YIL 6  SAYI 64  25-Haziran-2004 

ÇORUM ALBAYRAK İLKOKULU ESKİ HALİ

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Mahmut Selim GÜRSEL YEDİNCE YILA GİRERKEN
Dr Ali EMİROĞLU AVRUPA'NIN BÜYÜK İLGİSİ
İsmet ÇENESİZ ÇORUM TRAFİĞİ
Salim SAVCI YABANCILAR YERİNE TÜRKÇE SÖZCÜKLER KULLANALIM - ANNE SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE
Raşit YÜCEL ANNE
Mesut ARTAR İYİLER VE KÖTÜLER
Dr. Ali EMİROĞLU SÜMERLERDE İLK BAHÇECİLİK
Mahmut Selim GÜRSEL ANACIĞIM
Mahmut Selim GÜRSEL DOĞALGAZ
M. Şakir ÇIPLAK İSTİKLAL MARŞIMIZIN TEMEL KAVRAMLARI
Teoman ŞAHİN AŞURA GÜNÜ MÜ?  AŞURE  ÇORBASI MI?
Sakin KARAKAŞ SPOR YAPMAK SAĞLIKLI YAŞAMIN ANAHTARI
Üzeyr Lokman ÇAYCI DÜŞ ÇİÇEĞİ
Rasim ÇAKICI BENZİYOR

