00 |
|
|
00ic |
|
01 |
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
|
MALUM ZATLARA
2
TAKDİM
Bir kitabın doğması, o kitabı
yazmaya kalkan kişinin amacına ve bilgi birikimine göre
değerlendirilmesi uygun olarak görülmelidir.
Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini
veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da
benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.
Bu çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış
olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı
göreceksiniz.
Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir
kitaptır; onu okumamız gereklidir.
Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar
veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar
veremeyiz.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
MALUM ZATLARA 3
Mahmut Selim GÜRSEL
1947 tarihinde babamın subay
olarak bulunduğu Erzurum'da bir at arabasında doğum evine
giderken doğmuşum. Babam Eminsu Ali Rıza Gürsel, annem ise
Fahriye hanımefendi idi.
İlkokula İskenderun'da başladım.
Ankara' da bitirdim. Ankara Yenimahalle Ortaokulunun birinci
sömestrsinde babamın emekli olmasından dolayı 1960 yılında
Çorum'a gelince Atatürk Ortaokuluna devam ettim. Babamın "oku da
oğlum ceketimi satar seni okuturum" diyerek bana yaptığı
nasihatleri ters tepki yaptı, okumuyorum diyerek okulu birinci
sınıfta bıraktım. Marangoz çırağı olarak Azmi Başar ustanın
yanına girdim. Askere gidene kadar ustanın yanında çalıştım.
1967 tarihin de askerlik dönüşü, Ankara Emniyet Müdürlüğüne
teknisyen olarak göreve başladım.
|
-
-
-
- GİT
- ▼
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
02 |
|
MALUM ZATLARA 4
-
Ortaokulu dışarıdan 2 yılda
bitirdim 1972 tarihinde
-
Polis Memuru olarak Ankara'da
çeşitli şubeler ve karakollarda çalıştım. 16 Eylül 1973
tarihinde Selma (Kurşuncu) Hanımefendi ile evlendim.
-
1978 yılında ayında naklen
Çorum İl Halk Kütüphanesine Memur olarak geçtim.
-
Dışarıdan Çorum Ticaret
Lisesini iki yılda bitirdim.
-
Kendi kendime Osmanlıcayı
öğrenmeye uğraştım, Hat sanatı ile biraz ilgilendim 150 ye
yakın Ser levham var, Çorum Güzel Sanatlar Galerisinde ve
Kütüphane salonlarında bu levhaları sergiledim.
-
03. 08. 1988 tarihinde İl Halk
Kütüphanesi Müdür yardımcılığına atandım.
-
1990 tarihinde kütüphanelerdeki
kitapların tasnifi ile ilgili 10 yıllık bir araştırmamı
"Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey) "kitap haline getirip
Kültür Bakanlığına sundum. Kitabımdan Türkiye'deki bütün
kütüphanelere dağıtılmak üzere 1000 adet satın aldılar.
-
1993 yılında Türkiye'deki bütün
kütüphanelerde bulunan " El Yazması" kitapların Ankara Milli
Kütüphanesine toplanma kararı veren Kültür Bakanlığına karşı
Çorumlu hemşerilerimi haber dar ettim, mahalli radyodan ve
gazeteler ile parti il Başkanlarını ile Millet Vekilimiz Adnan
Türkoğlu ve Belediye Başkanımız rahmetli Turan Kılıççıolu' nun
destekleri ile el yazma kitaplarımızın Çorum' da kalmasını
sağladım!
|
MALUM ZATLARA 5
-
Açık öğretim için üniversite
sınavlarına girip kazandım. İkinci sınıfta iken 25 Nisan 1994
tarihinde Tatvan Bitlis'e Müdür olarak tayinim çıktı, tayin
edildiğim yere gitmeyerek emekliliğimi istedim.
-
İlkokul sıralarında okuyarak
pilot olmanın düşlerini kurardım. Bu hayalim gerçekleşmedi. Şu
anda emekli memurum.
-
Marangozluk, oymacılık, Polis
Memurluğu, Memurluk ve idarecilik yaptım. Her çalıştığım
meslekte çeşitli önemli olaylar oldu ise de son çalıştığım
kurumda bence; en önemli bir hatıramı anlatmak istiyorum:
-
Kütüphanedeki çalışmalarım ve "
El Yazması Kitaplar"ın Çorum'da kalması için verdiğim çabalar
neticesinde Bitlis Tatvan’a tayin edilme olayım beni çok
yıktı. Fakat bu üzüntümün boş olduğunu zamanla gördüm.
Rabb’imin izni ile Hacca gitmek nasip oldu, iki kitap daha
yayımladım ve elinizde bulunan bu derginin çıkmasına vesile
oldum. Mesleklerin insanlara sağladığı maddi avantaj olarak,
evinizi geçindirecek, namerde muhtaç etmeyecek avantajından
başka, manevi olarak; sizin yaptığınız işlerle ilgili
karşılaştığınız problemleri değerlendirirseniz avantajların
neler olabileceğini hayat okulundan öğrenmiş oldum.
-
Yazı yazmaya beni kimse teşvik etmedi Kütüphane için
hazırladığım kitap beni yazmaya teşvik etti. Yazılarım
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
04 |
|
- MALUM
ZATLARA 6
-
- mahalli basında yayımlandı.
Yazılarımdan dolayı bir ödül almadım; fakat kitapları ve bu
dergi benim için en büyük ödüldür.
-
İdealim: Çorum'a tam teşekküllü
bilgisayar ortamında bir kütüphane kazandırmaktır. Bu idealim
yüzünden tayinim çıktı. Yayımlanmış dört çalışmam
bulunmaktadır. Bunlar:
-
" Alfabetik Onlu Tasnif
Fihristi (Dewey) ",
-
"Çorum'da Yatan Meşhur
Yatırlar",
-
"Çorum 97" ve
-
"Çorumlu 2000 Aylık Kültür
Sanat Tarih ve Edebiyat Dergisi 63 sayı basıldı ve Bu
sayfalardan Internet'te yayınlanmakta"
-
“Çorum 2002”
-
"Menakıb-ı Koyun Baba 2004
-
"Hacım 2007"
-
Bakanlığa sunulmuş; "Alfabetik
Türk ve Yabancı Yazarlar Fihristi" ve "Ne Nerede Başlıklı
Arama Fihristi" basım için hazır beklemektedir. Yazılarım
daha çok araştırma dalı ile makale türüdür. Tiyatro
çalışmalarım, şiir ve hikâye denemelerim bulunmaktadır.
-
Benim okuyucularıma
diyeceklerim şudur ki. Doğru bildiğiniz konuları savunun. Bu
savunmanız size belki tepkiler getirecektir. Bu tepkileri
inceleyerek doğru olup olmadığını araştırın.
-
- https://gurselyayin.com
corumlu2000@gmail.com
|
MALUM ZATLARA 7
Adnan İLHAN
-
Aslen Çorumlu olmakla birlikte, 1964
yılında İzmir’de doğdum,
-
Diyarbakır’da nüfusa kaydoldum.
-
İlkokulun ilk iki sınıfını İstanbul’da,
sonraki üç sınıfını da Merzifon’da okudum. Ortaokulu Çorum’da,
Liseyi ise Ankara’da bitirdim. Akabinde Hacettepe Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü’nden mezun
oldum.
-
İlkokul sıralarında hangi meslek dalına
atılmayı hayal ettiğimi hatırlamıyorum ama lise yıllarında
Müfettiş olmayı istiyordum.
-
Üniversite sonrasında, Allah nasip
etti, bu isteğim gerçekleşti. Liseyi bitirdikten sonra
çalışmaya başladım. Üniversiteyi de çalışarak okudum. Çok
farklı işlerde çalışma imkânı buldum.
-
Son çalıştığım işte başımdan
geçen en önemli olay; 21 banka şubesi olan bir ilde daha iki
yılımı doldurmadan en eski 8 banka müdürü içerisinde yer
almamdır.
Bankacılık, itibarı kadar, stresi
de yüksek bir
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
06 |
|
MALUM ZATLARA 8
- meşgaledir. İleri zekâ
gerektirmemekle birlikte, pratik zekâ gerektirir. Şahsen ben,
insanları tahlil etme gibi bir “zevke”, bir o kadar da “derde”
sahip olanlara tavsiye ederim.
-
Müfettişlik yaptığım dönemde epeyce
rapor yazdığımdan yazı yazmaya yatkınlığım vardı. Yazdığım
raporlarda da standart rapor tekniğinin dışına çıkmayı
seviyordum. Fakat sonradan Şube Müdürlüğüm döneminde Genel
Müdürlükle yıldızlarımızın barışık
değil de karışık olması neticesinde; Genel Müdürlüğe yazılan
yazılar ve onların yazılarına cevabi yazılarla külliyatlı bir
yazı koleksiyonuna sahip oldum. Aynı süreç beni, amatör olarak
şiir denemelerine de sevk etti. Tabii ki başlangıçta biraz
Necip Fazıl, biraz da Neyzen Tevfik üslubuyla. Bu arada
yayınlanmamış, ancak yakın çevreme verdiğim yazılar da
mevcuttu. Özetlersem, ilk yazılarım, önceki çalıştığım kurumun
muhaberat kayıtlarındaki yazılardır.
-
Yazı yazmamdan dolayı aldığım tek ödül,
Çorumlu 2000 dergisinin “1.sayfasındaki “Bu sayıya yazı ve
reklam vererek katkıda bulunanlara Gürsel Yayınevi teşekkür
eder” ibaresidir.
-
Büyük emellerim yok. Tamah ve hırs
sahibi de değilim. Makam ve mevkii de fazla önemsemiyorum.
Ancak, her işimde, yaptığım işi iyi yapmaya çalıştım. Bulunulan
makamın Sabancı Center’ın en üst katı gibi
değerlendirilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum.
|
MALUM ZATLARA 9
-
Çünkü böyle değerlendirme yapanların bulundukları makamdan
inişi epeyce acı oluyor. Bu yüzden ben, bulunduğum yerleri hep
zemin kat olarak gördüm ve inerken hiç “ağrı” ve “sancı”
duymadım.
-
Tekâmül kaygısı duyuyorum, terakki
etmeye çalışıyorum, iki günümün aynı olmamasına gayret
ediyorum. Özellikle bu dönemde en büyük erdemin “dik durmak”
ve “mert olmak” olduğunu düşünüyorum. “Sabun köpükleri” ve
“muz kabukları” arasında buna çalışıyorum.
-
Ve
-
Başımı dik tutmaya,
-
Temiz dürüst kalmaya,
-
Hayır, dua almaya,
-
Ben Allah’a söz verdim.
-
Sözümü tutmaya gayret ediyorum.
-
Çorum ekonomisi ile ilgili “Bir Başka
Açıdan Çorum” isimli çalışmam Çorum Hakimiyet Gazetesinde
yayınlandı, ancak kitap halinde basıl(a)madı. Belirli bir
konuda yazı yazmak gibi bir kaygı duymuyorum. Aklımın yettiği,
dilimin döndüğü konularda yazmaya çalışıyorum.
-
Profesyonel bir yazar değilim. Çorumlu
2000 Dergisi dışında, bir çalışmam ve birkaç yazım Çorum
Hakimiyet Gazetesinde, bir yazım da Türkiye Gazetesi bölge
ekinde yayınlandı.
-
Yayınevimizin basılmış ve sanal yayınlanmış dergilerinde
yazıları bulunmaktadır
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
08 |
|
MALUM ZATLARA 10
-
-
Adamın biri kendini tavuk sanıyormuş.
Doktor kontrolü altına alınmış, uzun ve yoğun tedavi sonunda
adam, doktora tavuk değil insan olduğuna artık inandığını
söylemiş ve teşekkür ederek doktorun
-
odasından çıkmış. Fakat kapıdan geri dönmüş ve doktorun yanına
gelerek: “Doktor Bey, ben tavuk değilim tamam ama bunu
dışarıdaki horozlar da biliyor mu? Diye sormuş:
-
Tahlil ve Netice:
-
1) Adam tavuk olmadığına tam olarak
inanmamış veya ikna edilememiştir. Çünkü tavuk değil adam
olduğuna inanan bir adamın dışarıdaki insanları horoz olarak
görmesi mümkün değildir. Buradan, adamın tavuk statüsünü
değiştirmemek konusunda güçlü bir
statükocu tavır gösterdiği sonucu çıkmaktadır ki bu sorun
aşılması güç bir sorundur. Çünkü bu tavır sahipleri genellikle
yanlış statükoyu savunmayı tutarlılık olarak
değerlendirmektedir.
-
Burada şu husus önemlidir: Adam tavuk
olmadığını
-
dışarıdaki horozların bilip bilmediğini, doktora tedavi
|
MALUM ZATLARA 11
-
esnasında veya tedavi sonrasında sormamaktadır. Tedavinin
neticesindeki son görüşmede doktora insan olduğuna artık
inandığını söyleyerek teşekkür etmektedir. Bu soruyu, doktorun
yanından ayrıldıktan bir müddet sonra kapıdan geri dönüp
tekrar doktorun yanına gelerek sormaktadır. Adamın bu soruyu
tedavi esnasında veya sonrasında sormamasının muhtemelen
sebebi tavuk olmadığına inanmamasına rağmen doktordan
çekindiği için soramamasından kaynaklanmaktadır.
-
Burada şunu da belirtmek gerekir ki;
adamın soruyu; sonra sorması, gecikmiş bir sorma eylemi
olmasına rağmen hiç sormamasından daha cesaretli bir eylem
olması nedeniyle takdire şayandır. Çünkü adam; soruyu hiç
sormasaydı, her an kendisine taciz ve tecavüzde bulunacağını
zannettiği horozların yoğun stresiyleyaşamak mecburiyetinde
kalacaktı.
-
2) Adam, tavuk olmadığına tam olarak inanmamakla
birlikte, tavuk olduğuna da tam olarak inanmamaktadır. Çünkü
adam, horozları tavuklara taciz ve tecavüzde bulunan varlıklar
olarak değerlendirmektedir. Hâlbuki gerçekte horozların ve
tavukların birbirleriyle münasebeti böyle değildir. Horozlar
arasında tavuklara cinsel taciz ve tecavüzde bulunan ahlaksız
ve sapık horozların bulunduğu kabul edilse dahi tüm horozları
bu bağlamda değerlendirmek
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
10 |
|
MALUM ZATLARA 12
-
yanlıştır. Bu yanlış değerlendirme, genelleme hatasından
kaynaklanmaktadır.
-
Erkek düşmanı aşırı çağdaş insan-kadın
feministler gibi, horozları düşman gören aşırı çağdaş feminist
tavukların var olduğu düşünülse dahi bu durumun bir sapma
olduğu açıktır. Bu nedenle adamın tavuk kimliği de kişiliğinde
tam olarak yerleşmemiştir.
-
3) Adamın kendini tavuk olarak görmesi
bir sapmadır. Bu sapma doğuştan gelmemektedir. Sonradan
olmadır. Çünkü doğar doğmaz kımız içmek istediğini söyleyen
bebekler halk destanlarında geçmekle birlikte, doğar doğmaz
kendini civciv veya tavuk sanan
bebeklere rastlanılmamıştır. Bazı çocukların ve yetişkinlerin
zaman zaman tavuk taklidi yaptıkları bir hakikat ise de bu
durum sapma değil, oyun veya latife maksadıyla yapılan bir
roldür.
-
Başlangıçta insan; olan bir canlının
sonradan kendisini tavuk görmesi aslında başlangıçtaki insan
kimliğinin kişiliğinde tam olarak kabul edilmediği anlamına
gelmektedir. Çünkü kimliği kişiliğinde yerleşmiş bir insanın
kendisini sonradan tavuk sanması
mümkün değildir.
-
4) Adamın kendisini horoz olarak değil de tavuk
olarak görmesi de ilginçtir. Çünkü cinsiyet olarak adamın,
tavuk-horoz ikilisindeki karşılığı horozdur.
-
|
MALUM ZATLARA 13
-
Fakat adam, kendisini tavuk olarak görmektedir. Yani adamın,
insan kimliğinin kişiliğinde tam olarak yerleşmemesinin
ötesinde, adam kimliğinde de problemi olduğunu söylemek yanlış
olmasa gerektir. Muhtemelen sapma öncesinde adam, insan olarak
kendisini kadın kimliğinin özelliklerine yakın görmekteydi.
Belki de sapmanın önemli sebeplerinden birisi de buydu.
-
5) Bir adamın kendisini, olmadığı tavuk
olarak görmesi, olduğunu sandığı tavuğun özelliklerine sahip
olmadığından, mantık bütünlüğü içerisinde cevaplaması mümkün
olmayan soru ve sorunlar nedeniyle ciddi problemler ve
sıkıntılarla karşı karşıya kalması
neticesini doğuracaktır. Bazı soru ve sorunları tevil etmesi
mümkünse de (örneğin burnunu gaga, kollarını kanat, olarak
tevil edebilir.
-
Yapılması muhtemel tevillerin tavuk
mantığı ile mi, yoksa adam mantığı ile mi yapılacağı da ayrıca
incelenmesi gereken bir sorundur) tevili imkânsız soru ve
sorunlarla karşılaşacaktır. (Örneğin burnunu gaga ile tevil
etmesi mümkün iken ağzını ne ile tevil edecektir. Bazı
yiyecekleri ellerini kullanmadan yiyebilirse de ellerini
kullanarak yediği yiyecekleri nasıl tevil edecektir.
Yumurtlaması mümkün olmadığına göre yumurtlamayan bir tavuk
olarak aşağılık
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
12 |
|
MALUM ZATLARA 14
-
kompleksinin yarattığı bir takım psikolojik sorunlarla da
karşılaşması muhtemel olacaktır.)
-
6) Burada doktorun çok önemli hataları
görülmektedir. Bu hatalar hem teşhiste hem de tedavidedir.
Doktor adamın sadece kendisini tavuk sandığını düşünerek
teşhis hatası yapmıştır. Hâlbuki
adam kendisini tavuk sanmakla birlikte çevresinde de taciz ve
tecavüze hazır horozların bulunduğunu düşünmektedir. Tabii
burada doktorun cinsiyetini ve adamın doktoru tavuk mu, yoksa
horoz mu olarak gördüğünü bilmiyoruz. Muhtemelen adam,
insan-kadınları horoz olarak değerlendirmemektedir. Olsa olsa
tavuk olarak değerlendirmektedir. Fakat adamın, tüm adamları
mı, yoksa bazı adamları mı horoz olarak değerlendirdiğini de
bilmiyoruz.
-
Adam tüm adamları horoz olarak görüyor
ve doktorda cinsiyet olarak erkek ise doktora doktor diye
hitap ettiğine göre horozlar içerisinde de doktorların
olduğunu düşünmektedir. Yine bilmediğimiz bir konu horoz
olarak gördüğü adamlarla, gerçekte horoz olan
horozlar arasında bir fark gözetiyor mu, gözetiyorsa nasıl bir
fark gözetiyor? Bunu da bilemiyoruz.
-
Doktor teşhisteki bu hatasından dolayı tedavi yöntemi olarak
sadece adamın tavuk olmadığına
|
MALUM ZATLARA 15
-
kendisini ikna etme yolunu seçerek de hatalı davranmıştır.
Hâlbuki doktor, adamın çevresinde gördüğünü zannettiği
horozların gerçekte horoz olmadığı, kendisine taciz ve
tecavüzde bulunmayacakları hususunda da tedavide bulunmalıydı.
-
Doktorun, adamın dışarıdaki horozları,
tedavi esnasında veya sonrasında değil de kapıdan döndükten
-
sonra sorması hususunda da hatası vardır. Çünkü birinci
maddede incelendiği gibi adam, muhtemelen doktordan
çekinmiştir. Doktorun adama karşı, çekinilecek tavırlar
sergilediği için hatası olduğu gibi, adamın statükoculuğundan
kaynaklanan tasdikini gerçek tasdik zannederek de hatalı
davranmıştır. Bu kadar hatası olan bir doktor, kesinlikle
liyakatsiz bir doktordur. Hem teşhisi hatalıdır hem de tedavi
yöntemi. Doktorluğuna derhal son verilmelidir.
-
Netice: Bir adam hür iradesi ile tavuk
olmak istiyorsa buna insanların itiraz etme hakkı var mıdır?
Olmaması gerekir. Acaba Tavuk statüsünün, adam statüsünden
daha alt seviyede bir statü olduğu iddia edilerek onu adam
statüsüne zorlamak doğru olur mu?
-
Olmaması gerekir. Çünkü adam, bu statüyü hür iradesiyle
seçmiştir.
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
14 |
|
MALUM ZATLARA 16
Kimsenin, kimseye statü dayatma hakkı
yoktur. Fakat burada şu soru çok önemlidir. Adamın tavuk olması
mümkün müdür? Yani fiiliyatta tavuk olabilir mi? Bu soruya
olumlu cevap vermek mümkün değildir. Çünkü bir adam kendini
tavuk sanabilir ancak tavuk olamaz. Tavuk olamaz ama kendisini
tavuk sanıyorsa,
tavuk mantığına sahip olabilir ki bu tavuk olmaktan da daha
vahim bir durum olur. Olmadığı ve olamayacağı yanlış statükoyu
ısrarla savunur, tekamülden, tefekkürden, terakkiden nasipsiz
olur, iki omzunun üzerindeki yuvarlak cismin içindeki cevherden
bihaber olur, onu patates çuvalı zanneder.
|
MALUM ZATLARA 17
-
-
-
Epey emek verdiğim bir çalışmam Çorum
Hakimiyet gazetesinde yayınlandı.
-
Aynı gazetede birkaç köşede de yazım
çıktı.
-
Bu yazı, Çorumlu 2000 dergisinde
yayınlanan ikinci yazım.
-
Bunları şunun için yazıyorum:
-
Şahsıma sabit bir köşe tahsis edilmese
de, Düzenli olarak yazmasam da, neticede birkaç köşede
yazılarım yayınlanıyor.
-
Ancak!..
-
Garip bir durum var.
-
O da şu:
-
Ben, bir köşede yazınca, maddi olarak
dört köşe olacağımı zannediyordum. Böyle bir şey olmadı. Çok
satan gazetelerin köşe yazarlarına bakıyorum, 40-50 bin dolar
ücret alıyorlar.
-
Diyeceksiniz ki; senin yazdığın yayın
organlarının trajı, onların yazdığı yayın organlarının trajı
kadar mı?
-
Değil, tamam ama bizim gibi naçizane
yazmaya
-
çalışanların da hiç olmazsa birkaç bin dolar gibi cüz’i bir
ücret alması gerekmez mi?
-
Bence gerekir!
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
16 |
|
MALUM ZATLARA 18
-
Böyle bir gereklilik olmasına rağmen
yayın
-
organlarımızın değerli yöneticileri tarafından bu konu
mevzubahis dahi edilmiyor.
-
Bu sebeple ben de durumu Basın
Konseyi’nin tatlı
-
Başkanı Oktay Ekşi Bey’e intikal ettirmeyi düşünüyorum.
-
Daha da önemli bir başka husus var:
-
Değerli hemşerilerimiz tarafından, bize
bir teşekkür dahi çok görülürken, Birçok gazeteci yüksek
maaşlarının dışında, tanındıkları için çeşitli avanta(j)lara
sahip oluyorlar.
-
Bizzat şahidi olduğum bir örnek vermek
istiyorum:
-
Bankacılık kesimine yakın olanlar
bilirler; Bir dönem belli bankalar, belli şahıslara çok uygun
vadelerde ve çok uygun faizlerle kredi verdiler.
-
Bu kredileri kullananların önemli
bölümü, milletimizin değerli bir kısım milletvekilleri ile
güzide basınımızın saygıdeğer bazı gazetecileriydi.
-
İşin daha ilginç tarafı bu kredilerin
büyük bölümü tahsil edil(e)medi ve o belli bankaların zarar
hanelerine yazıldı.
-
Çünkü bu zatlar çok iyi tanınıp,
bilinmeleri ne rağmen nasıl olduysa(!) takip edil(e)medi.
-
Banka Müfettişliği yaptığım dönemde,
ünlü
-
gazetecilerden birinin tahsil edil(e)meyen kredisine,
|
MALUM ZATLARA 19
-
bizzat şahidim. O sıralarda da ünlüydü ama şimdi daha da ünlü.
Bu aralar çok satan bir gazetede başyazar. Televizyonda
program yapıyor. Çeşitli durumlarda gözlemde bulunan civa
gibi bir
-
gazeteci.
-
Tabii ki günün anlam ve önemine binaen
rot-balanscı!
-
Teftişte bulunduğum sırada, dosyası
önüme geldiğinde bir hayli şaşırmıştım.
-
Çünkü dava takip bülteninde
hatırlayabildiğim kadarıyla mealen, şunlar yazılıydı:
-
İkametgâhı tespit edilemediği ve
mahallinde de
-
tanınmadığından kredinin tahsil kabiliyeti yoktur.
-
Şimdi,
-
Durum böyleyken,
-
Siz çıkacaksınız,
-
Dürüstlük edebiyatı yapacaksınız,
-
Millete ahlak dersleri vereceksiniz,
-
Memleketin makus talihini düzeltmek
için, rot-balans tavsiyelerinde bulunacaksınız.
-
Olur mu?
-
Olur!
-
Çünkü İnsanlar;
-
Layık oldukları şekilde yönetildikleri
gibi,
-
Layık oldukları şekilde de yönlendiriliyorlar.
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
18 |
|
MALUM ZATLARA 20
-
-
TEMAŞA-MALUM ZATLARA NASİHAT-
-
MUKADDİME
-
-
-
Ciddi meseleleri, ciddi tarzda ifade
etmeye çalıştık. Ama anlatamadık.
-
Yine ciddi bir meseleyi ele almaya
çalışacağız.
-
Fakat bu sefer mizahi tarzda! Hem de;
kara mizah.
-
Kim bilir: Belki anlatabiliriz.
-
Kur’an-ı Kerim’de geçen, mesh edilen,
aşağılık maymunlar olun (2/65,7/166) denilen insanlar var.
-
Ancak bu yazının konusu bu değil.
-
Allah, bazı insanları, onların
davranışlarını ve yaptıkları yüzünden başlarına gelenleri
bazen hayvanlara, bazen bitkilere, bazen de tabiat olaylarına
teşbih ederek (benzeterek) misaller veriyor.
-
Ancak bu yazının konusu bu da değil.
-
Bu değil dediğimiz konuları nasip
olursa başka yazılarda incelemeye çalışacağız.
-
Allah, Tin Suresinde: İncir, Zeytin,
Sina Dağı ve güvenli belde (Mekke) üzerine yemin ederek diyor
ki:
-
“Biz insanı en güzel şekilde yarattık
(894/4)”
-
Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık.
(85/5)”
-
-
Burada bir hususa dikkatinizi çekmek
isterim.
|
MALUM ZATLARA 21
-
Yukarıda iki ayet peş peşe
zikredilmektedir. Yani; En güzel şekilde ( ahsen-i takvim )
yaratılan,
-
yaratılanların en şereflisi (eşref-i mahlûkat) olan insan ile
en aşağısı (esfel-i safilin) olan insan arasında ince bir
çizgi var. İnsan; ahsen-i takvim olarak yaratılmasına rağmen,
fiil ve davranışlarıyla esfel-i safiline düşüyor.
-
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ince
çizgi sebebiyle de ahsen-i takvim ile, esfel-i safilini ayırt
etmede zaman, zaman güçlük çekiyoruz.
-
Kimler esfel-i safilindir?
-
Bazen çok iyi zannettiğimiz bazı
insanların aslında öyle olmadıklarını sonradan anlıyoruz.
-
Bazen de ömür boyu anlayamıyoruz.
-
Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Şerif’ler
de bunların
-
özellikleri ile pek çok ip uçları veriyor.
