 |
YIL 6 SAYI 72 25 Şubat 2005 |
 |
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL ÇORUM’UN YENİ GÖLETİ
HEPİMİZE HAYIRLI OLSUN
-
Ali EMİROĞLU HAVALARDA VAR BİR ŞEY
-
İsmet ÇENESİZ HAYÂ;
-
Salim SAVCI SON
GÜNLERİN SÖZCÜKLERİ FİYAT-EDER-AKÇE
-
Ali EMİROĞLU SÜMERLERDE DIŞ İLİŞKİLER ( İlk
Sınır Savaşları)
-
Atilla ALPAY BİR ÇAMAŞIR GÜNÜ
-
Müslüm TUNABOYLU SORUMLULUĞU YETKİ KADAR SEVELİM
-
Muzaffer
GÜNDOĞAR 29,30,31 VE 32. SAYILAR
-
Raşit YÜCEL YENİ YIL
-
Yaşar KILIÇ ÖZÜMDEKİ SARAY
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
ÇORUM’UN
YENİ GÖLETİ HEPİMİZE HAYIRLI OLSUN

Geçen ay bir konuyu gözümüzle görmek için bir gazeteci arkadaşım ile
birlikte İskilip yolu üzerinde bulunan gelecek ay adını vereceğim yere
gittik.

Burası Çorum’un geneline nazır oldukça da Çorum merkez ilçe yerleşim
yerinin kotundan yüksek bir yerdi. Karşıdan Çorum olduğu gibi
ayaklarınızın altında bulunmaktaydı. Kot yüksekliğinin verdiği yağışlardan
dolayı bulunduğumuz yerin biraz altında hareketli bir sıvı yığınını fark
ettik. Bulunduğumuz yerdin hareketli yere doğru arabayla dolaşarak gittik.

Dolaşarak geldiğimiz yer,kat ettiğimiz çok
bozuk yola rağmen boşa gelmediğimizi gösteriyordu. Burada karşımızda çok
şahane bir göletçik ile karşı karşıya idik. Göletçiğin kıyılarına
ulaşabilmek için biraz yürümemiz gerekli olduğundan manzarayı 300 metre
kadar uzaktan seyretmekle yetindik. Etrafta yayaların gidebileceği bir
yer,patikacık bile yoktu. Bizde bulunduğumuz yerin en son noktasına
gidebilene kadar gittik. Tepenin eteklerinden bu gölette biriken sıvıların
aktığı gösteren ve insanlar tarafında yapılmış olduğu gayet açık
gözüken,ayrı ayrı renklerden suni derecikler oluşturulmuştu. Bu
dereciklere oluşumunun ve suni olarak yapılan ve özenle getirilerek
dökülenlerin neler olduğunu araştırmanında ayrı bir yazı konusu olacağı
için bu araştırmadan da sizleri bilgilendirmeyi bir Çorumlu olarak vazife
edindim.

Fotoğraf makinelerimizi çıkardık göze gayet
hoş gözüken;bu nefis manzarayı makinelerimizin pozları bitene kadar
resimledik. Görünenler renk cümbüşü içerisinde inanı sanki başka bir dünya
olduğunu zannetmekteydik. Ya Rabb’i bu yarattığın insanların senin güzel
tabiatını ne güzel renklere bürüyorlardı. Ya etraftaki kokulara ne
demeliydik (?) Gördüklerimiz bizi duygulandırmış,gözlerimizden akan
yaşları zapt edememiştik. Resimleri tıklayarak daha da büyüterek sizde bu
göz zevkinden mahrum olmamanızı dilerim. Not resimleri sadece siz görün.
Sakın ha yetkililer görmesin. Yoksa bu gölet hemen ortadan kaldırılır.
Tabii ben bir tabiat aşığı olarak ortadan kalkmasını isterim de acaba
buraya bu gölettin inşa eden kimselerce hoş görülür mü bilemen.


Detaylar içir
Rabb’im erdirirse gelecek hafta anlatacağım.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Ali EMİROĞLU |
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi |
HAVALARDA VAR BİR ŞEY
Hava sözcüğü;ileri gidilirse başka anlamlar da verilebilir. Biz dilci
olmadığımıza göre,ikide bir sözcüklerin anlamına takılarak bizi
okuyanların akıl ve fikirlerini kurcalamaya kalkmamalıyız. Burada;hava
dedim mi,şu kokladığımız hava,atmosfer ve onun değişiklikleri
anlaşılacaktır. Mecazi anlam aslında gereksinimdir. Sözcüğü ne anlamda
kullandığınız ise,o anlamda kalmalıdır.
Türkiye’de görüyoruz ve Dünya ülkelerinde olanları da TV ekranlarında
seyrediyoruz ki,iklimde izah edilmez değişiklikler var. Kutuplarda
buzullar eriyor. Büyük buz dağları,sıcak iklimlere doğru hareket eder
durumda. Bir çok ülke yine izah edilmez şekilde kar altında,
Türkiye’de bunlar arasında bulunuyor.Eskiden göz nuru döküp öğrendiği
Amazon ormanları yanmış,büyük kısmı ortadan kalmış. Dünya ozon
tabakası delinmiş. Cenup Asya’da deprem eski ölçüleri aşmış ve
denizleri Tsunami adı altında dalgalaştırıp adaları ve sahilleri
merhametsizce çarpmış. Daha pek çok şey varda,ben şu yazıyı yazmaya
başladığım anda,ancak alıma bunlar gelebildi. Bunlarda az şeyler
değil. küçükken bunlar yoktu,Pek yaşlı sayılmam ama,bu değişiklikleri
aklıma getirince,yaşım bile beni bazen korkutuyor
Neler oluyor? İnsanların çok büyük !ir
kısmına göre,Allah’ın dedikleri ve istedikleri oluyor insanlar buna
kalben inanıyorlar.Halbuki bu insanların hemen hepsi,Allah’ın bu
Dünyayı altı günde yarattığını,sonrada arka üzeri yatarak hem
dinlendiğini ve hem de seyrettiğini söylerler.
Bir kısım insan,sayıları birincilerden
çok azda olsalar,oluşumun devam ettiğini düşünüyor ve söylüyorlar.
Oluşumun devam etmesi demek,bir anlamda,yaratılışın devam etmesi
demektir, Demek ki oluşum,başka anlamda yaratılış daha
tamamlanmış,bitmiş değildir.
Aslında bu insanların hepsi doğru
söylüyorlar ve aynı şeyi söylüyorlar da, niyetleri değişik. Aziz Nesin
ölmemiş olsa,bu iki cins insanı kavgaya bile sokabilirdi.
İnsanlar,birbirlerini dinleyip anlamadıkları için kavga ederler
İnsanların birbirlerini dinleyip anlamaya çalışmaları için,yetişme
tarzlarının aynı,bilgi birikimlerinin aynı esas üzerinde olması
gerekir, Bu ise imkansız ve hiç bir zamanda o imkan bulunmayacak.
Köydeki kardeşimle konuşuyorum telefonda.
Havanın çok soğuk olduğunu söyledim. “Ağabey bırak ta olsun. Toprak
susuzluktan yarık yarık oldu” dedi. Yağdı da ben mi önledim ?
Soğuk olmak ayrı şey yağmamak ayrı şey. Satılmış’la bunları tartışacak
değiliz. Yağmıyor işte. Türkiye’nin her yerine yağıyor,Çorum’da yağmur
ve kar yok. Benim çocukluğumda 30 değil 60 santim kar görürdük.
Saçaklarda bir metre sarkar durumda olurdu. Bunların hiç birisi yok.
Bunların Amazon nehri.Amazon ormanları,buzulların erimesiyle de ilgisi
yok. Orta Anadolu genel olarak yağışsız geçer ama,bu senelerde olduğu
gibi hiç görmedik. Artık Ruslar Atom bombası denemeleri falanda
yapmıyorlar. İran,daha deneyim yapmadı. O zaman,bizim Çorum’da
yağışın 80 sene içinde,bu kadar azılmasının sebebi nedir ?
Cumhuriyetin bir uğursuzluğunu düşünmek için,cidden hayasız olmak
gerekir topraklara Cumhuriyet hep hayırlar getirmiştir.
Burada ne felsefe yapmaya ve ne alimli
taslamaya gerek var. Ben tıp öğrencisi iken, bir iki defa sömestri
tatilinde köye geldim. Hacılar Hanından kamyona binilir, oraya harhar
üst kısmında olan bir yoldan atla giderdik. Bu kısımların hepsi
ormanlıktı. Şimdi ormanlar sökülmüş ve yerine ekilecek tarlalar
çıkarılmış . Yağmur toprak götürdüğü için,mahsul alınır toprakta
kalmamış. Erozyon olmuş demek istiyorum. Buğday olmuyor,yağmur
yağmıyor ve Çorum çölleşme yolunda oldukça yol almış gözüküyor
Daha1önce de,bir Alman ilim adamı,yetmiş
sene içi de Orta Anadolu’nun çölleşeceğini söylemişti. Bu yetmiş
senenin yarısı geçmiştir. Bu Alman alimin sözünü dinlemeyen
yöneticiler de,astım hastalığı getiriyor diye kayak ağaçlarını idare
kurulu kararları gereği kestiriyorlar. Tıp kitaplarında böyle bir
bilgi yok. Aslında her ağaç poleni astım tahriki yapar. Polen astıma
iyi gelmediği için,bütün ağaçları kesmek imkanı olur mu? Kavağın
elmadan farklı bir yanı yok olsa,bunu alimler yazar ve kitap okuyan
hekimlerde bilir.
