 |
 |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
İÇİNDEKİLER
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL
ZAMA ZİNGO İŞLER
İMDAT! GÖLET'İMİZ TAŞMAK
ÜZERE
SİTEMİZDEKİ SEYFALAR
-
TIBBİ ATIK STERİLİZASYON BİNASI
10 KASIM
-
KURBAN VE BİZ
INTERNET SAYFALARI TOPLAYICISI DEĞİLİM
-
HİCRİ YIL VE
MİLADİ KUTLAMASI ÇOK YAKIN
DİKKAT !
TEHLİKENİN NERESİNE KADAR GİDİLECEK?
GEL OKUYUCU KÜTÜPHANEYE GEL!
SEÇİM Mİ;GEÇİM Mİ?
BİR e-POSTA VE CEVABI
SESSİZLİK VE ZAMAN
-
BİSİKLETE BİNELİM!
1 MAYIS KISA TARİHÇESİ
-
HIZIR- İLYAS (HIDIRELLEZ)
VEFA
OLMAK VEYA OLMAMAK
27 MAYIS 1998
BİRİLERİ; BİRİLERİNE SÖYLERSE
DOST OLMAK; BİR OLMAK VE BERABER OLMAK
TATİLİNİZ GELİNCE ZEHİR OLMASIN
-
GECE VE GÜNLER GEBE
-
TURKEY
DEĞİL TÜRKİYE
-
YAZMAK MI YAZMAMAK MI?
-
BİZ SİZİ TANITIYORUZ, SİZ BURADAN BAŞKASINI
TANITMAYINIZ!
-
YAZSAK NE YAZAR YAZMAZSAK NE YAZAR!
-
Hacı Alı KAZANCI
-
İFTİRA VE ÖTESİ
-
KURBAN BAYRAMI
-
CUMHUR VE CUMHURİYET
-
BİR MARUZATIM VAR!
-
YAŞADIKÇA
HER AYIN
15’i ile 25’İ
-
GEÇEN YIL
-
GECİKTİ İSE AF OLA!
-
SENDEN NE DİLESEM YA HABİBİ!
-
NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP DEĞİLSE NE GELİR
ELDEN!
-
GEÇTİ BOR’UN PAZARI SÜR EŞEĞİN
NİĞDEYE (DEDİRTMEYELİM)
-
75. YIL ÇORUM LİSELER ARASI KOMPOZİSYON YARIŞMASI
-
NELER OLUYOR ÜLKEMDE!
-
NEDEN BU GÜNLER HEP BÖYLE BOZUK?
-
ÜLKEMİZ NEREYE
GİDİYOR
-
ÜLKE KRİZ İÇİNDE Mİ?
-
KABUK BAĞLAMIŞ YARAYI KAŞIMAK!
-
LEBLEBİ İMALATI
-
ÇORUM ANADOLU GAZETESİ
-
BEKLETİLMEK (!)
-
BU NE PERHİZ; BU NE LAHANA TURŞUSU (1)
-
BU NE PERHİZ;BU NE LAHANA TURŞUSU (2)
-
BU NE PERHİZ;BU NE LAHANA TURŞUSU (3)
-
HİTİT
-
GÖZ ZEVKİ
-
GÖRÜNTÜSÜZ
GÖRÜNÜM
-
KOLAY GELSİN
-
CUMHURİYET
BAYRAMI
-
ON KASIMLAR
-
“İLİM İLİM BİLMEKDÜR”
-
MÜREKKEP YALAMAK
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
|
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL |
-
1947 tarihinde babamın subay
olarak bulunduğu Erzurum'da bir at arabasında doğum evine giderken doğmuşum.
Babam Eminsu Ali Rıza Gürsel,annem ise Fahriye hanımefendi idi.
-
İlkokula İskenderun'da başladım. Ankara'
da bitirdim. Ankara Yenimahalle Ortaokulunun birinci sömestrsinde
babamın emekli olmasından dolayı 1960 yılında Çorum'a gelince Atatürk
Ortaokuluna devam ettim. Babamın "oku da oğlum ceketimi satar seni
okuturum" diyerek bana yaptığı nasihatleri ters tepki yaptı, okumuyorum
diyerek okulu birinci sınıfta bıraktım. Marangoz çırağı olarak Azmi Başar
ustanın yanına girdim. Askere gidene kadar ustanın yanında çalıştım.
1967 tarihin de askerlik dönüşü,Ankara Emniyet Müdürlüğüne
teknisyen olarak göreve başladım. Ortaokulu dışarıdan 2
yılda bitirdim 1972 tarihinde polis memuru olarak Ankara'da çeşitli şu
beler ve kara kollarda çalıştım. 16 Eylül 1973 tarihinde
Selma (Kurşuncu) Hanımefendi ile evlendim.
1978 yılında ayında naklen Çorum İl Halk Kütüphanesine Memur olarak geçtim.
Dışarıdan Çorum Ticaret Lisesini iki yılda bitirdim. Kendi kendime
Osmanlıca’yı öğrenmeye uğraştım,Hat sanatı ile biraz ilgilendim 150 ye yakın
Ser levham var, Çorum Güzel Sanatlar Galerisinde ve Kütüphane
salonlarında bu levhaları sergiledim. 3. 8. 1988 tarihinde İl Halk
Kütüphanesi Müdür yardımcılığına atandım.
-
1990 tarihinde
kütüphanelerdeki kitapların tasnifi ile ilgili 10 yıllık bir araştırmamı
"Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)"kitap haline getirip Kültür
Bakanlığına sundum. Kitabımdan Türkiye'deki bütün kütüphanelere
dağıtılmak üzere 1000 adet satın aldılar.
-
1993 yılında Türkiye'deki bütün
kütüphanelerde bulunan " El Yazması " kitapların Ankara Milli
Kütüphanesine toplanma kararı veren Kültür Bakanlığına karşı Çorumlu
hemşehrilerimi haber dar ettim, mahalli radyodan ve gazeteler ile parti
il Başkanlarını ile Millet Vekilimiz Adnan Türkoğlu ve
Belediye Başkanımız rahmetli Turan Kılıççıolu' nun destekleri ile el yazma
kitaplarımızın Çorum' da kalmasını sağladım . Açık öğretim için
üniversite sınavlarına girip kazandım. İkinci sınıfta iken 25 Nisan 1994
tarihinde Tatvan Bitlis'e Müdür olarak tayinim çıktı ,tayin edildiğim
yere gitmeyerek emekliliğimi istedim.
-
İlkokul sıralarında okuyarak pilot
olmanın düşlerini kurardım. Bu hayalim gerçekleşmedi.Şu anda emekli
memurum.
Marangozluk,oymacılık, polis memurluğu,memurluk ve idarecilik
yaptım. Her çalıştığım meslekte çeşitli önemli olaylar oldu ise de son
çalıştığım kurumda bence en önemli bir hatıramı anlatmak
istiyorum:Kütüphanedeki çalışmalarım ve " El Yazması Kitaplar"ın
Çorum'da kalması için verdiğim çabalar neticesinde
Bitlis Tatvan’a tayin edilme olayım beni çok yıktı. Fakat bu üzüntümün
boş olduğunu zamanla gördüm. Rabb’imin izni ile Hacca
gitmek nasip oldu,iki kitap daha yayımladım ve elinizde bulunan bu derginin
çıkmasına vesile oldum. Mesleklerin insanlara sağladığı maddi avantaj
olarak,evinizi geçindirecek,namerde muhtaç etmeyecek avantajından
başka,manevi olarak;sizin yaptığınız işlerle ilgili karşılaştığınız
problemleri değerlendirirseniz avantajların neler olabileceğini hayat
okulundan öğrenmiş oldum.
-
Yazı yazmaya beni kimse
teşvik etmedi Kütüphane için hazırladığım kitap beni
yazmaya teşvik etti. Yazılarım mahalli basında yayımlandı. Yazılarımdan dolayı
bir ödül almadım;fakat kitapları ve bu dergi benim için en büyük ödüldür.
-
Gürsel Yayınevi 27 Mayıs 1998 tarihinde Çorum'da
kuruldu. ISBN si kendinde olan kitapları aşağıda tanıtılmaktadır. Talep
ettiğiniz kitaplar için bilgiyi de corumlu 2000@gmail.com
adresimize isteyiniz!
-
İdealim: Çorum'a tam teşekküllü
bilgisayar ortamında bir kütüphane kazandırmaktır. Bu idealim yüzünden tayinim
çıktı. Yayımlanmış çalışmam KİTAP VE CD ile SİTELERİM bulunmaktadır.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
ZAMA ZİNGO İŞLER
“Zama Zingo” bizim buralarda bir zamanlar
anlaşılmayan işler için kullanılan bir anlamsız sözdü. Sorsan kimse
ne manaya geldiğini bilmez fakat; bilmediği anlamadığı, aklının
yetmediği işler için bu deyimi kullanarak konuyu geçiştirmeye
çalışırlardı.
Nereden çıktı bu söz dersen; Bizim buralarda
insanlar artık ticari faaliyetlerde bulunmak yerine “Zama Zingo”
işlerle meşgul oluyorlar.
Akşama kadar dükkânlarının, iş yerlerinin işsiz ve
boş oturduktan sonra evlerine giderken günün zararından çok bu gün
yaptık diye kara kara düşünmektedirler.
Cidden bu son yıllar içerisinde Türkiye ekonomisinin
gerilemesindeki sebeplerin başında dışarıdaki ekonomik krizlerin
Türkiye’ye de yansıması mı? Yoksa o konu haricinde Zama Zingo bazı
işlerden dolayı mı Türkiye’de ekonomik kriz var diye gözükmekte.
Ülkemiz bir zamanlar kendi ürettiği ile geçinebilen
bir ticari yapıya sahip iken yanlış kararlar yüzünden nerede ise
yediği somunu (ekmek) bile ithal eder duruma düşmüştür. Bu yanlışlık
halen büyüyerek devam etmektedir. Neden kendi iç piyasamıza bazı
kolaylıklar getirerek küçük iş yerlerinin devamını sağlayacak
önlemler almıyoruz buna çok şaşıyorum.
Küçük esnafı ayakta tutan memur, memur emeklisi ve
işçi emeklileri ile kendi çalışma alanından sonra emekli olmuş
şahısların gelir düzeylerinin kısılarak alış veriş çarkının
canlanmasının sağlanması her nedense yapılmamaktadır. Asgari geçim
gelirinin çok düşük tutulması Türkiye içinde esnaf ve sanatkârları
da zor duruma düşürmekten başka bir uygulama olmadığı gözükmektedir.
Gelir seviyesinin emekli maaşları ile çalışanların
maaşlarında Avrupa standartları ölçüsüne getirilmesinin zamanının
geldiği gözükmektedir. Maaşların iyileşmesi ile Türkiye içerisinde
para dönüşümünün çoğalması enflasyonu getirir korkusu da bana göre
yanlıştır. Sabit gelirli yani maaşlı insanların refahının artması
esnafında refahının artması olarak gözükmekte, esnafın refahının
artması ise iç malların üretimine hız verilerek iş istihdamının
artmasına ön ayak olacağın kaçınılmaz olduğu gözükmektedir.
Bence artık büyük marketlerin de hükmünün kalktığı
bir ortam zamanının gözüktüğünü söylemek kâhinlik olarak
görülmemektedir. Sabit ücretliler ellerinde bulunan kredi kartlarını
2009’un ortalarına kadar kullanmış sadece bu kartların borçlarını
ödeme çabası ile robotlaşmış durumda olmaları düşündürücüdür.
Ülkemizin kaynaklarının artık dış mihraklara peşkeş
çekenlerin ayıklanmasının zamanı gelmişte geçmektedir. Satan kişiler
için büyük gözüken bu paralar Türkiye’nin zenginliklerinin
çalıştırılmaması ile Türkiye’nin sırtından paralar kazanmaya devam
edecekleri ve ülkemizi bir sülük gibi emdikleri artık görülmesinin
zamanı geldi de geçmektedir. |
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
04
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
İMDAT! GÖLET'İMİZ TAŞMAK
ÜZERE
Geçenlerde bir arkadaş
sohbetinde “Çorum Çöplüğüne” Özel İdare tarafından atıkların
dezenfekte (arınık-arıtılma) yapılarak doğaya bırakılacağını
duydum. Hemen aklıma Çorum’un Çöplüğünde bulunan kimyevi atıkların
bulunduğu ve “Çorumlu 2000 Dergimizin YIL 7 – 15- 02 2005-
72.SAYI Sayımızda “İMDAT !GÖLET'İMİZ
TAŞMAK ÜZERE!”
Yazımız geldi. Sevimdim. Geçte olsa bahsi geçen atıkların toprağa
karışmayacağı, gelecek nesillere kalacak olan Çorum’un taban
suyuna karışmakta olan bu kimyevi atıklardan kurtulacağını
düşünerek sevindim.
Malum bizim oralara gitmemiz için
“Gaz” gerekli. Maaşın almamız ve harcama bütçemizi düzenlememiz
gerekli. Aracımızın oralara gidebilmesi için fazladan bir harcama
yapmamız lazım olduğunda ve ayrıca “Çorumlular Ve Çorum’a Hizmet
Edenler” çalışmamızın da doğması için oldukça özveride bulunmamız
gerekli idi. Ağustos Ayının 29’unda “gaz” bulundu bende çıktım
yola.
ÇÖPLÜKLE UĞRAŞMAK İSTİYORSANIZ; İŞTE ÇÖPLÜK
Buradan
nafakalarını çıkaranlarla konuştuktan sonra benim menşur gölet’imi
görmek için aracıma bindim ve gölet’in etrafından çeşitli resimler
çekmeyi planlandım.
Oldukça güzel resimler elde ettim.
Yalnız beni gölet’in ülkemizdeki ve dünyadaki kuraklığa rağmen
nerede ise taşacak şekilde büyümesi korkuttu. Ocak 2005’te ki
kotundan bir eser kalmamıştı. İMDAT
!GÖLET'İMİZ TAŞMAK ÜZERE! gözüken rengarenk akıntılar ve sıvı atık gölüne inebilmek için
yazımızın sonundu yazdığımız bölümdeki çıkıştan girilince epey bir
kot düşüklüğü ile inilmekte iken şimdi ise nerede ise düz bir yol
halinde gözükmekte. Resim 3 e bakınız
Bu gölet’in oluşturanlar
bizlerdik. Yani Çorumlular. Sıvı atıklarımızı buraya dökerek
çevreyi temizlediğimizi sanıyorduk ve halen öyle olduğunu
sanıyoruz. Halbuki bu atıkların toprağın katmanlarına sızmasını
önleyecek tabii bir iki tepe arasından başka bir önlem ve tedbirinde
olduğunu düşünmüyorum. Bu gölet’in tabanında sızdırmama özelliğini koruyan bir kil
tabakasının olduğunu ve bu atıkları buraya dökemeden önce de
burada tabi bir havuzlama ve izolasyon işleminin yapıldığını da
zannetmemekteyim. Buradan sızacak bu atıklarımızın yer altı
sularını kirleterek Çorum'un geleceğini zehirlemesinin kaçınılmaz
olduğu gözüken bir olgudur. Çorum’un zemin suyunun ve bur çanak
olarak gözüken yerleşim yerinin alt tabakalarında bulunan ve
artezyen ile çıkartılan diğer yer altı su kaynaklarına da ulaşması
ihtimali büyüktür. Çanak olarak bu gölet çanak sularının
kaynaklarından olarak gözüken yamaçta bulunması da af edilecek bir
mazeret değildir.
Bizler neden: zemin suyunun
kimyevi atıklarla doldurduğumuzu düşünmüyoruz? Yada neden düşünmek
istemiyoruz? Basiretimiz mi bağlandı. Yada bu günün beyliği
beylik, gelecekten bana ne mi diyoruz?
Mahmut Selim Gürsel olarak 2005
yılında keşfettiğimiz yeri kim bilir hangi fi tarihinden o güne
olduğunu nereden bilebilirim ki? Bilenler varsa yazsınlar bizde
bilelim. Buraya dökülen atıklar ve sıvı atıkların hangi kararlarla
buraya biriktirildiğini de sorgulamamız gerekli değil mi?
Şubat 2005 ve Ağustos 2008 epey
zaman geçmiş olması ve atıkları için yapıldığı söylenen arıtım
tesisi de beni sükutu hayale uğratması ile bu yazılarla karşınıza
çıktım. Bu dünyada doğru bildiğin ve halka faydalı olduğunu
düşünebilen kimse isen, gerçekleri saklamamak gerekli olduğu “Yüce
Yaratan” Niye söylemedin, sakladın diyeceği vakitte anlım ak olsun
düşüncesi ile doğru bulduğumu sizlerle paylaşıyorum.
Gölet artık taşmak üzere.
Artık bir daha oraya da gitmem.
Kendini yormana ve üzmene ne gerek
var?
Ben görevimi yaptığımı biliyorum.
Bilgimi paylaştım.
Yazdıklarımı da paylaştım.
Resimlediklerimi de paylaştım.
RESİMLER ALTTA
|

Resim1 Dumanların yükseldiği çöp yığınını altında
yazımızda bahsi geçen yol gözükmekte

Resim2
Yukarıdaki resmin bir başka açıdan görünüşü

Resim3 Çöplerlerin kapattığı ve gölet'e kıyı olan iki
tarafındı otlar olan sert alan daha önceki yılda geldiğim ve arabamla
indiğim ÇORUM'UN YENİ GÖLET'İ HEPİMİZE HAYIRLI OLSUN
yazımızı yazdığımız yol olsa gerek

Resim4 Sıvı atıkların yüzü sahi olarak çöp yığınından
rüzgar etkisi ile gelen kağıt ve yüzebilen atıklarla kaplanmış

Resim5 Burada sıvı atıkların üzeri biraz olsun katı
atıklardan soyutlanmış durumda.

Resim6-7 Burası da gölet bitimine yakın bölüm ve yola
kotun birkaç metre kaldığı intibakını verse de attaki resim gölet'in en
uçtan ve arabadan inmeden çektiği son bölüm olduğu karşıdaki yığından anlaşılmaktadır.


