SANAL OLMAYAN ;
 "FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR"
YAZARLAR TOPLULUĞUNA   HOŞ GELDİNİZ !
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

SAYI 19 01/04/2010

İÇİNDEKİLER
Atilla ALPAY TEL
Atilla ALPAY KANSER OLMAK İSTEMİYORSANIZ


Ahmet CANBABA EMEKÇİ KADINLAR
Ahmet CANBABA DOSTUM
Ahmet CANBABA ANILARA KAÇIŞ
Ahmet CANBABA RESİMLER BİR BELGEDİR 
Ahmet CANBABA BENİ UNUTMA
Ahmet CANBABA SEV

Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU AZERBEYCAN EDEBİYATI 1. BÖLÜM

Mahmut Selim GÜRSEL BU SAYI İLE FİKİR DERGİMİZİN YYAMINI SONLANDIRIYORUZ
Mahmut Selim GÜRSEL İFTİRA VE ÖTESİ
Mahmut Selim GÜRSEL DAĞLAR VAR YA O DAĞLAR
Mahmut Selim GÜRSEL KURBAN BAYRAMI
Mahmut Selim GÜRSEL CUMHUR VE CUMHURİYET
Mahmut Selim GÜRSEL YAZ DOSTUM
Mahmut Selim GÜRSEL TEKRAR GELEBİLİRSEM!
Mahmut Selim GÜRSEL GÖNÜL HAPİSHANESİ
Mahmut Selim GÜRSEL BİR MARUZATIM VAR
Mahmut Selim GÜRSEL 27 MAYIS
Mahmut Selim GÜRSEL 557 YIL ÖNCE 29 MAYIS
Mahmut Selim GÜRSEL SULAR AKAR TÜRKLER BAKAR
Mahmut Selim GÜRSEL HOŞÇA KAL
Mahmut Selim GÜRSEL YAŞADIKÇA
Mahmut Selim GÜRSEL NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP DEĞİLSE NE GELİR ELDEN!
Mahmut Selim GÜRSEL SİTELERİMDEN BİLGİLER
Mahmut Selim GÜRSEL YENİ ÇALIŞMALARIM
Mahmut Selim GÜRSEL BİTTİK Mİ?
Mahmut Selim GÜRSEL BELKİ
 
Mustafa Nevruz SINACI HÜKÜMET “YOK” HÜKMÜNDE!
Mustafa Nevruz SINACI GANDİ’YE KULAK VERMEK
Mustafa Nevruz SINACI OBJEKTİF VE REEL ANLAMDA; KUVVETLER VE DENGELER
Mustafa Nevruz SINACI REZİLLİK DİZ BOYU; HÜKÜMET NEREDE?
Mustafa Nevruz SINACI  DÜZEN’İN BAŞIBOZUK; DEMOKRASİ YOK!
Mustafa Nevruz SINACI  "TÜRKİYE ANALİZİ"
Mustafa Nevruz SINACI REZİLLİK DİZ BOYU; HÜKÜMET NEREDE?
Mustafa Nevruz SINACI  DÜZEN’İN BAŞIBOZUK; DEMOKRASİ YOK!
Mustafa Nevruz SINACI  "TÜRKİYE ANALİZİ"

Müslüm TUNABOYLU ZİRVE KÖYE 53 YIL SONRA YAPILAN BİR GEZİ

Necati ÇAVDAR BELLİ Kİ SENİ GÖRDÜM
Necati ÇAVDAR SİZ
Necati ÇAVDAR GÜNEŞİ GETİRİRİM

Rıza HARDAL CAMİLER

Selma GÜRSEL EKMEK KADAYIFI

Üzeyir LokmanÇAYCI AĞZINA KADAR DOLU BİR DÜNYA

Üzeyir Lokman ÇAYCI YARIN GÜNEŞ BİZİM İÇİN DOĞACAK DESEN
Üzeyir LokmanÇAYCI DÜNYA TEZGÂHINDA OYALANIRKEN GERİYE DÖNÜP BAKMAK GEÇMİYOR İÇİMİZDEN
Üzeyir Lokman ÇAYCI FARE YİYEN FARE
Üzeyir LokmanÇAYCI DESENLER
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ
TEL
Lise yıllarımdı. Bir ziraatçı olan babam  görevi icabı sık sık köylere gider; özellikle  yaz tatillerinde   bende onunla gider; değişik yerler görür, insanlarla tanışır, oyalanırdım.
Şehrin sıkıcı atosferinden çıkıp yeşil ormanlara, papatyalarla kaplı dağlara, gelincik dolu ovalara gitmek beni çok mutlu ederdi. Hele gittiğimiz köylerde kaldığımız geceler yıldızları seyreder, şehirdeki evimizden niye bu kadar çok ve parlak görünmediklerini merak ederdim.
Bir gün yine sabah erkenden yola çıkmıştık. Bu sefer pirinç ekimi yapılan bölgelere, çeltik tarlalarına gidecek orada inceleme yapacaktık.
Aracımız keskin virajlarla dolu dağlara tırmanarak akarsuların içinden ve dere yataklarından geçiyor, arada sırada tek ayağını kaldırmış leylekler kırmızı gagalarıyla yol boyunca bizleri selamlıyorlardı.
O gün epey yol gittiğimizi geniş ve uçsuz bucaksız bir ovaya gelince anladım. Şehirden ne kadar uzaklaşmıştık kim bilir. Araçtan indik. Benim ise her tarafım uyuşmuştu. Zorlukla birkaç adım atıp kendimi toparladıktan sonra etrafıma baktı. Burası bir çeltik tarlası idi. Pirinç ekimi yapılıyordu. Babam:
-İşte o çok sevdiğin pilav var ya; onun pirinci işte burada böyle ve ne zorluklarla yetişiyor. Görüyor musun? Dedi. Hayretler içindeydim. Ben pirincin sulak yerde yetiştiğini, ekilen  yerlere çeltik denildiğini okumuş, duymuş ve dinlemiştim ama insanların böyle paçalarını sıvamış  suyun ve  çamurun içinde yüzdüklerini de hiç görmemiştim. Saatlerce suyun içindeydiler. Bu iş yani pirinç tarımı ne kadar da zahmetliymiş meğer diye düşündüm.
Hem belleri  ağrımıyor muydu, öyle saatlerce elleri ve ayakları suda durarak bir şeyler yapmak çalışmak çabalamak ne kadar zordu Yarabbi! Ben bunları düşünürken babamın yanındaki köylülerle uzaklaştığını ve benimde bir kenarda kalakaldığımı fark ettim. Hemen önümde çok yaşlı bir kadın eğilmiş suyun içinde bir şeyler yapıyordu.
-Hoş gelmişsiniz oğlum,sağa söylüyom. Heeey! Hoş geldiniz!
-Aa özür dilerim teyze, dalmışım, Hoş bulduk. Kolay gelsin, nasılsınız.
-Nassı olalım işte Allaha şükür, yuvarlanıp gidiyoruz, görüyorsun suyun içindeyiz. Eğmek parası.
Yaşını tahmin edememiştim. Sordum. Annemden birkaç yaşta küçük olmasına rağmen ama öyle yaşlı gösteriyordu ki. Yüzü  kırışmış, başörtüsünün kenarından görünen bir tutam saçı da bembeyaz olmuştu. Bir yandan çalışıyor bir yandan da benimle konuşuyordu.
-Okuyonmu?
-Evet,
-Nerede?
-Liseyi bitirdim bu sene.
-Afferim.
-Okuyup da ne olacaksın?
-Bakalım, doktor olmak istiyorum.
-İnşallah , Allah CC yardımcın olsun.
-Amin teyze ,cümlemizin.Sizlerinde.
Yaptığınız iş ne kadar zor teyze, ben pirinç ekiminin bu kadar zor olduğunu bilmiyordum!
-Ne sanırsın ya, bir avuç pirinç için bir ömür veriyoz burda, dabanlarımız, avuçlarımız suyun içinde.
-Bende zannediyordum ki bu iş.
-Gordün işte, sanıldığı  kadar goley değil.
-Hem hangi iş goley ki. İnsana öyle hemen ekmek vemiyorlar bu dünyada.
-Biliyon mu?
-Neyi Teyze?
-Geçenlerde  bizim gomşu  Hatce gadının torunları geldi  Alamanya' dan.Guççük iki oğlan , pirinci de, yomurtayı da pavlikada yapılıyor sanıyorlarmış. Hele tavukların boynuna ip takıp da it gibi sürümeye galkmadılar mı?
-Gule gule öldüydük. Heleççik bebeğin biri yımırtayı tavıkdan çıkarken görmüş .Bi daha ikisine de yımığta yediremedik.
-Ne bilsinler bebekler,gavır ellerinde büyüyünce öğle oluyo. Cahallık işte. İkimizde gülüştük
-Ayran içen mi?
-Zahmet vermeyeyim,hem işiniz de var.
-Hazır  zaten oğlum, şimdi alır gelirim.
Doğruldu, çamurun içinde zorlukla ilerledi. Bir kenardaki  eşyalarının bulunduğu yere  çıktı. Biraz sonra elinde bir tas ayranla geldi.
-Buyur bakelim guççük beey.
-Sağ ol teyze!
-Allah razı olsun, susamıştım. Çok makbule geçti. Eline sağlık.
-Afiyet ossun . Bi daha veremmi?
-Yok kafi geldi, teşekkür  ederim, ölmüşlerinizin  canına değsin.
-İyi para kazanıyormusun bari teyze. Bu kadar zor bir iş karşılığında.
-Ne gezer evlat, garınımızı zor doyuruyoz.
-Mesela bugün mayış  günü, yarın  elimizde heç para galmayacak, tuza gaza, şeker,una hep zam yaptılar. Kimse bizi  düşünmüyo,heç düşünmüyo.
-Neden teyze.Annem hep pirincin pahalı olduğunu söyler. Tanesini  tabakta bırakmayın der. Bir taneye bin melaike hizmet ediyormuş der.
-Orada öyle ama tarlada para etmiyo.
-Mesela bugün maaşınla ne yapacaksın teyze, nerelere dağıtacaksın.
-Tel alacağım.
-Ne teli?
Cevap vermedi, birden düşüncelere daldığını hissettim, hem çapa  sallıyor hem de içini çekiyordu. Birden doğruldu. Bana döndü.
-Anan bunun bir tanesine bin melaike hizmet ediyormuş diyo, he.
-Evet teyze!
-Anan doğru söylemiş,gutlu kadınmış.Biliyo.
-Hem sen melaike gordün mü heç?
-Yoo , nereden göreyim. Onlar görülmez ki?
-Gorülür, gorülür.Benim  yavrım da melaike gibiydi.
-Ne oldu yavrunuza?
-Ne sen sor ,ne ben söyleyim?
-Ne oldu teyze?
Gözleri  yaşarmaya başlamıştı. Elindeki çapayı bıraktı. Kolunun tersiyle gözlerini  silmeye çalıştı. İçin için ağlıyordu. Birden kendimi  suçlu hissettim.Yarasını deşmişdim. Kimbilir oğluna ne olmuştu. Neydi ızdırabı?
-Sefillik, fukaralık işte. Yıllarca bu işten garnımızı zor doyurduk. Bir kenara üç-beş kuruş artırıpda evimizin pencerelerine bir tel takamadık.
-Ne teli teyze? Haa,demin söyleyecektiniz de.
-Hani şu sinek girmesin diye satılan teller varya? Göz göz,delik delik.
-Evet, anladım.
-İşte para bulupda bir teli  bulamadık. Fakirliğin gözü kör olsun. Buralarda çok olur. Aha bu çamırın yüzünden . Sivrisinek soktu da, sıtma oldu ve öldü zavallı yavrım. İşte  o bir pirinç tanesine hizmet edenlerden birisi de benim melaike oğlumdu , annadın mı?

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ
KANSER OLMAK İSTEMİYORSANIZ
Yeme ve içme alışkanlıklarınız hızla değiştiriniz. Mümkünse elli yıl önceki atalarımızın yaşadığı gibi yaşamaya başlayınız.
Kepekli ekmek fantezinizden vazgeçin. Taze kepek bulmak her zaman mümkün değildir. Kepeğin nemlenerek küflenmesi aflatoksine o da kansere sebep olur.  Son günlerde içine boya maddesi kattıkları için artık güvenilmez olmuşlardır. Beyaz ekmeğin mayasının içinde de sodyum peroksit vardır. Çorum yufkası ile Çavdar ekmeğini tercih ediniz. Yoksa siz bilirsiniz.
Mutfak tuzunuzu Çorum’daki turşuluk için üretilen kaya tuzu ile değiştiriniz. Onun da tuzluk için ince şeklini üretiyorlar. Çorum tuzu hatta deniz tuzu hala doğaldır. Hem de çok lezzetlidir. Diğerlerini ağartırken kimyasal madde kullanmaktadırlar. Kaçınınız.
Mutfaktaki çizilmiş teflon kaplarınızı hemen atın. Hakiki teflonlar çok pahalıdır. Ya paraya kıyıp onlardan alın veya çeliklere geri dönün. Piyasada teflon yerine satılan Çin malı ince kahverengi boyalı hafif kapları asla almayınız. İlk kullanışta çizilirler ve sizi kanser ederler. En iyi kaplar ve tencereler eski kalaylı bakır kaplar ve toprak güveçlerdir.
Toz kırmızıbiberin kanser etmeyeni nerede ise yoktur.  Acı biberinizi ve kurutulmuş sebzelerinizi kendiniz üretiniz. Her türlü baharatı ve bitki çayını buzdolabında saklayınız.
Piyasadaki meşhur markalı yoğurtlarda uzun süre dayanmaları için katılmış kimyasal maddeler vardır. Reklamlara aldanmayınız. Ya Çorumda yapılan yoğurları tercih edin ya da kendiniz mayalayın.
Hormonlu domateslerin zararlı etkilerini yok etmek için birkaç gün mutfaktaki camın önüne güneş ışığına koyunuz. Her gün çevriniz. Isı etkisi ile kimyasal maddeler bozunmaya uğrayıp sizi kanser edemeyeceklerdir.
Hele zeytindeki kimyasallar saymakla bitmez. Deterjanın ana ham madesi olan sodyum hidroksit yani sud kostikle bir gecede karartıldıkları için kanserojendirler. Bu en pahalı zeytinlerde bile böyledir. Ucuz, lezzetli ve kaliteli zeytin bir şans işidir. Çekirdeği kahverengi zeytinleri nerede bulursanız alın. Bir daha bulamıyabilirsiniz. Ülkemizde kimyasal kullanmadan zeytin üreten tek kurum Vakıflar idaresidir. Balıkesir ve Akçay’daki Çorum kolonisinde yaşayan akrabalarınıza sipariş veriniz. Orada Vakıfların satış mağazaları vardır. Mümkünse üç-beş kilo alarak buzdolabında saklayınız. Yiyeceğiniz kadarını beş-altı kere sıcak sudan geçiriniz, soğuk suda asla bekletmeyiniz. Üçte iki sirke ve üçte bir limon suyu ile terbiye ediniz.
Artık mısırözü, soya yağı ve buna benzer yağlara asla yaklaşmayınız. Ülkemizde geçen yıl gdo lu ürünler yani genleriyle oynanmış ürünlerin girişi serbest bırakılmıştır. Mısır ve soya yağı da gdo’lu ürünlerden elde edilmektedir. Ayçiçek, Fındık yağı ve bilhassa zeytinyağını tavsiye ediyoruz.
Diş macunlarının en iyisi Ulucami civarında satılan ve kardeş İslâm ülkeleri tarafından toz misvaktan üretilmiş macunlardır. Bunlarda alkol ve kloroform yoktur. Son günlerde bizde de  buna benzer markalar  internet üzerinden  satılmaktadırlar. Fiyatları üç-beş liradır. Bir tüp altı ay gider. Zaten kullanılacak miktar bir seferde insanın göz bebeği kadardır. Birkaç tane alıp eşe dosta hediye ediniz.
Saçınızı boyamak için kullanacağınız kimyasal maddeler birçok kanserin baş sebebidir. Gençlerimizin saçlarını boyamalarını önlemek için ebeveynlerin yoğun çaba harcamaları gerekir. En doğal saç boyası bitkisel kınadır. O da  zor bulunmaktadır. Onun yerine ucuz Hint kınalarından kaçınınız. En doğal kına çeşitleri sadece İstanbul Kapalıçarşıda bulunur.
Gözüne sürme  çeken  mümin kardeşlerimiz doğal sürmenin  artık yeryüzünde  bulunmadığını  bilmelidirler., Onun yerine kullanılan civa bileşikleri  zehirleyicidir. sarık, cübbe ve takke ile idare edelim. Sahte sürmeler körlüğe ve kansere sebep olurlar. Vazgeçiniz.
Zayıflamak için üretilmiş çeşitli biber haplarından ve buna benzer maddelerden faydalanmak için mutlaka bir hekime danışınız. Ülkemize bunlar Tarım Bakanlığı izni ile girerler. Ayrıca bunların ne olduklarını veya ne olmadıklarını anlayacak teknik imkanlar-laboratuarlar - ülkemizde henüz mevcut değildir. Sağlık bakanlığı izni ile  üretilenlerin sayısı çok azdır. Son günlerde her önüne gelen bir şey üretip şişelemekte ve tv’ların desteği ile  voliyi  vurmaktadır.  Hapı yutmak istemiyorsanız  bu hapları asla yutmayınız. Zayıflamak için boğazımızı tutmak ve parkın etrafında eşofmanları giyip onbeş- yirmi tur atmak yeterlidir.
Çamaşır makinalarımızda  kireç önleyici ve yumuşatıcı  gibi maddelere gerek yoktur. Vücudumuza çamaşırlarımızdan terle  girecek  kimyasal madde sayısını  artırmayınız. Üçüncü  deterjan gözünü boş bırakınız. Makinanız orada malzeme varmış gibi çamaşırınızı bir kere daha temiz suyla durulayacaktır.
Saçlarını yüz bin volt cereyan  yemiş gibi  yapan  yavrularımızı  jöle kullanmaktan vazgeçirmek  için Necipbey Briyantini ile  tanıştırınız veya eskiden o işi  birkaç damla limon suyu  ile yaptığımızı  hatırlatınız. Yoksa daha  evlenemeden  isimlerinin önüne  üç harfli bir unvan yerleştircek ve toplumda öyle anılacaklardır. Kel filanca vb gibi.
Bu ve buna benzer daha  nakledilecek  çok mevzuu vardır. Ayrıntılı bilgi almak için  bizi aramanızı; doğal malzemelerle  hayatınızı  yeniden  tanzim etmenizi ve bilinçli bir tüketici olarak yaşamanızı tavsiye  eder, uzun ömürler ve sağlıklar dileriz.
Saygılarımızla..

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

EMEKÇİ  KADINLAR
 
Uykusuz  gecelerdir  vardiyalar.
Günün  aydınlığına  kadar  çalışılır.
Kadındır,  erkektir
Omuz  omuza  emek,
Ekmek  ve  gül  gibi  yan  yana.
 
Emek  için
Yorgun  düşer   akşamlar.
Ana  çocukları  kucaklarda   geceler.
Gün  doğunca  ayın  telaşesi   başlar.
Emek,  ekmek  getirmeli.
Mutluluk  pusu  kurmalı yolumuza,
Elinde  bir  demet
Kırmızı  karanfille.
 
Kol  kola  yürü  be   dostum.
Emek  zorluklarda  ateşe  döner.
Saf  tutar
Yüreğinde  sakladığın  ne  varsa.
Onlar ki  kadınlarımız,
Bir  köle  gibi  çalıştırılsalar da
Paydos  düdükleri  çoktan  çaldı.
 
Göz  ışıltılarınız
Yakamoz  gibi  düşüyor
Türkülere.
 
Kol  kola  kadın  erkek.
Şimdi  bütün  güzellikler  kucak  açmakta  size.
Ressamsınız, şairsiniz, mimarsınız, yazarsınız
Sokaklara  açılan
Cümle  kapısı  gibi  yüreğinize..
Tadılmamış  duyguların
Alın terinden  emeğe  döneni.
Bir  gül  ve  ekmek  gibi.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

DOSTUM
 
Dostum!..
Bir bak içmiş kör ,kütük sarhoş
Biri var dostunun yanında.
Gözlerine  far  çekmiş,
Ne de  güzel   yosmalı.
Ya şu gelen kim.
 
Elleri böğründe duran,
Ya oturan
Efe,kim?
Sakın dostum arkadaşım deme!...
Arkadaşınsa şayet  küsmeli, konuşmamalı.
Yalnız onlar güzelden anlar,
Yalnız onlar bilirler,
 
Romen malı,
Rus malı.
Yalnız onlar anlarlar
Has malı.
Başımızdakiler,
Ekmeğimizdekiler, aşımızdakiler.
Onlar.
 