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
YEDİNCİ YILA GİRERKEN
            Bir yılı daha arkamızda bırakırken Çorum’un tek yayınevi başarıları veya başarısızlıkları ile ilgili birçok bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bence oldukça uzun bir yıl periyodu sayılan bu süre içerisinde kendime göre birçok başarılarım oldu. Pek çok yazar arkadaşları yayın hayatına kazandırdım. Pek çok arkadaş ile yeni tanıştım. Pek çok samimiyetler kuruldu.
Yayınevimizin bir gelir getirsin diye açmadığımı pek çok sefer söyledim ve yazdımsa da pek çok kişiler bu işlevi anlamadılar. Akılları almadı,havsalalarına sığmadı. Onları kınamak için bunları söylemiyorum. Çünkü onların yaşamları ticaret üzerine kurulmuş olduğundan yayınevimizin bu işlevin anlayamadılar.
Bu geçen yedi yıl içerisinde;bir arkadaşımızın kitabı için arkadaşımızın ismini de vererek bir matbaadan fiyat aldık. O matbaa senin için şuna olur diyerek,o arkadaşa bana verdiği fiyatın 50 milyon altında fiyat vererek beni sahtekar durumuna dahi düşürdü. Tabii ki o arkadaşımız bu farkı kendimize alacağımızı zannederek bizim önerimizi kale almayarak o matbaaya bastırdı. O arkadaşımız Hac görevine giderken baskı işlerini verdi. Ona aman işini sağlama al dediysem de bildiğini okudu Allah’tan o matbaa bana verdiği fiyatın %80’i kadarcık KAZIK attı da yazarımız o kadar ile kurtarabildi.
Bunlar geldi ve geçti. Artık mazi oldular. Yazılı olarak kalanlar ise elinizde bulunan dergilerimiz.
Basılmakta olan dergilerimize kendimce uygun gördüğüm sebeplerden dolayı “Dergi baskı işlerini durdurdum” Merak edenlerini olursa şöyle söyleyebilirim:
Bazı akrabalarımız basılan dergilerden oldukça yüklü para kazandığımızı zannettiler. Bazı yazarlarımı yüzüme baka baka “Derginin her çıktığında paraları nereye istif ettiğimi sordular” Bazı dergi okuyucularımız biriken dergi paralarını üzerlerine yattılar. Ve başka başka sebepler.
Şimdi dergimizin nasıl basılı hale geleceği söyleyeyim.
Sağ olsunlar halen yazı veren yazarlarımıza üç sayı sonra soracağım. Arkadaş senin üç sayıda şu kadar yazın Internet’te yayınlandı. Şimdi ben kendi yazılarımı  bastırarak ücretsiz dağıtacağım. Senin de şu kadar sayfa yazın var. Matbaada şu kadar paraya mal oluyor. İstersen seninde bu kadar ücret vermen gerekmektedir. Şu kadar adet bastıracağız,sana da şu kadar basılmış yazılarımızı vereceğiz. Sende bunları eşine,dostuna,akrabana,hısımına, arkadaşına ücretsiz dağıt diyeceğim.
DİYECEĞİMDE NE OLACAK ?
Hiçbir şey. Onlar yazılarının basılması için verecekleri birkaç kuruşa tamah edecekler,ben ise emekli maaşımdan arttırdığım para ile yazılarımı basacağım. Onlar beklide baka kalacaklar.
Bakalım ömrümüz ve imkanımız olursa göreceğiz.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
AVRUPA’NIN BÜYÜK İLGİSİ
Avrupa Birliği ülkelerinin memleketimize büyük ilgisini anlamakta,bazen değil her zaman zorluk çekiyoruz. Tarih içinde edindiğimiz bilgilere göre milletler birbirlerine ancak çıkarları varsa yardım ederler. İnsanlık adına iyilik ettikleri pek görülmemiştir, hatta;müstemleke devirlerinde,işgal ettikleri memleketlere bile insanca muamele ettikleri pek görülmemiştir. Hindistan’da İngilizler,bazı güzel parklara Hintlilerin girmesini yasaklamışlardır. Parkların kapısına ise “Hintliler ve köpekler giremez” levhaları bile koymuşlardır. Önceki yazılarımızın birinde bu çirkin levhalanmış durum için İsmailiye Tarikatının lideri Ağa Han’ın şikayetleri ve teşebbüslerinden bile bahsetmiştik. Ağa Han Türk asıllı olup büyük bir İngiliz hayranıdır.
            Avrupa milletinin bizimle ilgilendiği sorunlardan birisi çok ehemmiyet vermedikleri birisi Türkiye’de yaşayan mahalli dil ve lehçelerdir. Biz bunların hangileri olduğunu biliyoruz. Yerel dillerin neler olduğunu bilmeyen insanlar var mıdır Türkler arasında ? O zaman;bunları saymakla yer kaplamış olmayalım.
            Tıpkı bizde olduğu gibi,her ülkede resmi dil olduğu gibi,çeşitli mahalli dil ve lehçelerde vardır. Bilhassa ABD de,otokten halk olan Kızılderili insanların dilleri ve lehçeleri vardır. Bunlar Amerikanın bu ilk sakinleri bu gün Amerikan vatandaşları bulunuyor, ayrıca ABD nin göç aldığı milletlerin sayısı pek kalabalıktır. Her milletin miktarları milyonlarla açıklanır. Bu milletlerin hepsinin dilleri olmasına rağmen ABD de resmi dil yalnızca İngilizcedir. Bizdeki sorunların hepsi onlarda daha kalabalık şekillerde bulunduğu halde,bize empoze edilen mahalli dil ve lehçelerin geliştirilmesi diye kendilerinin bir sorunu yoktur.
            Avrupa ülkelerinde da aynı sorunları var. Avrupa’nın her ülkesinde olan bu durum somut olarak görülmüyor. Her ülkenin bir resmi dili var. Eğitim ve her cins yayın bu dille yapılır. Bu demektir ki;o ülkede insanların hepsi resmi dille gelişmiştir,yükselmiştir. Fransa’daki Brötenyalılar içinde durum aynıdır. Bunların gelişmiş medeniyetleri,edebiyatları,değişik mimarisi ve resmi mevcut. Bir ara ilk eğitimin kendi dilleriyle olmasını istediklerinde,bütün Fransa ayağa kalkmıştı. “Devleti parçalamak mı istiyorsunuz ?” Denmişti. Şimdi Fransa’da aynı ciddiyeti koruyor. Brötanya’da resmi dil Fransızca’dır. Bunu değiştirmeye Fransız Devletinin niyeti yoktur. Fransa AB üyesidir. Bu durum Fransa’nın kurucu üye olması için bile sorun olmamıştır.
            Avrupa Devletleri ve birliği bizim Avrupa sevdamızı kullanıyor. Kıbrıs yeterince bu niyetleri ortaya koymuştur. Şimdi Yunanistan’la aramızdaki bütün sorunları bitirmek isteniyor. Bu sorunlarımızın bir kısmı Yunanistan’la aramızda savaş sebebi olarak belirlenmişti. Biz;bu sorunların hep böyle kalınmasını istiyor değiliz. Ancak;bu sorunlar adalet içinde ve gelecekte bize felaket getirmemek şartıyla bitirilmesini istiyoruz. Avrupa içine gireceğiz diye hayati çıkarlar gösteren sorunlarımızı halletmeye isteklide değiliz. Avrupa içerisine girsek bile bu sorunların bir kısmı hayatiyetliğini kaybetmez. Bir müzakere tarihi koparacağız diyerek bunları görmezliğimizin bir anlamı yoktur.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsmet ÇENESİZ
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi
ÇORUM  TRAFİĞİ;
İlk defa bu kadar kısa, az ve öz bir yazıyla karşınızdayım sayın okuyucularım.
Çorum Trafiği her geçen gün biraz daha çıkmaza giriyor. Köşesinin adını “Isırgan” koyan Sayın köşe yazarımız bizim Tugay Afat bu konuyla hiç ilgilenmiyor. Bana yardımcı da olmuyor!
Eskiden Tercüman Gazetesinde pehlivan tefrikaları yazılırdı. Döndürür, dolaştırır aynı şeyi aylarca yazarlardı. Ama yinede zevkle okunurdu. Benim son günlerde Çorum trafiği hakkında yazdıklarımda o tefrikalara döndü. Bu konuda yazdık olmadı, postaladık olmadı. Ama bir parti yetkilisine telefon ettik. Bizim telefondan bir saat sonra trafik lambalarının hemen yanındaki arabalar sır oldu! Kayboldu! Arabalar sağlı sollu iki koldan akıp gitti. Trafik rahatladı, kuyruklar kalktı. Bizde telefon ettiğimiz beye teşekkür ettik tabii.
Ben telefonu kapattıktan sonra telefonum çaldı. “Yazı tesirini gösterdi, teşekkür ederiz Çorum Halkı adına”  dedi birisi. “Kimsiniz?” dedim.  “ Boş ver kim olduğumu. Yazında bahsettiğin ve her şeyin üstünde dediğin VATANDAŞIM” dedi ve telefonu kapattı.
Kardeşim arabaları oradan kaldıran ne benim yazım, ne de vatandaş! O arabaları kaldıran, SESİ BİLE GÜLLE GİBİ DÜŞEN PARTİLİ İDİ. Ama netice aldık ya, hedefi vurduk ya, trafik rahatladı ya olsun dedik. Dedik de ne oldu biliyor musunuz?
Ben böyle olacağını biliyordum. Sadece dört gün sürdü. DÖRT GÜN SONRA İSE ESKİDEN ARABALAR TRAFİK LAMBALARINA 5-10 METRE MESAFEDE PARK EDİYORLARDI ŞİMDİ NEREDEYSE TAMPONLARI DİEREĞE DEĞİYOR. İşte Çorum’da trafik bu! Ben derdimi anlatamadım!
Bende bir alemim! Sanki devletten maaş alıyorum. Ama inanmak var ya, eğitim var ya, Çorum sevgisi var ya, bırakmıyor yakamı.
Yine netice alamazsam yine yazacağım. Yine yazacağım. Ama herhalde sonunda Vatan Gazetesinden Sayın Ahmet Vardar’ Beye bu yazıların hepsini gönderip yardım isteyeceğim.
LAFLA, seviyorum, demekle olmaz. Çorum’u hakiki sevenler lütfen bize ve Çorum’a canı gönülden sahip çıkınız.
HERKESE EYVALLAH.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Salım SAVCI
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
YABANCILAR YERİNE TÜRKÇE SÖZLÜKLER KULLANALIM
            Kızılay’ın merkezinde bir bayan berberinde geçen bir durumu anlattığı gibi aktaracağım.
            Kış dolayısıyla bayan berberin iş yeri kapısı kapalıydı. İlkbahar geldi. Camekanlı kapı açık kaldı. Müşteriler geldi,işini bitirdi gitti. Yalnız gelişte ve gidişte kokular saçan bayanlar (Bay bay diyerek) iyi günler            yerine de,yine görüşme dileğiyle,bir başka deyimle Allah’a ısmarladık yerine istinasız BAY BAY demişler. Belki sizin oralarda BAY BAY sürüp gidiyor olabilir.
            Bu gözlemi bir dostum bana aktırdı. Ben de sizlere aktarıyorum. Ama huzursuzum. Nedenini açıklayayım:
            Biz Türk’üz. Türkçe konuşuruz. Türkçe’mize giren sözcüklerin Türkçe’sini buluncaya dek onu da kullanırız. Fakat bu sözcüğün Türkçe’si var ise,bunu kullanmak her vatandaşa düşer. Çünkü;Türkçe’mizi güzelleştirmeyi düşünmemiz gerekir.
            Bayan berberinin adı,kuvaför (Yazım kılavuzu böyle diyor) Tabelada ise kuaför  olarak yer alıyor. Belediyelerin,Türk Dil Kurumu ile Türk Dil Derneğinin,Vergi Dairelerinin bu ismin Türkçe’sinin yazılmasını isteme hakkı var sanıyorum. Öyle ise bu karmaşa neden yaşanıyor ?
            Bayan berberine gelen genç,orta yaşlı bayanların da istinasız BAY BAY demelerine bir anlam veremiyorum. Çünkü;bunun yerine geçecek sözcüklerimiz var.
            İş yerine geldiniz diyelim. İyi günler veya merhaba diyebilirsiniz.
            İş yerinden ayrılıyorsunuz diyelim. Bay bay yerine,görüşme dileğiyle veya Allah’a ısmarladık diyebiliriz.
            Hele şu (görüşürüz) sözcüğü yok mu ? Görürsün ha ! Anlamına gelmiyor mu ?
            Bu yazıyı okuyunca;Anadilimizin örselenmesi sizi sıkmıyor ise LÜTFEN TÜRKÇE’mizi düşünelim demeden geçemiyorum.
ANA ANNE SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE
            Bana gelen mektuptan aktarma yapıyorum:
            Alfabemizin harflerini,bazı sözcüklerimizi yanlış söylemeler,yanlış yazanları iğneliyorsunuz. Bu durum hoşuma gidiyor. Çünkü Anabilim TÜRKÇE’yi çok seviyorum.
            Bir tanıdığımın evinde;çocuklarından bundan sonra ANNE yerine ANA diyeceksiniz demişler. Hemen sizi anımsadım. Siz ne diyorsunuz ?
            Böyle durumlarda kaynak aranır. T.D. Kurumunun sözlüğünü açtım. Oradan aktarma yapalım:
            ANA a. Çocuğu olan kadın,anne, TDK Sözlüğü s:53
            Yavrusu olan dişi hayvan.
            Dince aziz tanınan kimi kadınlara verilen saygı sanı (Fatma Anamız)
            ANNE a. Çocuğu olan kadın,ana,valide, TDK Sözlüğü s:59
            Ana ile anne sözcükleri tam anlamıyla yerleşmiştir. Aile geleneklerine uyarak ana,anne sözcüğünü kullanabilir. Bana soracak olursanız ben ANA sözcüğünü daha çok kullanırım.
            Yukarıda bir sözcük daha geçti. O da Validedir. İşte bu sözcüğe hayır diyenleri coşkuyla kullanırım.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Raşit YÜCEL
Raşit YÜCEL Hayat Hikayesi
                   ANNE
            Söylenişi dahi güzel,
            Anne,anne,anne !
            Hiçbir riya ve gösterişin içine girmediği bir duygudur anne !
            “Anan gibi yar olmaz,Bağdat gibi diyar olmaz” Sözünün söylemek isterdim.
            Ama Bağdat ?
            Ahhh. Bağdat !
            Nice anneler,
            Nice bacılar,
            Nice kızlar,
            Nice yiğitler ehli küfrün elinde ne hale geldi ?
            İşte vahşi batı.
            İşte vahşeti,
            İşte dehşeti.
            Nice annelerin yüreği yanıyor.
            Hem de yakınımızda.
            Hem de bir zaman kuşların neşe iye cıvıldaştığı,manevi atmosferi dünyaya nam salan Bağdat’ı…