Resim8 Burası da gölet çevresinde devam eden yoldan
çekilmiş bir resim
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
SİTEMİZDEKİ SAYFALARIMIZ!
-
Bilmiyorum hiç ilginizi çekip aylık istatistik sayfalarınızı
incelediniz mi?
-
Belki sayfanızı açılış sayfası yapmak isterseniz diye sayfanızda
bulunan açılış sayfası yapı bir sefer tıkladığınızda bilgisayarınıza
ilk girdiğinizde sizin sayfanız açılacaktır. Burada hepimizin
kullandığı arama motoru bu sebeple sizlere hazırladım ve GOOGLE
arama motoru adapte ettim.
-
Çok yeni olarak sizlerin sayfalarına siteler topluluğu olan AÇIK
KAPI (Portal) ımızda sizlerin yazılarının yayınlandığı sayfaları kaç
okuyucumuz izlediğini gördünüz mü?
- Aşağıda görüldüğü gibi; Kendi
sayfalarımıza kaç tekil kişinin girdiğini görmektesiniz. Bu girenler
sizden kaç sayfa olarak sizin yazınıza gittiğini ve kaç dosya olarak
size ait bilgileri incelediğini görmektesiniz.
-
Size ait sayfanın bir aylık istatistik hitide burada bulunmaktadır.
Sayfanızı daha detaylı incelemek isterseniz tıklayarak kendi
adınızın bulunduğu OCAK ayı istatistiğindeki binginizi tıklayarak
istatistiğinizden detaylı sayfalara ve günlük istatistiklerinizi de
inceleyebilirsiniz.
-
Buradan bütün ziyaretçilerimize de
teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Açık kapımıza toplam Ocak ayında
25.774 tekil ziyaretçi girmiş ve 120,518 dosya incelenmiştir.
|
|
|
07
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
10 KASIM
Türkiye’mizin kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal
ATATÜRK’ÜN bu gün ebediyete gidişinin 70. yılında bulunmaktayız.
Türkiye için kendi özverilerini ve dehasını
kullanarak, ülkesi için çarpışmak ve ülkesindeki insanları
birleştirerek Kurtuluş Savaşına hazırlamak gözüktüğü kadar kolay
olmazsa gerek.
Bir yokluk ve uzun yıllar çeşitli cephelerde
savaşmış, yorgun ve fakir bir milleti özgürlüğe kavuşturmak için
verilen çabaları takdir etmeyenler ATATÜRK’Ü kıskanlardan başkası
olmayacağını burada söylememde bir beis görmüyorum.
Bizlerin kuşağında 10 Kasım’lar bir yas ve anma günü
olarak kutlanmakta iken, bu günün kuşaklarında ise başka türlü
anılmaya başlamıştır.
10 Kasım’da bir başka hatıralarımın da burada
anlatmakta bir beis görmüyorum. Askerliğimin son bölümünü Çavuş
olarak İstanbul Dolma Bahçe Sarayında yapmış olmam da ayrı bir 10
Kasım anısı olarak bende bulunmaktadır.
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum? Bizlerin hayatlarında
da bazı önemli zaman dilimlerini biz yaşadığımız o zaman ve anda
anlayamamakta ve sonradan da bu anıların kıymetini düşünmeden
edememekteyiz.
Bizler ATATÜRK’ÜN emanetini korumak ve yüceltmekten
başka; ülkemizin Dünya ülkeleri içerisinde ön sıralara başkalarının
yardımı ile değil, kendi güç ve bilgilerimiz ile birikimlerimizle
ileriye gitmemizin gerekliğini bu vesile ile de sizlere teklif
etmekteyim.
“Ne Mutlu Türk’üm Diyene”
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
10
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KURBAN VE BİZ
İnsanoğlu’nun semavi kitaplarla başlangıcı
olduğunu inananlar bilirler. İnanmayanlar da kendi bildiklerini
okurlar. O da onların problemleridir.
Hazreti İbrahim; Allah-u Teâlâ bir oğul verirse,
onu Allah C.C. için kurban edeceğini dilemesi üzerine Hazreti
İsmail dünyaya geldi. Allah-u Teâlâ verilen sözü yerine
getirmesini Hazreti İbrahim’e rüyada bildirildi.
Semavi kitaplara inananlar Hazreti İbrahim’in
Allah C.C. tarafından imtihan edilmesinin ve biz insanlarında bu
imtihandan geçmemizin emaresi olarak Peygamber efendimiz, Eshab-ı
kirama, (Kurban kesmek, babanız İbrahim’in sünnetidir) buyurdu.
Hakim)
Dinen zengin sayılmayan kimsenin, borcu yoksa, gücü de yeterse,
kurban kesmesi çok iyi olur. Hadis-i şerifte, (Bayramda kurban
kesmekten daha faziletli bir amel yoktur. Ancak sıla-i rahm
bundan müstesnadır) buyuruldu. (Taberani)
Bu bizim dünyada malımızla imtihan edilmemizin
delaleti olarak her yıl karşımıza çıkar.
Bilerek veya bilmeyerek bu imtihandan dikkat
ederek çıkmamız gereklidir. Müslümanların bu dini vecibelerine
de başka inanıştakilerin de dikkatli olarak incelemelerini ve bu
sosyal bir yardımlaşma olarak incelenmesinin gerektiğini de göz
ardı etmemeleri gereklidir. Çünkü herkesin inanışı kendisini
bağladığı için başkalarının inancına da karışmak insanlık dışı
bir anlayışın eseri olur.
Kurban bayramınızı bütün yazarlarım adına
buradan tebrik ederek nicelerine ermemizi dilerim.
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
13
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
INTERNET SAYFALARI TOPLAYICISI DEĞİLİM
Dergilerimde; yazılarım kendime ait olup, kendi
fikirlerimi yazabildiğim kadar beyanda bulunduğum yerlerdir.
Sanal olarak yayınlanan bu çalışmalarım haricinde de
basılmış çalışmalarım bulunmaktadır.
Ayrıca 63 sayısı basılmış olarak bulunan ÇORUMLU
2000 AYLIK KÜLTÜR SANAT TARİH VE EDEBİYAT dergimde pek çok
çalışmalarımı da yayınladım. Bunlar basılmış olarak arşivlerde
bulunmaktadır. Bu dergim basılırken ilk birkaçı hariç o günden bu
güne okuyucularıma da sanal olarak ta yayınlama mutluluğuna eriştim.
Dergimiz halen devam etmekte olup her ayın 15’inde
güncellenmektedir. Bu elinizde bulunan sayımız 199. sayı olarak sizlerle
birlikteliğini sürdürmektedir.
Dergi ve sitelerime girmek için illaki üye
olacaksınız diye bir şartımız da bulunmamaktadır. Bütün
ziyaretçilere alenen açık olarak okuyucunun istediği an okunmaya
açıktır.
Dergilerimize yazı veren arkadaşlar bizzat endi
çalışmalarını e-posta veya posta ile bana ulaştırmakta ve bende bazı
ufak tefek kişilik hakları ve diğer bazı bana ve yazarıma
gelebilecek kısımları kaldırarak yayınlamaktayım.
Yazarlarıma ve çizerlerime buradan teşekkür ederken
yazı yollayacak arkadaşlarımızın da kendi çalışmalarını
corumlu2000@gmail.com e-postama yollamaları gerekmektedir.
Dergilerimde bulunan çalışmalar herhangi bir siteden
alınarak yayınlanmamakta, yazarlarımızın müsaadeleri ve
gönderdikleri yazıları yayınlanmaktadır. Bizim dergilerimizden başka
yerlerde de yazarlarımızın çalışmalarını yayınlamaları onların en
tabii haklarıdır. Bu bilginin de sizlerle paylaşmamım birkaç nedeni
bulunmakla birlikte burada bunları yazmama da gerek görmemekteyim.
Yazıyor, çiziyor, çekiyorsanız ve sanal değilseniz
sizde davetlisiniz!
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
14
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
HİCRİ YIL VE
MİLADİ KUTLAMASI ÇOK YAKIN
Bu yıl nerede ise çakışacak ini
yılbaşını aynı andı kutlamamıza imkân veren bir peş peşe lik
sağladı.
Bu iki yıl kutlaması için şunları
aklımdan geçirdim:
Merhaba kocamış yıl!
Nasıl de geçti 365 günün. Ben
bilemedim. Ya san bildin mi?
Neler verdin bizlere? Nelerimizi
aldın bizlerden?
Geldin gidiyorsun. Bizi bıraktığın
gibi bizlerde burada bildiğimizi yapacağız. Sende gidiyorsun
yaşlandım diyerek.
Eş, dost ve akraba ile yeniden
gelmeni bekleyeceğiz gencecik ve kocamamış halini umutla
bekleyeceğiz.
“Umut Bu” bilmem anlayacak mısın?
Desem güler geçesin. Bana ve soranlara. Sen kaç yaşındasın ki benim
yaşadıklarımı bileceksin dersin. Haklısın. Sen her yıl ölür, yeniden
doğarsın. Yaşlanmaktan korktuğun için böylece kendini küçük ve genç
göstererek bizleri eskitir ve yol olmamızı gözlersin.
Bizse senin hey yıl gelmeni
sabırsızca beklerken yaşlandığımızı anlamadan bu dünyadaki sıramızı
savar ve gideriz.
Savaşır, öldürür, ölür, gezer,
tozar, trafik kazası yapar, salgın hastalıklarla boğuşur, bazen
açlık çeker, bazen tok gezerken açlığımızı bastırmaya çalışır, bazen
yazar, bazen de çizerek senin günlerini birer birer tüketiriz.
Sen yine bu günlerde,yine bu yaşının
sonuna geldin. Bize ne verdin? Bizden neler aldın? Düşünmeyeceğiz
her zamanki gibi, yine senin geldiğin ilk günden yeniden doğmanı
sabırsızca bekleyeceğiz.
Bu satırları yazan benim ömrümü
tükettin ve yaşlandırdın sanma. Benim yaşım düşüncemle yaşıt bunu da
unutma.
Her yıl gibi senden dilediğim bir
şey yok!
Dilesem de senin elinden gelen bir
şey olduğunu zannetmiyorum.
O yüzden isteklerimi seni ve beni
yaratandan istiyorum.
İyi ki doğdun “Yeni Yaşın kutlu
olsun 2009.”
Seninle yaşamaya çalışan fani Mahmut
Selim GÜRSEL
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
16
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
- DİKKAT !
TEHLİKENİN NERESİNE KADAR GİDİLECEK?
- Biraz
Çorum'da ne var,ne yok diye yerel bir kanalını açtım.
- Çorum Değişim Projesi
bilgilendirme toplantısı. Anlatılanları dinleyince tüylerim
diken diken oldu. Ya ne diyeceksiniz?
-
Sevgili Sayın Prof. Hocamın tek muhalif olan
matbaacı arkadaşımızın ne demek istediğini anlar gibi olduğunu
söylemesine.
- Konu:
Çorum'un kültür varlığı olarak tescil edilmiş olan bir bölümü.
Anlatan : Diksiyonu çok düzgün ve ödevine oldukça iyi
çalışmış,teklemeden konuşan bir hatip. Anlatımı gayet mantıklı
görünüyor. 20-25 dinleyici. Hiç çıt yok. Konuşmacı tezini anlatıyor.
Yerine otururken Sorusu olan var mı ? Diye sorunca sadece
bizim haklı her konuya itiraz eden Sayın Nizamettin
Oktay'ımız:
- -...
Bu çalışmalar için belirlenen sınır nereden,ne reye
kadar ?
-
Başlama noktalar, itiş noktaları neresi... diye sorunca.
Konuşmacı bir şeyler geveliyor. Nizamettin tekrarlıyor sorusunu.
Bu sefer Sayın Başkanımız cevap veriyor.
- Sonra
Rüstem baba sarı levhalarla ilgili başkana soru yönetiyor.
- Başkan
cevaplıyor. Şimdi gelelim konunun özetine: Belediyemiz
mantıklı gözüken bir proje için kollarını sıvamış. Bir
bilene danışmış, proje istemiş. Acaba bu ön proje için ne kadar
ücret vermiş ?
- 35
dönümlük şehir merkezinin altı seçilmiş. Acaba; bu alanın üstünü
düzenlemek yerine niçin altını seçmiş ? Bu alanın
altında neler var acaba ? Neler yok ki. Bu
belirlenen alanın altında bir tarih yatıyor. Bir
kent yatıyor. Tarih kokan büyük bir hazine yatıyor.
- Neden buraya ÇÖPLÜK
denilmiş acaba belediye bunu araştırdı mı ? Hiç
zannetmem. Bence bu fikirlerinden vazgeçmeleri için gereken
bir iki başlık sizle re ileteyim.
- Birincisi:Burası NİKONYA şehrinin
bulunduğu yer olabilir mi. Uzun süre Çorum'u fetih eden
atalarımız bu yıkıntıları çöplük olarak kullanmış olamazlar mı
? Buralar ve eski Karakeçili mahallesi bir önceki medeniyetin
yıkıldığı alan olup olmadığı biliniyor mu ?
-
İkincisi: 1 Temmuz 1940 Tarihli 24. Sayı Çorumlu Dergisinin normal
sayfa 2. genel sayfa 725 şi bir güzel okumaları ve yine aynı
derginin 25. Sayısında yayımlanan "MTA TAG Direktörlüğü Tusik
Raporu No:1057 Çorum Havalisinin Jeolojik ek sizi"ni bir güzel
inceleyiversinler.
- İkinci
bilgiyi bulamazlarsa; yayımladığım Çorumlu 2000
dergisi 7 sayı 28 numaraya bakı versinler. Ya da ; 8. Sayı 27.
Sayfada bu rapor hakkında yazan Sayın
- Hocam Oğuz Leblebicioğlu'nun
yazısını bir inceleyiversinler.
- Bence
bu iş biraz cıvık. Neden mi? Çünkü bu projenin yapılacağı alan oynak
toprak yani alüvyon yatağı. Altında Ankara gibi taban
kayası yok. Biliyoruz ki; bizim il merkezimizin yerleşim alanı
taban suyu bol bir yer. Bu topraklar bence yer altında
bir katlı derinliği kaldırabilir fakat 35 dönümlük
bir alanı ve hele hele,2 kat olan bu projeyi kaldıramaz.
-
Gerekçeleri gayet açık. Bir kere bu alanı şu anda bile beş
dakikalık ufak sağanak yağmurlarda bile caddelerimizden dereler
gibi akan sular acaba nerelere akar. Nereler dolar ? İşte
sizin projenizde Çorum'da bu akıntıyı verecek ne bir eğilimli
arazi var,nede bu suları pompalayacak bol
enerjimiz var. Yoksa burayı bitirdiğiniz gün yağan
şiddetli bir yağmurla doldurarak yüzme havuzu filan mı
yapacaksınız ? O da olamaz,koca Çorum'da
bu derinlikteki bir havuzda yüzebilecek kaç
hemşehrimiz var ? Belki de: Bir efsanevi söylenişte geçen;
"...yelden;Çorum selden batacak." Denilen sözler sizin
eserinizle gerçekleşecektir. Orayı yaptığınızı var
sayalım. Şiddetli bir yağmur yağınca ne olacak acaba ?
Olacağı malum. Otopark,dükkanlar ve Allah C.C. korusun orada
yüzleri bulan dükkanlarda çalışanlar ile, yağmurdan kaçmak
için oraya doluşan binlerce Çorumluya mezar olacak. Bakın ;
kendinizde söylüyorsunuz. Uydu kent. İstimlak ederek bir sürü güzel
tarım arazisini,mesken yeri olarak alıp Çorum'a büyük bir kötülük
yaptınız Bari oralarda bu projeyi yer üstünde yapıverin.
Yok olmaz diyorsunuz. Ben zor olanı seçtim. Bence siz ; zor
olanı değil,rant olanı seçtiniz.
- Yine
de size 5. Sayı 15. Sayfada kolay rantlı ve
müteahhit ve istimlâke bile gerek olmayan bir teklifim
vardı bir zahmet onu okuyuveriniz. Tek katlı olan önerimiz,
şehrimizin tarihi dokusunu da zedelememektedir.
- Sizin
projeniz bence birilerine, proje karşılığı biraz para
vermek. Yada bu proje ışığı altında “definecilik” yapmak.
- Son
olarak; Alah’u Teala bir daha Türkiye’mizi
eleme boğan depremle bizleri imtahan etmesin. Bu proje ile
deprem bölgesi olan ilimizin gerçeklerini göz önüne alınması
gerekir. Kolay rant uğruna ilimizi büyük bir
felakete sürükleyecek olan bu projenin belki
getirebileceği birkaç milyon dolar için, Çorumluları lütfen
tehlikeye atmayınız.
-
Saygılarımla.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
17
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
GEL OKUYUCU KÜTÜPHANEYE GEL!
Bu sıralar üyesi olduğum elit bir grup olan kütüphaneci
grubunun en sık gelen grup mesajı okuyucu bulamama olarak
gözükmektedir.
Acaba semt pazarlarındaki satıcılar gibi okuyucuyu cezp etmek için”
Gel Okuyucu Kütüphaneye Gel!” diyerek kapı önünden mi bağırmak mı
gerekmekte?
Hayır! Bağırarak, Söyleyerek kitap okutulmaz. Peki nasıl okuyucu
miktarını arttırarak okuyucuyu kütüphaneye bağlayacağız?
Öneriyi ben yıllar önce dile getirmiş, arkadaşlara açıklamıştım.
Onlar sadece kendilerine bazı yükümlülükler ve zorluklar yüzünden
benimsetemedim.
Bu gün o öneriyi yapmaya da pek niyetim yok. Neden yok derseniz
benim yapalım diyeceğim işlev içip personel gerekmekte. Ayrıca
personelin çokluğu da bir işe yaramayacağını biliyorum.
Zamanı gelince belki birileri hatırlar ve sizlere bu önerime kendisi
lanse eder diye düşünmekteyim.
Emekli Kütüphane Müdür Yardımcısı.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
19
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
SEÇİM Mİ;GEÇİM Mİ?
Bu dönem mahalli seçimler neler getireceğini hep birlikte göreceğiz.
Hele bu mahalli seçimler de ekonomik kriz denilen dünyayı
yönetenlerce empoze edilen suni ve ekonomik özgürlüklerini
kazanamayan ve dış borç içinde yüzen ülkemiz gibi ülkeleri yok etme
veya ufaltma için yapılan operasyonlarda deneme tahtası haline
gelmekteyiz.
Bu yıl bu mahalli seçimlerin ekonomik krizin olup olmadığını bizlere
gösterme açısından da büyük bir sınavı da bizlere göstermiş
olacaktır.
Aday adayların tamamının hemen hemen belli olduğu bu günlerde parti
ve parti adaylarının yaptıkları harcamaların mercek altına alınması
ve bu harcamalarda da takip edilmesi gerekli olması bir gerçek
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Seçimlerde her nedense parti harcamalarının pek çoğunun bağış ve
katkı olarak harcanması ise başka bir problem olarak karşımıza
çıkacaktır.
Seçimlerde iktidar olanların ise avantajlarını kullanmaları
kaçınılmaz olarak görülecektir.
Krizin sonucu işsizlik büyük ölçüde artarken, fakirlikte
artmaktadır. Gelirler kişilerce değil ailelerce tüketilerek geçim
çabası verilmektedir. Mahalle seçimlerin sonuçlanmasından sonra
krizin devam edeceği, bu krizi bize empoze edenlerin gönlü yetene
kadar da devam edeceği gözükmektedir.
Bizde burada sizlere “Seçim mi; Geçim mi?” diye soralım dedik.
İleride bu konuların devamının dergimizde yayınlanacağını da
sizlerin de görüşlerinin bizim için çok kıymetli olduğunu bilmenizi
isteriz.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
20
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR e-POSTA VE CEVABI
Ilisikte ki gönderdigim dosyalar (yazinlar)
kurulmasi arzedilen
Corum Kültür Merkezi
ve
Güzel Sanatlar Fakültesini
ilgilendirmekdedir.
Saygilarimla
Merhabalar Sayın Çoban!
Gözlü var gözsüz var. Okumayı
sökemeyenler var. E-postanızı yazarmen18 punto kullanmanızın
sebebini ne olur ne olmaz diye düşündünüz herhalde?
Çorum!
Kültür Merkezi!
Güzel Sanatlar Fakültesi!
Maalesef bu yolladığınız konular
hakkında bilgim bulunmamaktadır.
Açıkça ne yapmamı yazın; gerek
görürse yapar veya yayınlarım.
Hamiş; Dosyalarınızı siz siz olun
kopyalanmasını istiyorsanız word dosyası olarak yollayın ki
yayınlasınlar. Sizin adınıza bir daha o yazıları yazan pek bulunmaz
zannedersem.
Fotoğraflarını yayınladığı albümü
dergimde yayınladığım fotoğrafçı.Ates Velidedeoglu
Çocukluğunu ve amcasın arkadaşım
babasını tanıdığım Çorumlu.Kenan Dalgic
Tanıyamadığım serdar Kilickaplan
Mehmet Ali DOGAN zerrin ayvazoglu
Adam gibi adam diye birilerini
lanse ederek bu seçimde arkasında durmayan Çorum'u tanıdığını bile
zannetmediğim Agah Kafkas
63 sayı basılan ve 120. sayısı
hazırlanan dergiyi kültür olarak görmeyen yada 3. sayısı da basıldı
diye gazete Sevket Erzen
Dergime reklam vermezsede abone
olan Mustafa Yagli
Birkaç kere giderek görüştüğüm
Ünal Kakac
Hiç görmediğim bir gazete Manset
Gazetesi
Bilemediğim Çorumlular
Mehmet Özdogan Mütallip Yalin
Beni de gönderdiğiniz e-postasında
listede görünce şaşmadım desem yalan olur .->>corumlu2000
Dergime reklam vermezsede abone
olan arasıra sanal yazıştığım Mahmut Köksal
Bilmediğim Haci Odabasi
Herhalde Sungurlulu olsa gerek
tanışmadığım Halil Baklan
Tanıyamadığım şahıs Servet
Seyfettin ;
İsmi yabancı gelmedi fakat
tanışamadığım Mustafa Toprak ;
Bilemediği birisi daha Mustafa
Harputlu ;
Dergime reklam katkısı veren ve
ilk sayısından son sayısına kadar abone olan Ahmet Ahlatci
Çorumlu olduğunu bildiğim Çorum
1997 tanıtım katkısı istediğim Ahmet Hamoglu
Kendisine Anitta Otelde taktim
ettiğim Çorum 1997 isimli çalışmamı görmemiş ki köşesinde Çorumla
ilgi kitap olmadığını yazan telefonlar kendisine hatırlattığım halde
hatırlamayan (Hatırlama mecburiyeti yoktur) Ahmet samsunlu
Tanışmadığım Esra Keskin ;
Nesrin Cobanoglu ; niyazi özmercan ; nilay çevik
Tanışız Sonmez Yanardag
Bilemediğim schneider-guerkan@gmx.de
; Faruk Gökmese ; web@corum.bel.tr ; Selahattin Toprakci ; Sirin,
Metin (M.) ;
Dergilerimiz kendisine taktim
edildiği halde; dergimizin yayın hayatı boyunca gazetesinde bir
satır bile yayınlamayan gezete genel yönetmeni.Mehmet Yolyapar
Ben Çorumluyum
Kendime göre birşeyler yapıyorum.
Aralık tekil ziyaretçim 28912
Toplam sayfa 53 389 Toplam dosya ziyaretçisi 151861 ve toplam hiti
2962341 olan
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
24KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
- SESSİZLİK VE ZAMAN
-
Bende önceki bir zaman diliminin tılsımlı havanın esmesi ile meydana
gelen bir tutkunun yazılmasının zamanı gelmiş olduğunu anlamış
gibiyim.
-
Birinci yılını doldurduğum memuriyet hayatımda bizleri bekleyen
büyük tehlikelerin neler olduğunun bilinci ile zamanımı geçirmekte
ve kendi planımın doğrultusunda hayatımın yönünü vermeye
çalışmaktaydım.
-
Her hafta gittiğim Çorum’a gelince her zamanki gibi anne ve babamın
baskılarının olacağını biliyor, onları bir bahane ile yine
atlatacağımın bilinci ile otobüsün Çorum’a girdiği anda saat 22’yi
gösteriyordu gayet iyi hatırlıyorum.
-
Çorum otobüs garajı o yıllarda Çorum’un dışı sayılacak bir alana
yeni yapılmakta idi. Otobüsler garaja girmeyip saat kulesi civarında
yolcularını indirme geleneğini halen sürdürmekte idiler. Her ne
hikmetse o gün otobüs eski garajların bulunduğu yere gelmiş ve
yolcuları burada indirmişti. Durakta bulunan tek taksiye işaret
ettim. Geldi ve bindim. Şoför her nedense hareket etmekte acele
etmiyordu. Ben alışkanlığım üzerine şoförün yanındaki koltuğa
oturmuştum. Aynı otobüste birlikte Ankara’dan geldiğimiz benim
yaşımda iki çiftte taksinin arka kısmına binmişlerdi. Taksici
hayatından memnun bana dönerek:
-
-Birader ne tarafa gideceğiz? Diye sordu. Ben:
-
-Arkadaşları bırakalım, ben sonra inerim. Dedim. Fort taksi
homurdanarak yerinden kalktı. Taksi şimdiki hükümet konağının
bulunduğu bir yere doğru yol aldı ve vilayetin arkasında bir evin
önünde durdu. Taksi içindeki çift paralarını verip indiler. Taksinin
çok yüksek bir fiyat talep ettiğini görünce inen çiftin erkek
olanına:
-
-Bir dakika bekler misiniz? Diye seslendim. Adam durdu taksiye geri
döndü. Şoföre:
-
-Arkadaştan fazla para aldınız. Aldığın o paranın dörtte üçünü geri
ver dedim. Şoför de bizimle aynı yaşlarda olduğundan araçtan inenle
beni, birbirini tanıyor diye düşünmüş olsa ki aldığı paranın dörtte
üçünü geri verdi. Adamcağız şükran sesleri çıkartırken ben
şoföre:
-
- Karakeçili Camiinin yanına gideceğim dedim. Albayrak sokağı
aralığından taksiyi döndürerek ilk dönemeçte durdu. Levyeyi eline
alarak:
-
-İn bakalım yakışıklı. Sen benim nafakamı nasıl geri verdirirsin?
Ben sizi birlikte sandım diye dayılandı. Ben gayet sakin:
-
-Burası yeri değil. Bu saatte uyuyanları rahatsız etmeyelim.
İstersen arabanı tenha bir yere çek. Diye tepki verince biraz
duraksadı, araca bindi. Tir tir titremesi halen üzerinde idi. Ben
istifimi bozmadan. Aşçıların orada ineceğim dedim. Taksi hareket
etti yüz metre sonra durdu. Şoförün titremesi geçmiş, benim sakin
halim onu korkutmuş ve ürkekleştirmişti. Araçtan indim. Şoför
tarafına geçtim ve diğer yolcudan benim ikazım üzerine aldığı para
kadar para uzattım.
-
-Bak ahbap. Sen evli misin? Diye sordum. Şoför cevap verdi.
-
-Evet. Üç çocuğum var. Diyince ben:
-
-Haram para ile mi çocuklarını doyuruyorsun. Diye serteldim. Levyeyi
kaptığı ile kapıyı açtığı bir oldu. İndiğine pişman olduğunu
pantolonunu ıslattığından anlamıştım. Benim beylik tabancam
saldırgan şoförüm burnuna dayanmıştı. Şoföre:
-
-Hem haram kazanıyorsun, hem de adam mı dövmeye kalkıyorsun. Dedim.
Cevap verecek mecali olmayan şoföre:
-
-Dua et üç çocuğuna ve eşine. Seni karakola götürür, fahiş para
alıyor, birde levye ile adam dövmeye yelteniyor diye içeri
attırırdım. Bir daha böyle olmasın dedim. Şoför pelte gibi aracına
bindi. Kontağı çevirmeye mecali kalmamıştı. Ben eve girdim.
-
Aradan üç ay geçti, tesadüf Samsun arabası ile tekrar Çorum’a
geldiğimde durakta bulunan tek araca el kaldırdım. Araç geldi. Yine
aynı şofördü. Bana:
-
Merhaba birader. Evinize müşteri geldikçe uğradım. Seni sordum.
validen O Ankara’da çalışıyor dedi. Bir gün yine taksine biner oğlum
dedi. İşte yine karşılaştık. Sana minnet ve teşekkür borcumu sunmak
istiyorum. Senle karşılaştığımız güne kadar arabanın hiç eksiği,
gediği bitmiyordu. Sen beni uyardın. Evlatlarına haram yedirme
dedin. Senden sonra sabaha kadar durakta düşündüm. Sana hak verdim.
Bir daha kimseden hak etmediğim ücreti istemedim. O adamla senin
verdiğin para bir bereketlendi ki. Arabam o günden bu güne
arızalanmadı. Hiçbir masrafta çıkmadı. Daha önce hiç olmadık
masraflarla kazancımı bitiriyor bazen eve ekmek bile götüremiyordum.
Dedi. Ben cevap veremedim. Beni eve bıraktı. Ücretini verdim.
-
-Bereket versin birader. Dedi. Bende:
-
-Bereketini bul dedim. Bir gerçek veya hikaye olarak
okuyabilirsiniz.
-
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
26KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİSİKLETE BİNELİM!
Geçenlerde bir acil işi için Saat kulesinden Bahçelievler de bulunan
evime çıkmak yürürken bir Gazi Caddesinde araçların olmaması
dikkatimi çekti. Dikkatli bakınca yolun iki tarafının da araç
trafiğine kapalı olduğunu gördüm. Etrafta da pek çok polisin olması
beni biraz daha araştırmaya itti.
Birisine sordum:
- Ne
oluyor. Hayırdır? Sorduğum kişi:
- Bir
şey yok amca otuz yaşın üzerindeki şahıslara bisiklete binmelerini
tavsiye için bisiklete mi bineceklermiş. Biraz önce bisikletlerle
yukarı çıkmışlar. Şimdide buradan geçeceklermiş. Dedi.
Fotoğraf makinemi çıkartarak bir iki poz alalım diye bekledim. Bir
ekip aracının eskortluğunda bisikletliler gözüktü. Birkaç kare resim
alabildim.
Lafı
uzatmayalım. Bu grupta otuz yaşında 9 şahıs vardı 30 yaşının altında
da bir o kadar kişilerin de bulunması dikkatimi çekti.
|
 |
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
27KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
1 MAYIS KISA TARİHÇESİ
Sekiz
saatlik iş gününü elde etme amacı düşüncesi ilk kez Avustralyalı
isçiler, 1856'da, sekiz saatlik işgünü lehinde gösteriler,
toplantılar ve eğlenceler düzenleyerek, hep birlikte bir günlük iş
bırakmaya karar verdiler.
Bu
kutlama 21 Nisan olarak kararlaştırıldı. Avustralyalı isçiler bu
kararı, sadece o yıl için düşünmüşlerdi. Bu girişim heyecanlara yol
açtı ve bu kutlamanın her yıl tekrarlanmasına karar verildi. Bu
kutlama diğer ülke yayılmaya başladı ve dünyanın bütün ülkelerince
benimsendi. Amerikalılar 1886'da l Mayıs'ın evrensel bir iş bırakma
günü olmasına karar verdiler ve l Mayıs'ta 200 bin Amerikalı işçi iş
bırakarak 8 saatlik işgünü talebinde bulundular. Polisiye ve yasal
baskılarla, gösteriyi tekrarlamasını birkaç yıl engellendi. 1888'de
bu kutlamalar için yeniden karar alındı. Avrupa'daki işçi hareketi
de, bu hareketin en güçlü ifadesini 1889'da toplanan Uluslararası
İsçiler Kongresi 400 delegenin katıldığı sekiz saatlik işgünü
talebinin en basta yer alması gerektiği yolunda “Uluslar Arası
Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul kararını aldılar.
Fransız sendikalarının temsilcisi, Bordeaux'lu isçi Lavigne, bu
talebin tüm ülkelerde evrensel bir iş bırakma ile dile getirilmesini
teklif etti. Amerikan isçilerinin temsilcisinin l Mayıs 1890'da grev
yapılması yolunda aldığı karara dikkat çekti ve Amerika Kongresi bu
tarihte uluslararası gününün kutlanmasına karar verdi.
Türkiye’de; Anadolu'da 1 Mayıs ilk defa 1905 yılında İzmir'de
kutlandı. Bunu 1909 Üsküp kutlaması izledi İstanbul'da ilk 1 Mayıs
kutlaması 1910'da yapıldı. 1912 İstanbul Pangaltı da yapılan
kutlamadan sonra, 1913 Kutlamalar yasaklandı.
1920 1 Mayısı'nda işgal idaresinin
ve Osmanlı hükümetinin yoğun baskılarına karşın 1 Mayıs İşçi Bayramı
olarak kutlandı. 1921'in 1 Mayısı'nda yürüyüş ve kutlamalar askeri
suç ilan edilmesine rağmen İstanbul'un hemen tüm işçileri, özellikle
şirket-i Hayriye, Seyrü Sefain, Haliç idaresi ve Tramvay şirketi
çalışanları 1 Mayıs'ı kutladılar. 1922 Sultan Ahmet Meydanında
toplanan emekçiler, Galata’dan gelen gurupla birleşerek Kağıt haneye
yürüyerek gösteri yaptılar. 1923 1 Mayısı'nda çok sayıda yerli ve
yabancı işletmede çalışan işçiler greve çıktı. İşçi taleplerinin
arasında, yabancı şirketlere el konulması, 1 Mayıs'ın resmen işçi
bayramı olarak tanınması, sekiz saatlik işgünü, hafta tatili,
serbest sendika ve grev hakkı talepleri vardı. Birçok işçi bu
gösterilerde tutuklandı.
1924
yılında1 Mayısı'nı "İşçi Bayramı" olarak kutlayan işçiler
engellenmek istendi. Sekiz saatlik işgünü için bildiri dağıtan
birçok işçi tutuklandı. 1925 yılında Takrir-i Sükun Kanunu
sonrasında kutlamalara izin verilmedi. 1935 yılına kadar her yıl
ancak gizli kutlanabildi. 1 Mayıs'ın bundan sonraki tarihi
yasaklarla yazıldı.
1935
yılında "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun" adıyla
çıkarılan düzenleme ile "Bahar ve Çiçek Bayramı" olarak 1 Mayıs
genel tatil günlerine dâhil edildi. 27 Mayıs 1960 ihtilalinde
yasaklar yaşandı. Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu'nun kabul
tarihi olan 24 Temmuz, işçi sınıfına 1 Mayıs'ın yerine bayram olarak
dayatıldı. Ancak bu girişimlerin hepsi, kararlı mücadeleler sonucu
geri döndü.
En
büyük katılımlı 1 Mayıs, 1976 tarihinde kutlandı. Bu kutlama DİSK'in
öncülüğünde Taksim Meydanında yapıldı. O gün Taksim Meydanı' nı 400
bin emekçi doldurdu. Taksim meydanı "Bir Mayıs Meydani" adi ile
anılmaya başladı. 1977 tarihinde 500 bin emekçi Beşiktaş ve
Saraçhanede toplanıp Taksime yürüdü. Halen meçhul olan saldırılar
sonucunda 37 kişi katledildi, 200'den fazla yaralı mevcudu ile kanlı
1 Mayıs olarak tarihimize geçti. 1978 tarihinde yüz binler Taksim
alanında toplandı. 1977 katliamının failleri bulunsun taleplerinde
bulunuldu. 1979 yılında Sıkıyönetim Komutanlığı İstanbul'da mitinge
izin vermedi; yasağa uymayarak Taksime çıkan 1059 kişi göz altına
alındı. 1979 1 Mayısı İzmir Konak Meydanı'nda kutlandı.
1980
12 Eylül Askeri Darbesi sonucu tüm kutlamalar yasaklandı. Bu
yasaklar içerisinde 1 Mayıs’ta bulunmakta idi. Bu yeni bir yasaklı
dönemde; kısa süreli iş bırakmalar, bayramlaşmalar ve bildiri
dağıtılması gibi etkinliklerle, 1 Mayıs anısının belleklerden
silinmesine izin verilmedi. 1987 tarihinde yedi yıl aradan sonra,
bazı Milletvekilleri ve sendikalar öncülüğünde, aydın, sanatçı ve
bilim adamları ile birlikte yaklaşık 1000 kişilik bir grup Taksim
Anıtı'na 1 Mayıs Şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak istediler.
Polis sadece Milletvekillerinin araçla anıta ulaşmasına izin verdi.
1988 İstanbul Valiliği 1 Mayıs Kutlamaları için Taksime izin
vermedi. Taksime çıkmak isteyen sendikacıları polis önledi. 1989
tarihinde Taksim'de bir araya 2000 kişiye saldırıldı. Mehmet Akif
Dalcı isimli bir işçi yaşamını yitirdi. İzmir, Ankara, Adana,
Kayseri, Gaziantep, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Balıkesir, Manisa
ve Elazığ´da gösteriler yapıldı ve tutuklamalar oldu. 1990 tarihinde
Taksim'e yürümek isteyenlere izin verilmedi. Çıkan çatışmada İTÜ
Öğrencisi Gülay Beceren felç oldu. 1991 tarihinde İzmir´de 20 bin
kişilik gösteri gerçekleştirildi. 1992 TÜRK-IŞ, HAK-IŞ, ve DİSK
Ankara´da salon toplantısı yaparak ortak kutlama yapılarak
gerçekleştirdi.
1996
tarihinde 1980 sonrasının en kitlesel mitingi gerçekleştirildi.
Kutlayanların ortak katilimi ile 20 yerde kutlama yapıldı. Kadıköy'ü
dolduran yaklaşık 100-150 bin gösterici toplandı ama yine açılan
ateş sonrası 3 kişi yaşamını kaybetti. 1997 1 Mayıs'ının geçen yılla
kıyaslanamayacak kadar az bir katılımla gerçekti 1997 1 Mayıs’ı
İstanbul- Ankara- İzmir-Mersin- Antalya- Denizli ve Uşak’ta yürüyüş
ve mitinglerle kutlanmıştır. Bu organizasyonu Türk-İş / DİSK / KESK
yapmıştır.
1998
tarihinde 1 Mayıs “Şimdi Demokrasi Zamanıdır” sloganı ile alanlarda
kutlanmıştır. 1999 da Büyük Kentler dışında ilçelerde de kutlamalar
yapılmıştır. 2000 yıl farklı bir şekilde “Küresel saldırıya küresel
direniş”; sloganı ile alanlarda mitinglerle kutlandı. 2001 yılı 1
Mayıs kutlaması İstanbul Abide-i Hürriyet Meydanında “küresel
saldırıya karşı güç birliği” sloganı ile kutlandı.
Bu
kutlamalar 2004 1 Mayısına gelince DİSK, KESK ve diğer meslek
örgütleri “bizi Çağlayan alanına hapis edemezsiniz” direnmesi ile
kutlamalarını Saraçhane de toplanıp Yenikapı ya yürüyüşlerle ve
mitingle kutlarken, Türk-iş ile diğer bazı parti ve meslek
kuruluşları Çağlayan alanını doldurdular. 2005 1 Mayıs kutlaması
İstanbul Kadıköy meydanında 80 bin kişi katılımı ile kutlandı. 2006
1 Mayıs en geniş katılımın yaşandığı ilçe Kadıköy oldu. Çeşitli
sendikalar ve gruplar saat 12.00 sularında Rıhtım Caddesi`ne yürüdü.
Düzenlenen miting sonrası saat 16.00 sularında gruplar tamamen
dağıldı. 2007 yılında 1 Mayıs'ı tekrar Taksim'de kutlayarak aynı
zamanda 1977'de olan olayları anmak isteyen grupları polis silah,
biber gazı, gaz bombası kullanarak durdurmaya çalıştı. 100'den fazla
kişi yaralandı. 580, diğer kaynaklara göre 700'e yakın gözaltı
gerçekleşti. İbrahim Sevindik adındaki bir vatandaş hayatını
kaybetti. 2007 Tarihinde İşçi Örgütleri karar alarak 1977 Taksim
Kanlı Olaylarını anmak istedi. 900 kadar gösterici tutuklandı. Çok
sayıda tabanca ve Molotof kokteyli ele geçirildi. 2008 Tarihinde 1
Mayıs Taksim Meydanında kutlanmasına izin verilmedi. İstanbul´da
şiddetin dozu artı, hastaneye gaz bombası atıldı. İstanbul genelinde
531 gözaltı ve 38 yaralı ile kutlandı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 1 Mayıs'ın resmi tatil olmasına ilişkin
düzenlemeyi içeren “5892 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un onaylayarak
Başbakanlığa gönderdi. 2009 Nisan'ında Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ne verilen önergeden sonra 1981'den sonra tekrar resmi
bayram olarak kabul edildi.
Mayıs
Bayramı bayram olarak kutlanan ve toplulukların çatışması olarak
kutlanması olarak nice yıllarca, yasaklanmadan kutlanmasını dilerim!
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
28KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
HIZIR- İLYAS (HIDIRELLEZ)
Geleneklerimizle dini kişilerin karıştığı ve sadece ülkemizde değil
bütün İslam âleminde de çeşitli atlarla kutlanan bir bahar karşılama
şenliğidir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan Hıdrellez
günü; Gregoryen takvimi (Miladi takvimi)ne göre 6 Mayıs, eskiden
kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Jülyen takvimine göre 23
Nisan günü olarak Hızır ve İlyas’ın yeryüzünde buluştukları gün
olduğu sayılarak kutlanmaktadır.
6
Mayıs’tan Hızır Günleri adıyla anılır8 Kasım’a kadar olan süre yaz
mevsimi, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri
adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs günü kış
mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığının da gösterdiğinin
işareti olarak kutlanılır.
Türkiye 6 Mayıs tarihinde kutlanan HIDIRELLEZ ismi olarak
anılmaktadır. Bu kutlamalar daha çok kadınlar arasında kutlanır.
Hızır
Aleyhisselâm’ın (Arapça: al Khidr; Yeşil adam), İbrahim'den sonra
yaşamış bir Peygamber veya Veli. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim
olan Zülkarney’nin askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur.
İsminin, Belkâ bin Melkan, künyesinin Ebü'l-Abbâs olduğu ve soyunun
Nuh Aleyhisselâmın Sam dayandığı bildirilmiştir. Bazıları da Hızır
aleyhisselâm’ın İsrâiloğulların’dan olduğunu söylemiştir.
Hızır
lakabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı
zaman, oranın yeşerip yemyeşil olmasıdır.
İlyas
peygamberin M.Ö. 9. yüzyılda yaşadığı tahmin edilmektedir. İsmi
Kur'an-ı Kerim'de geçen bir peygamberdir.
Bu iki
dini şahsın buluştukları ve bu günün insanların dileklerinin
Hızır’ın uğraması ile gerçekleşeceğini umarak dileklerde bulunurlar.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
29KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
VEFA
İnsanlar birbirleri ile tanış, arkadaş dost olurlar. Birbirlerini
ara sırada olsa ziyaret ederler, hatırlarını sorarlar. Bu insanların
birbirlerine vefa borcudur.
Bu günlerde insanlar artık birbirlerinden koptular ve birbirlerini
aramaz oldular. Bazen bu aramalar artık ulaşım aracı olarak
kullandığımız Internet ile arkadaşlarımızı arar olduk.
Üyesi olduğumuz bir gruptan yazarımız olan hocamız Dr. İsa
Kayacan’dan şöyle bir serzeniş geldi:
----- Original
Message -----
From:
drisakayacan
To:
Dr.İSA KAYACAN
Sent:
Thursday, June 18, 2009 4:53 PM
Subject:
BANA GELEN // BİLGİ İÇİNDİR :::: İlt: İlt: {liberal-izmirliler.63217}
"DİKKAAT" ÇOK ÖNEMLİ !!!!!
Kimden :
"Şahabettin YÜCEL"
Kime : "E-TÜRKİYE GRUP"
Gönderme tarihi : 18/06/2009
13:26
Konu : İlt: {liberal-izmirliler.63217} "DİKKAAT" ÇOK ÖNEMLİ
!!!!!
Evet, 2.5 aydır aramadığım ve
sormadığım yer kalmadı. Çok garip ve esrarengiz bir durum. Mustafa
Nevruz Sınacı gerçekten 3 aydır ortada yok. Araştıralım ve
soruşturalım lütfen. Bütün vatansever ve milliyetperverlere vazife
değil mi bu ??? Gerçekten aciliyeti olan ÇOK ÖNEMLİ bir konu bu.
Üstelik çok üzücü ve düşündürücü !!!! Bu ülkenin hakikik ve samimimi
ilim, hahikat ve adalet adamlarına ne oluyor böyle ???????????
--- 17/06/09 Çar tarihinde Prof. Dr. Salih Ziya Konyali <kamuvicdani.ataturk@yahoo.com.tr>
şöyle yazıyor:
Kimden: Prof. Dr. Salih Ziya Konyali <kamuvicdani.ataturk@yahoo.com.tr>
Konu: {liberal-izmirliler.63217} "DİKKAAT" ÇOK ÖNEMLİ !!!!!
Kime: liberal-izmirliler@googlegroups.com
Tarihi: 17 Haziran 2009 Çarşamba, 15:54
TürkishFORUM (Dünya
Türk Kongresi/ABD) Yüksek Danışma ve Bilim Kurulu Üyesi, Bilinç
Üniversitesi Rektör Yardımcısı, değerli bilim adamı, kendini
demokrasi-adalet ve hukuk'a adamış "örnek insan, değerli kanaat
önderi" Sayın Mustafa Nevruz Sınacı tam 84 gündür ortada yok !!!
Şu ana kadar kendisi hakkında veya akıbetine dair hiçbir
haber alınamadı.
Büyük kaygı, ani kaybı (yaşanan ortam) dolayısıyla derin
korku, merak ve endişe içindeyiz.
Lütfen !... Çok rica ediyoruz..
Devlet ve hükümet dahil, bilenler bir cevap versin veya
açıklma yapılsın.
17.Haziran.2009ı-Çarşamba,
BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ
İsa hocama da başka merak eden arkadaşlarca da bilgi gönderiler;
Yazarımız Kadim Dostum Mustafa Nevruz SINACI yı merak etmişler.
Bende
İsa hocama:
Merhaba Hocam!
Http://fikir.dergisi.info
yazı
yolluyorsunuz fakat
siteye girip
her halde tıkmalıyorsunuz (1)
Dergiye girip
geçen ayın
sayısını tıklarsanız
ve
çiceklerin
üzerinde bulunan
kayan yazıyı
takip ederseniz
Mustafa beyin
rahatsız olduğunu öğrenirsiniz
Birde
http://mustafanevruzsinaci.buadresim.com
sizin sayfanız
gibi onun sayfasını da tıklayarak girmiş olsaydınız CEP TELEFONU
denen bir aletin numaralarını görürdünüz.
Siz dergimize
bir sürü yazı
olarak dergimize
VÜRÜS
yolluyorsunuz
Size birkaç
kere yazdım
Yazılarınızı
yayınlıyorum
Fakat YAZI
DİYE gönderdiğiniz vürüsü yayınlayamam
Şayet
yazılarınız çıksın derseniz
yazılarınızı
WORT ortamında
ve ek olarak
(Ataç) gönderiniz.
Çorumdan
selamlar
Gruba da
yazımı forvet ediniz.
Ayrıca
aşağıda bulunan e postayı da Prof. Dr. Salih Ziya Konyalı hocama
yolladım.
Merhaba Hocam!
Http://fikir.dergisi.info
siteye
girmiyorsunuz her halde tıkmalıyorsunuz
Dergiye girip
geçen ayın
sayısını tıklarsanız rahatsız olduğu kayan yazıda bellidir.
Mustafa beyin
rahatsız olduğunu öğrenirsiniz
Birde
http://mustafanevruzsinaci.buadresim.com
ona açtığım
sayfada
cep telefonu
da bulunmaktadır.
Durubu
kendisinden bizzat öğrenirsiniz
Bu bilgiyi de
gruba iletirseniz sizin gibi merak ederler öğrenirler
Gürsel
Yayınevi Sahibii
Mahmut Selim
GÜRSEL
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
30KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
OLMAK VEYA OLMAMAK
Yayıncılık; en zor mesleklerden birisi olması ve yayın yaptığınız
ürünlerin yerine ulaşması büyük bir özveri ve çalışma ile ortala
çıkan telif eser niteliği taşıyan bilgi birikiminin sunulması
demektir.
Yayıncı yukarıdaki esaslar doğrultusunda; kanun ve yönetmeliklerde
bulunan yasakların ve emirlerin dışına çıkamayan, gerektiğinde
yayınlarının sansüre uğradığı ve yazdıklarının fikirleri ile
karşısındakine bilgi verdiği gerekçesi ile de sorumlu olan bir
alandır.
Yayıncılar kendi aralarında birlikler kurmuşsalar da pek çok
yayıncının bu birliklerden bile haberi olmadığı aşikârdır.
Yayıncıların kendi bildikleri ve kendi anladıkları ölçüde
yayınlarını sürdürmeleri bir bakıma da zaman içerisinde
mesleklerinde pişmeleri ile düzenli ve kaliteli bir yayın çizgisine
gelebilmektedir.
Son
beş yıl içerisinde ülkemizde de yaygınlaşan sanal yayın Internet
üzerinden de yayılmış pek çok yayın yapan özel, tüzel yayıncılar da
daha serbestçe yayınlar ve bilgi dağıtımını da yapmaya başlamış
bulunmaktadır.
Internet yayıncılığının denetim dışı olarak görülmesi ve
başkalarının telif eserlerinin kendilerininmiş gibi yayınlanması
ancak tefli sahibinin dikkati ve araştırması ile bulunarak gerekli
girişimlerde bulunma zorunluluğu meydana gelmesini sağlamaktadır.
Fikir ve eser hırsızlığı sanal âlemde daha büyük bir hızla olmakta
ve çalınmış eserlerin okuyucu ile başka başka isimlerle sanal olarak
okuyucuca sunulması ise yayıncıların da bu işe göz yumduklarının bir
işareti olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kısacası artık Yayın Cılık olmuştur. Cılkı çıkan bir meslek olmaya
yüz tutmuş bulunmaktadır. Korsan kaset ve görüntüler ile korsan
kitaptan baksa da korsan yayınlar da bu vesile ile artmış
bulunmaktadır. Burada yayıncının olmak veya olmamak arasında olduğu
gözükmektedir.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
|
|
31KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
27 MAYIS 1998
27 Mayıslar benim ömrümde bazı dönüm noktalarının kesişen gününe
rastlar.
27 Mayıs 1960 Babamın Emekli olduğu tarihin başlangıcıdır.
27 Mayıs 1998 Gürsel Yayınevimin kuruluş yıldönümü
27 Mayıs Bir miras davamın açılış tarihi.
Bu tarihlerin üçüncüsü olan 27 Mayıs 1998 bu sayfalarımızın
oluşmasının nüvesini de teşkil eden yayınevimin kuruluş tarihidir.
Bana göre oldukça meşakkat ve zahmet ile emeğin birikimi ile geçen
günlerin mazide kalan günleridir. Bu günler geldi geçti. Bu
yaptıklarımda kar amacı gütmediğim için bana binen külfeti de yalnız
karşılamaya çalıştım.
Sitelerimi incelerseniz yaptıklarımın yansımalarını orada
görebilirsiniz. Çorumlu 2000 Dergisinin 63 sayı basarak ve sanal
olarak yayınlayarak okuyucularımıza sunma mutluğu bana yetmekte.
Ayrıca Sarı Çiğdem Şiir Defterini 14 sayı yayınlayarak sanal olarak
devam etmekteyim. Çorumlu dergisi tıpkıbasım sayıları fırsat
buldukça siteye yüklemekteyim. Türkiye’de ve Dünyada Çevre dergimiz
sanal olarak hizmette bulunmaktadır. Yine sizlerin okuduğunuz bu
sitede fikir dergimiz devam etmektedir.
Allah’ım nasip ettikçe, ömrüm oldukça, aklım yettikçe, elimiz
tuttukça sizlerle birlikte olmaya devam edeceğim.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
32KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİRİLERİ; BİRİLERİNE SÖYLERSE.
İnsanlar; birlikte yaşamaları ile bazı birimlerini birbirleri ile
paylaşmalının önemini anlamışlardır. Bu birikimlerini bazen vecize
ve atasözleri ile, bazen maniler ile, bazen hikaye veya masal ile
aktarmışlar ve yaşamaları için gerekli bilgileri birbirlerine
öğretmeye çalışmışlardır.
İnsanlar; bu yaratılıştan var olan güdüleri ile birlikte daime
birbirlerinden öğrendikleri ve yapılan işlerin kendilerine lazım
oldukça kullanarak daha da geliştirmeleri zaman içerisinde bu
birikimleri anlatarak değil yazarak başkalarına aktarmalarını
gerekliliğini görerek zaman içerisinde yazı yazmayı ve birikimlerini
yazı ile ileriki kuşaklara aktarmaya çalışmaları bu gün bile
geçerliliğini korumaktadır.
Bu bilgiler yazan için bir fayda sağladığı için başkalarının da bu
bilgileri kullanmaları ve faydalanmaları için yazmışlar ve ihtiyacı
olanlara bu bilgilerini sunmuşlardır.
Benim bu ön girişten sonra konuya girmemin ve bu görüşü yazmamın
sebebini sizlere açmam gerekmektedir.
Bu yazılanı okuyan sizler belki de bu dergilerde de yazılar yazmakta
ve buradan başkalarına fikirlerinizi ve birikimlerinizi aktarmaya
çalışmaktasınız. Benim amacım da bu noktada başlamaktadır. Kendi
birikimlerimi sizlerle paylaşırken neden sizin birikimlerini de bu
sayfalarda yayınlamayım amacı ile bu “fikir Dergisi”ni sizlere
sunmuş oldum. Dergimizin bu sayı ile 9 sayıya ermesi de bir kıvanç
kaynağımız olarak karşınızda bulunmaktadır.
Fikir Dergisi’nin geçmiş sayıları sitede yüklü olarak okuyuculara ve
yazarlara halen hizmet vermektedir. Ayrıca yazarlarımıza da belli
ölçüler dâhilinde kendilerini tanıtmaları için isimleri ise
yayınlanan sayfalar açmış bulunmaktayım. Bu sayfalara isterlerse
doğrudan girerek kendi sayfalarına, isterlerse yazılarının bulunduğu
dergilerden yazılarına ulaşmaları mümkünlüğü sağlanmıştır.
Fikir Dergimiz yazarlarımızın bir ay içinde yaptıkları etkinlikleri
tarafıma yolladıkları takdirde o ay yayınlanan dergide okuyucu ve
ziyaretçilerle buluşturma amaçlı bir çalışmanın eseridir. Sadece
Gürsel Yayınevinin katkıları ve benim çabalarım ile yazarlarımızın
çalışmaları ile hiçbir kuruluş veya yan kuruluştan katkı almadan
sizlerin karşısına çıkmaktadır. Benim ömrüm oldukça, aklım erdikçe
ve elim yazdıkça bu çalışmalarımızı yayımlamaya devam edeceğim.
Nice dokuz aylara.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
33KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
DOST OLMAK; BİR OLMAK VE BERABER OLMAK
"BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR" güzel ve Atalarımızdan kalan bir olgudur.
Ahilik ve lonca sistemleri ile halen devam eden odalar ve esnaf ve
sanatkârlar odaları gibi pek çok örneklemeleri silerde
bilmektesiniz.
Dostluk işte en önemli olgu bütün bir yaşamda olan ve arkamızdaki
en büyük destek ve birikimlerimizi destekleyen kişi "dost" olarak
tanımlayabiliriz.
"Dost acı söyler" diyen atalarımız kişinin dostunun ona doğruyu
göstermesi bakımından söylediği ve önerdiği işlerin acı bir reçete
olduğunu belirtmesidir. Yaptığımız yanlışımızı bizi dost bilen
dostumuz bize ikaz veya tenkit olarak bize dost olduğu için
açıklar. Yaratılışımızdaki huyumuz olarak bilinen fıtratımızda
bizlerin tenkite ve yaptığımız yanlışlıklara düzeltilmesi için
yapılan öneri ve nasihatleri kaile almaz kulak ardı ederiz. Bu
sebeplerden dolayı dostumuzun bize tavsiyesini de dikkate
almayarak bencilliğimizi gösterir hatamızın ceremesini
etrafımızdakilere ve kendimize çektiririz.
“DOST DOST DİYE NİCESİNE SARILDIM
BENİM SADIK YARİM KARA TOPRAKTIR”
Diye dostluğun ne kadar bulunmaz
bir nimet olduğunu vurgulayan Aşık Veysel, kendisinin en son
giderek kapısına varacağı kara toprağı “dost” olarak bizlere bir
işaret ve en sonunda varılacak menzilimizi de belirtmeye
çalışmıştır.
Kısacası dost bulabilen en mutlu ve şanslı kişi olarak görmemiz
zannedersem abartma olmaz.
“Bir dost az, iki dost çok” atalar sözü ile satırlarıma son
veriyorum.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
36KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
TATİLİNİZ GELİNCE ZEHİR OLMASIN
Yaz yazlığını gösterdi. Herkeste bir yerlere gitme hevesi
kabardı. Hakkımız tabiî ki gideceğiz. Giderken bazı
tedbirlerimizi almayı unutmayalım. Arkadaşlarımızla birlikte
yapacağımız programları sakın Internet’ten yazışarak yapmayalım.
Bilhassa gruplar kurulmuş ve bu grupları barındıran arkadaşlık
sitelerine dikkatli davranarak şu tarihte, şu saat falan yerde
buluşacağız, bekliyoruz gibi yazışmalardan sakınmamız gerekli
olduğunu hatırlatmak istedim.
Bilgisayar kullananların pek çoğu kişisel bilgisayarlarına
devamlı çerezlerin, solucanların atıldıklarını bilirler. Hepimiz
kendi yöntemimize veya birikimimize göre bu gibi saldırılara
önlemlerimizi aldığımızı düşünsek de; bizde daha ileri düzeyde
olan çerez atıcıları veya solucan göndericileri bizden ileri
olduklarını hatırda tutmamız gerekmektedir.
Kişisel arkadaşlık grupları veya arkadaşlık sitelerindeki
kişilerle telefonlaşarak randevularınızı kararlaştırmanız sizler
için daha güvenirli olduğunu aklımızdan çıkartmayalım.
Örneğin bir arkadaşlık grubunuzla beraber Akdeniz’de bir kampta
buluşacağınızı birbirinize safça yazarken, bu mesajınızın
sizlerin ne zaman nerede ve kimlerle olacağınızı bilmeleri
olasılığını sakın göz ardı etmeyiniz.
Hani birisi diyor ya:
Demedi deme.
İyi tatiller.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
42KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
GECE VE GÜNLER GEBE
Ülkemiz ve dünya sıkıntılı ve karanlık bir döneme aydınlık
çığlıkları ile gitmeye başladı.
Birileri; diğerlerine zorla bazı planları yaptırmak için maşa ve el
tutağı olarak tek taraflı bir baş eğmeye sebep olan tahakküm ve
zorlamanın içinde girdiler ve planlarını işletmeye başladılar.
Geceler ve gündüzler neler doğuracağını bilmeden sancılı ve
ıstıraplı geçmeye başladı. O kadar sancı çekerek diğer güne bu
devirdeki kadar geçmedi.
Alt ve orta dereceli çalışan ve emekli olan ücretliler verilen para
ile geçinmeye çalışırken; geçirdiği günün açlık ve sefilliğini
unutarak geceyi geçirmek için soğuk yataklarına girerek umut
ışıkları altında gebe geceyi sancılar içinde geçirmeye çekildiler.
Kendilerine bir yıl için zam olarak verilenlerin ertesi saatte diğer
tüketim mallarını etkileyecek olarak bütün ülkeye gözükmeden
etkileyecek bir zamla anında alındığının farkına varmadılar. Ayrıca
bu zamlardan başka etrafta bulunan sıkıntıları adeta gündeme
getirilerek pompalanan gündemle getirilerek açlıkların bastırılması
telaşında olan çoğunluğun dikkatlerini başka bir alana çevirmeye
çalışmaktalar.
Bu bilinmeyen güç gibi gözüken dayatıcı ülkeler. Geçen her gece ve
günlerin geçmesinde bir oyalama tablosu gözükmektedir. Ülkemizin
komşularına verilen karşılıksız tavizlerle ağababalara hoş gözükme
çabaları da bu gecelerin sabahında ülkenin geleceğini nasıl
etkileyeceğini gizleyerek uygulamalara çoğunluklarının verdiği güç
ile zorlayarak kapalı ve açık oturumlarda oldubittiler ile şifa
hapları gibi bize zorla yutturulmaya çalışılmamak şifa dağıttıkları
bize, dinlemediğimiz halde anlatmaya çalıştılar.
Gece olmasını gündüzden bekler, gece olmasını gündüzden bekler
olduk. Ülkenin selametini idarecilerimizin de bildiğini bilmekteyiz.
Bu gebe gece ve gündüzleri ülkemizin yaşayanlarını oyalama
politikası olarak hepimizin görmekteyiz.
Bu
zaman diliminin bir an önce bitirilerek; ülke sınırlarında bulunduğu
söylenilen Petrol, doğalgaz ve bu asrın en önemli sosyo-ekonomik
emtiası olan sularımızın sahiplenilmesi gereklidir. Bu değerler
ülkemizin insanlarının refahı için gün ışığına çıkartılarak
verimliğin artırılmasının sağlanması gereklidir.
Ülke
piyasası için televizyonlarda reklâm olarak gözüken: yapılan bir
simit al! Uncu da kazansın, çiftçi de kazansın, ekonomi de canlansın
gibi gülünç olan ve ülke ekonomisine hemen hemen hiç gelir
getirmeyen ve tamamına yakını kayıt dışı olarak dönen simit,
dondurma, ekmek ve diğer yiyecek maddelerini örnek göstermek ise bu
ülkenin yaşayanları ile adeta alay etmek değil midir?
Gecelerimiz ve günlerimin neler doğuracağını merak etmeyen bir
ülkenin yaşayanları olmayı biz hak etmiyor muyuz?
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
|
|
44KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
TURKEY DEĞİL TÜRKİYE
Bayanlar ve Baylar!
Artik
TÜRK'LERIN TÜRKÇE yazı, Türkçe okumaları gerekliliğini bilmemizin
ve ihtar etmemizin zamanı gelmiş
bulunmaktadır.
Bütün
okur yazarların beraberce başta kendileri olmak üzere; geleceğimizde
kullanacak olan çocukların ve gençlerin hiç olmazsa TÜRKÇE
tabelalara, isimlere hasret kalmaması için birbirimizi uyarmamız
gereklidir.
Özgürlükler vardır. Özgürlüklerin kötü emellerce bir ülkenin
geleceği olan DİL'İNİ bozmaya çalışmalarına, yozlaştırmalarına karşı
çıkmamız ve hepimizin TÜRKÇE kullanmamız gereklidir.
Başta
Bütün Internet kullanıcılarının Turizm firmalarının kullandığı HİNDİ
(Turkey) kelimesini TÜRKİYE olarak değiştirmelerini istemekle
başlayabiliriz.
Bizim
ülkemiz HİNDİ ülkesi değildir.
Bizin
ülkemiz; Şehitleri, Gazileri, Zaferleri ile bütünleşmeyi, birleşmeyi
bilerek yöneten geçmişte özümüz olan İmparatorlukların
mirasçılarıyız. Su anda bütün dünyayı birleştirme çabasında
olan ülkenin veya ülkelerin bildiği; fakat söylemeye dili varmadığı
bir idareyle Üç Kıtada birlik beraberlik sağlayan Türk’lerin
kullandıkları dilin bulunduğu vatanimiz HINDİ ÜLKESİ (Turkey)
olamaz.
Bizlere Türkçe olarak okuyup yazmamızı; Valilik, Bakanlık,
Başbakanlık, Reisicumhurların emirleri ile olmaz. Bizlerin
birbirimizi kırmadan uyarmalarız la olur. Gelecekler Türk ve
Türkçenin olması için birlikte bu konuyu yazıştıklarımıza;
tanıdıklarımıza ileterek onların da yazışmalarında daha dikkatli
olmalarını isteyerek etrafımızı uyarmaya çalışalım. Bana ne
demeyelim!
Bilhassa; yurt dışında yasayan yurttaşlarımız itina ile Türkiye ile
yapacakları yazışmalarında artik
HİNDİ (Turkey) kelimesinin yerine (i harfi
yabancı dilde büyük harfle
yazılmadığı için) TÜRKIYE diye yazalım.
Bu
tepkimi hakli görüyorsanız; e-posta arkadaşlarınıza, gruplarınıza
kendi görüşleriz ile yollayınız!
Saygılarımla.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
|
45KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
YAZMAK MI YAZMAMAK MI?
İşte
bütün problem burada!
Formlara, sitelerde ve diğer basılı yerlerde yazı yazmak her halde
yazamayan üyelerin ilgisini çekerek onları da az çok cevap verme
amacını taşıması açısından bence önemlidir.
Yazabilmek bir nevi alışkanlık haline gelince yazan; yazmaya devam
eder ve bildiklerini karşısında tanımadığı okuyucusu ile paylaşmak
amacındadır.
Yazan;
yazdığının okunduğunun farkında olmasına karşı, okuyanın tepkisini
öğrenmek ister. Pek çok okuyucu bu yazıyı beğenip beğenmediğini
söylemek tenezzülünde bulunmazlar. Gerekçesi ise bellidir. Bu
konumuzun başlığını belirleyen "YAZMAK MI YAZMAMAK MI?" düşüncesinin
meydana gelmesini ve sonuçlarını okuyanca analizinden sonra ortaya
çıkar.
Yazılan yazıya "Ben bu yazıyı beğendim" diye yazsa. Neresini
beğendiğini soracak ve sorgulayacak onlarca cevap verenin çıkacağı
malumdur.
Yine
aynı şekilde okuduğunu "Ben bu yazıyı beğenmedim" diye yazsa, bu
sefer en azından yazının yazarı tarafından tenkide uğrama ihtimali
mevcuttur.
Yazanlar yine bildikleri gibi yazarlar; okuyanları onları okurlar ve
cevaplayamazlar.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
47KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
- BİZ SİZİ TANITIYORUZ, SİZ BURADAN BAŞKASINI
TANITMAYINIZ!
-
Dergilerimizde sizlerin fikirleri ve yazıları ile meydana gelen
topluluğumuzda; sizlerin dergine inmeyen ve üçüncü şahıslarla hem
kendinizi hem de yayınevimizi karşı karşıya getirecek fikri
çalışmalarınızı elemek ve yazar ve yayınlayan için hukuki
girişimlerden kaçınılması için yazılarınızda kesme, kırpma, kısaltma
gibi kısaca (sansür) yaptığımın farkındasınızdır.
-
Neden bunlara gerek duymaktayım?
-
Bildiğiniz gibi Fikir Sanat Eserleri Kanunu yazarı bağladığı gibi
yayıncıyı da müteselsilsen (birlikte) yargılamaktadır.
-
Buraya yazanların ve ben yayıncı olarak birer “Donkişotluk” yaparak
fikirlerimizi dergilerimizden okutmaktayız. Yaptığımız iş kurbağayı
ürkütmesin ve bizleri mahkeme mahkeme süründürmesin diyerekten
sansür uygulamasını yapmaktayım.
-
Neler yazılarımızda batar:
-
1- Mahmut şöyle yazmış buna katılıyorum. Burada Mahmut’un yazdığını
kopyalayıp yapıştırmak ile Mahmut’a katıldığını bildirme sizi
Mahmut’un Fikiri çalışmasını sizin yayınlamanıza imkan vermez.
Mahmut yayınlayana da yazana da telif ücreti talebi ile tazminat
davası açabilir.
-
2- Yazınızda Mahmut’un bir kitabını tanıtıyorsunuz. Masum ve o
yazara karşı yapılmış bir jest karşı taraf olan Mahmut’u acaba
memnun edecek mi? Belki etmeyecek. O zaman Mahmut fikri eseri
hakkında olumlu veya olumsuz çalışmasını yayınlayan ve yazan
hakkında tazminat ve eseri hakkında içinden alıntılardan dolayı da
telif hakkı isteyebilir.
-
3- Yazınızda Mahmut’un dini görüşleri ile ilgili bir yanlışlık
gördünüz ve bunu yazınızda kopyalayarak yayınladınız tenkit veya
övgünüzü yaptınız. Yine yukarıdaki sakıncaları muhatap
olabilirsiniz.
-
4- Bir partinin aleni yaptığı bir eylem, bir icraat için partinin
ismi veya o partinin vekili ile ilgili alıntılar da yine telif
eserleri kapsamına girmektedir.
-
5- Sizin dini görüşünüz veya siyasi görüşünüze Mahmut ile çakışırsa
Mahmut sizin yazdığınıza fikir eserleri kanunu gereği Tekzip hakkı
doğar ki yazınızı tekrar tekzipli yayınlama mecburiyeti de yayıncı
olarak bana düşer.
-
6- Falancanın çalışması çıkmıştır. Siz o çalışmaya sahipsinizdir,
satın almışınızdır. O çalışmayı tanıtmak için lütfen bana yazı
olarak göndermeyiniz. Be tanıttığını kitabı görmemişimdir, sizin
tanıttığınız bölümleri beğenmemişimdir. Kitabını veya çalışması
tanıtacak Fert bizzat dergilerimize kendisi yazsın. Biz
değerlendirelim değer bulursak yayınlayalım.
-
7- Yanlış anlaşılan bir konuyu da buradan tekrarlayayım. Bir firma
tanıtımı için o firma ile yazarımız mülakat, röportaj gibi
çalışmalar yapabilir. Sanal dergilerimize yazı veren yazarlarımıza
telif veremiyorum. Bu açığı kapatmak gerekçesi ile belirttiğim
nemayı siz vermiş olarak kabul edilmektesiniz. Bu ortaklık çerçevesi
ile yapılacak tanıtımlardan alacağınız %33 dışındaki meblağı katkı
olarak yollamanız gerekmektedir. Bu bölümde yanlış anlamalara son
vermek için şunu da belirtiyi ki İLLA Kİ SİZDE PARALI röportaj yapma
mecburiyetiniz yoktur. Bu bir bakıma hepimizin eş, dost ve diğer
tanıdıkları yahu bizi de tanıtı ver dileklerine de bir nevi
sigortanız olarak sizlere bilgi verilmektedir.
-
8- iş arayan okuyucularımız ve tanıtım firmaları için yapılan
teklif olarak sitemizde bulunmaktadır.
-
Bu nedenler ve buna benzer nedenlerle gelen pek çok yazıyı
yayınlayamamaktayım. Tazminat parası ve mahkeme kapılarında zaman
kaybı benim çalışmalarıma zarar verir. Bu nedenler ışığı altında
sizlerinde çalışmalarınızda örneklemeye çalıştığım gerekçeleri
dikkate almanızı rica eder, kaleminiz (klavyeniz) e güç ve kuvvet
dilerim.
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
50KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
- YAZSAK NE YAZAR YAZMAZSAK NE YAZAR!
-
Yazan yazıyor.
-
Okuyoruz.
-
Aklımızın aldığını, desteklediğimizi kopyalayarak alıp kullanıyoruz.
-
Bu yazıyı yazısında kopyalayarak yazan için ne kadar doğru?
-
Bir yazıyı alıp kopyalayarak altına: Falanın filan kitabı sayfa
bilmem ne, Ya da Filan yazarın fişkan sitesi yazmakla ne kadar doğru
iş yapıyoruz?
-
Bunlar bence yazan kişinin yazdığını alıp pardon “çalıp” ismini
kullanarak kullanmak değil midir?
-
Evet. Bu hırsızlığın daniskasıdır.
-
Yazarlık değil aşırmacılıktan başka bir şey değildir.
-
Yazsak ne yazar, yazmazsak ne yazar!
-
Yazmaksak daha iye değil mi?
-
İrdelersek:
-
Kaynak olarak aldığımız satırlar, paragraflar, bölümler ne kadar
yazıyı hazırlayan yazarın hakkını gasp etmek ve onun çalışmasını
izinli veya izinsiz kendi yazınızda referans olarak göstermeniz için
acaba o kişinin içtenlikle de olsa verdiği hakkını kendinizin yazısı
gibi kullanılmasını ben anlayamıyorum.
-
Peki! Şimdi ne yazalım?
-
Yazmak birikim işidir. Birikiminiz varsa yazarsınız.
-
Birikiminiz yoksa falancanın yazısını çalışmanıza yapıştırır ve
yazdım diyerek yayınlar veya yayınlatırsınız.
-
Öğrendiklerinizi yazarak yayınlatınız. İlla ki filan kaynak
demeyiniz. Sizi okuyan sizin o konu hakkındaki bilginizi ölçmek yada
o bilgiyi öğrenmek için okuduğunu bilmemiz çok önemlidir. Okuyan
zaten gazete ve TV den öğreneceklerini öğrenmektedir. Bizlerin o
bilgilerde eksiklik veya yanlışlıklar varsa onları okuyanlarımıza
kendi birikimimizle anlatarak onun ilgisini çekmemiz gerekmektedir.
-
Diyorum ve talep ediyorum ki dergimizde yazılarınızın yayınlanmama
sebebinin en büyük etkenliği budur.
-
Kendi birikimlerinizi yazın ve yollayın.
-
Güncel veya haftası kutlanacak ve bazıları 52 haftaya sığmayan
önemli günlerimizi anlatırken bilgisayarımızın arama motorundaki
bilgileri değil; bizlere düşünmeyi, fikir yürütmeyi ve bütün
fiillerimizi yaptıran beynimizdekini yazalım lütfen.
-
Dergimiz “DERLEME”, “AKTARMA” dergisi değildir.
-
Adı üzerinde FİKİR DERGİSİ
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
|
|
|
55KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
HACI ALİ KAZANCI
1970 li yıllarda bir toplantı yerinde karşılaştık.
Bu günkü gibi aynı çehre ve cüssede idi. O günden sonra Çorum’da
karşılaştıkça birbirimize selamlaşma ve hal hatır sorma ile geçen
uzunca bir süre geçti.
Ortak bir arkadaşımızın söylemesi ile de sergi
açtığını öğrendi. Sergi salonuna da yakın olmam sergiyi görmem için
güzel bir vesile idi. Sergi salonuna girdiğimde ortak tanıdığımız
bir öğretmen arkadaşımızdan müsaade isteyerek hızlı adımlarla yanıma
geldi. Hayırlı olsun temennisi ile sergisini resimleyerek
dergilerimde yayınlamak istediğimi söyledim. Her sanatkâr gibi o da
memnun oldu. Çorum Güzel Sanatlar galerisinde açtığı sergisine
katkılarından dolayı eşine, çocuklarına, ailesine ve emeği geçenler
ile sergisini ziyarete gelenlere teşekkür etti.
Kısa hayat hikayesi:
“Hacı Ali KAZANCI
06/06/1952 tarihinde Çorum’da doğdu. İlköğretimini
Çorum Zafer İlkokulunda yaptı. Lise öğrenimini Çorum Öğretmen
lisesinde tamamladı.
1971 tarihinde göreve başladı. 36 yıl eğitim
ordusunun bir neferi olarak hizmet verdi ve 207 tarihinde emekli
oldu. Emekli olduktan sonra ahşap el sanatları ile uğraşmaya
başladı. İlk çalışması bir “kağnı” onu diğer çalışmalarını yapmaya
itti. Halen çalışmalarını sürdüren Hacı Ali KAZANCI Çorum kalesi,
Semerciler çarşısı, Yemeniciler çarşısı çalışmalarınıda
düşünmektedir.”
|