Bizler bir şeyden anlamayız
Bizler konuşmamalıyız,
Bizler susmalıyız
Susmalı.
Şayet  konuşursak
Bizleri  asmalı
Onlar yağmur gibi yağıp
Rüzgar gibi esmeli,
Onlara hak
Yaşamak 
 
Dostum!..
Her zaman güler yüz olmaz
Birazda surat asmalı
Dinlemeli bol, bol palavrayı
Arkasından bir küfür basmalı
Ya peşinden gitmeli dostum
Bir köpek olmalı
Tasmalı
Bir kuru kemiğe ara ,sıra
Havlamalı,
Havlamalı.
Yada  peşlerini  bırakıp
Özgür  olmalı  özgür
Kafana  uygun
Bir  kız  tavlamalı.
Hayatı  seninle  paylaşacak

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

ANILARA  KAÇIŞ
 
Adın
Yeni bir yüreğe  terk edilmiş
Yeni yetme  bir çocuk oyuncağa
Bir patika  yolda  hüzünlü  su birikintisi
 
Kızılırmak  doğuyor birden
Gün doğarken  tutuşan  şafaklarda
Sen geliyorsun  aklıma  şeytanca
Satır aralarından  topluyorum her bir parçanı
 
Hırçın  yağmurlar dövüyordu sokaklarımı
Fener ışıkları oynaşıyordu  gözlerinde
İsimsiz  bir  geçmiş  gibi  hatırlamaya  çalıştığım
Anılar  palazlandı  yine
 
Acımsı bir  geçmiş birikiyor  ağzımda
Bir gece  düşüyor gözlerimden yorgun
Aşınmış unutulmaya  yüz tutmuş
Anıları sürüklüyor peşinden
 
Fişi çekilmiş  bir radyo  gibi sustu
Uzaklaşırken denizin dalgaları
Takaların bir inip  bir çıkan  burunlarından
Bir gece yarısı  düştü
 
Titreyip bir rüyadan kalktı ormanlar
Yosun yeşili gözler uyandı  türkülere
Omurgası  çatladı  gözlerimin
Uykuya direndi  bakışlar
 
Bir kör noktasından  yakaladık  zamanı
Ölüm çıplaklığı yarattık  ellerimizle
Gizemli bir hayatı
Barındırırken gece
 
Sevgiyi sınadık yeşile  küsüp
İçimizde barındırdık
Kaçamakları

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 06

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

RESİMLER BİR BELGEDİR 
Fotoğraflarım  yorgun  çıkar   anılarımdan. Biraz  sararmış,  birazda  geleceğine   umut  taşımadıklarından  üzgündürler. Acaba  diyorum kaç  nesil  önceki  yakınlarımın  fotoğrafları  var  arşivimde. Çocukluğumun  fotoğrafları  çocuklarımın  elinde harcanmış, yerlerini  arkadaşları ve  kendi  çocukları  alıvermiş.
Bir  fotoğrafın  doğasında  neler  saklı,  sizi  nerelere  alıp  götürür, nasıl  kendinize  geldiğinizin  farkına  varmazsınız  bazen.
Doğanın  yok  olması  gibi,  insan  doğasını da  fotoğraflarda  incelediğimizde;   kendi  cildine  bakım  yapan  bir  insan  yüzü  ile  bakımsız  bir  insanın  arasındaki  farkı da  fotoğraflarda  görürüz. İnsan  yüzündeki ufacık bir  yara  izi, insan  psikolojisini  nasıl  etkilerse,  doğamızdaki  insan  eliyle  yapılan  tahribatlarda  insanı  etkiliyor.  Yara  izleri   estetik  ameliyatlarla  nasıl  gideriliyorsa,  doğamızın  bozulan  çehresini de    daha  çok  ağaçlandırarak,  nehirlerimizi  kirletmeyerek,  dere  yataklarını  yerleşim  alanına  açmayarak  güzelleştirebiliriz. Fotoğrafçılık  sanatı güzelle  çirkini  ayırt  etmeye   yarar.  Bir  bakarsınız  bir  anı  olarak  çektiğiniz  fotoğraf,  günün  birinde  bir  belgesel  fotoğrafa  dönüşüvermiş.
Geçenlerde   fotoğrafla  ilgili  bir  haber  dikkatimi  çekti.  Bir  bayan  arkadaşından  bayram  tebriki  alıyor. Tebrik  kartı  üzerindeki  fotoğraf  dikkatini  çeker. Fotoğrafta  bir  şehir  ve  o  şehrin  bir  caddesinde  bir  bayan elinde bir   çocuk  arabası, içinde  dünyalar  tatlısı  bir  çocuk.    Fotoğraf  yaşlı  kadında  bir şeyler  çağrıştırmış  olacak ki  dikkatlice  inceleme  gereği  duyar. Şehrin  caddeleri,  binaları,  yabancı  değil.  Sanki   bu  yeri  biliyorum    diye  düşünür  bayan. Sonra  çocuk  arabasını  kullanan  bayanı  tanır. Bayan  seneler  öncesi  ölen  annesinden  başkası  değildir.  Tabiî ki  çocuk  arabası  içersindekinin de  kendisi  olduğunu  hayretle  fark  eder. İşte  arkadaşının   bilinçsizce  gönderdiği  bir kartpostal  bir  ‘anı’  resmine  dönüşüvermiş. 
Belediye  başkanları,   iktidardaki  siyasilerimiz   çarpık  şehirleşmeyi  ve   imar  bozukluğunu  halkına  hoş  göstermek  için  şehrin   eski  renksiz fotoğraflarıyla,  yeni  teknolojinin  imkanlarıyla  çekilmiş  üç  boyutlu  renkli  fotoğraf  karelerindeki  aynı  mekanı  fotoğraf  sergisi  açıp ta  fotoğrafları   sergilediğinde   halk    gelişmeyi  takdirle  karşılar ve belediye  başkanlarına  övgüler  yağdırırlar. Ama  vatandaş  hiçbir  zaman  şu  soruları  yetkililere  sormayı  aklına  getirmez.
O  mekanın, siyah beyaz resmin  kerelerindeki  manzarada, servi  ağaçlarının  yeşilliğini   göremez, ağaçlardaki  kuş  seslerini  duyamaz,   akan  deredeki  berrak  suyu  ve  mesire  yeri  olarak  kullanılan o  güzelim  yeşil  çimenlerle  kaplı  doğayı  hiçbir  zaman  göremez. Hele hayvanların  özgürce  dolaştığını, otlandığını  düşünemez.
Bu  tür  resimler  bir  belgesel  nitelik  taşımaktadır  aynı  zamanda. Geçmişle  günümüzdeki  gelişmeleri  takip  ederek  insanlar  ne  kazanmış  nelerini  kaybetmiş,  resimler  çok  şey  ifade  eder. Dahası  araziler  üzerinden  kimler  nemalanmış  kimler  büyük  servetler  kazanmışlar bunları  resmi  ağızlara  sormak  gerekir. İşte  fotoğraflar  bu  soruyu sorduran  somut  belgelerdir de  aynı  zamanda.
Çok  değil otuz  sene  öncesinin  tuz  gölünde  gölün  kullanabilirliğinin    büyüklüğünün   temizliğinin    gölün  içersinde  yaşayan  hayvan  türleri  ile  ilgili güzel  fotoğraflarının,  bugünün fotoğraflarıyla  karşılaştırılması  karşısında  gördüklerimiz yüreklerimizi  sızlatıyor.  Birçok  drenaj  kanallarının  göle  verilmesiyle  hayvan  neslinde  azalmalar  olmuş hava  fotoğrafları  ile  tespitlerde,  gölde  çok  büyük  küçülmeler  görülmüş kirlenmişlik  ve  koku  adeta  tuzu  bile  kokar  duruma  getirmiştir. Tuz  gölüne  akan  suyun  azalması  ve  yer  altı  sularının  çekilmesinden  dolayı  gölde  büyük  ölçüde  su  seviyesinde  düşüşler  olmuştur. Tuz  gölü  Van  gölünden  sonra  yurdumuzun  ikinci  büyük  gölüdür. Tuz  gölüne  dökülen  en  büyük  akarsu  Konya’nın  şehir  kanalizasyonudur.  
Yat  turizmiyle  ünlü  Göcek  Koyunun  49  yıllığına  birçok  işletmelere  ve  otellere verilmesi  neticesi  sahil  şeridi gemi  barınaklarıyla dolmuş    doğal  güzellikler  kaybolmuştur. Tabiî ki  bu tür  misalleri  çoğaltabiliriz. Baraj  ve  yol  yapımıyla  ilgili  tahribatlar, getirisi  ve  götürü sü  hesaplanmadan  açılan  maden  sahaları, ormanlık  alanın  yok  edilerek  konuta  dönüştürülmesi. Orman  içi  köylerimizde  betonlaşma, ağaçların  kesilerek  ormanın  yok  edilmesi.
Daha  birçok  konularda  eskiden  çekilen  resimlerle  birçok  işlemler  görmüş,  yaralar  almış  doğanın  şimdiki  görüntüleri  arasındaki  çirkinliği  gözler  önüne  sermektedir  fotoğraflar. Onun  için  bizlerde  birey  olarak  güzelliklerimizi  fotoğraflar  çekerek  gelecek  nesillere    birer  belge  olarak  iletelim.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 07

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

BENİ  ARAMA 
 
Ölünce  ardından  hayırla  anıl
İçindeki  kinde  beni  arama
Bil ki  layıklığa  vermişim  gönül
Tarikatta dinde  beni arama
 
Arınıp  öfkeden  arınıp  kinden
Bir  bedene  geçiyoruz  bedenden
Seni  buldum  kendi  içimde  benden
Kendindeki  sende  beni  arama
 
Körkütük  bir  aşktan  çektim  cereme
İçim  sızlar tuz  basarken  yarama
Bir  direniş  yüreğimde  var  ama
İçindeki  bende  beni  arama
 
Acemi  bir  avcı  elinde  sülün
Yazgıya  takılır  dikeni  gülün
Arzular   dirilip   içinde külün 
Ateşinde   yanda  beni  arama
 
Bir  çay  molasında ardımdan  bakıp
Ağlama  ne  olur    gözyaşı  döküp
Duyduğun  sözlere  dudaklar  büküp
Yalanlara  kanda  beni  arama
 
İnadına  biri  rüyana  girse
Aşkına  lekeli  bir  dünya  verse
Belki de  gönülden  seni  severse
Okşadığın  tende  beni  arama

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 08

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet CANBABA

Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ

SEV 
 
Islan  üşü  ısın  terle
El  sür  taşa konuş  yerle
Dağ bayır  gez  çiçek  derle
Köpeği  sev  kediyi  sev
Kötü  bilme yediyi  sev
 
Kazanç  kapım  dokunsam  sen
Yokluğundan  yakınsam  sen
Etrafıma  bakınsam  sen
Ananı   sev  babanı  sev
Dağda   gezen  çobanı  sev
 
Cömertçe  bölüşün  aşı
Gel  sevdaya  aşkı  taşı
Bir  yaşamdır  başlar  koşu
Gideni  sev  geleni  sev
Ağlayanı  güleni  sev
 
Fidan  gibi  versen  filiz
Gönlümde  bıraksan  bir  iz
Sorunlar  çözecek  biziz
Üstünü  sev  astını sev
Eşini  sev  dostunu  sev
 
Düşler  yar ile  geçimi
Sesin  ısıtsın  içimi
Böyledir  aşkın  biçimi
Şiiri  sev yazmayı  sev
Eşle  dostla   gezmeyi  sev
 
Gidene  kal  deme  sakın
Kötüye  iyilik  ekin
Bil ki  aydınlık  gün  yakın
Yağmurunu  karını  sev
Bugününü  yarını  sev
 
Zaman  yıpranmış  saçında
Ağlar  sevinçler  içinde
Sevmeyene  sor  niçin de
Gözünü  sev kaşını
Yaşlansan da  yaşını  sev
 
Yaklaş  soğuk  yere  harla
Geçsin  zemherin  baharla
Ürün  bol  verecek  tarla
Patronu  sev  yamağı  sev
Kutsal  olan  emeği  sev
 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 09

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU

Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ

AZERBAYCAN EDEBİYATI / Bölüm - 1
Türk edebiyatlarının, büyük tarihe ve geleneklere sahip bir kolunu da Azerbaycan Edebiyatı oluşturmaktadır. Azerbaycan Edebiyatı’nın tarihi, onu yaratan halkın tarihî gibi eski ve zengindir. Azerbaycan Türklerinin bin yıllık tarihleri boyunca geçtikleri mücadelelerle dolu hayat yolu, yaşadıkları sevinçli ve kederli dönemler, elde ettikleri bilgi ve tecrübeler, inandıkları manevî ve ahlâkî kanaatler tüm yönleri ile bu edebiyatta yansımıştır. Son derece elverişli coğrafî mevkide, Asya ile Avrupa’nın kapısında yerleşen, tabiatının güzelliği, topraklarının verimliliği, doğal kaynaklarının zenginliği ile seçilen Azerbaycan, zaman zaman kanlı savaşlara sahne olmuş, muhtelif zümre ve kavimler bu ülkenin topraklarından geçmiştir. Bu, bir taraftan Azerbaycan’ın kültür servetlerine acımasız darbeler indirmiş, binlerce edebiyat ve medeniyet abidesinin ebediyen mahvına neden olmuştur, öbür taraftan ise, farklı dillerde konuşan, farklı dinlere inanan, farklı kültür geleneklerine sahip olan muhtelif toplulukların Azerbaycan’da olması, bu eski Türk yurdunun özgün ve tekrarsız bir edebiyat oluşturmasına imkân sağlamıştır. 
Azerbaycan tarihinin, özellikle de kültür tarihinin en eski dönemleri hala yeterince bilinmese de, burada zengin kültür katlarının, hem de birbirini etkileyen, birbirinin gelişmesine neden olan kültür katlarının varlığı kuşkusuzdur. Farklı dillerde eser veren, farklı kültürlerin etkisini taşıyan Azerbaycan Edebiyatının bin yıllık tarihî de bu kültür katlarının genişliği ve zenginliği hakkında fikir vermektedir. Şimdiki Azerbaycan topraklarındaki ilk siyasi kurum Manna Devleti, üç bin yıl önce kurulmuştu. Tarihî kaynaklar, Urartu ve Asurî devletleri ile bazen barış, bazen de savaş şartlarında yaşayan Mannalıların, ekonomi ve kültür açısından zamanın gelişmiş halklarından birisi oldukları hakkında bilgi verirler. Mannalılardan kalmış bazı kültür abideleri de bu fikri doğrulamaktadır. Kuşkusuz, Mannalıları yahut daha sonra MÖ. VII yy. Azerbaycan’da devlet kurmuş Midiyalıları, çağdaş Azerbaycan Türklerinin ecdatları saymak ilmî ve tarihî açıdan doğru değildir. Burada önemli olan, Azerbaycan’ın en eski dönemlerden beri dünyanın kültür merkezlerinden biri olarak öne çıkmasıdır. Bu gelenek ülkenin bütün tarihî boyunca devam ettirilmiştir. 
 
HALK EDEBİYATI 
Diğer dünya halkları gibi Azerbaycan Türklerinin de yazılı edebiyatlarının temelinde şifahî edebiyat yahut halk edebiyatı vardır. Gerek dil, gerekse konu açısından yabancı etkilerden her zaman uzak kalmış olan halk edebiyatı, onu yaratan, muhafaza eden ve gelecek nesillere ulaştıran milletin iç dünyasını, hayata bakışını, yaşam felsefesini herhangi bir yazılı kaynaktan daha sağlıklı yansıtır. Diğer taraftan, halk edebiyatındaki mitoloji unsurları, rumuzlar, tarihî olaylarla çağrışımlar, onların en eski dönemlerin yadigârı olduklarını, halkın hafızasında bin yıllar boyu yaşayarak günümüze ulaştıklarını göstermektedir. 
Azerbaycan Halk Edebiyatı şekil ve tür açısından çok zengindir. Burada, bir satırlık, ama bir satırında büyük manalar taşıyan atasözlerinden, büyük hacimli destanlara kadar, halk yaratıcılığının en farklı örnekleri vardır. Uzun asırlar boyu derlenip toplanmadığından, araştırıcı, incelemeci nazarlarından uzak kaldığından, halk edebiyatı numunelerinin büyük bir kısmı unutulmuştur. Derlenenler, kitap şeklinde yayımlananlar, âlimlerce incelenenler, belki de halkın yarattıklarının binde biridir. Ama deryada damla gibi görünen bu binde bir de, halkın hayatım tüm ayrıntıları ile, tüm renkleri ile anlatmaya yeterlidir. 
Halk yaratıcılığımızın en eski türlerinden biri Emek yahut Zahmet nağmeleridir. Her halkın şifahî edebiyatında tesadüf olunabilen bu nağmeler, insanın söylediği ilk şiir, bestelediği ilk şarkı olarak adlandırılabilir. Halk edebiyatının diğer örnekleri, özellikle de bayatılar (maniler) ve âşık yaratıcılığı ile mukayesede zahmet nağmeleri edebî yönden basit gözükür. Ama bu basitliğin arkasından ilkinlik, en eskilik durmaktadır. 
Emek nağmelerinin Azerbaycan Halk Edebiyatında en çok yayılmış türleri Holavarlar ve Sayacı sözlerdir. Azerbaycan folklorcularının bir kısmının fikrine göre “holavar” terimi “Ho” hayvan ve “var” yani “git” sözlerinin birleşmesinden türemiştir. Bu manada holavar, hayvanı işe çalışmaya çağıran nağmelerdir. Prof. Dr. Azad Nebiyev ise bu meseleye farklı bakmaktadır. Onun fikrine göre, “Çin, Hind ve İskandinav halklarının folklorundaki “ho”, mukaddes öküz (inek) toteminin adı olmuştur. Türk halklarının Azerbaycan, Özbek, Uygur vb. folklorundaki merasim nağmelerinin ekseriyetinde “ho”lar, mukaddes varlık, mutluluk simgesi gibi terennüm olunur. “Holavar” mukaddes varlık hakkında mahni manasını taşır.” 
Emek nağmelerinin geniş yayılmış numunelerinden olan Sayacı sözleri ise, göçebe hayatının başka bir alanı ile koyunculukla ilgilidir. Sayacı sözlerinin menşei hakkında da farklı mülâhazalar mevcuttur. Bu folklor türünün halk arasında yayılmış örneklerini ilk defa derleyerek yayımlayan Feridunbey Köçerli, (18631920) sayacı sözünün Fars dilinde ki “saye”, yani “kölge” sözünden alındığına ihtimal verir. Fars dilinde bu sözün mecazî manası “himaye etmek”, “savunmaktır”. Fars dilinden Azerbaycan Türkçesine de geçen “saye” sözü Kafkasya Türkleri arasında “bolluk”, “bereket” vb. manalarda kullanılmaktadır. Buradan da “sayacı sözlerinin”, yahut “sayacıların” halk arasında “bolluk getiren”, “bereket getiren” vs. anlamlarında kullanıldığı anlaşılıyor. Sayacılar da âşıklar ve dervişler gibi halk arasında gezerek dolaşır ve kendi şarkılarını söylerdi. Sayacı sözleri orijinal müracaatlarla başlar: 
 
Salammelik, say beyler,
Bir birinden yey beyler,
Saya geldi, gördünüz?
Salam verdi, aldınız?
Alnı tepel qoç quzu
Sayacıya verdiniz?
Sefa olsun yurdunuz,
Ulumasın qurdunuz.
Ac getsin avanınız,
Tox gelsin çobanınız.
 
Bunun ardınca sayacı, ev hayvanlarını, özellikle de koyunu vasfeder, ondan bolluk ve bereket simgesi gibi söz açar: 
 
Qoyunlu evler gördüm, Qurulu yaya benzer.
Qoyunsuz evler gördüm,
Qurumuş çaya benzer.
Qoyun var kere gezer,
Qoyun var küre gezer,
Geder dağları gezer,
Geler evleri bezer.
Azerbaycan folkloru bir insanın doğuşundan, mezara konulmasına kadar, hayatının tüm aşamalarını yansıtır. Bu açıdan folklor örnekleri, halk edebiyatı numuneleri çok konulu ve çok çeşitlidir. Emek nağmeleri insanı çalışma anında, iş sürecinde tasvir ediyorsa, merasim nağmeleri de, onun şenliklerini ve törenlerini, çocuk folkloru aile ocuk sevgisi ile ilgili duygularını, tapmacalar (bilmeceler) aklını, zekâsını nasıl geliştirdiğini, atasözleri geçmiş nesillerin ilim ve idraklerinin tecrübesinden hangi yollarla behrelendiğini, efsane ve esatirler tarihe, düne bağlılığım, latifeler, dünyayı, olayları gülerek anlamak arzusunu vs. açıklamaktadırlar. 
Kuşkusuz, halk arasında en fazla popüler olan merasim nağmeleri de Azerbaycan şifahi edebiyatının en eski örnekleri sırasındadır. Belli bir alanda çalışan meslek adamlarının emek nağmelerinden farklı olarak merasim nağmeleri her evde, her ailede bilinir, tanınır. Çünkü bu nağmeler her Azeri Türkünün kutladığı bayramlarla, katıldığı törenlerle ilgilidir. Ecdadlarımızın arzu ve umutları, kaygı ve beklentileri, aynı zamanda onların dünyayı anlamak isteği bu nağmelerde akseder, Folklor uzmanları Azerbaycan Türkleri arasında yayılmış halk merasim nağmelerini ikiye ayırırlar. Bunların bir kısmını, mevsim merasimleri ile bağlı nağmeler, ikinci kısmını ise maişet merasimleri ile bağlı nağmeler oluşturmaktadır. Yeni gün anlamına gelen Nevruz, eski Azerbaycanlıların tasavvurunda, dünyanın yenileşmesi, doğanın tazelenmesi, kışın sıkıntılarından sonra tabiatın yeniden canlanması olarak anlaşılıyordu. Nevruzla ilgili imevsim nağmelerinde, bu halk bayramının getirdiği iyimserlik hissi, hayata, geleceğe güven duygusu önemli yer tutmaktadır: 
Novruz, Novruz bahara, Güller, güller bahara, Novruz gelir, yaz gelir, Neğme gelir, saz gelir. Bağçamızda gül olsun, Gül olsun, bülbül olsun. Bağçalarda gül olsun, Gül üste bülbül olsun. Mevsim nağmeleri içerisinde eskiden beri Azerbaycan Türkleri arasında çok yayılmış, Xıdır ve QoduQodu merasimleri ile ilgili olarak yaratılmış nağmelere de sık şekilde tesadüf olunmaktadır. Xıdır, Xıdır Nebi, yahut Xıdır İlyas hakkındaki nağmelerde yeşillik, barbahar ve bereket arzusu, gıda ve ruzi isteği esas yer tutar. Ebedî hayat simgesi olan Xıdır, zor duruma düşenlerin, darda kalanların kurtarıcısı ve yolgöstereni gibi takdim olunur. 
 
“Xanım ayağa dursana,
Yük dibine varsana,
Boşqabı doldursana,
Xızırı yola salsana.”
 
Maişet merasimi folkloru vasfıhaller, ağılar, nişan ve toy nağmeleri vs.den oluşmaktadır.
Vasfıhaller kuruluş açısından bayatıları ha tırlatmaktadır. Adından da anlaşıldığı gibi, burada halin vasfı, durumun açıklanması esastır. Vasfı hallar daha çok genç kızlar ve kadınlar arasında yayılmıştı. Nevruz bayramı arefesinde, gelen yeni yılın nasıl olacağı, kimin ne beklediği vs. hakkında vasfıhallar vasıtası ile fal açılarak bilgiler alınırdı. Azerbaycan folklorunun ilk tetkikçilerinden yazar Yusuf Vezir Çemenzeminli bu merasimi şöyle tas vir eder: “Xalqımız arasında Novruz bayramına bir ay qalmışdan başlayaraq çerşenbe axşamı vasfıhal salmag kimi bir adet vardı. Qadın ve qızlar top lanaraq bir badya su qoyar ve hereden bir nişan alaraq suya salardılar. Badya başında oturan qadın tesadüfen eline keçen nişanı sudan çıxarıb bir vasfıhal söyler, bu qayda ile fala saxardılar. De meli, nişan verenin üreyinde bir niyyet olar ve niyyetinin baş vereceyini ve ya vermeyeceyini söy leyen vasfhaldan duyardı”. Mesela birini seven kız için, böyle bir vasfıhalın okunması uğur ala meti idi: 
 
Oturmuşdum sekide,
Üreyim seksekide,
Yardan üç alma geldi,
 
Bir qızıl nelbekide. Ağılar da halk edebiyatının en eski ve etkili örneklerindendir. Tarihî kaynaklardan da belli olduğu gibi, eski Azerbaycanda yuğ olarak adlanan merasim mevcut idi. Ölen kahramanlar için yuğlama merasimi yapılırdı. Bu merasimde yuğçular ölen kahramanın sıfatlarını anlatırlardı. Yuğ ve yuğçu sözü Azerbaycan Türkçesinde değişikliğe uğrayarak ağı ve ağıçı şeklini almıştır. Halk edebiyatındaki ağılara hem nesir, hem de şiir şekillerinde tesadüf etmek mümkündür. Nesirle olan ağılarda daha çok ölen adamın keyfiyetleri anlatılır, bayanlardan oluşan kısa şiirlerle söylenen ağılarda ise bu ölümün doğurduğu ıstırablar, onun yakınlarına, çocuklarına etkisi vs. tasvir edilir. Azerbaycan ağıları onu yaratan halkın, özellikle de Azerbaycan kadınlarının iç dünyası, onların kardeş, er, evlat ve anababa sevgisi hakkında açık fikir verir. Hacim açısından küçüklüğüne rağmen, her ağı insan hislerinin, insan duygularının derinliğini ve sonsuzluğunu açığa çıkaran dolgun bir eserdir: 
 
Bostanda tağım ağlar,
Basma, yarpağım ağlar. Ne qeder sağam, ağlaram, Ölsem torpağım ağlar.
 
Keder ve derd üzerinde köklenmiş ağılardan farklı olarak nişan ve toy nağmeleri şenliği, şuhluğu, esprili havası ve oynaklığı ile seçilir. Azerbaycan halk edebiyatında nişan ve toyun bütün aşamaları ile bağlı şiirler, nağmeler mevcuttur. Bunların arasmda, elçilerin gelmesi, nişan getirilmesi, gelinin eline kına yakılması, gelinin oğlan evine getirilmesi, gelinin ve damadın tarifi vs. merhaleleri ve onlarla ilgili nağmeleri hatırlatmak mümkündür. Aynı zamanda bu nağmeler hal mizahının, alaycılığının tüm inceliklerini yansıtır. Mesela, elçilik yahut nişan için gelen oğlan tarafının nezaketli davranışları, onlarm okudukları nağmelerden de bilinir: 
 
Quda, gelmişikbiz size,
Hörmet ediniz bize,
Bu gün qızımız sizdedir,
Sabah aparırıq bize.
 