Bunları ziraat mühendislerinden deği1 tıp
doktorlarından sormak gerekir. İdare heyetinde doktor üye de var. O
zaman ne yapacağız ? bir de şu ülkede yetki kısıtlılığından
bahsediliyor.
Size bu yazdıklarım hem akıl içinde ve
hem de ilim içinde. dinleyeceğinizi sanmam. Ne için yazıyorum?
Rahatlamak için. Bu Orta Anadolu’nun ekilmeyen bütün boş yerleri
ağaçlandırmadan ne yağmur yağar ve nede şiddetli soğuk iklim durur.
Ozon tabakası delinmesiyle de ilgisi yoktur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
İsmet ÇENESİZ |
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
|
-
HAYÂ;
-
Sizlere, bu günkü
kuşaklarda pek kalmayan ama eski insanların
kendilerinde bulunmasıyla övündüğü, insan gibi her
insanda bulunması gereken oysa artık çoklarının
unuttuğu, toplum yaşamı ve insanlar için çok önemli
olan bazı özelliklerden bahsedeceğim.
-
AİLE TERBİYESİ: Aile en
küçük şekliyle Anne, baba ve çocuklardan oluşur. Aile
terbiyesi anne ve babadan alınsa da asıl mihenk taşı
Anadır. Doğduğumuz günden itibaren gerekli terbiyeyi
asıl Anadan öğreniriz. Aile, aşağıda sayacağımız ve
insanlarda bulunması icap eden vasıflarında başlangıcı
ve mayasıdır. ( “Anasına bak kızını al” atasözü bunu
pek güzel ifade etmektedir.)
-
ADAP: Görgü demektir.
Yine ilk önce ne görürsek ne öğrenirsek ailemizden
öğreniriz. En çok yan yana bulunduğumuz ve en çok
sevdiğimiz anamızdır. Karşılıklı bu sevgi ve ailemizde
gördüklerimiz bizim okul çağına kadar ki tek
eğitimimiz ve eğitim yerimizdir. Ailemizde
öğrendiklerimiz Okulla birlikte öğrendiklerimizin
anasını teşkil eder.
-
EDEP: Söz ve davranışta
uyulması gerekli genel kural. Topluluklarda, insan
yaşamında çok önemlidir. Edebin olmadığı yerde
toplumun düzeni bozulur. Edepsiz insan insanlar
tarafından sevilmez ve sayılmaz. Toplumun kurallarına
uymayanlara halk arasında edepsiz denilir ki, bu söze
maruz kalmak çok kötüdür. İyi insanlara nezih
insanlara ne kadar terbiyeli, edepli demez miyiz?
-
HAYÂ: Utanma duygusu.
Utanç. Utanma sıkılma. Ar veya haya perdesi.
Atalarımız utanacak bir iş yapana ve bunda ısrar edene
Hâya damarı yırtılmış derler. Bu günkü gençlikten
bazılarının orta yaşlı ve de yaşlı insanları rahatsız
edici hareketleri ayıp ve utandırıcı boyutlardadır. El
ele, kol kola sokaklarda dolaşmayı hoş
karşılayabiliriz. Ama sokak ortasında, insanların
içinde ve de dedesi, annesi, babası yaşındaki
insanların önünde onları hiçe sayarak öpüşmeleri,
saatlerce sevişmeleri Hayasızlıktan başka bir şey
değildir. Pastaneye veya umumi bir yere bir Üniversite
öğrencisi karşı cinsten bir arkadaşıyla gidebilir. Bu
çok ölçülü olmak kaydıyla hoş görülebilir. Ama
bağlarda, parklarda sanki yatak odasındaymış gibi
hareketler, davranışlar yapmak ve bunu da genç
erkeklerden çok genç kızların yaptığını görmek, duymak
insanlarda oluşan ahlak çöküntüsünden olsa gerek.
-
Yüksek tahsil yapmış
hatta lisede okuyan kızların erkek arkadaşı yoksa
eskiden evde kalmış kızlara yapıldığı gibi
küçümsendiğini görüyoruz. Bu gençlere bu duyguyu
aşılayan aile, okul ve onun terbiye edenleri değil mi?
Çocuk ve genç fotoğraf makinesi gibidir. Ne görürse
onu çeker.
-
Çocuklarını gurbete
gönderen anne ve babalar dişlerinden artırıp çocuğum
okusun diye bunca fedakarlığa katlanırken, azda olsa
bunları yapan gençlerden bazılarının başına ne
felaketler geliyor. Bu yapılanlardan sonrada evlenmesi
icap eden bu gençlerin çoğu yaşadıkları bu
maceralardan sonra başkasıyla evlenemiyor. Bunun
sonucunda da gizli saklı çevrilen oyunlarla ve bazı
dolapların arkasında kurulan bu evliklerden tabi ki
mutluluk gelmiyor. Sonunda da boşanmalar ve kavgalar
geliyor. Görücü usulü ile yapılan evlilikler (Sözlü ve
nişanlı iken ölçülü, adaba uygun görüşerek) daha saygı
ve sevgi dolu olarak yürüyor.
-
Sizlere geçenlerde bir
dostumun anlattığı ve benimde bu yazıyı yazmama vesile
olan bir konuşmayı aktarıyorum:
-
Harun Reşit’in Hanımı
Zübeyde Hâtun dünyanın bütün güzelliklerini taşıyan
bir Hanımdır. Bu Hanım. Bağdat’tan Medine’ye su
getirtiyor. Kanallar oldukça derin ve geniş. Hesabını
yapıyor, 1 Deve yükü defter tutuyor. Tahmini 2 bin Km.
Rüyasında bundan bir suale, ahiret hayatında bir
muameleye tabi tutulmadığını belirtiyor. Tabi ki su
gibi aziz bir şey olamaz. Hele ki bunun çöle
getirilmesi. Yalnız, “bir gece çadırımda yatıyordum
üzerimin açık olduğunu zannederek hâyıf içersinde
Allah korkusuyla sıçradım. Ne olduysa o gece oldu.
Cenabı hak beni mükafatlandırdı” diyordu. İşte Hâya bu
olsa gerek.
-
Sevgi ve saygılarımla
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Salım SAVCI |
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
|
-
SON
GÜNLERİN SÖZCÜKLERİ FİYAT-EDER-AKÇE
-
Son
günlerde bana sorulan bir soru var.
-
Bir mala vereceğim para:
-
Bazı iş yerlerinde fiyat sözcüğü ile,
-
Bir kısım satıcılar ise eder sözcüğü
-
Yeni yeni de akçe sözcüğü ile isteniyor
-
Cevabım şu oluyor:
-
Fiyat (Fiat söylenilmek şartıyla,çünkü o
bir oto markası) kullanılanlar çoğunlukta oluyor. Bu
ise yaşlı kuşaktır.
-
Fiyat sözcüğü Türkçe olmadığından dolayı
ben eder sözcüğünü kullanırım diyor.
-
Köyden,gecekonducular orada da,Kızılay’da
iş yerlerinde de gelenler bu…kaç akçe diyorlar.
-
Akçe sözcüğü bana daha sıcak geldi ama
herkesin bu sözcüklerden birisini kullanacağı
kesindir.
-
Akçenin AK hecesi bazılarının hoşuna
gidebilir. Bildiğimiz Ak… yok iken,akçe yaşıyordu.
-
Bu sözcük konuşan bir kuşaktan söz
ediliyor. Öyle ise sözcük dağarcığından gelişmesi için
görüşler sergileyebilirsiniz. Ama bu satırların yazarı
Türkçe Sözcüklerin kullanılmasını savunur.
Kitaplarında, yazılarında bu niteliğe uymaya çalışır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Ali EMİROĞLU |
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi |
SÜMERLERDE DIŞ İLİŞKİLER ( İlk Sınır
Savaşları)
Kramer;İstanbul Topkapı sarayı binalarından
olan Şark Eski eserler Müzesinde bir odaya konmuş dört
köşe bir masaya oturuyor. Karşısındaki duvarda
Atatürk’ün büyük bir resmi var. Bu Büyük Devlet kurucusu
hakkında söylenecek ve yazılacak çok şey olduğunu
bildiğini söylüyor. Ancak;burada kendi görevinin bu
olmadığını,bir Sümerolog olarak kendi görevinin geçmiş
bin yıllarda yaşamış olanları kahramanları
bulmak,yazarak canlı olanları gün ışığına çıkarmak
olduğunu ifade ediyor. Bu düşüncelerinde Kramer
haklıdır. Oturduğu sarayda Türk Mimarisinin şaheser
örneklerinin sergilendiğini bu saraydan çok az
bahsedilmiş olmasını da söylediği mazeretin altında
gizlemek mümkün görülmüyor, bu padişahlar saraydan
sükutla geçirişi,her halde bu konuda büyük bir bilgiye
sahip olmadığı da şüphesi uyandırıyor. Bizim bu sarayda
artık eski sözcüğü ile alınabilir ve baştan başa tarihi
vasıf kazanmıştır.
Masasında oturan Kramer’in kil kaplanmış ve
aşağı yukarı 5000 yıl önce yaşamış bir katip
görevlisinin tabletleri duruyor. Bunlar Sümer
tabletleridir. Üzerindeki yazıda cüneiform yazısıdır. Bu
sözcük köşe şekli ifade eder. Dilde Sümer dilidir.
Tablet kare olup 23 santim ebadındadır. Bir daktilo
kağıdından küçük durumda fakat tableti yazan katip (Saribe)
tableti on iki kolona ayırıyor çok küçük bir yazı şekli
kullanarak bu küçük sahaya milli bir şairin altı yüz
satırını sığdırabiliyor. Bu satırları beyit olarak da
ifade etmek mümkün görülebilir yazar bunun için
“Enmarker et le seigneurad Arata” diyebiliriz diyor.
Nakledilen olaylar 5000 yıllık bir eskilik göstermesine
rağmen bu şiir zamanımızın modern kulağı ile acayip bir
yakınlık göstermemektedir. Çünkü bu enternasyonal bir
olayı hatırlatır ve bazı teknik olaylara da işaret eder
“sinir savaşları gibi” Zamanımızın “Power polities”i
Bu olayda izah ediliyor ki asırlar öncesi bu
bahsedilen katip-evrak kopyaları-Kremmer’de
doğrulamıştır. Bu son şehir güney Mezopotamya’da Dicle
ve Fırat arasında bulunuyor. Daha çok doğuda İran’da
Arata denilen bir şehir daha var. Arata Uruk’tan yedi
silsile dağlara ayrılmış bir yerde bulunuyor. Burası
yüksek dağlar arasında ve varılması çok zor olan bir
yer. Arata zengin madenleri ve yontulabilir taşları bol.
Sümerlerin bulunduğu Mezopotamya’nın zengin toprakları
ve düzlükleri burada yok. Beklide Aratta’nın
zenginlikleri dikkatleri kendi üzerine çekti. İşte iştah
kabartan bu durumdan dolayı bir cins sinir savaşları
şehir ve kralına karşı götürdü. Bu suretle
istiklallerinden vazgeçerek onların emri altına girme
yolu açılmış oldu.
Bütün bunlar belirli asalet stiline hikaye
ediliyor. Bazen çiçeklenmiş,bazen gevşek çok defa muamma
kokan dalgalanmalar yükseliyor. Bütün dünya eski
kahramanlık şiirlerinde de aynı tarzlar uygulanır.
Manzume Uruk ve krallığının büyüklüğüne ayrılmış bir
güzergahla açılıyor. İlk zamanlardan beri öncelik işaret
ediliyor ki Tanrıça İnana kendisine Arata üzerinde
haklar vermiştir. Hakiki hareketlerde böyle başlamış
oluyor.
İşte şair böyle anlatıyor: Güneş tanrısı
Utu’nun oğlu Enmerkan Arattayı itaat ettirmeye kararlı
olarak bacısı tanrıça İranna’ya sesleniyor. Arata
milletinin kendisine altın,gümüş,lapis-Lazulive kıymetli
taşlar verilmesini;kutsal yerler ve mabetler inşa
etmelerini,bunların içinde de en kutsal yerin “Abzu
deniz mabedi” Ankia Eridu olmasını istiyor.
İnana,Ennerkad’dın rica mektubuna kulak
veriyor. Ona Anaskan yüce dağlarını aşacak bir kahraman
aramasını nasihatliyor. Bu yüce dağlar Uruk’u Aratta’dan
ayırıyorlar ve ona temin ediliyor ki Arata milleti
kendisine itaat edecektir istenilen işler yapılacaktır.
Şair devam ediyor:
Ennerkan bir kahramanı Arata kralına (Senyör
de deniyor) gönderip onu uyarmak istiyor. Şehir teslim
edilecektir. Eğer istenilen altın,gümüş verilmez ve İnki
mabedi yapılıp süslenmezse kendisi dahil şehir tahrip
edilecektir.
Yine şair devam ediyor:
Aretta kralını daha daha fazla etkilemek için kahraman
Enki’nin büyülemelerini anlatıyor. Şiirde bu tanrının,bu
altın devreye nasıl son verdiği anlatılıyor.
Kahraman yedi dağ silsilesini geçtikten
sonra Aratta’ya geliyor. Efendisinin isteklerini
harfiyen tekrarlıyor,kral ve şehirden cevaplarını
istiyor. İstekleri de geri çevriliyor.
Şair yine devam ediyor:
Biz şiir hakkında daha fazla uzatma yapmadan
işi kısa kesmek istedik. Bir özetleme ile işi
sonuçlandırmak istiyoruz.
Bu politik hikaye yahut daha çok bu devrin
politik olaylarının devamını Ur-Namce hakimiyetinden
Urunagıma’nınkine kadar olanları bize hikaye edenlerin
Lacask tarihcileri. Bunlar muhtemelen saray ve mabet
arşivleri idiler. Bu bakımdan olaylar ilk elden hikaye
ediliyorlar kabul edilmelidirler. Onun için yazılanlar
kıymet taşır.
Bu anlatılanlardan bir tanesi. Bilhassa
verilen detay çokluğu,ifadenin açıklığı bakımından
ehemmiyet gösteriyor. Encumuna arşivistlerin birinin
Lagase ve Umma arasındaki hududu teşkil eden siperlerin
restorasyonunu tasvir ediyor. Bunlar iki şehir
arasındaki bir savaşta tahrip edilmişlerdi. Katip
olayların hangi bakış açısından gösterileceği hakkında
tereddüt gösteriyor, asıl sebeplerin gösterilmesini
istiyor. Çok geniş olmamak şartıyla olayların bazı
yönlerini tesbit ediliyor. Geriye doğru olanlarında
ihmal edilmiyor. Tabi olaylar Kisl kralı Nesilini ile
Sümer kralı Suzeral’ın arasında İsa’dan 2600 yıl önce
geçiyor.
Bu yazılanlar hele beş bin sene sonra bizim
tarafımızdan kıymeti bulunmayabilir ama anlatılanlar bir
tarihçiden beklenilebilecek objektif karakter
göstermiyorlar. Yazdıkları Tkeocratif alemin kendisinden
bekledikleridir. Edebi stil fevkalade orijinalite
gösterir. İnsanların ve tanrıların ortaya konuş
şekilleri birbirinden ayrılmayacak kadar girifttir.
Bundan dolayı hakiki olaylar masallardan ayırmak
zorlaşıyor. Modern tarih bu şekilde ihtiyatla
karışırlar,olayların başka kaynaklardan teyit edilmesini
ister.
Örnek olarak: Sümer politik tarihini
ilgilendirilen bir texte teolojik birikimi ve söz
ebeliğini bir tarafa bırakarak arşivistten direkt olarak
verebiliriz.
Kish kralı Neslim’in en azından tablet
üzerinde bütün Sümer topraklarında hakim gördüğü bir
zamanda şehir devletlerinden Lanash ve Umma arasında bir
sınır sorunu ortaya çıkıyor. Suzerain iki sitede
müşterek Mesil anlaşmazlığa hakem olacak ve Sataran’ın
verdiği vahiye göre anlaşmazlıkları neticelendiren tanrı
iki şehir devlet arasındaki hududu yeniden
izliyor. Bunu göstermek içinde,hatıra teşkil edecek
dikili bir taş konuyor. Buda bundan sonra olacak
dalaverelerin hatırlatıcısı oluyur.
Alınan karar iki tarafta kabul ediyor.
Burada Lacası aleyhine gibi her durum seziliyor. Bir
müddet sonra Umma’nın İskakku’su (Tanrı adına yöneten
prens) Ush anlaşmayı feshediyor. Masilium dikili taşı
kırılıyor. Sonra sınır seçilerek Lagası’a ait Guedina
semti istila ediyor.
Bu istila edilen topraklar
Umma insanlarının elinde Un-Manshe’in küçük oğlu
Bannatum zamanına kadar kalıyor. Bu asker lider
muhalefetleri sayesinde kudret ve sevgi kazanıyor ve
kısa bir müddet içinde Kisk kralı unvanını ediniyor.
Savaşlar,hudut çiziciler,hudut üzerinde hatıra hudut
taşları dikmeler böylece devamlılık gösteriyor.
Yeni savaşlar ve yeni anlayışlar birbirini
takip ediyor.
Buraya kadar arşivist,geçmiş olayları hikaye
ediyor. Bundan sonra yazılanlar aynı zaman yaşanan zaman
içindeki olayları anlatıyor. Muhtemelen arşivist
olayların gözlenmesi durumundadır.
Hanneri’un ezici zaferine rağmen
Ummartes’ler için eski kudretlerini bulmaları bile
kendilerine güvenme inancı gelmiştir. Bunun için en
azından bir nesil gerekmiştir. Liderleri Ur-Lumma,Lagas’i
ile yapılan anlaşmayı geçerli saymadı. Anlaşmada yazılı
savaş tazminatını da verdi. Hudut çukurlarını
kuruttu,hudut işaretlerini,dikili taşlar
kırdırdı,yıktırdı. Kannatum tarafından yapılanlar ve
hududun kutsanmış yerleri olan noktaları da tahrip
ettirdi. Gundunna’ya girmeye karar verdi. Zaferini
garantilemek için kuzeyindeki yabancılardan yardım
istedi ve aldı da. Hudutta ordular karşılaştılar.
Ummaites’leri ve müttefiklerini bizzat Ur-Lumma yönetti.
Lagashites’lere Emteemena kumanda etti. Babası
Enaniratum,bu zamanda çok yaşlanmıştı. Lagash Hites’ler
zaferi kazandılar. Ur-Lumma kaçtı Emteemena takip etti.
Çekilen kuvvetler pusuya düşürülerek imha ettiler.
Entemuna zaferi geçici oldu. Mağlubiyetten
ve Ur-Lamma’nın ölümünden sonra Zabalam’lı Zanga yeniden
bir düşman olarak ortaya çıktı. Bu şehir Umma’nın
kuzeyinde bulunuyordu. Kabiliyetli bir at binici olan
zat hakimiyetini bildi. Kantemen hasmıyla savaşırken oda
müdahale etti. Lasash topraklarına girdi. Umma’nın
İshakku’su oldu. Bundan sonra Lagash hak iddiacıları
gibi,kendinden öncekilere duyulan kinle karşılandı.
Hudut çukurlarındaki suyu boşalttı. Civar toprak ve
çiftliklerin sulanmasına engel oldu. Mesulium’un eski
anlaşmalarında yazılı teminatın bir kısmını vermekte
yetindi. Eannatun’a izahat istediğinde oda bütün
toprakları istediğini bildirdi.
Anlaşmazlıklar silahla çözümledi. Öyle
geliyor ki kuzeyden bir üçüncü taraftar yani bir anlaşma
biçimi daha teklif edildi. Netice olarak kararlar
Lagash’ı okşar durumda idiler. Zira Mesulium - Eannatun
arasındaki hudut yeniden hudut olarak kabul etmiş idi.
Tazminatta söz konusu olmadı.
Lagash ve Umma arasındaki hakimiyet sorunu
olan tarihi olaylar texteler göre öğrenme imkanına sahip
değiliz. Yazının tekrar okunması gerekiyor. Başka
tekxlerinde okunması ve bir karar çıkartılması da
gerekli sayılmalıdır.
İstifade ettiğim dökümler arasında sizin
için yazdıklarımın bir örneği daha var. Bunu yazıp
zihninizi zorlamak istemiyorum. Ne ben ve nede bu yazıyı
okuyacak olan sizler Sümer mütehassısı olacak değiliz.
Bir fikriniz olmasını istedim. Bir toplantıda veya açık
oturumda konuşmacı olmanız bile,konuşulanları zevk
alarak dinlemeniz için bu kadar bilgi yeterlidir. Bir
aydının zamanımızdan beş bin sene evvel medeniyete büyük
katkılar yapmış ve yazı ile de bunları tespit etmiş bir
millet hakkında bilgi sahibi olmasından daha tabi bir
şey olmaz. Şimdiye kadar bilmenin bir kimseye zararı
görülmemiştir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi |
-
BİR ÇAMAŞIR GÜNÜ
-
Günümüzde
böyle envai-çeşit elektrikli ev eşyalarını, su
ısıtıcılarını, robotları, çamaşır, bulaşık ve
çay-kahve makinelerini gördükçe; ister istemez
eski Çorum kadınlarının soğuk ve karanlık kış
günlerinde neler çektiklerini hatırlıyor ve üzücülere
gark oluyorum.
-
O
günlerde-mesela elli’li yıllarda- çamaşır yıkamak
bugüne göre büyük bir merasimdi. Bir gece
önceden elenmiş meşe külüne teknelere,kazanlara
,leğenlere “basılan” kirli çamaşırlar ertesi güne
hazırlanır, erkeklerin ve çocukların ayak
altında dolaşmamaları için gereken tedbirler alınırdı.
Çamaşır merasimi bu güne göre büyük bir kabustu.
-
Sabah
ezanından sonra gelen çamaşırcı kadınlar evin
bahçesindeki veya bitişiğindeki haymalık,dam,
çamaşırhane veya ocak denen ayrı bir yerde
ateşi yakar;isli büyük bir kazanla temiz
su ısıtır,altına da devamlı odun atarlardı.Bu
kazanlara “banma” denirdi. Ve zencilerin
karikatürlerde adam kaynattıkları cinsden
dışı isli ve kapkara,içi kalaylı ve tertemiz,büyükçe
bir şeydi.Gittikçe har’ lanan ateşle
kaynayan su, bakır bir büyük kepçe veya bakraçla
helke’ ye alınır ;oradan da taş tekneye dökülürdü. Bu
tekne iki gözü olan 1-1.5 m. boyunda, 60-80.cm eninde,
otuz cm yüksekliğinde ,büyükçe ve biraz eğimli yontma,
masif bir taş blok idi. Kumtaşı veya buna benzer
yumuşak bir mermer cinsinden oyulmuştu.
-
Önlerindeki delikler birer parça kumaş ile tıkanır
ve güçlü kuvvetli çamaşırcı kadınlar
çamaşırı yıkamaya başlarlardı. O koca çarşaflar, bu
pazulu ve kuvvetli kadınların elinde önce
iyice çitilenir, burularak sıkılır ve
tokaçlanırdı. Tokaç ise masif çamdan yontulmuş bir
tahta cisimdi kısa saplı ve küreğe benzerdi. Alt yüzü
düzdü ve çamaşırı dövmeye yarardı.Yeşil,beyaz sabun
azdı ve deterjan daha keşfedilmemişti.
Kristal soda , çamaşır suyunun yerine
kullanılırdı. Hele hele “ Öküzbaş Çivid’i” denilen
mavi bir madde ile frenk gömleklerini
yıkamak,yıkarken ayarını tutturmak ve ona hafif
uçuk mavi bir rayiha vermek yeni
gelinler için adeta bir sanat’ tı.
-
Üstü kapalı
üç bir tarafı açık bir damda veya müştemilat bir
yapıda bir yandan-büyük bir ateşin üstünde kaynayan
kazandan ısınmaya çalışarak-hem terleyip-hem üşüterek;
karda-kışta çamaşır yıkamak çok büyük ve
zahmetli bir işti. İnsanın böyle durumda “ önü mangal
kavurur, arkası harman savurur”du. Varlıklı ailelerin
hem çamaşırcıları hemde mahalle çeşmesinden su çeken
sakaları vardı
-
Ama o
günler yoksulluk ve yokluk günleriydi. Alamanlar harbi
daha yeni kaybetmişlerdi.Bit milletin başından ve
yakasından eksik olmuyor ;her yerde sıtma ile mücadele
veriliyordu..
-
Halk fakir
olduğu için çoğu kendi işini kendi görür ve sert
kışlarda da birçok kadın böyle çamaşır günlerinde
üşütür ve ince hastalık –verem-sahibi olurdu.
-
Sonra,
yıkama faslı akşama doğru biterse bu
seferde derin tandırda yakılan ateşe kös tepilerek
veya kızgın sacda mayalılar veya börekler pişerek,
közde çay demlenip,küle gömülen patlıcan veya
patatesler,yumurtalar yenilerek bir bitiş keyfi
yapılırdı.
-
Asılan
çamaşırlar ertesi günü kurursa bu seferde
ütü merasimine geçilirdi . İçine mangaldan
alınan köz konulan ateşle ısıtılan eski
demir-döküm ütülerle o sakız gibi beyaz çamaşırlar
ütülenir(sık soğuyan bu kocaman ve ağır ütülürdeki
ateş arada bir üflenir ve canlandırılır),işi bitenler
katlanır,bohçalara konur, dolaplara yerleştirilirdi.
-
Çocukluğumda ve dedemin eski cumbalı konağında bütün
bir evin ayaklandığı ve cehenneme döndüğü bir
çamaşır gününde -kirli çamaşır dağlarının
ortasına oturttuğu sayısız çocuklarını bir
yandan emzirip bir yandan da çamaşırlarla adeta
güreşen- çamaşırcı İhsaniye’ yi bu günkü
gibi hala hatırlarım.
-
Bugünün
ak saçlı nineleri olan o günkü taze gelinlerin
çektiği çileyi-sadece bir çamaşır için bile olsa-
bugünün hanımlarına anlatmak bana çok zor
geliyor.
-
Eminim
,bugünküler böyle bir çamaşır gününden sonra bir hafta
hasta yatarlardı .
-
Hey gibi
günler ...
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi
|
- SORUMLULUĞU YETKİ
KADAR SEVELİM
-
Son günlerde yetki ve sorumluluklar konusunda medya da ,yerel
basında,yazılı basında çok değişik görüşler öne
sürülerek,yetkisi yok,yetkisi var,sorumlu değil ya da
soruludur gibi sözcüklerden usandırıcı bir şekilde bahsedilir
oldu. Hak, hukuk sözcüklerinden oluşan bir yazılı metini
okuyucularına sunan değerli yazarlar, makalesini tamamladıktan
sonra sayfanın al kısmına kondurduğu nokta ile
gazetecilik görevini tamamladığını zanneder. Oysa, okuyucu
tarafından okunan yazılı metnin yazarı için kullandığı
sözcükler çok önemlidir. Yazar,kamuoyunda düşün ve
düşüncelerinin ne ölçüde kabul gördüğünü ya da,yerildiğini
bana göre bilmeli kısaca bir durum değerlendirmesi yapmalıdır.
Ben görüş ve düşüncelerimi aktardım, bundan sonrası bana ait
değildir diyemez basın mensubu, y ada görüşünü sunan yazılı
metin yazarı, geleceği düşünmek zorundadır. Birkaç sözcükle
vatansever olmak ya da öyle görünmek yetmez.
-
Ülkede ki yöneticilerle iyi geçinmek varken neden hep
olumsuzlukları bulup buluşturup kaleme almak daha güzel
görünür. Bu tür bir davranışı sergilemek belki bir süre
için geçerli olabilir. Gelişmeler sizi geçici olarak haklı
çıkarabilir. İşin bir de diğer yanını bir değerlendirmeye,
kısaca sorgulamaya alalım. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana,
Trabzon, Erzurum, Diyarbakır, Urfa, Hakkâri, Edirne,
Kırklareli, Zonguldak, Kocaeli, Erzincan gibi il merkezlerinde
değil de küçük bir kentte, ya da kasabada gazetecilik mesleği
ile uğraşıyorsanız, anılan kentlerde ki gibi sorunlara uzaktan
bakamazsınız. Taşra gazeteciliği büyük kent gazeteciliğine hiç
benzemez. Büyük kentte gazetecilik yapan meslektaşlarım,
taşradan kendilerine ulaşan haberlerin ya da yorumların günler
öncesinde gündeme düştüğünü, her zaman dikkate almalıdır.
Meslektaşlarım, canım bugün artık zamanla yarış yapılıyor, çok
kısa sürede bırakalım ülkemizi, yurt dışına ulaşmak bir an
meselesidir, denebilir.
-
Geçtiğimiz günlerde tüm ülkemizi etkisi altına alan olumsuz
hava koşullarının yaşamı nasıl etkilediğini birlikte gördük ve
yaşadık. İşte öyle bir olumsuz hava koşulları sürerken TRT
Kurumu sabah saat 0.730 da yayınlaması gereken ilk ana haber
bültenini yayınlayamadı. Yönetici haber bülteninin olumsuz
hava koşulları nedeniyle yayımlanamadığını söyleyerek, müzik
yayınını sürdürdü. Canım ilk ana haber bülteni yayımlansa ne
olur yayımlanmasa ne olur denebilir. Bu düşünce kolay
bir yanıttır. İlk ana haber bültenini yayımlamak için
kendisine yetki verilen kişi ya da görevlinin görevini yerine
getirememesi nedeni üzerinde durulmuş mudur?
Durulmuşsa, sorumluluk sözcüğünün bir değerlendirmesi
yapılmalıdır. Yazıp-çizerken yetkileri öne çıkarırken,
sorumlulukları da dile getirmek ön koşuldur bana göre.
Yetkinin ya da, sorumluluğun azı –çoğu olmaz.
Kendini yetki ile donatan yasa, kişiye sorumluluk yüklemiyorsa
bu tür bir yasa yeniden ele alınmalı, yeni düzenlemeler için
gecikme olumlu karşılanmamalıdır diye düşünüyorum. Bu tür
oluşumlar için geçmişte ”SİNEK UFAK AMMA MİDE
BULANDIRIR” deyimini kullanmışlardır.
-
Olayları yaşamak ayrı olaydır, yaşamış gibi görünmek, ya da
düşünmek ayrı olaydır. Taşra gazeteciliğinin bu dönemde
de geçmişte olduğu gibi olayları, yansız ve yalnız doğru ve
dürüst olarak Kamuoyuna günün haberleşme olanaklarını
kullanarak ulaştırmalıdır. Ulusal basında görevli
meslektaşlarımız taşradan gelen haberleri değerlendirmeye tabi
tutmadan çöp kutusunu kullanmamalıdır. Geçmişe göre bugünü bir
değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda ya da sorguladığımızda
düşün ve düşüncelerimizi okuyucularımıza ulaştırırken,
kullandığımız sözcüklerin ne kadar kavgacı yada barıştı
olduğunu saptamak baş görevimiz olmadır diyor okurlarımı
saygı ile selamlıyorum.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Muzaffer GÜNDOĞAR |
Muzaffer GÜNDOĞAR Hayat Hikayesi |
- ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 29
-
- 1 Eylül 1941 tarihli 29. Sayı, Cevdet
BEZİRCİ’NİN “Çorum’un Lise ve Sanat Okulu Derdi” yazısıyla
başlar: Henüz lisesi olmayan Çorum’un sanat okulu ve lise
isteği gündemdedir. Yazıda, Çorum Ortaokulu öğrenci mevcudunun
500 olduğu, her yıl 80-90 civarında öğrencinin ortaokulu
bitirdiği, ancak varlıklı kişilerin çocuklarını uzak büyük
kentlerin lisesinde okuttuğunu, diğer çocukların öğrenimsiz
kaldığı vurgulanmaktadır. Çorum’a açılacak bir liseyi,
İskilip, Merzifon ve Amasya ortaokullarının besleyebileceği
belirtilir.
-
- Yazının son paragrafını olduğu
gibi alıyoruz: “..İş Kültür çarkının başında bulunan edip,şair
ve yüksek bilginlerimizden bulunan Maarif Vekilimiz (Mili
Eğitim Bakanı) Sayın Hasan Ali YÜCEL' in himmetine
kalmaktadır. Çorumlular bu zatın yüksek direktiflerini
beklemektedir...”
-
- “Hazine-i Evrakın0 Maarif
Kısmında Ait Vesikalar" yazısı Hikmet Turhan DAĞLIOĞLU’NUN .
Yazı şöyle başlar: “..Hazine-i evrakın tasnif edilmiş
(askeri,maarif maliye,adliye ve saire gibi) def-terlerinde
Çorum'u ilgilendiren belgelere rastlamaktayız.
- Bu defterlerde maarife ait olan kısmını gözden geçirirken
tesadüf ettiğim meseleleri bir cetvel halinde tespit ettim..."
, “..Bu cetvelde medreselere,camilere,mekteplere ait belgeler
olduğu kişilere ait arzler de vardır. Bu belgelerin numara ve
tarihleri ayrıca gösterilmiştir...”
-
- “Çorum’da Yerli Sanatlar”
yazısıyla Hayri KARMUK, Çorum da Dabağlık sanatını ele alır.
Şöyle yazar: “..Yakın zamana kadar çevre il ve kasabaların
deri ihtiyacını temin eden Çorum tabağhanesi, bugün
tüccarların ham derileri dışarı sevketmek hırsından dolayıdır
ki, sönük bir duruma gelmiştir .Daha
dün,Kayseri,Yozgat,Merzifon,Samsun,Amasya gibi şehirlere deri
sevketmekle hayatını kazanan Çorum esnafı,bugün eli koynunda
işsiz güçsüz beklemektedir. Bu durumun ıslahı, ham derinin
Çorum'dan dışarı çıkmamasını teminle kabildir...”
-
- "Dava ve Cezanın Düşmesi"
yazısı Semih ÖZKAN'IN.Dava ve cezanın beş nedenle ortadan
kalkacağını belirten Semih ÖZKAN bunları şöyle sıralar.:
“..1-Ölüm, 2-Af, 3-Davadan Vazgeçme ,4-Zaman Aşımı, 5- Bazı
suçlara para vererek o davanın ortadan kalkması...”
-
- “Arzda ve Yurdumuzda Zelzele
Bölgesi” yazısı Rıfat ARINCI' NINn. Ülkemizde salt
Erzincan’ da 1047’den 1939 yılına değin 19 deprem olduğunu
saptar Rıfat ARINCI.
-
- Depremleri şu başlıklar altında verilir.
- 1-0rta Anadolu'da belli başlı zelzeleler
- 2-1050 Amasya zelzelesi
- 3-1075 Danişmendliler zelzelesi (Çorum'da)
- 4-Amasya zelzelesi (1415)
- 5-Türkiye Büyük zelzelesi (1509)
- 6-Çorum zelzelesi (1514)
- 7-Amasya zelzelesi (1585)
- 8-Amasya zelzelesi (1668) ...”
-
- Buraya Çorum yağmurunu sadece
örnek olarak alıyoruz: "....1619 ilkbaharında ÇORUM ve
çevresine şiddetli bir yağmur yağar,Köylerde oldukça büyük
hasara yol açar Abdalata Tekkesinin kapısının üst eşiğine
kadar çıkan sel suları,üç ev dışında tüm evleri oturulamayacak
duruma getirir .Halkın sefaleti ve feryadı ayyuka çıkar
Devletçe önlem alındığına dair ele hiçbir belgenin geçmediği
belirtilir.
-
- Dedebaş'ın "Sabreyledim"
şiirini geçen sayıdan süren "Çorum'un köy Düğünü" inceleme
yazısının süreği izler,Kalan bölüm şu başlıklar altında
verilir.
-
- l-Perşembe sabahı kahvaltı,
- 2-Güvey ve sağdıca İlişkin tören,
- 3-Gelinin hazırlanması,
- 4-Gelinin baba evinden ayrılması
- 5-Gelinin koca evine varması...”
-
- Eşref ERTEKİN’İN derlediği "Çığşaklar"ı
,"Cönklerden Derlemeler" izler,Yazarı belli olmayan bir destan
alınır bu sayıya. Bu,"Esnaf Güzelleri" destanıdır, 18
dörtlükten oluşan bu destandan iki dörtlük alıyoruz:
-
- Saraç dilberinin incedir işi
- Kavaf dilberinin karadır kaşı
- Kuyumcu dilberi İşler gümüşü
- Daim emek çeker ince sırmaya.
-
- Kasap dilberleri biler bıçağı
- Kebapçı dilberinin yanar ocağı
- Bakkal dilberleri çok yer dayağı
- Paçacı dilberleri düşmüş paçaya.
-
- Halkevi Çalışmalarında, birçok
etkinliğin haberinin yanı sıra, Halkevi Başkanı Şevket
DAVUTOĞLU'NUN Başkanlıktan istifası üzerine, yerine Naim
ATALAY'IN seçildiği haberi verilir.
- Son bölümde, Abdalata’ya ait
belgeler yer alır.
-
-
-
-
- ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 30
-
- 1 Birinci Teşrin (Ekim) 1941
tarihli 30,sayı "Bayrağa ve İstiklâl Marşına Saygı" yazısıyla
başlar, Yazıdan bazı alıntılar yapıyoruz: “..Benliğini en
titiz bir biçimde koruyan millet bayrağına da o nispette
düşkündür. Bayrağına en büyük saygıyı gösteremeyen milletlerin
kendi varlığına sahip olduğuna da inanmak güçtür..." ,
“..Artık Türk Bayrağı da kati şeklini almış bulunuyor. Artık
her insan kendi zevkini okşamadığı veya hesabına geldiği gibi
bayrak yaptıramaz...”, “..Halkevi’nde İstiklâl Marşı öğrenme
kursu açmak ve kısım kısım halka bunu öğretmek çok yerinde bir
hareket olur .Bir çok aydınımız dahi bu marşı bilmiyor. Bundan
başka İstiklâl Marşı söylenirken, nasıl saygı gösterileceği
halka öğretilmelidir..."
-
- İhsan SABINCUOĞLU Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet
İNÖNÜ’YE Çorum’dan bir istek mektubu gönderilir. Mektubu aynen
alıyoruz.
- “..İNÖNÜ Milli Şef ANKARA
- ÇORUM
13/81941
- 13 Ağustos; Bugün Çorum isimli
çocuklarınız, yıllarca hasretini çektiği siz Babalarına
kavuştukları bir bayram günüdür. Bayram günlerinde, Babaların
sıhhat ve afiyetlerini görmekle iktifa etmeyerek haline göre
maddi hediyeler bekleyen her çocuk gibi bizler de Babamızdan
çocuklarınız için lise ve sanat mektebi özlüyor ve Ulu
Tanrıdan başımızda daim kalmanızı diliyoruz.
-
- Çorum Halkından:
- İhsan SABUNCUOĞLU, Ömek Çapa, Hamdi BAYRAK, Hayriye
KULOĞLU...”
-
- Bu okul isteği yazısına
karşılık Cumhurbaşkanı ismet İNÖNÜ’DEN aşağıya aldığımız yanıt
gelir:
-
- “..Bay İhsan SABUNCUOĞLU ve Arkadaşlarına
- ÇORUM
-
- ANKARA15/8/1941
- Sayın Çorumluların samimi
duygularına teşekkür ederim. İmkân husulünde lise hakkındaki
arzulanın tatminine çalışılacaktır.
- Çorum çocuklarına selam ve muhabbet.
-
İsmet İNÖNÜ ...”
-
- “Çorum’da Benimsenen Bazı Kelimeler” başlıkla
yazısına İhsan SABUNCUOĞ-LU şöyle başlar:
“..Harflerin,kelimelerin,rakamların da talihlileri oluyor ve
benimseniyorlar Özellikten çok genellik ifade eden bazı
kelimeler Çorum'da bilhassa benimsenmektedir ve onda,kendileri
için birçok kutsal anlamlar gizlenmiş. Sanılmaktadır ki
bunlardan bazıları:
- 1-İnönü, 2- 45 -,Pilevne- Dömeke 4-Saffet
Arakan-Saraçoğlu-Hasan Ali Yücel’dir...” der.
- Bu rakamı ve kelimeleri tek tek açıklayan ihsan
SABUNCUOĞLU, şöyle sonlar yazısını:
- “..Sayın Maarif Vekilimizden (Milli Eğitim Bakanı)
Çorum'da lise ve sanat mektebi,enstitü gibi irfan yuvalarının
kurulmasını Çorumlular sabırsızlıkla özlemektedirler. Bu
konuda babalarının aldıkları ve başlarına koydukları muhabbet
ve selam lütfundan hız almış olarak...”
-
- Çorumlu şair Sabri DİL,
Adana'dan yazmış.”Yeşil Çorum’un” ilk dörtlüğünü alıyoruz.
-
- Seni her zaman Çorum anıyor, anıyorum
- Hasretin aleviyle yanıyor yanıyorum,
- Kaç yıldır çekiyorum ben senin özlemini
- Bu yıl daha derinden hissettim elemini.
-
- H,Turhan DAĞLlOĞLU'NUN "Onuncu Hicri Asırda
Çorum" yazı dizisi sürüyor, Yazıya şöyle başlar:
“..İstanbul'da Başvekalet Arşivinde bulunan Defteri Hakaniler
(tapu) arasında Çorum'a ait 177 büyük ve uzun yapraktan ibaret
tarihsiz ve eski 944,yeni 444 numaralı (Çorum Livası ve
kurası,nüfusu,hasılat,maliye ve evrak defteri) adını taşıyan
bir defter vardı..."
-
- Bu defter,bize onuncu hicri
yüzyıldaki Çorum'un birçok özelliklerini ve Selçuklular-dan
itibaren süregelen bazı vakıflardan tanınmış bazı ailelerin
adlarını özellikle Ahilere ait zaviye,teşkilatı bildirmesi
yönünden ayrı bir öneme sahiptir...”
-
- Daha kırk günlükken kör olan
Hasan GÖZGÖRMEZ’İN, Abdullah ERCAN’A adadığı şiiri: "Ne Desem
Arlanmaz Utanmaz Felek.”.Bir dörtlük alıyoruz.
-
- Açtığın yare ye işlemez fitili
- Cefakar elinden perişandır dil,
- Ne yiğitler yersin ecelsiz katil
- Nasıl elin varır imansız felek?
- Bana pek kıyarsın zamansız felek.
-
- "Çorum'un Osmanlı Zamanındaki
Durumu" başlıklı kısa yazı, Emekli öğretmen Nuri UĞUR'UN, Yeni
şairlerimizle hasbıhal veyahut "Şiirde İnkılap" yazısının
yazarı Afet KOBAK, Şükrü Enis REGU, Orhan REŞIT Hasan
lzzettin DINAMO, Cahit Saffet IRGAT'IN şiirlerinden örnekler
vererek, Yeni akım şairlerini eleştirir. Şöyle der: “..Hani
bizim edebiyatta inkılap yapacak şairlerimizin şiirlerindeki
güzellik. Onların bazen kelimelerinin bir ikisinin yerini
değiştirerek bir cümle yapmak mümkün oluyor...” , “..Yeni
çığırın tanınmış bu elemanları edebiyatımızda yapmak
istedikleri inkılabı acaba bu kisve ile mi yapmak
istiyorlar...” , “..İnkılâp;yenilik,değişme demektir. Bu
değişmeler, bu yenilikler herhalde dilin
güzelliğini,tazeliğini koruyarak yapılmalıdır...” ,.",Aruzu
atıyoruz,o bizim değildi,fakat kendi öz malımız hecemiz var.
Ona karşı hıncımız nedir? Kafiyeye neden garaz bağlandı ?
Şayet bunlar noksansa,o noksanlarını tamamlamalı ıslah
etmeliyiz!",.
-
- "Çorum'da Yıl Çıbanı" yazısı
sürer.
-
- Eşref ERTEKiN'İN derlediği
"Çorumlu Maniler" yine tatlı esintiler getirir onlarca yıl
öncesinden.
-
- Ah olsa vah olmasa
- Kâh olsa kâh olmasa
- Ben yar ile yatanda
- O gün sabah olmasa..
-
- At olur da tepmez mi
- Yar olur da öpmez mi
- Yarin öptüğü yerde
- Mor menekşe bitmez mi..
-
- Adilem der gül gezdir
- Bahçeye gir gül gezdir
- Senden gayri seversem
- Gözlerime mil gezdir..."
-
- Eşref ERTEKIN bu sayı için
Çorum'da söylenilen bilmeceleri de derlemiş, Birkaç örnek
alıyoruz:
- Pır pır uçar, durmayıp kaçar, (Ocak dumanı)
- Altı kemik, üstü kemik; içinde bir kara kemik (kaplumbağa)
- Altın tas, gümüş tas: birini kaldır birini bas, (Ay ile
güneş)
- Pat etti, küt etti: başında beyaz külah bitti,(kavrulmuş
mısır)
- Baldan tatlı, baldan ağır, Mendile konulmaz,Tadına
doyulmaz, (uyku)
- Filfillice burnu eğrice,(Nohut)
- Yer altında bulgur kaynar,(karınca)
-
- Bu sayı Abdalata vakfı
hakkında bir muhasebe defteri suretiyle sonlanır.
ÇORUMLU DERGİSİ
SAYI 31
1 Kasım
1941 tarihli 31.sayının ilk yazısı CHP Genel Sekreterliğince gönderilen Erzurum
Mebusu , Dr. A.İ,TÜZER imzasıyla gelen yazıdır. Şöyle denilir:
-
ANKARA:13/11/1941
-
Halkevi Reisliğine
ÇORUM
-
-
Eviniz tarafından çıkarılmakta olan “Çorumlu” dergisinin
neşriyatının takdir ederek
250 lira mükafat gönderiyoruz.
Bu kıymetli
derginin 5/VII/1939 tarih ve 5/1491 sayılı tamimimizle işaret edilen hususlar
dairesinde ve daha güzel bir şekilde intişarını umarım.
Derginin
çıkartılmasında yardımları bulunan bütün arkadaşlarımı ayrı ayrı tebrik
eder,gözlerinizden öperim.
-
C.H.P. Genel Sekreteri
-
ERZURUM MEBUSU
-
DR .A.İ.TÜZER
-101-
İbrahim TUNCAY’ın
“Eğitmenli Okul ve Köy Kalkınması” üzerine yazdığı yazının içeriği,Mecitözü
Şeyhmustafa Köyüne Rahmi BARUTÇU ile birlikte yaptığı geziye ilişkindir
M. Turhan
DAĞLIOĞLU’NUN “11.Asra Ait Çorum Vesikaları”ndan bir belge alıyoruz: "...Musa
adındaki şakinin,yüz atlı ile Çorum'u bastığını ve şakinin yakalanmasına dair
olup,1609 tarihli Rum Beylerbeyine yazılmış bir hükümdür,Şunsa (Tokat,ERBAA'da
bir nahiye merkezi) kadısı Abdulkerim İstanbul'a mektup yazarak,Musa adında bir
şakinin yüz atlı ile Çorum'u basarak, yüzelliden çok insanı öldürdüğünü,mallarını
ve yiyeceklerini yağmaladıklarını ,Murathanlı taraflarından gezmekte olduğunu
bildirmiş ve ayrıca Seyyitli boğazında bir dağ başında bir kale inşa etmiş
olduğunu yetmiş seksen sekbanla boğazı bekleyip,gelip geçenleri soymakta olduğu
eklenmiştir. 8ksz İstanbul,bu azılı
şakinin yakalanmasını Rum Beylerbeyi’ne havale etmiş,hakkında yasal işlemin
yapılmasını emretmiştir..."
"Çorum
Ağzı Fonetik Hususiyetleri Üzerine Bir Kalem Tecrübesi” Sabahat DÖKMEN’in.
Şöyle der yazısında: "....Çorum
ağzının,fonetik bakımından güney şivesine-bugün kü İstanbul ağzına uymayan
farklı kelimelerini,ait oldukları gruplarda
toplayarak,köklerde,eklerde,fiillerde göze çarpan fonetik (ses bilgisi)
olaylarını saptayarak,Çorum ağzının fonetik özelliği hakkında bir fikir edinmek
mümkün olacağı inancındayım..."der,Örnekler verir.
Kemal DEMIRER'SE,"Cem
Toplantısı,Bunun Halk Şairleri Üzerindeki Tesiri” konusunda yazar.
"Çorum'da Yıl
Çıbanı" yazısı bu sayıda sürer
Bu sayıda 1079'a
ulaşan,Eşref ERTEKIN'İN derlediği "Çorumlu Maniler"den üç örek veriyoruz:
-
Bu poşu kara poşu
-
Yakışır yare poşu
-
Yüz bin altın
değmez mi
-
Tenhada yar öpüşü.
-
Bu dağlar ulu
dağlar
-
-
Çevresi sulu
dağlar
-
İsterem
yare gidem
-
Bağlaman yolu
dağlar.
-
-
Bunu yazdım kış
idi
-
Kalemin kamış idi
-
Kınamayın ağalar
-
Elim üşümüş idi..
Eşref ERTEKIN'IN
derlediği,geçen sayıdan başlayan “Çorum'da Söylenen Bilmeceler"den birkaç örnek
daha alıyoruz:.
-
Yol üstünde
kilitli sandık,(mezar).
-
Yarım kaşık,duvara
yapışık,(kulak)
-
Yol üstüne yoğurt
dökmüş,silerim gitmez,süpürürüm gitmez,(ay ışığı)
-
İçi darı gibi,dışı
deri gibi, (İncir)
-
İstanbul'da süt
pişer,kokusu buraya düşer,(mektup)
-
Alaca mezer,dünyayı
gezer,(göz)
Dr,Tevfik
BERKOL'UN, geçen sayıdan süren “Zührevi Hastalıklar" yazısının süreği gelecek
sayıya kayar.
Eşref ERTEKIN, "Cönklerden
Derlemeler" bölümüne Gökeşme oğullarından Çorumlu Rüştü adlı bir şairin uzun
bir destanını (20 dörtlük) alır .Bu sayıya alınan destanın kalanı gelecek sayıya
aktarılmış,Tamamı 75 dörtlük,yani üç yüz dizedir. Bir bölüm alıyoruz:
-
Vedalaşıp andan
Kars'a yetiştim
-
Çorum rediflerin
bulup görüştüm
-
Orduya karışıp
cenge giriştim
-
Çok su aştık
bozamadık küffarı.
“Musikimizde
İnkılâp Nasıl Olmalı” konusunu Kemal ONSUN inceler. Yazısının son paragrafını
alıyoruz: “...Bu ıslahatı
yaparken, diğer taraftan Türk Klasik Musikisi hiçbir şekilde ihmal
edilmemelidir. Onlar bu günün musikisi olarak tekrarlanmaktan ve
aksettirilmekten ziyade Türk Klasiği olarak kalması yine milli musiki varlığımız
için bir zarurettir...
Son bölüm
belgeleri:Çorum kalesine yeni bir varoş inşa edilmesine, İskilip Dizdarı Hacı
Yusuf’ un durumuna; acemi ve yeniçeri oğlanlarının muhalefetine ve Musa adındaki
şakinin yüz elli atlı ile Çorum'u bastığına ve yakalanmasına dairdir.
ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 32
1 Birinci Kanun
(Aralık)1941 tarihli 32.sayının ilk yazısı,H,Turhan DAĞLIOĞLU’NUN yazdığı ,
"Çorum Vilayetin Mülki Teşkilatına Tarihi Bir Kısa Bakış” adlı yazısıdır. Çorum tarihini
mevcut belgelerle inceleyen DAĞLIOĞLU, Çorum’un ilk kez Danişmendliler' in
eline geçişinden Cumhuriyet devrine kadar olan dönemleri anlatır,ilginç yak-laşımlar
getirir.
“Folklor ve
Halkevi” yazısı Kemal SAYIN’IN. İki sütunluk iki sayfa tutan, tek paragraflık
yazının son satırlarını alıyoruz: “Milletimizin
müstakil ve içtimai müesseselerini bir metod dahilinde tetkik ve rap-teylemek
mevki ve ihtiyacında bulunan bizler için folklorumuzu her sahada bütün teferru-atıyla
bilmek ve onları tabi oldukları içtimai şartlar altında mütalaa eylemek bir
zarurettir...”
Abdullah ERCAN,
"Şiire Dair" yazısıyla şiirin tanımını yapar .Yazısının bir yerinde şöyle der: “...O ruhta
estetik dalgalanmalar yaratıp,his,heyecan ve hassasiyeten ibaret bir insan
yaratan halıktır..." , Yazının son
bölümünde ise: “...Edebiyatı
Cedideci’ler şiiri yalnızca vezin ve kafiyenin dar çerçevesinde görmek
istemezler ve bir nesir şiirin varlığına inanırlar...” , “...Genç
sanatkarlar arasında hâlâ nesir şairi yetişmemiştir. Yetişti ise de bile na-dir
ki, nadire itibar yoktur...” diye bağlar yazısını.
Yozgat lisesi
Öğretmeni Mediha AYAN, ise son sınıf öğrencilerine “Nasıl Bir Yolda Yürüyeceğiz”
diyerek onlara yol gösteriyor. Şöyle diyor yazısını bir yerinde: “...Biz;
İnönü,Sakarya,Dumlupınar’dan dönen babalarımızın alınlarındaki terler,
ayaklarındaki tozlar silinmeden dünyaya gelmiş bir nesiliz. Mayalarımız bu
kutsal savaş-ların ter ve tozlarıyla yoğrulmuştur. Kanımızın;renk ve hararetini
sanki bu savaşın kan ve ateşinden almıştır...” , “...Bir hava
gibi Türk köylüsünün kulübesine girerek,Türk topraklarının zerresine
karışacağız. Burada Türk zaferinin keskin kılıncından kaçan cehalet, bağnazlık,
ve bilgisizlik gibi gözle görünmeyen düşmanları yakalayıp boğacağız. Birinci
hasmımız bilgisizlik olacaktır...” , “...Kafalardaki
gerginlikleri söküp atarak,yerine bilgi ve marifeti koyacağız..." , “...Türk
köylüsünü daha verimli yapmaya savaşacağız. Türk kulübesinin içindeki tarihine,
yaradılışına ve hüviyetine yakışır bir hale koyacağız...”
Radyoda tertip
edilen "Çorum Halk Gecesi" için Kemal SAYIN'IN yazdığı "Bu Gece" şiirini yine
Dr,Tevfik BERKOl'UN "Zührevi Hastalıklar" yazısı izler.
"Halay"şiirini
Çorumlu koçaklara adamış Abdullah ERCAN,24 dizelik şiirinden iki dörtlük
alıyoruz.
-
Temiz bir
su gibi,düzülsün halay,
-
Şöyle bir açılsın
büzülsün halay.
-
Gönülden gönüle
süzülsün halay
-
Her kime hey,
herkes sevdiğine hey.
-
-
Oynak olsun sazın
telleri gibi,
-
Hafif olsun seher
yelleri gibi
-
Kıvrak olsun yosma
belleri gibi
-
Hey kime hey,
herkes sevdiğine hey
Salim ALTUĞ
,"Oğlumun Düğünü" adlı yazısında Kurtuluş Savaşı'nda şehit düşen oğlunun
mezarını,Salihli'deki şehitlikte bir rastlantı sonucu bulan bir ananın
ilginç,ilginç olduğu kadar da duygulandırıcı ve etkileyici anısını anlatır. Yazını bir
bölümünü alıntılıyoruz: “...Meğerse
oğluma ben senelerce boşa ağlamışım. Büyük milletimiz, kendi şerefi, kendi
namusu için ölenleri unutmuyormuş. Yeri belli olanlara bir mezar,bir abide
yapıyor, olmayanlara da sevgi,saygı,aşk ve özlem çelenklerinden örülü yüreğini
veriyormuş. Salih-li'nin kurtuluş gününü büyük heyecan içinde sayın Salihli
halkıyla beraber kutladık. Aziz şehitlerimize,oğluma düğünlerde olduğu gibi
demet .Demet buketler koyduk .Çiçekler ama , vatan kokuları taşıyan çiçekler
serptik .Ben buna 'Oğlumun Düğünü' adını verdim....”
Dr. Tevfik
BERKOL’un “Çorum’da Yıl Çıbanı “ yazısını Eşref ERTEKİN’İN “Cönklerden
Derlediği” geçen sayıdaki destanın süreği izler.
Belgeler
bölümünde: Şimdi Çorum köylerinden olan Güney, Kultak, Buğacık köylerine ait
bir ferman sureti ile: Şerafettin Mesut Bin Hıdır kızı Melike Hatun ve oğlu Arif
Çelebi vakfına ait bir ferman sureti yayımlanır.
DEVAM EDECEK
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Raşit YÜCEL |
Raşit YÜCEL Hayat Hikayesi
|
-
YENİ YIL
-
Kimler geldi ?
-
Kimler geçti ?
-
Eskiyi anıyoruz.
-
Sinema şeridi gibi gözümüzden ve hayalimizden bir bir geçiyor.
-
Acısı ile,
-
Tatlısı ile,
-
Kederi ile,
-
Üzüntüsü ile,
-
Ya gelecek ?
-
Onu bilemiyoruz.
-
İyi ki bilemiyoruz.
-
Ya bilsek ?
-
Hayat çekilmez bir hal alır.
-
Ve öyle bir sinema olsa ?
-
Elbette insan bit itim ve davranışların birçoğundan nefret eder.
-
İnsan bu.
-
Keşfedilmeyen bir çok yönleri var.
-
Hele aldanır,mevcut lezzetleri ile yetinir.
-
Akıbeti görmeyen insan kör hisseler ile doludur.
-
İşte yeni yıl bu muhasebenin kendi iç dünyamızda canlandığı anlar
olmalı.
-
Kör hissiyatımızın yanına,kör noktaları da koyarsanız sayılamayacak
kadar bahtsızlıklar yaşarız.
-
Önce düşünmemiz gereken şeyleri,başımıza gelen olumsuz şeylerden sonra
düşünürüz.
-
“Ey nefsim !”,
-
”Ey hayali
arkadaşım !”
-
“Ey
emelleri çok kardeşim !”
-
yılların
sayfalarını bir bir çevirirken bunlar aklıma gelir.
-
Zamanı kim
yakalamışta sen durduracaksın ?
-
Bak işte !
-
Önemsiz
insanların adı,sanı bile yok.
-
Adı da,sanı
da insanlığa hizmet için geçmiş insanların namı,asır’dan asır’a
dalgalanıp gidiyor.
-
Nam almak
için,şan kazananlar ise kayboluyor.
-
Hiçbir şey
beklemeden bir şeyler yapmak kadar değerli bir şey tasavvur edemiyorum.
Riyasız,
-
Gösterişsiz,
-
Enaniyyetsiz büyükleri düşünüyorum.
-
Günümüz
insanlarının buna ihtiyacı var.
-
Küçük bir
iyiliği bile etiketleştiren insanların haline bakalım.
-
“Ben”lik
duygusunun çağı sarıp sarmadıklarını görürüm.
-
Sahte
bakışlar,
-
Mühtehzi
alkışlar,
-
Yalancı
tebessümler,
-
“Ben,seni
hiç sevmedim ki !”
-
“Menfaatini
sevdim !”
-
“Menfaatin
sona erdiği an ise,seni hiç aramadım”
-
Niyazi
Mısıri’nin derinden derine dert yandığı insanların bu çağda oldukça
çokluğunu hatırladım.
-
Vefa
hissinin çarmıha gerildiğini gördüğüm zaman bıçak yarasından daha hazin
bir acı getirir insana.
-
Yeni
yıl,yeni dostlarla devam eder.
-
Çok şükür
dostlar varda teselli buluyoruz,yoksa dünyanın ne tadı kalırdı ki?
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
 |
Yaşar KILIÇ |
Yaşar KILIÇ Hayat Hikayesi
|
-
ÖZÜMDEKİ SARAY
- Yanacak mıydı
özümdeki nakışlı saray ?
- Biz yokken ateş
koltuğuna oturmuş
- Geceleri
düşlerime giren kara yılan
- Gelmiş güllerimin
kalbine dolmuş
-
- Sonunda anladım
dünyayı gören gözlerimle
- Aslanı kediye
boğduran cansız bir postmuş;
- Bana yakışmaz
geçen zamanlara acırım
- Fidan dikecek bir
iklim bile kalmamış
-
- Düşünüp bir kere
göklere kaldırsak başımızı
- Görürüz geldiğini
Nebi'nin Uhud'dan !
- Bize öğretmediler
hakikâtin sırrını
- Oysa bin bir
renkli kelebekler geliyor ışıktan.
-
- Sevgiyle beraber
mânâda ellerimiz
- Yoğuracak vatanı
sularında ecrin
- Seher vakti beyaz
güller açarken
- Çilemin teri akar
yeşil lüleden
-
- Koşuyor adımları
kurşundan
- Son damlayı
içiyor altın tasından
- Ve içime bir ses
doğuyor imandan
- Kellem
koltuğumda, korkuyorum Allah'tan
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
73 SAYI 25 Mart 2005 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız!
|