|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
|
|
|
57KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
İFTİRA VE ÖTESİ
İnsanlar bazen kendi çıkarları veya karşısındakileri
çekememeleri yüzünden onlara bazı karalar çalmaktan çekinmezler.
Gözleri öyle karar ki o yaptıklarının bir iftira olduğunu bile
düşünemezler. Neden böyle yaptıklarını ise kendileri bilgi sorsanız
bilmezler.
Bu davranışta bulunanların bu yaptıkları işlev ile o
kadar içli dışlı olurlar ki yaptıklarının doğruluğuna kendilerini
inandırarak karşısındakinin sanki o yapılmamış veya söylenmemiş işi
yapmış veya söylemiş gibi algılarlar ve o yaptıklarının doğruluğunu
ispat etmeye çalışan bir avukatı olarak devam ederler.
Sonuçta ise hüsrana uğramaları bir gerçektir. Bu
iftiranın bu dünyada çözülememesinin birde öbür dünyada da bütün
insanlar karşısında görülecek hesapta eller ve ayakların şahitliği
ile dillerin sustuğu zaman diliminde hesap gününde bu iftiranın
meydana çıkacağını düşünemezler.
Nedir bu insanlarda bulunan haset ve çekememezlik?
Bu çekememezlik aslında bizimle beraber büyüyen bir
nefsin emaresi değil midir?
Bu icraatta sadece kendimizi tatmin etme duygusu ile
acaba başkalarına karşı yaptığımız bu hareketle kendimizi öne
çıkartma duygumuz olabilir mi?
İşte bu düşüncelerin ve bilgilerin ışığında
yapacağımızı düşünmek bile istediğim iftiramızı önce kendimiz için
getireceği zararları göz önüne getirmemiz bizi bu dünya ve gelecek
hayatımızda ebediyen yaşayacağımız dünyamız için iyi veya kötü bir
meta olup olmadığın düşünmemiz gerekmektedir.
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
|
|
58KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KURBAN BAYRAMI
Bayramlar.
Gelirler, biterler ve geçerler.
Zaman diliminde biz insanlara verilen bir görev ile
deneniriz. Deneme yanılma ile olan bir olay değildir bayramlar.
Bizlere verilmiş sosyal düzende bir vakit dilimidir. Bu dilim
arasında bazı kendimize ait olan varlıkları başkaları ile
paylaşmamızın denemesidir.
Bayramlarda bizler Milli ve Dini olarak
ayırabiliriz.
Müslümanların dininin bize verdiği bu görevler bazen nefsimizi
kolayına giden kaçamakları hoş gösterir. Bu bilgileri ise son
zamanlarda sulandırarak bilerek Müslümanları yoldan çıkartama
amaçları da açıkça gözükmektedir.
Kurban’ın çeşitlerini, Hac
ibadetinde yapılan Hac’ın niyetine göre kesilen Hedy Kurbanını,
Kurban Bayramında kesilen Hedy kurbanı, farz ve nafile olmak üzere
ikiye çeşittir ve hedy kurbanının kesilme yeri, Harem bölgesidir.
Temettü ve kıran hacılarının keseceği şükür kurbanı gibi kurban
bayramı günleridir. Harem bölgesinde oturanlar için şükür kurbanı
kesme zorunluluğu yoktur.
Bilediklerimizi öğrenmemiz
gereklidir. Fakat bilgileri öğrenmek için herhangi bir yerden,
herhangi bir kişiden, herhangi bir siteden öğrenmemiz doğru
değildir. Yazılmış ve bilinmiş bilgileri incelemeliyiz. Bilerek
işlerimizi yapmalıyız.
Hepinizin Kurban Bayramınızı Kutlar,
yanlış bilgilerden arınmamızı dilerim. 2010
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
|
59
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
- CUMHUR VE CUMHURİYET
- CUMHUR sözlük anlamı:: (Arapça kelime olup çoğulu
Cemahir’dir); Halk, Ahali. Kalabalık, Başıboş Kalabalık. Erkek
İsmi.
- Cumhuriyetin karşılığı, ulusun kendi kendisini
yönetmesi anlamına gelir. Bu yönetim şeklinde iki unsur
bulunmaktadır. İdare edenler ve idare edilenler. Bu iki unsuru
teşkil edenlerin en önemli özelliklerin başında dürüstlük ve namuslu
olması gereklidir ve Cumhuriyet Rejimin demokrasi platformuna
oturtulması şarttır.
- Cumhuriyet Ulus ve Vatan sevgisi ve
bağlılığı olan idare edenler ve idare edilenlerce bulunması ve en
önemli bir bağlılık ile birlikte hukuka saygı ve tarafsız adaleti de
beklemeleri gerekerek yaşamaları gerekmektedir.
- Cumhuriyet idaresinin en önemli
hayat veren demokrasi olarak gözükür. Cumhuriyet idaresi sistemin
demokrasi ile olan ilişkisi çok önemli bir ikili olarak karşımıza
çıkar. Ülke idaresinin iç ve dış tehlikelere karşı cumhuriyet sert
ve katı bir şekilde ama demokrasinin gerekleri ile korur. Bunun
dışına çıkılmasında cumhuriyet ile demokrasi arasında kopukluklar ve
ayrılıklar başlayabilir. Ülkenin idarecileri bu ayrımcılık ve
kopuklukları önlemekle görevlidirler. Cumhuriyet ile demokrasi
idaresinde özgürlükleri kullanmada hiç kimse veya kuruluşun sınırsız
hak kullanma hukuku bulunamaz. Kanunların verdiği yasama yetkisi ile
özel ve tüzel haklara belirli çerçeveler içerisinde kullanılırlar.
- Ülkemiz 23 Nisan 1920 Tarihinde
kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye’nin idaresi için uygun
bir devlet şeklini bulması gerekli hale gelmiştir. 1 Nisan 1923
tarihinde yenilenen seçim sonunda Lozan Antlaşması ve Türk Ordusunun
İstanbul’a girmesinden Türkiye’nin Vatan sınırları gerçeğe yakın bir
hal almıştır. 25 Ekim 1923 bir kabine bunalımı Büyük Millet
Meclisi'nde güçlük çıkartmış ve 28 Ekim 1923 tarihine kadar
kabinenin kurulamaması üzerine; Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çankaya
köşkünde yemek sırasında arkadaşlarına; "Yarın Cumhuriyet ilan
edeceğiz" diyerek görüşünü açıklamıştır.
- 29 Ekim 1923 tarihinde Meclis
Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı.
Mustafa Kemal Paşa, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın
değiştirilmesi gerektiğini ve Cumhuriyetin kabul edilmesini söyledi.
Mustafa Kemal Atatürk önergesinde ‘Türkiye Devletinin şekli bir
cumhuriyettir Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare
olunur” önergesi tartışıldı. Saat 20.30 Cumhuriyet ilan edildi ve
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ilk başkan seçimine geçildi Saat
2045 de oyların ayrımından 158 Milletvekilinin de Gazi Mustafa
Kemal’i Cumhurbaşkanı seçtiler.
- Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1923
kurup bizlere armağan ettiği Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun. 2010
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
|
61KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR MARUZATIM VAR!
Bunca aylar ve yıllar birlikte olduk. Sanal da olsa
birbirimize bildiklerimizi aktardık. Bilgi paylaşımında bulunduk.
Bir maruzatım var. İKİ AYA YAKIN ARANIZDA BULUNAMAYACAĞIM.
Nasip ve kısmet meselesi!
Hani giden gelmiyor, gelen bulmuyor mesellemesi
gibi.
Belki gider gelemem. Belki gelir bulamam.
Nasip oldu, bir ziyarete gitmem gerek. On beş yıl
önceden gelirim demiştim. Ancak şimdi nasip oldu gidebilmem.
Kabul görürsem gittiğim yerde, dönüşüm çok sevinçli
olacak.
Bildiğimiz ve gördüğümüzü sizlerle buralardan
paylaşırım.
Şimdilik hoşça kalınız. Bu ayın yirmisinden sonra
yolcuyum.
Hakım üzerinizde ise helal olsun. Sizin hakkınızı da
helal etmenizi talep ediyorum.
Allah’a emanet olunuz!
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
|
66KİTAP
BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
- YAŞADIKÇA
-
Beşer olarak bizlerin birince vazifesi öğrenmek olduğu düşüncesi ile
bizlerin öğrenmek ve öğretebilmek için çalışmalar yapmamız
yaratılışımızın gereği olsa gerek. Bizlerin yaş ve meslek ile ilgisi
olmayan öğrenme refleksimiz bizleri yeni ve bilmediğimiz şeylerin
neler olduğunu yaratan tarafından bilgi dolu fakat kullanma imkânı
olmayan beynimizi bilgilerle öğrenerek yenilemek gereği hâsıl olur.
-
Gözlemlerinizde muhakkak görmüşsünüzdür ki; yeni doğmuş insanoğlu
ilk önce nefes almayı öğrenmek için bütün gücü ile ağlayarak dünyaya
gelmektedir. Yeni geldiği dünyanın ne olduğunu anlamak için şayet
yaratan eksiksiz olarak beş duyusunu yarattı ise etrafını dinlemeye,
elleri ile bir şeyler tutmaya, hareket ede her şeyi gözleri ile
takip etmeye başlar. Bunların ne olduğunu; neler için kullanıldığını
beynine emirler vererek kaydetmeye çalışır. Daha sonraki
tecrübelerinde bu bilgileri geliştirerek detayları ile faydalanmak
için biriktirir ve zamanı gelince veya ihtiyacı olunca kullanmaya
çalışır.
-
Bizler belirli yaşlara geldikçe öğrenme ve bilgilerimizi geliştirme
safhalarımızı geliştirir ve o bilgiler ışığında çalışmalarımıza yön
vermeye çalışırız.
-
Yaşadıkça yaşlanmakla birlikte artık pek kullanmadığımız veya hiç
kullanmadığımız his ve bilgilerimizi beynimiz siler ve
hatırlayamayız. Bu hatırlamama artık belli bir yaş dilimine geldikçe
çoğalır ve yaşlılık alameti olarak bizlerle birlikte beynimizin bize
bildirdikleri ile yaşar ve ağlayarak geldiğimiz dünyadan göçer
gideriz.
-
Bizlerin bilgi ve birikimlerini ben her zaman yazmamızı savunurum.
Her insanın kendisine göre bir bilgi birikimi vardır. Bir duvarcı
ustasının birikimleri ile bir ressamın birikimleri bir olmadığı
gibi, bir matematikçinin birikimleri ile yazarın birikimleri bir
olmaz. Her bilgi sahibinin birikimleri kendine has gözlemlere
dayandığı için başka başka olabilmektedir. Biz fani ve bu dünyada
belli bir süre yaşayarak göçeceğimiz için bilgilerimizi yazıp
birilerine lazım olur diye yayınlamaya çalışmalıyız.
-
Emekli olduğum Kütüphanelerinde görevleri bu bilgileri tasnifleyerek
araştırmak ve faydalanmak için raflarında yıllarca bekletmeleri bu
yüzdendir. Herhangi bir kitap kütüphanede belki yüzlerce sene
bekledikten sonra bir kişinin aradığı konuyu ihtiva ettiğinden
okuyucu veya araştırmacısı tarafından incelenir. İşte o zaman o
kitap görevini, o kütüphane yıllarca raflarında beklettiği kitabın
gereğini yaptığını bilmelidir. Çağdaş kütüphaneciler olarak bunları
tersten algılamakla birlikte kitap düşme ve okunmuyor, istenmiyor
gerekçesi ile kitapları da katletmemiz doğru değildir. Şu an
Devletin himayesinde bulunan ve üvey evlat olarak benim zamanımda da
bu günde bulunan kütüphane ve bağlı olduğu Genel Müdürlüğünün ve
illerde bulunan kütüphanelerin Devlet himayesinden il himayesine
geçirilme çabaları yanlış politika olarak bence uygulanmamalıdır.
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
HER AYIN 15’i ile 25’İ
İnsanların belirli bir periyodik çok önemli işleri vardır. Benimde
belli periyodik ve çalıştığım, başımı kaşıyamadığım belirli günlerim
bulunmaktadır.
Her ayın On beşi, Sanal iki dergimiz olan Çorumlu 2000 Aylık Kültür
Sanat Tarih ve Edebiyat Dergisi ile Sarı Çiğdem Şiir Defteri
güncellenme günüdür. Gelen yazıları hazırlar ve on beşi ile on
altısı ile çok yoğun günümdür.
26 sı ise bir aylık gelen ve geldiği gün güncellemeye çalıştığım
yazarlarımın yazılarının her sayfasına link vermeye ve siteye
yükleme günüdür.
Yazarlarımız o gün yazı yollayabilirlerse artık gelecek ayın
sayısında elimden geldiği kadar sizlere sunmaya çalışmaktayım.
Bu ay altıncı sayıda kapak olarak yazarlarımız aldım.
Yazı göndererek yayınlanması için müracaat eden arkadaşlarımız
bulunmaktadır. Fakat küçük kurallarımıza uymaya yanaşmamaları
onların çalışmalarının burada yayınlanmasına mani oluyor. Tercih
onları.
Nice altı aylara birlikte ermek dileği ile
|
|
|
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
GEÇEN YIL
Fikir Dergisi fikrini gerçekleştirdiğimizin bu gün
12. sayısını yani 12 ayını geride bırakarak 13. sayıya yazılarımızı
aktarmaya başladık.
Biraz okuyucu kitlemiz oldu. Yazarlarımızın
çalışmalarını en çabuk şekilde yayına almaya çalıştım. Onlarla
birlikte çalışmalarımız gün ışığına çıkmış oldu. Onların pek çoğunu
bu dergi sayesinde sanal da olsa tanımış oldum. Onlarda benim ne
yapmak istediğimi anladıklarını umuyorum.
Fikir dergimizin yazıları, çizgileri ve fotoğrafları
telif eser kapsamında okuyucuya sunulmaktadır. Bu çalışmaların
amacının sizlerin eski ve yeni çalışmalarınızı bu sayfalarda
tanıtmak ve okuruna sunmaktır. Yazar arkadaşlarımızın çalışmalarının
adedi ve uzunluğu sınırımız halen geçerli olmakla beraber;
çalışmalarda tanıtım ağırlıklı makaleleri dergimize almamaktayız.
Gerekçesi ise dergimizin: bölümünde
ONAY VE YAYIN başlığında bilgi verdiğimiz yazarlarımızın da buna
uymaya çalıştıklarını bilmekteyim.
Dergimizin yazarlarına çalışmaları için telif
verememekle birlikte bu güne kadar hiçbir yazarımın işletmediği
ORTAKLIK PAYI
bulunan hükmü olan “ ORTAKLIK PAYI İLK KATILIM İÇİN 3000 Lira
dir. Dergimizin Yazarları bu ortaklığa doğrudan katılmış olup ilk
katılım ücretini ödemezler.” Bölümünde bulunan 1. madde 2.
paragrafta bulunan” Sizin veya başka firma için tanıtım almaları
halinde tanıtım katkı payı üzerinden katkı payını tahsil edip,
yayınevimize yollayınız. Tanıtım ücretleri sabit olup her 100
Lira'nın 25 Lira'sı size kesinti yaparak kalan 75 Lira yayınevimize
yollarlar.” Katkıyı kullanmamışlardır.
Bu katkımız onlara bir nebze faydamızın olması ve
dergimizde tanıtılanlarında ciddi bir tanıtımla karşı karşıya
olmalarını bilmeleri için aktarılmış bilgidir. Bu bilgiyi tıklayarak
okumanızı ve yazılarınızda falan kitap, falan toplantı, fişkan şiir
gibi tanıtım içeren yazıların imkânlarımızın dâhilinde yayınlanmaya
devam edecek olan sanal Dergilerimizin devamını sağlamaya
çalışacağım.
Siz yazar arkadaşlarımızın nun alt bölümünde lingi bulunan
sayfalarınızın de istatistikler bölümünde kaç kişi tarafından
incelendiğini ve yeni bir çalışma olarak da sizlerin yazılarınızın
sayılara göre bu sayfalarınızdan link vermeye çalışacağım.
İkinci senemizi kutlar; çalışmalarınızı devamı
dilerim.
Mahmut Selim GÜRSEL
GÜRSEL YAYINEVİ
|
|
|
|
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
- GECİKTİ İSE AF OLA!
- İnsanız. Beşeriz bazen elimiz ayağımız şaşırır. Bu
ay nedense derginin yazıların biraz gecikmesine sebep verdim.
- Mazeretim yok. Mazeret bildirsem de değeri yok.
Yazan arkadaşlar yazılarının hemen yayınlanmasını istemeleri onların
kaleminin hakkı. Beni mazur görerek neden halen yayınlamadın diye de
serzenişte bunanı da yok.
- Okuyucumuz ise aynen devan. Girip bakıyor çıkıp
bekliyor. Ne güzel toplumuz hiç tepkisi ve etkisi de olmayan!
- Ben yinede yazarlarımızdan ve okurlarımızda sabırlı
davranmalarından dolayı özür dileyeyim.
- Yinede gecikmenin gerekçelerini
yazarak savunmamı yapayım.
- Ben bu ay biraz sıkıştım. Birazda
server’im (sitemizi barındıran firma) yenilendi. Onun sıkıntısı
oldu. İstatistik düştü. Birde ayın 1-5 arası gelen sayfa
istatistiklerinin yapımı; bu yazıdar sonra devam ederek gece yarısı
İnşallah yüklerim. Ayrıca siz yazarlarımıza açtığım sayfalarda
yazılarının arşivlerine tek tek link vermek, PORTAL (açık kapı) liklerini
değerlendirmek. Site haritasını hazırlamaya çalışmam, Yaklaşık 2007
tarihinde üye olduğum google tanıtımından gösterim ve tıklama başına
verecekleri ücretin denetimini ve gerçekliliğini kanıtlamak için arka plan ve geçiş linklerini düzenleme
çalışmaları bir araya gelince parmaklarım iflas etti. ÇAMAŞIRCI
KADIN SENDROMU başlangıcı başladı. Benim sayfada buluna örneklemeyi verirsem:
Her bir satırı yazmak, sonra o sayfanın yerini bularak köprüsünü
eklemek, nerede açılacağı komutunu vermek, tamam diye doğrulamak,
sayfanın açılıp açılmadığını kontrol etmem için 12-25 arasında
mausla tıklamak ve yazıları yazmak gerekiyor. İşte sebepler
bileşince sıkıntı, stres, yetiştiremeyeceğim sıkıntısı, başaramama
korkusu, parmakların yorgunluğu ve işte böyle bir şey. Apartmanın
dış iç bakım patırtısı, dairemizin peni yoktu pen yapımı için
eşyaların toplanması, eksik laminatların yaptırılması, Boya ve
birazda mahkemem, savcılık vb.
- İşte gecikme sebepleri bunlar.
- Geciktiğimiz için af ola!
-
03/10/2009 18,35
|
|
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
SENDEN NE DİLESEM YA HABİBİ!
Senin bu ayda dünyaya teşrif ettiğini ve yakın yıllar içerisinde
doğum gününü kutladığımız bu ay içinde senden Allah’ın emri ve
sana verilen yetki ile şefaatini istesem acaba kabul eder misin?
Bu göründüğü hilalin aylar olarak takvime döküldüğü;
Müslümanların ve bazı milletlerin kullandığı kameri ay içinde
dünyaya teşrifinin gününü bilinmemesinin sebebi bilinmemesindeki
hikmetin anlaşılması için çaba gösterenlerden birisi olmamı
düşünerek senin adını anmama müsaade eder misin?
Ey bu kâinatı yaratan yüce Allah’ımın “Ya Habib’im!” dediği
Peygamberim olarak beni de Kevser’inden su içmeye davet eder
misin?
Ey kâinatın sahibi Allah’ım! Onun yüzü suyu hürmetine bu dünyada
olduğunu bilen ve inanan kullarından birisi olarak beni de
Habib’inle yakında yüzleşmem için müsaade eder misin?
Ey cihanın son Peygamberi! Sevdiklerini senin sancağının altında
toplarken yüce huzurda, bizler için Allah’ıma af, af diye
bizlerin selamete çıkması için yalvaran. Yüce insan! bizi de
sancağının etrafına kabul eder misin?
Ey bu yer! Ey gök! Ey bu seher vaktinin zamanını ayarlayan şahit
ol! Ben Allah’ımdan af diler, Onun Habib’inden de şefaat
dilerken bu sanal satırlar olarak bu satırları okuyanları da
şahit olarak dinler misin?
|
|
|
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
- Çorum’un eski mahallelerinden
birisinin ismi “Devehane” dir bu günkü dilimize açarsak deve evi
manasına gelir. Burası şimdi şehrin ortasında kalmış merkeze yakın
bir mahalledir. Bu mahallenin çok eski bir cami ile bol sulu birkaç
lüleli çeşmesi bulunmaktadır.
- Ben 1947 doğumluyum 1961’de babam ve
sonradan kayınpederim olan ve babamın arkadaşları ile birlikte
Çorum’un camilerinde Ramazan ayında camii gezerdik. Bu cami
çıkışlarında babamın ve arkadaşlarını gittikleri Ucu Camii arkasında
büyük bir kahvehane vardı orada oturur bir çay içer ve Çorum
hakkında hikâyeler anlatılır ve düzeltmeleri yapılarak bir nevi Biz
Türklerin atalarımızdan dinleyip aktardıkları gerçek yaşanmışları
birbirlerine anlatıyorlardı.
- Geçmiş günlerden birisinde babamın
arkadaşlarından birisinin anlattığı hikâyeyi buraya aktarmak
istiyorum.
- Devehane meydanında Osmanlı
döneminde kervanların konakladığı bir meydan olduğu ve bu meydanda
ticaret erbaplarının kervan toplayarak yola çıktıkları bir alan
olduğundan buraya yakın yerlerde çeşitli sanatkârlarında dükkânları
bulunmakta imiş.
- Burada bir de deve semer imalatı
yapan yaşlıca bir zat varmış. Bu zatın yanında da bir kalfası
varmış. Dükkânının kapısının kenarında da çok eski püskü bir deve
semeri bulunmakta imiş.
- Bir gün ustanın bir işi çıkarak
yakın bir ilçeye gitmesi gerekmiş. Kalfasına:
- - Oğlum: Bu dükkânda yaptığımız yeni
semerlerin fiyatı şu kadar. Bunlara müşteri çıkarsa bu fiyattan ver.
Fakat sakın kapıda asılı semeri satma ve isteyen olursa da kimseye
verme işe yaramaz yüzümüz kararmasın tembihini yapmış ve gitmiş.
- Ertesi gün bir tüccar dükkâna gelmiş
kalfaya:
- - Altı deve semerine ihtiyacı
olduğunu söylemiş. Kalfa:
- - Biz de beş semer var başka yok
diyince. Adam:
- - Kapıda asılı eski semeri de satın
alırım işim görülsün. Demiş. Kalfa tüccara:
- - Ustam onu satma kimsenin işine
yaramaz dedi o yüzden satamam. Diyince tüccar:
- - Anladım o zaman bu semerlerin
fiyatından onu da kiralayayım. Gelince semeri verir parasını geri
alımım cevabını vermiş. Bu cevap üzerin kalfa altı semeri tüccara
vermiş. Tüccar işine gitmiş. Birkaç gün sonra usta gelince bakmış
kapıda bulunan semer yok. Dükkana girmiş kalfaya:
- -Kapıda bulunan semere ne oldu diye
sormuş. Kalfa.
- -Usta bir tüccar geldi altı semere
ihtiyacı vardı bizde de beş semer vardı o semeri de istedi. Diyince
usta:
- -Sana o semeri satma verme demedim
mi?.Diye sinirlenmiş Kalfa:
- -Usta zaten ben semeri satmadım
emanet verdim. Adam Çorum’a gelince semeri verecek parasını alacak
işte altı semer parası bu. Tamamını yeni semer parasından ödedi
diyebilmiş. Usta bir parala bakmış bir kalfaya. Kalfaya dönerek ben
artık seninle çalışamam şu senin haftalığın uğurlar ola. Diyerek
kalfayı işyerinden çıkartmış.
- Aradan üç dört ay geçmiş. Kalfa bir
dükkân açarak nafakasını kazanmaya başlamış. Usta işinde gücünde
iken bir gün sırtında dükkânın önünde asılı semeri taşıyan bir adam
girip ustaya bakmış:
- -Usta! Burada bir genç vardı. Benim
onunla bir anlaşmam vardı. Bu semeri getireceğim diye para bırakarak
almıştım diyince. Usta:
- Hele terlemişsin bir soluklan. Ben
kalfayı çağırayım gelsin. Diyerek dükkândan çıkmış. Kalfaya giderek:
- Gel bakalım. Diye yanına çağırmış
birlikte ustanın dükkâna gitmişler. Usta adama dönerek:
- Kalfa geldi. Diyince tüccar:
- Kalfa bu semeri getirdim ben sözümde
durdum demiş. Usta hemen kesesinden tüccarın verdiği semer parasını
tüccara saymış. Semeri tezgahın üzerine koyarak façetayı almış eski
semerin yan tarafına façeta ile bir kesik yapmış. Kesilen yerden çil
çil altınlar dökülmüş. Demiş ki:
- “NASİPSE GELİR HİNT'TEN YEMEN'DEN. NASİP DEĞİLSE NE GELİR
ELDEN!”
- Kıssadan hisse nasibinizse döner
dolaşır sizi bulur. Nasibiniz değilse kimin nasibi ise ona gider.
- Nasibiniz bol osun!
|
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
GEÇTİ BOR’UN PAZARI SÜR EŞEĞİN
NİĞDEYE (DEDİRTMEYELİM)
 |
- GEÇTİ BOR’UN PAZARI SÜR EŞEĞİN
NİĞDEYE (DEDİRTMEYELİM)
- Meşhur
bir atasözünü başlık yapmamdaki gaye; başka bir meta için söylenmiş
olduğunu var saysak da atalarımız bu günleri sanki görmüşlerde
söylemişler demek geliyor içimden. İnşallah bu Atasözümüz ileriki
yıllarda gerçekleşmez.
- BOR
MADENİNİN TANIMI:
- Sembolü
B olan periyodik sistemde üçüncü grupta yer alan ve yarı metal
karakterli kimyasal bir eleman olup öbür elementler arasında metal
olmayan tek elementtir.
- Atom
numarası 5, atom ağırlığı 10,82 olan, İyon şarjı 3 tür. İki stabi, iki
radyoaktif izotopu bulunmaktadır. Bu elementi Sir Humphry Davis Joseph
Gay-Lussac ve Louis Thenand tarafından aynı anda bulmuşlardır. (1)
- TARİHTE
BİLİNİRLİĞİ
- Tarihte
ilk olarak 4000 yıl önce Babilliler Uzak Doğudan boraks ithal etmiş ve
bunu altın işletmeciliğinde de kullanmışlardır.
-
Mısırlıların da boru, mumyalamada, tıpta ve metalürji uygulamalarında
kullandıkları bilinmektedir. İlk boraks işletmeciliği Tibet
Göllerinden elde edilmiştir. Boraks; koyunlara bağlanan torbalarda
Himalayalar dan Hindistan'a getirilirmiş. Eski Yunanlılar ve Romalılar
boratları temizlik maddesi olarak kullanmışlar. İlaç olarak ilk kez
Arap doktorlar tarafından M.S. 875 yılında kullanıldığı sanılmaktadır.
Borik Asit 1700'lü yılların başında borakstan yapılmış, 1800'lü
yılların başında ise elementer bor elde edilmiştir .(2)
- TÜRKİYE
BOR YATAKLARININ TARİHÇESİ
-
Ülkemizde bor cevherlerinin varlığının bilinmesi Romalılara kadar
uzanmakta ise de ilk verimli bor madenciliğine 1861 yılında
Balıkesir-Susurluk Sultançayırı pandermit yataklarında Fransız
“Companie Industriel Des Mazures” firması tarafından başlanmış, daha
sonra 1887 yılında İngiliz-İtalyan ortak şirketi “Cove-Hanson”
tarafından sürdürülmüştür. Bu firma daha sonra “Borax Consolidated
Limited” şirketine dönüştürülmüştür. Özet olarak, Ülkemizde bor
cevherleri Osmanlı Devletinin son yılları ile Cumhuriyetin ilk
yıllarında yabancı firmalar tarafından işletilmiştir.
-
Ülkemizde 1930’lu yıllara kadar gerek Osmanlı dönemi ve gerekse
Cumhuriyet döneminde doğal kaynaklarımızın tespitine yönelik bilimsel
çalışmaların yapıldığını söylemek mümkün değildir. Bu durumun ortadan
kaldırılması amacıyla 1935 yılında maden aramalarını yapmak üzere MTA,
madencilik, enerji üretimi ve dağıtımı yapmak üzere de Etibank (Eti
Holding A.Ş.) kurulmuştur. O zamanki adı ile Etibank’ın 2805 sayılı
Kuruluş Kanunu’nun 5. maddesinde MTA ekonomik değere haiz sahaları
ilgili Bakanlık kanalıyla Eti Holding A.Ş'NE devretmeye, Eti Holding
A.Ş’de bu kaynakları işletmeye zorunlu kılınmıştır. 1970’li yıllara
kadar ülkemizde bor cevheri üretim ve ihracatı büyük oranda İngiliz
kökenli Borax Consolidated Limited şirketinin elinde ve kontrolünde
kalmıştır. Ancak ülkemiz bor cevherlerinin dünya piyasasındaki gerçek
değerine ulaşabilmesi amacıyla 1978 yılında bor cevherleri 2172 sayılı
Kanunla devletleştirilmiş ve böylelikle dünyada en büyük bor
üreticileri ABD’de US Borax ile Türkiye’de Eti Holding A.Ş. olmuştur.
- Bu
aşamadan, yani bor cevherlerinin 1978'de devletleştirilerek Eti
Holding A.Ş.’ne devredilmesinden sonra, Eti Holding A.Ş. tarafından
yapılan toplam 500 milyon US$'a yakın yatırım neticesinde, 1978
yılında cevher bazında toplam 660 milyon ton olan bor rezervi,
günümüzde cevher bazında 2 milyar tonun üzerine, Dünya bor üretiminde
ülkemizin payı da; 1975'de %11'den günümüzde %31 seviyesine
çıkartılmıştır. 1978’de 83 milyon US$ olan ülkemizin bor ihracat
gelirleri günümüzde 250 milyon US$/yıl seviyelerine yükseltilmiştir.
- "2172
sayılı Devletçe İşletilecek Madenler Hakkındaki Kanun"a dayanarak, bu
kanunun 2. maddesinde yeralan "bor tuzları, uranyum ve toryum
madenlerinin aranması ve işletilmesi devlet eliyle yapılır"
denilmektedir. Bu konuları daha iyi incelemek isteyen okurlarımıza
Mayıs 1970 Madencilik dergisi ile;IV. Bey Yıllık Kalkınma Planı
İhtisas Komisyonu Raporu’nu salık veririz. (3)**
- NELER
YAZILDI:
- Bor
için son yıllarda çeşitli bilgiler ile birlikte bazı araştırmalara
ağırlık verildi. Bizim ulusal basından izlediğimiz kadarı ile bir sürü
makale, incilimi ve Internet sayfaları yayınlanmış bulunmaktadır.
Aşağıda ve yukarıda birçok bilgi bu sitelerden alınmış olup, bizlere
oldukça ilginç bilgiler vermektedir. Bu bilgileri kendime göre
düzenleyerek sizlere sunmak beni biraz düşündürdü ise de benim merak
ettiğim konuyu okuyucularımızın da merak ettiği ve bilgi akımının
eksikliği ile bu madenin nasıl ve ne kadar ülkemizde bulunduğunu
sunulması gerekliliğini düşündüm. Aklımın erdiği kadar bu bilgilerin
bazıları benim bilgim dışında olmasına rağmen beni düşündürmek,
incelemek için sizlerle birlikte olmamı, sizlerinde bildiklerini bu
dosya ile ilerletebileceğinizi düşünmekteyim.
- Ülkemiz
“Kasım Krizi” diye yaşadığımız ekonomik krizin ardından, krizden çıkış
yollarından birisi olarak dünya toplam rezervlerinin %70'ine sahip
olduğu beyan edilmekte ve bor madenlerinin özelleştirilmesi gündeme
getirilmişti.
- Dönemin
hükümetin içinde olan Sayın Şükrü Sina Gürel başta olmak üzere bir kaç
bakanın da bilinçli direnişi sonucu bor madenlerinin
özelleştirilmesiyle ilgili dosya rafa kaldırıldı. Şimdilik unutulması
ve olayın küllenmesi için beklemeye alınmış görülmektedir.
- Bu
önlemin hemen arkasından halen bilinmeyen nedenlerle “Şubat Krizi”
gündeme geldi. Sonraları ise “Erken Seçim” geldi 47. hükümet ortakları
ile beraber tarihe karışmış, 48. hükümet ise “Kıbrıs Dayatması” ile
birlikte “Saddam Krizi” içinde üç buçuk ay çalıştıktan sonra Mart 2003
seçim yenilemesinin sonucunda Sayın AK Parti Başkanı seçimi kazanmış,
Sayın Gül’ün istifası ile 14 Mart 2003 tarihinde Sayın Recep Tayyip
Erdoğan Başbakanlık teskeresini alarak kabinede çok az bir
değişiklikle devam edecek. Güven oylaması sonuncunda ise “İkinci
Teskerenin” B.M. Meclise gelip gelmeyeceğini yaşarsak göreceğiz.
- Ülkemiz
bir kaç milyar dolar bulabilmek için her şeyi yapabilecek bir duruma
sürüklenmiş gibi gösterilmektedir ve ABD “Irak Savaşına” girmemiz için
bizi para ile satın almaya çalışmaktadır. Ülkemiz maalesef sıkıntılı
günler yaşamaktadır, teskere gelse de, gelmese de daha çok
sıkıntıların hedefi durumundadır. Üzülerek anladığımız kadarı ile çok
kısa bir süre sonra bor madenlerinin özelleştirme yoluyla yabancı
sermayeye satışı yeniden gündeme getirilecektir. Korkarız bu kez
ülkenin içine düşürüldüğü ağır ekonomik buhran nedeniyle hiç kimse bu
özelleştirme işlemine karşı direnmeyecektir. Evet; ortada kriz var,
kriz senaryoları var. Fakat özelleştirilmek istenecek bor madeni
imtiyazının olmamasını dilerim. Yoksa konu başlığını yaptığımız “Geçti
Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” denilmemesi için hepimizin uyanık
olması gerekmektedir.
- Aşağıda
listelediğimiz “Bor kullanıcıları”, Türkiye’den ham madde olarak
alınıp işlenen “Bor miktarını” Devletin verdiği kıstaslar içinde
sizlere sunmaya çalışacağız. DÜNYA BOR İŞLENMESİ VE ÜRETİCİLERİ
başlığı altındaki bölümde ise Türk bor madeni ile gelirler elde
etmektedirler. Ekonomik bir değer olan ve yatırımını çabucak amorti
etmesi görülen bu Allah vergisi madeni biz zenginleştirerek satalım.
- Hamının
tonunu 400 $ a vereceğimize işleyerek bu paranın daha çoğunun ülkemize
gelmesini sağlayalım.
- Yine
aşağıda ETİ Holdingin kendi istatistiklerinde bu konu ile bilgiler
bulacaksınız.
-
Geçenlerde TV’de bir bilen Türkiye’ye 2002 tarihinde 60’ın üzerinde
Bor ile ilgili araştırma yapmak için ülkemize giriş yaptığını beyan
etti. Okuduklarımızdan Yüzlerce bilim adamının "Geleceğin Petrolü"
diye tanıttığı, bilişim sektörüne, uzay teknolojisinden, nükleer
teknolojiden savaş sanayiine kadar pek çok alanda hammadde durumuna
geldiği gözüken bor madeni Türkiye’nin geleceği değil midir?
-
Ülkemizin bir bulunmaz zenginliğin öneminin lütfen farkına varmalıyız,
bu günümüzün ve yarınımızın daha iyi değerlendirmemizi sağlayacaktır.
Geçtiğimiz yüzyılın ve bu günlerin vazgeçilmez silahı olan petrolün
ilk 25 yıl içerisinde, belki de daha yakın zamanda bor’un aynı statüde
ve önemde olacağını görememek körlükten başka bir şey değil midir?
- Dikkat
edelim; 9 trilyon dolarlık madenimizi bir iki milyar dolara devir
etmeyelim.
-
Amacımın Türkiye’mizin ve bu ülkenin geleceğini etkileyecek bir olayı
sizlere bildirmeye kendimi görevli gördüm. Bu konu ile ilgili aldığım
bütün bilgileri sizlerle paylaşmak istememi de çok görmemenizi talep
etmekteyim. Sizlerde dikkatli olarak incelerseniz kaygılarımın
gerçekliğini görmüş olursunuz.
-
-
INTERNETTEN ALINAN YAZILAR: 06.05.2001
-
- TÜRKİYE'DE BOR MADENİ RAFİNE
SANAYİİNİN, ÖZEL SEKTÖRE TEŞVİK VERİLEREK KURULMASI SAĞLANMALIDIR.
-
Yazınızda "Sanayicilerimiz isterlerse Etiholding'in ürettiği bor
ürünlerine dayalı her türlü yatırıma girebilirler. Onları engelleyen
hiç bir husus yoktur. Türkiye'nin bor üç ürünlerine dayalı yüksek
teknoloji gerektiren yatırımları yapabilecek gerçek sanayicilere
ihtiyacı vardır. Madenin üzerindeki toprağı sıyırıp, açığa çıkan bor
cevherini bir kırıcıdan - elekten geçirip yıkadıktan sonra satmaya
soyunmak sanayicilik olmasa gerek." diyorsunuz. Diğer taraftan Bor
Ltd. Şti. adında bir firma Eti Holdingi US Borax firmasına hammadde (tinkal)
satmakla, buna karşın yerli üreticiye satmamak ile,diğer bir deyimle
yıllardır oyunlarını bozmak ile uğraştığımız monopolun oyununa
gelmekle suçluyor. Bu işin doğrusu nedir? Bor Ltd. forumda yazdığınız
gibi "rafine" adı altında, aslında cevheri yıkayıp satan bir firma
mıdır? web sitelerinde (www.boraxtr.com) bahsettikleri fabrika yıkama
fabrikası mıdır? Cevabınız için şimdiden teşekkürler.
- Diğer yandan Eti Holding kendi
yayınlarında dünya talebinin %35 ini karşılamasına karşın, hasılat
olarak sadece %21 ini alabildiğini (US Borax ın 1/3 ü, US Borax dünya
talebinin %45 ini üretmesine karşın hasılatın %60 ini alıyormuş)
itiraf ediyor, ve bunu rafine bor yerine ham cevher olarak satmak
zorunda kalmasına bağlıyor. Aynı zamanda diğer şahıs ve kuruluşların
altından cevher olarak satma endişesinden iç piyasaya cevher vermiyor
! Yani bir anlamda, yurdumuz için zararlı olacağı düşüncesi ile
başkasına yaptırmadığı bir şeyi kendisi yapıyor. Anlamak gerçekten
zor. Acaba ben mi yanlış yorumluyorum? Bu konuda nereden bilgi
alabilirim? (yine Eti Holdingin 1998 raporlarında ürettiği ham borun
%50 sini rafine ettiği, kalanını ham olarak sattığı gözükmekte)
- Eğer
yorumum doğru ise önerim çok basit (ki bunu herkes düşünebilir
sanırım), şeker pancarına, tütüne, buğdaya, vs. ye verilen teşvikler
(ki alınan bir çok ürün imha ediliyor) bor madeni rafine sanayiine
(nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum, ama Eti Holding biliyordur
herhalde) verilmeli. ANCAK! bu kesinlikle devletin olmamalı, özel
sektör teşvik edilmeli. Eti Holding sadece denetleyici, belki de
pazarlayıcı olmalı. Maalesef devletin (büyük ihtimalle siyasetten
dolayı ) üretim işinde ne harikalar yarattığını uzun yıllarca gördük
!...
- Bu
arada Eti Holdingin ham bor satışı yasaklansa ne olur?
- Türkiye
yılda 100 milyon dolar az ihracattan (birkaç yıl, rafine tesisleri
kurulana kadar) batmaz herhalde? Hatta dünya talebinin %17.5 i
kısılınca fiyatlar da bayağı bir yükselmez mi?
-
Saygılarımla
- Sinan
Arıca Makina Müh. (ODTU 1984) MTA Genel Müdürlüğü Web sitesi
http://www.mta.gov.tr
-
- BİR BAŞKA ANADOLU MUCİZESİ
YAŞANIYOR VE BOR MİNERALİ İLETİŞİM ÇAĞININ GÖZBEBEĞİ OLUYOR
- Türkiye
yaklaşık 2.5 milyar tonluk bor rezerviyle zengin bir ülkedir. Ham
haldeyken tonu 400 dolar olan bor mineralinin değeri, işlenerek süper
iletken hale dönüştüğünde kat be kat artacaktır. "Bilim adamları,
tahmin edilenden çok daha yüksek derecelerde bile, neredeyse hiç
dirençle karşılaşmadan elektrik taşıyabilen metal bir bileşim tesbit
etti.
- Dünya
bilim çevrelerini şaşırtan bu bileşimin, özellikle süper hızlı
bilgisayarların üretiminde kullanılabileceği belirtildi. Çok daha
hızlı bilgisayarların yapımında, oksijen içeren maddelerle çalışmanın
zor olduğu yerlerde, magnezyum-bor bileşiminin kullanılmaya
başlanacağı haberi üzerine, Nortwestern Üniversitesi'nden Profesör
John Rowell; bilim adamlarının düşük sıcaklıklı maddeler üzerinde
daha fazla çalıştığını hatırlatarak, bunların yerine magnezyum-bor
bileşiminin kullanılmasının daha hızlı çalıştığını hatırlatarak,
bunların yerine magnezyum-bor bileşiminin kullanılmasının daha
avantajlı olacağını söyledi.Rowell'a göre magnezyum-bor yüksek ısıdaki
iletkenliği sayesinde bilgisayar bileşenlerinin 4 kat daha hızlı
çalışmasını sağlayabilir..." BOR MİNERALİ STRATEJİK BİR ZENGİNLİKTİR
-
Deterjan sanayiinden uzay teknolojisine kadar yüzlerce değişik alanda
kullanılan bor minerali, petrol ve doğalgaz kadar büyük bir stratejik
öneme sahip.20 yüzyılda sınırların çizilmesinde temel unsur olan
petrol Orta Doğu için nasıl bir lütufsa, bor da Anadolu için bir
lütuftur.
- Bir ton
borun 400 dolar değerinde olduğu ve Türkiye'nin yaklaşık 2.5 milyar
ton bora sahip olduğu göz önüne alındığında, bu emsalsiz cevherin
Türkiye için ne derece büyük bir zenginlik kaynağı olduğu daha iyi
anlaşılır. Toplam 1 trilyon dolardan fazla olan bu rakam ülkemizin
toplam 106 milyar dolar olan dış borcunun yaklaşık 10 katına denk
değerdedir. Amerikan uzay mekiği Challenger'ın infilakından geriye
sadece Türk borlarından imal edilen kabin kesiminin kaldığı
düşünülecek olursa borun uzay teknolojisi için ne denli hayati bir
madde olduğu da anlaşılabilir. Tüm dünyayı kontrol etme gayretinde
olan ABD'nin dünya bor rezervlerindeki payının sadece % 13 olduğunu da
düşünürsek, ABD-Türkiye ilişkilerinin seyrinde bor mineralinin çok
önemli bir rol oynadığını rahatlıkla görebiliriz.
- Bor
minerali, sanayide alternatifi olmayan, vazgeçilmez bir
zenginlik.Dünyada bor minerali bakımından en zengin ülke ise
Türkiye.Ülkemiz dünya toplam bor rezervinin % 70'ine sahip.Bor'un bir
çeşidi olan tinkal Eskişehir'in Kırka bölgesinde yoğun olarak
bulunuyor.Kolemanit cevheri de Kütahya-Emet,Balıkesir-Bigadiç ve
Bursa-Kestelek bölgelerinde yer alıyor. Türkiye'nin 1999 yılındaki
tabii boratlar toptan ihracatı 121 milyon dolar olarak
gerçekleşti...Türkiye 1999 yılında toplam 30 sanayileşmiş ülkeye bor
ve kimyasalları ihraç etti. Bor madenlerinin ruhsat ve saha işletme
hakları 01.10.1978 tarih ve 2172 sayı ve 10.06.1983 tarih ve 2840
sayılı kanunlar gereğince ETİ Holding Anonim Şirketi'ne ait.
"Devletçe İşletilecek Madenler Hakkında Kanun"la ,2172 sayılı kanunun
2.maddesinde yer alan "bor tuzları,uranyum ve toryum madenlerinin
aranması ve işletilmesi devlet eliyle yapılır" ibaresi gereği bor
sahaları ve bor türevleri işletmelerinin özelleştirilmesi mümkün
değil. ETİ Holding'in aniden özelleştirme kapsamına alınması,
bünyesinde bulunan yüksek kar marjlı bor işletmeleri nedeniyle,yurt
dışından pek çok değişik çevrenin ilgisini çekti.Birer dev sanayi
ülkesi olan batı dünyasının,sanayilerini ayakta tutabilmek için
muhtaç oldukları bor madenine Türkiye'deki bor işletmelerinin
özelleştirilmesi yoluyla ulaşabilmeleri ihtimalinin ortaya çıkması
pek çok soruyu da beraberinde getirdi.Bor işletmelerinin, yurtdışından
gelen baskılar sonucu özelleştirme kapsamına alındığı,yapılacak
ihalenin kuralına uygun olmayacağına dair söylentiler de hala
gündemdedir.
-
- BOR TÜRK EKONOMİSİNİN
VAZGEÇİLMEZİDİR
-
Özelleştirilmek istenen ETİ Holding 2000 yılında 30 trilyon liralık
harcamayla,83.8 trilyon lirası iç satış,147.1 trilyon lirası dış satış
olmak üzere toplam 231 trilyon liralık hasılat elde etmiştir. Yılda
700 bin ton ham,350 bin ton rafine bor ürünleri satışı gerçekleştiren
ETİ Holding'in küçük bir teknoloji yenileme operasyonuyla mevcut
üretimini ve satışını kat be kat artırabileceği söylenmektedir. Bor
madenlerinin özelleştirilmesiyle, bu büyük ulusal servet yabancı
sermayenin eline geçecektir. Dünyadaki diğer örneklerde olduğu gibi
yabancı sermaye bu stratejik maddeyi işlemek için kaynağında tesis
kurmak yerine kendi ülkesine götürerek işleyecek ve Türkiye kendi
elleriyle kendi servetini gelişmiş sanayii ülkelerine teslim etmiş
olacaktır. (***)http://hendese.cjb.net/
-
-
YAĞMALATTIRMAYALIM!!!
-
Stratejik değere sahip Bor mineralleri doğada yaklaşık 230 çeşittir.
Bunlardan ticari değere sahip olanları ise boraks(tinkal),kernit (razorit),
kolemanit, uleksit, propertit, pandermit ve bor asittir. Ülkemiz
yaklaşık 2,5 milyar ton bor rezervleriyle Dünya bor rezervlerinin %64
ne sahiptir. Gerikalan %14 ü A.B.D %22 si ise Rusya, Kazakistan, Çin,
Peru, Arjantin ve Şili de bulunmaktadır. Türkiye dışındaki ülkelerde
bulunan bor, dünyanın ihtiyacını en fazla 60 yıl karşılayabilecek
durumdadır. Türkiye’nin ise en az 400 yıllık rezervi bulunmaktadır.
- Bor
minarelleri, önceleri ilaç, inşaat, boya, telstil, deterjan, sabun,
ısıya dayanıklı cam, emaye, fiberglas, seramik, elektrik, izolasyon,
tarımda kullanılan kimyasal maddelerin üretimi için kullanılmaktaydı.
Günümüzde bunlara ek olarak enerji depolamada, su arıtma işlerinde,
atık temizleme işlemlerinde, otomobillerde hava yastığı ve hidrolik
fren imalinde, bilgisayar teknolojisinde, otomotiv ve silah
teknolojisinde, jet ve roket yakıtlarında, atom enerjisi denetim
rodlarında, çelik güçlendirmede, ısı ve radyasyondan koruyucu
lehavalar, yanmayı geciktirici malzeme ile son derece hafif ve
dayanıklı malzemenin imali gibi alanlardada kullanılmasıyla bor
minerallerin önemi gün geçtikçe artmaktadır.
-
Ülkemizde Eti Holding 'e ait bir kuruluş olan Etibor A.Ş. ne bağlı
Eskişehir Kırka Bor işletmesi, Balıkesir Bigadiç Bor işletmesi ,
Kütahya Emet Bor işletmesi ve Bursa Kestel Bor işletmesinde bor
çıkarılmakta Bandırma Bor ve Asit Fabrikasında işlenmektedir.Bor
yeraltında değil açık işletmelerden çıkarıldığı için elde etme
maliyeti diğer madenlere göre daha düşüktür.
- Anadolu
topraklarında bor ilk kez 1861 yılında çıkarılmaya başlanmıştır. Bor
üretimi 1970 li yıllara kadar büyük ölçüde yabancıların elindeydi. Bor
minarelleri, kamu yararı ve ulusal çıkarları korumak adına 4 Ekim 1978
yılında 2172 sayılı yasa ile Bülent Ecevit in başbakanlığı sırasında
devletleştirldi, ve Etibank a devredildi. Bugün ise Bülen Ecevit in
başbakanlığındaki hükümetin Bor madenlerini özelleştirmeye çalışması
kaygıyla izlenmektedir. (****)Kaynak: Suay KARAMAN Jeoloji Müh.(TÜMÖD
genel saymanı-Mayıs 2001)
-
- 21. YÜZYILIN PETROLÜ
- Bu
köşede ısrarla vurgulamaya çalıştığımız iki konu var:
- 50 sene sonra tükeneceği düşünülen
petrolün son kırıntıları üzerinde söz sahibi olmak ve enerji
kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek için verilen kavga; başta
Amerika olmak üzere Batı'nın, petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip
ülkeleri kontrolleri altında tutmak için giriştikleri türlü baskılar
ve kirli oyunlar.
-
Türkiye'nin bilinçli olarak borç batağına itilmesi ile uluslararası
sermaye çevrelerinin çıkarlarına hizmet eden IMF ve Dünya Bankası'nın
dayatma politikalarına karşı savunmasız kalması; verimsizlik,
hantallık, zarar ediyor olma gibi sözde gerekçelerle KİT'lerin peşkeş
çekilmeleri, özelleştirilmeleri.
- Her iki
konu ile de doğrudan bağlantılı bu haftaki tartışmamız ise Türkiye'nin
elinde tuttuğu ve geleceğin petrolü olarak anılan bor madeni üzerine
oynanan oyunlar.
- IMF'nin
bor madenlerinin özelleştirilmesi konusunda Türkiye'ye dayatmada
bulunduğunu, IMF'ye verilen taahhütler arasında Eti Holding AŞ'nin
özelleştirilmesinin de bulunduğunu, Eti Holding AŞ'nin bağlı
ortaklıklarından Eti Bor AŞ'nin de özelleştirme kapsamına alındığını,
geçen sene hükümetin bor madenlerini Eti Holding kapsamı dışına
çıkarıp ayrı bir bor madenleri genel müdürlüğü KİT'i oluşturarak
özelleştirmeden kurtarmaya çalıştığını belirterek konumuza girelim.
- 21'inci
yüzyılın petrolü olarak tanımlanan bor madeninin önemini ABD'nin
kavraması yeni değil. İlk olarak 1950 yılında, yüksek enerji yakıtı
ile çalışacak uzun menzilli savaş başlıkları taşıyan ABD füzelerinde
bor yakıtı kullanılması düşünüldü. 1951 yılında ABD, bor madenleri ve
bileşikleri ''stratejik madde'' olarak nitelendirilerek ihracatta
kontrole tabi tuttu. Yakıt üretimi için sekiz fabrika kurdu.
Türkiye'yi ve Avrupa ülkelerini de içine alacak şekilde bir anlaşma
yapıldı ve sosyalist ülkelere bor satışı yasaklandı. ABD yönetimi,
Amerika dışındaki bor madenleri için stratejik bir stok oluşturmaya
karar verdi. Türkiye'den 68.000 ton bor madeni alarak ABD'de depoladı.
Petrolün 50 sene sonra tükeneceğini hesaplayan ABD, alternatif enerji
kaynağı olarak gördüğü bor yakıtı ile çalışan otomobiller üretti.
- Şimdi
hiç şüphesiz gözler Türkiye üzerinde. Çünkü Türkiye, parasal değeri
800 milyar dolar olarak hesap edilen bir bor denizi içinde yüzüyor.
200 milyar dolarlık borç yükünü çevirebilmek için IMF'nin her dediğine
kafa sallayan Türkiye, bor konusunda da IMF'nin dayatmalarına boyun
eğecek mi? Dünya talebini yüzlerce yıl karşılamaya yetecek miktarda
bor madeni rezervini elinde tutan Türkiye ruhsatları devretmeden bor
madenlerinin işlenmesi konusunda özel sektörle işbirliğine gitmek gibi
daha akılcı bir yol mu izleyecek?
- Kaynak: Dostmail/2002
-
- TEKNİK BİLİNİRLİĞİ:
- Bor,
biri amorf ve altısı kristalin polimorf olmak üzere, çeşitli
allotropik formlarda bulunur. Alfa ve beta rombohedral formlar en çok
çalışılmış olan kristalin polimorflarıdır. Alfa rombohedral strüktür
1200 °C'nin üzerinde bozulur ve 1500 °C'de beta rombohedral form
oluşur. Amorf form yaklaşık 1000 °C'nin üzerinde beta rombohedrale
dönüşür ve her türlü saf bor ergime noktasının üzerinde ısıtılıp
tekrar kristalleştirildiğinde beta rombohedral forma dönüşür.
- Bor
elementinin kimyasal özellikleri morfolojisine ve tane büyüklüğüne
bağlıdır. Mikron ebadındaki amorf bor kolaylıkla ve bazen şiddetli
olarak reaksiyona girerken kristalin bor kolay reaksiyona girmez. Bor
yüksek sıcaklıkta su ile reaksiyona girerek borik asit ve diğer
ürünleri oluşturur. Mineral asitleri ile reaksiyonu, konsantrasyona ve
sıcaklığa bağlı olarak yavaş veya patlama şeklinde olabilir ve ana
ürün olarak borik asit oluşur.
- Bor
elementinin fiziksel özellikleri:
- Özellik Değeri
- Atom ağırlığı 10.811±0.005 veya
0.007
- Ergime noktası 2190+20 °C
- Kaynama noktası 3660 °C
- Isıl genleşme katsayısı(25-1050 °C
arası, 1 °C için) 5x106-7x106
- Knoop sertliği 2100-2580 HK
- Mohs sertliği (elmas-15) 11
- Vickers sertliği 5000 HV
- Bor Mineralleri:
- KRİSTAL SUYU İÇEREN BORATLAR
- Kernit (razorit) :Na2B407.4H2O
- Tinkalkonit :Na2B407.5H2O
- Boraks (Tinkal) :Na2B407.10H2O
- Sborgit :NaB508.5H2O
- Eakwrit :Na4B10017.7H2O
- Probertit :NaCaB509.5H2O
- Üleksit :NaCaB509.H2O
- Nobleit :CaB6O10.4H2O
- Gowerit :CaB6O10.5H2O
- Florovit :CaB2O4.4H2O
- Kolemanit :Ca2B6O11.5H2O
- Meyerhofferit :Ca2B6O11.7H2O
- İnyoit :Ca2B6O11. 13H2O
- Preseit(pandermit)
:Ca4B10O19.7H2O
- Tercit :Ca4B10O19.2H2O
- Ginorit :Ca2B14O23.8H2O
- Pinnoit :MgB2O4.3H2O
- Kaliborit :HKMg2B12O21.9H2O
- Kurnakavit :Mg2B6O11.15H2O
- İnderit :Mg2B6O11.15H2O
- Predorazhenskit :Mg3B10O18.4
1/2H2O
- Hidroborasit :CaMgB6O11.6H2O
- İnderborit :CaMgB6O11.11H2O
- Larderellit :(NH4)2B10O16.4H2O
- Ammonioborit
:(NH4)3B15O20.(OH)8.4H2O
- Veatçit :SrB6O10.2H2O
- p-Veatçit :(Sr, Ca) B6O10.2H2O
-
- BİLEŞİK BORATLAR (HİDROKSİL VE/VEYA
DİĞER TUZLAR İLE)
- Teepleit :Na2B. (OH) 4Cl
- Bandilit :CuB. (OH) 4Cl
- Hilgardit :Ca2BO8.(OH) 4Cl
- Borasit :Mg3B7O13Cl
- Fluoborit :Mg3(BO3)
- Hambergit :Be2(OH, F) BO3
- Suseksit :MnBO3H
- Szaybelit :(Mg, Mn)BO3H
- Roveit :Ca2Mn22+((OH)4
(B4O7(OH)2)
- Seamanit :Mn32+(OH) (B (OH)4
(PO4)
- Viserit :Mn4B2O5 (OH, Cl) 4
- Lüneburgit :Mg3 (PO4)2B2O3.8H2O
- Kahnit :Ca2BAs
- Sulfoborit :Mg3SO4B2O4
(OH)2.4H2O
-
- BORİK ASİT
- Sassolit (doğal borik asit)
:B(OH)3
-
- SUSUZ BORATLAR
- Jenemejevit :Al6BO15.(OH)3
- Kotoit :Mg3B2O8
- Nordenskiöldine :CaSnB2O6
- Rodozoit :CsB12Be4Al4O28
- Varvikit :(Mg, Fe) 3TiB2O8
- Ludvigit :(Mg, Fe2+) 2Fe2+BO5
- Paygeit :(Fe2+, Mg) 2Fe3+BO5
- Pinakiolit :Mg3Mn2+Mn23+B2O10
- Hulsit :(Fe2+Mg2+, Fe3+, Sn4+)
3BO3O2
- BOROFLUORİTLER
- Avagadrit :(K, Cs) BF4
- Ferruksit :NaBF4
- BOROSİLİKAT MİNERALLERİ
- Akzinit grubu :(Ca, Mn, Fe, Mg)
3Al2BSi4O15 (OH)
- Bakerit :Ca4B4(BO4) (SiO4)3
(OH) 3H2O
- Kapelenit :(Ba, Ca, Ce, Na)3 (V,
Ce, La) 6 (BO3)6 Si3O9
- Karyoserit :Melanoseritin
toryumca zengin türüdür.
- Danburit :CaB2Si2O8
- Datolit :CaBSiO4OH
- Dumortiyerit :Al 7O3 (BO3)
(SiO4) 3
- Grandidiyerit :(Mg, Fe) Al3
BSiO9
- Homilit :(Ca, Fe) 3B2Si2O10
- Hovlit :Ca2B5SiO9 (OH)5
- Hyalotekit :(Pb, Ca, Ba) 4
BSi6O17 (OH, F)
- Kornerupin :Mg3Al6 (Sr, Al, B)
5O21 (OH)
- Manondonit :LiAl4 (AlBSi2O10)
(OH)8
- Melanoserit :Ce4CaBSiO12 (OH)
- Safirin :Mg3, 5Al9Si, 5O2
- Searlesit :NaBSi2O6H2O
- Serendibit :Ca4(Mg, Fe,Al)6 (Al,
Fe)9 (Si,Al)6 3O4
- Turmalin grubu mineraller
- Tritom :(Ce, La, YTh5(Si, B)3
(O, OH, F)13
- İdokreyz (Vezüvyanit) :Ca10Mg2Al4
(Si4)5 (Si2O7)2 (OH) 4
- Ben; bu sayıya kadar
sizlere derleyerek yayınladığım bor araştırmam burada sona ermektedir.
-
Gittikçe BOR tartışmaları artık küllenmiş olarak ülke gündeminden
çıkartılmış bulunmaktadır.
- Bu
gerçekler bilinmekte, her ne hikmetse bu işle uğraşanlar usanmış
gözükmektedirler.
- Biz
kendi üzerimize yaptığımızı düşünerek çalışmamızı bitiriyoruz. Halen
birçok Internet siteleri bu konu ile binlerce sayfa döküman
bulunmaktadır. Ilgilenenler arama motorlarına bor diye yazınca bu
sayfalar karşılarına çıkar. Onlar da konuyu kendilerine göre
irdelerler.
-
Saygılarımla!
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
- 75. YIL ÇORUM LİSELER ARASI KOMPOZİSYON
YARIŞMASI
- Çorumlu 2000 Aylık Kültür
Tarih Ve Edebiyat Dergimi çıkartırken Cumhuriyetin 75. Yılını Kutlama
çerçevesinde Çorum İlçeler Dahil 15 Kasım 1998 tarihinde GÜRSEL
Yayınevi tarafından düzenlenen Cumhuriyetin 75. Etkinlikleri
çerçevesinde açmış bulunduğu; CUMHURİYETİMİZİN 75. YILI İLE
CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINA KADAR ÇORUM İLİNDE NE GİBİ
GELİŞMELERİN OLMASINI VE SİZİN NELER YAPACAĞINIZI VE YAPMANIZ
GEREKTİĞİNİ ANLATINIZ. Konulu Çorum ili geneli Liseler arası
kompozisyon yarışması, düzenledim. Çorum Valiliğinden bu yarışma
yapılabilmesi için onay aldıktan sonra Çorum Milli Eğitim Müdürü Sayın
Metin TOPKARAOĞLU'NUN yardımları sayesinde yarışmacılar belirlenmiş
oldu. Yarışma şartlarına uyah okulardan gelen kompozisyonların tek tek
fotokopilerini Çorumlu 2000 Dergimin değerlendirmeleri için taktim
ettim. Arkadaşlar görüşlerine göre kompozisyonları okuyarak kapalı
zarf içerisinde Yayınevimize teslim ettiler. Ben de katimi alarak
Milli Eğitim Müdürlüğü huzurunda benim ve yazar arkadaşlarımızın
kanaatlerini yazarak en yüksek puanı alan kompozisyon yarışmasını
- 02 Mart 1999 tarihinde
değerlendirmeleri tamamlanmış olduk.
- O zaman diliminde Türkiye
genelinde de bir kompozisyon yarışması yapılmıştı.
- Çorumlulara ve Yazarlarıma
katkılarını sordum. Çorumlulardan sadece Çorum Temsilcisi tarafıma
katkısını verdi. Diğer verecekleri taahhütler ne yazınki sözlerinde
durmadılar. Ödülleri Şahsen körşıladım
- Bu tarihte taahhüt edip
vereceğimizi belirdiğimiz tarihte dergimin fiyatı 500,000 TL idi
-
- GÜRSEL Yayınevi
- Birinciye 20,000,000 Tl.
- İkinciye 15,000,000Tl.
- Üçüncüye 10,000,000 Tl.
- Dördüncüye 5,000,000
- Beşinciye 5,000,000 Tl.
- Bu ödülleri dağıttım.
Arkadaşlarda kitaplarını hediye etti.
YARIŞMAMAMIZIN SONUCU
-
Dergimizin ilk yaptığı bir kompozisyon yarışması 2 Mart 1999 günü
sonuçlanmış oldu.
- Bu
yarışmada, büyük katkısı bulunan Çorum Milli Eğitim Müdürümüz Sayın
Metin TOPKARAOĞLU'nun yardımları sayesinde yarışmacılar belirlenmiş
oldu.
-
Geçen sayıda önsözde, belirttiğim katılım azlığı bu yarışmaya
okul idarecilerin olumlu girişimlerinin eksikliği olduğunu
belirmiştim.
- Bizim
arzumuz dışında sonuçlanan, 52 liseye karşın 5 lisenin yarışmaya
katılması, yarışmanın Çorum genelinde değil de sadece beş okul
arasında olması yarışmaya katılan okulların ikisinin dereceye
girmemesi ile sonuçlanmış oldu.
-
Yazar, çizer, yapar, üretir gençlerimizin önünü lütfen kesmeyiniz.
Bu ilgisizlik sonucu üretilecek yapıtların önünü kesmiş
bulunuyorsunuz. Bu yetkiyi sizlere kim verdi? Bu duyarsızlık ne
yazık ki ilimiz başta olmak üzere bütün Türkiye’yi etkileyerek ve
yaratıcıları yok etme sonucu getirecektir. Sizlere bu okulların
yöneticiliği O MAKAMDA OTURASINIZ diye verilmedi. Daha duyarlı
olunuz! Ya da çekip gidiniz!
-
Yarışmamıza; Merkez ilçeden: Anadolu Lisesi Endüstri Meslek Lisesi
ve Çorum Anadolu Ticaret ve Ticaret Meslek Lisesi dışında başka
lisemiz katılmamıştır.
- Bu
iki okulumuzun Müdürlerini candan kutlarım. Sadece merkez ilçemizde
katılımlara ilgi duyan, iki müdürün bulunması ne acı.
-
İlçelerimizden ise; Sungurlu Endüstri Meslek Lisesi ile Haydar
Öztaş Anadolu Lisesi ile İskilip İmam Hatip Lisesi katılmıştır.
- Bu
iki İlçe Milli Eğitim Müdürleri ile katılan okulların Müdürlerini
medeni cesaretlerinden dolayı burada kutlamak istiyorum. Demek ki;
sadece ilimizde iki ilçemiz bulunmaktadır.
-
Yarışmacılar ise: Birinci Sungurlu Haydar Öztaş Lisesi öğrencisi
Sevil Kultufan, ikinciliği İskilip İmam Hatip Lisesi öğrencisi Nihal
Köşger, üçüncülüğü, Sungurlu Haydar Öztaş Lisesi öğrencisi Tuğba
Küçüksakal, dördüncülüğü İskilip İmam Hatip Lisesi öğrencisi Kezban
Eker,beşinciliği Sungurlu endüstri Meslek Lisesi öğrencisi Serkan
Uzunkaya kazanmıştır.
- 5
Mart 1999 günü yaptığımız Mütevazi ödül törenimizle ilgili resimler
ve yazı orta sayfadadır.
- Sayımızı
görüşünüze sunuyorum.
-
Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih Ve Edebiyat Dergisi
-