Kızın ata anasmın rızası alındıktan ve toy merasimi gerçekleştikten sonra ise, onlarm okudukları nağmelerin tonu ve mazmunu tamamen değişir: 
 
Verdim bir dana, Aldım bir sona,
Ay kız anası, Qalyanayana
 
Yeni yuvasma sevdiği oğlanın evine getirilen geline müracaatla okunan nağmeler ise inceliği, samimiliği, ile seçilir:
 
Anam, bacım qız gelin, Elayağı düz gelin.
Yeddi oğul isterem,
Birce dene qız, gelin.
 
Toy merasimi sona erer, yeni aile kurulur, genç ataananın ilk çocuğu dünyaya gelir. Çocuk folklorunda, babaananm çocuklarının sağlam ve mutlu büyümeleri ile bağlı arzuları var; çocukları eğitmek, onlarm akimi, zekâsını geliştirmek, niteliklerini inkişaf ettirmek için zaman zaman halk bilgilerine, halk tecrübesine dayanarak ortaya konulan oyunlar ve nağmeler, bilmeceler ve yanıltmacalar da var. Analık sevgisini, evlat mehebbetini ifade eden laylalar ve okşamalar Azerbaycan çocuk, folklorunun en yaygın numunelerindendir. Bu beşik nağmeleri en munis, derunî hislerin ifadesidir.
Laylalar ve okşamalarla birlikte, Azerbaycan çocuk folklorunda, arzulamalar, beslemeler, nazlamalar, azizlemeler, eğlendirmeler vs. gibi çocuk hayatı ve anaçocuk münasebetleri ile ilgili diğer numuneler de mevcuttur. Mesela, beşikte yatan küçük oğlunu yahut kızını okşayan ana onun nişanı, düğünü vs. ile ilgili nağmeler okur: 
 
Elinde var def,
Üstüde sedef,
Kırmızı köynek,
Geler qızımçün.
 
Küçük yaşlı çocuklar arasındaki oyunlarla ilgili folklor numunelerinin çeşidi de Azerbaycan halk edebiyatında oldukça geniştir. Buraya sanamalar, düzgüler, acıtmalar, çatdırmalar, bahisleşmeler vs. dahildir. Sanamlalar ve düzgüler çocukların hafızalarını geliştirdiği gibi, dilin zenginliklerini açıklayan yanıltmacalar da, onlarm konuşma ka’ biliyetlerinin gelişmesinde önemli rol oynar. Biri birine benzer, ama farklı manalara sahip sözlerden oluşan yanıltmaçlar, aynı zamanda halk edebiyatında dil unsurlarının ne kadar başarılı bir şekilde kullanıldığı hakkında fikir verir: “Getdim gördüm bir derede bir berber bir berberi ber ber beğirdir. Dedim, a berber bu berberi niye ber ber beğdirdirsen? Dedi bu berber ber ber beğiresi berberdir”. Ve yahut: “Bu mis ne pis mis imiş, Bu mis Kaşan misiymiş” gibi yanıltmaçlar, yalnız çocuk konuşmasının gelişmesinde, onlarm düzgün telaffuz kurallarını öğrenmelerinde değil, ayni zamanda çocuklarda bir humor hissinin oluşmasmda da önem taşımaktadır.
Türk halkları arasında bilmece, tapışmak, cummak vs. adlar altında tanınan tapmacalar da Azerbaycan Halk Edebiyatının, özellikle de Azerbaycan çocuk folklorunun geleneksel ve yaygın şekillerinden biridir. Tapmacalar halk hayatının hemen tüm alanlarını ihata eder. klasik Azerbaycan şiirlerindeki muamma ve loğaz, aşık edebiyatındaki bağlama ve gıfübend gibi şiir şekillerinin meydana çıkmasına halk edebiyatındaki tapmacaların da büyük bir etkisi olmuştur.
Azerbaycan Halk Edebiyatının mühim bir kısırımı atasözleri ve darbimeseller oluşturmaktadır. Halkın tarihî tecrübesini aksettiren atasözlerimiz, diğer Türk boylarının atasözlerinden fazla farklı değildir. Bu da yalnız soyumuzun ve dilimizin değil, tarihî bilgi ve tecrübelerimizin de aynı olduğunun bir işaretidir. Türk millî kültürünün muhteşem numunelerinden olan “Kitabı Dede Korkut” destanlarının atasözleri ile açılması, halkın bu zekâ ve idrak numunelerine her zaman büyük önem verdiğini göstermektedir. Nesîmî, Fuzûlî, Vakif vs. gibi orta çağ Azerbaycan şairlerinin eserlerinde de bol bol işlenen atasözleri, yalnız asırlar boyu smavdan geçirdikleri gerçeklerin değil, hem de onun tarihinin, manevîahlâkî kanaatlarınm ifadesidir. Azerbaycan atalar sözlerinin toplanmasına ve tetkikine XIX. yy.’m ikinci yarısından sonra başlanmıştır. Bütün hayatını bu zengin halk hazinesinin yazıya alınmasına vermiş folklor uzmanı Ebülkasım Hüseynzade’nin tahminen yetmiş yıl zarfmda on binden fazla atalar sözleri toplaması Azerbaycan Halk Edebiyatının diğer alanlarda olduğu gibi bu sahada da zenginliğini, verimliliğini göstermektedir. Azerbaycan atalar sözlerinin büyük ekseriyeti manzumdur. Dâhilî kafiyelerden ibaret atasözleri ile bir sırada iki, bazen dört mısradan oluşan atasözlerine rastlamak mümkündür. 
Diğer halkların edebiyatlarında olduğu gibi Azerbaycan Türklerinin halk edebiyatında da şiir ve nesir türleri birlikte kullanılmıştır. Ancak şiir türleri daha fazladır. Sözlü edebiyatın bu türleri içerisinde en yaygın olanı bayatılar (maniler)dır. Azerbaycan folklorcuları arasında bayatıların menşei ile ilgili farklı fikirler mevcuttur. Tetkikatçıların büyük ekseriyeti bu popüler halk edebiyatı türünü Bayat adlı Türk boyunun adı ile ilgili göstermektedirler. Bayatlar eskiden beri Kuzey Azerbaycan sınırları içerisinde yaşamaktadırlar ve bazı rivayetlere göre Türk dünyasının büyük söz ustası Fuzûlî de bu boydandır. Bayatıların “kadim”, “eski” manalarını bildiren “boyat” sözünden türediğini ve bununla da bu poetik türün en eski zamanlardan beri halkın manevî hayatına dâhil olduğunu savunan edebiyatçılar da vardır.
Bayatı halk edebiyatından yazılı edebiyata da geçmiştir. XVI. yy. Azerbaycan klasik şiirinin tanınmış temsilcilerinden birisi olan Şah İsmayıl Hatai aynı zamanda güzel, düşündürücü bayatılar şairidir. XVII. yy. Azerbaycan şairlerinden Mehemmed Emani’nin de kendi yaratıcılığında bayatıya önem verdiği bilinmektedir. Azerbaycan halk edebiyatında müellifli bayatıların en olgun ustası ise, XVII. yy. da yaşamış Sarı Aşık olmuştur. Şiirlerinin birinde “Külli Qarabağın abiheyatı, Nermü nazit bayatıdır, bayatı” diyen XVIII. yy. büyük Azerbaycan şairi Molla Penah Vaqif, bayatıdan bir güzellik, incelik ve olgunluk simgesi gibi söz ediyordu. 
Bayatılar da diğer halk edebiyatı örnekleri, özellikle de atalar sözleri gibi halkın tarihini, bu tarihin önemli olaylarını yaşatmakdadır. Mesela, 
 
Apardı tatar meni,
Qul edib satar meni,
Yarım vefalı olsa, Axtarıb tapar meni
bayatısı hiç şübhesiz ki, Azerbaycan’ın Mogoltaralarm yönetimi altına geçtiği XIIXIV yy. eseridir.
Azerbaycan folklorunun başka bir şiir türü halk mahnıları, musiki ile bedii sözün birleşmesinden türemiştir. Onlar sevgi ve kahramanlık mahnıları olarak iki kısma ayrılmaktadırlar. Sevgi mahnıları derin ve ince lirizmi, hislerin samimiliği ve kıvraklığı ile seçilir. Kahramanlık mahnılarında ise adından da anlaşıldığı gibi, mücadele, savaş, haksızlıklara karşı barışmazlık ahvaliruhiyyesi öne çıkarılmaktadır. Sevgi konulu halk mahnılarının bazıları diyalogdeyişme şeklindedir. Halk mahnıları popülerlik açısından atalar sözleri ve bayatılarla aynı seviyededir. Buraya kadar üzerinde durduklarımız Azerbaycan halk edebiyatının lirik türleridir. Şiirle birlikte epik tür, yahut nesir de, bu edebiyatta yaygındır. Nağıllar, destanlar, qaravelliler, rivayetler, efsaneler, esatirler, latifeler vs. millî folklordaki nesir türlerini oluşturmaktadırlar. 
Her Azerbaycan Türkü, çocuk yaşlarından başlayarak Azerbaycan nağıllarmın çekici ve sihirli dünyasının içine girer, bu dünya ile büyür. Azerbaycan nağıllarında onu yaratan ve yaşatan halkın millî özellikleri, gelenek ve görenekleri, örf ve âdetleri, geçimi dünya görüşü, insanlarla münasebeti, manevî özgürlük uğrunda mücadelesi ön plana çıkar. Azerbaycan nağılları, zaman zaman yazılı edebiyatın faydalandığı zengin kaynaklardan biri olmuştur. XII. asrın büyük Azerbaycan şairi Nizami Gencevi’den başlayarak Azerbaycan Edebiyatının bütün büyük simaları kendi yaratıcılıklarında nağıllara sık sık müracaat etmiş, nağıllardan aldıkları konularda, yeni devirle, yeni meselelerle sesleşen eserler yazmışlardır. Bu açıdan millî folklorun diğer türleri ile mukayesede nağılla daha büyük bir çapta yazılı edebiyatın malzemesini oluşturmuşlardır. 
Nağıl toplayıcıları ve araştırıcıları, dünya folklorunun da tecrübesine dayanarak Azerbaycan nağıllarını muhtelif, yönlerden tasnif etmişlerdir. Mesela, bu sahanın ilk araştırıcılarından biri olan yazar Yusuf Vezir Çemenzeminli nağıllarımızı üç gruba ayırmıştır: eski tasavvur ve ayinlerle ilgili nağıllar; tarihî nağıllar ve çocuk nağılları. Çağdaş folklorcular ise derlenmiş ve araştırılmış daha fazla nağıl örneklerini göz önünde tutarak Azerbaycan nağıllarının konu açısından daha geniş tasnifini vermişlerdir. Buraya hayvanlar hakkında nağülar, sihirli nağıllar, tarihî nağıllar, ailegeçimle ilgili nağıllar ve satirik (mizahi) nağıllar dahildirler. 
Hayvanlar hakkındaki nağıllar mana açısından daha evvelce sözü edilen sayacı sözlerine benzer. Bu nağıllarda halkın tarihî gelişme merhalelerinde totem olarak kabul ettiği, bu veya başka açıdan kutsallaştırdığı hayvanlarla ilgilidirler. Mesela, Azerbaycan’da yılanın bir totem olarak alındığı çok sayıda nağıllar vardır. Diğer taraftan, Azerbaycan’da yılan pirlerinin, yılan tapmaklarının varlığı da bilinmektedir. Tarihçiler bunu Azerbaycan’ın en eski nüfusunun, özellikle de Midiyalılarm yılana tapınması ile ilişkili göstermekdedirler. Diğer taraftan, yılan dünya folklorunda idrak, zekâ simgesi olarak alınmıştır. Bu, yılanla ilgili Azerbaycan nağıllarında da gözükmektedir. Mesela, “Ovçu Pirim” nağılmda yılan Ovçu Pirim’in ağzına tükürür ve bundan sonra Pirim tüm hayvanların dilini anlar. Azerbaycan nağıllarında yılanla birlikte canavar, horoz, it, öküz, inek vb. hayvanlar da totem olarak geçmişlerdir. 
Sihirli nağıllar da ortaya çıkış açısından eski nağıllardandır. Bu nağıllarda insanın mitolojik varlıklara, doğanın dağıtıcı kuvvetlerine karşı mücadelesi yer alır. Adından da anlaşıldığı gibi, Azerbaycan sihirli nağıllarında kahramanlar sihir, cadı, efsun ve mitolojik yardımcılarının sayesinde devler, ejderhalar, periler, cadıkarılar, tılsımlar vs. ile mücadele ediyorlar. Bu nağıllardaki hadiseler, ekser hallerde, zulmet dünyasında, yerin altında, periler ve devler ülkesinde ve diğer fantastik mekânlarda geçer. Sihirli nağıllar tüm fantastik süsüne rağmen aslında halkın sevmediği, barışmadığı kuvvetlere karşı mücadele ruhundan ve isteğinden kaynaklanırlar. 
Tarihî nağıllar ise, adından da anlaşıldığı gibi, Azerbaycan tarihinin ayrı ayrı olayları, şahsiyetleri yahut da faaliyetleri, bu ülke ile ilgili olmuş insanların hayatı ile ilgilidir. Azerbaycanda İskender, Dara Şah Abbas ve başka tarihî şehsiyetler hakkında nağıllarm varlığı bu folklor türünün yalnız halk fantazisine değil, aynı zamanda tarihî gerçekliklere dayandığını göstermektedir. Maişeti nağıllar konusu nağıllarm daha büyük bir bölümünü oluşturur. Bu nağıllarm konusu, gündelik hayattan gerçek mücadeleden alınmıştır. Maişet nağıllarının esas kahramanları halkın arasından çıkmış adamlardır. Çoban, nöker, işçi, köylü vb. meslek adamlarından oluşan bu kahramanlar maişet nağıllarında bir kural olarak, nağılın başlangıcında zayıf, kuvvetsiz, zavallı adamlar gibi tasvir olunurlar. Ama içerisine girdikleri hayat şartları, farklı olaylar onları sanki yeniden yetiştirir. Onlar hem aklî, hem de fizikî açıdan kuvvetlenir, karşılarına çıkan zorlukları başarı ile geçerek nağılın sonunda ülke yöneten bir padişah, akıllı bir vekil, adaleti ile tanınan yönetici seviyesine yükselirler. 
Esas kahramanlar Keçel, Koşa vb. olan satirik (mizahî) nağıllarda ise, halk gülüş yolu ile kendi düşmanlarına karşı mücadele verir. Bu nağıllarm kahramanları en zor durumlardan, akılları, hazırcevaplılıkları ile kurtulabilirler; özlerinden kat kat kuvvetli düşmanı akim, sözün kudreti ile yenerler. Yüzyıllar boyu, halkın yediden yetmişe her temsilcisi için hayat mektebi olmuş nağıllarm, Azerbaycan folklorunda kendi gelenekleri, üslûp özellikleri meydana gelmiştir. Her bir nağıl peşrev yahut nağılbaşı ile başlayıp, nağılsonu ile biter. Nağılbaşılar diğer dünya halklarının nağıllarının da esas üslubî özelliklerindendir. Ama Türk nağıllarının (Azerbaycan, Özbek, Türkmen vs.) başlangıcındaki nağübaşlarm özelliği ve farkı, onların kural olarak humoristik karakterde olmasındadır. Diğer taraftan, nağılbaşı nağılın mazmunu, konusu ile bağlı kalmaz. Mesela, “Hamam hamam içinde, xelbir saman içinde, deve delleklik eyler, köhne hamam içinde. Hamamcının tası yox, baltacının bal tası yox, Orda bir tazı gördüm, onon da xaltası yox. Qarışqa şıllaq atdı devenin budu batdı, milçek mindim çay keçdim, yabaynan dovğa içdim, heç bele yalan görmemişdim” vs. 
Azerbaycan Halk Edebiyatında efsaneler, esatirler ve rivayetlerin de çok sayıda örnekleri vardır. Hayvanlar, kuşlar, yer adları, kaleler, boy halk, nesil, totem adları, sema cisimlerinin adları, tarihî olaylar ve şahsiyetler, dinî unsurlar yanında, Azerbaycan efsanelerinin her birisinde halkın fikir ve amaçları, onun geçmişini anlamak ve geleceği bilmekle ilgili istek ve çabaları esas yeri tutar. Azerbaycan efsane ve esatirlerinin halk arasında toplanmasına yirminci yüzyılın başlarmda başlanmıştır. Arif Acalov’un esatirler, Sednik Pirsultan’m ise efsanelerle ilgili toplama ve derlemeleri, tetkik ve değerlendirmeleri bu folklor türlerinin de Azerbaycan halk edebiyatındaki yaygınlığını, farklı örneklere malik olduğunu ortaya koymuştur. Azerbaycan epik folklorunun halk arasında popüler olan türlerinden biri de latifelerdir. Latifeler aynı zamanda Türk folklorunun konu ve kahraman açısından ortak türüdür. Türk halklarının ortak bir gülüş, mizah kahramanı var.  
O, farklı Türk boyları arasında Molla Nesreddin, Nasrettin Hoca, Nesreddin Efendi, Hoca Nasır Efendi vs. adlarıyla tanınan ve anılan büyük mizah ustasıdır. Azerbaycan folklorunda Molla Nesreddin gibi tanman bu idrakli insanla ilgili yüzlerle latife yazıya alınmıştır. Molla Nesreddin sevinç anlarında da, keder dakikalarındada, toyda da, yasta da her zaman halkın yanında olan, her zaman ona destek veren, maceraları ile onu güldürerek düşündüren ve düşündürerek güldüren büyük bir ustadır. Ama Molla Nesreddin Azerbaycan latifelerinin yegâne kahramanı değildir. Behlül Danende, Aptal Kasım gibi gülüş ustalarının da çok sayıda latifeleri yazıya alınmış ve halk arasında yayılmıştır. Ayrıca, Azerbaycan’da her bölgenin kendi mizah kahramanları olmuştur ve onların gelenekleri şimdi de yaşamaktadır. 
Diğer halkların sözlü edebiyatlarında olduğu gibi, Azerbaycan Halk Edebiyatında da bu edebiyatın zirvesini destanlar oluşturmaktadırlar. Destanlar Azerbaycan folklorunun halk arasında yaygın ve hacim açısından büyük türlerinden biridir. Destan kelimesi Azerbaycan Edebiyatında bin yıllar boyu kullanılmıştır. Bilindiği gibi, Nizami Gencevide “Hamseye” dâhil olan eserlerini “destanlar” olarak adlandırmıştır. Azerbaycan destanları hem şiir, hem de nesrin unsurlarını taşımaktadır. Başka sözle söyleyecek olursak, destanlarda nesr ve nazm parçalan birbirini takip eder; fikir ve mana açısından birbirini tamamlar. Destanm nesr parçaları olayları, durumları anlatırken, şiir parçaları daha fazla kahramanların lirik his ve düşüncelerinden, onların heyecan ve ıstıraplarından söz açarlar. 
Asırlardan beri malum olan, halk arasmda geniş alanlara yayılmış, derlenmiş Azerbaycan destanları halk edebiyatı ile ilgili tetkiklerde kahramanlık ve sevgi destanları olarak tasnif edilmiştir. Bu destanların arasındaki farklar da her şeyden önce onların adlarında kendini gösterir. Halkın farklı tarihî dönemlerde kendi bağımsızlığı, egemenliği, insan hakları, toprağının ve yurdunun, kadının ve akrabalarının hür yaşamı için verdiği mücadeleler esasen kahramanlık destanlarına yansımıştır. Bundan farklı olarak sevgi destanları daha fazla aşk romanlarını hatırlatmaktadırlar. Bu destanlarda sevgilisine kavuşmak için mücadeleye başlayan genç aşığın ıstırapları, sevgi yolunda karşılaştığı zorluklar, verdiği savaşlar vs. esas konuyu oluşturmaktadır. Ancak, kahramanlık destanlarında sevgi sahnelerinin, bunun aksine olarak sevgi destanlarında kahramanlık ve savaş sahnelerinin olması da doğaldır. Destan diğer halk edebiyatı türlerinden farklı olarak hayatı daha geniş boyutlarda, daha çeşitli ölçülerde aydınlattığından, tabii ki, burada insan hayatının daha farklı sahneleri göz önüne alınabilir. 
Azerbaycan Halk Edebiyatında “Kitabi Dede Korkut, Koroğlu, Molla Nur, Kaçak Nebi, Kaçak Kerem, Settarhan” vs. kahramanlık destanları yaygındır. Bu destanlar farklı tarihî dönemlerin eseri olduğu gibi, onlarda akseden olaylar, tarihî gerçekler de, Azerbaycan halkının hayatının farklı devirleri ile ilgilidir. Mesela, Kitabi Dede Korkut’ta Azerbaycanlıların, daha geniş anlamda ise Oğuz Türkleri’nin X.XI. yy. hayatı söz konusudur. Koroğlu destanı Kafkasya’da ve Azerbaycan’da XVI.XVII. yy.’da cereyan eden tarihî olayların edebî ürünü olarak meydana çıkmıştır. “Kaçak Nebi, Kaçak Kerem, Sattarhan” vb. kahramanlık romanları ise, Azerbaycan Türklerinin Rus ve İran zulmüne karşı teşkilatlanmış bir halde mücadele verdikleri XIX.XX. yy. edebî ürünleridir. 
Türk Halk Edebiyatının ve Türk lehçelerinin muhteşem abidesi olan Kitabi Dede Korkut tam olarak bin yıl önceki AzerbaycanTürk hayatının ansiklopedisi olarak adlandırılabilir. İlim alemine ilk kez, 1815'te Alman şarkiyatçısı Henrif fon Dits’in tetkikatıyla çıkan bu eser Azerbaycan’da ilk defa 1938'de yayınlanmıştır. Prof. Hemid Araslı’nm hazırladığı bu neşir bütünlükle Türkiye’de yayınlanan Orhan Saik Gökyay neşrine dayanmakta idi. Azerbaycan halk edebiyatı araştırıcılarının Kitabı Dede Korkut destanı ile ilgili tetkikleri ise 192030 yıllarına tesadüf etmektedir. Stalin’in eski Sovyetler Birliği’nde 1937'de başlattığı “Büyük terör” de zarar gören edebî eserlerden birisi de Kitabı Dede Korkut destanları olmuştur. Pantürkizm tebliği ve milletçiliği ileri sürülerek bu edebî abide yasaklanmış, onunla ilgili tetkikleri olan araştırmacıların bazıları da cezalandırılmıştır. Destanın 1950 ‘de Bakü’de, akademisyen V. V. Bartold’un çevirisinde Azerbaycan alimleri tarafından yayınlanması eski Soyvet yönetimi arasında gerçek bir hiddet fırtınası doğurmuştur Kitabı Dede Korkut destanları üzerindeki yasak, Stalin’in ölümünden sonra kaldırılmış, bu destanla ilgili yalnız Türkiye’de Azerbaycan’da değil diğer Türk Cumhuriyetlerinde (Türkmenistan, Kazakistan), yabancı ülkelerde (ABD, İngiltere, Hindistan vs.) bir sıra dikkati çeken araştırmalar ortaya çıkarılmıştır. Rus dilinin yanısıra destanın tam metni İngilizce, Almanca, İtalyanca, Hırvatça, Litva vs. dillere aktarılmıştır. 
Kuşkusuz, Kitabı Dede Korkut Oğuz Türkleri’nin ortak edebî abidesidir. Bu fikri kabul etmekle birlikte, destanın tetkikatçılarnın çoğu onun ortaya çıkış yeri olarak Azerbaycan üzerinde dururlar. Rusya’da bu destanın en tanınmış araştırıcılarından olan V. V. Bartold sonuçta şöyle bir neticeye gelmiştir: “Bu destan çok çetin ki, Kafkasya muhitinden dışarıya formalaşabilirdi”. Gerçekten de destandaki olayların büyük bir kısmı şimdiki Azerbaycan’ın sınırları içerisinde gelişir. Destanın farklı boylarında Gence, Berde, Nahçıvan, Şerur, Dereşam, Derbend, Göğce Gölü vs. gibi bugün de coğrafî açıdan Azerbaycan’a bağlı bölgelerin adı geçer. Destan kahramanları bü bölgelerin vatandaşlarıdır, onların yakın komşuları ise, Gürcü, Abhaz ve başkalarıdır. Destanların tanınmış Türk araştırıcılarından Muharrem Ergin de onların hem dil, hem de tarihî coğrafî açıdan Azerbaycan’la ilgisi fikrini kabul eder. Muharrem Ergin’in fikrince Türklüğün ortak edebî habidesi, ortak halk destanı olan Kitabı Dede Korkut Azerbaycan’la daha sıkı şekilde bağlıdır.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 10

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
BU SAYI İLE FİKİR DERGİSİNE ARA VERİYORUZ
ELİMİZDEN GELEN  İLE
 
19. Sayı da Fikir Dergimizin yayımını sonlandırmaktayız. Bilginize sunulur!

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

11

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
İFTİRA VE ÖTESİ
            İnsanlar bazen kendi çıkarları veya karşısındakileri çekememeleri yüzünden onlara bazı karalar çalmaktan çekinmezler. Gözleri öyle karar ki o yaptıklarının bir iftira olduğunu bile düşünemezler. Neden böyle yaptıklarını ise kendileri bilgi sorsanız bilmezler.
            Bu davranışta bulunanların bu yaptıkları işlev ile o kadar içli dışlı olurlar ki yaptıklarının doğruluğuna kendilerini inandırarak karşısındakinin sanki o yapılmamış veya söylenmemiş işi yapmış veya söylemiş gibi algılarlar ve o yaptıklarının doğruluğunu ispat etmeye çalışan bir avukatı olarak devam ederler.
            Sonuçta ise hüsrana uğramaları bir gerçektir. Bu iftiranın bu dünyada çözülememesinin birde öbür dünyada da bütün insanlar karşısında görülecek hesapta eller ve ayakların şahitliği ile dillerin sustuğu zaman diliminde hesap gününde bu iftiranın meydana çıkacağını düşünemezler.
            Nedir bu insanlarda bulunan haset ve çekememezlik?
            Bu çekememezlik aslında bizimle beraber büyüyen bir nefsin emaresi değil midir?
            Bu icraatta sadece kendimizi tatmin etme duygusu ile acaba başkalarına karşı yaptığımız bu hareketle kendimizi öne çıkartma duygumuz olabilir mi?
            İşte bu düşüncelerin ve bilgilerin ışığında yapacağımızı düşünmek bile istediğim iftiramızı önce kendimiz için getireceği zararları göz önüne getirmemiz bizi bu dünya ve gelecek hayatımızda ebediyen yaşayacağımız dünyamız için iyi veya kötü bir meta olup olmadığın düşünmemiz gerekmektedir.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 12

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
DAĞLAR VAR YA O DAĞLAR
 
Dağlar var ya o dağlar;
Başları dumanlı, dorukları karlı,
Bizim için bir yükseklik olan o dağlar
Neden oradalar bilen var mı?
 
Dağların başında eser rüzgârlar
Bizlere bulutları yönelten ayar,
İşte dağlar buna da yarar
Bunu bilenimiz var mı?
 
Dağların başında karlar var
İşte o karlar, zamanla erir
Meydana getirirler dere ırmaklar
Hayat olan suyu sağlar bilen var mı?
 
Ne yaparız biz o dağlar için
Yok ederiz dengelerin benliğini
Keseriz tepesinden itibaren zirveyi
Bir miktar gelire kurban dağlar!

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 13

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
KURBAN BAYRAMI
            Bayramlar.
            Gelirler, biterler ve geçerler.
            Zaman diliminde biz insanlara verilen bir görev ile deneniriz. Deneme yanılma ile olan bir olay değildir bayramlar. Bizlere verilmiş sosyal düzende bir vakit dilimidir. Bu dilim arasında bazı kendimize ait olan varlıkları başkaları ile paylaşmamızın denemesidir.
            Bayramlarda bizler Milli ve Dini olarak ayırabiliriz.
Müslümanların dininin bize verdiği bu görevler bazen nefsimizi kolayına giden kaçamakları hoş gösterir. Bu bilgileri ise son zamanlarda sulandırarak bilerek Müslümanları yoldan çıkartama amaçları da açıkça gözükmektedir.
Kurban’ın çeşitlerini, Hac ibadetinde yapılan Hac’ın niyetine göre kesilen Hedy Kurbanını, Kurban Bayramında kesilen Hedy kurbanı, farz ve nafile olmak üzere ikiye çeşittir ve hedy kurbanının kesilme yeri, Harem bölgesidir. Temettü ve kıran hacılarının keseceği şükür kurbanı gibi kurban bayramı günleridir. Harem bölgesinde oturanlar için şükür kurbanı kesme zorunluluğu yoktur.
Bilediklerimizi öğrenmemiz gereklidir. Fakat bilgileri öğrenmek için herhangi bir yerden, herhangi bir kişiden, herhangi bir siteden öğrenmemiz doğru değildir. Yazılmış ve bilinmiş bilgileri incelemeliyiz. Bilerek işlerimizi yapmalıyız.
Hepinizin Kurban Bayramınızı Kutlar, yanlış bilgilerden arınmamızı dilerim.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 14

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
CUMHUR VE CUMHURİYET
            CUMHUR sözlük anlamı:: (Arapça kelime olup çoğulu Cemahir’dir);  Halk, Ahali. Kalabalık, Başıboş Kalabalık. Erkek İsmi.
            Cumhuriyetin karşılığı, ulusun kendi kendisini yönetmesi anlamına gelir. Bu yönetim şeklinde iki unsur bulunmaktadır. İdare edenler ve idare edilenler. Bu iki unsuru teşkil edenlerin en önemli özelliklerin başında dürüstlük ve namuslu olması gereklidir ve Cumhuriyet Rejimin demokrasi platformuna oturtulması şarttır.
Cumhuriyet Ulus ve Vatan sevgisi ve bağlılığı olan idare edenler ve idare edilenlerce bulunması ve en önemli bir bağlılık ile birlikte hukuka saygı ve tarafsız adaleti de beklemeleri gerekerek yaşamaları gerekmektedir.
Cumhuriyet idaresinin en önemli hayat veren demokrasi olarak gözükür.  Cumhuriyet idaresi sistemin demokrasi ile olan ilişkisi çok önemli bir ikili olarak karşımıza çıkar.  Ülke idaresinin iç ve dış tehlikelere karşı cumhuriyet sert ve katı bir şekilde ama demokrasinin gerekleri ile korur. Bunun dışına çıkılmasında cumhuriyet ile demokrasi arasında kopukluklar ve ayrılıklar başlayabilir. Ülkenin idarecileri bu ayrımcılık ve kopuklukları önlemekle görevlidirler. Cumhuriyet ile demokrasi idaresinde özgürlükleri kullanmada hiç kimse veya kuruluşun sınırsız hak kullanma hukuku bulunamaz. Kanunların verdiği yasama yetkisi ile özel ve tüzel haklara belirli çerçeveler içerisinde kullanılırlar.
Ülkemiz 23 Nisan 1920 Tarihinde kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye’nin idaresi için uygun bir devlet şeklini bulması gerekli hale gelmiştir. 1 Nisan 1923 tarihinde yenilenen seçim sonunda Lozan Antlaşması ve Türk Ordusunun İstanbul’a girmesinden Türkiye’nin Vatan sınırları gerçeğe yakın bir hal almıştır.  25 Ekim 1923 bir kabine bunalımı Büyük Millet Meclisi'nde güçlük çıkartmış ve 28 Ekim 1923 tarihine kadar kabinenin kurulamaması üzerine; Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çankaya köşkünde yemek sırasında arkadaşlarına; "Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz" diyerek görüşünü açıklamıştır.
29 Ekim 1923 tarihinde Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı. Mustafa Kemal Paşa, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın değiştirilmesi gerektiğini ve Cumhuriyetin kabul edilmesini söyledi. Mustafa Kemal Atatürk önergesinde ‘Türkiye Devletinin şekli bir cumhuriyettir Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur” önergesi tartışıldı. Saat 20.30 Cumhuriyet ilan edildi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ilk başkan seçimine geçildi Saat 2045 de oyların ayrımından 158 Milletvekilinin de Gazi Mustafa Kemal’i Cumhurbaşkanı seçtiler.
Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1923 kurup bizlere armağan ettiği Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

15

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
YAZ DOSTUM!
 
Yaz dostum; hava sıcak mı sıcak
Yaz dostum; kalemin kırılacak
Yaz dostum; bu böyle kalmayacak
Yaz dostum; yaza yaza yaz geldi.
 
Yaz dostum; günler oldu mu bir yıl
Yaz dostum; satırların doldu bil
Yaz dostum; okuyan bi haber bil
Yaz dostum; bu senede yaz uzadı
 
Yaz dostum; havada yok bir bulut
Yaz dostum; kalem olmadı umut
Yaz dostum; gel bu yazmayı unut
Yaz dostum; bu yaz yağmur kalmadı.
 
Yaz dostum; bak serap var uzakta
Yaz dostum; kâğıt bitti bu yazanda
Yaz dostum; mürekkep yok haznede
Yaz dostum; bu yaz inan uzadı.
28 Ekim 2010 Çorum 13,30

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 16

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
TEKRAR GELEBİLİRSEM!
            Yaşamımızda bir ömür boyu beklenilen bazı anlar bulunmaktadır. Bunlar bizlerin isteklerinin yönlendirilmesinden çok bizi yaratanın yönlendirmesi ile meydana gelen emir ve yapılması gerekenlerdir. Doğmak, Yaşamak, Gitmek, Gelmek ve Ölmek gibi.
            Hazreti İbrahim A.S. Kabe’yi Allah C.C. yeniden yapılandırınca emredildiği gibi insanlara buraya gelmesin tebliğ etmesini istemiş ve o tebliği duyabilenlerin Kabe’ye gelmelerin nasıp olmuştur. İnsanların nerede vefat edecekleri bilinmemektedir. Toprağının alındığı yerde kalıp vefat ederlerinde oralardaki topraktan halk edildiği ve toprağının alındığı yerde defnedildiğini hepimiz bilmekteyiz.
            İnsan olarak yaratılan bizlerin; bazı kolaylıklara erebilmesi isteklerimizin Yüce yardana ulaşması ile mümkün gözükmekle birlikte Amentünün “Hayrihi ve Şerrihi” imanımızı gereği bazı bilmediklerimizin bizlere yön verdiğini görmüş ve hayatımızda yaşamış oluyoruz.
            Bütün hayatımız boyunca istememize rağmen on beş yıl önce Hac borcumuzu ödemek nasip oldu. Gidenlerin bildiği gibi Mekke ve Medine’nin çekiciliği gittikten sonraki hasreti insanın içini kavurmakta ve tekrar tekrar oraları ziyaret etmek istemektedir. Bizimde bu hasret gidermemiz İnşallah giderilmiş olacak ve bu yerleri tekrar görebilmemiz nasip olacak. Gidip Görmeye niyetlendik, nasip olursa yarın 26’tısnda yolculuk başlayacak.
            Kapağa da oranın bir resmini almayı uygun gördüm.
            Nasip olup Umre yapabilirsek ve Kabe’yi tavaf ederken 6. şaftta (dönüş) Rabbimizden mealen:
“Ey rabbimiz!
Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.
            Allah’ım. Sana karşı görevlerimde birçok eksiğim var.
Yarattıklarının da benim üzerimde de birçok hakkı bulunmaktadır. Allah’ım sana karşı olan eksikliklerimi bağışla.
Yarattıklarına karşı olan haklardan ve alacaklarından beni kurtar.
Bana helali ver, haramdan uzak kalayım. İbadetinle meşgul et, günaha düşmeyeyim. Lütfünü ver, başkalarına muhtaç olmayayım.
Ey bağışlaması bol olan Rabbim!
Rabbimiz. Bize dünyada iyilik ver. Ahrette de iyilik ver.
Bizi Cehennem azabından koru. İyilerle birlikte cennetine koy beni de iyilerden eyle.
Ey sınırsız güç sahibi!
Ey günahları çok bağışlayan, Ey âlemlerin RABBİ! “
İşte bu yakarış insanın borçlarını kabullenerek acizliğinin nişanesi olarak Rabbine sunduğu ve istediği andır.
Selam Gönderenlerin selam ve dileklerini İnşallah ulaştıracağım.
Rabbimizden gitmeyenlere de gitmeleri için sebepler ihsan etmesini dileyeceğim.
Gidip gelmemek ver. Gelip Görmemek var. Allah erdirirse dergimizi devam ettirmemizi de nasip ederse yine sizlerle olacağız.
25 Haziran 2010  12,05

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 17

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
GÖNÜL HAPİSHANESİ
 
Yanıyor yine hapishanemin lambası.
Gam dağıtıyor aydınlattığı yerlere.
Düşene kadar boş verdiysen bu hale sen,
Düştükten sonra bu gam, bu üzüntü niye ?
 
Akıyor gözyaşım hiç bıkıp usanmadan,
Herkes bakıyor mu, bu benim göz selime.
Bu dertli, gamlı olan kim, ben kimim? Diye.
Soruyor garip mahkûm hep kendi kendine.
Bu hapishane bir gönül parmaklığıdır.
Gülmekle, ağlamak, sevmek de hep hediye.
Karşılıksız sevgi bir dert ile bir çile,
Düştükten sonra bu gam ve ağlamak niye?
22/11/1972

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

   18

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
BİR MARUZATIM VAR!
            Bunca aylar ve yıllar birlikte olduk. Sanal da olsa birbirimize bildiklerimizi aktardık. Bilgi paylaşımında bulunduk. Bir maruzatım var. İKİ AYA YAKIN ARANIZDA BULUNAMAYACAĞIM.
            Nasip ve kısmet meselesi!
            Hani giden gelmiyor, gelen bulmuyor mesellemesi gibi.
            Belki gider gelemem. Belki gelir bulamam.
            Nasip oldu, bir ziyarete gitmem gerek. On beş yıl önceden gelirim demiştim. Ancak şimdi nasip oldu gidebilmem.
            Kabul görürsem gittiğim yerde, dönüşüm çok sevinçli olacak.
            Bildiğimiz ve gördüğümüzü sizlerle buralardan paylaşırım.
            Şimdilik hoşça kalınız. Bu ayın yirmisinden sonra yolcuyum.
            Hakım üzerinizde ise helal olsun. Sizin hakkınızı da helal etmenizi talep ediyorum.
            Allah’a emanet olunuz!

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  19

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
27 MAYIS
            Bu tarih benim hayatımda birçok dönemin tarihi olarak yer buldu.
            İlk 27 Mayıs 1960 günü sabahleyin Ankara Yenimahalle 9. durakta bulunan evimizden okula gitmek için giyinip çıktım ve sokakta bir asker yolumu keserek:
            -Çocuk dışarı çıkma yasağı var. Okullar kapatıldı evine dön dedi. Nede olsa subay çocuğu olduğum için askere:
            -Asker ağabey! Neden çıkma yasağı var? Diye sorunca asker:
            -İhtilal oldu haydi eve git! Dedi. Eve girdim. Annem benden sonrada babam için kahvaltı hazırlıyordu. Anneme:
            -Babam kalktı mı? Diye sordum. Annem: Birazdan kaldıracaktım git kaldırıver! Dedi. Babamla annemin odasının kapısına gittim, kapıyı tıklattım. Saat 07 yi 3 geçiyordu. Babam:
            -Gir dedi. Girdim. Babam üzerini giymekle meşguldü. Döndü kapıdan tarafa baktı. Beni görünce şaşırdı. Bana dönerek:
            -Oğlum okula niçin gitmedin? Bende heyecanla:
            -Baba sokakta askerler var askerin biri okullar kapatıldı. İhtilal oldu dedi. Ben böyle diyince babamın yüzü bembeyaz oldu. Koşar adımla salonda bulunan radyoyu açtı. O sırada bir tok ses ihtilal’ı  haber veriyordu. Bebem ceketini ve şapkasını alarak kapıya yöneldi. Aracının gelmesine daha 15 dakika olmasına rağmen ve kahvaltı yapmadan çıkması beni de şaşırttı. Biraz sonra babamda eve girdi. Babam da subay olmasına rağmen eve girmesi ihtarı ile karşılaşmış ve aracınız görev kağıdı ile gelir binbaşım evde bekleyiniz denmişti.
            On dakika sonra kapı çalındı. Babamın aracının şoförü kapıda idi. Selam vererek:
            Komutanım araç hazır gidebiliriz dedi ve çıktılar.
            Aradan yıllar yıllar geçti. Biraz bakanlık ile, biraz kitapların gitmemesi için mücadelemiz ve memuriyette görevimizin son bulması üzerine Çorum’da bulunmayan bir iş yapmayı düşündüm il olarak Çorum’da Gürsel Yayınevini açtım. 27 Mayıs1988
            Yakın tarihlerde de bir mahkememizin başlangıç tarihi 27 Mayıs 2008 Bu mahkemeye Yargıtay itirazım 27 Mayıs 2010 en sonda bu tarihte yeni pasaportumu aldığım tarihde aynı tarihi taşımakta.
            Artık; bu bir tesadüf mü ilahi bir takdir mi onu da siz değerlendirirsiniz.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  20

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
557 YIL ÖNCE 29 MAYIS
İstanbul’un fethi çok önemli sonuçları bulunmaktadır.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra Batıdaki hâkimiyetini, sınırların genişlemesi, Son din İslam’ı en uzak yerlere kadar yaymak ve Hıristiyan birliğini bozmak amacıyla Avrupa üzerine birçok seferler düzenledi. Sırbistan Krallığı ortadan kaldırıldı, sancağımız haline getirildi. Mora fethedildi, Eflak eyalet yapıldı, Bosna tekrar Osmanlı hâkimiyetine alındı, Arnavutluk ele geçirildi. 16 yıl süren Osmanlı-Venedik Deniz Savaşları sonunda Venedik barış imzalamayı kabul etti. İtalya’ya yapılan sefer sırasında Roma’nın fethi açısından çok önemli bir merkez olan Otranto fethedildi ancak şaibeli ve bu güne kadar da gerçek sebebi bulunamayan Fatih Sultan Mehmet’ in vefatı üzerine kaybedildi.
Bin yıllık Bizans İmparatorluğuna son verildi, Doğu Roma İmparatorluğu olarak da bilinen son yeri İstanbul’un alınması ile tarihe karıştı. Venedik ve Ceneviz ticareti eski şaasını bulamadı. Dünya’da derebeylik sistemi çözülmeye başladı. Fatih Sultan Mehmet’in emri üzerine İstanbul kalmak istemeyen Bizanslı aydınlar Avrupa’da Reform  hareketlerinin başlaması sayılan Rönesans hareketleri başları ve Ortaçağ kapanmış,  yeniçağ başlamış oldu.
Osmanlı toprakları arasında sürekli sorun çıkaran bir fitne yuvası olan Bizans ortadan kalktı. Osmanlı Devleti’nin başkenti Edirne’den İstanbul’a getirildi. Osmanlı İmparatorluğu toprak bütünlüğü sağlandı. Osmanlı’nın Anadolu-Rumeli geçişi kolaylaştı. Karadeniz-Akdeniz deniz ticaret yolunun denetimi Osmanlılara geçti. Osmanlı Devleti İslam dünyasında itibara kavuştu ve Osmanlı Devleti yükselme dönemine girmiş oldu.
557 yıl önce bizlerin ataları bu önemli tarihi işlevi yaptılar. Bizler ne yazık ki artık bu büyük olayı gençlere ve geleceğin mirasçılarına hatırlatmayı cılız bir etkinlikle geçiştirmeye çalışıyoruz.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 21

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
SULAR AKAR TÜRKLER BAKAR
Dağlar ve ovaları insanlarımız faydalanması için ve bizden sonraki kuşaklara emanet olarak kullandığımızı hiçbir zaman unutmamalıyız. Bu dünyanın en güzel ve gözde köşelerine her ne hikmetse bizler birkaç seçimi olan yerlere değil de tarım arazilerine, güzel koylarımıza, biraz daha karlı olsun diye sahillerimize sanayi işletmelerini kurmaktan çekinmiyoruz. Haydi yapanlar yapıyor rantlarını düşük tutmak için ve masraflarını daha aza indirmek için uğraşıyorlar da buralarda yaşayan bizler ufacık faydalar için seslerimizi çıkartmıyoruz.
Yine güzel bir köşemize nükleer enerji santrali kurulma girişimlerini en yoğun olduğu bir zaman dilimindeyiz. Neden nükleer enerji istasyonu yapmak ve çevreyi kirletmek istiyoruz? Acaba birilerinin ceplerine birazcık dünyalık mı girecek? Yoksa başka bir sebeplerden mi bu işlemlere hız verilmesi düşünülmekte? Yoksa birilerine verimleş sözler için mi bu gibi faydadan çok zararı olan girişimler bu gündemleri dolduruyor?
 Bizler her işimizi biraz veya çok gelirler getirmek için yaparız. Biraz olanı değil çok gelirler getiren kısımları satarız. Bizden sonra ne olursa olsun diyerek bu dünyayı kirletmek, yok etmek için geride kalacak atıkları ve onların insan, canlılar ve tabiat üzerindeki etkilerini neden düşünmeyiz?
Bizlerin sahip olduğu ve tabiatın bizlere sunduğu güzelliklerden başka yaşadığımız yarların bizler için kıymetini bilmememiz ne acı verici bir insanlık ayıbı olarak karşımıza gelirken neden birileri, bilerler veya önlemeye muktedir olanlar bu işlere ses çıkartmamakta direnmeleri beni inanın yıpratıyor.
Bir güzel yer nükleer santrali yapımı için eda ediliyor. Bir yabancının değdi gibi “Sular akar Türkler bakar” ne yazık ki bizde suların akışına bakıyoruz. Ondaki kuvveti kullanarak enerji

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 22

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
HOŞÇA KAL
            İlk ayrılıktan sonra etraftaki pek çok dedikodulara aldırmadan arkadaşı ile kırgınlıklarını unutmak için karar aldılar.  Birlikte geçirdikleri güzel ve maceralı günlerin hatırına bir daha birbirlerini kırmayacaklarına ve darılmayacaklarını söyleyerek arkadaşlıklarını pekiştirdiler.
            Birlikte memleketlerinin bilinmeyen yerlerini tanımış ve tanımayanlara tanıtmalardı. Eski tarihi köyler, eski ören yerleri ve gizli kalmış tabiat güzelliklerini ortaya çıkartmaları onlar için büyük bir haz ve macera idi.
            Birçok kereler birçok kişiye buldukları yerleri paylaşmak için onları gördükleri yerleri görmeleri için ellerinden geleni yapmışlardı. Hatırladıkları pek çok güzel olay olduğu kadar pek çok da tehlikeler atlatmışlar ve pek çok kere de ölümden dönmüşlerdi.
            Yedikleri ve içtikleri ayrı gitmeyen bu arkadaşlığın etrafında birçok arkadaşlıkların kurulu olması olağandı. Bu arkadaşlıklar iki arkadaşın birlikteliğine zarar vermemiş, birbirlerinin huy ve kişiliklerini tanıdıkça daha da artmıştı. Dini inanç ve felsefi görüşlerinin çok az bir ince ayrım farkı olması arkadaşlıklarının daha da ileriye götürmüştü.
                        Aradan tam on beş yıl geçtikten sonra arkadaşların birisi verdikleri karardan cayarak diğer arkadaşını ortada yalnız bıraktı. Giden arkadaş istemeden ayrılığa sebebiyet vermiş ve ebedi yolculuğa çıkarak hayatta kalan arkadaşını dünyaca yalnız bırakmıştı.
            Bu istenmeyen ayrılığın nişanesi olarak sağ kalan arkadaş, dünyadan göçen arkadaşına son görevini yaptı. Cenazesini toprağa verdi. Bütün cenazeye gelenlerin kabirden ayrılmaları üzerine kabre dönerek gözleri dolu dolu “hoşça kal” diye dudaklarından dökülen kelime ile o da kabirden ayrıldı. Kabirde yalnız kala hoca efendi de falan hanımın oğlu falan diye seslendiğini duyar gibi oldu. 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 23

