YIL 6 SAYI 72 25 Şubat 2005

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
Mahmut Selim GÜRSEL ÇORUM’UN YENİ GÖLETİ HEPİMİZE HAYIRLI OLSUN
Ali EMİROĞLU HAVALARDA VAR BİR ŞEY
İsmet ÇENESİZ HAYÂ;
Salim SAVCI SON GÜNLERİN SÖZCÜKLERİ FİYAT-EDER-AKÇE
Ali EMİROĞLU SÜMERLERDE DIŞ İLİŞKİLER ( İlk Sınır Savaşları)
Atilla ALPAY BİR ÇAMAŞIR GÜNÜ
Müslüm TUNABOYLU SORUMLULUĞU YETKİ KADAR SEVELİM
Muzaffer GÜNDOĞAR 29,30,31 VE 32. SAYILAR
Raşit YÜCEL YENİ YIL
Yaşar KILIÇ  ÖZÜMDEKİ SARAY

   
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi

ÇORUM’UN YENİ GÖLETİ HEPİMİZE HAYIRLI OLSUN

            Geçen ay bir konuyu gözümüzle görmek için bir gazeteci arkadaşım ile birlikte İskilip yolu üzerinde bulunan gelecek ay adını vereceğim yere gittik.

            Burası Çorum’un geneline nazır oldukça da Çorum merkez ilçe yerleşim yerinin kotundan yüksek bir yerdi. Karşıdan Çorum olduğu gibi ayaklarınızın altında bulunmaktaydı. Kot yüksekliğinin verdiği yağışlardan dolayı bulunduğumuz yerin biraz altında hareketli bir sıvı yığınını fark ettik. Bulunduğumuz yerdin hareketli yere doğru arabayla dolaşarak gittik.

Dolaşarak geldiğimiz yer,kat ettiğimiz çok bozuk yola rağmen boşa gelmediğimizi gösteriyordu. Burada karşımızda çok şahane bir göletçik ile karşı karşıya idik. Göletçiğin kıyılarına ulaşabilmek için biraz yürümemiz gerekli olduğundan manzarayı 300 metre kadar uzaktan seyretmekle yetindik. Etrafta yayaların gidebileceği bir yer,patikacık bile yoktu. Bizde bulunduğumuz yerin en son noktasına gidebilene kadar gittik. Tepenin eteklerinden bu gölette biriken sıvıların aktığı gösteren ve insanlar tarafında yapılmış olduğu gayet açık gözüken,ayrı ayrı renklerden suni derecikler oluşturulmuştu. Bu dereciklere oluşumunun ve suni olarak yapılan ve özenle getirilerek dökülenlerin neler olduğunu araştırmanında ayrı bir yazı konusu olacağı için bu araştırmadan da sizleri bilgilendirmeyi bir Çorumlu olarak vazife edindim.

Fotoğraf makinelerimizi çıkardık göze gayet hoş gözüken;bu nefis manzarayı makinelerimizin pozları bitene kadar resimledik. Görünenler renk cümbüşü içerisinde inanı sanki başka bir dünya olduğunu zannetmekteydik. Ya Rabb’i bu yarattığın insanların senin güzel tabiatını ne güzel renklere bürüyorlardı. Ya etraftaki kokulara ne demeliydik (?) Gördüklerimiz bizi duygulandırmış,gözlerimizden akan yaşları zapt edememiştik. Resimleri tıklayarak daha da büyüterek sizde bu göz zevkinden mahrum olmamanızı dilerim. Not resimleri sadece siz görün. Sakın ha yetkililer görmesin. Yoksa bu gölet hemen ortadan kaldırılır. Tabii ben bir tabiat aşığı olarak ortadan kalkmasını isterim de acaba buraya bu gölettin inşa eden kimselerce hoş görülür mü bilemen.

 

 

 Detaylar içir Rabb’im erdirirse gelecek hafta anlatacağım.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 
 
 
 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
HAVALARDA VAR BİR ŞEY
            Hava sözcüğü;ileri gidilirse başka anlamlar da verilebilir. Biz dilci olmadığımıza göre,ikide bir sözcüklerin anlamına takılarak bizi okuyanların akıl ve fikirlerini kurcalamaya kalkmamalıyız. Burada;hava dedim mi,şu kokladığımız hava,atmosfer ve onun değişiklikleri anlaşılacaktır. Mecazi anlam aslında gereksinimdir. Sözcüğü ne anlamda kullandığınız ise,o anlamda kalmalıdır.
            Türkiye’de görüyoruz ve Dünya ülkelerinde olanları da TV ekranlarında seyrediyoruz ki,iklimde izah edilmez değişiklikler var. Kutuplarda buzullar eriyor. Büyük buz dağları,sıcak iklimlere doğru hareket eder durumda. Bir çok ülke yine izah edilmez şekilde kar altında, Türkiye’de bunlar arasında bulunuyor.Eskiden göz nuru döküp öğrendiği Amazon ormanları yanmış,büyük kısmı ortadan kalmış. Dünya ozon tabakası delinmiş. Cenup Asya’da deprem eski ölçüleri aşmış ve denizleri Tsunami adı altında dalgalaştırıp adaları ve sahilleri merhametsizce çarpmış. Daha pek çok şey varda,ben şu yazıyı yazmaya başladığım anda,ancak alıma bunlar gelebildi. Bunlarda az şeyler değil. küçükken bunlar yoktu,Pek yaşlı sayılmam ama,bu değişiklikleri aklıma getirince,yaşım bile beni bazen korkutuyor
Neler oluyor? İnsanların çok büyük !ir kısmına göre,Allah’ın dedikleri ve istedikleri oluyor insanlar buna kalben inanıyorlar.Halbuki bu insanların hemen hepsi,Allah’ın bu Dünyayı altı günde yarattığını,sonrada arka üzeri yatarak hem dinlendiğini ve hem de seyrettiğini söylerler.
Bir kısım insan,sayıları birincilerden çok azda olsalar,oluşumun devam ettiğini düşünüyor ve söylüyorlar. Oluşumun devam etmesi demek,bir anlamda,yaratılışın devam etmesi demektir, Demek ki oluşum,başka anlamda yaratılış daha tamamlanmış,bitmiş değildir.
Aslında bu insanların hepsi doğru söylüyorlar ve aynı şeyi söylüyorlar da, niyetleri değişik. Aziz Nesin ölmemiş olsa,bu iki cins insanı kavgaya bile sokabilirdi. İnsanlar,birbirlerini dinleyip anlamadıkları için kavga ederler İnsanların birbirlerini dinleyip anlamaya çalışmaları için,yetişme tarzlarının aynı,bilgi birikimlerinin aynı esas üzerinde olması gerekir, Bu ise imkansız ve hiç bir zamanda o imkan bulunmayacak.
Köydeki kardeşimle konuşuyorum telefonda. Havanın çok soğuk olduğunu söyledim. “Ağabey bırak ta olsun. Toprak susuzluktan yarık yarık oldu”  dedi. Yağdı da ben mi önledim ? Soğuk olmak ayrı şey yağmamak ayrı şey. Satılmış’la bunları tartışacak değiliz. Yağmıyor işte. Türkiye’nin her yerine yağıyor,Çorum’da yağmur ve kar yok. Benim çocukluğumda 30 değil 60 santim kar görürdük. Saçaklarda bir metre sarkar durumda olurdu. Bunların hiç birisi yok. Bunların Amazon nehri.Amazon ormanları,buzulların erimesiyle de ilgisi yok. Orta Anadolu genel olarak yağışsız geçer ama,bu senelerde olduğu gibi hiç görmedik. Artık Ruslar Atom bombası denemeleri falanda yapmıyorlar. İran,daha deneyim yapmadı. O  zaman,bizim Çorum’da yağışın 80 sene içinde,bu kadar azılmasının sebebi nedir ? Cumhuriyetin bir uğursuzluğunu düşünmek için,cidden hayasız olmak gerekir topraklara Cumhuriyet hep hayırlar getirmiştir.
Burada ne felsefe yapmaya ve ne alimli taslamaya gerek var. Ben tıp öğrencisi iken, bir iki defa sömestri tatilinde köye geldim. Hacılar Hanından kamyona binilir, oraya harhar üst kısmında olan bir yoldan atla giderdik. Bu kısımların hepsi ormanlıktı. Şimdi ormanlar sökülmüş ve yerine ekilecek tarlalar çıkarılmış . Yağmur toprak götürdüğü için,mahsul alınır toprakta kalmamış. Erozyon olmuş demek istiyorum. Buğday olmuyor,yağmur yağmıyor ve Çorum çölleşme yolunda oldukça yol almış gözüküyor
Daha1önce de,bir Alman ilim adamı,yetmiş sene içi de Orta Anadolu’nun çölleşeceğini söylemişti. Bu yetmiş senenin yarısı geçmiştir. Bu Alman alimin sözünü dinlemeyen yöneticiler de,astım hastalığı getiriyor diye kayak ağaçlarını idare kurulu kararları gereği kestiriyorlar. Tıp kitaplarında böyle bir bilgi yok. Aslında her ağaç poleni astım tahriki yapar. Polen astıma iyi gelmediği için,bütün ağaçları kesmek imkanı olur mu? Kavağın elmadan farklı bir yanı yok olsa,bunu alimler yazar ve kitap okuyan hekimlerde bilir.
Bunları ziraat mühendislerinden deği1 tıp doktorlarından sormak gerekir. İdare heyetinde doktor üye de var. O zaman ne yapacağız ? bir de şu ülkede yetki kısıtlılığından bahsediliyor.
Size bu yazdıklarım hem akıl içinde ve hem de ilim içinde. dinleyeceğinizi  sanmam. Ne için yazıyorum? Rahatlamak için. Bu Orta Anadolu’nun ekilmeyen bütün boş yerleri ağaçlandırmadan ne yağmur yağar ve nede şiddetli soğuk iklim durur. Ozon tabakası delinmesiyle de ilgisi yoktur.

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsmet ÇENESİZ
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
HAYÂ;
Sizlere, bu günkü kuşaklarda pek kalmayan ama eski insanların kendilerinde bulunmasıyla övündüğü, insan gibi her insanda bulunması gereken oysa artık çoklarının unuttuğu, toplum yaşamı ve insanlar için çok önemli olan bazı özelliklerden bahsedeceğim.
AİLE TERBİYESİ: Aile en küçük şekliyle Anne, baba ve çocuklardan oluşur. Aile terbiyesi anne ve babadan alınsa da asıl mihenk taşı Anadır. Doğduğumuz günden itibaren gerekli terbiyeyi asıl Anadan öğreniriz. Aile, aşağıda sayacağımız ve insanlarda bulunması icap eden vasıflarında başlangıcı ve mayasıdır. ( “Anasına bak kızını al” atasözü bunu pek güzel ifade etmektedir.)
ADAP: Görgü demektir. Yine ilk önce ne görürsek ne öğrenirsek ailemizden öğreniriz. En çok yan yana bulunduğumuz ve en çok sevdiğimiz anamızdır. Karşılıklı bu sevgi ve ailemizde gördüklerimiz bizim okul çağına kadar ki tek eğitimimiz ve eğitim yerimizdir. Ailemizde öğrendiklerimiz Okulla birlikte öğrendiklerimizin anasını teşkil eder.
EDEP: Söz ve davranışta uyulması gerekli genel kural. Topluluklarda, insan yaşamında çok önemlidir. Edebin olmadığı yerde toplumun düzeni bozulur. Edepsiz insan insanlar tarafından sevilmez ve sayılmaz. Toplumun kurallarına uymayanlara halk arasında edepsiz denilir ki, bu söze maruz kalmak çok kötüdür. İyi insanlara nezih insanlara ne kadar terbiyeli, edepli demez miyiz?
HAYÂ: Utanma duygusu. Utanç. Utanma sıkılma. Ar veya haya perdesi. Atalarımız utanacak bir iş yapana ve bunda ısrar edene Hâya damarı yırtılmış derler. Bu günkü gençlikten bazılarının orta yaşlı ve de yaşlı insanları rahatsız edici hareketleri ayıp ve utandırıcı boyutlardadır. El ele, kol kola sokaklarda dolaşmayı hoş karşılayabiliriz. Ama sokak ortasında, insanların içinde ve de dedesi, annesi, babası yaşındaki insanların önünde onları hiçe sayarak öpüşmeleri, saatlerce sevişmeleri Hayasızlıktan başka bir şey değildir. Pastaneye veya umumi bir yere bir Üniversite öğrencisi karşı cinsten bir arkadaşıyla gidebilir. Bu çok ölçülü olmak kaydıyla hoş görülebilir. Ama bağlarda, parklarda sanki yatak odasındaymış gibi hareketler, davranışlar yapmak ve bunu da genç erkeklerden çok genç kızların yaptığını görmek, duymak insanlarda oluşan ahlak çöküntüsünden olsa gerek.
Yüksek tahsil yapmış hatta lisede okuyan kızların erkek arkadaşı yoksa eskiden evde kalmış kızlara yapıldığı gibi küçümsendiğini görüyoruz. Bu gençlere bu duyguyu aşılayan aile, okul ve onun terbiye edenleri değil mi? Çocuk ve genç fotoğraf makinesi gibidir. Ne görürse onu çeker.
Çocuklarını gurbete gönderen anne ve babalar dişlerinden artırıp çocuğum okusun diye bunca fedakarlığa katlanırken, azda olsa bunları yapan gençlerden bazılarının başına ne felaketler geliyor. Bu yapılanlardan sonrada evlenmesi icap eden bu gençlerin çoğu yaşadıkları bu maceralardan sonra başkasıyla evlenemiyor. Bunun sonucunda da gizli saklı çevrilen oyunlarla ve bazı dolapların arkasında kurulan bu evliklerden tabi ki mutluluk gelmiyor. Sonunda da boşanmalar ve kavgalar geliyor. Görücü usulü ile yapılan evlilikler (Sözlü ve nişanlı iken ölçülü, adaba uygun görüşerek) daha saygı ve sevgi dolu olarak yürüyor.
Sizlere geçenlerde bir dostumun anlattığı ve benimde bu yazıyı yazmama vesile olan bir konuşmayı aktarıyorum:
Harun Reşit’in Hanımı Zübeyde Hâtun dünyanın bütün güzelliklerini taşıyan bir Hanımdır. Bu Hanım. Bağdat’tan Medine’ye su getirtiyor. Kanallar oldukça derin ve geniş. Hesabını yapıyor, 1 Deve yükü defter tutuyor. Tahmini 2 bin Km. Rüyasında bundan bir suale, ahiret hayatında bir muameleye tabi tutulmadığını belirtiyor. Tabi ki su gibi aziz bir şey olamaz. Hele ki bunun çöle getirilmesi. Yalnız, “bir gece çadırımda yatıyordum üzerimin açık olduğunu zannederek hâyıf içersinde Allah korkusuyla sıçradım. Ne olduysa o gece oldu. Cenabı hak beni mükafatlandırdı” diyordu. İşte Hâya bu olsa gerek.
Sevgi ve saygılarımla

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Salım SAVCI
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
SON GÜNLERİN SÖZCÜKLERİ FİYAT-EDER-AKÇE
            Son günlerde bana sorulan bir soru var.
            Bir mala vereceğim para:
            Bazı iş yerlerinde fiyat sözcüğü ile,
            Bir kısım satıcılar ise eder sözcüğü
            Yeni yeni de akçe sözcüğü ile isteniyor
            Cevabım şu oluyor:
            Fiyat (Fiat söylenilmek şartıyla,çünkü o bir oto markası) kullanılanlar çoğunlukta oluyor. Bu ise yaşlı kuşaktır.
            Fiyat sözcüğü Türkçe olmadığından dolayı ben eder sözcüğünü kullanırım diyor.
            Köyden,gecekonducular orada da,Kızılay’da iş yerlerinde de gelenler bu…kaç akçe diyorlar.
            Akçe sözcüğü bana daha sıcak geldi ama herkesin bu sözcüklerden birisini kullanacağı kesindir.
            Akçenin AK hecesi bazılarının hoşuna gidebilir. Bildiğimiz Ak… yok iken,akçe yaşıyordu.
            Bu sözcük konuşan bir kuşaktan söz ediliyor. Öyle ise sözcük dağarcığından gelişmesi için görüşler sergileyebilirsiniz. Ama bu satırların yazarı Türkçe Sözcüklerin kullanılmasını savunur. Kitaplarında, yazılarında bu niteliğe uymaya çalışır.