- 15
Kasım 1998 tarihinde GÜRSEL Yayınevi tarafından düzenlenen
Cumhuriyetin 75. Etkinlikleri çerçevesinde açmış bulunduğu;
CUMHURİYETİMİZİN 75. YILI İLE CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINA KADAR
ÇORUM İLİNDE NE GİBİ GELİŞMELERİN OLMASINI VE SİZİN NELER
YAPACAĞINIZI VE YAPMANIZ GEREKTİĞİNİ ANLATINIZ. Konulu Çorum ili
geneli Liseler arası kompozisyon yarışması, 02 Mart 1999 tarihinde
değerlendirmeleri tamamlanmış ve şartname gereği yarışmaya katılan
okulların isimleri ve yarışmacıları belli olmuştur.Yarışmacılar ise:
- 1.
Sungurlu Haydar Öztaş Lisesi öğrencisi Sevil Kultufan,
- 2.
İskilip İmam Hatip Lisesi öğrencisi Nihal Köşger,
- 3.
Sungurlu Haydar Öztaş Lisesi öğrencisi Tuğba Küçüksakal,
- 4.
İskilip İmam Hatip Lisesi öğrencisi Kezban Eker,
- 5.
Sungurlu endüstri Meslek Lisesi öğrencisi Serkan Uzunkaya
kazanmıştır.
-
Yarışmacılara ödülleri Milli Eğitim Müdüdü Sayın Metin
Topkaraoğlu’nun odasında 05 Mart 1999 tarihinde saat 15,00 te
verilmiştir.
-
GÜRSEL Yayınevi
-
Birinciye 20,000,000 Tl.
-
İkinciye 15,000,000Tl.
-
Üçüncüye 10,000,000 Tl.
-
Dördüncüye 5,000,000
-
Beşinciye 5,000,000 Tl.
- Para
ödülü ile; ÇORUM KUYUMCULUK adına Sayın Osman Dalgıç tarafından Beş
yarışmacıya KOL SAATİ ve; Türkiye Gazetesi Çorum Temsilcisi Sayın
Ahmet Aşık tarafından 10 adetlik kitap seti (8 Takım), Eğitimci
Yazar Muzaffer Gündoğar’ın yazdığı 8 adetlik kitap seti (8 Takım
Ücreti yayınevimiz tarafından ödenmiştir), Eğitimci Yazar Ahmet
Serin’in yazdığı 4 adetlik kitap seti (8 Takım Ahmet Serin’in
hediyesidir) ile GÜRSEL Yayınevinin Kaynak Eserler Dizisi 1-2-3 ile
ÇORUMLU 2000 dergisi üç aylık abone (8 Takım) armağan olarak, 5
yarışmacı ve 3 okullarına verilmiştir.
-
GÜRSEL Yayınevi Yarışmaya katkıda bulunan yukarıda isimleri geçen
hemşerilerimize TEŞEKKÜR EDER!
Sevil KULTUFAN HAYALLERİMİZ
AĞLAMASIN
-
Hayallerimiz,ümitlerimiz var.... On binlerin, yüz binlerin belki de
milyonların hepside toprağa yeni düşen tohum kadar saklı ve ürkek; bir
fidan kadar taze ve yeşil;güneş kadar parlak ve bir o kadar
aydınlık...
- Güzel
şey hayal kurmak, umutlara sarılmak. Yeniye hep daha iyiye, hep
zirveye ulaşmaya çalışmak. Bir insan var mıdır ki elini bir kez olsun
buzdağının zirvesindeki güle uzatmak istememiş; ya da. Mehtaplı bir
gecede uykusu kaçınca, yüzünü gökyüzüne çevirip, kayan yıldızlara
bakmak, hayalleri için, umutları için dilek tutmamış?
- Evet!
Güzel şey hayal kurmak. Ama nereye kadar?
- Bazen
hayaller yetmez olur; yıllarca içimizde yanan umut ışığı bir anda
sönüverir. İşte hayaller oraya kadardır. Artık istediklerimizin sadece
gözlerimizi kapattığımızda, beynimizde canlanması yetmez olur;
açtığımız zaman gözlerimizi, hayal yerine gerçeği görüp hissetmek,
ona dokunmak isteriz. Boş masallarla avutulan bir bebek olmaktan
kurtulup elimize bebeğimizin verilmesi gerektiğini düşünürüz.
- O halde
verin artık bebeklerimizi... İçimizde hayallerimiz, umutlarımız bir
olmuş isyan ediyor. Her şey hayal olmaktan ibaret kalırsa, duyacağınız
hıçkırıklar inanın dört yaşındayken eline bebek tutuşturulmayan bir
çocuğun ağlayışı olmaktan çıkıp, artık elinde daha gerçekçi,daha ciddi
bir şeyler görmek isteyen bir gencin çığlıklarına dönüşecek. Deli
gözbebeklerinden bir grup. Hayallerimiz, umutlarımız var biz Çorumlu
gençlerin. Artık bir şeylerin değişmesi gerektiğinin bilincinde olan
gençleriz biz Şöyle etrafımıza bakıp düşündüğümüzde ne kadar çok şeye
ihtiyacımız olduğunu görüyoruz. Hayallere bile sığmayacak kadar büyük
gerçeklere ihtiyacımız var. Hangi gerçekler mi? Etrafımızdaki
karanlık yanlışların ve eksikliklerin giderilmesi için zamanın gelip
geçmekte olduğu... En büyük gerçeğimiz.
- Neyin
hayalini kuruyoruz biliyor musunuz? Acaba gün gelecek insanlar saçma
sapan düşüncelerden, fikirlerden vazgeçecekler mi? Sürekli doğru
olduğunu savunup da sanki gözleri bağlanmış, beyinleri demir
çerçeveye alınmış gibi hâlâ etraflarındaki kocaman yanlışları
görmemekte direnecekler mi?
-
Geçenlerde anneannemi ziyaret için gittiğim köyde tanıştığım yaşlı
dede, saplanıp kaldığı düşüncelerden kurtulacak mı? İki bine bir kala
traktörün bir "gavur icadı" olduğunu söyleyip, tarlasını karasabanla
sürmeye çalışan bir dedenin varlığı bile insanı ürkütüyor.
-
Tarlasını iki saat gibi kısa bir zamanda sürmek varken, inat etmiş
günlerce bir tarlayla uğraşıyor. Komşuları ondan habersiz tarlasını
traktörle sürünce de uğursuzluk getirecek diye tarlasını satıyor. Bu
nasıl bir düşünce anlamıyorum. Umarım beyinler demir çerçevelerden,
fikirler; karanlık örümcek ağlarından sıyrılmaya çalışacaklar. Biz
gençler, beyinler yenilendikten sonra her alanda tam bir iyileşmenin
sağlanacağına inanıyoruz kan kanseri bir insanın kurtuluşa giden
yolunun kemik iliği naklinden geçmesi gibi, bizim kurtuluşumuz da
beyinlerin yenilenmesine bağlı...
- Sonra
hep hayal etmişizdir: Bütün insanlar ekonomik bakımdan rahatlayıp
artık "para" yerine başka şeyleri düşünmeye başlamasını... Çünkü
insanın midesinden gelen sesleri dinlerken, beyinlerinden gelenlere
kulak vermesi beklenemez. Bunu da başardıktan sonra, sıra yeni
fikirlere açık beyinlere taptaze güzellikler aşılamaya gelecektir, ama
nasıl? Tabi ki eğitim ve öğretim alanında yapacağımız yeniliklerle...
-
Sungurlu'da, Sungurlu'nun köylerinde ve hatta Çorum'da bile okul
sıkıntısı çekiyoruz. Köylerimizde küçücük çocuklar ve gençler, sabahın
ilk ışıklarıyla şehir yolunu tutuyor, yaz kış demeden. Ne gereği var
bu sıkıntının? O küçük çocuklar neden köylerinde kalıp, anne ve
babalarının gözleri önünde rahatça okullarına gidemiyorlar?
- Zaten
çekilen bu sıkıntılar yüzünden hem anne babalar çocuklarını okula
göndermek istemiyorlar, hem de eğitim ve öğretimdeki başarıları
azalıyor. Bırakın köylerimizde okul yapımını daha Çorum'da bir
üniversitemiz bile yok. Diğer illerimizden farkı ne çorumun? Her gün
yeni bir fabrika yapacaklarına, neden bir de üniversite yapılmıyor?
- Tabi
ki, sanayileşmeye hiç bir zaman karşı değiliz. Fakat, bu bazı şeyleri
engelliyorsa, buna karşı ses çıkarmamamız da beklenemez. Acaba,
insanlar sadece sanayileşmenin mi bizi kurtaracağını düşünüyorlar?
Eğer böyleyse çok yazık. Çünkü,gözleri olmayan bir insan yaşamını
sürdürebilir ama ya kalbi olmayan? Herhalde böyle büyük bir eksikliği
kalbimizin derinliklerinde her an duymamızı bize çok göremez siniz.
- Peki ne
zaman bir kültür ve sanat merkezine sahip olacağız?
- Daha
bir yıl önce kadar tiyatronun neye benzediğini bilmeyen bir kişiydim.
Televizyonda adını duyar, derslerimizde onunla ilgili sayfalar dolusu
kuru bilgiler edinilir, sonra da unutur giderdik. On altı yaşında bir
gencin bir kere olsun tiyatroya gitmemesi ne acı bir şey. Ben kendimi
bu konuda biraz daha şanslı buluyorum. Ya diğerleri? "Ali'ler",
"Ayşe'ler", "Mehmet'ler"... Yirmi beş yaşlarına geldikleri halde
ellerinde bir tiyatro bileti bulunduramayacak olanlar?
- Sonra
izlemek istediğimiz filmi, dinlemek istediğimiz sanatçıyı, hayran
olduğumuz bir ressamın resim sergisini, hep büyük şehirlere
akrabalarımızı ziyarete gittiğimiz de mi göreceğiz?
- Ne
zaman büyük şehirlere kitap siparişi vermekten kurtulacağız?
- Okumak
istediğimiz kitabı bir gün de kendi ellerimizle yerinden almak gibi
bir şansımız olmayacak mı?
- Okul
çıkışlarında elimizde tuvaller, enstrümanlarla halk eğitim
merkezlerine koşabilecek miyiz?
- Fakat
biz; yine de inanmaktan vaz geçmeyeceğiz. Ne de olsa genciz,
umutlarımız var. Ne de olsa dev adımlarla geleceğe koşuyoruz. Fakat
genç olarak yapacağımız sadece hayal kurmak ya da büyüklerimizden
sürekli bir şeyler istemek değil. Üzerimize düşen büyük görevin
farkındayız: Çalışmak, durmadan çalışmak. Bir şairin dediği gibi,
"saçlarımızı kahvelerde değil, kütüphanelerde ağartmak" Bir meslek
edinip , yurdumuza faydalı birer insan olmak,geleceğe bir ışık da
kendimizden katmak.
- Evet,
hayallerimiz, umutlarımız, isteklerimiz var. Hepsi de toprağa yeni
düşen tohum kadar saklı ve ürkek, bir fidan kadar taze ve yeşil, güneş
kadar parlak ve bir o kadar aydınlık...
- Lütfen,
tohumlarımızın üstüne basmayın. Fidanlarımızı susuz bırakmayın,
güneşimizin önünü kapatmayın.
-
Hayallerimiz ağlamasın....
-
Nihal KÖŞKER KİMLİK
- İnsan
yaşadığı, memleket edindiği yeri, varıyla yoğuyla olduğu gibi kabul
eder. Ama nedense her insan çevresiyle ilgili daha geniş imkanları
hayal eder. Küçük bir kasabada yaşayan bir çocuk, lunapark
sevdasını,bir büyük de sosyal faaliyetlerin eksikliğini hep içinde
yaşar.
- Mutlaka
biz de buna paralel düşüncelere sahibiz. Çünkü her insanın
psikolojisinde, kendisine en iyi hizmetlerin sunulması özü yatar.
-
Cumhuriyetin 75. Yılıyla birlikte ilerlemeye devam ettiğimiz
mükemmeliyet yolunda, zirveye ulaşmak için zihinler 100. Yılı
benimsemiş, ulaşmak istediğimiz bu mükemmeliyetlere ise çekirdekte
kendi il sınırlarımız içinde başlamak en iyisi. Çorum diyoruz...
-
Sımsıcak bir şehir. Kendi çapında ilerlemiş. Ama günümüz aklı hayali
durduran teknolojik gelişmelere takılınca,birçok eksikliğimizin daha
olduğunu fark ediyoruz. Aslında bizim istediklerimiz olağanüstü şeyler
değil. Artık bilim füzelerle uğraştığına göre, biz niye hala ulaşımda
zorluk çekelim?
- Dar
kalıpları aşmak diyoruz, er zaman. Ancak bunun temelde yine eğitimle
çözümleyeceğini kastetmiyoruz. O halde, öyle bir teşvik edici sistem
geliştirelim ki ; diğer gelişmelere engel bir durum olmasın. Bu
temelin,bizim görmek istediklerimizi kolaylaştıracağı inancıyla 100.
Yıl yolculuğuna çıkabiliriz.
-
Şüphesiz, bu anlamda isteyebileceğimiz en güzel şey, bütün bölümleri
barındıran, yabancı dil ağırlıklı bir üniversite. Neden olmasın?
Bizim de eğitimciler olarak destek verebileceğimiz bir eğitim
merkezi. Tabi bu nitelikte bir üniversiteye sahip olan bir şehirden,
diğer okullarının da eğitim seviyesinin yüksek olması beklenir. İdeal
Çorum temelini eğitimle kurduktan sonra bunu diğer isteklerimizle bina
edebiliriz.
- Size
bir şehrin havaalanına sahip olduğu söylense, hemen o şehre gelişmiş
kimliği verirsiniz. Çorum' da bu kimliğe sahip olmalı. Şehrin
girişinde, ilçeleriyle yollarının kesiştiği bir alanda yer almalı bu
havaalanı. Tabi bu yollar, yan yana iki arabanın sürtünerek geçtiği
değil, otoban rahatlığına sahip yollar. Uçağın getireceği ulaşım
imkanlarının, ilçeleri de üç tarafı kapalı bir çıkmaz sokak olmaktan
kurtaracağını düşünecek olursak, çevresiyle bütünlenmiş bir Çorum
hayal olmaktan çıkar. Tabi bu gelişmeyle artacak olan nüfus
karşısında klasik belediye sistemleri yetersiz kalacağı için şehir
görünümünü destekleyen tramvay ulaşımı düşünülebilir ve çevre
ilçelerin insanlarını çarşıya çıkar gibi kısa bir sürede Çorum' a
ulaştıracak metro tipi raylı sistemler Çorum'un tanınması ve güçlü bir
iletişim için çok önemli.
- Çorum
kültürel zenginliğe sahip bir şehrimiz. Bir Alacahöyük ve Boğazkale
gibi tarihi miraslara sahip. Fakat bu yeterli olmuyor. Bu
zenginliklerin yeni bir anlayışla değerlendirilmesi; çevre merkezlere
rahat ve temiz oteller ve tesisler kurularak buralarda daha fazla
turist kazandırılması,böylelikle de Çorum'un Türkiye'nin kültür
merkezi unvanını giymesi bir başka isteğimiz.
- Bütün
bunlar insanlara hizmet için değil mi? O halde bir takım sosyal
kalkınmalara da bizim desteğimiz gerekiyor. Gelişmiş yardım
kuruluşlarını, çocuk yuvalarını ve diğer sosyal faaliyetleri görmek
istemez miyiz?
- Bu
istek bile bir manevi katkıdır aslında.
- İşte
Çorum'u, Cumhuriyetin 100. Yılında bütün bunları avucunun içine
almış,kalkınmış, planlı ve istikrarlı bir politikayı kendisine ilke
edinmiş bir şehir olarak görmeyi umuyoruz.
- İnsan
demek, ideal demektir. İdealler bir olduğu sürece, metropol bir Çorum
giderek yaklaşacaktır.
-
Tuğba KÜÇÜKSAKAL HASRET
- Hiç
kahraman oldunuz mu? Peki ya rüyasında kahraman olduğunuzu gördünüz
mü? Yine mi hayır? O zaman mutlaka kahraman olma hayalleri
kurmuşsunuzdur ya da, en azından erkekler için söylüyorum
askerde,birilerine "Kahraman Çorumluyum" demişsinizdir.
- Ben hiç
kahraman olmadım. İşin doğru su,beni kahramanlık vasfına taşıyabilecek
bir şeyler de yaptığımı sanmıyorum.
-
Rüyalarımda da henüz böyle güzel düşünceler yer etmiş değil. Ama, ne
yalan söyleyeyim, bir gün kahraman olabilme düşüncesi daima
hayallerimi süslemiştir. Kahramanlık nedir yada kahraman olabilmek
için ne yapmalı? Kimileri, buna belki "insanlığı kurtarmak" der; belki
evreni.... Kimine göre en kahraman, bir yangında avuç içi kadar bir
çocuğu kurtarmayı başaran bir yangın adamı; itfaiyecidir. Kimi "en
kahraman babam" der, babasının yeryüzündeki en mükemmel kişi olduğunu
düşünerek...
- Bence
kahramanlık, kahramanlığı devam ettirebilmek, kahramanlığa kahramanlık
katmaktır. İşte bu tanım, kahramanlığın, şüphesiz en güzel tanımdır.
Benim tanımım olduğu için değil, Türk'ün kahramanlığını ifade ettiği
için, en güzel tanımdır. Bu tanım.
- Biz
Türk'ler için Başöğretmenimiz, en büyük kahramandır.
- Sonra?
Sonrası Türk Milleti geliyor. Çünkü, Türkler Atatürk'ün kendilerine
armağan ettiği en güzel hediyenin Cumhuriyet olduğunun bilincindedir.
Bu yüzden, Türkler,kahramanlığa kahramanlık katarak, Cumhuriyetini -
özgürlüğünü - elinden geldiği kadar, en yükseğe ulaştırmak için
gayret göstermişlerdir. Sanırım bunu başardık da... Ama eminim,
bununla yetinilmeyecektir. Yetmiş beş yılda, elliyi aşan üniversite
sayısı da, Türk Milletinin yeterli olanla yetinmediğinin görsel
şahididir.
- Yalnız,
tek bir sorun var. Sanırım Türklerin Avrupa arenasında hak ettiği
yerde olmayışının tek sebebi bu. Sorun,kimi ilimiz de birden fazla
üniversite olmasına rağmen,kimi ilimizde fazlasıyla ihtiyaç duyduğu
halde, bir üniversite, bazen de bir fakülte bile olmayışıdır. Şahsen
ben, üniversite sınavına girerken,tercihlerimin arasında ilk sırayı,
kendi memleketimin yani Çorum'un bir üniversitesine bırakmayı
arzulardım. Maalesef şu anda ne benim böyle bir şansım var, ne de
diğer hemşehri öğrencilerin.
-
Açıkçası ben, Çorum'a bir fakülteyi de yakıştıramıyorum çünkü, bunu
hak etmediğimizi biliyorum.
- Bütün
imkanlarıyla, çevre güzelliğiyle, temizliğiyle, aydın seviyesinin
yüksek oluşuyla, bir üniversite için gerekli olan tüm altyapıya sahip
olan Çorum'umuzda bir üniversite görmek, hem Çorum için hem de
Atatürk Türkiye'si için çok acıdır.
- Çorum
halkı neyi başardı? Birçok ilimiz de, özellikle doğu illerinde,maddi
imkansızlıklar nedeniyle, çeşitli bölgelere göçler başlarken Çorum,
kendini geliştirmeyi bilen bir il olarak televizyon programlarına konu
oldu. Çünkü; Çorum halkı göç nedeniyle bütünlüğünü bozmak yerine,
yapılan yatırımlarla, açılan fabrika ve okullarla
ilerlemeyi,gelişmeyi öğrendi.
- Şimdiye
kadar bunu sadece bir üniversite ile süsleyemedik. Evet, bu bizim tek
eksiğimiz. Tek ama büyük bir eksik. Bence o eksiğin ismi bile hazır.
- Hitit
Üniversitesi... Tarihi kültür birikimimiz, en açık şekilde ortaya
koyabileceğimiz tek isim de bu olsa gerek.
- Ben;
bir üniversite diploması almak için ailemden, sevdiklerimden,
toprağımdan uzak kalmayı düşledim. Ben;evvel Allah'ın izniyle altı yıl
sonra üniversiteyi bitirip,diplomamı elime alıp, "ben Hitit
Üniversitesi mezunuyum" dediğimde,işsiz kalmamayı düşlerim. Ben en
güzeli düşledim. Çorum için...
- Ben;
Çorum'um için en güzeli düşledim.
- İşte,
Çorumlunun asıl kahramanlığı burada devreye giriyor.
-
Cumhuriyetinizin, birinci yılından yetmiş beşinci doğum gününe karar
kahramanlığını göstermesini bilen Türk, Cumhuriyetin yüzüncü, iki
yüzüncü yılında da Türklüğünü bilmeli, kahraman olduğunu
hatırlamalıdır. Her Türk kahramandır; Türk olduğunu hatırladığı
sürece...
- Her
Çorumlu kahramandır; kahraman olduğu hatırladığı sürece...
- Eğer birilerine seslenme sırası
bende ise; (haddime düştüğü kadar) her kaybettiğinde, kazanan yanları
da olan tek millete sesleniyorum. Türk'e sesleniyorum.
-
Kahraman Çorumluya sesleniyorum. Yirmi beş yıl aslında uzun süre. Bu
kadar zamanda çok işler yapabiliriz. Arkadan düşünülmesi gereken bir
gençlik geliyor. Bu gençlerin, kendilerinden önce gelen nesil için
ahlar tüketmemeleri bizlerin elindedir Otuz iki inciyi biraz sıktın
mı, Necip Fazıl'ın da dediği gibi; "karıncalar gibi çalışıp, geride
dev gibi bir eser bırakmalı", Hitit Üniversite sini başarmak zor
olmayacaktır. Yeter ki; bizler sonuna kadar diretelim ve azmimizden
ödün vermeyelim.
-
Haydi,şu hasreti bitirelim.
Kezban EKER SIRA BİZLERDE
-
Dönüyoruz, durmadan, usanmadan...
-
Belirlemişiz yörüngemizi ilerliyoruz. Ne bir yıldıza çarpıyor, ne de
bir saniye gecikiyoruz. Biliyoruz ki koşma yana, ilerlemeyene yaşama
şansı yok. Nasıl ki dünyanın bir saniye durmasının alemi alt üst
edeceği bir gerçekse, içindeki tembellik duygusunun mahkumu bir
milletin ayrı noktada dönüp dolaşacağı da bir o kadar gerçek.
- Zaman
ya da zamansızlık... yahut zamanın derinliklerinde kendini
kaybetmişliğin ıstırabı. Evet, bizler zamanın büyüsüne kapılmış
gidiyoruz. Rüzgarın önündeki bir yaprak gibiyiz, sürükleniyoruz.
- Bazen
bir ölümün arkasından dökülen göz yaşlarında bazen de büyük bir
hatanın ıstırabının ortasında, ihmal edilmiş bir zamana duyulan bir
pişmanlığın dalgalandığını görüyoruz.
-
Görüyoruz, görüyoruz da mahkumu olduğumuz tembelliğin kucağında
sallanıyoruz. Oysa bilinmeyenlerle kaplı dünyanın çaresizliği içinde
bocala yan insan sağlam bir dostuna sarılmalıdır. Bu sağlam destur "
yılmadan, ümitsizliğe kapılmadan, her yeni güçlükle yeniden
azimlenerek, sonuçta başarılarının meyvesini yemek" olmalıdır.
- Hayat
zor, yaşayabilmek için mücadele şart. Hele de dünya "bilgi çağı" deyip
bilgisayara sarılırken, işlem merkezleri, bilgi bankaları kurulurken.
Geçmişi zaferlerle süslü bir milletin elindekilerle yetinir olması ne
acı. Kim inanır bir zamanlar üç kıtanın sultanı olduğumuza. Dayanıksız
söylemiyorum bunları. Ortada bazı eksiklikler var ki böyle bir yazı
yazmaya gereksinim görüyorum.
- Türk
Milletinin şu anki durumundan memnun değiliz. Zira bizler daha
iyisine layığız. Bu güne kadar da boş durulmadı biliyoruz. Ama yeterli
değil. Uzun bir yol aldık. Cumhuriyetin 75. Yılına dek. Daha nice 75.
Yıllar ve yollar var önümüzde, açılması zor. Hani hep derler ya,"
dikenli yollar " işte öyle. Bizler ilk adımı attık yola çıkmakla. Bu
demek değil ki her şey tamam. Aksine daha bir azimlenmeli,
hırslanmalı, engeller bir bir arkada bırakmalı ...Bunu yaparken de ne
geçmişi unutmalı, ne de başarının sarhoşluğuyla sersemlemeli.
Çalışmalı,çalışmalı, bire bin katmalı, her gün yeni fabrikaların
bacaları tüttürülmeli, kaynaklar fışkırmalı göğe...
- Okullar
açılmalı, ilim, ilim diyen. Bütün bunlar gözünüzde büyümesin. İnsan
çevresinden başladı mı yapılanmaya,gün olur bakarsınız ki; hedefin tam
önüne gelmişiz. Nasıl herkes evinin önünü süpürdüğünde dünya
temizlenmiş olursa, bizler de evimizden, köyümüzden, ilimizden evet
ilimizden başladığımız bütün notalar yerleşecek, başarının türküsü
süzülecek sazlardan.
- İlimiz;
cennet vatan denilen Anadolu'nun bir diyarı, gelişen ve daha da
gelişmeyi bekleyen. Bu gelişme kendiliğinden olmayacak elbet.
Çalışkan, yorulmayan,saygılı,bir o kadar da duyarlı gençlere
ihtiyacımız var ki umutlar gerçekleşsin, hayal olmaktan çıksın.
Duyarlı insan; belki de sihir bu kelimede. Anahtar sözcük kim bilir.
Duyarlı insan; dediğimiz bu kitle. Yaşadığımız topluma sahip çıkan
gençler, işte o duyarlı gençlerimiz içlerindeki çalışma azimleriyle
toplumu ileri ki asırlara taşıyacaktır. Gençlerimiz büyük bir
potansiyel enerjiyi barındırıyorlar yüreklerinde. İş bu enerjiyi aktif
hale getirmekte. Bu da iyi bir eğitimle olsa gerek. Eğitilmemiş
gençler, bilinçsiz yetiştirilen çocuklar,sadece çıkarları uğruna
yaşayan bencil insanlar...
- Böyle
bir gençlik yetiştirmek milletin geleceğini kendi eliyle yok
etmesidir. Daha yeni yeşeren bir fidanın dalları bir bir kırılmasıdır.
- Her
insanın bir ütopyası vardır. Hele de bu insan kanı damarlarına
sığmayan, coşmak üzere her an ayakta olan bir gençte ise hedefler daha
büyüktür. Biz ilimiz gençleri de birçok umuda,beklenti ye sahibiz.
- Her
şeyden önce bizlere inanılmasını bekliyoruz. Ardından nefes
alabileceğimiz bir çevre. Temiz bir çevre,yeşil alanlar...Saygı ve
sevgi diye bağırıyoruz her fırsatta. Eğer bu iki terimin gerçek
hatasını öğrenebilsek ne aç bir insan görürdünüz çöp başında,ne de
yaşadığı aparmandaki kapı komşusundan habersiz insanlar...
- Bizler
birbirimize sahip çıkalım istiyoruz. Düşen arkadaşımızın elinden tutup
onu da ayağa kaldıralım, birlikte çabalayalım istiyoruz. Başarıyı
başkasının başarısızlığı üzerine kurmak istemiyoruz. Aksine yarışarak
hedefe ulaşıp yine sonuçta yarış arkadaşlarımızla el sıkışarak
ayrılalım istiyoruz. Bir maziye baktığımızda bir de ileriye,
gerçekten gönül rahatlığı ile " görevimizi yaptık " diyebilelim
istiyoruz.
-
İstemekle de yetinmiyor, kendi çapımızda çalışıyoruz da ve fırsat
bekliyoruz planlarımızı ortaya dökmek için.
-
Bekliyoruz, bekliyoruz...Sıra bize de gelecek. İster 25 yıl sonrası,
ister milyonlarca yıl sonrası için plan yapın. Önemli olan ilk iş
eğitimli gençler yetiştirmektir ve hemen arkasından da güven.
- Bu
zincirin halkasıdır. Sağlam bir kolye için nasıl her zincirin
birbirine iyice tutunması gerekiyorsa,bizlerinde "Cumhuriyetin 100.
ve 1000. Yılına sağlam temellerle ulaştırmak istiyorsak" bu
geçmişten aldığımız mirası katlayarak ileriye taşımamız gerekiyor.
Kısacası başarı insanın yarattığı" ile, ilçeye " sahip olmasıdır.
Serkan UZUNKAYA HAYALLERİMİZ AĞLAMASIN
-
Hayallerimiz, ümitlerimiz var.... On binlerin, yüz binlerin belki de
milyonların hepside toprağa yeni düşen tohum kadar saklı ve ürkek; bir
fidan kadar taze ve yeşil; güneş kadar parlak ve bir o kadar
aydınlık...
- Güzel
şey hayal kurmak, umutlara sarılmak.
- Yeniye
hep daha iyiye, hep zirveye ulaşmaya çalışmak. Bir insan var mıdır ki
elini bir kez olsun buzdağının zirvesindeki güle uzatmak istememiş;ya
da. Mehtaplı bir gecede uykusu kaçınca, yüzünü gökyüzüne çevirip,
kayan yıldızlara bakmak, hayalleri için, umutları için dilek tutmamış?
- Evet
güzel şey hayal kurmak. Ama nereye kadar?
- Bazen
hayaller yetmez olur; yıllarca içimizde yanan umut ışığı bir anda
sönüverir. İşte hayaller oraya kadardır. Artık istediklerimizin sadece
gözlerimizi kapattığımızda, eynimizde canlanması yetmez olur
açtığımız zaman gözlerimizi,hayal yerine gerçeği görüp hissetmek, ona
dokunmak isteriz. Boş masallarla avutulan bir bebek olmaktan kurtulup
elimize bebeğimizin verilmesi gerektiğini düşünürüz.
- O halde
verin artık bebeklerimizi... İçimizde hayallerimiz, umutlarımız bir
olmuş isyan ediyor. Her şey hayal olmaktan ibaret kalırsa, duyacağınız
hıçkırıklar inanın dört yaşındayken eline bebek tutuşturulmayan bir
çocuğun ağlayışı olmaktan çıkıp, artık elinde daha gerçekçi,daha ciddi
bir şeyler görmek isteyen bir gencin çığlıklarına dönüşecek. Deli
gözbebeklerinden bir grup. Hayallerimiz, umutlarımız var biz Çorumlu
gençlerin. Artık bir şeylerin değişmesi gerektiğinin bilincinde olan
gençleriz biz. Şöyle etrafımıza bakıp düşündüğümüzde ne kadar çok şeye
ihtiyacımız olduğunu görüyoruz.
-
Hayallere bile sığmayacak kadar büyük gerçeklere ihtiyacımız var.
Hangi gerçekler mi? Etrafımızdaki karanlık yanlışların ve
eksikliklerin giderilmesi için zamanın gelip geçmekte olduğu... En
büyük gerçeğimiz.
- Neyin
hayalini kuruyoruz biliyor musunuz? Acaba gün gelecek insanlar saçma
sapan düşüncelerden, fikirlerden vazgeçecekler mi? Sürekli doğru
olduğunu savunup da sanki gözleri bağlanmış, beyinleri demir
çerçeveye alınmış gibi hâlâ etraflarındaki kocaman yanlışları
görmemekte direnecekler mi? Geçenlerde anneannemi ziyaret için
gittiğim köyde tanıştığım yaşlı dede, saplanıp kaldığı düşüncelerden
kurtulacak mı? İki bine bir kala traktörün bir "gavur icadı" olduğunu
söyleyip, tarlasını karasabanla sürmeye çalışan bir dedenin varlığı
bile insanı ürkütüyor. Tarlasını iki saat gibi kısa bir zamanda sürmek
varken, inat etmiş günlerce bir tarlayla uğraşıyor. Komşuları ondan
habersiz tarlasını traktörle sürünce de uğursuzluk getirecek diye
tarlasını satıyor. Bu nasıl bir düşünce anlamıyorum. Umarım beyinler
demir çerçevelerden, fikirler; karanlık örümcek ağlarından sıyrılmaya
çalışacaklar.
- Biz
gençler, beyinler yenilendikten sonra her alanda tam bir iyileşmenin
sağlanacağına inanıyoruz kan kanseri bir insanın kurtuluşa giden
yolunun kemik iliği naklinden geçmesi gibi,bizim kurtuluşumuz da
beyinlerin yenilenmesine bağlı...
- Sonra
hep hayal etmişizdir: Bütün insanlar ekonomik bakımdan rahatlayıp
artık "para" yerine başka şeyleri düşünmeye başlamasını... Çünkü
insanın midesinden gelen sesleri dinlerken, beyinlerinden gelenlere
kulak vermesi beklenemez.
- Bunu da
başardıktan sonra,sıra yeni fikirlere açık beyinlere taptaze
güzellikler aşılamaya gelecektir, ama nasıl? Tabi ki eğitim ve öğretim
alanında yapacağımız yeniliklerle...
-
Sungurlu'da, Sungurlu'nun köylerinde ve hatta Çorum'da bile okul
sıkıntısı çekiyoruz. Köylerimizde küçücük çocuklar ve gençler, sabahın
ilk ışıklarıyla şehir yolunu tutuyor, yaz-kış demeden. Ne gereği var
bu sıkıntının? O küçük çocuklar neden köylerinde kalıp, anne ve
babalarının gözleri önünde rahatça okullarına gidemiyorlar?
- Zaten
çekilen bu sıkıntılar yüzünden hem anne-babalar çocuklarını okula
göndermek istemiyorlar, hem de eğitim ve öğretimdeki başarıları
azalıyor. Bırakın köylerimizde okul yapımını daha Çorum'da bir
üniversitemiz bile yok. Diğer illerimizden farkı ne Çorumun? Her gün
yeni bir fabrika yapacaklarına, neden bir de üniversite yapılmıyor?
Tabi ki,sanayileşmeye hiçbir zaman karşı değiliz. Fakat, bu bazı
şeyleri engelliyorsa, buna karşı ses çıkarmamamız da beklenemez.
Acaba, insanlar sadece sanayileşmenin mi bizi kurtaracağını
düşünüyorlar?
- Eğer
böyleyse çok yazık. Çünkü,gözleri olmayan bir insan yaşamını
sürdürebilir ama ya kalbi olmayan? Herhalde böyle büyük bir eksikliği
kalbimizin derinliklerinde her an duymamızı bize çok göremezsiniz.
- Peki ne
zaman bir kültür ve sanat merkezine sahip olacağız?
- Daha
bir yıl önce kadar tiyatronun neye benzediğini bilmeyen bir kişiydim.
Televizyonda adını duyar,derslerimiz de onunla ilgili sayfalar dolusu
kuru bilgiler edinilir, sonra da unutur giderdik. On altı yaşında
bir gencin bir kere olsun tiyatroya gitmemesi ne acı bir şey. Ben
kendimi bu konuda biraz daha şanslı buluyorum. Ya diğerleri ?
"Ali'ler", "Ayşe'ler" , "Mehmet'ler"... Yirmi beş yaşlarına
geldikleri halde ellerinde bir tiyatro bileti bulunduramayacak olanlar
? Sonra izlemek istediğimiz filmi,dinlemek istediğimiz
sanatçıyı,hayran olduğumuz bir ressamın resim sergisini,hep büyük
şehirlere akrabalarımızı ziyarete gittiğimiz de mi göreceğiz ? Ne
zaman büyük şehirlere kitap siparişi vermekten kurtulacağız ? Okumak
istediğimiz kitabı bir gün de kendi ellerimizle yerinden almak gibi
bir şansımız olmayacak mı ? Okul çıkışlarında elimizde tuvaller,
enstrümanlarla halk eğitim merkezlerine koşabilecek miyiz?
- Fakat
biz; yine de inanmaktan vazgeçmeyeceğiz.
- Ne de
olsa genciz, umutlarımız var. Ne de olsa dev adımlarla geleceğe
koşuyoruz. Fakat genç olarak yapacağımız sadece hayal kurmak ya da
büyüklerimizden sürekli bir şeyler istemek değil.
-
Üzerimize düşen büyük görevin farkındayız.
-
Çalışmak, durmadan çalışmak. bir şairin dediği gibi,"saçlarımızı
kahvelerde değil, kütüphanelerde ağartmak "Bir meslek edinip,
yurdumuza faydalı birer insan olmak, geleceğe bir ışık da kendimizden
katmak.
- Evet,
hayallerimiz, umutlarımız, isteklerimiz var.
- Hepsi
de toprağa yeni düşen tohum kadar saklı ve ürkek,bir fidan kadar taze
ve yeşil, güneş kadar parlak ve bir o kadar aydınlık.
- Lütfen,
tohumlarımızın üstüne basmayın. Fidanlarımızı susuz bırakmayın,
güneşimizin önünü kapatmayın.
-
Hayallerimiz ağlamasın.
- BİR
YARIŞMANIN ARDINDAN
- Gürsel
Yayınevi olarak açtığım Çorum Liseler Arası kompozisyon yarışmasında
dereceye giren ilk beş yazıyı sizlerin görüşüne sundum.
- Gönül
isterdi ki; bir yarışmaların devamını getirmek için yanız bana değil
bütün hemşerilerime de aynı çaba ve katkıların birleştirilerek ileride
ülkemizi ellerine teslim edeceğimiz bu
- gençlere destek ve teşvikte
beraberlik ve hemşerilik katkılarının ödül verenlerin daha da çok
olmasını dilerdim.
- Aynı
temennileri de Çorum ili genelinde bulunan bütün liselerin
yöneticilerinin de gençlerimizi yarışmaya katılmalarını sağlayarak
fikirlerinin ortaya çıkması için ufacık gayret göstermelerini umardım.
- Belki
ilerideki yıllar içinde yayınevimin katkıları ile bu yarışmaları
birlikte yapacağımız kuruluşlar ile gelenek haline getirebiliriz. *
- Bakalım
zaman bizlere neler hazırlayacak.
- Yapmış
bulunduğumuz bu yarışmaya katılan,tüm öğrencilerimize, teşvik ederek
yarışmaya katılmalarını sağlayan öğretmenlerimize, Milli Eğitim
Müdürlerimize teşekkür ederken, yarışmacılara ödül veren gönül
dostlarına, yarışma kağıtlarını okuyarak puanlayıp katkılarını
esirgemeyen Çorumlu 2000 Degisinin yazarlarına tekrar ve tekrar
teşekkür etmeyi bir borç olarak görüyorum.
- Vaat
ettiğimiz gibi yarışmaya katılan öğrencilere ve okullarına Çorumlu
2000 dergisinin 6. Sayısını elden, 7. Sayısını posta ile ulaştırdım.
- Bu
sayı ile dergimizin gönderilmesi bitmiş olacaktır.
-
Saygılarımla!
- Gürsel
Yayınevi Sahibi ve Çorumlu 2000 Dergisi Sorumlusu Mahmut Selim
GÜRSEL
- *Ne yazık bu temennim
tekrarlanmadı.
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
- Bu günlerin pek
çok şeye gebe olarak karşımızda bulunmakta olduğunu görüyoruz.
- Birkaç oy uğruna
soysuzluk ve Vatansızlık kokan bir günlerin içinde sessizce hiç tepkisiz
olmazsa da tepki verenlerin sesinin de kesildiği bir düzenin çarkları içinde
kaldık.
- Yaklaşan seçimin
ve 100 yılların kutlandığı bir düzen ile bilgi ve gördüklerimizi alabora
edecek bir girdabın başlangıcında olduğumuzu görüyorum.
- BANA NE
diyemiyorum.
- Belki benim bu
tepki veya tespitimi okuyan birkaç kişinin bana hak vermesi ile benim önerimin
de katılanlarını göremesem de onlara bilgi verdiğimin rahatlığını hissetmem
gerekir diye düşünüyorum!
- Neden banan ne
diyemememin sebebi benim bundan sonra arkamda bu ülke için kalacak ve kalan
için de üzülecek bir mirasçım bulunmayışı.
- Yaşamım ise
Allah C.C. müsaade eder ise Çorum’un tabiri ile bir koyun ömrü kadar ömrümün
olması.
- Bana ne
diyemememin sebebi ise; bu Güzel Ülkemin içimizdeki ve çevremizdeki
düşmanlarının bir mantar gibi türemesi ve bu mantarların Ülkemizin tamamını
kaplamasının üzüntüsü ile için için kahroluyorum.
- Bu yazının
yazıldığı zaman idilimi içerisinde neleri anacak nelerden konuşacağız?
- ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİNDEKİ:
- Türk ve Türkiye
için en önemli bulgulardan ve Ülkemin ne hale geldiğini çok uzun yıllar önce
gören ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİNDEKİ:
-
“Ey Türk Gençliği!
-
Birinci vazifen, Türk istiklâlini,
Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.”
- Bu hitabedeki
binici paragrafındaki emirini ne yazık ki pek çok gencimiz uykuda olduğu için
duymamış veya görmemiş gibi davranmaktalar. En büyük hata ise gençlerin kim
olduğunu anlayamamasından olsa gerek. Gençlik sadece belli bir yaş grubu olmayıp
kendisini bu grubun içinde görebilen, hissedebilen bütün TÜRK VATANDAŞLARININ
olması gerektiğini anlamaz gözükerek elimizdekilerin gideceğinden korkarak
Cumhuriyetin muhafızından ve cumhuriyeti savunmaktan uzak durmamızdır! Yine
ATATÜRK Aynı hitabede:
-
“Mevcudiyetinin ve istikbalinin
yegâne temeli budur.”
-
TÜRK’ÜN mevcudiyet ve istikbalinin temelinin cumhuriyet olduğunu,
başka bir idare şekli ile yönetilince TÜRK’ÜN yok olacağını işaret ederek;
-
Bu temel, senin, en kıymetli
hazinendir.
-
Demiş ve Cumhuriyet idaresini muhafaza ve müdafaa etmez isek bu
kıymetli hazinenin başına gelecekleri de şöyle izah ederek UYARMAKTADIR!
-
“İstikbalde dahi, seni bu hazineden
mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.”
-
Bu günlerin açık ve net görünüşünün izahı olarak algılayamadığımızı
ve
-
“Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti
müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın
vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!”
-
Bu günlerin şimdiki yaşadığımız zaman diliminin içinde aynen
meydana geldiğini ve Türk Gençlerine hitabesinin neleri gördüğünü ve ne
yapılmasını önerdiğini anlamamızı istemektedir devam ile;
-
“Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir
mahiyette tezahür edebilir. “
-
Bir gün olayların durumu uygun olmayan durum ortaya çıkabilir.
-
“İstiklâl
ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir
galibiyetin mümessili olabilirler. “
-
Özgürlük ve Cumhuriyetimize kast edenler bütün dünyada görülmemiş
bir çoğunluk (galibiyet) tensil edebilirler!
-
“Cebren ve hile ile aziz vatanın,
bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları
dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.”
-
Zorla ve HİLE ile vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş,
tersanelerine girilmiş, orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bizzat
işgal edilmiştir.
-
“Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha
vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve
dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.
-
Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî
menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.”
-
Dış düşmanlardan daha tehlikeli ve vahimi olarak da Ülke dâhilinde
İktidar sahibi olanların dikkatsiz, boş bulunma, dalgınlık içinde olabilirler ve
hatta; ihanet, hainlik içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kendi
çıkarları için, şahsi çıkarları için, işgal ettikleri yönettikleri yerleri
siyasi emellerine kullanabilirler ve hatta “TEVHİT” tek olduğunu söyeyebilirler
-
“Millet, fakr ü zaruret içinde harap
ve bîtap düşmüş olabilir.”
-
Millet olarak sizler İhtiyaç, fakirlik ve yoksulluk içinde yorgun
ve bezgin duruma düşmüş muhtaç kalmış olabilirsiniz diyor ve
-
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu
ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini
kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
-
Demektedir!
-
23 Nisan ve bu günler
-
Neler oluyor?
-
|
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
Nedeni bizlerin bu günlere gelir iken
yaptığımız sahtekarlıkları ve diğer Dinen ve İnsani olarak yaptığımız
bozuklukların birikimi olarak burada karşımıza çıkmasından değil midir?
Bunları inceler isek; Hakkımız olmadığı
halde başkalarının haklarını almadık mı?
Benim olsun onun olmasın
diye birbirimizin hakkını gasp etmedik mi?
Hakkımız olmadan hak
sahibine iftira ve suç atarak onun hakkını yemedik mi?
Birisinin hakkın
yediğimiz zaman o kişinin bakmakta olacağı ailesini de hakkını yemedik
mi?
Çalmayı alma olarak
görmek işte bunda olsa gerek!
Dedelerimiz herkes
savaşa gider iken bazıları askerden kaçarak dağlarda eşkıyalık yaparak onun bunun ufak tefek
mallarını gasp etmediler mi?
Anamız babamız da bir
zamanlar para biriktirerek faiz parası alarak bizlerin özüne haramı
sokmadılar mı?
Okur iken imtihanda
kopya çekerek haksız olarak bir üst sınıfa geçmedik mi?
Okur iken diğer
talebelerin haklarını yemek için önceden tarafımıza verilen şifreler ile
üniversitelere girmedik mi?
Okul bitiminde torpil
yaptırarak başkalarının hakkı olan makamlara girerek eşimize ve
evlatlarımıza hak etmediğimiz paralar ile iaşelerini sağlamadık mı?
Esnaf olduk devlet
teşvik verdi diye hak etmediğimiz halde hak etmiş gibi teşvik alarak
belki helal olan kazancımızı haram ile taçlandırmadık mı?
Sıkıştıkça banka denen
faiz tuzağına giderek hem alır iken hem verir iken faizi vererek helal
olacak kazancımıza dolayalı da olsa faiz haramını katmadık mı?
Adalet için müracaat
ettiğimizde gereğini yapmayan adaletin kurbanı olarak sesimizin
kısılması işte hep bundan değil mi?
Bizi idare edenlerin de
layık olduğumuz için bu günleri gördüğümüz düşünmüyor muyuz?
Yalanı, dolanı, hak
yemeyi, başkasını kayırmayı, aklanmaya, paklanmayı, katilleri kendi
kendisine af etmeyi, faiz almayı, faiz vermeyi, kumar oynatarak,
genelevi patronundan vergi alarak, kâr getiren fabrikaları ve
işletmeleri yandaşlarımıza peşkeş çekerek idare edilmen hepimizin yediği
haramlar yüzünden değil mi?
Bana bu gün ben hiç haram yemedim
diyen bir kişi gösteremezsiniz!
Neden mi nedenleri yukarıda aklımın
yettiği kadar sıralamaya çalıştığım nedenlerde bulunmaktadır.
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
-
-
ÜLKEMİZ NEREYE
GİDİYOR
-
- EY TÜRKÜM DİYENLER!
- GÜZEL ÜLKEMİN YENİ KURULAN KÜRT VE
İLERİDE KURULACAK PONTUS HÜKÜMETLERİNCE NASIL PAYLAŞILACAĞINI
İNCELEYİNİZ!
- Dikkat
edelim!
-
Dikkatli olalım!
- Ülkemiz
elden gidiyor diyoruz.
- Sesiniz
çıkmıyor, PKK ya da sesiniz çıkmamıştı. Bir avuç serseri ile mi koca
ülke baş edemiyecek dendi! Şimdi düşünün; bize bu afyonu yutturanlar
mı haklı, dikkat ediniz PKK Türkiye’nin başına bela olacak diyenler mi
haklı çıktı, ne dersiniz?
-
Yukarıdaki haritalar; Pontus’la ilgili bir siteden, diğer Kürdistan
haritası ise başka bir siteden alındı.
- Dikkat
ederseniz; suriye’nin payı unutulmamış, Kürdisdan devleti de
İskenderun Körfezini kendine çıkış yolu, denizlere açılış yolu yapmış.
- Halen
uyuyormuyuz?
-
Uyutuluyor muyuz?
- Ey TÜRK
OĞLU UYANIK OL!
- Ne
Amerika, ne Avrupa sana dost.
- ÜLKEMİZ
NEREYE GİDİYOR?
- Bu
güzel ülkemiz elden gidiyor mu? Bu güzel dilimiz kayboluyor mu? Bu
güzel Vatanımız tekrar “Mondros Mütarekesi” şartlarını hatırlatan
fakat, başka bir sistemle parçalanma ve ufaltılma oyunlarına mı sahne
oluyor? Bunları kulak ardı ede ede bugün sıkıntılarını bütün ulusumuz
çekmekte. Yanda gördüğünüz harita birleştirmesinde sınırların ne kadar
birbirine çakıştığını sizlerle paylaşmak istedim. Aynı haritada bu
günkü Türkiye haritasının üzerine “Yunanistan Pontus hayali
haritası”nı (Yazısı gelecek sayımızda)altta ise “Kürdistan haritasını”
monte ettim. Sizinde gördüğünüz gibi son derece şaşırtıcı bire bir
çakışan sınırlar “hayali sınırlar” olamaz muhakkak planı daha önceden
yapılmış. Aynen PKK nın yeni çıktığında bazı kesimlerin bir avuç
çapulcu dediği, onca Türk evladının Şehit olduğu, milyarlarca dolar
kaybımız bu gün bütçemizde olsa acaba IMF ye yalvarır mıydık?
- Yine
bugün bu oyunları yazanlara çanak tutan kişiler mevcuttur. Kürt
Devleti haritasını yaklaşık 250 okuruma Internet’ten yolladım. Üç beş
çatlak ses mesajı geldi. Yok efendim, bu harita sahte imiş? Yok
efendim Kürt Hükümeti de kim oluyormuş? Diye bilerek mi, bilmeyerek mi
yazdılar onu artık bilmiyorum.
- Bizler
tarihin tekerrür olduğunu bilmiyor muyuz? Bize bizden başka dost
olmayacağını öğrenemedik mi? Televizyonlarda ülkemizde yaşayan Türk’üz
diyen fakat Türk’ü Türkiye’yi yok etmek için kendilerini satan veya,
kendilerinin kendi özünde görenlerin idaresi ile güzel ülkem yok
edilmeye çalışıyorlar,uğraşıyorlar.
- Dikkat
edelim. Etrafımızda bulunan ülkeler; parçalanıyor. İlk önce koca bir
ülke olan Rusya parçalandı. Parçalanan Rusya’nın yer altı
zenginlikleri başkalarının egemenliğine girdi. Petrol yatakları başka
ülkelerin kasalarına doldurulan döviz haline geliyor.
- Bizim
ülkemizde de buna benzer olaylar olmaya başladı. Dilimiz yok edilmeye
yabancı dilde eğitime ağırlık verilmeye başladı. Bizi idare edenler de
bilerek veya bilmeyerek bu oyunun dümen suyuna kapıldılar. Adı Anadolu
Lisesi olan fakat adı ile hiç alakası olmayan bir eğitim sistemi ile
gençlerimizi Anadillerinden nerede ise koparacak bir eğitim verilen
yerler haline getirildi. O okulların ilk mezunları bugün bazı
kurumlarda çalışmaya başları. Orada gördükleri yabancı eğitimin
çalıştıkları yerlerde sadece öğrendikleri dilden başka faydalarını
gördüler mi? unutturulan kendi dillerinin eksikliklerini acaba
duyuyorlar mı? Konuşurken bazı kelimelerin ne Türkçe, ne de
öğrendikleri dilde bulamadıklarından konuşmalarını tamamlayabiliyorlar
mı? Bu sorularımı cevaplarını ancak onlarla çalışanlar ve o okullarda
okuyanlar bilirler.
- Bazı
yazar-çizer takımının ülkemizdeki çeşitliliği “mozaik” olarak bizlere
lanse etmesine hiç birimiz itiraz etmedik. Bir bütün kaya gibi olan
ülkemizin topluluklarını mozaik yaparak çabucak parçalanabileceğimizi
bize empoze ettiler. Bizleri alıştıra alıştıra bu kelimeleri
şuuraltımıza yerleştirdiler. Bizler de saf saf dinledik, baktık,
okuduk fakat hiç birimizin sesi çıkmadı.
- Yabancı
dilde dükkan ve işyeri isimleri ile halkımızın her zaman gelip
alışveriş yaptıkları, yiyeceklerini edindikleri yerlerin isimleri
İngilizce olarak bizlere lanse ettiler. Bizler artık bu yabancı isimli
yerleri okuma yazması olmayanlarımızın bile gayet güzel telaffuz
edebilecek duruma getirildik ve yabancılık çekmiyoruz artık.
- Sonra
bazıları çıkarak; ibadetlerimizi bozmaya çalıştı. İbadetinde
bilmediğin zaman öğrenene kadar verilen müsaadeyi her zaman
kullanabilirsin, bu senin hakkındır diyerek televizyonlarda bangır
bangır bağırarak kulaklarımızı doldurdular. Birkaç cılız sesten başka
doğrusunu söyleyen çıkamadı. Bulundukları makam ve koltuklardan
kaldırılabileceklerini düşündürdüler,tehdit ettiler. Dünyalıktan olma
korkusu galebe geldi ses çıkartamadılar.
- Din ile
alakası olmayan kimseler; göstermelik ibadet ve dindarlıkla takiye
yaparak partiler kurdular. Bu partilere milyonların oylarını aldılar.
Milletine, ülkesine faydalı işler yerine keselerini doldurdular.
Hiçbir şeyleri olmayan kişiler milyon dolarlık oldular,ülkeyi
sömürdüler. Bugün hepimizin kızdığı ülke ile anlaşmaları oralara
giderek imzaladılar, sonra da istemiyoruk diyerek mitingler tertip
ettiler.
-
Politikacılarımız bizleri uyuttular. Har vurup harman sürerek
topladıkları paraları kendi taraftarlarına peşkeş çektiler. Sahte bir
kriz ile ülkelerini sıkıntıya soktular. İnsanlarımızın sabit
gelirlilerini süründürdüler, açlığa teslim ettiler. Bu satırları
okurken yeni bir hükümetin kurulma çabalarının olduğu günler gelmiş
olacak. Yine kendileri çalıp,kendileri oynayacaklar. Bizler ise yine
kendimize küsüp, keşke ona oy vermezseydim diyerek içimizi yiyeceğiz.
Onlar bunları bile bile yine ülkemizin üzerinde oyunlara sebebiyet
vermeye devam edecekler ve bildiklerini okuyacaklar.
-
Geçenlerde ise bazı sanatkar takımı büyük konserlerde çok sesli bir
toplum olduğumuzu beyanla her toplumun müziklerini bizlere
dinlettirdiler. Kimseler ses çıkartamadı. Kimselerin kılı bile
kıpırdamadı.
- Azınlık
olarak ülkemizde belirtilen kesim belirli iken,bütün dil ve ırk
ayrımında bulunan halkımızı azınlıksınız diyerek parçalama girişiminde
bulundular. Yine kimseden bir ses çıkmadı.
- Irak
bölümünde, bir ülkenin iç işlerine karışmayalım ayağı ile; Türk
halkının rızıkları ile besledikleri halk şimdi bir ülke, bir devlet
olma yoluna girdi. Sadece çok ileri gidiyorsun, ”iş çığırından çıktı“
demekten başka bir sesimiz çıkmadı. Yakında bu halk Türkiye’mden de
toprak talebinde bulunma girişiminde olacağı gün gibi aşikarken,
onların sözlerini doğru kabul etme saflığı gösteriyor pozisyonlarında
bizleri aldatıyorlar gibi geliyor bana. Acaba, bayrağını, meclisini,
parasını ve diğer kuruluşlarını tamamlayan ve belki de haritalarını da
tamamlamadıklarını bilebiliyor muyuz?
-
Yarınlarda, acaba Karadeniz Bölgesinde de bir ayrıcalıklı dil veya
halkımızın ve bizlerin başına başka bir belanın hazırlığının ve
senaryolarının hazırlandığını hissediyorum. Sizler hissetmiyor
musunuz?
- Dikkat
edelim! Bizi istemeyenler, bizi Avrupa’ya kabul etmemelerinin birinci
sebebi nüfusumuz ve dinamik gençliğimizin korkusu ile ülkemizin
parçalanıp, bölünüp, darmadağın edilerek bazı kesimlerin Avrupa’ya
kabulü de olabilir mi dersiniz? Neden bizi on yirmi yıl ile
oyalıyorlar. Onların bildikleri bir bölünme ve yapılmış bir planın
gereğini acaba bize söylemiş mi oluyorlar da biz anlamıyoruz?
- Bu
günlerde neler oluyor? “KUZEY IRAK’DA İŞ ÇIĞIRINDAN ÇIKDI “,“ KURT
ANAYASASI HAZIRLANMAKDA”, ”APO TÜRKİYE’Yİ HAPİSDEN TEHDİT ETTİ
“,”BARZANİ TÜRKMENLERİ TANIMADIĞINI SÖYLEDİ”, ”KIBRIS BEKLEMEKDE”
- Ey Türk
Milleti uyan! Uyan ki geç olmasın. Ey Türk Ordusu sen dikkatle bu
konuları izliyorsun. Bu uyuyanları sen uyandır.
- Belki
uyumuyoruz fakat dikkat etmiyoruz diyenlere de inanmıyorum. Onlar
bilerek veya çıkarları için bu problemleri göz ardı ediyorlar gibi
geliyor.
-
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
-
Türkiye kendi parasının değerini koruyamama sıkıntısı
içerisine girerek yine Türk lirasını erimesini seyretmekte
adeta dörtnala gitmekte!
-
Verileri inceleyenlerin yüksek para değere karşısında
hükümetin de kesin karar alamaması ise Türkiye’de
yaşayanların fakirleşmesi karşısında kimsenin yapabileceği
bir şey gözükmemekte. Bu duruma müdahale etmek için hiç
kimse parmağını bile oynatmamakta ve sanki gittiği yere
kadar gitsin görünümünde bulunmakta.
-
Dolara bağlı olan petrol ürünlerinin zammı ile diğer enerji
üretilenler bütün üretilenlerin ve tüketilenlerin zincirleme
olarak bütün her şey pahalanarak insanların bütçelerini
sıkıntıya ve krize uğrak Türkiye içinde yeni krizlere gebe
kalacak gibi gözükmekte.
-
Konu başlığımız olan:
-
ÜLKE KRİZ İÇİNDE Mİ?
-
Evet! Ülke kriz içinde!
-
Ne olacak;
-
Yaşayıp göreceğiz demekten başka bir yapacağımız yok.
-
“Yukarı tükürsek bıyık, aşağı tükürsek sakal misali!
-
Şu an ülkenin başka bir gruba girebileceği konuşulmakta bu
grubun “Şanghay Paktı adını teşkilâtı” olarak dile
getirilerek “Avrupa Birliği”nden çıkabileceğimizin
konuşulduğu zaman içerisinde yaşıyoruz. Avrupa Parlamentosu,
Türkiye'nin AB ile sürdürdüğü müzakerelerin geçici olarak
dondurulmasını tavsiye eden tasarıyı kabul etti. Oturumda
teklif 37 oya karşı, 479 oyla kabul etti. 107 parlamenter
ise çekimser kaldı. Türkiye, oylama sonucunda ortaya çıkan
metni AB'ye iade edecek. Ankara ile müzakerelerin
dondurulması kararını sadece AB liderleri alabiliyor.
-
Bu kararın altında pek çok sebeplerin bulunduğu ve bunların
Türkiye için neler olacağını zaman içerisinde yukarıda
yazdıklarımızı yaşayarak göreceğiz.
-
Kasım ayı içerisinde kutladığımı “Atatürk Haftası ve
Atatürk’ü Anma” programları yapıldı. Bazı kurumların katılıp
katılmama kararları ve çelenk koyma problemleri ile geldi
geçti.
|
|
KABUK BAĞLAMIŞ YARAYI KAŞIMAK |
-
Temmuz
ayı içerisinde İzmir'den gelen üç kişilik araştırma grubu,Çorum Hasan
Paşa Kütüphanesinde EL YAZMA KİTAPLAR üzerinde araştırma yapma amacı
ile kabuk bağlamış olan ÇORUM EL YAZMA KİTAPLARI'NI yine gündeme
getirdi.
-
Araştırmacılar; Kültür Bakanlığı'ndan aldıkları müsaade ile
ÇORUM'A
gelmişler ve HASAN PAŞA KÜTÜPHANESİ El YAZMALARINI incelemeye
almışlar.
-
Anadolu'daki kütüphanelerin Ankara'ya taşınmasına karşıyım.. Bu
görüşümü ben daha önceki yıllarda Yazma Kitapların Ankara'ya
götürülmesi için Kültür Bakanlığına bir personeli olarak 1992 yılında
karşı çıktım ve Çorum'da büyük bir kamuoyu yaratarak, o günkü
siyasileri, Belediye Başkanını ve diğer sivil kuruluşları
bilgilendirdim. Sağ olsunlar onlarda ellerinden geleni yaparak beni
desteklediler ve 17 Mart 1993 tarihli Kültür Bakanlığı yazısı ile
Yazma Kitaplarımız Çorum'da kaldı.
-
Bizim gibi kamuoyu yaratan 16 kütüphane yerlerinde kalmış oldu.
-
O
yıllarda Çorum'daki el yazmaları gibi kitapları bulunan 55
kütüphanenin ne yazık ki; 39 undan yaklaşık 15000 el yazması kitap
Kültür Bakanlığı tarafından götürüldü.
-
Ben
merak ediyorum: "acaba Kültür Bakanlığı bu 15.000 kitabın kaç tanesini
gönderilen kütüphanelerde kaydını tutturdu?", Acaba "Bu götürdüğü
15000 eserin içinden hiç kaybolanı var mı?" Ve yine "bu kitapları
götürülen illerin kitapseverleri kitaplarının akıbetini Kültür
Bakanlığına sordular mı?"
-
Bu
sorularımı cevaplayabilecek bir babayiğit bulunacağını zannetmiyorum.
-
Hâkimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında da nereden icap
etti ise bir beyanat vermişler. Bu beyanlarında iyi niyetlerini
belirtmeleri dâhilinde bazı ithamlarda da bulunmaktan geri
durmamışlardır.
-
Bu
tarihi izleyen günlerde de Hâkimiyet Gazetesinde yayınlanan;
bence cevap verilmesi gereği olduğunu düşündüğüm yazıları, yazı
başlığı ile bu yazıdaki kısımları alarak kronolojik sıra içinde
aşağıda Çorumluların bilgilenmesi için yayınlıyorum.
-
Emekli bir kütüphane Müdür Yardımcısı olarak bu söylenenleri dilimin
döndüğü kadar cevaplamaya çalışayım:
|
-
Hâkimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında:
-
Prof. Dr. Ali YARDIM: "...Anadolu'daki kütüphanelerde bulunan
eserlerin bazılarının Ankara'ya taşınmasının bir çelişki olduğuna
dikkati çekerek, kentlerdeki kütüphanelerin o kentin kültür, tarih ve
coğrafyasına ışık tuttuğunu ...",
Cevabım: Sayın Hocam! Bu görüşünüze katılmamak elde değil. Haklı
olduğunuzu ve el yazma kitapların ve kitapların kentlerin yaşadığının
bir kanıtıdır. |
|
-
Hâkimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında:
-
Prof. Dr. Ali YARDIM: "...dünyanın tanıdığı ama nerede olduğunu
bilmediği kitapları keşfediyoruz. Anadolu'da medreselerin yazdığı ve
ya Anadolu medreselerinde çoğaltılan eserlerin hangi sahada olursa
olsun tespit ediyoruz...”
-
-
Cevabım: Sayın Hocam! Dünya bu kitapların nerede olduğunu biliyor,
Türkiye'de yerlerini biliyor bu kitapların nerede olduklarını. Ne
yazık ki siz bilmiyormuşsunuz ve yeni öğrenmişsiniz beyanınızda da
söylediğiniz gibi Çorum'da El Yazma Kitaplarının olduğunu
bilmediğinizi. Ne yapalım siz bir araştırmacısınız (!) kitapların
keşfine gelince "Hatt-ı Rıka" yazısını sizin keşfettiğinizi iddia
etmeniz gibidir.
-
Gelelim bilinmesinin kanıtlarına: Hasan Paşa Kütüphanesinde bulunan
yazma kitapları incelerken "kitap tespit fişlerin" i de
incelemişsinizdir, bunlardan hangilerinin mikrofilmlerinin alındığı
kırmızı divitle yazılı olduğunu her halde görmüşsünüzdür. İstanbul
Süleymaniye Kütüphanesine özel ulak ile gönderilerek sıra ile
mikrofilmlerinin alındığı, arşivlere konulduğu ve bu arşivden birçok
ve Türk ve yabancı araştırmacıların haberlerinin olduğu Kütüphaneler
Genel Müdürlüğü ve kütüphane çalışanlarınca malumdur.
|
|
-
Hâkimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında:
-
Prof. Dr. Ali YARDIM:"...Nerede medrese vardı, buralarda hangi
kitaplar yazıldı, kitapların seviyesi ne ölçüdedir..."
-
-
Cevabım: Hocam! Nerede medrese olup olmadığını bu kitaplarla tespit
etmeniz, sizin "Amerika'yı yeniden keşfetmenize" benziyor. Bir ilim
adamı olarak bunu bilmelisiniz ki; Cumhuriyetin ilanından sonra Tekke
ve Zaviyelerin kapatılması. Çorum'da bulunan çeşitli özel
kütüphanelerde, medrese kütüphanelerinde bulunan kitaplar o zamanın
savaş yoksulluğu ve yokluğu olmasına rağmen Çorumluların büyük maddi
özverileri ile şimdiki Çorum Belediye Başkanlığının bulunduğu sarı taş
binayı yaparak burayı "Çorum Milli Kütüphane" ismi ile Çorumluların
hizmetine sunmuş ender ilden birisidir.
-
Buraya getirilen kitapların tasnif ve kontrollüğüne Çorum'un
yetiştirdiği Rahmetli Eşref Ertekin'in getirilmesi ile kayıtların
tamamı yapılmış ve nereden geldiği tespit edilmiştir. Sizin kitaplar
içinde gördüğünüz mükerrer kitap demirbaş numaraları ise geldikleri
kitaplıkların eski numaralarının yenilenmesinden ibarettir.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında:
Prof. Dr. Ali YARDIM: "...Çorum'da tespit ettikleri bir şeyin de
7-8 Hasan Paşanın Çorum'a gönderdiği kitaplarla Çorum'un kültür
hayatına olumlu bir katkı sağladığını gördüklerini söyledi...",
Cevabım: Çorum'un kültür hayatına 7-8 Hasan Paşadan pek çok
önceleri katkı sağlayanların olduğunu söylemem yanlış olmaz.
"Zamanın behrinde", Çorum, Osmanlı Şehzadelerinin padişahlığa
hazırlandığı, eğitim gördüğü bir şehrin kazası idi. Bildiğiniz
gibi bu şehir Amasya'dır. Pek çok şehzade hocası Çorumludur. Bu
şehzadeleri yetiştiren hocalar Rahmetli Hasan Paşamızdan çok
yıllar önce yaşamışlar ve Çorum kültürünün ta ne zamanlara
dayandığı hakkında bilginizin olması gerekli olmalıydı. Sonra bu
Hasan Paşa Kütüphanesinde bulunan bu el yazmaları sadece Rahmetli
Hasan Paşanın Hicri 1313 tarihinde Çorum'a kurduğu ve Ulu Caminin
avlusunda bulunan Hasan Paşa Medresesinin Kütüphanesi ile sınırlı
değildir. 1202 Hicri senede Süleyman Feyzi Paşa Medresesinde
bulunan kâgir kütüphanede 600 ciltlik eser vardı. Kurdoğlu
Medresesinin Fevziye-i İrfaniye isimli kütüphanenin banisi Hacı
Ahmet Efendi olup, sonradan 1296 tarihinde Müftü Ahmet Feyzi
Efendi tarafından bir 3000 kitap mevcutlu bir kütüphane
kurmuştur. Kitapları incelerken Hasan Paşanın, Süleyman Feyzi
Efendinin ve Ahmet Feyzi Efendinin mühürlerini görmüşsünüzdür.
|
|
-
Hakimiyet Gazetesinin 15.07.2000 tarihli nüshasında:
-
Prof. Dr. Ali YARDIM: "...Çorum'da bulunacak bir ünik eser, dünya
çapında Çorum' un tanıtılmasına yardımcı olur “
Cevabim: Sayın Hocam! Hasan Paşa Kütüphanesi ÖZ BE, ÖZ ÇORUMLULARIN
atalarından kalan kitapların Cumhuriyetin İlanına kadar medreselerde
korunduğu ve Cumhuriyetin ilanından sonra da şimdiki Belediye Sarayını
"Çorum Milli Kütüphane" si olarak açmış ve çeşitli bahanelerle kütüphane
başka yerlerde hizmet verdikten sonra 23 Nisan 1963 muhafaza edildiği
bir kütüphanedir. Buranın açılması ile birlikte "El Yazma" kitaplar da
burada araştırmacıların hizmetine verilmektedir.
|
|
-
Hâkimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:
-
Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi: "...Bu kütüphanenin Çorumlularca
desteklenerek, eski el yazması eserlere sahip çıkılmasını gelecek
kuşaklar için büyük önem taşıdığına dikkat çekti. Denilmekte...",
Cevabim:
Sayın Hocam!
Bu dileğinizi Çorumlular dikkate alacaklardır. Çorumlular adına teşekkür
ederim.
|
|
-
Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:
-
Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi : "...Kültür Bakanlığının
kütüphane görevlilerine eski eserlerin korunabilmesi için naftalinden
başka bir şey verilmediğini belirterek...",
-
-
Sayın Hocam! Kültür Bakanlığı benim Müdür Yardımcılığı döneminde
de, benden önceki dönemlerde de ve inanıyorum ki bu günlerde de
"NAFTALİN" alınması için bir kuruş göndermemiştir.
-
Bildiğiniz gibi KİTAP KURTLARI denilen yaratık halkımızın GÜYE dediği
kurtçuklardır. Bu zararlılarla tek yapılacak mücadele de naftalindir.
Yine de sormadan geçemeyeceğim. Ön koruma olarak El Yazması Kitaplara
ne ilacı tavsiye ediyorsunuz? Bu tavsiye ettiğiniz ilacı acaba
İstanbul Süleymaniye, Konya Yazmalar Kütüphanesi ve Milli
Kütüphanelerimiz kullanıyor mu?
|
|
-
Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:
-
Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi :"... Buradaki kitapların
yeterince korunmadığını gördük. Bazı kitaplarda kurt yenikleri var.
Bakanlık mutlaka birilerini görevlendirip tahsisatını yapmalı...",
-
-
Sayın Hocam! Buradaki kitapların yeterince korunmadığınıza şahit
olmuşsunuz. Şimdi size soruyorum : "Siz Yazmaların bulunduğu bölüme
girdiniz mi?
-
Şayet girdi iseniz buraya yetkili ve sorumlusundan başka kimsenin
girmesinin sakıncalarını bilmiyor muydunuz? Şayet ısrar ederek
girdiyseniz bu görevliyi zor durumda bırakacağınızı bilmiyor muydunuz?
Yada Kültür Bakanlığından Yazma Depolarına girmek için özel izin mi
aldınız? Zannetmiyorum!
-
Sizlere iyi niyet göstergesi ve itimat ederek yazma deposunun
kapıların sonuna kadar açmışlar, incelemenize yardım etmişler ve
depoların bulunduğu koridorda incelemeniz için özel bir yer tahsis
etmişler. Bilmeyerek Yönetmenliğe aykırı harekette bulunmuşlar.
-
Birde bazı kitaplarda KURT yenikleri var demişsiniz. Acaba bu kurt
yeniklerinin tarihlerini tespit ettiniz mi? Şayet tespit etti iseniz
bu KURT yeniklerinin bu gün mü yoksa birkaç asır önce mi kurt
yeniğinin olduğunu El Yazması Tespit Fişlerinden görmediniz mi?
-
Siz
yoksa Kültür Bakanlığının gönderdiği bir denetçi misiniz? Bakanlık
buralara mutlaka birilerini görevlendirmeli diyorsunuz. Merkez
kütüphanelerimizde 3 kütüphaneci kadrosu bulunduğunu bilmiyor musunuz?
Bu kütüphanecilerin öz be öz Çorumlu olduklarını ve bu kitapların
değerlerini ve atalarının geleceğimize emaneti olduğunu bilmiyorlar mı
zannediyorsunuz?
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:
Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi: "...Amaçlarının birinin de tezhipli
(süslemeli) el yazması eski eserleri ortaya çıkartıp sanat tarihine
kazandırmak...",
Sayın Hocam! Amacınıza saygı duyuyorum. Bir yazarımızın sizleri
göklere çıkarması, çalışmalarınızı övmesi bence biraz abartmadır.
Çektiğinizi söylediğiniz fotoğraflarla hazırlayacağınız eseriniz size
getireceği unvanı, kazanacağınız dünyalığı göz ardı ettirmiş gözüküyor.
Yukarıda da bahsettiğim gibi sizin gün yüzüne çıkartacağınız tezhip ve
güzel yazılar zaten tespit edilmiş ve gün yüzüne çıkartılmıştır. Siz de
bunu biliyorsunuz, fakat ne hikmetse bilmezlikten geliyorsunuz?
|
|
-
Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:
-
Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi :"...Kataloglar çok ilkel...",
-
-
Sayın Hocam! Ankara Milli Kütüphanesinin katalogları çok mu
modern, hemen aradığınız kitabı bulabiliyor musunuz? 1991 tarihinde
tarafımdan bizzat parası ödenerek 10 adet alınmış "Alfabetik Onlu
Tasnif Fihristi Dewey" adlı çalışmamın 1999 Ağustosunda yaptığım
incelemede daha kayıt altına alınmadığı, okuyucu hizmetine numara ve
kaydı olmadığı için sunulmadığını.
-
Yada
Süleymaniye Kütüphanesindeki el yazması kitaplar katalogladı mı yoksa,
halen tasnifleri Dewey Onlu Sisteme geçilemeyerek 1950 yılından önceki
tasniflerle mi duruyor?
-
Belki bilmiyorsunuz, bu sizin kabahatiniz değil ben görevde iken el
yazma kitaplar Ankara Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğünün
emri ile katalog ve künye çalışmaları için götürüldü. Ben karşı
çıktım. Uzmanları burada görevlendirin dedim. Ankara'ya yollamayalım
dedim de sözümü ve gücümü yetiremedim. El yazmaları 2 yıla yakın orada
kaldı. Ankara'dan geldiklerinde sayım ve kontrollerde birkaç vakıf
mührünün eksik olduğunu rapor vererek Genel Müdürlüğe yolladım. Gelen
müfettişler haklı olduğumu gördüler ve rapor tuttular.
-
Fakat sonraki işlemler ne oldu (!) bilemiyoruz. Bizce de meçhuldür.
Ben bir kitapsever olarak sizin yazma deposundaki çalışma ve
kontrolünüzden de şüphe duydum.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:
Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi :"...Cilt kapakları tamir edilmiş
ancak, kitaplar yeterince korunmadığını gördük...",
Sayın Hocam! Gördüğünüz o
cilt kapakları Cumhuriyetten önce yapılan tamiratlarla ilgilidir. 1979
yılından sonra göreve başladım emekli olduğum tarihe kadar da herhangi
bir tamir olduğunu duymadım.
-
Hocam! Acaba biliyor musunuz bilmem. Bir cilt kapağının tamiri
için bir kütüphane bu işleri yapan uzman kütüphaneye müracaat etse bir
kitabın cildinin ne kadar zamanda yapıldığını. Merak ederseniz lütfen
Konya Yazmalar Kütüphanesinden bir kitap için gün alın.
-
Gelelim kitapların yeterince korunmasına. Acaba korunmamış dediğiniz
kitaplar kaç tane, mürekkep yanığı olan 4 kitaptan mı bahsediyorsunuz?
Bu kitapların yanma olayı acaba sizce kaç yıl önce meydana geldi? Çok
mu yeni! Lütfen işi abartmayınız.
-
Bakımsız dediğiniz kitapların lütfen listesini dergimize yollayınız da
biz de inceleyelim. Bakın Hanımefendi. Yanmış kitapların Bunların
bakımlarının yapılması imkânsız. Bunları yeniden kazanmak çoğunlukla
imkânsız! Bildiğiniz gibi bu kitapların düşümleri de kolay kolay
yapılamıyor. Aynen saklanıyorlar. Yeterince korunmuyor kanaatiniz
zannedersem sizi Yazmalar Deposuna götüren ve depo koridorunda depoyu
açık bırakarak size emanet eden kütüphane personelini mi
kastediyorsunuz?
-
En
son sizin inceleme yaptığınız Hasan Paşa Kütüphanesini baz alırsak
1963 yılından bu güne korundu da şimdi mi korunmuyor?
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:
Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi : "...Çorum'daki el yazması eserler
artık buranın iklimine alışmış. Başka bir yere örneğin Ankara'ya
götürülmesi kitapların korunması açısından sakıncalı olur. Mikrofilm
makinesi, bilgisayar olmalı. Kataloglar yenilenip ortaya konulması
lazım...",
-
Sayın Hocam! Demek ki biliyorsunuz. El yazma kitapların değil bir
başka ile götürülmesi, bir başka mekâna da götürülmesinin yapacağı
sakıncaları söylüyorsunuz. Bizim zamanımızda okuyucuya kitap günlük 6
saat incelenmesi için verilirdi. Gerekçesi ne idi? Söyleyeyim. El
yazması kitap alıştığı ortamdan fazla ayrılmamalı, alıştığı rutubet ve
hava dışında kaldığı zaman sudan çıkan balık gibi olur düşüncesiydi.
Mikrofilmi işine gelince çok eski bir teknoloji olarak
kullanılmaktadır bu işlem. Otomatik bir mikrofilm makinesi bugün
150.000 $ civarındadır. Buna ek olarak ta bir yarısı kadar 5-6
mikrofilm okuma ekranı gereklidir. En aşağı 70 m2 bir özel mekâna
sahip olmak gerekmektedir. Ayrıca çekilen mikrofilm periyodik olarak
belirli bir yıl sonra yenilenmesi gerekmektedir. Bunları da
yaptığımızı var sayarsak; bu filmleri saklamak için ayrı bir kimyevi
özelliği bulunan depo gerekmektedir. Bu sistem yerine; yaklaşık
50-60.000 $ a dijital kamera, SD yazıcı, ve kuvvetli 2 bilgisayar,
program ve fiyatı 1.5 $ 7000 SD diski ile özverili 2-3 personel
kütüphanenin tamamını 2-3 yıl gibi zamanda ölümsüzleştirebilir.
-
Katalog yenilenmesine gelince: Kütüphaneler Genel Müdürlüğü kataloğu
hazırladı. Kitapların künyesi, birinci sayfa, son sayfa, konusu,
yazıldığı yer, müellif hattı, hattat ismi ve diğer teknik konular
tamam da, Kitabı yazdıracak ADAM bulamadılar. Bastıracak PARA
bulamadılar.
-
Sayın Hocam! Gazetedeki konuşmamızda bahsetmişti. Dizgiyi yapacak
Türkiye'de 10-15 ancak var. Bu sıkıntılı ve zahmetli iş birkaç günde
olmaz. Dikkatli bir operatör günde ancak 1 sayfa hazırlayabilir.
-
Bakanlığın verdiği dizgi parası ile de hiç olmaz. Belki Sayın Valimiz
ilgilenir, belki Belediye Başkanımız, Belki TO Başkanımız. Verirler
dizgi parasını ve baskı masrafı. Bastırdıktan sonra bütün Dünya
Milletlerin Milli Kütüphanelerine postalama masrafları da verilirse bu
iş olur.
|
|
-
Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:
-
Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi: "...sayısı 4 bine yakın el
yazması eser için ayrı bir kütüphane hasredilmesi gerekiyor...",
-
-
Sayın Hocam! Yukarıda belirttim. El Yazmalarını yerinden
oynatmak, başka bir mekâna taşımak o kitapları çöpe atmaktan başka bir
işe yarar hale getirmekle eş değerdir. El yazmaları hava değişiminden
dolayı ya ev ekmeği gibi kururlar, ya da rutubet yada nem değişikliği
yüzünden bezir yağından yapılmış olan mürekkepleri sulanır yada aharlı
kağıt birbirine yapışır. Hasan Paşa Kütüphanesi Yazma Kütüphanesi
olarak işlevini koruyor. El yazmaların okunduğu zaten bir odası var.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında:
Doç. Dr. Ayşe ÜSTÜN Hanımefendi: "...şimdi burada rastlayacağımız
bir eser, ortaokullara, ilkokullara tavsiye edilen kitaplarla bir arada
bulunuyor. Bu çok yanlış...”
-
Sayın Hocam! Yukarıda da bahsettim. El Yazması Kitapların
bulunduğu yere sizi indirmeleri büyük bir hata. Bu hatayı işleyenlerin
hatasını bir tarafa bırakalım da sizin beyanınıza bakalım.
-
Hanımefendi! Bir kütüphanede ilkokul kitabı da, ortaokul kitabı da,
yasak yayında, güncel yayında bulunur. Hasan Paşa Kütüphanesinde de
bulunması normaldir. Depoya hakkınız olmadan inmişsiniz. GÖRMEDİNİZ Mİ
Depoda Küçük Boy Matbu Deposu, Orta Boy Matbu Deposu, Büyük Boy Matbu
Deposu ve EL YAZMASI KİTAPLAR DE POSU ayrı ayrıdır. Beyanınızda çok
çirkin bir iftirada bulunuyorsunuz.
-
Bütün kitaplar yan yana aynı depoda saklanıyor gibi beyanat
veriyorsunuz. Utanın aldığınız tahsilden ve kariyerinizden. Burada
yanlış nedir. "40 yıllık Kâni" sizin beyanınızla olur mu "Yani". Acaba
yanlış olan sizin beyanınız değil mi?
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin
birinci sayfadan" Kültürümüz Göz Göre Göre Gidiyor" başlıklı
haberinde:"...7-8 Hasan Paşanın memleketine en değerli armağanlarından
olan, Hasan Paşa Kütüphanesi'ndeki el yazması eserler...",
Sayın yazarım! Burada sadece Hasan Paşanın bağışladığı eserler
değil, merkez ilçede bulunan diğer kütüphanelerden ve bu güne kadar
bağışlanan eserlerdir. Ayrıca El Yazmalarımız sadece Hasan Paşa
Kütüphanesinde değil İskilip İlçe Halk Kütüphanesi’nde de bulunmaktadır.
Götürülmek istenen bu iki kütüphanemizde bulunan El Yazması eserlerdir.
İskilipli hemşerilerimize de duyurulur.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin
birinci sayfadan "Kültürümüz Göz Göre Göre Gidiyor" başlıklı
haberinde: "...bu günkü ilkel koruma teknikleri ile zamana direnmeye
çalışıyor...",
Sayın Gazeteci: Bugünkü ilkel koruma teknikleri ile zamana direnmeye
çalışıyor diyorsunuz. El yazma kitapların ilkel olarak korunduğunu
nereden biliyorsunuz? Modern koruma ile ilkel koruma arasındaki kıstası
nasıl ve nereden tespit ettiniz?
El
Yazması eserlerimiz doğduğu yani yazıldığı günden bu güne zamana
direniyorlar.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin
birinci sayfadan "Kültürümüz Göz Göre Göre Gidiyor" başlıklı
haberinde:"...Çorum'un kültür hazinesi niteliğindeki eserlerin taşınması
önlendi ancak o günden bu güne kadar ne yazık ki korunması için bir adım
atılmadı...",
Sayın Gazeteci! Bugüne kadar korunması için bir adım atılmadı
diyorsunuz? Bu beyanınıza bakılırsa 1992 tarihinden bu güne kütüphanede
bir görevde bulunuyordunuz da kimsenin haberi mi yoktu?
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin
birinci sayfadan "Kültürümüz Göz Göre Göre Gidiyor" başlıklı
haberinde: "...Bugün kütüphanede zamanın etkisiyle elle tutulduğu zaman
dağılabilecek hale gelen eserlerin korunması özel bir teknik
gerektiriyor. Bu teknik de Hasan Paşa Kütüphanesinde yok ...",
Sayın yazar! Bu elle tutulduğu zaman dağılabilecek hale gelen
eserlerin deyince: acaba siz bu yorumu neye dayanarak ve nasıl
gözlemleyerek yazdınız?
Dediğiniz şekilde Hasan Paşa Kütüphanesinde bu teknik yok diyorsunuz. Bu
teknik acaba Türkiye'nin hangi kütüphanesinde var? Ben bilmiyorum. Bana
belgeleyerek bildirirseniz öğrenmiş olurum.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin
birinci sayfadan "Kültürümüz Göz Göre Göre Gidiyor" başlıklı
haberinde: "... konunun uzmanları yaklaşık 5 yıl önce gündeme gelen
Hasan Paşa Kütüphanesi'nin el yazması eserler için ihtisas kütüphanesi
haline gelmesi düşüncesinin o günden sonra unutulduğuna dikkati
çekerek...",
Sayın Yazar! Konunun uzmanları diyorsunuz. Kim bunlar? Sakın ha
araştırmaya gelen Prof. Ve Dr. lar demeyin. Sizin gazetede bulundukları
beyanda Çorum'da bulunduklarını bile bilmediğini ve bu kitapları
keşfettiğini beyan etmişti. Sizin uzman olarak gördüğünüz kişilerin
niçin adını vermiyorsunuz?
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında: Gazetenin
birinci sayfadan "Kültürümüz Göz Göre Göre Gidiyor" başlıklı
haberinde: "... Çorum'da sayıları 4 bini bulan tek nüsha nadide
eserlerin...",
Sayın Yazar! Çok güzel söylemişsiniz de ne yazık ki; Hasan Paşa
Kütüphanesinde ünik eser sayısı onlarla ifade edilir. Nerede o sizin
söylediğiniz TEK NÜSHA ESER bu dediğiniz 1992 yılında toplanan 15.000
eserin içinde bile 100' geçeceğini sanıyorum. Çok abartmış ve atmışsınız
serde her halde avcılık var.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında:
Mümtaz İDİL'İN: "... Hasan Paşa Kütüphanesi'nde bulunan el yazma
eserlerin bu imkanlarla korunmasının mümkün olmadığın, Çorumluların
sahip çıkmadıkları taktirde, el yazması eserlerin...,
Sayın Kültür Müdürüm! Bu beyanınıza önce çok kırılmıştım. Kendi
odasında keşke beyanda bulunmasaydınız demiştim. Bir açıklama yapmadı.
Fakat sizin de muhakkak bir şeylerden haberinizin olacağını düşünemedim.
Evet! Çorumlular sahip çıkmazlarsa bu El Yazması eserlerimiz elden
gidecek. Giden eserlere mi yanarsın, Çorumluların araştırma ve TEZ
çalışmaları için Ankara'ya, Konya'ya gitmelerine mi yanarsın.
|
|
-
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında:
-
Mümtaz İDİL'İN:"...eserleri bu şartlarda korumak mümkün değil...",
-
-
Sayın Kültür Müdürüm! Acaba siz Çorum'a geldiğinizden bugüne kadar
Hiç Hasan Paşa Kütüphanesinin Yazmalar Deposuna girip gördünüz mü?
Kulaktan dolma beyanlara, dolduruşa getirilerek beyanda bulunduğunuzu
zan ediyorum. Bakınız, inceletiniz,1994 yılına kadar Hasan Paşa
Kütüphanesinin 3 kadrolu bekçisi vardı. Bu bekçiler ne oldular?
Kadrolarını kim kullanıyor?
-
Bunları tekrar işlerine görevlerine verin. Hasan Paşa Kütüphanesinin
24 saat korunmasını tekrar sağlayın. Müdürlüğünüzü gösterin.
Emrinizdeki insanlar düşük maaş alabilirler. Fakat bu düşük maaş
almaları onların asli görevlerini yapmasını savsaklamasını
gerektirmez. İşlerine gelmezse, bu ücret az gelirse çeksin gitsinler.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 19.07.2000 tarihli nüshasında:
Belediye Başkanımız Prof. Dr. Arif ERSOY: "...Hasan Paşa
Kütüphanesi'ndeki el yazması eski eserlerin başka bir kente taşınmasının
söz konusu olamayacağını söyledi...", "... Ancak bu eserlerin korunması
için de yetkili kurumlar gerekeni yapmalı...",
Sayın Belediye Başkanım!
Selefiniz Rahmetli Turan Bey el yazma kitapların Çorum'da kalması için
büyük fedakârlık ta bulunmuştu. Kültür Bakanlığına Belediye bünyesinde
olabilecek işlerin yapılacağı sözünü vermişti. (tafsilatlı olarak
tarafımdan hazırlanan ÇORUM 1997 adlı çalışmamın 125-132. Sayfalarında
bulabilirsiniz) Bizde Rahmetliye eksiklerimizden bir sıra depolarımızda
bulunan raflardan yapılmasını talep etmiştik. Bir sıranın 2 veya 3 sıra
çelik rafı yapıldı. O sıralar seçim telaşı ile kütüphanenin çelik raf
işi yarım kaldı. Şimdi sizden bir Çorumlu olarak, Orta Boy Deposunda
yarım kalan rafların tamamlanması için girişimde bulunulmasını istirham
ediyorum.
Kitapların ve katalogların hazırlanması için maddi yardımınızı
bekliyorum. Verdiğiniz demeç politik bir demeç. Neler yapacağınızı
lütfen kaleme alarak dergime gönderiniz. Yapacaklarınızı hemşerilerimize
duyuralım.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında:
Ahmet ERTEKİN:"...eserlerin burada şartlara uygun korunduğunu
söylemek zor...",
Sayın ERTEKİN!
Sizinle uzun yıllar aynı Bakanlık bünyesinde çeşitli konumlarda
çalıştık. El Yazma Kitapların 1992 yılında götürülmesi hakkında gelen
yazıda sizin bir çabanızı gördüğümü söyleyemem. Şimdi size soruyorum:
Zamanının tespiti sizce de malum olan EL YAZMA ESERLERİMİZ acaba hangi
şartlarla daha uygun olacağı hakkında Kültür Müdürlüğünüz zamanında ne
gibi çalışmalar yaptınız? Yapmadınız, neden? Gereken Kütüphane Personeli
tarafından yapılıyordu da ondan. Yazmalar Deposu denetim altındaydı,
temizliği zamanında yapılıyordu, zararlı haşarat denetleniyordu. Bu gün
de inanıyorum gereken önem veriliyor. 3 kadrolu BEKÇİ 24 saat görev
yapıyordu. Sonra ne oldu bu üç kadro? Sizin onayınızla başka görevlere
atandı.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında:
Ahmet ERTEKİN:"...7-8 Hasan Paşanın kurduğu kütüphanenin nüvesi
burada...",
Sayın ERTEKİN! NÜVE yerine
7-8 Hasan Paşa Kütüphanesinde bulunan kitapların tamamı ile diğer
kütüphanelerden gelen kitaplar ile, bu güne kadar bağışlanan el yazması
kitaplar deseydiniz daha anlaşılır olurdu.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında:
Ahmet ERTEKİN:"...ısı ve nem ayarı sabit tutulduğunda kitapların
yıpranması gibi patolojik olay ortadan kalkar...",
Sayın ERTEKİN! Siz de biliyorsunuz ki El Yazma Kitapların bulunduğu
El Yazması Deposunun nem ve ısıdan etkilenmediğini, kalorifer
peteklerinin kapalı olduğunu, yıpranmanın patolojik olduğu kadar
kullanımdan da olduğundan bahsetseydiniz kamuoyunu daha doyurucu bilgi
verirdiniz.
|
|
Yine
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında,
Ali ILICA'nın: "...ancak bu kültürel hazinemizin korunması ve
araştırmacıların istifadesine sunulması mahalli yetkililerin gerekli
titizliği gösterdiklerini söyleyebilmemiz mümkün değildir...",
Sayın ILICA! Siz yazınızda Hasan Paşa Kütüphanesinden
faydalandığınızı beyan eden yazınızdan sonra mahalli yetkililerin
gereken titizliği göstermediklerini beyanınızı anlayamadım. Size
istediğiniz kitapları zamanında vermediler mi, yoksa istediniz
kitapları mı size vermediler mi? Mahalli yetkililerin hassasiyeti ile
neyi kastettiniz?
|
|
-
Yine
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında,
-
Ali ILICA'nın: "...Hasan Paşa Kütüphanemizin katalogları yeterli
değildir. Kayıt defterlerinden eserlere ulaşmada büyük sıkıntılar
yaşanmaktadır...",
-
Sayın ILICA Kataloglarının yeterli olmadığı doğrudur. Fakat bir
araştırmacı (eğer araştırmacı ise) kayıt defterlerinden 2 saat
içinde aradığı eserleri bulabilir. Ama o araştırmacı; her gördüğü
kitap kaydını not alayım, demirbaş numarasını yazarsa, benzer
risalelerin kaydını tutayım derse, günlerce kayıt defterlerinden
ayrılmak istemez.
-
Gelelim katalogların daha iyi
olmasına: Çorum İMVAK olarak siz ne yapabilirsiniz? İlahiyat
Fakültesi öğretim görevlileri olarak ne gibi katkılarınız olabilir?
-
Yukarıda bahsetmiştim. Kataloglar Ankara'da el yazısı ile
doldurulmuş olarak basılmayı bekliyor. Üç beş milyarlık bir masrafla
gün yüzüne çıkartılmasını bekliyor. Ne dersiniz?
|
|
Yine
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000 tarihli nüshasında,
Ali ILICA'NIN: "... delinmiş ve tahrip olmuş sayfalar onarılmalıdır,
Bu konu ile ilgili uzmanlar çağırılmalı veya geçici görevle
çalıştırılmalıdır...",
Sayın ILICA! Sizin el yazmaları inceleyen bir kişi olarak, delinmiş
kitaplardan birisini incelediniz mi? Acaba bu delik kitabın hangi yılda
meydana geldiğini tahmin ettiniz mi? Zannetmiyorum. Fikir beyan
ettiğiniz delik kitaplar bundan en az 100- 120 sene önce meydana
geldiğini, bir kitabın onarımının uzman bir kütüphanede kaç ay veya yıl
sıra beklemesi gerektiğini ve sıraya girdikten sonra, kaç ayda bir
kitabın tekrar aynı olmasa da, tamir görmüş olarak yerine konulacağını
sordunuz mu? İlgili uzmanlara Türkiye genelinde kaç uzman olduğunu
biliyor musunuz? İki elin parmaklarından az. Görevlendirilmelerine
gelince onları Çorum'a değil, Konya'daki uzmanı, Konya'da başka bir
kütüphaneye gönderme imkânın olmadığını biliyor musunuz?
|
|
-
Yine
Hakimiyet Gazetesinin 18.07.2000tarihli nüshasında,
-
Ali ILICA' NIN: "... Araştırmacılara tahsis edilen eski yazı okuma
odası daha güzel bir görünüme kavuşturulmalı, depo olarak kullanıl
mamalıdır...",
-
-
Sayın ILICA! Araştırmacılara tahsis edilmiş bir odanın varlığını
gündeme getirdiğiniz için teşekkür ederim. O odanın daha güzel konuma
kavuşturulması siz araştırmacıların daha rahat masa ve koltuklarda
oturmaları yerinde olur. Olur; da okuma salonlarında okuyucuya hizmet
eden masa ve sandalyelerin bile yeterli olmadığını bilerek, 1999
senesinde 60 araştırmacının müracaat ettiğini göz önüne getirirseniz,
Kütüphane İdaresine zannedersem hak verirsiniz.
-
Özür
dileyerek yine diyebilirim ki; araştırmacılarımızın %95'i sizin
fakültenizden gelmektedir. Öğretim görevlisi arkadaşlar o odaya
aranızdan biraz para toplayarak sizin deyiminizle "eski yazı okuma
odasını" dayayıp döşeyebilirsiniz. Ne de olsa orada inceleme yapacak
olan yine sizlersiniz. Her şeyi devletten beklemeyelim.
|
|
-
Yine
Hakimiyet Gazetesinin 20.07.2000 tarihli nüshasında:
-
TSO Başkanı Kenan MALATYALI'NIN: "...bu zenginliğin başka bir
kente gitmesine göz yumulmayacağını...",
-
-
Sayın MAYATYALI! Bu öneriniz inşallah semada bir hoş seda olarak
kalmaz. Dergimize nasıl bir katkınızın olacağını yazılı olarak
bildirirseniz bizde sizin yapacaklarınızı Çorumlulara duyururuz.
-
Samimiyetinize bir Çorumlu olarak inanmak istiyorum. Bizde bir şeyler
yaparız diye geçiştirmezsiniz İnşallah.
|
|
-
Yine
Hakimiyet Gazetesinin 20.07.2000 tarihli nüshasında:
-
TSO Başkanı Kenan MALATYALI'NIN: "Çorum'un kültürel ve sanayi
alanındaki gelişiminin birlikte sürmesi gerektiğini...",
-
-
Sayın MALATYALI! Yeni TOB seçildiğinizde meclisinizde birkaç
yazara destek verilmesi hakkında verilen sözlü bir öneriye
hatırlayınız ne cevap vermiştiniz de bir gazete de bunu yazmıştı.
-
Birde; yönetime geldikten sonda TO Başkanlığı olarak sizce ne gibi bir
basılı, görsel katkınızın olduğunu merak ediyorum ve diyorum ki biz TO
Başkanlığı olarak Hasan Paşa Kütüphanesinin ne eksiği varsa "maddi ve
manevi " katkımızla yerine getireceğiz demeniz.
|
|
-
Yine
Hakimiyet Gazetesinin 20.07.2000 tarihli nüshasında:
-
TSO Başkanı Kenan MALATYALI'NIN: "...Bu eserlerin Çorum'da
korunması için devlet ve özel kuruluşların ne gerekiyorsa yapması
lazım...",
-
-
Sayın MALATYALI Çorum'da korunması için devletten yani Kültür
Bakanlığında hiçbir şey beklemenizi eski bir kütüphane personeli
olarak belirtirken, yukarıda da verdiğim cevaplarda elimizdeki imkânı
ve personeli de kaçırmamaya bakalım. Evet dediğiniz gibi özel
kuruluşların ve bilhassa İl Özel İdaresi ve Belediye Meclis
bütçelerinin belirli bir yüzdesinin Kültür için ayrıldığı ve
derneklerin standart bir maddesi olarak eğitim ve kültür maddesinin de
kullanılmadığı ya da kendi kültürel etkinliklerde kullanıldığı
olağandır. Bu maddenin Hasan Paşa Kütüphanesine yönlendirilmesi
yerinde olur.
|
|
-
Yine
Hakimiyet Gazetesinin 20.07.2000 tarihli nüshasında:
-
TSO Başkanı Kenan MALATYALI'NIN: "... asırlardır burada duran
eserlerin yine Çorum'da kalması için üzerimize düşeni yapmaya
hazırız..." ,
-
-
Sayın MALATYALI!
Atalarımızın bizlere emanet ederek bizden sonraki kuşakların
faydalanmasını istedikleri bu eserlerin Çorum'da kalması için
yapacağınız katkılara şimdiden teşekkür ediyorum.
|
|
-
Hakimiyet Gazetesinin 21.07.2000 tarihli nüshasında:
-
Çorum Esnaf ve Sanatkarları Odası Başkanı Arif ERDAL "... Hasan
Paşa Kütüphanesi'ndeki el yazması eserlerin Çorum'da kalması için
üzerlerine düşeni yapacaklarını söyledi...",
-
-
Çorum Esnaf ve Sanatkarları Odası Başkanı Arif ERDAL !
Ecdadımızın bizlere emanet ederek bizden sonraki kuşakların
faydalanmasını istedikleri bu eserlerin Çorum'da kalması için
yapacağınız katkılara şimdiden Çorumlular adına teşekkür ediyorum.
Neler yapmak istediğinizi de dergimize bildirmenizi istiyorum.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 22.07.2000 tarihli nüshasında: Yazma Eserler
Sahip Arıyor başlıklı yazı:"...Hasan Paşa Kütüphanesi'nde uygun
olmayan şartlarda muhafazası yapılan el yazma...",
Bu yazıyı kaleme alan arkadaşımız!
El yazması eserlerin muhafazalarının uygun olup olmadığı hakkındaki
mütalâasını ve görüşünü hangi kıstaslar altında yazdığını merak
ediyorum. Acaba El Yazma kitapların çelik raflarda, çelik kapılı kapalı
ayrı depolarda, muhafazalı yerde göz bebeği gibi yıllardır küflenmeden,
kurtlanmadan, mürekkep yanığı olmadan, sayfa aharlarının yapışmadan
muhafaza edildiğini bir zahmet kütüphaneye giderek inceledi mi? Hayır!
bunlardan hiç birini yapmadı. Kulaktan duyduğunuz, Çorum'a incelemeye
gelen bir Dr. delikli (kurt yenikli), muhafazası yapılmayan, bütün
kitaplarla aynı yerde duran beyanlarla yazdınız. Yazdınız da
beyanınızla; Çorum'daki el yazma kitaplara iyilik mi ettiniz. Hayır. Bir
yorum yaparken kulaktan dolma değil, araştırılarak, gerçekler bulunarak
yazmalısınız.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 22.07.2000 tarihli nüshasında: Yazma Eserler Sahip
Arıyor başlıklı yazı: "...Buharaevler'de yapılan kütüphanenin bir
katı ya da önümüzdeki günlerde çalışmaları bitirerek açılacak olan yeni
müze binası...",
Yine yazınızda ahkam keserek Buharaevlerdeki kütüphanenin bir
katını, yada yeni açılacak müzeyi önermişsiniz. Acaba bu kitapların yeni
yerine adapte olana kadar kaç tanesi birbirine yapışacak, kaç tanesinin
meşin ciltleri çürüyecek, kaç tanesinin mürekkebi yanacak. Düşündünüz
mü?
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 22.07.2000 tarihli nüshasında:
Kitapları Durumu Vahim başlıklı yazıda:"...Prof. Dr. Ali YARDIM:
Hasan Paşa Kütüphanesi'nde bulunan bu el yazması eserler manevi
değerlerin yanında, öyle büyük bir değere sahip ki, yurt dışında, ABD ve
Avrupa'da her biri trilyonlarla ifade edilen rakamlarla değer bulur" ,
Sayın Hocam! Manevi değerlerinden başka, maddi değerinden de
bahsetmişsiniz. Ya kültürel değeri, Milli değeri nedir?
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında: Yazmalarda Umut;
Bakan Çay başlıklı yazıda: "...Dr. Abdulbaki ÇAY adına Danışmanı Mustafa
AYDOĞAN Gazetemize bu teminatı verdi...",
Sayın yazar! Zannedersem sayın Bakanımız hasta yatağında olduğundan,
danışmanı tarafından böyle bir teminat verilmiştir. Fakat Bakanımız bu
işe nasıl “bakacak”. Göreceğiz.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 17.07.2000 tarihli nüshasında: Yazmalarda Umut;
Bakan Çay başlıklı yazıda: "...AYDOĞAN Bakan ÇAY'IN Kültür Bakanı
İstemihan TALAY ile görüşebileceğini...",
Bakanımız şu anda rahatsız, Kültür Bakanı ile görüşeceğini
zannetmiyorum. Çorum'da bir tabir vardır bilirsiniz "Önce Can....” |
|
Hakimiyet Gazetesinin 24.07.2000 tarihli nüshasında: Hatipoğlu Şiir
Albümü İmzalıyor başlıklı yazıda.,
Sayın Milletvekilimizin şiir okumaktan, medya tiklikten, şiir yazmaktan
başka bir görevi yok. Bol bol konuşmaktan başka bir işlevi de yok. Ben
hatırlayamıyorum Sayın Millet Vekilimiz bu güne kadar Çorum'a ne yaptı.
Bileniniz varsa söylesin. Çorum'a şu kalıcı işi yaptı desin. Çorum'daki
el yazma eserler onun nesine |
|
Hakimiyet Gazetesinin 31.07.2000 tarihli nüshasında: Bir Umut Vali
Bey'de.. başlıklı yazı: ...El Yazması eserlerin Çorum'da korunmasının
mümkün olmadığını kaydeden Bakan Çay..."
Yukarıda söylemiştim. Bakanımız duruma iyi bakamadı. Sayın ÇAY'IN Hasan
Paşa Kütüphanesindeki el yazma eserlerin hangisini acaba BAKAN olarak
gördü. Bir tanesine bile bakmadığını zannediyorum. Birde korunmasının
mümkün olmadığından dem vuran bakanımız, bu konu gündeme gelene kadar
nasıl korundu? Bu güne kadar nasıl yerinde kaldı. Acaba? Sayın Bakanım!
Gelin kitapları yerinde inceleyin kararınızı ondan sonra verin. Şayet
kendiniz gelemezseniz, yeminli birkaç uzman gönderin. Bu güne kadar
kaybolmamış, bu güne kadar defolma olmamış, bu güne kadar yerinde durmuş
kitapların yine yerinde kalıp kalmayacağını hakkında beyanınızı sonra
verin.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 31.07.2000 tarihli nüshasında: Bir Umut Vali
Bey'de.. başlıklı yazı: "...Yazma eserlerin tedavi görmesi ve mikrofilme
alınması ve bu yolla korunması gerektiğine dikkat çekti...”
Sayın Valim! Yazma Eserlerimizin bazılarında 100-120 sene önce
meydana gelen kurt yenikleri, cildi bozulmuş kitaplar, sayfaları
yıpranmış kitaplar ve yazısı yanmış kitaplar bulunmaktadır. Bunların
onarılarak yeniden hayatlarının uzatılması gereklidir. Mikrofilm
teknolojisi el yazması bulunan büyük kütüphanelerde 1940 yıllarda
kullanılan bir teknoloji olarak işlevlerinin sürdürmesi normaldir. Bu
makineler bir röntgen makinesi büyüklüğünde olup, sayfa sayfa kitabın
filmlere alınması, filmlerin banyosu ve bu filmlerin büyütülerek
okunması için okuma araçları gerekmektedir. Bu teknoloji yerine;
bilgisayar teknolojine yeni geçilmektedir. Bilgisayar 8-10 bin dolarlık
bir yatırım, birkaç bin dolarlık dijital kamera veya fotoğraf makinesi
de pahalı bir sisten değil. 3-4 yüz dolarlık CD yazıcısı da para değil.
Fakat iyi ve kaliteli 7-8 bin boş CD gerekli. Bunlarda temin edilir de.
Öz veri ile çalışacak personel bulunabilir mi acaba?
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 31.07.2000 tarihli nüshasında: Bir Umut Vali
Bey'de.. başlıklı yazı: "...Çorum'da yazma eserleri koruyacak bir
kütüphane yok..."
Sayın Valim! Yukarıda bu konulara değindim. Hasan Paşa Kütüphanemiz
korunmalı, muhafazalı. Tek eksiği başka kadrolara atanan bekçiler.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 01.08.2000 tarihli nüshasında: Üzelgün Yazma
Eserlerin Takipçisi başlıklı yazı :"...teknik boyutun açıklığa
kavuşturulması ile mali boyutun açıklığa kavuşması ile mali finansman
boyutunun açıklığa boyutunun da belirleneceğini...”
Sayın Valim! Yukarıda söylediğim gibi mali boyut birkaç on bin
dolarla halledilir.
|
|
Hakimiyet Gazetesinin 01.08.2000 tarihli nüshasında: Üzelgün Yazma
Eserlerin Takipçisi başlıklı yazı :"...bina konusunda önemine değinerek,
binanın iç dizaynının yapılması da bu teknik boyutun belirlenmesine
bağlı olduğuna dikkat çekti...”
Sayın Valim! Hasan Paşa Kütüphanesinde El Yazma Eserler Deposu, El
Yazma Eserler Okuma odası mevcuttur. Benim kanaatimce merkezde başka bir
kütüphaneye taşımaya, yeni bir kütüphane yapılmasına gerek yok. Hasan
Paşa Kütüphanesinde ufak bir değişiklikle Çocuk Okuma Salonu
kaldırılarak yine Bahçelievlerde ki Mehmet Şadisoğlu Çocuk Kütüphanesine
yönlendirilerek Hasan Paşa Kütüphanesi İhtisas Kütüphanesi olarak
Bakanlıktan müsaade alınarak düzenlenebilir. Bu da Kütüphaneler Genel
Müdürlüğüne yazılacak bir yazı ile kabul görür kanaatindeyim. Hasan Paşa
Kütüphanesi teklifi benim görevde olduğum zaman 7-8 Hasan Paşa
Kütüphanesi olarak teklif edilmişti. Bu teklif her nedense 7-8 'i unvan
olarak görülerek (sanki Paşa unvan değil ) Hasan Paşa Kütüphanesi
olarak onaylanmıştı.
Şimdi belirsiz bir Hasan Paşa Kütüphanemiz bulunmaktadır. Malumunuz Sarı
Çizmeli Mehmet Ağa benzetmesi gibi.
|
|
EL YAZMA KİTAPLARIN BİR MERKEZDE
TOPLANILMALARININ SAKINCALARI
1- Çeşitli illerden toplanan
eserler, nem ve ısı değişikliğinden dolayı deforme olmaları, küf
hastalıklarına daha çabuk yakalanma ihtimalleri büyüktür.
2- Çeşitli illerden getirilen el
yazması eserlerin içinde bulunan parazit diğer kitaplarında bu
parazitten etkilenmesi mümkündür.
3- Ülkemiz bir deprem kuşağında
bulunmaktadır. Toplanılan bütün el yazmalarının bulunduğu il 1999
depremi gibi ya da daha şiddetli bir depremde tamamının yok olması içten
bile değildir. Ayrı şehirlerde bulunan kütüphanelerin misal 10 olduğunu
düşünürsek bu ihtimal en aza inmiş olur.
4-Yukarıdaki maddeye ek olarak
tabii afetlerden, sel ve yangın ihtimallerini de göz önüne getirirsek bu
şekilde birleştirilmiş El Yazmaların tamamını yok etmiş veya suya vermiş
ya da yakmış oluruz.
5- Olmaz, fakat olacağını
düşünürsek bir nükleer savaşta, sadece nükleer bombadan nasip alan il
yok olur. Diğer kütüphaneler kurtulabilir.
6- Bir Eski eser düşmanının;
birleştirilmiş olan Kütüphaneyi 2 litre tinel le yok etmesi, 4 litre
masum kolonya ile kitapların hiçbir zaman kurtarılamayacak şekilde
yapışmasını sağlaması mümkündür. Yine yanlış bir uygulama ile kitapların
nem oranının 30 yükseltilmesi ile aharlanmış kâğıtların birbirlerine
yapışması mümkündür. Yine aynı deponun 8 derece fazla ısıtılması ile
kitapların tamamının kavrulmaya başlaması mümkündür. El Yazma Eserler
ayrı kütüphanelerde muhafazası bu gibi insan ihmallerinden gelecek
zararı o kütüphanedeki kitaplar ile öder.

7- Her ilin Milli, Kültürel,
Tarih ve Sosyal vb. yaşantıları El Yazma kitaplarda belirli şekilde ve
yörelerinin konuşulan dili ile yazılmıştır.
Örnek verecek olursak Ankaralı bir araştırmacı Çorum'da yazılmış bir
eserde bolca “heri” kelimesini acaba ne manada okuyacak ve ifade
edecektir? Bu nedenle El Yazma eserler bulunduğu ilde incelemecinin o
kütüphanede çalışana sorarak "heri" nedir diye sorabilir ve çalışmasında
açıklama yapma imkânına kavuşur. Yukarıda sıralamaya çalıştığım
şıklardan bir tanesinin meydana gelmesi ile toplanan el yazması
eserlerin pek çoğunu kaybederiz.
|
|
HASAN PAŞA KÜTÜPHANESİ İÇİN NELER
YAPABİLİRİZ
1-Halkımızı aydınlatmak için
Valimizin davetiyle Bakanımızı, Millet Vekillerimizi, el yazma kitaplar
için yazı yazanları, kültürüne ne olduğunu bilenleri, yardım
verebilecekleri belirlediği bir tarihte Hasan Paşa Kütüphanesine davet
ederek. El Yazması kitapları sergileyerek tanıtmak ve bilgilendirmek.
2-Toplantıdan hemen sonra Kültür
Bakanlığına Çorumluların tepkisi bildirilmeli. Kitapların ilimizde
kalması için girişimlerde bulunulmalı.
3-İl Halk kütüphanesinde görevli
3 Kütüphanecinin 2 si acilen ve devamlı Hasan Paşa Kütüphanesinde
görevlendirilmesi.
4-Hasan Paşa kütüphanesinin dış
güvenliği için kamera sistemine geçilerek, en yakın emniyet Müdürlüğüne
bağlı karakol ile bir sonraki karakola irtibatlı alarm sistemi
kurulması.
5-Mevcut bekçi kadrosunda çalışan
arkadaşı asli görevine iadesi ile eski bekçi kadrolarının yeniden
ihdâsı.
6-Hasan Paşa Kütüphanesinin
bünyesinde bulunan "Çocuk Kütüphanesi" bölümü aynı mahallenin bir
sokak üstündeki "Mehmet Şadisoğlu Çocuk Kütüphanesi"ne yönlendirilmeli.
7-Hasan Paşa Kütüphanesinde
bulunan Çocuk Kütüphanesi bölümü El Yazmalar İnceleme Salonu
olarak tahsis edilerek araştırmacıların hizmetine sunulmalı.
8-Hasan Paşa Kütüphanesine teknik
açığı kapatacak en az 3 bilgisayar, güç kaynağı, dijital kamera CD
yazıcı, lazer yazıcı, renkli lazer yazıcı, kuvvetli bir scanner temin
edilerek kitapların CD ye alınması sağlanmalı. Orijinal CD ler
arşivlenerek, araştırmacının istediği kitap yeni CD ye aktarılarak
arşivin çoğaltılması sağlanmalı.
9-Kütüphaneler Genel Müdürlüğünün
hazırladığı El Yazmaları Tanıtım Katalogu getirtilerek bastırılmalı, El
Yazmaları ile ilgilenen dünya kütüphanelerine ve üniversitelere
gönderilmeli.
10-El Yazması Araştırmacı
salonuna CD okuyucusu olan en az 8 bilgisayar, bilgisayar masası ve
diğer mefruşatlarla döşenmeli. CD incelemesi yapan araştırmacı orijinal
kitabı görmek istediğinde depodan çıkartılarak şimdiki El Yazması
İnceleme odasında memur nezaretinde incelemesine sunulması.