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
YAŞADIKÇA
            Beşer olarak bizlerin birince vazifesi öğrenmek olduğu düşüncesi ile bizlerin öğrenmek ve öğretebilmek için çalışmalar yapmamız yaratılışımızın gereği olsa gerek. Bizlerin yaş ve meslek ile ilgisi olmayan öğrenme refleksimiz bizleri yeni ve bilmediğimiz şeylerin neler olduğunu yaratan tarafından bilgi dolu fakat kullanma imkânı olmayan beynimizi bilgilerle öğrenerek yenilemek gereği hâsıl olur.
            Gözlemlerinizde muhakkak görmüşsünüzdür ki; yeni doğmuş insanoğlu ilk önce nefes almayı öğrenmek için bütün gücü ile ağlayarak dünyaya gelmektedir. Yeni geldiği dünyanın ne olduğunu anlamak için şayet yaratan eksiksiz olarak beş duyusunu yarattı ise etrafını dinlemeye, elleri ile bir şeyler tutmaya, hareket ede her şeyi gözleri ile takip etmeye başlar. Bunların ne olduğunu; neler için kullanıldığını beynine emirler vererek kaydetmeye çalışır. Daha sonraki tecrübelerinde bu bilgileri geliştirerek detayları ile faydalanmak için biriktirir ve zamanı gelince veya ihtiyacı olunca kullanmaya çalışır.
            Bizler belirli yaşlara geldikçe öğrenme ve bilgilerimizi geliştirme safhalarımızı geliştirir ve o bilgiler ışığında çalışmalarımıza yön vermeye çalışırız.
            Yaşadıkça yaşlanmakla birlikte artık pek kullanmadığımız veya hiç kullanmadığımız his ve bilgilerimizi beynimiz siler ve hatırlayamayız. Bu hatırlamama artık belli bir yaş dilimine geldikçe çoğalır ve yaşlılık alameti olarak bizlerle birlikte beynimizin bize bildirdikleri ile yaşar ve ağlayarak geldiğimiz dünyadan göçer gideriz.
            Bizlerin bilgi ve birikimlerini ben her zaman yazmamızı savunurum. Her insanın kendisine göre bir bilgi birikimi vardır. Bir duvarcı ustasının birikimleri ile bir ressamın birikimleri bir olmadığı gibi, bir matematikçinin birikimleri ile yazarın birikimleri bir olmaz. Her bilgi sahibinin birikimleri kendine has gözlemlere dayandığı için başka başka olabilmektedir. Biz fani ve bu dünyada belli bir süre yaşayarak göçeceğimiz için bilgilerimizi yazıp birilerine lazım olur diye yayınlamaya çalışmalıyız.
            Emekli olduğum Kütüphanelerinde görevleri bu bilgileri tasnifleyerek araştırmak ve faydalanmak için raflarında yıllarca bekletmeleri bu yüzdendir. Herhangi bir kitap kütüphanede belki yüzlerce sene bekledikten sonra bir kişinin aradığı konuyu ihtiva ettiğinden okuyucu veya araştırmacısı tarafından incelenir. İşte o zaman o kitap görevini, o kütüphane yıllarca raflarında beklettiği kitabın gereğini yaptığını bilmelidir. Çağdaş kütüphaneciler olarak bunları tersten algılamakla birlikte kitap düşme ve okunmuyor, istenmiyor gerekçesi ile kitapları da katletmemiz doğru değildir. Şu an Devletin himayesinde bulunan ve üvey evlat olarak benim zamanımda da bu günde bulunan kütüphane ve bağlı olduğu Genel Müdürlüğünün ve illerde bulunan kütüphanelerin Devlet himayesinden il himayesine geçirilme çabaları yanlış politika olarak bence uygulanmamalıdır.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 24

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP DEĞİLSE NE GELİR ELDEN!
Çorum’un eski mahallelerinden birisinin ismi “Devehane” dir bu günkü dilimize açarsak deve evi manasına gelir. Burası şimdi şehrin ortasında kalmış merkeze yakın bir mahalledir. Bu mahallenin çok eski bir cami ile bol sulu birkaç lüleli çeşmesi bulunmaktadır.
Ben 1947 doğumluyum 1961’de babam ve sonradan kayınpederim olan ve babamın arkadaşları ile birlikte Çorum’un camilerinde Ramazan ayında camii gezerdik. Bu cami çıkışlarında babamın ve arkadaşlarını gittikleri Ucu Camii arkasında büyük bir kahvehane vardı orada oturur bir çay içer ve Çorum hakkında hikâyeler anlatılır ve düzeltmeleri yapılarak bir nevi Biz Türklerin atalarımızdan dinleyip aktardıkları gerçek yaşanmışları birbirlerine anlatıyorlardı.
Geçmiş günlerden birisinde babamın arkadaşlarından birisinin anlattığı hikâyeyi buraya aktarmak istiyorum.
Devehane meydanında Osmanlı döneminde kervanların konakladığı bir meydan olduğu ve bu meydanda ticaret erbaplarının kervan toplayarak yola çıktıkları bir alan olduğundan buraya yakın yerlerde çeşitli sanatkârlarında dükkânları bulunmakta imiş.
Burada bir de deve semer imalatı yapan yaşlıca bir zat varmış. Bu zatın yanında da bir kalfası varmış. Dükkânının kapısının kenarında da çok eski püskü bir deve semeri bulunmakta imiş.
Bir gün ustanın bir işi çıkarak yakın bir ilçeye gitmesi gerekmiş. Kalfasına:
- Oğlum: Bu dükkânda yaptığımız yeni semerlerin fiyatı şu kadar. Bunlara müşteri çıkarsa bu fiyattan ver. Fakat sakın kapıda asılı semeri satma ve isteyen olursa da kimseye verme işe yaramaz yüzümüz kararmasın tembihini yapmış ve gitmiş.
Ertesi gün bir tüccar dükkâna gelmiş kalfaya:
- Altı deve semerine ihtiyacı olduğunu söylemiş. Kalfa:
- Biz de beş semer var başka yok diyince. Adam:
- Kapıda asılı eski semeri de satın alırım işim görülsün. Demiş. Kalfa tüccara:
- Ustam onu satma kimsenin işine yaramaz dedi o yüzden satamam. Diyince tüccar:
- Anladım o zaman bu semerlerin fiyatından onu da kiralayayım. Gelince semeri verir parasını geri alımım cevabını vermiş. Bu cevap üzerin kalfa altı semeri tüccara vermiş. Tüccar işine gitmiş. Birkaç gün sonra usta gelince bakmış kapıda bulunan semer yok. Dükkana girmiş kalfaya:
-Kapıda bulunan semere ne oldu diye sormuş. Kalfa.
-Usta bir tüccar geldi altı semere ihtiyacı vardı bizde de beş semer vardı o semeri de istedi. Diyince usta:
-Sana o semeri satma verme demedim mi?.Diye sinirlenmiş Kalfa:
-Usta zaten ben semeri satmadım emanet verdim. Adam Çorum’a gelince semeri verecek parasını alacak işte altı semer parası bu. Tamamını yeni semer parasından ödedi diyebilmiş. Usta bir parala bakmış bir kalfaya. Kalfaya dönerek ben artık seninle çalışamam şu senin haftalığın uğurlar ola. Diyerek kalfayı işyerinden çıkartmış.
Aradan üç dört ay geçmiş. Kalfa bir dükkân açarak nafakasını kazanmaya başlamış. Usta işinde gücünde iken bir gün sırtında dükkânın önünde asılı semeri taşıyan bir adam girip ustaya bakmış:
-Usta! Burada bir genç vardı. Benim onunla bir anlaşmam vardı. Bu semeri getireceğim diye para bırakarak almıştım diyince. Usta:
Hele terlemişsin bir soluklan. Ben kalfayı çağırayım gelsin. Diyerek dükkândan çıkmış. Kalfaya giderek:
Gel bakalım. Diye yanına çağırmış birlikte ustanın dükkâna gitmişler. Usta adama dönerek:
Kalfa geldi. Diyince tüccar:
Kalfa bu semeri getirdim ben sözümde durdum demiş. Usta hemen kesesinden tüccarın verdiği semer parasını tüccara saymış. Semeri tezgahın üzerine koyarak façetayı almış eski semerin yan tarafına façeta ile bir kesik yapmış. Kesilen yerden çil çil altınlar dökülmüş. Demiş ki:
“NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP DEĞİLSE NE GELİR ELDEN!”
Kıssadan hisse nasibinizse döner dolaşır sizi bulur. Nasibiniz değilse kimin nasibi ise ona gider.
Nasibiniz bol osun!

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 25

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ

SİTELERİMDEN BİLGİ

Merhabalar!

Site adreslerim.

http://corumlu.com

http://dergisi.info 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  26

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
YENİ ÇALIŞMALARIM
            Dergilerimize yazı veren arkadaşlarımızın ve benim çalışmalarımı sanal kitap olarak sizlere sunmak için yeni çalışma başlattım. Deneme mahiyetinde benim en son basılmış olan  “Çorumlular ve Çorum’a Hizmet Edenler” biyografi kitabımı sanal ortamda  sizlere sundum. 241 sayfalık bu çalışmamın bizlerce ilgi gördü.
            Çorum Osmancık’ta yatmakta olan Koyun Baba ile ilgili bir el yazması kitabın Latin harflere çevrisi ve basılmış olan çalışmam  bu sayfada hazırlanmada olup çok yakında tamamlanacaktır.
            İlk yayınladığım kitap olarak ”Çorum’da Yatan Meşhur Yatırlar”  da  hazırlanarak yakında sizlerle olacak
Yazarımız Mustafa Nevruz SINACI’NİN 2010 tarihinde sanal ortamda yazdığı yazılarını “Sıra Dışı” ismi ile yayına hazırlayarak  sizlerin görüşüne sundum. Kitabın çalışması 2010 tarihi Aralık sonuna kadar yayınlanacak olan çalışmalar ile devam ederek sonuca bağlanacak.
Sitelerimizde kitap formatına yakın olarak yayınladığımız Selma Gürsel’in “Çorum Yemekleri”  ile Sanal dergilerimizde yayınladığımız güncel yemeklerin toplandığı “Yemeklerimiz” isimli çalışmaları da  sitelerimiz de bulunmaktadır.
Bu çalışmalarımı yayınladığım kitaplarım ve yazarlarımızın dergilerimize gönderdikleri çalışmaları ile devam ettirmeye çalışacağım.
Ayrıca yayına hazırladığım iki yeni dergiyi de buradan sizlere duyurmayı uygun gördüm.
“Turizm Dergisi”  ilk sayısını hazırlamaktayım. İlk sayımızı Çorum ilini tanıtmak için hazırlıklarımı tamamladım ve yayına peyder pey aktarmaya çalışacağım.
“Bak Sat Al Dergisi”  bu dergimin amacı da satışını istediğiniz her türlü ticari emtianın buradan tanıtımını yapmak ve sizlere sunmak olarak düşündüm.
Yeni çalışmalarımızı diğer yazar arkadaşlarımızı sanal kitaplarına çevirmeye çalışacağım.
Sizlerin de öneri ve tenkitlerini bekliyorum.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 27

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ

BİTTİK Mİ?

            Uzun bir süre sizlerle olamadık. Arkadaşlarımız da benin uzak durmanın verdiği rehavetle çalışmalarını gönderemediler ya da fırsat bulamadılar.

            Bu sayfaların geçmişi geçmişte kaldı.

            Bundan sonra yazdıklarımız ve çizdiklerimiz ve çektiklerimizle sizlerle birlikte olacağız.

            Sayfalarımız yine gönderilen yazıların en erken güncellenmesi ve okuyucuya sunulması amacı ile sitemizde bulunacaktır.

            Yeni dergilerimiz de sizlerle birlikte büyüyecek ve devam edecek.

            Gayret bizden Taktir Allah C.C.  den.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  28

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL

Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ
BELKİ
Kendisinden başka birisini düşünmeyen bir şahıs; ağlar mı güler mi belli olmayan dudakları ile bakan, saygıyı bile bilemeyecek kadar düşüce yoksunu, olan birisini düşüne bilir misiniz?
Arakasında bir sürü bilmedikleri bu şahsı alkışlayan; kişilerin koştuğu ve alkışladığını düşünün.
Bunun gibi kişileri birileri tarafından yetiştirildiğini ve o toplumun bütün değerlerinin yok edilmesin ve değiştirmeleri için elinden geleni yapar ve görevini tamamlayarak anasının kucağına gider ve oradan yapacaklarını yapmaya devam ederler.
Yetiştirilenler filizlerini vermiş, Vatanın toprağına kök salarlar ve iyice benimsedikleri yeni görevlerine körü körüne bağlanır ve büyüdükleri, yiyip içtikleri Vatanlarını ya mürşitleri için ya da birkaç kuruş için satarlar. Bu yeni kök selenlerin esas köklerinin daha önceleri bu vatanın toprağında yaşamış ve o Vatanın idarecileri tarafından tolerans ve insandır diye ülkede kalmasına müsaade etmiş başka din sahipleridirler.
Bunlar yeni yapılanmada kendi dinlerine de artık serbestlik olarak gördükleri ve ele geçirdikleri ülkenin artık sessizleştirilmiş fertlerinin sessizliği ölçüsünde artık tohum olmaya başladıklarını zannederler.
Bu kişilerin; kendilerini ve etraflarındaki topluluktan başka hiçbir şey düşünmez, ülkenin diğer fertlerini sömüren ve kanını emen varlıklar haline gelirler.
“Ey Bu Topraklar İçin Toprağa Düşenler” beni ve diğer susanları af edin. Susturulmuşları da af edin! Karışmayanları da af edin!
Önündeki örnek olan ülkenin en yakın komşusunun hali seninde başına gelmesine ramak kalmadı mı?
Onlar da; bu suskunlukları ve ülkelerin idarelerine katkıda bulunmadılar ve bildikleri doğruları söylemediler veya söyletilmediler. Birkaçı ülkelerini kurtarmak girişimi gibi göstererek Yeni Dünyadan güç ve kuvvet gelmesini dilediler. Onlar da geldiler. Onları öldürdüler. On binlerce kadının ırzına geçtiler ve bir o kadar çocukların masumluğuna bakmadan katlettiler. Onları çağıran kuklalarına da yönetimi bırakarak ilerde büyük bir yara olarak bıraktılar ve uzaktan kumandaya ait programlarını çalıştırmak için kontrol mekanizmalarını kurmaya başladılar.
Ey uykuda olan ve üzerine ölüm toprağı serpilmiş insanlar!
Ne diyeceğiz?
Belki!

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 29

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
HÜKÜMET “YOK” HÜKMÜNDE!..
Dış (düşman) kaynaklı, İsrail+AB-D destekli Ermeni orijinli çete, terör/tedhiş, suç örgütü; Hakkâri’nin Irak sınırı Şemdinli ilçesindeki askeri birliğe 19 Haziran 2010 gecesi saldırdı. 8 asker şehit oldu, 14 yaralı var. Gün içinde sayı 11’e çıktı. 12 adet çeteci öldürüldü. Menfur saldırı, bölgesine takviye timler sevk edildi, silahlı helikopter ve topçu ateş desteği sağlandı. Kuzey Irak'ta tespit edilen hedefler de savaş uçakları tarafından bombalandı.
Hatırlanacağı üzere: 1 Ekim 1999 tarihinde İran, Irak ve Türkiye sınırında bulunan ve şeytan üçgeni olarak adlandırılan bölgeden giriş yapan çetecilerden Ali Sapan’ın da aralarında bulunduğu 8 kişi, açılım politikaları gereği (güya) teslim olmuştu. Her türlü hukuk, mantık, umur-u devlet ve ahlâk akaidine aykırı olarak oynanan bu oyun ve pervasızca sergilenen sinsi senaryo; hükümetin içine düştüğü gaflet, dalalet, acz ve zaaf’ı açıkça göstermeye yetmişti.
Nitekim o günden bu güne şehit sayısı artarak çoğaldı. Son iki ayda sayı 50’yi buldu.
“Açılım, düz ovada siyaset, demokrasi, kardeşlik ve barış” adına akıl almaz cürümler, menfur emellere matuf ihanetler, kirli oyunlar, yerli kripto, kalleş diyaspora, dönme, devşirme dümenleri ayyuka çıktı. Başta ABD, şeriki İsrail, AB, GKR çete yönetimi ile fink atıp Ermeni yalanları uğruna; Ülkelerine anıtlar dikerek necasete bulaşan kimi sözde İslâmcı ülkeler dâhil, 20 küsur devletin yardım ve yataklıkla “taşeron” olarak kullandığı bu güruh iyice azıttı!
Ayrıca, açılım kapsamında af, atıfet, tolerans ve taviz kapısının aralanması eşkıyayı yüreklendirdi, meclis içinden açıkça ışmar olunması melunlara cesaret verdi, şımarttı. Buna paralel zaafa uğrayan erkler, felç edilen stabilizatörler ve bozulan kuvvetler dengesi ile terör ve tedhişle lâubali ilişkilere girilmesi, iş bu -zıvanadan çıkmanın nedeni oldu!
ŞİMDİ NE YAPMALI? Tıpkı Fuzûli’nin dediği gibi; "Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok" Ülkenin son 47 yılına kir ve kan damgası vurmuş eli kanlı eşkıyanın, İmralı mahpusu bebek katili; Nasıl oluyor da ülkede gündem belirliyor? Buna hangi hain, bedhah ve küstahlar cevaz vermekte! Başkaca kaç mahkum avukatları ile görüşüyor? "31 Mayıs'tan sonra artık ben yokum, olacakların sorumlusu değilim" Biçimi, açık tehdit içeren mesajı kim açıkladı? Kim yaydı? Hangi yandaş/yoldaş, Candaş medyalar mesajı yayınıp terörü azdırdı?
Eğer hükümet varsa, derlesin-toplasın suçluları, çıkarsın yargı önüne.
Yürütme açılım zaafı ile malul; Yasama çatısında parlâmenterlik mesleği icra edenler içinde hiç mi ‘onurlu, sorumlu, vicdanı hür, irfanı hür’ kula kulluk etmeyen adam gibi adam; İyi insan ve iyi vatandaş yok!.. Cumhuriyet (!) Savcısı, Polisi, Askeri, Jandarması ve Hâkimi ile Yargı ne iş yapar? Dördüncü kuvvet; Hukukun üstünlüğünden sorumlu namuslu/dürüst, onurlu/sorumlu, milli memleket medyası nerede? Ülkede, binlerce sorun, haksızlık, yolsuzluk, hırsızlık, hukuksuzluk ve her türlü ihanet hüküm sürerken; dünya kupası maçları, adi televole, fuhuş, ahlâksızlık furyası, menfur ihanet senaryoları ve çete reklâmları ile müştegil; Türk'e ait değerleri yok sayan diziler ve beyin yıkama metotları ile milleti uyutan, avutan bir medya!
Ve; Beşinci Güç olarak tanımlanan Sivil Toplum!.. Adına STK denilen, açık toplum örgütlerinin ekserisi ihanet şebekesi işleten dâhili ve harici bedhahlara angaje; Açlık, işsizlik, yokluk ve yoksulluktan malul, geçim derdine mağlup, gözü bir lokma ekmekten başka bir şey görmeyen, sorunlar sarmalı içinde boğulmuş, paralize bir millet! Kendi evinde işkence, devlet kapısında zulüm, eziyet ve azap’a maruz, zavallı yurdum insanı! Amma buna mukabil:Dürüst yurttaşların vergileriyle bitleri kanlanan kravatlı hırsızlar, yolsuz ve teröristler, TC’nin her noktasını gezip, devleti tehdit eder, milli-manevi değerlere alçakça saldırırken!
Her tür azınlık ırkçılığı meşru  edilip, Türküm diyenlerin boynuna yaftalar asılırken!
Şehit cenazelerine sahip çıkmak ‘istismar’ çete leşlerinin ‘şehit namırın’ çığlıkları ve melânet örgüt paçavralarıyla kadavra gömmeleri "sağduyu" olarak adlandırılırken; sözüm ona "aydın" geçinen "akademik unvanlı vatan hainleri" ekran gezip, bayrak inmesin diye canlarını sebil eden güvenlik güçlerine ağız dolusu hakaret ederlerken! İsim önüne ‘insan hakları’ gibi ‘yüce evrensel değerler’ koyarak, nitelikli dolandırıcı yüzlerce dernek, vakıf vb, STK alenen teröre hizmet edip, anarşist haklarını savunurken; Ülke yöneticileri, şehit cenazelerindeki tepki ve coşkuyu ‘yaygara’ olarak nitelerken. Politik-ACI’lar, milli birlik ve beraberliğimizi güçlendirecek atılımlar yapmak yerine, TC’nin 36 etnik grup olduğu yalanıyla, et ile tırnak gibi kaynaşmış insanlarımızı ayrıştırmaya yönelik kerameti kendinden menkul, esas işlevi “tefrika” olan “açılımlar” peşinde koşarken; üstelik tüm olup biten, cereyan eden icraatı inceleme/araştırma/sorgulama, yargıya ve savcıya taşıma görevi ile yükümlü ‘demokrasinin vazgeçilmez unsurları” siyasi partiler; Derin uyku, gaflet-dalâlet, demokrasi/adalet ve hukuka ihanet, günlük çıkar rant peşindeler!
Bir yanda bireysel risk ve sorumluluk alan, vatanını canından çok seven, bu uğurda ölümü göze alarak kışlalarına saklanmayıp gece gündüz, kar kış demeden teröristi her nerede ve hangi bataklıkta olursa olsun arayıp bulan ve onu yok eden korkusuz Türk askeri. Diğer tarafta, risk üstlenmekten korkan, sinsi, siyaset peşinde sünepe, dalkavuk, lânetli Yahudi tarikatı mensubu “menfur mason”, kurnazca kışlasına sinmiş, bana dokunmayan yılan bin yaşasın zaafı ile malul! Türk Ordusunu “Peygamber Ocağı” olarak değil, bol paralı, çok avantalı, itibarlı ve garantili bir meslek olarak gören! Lâfla birçok aksaklığın üstünü örtmeye çalışan, ateist-pagan, terörle dans’a açık ve şehit vermeye mahkûm,  paralı/lejyoner portresi.
DAHASI VAR! Terörün bir numaralı hamisi İsrail'e savunmamızı teslim etmek gafleti! Çetenin ağababası, Amerika’dan istihbarat dilenmek gibi iğrenç bir rezalet! Her halde bu nedenlerle olsa gerek, alçakça/kahpece, kalleş saldırılara uğruyoruz? Nerde savunma planı? Kendi istihbaratımıza ne oldu? Hava harekâtları ne işe yarıyor? Alınan termal kamera, gece görüş cihazları, insansız uçaklar ne işe yarıyor? Eşkıya nasıl olup da bu kadar rahatça gelebiliyor? Bu memleketin; Cumhur-başkanı, baş-bakanı, genelkurmay başkanı, içişleri ve dışişleri bakanı ne iş yapar? BİR milyona yakın askerin üç buçuk eşkıyaya nasıl olur da gücü yetmez? Neden? Niçin? Askerin elini tutanlar tutuklanmaz? Sonuçta: Terörün finans kaynakları, lojistik desteği kesilmedikçe, siyasi uzantıları, iç ve dış bağlantıları tutuklanıp yargıya teslim edilmedikçe, bataklığın kurutulması ve eşkıyanın yok edilmesi zordur. Çünkü ABD ve AB stratejik öneme sahip ülkemize karşı, ''terör-tedhiş silahını'' kullanmaktan kaçınmamaktadır. Bu gerçek apaçık ortada iken; ABD istihbaratına bel bağlamaksa büyük bir çelişkidir, saflıktır, gaflet, dalalet ve aptallıktır.
Lütfen hatırlayınız: 8 yıl öncesinde terör sıfır seviyesindeydi. Sonra nice evlatlar şehit düştü. Nice avratlar dul, evlâtlar yetim kaldı. Genelkurmay başkanın ‘acımız büyük, üzüntülüyüz’, Politik ACI’ ların ‘kanları yerde kalmayacak’ ve zavallı muhalefetin ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ teraneleri, acıları dindirmiyor. “Babalar gibi paralar” başka yerlere harcanacağına; TSK'ya savunma donanımı alınsın. Başta İsrail olmak üzere, diğer himaye, yardım-yataklık unsurları ile savunma ilişkilerimiz derhal kesilsin ve “ihanet bölgesinde/olağanüstü hal” ilân edilsin. 
DUYUMLARA GÖRE: Sağlıklı istihbarat yok, F16'lar sorunlu, tanklar düzgün çalışmıyor, silâhlar tutukluk yapıyor! Suç teşkil etmesi gereken: “Kürt sorunu, bölücü terör örgütü, örgüt adları, bebek katilinin mesaj ve demeçleri, hayali etnik ve anadil sorunları ve kerameti kendinden menkul “demokratik barış ve kardeşlik” söylemleri! Bunlar AB domuzlarının “Kıbrıs için barış” palavrasını andırıyor. Gerçek şu ki: TC’nin ve Türk halkının bu alanda bir sorunu yok. Var olan sorun sadece “Umur-u devlet yokluğu” adaletsizlik, haksızlık ve hukuk! Hak, güvenlik, hukuk ve huzuru tesisle mükellef olan kimdir? Elbette hükümet!
Çünkü adalet, saadet ve sulhu salâh, hükmün hikmeti ile kabil ve mümkündür.
Peki, niçin ‘hükümet” var da; “Adalet, hakkaniyet, eşitlik, huzur ve hukuk” yok?
Çünkü; bunları tesise muktedir olamayan hükümet de “YOK” hükmündedir!
Allah (CC), bu Millete akıl, iman, izan, basiret ve feraset versin İnşallah. 