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
SÜMERLERDE DIŞ İLİŞKİLER ( İlk Sınır Savaşları)
            Kramer;İstanbul Topkapı sarayı binalarından olan Şark Eski eserler Müzesinde bir odaya konmuş dört köşe bir masaya oturuyor. Karşısındaki duvarda Atatürk’ün büyük bir resmi var. Bu Büyük Devlet kurucusu hakkında söylenecek ve yazılacak çok şey olduğunu bildiğini söylüyor. Ancak;burada kendi görevinin bu olmadığını,bir Sümerolog olarak kendi görevinin geçmiş bin yıllarda yaşamış olanları kahramanları bulmak,yazarak canlı olanları gün ışığına çıkarmak olduğunu ifade ediyor. Bu düşüncelerinde Kramer haklıdır. Oturduğu sarayda Türk Mimarisinin şaheser örneklerinin sergilendiğini bu saraydan çok az bahsedilmiş olmasını da söylediği mazeretin altında gizlemek mümkün görülmüyor, bu padişahlar saraydan sükutla geçirişi,her halde bu konuda büyük bir bilgiye sahip olmadığı da şüphesi uyandırıyor. Bizim bu sarayda artık eski sözcüğü ile alınabilir ve baştan başa tarihi vasıf kazanmıştır.
            Masasında oturan Kramer’in kil kaplanmış ve aşağı yukarı 5000 yıl önce yaşamış bir katip görevlisinin tabletleri duruyor. Bunlar Sümer tabletleridir. Üzerindeki yazıda cüneiform yazısıdır. Bu sözcük köşe şekli ifade eder. Dilde Sümer dilidir. Tablet kare olup 23 santim ebadındadır. Bir daktilo kağıdından küçük durumda fakat tableti yazan katip (Saribe) tableti on iki kolona ayırıyor çok küçük bir yazı şekli kullanarak bu küçük sahaya milli bir şairin altı yüz satırını sığdırabiliyor. Bu satırları beyit olarak da ifade etmek mümkün görülebilir yazar bunun için “Enmarker et le seigneurad Arata” diyebiliriz diyor. Nakledilen olaylar 5000 yıllık bir eskilik göstermesine rağmen bu şiir zamanımızın modern kulağı ile acayip bir yakınlık göstermemektedir. Çünkü bu enternasyonal bir olayı hatırlatır ve bazı teknik olaylara da işaret eder “sinir savaşları gibi” Zamanımızın “Power polities”i
            Bu olayda izah ediliyor ki asırlar öncesi bu bahsedilen katip-evrak kopyaları-Kremmer’de doğrulamıştır. Bu son şehir güney Mezopotamya’da Dicle ve Fırat arasında bulunuyor. Daha çok doğuda İran’da Arata denilen bir şehir daha var. Arata Uruk’tan yedi silsile dağlara ayrılmış bir yerde bulunuyor. Burası yüksek dağlar arasında ve varılması çok zor olan bir yer. Arata zengin madenleri ve yontulabilir taşları bol. Sümerlerin bulunduğu Mezopotamya’nın zengin toprakları ve düzlükleri burada yok. Beklide Aratta’nın zenginlikleri dikkatleri kendi üzerine çekti. İşte iştah kabartan bu durumdan dolayı bir cins sinir savaşları şehir ve kralına karşı götürdü. Bu suretle istiklallerinden vazgeçerek onların emri  altına girme yolu açılmış oldu.
            Bütün bunlar belirli asalet stiline hikaye ediliyor. Bazen çiçeklenmiş,bazen gevşek çok defa muamma kokan dalgalanmalar yükseliyor. Bütün dünya eski kahramanlık şiirlerinde de aynı tarzlar uygulanır. Manzume Uruk ve krallığının büyüklüğüne ayrılmış bir güzergahla açılıyor. İlk zamanlardan beri öncelik işaret ediliyor ki Tanrıça İnana kendisine Arata üzerinde haklar vermiştir. Hakiki hareketlerde böyle başlamış oluyor.
            İşte şair böyle anlatıyor: Güneş tanrısı Utu’nun oğlu Enmerkan Arattayı itaat ettirmeye kararlı olarak bacısı tanrıça İranna’ya sesleniyor. Arata milletinin kendisine altın,gümüş,lapis-Lazulive kıymetli taşlar verilmesini;kutsal yerler ve mabetler inşa etmelerini,bunların içinde de en kutsal yerin “Abzu deniz mabedi” Ankia Eridu olmasını istiyor.
            İnana,Ennerkad’dın rica mektubuna kulak veriyor. Ona Anaskan yüce dağlarını aşacak bir kahraman aramasını nasihatliyor. Bu yüce dağlar Uruk’u Aratta’dan ayırıyorlar ve ona temin ediliyor ki Arata milleti kendisine itaat edecektir istenilen işler yapılacaktır.
            Şair devam ediyor:
            Ennerkan bir kahramanı Arata kralına (Senyör de deniyor) gönderip onu uyarmak istiyor. Şehir teslim edilecektir. Eğer istenilen altın,gümüş verilmez ve İnki mabedi yapılıp süslenmezse kendisi dahil şehir tahrip edilecektir.
            Yine şair devam ediyor:
Aretta  kralını daha daha fazla etkilemek için kahraman Enki’nin büyülemelerini anlatıyor. Şiirde bu tanrının,bu altın devreye nasıl son verdiği anlatılıyor.
            Kahraman yedi dağ silsilesini geçtikten sonra Aratta’ya geliyor. Efendisinin isteklerini harfiyen tekrarlıyor,kral ve şehirden cevaplarını istiyor. İstekleri de geri çevriliyor.
            Şair yine devam ediyor:
            Biz şiir hakkında daha fazla uzatma yapmadan işi kısa kesmek istedik. Bir özetleme ile işi sonuçlandırmak istiyoruz.
            Bu politik hikaye yahut daha çok bu devrin politik olaylarının devamını Ur-Namce hakimiyetinden Urunagıma’nınkine kadar olanları bize hikaye edenlerin Lacask tarihcileri. Bunlar muhtemelen saray ve mabet arşivleri idiler. Bu bakımdan olaylar ilk elden hikaye ediliyorlar kabul edilmelidirler. Onun için yazılanlar kıymet taşır.
            Bu anlatılanlardan bir tanesi. Bilhassa verilen detay çokluğu,ifadenin açıklığı bakımından ehemmiyet gösteriyor. Encumuna arşivistlerin birinin Lagase ve Umma arasındaki hududu teşkil eden siperlerin restorasyonunu tasvir ediyor. Bunlar iki şehir arasındaki bir savaşta tahrip edilmişlerdi. Katip olayların hangi bakış açısından gösterileceği hakkında tereddüt gösteriyor, asıl sebeplerin gösterilmesini istiyor. Çok geniş olmamak şartıyla olayların bazı yönlerini tesbit ediliyor. Geriye doğru olanlarında ihmal edilmiyor. Tabi olaylar Kisl kralı Nesilini ile Sümer kralı Suzeral’ın arasında İsa’dan 2600 yıl önce geçiyor.
            Bu yazılanlar hele beş bin sene sonra bizim tarafımızdan kıymeti bulunmayabilir ama anlatılanlar bir tarihçiden beklenilebilecek objektif karakter göstermiyorlar. Yazdıkları Tkeocratif alemin kendisinden bekledikleridir. Edebi stil fevkalade orijinalite gösterir. İnsanların ve tanrıların ortaya konuş şekilleri birbirinden ayrılmayacak kadar girifttir. Bundan dolayı hakiki olaylar masallardan ayırmak zorlaşıyor. Modern tarih bu şekilde ihtiyatla karışırlar,olayların başka kaynaklardan teyit edilmesini ister.
            Örnek olarak: Sümer politik tarihini ilgilendirilen bir texte teolojik birikimi ve söz ebeliğini bir tarafa bırakarak arşivistten direkt olarak verebiliriz.
            Kish kralı Neslim’in en azından tablet üzerinde bütün Sümer topraklarında hakim gördüğü bir zamanda şehir devletlerinden Lanash ve Umma arasında bir sınır sorunu ortaya çıkıyor. Suzerain iki sitede müşterek Mesil anlaşmazlığa hakem olacak ve Sataran’ın verdiği vahiye göre anlaşmazlıkları neticelendiren tanrı iki şehir devlet arasındaki hududu yeniden
izliyor. Bunu göstermek içinde,hatıra teşkil edecek dikili bir taş konuyor. Buda bundan sonra olacak dalaverelerin hatırlatıcısı oluyur.
            Alınan karar iki tarafta kabul ediyor. Burada Lacası aleyhine gibi her durum seziliyor. Bir müddet sonra Umma’nın İskakku’su (Tanrı adına yöneten prens) Ush anlaşmayı feshediyor. Masilium dikili taşı kırılıyor. Sonra sınır seçilerek Lagası’a ait Guedina semti istila ediyor.
            Bu istila edilen topraklar Umma  insanlarının elinde Un-Manshe’in küçük oğlu Bannatum zamanına kadar kalıyor. Bu asker lider muhalefetleri sayesinde kudret ve sevgi kazanıyor ve kısa bir müddet içinde Kisk kralı unvanını ediniyor. Savaşlar,hudut çiziciler,hudut üzerinde hatıra hudut taşları dikmeler böylece devamlılık gösteriyor.
            Yeni savaşlar ve yeni anlayışlar birbirini takip ediyor.  
            Buraya kadar arşivist,geçmiş olayları hikaye ediyor. Bundan sonra yazılanlar aynı zaman yaşanan zaman içindeki olayları anlatıyor. Muhtemelen arşivist olayların gözlenmesi durumundadır.
            Hanneri’un ezici zaferine rağmen Ummartes’ler için eski kudretlerini bulmaları bile kendilerine güvenme inancı gelmiştir. Bunun için en azından bir nesil gerekmiştir. Liderleri Ur-Lumma,Lagas’i ile yapılan anlaşmayı geçerli saymadı. Anlaşmada yazılı savaş tazminatını da verdi. Hudut çukurlarını kuruttu,hudut işaretlerini,dikili taşlar kırdırdı,yıktırdı. Kannatum tarafından yapılanlar ve hududun kutsanmış yerleri olan noktaları da  tahrip ettirdi. Gundunna’ya girmeye karar verdi. Zaferini garantilemek için kuzeyindeki yabancılardan yardım istedi ve aldı da. Hudutta ordular karşılaştılar. Ummaites’leri ve müttefiklerini bizzat Ur-Lumma yönetti. Lagashites’lere  Emteemena kumanda etti. Babası Enaniratum,bu zamanda çok yaşlanmıştı. Lagash Hites’ler zaferi kazandılar. Ur-Lumma kaçtı  Emteemena takip etti. Çekilen kuvvetler pusuya düşürülerek imha ettiler.
            Entemuna zaferi geçici oldu. Mağlubiyetten ve Ur-Lamma’nın ölümünden sonra Zabalam’lı Zanga yeniden bir düşman olarak ortaya çıktı. Bu şehir Umma’nın kuzeyinde bulunuyordu. Kabiliyetli bir at binici olan zat hakimiyetini bildi. Kantemen hasmıyla savaşırken oda müdahale etti. Lasash topraklarına girdi. Umma’nın İshakku’su oldu. Bundan sonra Lagash hak iddiacıları gibi,kendinden öncekilere duyulan kinle karşılandı. Hudut çukurlarındaki suyu boşalttı. Civar toprak ve çiftliklerin sulanmasına engel oldu. Mesulium’un eski anlaşmalarında yazılı teminatın bir kısmını vermekte yetindi. Eannatun’a izahat istediğinde oda bütün toprakları istediğini bildirdi.
            Anlaşmazlıklar silahla çözümledi. Öyle geliyor ki kuzeyden bir üçüncü taraftar yani bir anlaşma biçimi daha teklif edildi. Netice olarak kararlar Lagash’ı okşar durumda idiler. Zira Mesulium - Eannatun arasındaki hudut yeniden hudut olarak kabul etmiş idi. Tazminatta söz konusu olmadı.
            Lagash ve Umma arasındaki hakimiyet sorunu olan tarihi olaylar texteler göre öğrenme imkanına sahip değiliz. Yazının tekrar okunması gerekiyor. Başka tekxlerinde okunması ve bir karar çıkartılması da gerekli sayılmalıdır.
            İstifade ettiğim dökümler arasında sizin için yazdıklarımın bir örneği daha var. Bunu yazıp zihninizi zorlamak istemiyorum. Ne ben ve nede bu yazıyı okuyacak olan sizler Sümer mütehassısı olacak değiliz. Bir fikriniz olmasını istedim. Bir toplantıda veya açık oturumda konuşmacı olmanız bile,konuşulanları zevk alarak dinlemeniz için bu kadar bilgi yeterlidir. Bir aydının zamanımızdan beş bin sene evvel medeniyete büyük katkılar yapmış ve yazı ile de bunları tespit etmiş bir millet hakkında bilgi sahibi olmasından daha tabi bir şey olmaz. Şimdiye kadar bilmenin bir kimseye zararı görülmemiştir.
 