Bu
uzun yazımı saat 02/08/2000 tarih 03.55 te tamamladım. Bundan sonra
yazılacak yazıları bekleyemediğim için üzgünüm. Dergimiz elinize
geçtiğinde belki bu problem halledilmiş olur. Benimde cevaplarım boşa
gider.
Hemşerilerimize verilen bilgilerin bazı yanlış anlamalara meydan verdiği
kanaati ve 1992 tarihinde yine aynı yarayı kanatmalarından dolayı
duyduğum üzüntü ile yazdım.
Yukarıda
bulunan çalışmam ile ve Kütüphane Müdür Yardımcılığı sırasında elimden
gelen EL YAZMA KİTAPLARIN ÇORUMDA kalması için yaptıklarım ve
Çorumlulara duyurduğum için pişman değilim. Tatvan'a Müdür Olarak Sürgün
edilmemin de bu girişimlerin olduğunu bilmekteyim.
Başka
yerlere gitmesini önlemeye çalıştım. bunda da muvaffak oldum. Türkiye
Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı”na bağlı olarak HASAN PAŞA EL
YAZMALAR KÜTÜPHANESİ olarak eski istiklal Mektebinde hizmete 26 Nisan 2012 tarihinden
Kütüphane açılmıştır.
.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
|
LEBLEBİ
İMALATI
|
Çorum’da leblebi yapımının hangi tarihte başladığını bulamadım.
1960-1967 tarihleri arasında bu sanatla uğraşan büyük bacanağımdan
bu sanatın inceliğini sorduğumda:
Malzemenin (nohut) iyisini kullanmak,malzemeyi hassas
işlemek gerekir demişti. 60’lı yıllarda Çorum ve çevresinde
leblebilik nohut bulmak mümkündü. Sonraları Yozgat Akdağ
Madeni’nin Belirti köyünden,daha sonraları;Manisa ve Balıkesir
ilçelerinden nohut tedariki yapılırdı.
Leblebi kavurma ocağı,harman tuğlası ve çamurdan
yapılır. Ön kısmı odun atmak için açık olur. Bacası bulunur.
Leblebi tavası bu ocağın üzerinde bulunur. Leblebi tavası bağ
leğenine benzer yalnız kavrulan leblebiyi almak için sudak denilen
kapalı açık yer vardır. Eskiden tava 1 santim kalınlığında demir
levhadan yapılırdı. Şimdi ise kalın bakırdan yapılıyor. Şimdi daha
da pratik olarak küçük kavurma makineleri bulunmaktadır.
Leblebinin yapımı: Nohut taş,toprak,çöp gibi
artıklardan kurtulması için kalburdan geçirilir. Eleme işlemi
yapıldıktan sonra,el eleği ile de nohut boylarına göre ayrımı
yapılır. Tavlama denilen birinci kavurmadan sonra,sıcak olarak
naylon olmayan çuvallara konularak iki gün dinlendirilir. Bu
sürede birbirini pişirir. İkinci kavurma yapılarak yine çuvallarda
iki gün daha bekletildikten sonra kuru bir yere serilerek 15-20
gün nohut dinlendirmeye bırakılır. Bu dinlendirme sırası az
olursa,nohut leblebi olunca lezzetsiz olur. Birinci tavlamada
yeterli şekilde kavrulmayan nohut son kavrulmada bölünerek kırığı
çok olur. Bu kırık nohut tekrar kavrularak kırık leblebi olarak
satılır. Son tavlamada,bir teneke nohut alınarak üzerine bir
miktar su serpilerek çuvala konulur. Nemlendirilmiş nohut çuvalda
bir gün bekler ve üçüncü kez kavrulur. Bu kavurmada nohudun
kabukları soyulur ve buna tek kavurma leblebi denilir. Bir veya
iki gün sonra istek ve satışa göre bu leblebi yeniden kavrularak
tam leblebi olur ve yenilecek kıvama gelir.
Çorum’un leblebisinin meşhur olması bu kavurma
sıralamasından dolayıdır. Şimdi ise açık makine ve leblebi
kavurma makineleri ile leblebi kavrulmaktadır.
Leblebi çeşitleri
ise:Kabalak,Kırık,Şekerli,Tuzlu,Biberli ve başka çeşitleri
bulunmaktadır
|





KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
|
BEKLETİLMEK (!)
Her ne hikmetse ülkemize ait pekte hoş olmayan bir adetimiz var.
Bekletmek.
Buluşacağınız arkadaşınız sizi saatlerce bekletir,müdürünüz ve
patronunuz saatlerce kapısında bekletir,borçlunuz vereceği üç kuruş için
seni günlerce bekletir,konsere gidersin saatlerce sahneye çıkacak
sanatçıyı beklersin,toplantıya gidersin konuşmacı gelmez;gelse hazırlığı
tamam değildir kürsüde hazırlanıp konuşsun diye beklersin,bilgi
verecekler derler bilgi vereni beklersin vb.
Bir zamanlar beklemekle ilgili namelerimizde vardı:
“Bekledim de gelmedin,
Göz yaşımı silmedin,
Hiç mi beni sevmedin…”
Geçen hafta Çarşamba günü için;bir arkadaşımız imimizin
çiftçilerini bilgilendirecek bir toplantıya çiftçi olmadığım halde beni
de bu toplantıya davet etti. Davete icabet ettim. Toplantının saat
14.000 olacağını tarafıma söylemişti. Ben saat 13.50’de toplantı
salonuna gittim. Toplantı salonu saat 14.00 de hemen hemem doldu.
Dolmasına doldu da; konuşmacılardan bir tanesi bile gözükürlerde yoktu.
Saat 14.20 den sonra birkaç kişi geldi,konuşma platformu düzenlenmeye
başlandı,bilgisayardan slayt gösterisi ve bilgi verilmesi için tepegöz
kurulmaya başladı saat 14.40 oldu daha hazırlıklar bitmedi. Yanımda
oturan arkadaşa;ben gidiyorum diyerek kalktım ve toplantı salonunu terk
ettim.
Şimdi benim gibi acaba hiç salonu sıkılıp da terk eden oldu mu ?
Sanmam ! Peki bu toplantıda bekleyenler umdukları bilgileri buldular mı
(?)
Biz çok tepkisiz bir toplumuz. Tenkit etmeyi,itiraz
etmeyi,yanlışları söylemeyi, doğruları övmeyi her nedense bilmiyoruz.
Biliyoruz da yapmıyoruz derseniz size gülerim.
Bunları bilmesek de,bilsek de şunları ne zaman hep beraber
öğreneceğiz ? :
Toplantılara vaktinde gitmeyi,
Toplantıyı vaktinde yapmayı,
Konuşmalarımızı , randevularımızı takip etmeyi,
Beklememeyi ,
Bekletilmemeyi NE ZAMAN ÖĞRENECEĞİZ ?
Bu gidişle öğrenemeyeceğiz.
Çünkü bu bizimde işimize geliyor.
Aynı bu olumsuz işlemleri biz de yapıyoruz.
Bence;Bekletilme,bekleme ve daha birçok erteleme işleri,geri
kalmışlığın en güzel belirtileri.
Artık daha bu konular hakkında daha dikkatli olalım.
Toplantılarımızı zamanında yapalım. Toplantıya gelenlerinde başka
işlerinin olduğunu düşünelim.
Nasıl olsa geldiler,bekleyiversinler düşüncemizi artık
dağarcığımızdan atalım. Toplantı saatin geldiğinde kapıları kapatalım,
toplantıya kim olursa olsun içeriye almayalım. Böyle
yaparsak,toplantılar daha ciddi olur ve zamanında yapılır.
Bekletilenlerin de tepkilerini ortaya koymaları gerekir. Gecikmeleri
tenkit edelim,protesto edelim.
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
|
BU NE PERHİZ; BU NE
LAHANA TURŞUSU (1)

|
Temizlik.
Bilhassa yiyeceklerimizin temiz tutulması.
Bu yiyeceklerin toptan satılan yerlerde hijyenik ortamların
hazırlanarak,satışa sunulmadan bekletilen gıda maddelerinin her türlü
toz,haşere ve uçucu böceklerden uzak olmaları gerekli değil midir ?
Bizde ise Çorum Toptancılar Sitesi her ne hikmetse Çorum Belediyesi
Katı Atık Toplama Merkezinin karşısına yani Çorum Çevre Yoluna yapılmış.
Halen orada bulunmaktadır. Burada bekletilen çöplerin yaydığı nahoş
koku ve sinek üreten ortamında üreyen sinekler bu çöplükten ayakları ve
organizmalarına aldıkları mikropları fazla bir güç sağlamadan;
Kandilkaya Rüzgarının etkisi ile Çorum Gıda Toptancıları Sitesine
taşınmaktadırlar. Burada bulunan Çorum ve çevresine dağıtılan yiyecek
kolilerine konarak mikropları bulaştırmakta, bu bulaşan mikroplar
dağıtımı yapılan kolilerle bütün ile dağıtılmaktı. Kolileri tutan
kişilerce de bu mikroplar açılan ürünlere bulaştırılarak bizlere
satılmaktadır.

|
Ayrıca burası çevre yolunda olduğu için Karadeniz Ankara
güzergahında seyreden kara taşıtlarında yolculuk yapan bil-umum
insanlarında gözlerine çirkin gözükmekte,hatta kuvvetli rüzgarda
savrulan poşet atıkları arabaların camlarına yapışarak ma’az Allah
kazalara sebebiyet te verebilecek cinsinden uçuşmakta ve bu naylon
poşetler de çevreyi iyice kirletmekte.
Bu çöp toplama merkezinin buradan kalkması için Çorumlu 2000
Dergisinde bir iki kere yazdıysam da;hiçbir tepki alınmadı. Bu
tepkisizliğe karşın hiçbir kuruluş veya şahısta evet bu çöp toplama
ünitesi buradan kalkmalı demedi.
Gıda Toptancıları Sitesinin haricinde buraya yakın iki un fabrikası
da gıda üretmekte,yakınında bulunan okullar da cabası. Ayrıca bir de
spor sahası var.
Çorum Belediyesi Katı Atık Toplama Merkezi olarak bu tesis hem
mikrop üretmekte,hem de çevreden görünüşü çok çirkin. Birde bu yerin
yakınında bulunanlar tehlikenin altında. Ayrıca kokusu da cabası.
Burasının kaldırılarak başka müsait bir yere taşınması mümkün değil mi?
Mümkündür de neden kaldırılmıyor ?
Şimdi gıda denetlemeleri Tarım İl Müdürlüklerinde. Sadece gıda
üretilen yerleri,gıda satılan yerleri değil,gıdaların saklandığı yerleri
de denetleyerek bizlerin sağlığı ile oynayanları uyararak sağlığımızı
olacak salgınlardan korumalı değil mi ?
Gelecek hafta erersek, başka bir olumsuz görünümden bahsedeceğim.
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
BU NE PERHİZ;BU NE
LAHANA TURŞUSU (2)
Bizim için büyük
büyük firmalar;havayı temiz tutmak için bir sürü sıkıntılara giriyorlar.
O kadar uğraşıyorlar ki;havamızın temiz kalması için ta Rusya’dan
İran’dan gazlar getiriyorlar,bu gazı bizlere yakmamız için öneriyorlar
(!) Allah’tan bu gaz geçen hafta ülkemizde de bir yabancı arama
şirketince re bulunarak ülkemizin emrine sunacağını söylediler. Demek ki
Ülkemizde doğru dürüst bilinçli bir şekilde aranırsa gaz da var,petrol
de var,uranyum da var,BOR da var.