            Anne !
            Kendisi yavrusuna feda edip Aslana saldıran anne.
Bir gün yavrusunu kaybedip sonra bulan bir tabloyu görürsünüz. İki cihanın Sevgilisi yanında Sahabelere şöyle der:
            “İşte bu annenin yavrusuna şefkati,Cenab-ı Hakk’ın şefkatinin yanında sadece bir pırıltıdır”
            Ya O’nun şefkati ?
            O kadar büyüktür ki ,
            Annenis ev,
            Annesiz kucak,
            Annesiz şefkati düşünmek dahi elem verir insana.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mesut ARTAR
Mesut ARTAR Hayat Hikayesi
İYİLER VE KÖTÜLER
63. sayıdan devam
Bir ev hanımından lise öğrencisine,
 Esnaftan profesöre Belediye başkanından Millet vekiline parti il başkanından mahalle muhtarına köylüsünden şehirlisine kadar vicdan sahibi, güzel ahlakı bilen ve bu ahlakın insanlar arasında yaşanmasını isteyen her insan iyilerle ittifak edebilir. Ancak bunun için tüm ön yargılarınızdan şimdiye kadar yaptığınız
değerlendirmelerden ve bizlere öğretilen doğru ve yanlışlardan tamamen kurtulmalıyız. Daha sonra çevremize dikkatle bakmamız ve gerçek iyilerle gerçek kötülerin kimler olduklarını tespit etmemiz gerekir. Bu tespiti yaparken de kendinize tek bir ölçü almamalıyız:
Bir de hayatının her anında ahlaksızlık yapan, insanlara huzursuzluk, tedirginlik veren, onları aşağılayan, dolandıran, incitici sözler kullanan, insanlara değer vermeyen, sadece kendisini düşünen, dedikoducu, kötümser, saldırgan, yalancı insanlardan bukelemon gibi renk değiştiren olup da, arada sırada sokaktaki bazı fakirleri giydirip doyuran, onlara yardımda bulunanların da gerçek iyilerden oldukları söylenemez. İyi insanların tüm hayatlarında doğruluk, dürüstlük, adalet, candanlık ve samimiyet hakimdir. Ancak şu yanlış anlaşılmamalıdır; insanların elbette ki hataları veya eksik yönleri olabilir. İyi ve samimi niyetli bir insan bu hatalarının ve eksikliklerinin farkına vardığında bunları hızla telafi etmek için çaba sarf eder, vicdanının ve gücünün yettiği oranda en güzel ahlakı göstermeye çalışır.
Bencil, hırslı, vicdansız ve insaniyetsiz insanlar aralarındaki kıskançlık ve rekabet nedeniyle hiçbir zaman birlikte hareket edemez, işbirliği yapamaz, bu nedenle de çeşitli hiziplere bölünürler. Bu hizipleşmenin bir sonucu olarak da birbirlerine karşı çok şiddetli düşmanlık beslerler.
Ancak kötüleri, kendi içlerindeki bu hizipleşmelerine rağmen bir araya getiren ve birlikte hareket ettiren bazı olaylar vardır. Her şeyden önce onları bir araya getiren ve ortak bir amaçta birleştiren şey, şeytani duygularıdır. Bir araya gelişleri ise bir çağrı, duyuru veya yazılı bir sözleşme ile olmaz. Hatta çoğu zaman kendi aralarında tek bir kelime dahi konuşmadan, tek bir kez görüşme yapmadan güçlü bir birlik oluştururlar. Birbirleriyle maddi ve manevi çıkarları nedeniyle her zaman rekabet ve çekişme içinde bulunan kişiler bile, ortak bir hedef söz konusu olduğunda tüm çekişmeleri unutur ve birleşirler. Tarih boyunca her toplulukta, iyileri kötüleyerek halkı onlara karşı kışkırtan, mal ve mevkilerinin gücüne dayanarak saldırgan, şımarık ve azgınca davranışlar sergileyen kişiler bulunduğu görülmüştür. Halk ise zengin ve güçlü gördükleri ve bu nedenle korku duydukları bu insanların sözlerine itibar ederek, çoğu zaman kötülerin önde gelenlerinin yanında yer almışlardır.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ali EMİROĞLU
Ali EMİROĞLU Hayat Hikayesi
SÜMERLERDE BAHÇECİLİK İLK GÖLGELENDİRMİ ÇALIŞLMALARI
            Tarımsal kültür Sümerlerin tek zenginlik membaı değildi. Sümerler sebzecilik yapıyordu ve bahçeler yüz güldürü idiler. Bahçecilik söz konusu olunca Sümerler çok eski zamanlardan beri kendi keşifleri olan bir teknik kullanıyorlardı. Sebzeleri şiddetli rüzgar ve güneşten korumak için çok büyüyen ve gölge yapan çok büyük yaprakları olan ağaçlar dikiyorlar ve bu ağaçların gölgesinden koruyucu olarak istifade ediyorlardı.
            Krammer bu ilgi çekici durumu 1946 da tespit ediyor. Bununda o güne kadar bilinmeyen bir efsane yazısını çözerek başarıya ulaşıyor. O sırada kendisi İstanbul’da Amerikan Kolejlinde müşavir profesör olarak bulunuyor. Bağdat çalışmalarına gitmeden önce İstanbul’da 4 ay geçiriyor. Bu suretle bu yıl kendisi taşra hizmetini bitirmiş olmaktadır. İstanbul’da edebiyat ve şiirle ilgili pek çok tablet kopyalamış olduğu görülüyor. Kendisi aslında bunlarla yakından ilgilidir. Bu tabletlerden bazılarının parçaları veya tabletlerin kendileri dikkatini üzerlerine çekiyorlar. Bunların büyükleri vasat ebatlarda bulunuyorlar. Aralarında oldukça uzun olanları da mevcut. 8 kolon veya 12 kolon olanlar mevcut. Bunlar “Kış ile yaz kavgası” adını taşıyorlardı. İşte bunlar arasında söz konusu olan edebi kıymetli bir şiir tabletine rastlıyor. Buna;Fransızca’sı “Bahçıvanın Kahredici Günahı” adını veriyor.
            Tablet başlangıcında 15/18 cm. ise 10,5/18 cm. ebadında bulunuyor. Hepsi zaten altı kolon olan tabletin ilk ve son kolonu ileri derecede yıpranmış durumda. Sağlam kalan dört kolondan iki yüz satır istifade edilir durumda bulunuyor. Buna göre,tabletin yarıdan fazlası sağlam kalmış durumda.
            Doküman’ın mahiyeti anlaşılabilir hale gelince bu efsanenin eskiler benzemediği keyfiyeti de ortaya çıkıyor. Fazla olarak  iki özellik daha var ki Krammer’e göre özellikler taşıyor. Birincisi: Yalnız din kitaplarında bulunan bir olay. İkincisi ise;yukarıda bahsedilen koruyucu gölgelendirme tekniği. Bu teknik Sümerlerde yüzyıllardan beri tatbik edile geliyor. Yazının  kısa nakli mevcut. Tablet kırılmış olduğundan ancak bir kısmını zikretmek mümkün olabiliyor.
            Shukallituda adında bir bahçıvan var. Kendisi iyi bir bahçıvan ve aynı zamanda hem çalışkan ve hem de oldukça anlayışlı bir insan. Bütün meziyetlerinin bulunmasına rağmen bahçesi günden güne düzeleceğine,daha çok yıkıma doğru gidiyor. Arkları maşalamaları ve sulanması bilgi içinde yapılmış olmasına rağmen sebzeler bozuluyor. Şiddetli rüzgar nebat yaprak ve dallarını koparıyor. Yapraklar aynı zamanda kötü bir toz tabakasıyla örtülüyor. Nihayet bahçe nebatları kuruyorlar,o zaman bahçıvan kafasını kaldırıp yıldızlara ve semaya bakıyor. Mevcut işaretleri ve falları tetkik ediyor. Allah’ın kanunlarına bakmayı ve bilinçlenmeyi öğreniyor. Böylece yeni bir akıllılık tarzı keşfedilmiş oluyor. Bahçesinin kenarlarına ve gerekli yerlerine sarbuta cinsi bir çeşit söğüt ağıcı (saul) dikiyor. Bu dikilen ağaçlar hem çabuk büyüyor ve hem de sabahtan  karanlığı kadar koyu gölgesiyle nebatları koruyor. Bu suretle bu gölgelenmiş bahçede de bütün sebzeler daha gür ve daha verimli yetişme imkanı buluyorlar.
            Bir gün Sümer Tanrıçası İnanna;gökleri ve yeri şöyle geçtikten sonra yorgun vücudunu dinlendirmek için Shllituda adlı bahçıvanın bahçesinin yakınında veya bahçesinin kenarına toprağa uzanıyor. Bahçeyi baştan başa seyrediyor. Sonra yorgunluğun etkisiyle uyuyup kalıyor, sabah şafak aydınlığı başlayınca yorgunluktan dinlenmiş olan tanrıça,birde bakıyor ki  kendisi perişan halde. Farkında olmadan bir erkek ırzına geçmiş,tenasül aleti perişan duruma gelmiş. İnana kendisini aleme rezil eder duruma getirmiş olan bu yaratığı ne pahasına olursa olsun bulup meydana çıkarmak istiyor. Sümer Ülkesine üç adet bela yolluyor ve bağlarla palmiye ağaçlarını kanla meşbu hale getiriyor. İkinci bela olarak da  ülke üzerine saldığı şiddetli fırtınalarla bütün bitkileri ve evleri perişan ediyor, üçüncü saldığı felaket hakkında bilgi almak mümkün değil çünkü; bulunmuş tabletin bu kısmı tamamen tahrip edilmiş bulunmaktadır. Unu anlamak için bu tabletin bir sağlam kopyasının daha bulunmasını beklemek gerekecektir.
            Orta derecede bir kudret,güzellik tanrıçası kudreti kullanılmış olmasına rağmen,İnana;kendisini gece perişan duruma getiren yaratığı bulma imkanına gelememiştir. .u işi yapan bahçıvan  Shukallituda ise adeti olduğu üzere babasını arayıp bulduktan sonra kendisine nasihat vermesini istiyor. Babası da oğluna başlarında siyah başlı insanların bulunduğu şehre inmesini ve şehirde kenarlarda değil orta merkezde bir yerde oturmasını istiyor. Kendi kardeşlerinden de uzak olmasını ekliyor. Kraliçe ise kendisini perişan hale getireni bulup intikamını alamıyor. Kendisi de içi kinle dolu olarak Eridu’ya gelip mabedi içinde duran akıl tanrısı Enki’den yandım istiyor.
            Kramer;tabletteki şiirin en anlamlı yerlerini tercüme etmiş. Elimizdeki kitabında Fransızca olarak tespit olunmuş. Bu şiirin esası tekste yazılan anlamını aynen aksettiriyor. Bende Fransızca’sından birkaç mısraını Türkçe olarak naklediyorum:
            Shukkallituda,bahçesinin kenarında güzel tanrıçayı gördü.
            Ona hayran kaldı ve kollarına alarak,onu istediği gibi sevdi.
            Bahçenin içine onu getirdi.
            Şafaktan sonra güneş yükseldi
            Kadın kendi halini görünce dehşete düştü
            İnana,kendi halini görünce dehşete düştü
            O zaman kadın,vegeni sebebiyle ne oldu dedi.
            İnana vajeni sebebiyle ne olduğunu sordu.
 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
        ANACIĞIM !
            Yıllar  önce onu gerçek vatanına uğurladım. Elimden gelen ancak buydu. Onu yıllarca sevdiği,cefasını çektiği,bazen onun için ağladığı,ona her namazda dua ettiği biricik eşinin babamın yanına defnettik. Bence onun yeri orası olsa gerek demiştik.
            Anacığım 1945 senesinde babamla evlenmiş. Bir iki yıl sonra evlatları olmuş. Onları gurbet ellerinde babam ile büyütmüşler. Bizleri bu günlere gelebilmemiz için bütün varlıkları ile çalışmışlar. Aç kalmışlar,bizleri açık bırakmamışlar. Üşümüşler bizi koyunlarında ısıtmışlar.
            Anacığım !
            Bunca senedir seni hiç unutmadım. Bazılarının hele son yıllarda pekte moda oldu,senede bir gün ANNELER GÜNÜNDE hatırlamalarına gülüyorum. Analar sadece bir gün mü hatırlanacak ? Her an. Hatırımızdasınız.
            Hiç dikkat ettiniz mi ?
Annesini sevmediğini ağzı ile ikrar eden kişiler bile bir yeri acıdığı zaman :Ah anam ! diye acısını bildirirken,anasını ağzı ile unuttuğunu söylemesini kendi ağzı ile de  yine kendisi yalan söylediğinin şahitliğini yapmakta olduğuna sizlerde şahit olmuşsunuzdur.
Analarımız.
Bizlerin bu dünyaya gelmemizde en büyük emeği olarak yaratılmışlar. Onlar olmazsa idi insanları bırakın bütün canlılar acaba nasıl üreyeceklerdi.
Analarımız.
Sizleri anmak için bir gün ayıranları ve bu analar günü adında kutlayanları  bir miktar düşünmeye davet ediyorum.
            Düşününüz. Tevekkül ediniz. İrdeleyiniz.
            Bizlerin yaratılmasına vesile olan,şimdi ihtiyar veya ölmüş olan analarımızı düşünün. Onlar da bir zamanlar bizim gibi gençtiler. Onlar da  bizim gibi çocuk idiler.
            Bu düzeni bir inceleyiniz.
            Bu döngü olmasaydı,bu düzen kurulmasaydı,bu mekan yaratılır mıydı ?
            Bizi önce yaratan Rabb’imize hamd ederken,anamıza da sevgi ve muhabbetlerimizi göstermeliyiz. Bence bu bir mecburiyettir. Anası sağ olanlar. Onları ziyaret edin. Sonra bir zaman gelir benim gibi sizlerde seslenirsiniz. Her yaratılan ölümü tadacaktır.
            Analarımızı sadece bir güne sığan anmalarla anmayalım.
            Ya babam ?
            O da anamda birkaç yıl önce ebedi vatanına göçmüştü. O7da bizleri büyütürken sıkıntılar içerisinde,evlatlarının adam olmasını isteyerek ömrünü tamamlamıştı. Bu yazı yayınlandıktan sonra da “Babalar Günü” kutlanacak. Ne acıdır ki böyle kutlamalarla ana ve babalarımızı bizlere hatırlatmaya çalışıyorlar. Onlar kalbimizde bulunan en büyük emanetlerdir.
            Babalarımız da en az analarımız kadar bizlerde hakları olan kişilerdir.
            Anacığım ve Babacığım!
            Sizleri ne kadar özledim bir bilsen ?

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
DOĞALGAZ
            Bizlere ilk önceleri yakacak olarak PETROKOK’u ta
vsiye edenler şimdi de başka bir ithal maddeyi överek karşımıza koyuyorlar. Bildiğiniz gibi bu yakacak maddesi DOĞALGAZ.
Çorum son beş altı aydır yeni bir yakıt sistemi ile tanışmaya hazırlanıyor. Bu sistem yine bilindiği üzere dışa bağımlı bir yakıt olan DOĞALGAZ.
 
Türkiye gerçeği olarak karşımıza çıkan bu dayatmalarla halkı mecbur tutmalar yine karşımızda. Artık uyanın beyler. Karşınızda bulunan Türk insanı sizlerin bildiği;hiçbir konudan anlamayan,hiçbir bilgiye sahip olan kimseler değil.
Resimlerini de yayınlamaya çalıştığım DOĞALGAZ çalışmalarının Bahçelievler aylağı bitmek üzere. Ne diyelim darısı öbür mahallelere. Birde bu çalışmalar için özür dilenmez mi ? Allah’ım bu beni çıldırtıyor.
Doğal gaz ile ilgili sitemizin dergi arşivinde bulunan yazarımız Makine Mühendisi Nihat Yıldırım: Merkezi sistemde müşteriye  yansıyacak  maliyetler  şöyledir.
1.Tesisatın  projelendirilme  maliyeti
2.Merkezi sistem kazanının tesisat dönüşümü ve  borulamas  maliyeti
3.Ortak gaz tesisatı maliyeti
4.Ortak gaz aboneliği maliyeti
5.Kazan dönüşüm  yada  yenileme  maliyeti
6.Tesisatın şehir gaz  şebekesine bağlanma  maliyeti
7.Ocak dönüşüm  maliyeti
8.Apartman  ortak  gaz hattı  maliyeti
9.Şofben dönüşüm  maliyeti
ve;
Kombili sistem  maliyetleri de  şu  şekilde olacaktır.
1.Kombi maliyeti,
2.Kombinin  montaj  ve tesisat  maliyeti,
3.Daire  içi tesisat tadilat  maliyeti,
4.Projelendirme  maliyeti,
5.Bireysel abonelik maliyeti
diye bizleri bu yeni sistemde yapacağımız masraflar için uyarmıştı. Her konut bu iti sistemden birisini seçmekle yükümlü. Yani eli mahkum. Artık ben evimde gaz sobası,katılatik sobası,odun sobası,kömür sobası ile ısınırım diyemeyecek. Artık Komşularımızın topraklarında bolca bulunan bir yakıt kullanacağız.
Şimdi sizlere bir olacağın senaryosunu yazayım:
Bir apartman karar alarak başkanlarına araştırma yaparak en uygun apartman sisteminin merkezi sistem mi yoksa kombi mi diyerek görevlendirir. Bu görev sonunda bu yakacak sistemlerini üreten firma satıcıları kombiye göre daha ucuz olur diyerek mallarını satmak için merkezi sisteme yönlendireceklerdir. Diyeceksiniz ki niçin ? Efendim:Birincisi olarak 16-20 uro değerinde bir malzemeyi o apartmana satmak için. Neden ? Ticaret erbabı,nasıl olsa o sistemi deneyen apartmanların pek çoğu o firmaya müracaat ederek ikinci sisteme mecburen geçecekler. Böylece o firma elinde bulunan iki malı da o apartmana satmış olacak.
Ayrıca “Düdük bayramda satılır” misali bu firmalar da devamlı arz-talep orantısında bizleri düdük….. bu işler böyle yürüyor.
Bana göre bu sistemleri ilimize empoze eden firma ve resmi kuruluşlar ilk önce Çorumluları iyice bilinçlendirmeleri gerekirdi. Şirketin ihaleyi kazanmasından bir sonraki aşama tüketiciye,neler yapacağını bildirmeli ve hatta ileride yasaklanmaların gelebileceğini bile söylemeliydi. Amma böyle olmuyor. Ben yaptım da oldu. Benim söylememe gerek yok gibi laflarla bu işleri geçiştirebileceklerini biliyorum. 
Şimdi tüketici olarak,yüzeysel bilgiler dışında nasıl bir araştırma yaptı ?  Hiç. Kocaman bir hiç. Hepimiz kazılan yerleri seyrederek,evlerimizin toz,yağışta üstümüzün çamur olması ve hatta bağlantı işlerinin bile yapılmadığı doğalgaz hattının bitmesini bekliyoruz.
Evet beyler. Hepimiz birazcık suçluyuz. Kimimiz satacağımız malın getireceği tatlı karı düşünmekte,kimimiz yapacağımız hizmetten dolayı gelecek tatlı söylemleri düşünmekteyiz. Olan yine biz tüketicilere olacak. Bizlere seçme şansı bile vermeyen,küçücük ilimizde anket yapmaya gerek görmeyen,birkaç genç çocuğun yaptığını söylediği gerçek veya gerçek dışı sanal anketleri gözlerimize dayayanların bu dünyada işleri iyi de öbür tarafta bu rantın sualini verebilecekler mi ?

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mehmet Şakir ÇIPLAK
Mehmet Şakir ÇIPLAK Hayat Hikayesi
İSTİKLÂL MARŞIMIZDAKİ TEMEL KAVRAMLAR
            63. sayıdan devam      
            10. İMAN. Mehmet Akif Ersoy İstiklal mücadelesinin imanla kazanılacağına yürekten inanmakta ve  Safahat adlı eserinin tamamında bu imanı dile getirmektedir. Mehmet Akif iman konusunda Kur’an-ı Kerim’deki “O müminlere Allah katında büyük bir sevap vardır ki; bir takım kimseler kendilerine “düşmanlarınız sizin için kuvvetlerini topladı, onlardan korkmalısınız.” Dedikleri zaman, bu haber imanlarını artırır da “Allah’ın yardımı bize yeter de artar, o ne güzel bir koruyucudur” derler” ayetini referans alarak şu mısraları  yazmıştır:
 Şehadet dini gayret dini ancak Müslümanlıktır
            Hakiki Müslümanlık en büyük kahramanlıktır
            Cebanet, meskenet,dünyada sığmaz ruh-ı İslâma
            Kitabullahı işhad eyledim – gördün ya- davama
            Görürsün hissedersin varsa vicdanınla imanın
            Ne müthiş bir hamaset çarpıyor göğsünde Kur’an’ın
 
            O imandan velev pek az nasib olsaydı millette
            Şu üçyüz elli milyon halkı görmezdin bu zillette
            O iman ittihad isterdi bizden,vahdet isterdi
            Nasıl “Bünyan-ı marsus” olmamız lazımsa gösterdi
            O iman, farz-ı katidir diyor tahsil-i irfanın
            Ne cahil kavmiyiz biz Müslümanlar şimdi dünyanın
 
            “Hakiki Müslümanlık en büyük kahramanlıktır”
            Demiştim…İşte davam onların hakkında sadıktır
           
11. MEDENİYET     İstiklal Marşında medeniyeti insanlığın yok edilmesi için bir tehdit unsuru olarak kullanan batılı uluslar eleştirilmiştir. İngiliz, Fransız, İtalyan ve özellikle Yunanlıların “Biz Anadolu’ya medeniyet getireceğiz” diye dünya ölçüsünde yaptıkları yaygara ve arkasından akıl almaz işkence ve istilalar karşısında Mehmet Akif’in  hitabı açık ve nettir. “Bırakın uluyup havlasınlar”Medeniyeti önce onlar  bir canavar haline getirdiler.Şimdi onların medeniyet anlayışı tek dişi kalmış bir canavara dönüşmüştür ki bu canavar asla böyle bir imanı boğamaz!
Aslında Akif’in bütün isteği ve gönlünde yatan Batı medeniyetini ve teknolojisini elde edebilmek ve onların eriştiği refah seviyesine yükselebilmektir.Bunu çeşitli şiirlerinde ayrıntılı olarak belirtmiştir. O medeniyetin  yapmacık hareketler ve taklitlerle elde edilemeyeceğini bildirir. Aşağıdaki mısralar da onun medeniyete bakışını şöyle anlatmaktadır:
           
Şark’ı baştan başa yıllarca dolaştım, gezdim;
           Hem de oldukça görürdüm, kafa gezdirmezdim!
           Bu Arap’mış bu Acem’miş, bu Tatar’mış, demedim;
           Müslüman unsurunun hepsini gördüm kendim.
           Büyük ademlerinin fikrini ta’mik ettim.
İstedim sonra neden böyle Japon’lar yüksek?
Nedir esbab-ı terakkisi? Yakından görmek.
Bu uzun boylu mesai bu uzun boylu sefer,
Bir kanaat verecekmiş bana dünyada meğer.
O kanaat da şudur: Sırr-ı terakkinizi siz,
Başka yerlerde taharriye heveslenmeyiniz.
Onu kendinde bulur yükselecek bir millet;
Çünkü her noktada taklid ile sökmez hareket.
Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atını.
Veriniz hem de mesainize son süratini.
Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız;
Çünkü milliyeti yok san’atın, ilmin; yalnız,
İyi hatırda tutun ettiğim ihtarı demin:
Bütün edvar/ı terakkiyi yarıp geçmek için,
Kendi “mahiyet-i ruhiyye”niz olsun klavuz.
Çünkü beyhudedir ümmid-i selamet onsuz.
 
Sonra dikkatlere şayan olacak bir şey var:
İnkişafatını bir milletin erbab-ı nazar,
Kocaman bir ağacın tıpkı çiçeklenmesine
Benzetirler ki, hakikat, ne büyük söz bilene!
Bu muazzam ağacın gövdesi baştan aşağı;
Sayısız köşkleri tekmil dalı. tekmil budağı
Milletin sine-i mazisine merbut, oradan
Uzanıp gelmededir…Öyle yaratmış Yaradan.
 
12. ÜMİT . İstiklal Marşı Türk milletine bir ümit vermek amacıyla yazılmıştır Çünkü  marşın yazıldığı yıllarda milletimizin buna çok ihtiyacı vardı.
Bir gün Garp Cephesi Kumandanı Albay İsmet Paşa o günlerin Maarif Vekili Rıza Nur Bey’i ziyaret ediyor, bir İstiklal  Marşı yazılmasının zaruretini anlatıyor. Askerin şevkinin artırılması ve ümidinin yüksek tutulması için milli bir marş yazılması konusunda derhal bir girişimde bulunulmasını ister. Maarif Vekili Rıza Nur da  Albay İsmet Bey’i, Kazım Nami Bey adındaki Orta öğretim Genel Müdürüne gönderir. Albay İsmet Bey’in Kazım Nami Bey’e son sözü şudur: “Askerin şevk ve ümidini kuvvetlendirecek  bir İstiklal Marşı  yazılmasını istiyoruz, buna orduca karar vermiş bulunuyoruz”. Böylece İstiklal Marşının yazılmasının gerekçesi doğrultusunda çalışmalara başlanmıştır.
Mehmet Akif Ersoy’a İstiklal marşını nasıl yazdınız? diye sorarlar. Kendisi hastadır,  yatağından doğrulur ,arkasındaki yastıklara yaslanır ve sesi birden canlanarak şunları söyler:
“Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakk’ın…”  Bu, umitle ve imanla yazılabilir. O zamanı düşünün.. İmanım olmasaydı yazabilir miydim? Zaten ben başka türlü düşünüp başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa bütün duygularım yazılarımdadır.” Şair bunları söyledikten sonra dilinde bir dua gibi şu mısrayı tekrarlamaktadır. “Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın.”
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 12

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Teoman ŞAHİN
Teoman ŞAHİN Hayat Hikayesi
AŞURA GÜNÜ MÜ?  AŞURE  ÇORBASI MI?
63. sayıdan devam
Ehlibeyt Mektebinin en büyük hadisçilerinden olan Şeyh Saduk İmam Rıza (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakleder: “Aşura gününü kendisine hüzün ve musibet ve ağlama günü yapan kimseye, Allah kıyamet gününü sevinç ve neşe günü kılar.”(2)
Şeyh Saduk kendi senediyle İlelu’ş-Şerayi ve Emali kitaplarında Cibille-i Mekkiye’den şöyle nakleder:
“Hz. Ali (A.S)’ın sır dostlarından olan Meysem Temmar’dan şöyle nakleder: Allah’a yemin olsun ki bu ümmet kendi peygamberlerinin torununu Muharrem ayının onuncu günü öldürecekler ve Allah’ın düşmanları o günü bereket günü yapacaklar. Bu iş Allah’ın ilminde geçmiş kesin kazalardandır. Hz. Ali’nin bana öğrettiği ilim üzere ben bundan haberdar oldum.
Hz. Ali bana bildirdi ki tüm yaratıklar hatta çölün yırtıcı hayvanları, denizdeki balıklar ve gökte uçan kuşlar bile Peygamber’in torununa ağlayacaktır. Güneş, ay, yıldızlar, gök, yer, insan ve cinlerin Mü’min olanları göklerdeki tüm melekler Rıdvan meleği (cennetin koruyucusu melek) ve cehennemle görevli olan Malik, tüm koruyucu melekler, gök ve arşı koruyan meleklerin hepsi Hüseyin'e ağlayacaklar.
Sonra Meysem şöyle dedi: Allah’a ortak koşanlara, Yahudi, Hıristiyan ve Mecusilere Allah’ın laneti gerekli olduğu gibi Hz. Hüseyin’i öldürenlere de bu lanet gerekli olmuştur.Cibille diyor ki Meysem’e “Nasıl halk Hz. Hüseyin’in şahadet gününü bereket günü bileceklerdir?” diye sordum.
Meysem bu soruya karşılık ağlayarak şöyle dedi:
Kendileri uydurdukları bir hadis gereğince Aşura gününün Hz. Adem’in tövbesinin kabul olduğu gün olduğunu söyleyecekler; oysa Hz. Adem’in tövbesi Zilhicce ayında kabul olunmuştur. Yine onlar Aşura gününde Yüce Allah’ın Hz. Davud’un tövbesini kabul ettiğini söyleyecekler; oysa Davud’un tövbesi de Zilhicce ayında kabul olmuştur. Onlar bu günde Allah’ın Hz. Yunus’u balığın karnından kurtardığını söyleyecekler; oysa Allah-u Teala Hz. Yunus’u Zilkaade ayında balığın karnından çıkarmıştır. Onlar Aşura gününde Hz. Nuh’un gemisinin sahile yanaştığını söyleyecekler; oysa bu Zilhicce ayının 18. günü vuku bulmuştur. Onlar bu günde Beni İsrail’in kurtulması için denizin Allah tarafından Hz. Musa (a.s) için yarıldığını söyleyecekler; oysa bu Rebiulevvel ayında gerçekleşmiştir....”
Ehlibeyt mektebinin kaynaklarında çeşitli senetlerle İmam Muhammed Bakır (a.s)'dan nakledilen ve Ehlibeyt dostlarınca sürekli okunan Aşura Ziyareti duasında şu cümleler yer almaktadır: “Allah’ım bu Aşura günü Ümeyye oğulları ve ciğer yiyen kadının oğlu tarafından kutlu ve mübarek bir gün olarak bilinir.... Bugün Ziyad oğullarının ve Mervan oğullarının Hz. Hüseyin’i (Allah’ın selamı ona olsun) öldürdükleri için sevindiği bir gündür. Allah’ım onlara olan lanet ve azabını iki kat eyle....”
 
OLAYIN SÜNNİ KAYNAKLAR AÇISINDAN İNCELENİŞİ:
 
Ehl-i Sünnet kaynaklarında bu konuda değişik nakiller ve rivayetler nakledilmiştir. Mesela bazısında diyor ki: “Allah Resulü (S.A.V) Medine’ye geldiğinde ve henüz Ramazan orucu farz kılınmadığı bir sırada, Yahudilerin Muharrem’in onu olan Aşura gününü oruç tuttuklarını gördü. Bunun sebebini sorunca, şöyle dediler: “Bu yüce bir gündür; bu günde Allah Musa ve kavmini kurtarmış ve Fıravun ve kavmini suda boğarak (helak etmiştir).” Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) “Ben Musa’ya siz (Yahudilerden) daha evla ve onun orucunu tutmaya sizden daha layığım.” diyerek hem kendisi o günün orucunu tutmaya başladı, hem de (Müslümanlara) o günü oruç tutmalarını emretti.”(3)
Yine Aişe’ye dayandırılarak şöyle nakledilmiştir: “Cahiliyet zamanında Kureyşliler Aşura gününü oruç tutuyorlardı. Resulullah da onlar gibi o günü oruç tutuyordu. Medine’ye hicret ettikten sonra da hem kendisi tutmaya devam etti hem de başkalarına bunu emretti. Fakat Ramazan orucu farz kılındığında buyurdu ki “Artık isteyen bu günün orucunu tutar, istemeyen terk eder.”(4)
Sahih-i Müslim ve diğer bazı kaynaklarda Resulullah’ın Aşura gününü vefatından bir sene önce oruç tuttuğu da nakledilmiştir. (5)
 Bu aktarımlar muteber ve güvenilir  değildir. Buna bir çok delil zikredebiliriz. Ancak söz uzamasın diye bazılarına, hem de kısaca değinmekle yetiniyoruz (Akıllıya işaret yeterlidir):
1- Her şeyden önce bu rivayetlerin senetlerinde problem var; çünkü rical kitaplarına müracaat edip bu senetlerdeki ravileri araştıran herkes onların çoğunun şaibeli ve türlü türlü ithamlara maruz kalan kimseler olduklarını açıkça görür. Kaldı ki ravilerden bazısı hicretten yıllar sonra Medine’ye gelmiştir. Ebu Musa Eş’ari gibi, bazısı hicret zamanında daha küçücük bir tıfıldı, İbn-i Zübeyr gibi; bazısı da hicretten yıllar sonra Müslüman olmuştur, Muaviye gibi. Böyle ki bir durumda bu ravilerin Resulullah’la ilgili hicret öncesi, hatta İslam öncesi olayları bizzat görüp nakletmeleri nasıl düşünülebilir?!
2- Bu rivayetler arasında bir sürü çelişki söz konusudur. Örneğin birisinde Allah Resulü’nün Medine’de Yahudilere uyarak Aşura gününü oruç tutmaya başladığı söyleniyor; bir diğerinde, Resulullah’ın da müşrikler gibi ta cahiliyet zamanından beri Aşura gününü oruç tuttuğunu iddia ediyor. Yine birisinde Aşura orucunu Ramazan orucu farz kılındıktan sonra terk ettiğini söylüyor; diğer birisinde ise şöyle deniyor: “Resulullah (s.a.a) Aşura gününü oruç tuttuğunda, O’na dendi ki “Bu Yahudilerin değer verdiği bir gündür.” Bunu duyan Allah Resulü de artık gelecek yıldan itibaren (Muharrem’in) dokuzuncu gününü oruç tutma sözü verdi; ama gelecek yıl gelip çatmadan Resulullah vefat etti.”(6) Görüldüğü gibi bir rivayete göre Yahudilere uyarak oruç tutmaya başlıyor; diğerine göre ise tam tersine onlara muhalefet olsun diye, artık onuncu günü değil dokuzuncu günü oruç tutmaya karar veriyor, ama ecel mühlet vermiyor!
Bu rivayetleri araştırıp karşılaştıran her kes, bunlar gibi daha nice  çelişkileri tespit edebilir ki  bu kadarı dahi yeterlidir.
3- Yukarıda naklettiğim birinci rivayete bakarsak, bu rivayete göre Resulullah kardeşi Hz. Musa’nın sünnetini bilmiyordu ve bunu Yahudilerden öğrenmiş ve onlara taklit etmişti!! Oysa Allah Resulü Geçmiş peygamberlerin öğreti ve Sünnetlerini herkesten daha iyi biliyordu. Öyle olmasaydı son Peygamber olmasının, en üstün peygamber olmasının ne anlamı olurdu?! Bunu maalesef sadece burada söylemiyor ve “Resulullah kendisine emredilmeyen konularda Kitap Ehli’ne uymayı seviyordu.” diyerek işi daha ileri boyutlara taşıyorlar. Halbuki aynı kaynaklar, Allah Resulü’nün özellikle Yahudiler ve onlara taklit etme hususunda son derece hassas olduğunu da nakletmektedirler. Örneğin ezandan önce (güya) Yahudilerin borusu gibi boru çalınmasını veya Hıristiyanların çanından çalınmasını önerenlere muhalefet ederek kabul etmediğini, Yahudi ve Hıristiyanlara muhalefet etmek için Müslümanlara saç sakallarını boyamalarını emrettiğini, haiz kadınla muamele konusunda Yahudilerin tam tersini uyguladığını ve Kısacası İslam’da onlara taklit etmekten Müslümanları sakındırdığını nakleden yine onlardır(7)
Doğru olan da zaten budur. Zira kaynakların nakline göre Allah Resulü Yahudilere karşı bu sert tavrını öyle bir boyuta vardırmıştı ki Onlar “Bu adam bize ait muhalefet etmediği hiçbir şey bırakmadı kalsın!”(8)
İbn-ül Hac da kitabında şöyle yazıyor: “Allah Resulü (s.a.a) hiçbir konuda Kitap Ehli’yle mutabık kalmayı sevmezdi; öyle ki Yahudiler dediler ki “Muhammed bizim muhalefet etmediği hiçbir şeyimizi bırakmadı.”(9)
Ehl sünnet kaynaklarında şu hadis de nakledilmiştir: “Kim bir kavime kendini benzetirse, onlardan sayılır.”(10) O halde bu aktarımlara nasıl inanılabilir?
4- Aşura kelimesinin Muharrem’in onuncu gününe denilmesi, Hz. Hüseyin, Ehlibeyt’i ve ashabı Kerbela’da şehit düşüp, Ehlibeyt İmamları ve taraftarları tarafından yas ve anma merasimleri düzenlenmeğe başlandıktan sonra meşhur olmuş ve ondan önce tanınan ve yaygın olan bir isim değildi. Lügat alimleri de bunu açıkça zikretmişlerdir. Örneğin meşhur lügatçi İbn-i Esir şöyle yazıyor: “Aşura İslami bir isimdir.”(Yani İslam’dan sonra kullanılmıştır.)(11)
Bir başka lügatçi olan İbn-i Düreyd ise şöyle kaydetmektedir: “Aşura İslami bir isimdir ve cahiliyet zamanında tanınmıyordu.”(12)
5- Aslında Yahudi kaynaklardan haberdar olan her münsif insan Yahudi şeraitinde Aşura orucu diye bir şeyin esastan olmadığını ve Yahudilerin ne eskiden ve ne de şimdi bu günü oruç tutmadığını görür. Yani bu konuda hiçbir belge elde bulunmamaktadır.
Bu konuda üzerinde durulması gereken bir diğer husus, Aşura gününde vuku bulduğu söylenen önemli tarihi olaylardır. Bazı Sünni kaynaklar bu konuda o kadar ileri gitmişlerdir ki tarihte vuku bulan en önemli ve meşhur olayların hemen hepsinin Aşura gününde vuku bulduğunu söylemektedirler. Hatta Resulullah’ın hicret ve doğum günlerinin dahi bu günde vuku bulduğunu kaydeden kaynaklar var!!(13) Oysa bunların Rebiülevvel ayında vuku bulduğunu, tarihten az buçuk haberi olan her makul düşünceli  insan teslim etmektedir.
Halbu ki bu olayda da yine Aşura cinayetini ört bas etmek isteyen Emevilerin parmağı vardır. Bunu, yukarıda Meysem-i Tammar’dan naklettiğimiz hadis açıkça teyid etmektedir. Yine Aşura kavramının İslami bir terim olduğunu ve İslam öncesi bu kelimenin tanınmadığını meşhur lügat alimlerinden size nakletmiştik. Ayrıca bu rivayetlerin çoğunun uydurma olduğunu bizzat Ehl-i Sünnet’in bir kısım rical alimleri de kabul etmektedir. Bu konuda örneğin şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz: El-Lial-il Masnua Fil-Ehadis-il Mevdua, C.1, S.108 ila 116, Tezkiret-ül Mevduat, S.118, Es-Siret-ül Halebiyye, C.2, S.134.
Son olarak Ümeyyeoğulları’nın Aşura günüyle ilgili tutumları ve uygulamalarıyla ilgili iki tarihi belgeyi de aktarırsak:
 
[3]-İlelu’ş-Şerayi, S.227.
[3]- Sahih-i Buhari, C.1, S.244, Sahih-i Müslim, C.3, S.150, Es-Siret-ül Halebiyye, C2, S.132-133, Tarih-ül Hamis, C.1, S.360…
[4]- Aynı kaynaklar…
[5]- Sahih-i Müslim, C.3, S.151
[6]- Sahih-i Müslim, C.3, S.151
[7]- Buhari, 60. kitap, 50.bab, 77. kitap, 67. bab, Sahih-i Müslim, 3. kitap, 16. hadis, Tirmizi, 44. kitap, 24. hadis, Nesai, 3. kitap, 48.bab, 83. hadis.
[8]- Es-Siret-ül Halebiyye, C.2, S.115.
[9]- El-Medhal (İbn-ül Hac), C.2, S.48.
[10]- Nihayet-u İbn-il Esir, C.3, S.240.
[11]- Nihayet-u İbn-il Esir, C.3, S.240.
[12]- El-Cemheret-u Fi Lugat-il Arap, C.4, S.212.
[13]- Tarih-ül Hamis, C.1, S.360-361, Es-Siret-ül Halebiyye, C.2, S.133-134
[14] El-Kuna Vel-Elkab, C.1, S.431 (Asar-ül Bakiye’den naklen).
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 13

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Sakin KARAKAŞ
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
SPOR YAPMAK SAĞLIKLI YAŞAMANIN ANAHTARIDIR
            İnsanoğlu varoloşundan günümüze kadar doğa ile iç içe yaşamıştır.  Dolayısı ile insanlık geliştikçe spor türleri çoğalmış ve insanlar çeşitli spor dalları ile uğraşmıştır. Profosyonel olarak spor yapanların yanı sıra amatör olarak spor uğraşısında bululanlarda çoğalmıştır.
            Salık bilimi spor yapmanın insan vücudunu zinde tuttuğunu, hücrelerin yenilendiğini, vücudun ihtiyacı olan oksijenin spor sayesinde bol miktarda alındığını açıklamaktadır. İşte bu bilgiler ışığında insanoğlu gün geçtikce spor konusunda bilinçlenmektedir. İnsanlar sporun sağlıklı yaşamanın anahtarı olduğuna inanmakta ve sağlıklı yaşamak için spor yapanların sayısı her gün çoğalmaktadır.
            İlçemizde de  amatör ve bireysel olarak spor yapanların sayısının her geçen gün çoğaldığı gözlemlenmektedir. On yıl öncesi ile kıyaslama yapıldığında  sağlıklı yaşam için spor yapanların sayısında yüzlerle ifade edilen artışlar izlenmektedir. Bu konunun öncülüğünü sayın Orhan Öztürk’ün yaptığını düşünüyorum. Hemen her akşam yapmış olduğu  yürüyüş gerçektende topluma örnek sayılmaktadır. Bu arada sevgili Arif Pilavcı ve Halil İbrahim Helva’da  yaz ve kış demeden yürüyüş faaliyetlerini devam ettirdiler.  Önümüzdeki yaz sezonunda bu tür faaliyetlerini artacağını düşünüyorum.
            İlçemizde spor faaliyetlerinin sınırı yoktur. İnsanlarımız fırsat buldukça bu tür etkinliklerde bulunmaktadır. Örneğin yaz sezonu boyunca ilçemiz spor sahasında koşu  yapan gençler, yürüyüş yapan aileler dikkat çekmektedir. Ayrıca bayanların spor yapabilmeleri için Halk eğitim merkezi salonlarını açan  Merkez müdürü Mustafa Çoşkun’u da kutlarım.  Bu arada büşük emek ve yatırımlar yaparak Me Sa güzellik ve spor salonunu çok uygun fiyatlarla halkımızın hizmetine sunan Şeyma Aslaner Hanımefendiyi de alkışlamak gerekir.
             Saygıdeğer okurlarım; Kısaca özetlemek gerekirse sağlıklı yaşayabilmek için spor yapmak gerekir.  Ancak yapacağımız etkinliklerde bilinçli olmakta fayda vardır. Bu etkinlikleri gerçekleştirirken nasıl başlayacağımız, neler yapacağımız konusunda bir hekimden bilgi alırsak daha da faydalı olacağını düşünüyorum. İlçemizdeki bu güzel faaliyetleri destekliyor,mutluluk duyuyorum. İşte bu bilgiler ışığında küçük büyük herkesin spor yapmasının yörede örnek bir davranış olacağını düşünüyorum. Bizler spor yaptıkca daha sağlıklı ve sağlam düşüneceğiz, vücutlarımız da sağlamlaşacaktır. Çünkü Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.

            Saygılarımla

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 14

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Üzeyir Lokman ÇAYCI
Üzeyir Lokman ÇAYCI Hayat Hikayesi
  DÜŞ ÇİÇEĞİ
Hayal bahçemde şekillendirdiğim bir düş çiçeğiydi.
Onun beni sonsuzluğa taşıdığına hiç kimse inanamadı...
İnsan yüzlü ve çiçekleşen bir güzelliğin önünü açarak beni görmesini sağladım.
Çevreden kendi başlarına sarkan renkli gülüşler arasında onunla baş başa oluşumuzun tek şahidi gökyüzüydü.
Çevreye saçtığım renkler farklı bir görüntüyü açığa çıkarmıştı.
Elimde bir fener taşımam da gerekmiyordu.
Çünkü o bir aydınlıktı.
Yüz yüze oluşumuzun insan yüreklerine yansıması kıskandırıcı idi.
Uyanmamak için çırpınan bir anıt gibi büyüklüğünden daha çok güzelliği dikkatleri çekiyordu. 
Bir kuş gibi umutlarımı arzu ettiğim yere götürmek için havalandı.
Kirlendirilmiş bulutların tuzağına düşmek üzereyken bir kavis çizerek parlak maviliklerle kucaklaştı… Önce ışık haline dönüştü sonra ışık yutan çağdışı ve saldırgan gölgeler arasında kaldı. 
Onun içine kattığım duyguların mutluluk adlı bir karışımı çeşitli renkler halinde etrafa öylesine ahenkli  dağılırken ben berrak sular üzerine onun resmini çiziyordum. 
Bir cuma gününün güneşi ise benim üzerimdeydi... onunla dolu sabah aydınlığıyla. 
Paris - 06.04.2004

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 15

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Rasim ÇAKICI
Rasim ÇAKICI Hayat Hikayesi
          BENZİYOR..
Seyreyledim Çorumu ,çatak belinden,
Seher vakti  gelinlik  kıza benziyor.
Turnalar gördüm  uçar  yüksekten,
Yaz gününde kurulmuş toy,a benziyor.
 
Alacaya  girmeden altın sarı ekinler,
Çiftle, çubukla  uğraşan yiğit köylüler.
Yayık başında terleyen nazlı gelinler,
Kara kaşları gerilmiş yay,a benziyor.
 
Cennet bahçesidir İskilip'in ormanları,
Abı hayattır serin akan suları,
Dolanıp  gider bayat ilinin yolları,
Yiğitleri oğuzdaki  boy,a benziyor.
 
Osmancık ,ta çeltik ekilip ,biçilir,
Köprü başında insanın içi açılır.
Irmak kıyısında  taze çay içilir,
Rengi,de damarımdaki kana benziyor.
 
Çakıcıyım dolanırım dağından düze,
Bambaşka güzel olur bahardan ,yaza
Gönüldaş  olur   Çorum  aşığa, saza,
İnsanının hepside, Cana benziyor.  

 

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

65 SAYI 25 Temmuz 2004 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!