 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi
BİR ÇAMAŞIR GÜNÜ
Günümüzde böyle envai-çeşit elektrikli ev eşyalarını, su ısıtıcılarını, robotları, çamaşır, bulaşık ve çay-kahve makinelerini  gördükçe; ister istemez eski Çorum kadınlarının  soğuk ve karanlık kış  günlerinde neler çektiklerini hatırlıyor ve üzücülere gark oluyorum.
O günlerde-mesela elli’li yıllarda- çamaşır yıkamak  bugüne  göre  büyük bir merasimdi. Bir gece önceden elenmiş meşe külüne teknelere,kazanlara ,leğenlere “basılan” kirli çamaşırlar ertesi güne hazırlanır, erkeklerin  ve çocukların  ayak altında dolaşmamaları için gereken tedbirler alınırdı. Çamaşır merasimi bu güne göre büyük bir kabustu.
Sabah ezanından sonra  gelen çamaşırcı kadınlar evin bahçesindeki veya bitişiğindeki  haymalık,dam, çamaşırhane veya ocak denen  ayrı  bir yerde ateşi  yakar;isli büyük bir kazanla  temiz su ısıtır,altına da devamlı  odun atarlardı.Bu kazanlara “banma” denirdi. Ve zencilerin karikatürlerde adam kaynattıkları  cinsden  dışı isli ve kapkara,içi kalaylı ve tertemiz,büyükçe bir şeydi.Gittikçe  har’ lanan  ateşle kaynayan su, bakır bir büyük kepçe veya bakraçla  helke’ ye alınır ;oradan da taş tekneye dökülürdü. Bu tekne iki gözü olan 1-1.5 m. boyunda, 60-80.cm eninde, otuz cm yüksekliğinde ,büyükçe ve biraz eğimli yontma, masif bir taş blok idi. Kumtaşı veya buna benzer yumuşak bir mermer cinsinden oyulmuştu.
Önlerindeki delikler birer parça kumaş ile tıkanır  ve güçlü kuvvetli  çamaşırcı   kadınlar çamaşırı yıkamaya başlarlardı. O koca çarşaflar, bu pazulu ve kuvvetli  kadınların  elinde önce  iyice  çitilenir, burularak sıkılır ve tokaçlanırdı. Tokaç ise masif çamdan yontulmuş bir tahta cisimdi kısa saplı ve küreğe benzerdi. Alt yüzü düzdü ve çamaşırı dövmeye yarardı.Yeşil,beyaz sabun azdı ve  deterjan  daha keşfedilmemişti. Kristal soda , çamaşır suyunun  yerine kullanılırdı. Hele hele “ Öküzbaş Çivid’i” denilen mavi bir madde  ile  frenk gömleklerini  yıkamak,yıkarken ayarını tutturmak ve  ona hafif  uçuk mavi bir rayiha vermek   yeni  gelinler  için adeta bir sanat’ tı.
Üstü kapalı  üç bir tarafı açık  bir damda veya müştemilat bir yapıda bir yandan-büyük bir ateşin üstünde kaynayan kazandan ısınmaya çalışarak-hem terleyip-hem üşüterek; karda-kışta çamaşır yıkamak çok büyük ve  zahmetli bir işti. İnsanın böyle durumda “ önü mangal kavurur, arkası harman savurur”du. Varlıklı ailelerin hem çamaşırcıları hemde mahalle çeşmesinden su çeken sakaları vardı
Ama o günler yoksulluk ve yokluk günleriydi. Alamanlar harbi daha yeni kaybetmişlerdi.Bit milletin başından ve yakasından eksik olmuyor ;her yerde sıtma ile mücadele veriliyordu..
Halk fakir olduğu için çoğu kendi işini kendi görür ve sert kışlarda da birçok kadın böyle çamaşır günlerinde  üşütür ve ince hastalık –verem-sahibi olurdu.
Sonra, yıkama  faslı akşama doğru  biterse bu seferde derin tandırda yakılan ateşe kös tepilerek veya kızgın sacda mayalılar veya börekler pişerek, közde çay demlenip,küle gömülen patlıcan veya patatesler,yumurtalar  yenilerek bir bitiş keyfi  yapılırdı.
Asılan çamaşırlar  ertesi günü  kurursa bu seferde  ütü merasimine geçilirdi . İçine  mangaldan alınan köz konulan ateşle  ısıtılan eski demir-döküm ütülerle o sakız gibi beyaz çamaşırlar ütülenir(sık soğuyan bu kocaman ve ağır ütülürdeki ateş arada bir üflenir ve canlandırılır),işi bitenler katlanır,bohçalara konur, dolaplara yerleştirilirdi.
Çocukluğumda ve dedemin eski cumbalı konağında bütün bir evin ayaklandığı ve cehenneme  döndüğü bir çamaşır gününde -kirli çamaşır dağlarının  ortasına  oturttuğu sayısız çocuklarını  bir yandan emzirip bir yandan da çamaşırlarla adeta güreşen- çamaşırcı İhsaniye’ yi   bu günkü  gibi hala hatırlarım.
Bugünün  ak saçlı nineleri olan o günkü taze  gelinlerin çektiği çileyi-sadece bir çamaşır için bile olsa- bugünün  hanımlarına  anlatmak bana çok zor geliyor.
Eminim ,bugünküler böyle bir çamaşır gününden sonra bir hafta  hasta yatarlardı .
Hey gibi günler ...

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Müslüm TUNABOYLU
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi
SORUMLULUĞU YETKİ KADAR SEVELİM
Son günlerde yetki ve sorumluluklar konusunda medya da ,yerel basında,yazılı basında çok değişik görüşler öne sürülerek,yetkisi yok,yetkisi var,sorumlu değil ya da soruludur gibi sözcüklerden usandırıcı bir şekilde bahsedilir oldu. Hak, hukuk sözcüklerinden oluşan bir yazılı metini okuyucularına sunan değerli yazarlar, makalesini tamamladıktan  sonra sayfanın al kısmına  kondurduğu nokta ile gazetecilik görevini tamamladığını zanneder. Oysa, okuyucu tarafından okunan yazılı metnin yazarı için kullandığı sözcükler çok önemlidir. Yazar,kamuoyunda düşün ve düşüncelerinin ne ölçüde kabul gördüğünü ya da,yerildiğini bana göre bilmeli kısaca bir durum değerlendirmesi yapmalıdır.
Ben görüş ve düşüncelerimi aktardım, bundan sonrası bana ait değildir diyemez basın mensubu, y ada görüşünü sunan yazılı metin yazarı, geleceği düşünmek zorundadır. Birkaç sözcükle vatansever olmak  ya da öyle görünmek yetmez.
Ülkede ki yöneticilerle iyi geçinmek varken neden hep olumsuzlukları bulup buluşturup kaleme almak daha güzel görünür.  Bu tür bir davranışı sergilemek belki bir süre için geçerli olabilir. Gelişmeler sizi geçici olarak haklı çıkarabilir. İşin bir de diğer yanını bir değerlendirmeye, kısaca sorgulamaya alalım. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Trabzon, Erzurum, Diyarbakır, Urfa, Hakkâri, Edirne, Kırklareli, Zonguldak, Kocaeli, Erzincan gibi il merkezlerinde değil de küçük bir kentte, ya da kasabada gazetecilik mesleği ile uğraşıyorsanız, anılan kentlerde ki gibi sorunlara uzaktan bakamazsınız. Taşra gazeteciliği büyük kent gazeteciliğine hiç benzemez. Büyük kentte gazetecilik yapan meslektaşlarım, taşradan kendilerine ulaşan haberlerin ya da yorumların günler öncesinde gündeme düştüğünü, her zaman dikkate almalıdır. Meslektaşlarım, canım bugün artık zamanla yarış yapılıyor, çok kısa sürede bırakalım ülkemizi, yurt dışına ulaşmak bir an meselesidir, denebilir.
Geçtiğimiz günlerde tüm ülkemizi etkisi altına alan olumsuz hava koşullarının yaşamı nasıl etkilediğini birlikte gördük ve yaşadık. İşte öyle bir olumsuz hava koşulları sürerken TRT Kurumu sabah saat 0.730 da yayınlaması gereken ilk ana haber bültenini yayınlayamadı. Yönetici haber bülteninin olumsuz hava koşulları nedeniyle yayımlanamadığını söyleyerek, müzik yayınını sürdürdü. Canım ilk ana haber bülteni yayımlansa ne olur yayımlanmasa ne olur denebilir. Bu  düşünce kolay bir yanıttır. İlk ana haber bültenini yayımlamak için kendisine yetki verilen kişi ya da görevlinin görevini yerine getirememesi  nedeni  üzerinde durulmuş mudur? Durulmuşsa, sorumluluk sözcüğünün bir değerlendirmesi yapılmalıdır. Yazıp-çizerken yetkileri öne çıkarırken, sorumlulukları da dile getirmek ön koşuldur bana göre. Yetkinin  ya da, sorumluluğun  azı –çoğu olmaz. Kendini yetki ile donatan yasa, kişiye sorumluluk yüklemiyorsa bu tür bir yasa yeniden ele alınmalı, yeni düzenlemeler için gecikme olumlu karşılanmamalıdır diye düşünüyorum. Bu tür oluşumlar için  geçmişte ”SİNEK UFAK AMMA MİDE BULANDIRIR” deyimini kullanmışlardır.
Olayları yaşamak ayrı olaydır, yaşamış gibi görünmek, ya da  düşünmek ayrı olaydır. Taşra gazeteciliğinin bu dönemde  de geçmişte olduğu gibi olayları, yansız ve yalnız doğru ve dürüst olarak Kamuoyuna günün haberleşme olanaklarını kullanarak ulaştırmalıdır. Ulusal basında görevli meslektaşlarımız taşradan gelen haberleri değerlendirmeye tabi tutmadan çöp kutusunu kullanmamalıdır. Geçmişe göre bugünü bir değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda ya da  sorguladığımızda düşün ve düşüncelerimizi okuyucularımıza ulaştırırken, kullandığımız sözcüklerin ne kadar kavgacı yada barıştı olduğunu saptamak baş görevimiz olmadır diyor  okurlarımı saygı ile selamlıyorum.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Muzaffer GÜNDOĞAR
Muzaffer GÜNDOĞAR Hayat Hikayesi
ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 29
 
            1 Eylül 1941 tarihli 29. Sayı, Cevdet BEZİRCİ’NİN “Çorum’un Lise ve Sanat Okulu Derdi” yazısıyla başlar: Henüz lisesi olmayan Çorum’un sanat okulu ve lise isteği gündemdedir. Yazıda, Çorum Ortaokulu öğrenci mevcudunun 500 olduğu, her yıl 80-90 civarında öğrencinin ortaokulu bitirdiği, ancak varlıklı kişilerin çocuklarını uzak büyük kentlerin lisesinde okuttuğunu, diğer çocukların öğrenimsiz kaldığı vurgulanmaktadır. Çorum’a açılacak bir liseyi, İskilip, Merzifon ve Amasya ortaokullarının besleyebileceği belirtilir.
 
Yazının son paragrafını olduğu gibi alıyoruz: “..İş Kültür çarkının başında bulunan edip,şair ve yüksek bilginlerimizden bulunan Maarif Vekilimiz (Mili Eğitim Bakanı) Sayın Hasan Ali YÜCEL' in himmetine kalmaktadır. Çorumlular bu zatın yüksek direktiflerini beklemektedir...”
 
“Hazine-i Evrakın0 Maarif Kısmında Ait Vesikalar"  yazısı Hikmet Turhan DAĞLIOĞLU’NUN . Yazı şöyle başlar: “..Hazine-i evrakın tasnif edilmiş (askeri,maarif maliye,adliye ve saire gibi) def-terlerinde Çorum'u ilgilendiren belgelere rastlamaktayız.
Bu defterlerde maarife ait olan kısmını gözden geçirirken tesadüf ettiğim meseleleri bir cetvel halinde tespit ettim..." ,  “..Bu cetvelde medreselere,camilere,mekteplere ait belgeler olduğu kişilere ait arzler de vardır. Bu belgelerin numara ve tarihleri ayrıca gösterilmiştir...”
 
 “Çorum’da Yerli Sanatlar” yazısıyla Hayri KARMUK, Çorum da Dabağlık sanatını ele alır. Şöyle yazar: “..Yakın zamana kadar çevre il ve kasabaların deri ihtiyacını temin eden Çorum tabağhanesi, bugün tüccarların ham derileri dışarı sevketmek hırsından dolayıdır ki, sönük bir duruma gelmiştir .Daha dün,Kayseri,Yozgat,Merzifon,Samsun,Amasya gibi şehirlere deri sevketmekle hayatını kazanan Çorum esnafı,bugün eli koynunda işsiz  güçsüz beklemektedir. Bu durumun ıslahı, ham derinin Çorum'dan dışarı çıkmamasını teminle kabildir...”
 
"Dava ve Cezanın Düşmesi" yazısı Semih ÖZKAN'IN.Dava ve cezanın beş nedenle ortadan kalkacağını belirten Semih ÖZKAN bunları şöyle sıralar.: “..1-Ölüm, 2-Af, 3-Davadan Vazgeçme ,4-Zaman Aşımı, 5- Bazı suçlara para vererek o davanın ortadan kalkması...”
 
“Arzda ve Yurdumuzda Zelzele Bölgesi”   yazısı Rıfat ARINCI' NINn. Ülkemizde salt  Erzincan’ da 1047’den 1939 yılına değin 19 deprem olduğunu saptar Rıfat ARINCI.
 
Depremleri şu başlıklar altında verilir.
1-0rta Anadolu'da belli başlı zelzeleler
2-1050 Amasya zelzelesi
3-1075 Danişmendliler zelzelesi (Çorum'da)
4-Amasya zelzelesi (1415)
5-Türkiye Büyük zelzelesi (1509)
6-Çorum zelzelesi (1514)
7-Amasya zelzelesi (1585)
8-Amasya zelzelesi (1668) ...”
 
Buraya Çorum yağmurunu sadece örnek olarak alıyoruz: "....1619 ilkbaharında ÇORUM ve çevresine şiddetli bir yağmur yağar,Köylerde oldukça büyük hasara yol açar Abdalata Tekkesinin kapısının üst eşiğine kadar çıkan sel suları,üç ev dışında tüm evleri oturulamayacak duruma getirir .Halkın sefaleti ve feryadı ayyuka çıkar Devletçe önlem alındığına dair ele hiçbir belgenin geçmediği belirtilir.
 
Dedebaş'ın "Sabreyledim" şiirini geçen sayıdan süren "Çorum'un köy Düğünü" inceleme yazısının süreği izler,Kalan bölüm şu başlıklar altında verilir.
 
l-Perşembe sabahı kahvaltı,
2-Güvey ve sağdıca İlişkin tören,
3-Gelinin hazırlanması,
4-Gelinin baba evinden ayrılması
5-Gelinin koca evine varması...”
 
Eşref ERTEKİN’İN derlediği "Çığşaklar"ı ,"Cönklerden Derlemeler" izler,Yazarı belli olmayan bir destan alınır bu sayıya. Bu,"Esnaf Güzelleri" destanıdır, 18 dörtlükten oluşan bu destandan iki dörtlük alıyoruz:
 
Saraç dilberinin incedir işi
Kavaf dilberinin karadır kaşı
Kuyumcu dilberi İşler gümüşü
Daim emek çeker ince sırmaya.
 
Kasap dilberleri biler bıçağı
Kebapçı dilberinin yanar ocağı
Bakkal dilberleri çok yer dayağı
Paçacı dilberleri düşmüş paçaya.
 
Halkevi Çalışmalarında, birçok etkinliğin haberinin yanı sıra, Halkevi Başkanı Şevket DAVUTOĞLU'NUN Başkanlıktan istifası üzerine, yerine Naim ATALAY'IN seçildiği haberi verilir.
Son bölümde, Abdalata’ya ait belgeler yer  alır.
 
 
 
 
ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 30
 
1 Birinci Teşrin (Ekim) 1941 tarihli 30,sayı "Bayrağa ve İstiklâl Marşına Saygı" yazısıyla başlar, Yazıdan bazı alıntılar yapıyoruz: “..Benliğini en titiz bir biçimde koruyan millet bayrağına da o nispette düşkündür. Bayrağına en büyük saygıyı gösteremeyen milletlerin kendi varlığına sahip olduğuna da inanmak güçtür..." , “..Artık Türk Bayrağı da kati şeklini almış bulunuyor. Artık her insan kendi zevkini okşamadığı veya hesabına geldiği gibi bayrak yaptıramaz...”, “..Halkevi’nde İstiklâl  Marşı öğrenme kursu açmak ve kısım kısım halka bunu öğretmek çok yerinde bir hareket olur .Bir çok aydınımız dahi bu marşı bilmiyor. Bundan başka İstiklâl Marşı söylenirken, nasıl saygı gösterileceği halka öğretilmelidir..."
 
            İhsan SABINCUOĞLU Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’YE Çorum’dan bir istek mektubu gönderilir. Mektubu aynen alıyoruz.
“..İNÖNÜ Milli Şef ANKARA
                                               ÇORUM 13/81941
13 Ağustos; Bugün Çorum isimli çocuklarınız, yıllarca hasretini çektiği siz Babalarına kavuştukları bir bayram günüdür. Bayram günlerinde, Babaların sıhhat ve afiyetlerini görmekle iktifa etmeyerek haline göre maddi hediyeler bekleyen her çocuk gibi bizler de Babamızdan çocuklarınız için lise ve sanat mektebi özlüyor ve Ulu Tanrıdan başımızda daim kalmanızı diliyoruz.
 
Çorum Halkından:
İhsan SABUNCUOĞLU, Ömek Çapa, Hamdi BAYRAK, Hayriye KULOĞLU...”
 
Bu okul isteği yazısına karşılık Cumhurbaşkanı ismet İNÖNÜ’DEN aşağıya aldığımız yanıt gelir:
 
“..Bay İhsan SABUNCUOĞLU ve Arkadaşlarına
ÇORUM
 
ANKARA15/8/1941
Sayın Çorumluların samimi duygularına teşekkür ederim. İmkân husulünde lise hakkındaki arzulanın tatminine çalışılacaktır.
Çorum çocuklarına selam ve muhabbet.
                                                                                  İsmet İNÖNÜ ...”
 
            “Çorum’da Benimsenen Bazı Kelimeler” başlıkla yazısına İhsan SABUNCUOĞ-LU şöyle başlar: “..Harflerin,kelimelerin,rakamların da talihlileri  oluyor ve benimseniyorlar Özellikten çok  genellik ifade eden bazı kelimeler Çorum'da bilhassa benimsenmektedir ve onda,kendileri için birçok kutsal anlamlar gizlenmiş. Sanılmaktadır ki bunlardan bazıları:
1-İnönü, 2- 45 -,Pilevne- Dömeke 4-Saffet Arakan-Saraçoğlu-Hasan Ali Yücel’dir...” der.
Bu rakamı ve kelimeleri tek tek açıklayan ihsan SABUNCUOĞLU, şöyle sonlar yazısını:
“..Sayın Maarif Vekilimizden (Milli Eğitim Bakanı) Çorum'da lise ve sanat mektebi,enstitü gibi irfan yuvalarının kurulmasını Çorumlular sabırsızlıkla özlemektedirler. Bu konuda babalarının aldıkları ve başlarına koydukları muhabbet ve selam lütfundan hız almış olarak...”
 
Çorumlu şair Sabri DİL, Adana'dan yazmış.”Yeşil Çorum’un” ilk dörtlüğünü alıyoruz.
 
Seni her zaman Çorum anıyor, anıyorum
Hasretin aleviyle yanıyor yanıyorum,
Kaç yıldır çekiyorum ben senin özlemini
Bu yıl daha derinden hissettim elemini.
 
            H,Turhan DAĞLlOĞLU'NUN "Onuncu Hicri Asırda Çorum" yazı dizisi sürüyor, Yazıya şöyle başlar: “..İstanbul'da Başvekalet Arşivinde bulunan Defteri Hakaniler (tapu) arasında Çorum'a ait 177 büyük ve uzun yapraktan ibaret tarihsiz ve eski 944,yeni 444 numaralı (Çorum Livası ve kurası,nüfusu,hasılat,maliye ve evrak defteri) adını taşıyan bir defter vardı..."
 
Bu defter,bize onuncu hicri yüzyıldaki Çorum'un birçok özelliklerini ve Selçuklular-dan itibaren süregelen bazı vakıflardan tanınmış bazı ailelerin adlarını özellikle Ahilere ait zaviye,teşkilatı bildirmesi yönünden ayrı bir öneme sahiptir...”
 
Daha kırk günlükken  kör olan Hasan GÖZGÖRMEZ’İN, Abdullah ERCAN’A adadığı şiiri: "Ne Desem Arlanmaz Utanmaz Felek.”.Bir dörtlük alıyoruz.
 
Açtığın yare ye işlemez fitili
Cefakar elinden perişandır dil,
Ne yiğitler yersin ecelsiz katil
Nasıl elin varır imansız felek?
Bana pek kıyarsın zamansız felek.
 
"Çorum'un Osmanlı Zamanındaki Durumu" başlıklı kısa yazı, Emekli öğretmen Nuri UĞUR'UN, Yeni şairlerimizle hasbıhal veyahut "Şiirde İnkılap" yazısının yazarı  Afet KOBAK, Şükrü Enis REGU, Orhan REŞIT Hasan lzzettin DINAMO, Cahit Saffet IRGAT'IN şiirlerinden örnekler vererek, Yeni akım şairlerini eleştirir. Şöyle der: “..Hani bizim edebiyatta inkılap yapacak şairlerimizin şiirlerindeki güzellik. Onların bazen kelimelerinin bir ikisinin yerini değiştirerek bir cümle yapmak mümkün oluyor...” , “..Yeni çığırın tanınmış bu elemanları edebiyatımızda yapmak istedikleri inkılabı acaba bu kisve ile mi yapmak istiyorlar...” , “..İnkılâp;yenilik,değişme demektir. Bu değişmeler, bu yenilikler herhalde dilin güzelliğini,tazeliğini koruyarak yapılmalıdır...” ,.",Aruzu atıyoruz,o bizim değildi,fakat kendi öz malımız hecemiz var. Ona karşı hıncımız nedir? Kafiyeye neden garaz bağlandı ? Şayet bunlar noksansa,o noksanlarını tamamlamalı ıslah etmeliyiz!",.
 
"Çorum'da Yıl Çıbanı" yazısı sürer.
 
Eşref ERTEKiN'İN derlediği "Çorumlu Maniler" yine tatlı esintiler getirir onlarca yıl öncesinden.
 
Ah olsa vah olmasa
Kâh olsa kâh olmasa
Ben yar ile yatanda
O gün sabah olmasa..
 
At olur da tepmez mi
Yar olur da öpmez mi
Yarin öptüğü yerde
Mor menekşe bitmez mi..
 
Adilem der gül gezdir
Bahçeye gir gül gezdir
Senden gayri seversem
Gözlerime mil gezdir..."
 
Eşref ERTEKIN bu sayı için Çorum'da söylenilen bilmeceleri de derlemiş, Birkaç örnek alıyoruz:
Pır pır uçar, durmayıp kaçar, (Ocak dumanı)
Altı kemik, üstü kemik; içinde bir kara kemik (kaplumbağa)
Altın tas, gümüş tas: birini kaldır birini bas, (Ay ile güneş)
Pat etti, küt etti: başında beyaz külah bitti,(kavrulmuş mısır)
Baldan tatlı, baldan ağır, Mendile konulmaz,Tadına doyulmaz, (uyku)
Filfillice burnu eğrice,(Nohut)
Yer altında bulgur kaynar,(karınca)
 
Bu sayı Abdalata vakfı hakkında bir muhasebe defteri suretiyle sonlanır.

 

ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 31 

1 Kasım 1941 tarihli 31.sayının ilk yazısı CHP Genel Sekreterliğince gönderilen Erzurum Mebusu , Dr. A.İ,TÜZER imzasıyla gelen yazıdır. Şöyle denilir:

        

ANKARA:13/11/1941
Halkevi Reisliğine ÇORUM
 
Eviniz tarafından çıkarılmakta olan “Çorumlu”  dergisinin neşriyatının takdir  ederek 250 lira mükafat gönderiyoruz.

Bu kıymetli derginin 5/VII/1939 tarih ve 5/1491 sayılı tamimimizle işaret edilen hususlar dairesinde ve daha güzel bir şekilde intişarını umarım.

Derginin çıkartılmasında yardımları bulunan bütün arkadaşlarımı ayrı ayrı tebrik eder,gözlerinizden öperim.

                                             C.H.P. Genel Sekreteri
                                             ERZURUM MEBUSU
                                             DR .A.İ.TÜZER

 

-101-

İbrahim TUNCAY’ın “Eğitmenli Okul ve Köy Kalkınması” üzerine yazdığı yazının içeriği,Mecitözü Şeyhmustafa Köyüne Rahmi BARUTÇU ile birlikte yaptığı geziye ilişkindir  

M. Turhan DAĞLIOĞLU’NUN “11.Asra Ait Çorum Vesikaları”ndan bir belge alıyoruz: "...Musa adındaki şakinin,yüz atlı ile Çorum'u bastığını ve şakinin yakalanmasına dair olup,1609 tarihli Rum Beylerbeyine yazılmış bir hükümdür,Şunsa (Tokat,ERBAA'da bir nahiye merkezi) kadısı Abdulkerim İstanbul'a mektup yazarak,Musa adında bir şakinin yüz atlı ile Çorum'u basarak, yüzelliden çok insanı öldürdüğünü,mallarını ve yiyeceklerini yağmaladıklarını ,Murathanlı taraflarından gezmekte olduğunu bildirmiş ve ayrıca Seyyitli boğazında bir dağ başında bir kale inşa etmiş olduğunu yetmiş seksen sekbanla boğazı bekleyip,gelip geçenleri soymakta olduğu eklenmiştir. 8ksz İstanbul,bu azılı şakinin yakalanmasını Rum Beylerbeyi’ne havale etmiş,hakkında yasal işlemin yapılmasını emretmiştir..."

 "Çorum Ağzı Fonetik Hususiyetleri Üzerine Bir Kalem Tecrübesi” Sabahat  DÖKMEN’in. Şöyle der yazısında: "....Çorum ağzının,fonetik bakımından güney şivesine-bugün kü İstanbul ağzına uymayan farklı kelimelerini,ait oldukları gruplarda toplayarak,köklerde,eklerde,fiillerde göze çarpan fonetik (ses bilgisi) olaylarını saptayarak,Çorum ağzının fonetik özelliği hakkında bir fikir edinmek mümkün  olacağı inancındayım..."der,Örnekler verir.

 Kemal DEMIRER'SE,"Cem Toplantısı,Bunun Halk Şairleri Üzerindeki Tesiri”  konusunda yazar.

 "Çorum'da Yıl Çıbanı" yazısı bu sayıda sürer

 Bu sayıda 1079'a ulaşan,Eşref ERTEKIN'İN derlediği "Çorumlu Maniler"den üç örek veriyoruz:

Bu poşu kara poşu
Yakışır yare poşu
Yüz bin altın değmez mi
Tenhada yar öpüşü.
Bu dağlar ulu dağlar
 
Çevresi sulu dağlar
İsterem yare gidem
Bağlaman yolu dağlar.
 
Bunu yazdım kış idi
Kalemin kamış idi
Kınamayın ağalar
Elim üşümüş idi..

Eşref ERTEKIN'IN derlediği,geçen sayıdan başlayan “Çorum'da Söylenen Bilmeceler"den birkaç örnek daha alıyoruz:.

Yol üstünde kilitli sandık,(mezar).
Yarım kaşık,duvara yapışık,(kulak)
Yol üstüne yoğurt dökmüş,silerim gitmez,süpürürüm gitmez,(ay ışığı)
İçi darı gibi,dışı deri gibi, (İncir)
İstanbul'da süt pişer,kokusu buraya düşer,(mektup)
Alaca mezer,dünyayı gezer,(göz)

Dr,Tevfik BERKOL'UN, geçen sayıdan süren “Zührevi Hastalıklar" yazısının süreği gelecek sayıya kayar.

 Eşref ERTEKIN, "Cönklerden Derlemeler" bölümüne Gökeşme oğullarından Çorumlu Rüştü adlı bir şairin uzun bir destanını (20 dörtlük) alır .Bu sayıya alınan destanın kalanı gelecek sayıya aktarılmış,Tamamı 75 dörtlük,yani üç yüz dizedir. Bir bölüm alıyoruz:           

Vedalaşıp andan Kars'a yetiştim
Çorum rediflerin bulup görüştüm
Orduya karışıp cenge giriştim
Çok su aştık bozamadık küffarı.

“Musikimizde İnkılâp Nasıl Olmalı” konusunu Kemal ONSUN inceler. Yazısının son paragrafını alıyoruz: “...Bu ıslahatı yaparken, diğer taraftan Türk Klasik Musikisi hiçbir şekilde ihmal edilmemelidir. Onlar bu günün musikisi olarak tekrarlanmaktan ve aksettirilmekten ziyade Türk Klasiği olarak kalması yine milli musiki varlığımız için bir zarurettir...

 Son bölüm belgeleri:Çorum kalesine yeni bir varoş inşa edilmesine, İskilip Dizdarı Hacı Yusuf’ un durumuna; acemi ve yeniçeri oğlanlarının muhalefetine ve Musa adındaki şakinin yüz elli atlı ile Çorum'u bastığına ve yakalanmasına dairdir.

 

ÇORUMLU DERGİSİ SAYI 32  

1 Birinci Kanun (Aralık)1941 tarihli 32.sayının ilk yazısı,H,Turhan DAĞLIOĞLU’NUN  yazdığı , "Çorum Vilayetin Mülki Teşkilatına Tarihi Bir Kısa Bakış” adlı yazısıdır. Çorum tarihini mevcut  belgelerle inceleyen DAĞLIOĞLU, Çorum’un ilk kez  Danişmendliler' in eline  geçişinden Cumhuriyet devrine kadar olan dönemleri anlatır,ilginç yak-laşımlar getirir.

            “Folklor ve Halkevi” yazısı Kemal SAYIN’IN. İki sütunluk iki sayfa tutan, tek paragraflık yazının son satırlarını alıyoruz: “Milletimizin müstakil ve içtimai müesseselerini bir  metod dahilinde  tetkik ve rap-teylemek mevki ve ihtiyacında bulunan bizler için folklorumuzu her sahada bütün teferru-atıyla bilmek ve onları tabi oldukları içtimai şartlar altında mütalaa eylemek bir zarurettir...”

 Abdullah ERCAN, "Şiire Dair" yazısıyla şiirin tanımını yapar .Yazısının bir yerinde şöyle der: “...O ruhta estetik dalgalanmalar yaratıp,his,heyecan ve hassasiyeten ibaret bir insan yaratan halıktır..." , Yazının son bölümünde ise: “...Edebiyatı Cedideci’ler şiiri yalnızca vezin ve kafiyenin dar  çerçevesinde görmek istemezler ve bir nesir şiirin varlığına inanırlar...” , “...Genç sanatkarlar arasında hâlâ nesir şairi yetişmemiştir. Yetişti ise de bile na-dir ki, nadire itibar yoktur...” diye bağlar yazısını.

 Yozgat lisesi Öğretmeni Mediha AYAN, ise son sınıf öğrencilerine “Nasıl Bir Yolda Yürüyeceğiz” diyerek  onlara yol gösteriyor. Şöyle diyor yazısını bir yerinde:  “...Biz; İnönü,Sakarya,Dumlupınar’dan  dönen babalarımızın alınlarındaki terler, ayaklarındaki tozlar silinmeden dünyaya gelmiş bir nesiliz. Mayalarımız bu kutsal savaş-ların ter ve tozlarıyla yoğrulmuştur. Kanımızın;renk ve hararetini sanki bu savaşın kan ve ateşinden almıştır...” , “...Bir hava gibi Türk köylüsünün kulübesine girerek,Türk topraklarının zerresine karışacağız. Burada Türk zaferinin keskin kılıncından  kaçan cehalet, bağnazlık, ve bilgisizlik gibi gözle görünmeyen düşmanları yakalayıp boğacağız. Birinci hasmımız bilgisizlik olacaktır...” , “...Kafalardaki gerginlikleri  söküp atarak,yerine bilgi ve marifeti koyacağız..." , “...Türk köylüsünü daha verimli yapmaya savaşacağız. Türk kulübesinin içindeki tarihine, yaradılışına ve hüviyetine yakışır bir hale koyacağız...”

 Radyoda tertip edilen "Çorum Halk Gecesi" için Kemal SAYIN'IN yazdığı "Bu Gece" şiirini yine Dr,Tevfik BERKOl'UN "Zührevi Hastalıklar" yazısı izler.

 "Halay"şiirini Çorumlu koçaklara adamış Abdullah ERCAN,24 dizelik şiirinden iki dörtlük alıyoruz. 

Temiz bir su gibi,düzülsün halay,
Şöyle bir açılsın büzülsün halay.
Gönülden gönüle süzülsün halay
Her kime hey, herkes sevdiğine hey.
 
Oynak olsun sazın telleri gibi,
Hafif olsun seher yelleri gibi
Kıvrak olsun yosma belleri gibi
Hey kime hey, herkes sevdiğine hey

 Salim ALTUĞ ,"Oğlumun Düğünü" adlı yazısında Kurtuluş Savaşı'nda şehit düşen oğlunun mezarını,Salihli'deki şehitlikte bir rastlantı sonucu bulan bir ananın ilginç,ilginç  olduğu kadar da duygulandırıcı  ve etkileyici anısını anlatır. Yazını bir bölümünü alıntılıyoruz: “...Meğerse oğluma ben senelerce boşa ağlamışım. Büyük milletimiz, kendi şerefi, kendi namusu için ölenleri unutmuyormuş. Yeri belli olanlara bir mezar,bir abide yapıyor, olmayanlara da sevgi,saygı,aşk ve özlem çelenklerinden örülü yüreğini veriyormuş. Salih-li'nin kurtuluş gününü büyük heyecan içinde sayın Salihli halkıyla  beraber kutladık. Aziz şehitlerimize,oğluma düğünlerde olduğu gibi demet .Demet buketler koyduk .Çiçekler ama , vatan kokuları taşıyan çiçekler serptik .Ben buna 'Oğlumun Düğünü' adını verdim....”

 Dr. Tevfik BERKOL’un “Çorum’da Yıl Çıbanı “ yazısını Eşref ERTEKİN’İN “Cönklerden Derlediği” geçen sayıdaki destanın süreği izler.

Belgeler bölümünde: Şimdi Çorum köylerinden olan Güney, Kultak, Buğacık  köylerine ait  bir ferman sureti ile: Şerafettin Mesut Bin Hıdır kızı Melike Hatun ve oğlu Arif Çelebi vakfına ait bir ferman sureti yayımlanır.

DEVAM EDECEK

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Raşit YÜCEL
Raşit YÜCEL Hayat Hikayesi
YENİ YIL
            Kimler geldi ?
            Kimler geçti ?
            Eskiyi anıyoruz.
            Sinema şeridi gibi gözümüzden ve hayalimizden bir bir geçiyor.
            Acısı ile,
            Tatlısı ile,
            Kederi ile,
            Üzüntüsü ile,
            Ya gelecek ?
            Onu bilemiyoruz.
            İyi ki bilemiyoruz.
            Ya bilsek ?
            Hayat çekilmez bir hal alır.
            Ve öyle bir sinema olsa ?
            Elbette insan bit itim ve davranışların birçoğundan nefret eder.
            İnsan bu.
            Keşfedilmeyen bir çok yönleri var.
            Hele aldanır,mevcut lezzetleri ile yetinir.
            Akıbeti görmeyen insan kör hisseler ile doludur.
            İşte yeni yıl bu muhasebenin kendi iç dünyamızda canlandığı anlar olmalı.
            Kör hissiyatımızın yanına,kör noktaları da koyarsanız sayılamayacak kadar bahtsızlıklar yaşarız.
            Önce düşünmemiz gereken şeyleri,başımıza gelen olumsuz şeylerden sonra düşünürüz.
            “Ey nefsim !”,
”Ey hayali arkadaşım !”
“Ey emelleri çok kardeşim !”
yılların sayfalarını bir bir çevirirken bunlar aklıma gelir.
Zamanı kim yakalamışta sen durduracaksın ?
Bak işte !
Önemsiz insanların adı,sanı bile yok.
Adı da,sanı da insanlığa hizmet için geçmiş insanların namı,asır’dan asır’a dalgalanıp gidiyor.
Nam almak için,şan kazananlar ise kayboluyor.
Hiçbir şey beklemeden bir şeyler yapmak kadar değerli bir şey tasavvur edemiyorum. Riyasız,
Gösterişsiz,
Enaniyyetsiz  büyükleri düşünüyorum.
Günümüz insanlarının buna ihtiyacı var.
Küçük bir iyiliği bile etiketleştiren insanların haline bakalım.
“Ben”lik duygusunun çağı sarıp sarmadıklarını görürüm.
Sahte bakışlar,
Mühtehzi alkışlar,
Yalancı tebessümler,
“Ben,seni hiç sevmedim ki !”
“Menfaatini sevdim !”
“Menfaatin sona erdiği an ise,seni hiç aramadım”
Niyazi Mısıri’nin derinden derine dert yandığı insanların bu çağda oldukça çokluğunu hatırladım.
Vefa hissinin çarmıha gerildiğini gördüğüm zaman bıçak yarasından daha hazin bir acı getirir insana.
Yeni yıl,yeni dostlarla devam eder.
Çok şükür dostlar varda teselli buluyoruz,yoksa dünyanın ne tadı kalırdı ki?

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Yaşar KILIÇ
Yaşar KILIÇ Hayat Hikayesi
ÖZÜMDEKİ SARAY
Yanacak mıydı özümdeki nakışlı saray ?
Biz yokken ateş koltuğuna oturmuş
Geceleri düşlerime giren kara yılan
Gelmiş güllerimin kalbine dolmuş
 
Sonunda anladım dünyayı gören gözlerimle
Aslanı kediye boğduran cansız bir postmuş;
Bana yakışmaz geçen zamanlara acırım
Fidan dikecek bir iklim bile kalmamış
 
Düşünüp bir kere göklere kaldırsak başımızı
Görürüz geldiğini Nebi'nin Uhud'dan !
Bize öğretmediler hakikâtin sırrını
Oysa bin bir renkli kelebekler geliyor ışıktan.
 
Sevgiyle beraber mânâda ellerimiz
Yoğuracak vatanı sularında ecrin
Seher vakti beyaz güller açarken
Çilemin teri akar yeşil lüleden
 
Koşuyor adımları kurşundan
Son damlayı içiyor altın tasından
Ve içime bir ses doğuyor imandan
Kellem koltuğumda, korkuyorum Allah'tan

 

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

73 SAYI 25 Mart 2005 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!