-
Ancak bu yazının konusu bu da değil.
-
Şu kadarını söylemekte yarar var:
-
Bu malum zatlar;
-
Her partide bulunurlar, ama partileri
yoktur.
-
Her ideolojide bulunurlar, ama
ideolojileri yoktur.
-
Her meşrep de bulunurlar, ama
meşrepleri yoktur.
-
Her mekânda bulunurlar, ama mekânları
yoktur.
-
Kıvraktırlar,
-
Esnektirler,
-
Popülisttirler,
-
Oportünisttirler,
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
20 |
|
MALUM ZATLARA 22
-
Tevili çok severler,
-
İyi oyuncudurlar, ancak; hep esas
oğlanı oynarlar.
-
Zahirde (görünürde) bazısı çok dindar,
bazısı hiç inanmazlar,
-
Ama bâtın da (içyüzünde), aralarında
hiçbir fark bulunmaz.
-
Bu yazı; ahsen-i takvim ile eşref-i
mahlukata layık olanları ve olmaya çalışanları,
-
Tenzih ve tebrik ederek,
-
Muhabbetle selamlama,
-
Esfel-i safiline layık olanları ve
olmaya çalışanları,
-
Teşbih ve tenkit ederek,
-
Kara mizah tavsiyelerde bulunma,
amacına matuftur.
-
Hâlâ; kim bunlar?
-
Kim oldukları,
-
Teşbih edilenleri teşhis etmenize
bağlı?
-
Birkaç ipucu:
-
Yoksa, kalplerinde hastalık olanlar,
Allah’ın onların kinlerini dışarı vurmayacağını mı sandılar?
(47/29) Eğer dileseydik, Biz onları sana gösterirdik; sen de
onları yüzlerinden tanırdın. And
olsun ki; sen onları konuşmalarından da tanırsın. Allah
işlediklerinizi bilir (47/30)
|
MALUM ZATLARA 23
-
Onlara baktığın zaman cüsseleri
hoşuna gider;
-
konuşurlarsa sözlerini dinlersin, tıpkı sıralanmış kof kütük
gibidirler... (63/4)”
-
-
NOT: Bu kısa Mukaddimeyi (girişi) uzun bulanlar var ise;
bir de İbn Haldun’un Mukaddimesine bakmalarını sağlık
veririm.
-
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
22 |
|
MALUM ZATLARA 24
-
SAYIN MALUM ZATLAR!
-
-
Her gördüğünüz sakallıyı,
-
Büyük babanız sanmayın.
-
Sakal,
-
Sadece büyük babanızda bulunmaz.
-
Büyük babanız haricinde de
-
Sakallılar mevcuttur.
-
Bir sakallı gördüğünüzde,
-
Önce;
-
Ayaklarına bakın.
-
Eğer dört ayaklıysa,
-
Tamam!
-
O sizin büyük babanızdır.
-
-
Herkesin
-
Belli zamanlarda,
-
İhtiyaçlarını gidermesi tabiidir.
-
Ancak;
-
İcra mekânını iyi seçmek gerekir.
-
Siz,
-
İhtiyaç gidermek için,
-
Camii duvarına yaklaşmayın.
-
Çünkü....
-
Taşları bağlamış olsalar da,
|
MALUM ZATLARA 25
-
Sopalar ve oklavalar,
-
Açıkta bulunuyor olabilir
-
-
Bir şeyler olmak sizin de hakkınız.
-
Ancak;
-
Seçimde dikkatli olmak gerekir.
-
Yani; Hemen,
-
Bir an önce,
-
Bir baltaya sap olmaya çalışmayın.
-
Çünkü...
-
Sap olmaya çalıştığınız şey, neticede bir baltadır.
-
Kendilerini kesen baltaya,
-
Ağaçlar bile;
-
Balta, balta da sapı bizden olmasa demektedirler.
-
Kaldı ki;
-
Bir baltaya sap olmaya çalışırken,
-
Bir sapa kazma olma riski de bulunmaktadır.
-
-
Armudun iyisini seven malum canlıyla,
-
Fotoğraf çektirirseniz,
-
Fotoğrafın arkasına mutlaka,
-
Sağdaki ben,
-
Veya,
-
Soldaki ben diye bir not düşün.
-
Çünkü...
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
24 |
|
MALUM ZATLARA 26
-
Fotoğrafa bakanlar,
-
Resimdekilerden hangisinin,
-
Siz olduğunu çıkartamayabilirler.
-
Bu durumda,
-
Malum Canlı ya,
-
Büyük bir haksızlık yapılmış olur.
-
-
Her şeyde,
-
-
Büyüklük iyidir zannedip de,
-
Kendinizi büyük göstermeye çalışmayın.
-
Sizin küçüklüğünüz,
-
Bizatihi büyüklüğünüzdür.
-
Çünkü...
-
Salatalığın küçüğü makbuldür.
-
-
Su hayattır,
-
Ferahlıktır.
-
Ancak;
-
Sizin için değil.
-
O halde,
-
Dereyi görünce paçanızı sıvamayın.
-
Çünkü;
|
MALUM ZATLARA 27
-
Akan su pislik tutmaz.
-
Dostlarınıza ihanet etmeyin.
-
Bu sebeple,
-
Gösteriş için de olsa,
-
Hacca gitmeyiniz.
-
Çünkü...
-
Haccın farzları arasında,
-
Şeytan taşlamak da mevcuttur.
-
Bu farzı yerine getirmeye çalışırsanız,
-
Şeytan;
-
Size:
-
Sen de mi dostum diyecektir.
-
-
Seyahat etmek,
-
Herkes gibi,
-
Sizin de hakkınız.
-
Nereye gideyim? Diye düşünmenize gerek yok.
-
Tereddütsüz, Hindistan’ı tercih edin.
-
Çünkü...
-
En fazla saygı ve itibarı orada göreceksiniz.
-
-
Sürekli oturacağınız yer
-
Sizin ikametgâhınızdır.
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
26 |
|
MALUM ZATLARA 28
-
Seçerken hata yapmamalısınız.
-
Mutlaka ve daima,
-
Demiryollarına yakın yerlerde ikamet edin.
-
Çünkü...
-
Bakacağınız trenler,
-
Sadece demiryollarından geçerler.
-
-
Yükseklik korkusu olanlar için,
-
Uçmanın,
-
Hayali bile kâbustur.
-
Ancak;
-
Bu korku sizin için,
-
Sadece bir komediden ibarettir,
-
Uçmaktan korkmayın.
-
Uçun!
-
Çünkü...
-
İnsan uçamaz.
-
Fakat...
-
Siz,
-
Rahatlıkla uçabilirsiniz.
-
-
Evlenin,
-
Yuva kurun.
-
Çokluğunuzda bolluk vardır.
-
Ancak!
-
Söğüt dalına,
|
- MALUM
ZATLARA 29
-
-
Yuva yapmaya çalışmayın
-
Çünkü...
-
Söğüt dalına yuva yapmanız,
-
Türkülerde söz konusu edilmekle birlikte,
-
Hakikatte mümkün değildir.
-
O türküye inandığınız takdirde,
-
Bastığınızda kırılan söğüt dalı,
-
Size başka bir türkü söyletecektir.
-
Haa!
-
Bir de,
-
Sineklere dikkat edin!
-
-
İstediğiniz yere gidin,
-
İstediğiniz yerde dolaşın,
-
Ancak,
-
Her şey zamanında yapılmalı.
-
Sakın ha!
-
Şaşırıp da,
-
Büyümeden dışarıya çıkmayın.
-
Çünkü...
-
Küçükken başınızı ezebilirler.
-
-
Biliyorum,
-
Çok zor.
-
Ancak,
-
Mutlaka, Boynunuzu düz tutmaya çalışın.
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
28 |
|
MALUM ZATLARA 30
-
Çünkü...
-
Neden eğri olduğunu sorabilirler.
-
Sizin,
-
Bu soruya verebileceğiniz tek cevapınız,
-
Yalnızca,
-
İki kelimelik bir sorudan ibaret olacaktır.
-
-
Okuyun!
-
Öğrenin!
-
İlminizi, irfanınızı artırın.
-
Ancak;
-
Tahsilinizin,
-
Her şeyi hallettiğini zannetmeyin.
-
Çünkü...
-
Tahsil cehaleti alır,
-
Siz,
-
Yine baki kalırsınız.
-
Herkes şarkı söyleyebilir.
-
Ancak,
-
Herkesin sesi güzel değildir.
-
Bir de;
-
İki işi bir arada yapmak,
-
Herkesin harcı değildir.
|
MALUM ZATLARA 31
-
Meselâ,
-
Amerika’nın eski Devlet Başkanı J. Carter,
-
Sakız çiğneyerek merdiven inemezmiş.
-
Siz de;
-
Sakın ha!
-
Sesinizin güzel olduğunu söyleyenlere kanıp da,
-
Peynir yerken,
-
Şarkı söylemeye çalışmayın.
-
Çünkü...
-
Ağzınızdaki leziz peyniri düşürürsünüz,
-
Başkaları kapar.
-
İlla da şarkı söylemek istiyorsanız,
-
Hamamda, tek başınıza,
-
Ağzınız boş iken söyleyin.
-
-
Arkadaşlarınızla uzak yerlere gitmek isteyebilirsiniz.
-
Bu durumda,
-
Bir taşıt aracına ihtiyacınız olacaktır.
-
Her arabanın boyutu,
-
Cüssenizle mütenasip değildir.
-
Dört arkadaş bir arabaya sığabilmeniz için,
-
En uygun taşıt aracı,
-
Wolswagen’dir.
-
Çünkü...
-
İkiniz ön koltuğa,
-
Diğer ikisi de,
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
30 |
|
MALUM ZATLARA 32
-
Arka koltuğa olmak üzere,
-
Rahatlıkla sığarsınız.
-
-
Biliyorum,
-
Kervanlara karşı,
-
Su-i zan sahibisiniz.
-
Çok da kızıyorsunuz.
-
Ancak;
-
Her kervan gördüğünüzde,
-
Bağırıp çağırmayın.
-
Çünkü...
-
Bağırıp, çağırmanız,
-
-
Kervanın yürümesine,
-
Engel olamayacaktır.
|
MALUM ZATLARA 33
-
KESİN ÇÖZÜM
-
-
Partilerin il başkanları, partileri
iktidara geldiğinde otomatik olarak” İlin Her şeyinden Sorumlu
Devlet Bakanı” olmalıdırlar ve tüm yetki onlara verilmelidir.
-
İktidar ne demektir?
-
Güç demektir.
-
Güç ise kullanılmadığı takdirde bir
anlam ifade etmez.
-
Mademki millet partiyi iktidar
yapmıştır,
-
Mademki, millet, partiye teveccüh
göstermiştir,
-
Bu güç kullanılmalıdır.
-
Bu da yetmez...
-
Kollar sıvanmalı, milletin karşısına
geçmeli ve bu gücün nasıl kullanıldığı anlatılmalıdır. İktidar
gücü kullanılırken direnç gösteren, direnmeye yeltenen
-
“asi”lerin kulakları çekmekle yetinilmemeli, kulakları
koparılmalıdır. Çünkü:
-
Onlara müsamahakâr davranmak, diğer
potansiyel asilere
-
örnek teşkil edecektir.
-
Parti teşkilatlarıyla uyum sağlayamayan
daire müdürlerine, bir gün dahi tahammül edilmemelidir.
-
Çünkü Parti teşkilatları ‘seçilmiş”ler den müteşekkildir.
-
Daire müdürleri ise “atanmış”tır. Zaten; “Atanmış”ları da,”
seçilmiş”ler atamıştır. Milletin seçtiği temsilcilere uyum
sağlayamamak ne demektir?
|
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
32 |
|
MALUM ZATLARA 34
-
-
Büyük saygısızlık,
-
Büyük sorumsuzluk demektir.
-
Bu tür insanlardan memlekete hizmet
beklemek beyhudedir.
-
Aslında;
-
Daire müdürleri çok önemli bir görev de
ifa etmemektedirler.
-
Sadece, çok önemli oldukları izlenimi
oluşturmaya
-
çalışmaktadırlar.
-
Parti teşkilatında bu işleri onlardan
daha iyi bilen güzide insanlar bulunmaktadır.
-
Evdeki ampulü rahatlıkla değiştirebilen
bir insan Tedaş Müdürünün,
-
Sigaranın üflenerek değil de içine
çekilerek içileceğini bilen bir insan, Tekel Müdürünün,
-
Bulunduğu ildeki bir insani telefonla
ararken, alan koduna gerek olmadığını bilen bir insan, Telekom
Müdürünün,
-
Bütün ineklerin dişi olduğunu bilen bir
insan, Tarım Müdürünün,
-
Evinin tapusuna sahip olan bir insan,
Tapu Müdürünün,
-
Nezle olunca burnunun aktığını bilen
bir insan, Sağlık Müdürünün,
-
Esnafların SSK ya kaydolmayacağını bilen bir insan, BAĞ-KUR
Müdürünün,
|
MALUM ZATLARA 35
-
İşçilerin BAĞ-KUR’a kaydolmayacağını
bilen bir insan, SSK Müdürünün,
-
Sporcunun zeki, çevik ve ahlaklı
olanını seven bir insan, Gençlik ve Spor Müdürünün,
-
Liseyi bitiren bir öğrencinin
üniversite sınavına girebilmesi için herhangi bir dershaneye
kaydolmasının şart olmadığını bilen bir insan Milli Eğitim
Müdürünün,
-
Bir bankaya olan borcunu diğer
bankalardan aldığı krediyle ödeyebilen bir insan Banka
Müdürünün;
-
vb. Yaptığı işleri pekâlâ bilir.
-
Hatta..
-
Akrabaları arasında mutlaka bu
kurumlarda çalışanlar da vardır.
-
Ya, babası eğitimcidir,
-
Ya, amcası; sporcudur,
-
Ya, dayısı bankacıdır...