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 30

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
GANDİ’YE KULAK VERMEK
            "Şiddet göstermemek, benim inancımın birinci maddesi; aynı zamanda o, itikadımın da son maddesidir." diyen Hintli pasifist siyaset bilimci düşünce adamı Mahatma Ghandhi; (*)  İngiliz sömürgeciliğine karşı Hint milli hareketinin, 1919 -1948 dönemi en önemli lideridir.
İnanç ve ideolojik temellerini, şiddet karşıtlığı, sivil itaatsizlik, pasifizm, uzlaşmacılık, çilecilik, Asya milliyetçiliği, Hinduizm’in dinsel mistik öğeleri, dinlere saygı, insani boyut, bilgelik ve barış düşmanı teknoloji (ilâh, silâh ve ilâç ticareti) karşıtlığı oluşturur.
İNANÇ VE İDEOLOJİSİ’NİN TEMEL İLKELERİ:
Önce önemsemezler, sonra gülerler, sonra kıskanırlar, en sonunda ise yenilirler.. .
Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız. Alkışlar önüne kansız elle çıkınız.
Basit yaşa ki, başkaları da var olabilsin.
Bir insanı, ancak gerçekten uyuyorsa uyandırmak mümkündür. Ama eğer uyumuyor da uyku taklidi yapıyorsa, dünyanın bütün gayretlerini sarf etseniz, nafiledir.
Bizi yok edecekler şunlardır: İlkesiz siyaset; vicdanı sollayan eğlence; çalışmadan zenginlik; bilgili ama karaktersiz insanlar; ahlâktan yoksun bir iş dünyası; insan sevgisini alt plana itmiş bilim; özveriden yoksun bir din anlayışı…
Bu dünyada öylesi aç yaşayan insanlar var ki, Tanrı onlara ancak bir somun ekmek suretinde görünebilir.
Dinler aynı noktada birleşen farklı yollardır.
Aynı amaca ulaşacak olduktan sonra ayrı yollar seçmemizin ne önemi olabilir?
Dünyada görmek istediğiniz değişikliğin kendisi siz olun..
Düşünceye gem vurmak, zihne gem vurmak gibidir. Bu ise rüzgârı zapt etmekten de zordur. Düzenli, temiz ve şerefli olabilmek için paraya ihtiyacımız yoktur.
Göze göz, dişe diş düşüncesi bütün dünyayı kör edecek.
Güç fiziki kapasiteden değil, boyun eğmeyen iradeden gelir. Haksızlığa sapıp bütün insanlar seni takip edeceğine, adaletle hareket edip tek başına kal daha iyi.
Her sabah kalktığım zaman kendi kendime şöyle söz veririm: Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım. Kimsenin haksızlığına boyun eğmeyeceğim. Adaletsizliği adaletle yıkacağım ve mukavemet etmekte ısrar ederse onu, bütün mevcudiyetimle karşılayacağım.
Keyif zaferde değil; asıl mücadele, girişim ve çekilen ıstıraptadır.
Özgürlük hiçbir zaman "her istediğini yapma izni" anlamı taşımamıştır.
Sevgi dünyadaki en incelikli güçtür. Sevgi her zaman ıstırap çeker, hiçbir zaman ne gücenir ne de intikam almaya çalışır. Sevgi insanlığın, şiddet hayvanlığın kanunudur. Sevginin olduğu yerde hayat vardır.
Sıkılmış yumruklarla el sıkışamazsınız.
Siz kendi elinizle teslim etmedikçe, kimse kendinize olan saygınızı elinizden alamaz.
Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür; düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür; duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür; davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür; alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür; değerlerinize dikkat edin, karakterinize; karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.
Şiddet karşıtlığının ürettiği güç kesinlikle insan yeteneğinin icat ettiği tüm silahlardan gücünden üstündür.
Tanrı dualarımızı bize göre değil, kendi yöntemine göre yanıtlar.
Toplum hayatı için bireysel özgürlük ve bağımsızlık şarttır.
Toprağı kazıp onu işlemeyi unutmak, kendimizi unutmak demektir.
Zayıf insanlar affedemezler. Affetmek güçlülere has bir özelliktir.
(*) 1869 yılında doğdu. 30 Ocak 1948’de radikal milliyetçi bir Hintli tarafından öldürüldü.  

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 31

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
OBJEKTİF VE REEL ANLAMDA; KUVVETLER VE DENGELER
            Demokrasi rejiminin teminatı ve meşruiyetin temel şartı kuvvetler ayrılığıdır.
            Genel politik bilimler ve geleneksel Türk idare sisteminde öne çıkan “medeni siyaset” kuramında kuvvetler: 1. Yasama (meclis/şura), 2. Yürütme (icra/hükümet), 3. Yargı (adalet cihazı, hâkim ve savcılar), 4. Medya (yazılı/görsel/işitsel ve dijital), 5. Sivil Toplum (örgütlü kuruluşlar ve bireysel sorumluluk bağlamında yurttaşlar)  
            Tek başına “izafi bir kavram” olmaktan öte bir anlam ifade etmeyen devlet kavramı, bu uzuvlar vasıtasıyla vücut bulur, kurumlaşır ve şekillenir. Başta İsrail, ABD, çoğu AB ve bazı Arap ülkeleri gibi “çete devletleri” hariç olmak üzere; Vatandaşlar tarafından ‘insan için” kurulan, akil/ehil/erdemli, onurlu ve sorumlu insanlar tarafından yönetilen devletlerin olmazsa olmaz şartı, kesin kes kuvvetler ayrılığıdır.    
            Kuvvetler ayrılığı: Eğer ki, her bir erk/kuvvet kendi işini kendisi yapabilecek güce ve özgürlüğe sahip ise vardır. Aksi takdirde, böyle bir ilkenin varlığından bahsetmek siyasi etik dışı, düpedüz yalancılık, sahtekârlık ve mürailiktir. Olayı Türkiye özeline indirgediğimizde görüleceği üzere: Bu durumda, TBMM üzerinde sıkı bir parti kontrolüne gerek kalmayacağı gibi, “demokrasinin vazgeçilmez unsuru” siyasi partileri âdi birer şirket, sömürü aracı olarak kullanan ‘lider bozuntusu” keneler zuhur etmeyecektir. HSYK’da adalet bakanı ve müsteşarı bulunmadığı halde hükümetler, yargı darbesi yemeyeceklerinden emin olabileceklerdir…
Dolayısıyla, halkın “sosyal sözleşmeler” (anayasa, yasa, yönetmelik vs) gereği vücuda getirdiği örgütün ‘hukuk devleti’ olarak varlık, meşruiyet, güç ve ağırlığını sürdürebilmesinin olmazsa olmaz koşulu;, Objektif, eşit-adil hak, nevi-i şahsına münhasır özel hukuk ve orijinal esaslara göre kaim sağlam bir mevzuatın varlığı, yasalar karşısında yekdiğerine nazaran eşit ağırlık ve devamlılığın teminatıdır.
Bu durumda: (kuvvetler ayrılığı ilkesinin hâkim ve hükümferma olması halinde) 
1. Yasama (Meclis/Şura); Namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu; vicdanı hür, irfanı hür yurttaşlardan terekküp ve teşekkül edebilir.
2. Yürütme; Hükmünü hikmetle yürütür, kul hakkını korur, hukukun üstünlüğünü hâkim kılar, ülkeye zenginlik, refah, barış ve mutluluk getirir, adalet ahlâkının banisi olabilir. 
3. Yargı; Kolluk kuvvetlerinden hapishanelere kadar bilcümle sathı vatanda, her türlü hâl ve ahvalde hak/hukuk, adalet ve dürüstlükle kaim huzur, emniyet ve güven iklimi hâkim kılınır. Adalet özgür/tarafsız ve bağımsız biçimde tahakkuk eder, mülk’ün temeli olur. Cumhurbaşkanı dâhil vekil, başbakan/bakan, genelkurmay başkanı, genel müdür, general ve memurlar “kanun önünde” eşit hale gelir. Vekillerinin ‘kürsü masuniyeti’ ile hâkim ve savcıların “resmi vazife masuniyeti” hariç; Mevcut ve mer-i insanlık, etik ve hukuk dışı, “dokunulmazlık” denilen insanlık düşmanlığı kisvesinden eser kalmaz.   
4. Medya: Bilumum tür, hitap/kapsama alanı, imkân ve kaynaklarıyla özgür, tarafsız ve bağımsız, şahsiyetli ve haysiyetli; Bütün Türk Milleti, bilim ve insanlık adına; halkın yanında yer almak dışında, kimseye “yandaş, yoldaş ve Candaş” olmayan;, Namuslu, dürüst, ilkeli, onurlu ve sorumlu unsurlar “beşinci kuvvet/MEDYA” bunun dışında kalan ve kula kul olan domuzlar ise sadece lânetli uşaklar ve halk düşmanlarıdırlar!...   
5. Sivil toplum/özgür birey ve her biri bir devlet olan vatandaş:  Gerçekte en önemli kuvvet/erk halk; Halk’a rağmen hüküm iddia, ifa ve icra etmeye kalkışmak gayrimeşru olmaktır. Burada meşruiyetin ilk şartı kesinlikle ve asla seçimle gelmek değil; Kuvvetler ayrılığı ilkesi bağlamında ‘hukuki tanım, konum ve duruma’ uygun olmaktır.
İşte Bu: Hiçbir çıkar, kazanç paylaşma ve gönüllülük dışında zorunlu aidat almaksızın faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ve bizatihi onurlu/sorumlu bireyin görevidir. Görev: başta yasama/yürütme/yargı/medya olmak üzere; Devleti denetleme, kamu vicdanı ve adalet kurumu yoluyla sorgulama, yargılama ve icabında hasep sormaktır.
Siyasi partiler, sendikalar, meslek odaları ve kooperatifler kesinlikle STK değildir.                
Kuvvetler Ayrılığı İlkesi ve Yargı Meşruiyeti
Yukarda açıklanan ve tanımlanan ilkeler her medeni devlette var olmak zorundadır.
            Aksi taktirde, demokrasi, adalet-hukuk ve kuvvetler ayrılığı bahis konusu olamaz!..
            Devlet içinde kuvvetler, birbirlerini denetlemek, kontrol ve takip etmek, dengelemek; aynı zamanda anayasa ve yasa karşısında eşit hak, yetki ve sorumluluğa sahip olmak zorunda ve durumundadır. Yasama, Yürütme ve Yargı terazide eşit ağırlığa sahip olmaz; Medya da yandaş, yoldaş ve Candaş unsurlardan oluşmak gibi, lânetli bir hale irca olursa; Ne cari sistem meşrudur ve nede, sistemin güncel banileri!..    
            Daha açık bir anlatımla: Demokrasilerde yargı bağımsızlığı, nevi şahsına münhasır özgürlük/özerklik ve tarafsızlığından bahsedebilmek için yargının diğer iki demokratik erkten yani yasama ve yürütmeye eşdeğer meşruiyete sahip bulunması gerekmektedir.
Yoksa bu günün "Anayasa Mahkemesi ana muhalefet mahkemesi olmuştur" biçimi art niyetli ve eleştirel söylemler ile anayasaya açıkça meydan okuma tarzındaki polemiklerinden daha güçlü ardıl yargı sorunları bir anda rejimin kökten sorgulanmasına neden olabilir.
Bu ve benzeri beyanlar, tahrik ve hezeyanlar alenen suç teşkil etmesine, ceza yasası ve anayasaya göre soruşturmayı mucip olmasına rağmen dava konusu yapılmaz, yapılamaz ise yargı büyük bir baskı ve töhmet altında demektir.  
Meşruiyet kaynakları demokrasilerde "halk desteği", millet iradesinin ‘namuslu, dürüst ve demokratik’ seçimlerle devlet idaresine gelme önkoşulu olmakla birlikte, insan hak ve özgürlükleri gibi evrensel temel hukuk kavramları bazen çoğunluğun desteği Olmaksızın da meşruiyetin vazgeçilmezi olmaktadır.
Nitekim Anayasaların ortaya çıkışı ile devletin karşısında bireyin, yerli azınlıkların, dezavantajlı grupların korunmasına yönelik liberal demokrasi akımları ile mümkün olabildiği gerçektir. Yargının meşruiyetinin güçlü olarak desteklenmesi ve bağımsızlaştırılması ilk defa ABD'de jürili mahkemelerin kurulması ve Anayasa Mahkemesinin ortaya çıkışı ile başlamış, bu sistematik kıta Avrupa'sında da giderek yaygınlaşmıştır.
Meşruiyet kaynaklarını kuramsal, pozitif hukuk kapsamı dışında örf, adet, din, gelenek ve görenek kuralları ile tabana yaymak yürütme ve yasamanın görece "halka yakınlık" kozunu elinden alabileceği düşünülür. Ancak demokratik seçenekleri, çoğulculuğu, kişi hak, hukuk ve özgürlüklerini tamamen veya kısmen yok etmeye yönelik kavram ve kurumlaşmaların yasama ve yürütmenin karşısına çıkabilecek daha güçlü meşruiyet kaynakları bulabilmek oldukça zordur. Hatta bazen Irak'ta olduğu gibi istenmeyen gelişmelere veya Cezayir'de yaşandığı gibi tamamen totaliter bir dışa kapanmaya ya da Filistin'de olduğu gibi ortada bırakılmaya neden olabilmektedir. Eskiden Türkiye'de "Adalet Mülkün Temelidir" veciz sözü geçerli idi. Her nedense bugünlerde aynı veciz söz "Adalet Devletin Temelidir" şeklinde değişivermiştir.
Herkese normal gelebilir ama işin aslını/felsefesini bilenlere göre bu faşist bir tuzaktır.
Hem de demokrasinin devletle bireyin sözleşmesine dayandığını savunan liberallere atılmış bir goldür. Çünkü devlet bireyin mülkünün emniyetini sağlamak görevini üslenmiştir. Halbuki adaletin devlet elinde bir silah olması devletin bu ikili anlaşmayı bireylerin mülküne ve bütün kişilik haklarına tecavüzünü mazur gösteren bir yaklaşımdır. Yani; adaletin mülkün temeli olduğu doğru, ama devletin temelinde tecavüz ve zorbalık varsa adalet yoktur.
Anayasal meşruiyetin tahkimi için batılı ülkeler (Almanya, Fransa, İtalya, Macaristan vb) Anayasa Mahkeme üyelerini meclisin nitelikli çoğunluğu (2/3 gibi) ile seçmekte, Çünkü Cumhurbaşkanı, başbakan gibi yüksek makamlarda bulunanları yargılayabilmek için böylesi bir güçlü desteğe ihtiyaç duyulmaktadır. Nitelikli çoğunluk mahkemenin elini güçlendirirken yürütmenin oldubittilere başvurmasını önlemekte ve caydırmaktadır.
Tabii ki, yorum yapacak birçok kanaat önderimiz olmasına rağmen bu hassas konulara pek de girilmemesi çok düşündürücüdür. Demek gerek iktidar, gerek muhalefet, tıpkı yandaş, yoldaş, Candaş medya gibi ‘yandaş yargı’ hesaplarını da bir türlü bırakamamaktadırlar.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  32

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
REZİLLİK DİZ BOYU; HÜKÜMET NEREDE?
            KPSS sınavında ortaya çıkan yolsuzluk; geçmişin karanlıklarından günümüze uzanan menfur satanist cemaat-siyaset; soygun-vurgun, sahtekârlık, nitelikli dolandırıcılık ilişkisine dayanan ve tesadüfen “namuslu-dürüst bir vatandaşa çarpma sonucu” ortaya çıkan bir kamyon (susurluk) kazasına benzemektedir.
            Gerçekte bunlar bir tesadüf değil, “ilâhi adalet” in tezahürleridirler.
            Zira susurluk türü bilumum kirli iş ve ilişkiler, zaten devletçe malumdur.
            Devlet izafi bir kavram olmakla; Hakikatte “güç” bizatihi hükümettir.
            Bu harama ve yalana dayalı akçeli işler; kirli, haksız, adaletsiz, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık, sahtekârlık, rüşvet-iltimas, kaçakçılık, kara para, yasa dışı ticaret, kayıt dışılık, hırsızlık-yolsuzluk, evrak tahrifi ve suiistimal genellikle hükmedenlerin bilgi/himaye, yardım ve yataklığı dâhili ve sâyesinde yapılır. Yöneticiler bunu bilmeseler dahi (ki bu asla mümkün ve imkân dahilinde değildir) emanetçilik ettikleri efendi, sulta, dikta veya cunta bilir!..
            Dahası, mahalle muhtarından MİT muhbirlerine, semt karakolundan, sağlık ocağı ve bilumum yerel-taban ünitelere kadar müthiş ve muazzam bir “yasal örgüt”, hukuki bilgi ağı ve örgün iletişim organizasyonu biçiminde işleyen mekanizma; Kesinlikle ve mutlaka her şeyden haberdardır. Devlet, nerede ne olduğunu ve kimin ne işler karıştırdığını bilir. Zaten de bilmek zorundadır. Bilmezse “devlet olma” temsil, hüküm-hikmet ve meşruiyet vasfını yitirir.
            İşte böyle!...
            Bahusus KPSS sınavının iptali insan hakları, adalet ve hukuka aykırıdır.
            Hükümet önce, bütün unsur, amir, dâhili-harici bağlantı ve uzantıları ile mezkür çeteyi ortaya çıkartmak; Olayda kastı mahsus, cana, mala, ikbal ve istikbale matuf caniyane emeller, haksız edinim, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık, soygun esası olduğu için failleri istisnasız tutuklamak, yargılamak, hapisle tazyik ve tecziye etmek; Adalet ve yargının görevidir.
            Buna paralel olarak bütün “kopya çekenler” otomatikman ortaya çıkacaktır.
            Kopya çekmek suçtur. Faillerin sınavları iptal edilir ve fiillerine uyan cezalara çarptırılırlar. Bunlar, mutlaka yargılanmak ve cezaları verilmek zorundadır.
            Kopya çekmeyen, masum, müsemma “doğru-dürüst” olanın sınavı geçerlidir.
            Namuslu ve dürüst insanlar asla cezalandırılamaz.
Devlet; iyi insan, iyi, namuslu, dürüst vatandaştan yana olmak,
Onurlu ve sorumlu vatandaşları korumak, kollamak zorundadır.
Aksine bir karar veya tasarruf halinde “Cumhuriyet Savcıları, Adalet, Yargıçlar ve Barolar” karar mekanizmalarına karşı harekete geçmek; Namuskâr ve dürüst vatanların hak ve hukukuna sahip çıkmak zorundadır.
Aksi taktirde bunlar da, “onursuz ve sorumsuz” aciz ve yok hükmünde sayılır!..
Sonuçta dava sür’atle sonuçlandırılıp, dürüstlerin hakkı hayat bulmalı; Kötüler mutlaka kahredilmeli, yardım-yatakçı, uzantı ve bağlantıları ıslah veya mahvedilmelidir… 
Aksi takdirde kötülük büyür.
            Kötülük olan ülkede, ya hükümet yok, veya aciz, zayıf ve aciz hükmündedir!..    
            Dolayısıyla, başta güncel KPSS yolsuzluğu, anarşi, terör-tedhiş, bilumum haksız edinim, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık ve ‘organize işler’ dediğimiz suçlara karşı etkin tedbirler almayan yönetimler ve hükümetler her halikârda suça ortaktır.
Yahut da, bütün faili meçhullerin suçlusu hükümettir!..
            Manâ ve muhteva olarak, alenen; “suç teşkil, suça teşvik, suç ve suçluyu övme, tahrik” gibi insan hakları, adalet, hukuk ve ahlâk dışı unsurlar içermedikçe, “Söz söyleme, düşünce ve kanaat açıklama” hak ve hürriyeti tahdit edilemez.
            Amma lâkin, öldüreni öldürmeyen; Suçluyu mutlaka bulup cezalandırmayan;
            Haklıyı, doğruyu, iyi-namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu vatandaşları korumayan;
            Adaletle hükmetmeyip, rezilliği yok edemeyen hükümet acze düşmüş demektir.
Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına izinlidir.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 33

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
DÜZEN’İN BAŞIBOZUK; DEMOKRASİ YOK!...
            Vahşi, alçak ve ikiyüzlü batının dayatmasıyla “yeni Osmanlıcılık” adına sahnelenen Heybeliada, Akdamar ve Dinler arası diyalog gibi din, ilim-irfan, akıl-mantık, gelenek, gerçek ve dayanaktan yoksun saçmalık, apaçık komiklik ve nafile şovlarla cinlik yapan ‘uyanık’ (!) birileri, güya şanlı ecdat’ın güncel versiyonuna oynadıklarını sanıyorlar.
            Alakası yok!. Bu, AB tarafından asırlardır dayatılan kirli bir oyun.
Derin bir gaflet, hazin bir dalalet ve çok acı bir hıyanet!..
Bozuk düzen, disiplinsizlik, demokrasi yokluğu ve başıbozukluk bu!..
Tarihe “talihsiz menfur eylemler” diye geçecek bu tasarrufların, gaflet uykusu, kuru gürültü, horultu ve homurtudan öte hiçbir önem, etki ve değeri yoktur. Kaldı ki, beka/basiret, umur-u devlet, kemali ciddiyet, bilim, tarih şuuru ve bilhassa “sürdürülebilir objektif siyaset” ile mütekabiliyetten yoksun, olumsuz-tabansız, dayanaksız kısır teşebbüslerle, dünyada Türk siyasetini küçük düşürüyor, istismara izin veriyor, çok gülünç durumlara düşüyorlar. Bu taviz ve ivazlarla failler, kamuoyu nezdinde alçalıyor, alay konusu oluyor; aciz/zavallı, sürekli taviz veren, acıklı ve komik hallere sürükleniyor, kamu vicdanını sızlatıyor, rencide ediyor ve tarih önünde kamusal suç işliyorlar.
Amma gaflet ve dalalet boylarını aşmış. Farkında değiller!..
Bu yapılanlar, devletin beka, basiret ve umuru ile bağdaşmamakta; Lâiklik temelinde yükselen milli devlet ve milli siyasete bir yarar sağlamamaktadır!.. Tarihi gerçek, gelenek ve Türkiye Cumhuriyeti teamüllerine de aykırıdır. Zira bunlarda bir zerre Osmanlı-Türk  asaleti, Müslüman feraseti, akil insan basireti, milli tarih şuuru, Türk ruhu ve damarlarında “asil kan” olsa bilirler ki: Osmanlı asla tek taraflı siyaset yapmadı. Münhasıran asrına ait olmak kaydıyla asla taviz vermedi. Düşmana hoş görünmeye çalışmadı ve düşmanın düşmanlığını unutmadı!
EĞER OSMANLI DEVLETİ OLSAYDI!
Akdamar’la eş zamanlı olarak AYASOFYA ibadete açılırdı.
Ermenistan, Yunanistan tüm Ortodoks hinterlandında Omsalı, Türk-Müslüman eser, camii ve vakıfları ihya edilir; Daha 50-60 sene öncesine değin mevcut Ermenistan, Karabağ, Balkanlar, Yunanistan ve SSCB (Rusya) CAMİ'lerinin hesabını sorar; Kalan bir kaç tanesini de aynı gün imar ve ihya edilmiş olarak ibadete açarlardı!
Dahası, bu gaflet ve dalalet uykusundan ‘tedbir ve temkinle’ kalkılır tarihe bakılırdı;
Evet, gerçekten Osmanlı Patrikhaneye, bütün kilise, mabet, inanç ve dinlere “Rab’in emrettiği şekilde” kendi egemenlik ve himayesinde hayat hakkı tanımış; Buna karşı asi/hain olan yahut Sapıtan patrikleri, papaz ve rahipleri hiç tereddüt etmeden derhal darağacına çekmiştir;
Ayasofya ise Fâtih’in vasiyeti üzere daima İslâmi ibadete açıktır.
            Haydi, yüreğiniz yetiyor, bileğiniz tutuyor, tarihi bilinç ve bellekleriniz sizleri gaflet ve dalalete sürüklemiyorsa; gücünüz yetiyorsa böyle yapın. Zira tek yanlı taviz vatana, millete ve insana ihanettir. Yüreğine, bileğine, aklına, ilmine ve damarlarındaki kan’a güvenen daima doğru, iyi ve milli devlet yararına olanı yapar. Meselâ!
Önce 12 Eylül yerine Yassı ada ve 27 Mayıs’ın hesabını sorar;
Van gölü (Ermeni tecavüz kilisesi), Trabzon (Rum mütecaviz kilisesi) etrafında oynanan oyun ve dolapları (Pontus) kestirip atar, Ayasofya’yı derhal ibadete açar. Asala ve pkk’yı eğiten-lojistik destek veren, emekli Yunan Subaylarını bulup infaz; Melânet örgütü de Milli hükümet emriyle TSK ve güvenlik kuvvetleri; Dağları kaatiller, kaçakçılar, anarşi, terör ve tedhiş unsurlarından; Düz Ovaları, hırsız-yolsuz domuz, dolandırıcı-yankesici kene, rüşvet ve iltimas erbabı bit/pire ve kan emici ‘demokrasi, düzen, adalet ve hukuk düşmanı’ politik ACI’lar ile onların iğrenç uzantı, bağlantı, yardım ve yaltakçılarından temizler!
Bundan böyle: Türkçe düşünülür, Türkçe konuşulur ve Türkçe yaşanır.
"Türk’üm" ve “Kürt’üm” diyenlere, "etnik bölücülük yapıyorsunuz" denmez!
Başıbozukluktan kurtulmanın ve Demokrasi’ye kavuşmanın yegâne yolu budur.

Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına izinlidir.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 34

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
"TÜRKİYE ANALİZİ"
Analiz, kimilerine göre ‘Türkiye’nin yakın gelecekteki suluboya resmidir.’ Bu nedenle analizi bilgilerinize sunmak ve sizlerle paylamak istedim.
İşte: LE MONDE Türkiye Muhabiri Guillaume Perrier’den; Türkiye analizi!
“Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor.
Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren “kültürel bölünme”.
Bu artık iyice keskinleşti.
Bir yanda; ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yasayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten hoşlanan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç kari koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var.
Diğer yanda ise; kız lisesi-Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, Kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendisini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, batı standartlarına yakın bir grup var.
Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk.
Onları, Batı’daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat gibi, birleştirici kültürel zeminler yok.
Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı. Hattâ birbirine düşmanca.
Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış.
Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi.
Kalabalıklar ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.
İkinci grup ise azınlıkta.
Ve artık bir daha secim kazanma ihtimalleri yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.
Daha Batılı olan “ikinci grup”, Batı’nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için, git gide Batı’ya ve Batı’nın demokratik değerlerine düşman oluyor.
Yaşam tarzı olarak Batı’ya düşman olan birinci kesim ise, iktidarı ancak Batı’nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için, Batı’yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.
Bu kültürel parçalanmada “ordu” önemli bir role sahip,
Eğer, birinci grubu desteklerse ve batı’nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek.
Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor. Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.
Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu’da üretim yapıyor, malini diş dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.
İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor.
Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye’nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim.
Devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri.
 “Yargı, ordu ve bürokrasinin önemli bir kısmı, ikinci grubun arkasında.
Bu İkinci grup, siyasetle demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözüm peşinde!
Mevcut Cumhurbaşkanı’nın seçimi; kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya koydu.
Ordu destekli ikinci grup artık seçim de istemiyor.
Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor.
Peki, darbe olursa ne olur ?
Yaşam tarzı Batı’ya daha yakın olan ikinci grup, orduyla birlikte iktidara gelir. Fakat, Batı’nın desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar. Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını, desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında.
Ama Amerika’nın önünde de ciddi engel var.
“Demokrasi getireceğim” diye Irak’ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye’deki “darbeyi” niye desteklediğini açıklayamaz. Ve Irak faciasından sonra ikinci bir “zorlamayı” gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese de darbeye karşı çıkacak. Silahını ve parasını Batı’dan alan bir ordu ve ülke, Batı’dan koptuğunda ne yapacak? Sanırım uzun zamandır bunu düşünüyorlar ve korkarım bunun cevabını buldular.
Türkiye’de darbe olursa! Dünya, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş, yeni bir oluşumla karşılaşacak. Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve Iranla ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak. Rusya’yla Iran‘ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç, Türkiye’yi ayakta tutmaya yeter.
Ama Rusya-Türkiye- Iran bloku. Dünyanın bütün dengelerini değiştirir.
Ortadoğu’nun kontrolünü tümüyle ele geçirir. Avrupa’yı küçük kıtasına hapseder.
Kafkasları, Afganistan’ı, Pakistan’ı kendi gücüne katar. Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin’le işbirliği yapabilir.
Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya’dan oluşan “Batı” nın, dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir bicimde azaltır.
Yeni blok asker, enerji ve para acısından çok güçlenir.
Böylece, Türkiye’deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar.
Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar.
“Asla böyle bir şey olmaz” diyebilirsiniz.
Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli veriler varsa, söyleyin.
Ama, ya olursa... ki.... bana çok mümkün geliyor.
O zaman ne yapacaksınız ?
Bugün Türkiye’de kamplaşan ve bölünen insanların da...
Türkiye’yi Avrupa dışına itmeye çalışan, Eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla; çok görkemli, bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan,  işbirliği yerine “başöğretmenlik” yapmaya kalkan Avrupa’nın da... Türkiye politikasında “ikili” oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika’nın da... Bu senaryoyu bir düşünmesini isterim doğrusu.
Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın,  bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil.
04 Ekim 2010 Pazartesi

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 35

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
REZİLLİK DİZ BOYU; HÜKÜMET NEREDE?
            KPSS sınavında ortaya çıkan yolsuzluk; geçmişin karanlıklarından günümüze uzanan menfur satanist cemaat-siyaset; soygun-vurgun, sahtekârlık, nitelikli dolandırıcılık ilişkisine dayanan ve tesadüfen “namuslu-dürüst bir vatandaşa çarpma sonucu” ortaya çıkan bir kamyon (susurluk) kazasına benzemektedir.
            Gerçekte bunlar bir tesadüf değil, “ilâhi adalet” in tezahürleridirler.
            Zira susurluk türü bilumum kirli iş ve ilişkiler, zaten devletçe malumdur.
            Devlet izafi bir kavram olmakla; Hakikatte “güç” bizatihi hükümettir.
            Bu harama ve yalana dayalı akçeli işler; kirli, haksız, adaletsiz, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık, sahtekârlık, rüşvet-iltimas, kaçakçılık, kara para, yasa dışı ticaret, kayıt dışılık, hırsızlık-yolsuzluk, evrak tahrifi ve suiistimal genellikle hükmedenlerin bilgi/himaye, yardım ve yataklığı dâhili ve sâyesinde yapılır. Yöneticiler bunu bilmeseler dahi (ki bu asla mümkün ve imkân dahilinde değildir) emanetçilik ettikleri efendi, sulta, dikta veya cunta bilir!..
            Dahası, mahalle muhtarından MİT muhbirlerine, semt karakolundan, sağlık ocağı ve bilumum yerel-taban ünitelere kadar müthiş ve muazzam bir “yasal örgüt”, hukuki bilgi ağı ve örgün iletişim organizasyonu biçiminde işleyen mekanizma; Kesinlikle ve mutlaka her şeyden haberdardır. Devlet, nerede ne olduğunu ve kimin ne işler karıştırdığını bilir. Zaten de bilmek zorundadır. Bilmezse “devlet olma” temsil, hüküm-hikmet ve meşruiyet vasfını yitirir.
            İşte böyle!...
            Bahusus KPSS sınavının iptali insan hakları, adalet ve hukuka aykırıdır.
            Hükümet önce, bütün unsur, amir, dâhili-harici bağlantı ve uzantıları ile mezkür çeteyi ortaya çıkartmak; Olayda kastı mahsus, cana, mala, ikbal ve istikbale matuf caniyane emeller, haksız edinim, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık, soygun esası olduğu için failleri istisnasız tutuklamak, yargılamak, hapisle tazyik ve tecziye etmek; Adalet ve yargının görevidir.
            Buna paralel olarak bütün “kopya çekenler” otomatikman ortaya çıkacaktır.
            Kopya çekmek suçtur. Faillerin sınavları iptal edilir ve fiillerine uyan cezalara çarptırılırlar. Bunlar, mutlaka yargılanmak ve cezaları verilmek zorundadır.
            Kopya çekmeyen, masum, müsemma “doğru-dürüst” olanın sınavı geçerlidir.
            Namuslu ve dürüst insanlar asla cezalandırılamaz.
Devlet; iyi insan, iyi, namuslu, dürüst vatandaştan yana olmak,
Onurlu ve sorumlu vatandaşları korumak, kollamak zorundadır.
Aksine bir karar veya tasarruf halinde “Cumhuriyet Savcıları, Adalet, Yargıçlar ve Barolar” karar mekanizmalarına karşı harekete geçmek; Namuskâr ve dürüst vatanların hak ve hukukuna sahip çıkmak zorundadır.
Aksi taktirde bunlar da, “onursuz ve sorumsuz” aciz ve yok hükmünde sayılır!..
Sonuçta dava sür’atle sonuçlandırılıp, dürüstlerin hakkı hayat bulmalı; Kötüler mutlaka kahredilmeli, yardım-yatakçı, uzantı ve bağlantıları ıslah veya mahvedilmelidir… 
Aksi takdirde kötülük büyür.
            Kötülük olan ülkede, ya hükümet yok, veya aciz, zayıf ve aciz hükmündedir!..    
            Dolayısıyla, başta güncel KPSS yolsuzluğu, anarşi, terör-tedhiş, bilumum haksız edinim, gasp-irtikap, nitelikli dolandırıcılık ve ‘organize işler’ dediğimiz suçlara karşı etkin tedbirler almayan yönetimler ve hükümetler her halikârda suça ortaktır.
Yahut da, bütün faili meçhullerin suçlusu hükümettir!..
            Manâ ve muhteva olarak, alenen; “suç teşkil, suça teşvik, suç ve suçluyu övme, tahrik” gibi insan hakları, adalet, hukuk ve ahlâk dışı unsurlar içermedikçe, “Söz söyleme, düşünce ve kanaat açıklama” hak ve hürriyeti tahdit edilemez.
            Amma lâkin, öldüreni öldürmeyen; Suçluyu mutlaka bulup cezalandırmayan;
            Haklıyı, doğruyu, iyi-namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu vatandaşları korumayan;
            Adaletle hükmetmeyip, rezilliği yok edemeyen hükümet acze düşmüş demektir.
Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına izinlidir.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 36

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
DÜZEN’İN BAŞIBOZUK; DEMOKRASİ YOK!...
            Vahşi, alçak ve ikiyüzlü batının dayatmasıyla “yeni Osmanlıcılık” adına sahnelenen Heybeliada, Akdamar ve Dinler arası diyalog gibi din, ilim-irfan, akıl-mantık, gelenek, gerçek ve dayanaktan yoksun saçmalık, apaçık komiklik ve nafile şovlarla cinlik yapan ‘uyanık’ (!) birileri, güya şanlı ecdat’ın güncel versiyonuna oynadıklarını sanıyorlar.
            Alakası yok!. Bu, AB tarafından asırlardır dayatılan kirli bir oyun.
Derin bir gaflet, hazin bir dalalet ve çok acı bir hıyanet!..
Bozuk düzen, disiplinsizlik, demokrasi yokluğu ve başıbozukluk bu!..
Tarihe “talihsiz menfur eylemler” diye geçecek bu tasarrufların, gaflet uykusu, kuru gürültü, horultu ve homurtudan öte hiçbir önem, etki ve değeri yoktur. Kaldı ki, beka/basiret, umur-u devlet, kemali ciddiyet, bilim, tarih şuuru ve bilhassa “sürdürülebilir objektif siyaset” ile mütekabiliyetten yoksun, olumsuz-tabansız, dayanaksız kısır teşebbüslerle, dünyada Türk siyasetini küçük düşürüyor, istismara izin veriyor, çok gülünç durumlara düşüyorlar. Bu taviz ve ivazlarla failler, kamuoyu nezdinde alçalıyor, alay konusu oluyor; aciz/zavallı, sürekli taviz veren, acıklı ve komik hallere sürükleniyor, kamu vicdanını sızlatıyor, rencide ediyor ve tarih önünde kamusal suç işliyorlar.
Amma gaflet ve dalalet boylarını aşmış. Farkında değiller!..
Bu yapılanlar, devletin beka, basiret ve umuru ile bağdaşmamakta; Lâiklik temelinde yükselen milli devlet ve milli siyasete bir yarar sağlamamaktadır!.. Tarihi gerçek, gelenek ve Türkiye Cumhuriyeti teamüllerine de aykırıdır. Zira bunlarda bir zerre Osmanlı-Türk  asaleti, Müslüman feraseti, akil insan basireti, milli tarih şuuru, Türk ruhu ve damarlarında “asil kan” olsa bilirler ki: Osmanlı asla tek taraflı siyaset yapmadı. Münhasıran asrına ait olmak kaydıyla asla taviz vermedi. Düşmana hoş görünmeye çalışmadı ve düşmanın düşmanlığını unutmadı!
EĞER OSMANLI DEVLETİ OLSAYDI!
Akdamar’la eş zamanlı olarak AYASOFYA ibadete açılırdı.
Ermenistan, Yunanistan tüm Ortodoks hinterlandında Omsalı, Türk-Müslüman eser, camii ve vakıfları ihya edilir; Daha 50-60 sene öncesine değin mevcut Ermenistan, Karabağ, Balkanlar, Yunanistan ve SSCB (Rusya) CAMİ'lerinin hesabını sorar; Kalan bir kaç tanesini de aynı gün imar ve ihya edilmiş olarak ibadete açarlardı!
Dahası, bu gaflet ve dalalet uykusundan ‘tedbir ve temkinle’ kalkılır tarihe bakılırdı;
Evet, gerçekten Osmanlı Patrikhaneye, bütün kilise, mabet, inanç ve dinlere “Rab’in emrettiği şekilde” kendi egemenlik ve himayesinde hayat hakkı tanımış; Buna karşı asi/hain olan yahut Sapıtan patrikleri, papaz ve rahipleri hiç tereddüt etmeden derhal darağacına çekmiştir;
Ayasofya ise Fâtih’in vasiyeti üzere daima İslâmi ibadete açıktır.
            Haydi, yüreğiniz yetiyor, bileğiniz tutuyor, tarihi bilinç ve bellekleriniz sizleri gaflet ve dalalete sürüklemiyorsa; gücünüz yetiyorsa böyle yapın. Zira tek yanlı taviz vatana, millete ve insana ihanettir. Yüreğine, bileğine, aklına, ilmine ve damarlarındaki kan’a güvenen daima doğru, iyi ve milli devlet yararına olanı yapar. Meselâ!
Önce 12 Eylül yerine Yassı ada ve 27 Mayıs’ın hesabını sorar;
Van gölü (Ermeni tecavüz kilisesi), Trabzon (Rum mütecaviz kilisesi) etrafında oynanan oyun ve dolapları (Pontus) kestirip atar, Ayasofya’yı derhal ibadete açar. Asala ve pkk’yı eğiten-lojistik destek veren, emekli Yunan Subaylarını bulup infaz; Melânet örgütü de Milli hükümet emriyle TSK ve güvenlik kuvvetleri; Dağları kaatiller, kaçakçılar, anarşi, terör ve tedhiş unsurlarından; Düz Ovaları, hırsız-yolsuz domuz, dolandırıcı-yankesici kene, rüşvet ve iltimas erbabı bit/pire ve kan emici ‘demokrasi, düzen, adalet ve hukuk düşmanı’ politik ACI’lar ile onların iğrenç uzantı, bağlantı, yardım ve yaltakçılarından temizler!
Bundan böyle: Türkçe düşünülür, Türkçe konuşulur ve Türkçe yaşanır.
"Türk’üm" ve “Kürt’üm” diyenlere, "etnik bölücülük yapıyorsunuz" denmez!
Başıbozukluktan kurtulmanın ve Demokrasi’ye kavuşmanın yegâne yolu budur.

Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına izinlidir.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 37

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ
"TÜRKİYE ANALİZİ"
Analiz, kimilerine göre ‘Türkiye’nin yakın gelecekteki suluboya resmidir.’ Bu nedenle analizi bilgilerinize sunmak ve sizlerle paylamak istedim.
İşte: LE MONDE Türkiye Muhabiri Guillaume Perrier’den; Türkiye analizi!
“Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor.
Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren “kültürel bölünme”.
Bu artık iyice keskinleşti.
Bir yanda; ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yasayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten hoşlanan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç kari koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var.
Diğer yanda ise; kız lisesi-Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, Kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendisini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, batı standartlarına yakın bir grup var.
Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk.
Onları, Batı’daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat gibi, birleştirici kültürel zeminler yok.
Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı. Hattâ birbirine düşmanca.
Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış.
Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi.
Kalabalıklar ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.
İkinci grup ise azınlıkta.
Ve artık bir daha secim kazanma ihtimalleri yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.
Daha Batılı olan “ikinci grup”, Batı’nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için, git gide Batı’ya ve Batı’nın demokratik değerlerine düşman oluyor.
Yaşam tarzı olarak Batı’ya düşman olan birinci kesim ise, iktidarı ancak Batı’nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için, Batı’yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.
Bu kültürel parçalanmada “ordu” önemli bir role sahip,
Eğer, birinci grubu desteklerse ve batı’nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek.
Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor. Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.
Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu’da üretim yapıyor, malini diş dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.
İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor.
Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye’nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim.
Devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri.
 “Yargı, ordu ve bürokrasinin önemli bir kısmı, ikinci grubun arkasında.
Bu İkinci grup, siyasetle demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözüm peşinde!
Mevcut Cumhurbaşkanı’nın seçimi; kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya koydu.
Ordu destekli ikinci grup artık seçim de istemiyor.
Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor.
Peki, darbe olursa ne olur ?
Yaşam tarzı Batı’ya daha yakın olan ikinci grup, orduyla birlikte iktidara gelir. Fakat, Batı’nın desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar. Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını, desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında.
Ama Amerika’nın önünde de ciddi engel var.
“Demokrasi getireceğim” diye Irak’ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye’deki “darbeyi” niye desteklediğini açıklayamaz. Ve Irak faciasından sonra ikinci bir “zorlamayı” gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese de darbeye karşı çıkacak. Silahını ve parasını Batı’dan alan bir ordu ve ülke, Batı’dan koptuğunda ne yapacak? Sanırım uzun zamandır bunu düşünüyorlar ve korkarım bunun cevabını buldular.
Türkiye’de darbe olursa! Dünya, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş, yeni bir oluşumla karşılaşacak. Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve Iranla ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak. Rusya’yla Iran‘ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç, Türkiye’yi ayakta tutmaya yeter.
Ama Rusya-Türkiye- Iran bloku. Dünyanın bütün dengelerini değiştirir.
Ortadoğu’nun kontrolünü tümüyle ele geçirir. Avrupa’yı küçük kıtasına hapseder.
Kafkasları, Afganistan’ı, Pakistan’ı kendi gücüne katar. Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin’le işbirliği yapabilir.
Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya’dan oluşan “Batı” nın, dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir bicimde azaltır.
Yeni blok asker, enerji ve para acısından çok güçlenir.
Böylece, Türkiye’deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar.
Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar.
“Asla böyle bir şey olmaz” diyebilirsiniz.
Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli veriler varsa, söyleyin.
Ama, ya olursa... ki.... bana çok mümkün geliyor.
O zaman ne yapacaksınız ?
Bugün Türkiye’de kamplaşan ve bölünen insanların da...
Türkiye’yi Avrupa dışına itmeye çalışan, Eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla; çok görkemli, bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan,  işbirliği yerine “başöğretmenlik” yapmaya kalkan Avrupa’nın da... Türkiye politikasında “ikili” oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika’nın da... Bu senaryoyu bir düşünmesini isterim doğrusu.
Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın,  bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil.
04 Ekim 2010 Pazartesi

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

37

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Müslüm TUNABOYLU

Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ

ZİRVE KÖYE 53 YIL SONRA YAPILAN BİR GEZİ
Bugün sizinle yine zaman tünelinde bir yolculuk yapacağız. Bir zamanlar sağlığımız el verdikçe ,ya da görev gereği ilimizin doğal güzelliklerini görme fırsatı buldum.1950 li yılları ilk yarısını tamamlayıp ikinci yarıya başladığımız yıllarda kutsal görevimiz olan askerliğimizi yaptık.Kutsal görevimizin ilk altı ayını Ege Bölgesinde,ikinci altı aylık kısmını da Marmara Bölgesinde  tamamladık.
Yaş gurubumuz arkadaşlarla bir araya geldiğimizde genellikle askerlik anıları, ya da hastane anıları anlatılır. İlginç olanları uzun yıllar hafızlarımızdan silinmez.
Geçtiğimiz kış aylarında bir öğrencim ev ziyaretinde bulundu. Eşi ve bir yavrusu ile , yıllar sonra hocasını hatırlayan karı-koca,bu akşam hocamıza gidelim derler.Geç sayılmayan bir saatte kapı zili çaldı.Rahatsızım,bacaklarım çok rahatsız çabuk açamadım için çok üzüldüm. Genç olsaydım hemen birkaç saniyede kapı açılırdı muhakkak. Yalnız olduğumu biliyorlardı. Hocamızla bir kış gecesi değerlendirmesi yapar, anılarımızı tazeleriz demişler ve ziyareti gerçekleştirmişler. Böyle bir ziyarete bir değer biçmek hiçbir zaman mümkün olmaz. Kısaca ziyaretin getirdiği huzur ve güven insan için çok önemli. Öğrencilerimin ikisi de ihtiyarlamışlar,saçları ağarmış her ikisinin de Söz dolaştı durdu benim 1956 Aralık ayından 1957 Mayıs ayına kadar öğretmenlik yaptığım zirvede ki köy Devletoğlan ageldi.öğrencim seninle o zirvede ki köy olan Devletoğlan a önümüzdeki yaz birlikte bir gezinti yapar anılarımızı tazeleriz dediler.Kısaca belirtmek gerekirse ben böyle bir öneriyi hemen olumlu  yanıtladım.Sağlığım izin verirse gideriz birlikte Dedim.Öğrencim Ömer Yüksel,öğretmeni ile yıllar sonra zirvedeki köye gitmeyi bekler oldu.Kısaca ikimizde bekler olduk dersem yanılmış olmam.
Kış mevsiminin öncüsü olan soğukların hemen sonrasında bir Pazar günü kapının zili  saat 12.00 sıralarında çalındı. Gelen öğrencimin oğlu idi. Yukarı çık dediysem de,bekliyorlar dedi. Arkasından da hocam hazırlanın köye gidiyoruz. Kışlık giysilerle donattık kendimizi kısa süre.de aşağıya inerek  araca bindik.Yerleşmemiz bir iki dakika gibi bir zamanımızı aldı. Eskiden araca çabucak biner yolumuza devam ederdik.Vücutta  kan azalır,kaslar yorgun olursa böyle oluyor.Beklettiğim için üzgün olduğumu birkaç kelime ile belirttikten sonra aracımız zirveye doğru yol almaya başladı.Kaymakçı yokuşu kısa sürede geçildi.Çorum-Merzifon-Amasya yada Çorum –Amasya yolu da diyebiliriz.Uzun yıllardır trafik kazalarının meydana geldiği Çorum-Mecitözü-Amasya,yada Çorum-Merzifon-Amasya  Kavşağı da diyebiliriz.
Gazeteci olunca insan biraz kavşakları başka türlü de yorumlayabiliyor. Kavşaklar bazen yolcularını yanıltabiliyor. Yanılanlar arsında komşu illerin valili de oluyor.
Bakanlarımız genellikle Karadeniz Bölgesi illerine giderken bu kavşağı kullanırlardı. Tarihini hatırlamam mümkün değil amma, olay henüz bugün ki gibi beynimde saklı diyebilirim: Bakan Ankara’dan Amasya’ya gidecek Yukarda belirttiğim iki güzergahın hangisini kullanacak?
Güvenlik açısından her iki güzergahta da tedbir alınması gerekiyor. Amasya Valisi, Bakanın Merzifon üzerinden Amasya ya geleceğini tahmin ediyor ve Merzifon a doğru yola çıkıyor. Merzifon a bir ki kilometre kala, yapılan bir anonsla bakanın Mecitözü üzerinden Amasya ya gideceği belirtiliyor. Sayın Vali hemen dönüş yapıyor. Geri döndükten sonra Amasya-Mecitözü karayoluna hızla devam ediyor. Bunu neden anlatma hissettiğimi belki vurgulamayı istediğim nedeni kolay bulasınız düşünü ile kaleme alınmıştır. Bakan Amasya ya çok yakın bir yerde karşılanabiliyor. Bir yurttaş olarak oluşan görüntüleri bir kere değerlendirmeye tabi tuttuğunuzda bir zaman kaybına uğrandığını, ekonomik kayıp, karşılamaya yetişememe heyecanı. Olay giden içinde , karşılayan içinde bir sorun haline geliyor. Kavşakta ki düzenleme çok güzel olmuş, artık, sanırım alt ve üst geçişler oldukça burada trafik kazası olmaz, canlar yitirilmez diye düşünüyorum. Kavşağın tüm güzergah yolcularına hayırlı olsun diyorum. Kavşağın Çorum a uzaklığı 14 ya da15 km kadar. Trafik bu yörede çok rahatlamış bir durumda.
Kavşaktan Mecitözü ne doğru alırken Elvançelebi Beldesinden geçtik. Beldenin yol güzergahı tarafındaki konutların bakımı iç açıcı değildi. Evlerin önünde traktörler,binek araçları bulunuyordu.Konutlara biraz onarım için harcama yapılabilir,görüntü güzelleştirilebilirdi diye düşünüyorum.Elbette o konutların sahipleri de güzel bir binada oturmak isterler amma,ekonomi onları ancak bu kadar ayakta tutabiliyor sanırım.
Ana yoldan Söğütyolu köy yoluna sapıyoruz. Burada da traktörlerle, binek araçları  var.Duvarlar beyaz.Eldeki olanaklarla konutlar güzelleştirilmeye çalışılmış.Köyün  pek göç vermediği izlemini verdi bize.Traktörlerle bazı köylünün yol boyundaki tarlalarda ekim yapışları bizi sevindirmedi değil.Fırsatı iyi değerlendirmesini biliyorlardı.Köy içersinden geçerken öğrencime  burada Talat Doğan diye bir eğitmen bulunduğunu bu eğitmenin  Harf Devrimi sonrasında okuma-yazma seferberliğinde  büyük yükleri omuzladığını.halkında onu unutmadıklarını seziyorum dedim. Öğrenciminde benden daha çok övgü dolu sözler kullanması beni olduğunca memnun etti.
Her yıl 24 kasımda kutlanan Öğretmenler Gününde eğitmenlerin de öğretmenler gibi  Harf Devriminde görev aldıklarını dikkate alınmaması  konusu beni olduğunca etkilemektedir dedim.Onlarında bugüne ulaşılmasında büyük görevleri olmuştur.Vefa borçlu olduğumuzu unutmamamız gerekir diye düşünüyorum.  Harf Devrimi ile Eğitmenlerin yükümledikleri görevleri konuşurken aracımız Devletoğlan Köyüne girmişti bile.Öğrencim Yüksel,eski okulun yerini gösterdi.Yeni okul biraz daha uzak bir yerde yapılmış.
Köy meydanı gibi bir yerde aracımız durdu.Etrafımızı alan yurttaşlar hoş geldiniz sözcüğünden sonra birbirlerine  bunlar kim,köye neden gelmişler,ne istiyorlar gibi sözlerle birbirlerinin sezintilerini belirtiyorlardı.Küçük yerleşim birimlerinde köye gelip gidenler geriden yada uzaktan sorgulanmaktan kurtulmazlar.Köye giden kendi kimliğini önce tanıtacak,daha sonra onlardan yaşantıları  ile ilgili bilgi alabilecek..Sana güvenmez ise köylü sorununu hiç dile getirmez.Köylüler.sözünde durmayan insanları hiç sevmez dersem sanırım yanılmış olmam.
53 yıl önce bu köyde beş ay öğretmenlik yaptığımı, beni buraya  bir öğrencimin getirdiğini, onunda benim gibi emekli olduğunu, anılarımızı tazelemek için geldiğimizi anlattım. Benim öğretmenlik dönemimde  buraya çok kar yağıyordu.Şimdi öyle yağış oluyor mu diye sorduğumda yurttaşın “eskisi gibi buralara kar yağmıyor.Obruk Barajı  tamamlandıktan sonra  yörede iklimlerin değişime uğramaya başladığını,yağan karın çok kısa zamanda eridiğini görüyoruz” dedi.
Devletoğlan Köyünün de çok göç vermediğini,Çorum ve yöresine göçenlerin köyle olan bağlarını koparmadıklarını köye gelerek tarıma devam ettiklerini söylediler.Yol kenarlarında modern tarım araçlarını görünce Devletoğlan Köyü halkının bundan sonra daha çok gelir sağlayacak türde tarıma önem vereceklerini öğrenince  sevincim biraz daha arttı.
Aracımızın etrafındaki yurttaşlardan izin isteyerek orman kenarında  ki bir çeşme yada pınar diyelim.O na yakın yerde bulunan fındık ağacı gölgesinde çayımızı yudumlarken.piknikçilerin bu güzel yerleşim birimine uğramalarının kesilmeyeceğini,köy kenarındaki çam ve meşe ormanının köye ayrı bir güzellik verdiğini  söylemeden geçemeyeceğimi anımsatmak isterim.
Zirvenin hemen yamacında yapılan pikniğin başka bir yanının bulunduğunu hissetmemenin mümkün olmayacağını anımsatmak gerekir diye düşünüyorum. Devletoğlan Köyü Çorum un en yüksek yerleşim birimlerinden birisi. Kırklar Tepesinin hemen yamacında.Çam ve meşe ormanları insana öyle bir ferahlık veriyor ki anlatması çok zor.Hafif bir rüzgarın çıkardığı hışırtı kulaklara öyle bir güzellikle kıvrılarak uzanıyor ki ,kulak zarı sanki insana bu değişik sesi devamlı duymak isterim diyor gibi kendi  kendine  mırıldanıyor.
Çam ve Meşe ormanlarının güzel korunduğunu görmek beni ayrıca  sevindirdi.Sakın Kesme  “SAKIN KESME YAŞ AĞACA BALTA VURAN EL ONMAZ” sözü burada önemli bir etki göstermiş,Ormanın içersinde rahat yürüyüş yapamazsınız.Her yanı irili ufaklı ağaçlarla donanmış bir orman.Yöre köylerini ve Devletoğlanlıları kutlamak gerekir diye düşünüyorum. Kırklar Tepesinin yamacından ayrılıyoruz. Dönüş yolculuğunu Fakıahmet köyünden geçerek yapmak istedim.Burada AB projelerinden birinin uygulandığını duymuştum.Buraya kadar gelmişken birde yeni Fakıahmet Köyünü görelim dedim.Köye yaklaşırken konutların yükseldiğini gördüm.Gerçekten  Fakıahmet liler çok akıllı davranmışlar. Onları kutlamak lazım.Yolculuğumuz sürüyor,çam ormanları,meşe ormanları öyle bir güzellik vermiş ki güzergaha.Aracı olanların bu güzergahta bir yolculuk yapmalarını salık veririm. Fakıahmet Köyünden araçtan inmeden ilerliyoruz.Bu köyü Devletoğlan da öğretmenken bir kez 1957 mayıs ayında görmüştüm.Evler tek katlı.Yıpranmış kerpiç duvarlardan ibaret olan bir yerleşim yeriydi.Şimdiki çehresi çok değişik. Aracımız her iki yanı ormanla kaplı yolda ilerlerken, Hıdırlık Köyü Göletinin yanından geçiyoruz.Piknik için gölet kenarında çadırlar kurulmuştu.İnsanlar göletin ve etrafındaki temiz orman havasını almak için nelere katlanıyorlar demekten kendimizi alamadık. Mecitözü üzerinden Çorum’a döndük. Yolculuğumuz bir saat sürdü. Güzellikleri görmek unutulur cinsinden değil.
Yıllar önce bir şairimiz şöyle demişti.
ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA
O KÖY BİZİM KÖYÜMÜDÜR.
GİTMESEKTE;GÖRMESEKTE
O KÖY BİZİM KÖYÜMÜZDÜR.
Çok güzel bir dörtlük. Sanırım bu dörtlük bize çok şey anlatıyor. Okurlarımın bu dörtlüğü kendilerine göre yorumlayacaklarını umuyor beni sabırla dinledikleri için onlara saygılar sunuyorum.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 38

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Necati ÇAVDAR

Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ

BELLİ Kİ  SENİ GÖRDÜM
 
Deliler yurdundan yeni geldim
Düşünce şimşeğinde gördüm
Fırtına gibi, yıldırım gibi
Anlık ve berrak  gördüm
Homarus’un sofrasında
Geçmişi anlatırken gördüm
Eflatun’un masasında
Geleceği ararken gördüm
Gözlerin  şimşek gibi
Başında ışık halesi
Asırlar öncesinden ötesine
Huzmeler saçarken gördüm
Saçların dağınık,
Benzin soluk
Yoğun ve heyecanlı
Kitaplar içinde, kayıp
Bahar yaprağı gibi naif
Cılız çalılar içinde boy veren
Fidanlar gibi gördüm
Bir ara Hallaç’ın yanında
Dimdik
Her cefaya sırtını dönük
Sultanlar yanında sönük
Karunlar birer sülük
Sarayları pul yaparken gördüm
Dağ yeli,  ova serinliği,
Deniz gümüşü, fırtınası
Bulut mavisi, bozu
Orman yeşili
Haldun’dan haber verirken gördüm
Umuda akan,  ırmaklar gibi
Kirleri kapatmaya yağan kar
Ve neyden çıkan ses
Mesnevi’de nefes gibi gördüm
Uzaktan gelen bir sevgili,
Dosdan fısıltı,
Ufak bir ürperti de
Gönülden sözler dolu
Sanki Yunus vari
Varı yokta gördüm
Yanarken tapınaklar
Melekler düşlerimde
Gezerken devri alem
Ta Platon’dan bu yana
Nebiler dizisinden nurlar
Düşünceden pırıltılar
Ser ayaklarım altına
Otururken filozoflar tahtına
Belki de   seni gördüm

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 39

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Necati ÇAVDAR

Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ

SİZ......
 
Siz sevgi, gönül yerindekiler
Madde ve manadan ilerdekiler
 
Hiç bir ölçüye sığmaz hareketlerle
Kainat palanı ötesindekiler
 
Hasretten çatlayan dudaklarla
Sanki buz gibi serinliklerdekiler
 
Alem rahat,arzularına koşarken
Alem için hep ızdırap içindekiler
 
Kendileri için cihanı yakanlara inat
Kendilerini aleme feda etme peşindekiler
 
Kulakları sağır gözleri kör ederken
Dosdoğru ilahi mesajın peşindekiler

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  40

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Necati ÇAVDAR

Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ

GÜNEŞİ GETİRİRİM
 
Beynin patlarken sıcaktan,
Vücudun erim erim erirken,
Uçarken buharın yağ misali,
Dudakların;  suya hasret,
Ağustos’ta toprak gibi;
Park park bölündüğünde...
Söndürür yüreğimde Güneş’i;
buz yapar,
Sana, can katan rahmeti getiririm.
Günahların artınca birden,
Kararınca kalpler kirden,
Güneş ile yakar, arıtırım kirden.
Yolunu şaşırdığında;
Zifiri karanlıkta kaldığında,
Boş verince zamana, kendine
Halledemediğinde girift sorunları,
İçinden çıkamadığında meselelerin,
Dumandan görünmeyince alem
Aydınlatmak için yolunu,
Güneşi getiririm.
Düşünce bedbinliğe;
Hafakanlar basıp
Sıkıntıdan patladığında,
Ümitleri tüketip,
Kenarına geldiğinde uçurumun,
Yüzümü sana, kalbimi
Çeviririm ona, 
Aydınlatmak için ay gibi seni,
Ödünç alırım ışığı,
Güneşi getiririm...
Kışın;
Buz kesip donduğunda,
Bulutlardan süzer, yıldızlardan toplarım,
Kar kristallerinden biriktiririm,
Yüreğimde ısıtır,
Sımsıcak güneşi getiririm.
Kızgın harları yüreğimde soğutup,
Seni yakmasın diye,
Kendimi tutar eritirim,
Sana; hep ilk yaz güneşini getiririm....
                                                      
                                                       Temmuz l997 ANKARA

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 41

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Rıza HARDAL
Rıza HARDAL HAYAT HİKAYESİ
CAMİLERDE
 
Cami ibadet yerimiz
Bir ismi Allah evimiz
Dini bilgi yuvamız
Camilerde, camilerde.
 
Allah Rızası kazanmak
Beş vakit namazı kılmak
Tövbe ederek yaklaşmak
Camilerde, camilerde.
 
Diyanet işleri bakar
Geceleri kandil yakar
Gönül gönülleri koklar
Camilerde, camilerde.
 
Allah bir Muhammed haktır
Gidenlere engel yoktur
Gitmeyene günah çoktur
Camilerde, camilerde.
 
Ezan namaza çağırır
Minarelerden bağrılır
Secde edip eğilinir
Camilerde, camilerde.
 
Dini yolu, erkan yolu
Orda bağla eli kolu
RIZA diyor doğru yolu
Camilerde, camilerde.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 42

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Selma GÜRSEL

Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ

EKMEK KADAYIFI

1 ekmek kadayıfı
1 kilo toz şeker
1 litre su
Nohut kadar iki limontuzu
250 kaymak
İstenirse ceviz ve fındık
            Alınan ekmek kadayıfı bıçakla kenarlarında kırmadan ayrılır. Ayrılan bu kadayıf ayrı ayrı iki tepsiye konularak kaynatılan sıcak su yumuşatılır. Kadayıf sıcak suyu emince büyümeye başlar. Kadayıf büyüyünce fazla suyu tepsiden süzülerek kadayıfta kalan fazla suları almak için bezle üzerine bastırılarak iyice suyu alınır.
            Suyu alınan kadayıf ikisi üst üste konularak kalın kadayıf tepsisine konur bir kapta hazırlanan ve içerisine limon tuzu konulan şeker şerbeti kaynatılarak ekmek kadayıfının üzerine dökülerek kısık ateşte tepsi çevrilerek pişirilir.
            Soğumaya bırakılır soğuyunca bıçakla istenildiği şekilde kesilerek üzerin önce kaymak sonra ceviz veya fındık ekilerek servis yapılır

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 43

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

AĞZINA KADAR DOLU BİR DÜNYA 
 
Yükü sırtında geçmişin
Büklüm büklüm
Yollarını aşarak
Ben nereden nereye gelmişim?...
 
Karla örtülü bekleyişler
Dantel gibi işlenirken
Şiir bağında
Nedense ben
Acılara gülmüşüm!...
 
Merak ettiğim şeyler
Döndükçe etrafımda
Zamanında ben
Aşk tarlalarına
Şiir ekmişim...
 
Akreplere,
Yılanlara rağmen
Susamışım çok kere
İnsanca yaşamaya...
Bizim için örülen
Duvarları aşmaya...
 
Çok etkiledi beni
Düzenbazlıklar...
Her defasında
Düşünce körlüğünü
Renk körlüğünden
Daha çekilmez görmüşüm...
 
Yükü sırtında geçmişin
Büklüm büklüm
Yollarını aşarak
Ben nereden nereye gelmişim?...
 
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Istanbul – 05.04.2000

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 44

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

YARIN GÜNEŞ BİZİM İÇİN DOĞACAK
 
Üşüme kavşağında
Soğuklukların…
Dilinin döndüğünce
Anlat şeklini
Korkulukların...
Nasıl olsa,
Yarın güneş
Bizim için doğacak...
 
Umursanmaz mı hiç
Sana yapılanlar?
Geceyi yaşamak gibi,
Gündüzün aydınlığında…
Biliyoruz nasil olsa,
Kılıfı hazır
Kabalıkların…
Yarın güneş
Bizim için doğacak...
 
Emeğinle parlatsan
Kararan yamaçları...
Belli değil,
Var mısın…
Yok musun aralarında?
Biliyoruz,
Seni hiçe saymak
Amaçları…
Bırak…kendine dert edinme
Bütün olanları…
Nasıl olsa
Yarın güneş
Bizim için doğacak...
 

Magnanville, 16.03.2000

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 45

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

DÜNYA TEZGÂHINDA OYALANIRKEN GERİYE DÖNÜP BAKMAK GEÇMİYOR İÇİMİZDEN
Ellerin, ayakların ve kalplerin kontrolden çıktığı bir çağda, ne asa, ne Musa, ne de Kızıldeniz fark ediliyor!
Paranın, çıkarın, makamın ve nefsî arzuların insanları ve değerleri savurduğu bir dönemde ALLAH’I (C.C.) ve Peygâmberi (S.A.) sadece mübarek gecelerde veya günlerde anar olduk Gırtlaktan aşağıya inmeyen dini söylemlerin, iman gerçeklerinin, kendimizi aldatmaktan öteye gitmediğini görüyor ve gözlemliyoruz. Karnı tokların açları görmediği, zenginlerin din kisvesi altında gösterişe yeltendiği, adaletin, vicdanın kavrulduğu zamanımızda, hatalarını ve günahlarını hırslarla besleyen aldananlar topluluğunu desteklemek ya da beslemek yadırganmaz oldu.
Vatan, millet, toprak, bayrak, tarih gibi benzer değerler ve din aşağılanırken melekler hâlâ yerlerindeler. Peygamberimiz (S.A.) hâlâ bazı temiz yüreklere sevgisini belirtircesine ayağa kalkarak selam vermeyi sürdürmektedir.
Siyasetin kararttığı kalplere rağmen Kur’an-ı Kerim nurunu saçmaya devam etmektedir.
Kalp gözleri perdelenenler; nerede ve niçin bulunduklarını ya da düşünmesini bilmeyenler mezarlıklara, kendi çehrelerine, kaybettiklerine, tükettiklerine bakmayı da akıllarının uçlarından geçirmiyorlar. Onlar sadece kendilerini tatmin etme yolunda, bir yerlerde görünerek ya da kendilerine ait olamayanları birilerine vererek ALLAH’I aldatamayacaklarını bilmek zorundadırlar.
Haydi bir ömrünüze sığıştırdıklarınız gibi bir kelimeye sığıştırarak anlatın kendinizi!  Siz dinin ve hayatın neresindesiniz?

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 46

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

FARE YİYEN FARE
 
Birisi buldu çaresini
Fare avlamanın...
Koydu peynir parçasını
Kapağı açık bir kafese...
 
Sonra
Şaşkın iri bir fare
Girdi içerisine kafesin
Birisi
Kapağını kapattı hemen..
 
Fare
Ne olduğunu anlayamadı
Kaldı nefes nefese...
Önce cirit attı
Sonra yoruldu kaldı...
 
Acıktı uzun zaman geçmeden,
Söylendi kendi kendine:
“Taş olsa yine yerim...
Demire geçmez dişlerim...”
 
İki gün sonra
Birisi canlı birkaç fareyi
Attı aynı kafese...
Aç fare baktı icaplarına
Küçük farelerin...
 
Dedi :
“Getirin daha başka fareler varsa...
Yine yerim ?”
Tutmuştu planı
Birisinin
Çoğalan fareler için...
 
Bıraktı kafes dışına
Fare yiyen fareyi...
Dedi:
“ Haydi göster kendini
Temizle fareleri...”
 
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Kayseri,  13.09.2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 47

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Üzeyir Lokman ÇAYCI

Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ

DESENLER

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM