SANAL OLMAYAN ;
"FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA HOŞ
GELDİNİZ !
|
|
DİKKAT !
BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
SAYI 19 01/04/2010 |
İÇİNDEKİLER
|
Atilla ALPAY TEL
Atilla ALPAY KANSER OLMAK İSTEMİYORSANIZ
Ahmet CANBABA EMEKÇİ KADINLAR
Ahmet CANBABA DOSTUM
Ahmet CANBABA ANILARA KAÇIŞ
Ahmet CANBABA RESİMLER BİR BELGEDİR
Ahmet CANBABA BENİ UNUTMA
Ahmet CANBABA SEV
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU AZERBEYCAN EDEBİYATI 1. BÖLÜM
-
Mahmut Selim GÜRSEL BU SAYI İLE FİKİR DERGİMİZİN YYAMINI
SONLANDIRIYORUZ
-
Mahmut Selim GÜRSEL İFTİRA VE ÖTESİ
Mahmut Selim GÜRSEL DAĞLAR VAR YA O DAĞLAR
Mahmut Selim GÜRSEL KURBAN BAYRAMI
Mahmut Selim GÜRSEL CUMHUR VE CUMHURİYET
Mahmut Selim GÜRSEL YAZ DOSTUM
Mahmut Selim GÜRSEL TEKRAR GELEBİLİRSEM!
Mahmut Selim GÜRSEL GÖNÜL HAPİSHANESİ
Mahmut Selim GÜRSEL BİR MARUZATIM VAR
Mahmut Selim GÜRSEL 27 MAYIS
Mahmut Selim GÜRSEL 557 YIL ÖNCE 29 MAYIS
Mahmut Selim GÜRSEL SULAR AKAR TÜRKLER BAKAR
Mahmut Selim GÜRSEL HOŞÇA KAL
Mahmut Selim GÜRSEL YAŞADIKÇA
Mahmut Selim GÜRSEL NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP
DEĞİLSE NE GELİR ELDEN!
Mahmut Selim GÜRSEL SİTELERİMDEN BİLGİLER
Mahmut Selim GÜRSEL YENİ ÇALIŞMALARIM
Mahmut Selim GÜRSEL BİTTİK Mİ?
Mahmut Selim GÜRSEL BELKİ
-
Mustafa Nevruz SINACI HÜKÜMET “YOK” HÜKMÜNDE!
Mustafa Nevruz SINACI GANDİ’YE KULAK VERMEK
Mustafa Nevruz SINACI OBJEKTİF VE REEL ANLAMDA; KUVVETLER VE
DENGELER
Mustafa Nevruz SINACI REZİLLİK DİZ BOYU; HÜKÜMET NEREDE?
Mustafa Nevruz SINACI DÜZEN’İN BAŞIBOZUK; DEMOKRASİ YOK!
Mustafa Nevruz SINACI "TÜRKİYE ANALİZİ"
-
Mustafa Nevruz SINACI REZİLLİK DİZ BOYU; HÜKÜMET NEREDE?
Mustafa Nevruz SINACI DÜZEN’İN BAŞIBOZUK; DEMOKRASİ YOK!
Mustafa Nevruz SINACI "TÜRKİYE ANALİZİ"
Müslüm
TUNABOYLU ZİRVE KÖYE 53 YIL SONRA YAPILAN BİR GEZİ
-
Necati ÇAVDAR BELLİ Kİ SENİ GÖRDÜM
Necati ÇAVDAR
SİZ
Necati ÇAVDAR
GÜNEŞİ GETİRİRİM
Rıza HARDAL CAMİLER
Selma GÜRSEL EKMEK KADAYIFI
Üzeyir LokmanÇAYCI AĞZINA KADAR DOLU BİR DÜNYA
Üzeyir Lokman ÇAYCI YARIN GÜNEŞ BİZİM İÇİN DOĞACAK DESEN
Üzeyir LokmanÇAYCI DÜNYA TEZGÂHINDA OYALANIRKEN GERİYE DÖNÜP
BAKMAK GEÇMİYOR İÇİMİZDEN
Üzeyir Lokman ÇAYCI FARE YİYEN FARE
-
Üzeyir LokmanÇAYCI DESENLER
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
-
TEL
-
Lise
yıllarımdı. Bir ziraatçı olan babam görevi icabı sık sık köylere
gider; özellikle yaz tatillerinde bende onunla gider; değişik
yerler görür, insanlarla tanışır, oyalanırdım.
- Şehrin sıkıcı atosferinden çıkıp
yeşil ormanlara, papatyalarla kaplı dağlara, gelincik dolu ovalara
gitmek beni çok mutlu ederdi. Hele gittiğimiz köylerde kaldığımız
geceler yıldızları seyreder, şehirdeki evimizden niye bu kadar çok
ve parlak görünmediklerini merak ederdim.
- Bir gün yine sabah erkenden yola
çıkmıştık. Bu sefer pirinç ekimi yapılan bölgelere, çeltik
tarlalarına gidecek orada inceleme yapacaktık.
-
Aracımız
keskin virajlarla dolu dağlara tırmanarak akarsuların içinden ve
dere yataklarından geçiyor, arada sırada tek ayağını kaldırmış
leylekler kırmızı gagalarıyla yol boyunca bizleri selamlıyorlardı.
-
O gün
epey yol gittiğimizi geniş ve uçsuz bucaksız bir ovaya gelince
anladım. Şehirden ne kadar uzaklaşmıştık kim bilir. Araçtan indik.
Benim ise her tarafım uyuşmuştu. Zorlukla birkaç adım atıp kendimi
toparladıktan sonra etrafıma baktı. Burası bir çeltik tarlası idi.
Pirinç ekimi yapılıyordu. Babam:
-
-İşte o
çok sevdiğin pilav var ya; onun pirinci işte burada böyle ve ne
zorluklarla yetişiyor. Görüyor musun? Dedi. Hayretler içindeydim.
Ben pirincin sulak yerde yetiştiğini, ekilen yerlere çeltik
denildiğini okumuş, duymuş ve dinlemiştim ama insanların böyle
paçalarını sıvamış suyun ve çamurun içinde yüzdüklerini de hiç
görmemiştim. Saatlerce suyun içindeydiler. Bu iş yani pirinç tarımı
ne kadar da zahmetliymiş meğer diye düşündüm.
- Hem belleri ağrımıyor muydu, öyle
saatlerce elleri ve ayakları suda durarak bir şeyler yapmak çalışmak
çabalamak ne kadar zordu Yarabbi! Ben bunları düşünürken babamın
yanındaki köylülerle uzaklaştığını ve benimde bir kenarda
kalakaldığımı fark ettim. Hemen önümde çok yaşlı bir kadın eğilmiş
suyun içinde bir şeyler yapıyordu.
-
-Hoş
gelmişsiniz oğlum,sağa söylüyom. Heeey! Hoş geldiniz!
-
-Aa özür
dilerim teyze, dalmışım, Hoş bulduk. Kolay gelsin, nasılsınız.
-
-Nassı
olalım işte Allaha şükür, yuvarlanıp gidiyoruz, görüyorsun suyun
içindeyiz. Eğmek parası.
-
Yaşını
tahmin edememiştim. Sordum. Annemden birkaç yaşta küçük olmasına
rağmen ama öyle yaşlı gösteriyordu ki. Yüzü kırışmış, başörtüsünün
kenarından görünen bir tutam saçı da bembeyaz olmuştu. Bir yandan
çalışıyor bir yandan da benimle konuşuyordu.
-
-Okuyonmu?
-
-Evet,
-
-Nerede?
-
-Liseyi
bitirdim bu sene.
-
-Afferim.
-
-Okuyup
da ne olacaksın?
-
-Bakalım,
doktor olmak istiyorum.
-
-İnşallah
, Allah CC yardımcın olsun.
-
-Amin
teyze ,cümlemizin.Sizlerinde.
-
Yaptığınız iş ne kadar zor teyze, ben pirinç ekiminin bu kadar zor
olduğunu bilmiyordum!
-
-Ne
sanırsın ya, bir avuç pirinç için bir ömür veriyoz burda,
dabanlarımız, avuçlarımız suyun içinde.
-
-Bende
zannediyordum ki bu iş.
-
-Gordün
işte, sanıldığı kadar goley değil.
-
-Hem
hangi iş goley ki. İnsana öyle hemen ekmek vemiyorlar bu dünyada.
-
-Biliyon
mu?
-
-Neyi
Teyze?
-
-Geçenlerde bizim gomşu Hatce gadının torunları geldi Alamanya'
dan.Guççük iki oğlan , pirinci de, yomurtayı da pavlikada yapılıyor
sanıyorlarmış. Hele tavukların boynuna ip takıp da it gibi sürümeye
galkmadılar mı?
-
-Gule
gule öldüydük. Heleççik bebeğin biri yımırtayı tavıkdan çıkarken
görmüş .Bi daha ikisine de yımığta yediremedik.
-
-Ne
bilsinler bebekler,gavır ellerinde büyüyünce öğle oluyo. Cahallık
işte. İkimizde gülüştük
-
-Ayran
içen mi?
-
-Zahmet
vermeyeyim,hem işiniz de var.
-
-Hazır
zaten oğlum, şimdi alır gelirim.
-
Doğruldu,
çamurun içinde zorlukla ilerledi. Bir kenardaki eşyalarının
bulunduğu yere çıktı. Biraz sonra elinde bir tas ayranla geldi.
-
-Buyur
bakelim guççük beey.
-
-Sağ ol
teyze!
-
-Allah
razı olsun, susamıştım. Çok makbule geçti. Eline sağlık.
-
-Afiyet
ossun . Bi daha veremmi?
-
-Yok kafi
geldi, teşekkür ederim, ölmüşlerinizin canına değsin.
-
-İyi para
kazanıyormusun bari teyze. Bu kadar zor bir iş karşılığında.
-
-Ne gezer
evlat, garınımızı zor doyuruyoz.
-
-Mesela
bugün mayış günü, yarın elimizde heç para galmayacak, tuza gaza,
şeker,una hep zam yaptılar. Kimse bizi düşünmüyo,heç düşünmüyo.
-
-Neden
teyze.Annem hep pirincin pahalı olduğunu söyler. Tanesini tabakta
bırakmayın der. Bir taneye bin melaike hizmet ediyormuş der.
-
-Orada
öyle ama tarlada para etmiyo.
-
-Mesela
bugün maaşınla ne yapacaksın teyze, nerelere dağıtacaksın.
-
-Tel
alacağım.
-
-Ne teli?
-
Cevap
vermedi, birden düşüncelere daldığını hissettim, hem çapa sallıyor
hem de içini çekiyordu. Birden doğruldu. Bana döndü.
-
-Anan
bunun bir tanesine bin melaike hizmet ediyormuş diyo, he.
-
-Evet
teyze!
-
-Anan
doğru söylemiş,gutlu kadınmış.Biliyo.
-
-Hem sen
melaike gordün mü heç?
-
-Yoo ,
nereden göreyim. Onlar görülmez ki?
-
-Gorülür,
gorülür.Benim yavrım da melaike gibiydi.
-
-Ne oldu
yavrunuza?
-
-Ne sen
sor ,ne ben söyleyim?
-
-Ne oldu
teyze?
-
Gözleri
yaşarmaya başlamıştı. Elindeki çapayı bıraktı. Kolunun tersiyle
gözlerini silmeye çalıştı. İçin için ağlıyordu. Birden kendimi
suçlu hissettim.Yarasını deşmişdim. Kimbilir oğluna ne olmuştu.
Neydi ızdırabı?
-
-Sefillik, fukaralık işte. Yıllarca bu işten garnımızı zor doyurduk.
Bir kenara üç-beş kuruş artırıpda evimizin pencerelerine bir tel
takamadık.
-
-Ne teli
teyze? Haa,demin söyleyecektiniz de.
-
-Hani şu
sinek girmesin diye satılan teller varya? Göz göz,delik delik.
-
-Evet,
anladım.
-
-İşte
para bulupda bir teli bulamadık. Fakirliğin gözü kör olsun.
Buralarda çok olur. Aha bu çamırın yüzünden . Sivrisinek soktu da,
sıtma oldu ve öldü zavallı yavrım. İşte o bir pirinç tanesine
hizmet edenlerden birisi de benim melaike oğlumdu , annadın mı?
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
- KANSER OLMAK İSTEMİYORSANIZ…
- Yeme ve içme alışkanlıklarınız hızla
değiştiriniz. Mümkünse elli yıl önceki atalarımızın yaşadığı gibi
yaşamaya başlayınız.
- Kepekli ekmek fantezinizden
vazgeçin. Taze kepek bulmak her zaman mümkün değildir. Kepeğin
nemlenerek küflenmesi aflatoksine o da kansere sebep olur. Son
günlerde içine boya maddesi kattıkları için artık güvenilmez
olmuşlardır. Beyaz ekmeğin mayasının içinde de sodyum peroksit
vardır. Çorum yufkası ile Çavdar ekmeğini tercih ediniz. Yoksa siz
bilirsiniz.
- Mutfak tuzunuzu Çorum’daki turşuluk
için üretilen kaya tuzu ile değiştiriniz. Onun da tuzluk için ince
şeklini üretiyorlar. Çorum tuzu hatta deniz tuzu hala doğaldır. Hem
de çok lezzetlidir. Diğerlerini ağartırken kimyasal madde
kullanmaktadırlar. Kaçınınız.
- Mutfaktaki çizilmiş teflon
kaplarınızı hemen atın. Hakiki teflonlar çok pahalıdır. Ya paraya
kıyıp onlardan alın veya çeliklere geri dönün. Piyasada teflon
yerine satılan Çin malı ince kahverengi boyalı hafif kapları asla
almayınız. İlk kullanışta çizilirler ve sizi kanser ederler. En iyi
kaplar ve tencereler eski kalaylı bakır kaplar ve toprak
güveçlerdir.
- Toz kırmızıbiberin kanser etmeyeni
nerede ise yoktur. Acı biberinizi ve kurutulmuş sebzelerinizi
kendiniz üretiniz. Her türlü baharatı ve bitki çayını buzdolabında
saklayınız.
- Piyasadaki meşhur markalı
yoğurtlarda uzun süre dayanmaları için katılmış kimyasal maddeler
vardır. Reklamlara aldanmayınız. Ya Çorumda yapılan yoğurları tercih
edin ya da kendiniz mayalayın.
- Hormonlu domateslerin zararlı
etkilerini yok etmek için birkaç gün mutfaktaki camın önüne güneş
ışığına koyunuz. Her gün çevriniz. Isı etkisi ile kimyasal maddeler
bozunmaya uğrayıp sizi kanser edemeyeceklerdir.
- Hele zeytindeki kimyasallar saymakla
bitmez. Deterjanın ana ham madesi olan sodyum hidroksit yani sud
kostikle bir gecede karartıldıkları için kanserojendirler. Bu en
pahalı zeytinlerde bile böyledir. Ucuz, lezzetli ve kaliteli zeytin
bir şans işidir. Çekirdeği kahverengi zeytinleri nerede bulursanız
alın. Bir daha bulamıyabilirsiniz. Ülkemizde kimyasal kullanmadan
zeytin üreten tek kurum Vakıflar idaresidir. Balıkesir ve Akçay’daki
Çorum kolonisinde yaşayan akrabalarınıza sipariş veriniz. Orada
Vakıfların satış mağazaları vardır. Mümkünse üç-beş kilo alarak
buzdolabında saklayınız. Yiyeceğiniz kadarını beş-altı kere sıcak
sudan geçiriniz, soğuk suda asla bekletmeyiniz. Üçte iki sirke ve
üçte bir limon suyu ile terbiye ediniz.
- Artık mısırözü, soya yağı ve buna
benzer yağlara asla yaklaşmayınız. Ülkemizde geçen yıl gdo lu
ürünler yani genleriyle oynanmış ürünlerin girişi serbest
bırakılmıştır. Mısır ve soya yağı da gdo’lu ürünlerden elde
edilmektedir. Ayçiçek, Fındık yağı ve bilhassa zeytinyağını tavsiye
ediyoruz.
- Diş macunlarının en iyisi Ulucami
civarında satılan ve kardeş İslâm ülkeleri tarafından toz misvaktan
üretilmiş macunlardır. Bunlarda alkol ve kloroform yoktur. Son
günlerde bizde de buna benzer markalar internet üzerinden
satılmaktadırlar. Fiyatları üç-beş liradır. Bir tüp altı ay gider.
Zaten kullanılacak miktar bir seferde insanın göz bebeği kadardır.
Birkaç tane alıp eşe dosta hediye ediniz.
- Saçınızı boyamak için kullanacağınız
kimyasal maddeler birçok kanserin baş sebebidir. Gençlerimizin
saçlarını boyamalarını önlemek için ebeveynlerin yoğun çaba
harcamaları gerekir. En doğal saç boyası bitkisel kınadır. O da zor
bulunmaktadır. Onun yerine ucuz Hint kınalarından kaçınınız. En
doğal kına çeşitleri sadece İstanbul Kapalıçarşıda bulunur.
- Gözüne sürme çeken mümin
kardeşlerimiz doğal sürmenin artık yeryüzünde bulunmadığını
bilmelidirler., Onun yerine kullanılan civa bileşikleri
zehirleyicidir. sarık, cübbe ve takke ile idare edelim. Sahte
sürmeler körlüğe ve kansere sebep olurlar. Vazgeçiniz.
- Zayıflamak için üretilmiş çeşitli
biber haplarından ve buna benzer maddelerden faydalanmak için
mutlaka bir hekime danışınız. Ülkemize bunlar Tarım Bakanlığı izni
ile girerler. Ayrıca bunların ne olduklarını veya ne olmadıklarını
anlayacak teknik imkanlar-laboratuarlar - ülkemizde henüz mevcut
değildir. Sağlık bakanlığı izni ile üretilenlerin sayısı çok azdır.
Son günlerde her önüne gelen bir şey üretip şişelemekte ve tv’ların
desteği ile voliyi vurmaktadır. Hapı yutmak istemiyorsanız bu
hapları asla yutmayınız. Zayıflamak için boğazımızı tutmak ve parkın
etrafında eşofmanları giyip onbeş- yirmi tur atmak yeterlidir.
- Çamaşır makinalarımızda kireç
önleyici ve yumuşatıcı gibi maddelere gerek yoktur. Vücudumuza
çamaşırlarımızdan terle girecek kimyasal madde sayısını
artırmayınız. Üçüncü deterjan gözünü boş bırakınız. Makinanız orada
malzeme varmış gibi çamaşırınızı bir kere daha temiz suyla
durulayacaktır.
- Saçlarını yüz bin volt cereyan
yemiş gibi yapan yavrularımızı jöle kullanmaktan vazgeçirmek
için Necipbey Briyantini ile tanıştırınız veya eskiden o işi
birkaç damla limon suyu ile yaptığımızı hatırlatınız. Yoksa daha
evlenemeden isimlerinin önüne üç harfli bir unvan yerleştircek ve
toplumda öyle anılacaklardır. Kel filanca vb gibi.
- Bu ve buna benzer daha
nakledilecek çok mevzuu vardır. Ayrıntılı bilgi almak için bizi
aramanızı; doğal malzemelerle hayatınızı yeniden tanzim etmenizi
ve bilinçli bir tüketici olarak yaşamanızı tavsiye eder, uzun
ömürler ve sağlıklar dileriz.
- Saygılarımızla..
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- EMEKÇİ KADINLAR
-
- Uykusuz gecelerdir vardiyalar.
- Günün aydınlığına kadar çalışılır.
- Kadındır, erkektir
- Omuz omuza emek,
- Ekmek ve gül gibi yan yana.
-
- Emek için
- Yorgun düşer akşamlar.
- Ana çocukları kucaklarda geceler.
- Gün doğunca ayın telaşesi başlar.
- Emek, ekmek getirmeli.
- Mutluluk pusu kurmalı yolumuza,
- Elinde bir demet
- Kırmızı karanfille.
-
- Kol kola yürü be dostum.
- Emek zorluklarda ateşe döner.
- Saf tutar
- Yüreğinde sakladığın ne varsa.
- Onlar ki kadınlarımız,
- Bir köle gibi çalıştırılsalar da
- Paydos düdükleri çoktan çaldı.
-
- Göz ışıltılarınız
- Yakamoz gibi düşüyor
- Türkülere.
-
- Kol kola kadın erkek.
- Şimdi bütün güzellikler kucak açmakta size.
- Ressamsınız, şairsiniz, mimarsınız, yazarsınız
- Sokaklara açılan
- Cümle kapısı gibi yüreğinize..
- Tadılmamış duyguların
- Alın terinden emeğe döneni.
- Bir gül ve ekmek gibi.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- DOSTUM
-
- Dostum!..
- Bir bak içmiş kör ,kütük sarhoş
- Biri var dostunun yanında.
- Gözlerine far çekmiş,
- Ne de güzel yosmalı.
- Ya şu gelen kim.
-
- Elleri böğründe duran,
- Ya oturan
- Efe,kim?
- Sakın dostum arkadaşım deme!...
- Arkadaşınsa şayet küsmeli, konuşmamalı.
- Yalnız onlar güzelden anlar,
- Yalnız onlar bilirler,
-
- Romen malı,
- Rus malı.
- Yalnız onlar anlarlar
- Has malı.
- Başımızdakiler,
- Ekmeğimizdekiler, aşımızdakiler.
- Onlar.
-
- Bizler bir şeyden anlamayız
- Bizler konuşmamalıyız,
- Bizler susmalıyız
- Susmalı.
- Şayet konuşursak
- Bizleri asmalı
- Onlar yağmur gibi yağıp
- Rüzgar gibi esmeli,
- Onlara hak
- Yaşamak
-
- Dostum!..
- Her zaman güler yüz olmaz
- Birazda surat asmalı
- Dinlemeli bol, bol palavrayı
- Arkasından bir küfür basmalı
- Ya peşinden gitmeli dostum
- Bir köpek olmalı
- Tasmalı
- Bir kuru kemiğe ara ,sıra
- Havlamalı,
- Havlamalı.
- Yada peşlerini bırakıp
- Özgür olmalı özgür
- Kafana uygun
- Bir kız tavlamalı.
- Hayatı seninle paylaşacak
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- ANILARA KAÇIŞ
-
- Adın
- Yeni bir yüreğe terk edilmiş
- Yeni yetme bir çocuk oyuncağa
- Bir patika yolda hüzünlü su birikintisi
-
- Kızılırmak doğuyor birden
- Gün doğarken tutuşan şafaklarda
- Sen geliyorsun aklıma şeytanca
- Satır aralarından topluyorum her bir parçanı
-
- Hırçın yağmurlar dövüyordu sokaklarımı
- Fener ışıkları oynaşıyordu gözlerinde
- İsimsiz bir geçmiş gibi hatırlamaya çalıştığım
- Anılar palazlandı yine
-
- Acımsı bir geçmiş birikiyor ağzımda
- Bir gece düşüyor gözlerimden yorgun
- Aşınmış unutulmaya yüz tutmuş
- Anıları sürüklüyor peşinden
-
- Fişi çekilmiş bir radyo gibi sustu
- Uzaklaşırken denizin dalgaları
- Takaların bir inip bir çıkan burunlarından
- Bir gece yarısı düştü
-
- Titreyip bir rüyadan kalktı ormanlar
- Yosun yeşili gözler uyandı türkülere
- Omurgası çatladı gözlerimin
- Uykuya direndi bakışlar
-
- Bir kör noktasından yakaladık zamanı
- Ölüm çıplaklığı yarattık ellerimizle
- Gizemli bir hayatı
- Barındırırken gece
-
- Sevgiyi sınadık yeşile küsüp
- İçimizde barındırdık
- Kaçamakları
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
RESİMLER BİR BELGEDİR
Fotoğraflarım yorgun çıkar
anılarımdan. Biraz sararmış, birazda geleceğine umut
taşımadıklarından üzgündürler. Acaba diyorum kaç nesil önceki
yakınlarımın fotoğrafları var arşivimde. Çocukluğumun
fotoğrafları çocuklarımın elinde harcanmış, yerlerini arkadaşları
ve kendi çocukları alıvermiş.
Bir fotoğrafın doğasında neler
saklı, sizi nerelere alıp götürür, nasıl kendinize
geldiğinizin farkına varmazsınız bazen.
Doğanın yok olması gibi, insan
doğasını da fotoğraflarda incelediğimizde; kendi cildine
bakım yapan bir insan yüzü ile bakımsız bir insanın
arasındaki farkı da fotoğraflarda görürüz. İnsan yüzündeki
ufacık bir yara izi, insan psikolojisini nasıl etkilerse,
doğamızdaki insan eliyle yapılan tahribatlarda insanı
etkiliyor. Yara izleri estetik ameliyatlarla nasıl
gideriliyorsa, doğamızın bozulan çehresini de daha çok
ağaçlandırarak, nehirlerimizi kirletmeyerek, dere yataklarını
yerleşim alanına açmayarak güzelleştirebiliriz. Fotoğrafçılık
sanatı güzelle çirkini ayırt etmeye yarar. Bir bakarsınız
bir anı olarak çektiğiniz fotoğraf, günün birinde bir
belgesel fotoğrafa dönüşüvermiş.
Geçenlerde fotoğrafla ilgili
bir haber dikkatimi çekti. Bir bayan arkadaşından bayram
tebriki alıyor. Tebrik kartı üzerindeki fotoğraf dikkatini
çeker. Fotoğrafta bir şehir ve o şehrin bir caddesinde bir
bayan elinde bir çocuk arabası, içinde dünyalar tatlısı bir
çocuk. Fotoğraf yaşlı kadında bir şeyler çağrıştırmış olacak
ki dikkatlice inceleme gereği duyar. Şehrin caddeleri,
binaları, yabancı değil. Sanki bu yeri biliyorum diye
düşünür bayan. Sonra çocuk arabasını kullanan bayanı tanır.
Bayan seneler öncesi ölen annesinden başkası değildir. Tabiî
ki çocuk arabası içersindekinin de kendisi olduğunu hayretle
fark eder. İşte arkadaşının bilinçsizce gönderdiği bir
kartpostal bir ‘anı’ resmine dönüşüvermiş.
Belediye başkanları, iktidardaki
siyasilerimiz çarpık şehirleşmeyi ve imar bozukluğunu
halkına hoş göstermek için şehrin eski renksiz
fotoğraflarıyla, yeni teknolojinin imkanlarıyla çekilmiş üç
boyutlu renkli fotoğraf karelerindeki aynı mekanı fotoğraf
sergisi açıp ta fotoğrafları sergilediğinde halk gelişmeyi
takdirle karşılar ve belediye başkanlarına övgüler yağdırırlar.
Ama vatandaş hiçbir zaman şu soruları yetkililere sormayı
aklına getirmez.
O mekanın, siyah beyaz resmin
kerelerindeki manzarada, servi ağaçlarının yeşilliğini göremez,
ağaçlardaki kuş seslerini duyamaz, akan deredeki berrak
suyu ve mesire yeri olarak kullanılan o güzelim yeşil
çimenlerle kaplı doğayı hiçbir zaman göremez. Hele hayvanların
özgürce dolaştığını, otlandığını düşünemez.
Bu tür resimler bir belgesel
nitelik taşımaktadır aynı zamanda. Geçmişle günümüzdeki
gelişmeleri takip ederek insanlar ne kazanmış nelerini
kaybetmiş, resimler çok şey ifade eder. Dahası araziler
üzerinden kimler nemalanmış kimler büyük servetler kazanmışlar
bunları resmi ağızlara sormak gerekir. İşte fotoğraflar bu
soruyu sorduran somut belgelerdir de aynı zamanda.
Çok değil otuz sene öncesinin
tuz gölünde gölün kullanabilirliğinin büyüklüğünün
temizliğinin gölün içersinde yaşayan hayvan türleri ile
ilgili güzel fotoğraflarının, bugünün fotoğraflarıyla
karşılaştırılması karşısında gördüklerimiz yüreklerimizi
sızlatıyor. Birçok drenaj kanallarının göle verilmesiyle
hayvan neslinde azalmalar olmuş hava fotoğrafları ile
tespitlerde, gölde çok büyük küçülmeler görülmüş kirlenmişlik
ve koku adeta tuzu bile kokar duruma getirmiştir. Tuz
gölüne akan suyun azalması ve yer altı sularının
çekilmesinden dolayı gölde büyük ölçüde su seviyesinde
düşüşler olmuştur. Tuz gölü Van gölünden sonra yurdumuzun
ikinci büyük gölüdür. Tuz gölüne dökülen en büyük akarsu
Konya’nın şehir kanalizasyonudur.
Yat turizmiyle ünlü Göcek
Koyunun 49 yıllığına birçok işletmelere ve otellere verilmesi
neticesi sahil şeridi gemi barınaklarıyla dolmuş doğal
güzellikler kaybolmuştur. Tabiî ki bu tür misalleri
çoğaltabiliriz. Baraj ve yol yapımıyla ilgili tahribatlar,
getirisi ve götürü sü hesaplanmadan açılan maden sahaları,
ormanlık alanın yok edilerek konuta dönüştürülmesi. Orman içi
köylerimizde betonlaşma, ağaçların kesilerek ormanın yok
edilmesi.
Daha birçok konularda eskiden
çekilen resimlerle birçok işlemler görmüş, yaralar almış
doğanın şimdiki görüntüleri arasındaki çirkinliği gözler
önüne sermektedir fotoğraflar. Onun için bizlerde birey
olarak güzelliklerimizi fotoğraflar çekerek gelecek
nesillere birer belge olarak iletelim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- BENİ ARAMA
-
- Ölünce ardından hayırla anıl
- İçindeki kinde beni arama
- Bil ki layıklığa vermişim gönül
- Tarikatta dinde beni arama
-
- Arınıp öfkeden arınıp kinden
- Bir bedene geçiyoruz bedenden
- Seni buldum kendi içimde benden
- Kendindeki sende beni arama
-
- Körkütük bir aşktan çektim cereme
- İçim sızlar tuz basarken yarama
- Bir direniş yüreğimde var ama
- İçindeki bende beni arama
-
- Acemi bir avcı elinde sülün
- Yazgıya takılır dikeni gülün
- Arzular dirilip içinde külün
- Ateşinde yanda beni arama
-
- Bir çay molasında ardımdan bakıp
- Ağlama ne olur gözyaşı döküp
- Duyduğun sözlere dudaklar büküp
- Yalanlara kanda beni arama
-
- İnadına biri rüyana girse
- Aşkına lekeli bir dünya verse
- Belki de gönülden seni severse
- Okşadığın tende beni arama
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- SEV
-
- Islan üşü ısın terle
- El sür taşa konuş yerle
- Dağ bayır gez çiçek derle
- Köpeği sev kediyi sev
- Kötü bilme yediyi sev
-
- Kazanç kapım dokunsam sen
- Yokluğundan yakınsam sen
- Etrafıma bakınsam sen
- Ananı sev babanı sev
- Dağda gezen çobanı sev
-
- Cömertçe bölüşün aşı
- Gel sevdaya aşkı taşı
- Bir yaşamdır başlar koşu
- Gideni sev geleni sev
- Ağlayanı güleni sev
-
- Fidan gibi versen filiz
- Gönlümde bıraksan bir iz
- Sorunlar çözecek biziz
- Üstünü sev astını sev
- Eşini sev dostunu sev
-
- Düşler yar ile geçimi
- Sesin ısıtsın içimi
- Böyledir aşkın biçimi
- Şiiri sev yazmayı sev
- Eşle dostla gezmeyi sev
-
- Gidene kal deme sakın
- Kötüye iyilik ekin
- Bil ki aydınlık gün yakın
- Yağmurunu karını sev
- Bugününü yarını sev
-
- Zaman yıpranmış saçında
- Ağlar sevinçler içinde
- Sevmeyene sor niçin de
- Gözünü sev kaşını
- Yaşlansan da yaşını sev
-
- Yaklaş soğuk yere harla
- Geçsin zemherin baharla
- Ürün bol verecek tarla
- Patronu sev yamağı sev
- Kutsal olan emeği sev
-
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
- AZERBAYCAN EDEBİYATI / Bölüm - 1
- Türk edebiyatlarının, büyük tarihe
ve geleneklere sahip bir kolunu da Azerbaycan Edebiyatı
oluşturmaktadır. Azerbaycan Edebiyatı’nın tarihi, onu yaratan halkın
tarihî gibi eski ve zengindir. Azerbaycan Türklerinin bin yıllık
tarihleri boyunca geçtikleri mücadelelerle dolu hayat yolu,
yaşadıkları sevinçli ve kederli dönemler, elde ettikleri bilgi ve
tecrübeler, inandıkları manevî ve ahlâkî kanaatler tüm yönleri ile
bu edebiyatta yansımıştır. Son derece elverişli coğrafî mevkide,
Asya ile Avrupa’nın kapısında yerleşen, tabiatının güzelliği,
topraklarının verimliliği, doğal kaynaklarının zenginliği ile
seçilen Azerbaycan, zaman zaman kanlı savaşlara sahne olmuş,
muhtelif zümre ve kavimler bu ülkenin topraklarından geçmiştir. Bu,
bir taraftan Azerbaycan’ın kültür servetlerine acımasız darbeler
indirmiş, binlerce edebiyat ve medeniyet abidesinin ebediyen mahvına
neden olmuştur, öbür taraftan ise, farklı dillerde konuşan, farklı
dinlere inanan, farklı kültür geleneklerine sahip olan muhtelif
toplulukların Azerbaycan’da olması, bu eski Türk yurdunun özgün ve
tekrarsız bir edebiyat oluşturmasına imkân sağlamıştır.
- Azerbaycan tarihinin, özellikle de
kültür tarihinin en eski dönemleri hala yeterince bilinmese de,
burada zengin kültür katlarının, hem de birbirini etkileyen,
birbirinin gelişmesine neden olan kültür katlarının varlığı
kuşkusuzdur. Farklı dillerde eser veren, farklı kültürlerin etkisini
taşıyan Azerbaycan Edebiyatının bin yıllık tarihî de bu kültür
katlarının genişliği ve zenginliği hakkında fikir vermektedir.
Şimdiki Azerbaycan topraklarındaki ilk siyasi kurum Manna Devleti,
üç bin yıl önce kurulmuştu. Tarihî kaynaklar, Urartu ve Asurî
devletleri ile bazen barış, bazen de savaş şartlarında yaşayan
Mannalıların, ekonomi ve kültür açısından zamanın gelişmiş
halklarından birisi oldukları hakkında bilgi verirler. Mannalılardan
kalmış bazı kültür abideleri de bu fikri doğrulamaktadır. Kuşkusuz,
Mannalıları yahut daha sonra MÖ. VII yy. Azerbaycan’da devlet kurmuş
Midiyalıları, çağdaş Azerbaycan Türklerinin ecdatları saymak ilmî ve
tarihî açıdan doğru değildir. Burada önemli olan, Azerbaycan’ın en
eski dönemlerden beri dünyanın kültür merkezlerinden biri olarak öne
çıkmasıdır. Bu gelenek ülkenin bütün tarihî boyunca devam
ettirilmiştir.
-
- HALK EDEBİYATI
- Diğer dünya halkları gibi Azerbaycan
Türklerinin de yazılı edebiyatlarının temelinde şifahî edebiyat
yahut halk edebiyatı vardır. Gerek dil, gerekse konu açısından
yabancı etkilerden her zaman uzak kalmış olan halk edebiyatı, onu
yaratan, muhafaza eden ve gelecek nesillere ulaştıran milletin iç
dünyasını, hayata bakışını, yaşam felsefesini herhangi bir yazılı
kaynaktan daha sağlıklı yansıtır. Diğer taraftan, halk
edebiyatındaki mitoloji unsurları, rumuzlar, tarihî olaylarla
çağrışımlar, onların en eski dönemlerin yadigârı olduklarını, halkın
hafızasında bin yıllar boyu yaşayarak günümüze ulaştıklarını
göstermektedir.
- Azerbaycan Halk Edebiyatı şekil ve
tür açısından çok zengindir. Burada, bir satırlık, ama bir satırında
büyük manalar taşıyan atasözlerinden, büyük hacimli destanlara
kadar, halk yaratıcılığının en farklı örnekleri vardır. Uzun asırlar
boyu derlenip toplanmadığından, araştırıcı, incelemeci nazarlarından
uzak kaldığından, halk edebiyatı numunelerinin büyük bir kısmı
unutulmuştur. Derlenenler, kitap şeklinde yayımlananlar, âlimlerce
incelenenler, belki de halkın yarattıklarının binde biridir. Ama
deryada damla gibi görünen bu binde bir de, halkın hayatım tüm
ayrıntıları ile, tüm renkleri ile anlatmaya yeterlidir.
- Halk yaratıcılığımızın en eski
türlerinden biri Emek yahut Zahmet nağmeleridir. Her halkın şifahî
edebiyatında tesadüf olunabilen bu nağmeler, insanın söylediği ilk
şiir, bestelediği ilk şarkı olarak adlandırılabilir. Halk
edebiyatının diğer örnekleri, özellikle de bayatılar (maniler) ve
âşık yaratıcılığı ile mukayesede zahmet nağmeleri edebî yönden basit
gözükür. Ama bu basitliğin arkasından ilkinlik, en eskilik
durmaktadır.
- Emek nağmelerinin Azerbaycan Halk
Edebiyatında en çok yayılmış türleri Holavarlar ve Sayacı sözlerdir.
Azerbaycan folklorcularının bir kısmının fikrine göre “holavar”
terimi “Ho” hayvan ve “var” yani “git” sözlerinin birleşmesinden
türemiştir. Bu manada holavar, hayvanı işe çalışmaya çağıran
nağmelerdir. Prof. Dr. Azad Nebiyev ise bu meseleye farklı
bakmaktadır. Onun fikrine göre, “Çin, Hind ve İskandinav halklarının
folklorundaki “ho”, mukaddes öküz (inek) toteminin adı olmuştur.
Türk halklarının Azerbaycan, Özbek, Uygur vb. folklorundaki merasim
nağmelerinin ekseriyetinde “ho”lar, mukaddes varlık, mutluluk
simgesi gibi terennüm olunur. “Holavar” mukaddes varlık hakkında
mahni manasını taşır.”
- Emek nağmelerinin geniş yayılmış
numunelerinden olan Sayacı sözleri ise, göçebe hayatının başka bir
alanı ile koyunculukla ilgilidir. Sayacı sözlerinin menşei hakkında
da farklı mülâhazalar mevcuttur. Bu folklor türünün halk arasında
yayılmış örneklerini ilk defa derleyerek yayımlayan Feridunbey
Köçerli, (18631920) sayacı sözünün Fars dilinde ki “saye”, yani
“kölge” sözünden alındığına ihtimal verir. Fars dilinde bu sözün
mecazî manası “himaye etmek”, “savunmaktır”. Fars dilinden
Azerbaycan Türkçesine de geçen “saye” sözü Kafkasya Türkleri
arasında “bolluk”, “bereket” vb. manalarda kullanılmaktadır. Buradan
da “sayacı sözlerinin”, yahut “sayacıların” halk arasında “bolluk
getiren”, “bereket getiren” vs. anlamlarında kullanıldığı
anlaşılıyor. Sayacılar da âşıklar ve dervişler gibi halk arasında
gezerek dolaşır ve kendi şarkılarını söylerdi. Sayacı sözleri
orijinal müracaatlarla başlar:
-
- Salammelik, say beyler,
Bir birinden yey beyler,
Saya geldi, gördünüz?
Salam verdi, aldınız?
Alnı tepel qoç quzu
Sayacıya verdiniz?
Sefa olsun yurdunuz,
Ulumasın qurdunuz.
Ac getsin avanınız,
Tox gelsin çobanınız.
-
- Bunun ardınca sayacı, ev
hayvanlarını, özellikle de koyunu vasfeder, ondan bolluk ve bereket
simgesi gibi söz açar:
-
- Qoyunlu evler gördüm, Qurulu yaya benzer.
Qoyunsuz evler gördüm,
Qurumuş çaya benzer.
Qoyun var kere gezer,
Qoyun var küre gezer,
Geder dağları gezer,
Geler evleri bezer.
- Azerbaycan folkloru bir insanın
doğuşundan, mezara konulmasına kadar, hayatının tüm aşamalarını
yansıtır. Bu açıdan folklor örnekleri, halk edebiyatı numuneleri çok
konulu ve çok çeşitlidir. Emek nağmeleri insanı çalışma anında, iş
sürecinde tasvir ediyorsa, merasim nağmeleri de, onun şenliklerini
ve törenlerini, çocuk folkloru aile ocuk sevgisi ile ilgili
duygularını, tapmacalar (bilmeceler) aklını, zekâsını nasıl
geliştirdiğini, atasözleri geçmiş nesillerin ilim ve idraklerinin
tecrübesinden hangi yollarla behrelendiğini, efsane ve esatirler
tarihe, düne bağlılığım, latifeler, dünyayı, olayları gülerek
anlamak arzusunu vs. açıklamaktadırlar.
- Kuşkusuz, halk arasında en fazla
popüler olan merasim nağmeleri de Azerbaycan şifahi edebiyatının en
eski örnekleri sırasındadır. Belli bir alanda çalışan meslek
adamlarının emek nağmelerinden farklı olarak merasim nağmeleri her
evde, her ailede bilinir, tanınır. Çünkü bu nağmeler her Azeri
Türkünün kutladığı bayramlarla, katıldığı törenlerle ilgilidir.
Ecdadlarımızın arzu ve umutları, kaygı ve beklentileri, aynı zamanda
onların dünyayı anlamak isteği bu nağmelerde akseder, Folklor
uzmanları Azerbaycan Türkleri arasında yayılmış halk merasim
nağmelerini ikiye ayırırlar. Bunların bir kısmını, mevsim
merasimleri ile bağlı nağmeler, ikinci kısmını ise maişet
merasimleri ile bağlı nağmeler oluşturmaktadır. Yeni gün anlamına
gelen Nevruz, eski Azerbaycanlıların tasavvurunda, dünyanın
yenileşmesi, doğanın tazelenmesi, kışın sıkıntılarından sonra
tabiatın yeniden canlanması olarak anlaşılıyordu. Nevruzla ilgili
imevsim nağmelerinde, bu halk bayramının getirdiği iyimserlik hissi,
hayata, geleceğe güven duygusu önemli yer tutmaktadır:
- Novruz, Novruz bahara, Güller,
güller bahara, Novruz gelir, yaz gelir, Neğme gelir, saz gelir.
Bağçamızda gül olsun, Gül olsun, bülbül olsun. Bağçalarda gül olsun,
Gül üste bülbül olsun. Mevsim nağmeleri içerisinde eskiden beri
Azerbaycan Türkleri arasında çok yayılmış, Xıdır ve QoduQodu
merasimleri ile ilgili olarak yaratılmış nağmelere de sık şekilde
tesadüf olunmaktadır. Xıdır, Xıdır Nebi, yahut Xıdır İlyas
hakkındaki nağmelerde yeşillik, barbahar ve bereket arzusu, gıda ve
ruzi isteği esas yer tutar. Ebedî hayat simgesi olan Xıdır, zor
duruma düşenlerin, darda kalanların kurtarıcısı ve yolgöstereni gibi
takdim olunur.
-
- “Xanım ayağa dursana,
Yük dibine varsana,
Boşqabı doldursana,
Xızırı yola salsana.”
-
- Maişet merasimi folkloru vasfıhaller,
ağılar, nişan ve toy nağmeleri vs.den oluşmaktadır.
- Vasfıhaller kuruluş açısından
bayatıları ha tırlatmaktadır. Adından da anlaşıldığı gibi, burada
halin vasfı, durumun açıklanması esastır. Vasfı hallar daha çok genç
kızlar ve kadınlar arasında yayılmıştı. Nevruz bayramı arefesinde,
gelen yeni yılın nasıl olacağı, kimin ne beklediği vs. hakkında
vasfıhallar vasıtası ile fal açılarak bilgiler alınırdı. Azerbaycan
folklorunun ilk tetkikçilerinden yazar Yusuf Vezir Çemenzeminli bu
merasimi şöyle tas vir eder: “Xalqımız arasında Novruz bayramına bir
ay qalmışdan başlayaraq çerşenbe axşamı vasfıhal salmag kimi bir
adet vardı. Qadın ve qızlar top lanaraq bir badya su qoyar ve
hereden bir nişan alaraq suya salardılar. Badya başında oturan qadın
tesadüfen eline keçen nişanı sudan çıxarıb bir vasfıhal söyler, bu
qayda ile fala saxardılar. De meli, nişan verenin üreyinde bir
niyyet olar ve niyyetinin baş vereceyini ve ya vermeyeceyini söy
leyen vasfhaldan duyardı”. Mesela birini seven kız için, böyle bir
vasfıhalın okunması uğur ala meti idi:
-
- Oturmuşdum sekide,
Üreyim seksekide,
Yardan üç alma geldi,
-
- Bir qızıl nelbekide. Ağılar da halk
edebiyatının en eski ve etkili örneklerindendir. Tarihî kaynaklardan
da belli olduğu gibi, eski Azerbaycanda yuğ olarak adlanan merasim
mevcut idi. Ölen kahramanlar için yuğlama merasimi yapılırdı. Bu
merasimde yuğçular ölen kahramanın sıfatlarını anlatırlardı. Yuğ ve
yuğçu sözü Azerbaycan Türkçesinde değişikliğe uğrayarak ağı ve ağıçı
şeklini almıştır. Halk edebiyatındaki ağılara hem nesir, hem de şiir
şekillerinde tesadüf etmek mümkündür. Nesirle olan ağılarda daha çok
ölen adamın keyfiyetleri anlatılır, bayanlardan oluşan kısa
şiirlerle söylenen ağılarda ise bu ölümün doğurduğu ıstırablar, onun
yakınlarına, çocuklarına etkisi vs. tasvir edilir. Azerbaycan
ağıları onu yaratan halkın, özellikle de Azerbaycan kadınlarının iç
dünyası, onların kardeş, er, evlat ve anababa sevgisi hakkında açık
fikir verir. Hacim açısından küçüklüğüne rağmen, her ağı insan
hislerinin, insan duygularının derinliğini ve sonsuzluğunu açığa
çıkaran dolgun bir eserdir:
-
- Bostanda tağım ağlar,
Basma, yarpağım ağlar. Ne qeder sağam, ağlaram, Ölsem torpağım
ağlar.
-
- Keder ve derd üzerinde köklenmiş
ağılardan farklı olarak nişan ve toy nağmeleri şenliği, şuhluğu,
esprili havası ve oynaklığı ile seçilir. Azerbaycan halk
edebiyatında nişan ve toyun bütün aşamaları ile bağlı şiirler,
nağmeler mevcuttur. Bunların arasmda, elçilerin gelmesi, nişan
getirilmesi, gelinin eline kına yakılması, gelinin oğlan evine
getirilmesi, gelinin ve damadın tarifi vs. merhaleleri ve onlarla
ilgili nağmeleri hatırlatmak mümkündür. Aynı zamanda bu nağmeler hal
mizahının, alaycılığının tüm inceliklerini yansıtır. Mesela, elçilik
yahut nişan için gelen oğlan tarafının nezaketli davranışları,
onlarm okudukları nağmelerden de bilinir:
-
- Quda, gelmişikbiz size,
Hörmet ediniz bize,
Bu gün qızımız sizdedir,
Sabah aparırıq bize.
-
- Kızın ata anasmın rızası alındıktan
ve toy merasimi gerçekleştikten sonra ise, onlarm okudukları
nağmelerin tonu ve mazmunu tamamen değişir:
-
- Verdim bir dana, Aldım bir sona,
Ay kız anası, Qalyanayana
-
- Yeni yuvasma sevdiği oğlanın evine
getirilen geline müracaatla okunan nağmeler ise inceliği,
samimiliği, ile seçilir:
-
- Anam, bacım qız gelin, Elayağı düz gelin.
Yeddi oğul isterem,
Birce dene qız, gelin.
-
- Toy merasimi sona erer, yeni aile
kurulur, genç ataananın ilk çocuğu dünyaya gelir. Çocuk folklorunda,
babaananm çocuklarının sağlam ve mutlu büyümeleri ile bağlı arzuları
var; çocukları eğitmek, onlarm akimi, zekâsını geliştirmek,
niteliklerini inkişaf ettirmek için zaman zaman halk bilgilerine,
halk tecrübesine dayanarak ortaya konulan oyunlar ve nağmeler,
bilmeceler ve yanıltmacalar da var. Analık sevgisini, evlat
mehebbetini ifade eden laylalar ve okşamalar Azerbaycan çocuk,
folklorunun en yaygın numunelerindendir. Bu beşik nağmeleri en
munis, derunî hislerin ifadesidir.
- Laylalar ve okşamalarla birlikte,
Azerbaycan çocuk folklorunda, arzulamalar, beslemeler, nazlamalar,
azizlemeler, eğlendirmeler vs. gibi çocuk hayatı ve anaçocuk
münasebetleri ile ilgili diğer numuneler de mevcuttur. Mesela,
beşikte yatan küçük oğlunu yahut kızını okşayan ana onun nişanı,
düğünü vs. ile ilgili nağmeler okur:
-
- Elinde var def,
Üstüde sedef,
Kırmızı köynek,
Geler qızımçün.
-
- Küçük yaşlı çocuklar arasındaki
oyunlarla ilgili folklor numunelerinin çeşidi de Azerbaycan halk
edebiyatında oldukça geniştir. Buraya sanamalar, düzgüler,
acıtmalar, çatdırmalar, bahisleşmeler vs. dahildir. Sanamlalar ve
düzgüler çocukların hafızalarını geliştirdiği gibi, dilin
zenginliklerini açıklayan yanıltmacalar da, onlarm konuşma ka’
biliyetlerinin gelişmesinde önemli rol oynar. Biri birine benzer,
ama farklı manalara sahip sözlerden oluşan yanıltmaçlar, aynı
zamanda halk edebiyatında dil unsurlarının ne kadar başarılı bir
şekilde kullanıldığı hakkında fikir verir: “Getdim gördüm bir derede
bir berber bir berberi ber ber beğirdir. Dedim, a berber bu berberi
niye ber ber beğdirdirsen? Dedi bu berber ber ber beğiresi
berberdir”. Ve yahut: “Bu mis ne pis mis imiş, Bu mis Kaşan
misiymiş” gibi yanıltmaçlar, yalnız çocuk konuşmasının gelişmesinde,
onlarm düzgün telaffuz kurallarını öğrenmelerinde değil, ayni
zamanda çocuklarda bir humor hissinin oluşmasmda da önem
taşımaktadır.
- Türk halkları arasında bilmece,
tapışmak, cummak vs. adlar altında tanınan tapmacalar da Azerbaycan
Halk Edebiyatının, özellikle de Azerbaycan çocuk folklorunun
geleneksel ve yaygın şekillerinden biridir. Tapmacalar halk
hayatının hemen tüm alanlarını ihata eder. klasik Azerbaycan
şiirlerindeki muamma ve loğaz, aşık edebiyatındaki bağlama ve
gıfübend gibi şiir şekillerinin meydana çıkmasına halk
edebiyatındaki tapmacaların da büyük bir etkisi olmuştur.
- Azerbaycan Halk Edebiyatının mühim
bir kısırımı atasözleri ve darbimeseller oluşturmaktadır. Halkın
tarihî tecrübesini aksettiren atasözlerimiz, diğer Türk boylarının
atasözlerinden fazla farklı değildir. Bu da yalnız soyumuzun ve
dilimizin değil, tarihî bilgi ve tecrübelerimizin de aynı olduğunun
bir işaretidir. Türk millî kültürünün muhteşem numunelerinden olan
“Kitabı Dede Korkut” destanlarının atasözleri ile açılması, halkın
bu zekâ ve idrak numunelerine her zaman büyük önem verdiğini
göstermektedir. Nesîmî, Fuzûlî, Vakif vs. gibi orta çağ Azerbaycan
şairlerinin eserlerinde de bol bol işlenen atasözleri, yalnız
asırlar boyu smavdan geçirdikleri gerçeklerin değil, hem de onun
tarihinin, manevîahlâkî kanaatlarınm ifadesidir. Azerbaycan atalar
sözlerinin toplanmasına ve tetkikine XIX. yy.’m ikinci yarısından
sonra başlanmıştır. Bütün hayatını bu zengin halk hazinesinin yazıya
alınmasına vermiş folklor uzmanı Ebülkasım Hüseynzade’nin tahminen
yetmiş yıl zarfmda on binden fazla atalar sözleri toplaması
Azerbaycan Halk Edebiyatının diğer alanlarda olduğu gibi bu sahada
da zenginliğini, verimliliğini göstermektedir. Azerbaycan atalar
sözlerinin büyük ekseriyeti manzumdur. Dâhilî kafiyelerden ibaret
atasözleri ile bir sırada iki, bazen dört mısradan oluşan
atasözlerine rastlamak mümkündür.
- Diğer halkların edebiyatlarında
olduğu gibi Azerbaycan Türklerinin halk edebiyatında da şiir ve
nesir türleri birlikte kullanılmıştır. Ancak şiir türleri daha
fazladır. Sözlü edebiyatın bu türleri içerisinde en yaygın olanı
bayatılar (maniler)dır. Azerbaycan folklorcuları arasında
bayatıların menşei ile ilgili farklı fikirler mevcuttur.
Tetkikatçıların büyük ekseriyeti bu popüler halk edebiyatı türünü
Bayat adlı Türk boyunun adı ile ilgili göstermektedirler. Bayatlar
eskiden beri Kuzey Azerbaycan sınırları içerisinde yaşamaktadırlar
ve bazı rivayetlere göre Türk dünyasının büyük söz ustası Fuzûlî de
bu boydandır. Bayatıların “kadim”, “eski” manalarını bildiren
“boyat” sözünden türediğini ve bununla da bu poetik türün en eski
zamanlardan beri halkın manevî hayatına dâhil olduğunu savunan
edebiyatçılar da vardır.
- Bayatı halk edebiyatından yazılı
edebiyata da geçmiştir. XVI. yy. Azerbaycan klasik şiirinin tanınmış
temsilcilerinden birisi olan Şah İsmayıl Hatai aynı zamanda güzel,
düşündürücü bayatılar şairidir. XVII. yy. Azerbaycan şairlerinden
Mehemmed Emani’nin de kendi yaratıcılığında bayatıya önem verdiği
bilinmektedir. Azerbaycan halk edebiyatında müellifli bayatıların en
olgun ustası ise, XVII. yy. da yaşamış Sarı Aşık olmuştur.
Şiirlerinin birinde “Külli Qarabağın abiheyatı, Nermü nazit
bayatıdır, bayatı” diyen XVIII. yy. büyük Azerbaycan şairi Molla
Penah Vaqif, bayatıdan bir güzellik, incelik ve olgunluk simgesi
gibi söz ediyordu.
- Bayatılar da diğer halk edebiyatı örnekleri, özellikle de atalar
sözleri gibi halkın tarihini, bu tarihin önemli olaylarını
yaşatmakdadır. Mesela,
-
- Apardı tatar meni,
Qul edib satar meni,
Yarım vefalı olsa, Axtarıb tapar meni
- bayatısı hiç şübhesiz ki,
Azerbaycan’ın Mogoltaralarm yönetimi altına geçtiği XIIXIV yy.
eseridir.
- Azerbaycan folklorunun başka bir
şiir türü halk mahnıları, musiki ile bedii sözün birleşmesinden
türemiştir. Onlar sevgi ve kahramanlık mahnıları olarak iki kısma
ayrılmaktadırlar. Sevgi mahnıları derin ve ince lirizmi, hislerin
samimiliği ve kıvraklığı ile seçilir. Kahramanlık mahnılarında ise
adından da anlaşıldığı gibi, mücadele, savaş, haksızlıklara karşı
barışmazlık ahvaliruhiyyesi öne çıkarılmaktadır. Sevgi konulu halk
mahnılarının bazıları diyalogdeyişme şeklindedir. Halk mahnıları
popülerlik açısından atalar sözleri ve bayatılarla aynı seviyededir.
Buraya kadar üzerinde durduklarımız Azerbaycan halk edebiyatının
lirik türleridir. Şiirle birlikte epik tür, yahut nesir de, bu
edebiyatta yaygındır. Nağıllar, destanlar, qaravelliler, rivayetler,
efsaneler, esatirler, latifeler vs. millî folklordaki nesir
türlerini oluşturmaktadırlar.
- Her Azerbaycan Türkü, çocuk
yaşlarından başlayarak Azerbaycan nağıllarmın çekici ve sihirli
dünyasının içine girer, bu dünya ile büyür. Azerbaycan nağıllarında
onu yaratan ve yaşatan halkın millî özellikleri, gelenek ve
görenekleri, örf ve âdetleri, geçimi dünya görüşü, insanlarla
münasebeti, manevî özgürlük uğrunda mücadelesi ön plana çıkar.
Azerbaycan nağılları, zaman zaman yazılı edebiyatın faydalandığı
zengin kaynaklardan biri olmuştur. XII. asrın büyük Azerbaycan şairi
Nizami Gencevi’den başlayarak Azerbaycan Edebiyatının bütün büyük
simaları kendi yaratıcılıklarında nağıllara sık sık müracaat etmiş,
nağıllardan aldıkları konularda, yeni devirle, yeni meselelerle
sesleşen eserler yazmışlardır. Bu açıdan millî folklorun diğer
türleri ile mukayesede nağılla daha büyük bir çapta yazılı
edebiyatın malzemesini oluşturmuşlardır.
- Nağıl toplayıcıları ve
araştırıcıları, dünya folklorunun da tecrübesine dayanarak
Azerbaycan nağıllarını muhtelif, yönlerden tasnif etmişlerdir.
Mesela, bu sahanın ilk araştırıcılarından biri olan yazar Yusuf
Vezir Çemenzeminli nağıllarımızı üç gruba ayırmıştır: eski tasavvur
ve ayinlerle ilgili nağıllar; tarihî nağıllar ve çocuk nağılları.
Çağdaş folklorcular ise derlenmiş ve araştırılmış daha fazla nağıl
örneklerini göz önünde tutarak Azerbaycan nağıllarının konu
açısından daha geniş tasnifini vermişlerdir. Buraya hayvanlar
hakkında nağülar, sihirli nağıllar, tarihî nağıllar, ailegeçimle
ilgili nağıllar ve satirik (mizahi) nağıllar dahildirler.
- Hayvanlar hakkındaki nağıllar mana
açısından daha evvelce sözü edilen sayacı sözlerine benzer. Bu
nağıllarda halkın tarihî gelişme merhalelerinde totem olarak kabul
ettiği, bu veya başka açıdan kutsallaştırdığı hayvanlarla
ilgilidirler. Mesela, Azerbaycan’da yılanın bir totem olarak
alındığı çok sayıda nağıllar vardır. Diğer taraftan, Azerbaycan’da
yılan pirlerinin, yılan tapmaklarının varlığı da bilinmektedir.
Tarihçiler bunu Azerbaycan’ın en eski nüfusunun, özellikle de
Midiyalılarm yılana tapınması ile ilişkili göstermekdedirler. Diğer
taraftan, yılan dünya folklorunda idrak, zekâ simgesi olarak
alınmıştır. Bu, yılanla ilgili Azerbaycan nağıllarında da
gözükmektedir. Mesela, “Ovçu Pirim” nağılmda yılan Ovçu Pirim’in
ağzına tükürür ve bundan sonra Pirim tüm hayvanların dilini anlar.
Azerbaycan nağıllarında yılanla birlikte canavar, horoz, it, öküz,
inek vb. hayvanlar da totem olarak geçmişlerdir.
- Sihirli nağıllar da ortaya çıkış
açısından eski nağıllardandır. Bu nağıllarda insanın mitolojik
varlıklara, doğanın dağıtıcı kuvvetlerine karşı mücadelesi yer alır.
Adından da anlaşıldığı gibi, Azerbaycan sihirli nağıllarında
kahramanlar sihir, cadı, efsun ve mitolojik yardımcılarının
sayesinde devler, ejderhalar, periler, cadıkarılar, tılsımlar vs.
ile mücadele ediyorlar. Bu nağıllardaki hadiseler, ekser hallerde,
zulmet dünyasında, yerin altında, periler ve devler ülkesinde ve
diğer fantastik mekânlarda geçer. Sihirli nağıllar tüm fantastik
süsüne rağmen aslında halkın sevmediği, barışmadığı kuvvetlere karşı
mücadele ruhundan ve isteğinden kaynaklanırlar.
- Tarihî nağıllar ise, adından da
anlaşıldığı gibi, Azerbaycan tarihinin ayrı ayrı olayları,
şahsiyetleri yahut da faaliyetleri, bu ülke ile ilgili olmuş
insanların hayatı ile ilgilidir. Azerbaycanda İskender, Dara Şah
Abbas ve başka tarihî şehsiyetler hakkında nağıllarm varlığı bu
folklor türünün yalnız halk fantazisine değil, aynı zamanda tarihî
gerçekliklere dayandığını göstermektedir. Maişeti nağıllar konusu
nağıllarm daha büyük bir bölümünü oluşturur. Bu nağıllarm konusu,
gündelik hayattan gerçek mücadeleden alınmıştır. Maişet nağıllarının
esas kahramanları halkın arasından çıkmış adamlardır. Çoban, nöker,
işçi, köylü vb. meslek adamlarından oluşan bu kahramanlar maişet
nağıllarında bir kural olarak, nağılın başlangıcında zayıf,
kuvvetsiz, zavallı adamlar gibi tasvir olunurlar. Ama içerisine
girdikleri hayat şartları, farklı olaylar onları sanki yeniden
yetiştirir. Onlar hem aklî, hem de fizikî açıdan kuvvetlenir,
karşılarına çıkan zorlukları başarı ile geçerek nağılın sonunda ülke
yöneten bir padişah, akıllı bir vekil, adaleti ile tanınan yönetici
seviyesine yükselirler.
- Esas kahramanlar Keçel, Koşa vb. olan satirik (mizahî)
nağıllarda ise, halk gülüş yolu ile kendi düşmanlarına karşı
mücadele verir. Bu nağıllarm kahramanları en zor durumlardan,
akılları, hazırcevaplılıkları ile kurtulabilirler; özlerinden kat
kat kuvvetli düşmanı akim, sözün kudreti ile yenerler. Yüzyıllar
boyu, halkın yediden yetmişe her temsilcisi için hayat mektebi olmuş
nağıllarm, Azerbaycan folklorunda kendi gelenekleri, üslûp
özellikleri meydana gelmiştir. Her bir nağıl peşrev yahut nağılbaşı
ile başlayıp, nağılsonu ile biter. Nağılbaşılar diğer dünya
halklarının nağıllarının da esas üslubî özelliklerindendir. Ama Türk
nağıllarının (Azerbaycan, Özbek, Türkmen vs.) başlangıcındaki
nağübaşlarm özelliği ve farkı, onların kural olarak humoristik
karakterde olmasındadır. Diğer taraftan, nağılbaşı nağılın mazmunu,
konusu ile bağlı kalmaz. Mesela, “Hamam hamam içinde, xelbir saman
içinde, deve delleklik eyler, köhne hamam içinde. Hamamcının tası
yox, baltacının bal tası yox, Orda bir tazı gördüm, onon da xaltası
yox. Qarışqa şıllaq atdı devenin budu batdı, milçek mindim çay
keçdim, yabaynan dovğa içdim, heç bele yalan görmemişdim” vs.
- Azerbaycan Halk Edebiyatında
efsaneler, esatirler ve rivayetlerin de çok sayıda örnekleri vardır.
Hayvanlar, kuşlar, yer adları, kaleler, boy halk, nesil, totem
adları, sema cisimlerinin adları, tarihî olaylar ve şahsiyetler,
dinî unsurlar yanında, Azerbaycan efsanelerinin her birisinde halkın
fikir ve amaçları, onun geçmişini anlamak ve geleceği bilmekle
ilgili istek ve çabaları esas yeri tutar. Azerbaycan efsane ve
esatirlerinin halk arasında toplanmasına yirminci yüzyılın başlarmda
başlanmıştır. Arif Acalov’un esatirler, Sednik Pirsultan’m ise
efsanelerle ilgili toplama ve derlemeleri, tetkik ve
değerlendirmeleri bu folklor türlerinin de Azerbaycan halk
edebiyatındaki yaygınlığını, farklı örneklere malik olduğunu ortaya
koymuştur. Azerbaycan epik folklorunun halk arasında popüler olan
türlerinden biri de latifelerdir. Latifeler aynı zamanda Türk
folklorunun konu ve kahraman açısından ortak türüdür. Türk
halklarının ortak bir gülüş, mizah kahramanı var.
- O, farklı Türk boyları arasında Molla Nesreddin, Nasrettin Hoca,
Nesreddin Efendi, Hoca Nasır Efendi vs. adlarıyla tanınan ve anılan
büyük mizah ustasıdır. Azerbaycan folklorunda Molla Nesreddin gibi
tanman bu idrakli insanla ilgili yüzlerle latife yazıya alınmıştır.
Molla Nesreddin sevinç anlarında da, keder dakikalarındada, toyda
da, yasta da her zaman halkın yanında olan, her zaman ona destek
veren, maceraları ile onu güldürerek düşündüren ve düşündürerek
güldüren büyük bir ustadır. Ama Molla Nesreddin Azerbaycan
latifelerinin yegâne kahramanı değildir. Behlül Danende, Aptal Kasım
gibi gülüş ustalarının da çok sayıda latifeleri yazıya alınmış ve
halk arasında yayılmıştır. Ayrıca, Azerbaycan’da her bölgenin kendi
mizah kahramanları olmuştur ve onların gelenekleri şimdi de
yaşamaktadır.
- Diğer halkların sözlü edebiyatlarında olduğu gibi, Azerbaycan
Halk Edebiyatında da bu edebiyatın zirvesini destanlar
oluşturmaktadırlar. Destanlar Azerbaycan folklorunun halk arasında
yaygın ve hacim açısından büyük türlerinden biridir. Destan kelimesi
Azerbaycan Edebiyatında bin yıllar boyu kullanılmıştır. Bilindiği
gibi, Nizami Gencevide “Hamseye” dâhil olan eserlerini “destanlar”
olarak adlandırmıştır. Azerbaycan destanları hem şiir, hem de nesrin
unsurlarını taşımaktadır. Başka sözle söyleyecek olursak,
destanlarda nesr ve nazm parçalan birbirini takip eder; fikir ve
mana açısından birbirini tamamlar. Destanm nesr parçaları olayları,
durumları anlatırken, şiir parçaları daha fazla kahramanların lirik
his ve düşüncelerinden, onların heyecan ve ıstıraplarından söz
açarlar.
- Asırlardan beri malum olan, halk
arasmda geniş alanlara yayılmış, derlenmiş Azerbaycan destanları
halk edebiyatı ile ilgili tetkiklerde kahramanlık ve sevgi
destanları olarak tasnif edilmiştir. Bu destanların arasındaki
farklar da her şeyden önce onların adlarında kendini gösterir.
Halkın farklı tarihî dönemlerde kendi bağımsızlığı, egemenliği,
insan hakları, toprağının ve yurdunun, kadının ve akrabalarının hür
yaşamı için verdiği mücadeleler esasen kahramanlık destanlarına
yansımıştır. Bundan farklı olarak sevgi destanları daha fazla aşk
romanlarını hatırlatmaktadırlar. Bu destanlarda sevgilisine kavuşmak
için mücadeleye başlayan genç aşığın ıstırapları, sevgi yolunda
karşılaştığı zorluklar, verdiği savaşlar vs. esas konuyu
oluşturmaktadır. Ancak, kahramanlık destanlarında sevgi
sahnelerinin, bunun aksine olarak sevgi destanlarında kahramanlık ve
savaş sahnelerinin olması da doğaldır. Destan diğer halk edebiyatı
türlerinden farklı olarak hayatı daha geniş boyutlarda, daha çeşitli
ölçülerde aydınlattığından, tabii ki, burada insan hayatının daha
farklı sahneleri göz önüne alınabilir.
- Azerbaycan Halk Edebiyatında “Kitabi Dede Korkut, Koroğlu, Molla
Nur, Kaçak Nebi, Kaçak Kerem, Settarhan” vs. kahramanlık destanları
yaygındır. Bu destanlar farklı tarihî dönemlerin eseri olduğu gibi,
onlarda akseden olaylar, tarihî gerçekler de, Azerbaycan halkının
hayatının farklı devirleri ile ilgilidir. Mesela, Kitabi Dede
Korkut’ta Azerbaycanlıların, daha geniş anlamda ise Oğuz
Türkleri’nin X.XI. yy. hayatı söz konusudur. Koroğlu destanı
Kafkasya’da ve Azerbaycan’da XVI.XVII. yy.’da cereyan eden tarihî
olayların edebî ürünü olarak meydana çıkmıştır. “Kaçak Nebi, Kaçak
Kerem, Sattarhan” vb. kahramanlık romanları ise, Azerbaycan
Türklerinin Rus ve İran zulmüne karşı teşkilatlanmış bir halde
mücadele verdikleri XIX.XX. yy. edebî ürünleridir.
- Türk Halk Edebiyatının ve Türk
lehçelerinin muhteşem abidesi olan Kitabi Dede Korkut tam olarak bin
yıl önceki AzerbaycanTürk hayatının ansiklopedisi olarak
adlandırılabilir. İlim alemine ilk kez, 1815'te Alman şarkiyatçısı
Henrif fon Dits’in tetkikatıyla çıkan bu eser Azerbaycan’da ilk defa
1938'de yayınlanmıştır. Prof. Hemid Araslı’nm hazırladığı bu neşir
bütünlükle Türkiye’de yayınlanan Orhan Saik Gökyay neşrine
dayanmakta idi. Azerbaycan halk edebiyatı araştırıcılarının Kitabı
Dede Korkut destanı ile ilgili tetkikleri ise 192030 yıllarına
tesadüf etmektedir. Stalin’in eski Sovyetler Birliği’nde 1937'de
başlattığı “Büyük terör” de zarar gören edebî eserlerden birisi de
Kitabı Dede Korkut destanları olmuştur. Pantürkizm tebliği ve
milletçiliği ileri sürülerek bu edebî abide yasaklanmış, onunla
ilgili tetkikleri olan araştırmacıların bazıları da
cezalandırılmıştır. Destanın 1950 ‘de Bakü’de, akademisyen V. V.
Bartold’un çevirisinde Azerbaycan alimleri tarafından yayınlanması
eski Soyvet yönetimi arasında gerçek bir hiddet fırtınası
doğurmuştur Kitabı Dede Korkut destanları üzerindeki yasak,
Stalin’in ölümünden sonra kaldırılmış, bu destanla ilgili yalnız
Türkiye’de Azerbaycan’da değil diğer Türk Cumhuriyetlerinde
(Türkmenistan, Kazakistan), yabancı ülkelerde (ABD, İngiltere,
Hindistan vs.) bir sıra dikkati çeken araştırmalar ortaya
çıkarılmıştır. Rus dilinin yanısıra destanın tam metni İngilizce,
Almanca, İtalyanca, Hırvatça, Litva vs. dillere aktarılmıştır.
- Kuşkusuz, Kitabı Dede Korkut Oğuz
Türkleri’nin ortak edebî abidesidir. Bu fikri kabul etmekle
birlikte, destanın tetkikatçılarnın çoğu onun ortaya çıkış yeri
olarak Azerbaycan üzerinde dururlar. Rusya’da bu destanın en
tanınmış araştırıcılarından olan V. V. Bartold sonuçta şöyle bir
neticeye gelmiştir: “Bu destan çok çetin ki, Kafkasya muhitinden
dışarıya formalaşabilirdi”. Gerçekten de destandaki olayların büyük
bir kısmı şimdiki Azerbaycan’ın sınırları içerisinde gelişir.
Destanın farklı boylarında Gence, Berde, Nahçıvan, Şerur, Dereşam,
Derbend, Göğce Gölü vs. gibi bugün de coğrafî açıdan Azerbaycan’a
bağlı bölgelerin adı geçer. Destan kahramanları bü bölgelerin
vatandaşlarıdır, onların yakın komşuları ise, Gürcü, Abhaz ve
başkalarıdır. Destanların tanınmış Türk araştırıcılarından Muharrem
Ergin de onların hem dil, hem de tarihî coğrafî açıdan Azerbaycan’la
ilgisi fikrini kabul eder. Muharrem Ergin’in fikrince Türklüğün
ortak edebî habidesi, ortak halk destanı olan Kitabı Dede Korkut
Azerbaycan’la daha sıkı şekilde bağlıdır.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
BU SAYI İLE FİKİR DERGİSİNE ARA VERİYORUZ |
ELİMİZDEN GELEN İLE |
-
- 19. Sayı da Fikir Dergimizin
yayımını sonlandırmaktayız. Bilginize sunulur!
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
İFTİRA VE ÖTESİ
İnsanlar bazen kendi çıkarları veya karşısındakileri
çekememeleri yüzünden onlara bazı karalar çalmaktan çekinmezler.
Gözleri öyle karar ki o yaptıklarının bir iftira olduğunu bile
düşünemezler. Neden böyle yaptıklarını ise kendileri bilgi sorsanız
bilmezler.
Bu davranışta bulunanların bu yaptıkları işlev ile o
kadar içli dışlı olurlar ki yaptıklarının doğruluğuna kendilerini
inandırarak karşısındakinin sanki o yapılmamış veya söylenmemiş işi
yapmış veya söylemiş gibi algılarlar ve o yaptıklarının doğruluğunu
ispat etmeye çalışan bir avukatı olarak devam ederler.
Sonuçta ise hüsrana uğramaları bir gerçektir. Bu
iftiranın bu dünyada çözülememesinin birde öbür dünyada da bütün
insanlar karşısında görülecek hesapta eller ve ayakların şahitliği
ile dillerin sustuğu zaman diliminde hesap gününde bu iftiranın
meydana çıkacağını düşünemezler.
Nedir bu insanlarda bulunan haset ve çekememezlik?
Bu çekememezlik aslında bizimle beraber büyüyen bir
nefsin emaresi değil midir?
Bu icraatta sadece kendimizi tatmin etme duygusu ile
acaba başkalarına karşı yaptığımız bu hareketle kendimizi öne
çıkartma duygumuz olabilir mi?
İşte bu düşüncelerin ve bilgilerin ışığında
yapacağımızı düşünmek bile istediğim iftiramızı önce kendimiz için
getireceği zararları göz önüne getirmemiz bizi bu dünya ve gelecek
hayatımızda ebediyen yaşayacağımız dünyamız için iyi veya kötü bir
meta olup olmadığın düşünmemiz gerekmektedir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- DAĞLAR VAR YA O DAĞLAR
-
- Dağlar var ya o dağlar;
- Başları dumanlı, dorukları karlı,
- Bizim için bir yükseklik olan o dağlar
- Neden oradalar bilen var mı?
-
- Dağların başında eser rüzgârlar
- Bizlere bulutları yönelten ayar,
- İşte dağlar buna da yarar
- Bunu bilenimiz var mı?
-
- Dağların başında karlar var
- İşte o karlar, zamanla erir
- Meydana getirirler dere ırmaklar
- Hayat olan suyu sağlar bilen var mı?
-
- Ne yaparız biz o dağlar için
- Yok ederiz dengelerin benliğini
- Keseriz tepesinden itibaren zirveyi
- Bir miktar gelire kurban dağlar!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
KURBAN BAYRAMI
Bayramlar.
Gelirler, biterler ve geçerler.
Zaman diliminde biz insanlara verilen bir görev ile
deneniriz. Deneme yanılma ile olan bir olay değildir bayramlar.
Bizlere verilmiş sosyal düzende bir vakit dilimidir. Bu dilim
arasında bazı kendimize ait olan varlıkları başkaları ile
paylaşmamızın denemesidir.
Bayramlarda bizler Milli ve Dini olarak
ayırabiliriz.
Müslümanların dininin bize verdiği bu görevler bazen nefsimizi
kolayına giden kaçamakları hoş gösterir. Bu bilgileri ise son
zamanlarda sulandırarak bilerek Müslümanları yoldan çıkartama
amaçları da açıkça gözükmektedir.
Kurban’ın çeşitlerini, Hac
ibadetinde yapılan Hac’ın niyetine göre kesilen Hedy Kurbanını,
Kurban Bayramında kesilen Hedy kurbanı, farz ve nafile olmak üzere
ikiye çeşittir ve hedy kurbanının kesilme yeri, Harem bölgesidir.
Temettü ve kıran hacılarının keseceği şükür kurbanı gibi kurban
bayramı günleridir. Harem bölgesinde oturanlar için şükür kurbanı
kesme zorunluluğu yoktur.
Bilediklerimizi öğrenmemiz
gereklidir. Fakat bilgileri öğrenmek için herhangi bir yerden,
herhangi bir kişiden, herhangi bir siteden öğrenmemiz doğru
değildir. Yazılmış ve bilinmiş bilgileri incelemeliyiz. Bilerek
işlerimizi yapmalıyız.
Hepinizin Kurban Bayramınızı Kutlar,
yanlış bilgilerden arınmamızı dilerim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- CUMHUR VE CUMHURİYET
- CUMHUR sözlük anlamı:: (Arapça kelime olup çoğulu
Cemahir’dir); Halk, Ahali. Kalabalık, Başıboş Kalabalık. Erkek
İsmi.
- Cumhuriyetin karşılığı, ulusun kendi kendisini
yönetmesi anlamına gelir. Bu yönetim şeklinde iki unsur
bulunmaktadır. İdare edenler ve idare edilenler. Bu iki unsuru
teşkil edenlerin en önemli özelliklerin başında dürüstlük ve namuslu
olması gereklidir ve Cumhuriyet Rejimin demokrasi platformuna
oturtulması şarttır.
- Cumhuriyet Ulus ve Vatan sevgisi ve
bağlılığı olan idare edenler ve idare edilenlerce bulunması ve en
önemli bir bağlılık ile birlikte hukuka saygı ve tarafsız adaleti de
beklemeleri gerekerek yaşamaları gerekmektedir.
- Cumhuriyet idaresinin en önemli
hayat veren demokrasi olarak gözükür. Cumhuriyet idaresi sistemin
demokrasi ile olan ilişkisi çok önemli bir ikili olarak karşımıza
çıkar. Ülke idaresinin iç ve dış tehlikelere karşı cumhuriyet sert
ve katı bir şekilde ama demokrasinin gerekleri ile korur. Bunun
dışına çıkılmasında cumhuriyet ile demokrasi arasında kopukluklar ve
ayrılıklar başlayabilir. Ülkenin idarecileri bu ayrımcılık ve
kopuklukları önlemekle görevlidirler. Cumhuriyet ile demokrasi
idaresinde özgürlükleri kullanmada hiç kimse veya kuruluşun sınırsız
hak kullanma hukuku bulunamaz. Kanunların verdiği yasama yetkisi ile
özel ve tüzel haklara belirli çerçeveler içerisinde kullanılırlar.
- Ülkemiz 23 Nisan 1920 Tarihinde
kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye’nin idaresi için uygun
bir devlet şeklini bulması gerekli hale gelmiştir. 1 Nisan 1923
tarihinde yenilenen seçim sonunda Lozan Antlaşması ve Türk Ordusunun
İstanbul’a girmesinden Türkiye’nin Vatan sınırları gerçeğe yakın bir
hal almıştır. 25 Ekim 1923 bir kabine bunalımı Büyük Millet
Meclisi'nde güçlük çıkartmış ve 28 Ekim 1923 tarihine kadar
kabinenin kurulamaması üzerine; Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çankaya
köşkünde yemek sırasında arkadaşlarına; "Yarın Cumhuriyet ilan
edeceğiz" diyerek görüşünü açıklamıştır.
- 29 Ekim 1923 tarihinde Meclis
Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı.
Mustafa Kemal Paşa, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın
değiştirilmesi gerektiğini ve Cumhuriyetin kabul edilmesini söyledi.
Mustafa Kemal Atatürk önergesinde ‘Türkiye Devletinin şekli bir
cumhuriyettir Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare
olunur” önergesi tartışıldı. Saat 20.30 Cumhuriyet ilan edildi ve
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ilk başkan seçimine geçildi Saat
2045 de oyların ayrımından 158 Milletvekilinin de Gazi Mustafa
Kemal’i Cumhurbaşkanı seçtiler.
- Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1923
kurup bizlere armağan ettiği Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- YAZ DOSTUM!
-
- Yaz dostum; hava sıcak mı sıcak
- Yaz dostum; kalemin kırılacak
- Yaz dostum; bu böyle kalmayacak
- Yaz dostum; yaza yaza yaz geldi.
-
- Yaz dostum; günler oldu mu bir yıl
- Yaz dostum; satırların doldu bil
- Yaz dostum; okuyan bi haber bil
- Yaz dostum; bu senede yaz uzadı
-
- Yaz dostum; havada yok bir bulut
- Yaz dostum; kalem olmadı umut
- Yaz dostum; gel bu yazmayı unut
- Yaz dostum; bu yaz yağmur kalmadı.
-
- Yaz dostum; bak serap var uzakta
- Yaz dostum; kâğıt bitti bu yazanda
- Yaz dostum; mürekkep yok haznede
- Yaz dostum; bu yaz inan uzadı.
- 28 Ekim 2010 Çorum 13,30
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- TEKRAR GELEBİLİRSEM!
- Yaşamımızda bir ömür boyu beklenilen bazı anlar
bulunmaktadır. Bunlar bizlerin isteklerinin yönlendirilmesinden çok
bizi yaratanın yönlendirmesi ile meydana gelen emir ve yapılması
gerekenlerdir. Doğmak, Yaşamak, Gitmek, Gelmek ve Ölmek gibi.
- Hazreti İbrahim A.S. Kabe’yi Allah C.C. yeniden
yapılandırınca emredildiği gibi insanlara buraya gelmesin tebliğ
etmesini istemiş ve o tebliği duyabilenlerin Kabe’ye gelmelerin
nasıp olmuştur. İnsanların nerede vefat edecekleri bilinmemektedir.
Toprağının alındığı yerde kalıp vefat ederlerinde oralardaki
topraktan halk edildiği ve toprağının alındığı yerde defnedildiğini
hepimiz bilmekteyiz.
- İnsan olarak yaratılan bizlerin; bazı kolaylıklara
erebilmesi isteklerimizin Yüce yardana ulaşması ile mümkün
gözükmekle birlikte Amentünün “Hayrihi ve Şerrihi” imanımızı gereği
bazı bilmediklerimizin bizlere yön verdiğini görmüş ve hayatımızda
yaşamış oluyoruz.
- Bütün hayatımız boyunca istememize rağmen on beş yıl
önce Hac borcumuzu ödemek nasip oldu. Gidenlerin bildiği gibi Mekke
ve Medine’nin çekiciliği gittikten sonraki hasreti insanın içini
kavurmakta ve tekrar tekrar oraları ziyaret etmek istemektedir.
Bizimde bu hasret gidermemiz İnşallah giderilmiş olacak ve bu
yerleri tekrar görebilmemiz nasip olacak. Gidip Görmeye niyetlendik,
nasip olursa yarın 26’tısnda yolculuk başlayacak.
- Kapağa da oranın bir resmini almayı uygun gördüm.
- Nasip olup Umre yapabilirsek ve Kabe’yi tavaf
ederken 6. şaftta (dönüş) Rabbimizden mealen:
- “Ey rabbimiz!
- Şüphesiz sen çok esirgeyicisin,
çok merhametlisin.
- Allah’ım. Sana karşı görevlerimde birçok eksiğim
var.
- Yarattıklarının da benim üzerimde
de birçok hakkı bulunmaktadır. Allah’ım sana karşı olan
eksikliklerimi bağışla.
- Yarattıklarına karşı olan
haklardan ve alacaklarından beni kurtar.
- Bana helali ver, haramdan uzak kalayım. İbadetinle meşgul et,
günaha düşmeyeyim. Lütfünü ver, başkalarına muhtaç olmayayım.
- Ey bağışlaması bol olan Rabbim!
- Rabbimiz. Bize dünyada iyilik
ver. Ahrette de iyilik ver.
- Bizi Cehennem azabından koru.
İyilerle birlikte cennetine koy beni de iyilerden eyle.
- Ey sınırsız güç sahibi!
- Ey günahları çok bağışlayan, Ey
âlemlerin RABBİ! “
- İşte bu yakarış insanın borçlarını
kabullenerek acizliğinin nişanesi olarak Rabbine sunduğu ve istediği
andır.
- Selam Gönderenlerin selam ve
dileklerini İnşallah ulaştıracağım.
- Rabbimizden gitmeyenlere de
gitmeleri için sebepler ihsan etmesini dileyeceğim.
- Gidip gelmemek ver. Gelip Görmemek
var. Allah erdirirse dergimizi devam ettirmemizi de nasip ederse
yine sizlerle olacağız.
- 25 Haziran 2010 12,05
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- GÖNÜL HAPİSHANESİ
-
- Yanıyor yine hapishanemin lambası.
- Gam dağıtıyor aydınlattığı yerlere.
- Düşene kadar boş verdiysen bu hale sen,
- Düştükten sonra bu gam, bu üzüntü niye ?
-
- Akıyor gözyaşım hiç bıkıp usanmadan,
- Herkes bakıyor mu, bu benim göz selime.
- Bu dertli, gamlı olan kim, ben kimim? Diye.
- Soruyor garip mahkûm hep kendi kendine.
- Bu hapishane bir gönül parmaklığıdır.
- Gülmekle, ağlamak, sevmek de hep hediye.
- Karşılıksız sevgi bir dert ile bir çile,
- Düştükten sonra bu gam ve ağlamak niye?
- 22/11/1972
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
BİR MARUZATIM VAR!
Bunca aylar ve yıllar birlikte olduk. Sanal da olsa
birbirimize bildiklerimizi aktardık. Bilgi paylaşımında bulunduk.
Bir maruzatım var. İKİ AYA YAKIN ARANIZDA BULUNAMAYACAĞIM.
Nasip ve kısmet meselesi!
Hani giden gelmiyor, gelen bulmuyor mesellemesi
gibi.
Belki gider gelemem. Belki gelir bulamam.
Nasip oldu, bir ziyarete gitmem gerek. On beş yıl
önceden gelirim demiştim. Ancak şimdi nasip oldu gidebilmem.
Kabul görürsem gittiğim yerde, dönüşüm çok sevinçli
olacak.
Bildiğimiz ve gördüğümüzü sizlerle buralardan
paylaşırım.
Şimdilik hoşça kalınız. Bu ayın yirmisinden sonra
yolcuyum.
Hakım üzerinizde ise helal olsun. Sizin hakkınızı da
helal etmenizi talep ediyorum.
Allah’a emanet olunuz!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- 27 MAYIS
- Bu tarih benim hayatımda birçok dönemin tarihi
olarak yer buldu.
- İlk 27 Mayıs 1960 günü sabahleyin Ankara Yenimahalle
9. durakta bulunan evimizden okula gitmek için giyinip çıktım ve
sokakta bir asker yolumu keserek:
- -Çocuk dışarı çıkma yasağı var. Okullar kapatıldı
evine dön dedi. Nede olsa subay çocuğu olduğum için askere:
- -Asker ağabey! Neden çıkma yasağı var? Diye sorunca
asker:
- -İhtilal oldu haydi eve git! Dedi. Eve girdim. Annem
benden sonrada babam için kahvaltı hazırlıyordu. Anneme:
- -Babam kalktı mı? Diye sordum. Annem: Birazdan
kaldıracaktım git kaldırıver! Dedi. Babamla annemin odasının
kapısına gittim, kapıyı tıklattım. Saat 07 yi 3 geçiyordu. Babam:
- -Gir dedi. Girdim. Babam üzerini giymekle meşguldü.
Döndü kapıdan tarafa baktı. Beni görünce şaşırdı. Bana dönerek:
- -Oğlum okula niçin gitmedin? Bende heyecanla:
- -Baba sokakta askerler var askerin biri okullar
kapatıldı. İhtilal oldu dedi. Ben böyle diyince babamın yüzü
bembeyaz oldu. Koşar adımla salonda bulunan radyoyu açtı. O sırada
bir tok ses ihtilal’ı haber veriyordu. Bebem ceketini ve şapkasını
alarak kapıya yöneldi. Aracının gelmesine daha 15 dakika olmasına
rağmen ve kahvaltı yapmadan çıkması beni de şaşırttı. Biraz sonra
babamda eve girdi. Babam da subay olmasına rağmen eve girmesi ihtarı
ile karşılaşmış ve aracınız görev kağıdı ile gelir binbaşım evde
bekleyiniz denmişti.
- On dakika sonra kapı çalındı. Babamın aracının
şoförü kapıda idi. Selam vererek:
- Komutanım araç hazır gidebiliriz dedi ve çıktılar.
- Aradan yıllar yıllar geçti. Biraz bakanlık ile,
biraz kitapların gitmemesi için mücadelemiz ve memuriyette
görevimizin son bulması üzerine Çorum’da bulunmayan bir iş yapmayı
düşündüm il olarak Çorum’da Gürsel Yayınevini açtım. 27 Mayıs1988
- Yakın tarihlerde de bir mahkememizin başlangıç
tarihi 27 Mayıs 2008 Bu mahkemeye Yargıtay itirazım 27 Mayıs 2010 en
sonda bu tarihte yeni pasaportumu aldığım tarihde aynı tarihi
taşımakta.
- Artık; bu bir tesadüf mü ilahi bir takdir mi onu da
siz değerlendirirsiniz.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
557 YIL ÖNCE 29 MAYIS
İstanbul’un fethi çok önemli
sonuçları bulunmaktadır.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un
fethinden sonra Batıdaki hâkimiyetini, sınırların genişlemesi, Son
din İslam’ı en uzak yerlere kadar yaymak ve Hıristiyan birliğini
bozmak amacıyla Avrupa üzerine birçok seferler düzenledi. Sırbistan
Krallığı ortadan kaldırıldı, sancağımız haline getirildi. Mora
fethedildi, Eflak eyalet yapıldı, Bosna tekrar Osmanlı hâkimiyetine
alındı, Arnavutluk ele geçirildi. 16 yıl süren Osmanlı-Venedik Deniz
Savaşları sonunda Venedik barış imzalamayı kabul etti. İtalya’ya
yapılan sefer sırasında Roma’nın fethi açısından çok önemli bir
merkez olan Otranto fethedildi ancak şaibeli ve bu güne kadar da
gerçek sebebi bulunamayan Fatih Sultan Mehmet’ in vefatı üzerine
kaybedildi.
Bin yıllık Bizans İmparatorluğuna
son verildi, Doğu Roma İmparatorluğu olarak da bilinen son yeri
İstanbul’un alınması ile tarihe karıştı. Venedik ve Ceneviz ticareti
eski şaasını bulamadı. Dünya’da derebeylik sistemi çözülmeye
başladı. Fatih Sultan Mehmet’in emri üzerine İstanbul kalmak
istemeyen Bizanslı aydınlar Avrupa’da Reform hareketlerinin
başlaması sayılan Rönesans hareketleri başları ve Ortaçağ kapanmış,
yeniçağ başlamış oldu.
Osmanlı toprakları arasında sürekli
sorun çıkaran bir fitne yuvası olan Bizans ortadan kalktı. Osmanlı
Devleti’nin başkenti Edirne’den İstanbul’a getirildi. Osmanlı
İmparatorluğu toprak bütünlüğü sağlandı. Osmanlı’nın Anadolu-Rumeli
geçişi kolaylaştı. Karadeniz-Akdeniz deniz ticaret yolunun denetimi
Osmanlılara geçti. Osmanlı Devleti İslam dünyasında itibara kavuştu
ve Osmanlı Devleti yükselme dönemine girmiş oldu.
557 yıl önce bizlerin ataları bu
önemli tarihi işlevi yaptılar. Bizler ne yazık ki artık bu büyük
olayı gençlere ve geleceğin mirasçılarına hatırlatmayı cılız bir
etkinlikle geçiştirmeye çalışıyoruz.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
SULAR AKAR TÜRKLER BAKAR
Dağlar ve ovaları insanlarımız
faydalanması için ve bizden sonraki kuşaklara emanet olarak
kullandığımızı hiçbir zaman unutmamalıyız. Bu dünyanın en güzel ve
gözde köşelerine her ne hikmetse bizler birkaç seçimi olan yerlere
değil de tarım arazilerine, güzel koylarımıza, biraz daha karlı
olsun diye sahillerimize sanayi işletmelerini kurmaktan
çekinmiyoruz. Haydi yapanlar yapıyor rantlarını düşük tutmak için ve
masraflarını daha aza indirmek için uğraşıyorlar da buralarda
yaşayan bizler ufacık faydalar için seslerimizi çıkartmıyoruz.
Yine güzel bir köşemize nükleer
enerji santrali kurulma girişimlerini en yoğun olduğu bir zaman
dilimindeyiz. Neden nükleer enerji istasyonu yapmak ve çevreyi
kirletmek istiyoruz? Acaba birilerinin ceplerine birazcık dünyalık
mı girecek? Yoksa başka bir sebeplerden mi bu işlemlere hız
verilmesi düşünülmekte? Yoksa birilerine verimleş sözler için mi bu
gibi faydadan çok zararı olan girişimler bu gündemleri dolduruyor?
Bizler her işimizi biraz veya çok
gelirler getirmek için yaparız. Biraz olanı değil çok gelirler
getiren kısımları satarız. Bizden sonra ne olursa olsun diyerek bu
dünyayı kirletmek, yok etmek için geride kalacak atıkları ve onların
insan, canlılar ve tabiat üzerindeki etkilerini neden düşünmeyiz?
Bizlerin sahip olduğu ve tabiatın
bizlere sunduğu güzelliklerden başka yaşadığımız yarların bizler
için kıymetini bilmememiz ne acı verici bir insanlık ayıbı olarak
karşımıza gelirken neden birileri, bilerler veya önlemeye muktedir
olanlar bu işlere ses çıkartmamakta direnmeleri beni inanın
yıpratıyor.
Bir güzel yer nükleer santrali yapımı için eda ediliyor. Bir
yabancının değdi gibi “Sular akar Türkler bakar” ne yazık ki bizde
suların akışına bakıyoruz. Ondaki kuvveti kullanarak enerji
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
HOŞÇA KAL
İlk ayrılıktan sonra etraftaki pek çok dedikodulara
aldırmadan arkadaşı ile kırgınlıklarını unutmak için karar aldılar.
Birlikte geçirdikleri güzel ve maceralı günlerin hatırına bir daha
birbirlerini kırmayacaklarına ve darılmayacaklarını söyleyerek
arkadaşlıklarını pekiştirdiler.
Birlikte memleketlerinin bilinmeyen yerlerini
tanımış ve tanımayanlara tanıtmalardı. Eski tarihi köyler, eski ören
yerleri ve gizli kalmış tabiat güzelliklerini ortaya çıkartmaları
onlar için büyük bir haz ve macera idi.
Birçok kereler birçok kişiye buldukları yerleri
paylaşmak için onları gördükleri yerleri görmeleri için ellerinden
geleni yapmışlardı. Hatırladıkları pek çok güzel olay olduğu kadar
pek çok da tehlikeler atlatmışlar ve pek çok kere de ölümden
dönmüşlerdi.
Yedikleri ve içtikleri ayrı gitmeyen bu arkadaşlığın
etrafında birçok arkadaşlıkların kurulu olması olağandı. Bu
arkadaşlıklar iki arkadaşın birlikteliğine zarar vermemiş,
birbirlerinin huy ve kişiliklerini tanıdıkça daha da artmıştı. Dini
inanç ve felsefi görüşlerinin çok az bir ince ayrım farkı olması
arkadaşlıklarının daha da ileriye götürmüştü.
Aradan tam on beş yıl geçtikten sonra
arkadaşların birisi verdikleri karardan cayarak diğer arkadaşını
ortada yalnız bıraktı. Giden arkadaş istemeden ayrılığa sebebiyet
vermiş ve ebedi yolculuğa çıkarak hayatta kalan arkadaşını dünyaca
yalnız bırakmıştı.
Bu istenmeyen ayrılığın nişanesi olarak sağ kalan
arkadaş, dünyadan göçen arkadaşına son görevini yaptı. Cenazesini
toprağa verdi. Bütün cenazeye gelenlerin kabirden ayrılmaları
üzerine kabre dönerek gözleri dolu dolu “hoşça kal” diye
dudaklarından dökülen kelime ile o da kabirden ayrıldı. Kabirde
yalnız kala hoca efendi de falan hanımın oğlu falan diye
seslendiğini duyar gibi oldu.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- YAŞADIKÇA
- Beşer olarak bizlerin birince vazifesi öğrenmek
olduğu düşüncesi ile bizlerin öğrenmek ve öğretebilmek için
çalışmalar yapmamız yaratılışımızın gereği olsa gerek. Bizlerin yaş
ve meslek ile ilgisi olmayan öğrenme refleksimiz bizleri yeni ve
bilmediğimiz şeylerin neler olduğunu yaratan tarafından bilgi dolu
fakat kullanma imkânı olmayan beynimizi bilgilerle öğrenerek
yenilemek gereği hâsıl olur.
- Gözlemlerinizde muhakkak görmüşsünüzdür ki; yeni
doğmuş insanoğlu ilk önce nefes almayı öğrenmek için bütün gücü ile
ağlayarak dünyaya gelmektedir. Yeni geldiği dünyanın ne olduğunu
anlamak için şayet yaratan eksiksiz olarak beş duyusunu yarattı ise
etrafını dinlemeye, elleri ile bir şeyler tutmaya, hareket ede her
şeyi gözleri ile takip etmeye başlar. Bunların ne olduğunu; neler
için kullanıldığını beynine emirler vererek kaydetmeye çalışır. Daha
sonraki tecrübelerinde bu bilgileri geliştirerek detayları ile
faydalanmak için biriktirir ve zamanı gelince veya ihtiyacı olunca
kullanmaya çalışır.
- Bizler belirli yaşlara geldikçe öğrenme ve
bilgilerimizi geliştirme safhalarımızı geliştirir ve o bilgiler
ışığında çalışmalarımıza yön vermeye çalışırız.
- Yaşadıkça yaşlanmakla birlikte artık pek
kullanmadığımız veya hiç kullanmadığımız his ve bilgilerimizi
beynimiz siler ve hatırlayamayız. Bu hatırlamama artık belli bir yaş
dilimine geldikçe çoğalır ve yaşlılık alameti olarak bizlerle
birlikte beynimizin bize bildirdikleri ile yaşar ve ağlayarak
geldiğimiz dünyadan göçer gideriz.
- Bizlerin bilgi ve birikimlerini ben her zaman
yazmamızı savunurum. Her insanın kendisine göre bir bilgi birikimi
vardır. Bir duvarcı ustasının birikimleri ile bir ressamın
birikimleri bir olmadığı gibi, bir matematikçinin birikimleri ile
yazarın birikimleri bir olmaz. Her bilgi sahibinin birikimleri
kendine has gözlemlere dayandığı için başka başka olabilmektedir.
Biz fani ve bu dünyada belli bir süre yaşayarak göçeceğimiz için
bilgilerimizi yazıp birilerine lazım olur diye yayınlamaya
çalışmalıyız.
- Emekli olduğum Kütüphanelerinde görevleri bu
bilgileri tasnifleyerek araştırmak ve faydalanmak için raflarında
yıllarca bekletmeleri bu yüzdendir. Herhangi bir kitap kütüphanede
belki yüzlerce sene bekledikten sonra bir kişinin aradığı konuyu
ihtiva ettiğinden okuyucu veya araştırmacısı tarafından incelenir.
İşte o zaman o kitap görevini, o kütüphane yıllarca raflarında
beklettiği kitabın gereğini yaptığını bilmelidir. Çağdaş
kütüphaneciler olarak bunları tersten algılamakla birlikte kitap
düşme ve okunmuyor, istenmiyor gerekçesi ile kitapları da
katletmemiz doğru değildir. Şu an Devletin himayesinde bulunan ve
üvey evlat olarak benim zamanımda da bu günde bulunan kütüphane ve
bağlı olduğu Genel Müdürlüğünün ve illerde bulunan kütüphanelerin
Devlet himayesinden il himayesine geçirilme çabaları yanlış politika
olarak bence uygulanmamalıdır.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP
DEĞİLSE NE GELİR ELDEN!
- Çorum’un eski mahallelerinden
birisinin ismi “Devehane” dir bu günkü dilimize açarsak deve evi
manasına gelir. Burası şimdi şehrin ortasında kalmış merkeze yakın
bir mahalledir. Bu mahallenin çok eski bir cami ile bol sulu birkaç
lüleli çeşmesi bulunmaktadır.
- Ben 1947 doğumluyum 1961’de babam ve
sonradan kayınpederim olan ve babamın arkadaşları ile birlikte
Çorum’un camilerinde Ramazan ayında camii gezerdik. Bu cami
çıkışlarında babamın ve arkadaşlarını gittikleri Ucu Camii arkasında
büyük bir kahvehane vardı orada oturur bir çay içer ve Çorum
hakkında hikâyeler anlatılır ve düzeltmeleri yapılarak bir nevi Biz
Türklerin atalarımızdan dinleyip aktardıkları gerçek yaşanmışları
birbirlerine anlatıyorlardı.
- Geçmiş günlerden birisinde babamın
arkadaşlarından birisinin anlattığı hikâyeyi buraya aktarmak
istiyorum.
- Devehane meydanında Osmanlı
döneminde kervanların konakladığı bir meydan olduğu ve bu meydanda
ticaret erbaplarının kervan toplayarak yola çıktıkları bir alan
olduğundan buraya yakın yerlerde çeşitli sanatkârlarında dükkânları
bulunmakta imiş.
- Burada bir de deve semer imalatı
yapan yaşlıca bir zat varmış. Bu zatın yanında da bir kalfası
varmış. Dükkânının kapısının kenarında da çok eski püskü bir deve
semeri bulunmakta imiş.
- Bir gün ustanın bir işi çıkarak
yakın bir ilçeye gitmesi gerekmiş. Kalfasına:
- - Oğlum: Bu dükkânda yaptığımız yeni
semerlerin fiyatı şu kadar. Bunlara müşteri çıkarsa bu fiyattan ver.
Fakat sakın kapıda asılı semeri satma ve isteyen olursa da kimseye
verme işe yaramaz yüzümüz kararmasın tembihini yapmış ve gitmiş.
- Ertesi gün bir tüccar dükkâna gelmiş
kalfaya:
- - Altı deve semerine ihtiyacı
olduğunu söylemiş. Kalfa:
- - Biz de beş semer var başka yok
diyince. Adam:
- - Kapıda asılı eski semeri de satın
alırım işim görülsün. Demiş. Kalfa tüccara:
- - Ustam onu satma kimsenin işine
yaramaz dedi o yüzden satamam. Diyince tüccar:
- - Anladım o zaman bu semerlerin
fiyatından onu da kiralayayım. Gelince semeri verir parasını geri
alımım cevabını vermiş. Bu cevap üzerin kalfa altı semeri tüccara
vermiş. Tüccar işine gitmiş. Birkaç gün sonra usta gelince bakmış
kapıda bulunan semer yok. Dükkana girmiş kalfaya:
- -Kapıda bulunan semere ne oldu diye
sormuş. Kalfa.
- -Usta bir tüccar geldi altı semere
ihtiyacı vardı bizde de beş semer vardı o semeri de istedi. Diyince
usta:
- -Sana o semeri satma verme demedim
mi?.Diye sinirlenmiş Kalfa:
- -Usta zaten ben semeri satmadım
emanet verdim. Adam Çorum’a gelince semeri verecek parasını alacak
işte altı semer parası bu. Tamamını yeni semer parasından ödedi
diyebilmiş. Usta bir parala bakmış bir kalfaya. Kalfaya dönerek ben
artık seninle çalışamam şu senin haftalığın uğurlar ola. Diyerek
kalfayı işyerinden çıkartmış.
- Aradan üç dört ay geçmiş. Kalfa bir
dükkân açarak nafakasını kazanmaya başlamış. Usta işinde gücünde
iken bir gün sırtında dükkânın önünde asılı semeri taşıyan bir adam
girip ustaya bakmış:
- -Usta! Burada bir genç vardı. Benim
onunla bir anlaşmam vardı. Bu semeri getireceğim diye para bırakarak
almıştım diyince. Usta:
- Hele terlemişsin bir soluklan. Ben
kalfayı çağırayım gelsin. Diyerek dükkândan çıkmış. Kalfaya giderek:
- Gel bakalım. Diye yanına çağırmış
birlikte ustanın dükkâna gitmişler. Usta adama dönerek:
- Kalfa geldi. Diyince tüccar:
- Kalfa bu semeri getirdim ben sözümde
durdum demiş. Usta hemen kesesinden tüccarın verdiği semer parasını
tüccara saymış. Semeri tezgahın üzerine koyarak façetayı almış eski
semerin yan tarafına façeta ile bir kesik yapmış. Kesilen yerden çil
çil altınlar dökülmüş. Demiş ki:
- “NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP DEĞİLSE NE GELİR
ELDEN!”
- Kıssadan hisse nasibinizse döner
dolaşır sizi bulur. Nasibiniz değilse kimin nasibi ise ona gider.
- Nasibiniz bol osun!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
SİTELERİMDEN
BİLGİ
Merhabalar!
Site adreslerim.
http://corumlu.com
http://dergisi.info
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
YENİ ÇALIŞMALARIM
Dergilerimize yazı veren arkadaşlarımızın ve benim
çalışmalarımı sanal kitap olarak sizlere sunmak için yeni çalışma
başlattım. Deneme mahiyetinde benim en son basılmış olan
“Çorumlular ve Çorum’a Hizmet Edenler” biyografi kitabımı sanal
ortamda sizlere sundum. 241
sayfalık bu çalışmamın bizlerce ilgi gördü.
Çorum Osmancık’ta yatmakta olan Koyun Baba ile
ilgili bir el yazması kitabın Latin harflere çevrisi ve basılmış
olan çalışmam bu sayfada hazırlanmada olup çok
yakında tamamlanacaktır.
İlk yayınladığım kitap olarak ”Çorum’da Yatan
Meşhur Yatırlar” da hazırlanarak yakında
sizlerle olacak
Yazarımız Mustafa Nevruz
SINACI’NİN 2010 tarihinde sanal ortamda yazdığı yazılarını “Sıra
Dışı” ismi ile yayına hazırlayarak sizlerin
görüşüne sundum. Kitabın çalışması 2010 tarihi Aralık sonuna kadar
yayınlanacak olan çalışmalar ile devam ederek sonuca bağlanacak.
Sitelerimizde kitap formatına
yakın olarak yayınladığımız Selma Gürsel’in “Çorum Yemekleri” ile Sanal dergilerimizde
yayınladığımız güncel yemeklerin toplandığı “Yemeklerimiz” isimli
çalışmaları da sitelerimiz de bulunmaktadır.
Bu çalışmalarımı yayınladığım
kitaplarım ve yazarlarımızın dergilerimize gönderdikleri
çalışmaları ile devam ettirmeye çalışacağım.
Ayrıca yayına hazırladığım iki
yeni dergiyi de buradan sizlere duyurmayı uygun gördüm.
“Turizm Dergisi” ilk sayısını hazırlamaktayım. İlk
sayımızı Çorum ilini tanıtmak için hazırlıklarımı tamamladım ve
yayına peyder pey aktarmaya çalışacağım.
“Bak Sat Al Dergisi” bu dergimin amacı da satışını
istediğiniz her türlü ticari emtianın buradan tanıtımını yapmak ve
sizlere sunmak olarak düşündüm.
Yeni çalışmalarımızı diğer yazar
arkadaşlarımızı sanal kitaplarına çevirmeye çalışacağım.
Sizlerin de öneri ve tenkitlerini
bekliyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
BİTTİK Mİ?
Uzun bir süre sizlerle olamadık.
Arkadaşlarımız da benin uzak durmanın verdiği rehavetle çalışmalarını
gönderemediler ya da fırsat bulamadılar.
Bu sayfaların geçmişi geçmişte kaldı.
Bundan sonra yazdıklarımız ve
çizdiklerimiz ve çektiklerimizle sizlerle birlikte olacağız.
Sayfalarımız yine gönderilen
yazıların en erken güncellenmesi ve okuyucuya sunulması amacı ile
sitemizde bulunacaktır.
Yeni dergilerimiz de sizlerle
birlikte büyüyecek ve devam edecek.
Gayret bizden Taktir Allah C.C. den.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
BELKİ
Kendisinden başka birisini
düşünmeyen bir şahıs; ağlar mı güler mi belli olmayan dudakları ile
bakan, saygıyı bile bilemeyecek kadar düşüce yoksunu, olan birisini
düşüne bilir misiniz?
Arakasında bir sürü bilmedikleri bu
şahsı alkışlayan; kişilerin koştuğu ve alkışladığını düşünün.
Bunun gibi kişileri birileri
tarafından yetiştirildiğini ve o toplumun bütün değerlerinin yok
edilmesin ve değiştirmeleri için elinden geleni yapar ve görevini
tamamlayarak anasının kucağına gider ve oradan yapacaklarını yapmaya
devam ederler.
Yetiştirilenler filizlerini vermiş,
Vatanın toprağına kök salarlar ve iyice benimsedikleri yeni
görevlerine körü körüne bağlanır ve büyüdükleri, yiyip içtikleri
Vatanlarını ya mürşitleri için ya da birkaç kuruş için satarlar. Bu
yeni kök selenlerin esas köklerinin daha önceleri bu vatanın
toprağında yaşamış ve o Vatanın idarecileri tarafından tolerans ve
insandır diye ülkede kalmasına müsaade etmiş başka din
sahipleridirler.
Bunlar yeni yapılanmada kendi
dinlerine de artık serbestlik olarak gördükleri ve ele geçirdikleri
ülkenin artık sessizleştirilmiş fertlerinin sessizliği ölçüsünde
artık tohum olmaya başladıklarını zannederler.
Bu kişilerin; kendilerini ve
etraflarındaki topluluktan başka hiçbir şey düşünmez, ülkenin diğer
fertlerini sömüren ve kanını emen varlıklar haline gelirler.
“Ey Bu Topraklar İçin Toprağa
Düşenler” beni ve diğer susanları af edin. Susturulmuşları da af
edin! Karışmayanları da af edin!
Önündeki örnek olan ülkenin en yakın
komşusunun hali seninde başına gelmesine ramak kalmadı mı?
Onlar da; bu suskunlukları ve
ülkelerin idarelerine katkıda bulunmadılar ve bildikleri doğruları
söylemediler veya söyletilmediler. Birkaçı ülkelerini kurtarmak
girişimi gibi göstererek Yeni Dünyadan güç ve kuvvet gelmesini
dilediler. Onlar da geldiler. Onları öldürdüler. On binlerce kadının
ırzına geçtiler ve bir o kadar çocukların masumluğuna bakmadan
katlettiler. Onları çağıran kuklalarına da yönetimi bırakarak ilerde
büyük bir yara olarak bıraktılar ve uzaktan kumandaya ait
programlarını çalıştırmak için kontrol mekanizmalarını kurmaya
başladılar.
Ey uykuda olan ve üzerine ölüm
toprağı serpilmiş insanlar!
Ne diyeceğiz?
Belki!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
-
HÜKÜMET “YOK” HÜKMÜNDE!..
-
Dış
(düşman) kaynaklı, İsrail+AB-D destekli Ermeni orijinli çete,
terör/tedhiş, suç örgütü; Hakkâri’nin Irak sınırı Şemdinli
ilçesindeki askeri birliğe 19 Haziran 2010 gecesi saldırdı. 8 asker
şehit oldu, 14 yaralı var. Gün içinde sayı 11’e çıktı. 12 adet
çeteci öldürüldü. Menfur saldırı, bölgesine takviye timler sevk
edildi, silahlı helikopter ve topçu ateş desteği sağlandı. Kuzey
Irak'ta tespit edilen hedefler de savaş uçakları tarafından
bombalandı.
-
Hatırlanacağı üzere: 1 Ekim 1999 tarihinde İran, Irak ve Türkiye
sınırında bulunan ve şeytan üçgeni olarak adlandırılan bölgeden
giriş yapan çetecilerden Ali Sapan’ın da aralarında bulunduğu 8
kişi, açılım politikaları gereği (güya) teslim olmuştu. Her türlü
hukuk, mantık, umur-u devlet ve ahlâk akaidine aykırı olarak oynanan
bu oyun ve pervasızca sergilenen sinsi senaryo; hükümetin içine
düştüğü gaflet, dalalet, acz ve zaaf’ı açıkça göstermeye yetmişti.
-
Nitekim o
günden bu güne şehit sayısı artarak çoğaldı. Son iki ayda sayı 50’yi
buldu.
-
“Açılım,
düz ovada siyaset, demokrasi, kardeşlik ve barış” adına akıl almaz
cürümler, menfur emellere matuf ihanetler, kirli oyunlar, yerli
kripto, kalleş diyaspora, dönme, devşirme dümenleri ayyuka çıktı.
Başta ABD, şeriki İsrail, AB, GKR çete yönetimi ile fink atıp Ermeni
yalanları uğruna; Ülkelerine anıtlar dikerek necasete bulaşan kimi
sözde İslâmcı ülkeler dâhil, 20 küsur devletin yardım ve yataklıkla
“taşeron” olarak kullandığı bu güruh iyice azıttı!
-
Ayrıca,
açılım kapsamında af, atıfet, tolerans ve taviz kapısının aralanması
eşkıyayı yüreklendirdi, meclis içinden açıkça ışmar olunması
melunlara cesaret verdi, şımarttı. Buna paralel zaafa uğrayan
erkler, felç edilen stabilizatörler ve bozulan kuvvetler dengesi ile
terör ve tedhişle lâubali ilişkilere girilmesi, iş bu -zıvanadan
çıkmanın nedeni oldu!
-
ŞİMDİ NE
YAPMALI? Tıpkı Fuzûli’nin dediği gibi; "Sussam gönül razı değil,
söylesem tesiri yok" Ülkenin son 47 yılına kir ve kan damgası vurmuş
eli kanlı eşkıyanın, İmralı mahpusu bebek katili; Nasıl oluyor da
ülkede gündem belirliyor? Buna hangi hain, bedhah ve küstahlar cevaz
vermekte! Başkaca kaç mahkum avukatları ile görüşüyor? "31 Mayıs'tan
sonra artık ben yokum, olacakların sorumlusu değilim" Biçimi, açık
tehdit içeren mesajı kim açıkladı? Kim yaydı? Hangi yandaş/yoldaş,
Candaş medyalar mesajı yayınıp terörü azdırdı?
-
Eğer
hükümet varsa, derlesin-toplasın suçluları, çıkarsın yargı önüne.
-
Yürütme
açılım zaafı ile malul; Yasama çatısında parlâmenterlik mesleği icra
edenler içinde hiç mi ‘onurlu, sorumlu, vicdanı hür, irfanı hür’
kula kulluk etmeyen adam gibi adam; İyi insan ve iyi vatandaş yok!..
Cumhuriyet (!) Savcısı, Polisi, Askeri, Jandarması ve Hâkimi ile
Yargı ne iş yapar? Dördüncü kuvvet; Hukukun üstünlüğünden sorumlu
namuslu/dürüst, onurlu/sorumlu, milli memleket medyası nerede?
Ülkede, binlerce sorun, haksızlık, yolsuzluk, hırsızlık, hukuksuzluk
ve her türlü ihanet hüküm sürerken; dünya kupası maçları, adi
televole, fuhuş, ahlâksızlık furyası, menfur ihanet senaryoları ve
çete reklâmları ile müştegil; Türk'e ait değerleri yok sayan diziler
ve beyin yıkama metotları ile milleti uyutan, avutan bir medya!
-
Ve;
Beşinci Güç olarak tanımlanan Sivil Toplum!.. Adına STK denilen,
açık toplum örgütlerinin ekserisi ihanet şebekesi işleten dâhili ve
harici bedhahlara angaje; Açlık, işsizlik, yokluk ve yoksulluktan
malul, geçim derdine mağlup, gözü bir lokma ekmekten başka bir şey
görmeyen, sorunlar sarmalı içinde boğulmuş, paralize bir millet!
Kendi evinde işkence, devlet kapısında zulüm, eziyet ve azap’a
maruz, zavallı yurdum insanı! Amma buna mukabil:Dürüst yurttaşların
vergileriyle bitleri kanlanan kravatlı hırsızlar, yolsuz ve
teröristler, TC’nin her noktasını gezip, devleti tehdit eder,
milli-manevi değerlere alçakça saldırırken!
-
Her tür
azınlık ırkçılığı meşru edilip, Türküm diyenlerin boynuna yaftalar
asılırken!
-
Şehit
cenazelerine sahip çıkmak ‘istismar’ çete leşlerinin ‘şehit namırın’
çığlıkları ve melânet örgüt paçavralarıyla kadavra gömmeleri
"sağduyu" olarak adlandırılırken; sözüm ona "aydın" geçinen
"akademik unvanlı vatan hainleri" ekran gezip, bayrak inmesin diye
canlarını sebil eden güvenlik güçlerine ağız dolusu hakaret
ederlerken! İsim önüne ‘insan hakları’ gibi ‘yüce evrensel değerler’
koyarak, nitelikli dolandırıcı yüzlerce dernek, vakıf vb, STK alenen
teröre hizmet edip, anarşist haklarını savunurken; Ülke
yöneticileri, şehit cenazelerindeki tepki ve coşkuyu ‘yaygara’
olarak nitelerken. Politik-ACI’lar, milli birlik ve beraberliğimizi
güçlendirecek atılımlar yapmak yerine, TC’nin 36 etnik grup olduğu
yalanıyla, et ile tırnak gibi kaynaşmış insanlarımızı ayrıştırmaya
yönelik kerameti kendinden menkul, esas işlevi “tefrika” olan
“açılımlar” peşinde koşarken; üstelik tüm olup biten, cereyan eden
icraatı inceleme/araştırma/sorgulama, yargıya ve savcıya taşıma
görevi ile yükümlü ‘demokrasinin vazgeçilmez unsurları” siyasi
partiler; Derin uyku, gaflet-dalâlet, demokrasi/adalet ve hukuka
ihanet, günlük çıkar rant peşindeler!
-
Bir yanda
bireysel risk ve sorumluluk alan, vatanını canından çok seven, bu
uğurda ölümü göze alarak kışlalarına saklanmayıp gece gündüz, kar
kış demeden teröristi her nerede ve hangi bataklıkta olursa olsun
arayıp bulan ve onu yok eden korkusuz Türk askeri. Diğer tarafta,
risk üstlenmekten korkan, sinsi, siyaset peşinde sünepe, dalkavuk,
lânetli Yahudi tarikatı mensubu “menfur mason”, kurnazca kışlasına
sinmiş, bana dokunmayan yılan bin yaşasın zaafı ile malul! Türk
Ordusunu “Peygamber Ocağı” olarak değil, bol paralı, çok avantalı,
itibarlı ve garantili bir meslek olarak gören! Lâfla birçok
aksaklığın üstünü örtmeye çalışan, ateist-pagan, terörle dans’a açık
ve şehit vermeye mahkûm, paralı/lejyoner portresi.
-
DAHASI
VAR! Terörün bir numaralı hamisi İsrail'e savunmamızı teslim etmek
gafleti! Çetenin ağababası, Amerika’dan istihbarat dilenmek gibi
iğrenç bir rezalet! Her halde bu nedenlerle olsa gerek,
alçakça/kahpece, kalleş saldırılara uğruyoruz? Nerde savunma planı?
Kendi istihbaratımıza ne oldu? Hava harekâtları ne işe yarıyor?
Alınan termal kamera, gece görüş cihazları, insansız uçaklar ne işe
yarıyor? Eşkıya nasıl olup da bu kadar rahatça gelebiliyor? Bu
memleketin; Cumhur-başkanı, baş-bakanı, genelkurmay başkanı,
içişleri ve dışişleri bakanı ne iş yapar? BİR milyona yakın askerin
üç buçuk eşkıyaya nasıl olur da gücü yetmez? Neden? Niçin? Askerin
elini tutanlar tutuklanmaz? Sonuçta: Terörün finans kaynakları,
lojistik desteği kesilmedikçe, siyasi uzantıları, iç ve dış
bağlantıları tutuklanıp yargıya teslim edilmedikçe, bataklığın
kurutulması ve eşkıyanın yok edilmesi zordur. Çünkü ABD ve AB
stratejik öneme sahip ülkemize karşı, ''terör-tedhiş silahını''
kullanmaktan kaçınmamaktadır. Bu gerçek apaçık ortada iken; ABD
istihbaratına bel bağlamaksa büyük bir çelişkidir, saflıktır,
gaflet, dalalet ve aptallıktır.
-
Lütfen
hatırlayınız: 8 yıl öncesinde terör sıfır seviyesindeydi. Sonra nice
evlatlar şehit düştü. Nice avratlar dul, evlâtlar yetim kaldı.
Genelkurmay başkanın ‘acımız büyük, üzüntülüyüz’, Politik ACI’ ların
‘kanları yerde kalmayacak’ ve zavallı muhalefetin ‘Şehitler ölmez,
vatan bölünmez’ teraneleri, acıları dindirmiyor. “Babalar gibi
paralar” başka yerlere harcanacağına; TSK'ya savunma donanımı
alınsın. Başta İsrail olmak üzere, diğer himaye, yardım-yataklık
unsurları ile savunma ilişkilerimiz derhal kesilsin ve “ihanet
bölgesinde/olağanüstü hal” ilân edilsin.
-
DUYUMLARA
GÖRE: Sağlıklı istihbarat yok, F16'lar sorunlu, tanklar düzgün
çalışmıyor, silâhlar tutukluk yapıyor! Suç teşkil etmesi gereken:
“Kürt sorunu, bölücü terör örgütü, örgüt adları, bebek katilinin
mesaj ve demeçleri, hayali etnik ve anadil sorunları ve kerameti
kendinden menkul “demokratik barış ve kardeşlik” söylemleri! Bunlar
AB domuzlarının “Kıbrıs için barış” palavrasını andırıyor. Gerçek şu
ki: TC’nin ve Türk halkının bu alanda bir sorunu yok. Var olan sorun
sadece “Umur-u devlet yokluğu” adaletsizlik, haksızlık ve hukuk!
Hak, güvenlik, hukuk ve huzuru tesisle mükellef olan kimdir? Elbette
hükümet!
-
Çünkü
adalet, saadet ve sulhu salâh, hükmün hikmeti ile kabil ve
mümkündür.
-
Peki,
niçin ‘hükümet” var da; “Adalet, hakkaniyet, eşitlik, huzur ve
hukuk” yok?
-
Çünkü;
bunları tesise muktedir olamayan hükümet de “YOK” hükmündedir!
-
Allah (CC),
bu Millete akıl, iman, izan, basiret ve feraset versin İnşallah.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
GANDİ’YE KULAK VERMEK
"Şiddet göstermemek, benim
inancımın birinci maddesi; aynı zamanda o, itikadımın da son
maddesidir." diyen Hintli pasifist siyaset bilimci düşünce adamı
Mahatma Ghandhi; (*)
İngiliz
sömürgeciliğine karşı Hint milli hareketinin, 1919 -1948 dönemi en
önemli lideridir.
İnanç ve ideolojik temellerini,
şiddet karşıtlığı, sivil itaatsizlik, pasifizm, uzlaşmacılık,
çilecilik, Asya milliyetçiliği, Hinduizm’in dinsel mistik öğeleri,
dinlere saygı, insani boyut, bilgelik ve barış düşmanı teknoloji
(ilâh, silâh ve ilâç ticareti) karşıtlığı oluşturur.
İNANÇ VE İDEOLOJİSİ’NİN TEMEL
İLKELERİ:
Önce önemsemezler, sonra gülerler,
sonra kıskanırlar, en sonunda ise yenilirler.. .
Adaletsiz rejimi, adaletle
yıkınız. Alkışlar önüne kansız elle çıkınız.
Basit yaşa ki, başkaları da var
olabilsin.
Bir
insanı, ancak gerçekten
uyuyorsa
uyandırmak mümkündür. Ama eğer uyumuyor da
uyku taklidi
yapıyorsa, dünyanın bütün gayretlerini sarf etseniz, nafiledir.
Bizi yok edecekler şunlardır:
İlkesiz siyaset; vicdanı sollayan eğlence; çalışmadan zenginlik;
bilgili ama karaktersiz
insanlar;
ahlâktan yoksun bir iş dünyası; insan sevgisini alt plana itmiş
bilim; özveriden yoksun bir din anlayışı…
Bu dünyada öylesi aç yaşayan
insanlar var ki, Tanrı onlara ancak bir somun ekmek suretinde
görünebilir.
Dinler aynı noktada birleşen farklı
yollardır.
Aynı amaca ulaşacak olduktan sonra
ayrı yollar seçmemizin ne önemi olabilir?
Dünyada görmek istediğiniz
değişikliğin kendisi siz olun..
Düşünceye gem vurmak, zihne gem
vurmak gibidir. Bu ise rüzgârı zapt etmekten de zordur. Düzenli, temiz ve şerefli olabilmek için paraya ihtiyacımız
yoktur.
Göze göz, dişe diş düşüncesi bütün
dünyayı kör edecek.
Güç fiziki kapasiteden değil,
boyun eğmeyen iradeden gelir.
Haksızlığa sapıp bütün insanlar seni takip
edeceğine, adaletle hareket edip tek başına kal daha iyi.
Her sabah kalktığım zaman kendi
kendime şöyle
söz veririm:
Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım. Kimsenin
haksızlığına boyun eğmeyeceğim. Adaletsizliği adaletle yıkacağım ve
mukavemet etmekte ısrar ederse onu, bütün mevcudiyetimle
karşılayacağım.
Keyif zaferde değil; asıl mücadele,
girişim ve çekilen ıstıraptadır.
Özgürlük hiçbir zaman "her
istediğini yapma izni" anlamı taşımamıştır.
Sevgi dünyadaki en incelikli güçtür. Sevgi her zaman ıstırap çeker, hiçbir zaman ne gücenir ne de
intikam almaya çalışır. Sevgi
insanlığın, şiddet hayvanlığın kanunudur. Sevginin olduğu yerde
hayat vardır.
Sıkılmış yumruklarla el
sıkışamazsınız.
Siz kendi elinizle teslim
etmedikçe, kimse kendinize olan saygınızı elinizden alamaz.
Söylediklerinize dikkat edin;
düşüncelere dönüşür; düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza
dönüşür; duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür;
davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür;
alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür; değerlerinize
dikkat edin, karakterinize; karakterinize dikkat edin, kaderinize
dönüşür.
Şiddet karşıtlığının ürettiği güç
kesinlikle insan yeteneğinin icat ettiği tüm silahlardan gücünden
üstündür.
Tanrı dualarımızı bize göre değil,
kendi yöntemine göre yanıtlar.
Toplum hayatı için bireysel özgürlük
ve bağımsızlık şarttır.
Toprağı kazıp onu işlemeyi unutmak,
kendimizi unutmak demektir.
Zayıf
insanlar affedemezler.
Affetmek
güçlülere has bir özelliktir.
(*)
1869
yılında doğdu. 30 Ocak 1948’de radikal milliyetçi bir Hintli
tarafından öldürüldü.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- OBJEKTİF VE REEL ANLAMDA; KUVVETLER VE
DENGELER
- Demokrasi rejiminin teminatı ve meşruiyetin temel
şartı kuvvetler ayrılığıdır.
- Genel politik bilimler ve geleneksel Türk idare
sisteminde öne çıkan “medeni siyaset” kuramında kuvvetler: 1. Yasama
(meclis/şura), 2. Yürütme (icra/hükümet), 3. Yargı (adalet cihazı,
hâkim ve savcılar), 4. Medya (yazılı/görsel/işitsel ve dijital), 5.
Sivil Toplum (örgütlü kuruluşlar ve bireysel sorumluluk bağlamında
yurttaşlar)
- Tek başına “izafi bir kavram” olmaktan öte bir anlam
ifade etmeyen devlet kavramı, bu uzuvlar vasıtasıyla vücut bulur,
kurumlaşır ve şekillenir. Başta İsrail, ABD, çoğu AB ve bazı Arap
ülkeleri gibi “çete devletleri” hariç olmak üzere; Vatandaşlar
tarafından ‘insan için” kurulan, akil/ehil/erdemli, onurlu ve
sorumlu insanlar tarafından yönetilen devletlerin olmazsa olmaz
şartı, kesin kes kuvvetler ayrılığıdır.
- Kuvvetler ayrılığı: Eğer ki, her bir erk/kuvvet
kendi işini kendisi yapabilecek güce ve özgürlüğe sahip ise vardır.
Aksi takdirde, böyle bir ilkenin varlığından bahsetmek siyasi etik
dışı, düpedüz yalancılık, sahtekârlık ve mürailiktir. Olayı Türkiye
özeline indirgediğimizde görüleceği üzere: Bu durumda, TBMM üzerinde
sıkı bir parti kontrolüne gerek kalmayacağı gibi, “demokrasinin
vazgeçilmez unsuru” siyasi partileri âdi birer şirket, sömürü aracı
olarak kullanan ‘lider bozuntusu” keneler zuhur etmeyecektir.
HSYK’da adalet bakanı ve müsteşarı bulunmadığı halde hükümetler,
yargı darbesi yemeyeceklerinden emin olabileceklerdir…
- Dolayısıyla, halkın “sosyal sözleşmeler” (anayasa, yasa,
yönetmelik vs) gereği vücuda getirdiği örgütün ‘hukuk devleti’
olarak varlık, meşruiyet, güç ve ağırlığını sürdürebilmesinin
olmazsa olmaz koşulu;, Objektif, eşit-adil hak, nevi-i şahsına
münhasır özel hukuk ve orijinal esaslara göre kaim sağlam bir
mevzuatın varlığı, yasalar karşısında yekdiğerine nazaran eşit
ağırlık ve devamlılığın teminatıdır.
- Bu durumda: (kuvvetler ayrılığı
ilkesinin hâkim ve hükümferma olması halinde)
- 1. Yasama (Meclis/Şura); Namuslu,
dürüst, onurlu ve sorumlu; vicdanı hür, irfanı hür yurttaşlardan
terekküp ve teşekkül edebilir.
- 2. Yürütme; Hükmünü hikmetle
yürütür, kul hakkını korur, hukukun üstünlüğünü hâkim kılar, ülkeye
zenginlik, refah, barış ve mutluluk getirir, adalet ahlâkının banisi
olabilir.
- 3. Yargı; Kolluk kuvvetlerinden
hapishanelere kadar bilcümle sathı vatanda, her türlü hâl ve ahvalde
hak/hukuk, adalet ve dürüstlükle kaim huzur, emniyet ve güven iklimi
hâkim kılınır. Adalet özgür/tarafsız ve bağımsız biçimde tahakkuk
eder, mülk’ün temeli olur. Cumhurbaşkanı dâhil vekil,
başbakan/bakan, genelkurmay başkanı, genel müdür, general ve
memurlar “kanun önünde” eşit hale gelir. Vekillerinin ‘kürsü
masuniyeti’ ile hâkim ve savcıların “resmi vazife masuniyeti” hariç;
Mevcut ve mer-i insanlık, etik ve hukuk dışı, “dokunulmazlık”
denilen insanlık düşmanlığı kisvesinden eser kalmaz.
- 4. Medya: Bilumum tür, hitap/kapsama
alanı, imkân ve kaynaklarıyla özgür, tarafsız ve bağımsız,
şahsiyetli ve haysiyetli; Bütün Türk Milleti, bilim ve insanlık
adına; halkın yanında yer almak dışında, kimseye “yandaş, yoldaş ve
Candaş” olmayan;, Namuslu, dürüst, ilkeli, onurlu ve sorumlu
unsurlar “beşinci kuvvet/MEDYA” bunun dışında kalan ve kula kul olan
domuzlar ise sadece lânetli uşaklar ve halk düşmanlarıdırlar!...
- 5. Sivil toplum/özgür birey ve her
biri bir devlet olan vatandaş: Gerçekte en önemli kuvvet/erk halk;
Halk’a rağmen hüküm iddia, ifa ve icra etmeye kalkışmak gayrimeşru
olmaktır. Burada meşruiyetin ilk şartı kesinlikle ve asla seçimle
gelmek değil; Kuvvetler ayrılığı ilkesi bağlamında ‘hukuki tanım,
konum ve duruma’ uygun olmaktır.
- İşte Bu: Hiçbir çıkar, kazanç paylaşma ve gönüllülük dışında
zorunlu aidat almaksızın faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları
ve bizatihi onurlu/sorumlu bireyin görevidir. Görev: başta
yasama/yürütme/yargı/medya olmak üzere; Devleti denetleme, kamu
vicdanı ve adalet kurumu yoluyla sorgulama, yargılama ve icabında
hasep sormaktır.
- Siyasi partiler, sendikalar, meslek
odaları ve kooperatifler kesinlikle STK değildir.
- Kuvvetler Ayrılığı İlkesi ve Yargı
Meşruiyeti
- Yukarda açıklanan ve tanımlanan
ilkeler her medeni devlette var olmak zorundadır.
- Aksi taktirde, demokrasi, adalet-hukuk ve kuvvetler
ayrılığı bahis konusu olamaz!..
- Devlet içinde kuvvetler, birbirlerini denetlemek,
kontrol ve takip etmek, dengelemek; aynı zamanda anayasa ve yasa
karşısında eşit hak, yetki ve sorumluluğa sahip olmak zorunda ve
durumundadır. Yasama, Yürütme ve Yargı terazide eşit ağırlığa sahip
olmaz; Medya da yandaş, yoldaş ve Candaş unsurlardan oluşmak gibi,
lânetli bir hale irca olursa; Ne cari sistem meşrudur ve nede,
sistemin güncel banileri!..
- Daha açık bir anlatımla: Demokrasilerde yargı
bağımsızlığı, nevi şahsına münhasır özgürlük/özerklik ve
tarafsızlığından bahsedebilmek için yargının diğer iki demokratik
erkten yani yasama ve yürütmeye eşdeğer meşruiyete sahip bulunması
gerekmektedir.
- Yoksa bu günün "Anayasa Mahkemesi ana muhalefet mahkemesi
olmuştur" biçimi art niyetli ve eleştirel söylemler ile anayasaya
açıkça meydan okuma tarzındaki polemiklerinden daha güçlü ardıl
yargı sorunları bir anda rejimin kökten sorgulanmasına neden
olabilir.
- Bu ve benzeri beyanlar, tahrik ve hezeyanlar alenen suç teşkil
etmesine, ceza yasası ve anayasaya göre soruşturmayı mucip olmasına
rağmen dava konusu yapılmaz, yapılamaz ise yargı büyük bir baskı ve
töhmet altında demektir.
- Meşruiyet kaynakları demokrasilerde
"halk desteği", millet iradesinin ‘namuslu, dürüst ve demokratik’
seçimlerle devlet idaresine gelme önkoşulu olmakla birlikte, insan
hak ve özgürlükleri gibi evrensel temel hukuk kavramları bazen
çoğunluğun desteği Olmaksızın da meşruiyetin vazgeçilmezi
olmaktadır.
- Nitekim Anayasaların ortaya çıkışı
ile devletin karşısında bireyin, yerli azınlıkların, dezavantajlı
grupların korunmasına yönelik liberal demokrasi akımları ile mümkün
olabildiği gerçektir. Yargının meşruiyetinin güçlü olarak
desteklenmesi ve bağımsızlaştırılması ilk defa ABD'de jürili
mahkemelerin kurulması ve Anayasa Mahkemesinin ortaya çıkışı ile
başlamış, bu sistematik kıta Avrupa'sında da giderek
yaygınlaşmıştır.
- Meşruiyet kaynaklarını kuramsal, pozitif hukuk kapsamı dışında
örf, adet, din, gelenek ve görenek kuralları ile tabana yaymak
yürütme ve yasamanın görece "halka yakınlık" kozunu elinden
alabileceği düşünülür. Ancak demokratik seçenekleri, çoğulculuğu,
kişi hak, hukuk ve özgürlüklerini tamamen veya kısmen yok etmeye
yönelik kavram ve kurumlaşmaların yasama ve yürütmenin karşısına
çıkabilecek daha güçlü meşruiyet kaynakları bulabilmek oldukça
zordur. Hatta bazen Irak'ta olduğu gibi istenmeyen gelişmelere veya
Cezayir'de yaşandığı gibi tamamen totaliter bir dışa kapanmaya ya da
Filistin'de olduğu gibi ortada bırakılmaya neden olabilmektedir.
Eskiden Türkiye'de "Adalet Mülkün Temelidir" veciz sözü geçerli idi.
Her nedense bugünlerde aynı veciz söz "Adalet Devletin Temelidir"
şeklinde değişivermiştir.
- Herkese normal gelebilir ama işin
aslını/felsefesini bilenlere göre bu faşist bir tuzaktır.
- Hem de demokrasinin devletle bireyin
sözleşmesine dayandığını savunan liberallere atılmış bir goldür.
Çünkü devlet bireyin mülkünün emniyetini sağlamak görevini
üslenmiştir. Halbuki adaletin devlet elinde bir silah olması
devletin bu ikili anlaşmayı bireylerin mülküne ve bütün kişilik
haklarına tecavüzünü mazur gösteren bir yaklaşımdır. Yani; adaletin
mülkün temeli olduğu doğru, ama devletin temelinde tecavüz ve
zorbalık varsa adalet yoktur.
- Anayasal meşruiyetin tahkimi için batılı ülkeler (Almanya,
Fransa, İtalya, Macaristan vb) Anayasa Mahkeme üyelerini meclisin
nitelikli çoğunluğu (2/3 gibi) ile seçmekte, Çünkü Cumhurbaşkanı,
başbakan gibi yüksek makamlarda bulunanları yargılayabilmek için
böylesi bir güçlü desteğe ihtiyaç duyulmaktadır. Nitelikli çoğunluk
mahkemenin elini güçlendirirken yürütmenin oldubittilere
başvurmasını önlemekte ve caydırmaktadır.
- Tabii ki, yorum yapacak birçok
kanaat önderimiz olmasına rağmen bu hassas konulara pek de
girilmemesi çok düşündürücüdür. Demek gerek iktidar, gerek
muhalefet, tıpkı yandaş, yoldaş, Candaş medya gibi ‘yandaş yargı’
hesaplarını da bir türlü bırakamamaktadırlar.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
REZİLLİK DİZ BOYU; HÜKÜMET NEREDE?
KPSS sınavında ortaya çıkan yolsuzluk; geçmişin
karanlıklarından günümüze uzanan menfur satanist cemaat-siyaset;
soygun-vurgun, sahtekârlık, nitelikli dolandırıcılık ilişkisine
dayanan ve tesadüfen “namuslu-dürüst bir vatandaşa çarpma sonucu”
ortaya çıkan bir kamyon (susurluk) kazasına benzemektedir.
Gerçekte bunlar bir tesadüf değil, “ilâhi adalet” in
tezahürleridirler.
Zira susurluk türü bilumum kirli iş ve ilişkiler,
zaten devletçe malumdur.
Devlet izafi bir kavram olmakla; Hakikatte “güç”
bizatihi hükümettir.
Bu harama ve yalana dayalı akçeli işler; kirli,
haksız, adaletsiz, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık,
sahtekârlık, rüşvet-iltimas, kaçakçılık, kara para, yasa dışı
ticaret, kayıt dışılık, hırsızlık-yolsuzluk, evrak tahrifi ve
suiistimal genellikle hükmedenlerin bilgi/himaye, yardım ve
yataklığı dâhili ve sâyesinde yapılır. Yöneticiler bunu bilmeseler
dahi (ki bu asla mümkün ve imkân dahilinde değildir) emanetçilik
ettikleri efendi, sulta, dikta veya cunta bilir!..
Dahası, mahalle muhtarından MİT muhbirlerine, semt
karakolundan, sağlık ocağı ve bilumum yerel-taban ünitelere kadar
müthiş ve muazzam bir “yasal örgüt”, hukuki bilgi ağı ve örgün
iletişim organizasyonu biçiminde işleyen mekanizma; Kesinlikle ve
mutlaka her şeyden haberdardır. Devlet, nerede ne olduğunu ve kimin
ne işler karıştırdığını bilir. Zaten de bilmek zorundadır. Bilmezse
“devlet olma” temsil, hüküm-hikmet ve meşruiyet vasfını yitirir.
İşte böyle!...
Bahusus KPSS sınavının iptali insan hakları, adalet
ve hukuka aykırıdır.
Hükümet önce, bütün unsur, amir, dâhili-harici
bağlantı ve uzantıları ile mezkür çeteyi ortaya çıkartmak; Olayda
kastı mahsus, cana, mala, ikbal ve istikbale matuf caniyane emeller,
haksız edinim, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık, soygun esası
olduğu için failleri istisnasız tutuklamak, yargılamak, hapisle
tazyik ve tecziye etmek; Adalet ve yargının görevidir.
Buna paralel olarak bütün “kopya çekenler”
otomatikman ortaya çıkacaktır.
Kopya çekmek suçtur. Faillerin sınavları iptal
edilir ve fiillerine uyan cezalara çarptırılırlar. Bunlar, mutlaka
yargılanmak ve cezaları verilmek zorundadır.
Kopya çekmeyen, masum, müsemma “doğru-dürüst” olanın
sınavı geçerlidir.
Namuslu ve dürüst insanlar asla cezalandırılamaz.
Devlet; iyi insan, iyi, namuslu, dürüst vatandaştan yana olmak,
Onurlu ve sorumlu vatandaşları korumak, kollamak zorundadır.
Aksine bir karar veya tasarruf halinde “Cumhuriyet Savcıları,
Adalet, Yargıçlar ve Barolar” karar mekanizmalarına karşı harekete
geçmek; Namuskâr ve dürüst vatanların hak ve hukukuna sahip çıkmak
zorundadır.
Aksi taktirde bunlar da, “onursuz ve sorumsuz” aciz ve yok
hükmünde sayılır!..
Sonuçta dava sür’atle sonuçlandırılıp, dürüstlerin hakkı hayat
bulmalı; Kötüler mutlaka kahredilmeli, yardım-yatakçı, uzantı ve
bağlantıları ıslah veya mahvedilmelidir…
Aksi takdirde kötülük büyür.
Kötülük olan ülkede, ya hükümet yok, veya aciz,
zayıf ve aciz hükmündedir!..
Dolayısıyla, başta güncel KPSS yolsuzluğu, anarşi,
terör-tedhiş, bilumum haksız edinim, gasp-irtikap, nitelikli
dolandırıcılık ve ‘organize işler’ dediğimiz suçlara karşı etkin
tedbirler almayan yönetimler ve hükümetler her halikârda suça
ortaktır.
Yahut da, bütün faili meçhullerin suçlusu hükümettir!..
Manâ ve muhteva olarak, alenen; “suç teşkil, suça
teşvik, suç ve suçluyu övme, tahrik” gibi insan hakları, adalet,
hukuk ve ahlâk dışı unsurlar içermedikçe, “Söz söyleme, düşünce ve
kanaat açıklama” hak ve hürriyeti tahdit edilemez.
Amma lâkin, öldüreni öldürmeyen; Suçluyu mutlaka
bulup cezalandırmayan;
Haklıyı, doğruyu, iyi-namuslu, dürüst, onurlu ve
sorumlu vatandaşları korumayan;
Adaletle hükmetmeyip, rezilliği yok edemeyen hükümet
acze düşmüş demektir.
Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına izinlidir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- DÜZEN’İN BAŞIBOZUK; DEMOKRASİ YOK!...
- Vahşi, alçak ve ikiyüzlü batının dayatmasıyla “yeni
Osmanlıcılık” adına sahnelenen Heybeliada, Akdamar ve Dinler arası
diyalog gibi din, ilim-irfan, akıl-mantık, gelenek, gerçek ve
dayanaktan yoksun saçmalık, apaçık komiklik ve nafile şovlarla
cinlik yapan ‘uyanık’ (!) birileri, güya şanlı ecdat’ın güncel
versiyonuna oynadıklarını sanıyorlar.
- Alakası yok!. Bu, AB tarafından asırlardır dayatılan
kirli bir oyun.
- Derin bir gaflet, hazin bir dalalet
ve çok acı bir hıyanet!..
- Bozuk düzen, disiplinsizlik,
demokrasi yokluğu ve başıbozukluk bu!..
- Tarihe “talihsiz menfur eylemler”
diye geçecek bu tasarrufların, gaflet uykusu, kuru gürültü, horultu
ve homurtudan öte hiçbir önem, etki ve değeri yoktur. Kaldı ki,
beka/basiret, umur-u devlet, kemali ciddiyet, bilim, tarih şuuru ve
bilhassa “sürdürülebilir objektif siyaset” ile mütekabiliyetten
yoksun, olumsuz-tabansız, dayanaksız kısır teşebbüslerle, dünyada
Türk siyasetini küçük düşürüyor, istismara izin veriyor, çok gülünç
durumlara düşüyorlar. Bu taviz ve ivazlarla failler, kamuoyu
nezdinde alçalıyor, alay konusu oluyor; aciz/zavallı, sürekli taviz
veren, acıklı ve komik hallere sürükleniyor, kamu vicdanını
sızlatıyor, rencide ediyor ve tarih önünde kamusal suç işliyorlar.
- Amma gaflet ve dalalet boylarını
aşmış. Farkında değiller!..
- Bu yapılanlar, devletin beka,
basiret ve umuru ile bağdaşmamakta; Lâiklik temelinde yükselen milli
devlet ve milli siyasete bir yarar sağlamamaktadır!.. Tarihi gerçek,
gelenek ve Türkiye Cumhuriyeti teamüllerine de aykırıdır. Zira
bunlarda bir zerre Osmanlı-Türk asaleti, Müslüman feraseti, akil
insan basireti, milli tarih şuuru, Türk ruhu ve damarlarında “asil
kan” olsa bilirler ki: Osmanlı asla tek taraflı siyaset yapmadı.
Münhasıran asrına ait olmak kaydıyla asla taviz vermedi. Düşmana hoş
görünmeye çalışmadı ve düşmanın düşmanlığını unutmadı!
- EĞER OSMANLI DEVLETİ OLSAYDI!
- Akdamar’la eş zamanlı olarak
AYASOFYA ibadete açılırdı.
- Ermenistan, Yunanistan tüm Ortodoks
hinterlandında Omsalı, Türk-Müslüman eser, camii ve vakıfları ihya
edilir; Daha 50-60 sene öncesine değin mevcut Ermenistan, Karabağ,
Balkanlar, Yunanistan ve SSCB (Rusya) CAMİ'lerinin hesabını sorar;
Kalan bir kaç tanesini de aynı gün imar ve ihya edilmiş olarak
ibadete açarlardı!
- Dahası, bu gaflet ve dalalet
uykusundan ‘tedbir ve temkinle’ kalkılır tarihe bakılırdı;
- Evet, gerçekten Osmanlı Patrikhaneye, bütün kilise, mabet, inanç
ve dinlere “Rab’in emrettiği şekilde” kendi egemenlik ve himayesinde
hayat hakkı tanımış; Buna karşı asi/hain olan yahut Sapıtan
patrikleri, papaz ve rahipleri hiç tereddüt etmeden derhal
darağacına çekmiştir;
- Ayasofya ise Fâtih’in vasiyeti üzere daima İslâmi ibadete
açıktır.
- Haydi, yüreğiniz yetiyor, bileğiniz tutuyor, tarihi
bilinç ve bellekleriniz sizleri gaflet ve dalalete sürüklemiyorsa;
gücünüz yetiyorsa böyle yapın. Zira tek yanlı taviz vatana, millete
ve insana ihanettir. Yüreğine, bileğine, aklına, ilmine ve
damarlarındaki kan’a güvenen daima doğru, iyi ve milli devlet
yararına olanı yapar. Meselâ!
- Önce 12 Eylül yerine Yassı ada ve 27
Mayıs’ın hesabını sorar;
- Van gölü (Ermeni tecavüz kilisesi),
Trabzon (Rum mütecaviz kilisesi) etrafında oynanan oyun ve dolapları
(Pontus) kestirip atar, Ayasofya’yı derhal ibadete açar. Asala ve
pkk’yı eğiten-lojistik destek veren, emekli Yunan Subaylarını bulup
infaz; Melânet örgütü de Milli hükümet emriyle TSK ve güvenlik
kuvvetleri; Dağları kaatiller, kaçakçılar, anarşi, terör ve tedhiş
unsurlarından; Düz Ovaları, hırsız-yolsuz domuz,
dolandırıcı-yankesici kene, rüşvet ve iltimas erbabı bit/pire ve kan
emici ‘demokrasi, düzen, adalet ve hukuk düşmanı’ politik ACI’lar
ile onların iğrenç uzantı, bağlantı, yardım ve yaltakçılarından
temizler!
- Bundan böyle: Türkçe düşünülür,
Türkçe konuşulur ve Türkçe yaşanır.
- "Türk’üm" ve “Kürt’üm” diyenlere,
"etnik bölücülük yapıyorsunuz" denmez!
- Başıbozukluktan kurtulmanın ve
Demokrasi’ye kavuşmanın yegâne yolu budur.
Kaynak göstermek
şartıyla yazılar yayına izinlidir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
34 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- "TÜRKİYE ANALİZİ"
- Analiz, kimilerine göre ‘Türkiye’nin
yakın gelecekteki suluboya resmidir.’ Bu nedenle analizi
bilgilerinize sunmak ve sizlerle paylamak istedim.
- İşte: LE MONDE Türkiye Muhabiri
Guillaume Perrier’den; Türkiye analizi!
- “Türkiye, son ve büyük bir
hesaplaşmaya doğru gidiyor.
- Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da
dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir
bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren “kültürel bölünme”.
- Bu artık iyice keskinleşti.
- Bir yanda; ayakkabılarını sokak
kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa
pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları
tam bir baskı altında yasayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten
hoşlanan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans
etmemiş, hiç kari koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro
seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli,
kalabalık, bir kitle var.
- Diğer yanda ise; kız lisesi-Kolej
yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da
kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da
kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında
dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz
yuman, Kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa
da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin
haberlerini izleyen, kendisini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş
hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, batı
standartlarına yakın bir grup var.
- Bu iki grubun yaşam tarzı
birbirinden kopuk.
- Onları, Batı’daki sınıflar arasında
ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat
gibi, birleştirici kültürel zeminler yok.
- Hayatları, zevkleri, inanışları
birbirinden çok farklı. Hattâ birbirine düşmanca.
- Birinci grup Cumhuriyet boyunca
horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış.
- Şimdi bu grup siyasal olarak
örgütlendi.
- Kalabalıklar ve her seçimi kazanacak
siyasi bir güçleri var artık.
- İkinci grup ise azınlıkta.
- Ve artık bir daha secim kazanma
ihtimalleri yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.
- Daha Batılı olan “ikinci grup”,
Batı’nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele
geçiremeyeceğini bildiği için, git gide Batı’ya ve Batı’nın
demokratik değerlerine düşman oluyor.
- Yaşam tarzı olarak Batı’ya düşman
olan birinci kesim ise, iktidarı ancak Batı’nın kriterlerini kabul
ederek ele geçirebileceğini bildiği için, Batı’yla ilişkileri
geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.
- Bu kültürel parçalanmada “ordu”
önemli bir role sahip,
- Eğer, birinci grubu desteklerse ve
batı’nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını
kaybedecek.
- Aslında birinci grubun çocuklarından
oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine
benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi
köklerine ihanet ediyor. Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez
çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.
- Birinci grup ekonomik olarak da
güçlü artık, Anadolu’da üretim yapıyor, malini diş dünyaya satıyor.
Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.
- İkinci grup ise parasal olarak da
kuvvetli değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek
ekonomik kazançlarını kaybediyor.
- Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan
borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye’nin ancak demokrasiyle
normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim.
- Devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi
gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri.
- “Yargı, ordu ve bürokrasinin önemli
bir kısmı, ikinci grubun arkasında.
- Bu İkinci grup, siyasetle
demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını
kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözüm peşinde!
- Mevcut Cumhurbaşkanı’nın seçimi;
kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya
koydu.
- Ordu destekli ikinci grup artık
seçim de istemiyor.
- Ve darbe söylentileri gittikçe
artıyor. Cuntalardan söz ediliyor.
- Peki, darbe olursa ne olur ?
- Yaşam tarzı Batı’ya daha yakın olan
ikinci grup, orduyla birlikte iktidara gelir. Fakat, Batı’nın
desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar. Amerika her
zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını,
desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında.
- Ama Amerika’nın önünde de ciddi
engel var.
- “Demokrasi getireceğim” diye Irak’ı
işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye’deki
“darbeyi” niye desteklediğini açıklayamaz. Ve Irak faciasından sonra
ikinci bir “zorlamayı” gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese
de darbeye karşı çıkacak. Silahını ve parasını Batı’dan alan bir
ordu ve ülke, Batı’dan koptuğunda ne yapacak? Sanırım uzun zamandır
bunu düşünüyorlar ve korkarım bunun cevabını buldular.
- Türkiye’de darbe olursa! Dünya,
tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş, yeni bir oluşumla
karşılaşacak. Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve Iranla
ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden
alacak. Rusya’yla Iran‘ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç,
Türkiye’yi ayakta tutmaya yeter.
- Ama Rusya-Türkiye- Iran bloku.
Dünyanın bütün dengelerini değiştirir.
- Ortadoğu’nun kontrolünü tümüyle ele
geçirir. Avrupa’yı küçük kıtasına hapseder.
- Kafkasları, Afganistan’ı, Pakistan’ı
kendi gücüne katar. Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar. Petrol
kaynaklarına egemen olur. Çin’le işbirliği yapabilir.
- Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz
da Japonya’dan oluşan “Batı” nın, dünyadaki etkinliğini inanılmaz
bir bicimde azaltır.
- Yeni blok asker, enerji ve para
acısından çok güçlenir.
- Böylece, Türkiye’deki çatlama
dünyada büyük bir çatlamaya yol açar.
- Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa,
sanırım, bu çatlamadan çıkar.
- “Asla böyle bir şey olmaz”
diyebilirsiniz.
- Niye olmayacağına dair elinizde çok
kuvvetli veriler varsa, söyleyin.
- Ama, ya olursa... ki.... bana çok
mümkün geliyor.
- O zaman ne yapacaksınız ?
- Bugün Türkiye’de kamplaşan ve
bölünen insanların da...
- Türkiye’yi Avrupa dışına itmeye
çalışan, Eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla; çok görkemli,
bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça
davranan, işbirliği yerine “başöğretmenlik” yapmaya kalkan
Avrupa’nın da... Türkiye politikasında “ikili” oynayıp, kurnazlık
ettiğini sanan Amerika’nın da... Bu senaryoyu bir düşünmesini
isterim doğrusu.
- Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı
bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir
ihtimal değil.
- 04 Ekim 2010 Pazartesi
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
35 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
REZİLLİK DİZ BOYU; HÜKÜMET NEREDE?
KPSS sınavında ortaya çıkan yolsuzluk; geçmişin
karanlıklarından günümüze uzanan menfur satanist cemaat-siyaset;
soygun-vurgun, sahtekârlık, nitelikli dolandırıcılık ilişkisine
dayanan ve tesadüfen “namuslu-dürüst bir vatandaşa çarpma sonucu”
ortaya çıkan bir kamyon (susurluk) kazasına benzemektedir.
Gerçekte bunlar bir tesadüf değil, “ilâhi adalet” in
tezahürleridirler.
Zira susurluk türü bilumum kirli iş ve ilişkiler,
zaten devletçe malumdur.
Devlet izafi bir kavram olmakla; Hakikatte “güç”
bizatihi hükümettir.
Bu harama ve yalana dayalı akçeli işler; kirli,
haksız, adaletsiz, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık,
sahtekârlık, rüşvet-iltimas, kaçakçılık, kara para, yasa dışı
ticaret, kayıt dışılık, hırsızlık-yolsuzluk, evrak tahrifi ve
suiistimal genellikle hükmedenlerin bilgi/himaye, yardım ve
yataklığı dâhili ve sâyesinde yapılır. Yöneticiler bunu bilmeseler
dahi (ki bu asla mümkün ve imkân dahilinde değildir) emanetçilik
ettikleri efendi, sulta, dikta veya cunta bilir!..
Dahası, mahalle muhtarından MİT muhbirlerine, semt
karakolundan, sağlık ocağı ve bilumum yerel-taban ünitelere kadar
müthiş ve muazzam bir “yasal örgüt”, hukuki bilgi ağı ve örgün
iletişim organizasyonu biçiminde işleyen mekanizma; Kesinlikle ve
mutlaka her şeyden haberdardır. Devlet, nerede ne olduğunu ve kimin
ne işler karıştırdığını bilir. Zaten de bilmek zorundadır. Bilmezse
“devlet olma” temsil, hüküm-hikmet ve meşruiyet vasfını yitirir.
İşte böyle!...
Bahusus KPSS sınavının iptali insan hakları, adalet
ve hukuka aykırıdır.
Hükümet önce, bütün unsur, amir, dâhili-harici
bağlantı ve uzantıları ile mezkür çeteyi ortaya çıkartmak; Olayda
kastı mahsus, cana, mala, ikbal ve istikbale matuf caniyane emeller,
haksız edinim, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık, soygun esası
olduğu için failleri istisnasız tutuklamak, yargılamak, hapisle
tazyik ve tecziye etmek; Adalet ve yargının görevidir.
Buna paralel olarak bütün “kopya çekenler”
otomatikman ortaya çıkacaktır.
Kopya çekmek suçtur. Faillerin sınavları iptal
edilir ve fiillerine uyan cezalara çarptırılırlar. Bunlar, mutlaka
yargılanmak ve cezaları verilmek zorundadır.
Kopya çekmeyen, masum, müsemma “doğru-dürüst” olanın
sınavı geçerlidir.
Namuslu ve dürüst insanlar asla cezalandırılamaz.
Devlet; iyi insan, iyi, namuslu, dürüst vatandaştan yana olmak,
Onurlu ve sorumlu vatandaşları korumak, kollamak zorundadır.
Aksine bir karar veya tasarruf halinde “Cumhuriyet Savcıları,
Adalet, Yargıçlar ve Barolar” karar mekanizmalarına karşı harekete
geçmek; Namuskâr ve dürüst vatanların hak ve hukukuna sahip çıkmak
zorundadır.
Aksi taktirde bunlar da, “onursuz ve sorumsuz” aciz ve yok
hükmünde sayılır!..
Sonuçta dava sür’atle sonuçlandırılıp, dürüstlerin hakkı hayat
bulmalı; Kötüler mutlaka kahredilmeli, yardım-yatakçı, uzantı ve
bağlantıları ıslah veya mahvedilmelidir…
Aksi takdirde kötülük büyür.
Kötülük olan ülkede, ya hükümet yok, veya aciz,
zayıf ve aciz hükmündedir!..
Dolayısıyla, başta güncel KPSS yolsuzluğu, anarşi,
terör-tedhiş, bilumum haksız edinim, gasp-irtikap, nitelikli
dolandırıcılık ve ‘organize işler’ dediğimiz suçlara karşı etkin
tedbirler almayan yönetimler ve hükümetler her halikârda suça
ortaktır.
Yahut da, bütün faili meçhullerin suçlusu hükümettir!..
Manâ ve muhteva olarak, alenen; “suç teşkil, suça
teşvik, suç ve suçluyu övme, tahrik” gibi insan hakları, adalet,
hukuk ve ahlâk dışı unsurlar içermedikçe, “Söz söyleme, düşünce ve
kanaat açıklama” hak ve hürriyeti tahdit edilemez.
Amma lâkin, öldüreni öldürmeyen; Suçluyu mutlaka
bulup cezalandırmayan;
Haklıyı, doğruyu, iyi-namuslu, dürüst, onurlu ve
sorumlu vatandaşları korumayan;
Adaletle hükmetmeyip, rezilliği yok edemeyen hükümet
acze düşmüş demektir.
Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına izinlidir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
36 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- DÜZEN’İN BAŞIBOZUK; DEMOKRASİ YOK!...
- Vahşi, alçak ve ikiyüzlü batının dayatmasıyla “yeni
Osmanlıcılık” adına sahnelenen Heybeliada, Akdamar ve Dinler arası
diyalog gibi din, ilim-irfan, akıl-mantık, gelenek, gerçek ve
dayanaktan yoksun saçmalık, apaçık komiklik ve nafile şovlarla
cinlik yapan ‘uyanık’ (!) birileri, güya şanlı ecdat’ın güncel
versiyonuna oynadıklarını sanıyorlar.
- Alakası yok!. Bu, AB tarafından asırlardır dayatılan
kirli bir oyun.
- Derin bir gaflet, hazin bir dalalet
ve çok acı bir hıyanet!..
- Bozuk düzen, disiplinsizlik,
demokrasi yokluğu ve başıbozukluk bu!..
- Tarihe “talihsiz menfur eylemler”
diye geçecek bu tasarrufların, gaflet uykusu, kuru gürültü, horultu
ve homurtudan öte hiçbir önem, etki ve değeri yoktur. Kaldı ki,
beka/basiret, umur-u devlet, kemali ciddiyet, bilim, tarih şuuru ve
bilhassa “sürdürülebilir objektif siyaset” ile mütekabiliyetten
yoksun, olumsuz-tabansız, dayanaksız kısır teşebbüslerle, dünyada
Türk siyasetini küçük düşürüyor, istismara izin veriyor, çok gülünç
durumlara düşüyorlar. Bu taviz ve ivazlarla failler, kamuoyu
nezdinde alçalıyor, alay konusu oluyor; aciz/zavallı, sürekli taviz
veren, acıklı ve komik hallere sürükleniyor, kamu vicdanını
sızlatıyor, rencide ediyor ve tarih önünde kamusal suç işliyorlar.
- Amma gaflet ve dalalet boylarını
aşmış. Farkında değiller!..
- Bu yapılanlar, devletin beka,
basiret ve umuru ile bağdaşmamakta; Lâiklik temelinde yükselen milli
devlet ve milli siyasete bir yarar sağlamamaktadır!.. Tarihi gerçek,
gelenek ve Türkiye Cumhuriyeti teamüllerine de aykırıdır. Zira
bunlarda bir zerre Osmanlı-Türk asaleti, Müslüman feraseti, akil
insan basireti, milli tarih şuuru, Türk ruhu ve damarlarında “asil
kan” olsa bilirler ki: Osmanlı asla tek taraflı siyaset yapmadı.
Münhasıran asrına ait olmak kaydıyla asla taviz vermedi. Düşmana hoş
görünmeye çalışmadı ve düşmanın düşmanlığını unutmadı!
- EĞER OSMANLI DEVLETİ OLSAYDI!
- Akdamar’la eş zamanlı olarak
AYASOFYA ibadete açılırdı.
- Ermenistan, Yunanistan tüm Ortodoks
hinterlandında Omsalı, Türk-Müslüman eser, camii ve vakıfları ihya
edilir; Daha 50-60 sene öncesine değin mevcut Ermenistan, Karabağ,
Balkanlar, Yunanistan ve SSCB (Rusya) CAMİ'lerinin hesabını sorar;
Kalan bir kaç tanesini de aynı gün imar ve ihya edilmiş olarak
ibadete açarlardı!
- Dahası, bu gaflet ve dalalet
uykusundan ‘tedbir ve temkinle’ kalkılır tarihe bakılırdı;
- Evet, gerçekten Osmanlı Patrikhaneye, bütün kilise, mabet, inanç
ve dinlere “Rab’in emrettiği şekilde” kendi egemenlik ve himayesinde
hayat hakkı tanımış; Buna karşı asi/hain olan yahut Sapıtan
patrikleri, papaz ve rahipleri hiç tereddüt etmeden derhal
darağacına çekmiştir;
- Ayasofya ise Fâtih’in vasiyeti üzere daima İslâmi ibadete
açıktır.
- Haydi, yüreğiniz yetiyor, bileğiniz tutuyor, tarihi
bilinç ve bellekleriniz sizleri gaflet ve dalalete sürüklemiyorsa;
gücünüz yetiyorsa böyle yapın. Zira tek yanlı taviz vatana, millete
ve insana ihanettir. Yüreğine, bileğine, aklına, ilmine ve
damarlarındaki kan’a güvenen daima doğru, iyi ve milli devlet
yararına olanı yapar. Meselâ!
- Önce 12 Eylül yerine Yassı ada ve 27
Mayıs’ın hesabını sorar;
- Van gölü (Ermeni tecavüz kilisesi),
Trabzon (Rum mütecaviz kilisesi) etrafında oynanan oyun ve dolapları
(Pontus) kestirip atar, Ayasofya’yı derhal ibadete açar. Asala ve
pkk’yı eğiten-lojistik destek veren, emekli Yunan Subaylarını bulup
infaz; Melânet örgütü de Milli hükümet emriyle TSK ve güvenlik
kuvvetleri; Dağları kaatiller, kaçakçılar, anarşi, terör ve tedhiş
unsurlarından; Düz Ovaları, hırsız-yolsuz domuz,
dolandırıcı-yankesici kene, rüşvet ve iltimas erbabı bit/pire ve kan
emici ‘demokrasi, düzen, adalet ve hukuk düşmanı’ politik ACI’lar
ile onların iğrenç uzantı, bağlantı, yardım ve yaltakçılarından
temizler!
- Bundan böyle: Türkçe düşünülür,
Türkçe konuşulur ve Türkçe yaşanır.
- "Türk’üm" ve “Kürt’üm” diyenlere,
"etnik bölücülük yapıyorsunuz" denmez!
- Başıbozukluktan kurtulmanın ve
Demokrasi’ye kavuşmanın yegâne yolu budur.
Kaynak göstermek
şartıyla yazılar yayına izinlidir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
37 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- "TÜRKİYE ANALİZİ"
- Analiz, kimilerine göre ‘Türkiye’nin
yakın gelecekteki suluboya resmidir.’ Bu nedenle analizi
bilgilerinize sunmak ve sizlerle paylamak istedim.
- İşte: LE MONDE Türkiye Muhabiri
Guillaume Perrier’den; Türkiye analizi!
- “Türkiye, son ve büyük bir
hesaplaşmaya doğru gidiyor.
- Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da
dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir
bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren “kültürel bölünme”.
- Bu artık iyice keskinleşti.
- Bir yanda; ayakkabılarını sokak
kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa
pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları
tam bir baskı altında yasayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten
hoşlanan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans
etmemiş, hiç kari koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro
seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli,
kalabalık, bir kitle var.
- Diğer yanda ise; kız lisesi-Kolej
yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da
kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da
kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında
dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz
yuman, Kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa
da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin
haberlerini izleyen, kendisini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş
hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, batı
standartlarına yakın bir grup var.
- Bu iki grubun yaşam tarzı
birbirinden kopuk.
- Onları, Batı’daki sınıflar arasında
ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat
gibi, birleştirici kültürel zeminler yok.
- Hayatları, zevkleri, inanışları
birbirinden çok farklı. Hattâ birbirine düşmanca.
- Birinci grup Cumhuriyet boyunca
horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış.
- Şimdi bu grup siyasal olarak
örgütlendi.
- Kalabalıklar ve her seçimi kazanacak
siyasi bir güçleri var artık.
- İkinci grup ise azınlıkta.
- Ve artık bir daha secim kazanma
ihtimalleri yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.
- Daha Batılı olan “ikinci grup”,
Batı’nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele
geçiremeyeceğini bildiği için, git gide Batı’ya ve Batı’nın
demokratik değerlerine düşman oluyor.
- Yaşam tarzı olarak Batı’ya düşman
olan birinci kesim ise, iktidarı ancak Batı’nın kriterlerini kabul
ederek ele geçirebileceğini bildiği için, Batı’yla ilişkileri
geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.
- Bu kültürel parçalanmada “ordu”
önemli bir role sahip,
- Eğer, birinci grubu desteklerse ve
batı’nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını
kaybedecek.
- Aslında birinci grubun çocuklarından
oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine
benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi
köklerine ihanet ediyor. Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez
çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.
- Birinci grup ekonomik olarak da
güçlü artık, Anadolu’da üretim yapıyor, malini diş dünyaya satıyor.
Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.
- İkinci grup ise parasal olarak da
kuvvetli değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek
ekonomik kazançlarını kaybediyor.
- Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan
borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye’nin ancak demokrasiyle
normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim.
- Devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi
gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri.
- “Yargı, ordu ve bürokrasinin önemli
bir kısmı, ikinci grubun arkasında.
- Bu İkinci grup, siyasetle
demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını
kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözüm peşinde!
- Mevcut Cumhurbaşkanı’nın seçimi;
kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya
koydu.
- Ordu destekli ikinci grup artık
seçim de istemiyor.
- Ve darbe söylentileri gittikçe
artıyor. Cuntalardan söz ediliyor.
- Peki, darbe olursa ne olur ?
- Yaşam tarzı Batı’ya daha yakın olan
ikinci grup, orduyla birlikte iktidara gelir. Fakat, Batı’nın
desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar. Amerika her
zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını,
desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında.
- Ama Amerika’nın önünde de ciddi
engel var.
- “Demokrasi getireceğim” diye Irak’ı
işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye’deki
“darbeyi” niye desteklediğini açıklayamaz. Ve Irak faciasından sonra
ikinci bir “zorlamayı” gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese
de darbeye karşı çıkacak. Silahını ve parasını Batı’dan alan bir
ordu ve ülke, Batı’dan koptuğunda ne yapacak? Sanırım uzun zamandır
bunu düşünüyorlar ve korkarım bunun cevabını buldular.
- Türkiye’de darbe olursa! Dünya,
tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş, yeni bir oluşumla
karşılaşacak. Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve Iranla
ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden
alacak. Rusya’yla Iran‘ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç,
Türkiye’yi ayakta tutmaya yeter.
- Ama Rusya-Türkiye- Iran bloku.
Dünyanın bütün dengelerini değiştirir.
- Ortadoğu’nun kontrolünü tümüyle ele
geçirir. Avrupa’yı küçük kıtasına hapseder.
- Kafkasları, Afganistan’ı, Pakistan’ı
kendi gücüne katar. Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar. Petrol
kaynaklarına egemen olur. Çin’le işbirliği yapabilir.
- Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz
da Japonya’dan oluşan “Batı” nın, dünyadaki etkinliğini inanılmaz
bir bicimde azaltır.
- Yeni blok asker, enerji ve para
acısından çok güçlenir.
- Böylece, Türkiye’deki çatlama
dünyada büyük bir çatlamaya yol açar.
- Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa,
sanırım, bu çatlamadan çıkar.
- “Asla böyle bir şey olmaz”
diyebilirsiniz.
- Niye olmayacağına dair elinizde çok
kuvvetli veriler varsa, söyleyin.
- Ama, ya olursa... ki.... bana çok
mümkün geliyor.
- O zaman ne yapacaksınız ?
- Bugün Türkiye’de kamplaşan ve
bölünen insanların da...
- Türkiye’yi Avrupa dışına itmeye
çalışan, Eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla; çok görkemli,
bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça
davranan, işbirliği yerine “başöğretmenlik” yapmaya kalkan
Avrupa’nın da... Türkiye politikasında “ikili” oynayıp, kurnazlık
ettiğini sanan Amerika’nın da... Bu senaryoyu bir düşünmesini
isterim doğrusu.
- Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı
bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir
ihtimal değil.
- 04 Ekim 2010 Pazartesi
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
37 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
ZİRVE KÖYE 53 YIL SONRA YAPILAN BİR GEZİ
Bugün sizinle yine zaman tünelinde
bir yolculuk yapacağız. Bir zamanlar sağlığımız el verdikçe ,ya da
görev gereği ilimizin doğal güzelliklerini görme fırsatı buldum.1950
li yılları ilk yarısını tamamlayıp ikinci yarıya başladığımız
yıllarda kutsal görevimiz olan askerliğimizi yaptık.Kutsal
görevimizin ilk altı ayını Ege Bölgesinde,ikinci altı aylık kısmını
da Marmara Bölgesinde tamamladık.
Yaş gurubumuz arkadaşlarla bir araya
geldiğimizde genellikle askerlik anıları, ya da hastane anıları
anlatılır. İlginç olanları uzun yıllar hafızlarımızdan silinmez.
Geçtiğimiz kış aylarında bir öğrencim ev ziyaretinde bulundu.
Eşi ve bir yavrusu ile , yıllar sonra hocasını hatırlayan
karı-koca,bu akşam hocamıza gidelim derler.Geç sayılmayan bir saatte
kapı zili çaldı.Rahatsızım,bacaklarım çok rahatsız çabuk açamadım
için çok üzüldüm. Genç olsaydım hemen birkaç saniyede kapı açılırdı
muhakkak. Yalnız olduğumu biliyorlardı. Hocamızla bir kış gecesi
değerlendirmesi yapar, anılarımızı tazeleriz demişler ve ziyareti
gerçekleştirmişler. Böyle bir ziyarete bir değer biçmek hiçbir zaman
mümkün olmaz. Kısaca ziyaretin getirdiği huzur ve güven insan için
çok önemli. Öğrencilerimin ikisi de ihtiyarlamışlar,saçları ağarmış
her ikisinin de Söz dolaştı durdu benim 1956 Aralık ayından 1957
Mayıs ayına kadar öğretmenlik yaptığım zirvede ki köy Devletoğlan
ageldi.öğrencim seninle o zirvede ki köy olan Devletoğlan a
önümüzdeki yaz birlikte bir gezinti yapar anılarımızı tazeleriz
dediler.Kısaca belirtmek gerekirse ben böyle bir öneriyi hemen
olumlu yanıtladım.Sağlığım izin verirse gideriz birlikte
Dedim.Öğrencim Ömer Yüksel,öğretmeni ile yıllar sonra zirvedeki köye
gitmeyi bekler oldu.Kısaca ikimizde bekler olduk dersem yanılmış
olmam.
Kış mevsiminin öncüsü olan
soğukların hemen sonrasında bir Pazar günü kapının zili saat 12.00
sıralarında çalındı. Gelen öğrencimin oğlu idi. Yukarı çık dediysem
de,bekliyorlar dedi. Arkasından da hocam hazırlanın köye gidiyoruz.
Kışlık giysilerle donattık kendimizi kısa süre.de aşağıya inerek
araca bindik.Yerleşmemiz bir iki dakika gibi bir zamanımızı aldı.
Eskiden araca çabucak biner yolumuza devam ederdik.Vücutta kan
azalır,kaslar yorgun olursa böyle oluyor.Beklettiğim için üzgün
olduğumu birkaç kelime ile belirttikten sonra aracımız zirveye doğru
yol almaya başladı.Kaymakçı yokuşu kısa sürede
geçildi.Çorum-Merzifon-Amasya yada Çorum –Amasya yolu da
diyebiliriz.Uzun yıllardır trafik kazalarının meydana geldiği
Çorum-Mecitözü-Amasya,yada Çorum-Merzifon-Amasya Kavşağı da
diyebiliriz.
Gazeteci olunca insan biraz
kavşakları başka türlü de yorumlayabiliyor. Kavşaklar bazen
yolcularını yanıltabiliyor. Yanılanlar arsında komşu illerin valili
de oluyor.
Bakanlarımız genellikle Karadeniz Bölgesi illerine giderken bu
kavşağı kullanırlardı. Tarihini hatırlamam mümkün değil amma, olay
henüz bugün ki gibi beynimde saklı diyebilirim: Bakan Ankara’dan
Amasya’ya gidecek Yukarda belirttiğim iki güzergahın hangisini
kullanacak?
Güvenlik açısından her iki
güzergahta da tedbir alınması gerekiyor. Amasya Valisi, Bakanın
Merzifon üzerinden Amasya ya geleceğini tahmin ediyor ve Merzifon a
doğru yola çıkıyor. Merzifon a bir ki kilometre kala, yapılan bir
anonsla bakanın Mecitözü üzerinden Amasya ya gideceği belirtiliyor.
Sayın Vali hemen dönüş yapıyor. Geri döndükten sonra Amasya-Mecitözü
karayoluna hızla devam ediyor. Bunu neden anlatma hissettiğimi belki
vurgulamayı istediğim nedeni kolay bulasınız düşünü ile kaleme
alınmıştır. Bakan Amasya ya çok yakın bir yerde karşılanabiliyor.
Bir yurttaş olarak oluşan görüntüleri bir kere değerlendirmeye tabi
tuttuğunuzda bir zaman kaybına uğrandığını, ekonomik kayıp,
karşılamaya yetişememe heyecanı. Olay giden içinde , karşılayan
içinde bir sorun haline geliyor. Kavşakta ki düzenleme çok güzel
olmuş, artık, sanırım alt ve üst geçişler oldukça burada trafik
kazası olmaz, canlar yitirilmez diye düşünüyorum. Kavşağın tüm
güzergah yolcularına hayırlı olsun diyorum. Kavşağın Çorum a
uzaklığı 14 ya da15 km kadar. Trafik bu yörede çok rahatlamış bir
durumda.
Kavşaktan Mecitözü ne doğru alırken
Elvançelebi Beldesinden geçtik. Beldenin yol güzergahı tarafındaki
konutların bakımı iç açıcı değildi. Evlerin önünde traktörler,binek
araçları bulunuyordu.Konutlara biraz onarım için harcama
yapılabilir,görüntü güzelleştirilebilirdi diye düşünüyorum.Elbette o
konutların sahipleri de güzel bir binada oturmak isterler
amma,ekonomi onları ancak bu kadar ayakta tutabiliyor sanırım.
Ana yoldan Söğütyolu köy yoluna sapıyoruz. Burada da
traktörlerle, binek araçları var.Duvarlar beyaz.Eldeki olanaklarla
konutlar güzelleştirilmeye çalışılmış.Köyün pek göç vermediği
izlemini verdi bize.Traktörlerle bazı köylünün yol boyundaki
tarlalarda ekim yapışları bizi sevindirmedi değil.Fırsatı iyi
değerlendirmesini biliyorlardı.Köy içersinden geçerken öğrencime
burada Talat Doğan diye bir eğitmen bulunduğunu bu eğitmenin Harf
Devrimi sonrasında okuma-yazma seferberliğinde büyük yükleri
omuzladığını.halkında onu unutmadıklarını seziyorum dedim.
Öğrenciminde benden daha çok övgü dolu sözler kullanması beni
olduğunca memnun etti.
Her yıl 24 kasımda kutlanan
Öğretmenler Gününde eğitmenlerin de öğretmenler gibi Harf
Devriminde görev aldıklarını dikkate alınmaması konusu beni
olduğunca etkilemektedir dedim.Onlarında bugüne ulaşılmasında büyük
görevleri olmuştur.Vefa borçlu olduğumuzu unutmamamız gerekir diye
düşünüyorum. Harf Devrimi ile Eğitmenlerin yükümledikleri görevleri
konuşurken aracımız Devletoğlan Köyüne girmişti bile.Öğrencim
Yüksel,eski okulun yerini gösterdi.Yeni okul biraz daha uzak bir
yerde yapılmış.
Köy meydanı gibi bir yerde aracımız
durdu.Etrafımızı alan yurttaşlar hoş geldiniz sözcüğünden sonra
birbirlerine bunlar kim,köye neden gelmişler,ne istiyorlar gibi
sözlerle birbirlerinin sezintilerini belirtiyorlardı.Küçük yerleşim
birimlerinde köye gelip gidenler geriden yada uzaktan sorgulanmaktan
kurtulmazlar.Köye giden kendi kimliğini önce tanıtacak,daha sonra
onlardan yaşantıları ile ilgili bilgi alabilecek..Sana güvenmez ise
köylü sorununu hiç dile getirmez.Köylüler.sözünde durmayan insanları
hiç sevmez dersem sanırım yanılmış olmam.
53 yıl önce bu köyde beş ay
öğretmenlik yaptığımı, beni buraya bir öğrencimin getirdiğini,
onunda benim gibi emekli olduğunu, anılarımızı tazelemek için
geldiğimizi anlattım. Benim öğretmenlik dönemimde buraya çok kar
yağıyordu.Şimdi öyle yağış oluyor mu diye sorduğumda yurttaşın
“eskisi gibi buralara kar yağmıyor.Obruk Barajı tamamlandıktan
sonra yörede iklimlerin değişime uğramaya başladığını,yağan karın
çok kısa zamanda eridiğini görüyoruz” dedi.
Devletoğlan Köyünün de çok göç
vermediğini,Çorum ve yöresine göçenlerin köyle olan bağlarını
koparmadıklarını köye gelerek tarıma devam ettiklerini
söylediler.Yol kenarlarında modern tarım araçlarını görünce
Devletoğlan Köyü halkının bundan sonra daha çok gelir sağlayacak
türde tarıma önem vereceklerini öğrenince sevincim biraz daha
arttı.
Aracımızın etrafındaki yurttaşlardan izin isteyerek orman
kenarında ki bir çeşme yada pınar diyelim.O na yakın yerde bulunan
fındık ağacı gölgesinde çayımızı yudumlarken.piknikçilerin bu güzel
yerleşim birimine uğramalarının kesilmeyeceğini,köy kenarındaki çam
ve meşe ormanının köye ayrı bir güzellik verdiğini söylemeden
geçemeyeceğimi anımsatmak isterim.
Zirvenin hemen yamacında yapılan pikniğin başka bir yanının
bulunduğunu hissetmemenin mümkün olmayacağını anımsatmak gerekir
diye düşünüyorum. Devletoğlan Köyü Çorum un en yüksek yerleşim
birimlerinden birisi. Kırklar Tepesinin hemen yamacında.Çam ve meşe
ormanları insana öyle bir ferahlık veriyor ki anlatması çok
zor.Hafif bir rüzgarın çıkardığı hışırtı kulaklara öyle bir
güzellikle kıvrılarak uzanıyor ki ,kulak zarı sanki insana bu
değişik sesi devamlı duymak isterim diyor gibi kendi kendine
mırıldanıyor.
Çam ve Meşe ormanlarının güzel
korunduğunu görmek beni ayrıca sevindirdi.Sakın Kesme “SAKIN KESME
YAŞ AĞACA BALTA VURAN EL ONMAZ” sözü burada önemli bir etki
göstermiş,Ormanın içersinde rahat yürüyüş yapamazsınız.Her yanı
irili ufaklı ağaçlarla donanmış bir orman.Yöre köylerini ve
Devletoğlanlıları kutlamak gerekir diye düşünüyorum. Kırklar
Tepesinin yamacından ayrılıyoruz. Dönüş yolculuğunu Fakıahmet
köyünden geçerek yapmak istedim.Burada AB projelerinden birinin
uygulandığını duymuştum.Buraya kadar gelmişken birde yeni Fakıahmet
Köyünü görelim dedim.Köye yaklaşırken konutların yükseldiğini
gördüm.Gerçekten Fakıahmet liler çok akıllı davranmışlar. Onları
kutlamak lazım.Yolculuğumuz sürüyor,çam ormanları,meşe ormanları
öyle bir güzellik vermiş ki güzergaha.Aracı olanların bu güzergahta
bir yolculuk yapmalarını salık veririm. Fakıahmet Köyünden araçtan
inmeden ilerliyoruz.Bu köyü Devletoğlan da öğretmenken bir kez 1957
mayıs ayında görmüştüm.Evler tek katlı.Yıpranmış kerpiç duvarlardan
ibaret olan bir yerleşim yeriydi.Şimdiki çehresi çok değişik.
Aracımız her iki yanı ormanla kaplı yolda ilerlerken, Hıdırlık Köyü
Göletinin yanından geçiyoruz.Piknik için gölet kenarında çadırlar
kurulmuştu.İnsanlar göletin ve etrafındaki temiz orman havasını
almak için nelere katlanıyorlar demekten kendimizi alamadık.
Mecitözü üzerinden Çorum’a döndük. Yolculuğumuz bir saat sürdü.
Güzellikleri görmek unutulur cinsinden değil.
Yıllar önce bir şairimiz şöyle
demişti.
ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA
O KÖY BİZİM KÖYÜMÜDÜR.
GİTMESEKTE;GÖRMESEKTE
O KÖY BİZİM KÖYÜMÜZDÜR.
Çok güzel bir dörtlük. Sanırım bu
dörtlük bize çok şey anlatıyor. Okurlarımın bu dörtlüğü kendilerine
göre yorumlayacaklarını umuyor beni sabırla dinledikleri için onlara
saygılar sunuyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
38 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Necati ÇAVDAR
|
Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ |
- BELLİ Kİ SENİ GÖRDÜM
-
- Deliler yurdundan yeni geldim
- Düşünce şimşeğinde gördüm
- Fırtına gibi, yıldırım gibi
- Anlık ve berrak gördüm
- Homarus’un sofrasında
- Geçmişi anlatırken gördüm
- Eflatun’un masasında
- Geleceği ararken gördüm
- Gözlerin şimşek gibi
- Başında ışık halesi
- Asırlar öncesinden ötesine
- Huzmeler saçarken gördüm
- Saçların dağınık,
- Benzin soluk
- Yoğun ve heyecanlı
- Kitaplar içinde, kayıp
- Bahar yaprağı gibi naif
- Cılız çalılar içinde boy veren
- Fidanlar gibi gördüm
- Bir ara Hallaç’ın yanında
- Dimdik
- Her cefaya sırtını dönük
- Sultanlar yanında sönük
- Karunlar birer sülük
- Sarayları pul yaparken gördüm
- Dağ yeli, ova serinliği,
- Deniz gümüşü, fırtınası
- Bulut mavisi, bozu
- Orman yeşili
- Haldun’dan haber verirken gördüm
- Umuda akan, ırmaklar gibi
- Kirleri kapatmaya yağan kar
- Ve neyden çıkan ses
- Mesnevi’de nefes gibi gördüm
- Uzaktan gelen bir sevgili,
- Dosdan fısıltı,
- Ufak bir ürperti de
- Gönülden sözler dolu
- Sanki Yunus vari
- Varı yokta gördüm
- Yanarken tapınaklar
- Melekler düşlerimde
- Gezerken devri alem
- Ta Platon’dan bu yana
- Nebiler dizisinden nurlar
- Düşünceden pırıltılar
- Ser ayaklarım altına
- Otururken filozoflar tahtına
- Belki de seni gördüm
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
39 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Necati ÇAVDAR
|
Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ |
- SİZ......
-
- Siz sevgi, gönül yerindekiler
- Madde ve manadan ilerdekiler
-
- Hiç bir ölçüye sığmaz hareketlerle
- Kainat palanı ötesindekiler
-
- Hasretten çatlayan dudaklarla
- Sanki buz gibi serinliklerdekiler
-
- Alem rahat,arzularına koşarken
- Alem için hep ızdırap içindekiler
-
- Kendileri için cihanı yakanlara inat
- Kendilerini aleme feda etme peşindekiler
-
- Kulakları sağır gözleri kör ederken
- Dosdoğru ilahi mesajın peşindekiler
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
40 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Necati ÇAVDAR
|
Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ |
- GÜNEŞİ GETİRİRİM
-
- Beynin patlarken sıcaktan,
- Vücudun erim erim erirken,
- Uçarken buharın yağ misali,
- Dudakların; suya hasret,
- Ağustos’ta toprak gibi;
- Park park bölündüğünde...
- Söndürür yüreğimde Güneş’i;
- buz yapar,
- Sana, can katan rahmeti getiririm.
- Günahların artınca birden,
- Kararınca kalpler kirden,
- Güneş ile yakar, arıtırım kirden.
- Yolunu şaşırdığında;
- Zifiri karanlıkta kaldığında,
- Boş verince zamana, kendine
- Halledemediğinde girift sorunları,
- İçinden çıkamadığında meselelerin,
- Dumandan görünmeyince alem
- Aydınlatmak için yolunu,
- Güneşi getiririm.
- Düşünce bedbinliğe;
- Hafakanlar basıp
- Sıkıntıdan patladığında,
- Ümitleri tüketip,
- Kenarına geldiğinde uçurumun,
- Yüzümü sana, kalbimi
- Çeviririm ona,
- Aydınlatmak için ay gibi seni,
- Ödünç alırım ışığı,
- Güneşi getiririm...
- Kışın;
- Buz kesip donduğunda,
- Bulutlardan süzer, yıldızlardan toplarım,
- Kar kristallerinden biriktiririm,
- Yüreğimde ısıtır,
- Sımsıcak güneşi getiririm.
- Kızgın harları yüreğimde soğutup,
- Seni yakmasın diye,
- Kendimi tutar eritirim,
- Sana; hep ilk yaz güneşini getiririm....
-
-
Temmuz l997 ANKARA
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
41 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Rıza HARDAL |
Rıza HARDAL HAYAT HİKAYESİ |
-
CAMİLERDE
-
- Cami ibadet yerimiz
- Bir ismi Allah evimiz
- Dini bilgi yuvamız
- Camilerde, camilerde.
-
- Allah Rızası kazanmak
- Beş vakit namazı kılmak
- Tövbe ederek yaklaşmak
- Camilerde, camilerde.
-
- Diyanet işleri bakar
- Geceleri kandil yakar
- Gönül gönülleri koklar
- Camilerde, camilerde.
-
- Allah bir Muhammed haktır
- Gidenlere engel yoktur
- Gitmeyene günah çoktur
- Camilerde, camilerde.
-
- Ezan namaza çağırır
- Minarelerden bağrılır
- Secde edip eğilinir
- Camilerde, camilerde.
-
- Dini yolu, erkan yolu
- Orda bağla eli kolu
- RIZA diyor doğru yolu
- Camilerde, camilerde.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
42 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
EKMEK KADAYIFI
1 ekmek kadayıfı
1 kilo toz şeker
1 litre su
Nohut kadar iki limontuzu
250 kaymak
İstenirse ceviz ve fındık
Alınan ekmek kadayıfı bıçakla kenarlarında kırmadan
ayrılır. Ayrılan bu kadayıf ayrı ayrı iki tepsiye konularak
kaynatılan sıcak su yumuşatılır. Kadayıf sıcak suyu emince büyümeye
başlar. Kadayıf büyüyünce fazla suyu tepsiden süzülerek kadayıfta
kalan fazla suları almak için bezle üzerine bastırılarak iyice suyu
alınır.
Suyu alınan kadayıf ikisi üst üste konularak kalın
kadayıf tepsisine konur bir kapta hazırlanan ve içerisine limon tuzu
konulan şeker şerbeti kaynatılarak ekmek kadayıfının üzerine
dökülerek kısık ateşte tepsi çevrilerek pişirilir.
Soğumaya bırakılır soğuyunca bıçakla istenildiği şekilde kesilerek
üzerin önce kaymak sonra ceviz veya fındık ekilerek servis yapılır
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
43 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
- AĞZINA KADAR DOLU BİR
DÜNYA
-
- Yükü sırtında geçmişin
Büklüm büklüm
Yollarını aşarak
Ben nereden nereye gelmişim?...
-
- Karla örtülü bekleyişler
Dantel gibi işlenirken
Şiir bağında
Nedense ben
Acılara gülmüşüm!...
-
- Merak ettiğim şeyler
Döndükçe etrafımda
Zamanında ben
Aşk tarlalarına
Şiir ekmişim...
-
- Akreplere,
Yılanlara rağmen
Susamışım çok kere
İnsanca yaşamaya...
Bizim için örülen
Duvarları aşmaya...
-
- Çok etkiledi beni
Düzenbazlıklar...
Her defasında
Düşünce körlüğünü
Renk körlüğünden
Daha çekilmez görmüşüm...
-
- Yükü sırtında geçmişin
Büklüm büklüm
Yollarını aşarak
Ben nereden nereye gelmişim?...
-
- Üzeyir Lokman ÇAYCI
Istanbul – 05.04.2000
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
44 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
- YARIN GÜNEŞ BİZİM İÇİN DOĞACAK
-
- Üşüme kavşağında
Soğuklukların…
Dilinin döndüğünce
Anlat şeklini
Korkulukların...
Nasıl olsa,
Yarın güneş
Bizim için doğacak...
-
- Umursanmaz mı hiç
Sana yapılanlar?
Geceyi yaşamak gibi,
Gündüzün aydınlığında…
Biliyoruz nasil olsa,
Kılıfı hazır
Kabalıkların…
Yarın güneş
Bizim için doğacak...
-
- Emeğinle parlatsan
Kararan yamaçları...
Belli değil,
Var mısın…
Yok musun aralarında?
Biliyoruz,
Seni hiçe saymak
Amaçları…
Bırak…kendine dert edinme
Bütün olanları…
Nasıl olsa
Yarın güneş
Bizim için doğacak...
-
Magnanville, 16.03.2000
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
45 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
DÜNYA TEZGÂHINDA OYALANIRKEN GERİYE DÖNÜP
BAKMAK GEÇMİYOR İÇİMİZDEN
Ellerin, ayakların ve kalplerin
kontrolden çıktığı bir çağda, ne asa, ne Musa, ne de Kızıldeniz fark
ediliyor!
Paranın, çıkarın, makamın ve nefsî
arzuların insanları ve değerleri savurduğu bir dönemde ALLAH’I
(C.C.) ve Peygâmberi (S.A.) sadece mübarek gecelerde veya günlerde
anar olduk Gırtlaktan aşağıya inmeyen dini söylemlerin, iman
gerçeklerinin, kendimizi aldatmaktan öteye gitmediğini görüyor ve
gözlemliyoruz. Karnı tokların açları görmediği, zenginlerin din
kisvesi altında gösterişe yeltendiği, adaletin, vicdanın kavrulduğu
zamanımızda, hatalarını ve günahlarını hırslarla besleyen aldananlar
topluluğunu desteklemek ya da beslemek yadırganmaz oldu.
Vatan, millet, toprak, bayrak, tarih
gibi benzer değerler ve din aşağılanırken melekler hâlâ
yerlerindeler. Peygamberimiz (S.A.) hâlâ bazı temiz yüreklere
sevgisini belirtircesine ayağa kalkarak selam vermeyi
sürdürmektedir.
Siyasetin kararttığı kalplere rağmen
Kur’an-ı Kerim nurunu saçmaya devam etmektedir.
Kalp gözleri perdelenenler; nerede
ve niçin bulunduklarını ya da düşünmesini bilmeyenler mezarlıklara,
kendi çehrelerine, kaybettiklerine, tükettiklerine bakmayı da
akıllarının uçlarından geçirmiyorlar. Onlar sadece kendilerini
tatmin etme yolunda, bir yerlerde görünerek ya da kendilerine ait
olamayanları birilerine vererek ALLAH’I aldatamayacaklarını bilmek
zorundadırlar.
Haydi bir ömrünüze
sığıştırdıklarınız gibi bir kelimeye sığıştırarak anlatın kendinizi!
Siz dinin ve hayatın neresindesiniz?
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
46 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
- FARE YİYEN FARE
-
- Birisi buldu çaresini
- Fare avlamanın...
- Koydu peynir parçasını
- Kapağı açık bir kafese...
-
- Sonra
- Şaşkın iri bir fare
- Girdi içerisine kafesin
- Birisi
- Kapağını kapattı hemen..
-
- Fare
- Ne olduğunu anlayamadı
- Kaldı nefes nefese...
- Önce cirit attı
- Sonra yoruldu kaldı...
-
- Acıktı uzun zaman geçmeden,
- Söylendi kendi kendine:
- “Taş olsa yine yerim...
- Demire geçmez dişlerim...”
-
- İki gün sonra
- Birisi canlı birkaç fareyi
- Attı aynı kafese...
- Aç fare baktı icaplarına
- Küçük farelerin...
-
- Dedi :
- “Getirin daha başka fareler varsa...
- Yine yerim ?”
- Tutmuştu planı
- Birisinin
- Çoğalan fareler için...
-
- Bıraktı kafes dışına
- Fare yiyen fareyi...
- Dedi:
- “ Haydi göster kendini
- Temizle fareleri...”
-
- Üzeyir Lokman ÇAYCI
- Kayseri, 13.09.2010
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
47 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
DESENLER |
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
|
|
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
|