-
Durum böyle olunca bu işlerden parti
teşkilatlarının en az daire müdürleri kadar anlamaları
tabiidir. İstinasız olarak bütün devlet memurlarına
istedikleri bir partiye
-
üye olma mecburiyeti getirilmelidir. Bunun büyük faydaları
olacaktır.
-
Bir kere; Her memurun bir partiye üye
olduğu takdirde, iktidara gelen parti bürokratik atamalarda
hiçbir güçlük çekmeyecektir.
-
İktidara geldiğinde önüne parti üyelerinin listesini alacak ve
kolaylıkla atamaları tamamlayacaktır.
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
34 |
|
|
MALUM ZATLARA 36
-
Müstahdeminden, genel müdürüne kadar
tüm atama ve
-
tayinlerde “tam isabet’ kaydedilecektir.
-
İkinci olarak;
-
Her devrin adamı olan ve iktidara kim
gelirse ona yanaşan;
-
Hacı yatmazlar,
-
Lastik toplar,
-
Yumuşak demirler,
-
Kıvırcık salataları,
-
Elastikiyetlerini kaybedecek ve
esneklik dereceleri sıfıra düşecektir.
-
Ayrıca,
-
Parti üyelerinden aylık aidat alınması
uygulamasına da geçilmelidir.
-
Bu, partinin gelir sorununu önemli
ölçüde çözecektir.
-
Tabii ki, aidatlar maaşlara göre
derecelendirilmeli, yüksek maaşlardan fazla, düşük maaşlardan
az aidat alınmalıdır.
-
Memleketimizde yaklaşık olarak 4,5 Milyon memur mevcuttur.
Ortalama olarak 1 Milyon gibi cüz’i bir aidat alındığını
düşünecek olursak, aylık olarak sadece memurlardan sağlanan
gelir 4,5 Trilyon (yazıyla tekrar edersek; dört buçuk trilyon)
TL.dır.
|
MALUM ZATLARA 37
-
Yani...
-
Memurların % 20’sinin üye olduğu bir
parti aylık olarak yaklaşık 1 Trilyon TL’ya yakın gelire
kavuşacaktır.
-
Bunun yanı sıra, üst göreve yapılan
tayin ve atamalarda da belli bir ücret alınmalıdır.
-
Benim nacizane teklifim ilgili şahsın
ilk maaşının tamamının partiye irad kaydedilmesidir. Tabii ki,
stratejik ve özel yerlere yapılan veya ilgilinin birden ve
aniden birkaç basamak yükseldiği atamalarda özel
ücretlendirmeler yapılmalıdır.
-
Bu uygulama ile, Atanan şahıs, hem
partisinin kendisine gösterdiği teveccühe bir nebze (tabii ki
küçük bir nebze) karşılık vermiş, ahde ve akde vefa
göstermiş olacak, hem de partisine olan sevgisini bir nebze
(yine küçük bir nebze) ifade etme imkânı bulmuş olacaktır.
-
Partiler bu şekilde önemli bir gelire
sahip olacağından, her parti, rahatlıkla her ay bir parti
düzenleyebilir.
-
Bu şekilde partiler, bu partilerde,
üyeleriyle kaynaşma ve kenetlenme imkânı bulmuş olurlar.
Hele bir de bu partiler iktidar partisinin partilileriyse hem
katılım çok yüksek olacaktır hem de kaynaşma ve kenetlenme
doruk noktasına ulaşacaktır.
Genel seçimlerde iktidar partisinin birinci parti olduğu
köyler kasaba, kasabalar ilçe, iller, normal il ise
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
36 |
|
MALUM ZATLARA 38
-
büyükşehir, büyükşehir ise metropol yapılmalı ve bunlar için
iller bankasından ek ödenek çıkarılmalıdır.
-
Tabii ki bu ödeneklerin kullanım
yetkisi İlin Her Şeyinden Sorumlu Devlet Bakan’ına
verilmelidir.
-
İktidar partisinin birinci olmadığı
iller, ilçe haline getirilmeli, ödenekleri kesilmeli ve bu
iller (yani yeni ilçeler) iktidar partisinin birinci parti
olduğu en yakın ile bağlanmalıdır.
-
Ayrıca;
-
İktidar partisinin birinci olduğu
illerin futbol takımları bulundukları lige bakılmaksızın
1.Lig’e çıkarılmalı, bu illerden hali hazırda 1.Lig’de
olanlarına ise ek puan verilmelidir.
-
Bunun yanı sıra, iktidar partisinin en
çok oy aldığı 10 ilin futbol kulübünün oluşturacağı bir “Süper
Lig” kurulmalıdır.
-
Adaletin sağlanabilmesi için,
başlangıçta takımlara, belirli puanlar verilmelidir.
-
Örneğin iktidar partisine en yüksek oyu
veren ilin takımına 10 puan, sonrakine 9 puan, daha sonrakine
8 puan...gibi.
-
Daha da adil davranılması isteniyorsa
oy oranları arasındaki farka göre puanlandırma da yapılabilir.
-
Süper Lig’deki takımların kendi aralarında yapacakları
maçların sonucundaki sıralamaya göre, Avrupa kupalarında
ülkemizi bu takımlar temsil etmelidir.
|
MALUM ZATLARA 39
-
CEVAP
-
-
Çorumlu 2000 Dergisinin 7.sayısında
yayınlanan “Dört Köşe Gazetecilik” başlıklı yazıma istinaden,
derginin sahibi ve mesul müdürü Sayın M. Selim Gürsel
tarafından “Bir Yazarımıza Cevap” başlığıyla bir yazı
yayınlanmıştır. Biz de bu yazımızda Sayın Gürsel’in yazısını
“irdelemeye” ve cevabını cevaplamaya Çalışacağız.
-
İlgi yazımda, yüksek tirajlı
gazetelerde, yüksek
-
ücretlerle köşe yazarlığı yapan, milletin değerlerinden uzak,
kendilerinin ahlaki problemi olduğu halde millete ahlak
dersleri vermeye çalışan “dört köşe gazetecileri” tenkid etmiş
ve bir “köşelik” yazarı da misal vermiştim.
-
Bu arada naçizane benim gibi yazmaya
-
çalışanların da ücret almadan yazdıklarından bahisle, muhtelif
tarihlerde yazılarımın yayınlandığı “Çorumlu 2000” Dergisi ve
“Çorum Hakimiyet” Gazetesine latifede bulunmuştum.
-
Sayın Gürsel yazısının 5, 6 ve 7. paragrafında
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
38 |
|
MALUM ZATLARA 40
-
şahsıma ithafen; “7.sayıda yayınladığım yazısını almaya yanına
gittiğim zaman, yazısının ses getireceğini söyleyerek tarafıma
verdi.
-
Evet! Yazı oldukça açık ve netti ve
benden bu sesi getirdi. Yazı hem nalına hem mıhına vuran bir
tarzda
-
yazılmıştı. Birinci taş “Çorum Hakimiyet” Gazetesi ile
“Çorumlu 2000” Dergisine nazikane umduğunu yazmış. Sonrada bir
anısında köşe yazarlarının birisinin nasıl köşelik olduğunu
ima etmiş.
-
Herhalde; Çorum’da yayın yapan
gazetelerin ve
-
derginin, hangi şartlar altında yaşamaya çalıştığını bilerek,
şaka ile umduğunu yazmış. Verdiği yazısının yayınlanacağını
bile zannedersem ummuyordu ve bilirsiniz derler ki: “Her
şakanın yüzde yetmişi essahtır.” Biz de bu şakayı inşallah
ileriki yıllarda “essahlatırız” demektedir.
-
Sayın Gürsel derginin 7.sayısı için
yazımı almaya
-
teşrif ettiklerinde, kendisine, yazının “ses getireceğini”
değil ama, farklı ve değişik bir yazı olduğu mealinde ifadeler
kullandım. Bunun sebebi ise “nal” ile değil, “mıh” ile
ilgilidir. “Mıh” da istihza ile tenkid edilen köşelik
yazardır.
-
Sayın Gürsel, 6.paragrafta “nazikane
umduğu”
-
derken, 7.paragrafta “şaka ile umduğu” tabirini
kullanmaktadır. “Birinci taş” olarak ifade edilen “Çorum
Hakimiyet” Gazetesi ve “Çorumlu 2000” Dergisi ile
|
MALUM ZATLARA 41
-
alakalı, ilgili yazımdaki “dokundurma” ne “nazikane umduğum”,
ne de “şaka ile umduğum” ile ilgilidir. Sadece “nazikane bir
latifedir.” Bu latifedeki “essah” ise
-
yine köşelik yazardır. Sayın Gürsel’in de yazısında
bahsettiği gibi “Çorum’da yayın yapan gazetelerin ve
dergilerin hangi şartlar altında yaşamaya çalıştığını” bilen
bir insanım. Kaldı ki Çorumlu 2000
-
Dergisinin yayınlanma aşamasında; Sayın Gürsel’in de
hatırlayacağı gibi çabalarını manen teşvik ve takdir edenler
arasındayım.
-
Gelelim Sayın Gürsel’in yazısındaki
matematiksel
-
hesaplamalara;
-
1) 11.paragrafta “telif ücreti olarak
istenilen birkaç
-
bin dolar fiyata biz en azamisi olan 1000 doları esas alalım”
deniyor.
-
Bilindiği gibi birkaç bin doların
“azamisi” değil “asgarisi” bin dolar olmaktadır.
-
2) 10.paragrafta “...1.sayıda benim
dışımda 14,
-
2.sayıda 14, 3.sayıda benim dışımda 17, 4.sayıda benim dışında
21, 5.sayıda benim dışında 22, 6.sayıda benim dışımda 22,
hemşehrimiz yazı verme zahmetine girmişti.”, 11. paragrafta
ise “...Küçük bir hesapla 1000 dolardan 1.sayıda 14.000 dolar,
2.sayıda 14.000 dolar, 3.sayıda 18.000 dolar, 4.sayıda 21.000
dolar, 5.sayıda 22.000 dolar, 6.sayıda 22.000 dolar toplam
111.000 dolar, derginin çıkmasından bugüne ortalama dolar
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
40 |
|
MALUM ZATLARA 42
-
kurunu 360.000 olarak düşünürsek 34.200.000.000.- TL. etmekte
...” denilmektedir.
-
Eğer, 10.paragraftaki yazar sayıları
doğruysa,
-
11.paragraftaki çarpma ve toplama işlemi yanlıştır. Çünkü
toplam bedel 111.000 dolar değil, 110.000 dolar yapmaktadır.
-
Yine dolar kurunu, 10.paragrafta
belirtildiği şekilde
-
360.000.-TL. olarak düşünürsek toplamın TL. karşılığı da
34.200.000.00.- TL. değil, 39.600.000.000.-TL. olması
gerekmektedir. Kaldı ki Sayın Gürsel’in hesabına göre toplamı
111.000 dolar olarak kabul etsek dahi toplamın TL. karşılığı
yine 34.200.000.000.-TL. değil, 39.960.000.000.- TL.
olmaktadır.
-
Hesaplamalardaki vahamet bunlarla da
kalmıyor,
-
13.paragrafta, Sayın Gürsel 34.200.000.000.-TL. dan da
vazgeçiyor, bu defa toplamın TL. karşılığını
33.000.000.000.-TL. olarak belirtiyor. Bu durumda anlaşılıyor
ki Sayın Gürsel’in, “hesap makinesi”ni(*) derhal değiştirmesi
gerekiyor.
-
Sayın Gürsel, 15.paragrafta çalıştığım
kurumun
-
200.000 dolar (hesaplamasına göre 72 Milyar TL.) reklam parası
vermesini talep ediyor. Burada takdire şayan bir husus var ki
o da şu: Sayın Gürsel’in yazısındaki matematiksel hesaplamalar
içinde hesap
makinesinin doğru çalıştığı tek hesap bu. Gerçekten de
|
MALUM ZATLARA 43
-
200.000 dolar ile 360.000.-TL.yi çarptığımızda 72 Milyar TL.
sonucunu vermektedir.
-
Sayın Gürsel’in mantığından yola
çıkarsak 72 Milyar TL. reklam parası sayın Gürsel’in “nazikane
umduğu” veya “şaka ile umduğu” olmaktadır. Bu talebi “şaka ile
umduğu” olarak değerlendirdiğimizde ve yine sayın Gürsel’e
göre her şakanın yüzde yetmişi “essah” olduğuna, 72 Milyar TL.nın
yüzde yetmişi de 50.400.000.000.-TL. yaptığına göre sayın
Gürsel “essah” olarak 50.400.000.000.-TL. talep ediyor
demektir. Ancak Sayın Gürsel bu talebini kendisi de pek “akla
yakın” bulmuyor, bir sonraki paragrafta “benim daha akla(!)
yakın gelen iki teklifim var. Bunlardan birisini
seçmekte özgür(!)sünüz (ünlem işaretleri bana aittir)” diyerek
o muhteşem tekliflerini sıralıyor:
-
“1-Yazarlarımızın ve çizerlerimizin pek
çoğu bilirler. Önceleri bizim gibi mahalli basınlarda boy
gösterirler, sonra da yazıları ile yükselerek büyük tirajlı
dergi veya bir gazetede köşe yazarı olur 45-50.000 dolar
alırlar ve yükselirler, bizler de gurur duyarak; “Bak!” şu
yazar var ya, zamanın behrinde fi tarihinde bizim dergimiz-
gazetemizde yazıları çıkardı diyerek kulaklarını çınlatırız.
-
2-Ya da. Her yazınız yayınlandıkça yayınlayan o yere birkaç on
bin dolar yazılarımız yayınlansın diye
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
42 |
|
MALUM ZATLARA 44
-
üste verirsiniz.” Bu akla(!) yakın gelen tekliflerden
birincisi için söyleyeceğim şey şudur: Şahsen benim, büyük
trajlı gazetelerde yazı yazmak ve 45-50.000 dolar almak gibi
bir özlemim yok. Daha da önemlisi kulaklarımın sağlığı
açısından çınlamamasında büyük fayda mülahaza ediyorum.
Bununla birlikte eğer böyle özlemleri olan yazar arkadaşlar
var ise ve Sayın Gürsel de dergideki dizgi hatalarına önlem
alamaz ise, korkarım ki onların da “boy” gösterme imkânı
olamayacaktır.
-
İkinci teklife gelince; “birkaç on bin
dolar”ın
-
“asgarisi” olan 10.000 doları alır, derginin son sayısındaki
yazar sayısı olan 22 ile çarparsak 220.000 dolar sonucuna
ulaşırız. TL. karşılığını bulmak için de çıkan sonucu ortalama
dolar kuru denilen 360.000.- TL. ile çarparsak
79.200.000.000.-TL.yi elde ederiz. Bunun da “essah” olan
“yüzde yetmiş”i 55.400.000.000.-TL. eder. Her ay böyle bir
rakamın sayın Gürsel’in gelir hanesine girmesi, onun ruh
sağlığını bozacağı için bu vicdansızlığı ona yapmamamız
gerektiğini
-
düşünüyorum.
Görüldüğü gibi birinci teklif benim kulak sağlığıma, ikinci
teklif ise Sayın Gürsel’in ruh sağlığına zararlı olmaktadır.
Dolayısıyla ikimizin de sağlığı açısından her iki teklifi de
dikkate almamak gerektiği sonucuna ulaşıyoruz.
|
MALUM ZATLARA 45
-
Konumuzla ilgisi yok ama bir hikayeyle
yazımızı
-
bitirelim:
-
Bir araştırmacı pireler üzerinde
araştırma yapmaya
-
karar vermiş. Pireyi masanın üzerine koymuş ve “zıpla” demiş.
Pire zıplamış. Hemen notunu almış:
-
“Masaya konulan pire zıpla komutuyla
zıplamaktadır.”
-
Daha sonra pirenin ayaklarını koparmış,
pireyi yine
-
masanın üzerine koymuş ve “zıpla” demiş. Pirede herhangi bir
hareket olmadığını görmüş ve notunu almış:
-
“Ayakları koparılan pirenin kulakları
duymamaktadır.”
-
-
(*) “Hesap makinesini değiştirmesi gerekir” demem
-
samimiyetimdendir.
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
44 |
|
MALUM ZATLARA 46
-
“YAZARIMIZIN YENİ YAZISINA CEVAPA
-
YAZARDAN CEVAP
-
-
Sayın Gürsel, 10.sayıdaki yazımda 7
yazım hatası tespit etmiş, doğrudur. Kütüphane Müdürlüğünden
gelen bir değerli yayıncıyla bu konuda âşık atmanın güçlüğünü
biliyorum. Kaldı ki (haşa) hatadan münezzehlik gibi bir
iddia sahibi de değilim.
-
Ayrıca dil konusundaki tenkitlerin son
derece faydalı olacağı düşüncesindeyim. Ancak, Sayın
Gürsel’in yazısındaki cümle ve imla hataları hem uzun sayfalar
harcamamı gerektireceğinden hem
-
de hatalarımın tespitine tepki gösterdiğim gibi yanlış bir
düşüncenin doğmasına sebebiyet verebileceğinden, bu yazının
konusu olmayacaktır. Fakat Sayın Gürsel’in mana hataları, bir
ölçüde bu yazının kapsamı içerisindedir.
-
Bu mukaddimeden sonra Sayın Gürsel’in
tespit ettiği hatalar hakkında birkaç kelam etmek istiyorum:
Sayın Gürsel’in değerli tespitleri sonrasında naciz olarak
bildiğim kelimenin doğrusunun naçiz olduğunu öğrenmeme vesile
olduğu için kendisine minnettarım.
-
Mesul ve Müdür kelimelerinin baş harfleri gerçekten de küçük
yazılmıştır, doğrudur, yazım hatasıdır.
|
MALUM ZATLARA 47
-
On bin rakamı yazıyla bi(r)leşik
yazılmıştır. Doğrudur, fakat burada yazım hatası yoktur. Çünkü
rakamlar yazıyla, ayrı ayrı da, bi(r)leşik olarak da
yazılabilmektedir. 34.000.000.00.-TL da bir 0 eksiktir,
55.400.000.000.-TL da ikinci 4 rakamı yerine 0 rakamı
yazılmıştır. Her ikisi de hatalıdır ve hatalar yine bana
aittir. Her iki hata da tapaj hatasıdır ve fakat
hesap hatası değildir.
-
Bu arada, Sayın Gürsel 79.200.000.000 x
70:
-
100=55.440.000.000.- formülünü (bence hesabını) doğru olarak
bulduğuna göre Mekke Pazarından aldığı, 8 haneli 9 Riyallik
hesap makinesini çoktan değiştirdiği kanaatindeyim.
-
Hikâye mi? Fıkra mı? Benim tercihim
hikâye. Ama fıkra da yanlış olmazdı. Yine de Sayın Gürsel’in
söylediği gibi yorum okuyucuya ait olsun.
-
Yazım hataları ile ilgili üzüldüğüm
bir hususu ifade etmeden geçemeyeceğim. Sayın Gürsel tespit
ettiği hataları belirtirken benim bu hataları inkâr
edebileceğim zannıyla Layzer yazıcı çıkışı bende (Sayın
Gürsel) de bulunmaktadır şeklinde bir ifadede bulunuyor. Bu
suizan sebebiyle Sayın Gürsel’e teessüf ediyorum. Aramızdaki
hukuka istinaden Sayın Gürsel’in, hatalarımı inkâr değil,
bilakis ikrar edeceğimi bilmesi gerekirdi diye düşünüyorum.
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
46 |
|
MALUM ZATLARA 48
-
Sayın Gürsel yazısının 3.paragrafında
Yazarımıza lütfen bahsi geçen sayımızda yayımlanan yazısını
dikkatlice okumasını nazikâne öneririm. Nazikâne dememin
gerekçesi ise sorduğunuz soruya yine
nazikâne bir cevap vermişiz şeklinde pek de nazikâne olmayan
bir ifadede bulunuyor. Halbuki eğer benim 7.sayıdaki yazımı
itina ile okuyabilseydi sorduğum soruya cevabı yine kendimin
verdiğini, verdiğim cevabın sonuna da (!) işareti koyduğumu
göreceklerdi. Hem yazının üslubundan hem de (!) işaretinden
sorunun ve cevabın nazikane bir latifeden ibaret olduğu gayet
açıktır. 7.sayıdaki yazımın bir yerinde ...ben de durumu Basın
Konseyi’nin tatlı Başkanı Oktay Ekşi Bey’e intikal ettirmeyi
düşünüyorum şeklinde bir ifade mevcut. Sayın Gürsel yazısının
4. paragrafında bu ifadeyle ilgili olarak diyor ki:
...Yazarımız yazısında bulunan Basın Konseyinin tatlı... diye
bahsettiğiniz zat-ı muhtereme her halde geçen zaman dilimi
içinde iletmişsinizdir. İşte burada nazikâne bir istek şakaya
kaçmaktadır ki; Çorum’da şakanın murtunu kaçırma diye bir söz
bulunmaktadır. Yazınızda siz nazikâne isteğinizi şakayla
karışık olarak birazda şikâyette bulunacağınızdan bahsederek
biraz murtunu kaçırmışsınız.
|
MALUM ZATLARA 49
-
Aynı paragrafta ise: nazikane
latifedir; Bu latifedeki ...; Demişsiniz. Benim bu sözlerden
anladığım
ise; nezaket, şaka ve latifeden anlamadığım gibi geldi ne
dersiniz?
-
Şöyle derim: Evet! Lütfen ve hemen,
zihninizdeki nezaket, şaka ve latife kavramlarının manalarını
tecdit edin.
-
Sayın Gürsel yine 7.sayıdaki yazımı
itina ile okuyabilseydi, yazımdan eksik olarak iktibas ettiği
tatlı kelimesinin tırnak içerisinde yazıldığını görebilecek ve
bu tırnak içerisindeki tatlı kelimesinin bir sevgi ve takdir
ifadesi olarak değil de Oktay Bey’in soyadı olan
Ekşiye nazire olarak istihza saikıyla kullanıldığını
anlayacaktı. Anladığında da eminim ki; ne şakayla karışık
nazikâne bir istekten, ne de kaçırılan murtlardan
bahsedecekti. Yazı yazmaya devam ettiğim bir dergi ve
gazeteyi, gayri ciddi bulduğum bir kuruma ve sempati
beslemediğim Başkanına ispiyon etmeyi gayri ahlaki bulduğumu
ifade etmeme gerek olmamalıydı diye düşünüyorum.
-
Sayın Gürsel 5. paragrafta, yazımdaki ...Çorumlu 2000
dergisinin yayınlanma aşamasında; Sayın Gürsel’in de
hatırlayacağı gibi çabalarını manen teşvik ve takdir edenler
rasındayım ifadesine alınganlık göstererek maddi konularda
açıklamalarda bulunuyor. Sonra da Keşke benim çalışmalarım
için gösterdiğiniz ilgi ikimiz
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
48 |
|
MALUM ZATLARA 50
-
arasında kalsaydı. Pir Sultan Abdal’ın müridine dediği gibi;
...dostun attığı gül yaralar beni diyor. Sayın Gürsel Çorumlu
2000 dergisi için hakikaten büyük bir çaba gösteriyor. Okumaya
soğuk bakılan bir ortamda, dergiyi yaşatmak için hem maddi
sıkıntılar yaşıyor hem de vaktini ve sağlığını harcıyor. Ayda
500.000.- TL lık dergi parasını vermekten imtina eden koca
koca adamların düşük seviyeli tavırlarını yakından
bilenlerdenim. Bu sebeple Sayın Gürsel’in çabalarını başından
beri olduğu gibi bundan sonra da manen ve alenen teşvik ve
takdir edenler arasında olacağım. Bunu ifade etmenin yanlış
değil bilakis doğru olduğu inancındayım. Yanlış olan hadisenin
maddi boyutunun Sayın Gürsel tarafından ifşa edilmesi olduğunu
düşünüyorum.
-
Keşke Sayın Gürsel! Keşke! Bence hiç de
önemli olmayan maddi boyut ikimiz arasında kalsaydı. Dostun
attığı gül yaralar, doğru, ya dostun attığı, gülün dikeni ise
o ne yapar, Sayın Gürsel?!
-
Sayın Gürsel yazısının 6.paragrafında,
önce benim derginin tamamını okumadığım hususunda kinaye ile
suizanda bulunuyor, sonra da tamamını okuduğum zannıyla asgari
ile azami arasındaki farkı bilememesini daha önce dergide
ifade ettiği ilkokul mezunu olmasına bağlayarak normal
karşılamamın gerektiğini belirtiyor.
-
Hâlbuki Sayın Gürsel doğru olanı yapıp benim
|
MALUM ZATLARA 51
-
hatalarımı numaralandırarak tespit ettiğine göre, bu konuda
tahsilden kaynaklanan bir zaafı söz konusu değil. Kendisinden
beklenen, hatasını ikrar ederek tashih etmek olmalıydı diye
düşünüyorum.
-
Sayın Gürsel 7.paragrafta Olmayan bir
hesapta aramış olduğunuz birkaç bin doların ne önemi
olacaktır? diyor ve Silifke yaylalarındaki koyunlardan dem
vuruyor. Sonra da birkaç bin doların hesabını sormanız,
mesleğinizin icabından olsa gerek. Yine de bu dikkatiniz
Dikkate değer diyor. Sayın Gürsel! Ben de diyorum ki; sizin,
hiç gereği yokken, olmayan bir hesabı, uzun uzun
yapmanız normal karşılanıyor da neden benim bu hesaptaki
hataları yazmam garip karşılanıyor? Yoksa dergi sahipleri her
istediğini yazabilir de yazarlar yazamazlar mı? Yoksa dergi
sahiplerine her şey mübah, yazarlara günah mı? Yoksa...?!
Ayrıca, Sayın Gürsel! Size hesap sormak benim haddim değildir.
Böyle bir ifade kullanmanızı yine yazımı itina ile dkuyamamanıza
veya yaptığınız bir sürç-i lisanı
derç etmenize bağlıyorum. Mesleğimin icaplarını icra etmeye
gücümün yettiğince çaba gösteriyorum. Ayrıntılara,
becerebildiğimce dikkat etmeye çalışıyorum. Çünkü hayatın
ve kâinatın gerçeklerinin küçük ayrıntılarda gizli olduğunu
düşünüyorum. Bu bakış açısında, geçmişte yaptığım
Müfettişliğin de bir katkısı olmuştur. Ancak, önemli ölçüde
mesleğimin icabı değil, fıtratımın icabı olsa gerek
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
50 |
|
MALUM ZATLARA 52
-
Kaldı ki, asli anlamıyla, yaptığım işin
de meslek olmadığını düşünüyorum.
-
Sayın Gürsel’in 8.paragrafta ifade
ettiği sıkıntıları bilenlerdenim.
-
Bir an önce belinin doğrulmasını can ü
gönülden temenni ediyorum.
-
Sayın Gürsel’in içtiği soğuk suyu ise
bilmiyorum. Ancak Sayın Gürsel söylediği için doğru olduğuna
inanıyorum. Sayın Gürsel, yazısının 10-12. paragraflarında,
yazısını tekrar okumamı salık verdikten sonra, ikrar ettiğimi
değiştirip deforme etmememi istiyor ve dergiyi kaybetmiş
olabileceğimden bahsediyor. Ben de soruyorum: Bu suizan niye?
Ne zaman ikrarımı deforme ettiğimi gördünüz, lütfen açıklar
mısınız, Sayın Gürsel?!
-
Sayın Gürsel, 7. sayıda benim
çalıştığım kurumdan 72 Milyar TL. reklam parası talep ettiğini
tekrarlıyor, bunda umut veya şaka değil, bir gerçekçilik var
değil mi diye soruyor. Öncelikle şunu söylemeliyim: Talep
edilen rakam bir umuttur. Umut bir beklentidir.
-
Gerçek ise realitedir, olandır. Zannediyorum Sayın Gürsel’ in
buradaki kastı, talebinin, şaka değil gerçekleşmesi mümkün bir
umut olduğudur. Ben de diyorum ki; keşke imkân olsa, Sayın
Gürsel’e 72 Milyar değil,172 Milyar TL. lık reklam verebilsem
de bu umut, gerçekleşse. Bu konuda yetkimin olmadığını
müteaddit
|
MALUM ZATLARA 53
-
defalar Sayın Gürsel’e söylememe ve bu konudaki samimiyetimi
bildiğini tahmin etmeme rağmen, talepteki gerçekçiliği anlamak
mümkün değildir. Kaldı ki, Sayın Gürsel 7.sayıda bu talebi
yaptıktan hemen sonraki paragrafta, Fakat Çorumlu 2000 olarak
benim daha akla yakın gelen iki teklifim var... diyerek, kendi
talebini kendisi de pek akla yakın bulmadığını zımmen ifade
ediyor.
-
Sayın Gürsel 13.paragrafta, benim
7.sayıdaki yazımda köşe dönülecek bir telif isteği ile aynı
köşe dönme doğrultusunda küçük bir isteğinin zoruma gitmesin
diye iki öneri sunmasında ne gibi bir yanlışlık bulduğumu
soruyor. Öncelikle şu hususu belirtmeliyim ki; başından beri
ısrarla, müteaddit defalar mükerreren ifade ettiğim gibi; ne
köşe dönme, ne de hakiki manada telif talebim mevcut değildir.
-
Sayın Gürsel’in talebindeki
yanlışlıkları ise önceki yazımda belirttiğimden tekrarı
lüzumsuz görüyorum. Sakıncalar hususunda ise deneyimim
olmamakla birlikte gözlemlerim mevcuttur. Belirli gelir
düzeyine sahip insanlar, birden, çok yüksek bir servete sahip
olduklarında ruh sağlıklarını ve huzurlarını
kaybetmektedirler. Eğer Sayın Gürsel, Milli Piyango, Spor
Toto, Spor Loto gibi talih oyunlarından büyük paralar
kazananları rasat etme imkânını bulsaydı, eminim ki bu
konudaki görüşlerimi tenkit değil, teyit
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
52 |
|
MALUM ZATLARA 54
-
edecekti. Her ne kadar Sayın Gürsel denemek için sakınca
görmüyorum diyorsa da, denenmişi denemenin doğru olmadığını
düşünüyor ve denememesini tavsiye ediyorum. Kaldı ki, ben de
kendisine, bu denemeyi yaptırma imkânına sahip değilim.
-
Sayın Gürsel yine aynı paragrafta dolar
kurunu sabit olarak almamı tenkit ederek, köprülerin altından
çok suların geçtiğini, kurların değiştiğini, kendisine maddi
açıdan yazık edildiğini ifade ediyor. Dergide yayınlanan aylık
döviz bültenlerine göre ortalama kur
bulmam gerektiğini belirtiyor. Tabii ki, ortalama döviz kuru
alınabilirdi. Almayı düşünseydim, işim hasebiyle dergiye
bakmadan da bu hesabı yapabilirdim. Fakat ben, Sayın Gürsel’in
kendi hesabına baz aldığı kurları kullanmayı, abartı yapmamak
için daha doğru buldum. Yine de bu sanal hesapta yaptığım
haksızlıktan dolayı özür beyan ederim.
-
Kulak çınlaması hususundaki izahatlara
müteşekkirim ve hayra çınlatılan kulağa da bir itirazım yok.
Ancak, 7.sayıdaki yazımda anlatmaya çalıştığım, köşelik yazarı
anarken benim onun kulaklarını çınlattığım gibi, bir
başkasının da benim kulaklarımı
çınlatmasının kulaklarımın sağlığına teşbihen zararlı olduğu
düşüncesindeyim.
|
MALUM ZATLARA 55
-
Sayın Gürsel! Hatalarımı
numaralandırarak tespit etmeniz beni rahatsız etmemiştir.
Yazımın başında da ifade ettiğim gibi rahatsız edici olan
hatalarımı inkâr edeceğim suizannıyla Layzer yazıcı çıkışının
kendinizde olduğunun belirtilmesidir. Şahsi kanaatim odur
ki; bu tür hata
tespitleri mümkün olduğunca bundan sonra da yapılmalıdır.
Böylece hem hatalarımızı
-
düzeltme hem de doğrusunu öğrenme imkânına kavuşmuş oluruz
diye düşünüyorum.
-
Hatasız insan olmadığı, tek başınıza
büyük bir gayretle meşakkatli bir çalışma içerisinde olduğunuz
hepimizin malumudur. Ancak sizin de benim gibi düşünerek,
hatalarınızı, başkalarının varsayımsal hataları
ile kapatmaya çalışmak yerine, ikrar ederek tashihine
çalışmanızı temenni ediyorum. Yine de sizi rahatlatacaksa
söyleyeyim ki, sizin yerinizde olsam herhalde sizden daha
fazla hata yapardım. Fakat
-
tenkidinden rahatsız olmaz, asgari hale getirmeye çalışırdım.
-
Sayın Gürsel, 15.paragrafta,
(!) işareti her yerde kullanılabilir mi? diye soruyor. Tabii
ki, ünlem işareti her zaman ve her yerde kullanılamaz.
Kullanıldığı yerlerde ise önemli bir vazife ifa ettiği
açıktır. Bazen ünlemin anlamını iyi ifade etmesi için
iktibaslarda da
kullanılması icap etmektedir. İktibaslarda
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
54 |
|
MALUM ZATLARA 56
-
kullanıldığında da parantez içerisine alınmaktadır. Bu sebeple
ünlemler Sayın Gürsel’den yapılan iktibaslarda ve doğru
yerlerde kullanılmıştır. Ünlem işareti eğer iktibaslarda
kullanılıyorsa, bunun yazının aslında olmadığının
belirtilmesi, iktibas edilen yazara gösterilmesi gereken
saygının gereğidir ve bu yapılmıştır. İktibaslarda yoğun
olarak kullanılan
-
ünlem işaretine Sayın Gürsel’in tepkisini hayretle
-
karşıladığımı itiraf etmeliyim. Tekrar, zor olmazdı ama
lüzumsuz olurdu.
-
Bu arada bilgisayardaki kopyala komutu
ile ilgili bilgiye hassaten teşekkür ediyorum.
-
Sayın Gürsel, 10.sayıda yayınlanan
yazımda bulduğu hataları belirtirken yazarımızın verdiği
yazıdan itina ile bu yazım hataları bulunmuş ve
numaralanmıştır diyor. Sayın Gürsel’e yazımı itina ile okuduğu
için teşekkür ederim. Eğer, Sayın Gürsel, imlaya gösterdiği
bu itinayı, manaya da gösterseydi zan ediyorum ki, sonraki
karşılıklı yazışmalar olmayacaktı. Şu hususu tüm samimiyetimle
ifade etmek isterim ki; 7.sayıda yayınlanan Dört Köşe
Gazetecilik başlıklı
yazıma Sayın Gürsel’in cevap verme ihtiyacı duyacağı hiç
aklıma gelmemişti. Çünkü Sayın Gürsel’in cevaplamasını
gerektiren bir husus yoktu. Yazı köşelik bir yazarı istihza
ile tenkit etmek amacına matuf idi. Bu arada Çorumlu 2000
Dergisi ve Çorum Hakimiyet
|
MALUM ZATLARA 57
-
Gazetesine de küçük latifeler yapılmıştı. Latifeler gayet
latif idi ve murtları da yerindeydi, kaçmamıştı. Eğer Sayın
Gürsel bu yazıya ithafen yazdığı cevabi yazısını itina ile
tekrar okursa görecektir ki bütün murtlar kaçak durumuna
düşmüştür.
-
7.sayıda yayınlanan yazımı Sayın
Gürsel’e teslim ettikten sonra ve dergi basılmadan önce kendi
yazımın ve cevabi yazısının bilgisayar çıktısını bana
gönderdi. Yazısını okuyunca şaşırdığımı itiraf etmeliyim.
-
Kendisini aradığımda, yazıyı latife
olarak yazdığını, çıktının yazısının bir kısmı olduğunu (Sayın
Gürsel’in 7.sayıdaki yazısında dikkat edilirse dipnot olarak
Atilla demem samimiyetimdendir ifadesi mevcuttur. Yazıda
Atilla kelimesi geçmediğinden gerçekten de dergide de
yayınlanan yazının bütünün bir parçası olduğu izlenimi
vermektedir), ve dergiye basmayacağını ifade etti. Ben de,
istiyorsa yayınlamasında bir mahsur olmadığını
ancak, bana da cevap hakkı doğacağını söyledim.
-
Yazışmaların başlangıcı böyle olmuştur.
-
Sayın Gürsel, maksat üzüm yemek değil,
bağcıyı dövmek diyorsunuz. Yanılıyorsunuz. Maksat ne üzüm
yemek ne de bağcıyı dövmek. Maksat tarafıma yapılan haksız ve
adaletsiz taarruza karşı müdafaa-i nefse çalışmaktır.
-
Sayın Gürsel! Yazıdaki hikâye, sizin
hesap hatalarınız sebebiyle değil, başkasına yapılan tenkidi,
yanlış tefsir etmeniz sebebiyle anlatılmıştır.
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
56 |
|
MALUM ZATLARA 58
-
Sayın Gürsel! Babanızı hayırla yad
ediyorum. Gerçekten çok doğru söylemiş, aynen katılıyorum. Ben
de belirtilen şekilde hareket etmeye çalışıyorum. Sizden,
7.sayıdaki yazınızı itina ile tekrar okumanızı istirham ediyor
ve sonra da soruyorum: Acaba o yazınızı,
babanızın öğüdüne uygun buluyor musunuz? İtiraf etmeliyim ki;
insan olmam hasebiyle yazılarıma nefsaniyet mutlaka
giriyordur. Bununla beraber karşılıklı
-
yazışmaların müsebbibi olmadığımı düşünüyorum.
-
Fuzuli diyor ki:
-
Hal müşkildür anda kim bir ola, Sahib-i
hükm ü sahib-i da’va.
-
(Karar sahibi ile dava sahibi aynı
olunca durumu çözmek gerçekten zor olur.)
-
Tahkime ne dersiniz?
-
Yine de;
-
Cem Sultan’ın dediği gibi:
-
Cefalarun bana bildüm vefa imiş iy dost
-
Bu fikri kim ben iderdüm hata imiş iy
dost.
-
(Bana cefa yaptığını düşünüyordum, bu
hata imiş, Ey dost, cefalarının bana vefa olduğunu anladım.)
-
Sayın Gürsel’i seviyorum ve saygı duyuyorum. Çabalarını da
naçizane teşvik ve takdir ediyorum. Etmeye de devam edeceğimi
alenen beyan ediyorum.
-
Vesselam..!
|
MALUM ZATLARA 59
-
BANKALAR VE UÇURAN-KAÇIRANLAR
-
-
Çorumlu 2000 Dergisinin değerli yazarlarından ve
eski TSO Başkanı Sayın Ümit Uzel, derginin 13.sayısında çıkan
Bankalar ve Uçan Kaçanlar başlıklı yazısında, aramız da geçen
bir sohbetten bahisle, Çorum'daki bankalar ve Çorum’un
tanıtımı hakkında çeşitli değerlendirmelerde bulunuyor ve bu
arada benim düşüncelerimin de tenkidini yapıyor.
-
Ben de bu yazıda Sayın Uzel’in
yazısındaki yanlışlıkları tashihe, bilgi eksikliklerini ikmale
gayret göstereceğim. Yani, işte bana da bir yazı konusu çıktı!
-
Öncelikle Sayın Uzel’in yazısında bahsettiği aramızdaki tatlı
münazaradaki boşluğu tamamlamalıyım.
-
Çorum’daki bankaların kültür
faaliyetlerinin içinde ve yanında olmaları veya olmamaları ile
Çorum’un uçma- kaçma durumu iki ayrı konu idi. Biz de bu iki
ayrı
konuyu ayrı ayrı konuştuk. Sayın Uzel bankaların kültür
faaliyetlerine yaklaşımına olan eleştirisini yazısına derç
etmiş ancak, benim cevabımı eksik bırakmış. Hem bu eksikliği
tamamlamak hem de bu konuda birkaç kelam etmek istiyorum. Ben
gerçekten de bankacı arkadaşların bir sözcüsü olmadığım için
onların adına konuşmayıdoğru
bulmadığımı ifade ettim.
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
58 |
|
MALUM ZATLARA 60
-
Fakat banka müdürlerinin her parasal
konuda kendilerine başvurulmasından rahatsız olduklarını,
kaldı ki yetkilerinin ve Sayın Uzel’in bahsettiği
temsil-ağırlama giderlerinin de mahdut olduğunu ifade ettim.
Zaten mahdut olan bu giderlerin, kültür faaliyetlerine
tahsisi giderin niteliğine de uygun değildir. Şahsen ben 2,5
senedir İhlas Finans Kurumu Çorum Şube Müdürü olarak görev
yapıyorum. Bugüne kadar benim veya diğer banka müdürlerinin
herhangi bir panel, konferans vb. toplantıya veya etkinliğe
konuşmacı veya katılımcı olarak davet edildiğini
hatırlamıyorum. Herhalde banka
-
Müdürleri ekonomiden hiç anlamıyorlar!
-
Nedendir bilinmez, banka müdürleri,
fikri konularda değil de hep nakdi konularda hatırlanıyorlar.
Neyse! Bu konu nasip olursa başka bir yazının konusu olsun.
-
Sayın Uzel’in yazısında esas bahse konu
olan husus; Çorum’un uçma- kaçma durumu. Sayın Uzel bu konuyu
yazısında benim ağzımdan şöyle naklediyor:
-
Burada sizin de Ümit Uzel olarak
kabahatiniz var.
-
Çorum’u görevdeyken şöyle uçuyor, böyle kaçıyor diye çok
abarttınız.
-
Bu nedenle olması gerekenden çok banka
şubesi açıldı Çorum’a, dedi.