Çok yakın bir zaman diliminde Milli Servetimizden olan
kömürlerimizi yakmayın,ithal kok kömürü yakın dediler ve eklediler:
Havayı kirletmez,çevreyi kirletmez diyerek bizleri ithal kömüre
yönlendirdiler. Türkiye’nin kömür ocaklarını kapattılar. Bizlere
tomarlarla dolar yaktırdılar. Bizlerden yüzlerce dolarlık kömürleri
alarak yakmamızı sağladılar,bazılarına bu işi benimseyerek yeni
meslekler kazandırdılar,ülkemizin borçlarını biraz daha kabarmasına ön
ayak oldular ve olmaya da devam etmekteler. Bu ne perhiz,bu ne lahana
turşusu değil de nedir ?
Ama bu perhiz ile beraber ilimizde bazı
kuruluşlar,yaptıkları önemli hizmetlerine karşın havamızı
kirletiyorlar,suyumuzu kirletiyorlar,hayatımızı kirletiyorlar. Geçen
hafta gıda toptancıları sitesini yazmıştım,ne oldu ? Boş verin olsun.
Donkişotluk yine bende kalsın. Ben yine yazayım.
Bu hafta da ilimizin Asfalt Şantiyesinin ilimizin havasını
ne kadar kirletebilmesini işliyleyim dedim.

|
Çorum belediyesine ait olan asfalt şantiyesine kadar giderek birkaç
yıl önce burası için yazdığım yazının faydası var mı,yok mu ? Diye bir
bakayım dedim. Beklediğim gibi o yazıdan sonra hiçbir işlemin
değişmediğini,bu çalışan bacanın tüm haşmetiyle dumanını savurarak hava
kirletme işine devam ettiğini gördüm. Burayı iki cepheden resimledim.
Bildiğini gibi bu günlerde çok faal olarak çalışması gereken bura
için bir diyeceğim yok. Fakat burasının şehir merkezinden daha da
uzaklarda olması gerekir diyorum demesine de, yine havayı kirlettikten
sonra neye yarar?
Bence; bu asfalt sistemi artık miadını doldurmadı mi ? Artık
beton yollar revaçta değil mi? Birde ilimizin en büyük avantajı olarak
çimento fabrikası var. Bu fabrikada havaya bir miktar atık bıraksa da,
bırakmasa da ilimizde faaliyetine devam etmekte ve devam edecek
gözükmekte. Belki bu fabrikadan diyecekler ki; Bizim bacamızda filtremiz
var .
Çevremizi, havamızı, suyumuzu, kendimizi, eş ve dostumuzu
kirliliklerden dolayı uyandırmaya çalışalım. Belki geç kaldık. Belki de
geç kalmamışızdır.
Ne dersiniz?
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
BU NE PERHİZ;BU NE
LAHANA TURŞUSU (3)
Bu adam da bu başlığı iyice sevdi diyeceksiniz.
Benim amacım “üzüm yemek;bağcıyı dövmek” değil.
Bu gün gördüğüm yanlışlık; dedemin,babamın ve benim mahallemde
bulunan Karakeçili Cami.
Çorum 1997 isimli kitabımda ve http://www.corumlu.com
sitemde bulunan camiler bölümünde bu camii hakkında: “Karakeçili
mahallesi Karakeçili sokağında 1595 yılında (H 1004)açıldı ; sonradan
halk ve Devlet yardımı ile 1957 tarihinde bu günkü camii yeniden
yapılmıştır. 1957 tarihinde ibadete açıldı. Karakeçili Mahallesi
Karakeçili sokakta bulunmaktadır. 150 metrekare kullanım alanı, 800
metrekare arazi üzerine kurulmuştur. 300 cemaate hizmet vermektedir. Taş
binadır. Beton 2 şerefeli minaresi, betonarme kubbesi, mahfeli ,
tezhipli beton minberi ,kürsüsü, mihrabı, şadırvanı, tuvaleti ve lojmanı
vardır.”Bilgisi bulunmaktadır.



Şimdi gelelim camiinin tanıtımından sonra
cami çevresinde geçen haftalar içerisinde yapılan istimlakleri yapılan
binaların yıkımı ile beraber Karakeçili camiinin meydana çıkartılması
beni çok duygulandırdı. Bu işe emeği geçenlerden Allah C.C. razı olsun.
Bu binalar yıkıldıktan sonra etrafa gözükmeyen bir olay çıktı. Bu camiye
bitişik yeni bir yapının yapılması ve kullanılması.
Bu camii Çorum’un ilklerini taşıyan bir
eser olarak bizlere halen hizmet vermektedir. 1960’lı yıllardan bu günü
kadar da Dergimin yazarı,aydın ve girişken İmam Hatip’i Fikrettin Çıplak
Hocanın yönetiminde. Şimdi bu olaya” Bu ne perhiz,bu ne lahana turşusu
“demeyelim mi ?
Bence:
Bu etrafı açılan camiye bileşik yapılan binaya tekrar yeni bir
bileşik düzen ek yapılması için temel de atılmış. Bence bu çok iyi bir
fikir değil. Hem de çok kötü ve göze batan bir durum. Gerekli
mercilerin;o zamanının en güzel taş örme mimari örneğini yeni yapılan
bileşik bina ile bağlanması. Bu beton işçiliğinin yeni yapının gerekli
olması savına karşında olsa bu yeni binalardan da kurtulmasının gerekli
olduğunu düşünmekteyim. Koruma altında bulunabilecek bir ibadethanenin
duvarına yamanan ve yeni bir yamam daha olacağı resimde de görüleceği
gibi temeli atılmış bir başka yapı ile de KARAKEÇİLİ CAMİİNİN özelliği
yok olmak üzere.
Bu camii yukarıda değdim gibi Çorum camilerinin ilklerini
bünyesinde toplamıştır.
Bu caminin ilklerinden birisi Rahmetli Selahattin ÇETİN Ustayı usta
yapan bir bina olması.
Selahattin Ustayı da burada anmadan geçmek vefasızlığın en
daniskasıdır. Ustanın bu caminin temelinden,çatısına kadar Rahmetlinin
çok emeği bulunmaktadır. Bu caminin minber ve mihrabı tamamen beyaz
çimentodan Selahattin Usta yapılmıştır. Cami içi vitraylar da ustaya
ait. Kubbe içi pervazlarında yalında olsa yapılan sarkıtlar dikkati
çekiyor. Hele beton minaresinin şerefe ve şerefe altlarının işçiliği ise
göze ve ruha hitap ediyor. Minarenin boyu ve görünümünü yanına yapılan
bu kaba yapılarla çirkinleştirmeyelim.
Camii cemaati için yer ve diğer bahanelerle bu eseri
köreltmeyelim. İlgili mercilerin de bu yanlışlığa dur diyeceğini umarım.
Not:Geçen haftalarda yazdığım Asfalt Şantiyesinin yeni bir
resmini çekmek için durduğumuzda görevli bir memurun resim çektirtmeme
girişimi beni ve yanımdakini güldürdü. “Mızrak çuvala sığmaz”
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
HİTİT
İlimiz
Hititlerin baş şehrinin bulunduğu şanslı yerdir. Hititleri tanıtan pek
çok eser bulunmaktadır. Bunların pek çoğu çeşitli kütüphanelerde
bulunmaktadır. Çorum il Halk Kütüphanelerinde ve Müzelerinde de pek çok
olmamakla beraber eserler bulunmaktadır.
Kütüphanede göreve başladığım yıllarda Çorum’da bir Hitit
Kütüphanesi kurulması için çalışmalar yapılmıştı. Bizlerin bir işi
planlı,projeli yaptığımız görüldüğü pek görülmüş bir şey olmadığı
hepinizce malumdur. Bu iş içinde plan,proje yapılmadan önce tartışılmış
yapılması kararı için konuşulmuş,bu tasarı girişim olmadan unutulmuş
gitmişti.
Bu önerinin baş mimarı olan Rahmetli Belediye başkanımız
Turan Kılıççıoğlu ile kütüphanede bulunan el yazma eserlerin ilk defa
Ankara’ya götürülmemesi için yaptığımız istişarede bu konu da dile
gelmişti. Hatta Başkana bir minibüs tahsis etmesini,bu
minibüste,fotokopi ve diğer kopyalama aletlerinin bulunmasını,harcırahı
ve giderlerinin karşılanması halinde bütün Türkiye’yi ve Avrupa’yı
gezerek kitapların asıllarının toplanmasını,tek nüsha olup,baskısı
yapılıp da piyasada kalmamış eserlerinde fotokopi veya fotoğraflarının
alınması bu bilgilerinde ciltlenerek Hasan Paşa Kütüphanesinde bir
salonda yada,bir bölümde araştırmacılara açılmasını konuşmuştuk. Hasan
Paşa Kütüphanesinin bu kitapların konulması için yeni bir raf
gereksiniminin olacağı gündeme gelmiş;yazma kitapların Çorum’da kalması
için Kültür Bakanlığına Başkanın verdiği söz gereği eksik olan saçtan
kitap raflarının yapılması için o zamanın Atölye şefi olan Erol beye
direktif vermişti. Benim çalıştığım zaman içerisinde kütüphanenin orta
boy bölümüne saç iki raf yapılmış ve montajı da yapılmıştı. Birinci
aşama olarak girişim ve tarafımdan istenilen araç ve gereçler içinde
seçimden sonra yapılmasını konuşmuştuk.
Bu girişim iki saç rafla güdük kaldı. O zamanki seçimlere
takılarak ve Başkanın vefatı ile proje rafa kalktı. Benim çok bu
girişimlerimde Bakanlığın gözünden kaçmayarak TALTİF (!) edilerek
Tatvan’a Müdür olarak tayınım çıktı. Bizde emekliliğimizi istedik,bu
projede böylece ortadan kaldı.
Bu anı ve çalışmaların gün ışığına çıkması daha doğrusu nereden
çıktığı ise,HİTİT ile ilgili resmi kurumlar ile bir ticari kuruluş
birliği bu işe el atmaları. Birisi;bir HİTİT albümü,diğeri ise bir HİTİT
web sitesi açma girişiminde bulunması.
Gerçek çalışmalar yapmak için,gerçek kişilerin bir şeyler yapması
gerekir. Laf ile peynir gemisi yürütülemez. Her şeyi para ile hallederiz
diyenleri görüyoruz. Son il yıllığında Çorum hakkında her bilgi mevcut
mu ? Bu güne kadar Çorum hakkında yapılar web sitelerinde layıkıyla
Çorum tanıtılıyor mu ? Zannetmem. Benim sitemde bile daha Çorum’un onda
birini tanıtamadım. Ne yapayım, etim ne ise budum bu kadar olacak.
Hititleri tanıtalım. Hititlerle ilgili materyali Çorum’da
toplayalım. Kazıların hızlandırılması için dernekler ve ticari
birliklerin katkıları ile güçlendirelim. Ne dersiniz? Var mısınız ?
Yoksa yine laf salatası yaparak, yaptık ta oldu mu diyeceğiz?
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
|
|
GÖZ ZEVKİ
Yaratan ;bizlere bazı duyular vererek bu duyular sayesinde
zevkler almamızı sağlamış. Bu duyulardan bir tanesi de görme duyusudur.
Görme duyusu eksik olanların da diğer duyularından başka birisini daha
hassas olarak işlevini yaparak görme duyusunu takviye edilmesini
sağlamıştır.
Görerek yapılan işlerin;daha güzel ve daha işlevsel olduğunu
biliyoruz. Atalarımız yaşadıkları evlerin göz zevkini okşayıcı bir
şekilde olması için çalışmışlardır.
Geçenlerde depo olarak kullanılan;ata yadigarı bir konağın
içerisine girdim. Maddi imkanımın olmaması beni bir defe daha üzdü. 250
milyara (bu yerin korumada olmasından dolayı şu anda yıkılıp da 5 katlı
beton blok yapılamıyor bu beni sevindirdi) satılığa çıkartılan bu
mekanın ikinci katında tavan işlemelerinin işçiliği bugün bu paraya
yaptırılamaz. Geleceğimizin mirası olan böyle yapılar İstanbul’da olduğu
gibi birkaç zaman sonra makus bir yangına kurban gidicik,yada kendi
kaderine terk edilerek,kullanılmayan mekanların akıbeti olan zaman
denilen sayaca yenik düşecekler.
Dedem 90 yaşında şimdi halen duran konağın işçiliğini bir hakla (gaz
yağı tenekesi) altına yapmış. Bu çalışma ise bütün amcalarımla beraber
yapımı yaklaşık dört yıl sürdüğünü babaannem anlatmıştı. Dedemle çalışan
kireç ustaları,tuğla eleyen ustalar,örme ustaları da ayrıca ücret
almışlar,dedemler sadece iskedos iskeleti,kapı ve pencereleri,tavan ve
döşemeleri ile çatıyı bu ücrete
|

Fazla
uzak zamana gitmeden,dedelerimizin yaşadığı evlerin tavanlarında,
kapılarında,dolap kapaklarında yaptırdıkları oymalara bakarak uykuya
daldıkları,o oyma ve desenlerden sanatkarsa kendisine göre başka
desenlerin hayallerini kurduğunu düşünebilirsiniz. Bizler ise kuru ve
düz bir betona gözlerimizi dikerek uykusuz gecelerin geçmesini
bekleyerek kuru ve yalın hayallere dalarak göz zevklerimizi böylece
kaybettik.
Bizler ise bu günlerde yaşarken görme duyumuzu diğer duyularımız
gibi kaybetmiş demeyelim de köreltmiş gözüküyoruz. Bakıyoruz;görmüyoruz.
Söylüyoruz;kulağımız söylediğimizi duymuyor. Düşünüyoruz;uygulamasını
yapamıyoruz.Yazıyoruz;kendimiz yazdığımızı savunamıyoruz.Vb.

Bizlere,sizlere düşecek olan ise bunları korumak. İmkanı olanlarında bu
gibi yatırımlara fazla ayıracak parası yok. Kültür ve sanata bilhassa
edebiyata destek çıkalım diyenler ise yok denecek kadar az. Onlarda
bütün bu faaliyetleri gösterenlere yetişmelerine imkan yok.
İlimizde yapılan güzelliklere bakmak için yapılan
çalışmalara katkıda bulunalım. Bu gibi girişimlere de katkıda bulunalım.
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
GÖRÜNTÜSÜZ GÖRÜNÜM
Bundan seneler önce yapılan bir toplantıda benim kütüphanede
iken hazırladığım bir çalışmamı,bir araştırmacı aynen yazarak
dinleyicilere kürsüde bildiri diyerek okudu. Ben bu bildiriye kaynak
olan bilgiyi yazdırarak kütüphanede bir nüshasını bıraktığım dosyadan
alındığını ve benim bu bilgiyi hazırlarken kendim içim bilinen ve
kütüphanede çalışanlarca da bilinen söylenişle daktilo ettirmiştim.
Toplantıda bu bilgileri veren kişi ile muhakkak görüşmem
gerektiğini düşünürken konuşmasını bitiren zat kürsüden inerek benim
oturduğum sıranın önünde bulunan sıraya oturdu. O zata:
- Bu konuşmayı hazırlarken hangi kaynaktan faydalandınız ?
Diye sorunca:
- Benim kendi fikirlerim. Araştırmaları da çeşitli
kaynaklardan aldım. Dedi. Ben yine üsteledim.
- Tamam çalışmayı siz yazmışsınız da,bu çalışmada bulunan
bir hatayı,bir belgede ben hazırladığımda yapmıştım. Bu belgeyi ben
düzelterek kullandım fakat siz bu yanlışlığı da konuşmanızda sık sık
tekrar ettiniz. Muhakkak bu bilgileri Hasan Paşa Kütüphanesinde bulunan
bir dosyadan almanız gerek. Dedim.
- Hayır. Ben bir belgeden faydalanmadım. Birçok belge
araştırdım. Dedi.
Diyecek başka sözüm kalmamıştı. Adam alenen benim çalışmamı
noktası ve virgülüne kadar aynen okuyarak toplantıya bildiri olarak
sunuyordu. Bu beni sevindirdi. Olsun diye düşündüm. Bir çalışmam ha
Mahmut,ha Ali ismi ile gün ışığına çıksın diye düşündüm. Yalnız beni
üzen konuşmacının benim hatamı aynen kağıda geçirerek toplantıda bildiri
olara okuması ve bu toplantı metinlerinin bastırılarak kitap haline
getirilmesi idi. Bizce bilinen,fakat;okuyan,dinleyen ve basılır kitap
haline gelirse okuyucular için çok büyük bir yanlış bulunmaktaydı.
“Milli Kütüphane”
Ben o zamanlar daktilo ile yaptığım derlemelerde,okunan o
belgede kendimin bildiği mana ile yazmıştım “Milli Kütüphane” ismini.
Dinleyenler ve ileride okuyacaklar bu Milli Kütüphane ismini Ankara
Milli Kütüphanesi olarak algılamaları muhakkaktı. Ben;kütüphane ile
yaptığım araştırmamda “Çorum Milli Kütüphane”si yazmamış,milli kütüphane
diye kaleme almıştım. O araştırmacı da aynen benim yazdığım gibi Milli
Kütüphane,milli Kütüphane diyerek konuşmada on;on beş kere tekrar
etmişti. Türkiye’de Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile beraber vakıf
ve diğer özel kütüphaneler de kapatılmıştı. Hasan Paşa
Kütüphanesi,Süleyman Feyzi Kütüphanesi,Ahmet Feyzi Kütüphanesi gibi. Bu
kütüphanelerden Çorumlular faydalanmışlar,bu faydaların da evlatlarınca
da devam etmesini sağlamak için bugün Belediye Sarayı olarak kullanılan
bina idi ve ismini de “Çorum Milli Kütüphanesi” koymuşlar,şaşalı bir
törenle açılışı yapılarak Çorumlulara hizmete başlamıştı.
Toplantı bitiminde;o konuşmacıyı tekrar konuşmak için
durdurdum. Ona:
- Bak arkadaş. Ben bir hata sayılacak eksik bir şey yazdım.
Sende o eksik bilgiyi papağan gibi aynen okudun. Şimdi doğru söyle
bakalım. Bu bilgiyi kütüphane brifing dosyasından aldığın belli. Şimdi
bunu da sana soracağım soru ile ispat edeceğim. Söyle bakalım bu Milli
Kütüphane nerede? Dedim. O da düşünmeden:
- Ankara’da dedi. Ben kahkaha ile gülünce ona:
- Bak arkadaş,bu araştırmanın nereden aldığını belli ettiği
gibi,seninde aynı yanlış anlam içinde olduğun belli. Bu Milli Kütüphane
Çorum Milli Kütüphanesidir. Diyerek “Çorum 1997” kitabımdan bir tane ona
hediye ederken:
- Bu kitapta;seninde aynen okuduğun bilgi bulunmaktadır. Bu
kitaptan kütüphaneler bölümünde Çorum’da kütüphaneler bölümünde senin
okuduğun bölümün aynısı bulunmaktadır. Yalnız bunda Milli Kütüphane
değil Çorum Milli Kütüphanesi olarak yazılmıştır. Sizlerin yaptığı bu
konuşmaların metinlerini vermeden Milli kütüphane geçen yerlerin başına
Çorum yazmayı unutmayıver. Dedim.
Konuşmaların basılıp,basılmadığını bilmiyorum. Tarafıma
ulaşmadı. Yanlışlık düzeltildi mi ondanda haberim yok. Yaptığımız
araştırmalarımızda da “Görüntüsüz görünüm” yapmayalım. Kaynakları iyi
irdeleyelim. Yanlışlıklara sebep olmayalım.
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
|
|
KOLAY GELSİN
Belediyemiz yine Çorum’da faaliyette. Yağmur atıklarının
akacağı bir çalışmanın içerisinde.
16 Ekim 2004 tarihinde Bahçeli evler 1. caddeden başlayan
çalışma için bir diyeceğim var. Dikkate alınması hem belediyenin,hem de
biz mahalle sakinlerinin çıkarına.
|



Belediyemizin su atığı için yaptığı masrafı tekrar tekrar sokaklarımızı
kazarak hem kendisini,hem de bizleri yormasına gerek yok. Önerim
ise,resimde görüleceği gibi,bir genişlik mevcut. Bu genişliği bir metre
daha geniş tutarak dört köşe yada dikdörtgen prizma kesitinde insan
boyundan biraz yüksek bir beton menfez yapılarak,kazılan sokak veya
caddenin bütün alt yapıda bulunan aktarma organlarını bu menfezde
toplamanız daha yararlı olmaz mı ? Şu anda resimde gördüğünüz büzlerin
kapasitesi çok az gözükmekte; Melik Gazi tarafından gelen sel suyunu
kaldırması imkanı da yok. Bu büzlerden ancak çok az bir yağmur suyunun
akacağı ve geri kalan yağmur sularının ise yine asfalttan bizleri
rahatsız ederek akacağı gün gibi aşikardır.
Zaten
şimdi yapılan bu çalışma Bahçelievler 1. caddenin büyük bir probleminin
giderilmesi amacını taşıdığını biliyorum. Bu caddenin bir sakiniyim.
Burada bulunan kanalizasyon,1978 yılının konutlarına dahi az gelmekte
iken,bu konutların yerlerine 24 dairelik apartmanlar yapılarak iskana
açılmasına karşın,alt yapı kanalizasyonda bir değişiklik veya genişletme
işlemi yapılmadı. Ortalama yağan bir yağmurda bu caddede bulunan bazı
apartmanların bodrum katlarından fazla gelen yağmur suları kanalizasyon
suyu ile karışarak çıkmakta idi.
Yukarıda bahsettiğim menfezin
duvarlarına;doğalgaz,elektrik,su,telefon ve diğer hizmetlerin de Avrupa
ve Amerika’da olduğu gibi döşenmesi ve hatta,elektrik direklerinin
kabloları ve diğer bağlantı kollarının da yol kazılma işleminde planda
belirlenen iki apartman arası boşluğu ile açılarak yolun bir daha
kazılarak,hem işçilik,hem iş,hem vakit,hem de o civarda oturan
sakinlerin rahatsız edilmemesi için gerekli görüyorum.
Yapılacak menfez;bir bağlantı ana kanalı ile şehir dışına
çıkartılır ve alt yapı problemi bir seferde halledilmiş olur. Yeni
yapılacak altyapı hizmetlerinde bu menfezden rahatlıkla
faydalanılarak,daha modern bir alt yapı çalışması yapılmalıdır.
Benden söylemesi. Taktir ve çalışma Belediyenindir.
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
CUMHURİYET BAYRAMI
Bundan tam 81 yıl önce 29 Ekim’de Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.
Ülkemiz;önce dış ve iç hainler tarafından zayıf ve güçsüz
bırakılmıştı. Ülkenin idaresinde bulunan yetersiz kişiler Türkiye’yi
savaşa sokmuş,savaşta yenilen tarafta olması bahanesi ile vatanımız
istila altına alınmış,başta Anadolu,Ege,Marmara,Akdeniz,Güneydoğu
Anadolu düşman çizmeleri ile alenen işgal ve esir edilmişti. Ülke bir
önder bekliyor ve yeniden doğuşa hazırlanmak istiyordu. Samsun’dan
Anadolu’ya çıkan Türk Paşası bu görevi üstlenerek ileride Türkiye
insanlarının ATATÜRK’Ü olacak olan Mustafa Kemal’in işaretini
bekliyordu. Türk evlatları kadını,erkeği,yaşlısı,genci,fakiri,zengini
birlik oldular. İlk önce bütün ülke sathında meclis için üyeler
gelmesini istedi. Burada Türk Milletinin yapacaklarını kararlaştırdılar.
Alınan kararlar dahilinde yedi düvele kafa tutarak savaştılar,ülkesinde
bulunan çeşitli Avrupa işgalcilerini kanı pahasına ülkesinden attı.
Vatanını bütün olarak kurtaramadıysa da Misak-ı Milli sınırlarını
koruyabildi.
Ülkemin insanları savaştan yeni çıkmıştı. Anadolu
aç,yaralı,sermayesiz fakat Dünya’ya kafa tutarak özgürlüğünü kazanmış
olarak ayakları üzerinde duruyordu. Ülke bir bütün olmuş,Avrupa’ya bazı
tavizler vererek de olsa Hürriyetini kazanmıştı. Atatürk’ün, yoktan
kurduğu Türk Devletinin yapısını 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in
sağlam temelleri üzerine oturttu.
Ülkemizin en büyük Ulusal Bayramı Cumhuriyet Bayramı'dır. İlelebet
ve her 29 Ekim’i kutlarken Türk evlatlarının verdiği canları,döktüğü
kanları unutmayalım. Cumhuriyet Bayramını her kutladığımızda,her 29
Ekim’de coşkuyla kutlayalım,sonsuza kadar da kutlamalıyız.
Bizlere emanet olan bayramlar;atalarımızın Milli ve Kutsal
bayramlarımızı en içtenlikle ve gerektiği gibi kutlamalıyız. Bu
bayramların bizlere Ülke,Vatan,vatandaşlık, millet, birlik,
sevgi,saygı,hürmet,kuvvet,birbirimizi tanımak ve diğer dünya
birlikteliğini sağlamak için var edilmiştir.
Kutladığımız Cumhuriyet Bayramının adını aldığı Cumhuriyet idare
şekli sözlüklerde :Halkın egemenliğini doğrudan yada seçtiği temsilciler
aracılığı ile kullandığı devlet biçimidir. Cumhuriyet rejiminde iki
unsur çok önemlidir: a- İdare edilenler b- İdare edenler İdare
edenleri idare edilenler seçer. Bizler idare edilenlerin dikkat etmesi
gereken,fanatik olarak tuttuğumuz partinin değil,ilimize,ülkemize
faydası olanları seçerek onların idaresini seçmemizdir. Biz bu
seçtiğimiz kişilerle vereceğimiz görevleri de sonradan takip etmemiz
ülkemizin bekası için gereklidir.
Geçmiş olan 29 Ekim 2004 Cumhuriyet Bayramınızı candan
kutlarım.
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
ON KASIMLAR
İnsanoğlu çabuk unutan bir fıtratla yaratılmıştır.
Bundan fazla uzak olmayan birkaç beş yıl önceye kadar büyük
önderimizi ölüm yıldönümlerinde anılır,bir günlükte olsa yas
tutularak,bir sevilenin ardından anılmasını öğreten insani bir duyguyu
tüm ülkemiz yaşıyordu.
Doğum;ölüm insanların elinde olmayan bir olaydır.
Ülkemizin bu günlere gelmesini sağlayan Atatürk’te bir fani olarak
zamanı gelince öleceğini biliyordu. Ölümü,ömrü boyunca devamlı yanında
bulmuş,adeta onunla yaşamayı öğrenmişti. Hayat hikayesini incelerseniz
hemen hemen her zaman ölüm tehlikesi geçirmiş, Yüce Koruyucunun ona
verdiği ömür mucibince de devamlı ölümle bitecek olayları bertaraf etmiş
bulunuyordu. Zamanı gelince O’da vadesinin geldiği 10 Kasım 1938
tarihinde hayata gözlerini kapadı.
O’nu seven,sevmeyen herkes arkasından ağladı. O; bugün bile
girmek istediğimiz yedi düvelin karşısında ilkeleri ile karşı durmakta.
AT girmek için yedi düvel bu ilkeleri silme şartları öne sürülmekte.
Bizlerin kutsal saydığı değerleri yok etmeye çalışmakta. AT a üye
ülkelerin kendi kutsal saydıkları bütün doneler duruyor da,bizim kutsal
saydığımız değerlerimiz neden yok edilmeye çalışılıyor ? Maksat üzüm
yemek değil. Bağcı dövmek.
Keşke AT ülkemizi alsalar (!). Almayacaklar. Almak ta
istemeyecekler. İstemezler de. Bizleri oyalamaktan başka bir işlemleri
yok. Bizlerde safça bu vatlara inanıyoruz. Türkiye’yi alsalardı;Kıbrıs
problemi olarak ülkemizi saran,Kıbrıs Türkünü iki bölen oyunlara
girişmezlerdi. Orada bulunan genç kuşağı hemen iş ve aş sahibi yapılacak
diye kandırarak böldüler. Bu olaylara inanan gençler AT istedi. Yüce
Yaratan Türk’ü yine korudu,Kıbrıs Rum kesimine hayır dedirtirdi de
Kıbrıs’ta bulunan sınırlar şimdilik sabit kaldı. Yedi düvel Türkiye’yi
AT a almak isteseydi;Türkiye’yi Kıbrıs Rum kesimi ile birlikte AT a
alırlar ne Kıbrıs,ne fır hattı,ne kıta sahanlığı, Ne Ege, ne Kardak, Ne
de diğer itilaflar diyerek bir şey ortada kalmazdı. Bütün her taraf toz
pembe olurdu. Türkiye ile Avrupa birlik olur, kaynaşırlar bu kaynaşmada
problem olarak gözüken Kıbrıs’ta bulunan Türk Askeri problemi
olmaz,sınır itilafları yok olurdu. Kıbrıs için yeni bir umut var:Yeni
seçilen ABD başkanı İnşallah Kıbrıs’ı devlet olarak tanısında görün
gümbürtüyü.
Evet ülkemin insanları. Önce bizlere mozaik masalını
okudular,bizler de alıştık,sonra dinimize bulaşarak Dinin ne ? Diye
sorduğunun herkesi birbirine düşürdüler. Yok şusun,yok busun,yok şu
tarikattansın diyerek bizleri bölmeye çalıştılar,bazılarımız ayırdılar.
Şimdi de Azınlık hikayesini öne sürdüler. Neler olacağını yaşarsak
göreceğiz.
Binlerce kişinin ölümüne sebebiyet veren bir kesim bakalım
ileride neler yapacaklar. Bizlerin himayesinde beslettikleri Kuzey Irak
halkının Türklere karşı neler yapacağını göreceğiz. Bu şımarık çocuklar
daha başımıza ne gibi çoraplar örecekler. Bu tayfanın büyük
destekçilerinden birisi başımıza geleceklerin taktiri ilahisi olarak
tekrar seçildi.
Atam ! Sen vefat ettin. Rabbi’nin emri gereği bu dünyayı
terk ettin. Fakat Türkiye’yi terk etmedin. Kalbimizde yaşıyorsun. Seni
şöyle tanışan,böyle tanıyan,arkandan atan ülkenin insanlarına kızma.
Yaratan onları öyle yarattı. Sen de biliyorsun ki;bu ülkenin insanları
dolduruşa gelir gözükseler de bazı çıkarcılardan başkalarından başkaları
bölünmezler, ülkemize ihanet etmezler.
Bakalım Mevlâ’m neyler;neylerse güzel eyler.
Ömrümüz olursa,bu olumsuzlukları göreceğiz. İnşallah ben
yanılırım da elim ayağım tutarsa bir özür yazısı yazarım.
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
“İLİM İLİM BİLMEKDÜR”
Yunus Emre’mizin bir mısrasının başlangıcını başlık aldım.
Bizim ülkemizin Cumhuriyetten önce bu vatan topraklarında
yaşayan atalarımızın aynen bizler gibi Türk olduğu,bu Türk
topuluklarının her milletten,her ırktan,her dinden,her görüşten
şahısların ve topluluklarının yaşadığını ve bu topluluğa “Osmanlı
İmparatorluğu” denildiğini ve bu İmparatorluğun yanlış idarecileri
karşısında 1071’den Kurtuluş Savaşı dönemine kadar Kendisini Türk sayan
atalarımızın yaşadığı Vatan,ANADOLU. O günkü saltanatının aynen bu
günlerde ki gibi kendini,Vatanını,Milletini,Ulusunu bilmeyen ve kendine
aydın denen,yada aydın olduğunu zanneden kişilerden dolayı Kurtuluş
Savaşından önceki duruma geldiğini acaba bilmiyorlar mı ?
Atasına saygısı olmayan bu kesimler acaba atalarının Orta Asya’dan
gelmeyip,Avrupa’dan mı,Afrika’dan mı,Amerika’dan mı yoksa Arabistan’dan
mı geldiğini biliyorlar. Acaba yazılarında Atalarını karadıkça belli bir
kesimden payeler mi alıyorlar ? Yoksa bilmediklerinden mi söylüyor ve
yazıyorlar !
“İLİM İLİM BİLMEKDÜR
İLİM KENDÜN BİLMEKDÜR
SEN KENDÜNİ BİLMEZSİN
YA NİCE OKUMAKDUR”
Şimdi esas konumuza gelelim ! İlim.
Aşağıdaki bu ilimlerin neler olduğunu biliyor muyuz onu
sorayım ?
İlm-i ensab,ilm-i isnat,il-i kıhf,ilm-i menahic,ilm-i merya, ilm-i
mevcudat, ilm-i tabii, ilm-i tetkiki hutut, ilm-i ahval-i cevv, ilm-i
enva, ilm-i heyet, ilm-i nücum, ilm-i tevlid, ilm-i ruşeym, ilm-i
nebatat, ilm-i kelam ve akaid, ilm-i aruz, ilm-i bedi, ilm-i belagat,
ilm-i kafiye, ilm-i akvam, ilm-i hikmet, ilm-i mabatü-ül tabia, ilm-i
cerk-i eskal, ilm-i hiyel, ilm-i meraya-yı muhrika, ilm-i savt,ilm-i
hukuk, ilm-i idare, ilm-i iktisat, ilm-i rusum, ilm-i servet, ilm-i suri,
ilm-i tetbir-i menzil, ilm-i arz, ilm-i tabakatü’l arz, ilm-i kimya, ilm-i
edep, ilm-i imla, ilm-i iştikak, ilm-i lugat, ilm-i nahv, ilm-i cebr,
ilm-i hendese, ilm-i hesap, ilm-i meseha, ilm-i medeniyat, ilm-i edvar,
ilm-i müziki, ilm-i ahlak, ilm-i manevi, ilm-i ruh, ilm-i terbiye-i
etfal, ilm-i ahcar, ilm-i asar-ı antika, ilm-i beden, ilm-i elsine, ilm-i
ensac, ilm-i fıkh, ilm-i kıyafet, ilm-i tıbb, vb.
Size bir ipucu vereyim. Sadece bu ilimlerden bir tanesi din
ile ilgili ilimdir ki,bu yazıyı yazan adam acaba dinle ilgili ilimlerden
niye yazmamı yada;dinsiz mi diye bir zanda bulunmayasınız diye yazdım.
Şimdi atalarımızın bomboş oturduğunu iddia
edenler,atalarının nelerle uğraştıkların araştırılarsa bulduklarına
şaşarlar ve dona kalırlar. Yazılarında bilmediklerini yazılarında adeta
sırıtarak belli etmeleri ile de bu kişiler bilmemelerinin aynasıdır.
Şimdi Yunusumuzun dediği gibi önce kendimizi bilmezsek
okuduğumuz ilim,imim midir !
İlim babından atalarımız bizim bu gün kullandığımız batı
ilminden çok üstün bir bilim ve ilim erbabıydı. Atalarımızın ilmi ile
bugün girelim diyerek can attığımız birliğinin bu gün dahi Demokrasi ile
değil Krallıkla idare edilen kaç ülkesi olduğunu acaba biliyor muyuz ?
Acaba bu krallıkların kaç tanesinin kralının o ülkenin kiliselerinin de
başkanının o kral veya kraliçeler olduğunu biliyorlar mı ? Bizlere
demokrasi dersi verenlerin acaba önce kendi idarelerini Demokrasiye
geçirmelerinin ve sonra bizlere demokrasi hakkında havalar atmalarının
gerektiğini söylememiz abes mi ?
Evet sayın yazarlarımız. Bilenlerle bilmeyenler bir olmuyor.
Bilenler olmanız için hiç olmazsa bir ufak ansiklopediden yazdığınız
konuyu gagalamanız sizin için daha iyi olur diye düşündünüz mü ?
Yazılacak çok şeyler var. Fırsatımız olursa yazarım. Sizlerde
okursunuz. Geçmiş Ramazan Bayramınızı kutlarım.
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
MÜREKKEP YALAMAK
Bu deyimi pek çoğumuz duymuşuzdur. Duyduğumuz bu deyimin
tama olarak ne olduğunu pek bilenimiz de yoktur. Nasıl banyodan
çıkana,tıraş olana “saatler olsun” dediğimiz gibi duyduklarımızı
incelemediğimden kabullendiğimiz gibi bu temenniyi de yanlış biliyoruz.
Banyodan çıkana ve tıraş olana “SIHHATLER OLSUN” demeyi akıl etmeyiz.
Şimdi gelelim konu başlığına:
“MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimizi okumuş,yazmış kişiler için
yakıştırırız. Aslında bu deyim “HATTTAT”LAR için söylenen bir deyimdir.
Pek çok kişinin matbaanın Osmanlılarca ülkeye gelmesine engel
olunduğu zan ederek,atalarımızı hakız olarak suçlarız. İşin aslı
konumuzun içinde geçen hattatları korumak için yapılmış bir önlemdir.
Nasıl bu günlerde AT girmek isteyen ülkemizin insanlarına serbest
dolaşma hakkını kısıtlamaya kalkışan Avrupalılar gibi;Osmanlı da matbaa
ülkede faaliyete geçmesi ile,ülkede büyük bir kitle olarak bulunan
Hattatların ekmeklerinden olmaması sıkıntısı yatar.
Örneğin;şimdi bir arkadaş kitap yazarsa,kitabını hemen bulunduğu
ilde kitabı bastırarak sadece savcılığa bilgi vererek dağıtımını
yapabilir. Osmanlı döneminde bu denetim ülkenin tamamında yazılan
kitapların “Babı Ali”de bulunan denetim masasına ciltlemeden formalar
halinde yollanır,onay alınırsa hattatlarca çoğaltılarak bulunan il,ilçe
veya beldede okuyucuya tanıtılırdı.
Bu işlem nasıl olurdu ? Derseniz: örneğin; Çorum’da bir yazar kitap
yazınca kervana vererek İstanbul’a yollardı. Onayı alınan kitap için
Padişah tarafından kitabın değerine göre birkaç altından başlayan ve on
binlerce altını bulan para ile kitabın çoğalması için müsaade verilirdi.
İstanbul’la Çorum arasında bulunan kervanların konakladığı hanların
sahipleri gelen kervana kitap var mı ? Diyerek sorarlar,eğer kitap varsa
o hanın bulunduğu yerde bulunan hattatlar toplanarak formalar
bölüşülerek kervan sabah gitmeden hemen kopyaları çıkartılırdı. Bu işlem
İstanbul – Çorum arasında 11 konakta yapılırdı. Yani kitabın on bir adat
kopyası çıkartılırdı. Kervandan sonra hattatlar o yerleşim yerinin
ihtiyacı kadar sonradan çoğaltılırdı.
Diyeceksiniz ki;kitabı yazan müellifin bundan kar ne ? Derseniz:
Kitabı daha Çorum’a gelmeden on bir kopyası alınmış olarak tanıtılmış
olur. Kitap bu on bir konaktan diğer illerden gelen ve giden kervanlarca
alınarak kısa zamanda hattatlar tarafından ülkenin tamamına ulaştırılmış
olurdu. Ayrıca Padişah tarafından verilen para da o yazarın telif ücreti
olurdu.
Şimdi gelelim konu başlığına:
“MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimize. Osmanlı döneminde el yazması
kitaplar,hattatlar tarafından çoğu zaman çıra isi ile kendileri
tarafından yapılırdı. Çıra isine bal karıştırılarak mürekkebin hem
yapışıcılığı ve hem de parlaklığı sağlanırdı. Birde hattatların
kullandığı kağıtların kamış kalemin kaymasını sağlanmasını sağlamak için
aharlanırdı. Ahar da bildiğimiz tavuk yumurtasının akı idi. Bu ak samur
fırçalarla kağıtlara bir iki kat kurudukça sürülür,kağıt üzerindeki ak
kuruyunca da mühre taşı ile parlatılırdı. Mühre taşı da kaz yumurtası
büyüklüğünde mermer bir taş idi. Kağıtta bulunan fırça izleri ile
yumurta akının pürtükleri düzeltilerek bu gün kullandığımı kuşe kağıt
gibi yapılırdı. Şimdi amma anlattın be birader. Ne diyeceksen de
dediğinizi duyar gibiyim.
Hattat;bir harfi veya bir satırı yanlış yazınca acaba nasıl silerdi
?
Hattat yanlış kısmı DİLİ İLE YALAYARAK silerdi. Evet o zamanın
mürekkebinin silgisi insan oğlunun tükürüğü idi. Bu gün bile
kütüphanelerde bulunan el yazması kitapları okuyanların başında bir
görevli bulunur. El alışkınlığı ile sayfa çevirirken parmağını tükürüğü
ile ıslatıp kitabın sayfasını çevirmemesini istenir. Yüzlerce yıl önce
yazılmış el yazması kitaplar bu gün bile tükürük ile silinmektedir.
“MÜREKKEP YALAMAK” deyimimiz hattatlar için kullanılan bir
kelimedir.
Bu sıralarda Halil GÜLEZ ve Fatma SEVİLMİŞ arkadaşlarımız kitap
bastırma hazırlığındalar. Bizde hasbelkader onlara yardımda bulunarak
mizanpajını yapıyorum. şimdi onlar kitaplarının basılacağı heyecanı ile
yanıp tutuşarak muhakkak geceleri uykuları kaçıyordur. Bu arkadaşlarımın
kitabı basılıp ellerine geçince bütün sıkıntıları gidecek,yaptıkları
bütün masraflar gözlerinden silinecektir. Hemen ikinci kitaplarının
hazırlığına gireceklerdir. Bunlar mürekkep yalamazsalar da matbaa
mürekkebi kokusu tiryakisi olarak daha pek çok kitap bastıracaklardır.
Konuştuklarımızı bilerek konuşmak ve çıkacak kitabın yeni
baskılarının yapılması dileğimle.
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |