Hamamı, 9-Civar Köylerin Gelmesi, 10- Yemek Yeme,
11-Hediyelerin Toplanması, 12-Gece Meydan Alemi, 13- Kına Gecesi...” Yazının sonu gelecek sayıya kayar.
 
"Çorumlu" yazısı Yozgat Lisesinden Mediha AYAN'IDIR. Yazısında Çorumlu Dergisiyle Çorum halkı arasında özdeşlik kurar,şöyle der yazısının bir yerinde: “..Çorumlu yenilik,iyilik ve marifet aşkıdır. Bu suretle kendi adını taşıyan dergi ile hem isim ve hem ruh itibarıyla kardeş bulunuyor..."
 
Ferit DEDEBAŞ’IN “İnkılâp Ayı Temmuz” yazısıyla temmuzlarda yaşanan en önemli olayları gündeme getirir. Bunlar:
 
3 Temmuz  1776 Amerika İstiklâl İnkılâbı.
14 Temmuz 1739 Büyük Fransız inkılâbı.
23 Temmuz 1908 İkinci Meşrutiyet.
23 Temmuz 1924 Erzurum Kongresi.
24 Temmuz 1924 Lozan.
23 Temmuz 1939 Hatay'ın Anavatana katılması.
 
Sağlıksal açıdan okuyucuyu bilgilendirme yazısı,"Yara ve Tedavisi" Dr, Adil ÖZKAN' ın,
 
Dedebaş'tan bir şiir .”Demedim mi"
 
 "Çorum'da Yıl Çıbanı " yazısı bu sayıda da  sürer.
 
Bahri KAYIŞ' ın "Dua" şiirini Eşref  ERTEKİN’İN derlediği “Çığşaklar” izler.
 
"Alaca  Halkevinde bir Toplantı” haberi,bir Halkevi haberi olarak verilir.
 
Toplantıya Çorum Valisi Muzaffer AKALIN da onurlandırmıştır. Alaca İsahacı köyünden Halk Aşığı  Haydar BEKTAŞ, Koçhisar dan Yusuf ER  Ali Müslüm DELİBAŞ, Alacahöyük’ten Ali CİĞER, Manişar  köyünden Ali ŞAHİN katılırlar. Dertli’den, Köroğlu’ndan, Karacaoğlan’dan, Nesimi’den, Hatai’ den koşma ve nefesler okurlar. Bunlardan Aşık HAYDAR hiç okuma yazma bilmediği halde,  irticalen  koşma  destanlar  tertip eder.  Aşık HAYDAR’ dan o gün söylediği bir parçanın son bölümünü alıyorum.
 
Aşık Haydar der ki gönül arz eder
Umarım Mevlâ’dan vermesin keder
İnşallah bay bize bir ihsan eder
Muzaffer AKALIN sefa geldiniz..
 
"Çorum Halkevi Faaliyeti" yazısında, Çorum Halkevi Gösteri Şubesi'nin Sinop ve Samsun'da vermiş olduğu temsil ve halkoyunları gösterilerinin büyük ilgi gördüğü, basında da bu konuda övücü yazılar yayınlandığı haberleri yer alır. Bununla ilgili “İktibaslar" bölümünde verilir.
 
Son bölümde: Delibudak adındaki eşkıyanın yakalanması ve bunun ahvaline; Acem diyarından Çorum, Sivas, Kastamonu'ya gelen Kızılbaşların; Çorum kalesine bir varaş inşaası konusunda Behzat Çavuş'un Mübaşir tayin olunduğuna dair belgeler yer alır.
 
* Madrabaz: Ekini saklayan ve pahalandıran ekincilere denirmiş.
 

DEVAM EDECEK

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi
IRAK’ A ASKER...
Bir taşra muharriri olarak görüş ve düşüncelerimizi  bir de  biz beyan edelim  ve moda deyimiyle  konuyu  bir de  biz masaya  yatıralım  dedik.
Irak ‘ a “Asker ”giderse ne olur?
Bence korkulacak bir şey olmaz. Zaten o gidilecek yer Memalik-i  Irakeyn  bir dalavereyle elimizden alınmış eski Osmanlı yani vatan toprağıdır. Mehmetcik  bugün oradaki İşgalci coni’lere ve kiracı araplara  nezaret etmeye gidecek ve kuzeydeki kürtlerin  devlet ilan etmelerini  önlemeye, Türkmenleri  ezmelerine müsaade  etmemeye çalışacaktır.
Düne kadar birleşmiş Milletleri ve natoyu devre dışı bırakan abd bu sefer kuyruğu sıkışınca  en yakınındaki Türklerden  yardım istemeye yüz bulabilmektedir.
Daha geçenlerde abd nin başı televizyonlarda “ kuzeyde  istikrar  sağlanmıştır, oradan  bir korkumuz yok” diyor ve Ankara da buna şiddetle tepki gösteriyordu. Oradaki  kürtlerden fazla nüfusa sahip Türkmenler zaten oranın  eski sahibi ve Osmanlı  ahalisidirler. Yıllarca Kıbrıs Türk’ü  gibi elleri  yüreklerinde   barzani ve talabani eşkıyasının baskınlarına karşı  elleri tetikde nöbet tutmadılar mı ? Bari bu seferde  Mehmetçik sayesinde  rahat nefes alsınlar ve bir avuç şalvarlı eşkıyanın  karşısında büyük millet olmanın mutluluğunu ve  gururunu  yaşasınlar.
Sonra “araplar  kurşun sıkarlarmış” diyorlar. Vaktiyle Osmanlıya   kurşun sıkmanın bedelini  işte böyle  büyük bir zillete ve  sefalete düşerek ödediler. Bu sefer  hiç sanmıyorum ki  böyle bir yanlışlık yapsınlar.
Amerika’ya gelince... Onların samimi  olmadıklarını Ankara da biliyor. Önce peşmerge’leri adam sanıp yanaştılar baktılar ki  bu aşiret bozuntuları ve  mağara adamları ile bir iş olmaz. Her tarafları ayrı oynuyor, devlet kuracağız diye orada coni’lere  pis pis sırıtıp vıcık vıcık yağ çekiyorlar. Onlar da  büyük Türkiye’yi  gücendirmek pahasına bunlara göz kırptı, sırtlarını sıvazladı. Ama  Türkiye’yi  kaybettiğini  birileri buşh’ un kulağına  fısıldayınca jetonları düştü, etekleri  tutuştu. Sonra  da gelsin Mehmetcik  diye  krediler, yardım vaatleri, yalvarmalar, yakarmalar...!!
Bu arada küçük hatırlatma  yapalım.
Vaktiyle Kore’de 717  askerimiz şehit oldu ve 2246  askerimizde   yaralandı. 176 askerimiz de  kayıp oldu. ( Buna karşılık Kıbrıs Barış harekatındaki  kaybımız ise 498  şehit ve 1200  yaralıydı.)
Kore de Kunuri de  verdiğimiz bu kadar şehidin büyük bir kısmı  hep Amerikalıların 16.  Birliği çekilirken  onlara  kalkan olarak  görev yaptığımız  sırada  verildi. Ne kadar coni kurtulduysa o kadar Mehmetçik de şehit olmuştur.
Ama bunu  unutup da karakolu basıp  kafamıza torba geçirmeleri yok mu?.. Affedilir  bir  hata değildir.
Yine bir kere daha hatırlayalım ki . Irak amerikanın  haince işgali altındadır. Bu son yüzyılın en kanlı  işgal ve  katliam  harekatıdır. Dün Afganistan dada aynısı yapılmıştır. İkiz kuleleri uçuran siyonistler böylece  amerikan ordusunu  Müslümanların  veya İslam Dünyasının üzerine  saldırtmıştır. Irakta iki –üç ayda ölen Müslüman  sayısı 30 bindir. Bir önceki körfez krizinde ise  200 bin şehit verilmiştir. Sırf Ameriye -Bağdat’a 20km yakın bir mahalle-sığınağında  sabah  namazında atılan Gbu sınıfı kamyon büylüklüğündeki bombalar ile 1800 kadın ve çocuk aynı anda kavrulmuş ve toz edilmişlerdir. Bu seferde  şehit edilen  çocuk ve kadın sayısı 10 binin  üzerindedir. Iraklı asker  sayısı 20 bindir. Bunlar az rakamlar değildir. Bunlar Müslüman  zavallı  şehitler olup bizim din kardeşlerimizdir.Her namazda  bu müminler için dua etmemiz  boynumuzun  borcudur.
Hain Amerikan’ın  orada  işi yoktur. Müslümanları  birbirine  kırdırmak için  bomba yüklü  kamyonlarla  Şii lideri İmam el Bakır’ ı  şehit etmişler ve bunu her gün bir yerlerde tekrar etmeye başlamışlardır. Bütün  plan  Siyonizm’in gizli  karargahlarının  ürünüdür.
Tek tehlike  orada Amerika’nın  yanında yer aldığımızı  sanan Arapların  bize  ateş açmaya kalkmasıdır. Yoksa  Türkmenlerin  güvenliği açısından Mehmetçik elzemdir.
Kuzeydeki mikrobik  iltihaplanmalar ve kangrenler açısından  oraya   cerrahi müdahale  her zaman şarttır. Nöbetçi  doktorun  adının da “ Mehmet” olması  iyidir.
Çünkü  Musul Kerkük Türk, Memalik’i Irakeyn’ de ,Güzelce Bağdat ta Osmanlıdır.
Osmanlınındır.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Salım SAVCI
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
GÜNDE NE KADAR OKSİJEN HARCIYORUZ ?
            Son zamanlarda BENİ DİNLE KESEBİLİRSEN KES adlı öykümle ilgili yazılar geliyor. Bunlardan birisi çok hoşuma gitti,aynen aktarıyorum:
            “Ağaçları çok severim. Nerede ağaçlarla ilgili bir yazı okusam,o kişiye saygı duyarım. Bunlardan birisi de sizsiniz.
            Beni Dinle Kesebilirsen Kes öykünüzü 1992 yılında okudum. Orada bir çam ağacını konuşturdunuz. 7. paragrafta çam ağacı çok şeyler söylüyor. Bu öykünüzü TVLER görmüyor mu ? Demek ki görmüyorlar. Ben görsünler istiyorum. Yeşil yapraklı bitkilerin oksijen kaynağı olduğunu sık sık dile getirsinler istiyorum.
            Bu mektubu niçin yazdım ? Onu da anlatayım. Geçenlerde bir yerde ağaçla ilgili bir yazı okudum. Bir insan günde yedi ortalama büyükteki ağacın verdiği oksijeni harcıyorlarmış. Dolayısıyla yaşıyormuş.
            Bunlardan yedi sayısına önceliklik verelim. Her insanın ömrü boyunca yedi ağaç yetiştirmesini diliyorum. Si ne dersiniz ?
            Ankara/Adımı lütfen vermeyiniz
 
            Bu sade vatandaşın herkesin yedi ağaç dikmesine bende canı gönülden katılıyordum.
            1-Doğum Günü İçin
            2-İlköğretimi Bitirdiği Gün İçin
3-Liseyi Bitirdiği Gün İçin
4-Yüksek Okulu bitirdiği Gün İçin
5-İşe Girdiği Gün için
            6- Nişanlanma Günü İçin
            7-Nikahlanma Günü İçin
            Daha fazlasını dikenlere yaşatanlara selamlar,sevgiler diliyorum. Gönülden sevgiyle kucaklıyorum.

 

 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Üzeyir Lokman ÇAYCI
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
SÖZLERİMDEN DUMAN ÇIKIYOR
Ben buradayım
Yani içinizdeyim
Sözlerimden duman çıkıyor
Beni duyuyor musunuz ?
 
İkiye bölünmüş
Üç parça
Ve dört başlı bir şekil içindeyim
Başkalarının yerinde
Yani kendimdeyim.
 
Hızlı giden trenler
Şehirleri parçalayan düzenler
İlgilendirmiyor beni
Ben canların peşindeyim…
 
Ben buradayım
Yani içinizdeyim
Sözlerimden duman çıkıyor
Beni duyuyor musunuz ?
Kelimeler hastalanmış
Cümleler sakatlanmış
Kararlar yara almış
Yaşadığım şehirde
Herkes hastalanmış…
Tükenen mürekkepler,
Kendi kendine havlayan köpekler
İlgilendirmiyor beni
Ben canların peşindeyim...
 
Ben buradayım
Yani içinizdeyim
Sözlerimden duman çıkıyor
Beni duyuyor musunuz ?
 
 
Paris - 24.10.2004
 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 11

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Yaşar KILIÇ
Yaşar KILIÇ Hayat Hikayesi
SEYRETTİM HALİNE
Seyrettim haline yalan dünyanın,
Yar sevmiş,ağlamış,gülmemiş dostum.
Bekar kalmış kimi avrat tüccarı
Kimse dümenini bilmemiş dostum.
 
Kimi eşek alır,kimi at satar.
Kimi nalbant,yılan tırnağı yontar.
Kimi mıha vurur,kimi nal tutar
Kimi çekicini sallamış dostum.
 
Kimi tarlaya tuz eker dağıdır,
Kimi değirmende yoğur öğütür
Kimi unu rüzgar ile arıdır
Kimisi tozutmuş,allamış dostum.
 
Kimi saman pazarında satar altını,
Kimi sarrafta satar öküzü malı
Hatablı  YAŞARİ yazar destanı
Yanlışmış mı,unutmuş silmemiş dostum.
1976

 

 

 

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

72 SAYI 25 Şubat 2005 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!