Efendim ben, 1998 yılında, Çorum ekonomisi hakkında, gerçekten
büyük emek vererek, Bir Başka
|
MALUM ZATLARA 61
-
Açıdan Çorum adlı bir çalışma yaptım. Fazla tevazünün
kibirden geldiğini bilerek ifade edeyim ki gerçekten değerli
bir çalışmaydı. Bu çalışma, Çorum Hakimiyet gazetesinde de
bir aydan fazla, teşbihte hata olmasın pehlivan tefrikası gibi
yayınlandı. Ben bu konudaki düşüncelerimi 46 sahifelik
çalışmamda izah ettim.
-
Sayın Gürsel, yazılarımın uzunluğu
sebebiyle müşteki olmasa uzunca iktibasta bulunurdum. Ancak
yazıyı uzatmamak saikiyle çalışmanın sonuç kısmından birkaç
iktibas ile yetineceğim.
-
(...)
-
Hakikat şudur ki; Çorum’un bulunduğu
-
yer, göründüğü ve gösterildiği yer değildir. Necasetten
taharet, necisi görmekte maharet gerektirir. Necasetin
üstü örtülerek taharet olmaz.
-
(...)
-
Gerçeklerin farkında olanların bir
kısmı bu durumun avantaj olacağını düşünerek ya sesini
çıkarmamış ya da bu senaryodan yararlanmaya, esas oğlan rolünü
kapmaya çalışmıştır. Çorum’a, sanayileşti, kalkındı, uçtu
diyenlerin bir kısmı kendilerini başka yerlere uçurma
gayretindedirler. Çorum’u uçuranların bir kısmının kendilerini
nereye uçurmak istediklerini
seçimlerin arifesinde görmek mümkün olacaktır.
-
Gerçeklerin farkında olup, bunun Çorum için avantaj olacağını
zanneden oportünistlere
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
60 |
|
MALUM ZATLARA 62
-
söyleyeceğimiz şey şudur ki; Aristo mantığı her zaman geçerli
değildir. (Kız kocasını seviyor, kocası annesini seviyor. O
halde gelin, kaynanasını seviyor şeklindeki Aristo mantığının
da her zaman geçerli olmadığı gibi.) Bu durum avantaj olmadığı
gibi tam tersine dezavantaj olmuş ve Çorum zarar görmüştür.
Görmeye de devam etmektedir. Örneğin Çorum, kamu
yatırımlarından, devlet desteğinden gereği kadar
yararlanamamaktadır.
-
Son söz: Sanayileşmenin olmadığı bir
yerde sanayileştik demek ve bundan zarar görmek sanayileşme
değil, olsa olsa enayileşme”dir.
-
Evet! Tekrar ifade edeyim ki, bu
iktibaslar 1998 yılındayapılan çalışmamdan yapılmıştır.
-
İktibaslardan da anlaşılacağı gibi
tenkidimin muhatabı bir kişi değildir, uçuran kaçıranlar
birden fazladır. Kaldı ki sosyal ve ekonomik olaylarda
sebepler de bir değil, birden fazladır. Bu konuda da sebep
biricik değildir. Uçuran-kaçıranların niyetleri de farklıdır.
-
Dolayısıyla, TSO Başkanı’nın yöreyi
tanıtmasıyla banka şubesi açılması arasında doğrudan ve bire
bir ilişki yoktur. Bu mantık benim yukarıda eleştirdiğim
Aristo mantığının yanlış kullanımına bir başka örnektir.
-
Tabii ki, hayır Sayın Uzel. Bu öyle değil. Benim söylediğim
şöyle; ben, Çorum’un abartılmasında maalesef sizin önemli
katkılarınızın bulunduğu kanaatini
|
MALUM ZATLARA 63
-
taşıyorum. Yazınızın münderecatı da bu kanaatimi
güçlendiriyor.
-
Yazınızda diyorsunuz ki; Eğer öyle
ise, siz ve sizin gibi benim Başkan olduğum yıllarda açılan
banka ve kurumlarda çalışanlar, yedikleri ekmeği bana borçlu
olmazlar mı?” Ben de diyorum ki; her rızık sahibi, rızkı veren
olarak Allah’a borçludur. Bu sebeple Allah’a şükür etmeliler,
vesileye ise teşekkür.
-
Sayın Uzel size olan tek borcum, iade-i
ziyaret borcudur.
-
Temerrüde düşen bu borcu da en kısa
sürede ödeyeceğimi beyan ediyorum. Hem sonra; Cellat işsiz
kalmasın diye cinayet savunulur mu?
-
Bir gram bal için bir çeki odun
çiğnenir mi?
-
Bir kişinin istihdamı için bin kişinin
istikbali karartılır mı?
-
Sayın Uzel! Söyler misiniz?
-
Çorum’da banka enflasyonu sebebiyle;
mağdur olanlar, iflas edenler, faiz batağına düşenler, intihar
edenler, vücut kimyaları bozulanlar, psikolojik tedavi görmek
zorunda kalanlar, işlerini kaybedenler, işçilerini çıkartmak
zorunda kalanlar, ekmeğini kaybedenler kimlerden alacaklılar?
-
Sayın Uzel! Tabii ki ışığı yayalım. Kimimiz mum, kimimiz de
ayna olalım. Lakin mum yanmadan, mumu
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
62 |
|
MALUM ZATLARA 64
-
imha etmeyelim, ihya edelim. Büyüyecek ışığı küçücükken
lodosa çıkartmayalım, karatmayalım.
-
Şekeri olmayan kaymaklı ekmek
kadayıfını kim yer? Ya da ağır şeker hastası kaymaklı ekmek
kadayıfını yerse ne olur, Sayın Uzel?
-
Bankaların şube açma prosedürüne ve
kıstaslarına gelince; serde yedi sene Müfettişlik
bulunduğundan ve bu konuda özel incelemelerim mevcut
olduğundan epeyce malumat sahibiyim. Yukarıda bahsettiğim
çalışmamda da izah ettiğim gibi, Çorum’da şube
açmakla bazı banka Genel Müdürlükleri hata yapmışlardır,
yanılmışlardır, yanıltılmışlardır ve bir kısmı bunu sonradan
anlamışlardır.
-
Keşke Sayın Uzel! Görevi bıraktıktan
sonra da Çorum hakkında çıkan yazıları takip edebilseydiniz.
Naçizane benim çalışmamı da okuma imkânı bulurdunuz. O zaman,
zannediyorum ki;
yazınızda bahsedilen birçok hususun cevabını ve izahatını
orada görürdünüz.
-
Sayın Uzel! Çorum hakkındaki sosyo-ekonomik
veriler toparlayabildiğim kadar, benim çalışmamda geniş bir
şekilde yer almaktadır. Ayrıca uçuran-kaçıranların niyetlerini
ve amaçlarını da çeşitli açılarından orada
irdelemeye çalıştım. Sizi yıpratmak için çıkarılan
söylentileri yayan, belli amaç sahipleri kimdir
|
MALUM ZATLARA 65
-
-
bilemiyorum. Açıklarsanız biz de öğrenmiş oluruz. Ben ise
amacımı 1998 yılındaki çalışmamda izah ettim.
-
Hülasa, Çorum uçmamakta ve kaçmaktadır.
Çorum’u uçuran ve kaçıranlar, Çorum’a yarar değil, zarar
vermişlerdir. Lütfen daha fazla vermesinler.
-
Hayat izafi değil midir?
-
İyi olmadan kötü mevcut olur mu?
-
Kötüyü iyiye kıyasen tespit dışında bir
imkân mevcut mudur?
-
Mümkün müdür?
-
Her şeyin iyisi ve kötüsü olur, Sayın
Uzel! Hele de
-
sonuçları kötüyse...!
-
Popülist halüsinasyonlar kaymaklı ekmek
kadayıfını var gibi gösterseler de halüsinasyonların etkisi
kaybolduğunda ortada var olan, sadece derin bir hüsrandır.
-
Vesselam...
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
64 |
|
MALUM ZATLARA 66
-
-
-
Algılayamayanlar anlayamazlar,
-
Anlayamayanlar anlatamazlar.
-
Bilmeyenler öğrenebilirler,
-
Bilmediğini bilmeyenler öğrenemezler,
-
Öğrenemeyenler öğretemezler.
-
Genel olarak fiziki özürlü insanlar,
özürlerinin farkındadırlar ve kabullenmişlerdir.
-
Fikri özürlü insanlar ise özürlerini ya
fark edemezler ya da kabullenemezler.
-
Fark edemeyenler, özürleri izah
edildiğinde anlarlar ve özürlerini tashih ederler.
-
Kabullenemeyenler ise -ki çoğunluğu
böyledir- kronik vakalardır. Bunlar özürleri sebebiyle
algılayamazlar, algılayamadıkları için anlayamazlar,
anlayamadıkları için de anlatamazlar.
-
Fikir özgürlüğü ile fikri özürlülüğü de
birbirinden ayırmamız gerekmektedir.
-
Fikir özgürlüğü, herkesin fikrinin
değerli olduğunun, doğru gelmese dahi saygı gösterilmesi icap
ettiğinin kabulünü gerektirir.
-
Fikri özürlülüğü ise özelliklerinden ya da emarelerinden
anlayabiliriz. Bir kısmını sıralayalım:
-
Kelamı kabahatin fikir, bu fikrin de
müstakim
|
MALUM ZATLARA 67
-
zannedilmesi, Kabahatin kabullenilmemesi ve bunda
-
ısrar edilmesi, Başkalarının düşüncelerine nezaket ve saygı
gösterilmemesi, Kavramları karıştırmanın yayla çorbasını
karıştırmak gibi iyi bir şey olduğunun sanılması.
-
Tek başına ters yolda giderken, düz
yolda giden herkesin ters yolda gittiğini düşünen fıkradaki
Temel tavrının gösterilmesi, Bazılarını saymaya çalıştığımız
emarelerden de anlaşılacağı gibi fikri özürlülük marazi bir
rahatsızlıktır. Dolayısıyla evveliyatla tıbbın alanına girer.
Lakin maraz; fiziki değil, fikri olduğundan, hasta özrünü
genellikle kabul etmediğinden veya kabullenemediğinden, daha
da önemlisi özrün toplumsal yansımaları bulunduğundan üzerinde
hassasiyetle durmayı gerektirir. Durumun önemine binaen ben de
naçizane, önemli gördüğüm birkaç hususa değinmek istiyorum.
-
Fikri özürlü, kendinde kabahat işleme
özgürlüğü var zanneder. Hâlbuki hiç kimsenin böyle bir
özgürlüğü yoktur. Dolayısıyla fikir özgürlüğüne mâni olan
fikri özürlülük ile fikri platformda mücadele edilmelidir.
Aksi takdirde hem özürlüler hem de müsamaha gösterenler
yönünden menfi neticeler hâsıl olacaktır.
-
Hâsıl olacak neticelerden birincisi;
Her ne kadar özürlü, özrünün özür olduğunu bilmese de,
özürlünün kabahat işlemesine sükût etmek, özürlünün kabahatini
fütursuzca büyütmesine ve alanını
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
66 |
|
MALUM ZATLARA 68
-
Pervasızca genişletmesine sebep olacaktır.
-
İkincisi:
-
Özürlünün kabahat işlemesine sükût
etmek, bu durumu gören potansiyel özürlü adaylarını, kabahat
işlemeye tahrik ve teşvik etmek anlamına gelecektir.
-
Üçüncüsü;
-
Kabahate fikren tepki göstermek
yerine-ki bazen hiçbir şey yapmamak, yeterince kötü şey yapmak
anlamına gelir-, özürlünün kabahat işlemesine sükût etmek,
kabahatlerin katmerleşmesine katlanmak mecburiyetini
doğuracaktır.
-
Yani;
-
Nasrettin Hoca ile Timur arasındaki fil
hikâyesinden mülhem şöyle söyleyebiliriz;
-
Bir filin defi için yola çıkamayanlar,
iki filin şerrine müstahak olurlar.
-
Bu arada önemli bir hususa dikkat etmek
gerekir:
-
Fikri özürlülerden kabahatleri
sebebiyle özür beyan
-
etmesi beklenmemelidir. Çünkü fikri özrü büyük olanın beyan
edeceği özür de kabahatinden büyük olur. Dolayısıyla özürlünün
özür beyan etmesini beklemek, daha büyük bir kabahat
işlemesini istemek anlamına gelir.
-
Velhasıl-ı kelam, Nasip olursa bu
konuya da devam!
-
Vesselam!
|
MALUM ZATLARA 69
-
-
Bir;
-
“Batı Afrika’nın kıyı bölgelerinde
maden işleten Avrupalı girişimcilerin en önemli sorunu düzenli
işçi temin etmekti. İşçi bulunmuyor değildi; ama birkaç günden
fazla çalıştırılamıyordu. Madene geliyorlar ve birkaç gün
çalıştıktan sonra paralarını isteyip gidiyorlardı. Son derece
yüksek işçi sirkülasyonu vardı ve bu durum, verimi fevkalade
düşürüyordu. Sebep olarak, ücretlerin düşük olduğu düşünüldü.
Ücretlere üst üste birkaç kez zam yapıldıysa da olumlu bir
sonuç alınamadığı gibi, yerliler her defasında çalışma
sürelerini biraz daha kısalttılar. İşin içinden çıkamayan,
alışık olmadıkları bir durumla karşılaşan görevliler, durumu
Avrupa’daki merkezlerine bildirdiler.
-
Şikâyetlere uzaktan bir anlam veremeyen
merkez, yerinde incelemeler yapmak üzere birkaç uzman
gönderdi. Yerinde yaptıkları doğrudan incelemelerden de bir
sonuç alamadılar. Fakat içlerinden biri, yerlilerle
yakınlaşmış; dillerini kısa zamanda çat-pat öğrenivermişti.
-
Onlarla konuşabilmesi sayesinde kafasındaki muammayı doğrudan
doğruya sormak imkânına
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
68 |
|
MALUM ZATLARA 70
-
kavuşmuş oldu. Meğerse yerliler, parayla satın almak zorunda
oldukları tek bir şey için çalışmaya geliyorlarmış:
-
Tuz. Köylerinden çıkıp madene
geliyorlar ve bir yıllık tuz ihtiyaçlarını karşılayacak kadar
para kazandıktan sonra ayrılıp, şehre inmekte ve tuzu satın
alıp köylerine dönmekteymişler.
-
Nasıl düşünüldüğü bir kez anlaşıldıktan
sonra çözüm genellikle kolay olur. Madencilik şirketlerinin
yetkilileri de sevinçten şapkalarını havaya fırlatıp yeni bir
plan tasarlarlar. Avrupa’dan birkaç bisiklet getirtip yeni bir
girişimde bulunurlar. Yakınlardaki bir köyün
evlilik çağına gelmiş gösterişli bir gencine bu bisikletlerden
birini hediye ederek işe yeniden koyulurlar. Bisiklet hediye
edilen gencin kabile içinde statüsü yükselir; kabiledeki
günlük olayların merkezine
-
yerleşir genç kızların hepsi ondan söz etmeye başlar.
-
Diğer gençler durumdan etkilenir ve
böyle bir bisikleti satın alma “ideal” ine kendilerini
kaptırırlar. Parayla satın alabilecekleri değerli bir şey
vardır artık. Böylece pahalı bir bisikleti son derece düşük
bir ücretle
satın almak uğruna, düzenli işçiye dönüşürler.”
|
MALUM ZATLARA 71
-
İki;
-
“Afrikalı avcılar, maymunlar ormanına
dalarak onların görebileceği bir yere bir testi gömüyorlar. Bu
testiye bir miktar fındık koyarak, başlıyorlar çıkarıp yemeğe.
Daha sonra orayı terk edip gizleniyorlar.
-
Onları fındık yerken gören maymunlar
aynen taklit ederek çömlekteki fındıkları yemeye geliyorlar.
Lakin çömleğin ağzı öyle hesaplı yapılmıştır ki, maymun elini
boş olarak sokabilmekte, lakin dolu olarak çıkaramamaktadır.
Avcılar, maymunlar tam elini çömleğe daldırıp fındığı
avuçladıklarında ortaya çıkıp maymunlara doğru koşmakta, lakin
maymunlar avuçlarındaki fındıktan vazgeçemedikleri için
kaçamamakta ve dolayısıyla fındık hatırına
yakalanmaktadırlar.”
-
-
Üç;
-
“Sisal, kenevire benzeyen, büyük
yapraklı, bol elyaflı, dokumada kullanılan bir bitkidir. Bu
bitki, Meksika civarlarında, taşlık, sert ve organik maddeler
bakımından fakir topraklarda yetişirmiş.
-
Bir gün bir Amerikan şirketi, bu
bitkiyi Florida
-
topraklarında yetiştirmeye karar vermiş. Bu bitkiden verim
almak uğruna aklına ne geldiyse yapmış. Hiç taşı olmayan
arazileri seçmiş, araziyi bir pamuklu yatak gibi yumuşacık
olana kadar sürmüş; en teknik yöntemlerle
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
70 |
|
MALUM ZATLARA 72
-
-
tohumları eşit aralıklarla serpiştirmiş; en faydalı
-
gübrelerle gübrelemiş.
-
Bitki boy atmış; yeşillikler içinde
kalan arazi adeta
-
ormana dönmüş. Amerikalılar, Sisal tarımını Meksikalılardan
aldık diye sevince boğulmuşlar. Vakti gelmiş; mahsulü
biçmişler. Yaprakların içinde bulunması lazım gelen elyafı
aramaya başlamışlar.
-
Bir de ne görsünler!
-
Yapraklardan bir gram bile elyaf
çıkmamış. Hayatı
-
kolaylaştırılan bitki, bütün becerilerini kaybetmiş, boy
atarken yan gelip yatmış.”
-
Velhasıl ı kelam,
-
Nasip olursa iktibaslara da devam!
-
Vesselam...
-
-
Not: “1” ve “3”, İbrahim Okur’Un, “İkinci Binyılın Muhasebesi”
isimli üç ciltlik eserinin üçüncü cildinden, “2” ise, Mustafa
İslamoğlu’nun “Yahudileşme Temayülü” eserinden iktibas
edilmiştir.
|
MALUM ZATLARA 73
-
-
-
-
Çorumlu 2000 Dergisinin eski
yazarlarından olduğumu söylememde herhalde bir mahsur yoktur.
Dergide ilkyazım 6. Sayıda, Ocak 1999’da çıkmış. Aradan
neredeyse 21 sene geçmiş. Zaman su misali! Dergiye yazdığım
son yazıdan sonra herhangi bir dergi ve gazeteye yazı
yazmadım. Dolayısıyla bu yazı benim 21 sene sonraki ilk yazım!
-
Bu sayı dergimizin son sayısı imiş! Her
şeyin bir sonu var.
-
İnşallah Mahmut Bey, yeni projelere
başlar, bizi yeniden “köşe” sahibi yapar! “Dört köşe” değil,
tek köşe yeter de artar bile.
-
Bir dostum: problem çıkartacak bir yazı
yazma diye ikaz etti beni! Ben yazı âleminin dışında, o çok
içinde olduğu için mutlaka bir bildiği vardır diye bir şey
söylemedim. Zor zamanlarda yazmıştım, böyle bir ikazı
hatırlamıyorum. Herhalde yaşlandığım için ikaz etme
-
gereği duydu, teşekkür ediyorum. Bu ikazı dikkate aldığımı
ifade etmeliyim.
-
İlkyazım Tavuk ve İnsan başlığı ile
yayınlanmış,
-
ÇORUMLU 2000 AYLIK KÜLTÜR SANAT VE EDEBİYAT DERGİSİ 6.
Sayısında yayımlanmıştı
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
72 |
|
MALUM ZATLARA 74
-
Psikolojik tahlil denemesi idi. Bu son
yazıda insanın insana yaptıklarını yazsam problem olur belki,
ben de insanın hayvana yaptıklarını yazayım diye düşündüm. Bu
sefer bu yazıdan da kinaye ile başka anlamlar çıkartanlar
olabileceği aklıma geldi. O halde
-
tamamen iktibas, alıntı yaparsam bir problem çıkmaz
zannediyorum.
-
Aşağıdaki örnekler gerçek mi, onu da
bilmem mümkün değil. Şahsen ben gerçek olmadığı kanaatindeyim!
-
-
Ey okuyucu!
-
İki tırnak içerisinde yani “ “
yazılanlar bana ait cümleler değildir. “Hayvanlardan
Tanrılara/Sapiens-İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi/Yuval Noah
Harari”ye aittir. Yazar yabancı, örnekler yurt dışından
verildiği için bizim ülkemizde bu tür örneklere rastlamak
tabii ki mümkün değildir!
-
“Pek çok Yeni Gine toplumunda, bir
insanın zenginliği sahip olduğu domuz sayısıyla ölçülür. Kuzey
Yeni Gine’deki çiftçiler, domuzların kaçmamalarını garanti
altına almak için burunlarından büyükçe bir parçayı keserler.
Domuz koklamaya çalıştıkça müthiş bir
acı verir bu. Domuzlar koklamadan yiyeceklerini hatta
gidecekleri yönü bile bulamadıklarından, sahiplerine tamamen
bağımlı hâle gelirler. Yeni Gine’deki bir başka
|
MALUM ZATLARA 75
-
bölgede domuzların gözünü çıkarmak âdet haline gelmiştir,
bunun amacı da hayvanların nereye gittiğini görememesidir.”
-
“Hayvanlara istediğini yaptırmak için
süt endüstrisinin de kendi yöntemleri var. İnekler, keçiler ve
koyunlar ancak yavruladıktan sonra ve ancak bu yavrular emdiği
sürece süt üretirler. Hayvanın süt üretimini devam ettirmesi
için çiftçinin elinde bu yavrulardan
-
bulunması fakat yavrular tüm sütü tüketmeden çiftçinin bunu
engellemesi gerekmektedir.
-
Tarih boyunca yaygın olarak kullanılan
yöntemlerden biri, yavruları doğumdan kısa süre sonra kesmek,
annenin tüm sütünü sağmak ve sonra tekrar hamile bırakmaktır.
Bu hâlâ çok kullanılan bir yöntemdir.
-
Pek çok modern süt çiftliğinde, süt
inekleri kesilmeden önce yaklaşık beş yıl yaşar. Bu beş yıl
boyunca inek neredeyse hep hamiledir ve doğum yaptıktan
sonraki 60-120 gün boyunca azami süt üretimini sağlamak için
özel olarak beslenir.
-
Doğumdan kısa süre sonra buzağılar
anneden ayrılır. Dişiler bir sonraki süt ineği nesli olmak
üzere yetiştirilir, erkeklerse et endüstrisine verilir.
-
Diğer bir yöntem de yavruları annelerinin yanında tutmak ama
çok fazla süt emmelerini çeşitli yöntemlerle
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
74 |
|
MALUM ZATLARA 76
-
engellemektir. Bunu yapmanın en basit yolu yavrunun süt emmeye
başlamasına izin verip süt gelir gelmez yavruyu çekmektir. Bu
yöntem genellikle hem
-
yavrudan hem de anneden tepki görür. Bazı çoban kabileleri
yavruyu öldürüp etini yer, derisini de doldururdu. İçi
doldurulmuş yavru derisi anneye gösterilerek süt üretiminin
artması sağlanırdı. Sudan’daki Nuer kabilesi doldurulmuş
hayvanlara annenin idrarından sürerek bu sahte yavrulara
tanıdık bir koku verecek kadar işi ilerletmişti.
-
Bir başka Nuer tekniği de, yavrunun
ağzının kenarlarına boynuzlar takıp annenin canını yakmak ve
emzirmeye itiraz etmesini sağlamaktı.Sahra’da deve yetiştiren
Tuaregler de yavru develerin üst dudağını ve
burnunun bir kısmını kesip veya yaralayıp süt emmeyi acı
verici bir hâle getirerek fazla süt tüketmelerini önleme
yöntemini geliştirmişti.”
-
“Endüstriyel et çiftliğindeki bir
buzağı, doğumdan hemen sonra annesinden ayrılarak vücudundan
çok da büyük olmayan ufacık bir kafese koyulur ve bütün
hayatını burada geçirir (ortalama dört ay).
Kafesten asla çıkmaz, kaslarının gelişmemesi için diğer
buzağılarla oynamasına veya yürümesine de izin verilmez, çünkü
yumuşak kaslar yumuşak ve sulu biftekler demektir. Buzağının
ilk defa yürüme, kaslarını esnetme ve diğer buzağılarla temas
kurma fırsatı
|
MALUM ZATLARA 77
-
kesimhaneye giderken olur. Evrimsel anlamda buzağı tarih
boyunca yaşamış en başarılı türlerden biridir. Fakat aynı
zamanda gezegendeki en zavallı hayvanlardan da biridir.”
-
“Yabancı” insanların hayvanlara neler
yaptıklarına yazardan örnekler verdim. Aslında yapmayacaktım
ama dayanamadım bir de “yabancı erkek-kadın” ilişkileri ile
ilgili yine aynı yazardan bir alıntı yaparak yazıyı hitama
erdireyim;
-
“İngiltere Kralı I. Edward (1237-1307)
ve karısı Kraliçe Eleanor (1241-1290) iyi bir örnektir.
Çocukları, ortaçağda mümkün olabilecek en iyi koşullarda
büyüyor ve en iyi şekilde besleniyordu. Saraylarda yaşıyor,
istedikleri kadar gıda tüketebiliyorlardı, sıcak tutan
kıyafetleri vardı, yakacakları boldu, mümkün olan en temiz
sudan içiyorlardı, bir hizmetliler ordusu onlara hizmet
ediyordu ve en iyi doktorlar da emirlerindeydi. Kayıtlar
Kraliçe Eleanor’un 1255 ile 1284 arasında 16
çocuk doğurduğunu yazar:
-
1-Adı bilinmeyen bir kız çocuğu
1255-39; te doğumda öldü.
-
2- Catherine adında bir kız çocuğu 1 ya
da 3 yaşında öldü.
-
3- Joan, diğer bir kız çocuğu 6
aylıkken öldü.
-
4- John adında bir erkek çocuğu 5
yaşında öldü.
-
5- Henry, 6 yaşında öldü.
-
6- Eleanor adlı kız çocuğu 29 yaşında öldü.
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
76 |
|
MALUM ZATLARA 78
-
-
7- Adı bilinmeyen başka bir kızı 5
aylıkken hayatını kaybetti.
-
8- Joan 35 yaşında öldü.
-
9- Alphonso 10 yaşında öldü.
-
10- Margaret 58 yaşında öldü.
-
11- Berengeria isimli bir kız çocuğu 2
yaşında öldü.
-
12- Diğer bir adı bilinmeyen kızı
doğumdan kısa süre sonra öldü.
-
13- Mary adlı kızı 53 yaşında öldü.
-
14- Adı bilinmeyen bir erkek çocuğu,
doğumdan hemen sonra öldü.
-
15- Elizabeth 34 yaşında öldü.
-
16- Edward adında bir oğlan çocuğu.
-
En gençleri olan Edward, çocukluğun tehlikeli yıllarında
hayatta kalabilen ilk erkekti ve babasının ölümünden sonra
Kral II. Edward olarak İngiliz tahtına çıktı. Başka bir
deyişle, Eleanor’un bir İngiliz kraliçesinin en önemli görevi
olan kocasına bir veliaht verebilmesi
-
için 16 kez doğurması gerekmişti. II. Edward’ın annesi
muhtemelen olağanüstü sabırlı ve dayanıklı bir kadındı.
Edward’;ın kendisine eş olarak seçtiği Fransız Isabella ise
öyle değildi:
-
Isabella, Edward 43 yaşındayken onu öldürdü.”
|
|
-
-
-
|
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
78 |
|
KİTAP BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ! |
80 |
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |