 |

|
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz! |
|
|
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL
Mahfi EĞİLMEZ
-
HİTİTLERİ DÜNYAYA TANITALIM 1
HİTİTLERİ DÜNYAYA TANITALIM II
HİTİTLERDEN GÜNÜMÜZE DERSLER 1
HİTİTLERLE BULUŞMA
ŞAPİNUVA'DA KRAL İZLERİ
HİTİTLERDE BAYRAM
HİTİT BİRLİĞİ
HİTİT DERSLERİ
ŞAPİNUVA'DA YENİ İZLER
HİTİT TOPRAKLARINDA
HATTUŞA'YA MEKTUP
HİTİTLERDE BAYRAM 2
HİTİTLERDE FİYAT VE ÜCRETLER
HİTİTLERDE EKONOMİK BÜYÜME
HİTİTLERDE DEVLET BENİM DEMEK
HİTİTLER PARASINI NEREYE YATIRIYORDU
KADEŞ SAVAŞI VE TEKNOLOJİ
HATTUŞA KAZILARI
HİTİT KONGRESİ VE TUTENKAMON
HİTİT KONGRESİ
HİTİT YILI
ŞAPİNUVA
HATTUŞA'DAN BİR MEKTUP
CUMHURİYET VE HİTİTLER
ANİTTA'NIN LANETİ
HİTİT YASALARI
HİTİT PARA POLİTİKASI
HİTİTLERİN DÜNYASI
TARİHE SAYGISIZLIK
HATTUŞA KAZILARI
TARİHE SAYGISIZLIK 2
3500 YILLIK MEKTUPLAR VE HOBİ
KUKLA
HİTİT DEFİLESİ VE HATTUŞA'YA MEKTUP
|
-
|
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
Mahmut Selim GÜRSEL |
|
- GÜRSEL YAYINEVİ ve
ÇORUMLU DERGİSİ SAHİBİ
-
- 1947
tarihinde babamın subay olarak bulunduğu Erzurum'da bir at arabasında
doğum evine giderken doğmuşum. Babam Eminsu Ali Rıza Gürsel, annem ise
Fahriye hanımefendi idi.
-
İlkokula İskenderun'da başladım. Ankara' da bitirdim. Ankara
Yenimahalle Ortaokulunun birinci sömestrsinde babamın emekli
olmasından dolayı 1960 yılında Çorum'a gelince Atatürk Ortaokuluna
devam ettim.
- İlkokul
sıralarında okuyarak pilot olmanın düşlerini kurardım. Bu hayalim
gerçekleşmedi.
- Babamın
"oku da oğlum ceketimi satar seni okuturum" diyerek bana yaptığı
nasihatleri ters tepki yaptı. Babamın baskısı karşısında babama
okumuyorum diyerek okulu birinci sınıfta bıraktım.
-
Marangoz çırağı olarak Azmi Başar ustanın yanına girdim. Askere
gidene kadar ustanın yanında çalıştım.
- 1967
tarihin de askerlik dönüşü, 28 Mart 1969 Ankara Emniyet Müdürlüğüne
teknisyen olarak göreve başladım.
-
Ortaokulu dışarıdan 2 yılda bitirdim 09 Ekim 1972 tarihinde polis
memuru olarak Ankara'da altıncı şube ve kara kollarda çalıştım.
- 6 Eylül
1973 tarihinde Selma (Kurşuncu) Hanımefendi ile evlendim.
- 10
Temmuz 1978 yılında ayında naklen Çorum İl Halk Kütüphanesine Memur
olarak geçtim. Dışarıdan Çorum Ticaret Lisesini iki yılda bitirdim.
- Kendi
kendime Osmanlıcayı öğrenmeye uğraştım, Hat sanatı ile biraz
ilgilendim 150 ye yakın Ser levham var, Çorum Güzel Sanatlar
Galerisinde ve Kütüphane salonlarında bu levhaları sergiledim.
- 03
Ağustos 1988 tarihinde İl Halk Kütüphanesi Müdür yardımcılığına
atandım.
- 1990
tarihinde ilk kitabım olan Dewey Onlu Tasnif isimli kütüphanelerdeki
kitapların tasnifi yapılan kitabı 10 yıllık bir araştırma ve çalışma
iye "Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)" kitap haline getirip
Kültür Bakanlığına sundum. Kitabımdan Türkiye'deki bütün
kütüphanelere dağıtılmak üzere 1000 adet satın aldılar.
-
Marangozluk, oymacılık, polis memurluğu, memurluk ve idarecilik
yaptım.
- Her
çalıştığım meslekte çeşitli önemli olaylar oldu ise de son çalıştığım
kurumda bence en önemli bir hatıramı anlatmak istiyorum: Kütüphanedeki
çalışmalarım ve " El Yazması Kitapların Çorum'da kalması için verdiğim
çabalar neticesinde Bitlis Tatvan’a tayin edilme olayım beni çok
yıktı. Fakat bu üzüntümün boş olduğunu zamanla gördüm. Rabb’imin izni
ile Hacca gitmek nasip oldu, iki kitap daha yayımladım ve elinizde
bulunan bu derginin çıkmasına vesile oldum. Mesleklerin insanlara
sağladığı maddi avantaj olarak, evinizi geçindirecek, namerde muhtaç
etmeyecek avantajından başka, manevi olarak; sizin yaptığınız işlerle
ilgili karşılaştığınız problemleri değerlendirirseniz avantajların
neler olabileceğini hayat okulundan öğrenmiş oldum.
- 1993
yılında Türkiye'deki bütün kütüphanelerde bulunan " El Yazması "
kitapların Ankara Milli Kütüphanesine toplanma kararı veren Kültür
Bakanlığına karşı Çorumlu hemşerilerimi haber dar ettim, mahalli
radyodan ve gazeteler ile parti il Başkanlarını ile Millet Vekilimiz
Adnan Türkoğlu ve Belediye Başkanımız rahmetli Turan Kılıççıolu'nun
destekleri ve diğer kuruluşların da katkısı ile "El Yazma kitapları"
Çorum'da kaldı. Açık öğretim için üniversite sınavlarına girip
kazandım. İkinci sınıfta iken Çorum'a tam teşekküllü bilgisayar
ortamında bir kütüphane kazandırmaktır. Yazma kitapların korunması ve
Çorum'da kalması için yaptığım girişimim yüzünden
- 25
Nisan 1994 tarihinde Tatvan Bitlis'e Müdür olarak tayinim çıktı, tayin
edildiğim yere gitmeyerek emekliliğimi istedim.
- 1994
Tarihinde nasip oldu eşimle birlikte Hacı olduk.
- 27
Mayıs 1998 tarihinde Çorum'da ilk Kültür Bakanlığından tescilli
"Gürsel Yayınevi" tarafımdan açtım.
- Yazı
yazmaya beni kimse teşvik etmedi Kütüphane için hazırladığım kitap
beni yazmaya teşvik etti. Yazılarım mahalli basında yayımlandı.
Yazılarımdan dolayı bir ödül almadım; fakat kitapları ve bu dergi
benim için en büyük ödüldür.
-
- Yayımlanmış çalışmalarım:
-
- " Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)
Haziran 1991 ",
- "Çorum 97 1997"
- "Çorum'da Yatan Meşhur Yatırlar
Haziran 1997- 2. basım 1998",
- " Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat
Tarih Ve Edebiyat Dergisi Temmuz 1998,
- " Sarı Çiğdem Şiir Defteri Mart
2002" ,
- “Çorum 2002” adlı basılmış
çalışmalarım bulunmaktadır.
- "Menakıb-ı Koyun Baba 2004"
- "Çorum Yemekleri 2004 Eşimin
Çalışması"
- "Hacım Ağustos 2007"
- "Çorumlular ve Çorum'a Hizmet
Edenler Temmuz 2008"
-
- Bakanlığa sunulmuş;"Alfabetik Türk
ve Yabancı Yazarlar Fihristi" ve "Ne Nerede Başlıklı Arama Fihristi"
basım için hazır beklemektedir. Yazılarım daha çok araştırma dalı
ile makale türüdür. Tiyatro çalışmalarım,şiir ve hikaye denemelerim
bulunmaktadır. Şu anda dergimde yazılarım çıkıyor. Benim
okuyucularıma diyeceklerim şudur ki. Doğru bildiğiniz konuları
savunun. Bu savunmanız size belki tepkiler getirecektir. Bu
tepkileri inceleyerek doğru olup olmadığını araştırın.
- Saygılarımla.
-
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
Dr. Mahfi EĞİLMEZ
|
-
İstanbul'da doğdum.
- Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (iktisat ve maliye bölümü)
bitirdim. Doktoramı Gazi Üniversitesi'nden 'Kamu İktisadi
Teşebbüslerinin Finansmanı' başlıklı tezi savunarak aldım.
- Maliye
Müfettiş Muavini olarak başladığım kamu hizmetinde Maliye Müfettişi,
Maliye Başmüfettişi, Gelirler Genel Müdür Yardımcısı (tedvir), Hazine
Genel Sekreterliği Daire Başkanı, Genel Müdür Yardımcısı, Washington
Büyükelçiliği Ekonomi ve Ticaret Müşaviri, Kamu Finansmanı Genel
Müdürü, Hazine Müsteşar Yardımcısı, Washington Büyükelçiliği Ekonomi
Ticaret Başmüşaviri olarak görev yaptım. 1997 yılının Temmuz ayında
Hazine Müsteşarı olarak atandım, aynı yılın Aralık ayında bu görevden
istifa ederek kamu görevinden ayrıldım.
-
Hazine'de görev yaptığım dönemlerde Temsan (Türkiye Elektromekanik
Sanayii A.Ş.), TEK (Türkiye Elektrik Kurumu) yönetim kurulu
üyeliklerinde, YÖK (Yüksek Öğretim Kurumu) üyeliğinde, Dünya Bankası
ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası guvernör vekilliği ve
guvernörlüğünde bulundum.
- Kamu
kesiminden ayrıldıktan sonra özel kesimde, çeşitli kuruluşlarda
yönetim kurulu danışmanlığı, yönetim kurulu başkanlığı ve üyeliği
yaptım. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde 10 yıl, Kadir Has
Üniversitesi'nde 8 yıl öğretim görevlisi olarak ders verdim. Yeni
Yüzyıl ve Radikal Gazetelerinde, aylık CNBCe Business Dergisinde köşe
yazıları yazdım, CNBCe ve NTV Televizyonlarında sürekli ekonomi
yorumculuğu yaptım.
- Hitit
uygarlığının tanıtılmasına yaptığım katkılar nedeniyle Çorum ve
Hattuşa (Boğazkale) belediyelerince fahri hemşehrilikle
ödüllendirildim, Türk Eskiçağ Enstitüsü'ne muhabir üye olarak
seçildim.
- Halen
Altınbaş Üniversitesinde öğretim üyesi olarak ders veriyorum,
yazılarımı yalnızca bu Blogda yayınlıyorum. Başka sitelerde yer
verilen yazılarım, bu blogdan alınmış demektir.
-
- https://www.mahfiegilmez.com/p/hakkmda.html
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
HİTİTLERİ
DÜNYAYA TANITALIM (ntvmsnbc/ 25.08.2000)
Mahfi EĞİLMEZ
Hitit
uygarlığı en az Mısır uygarlığı kadar eski ve zengin. Üstelik bu uygarlığın
dünyaya tanıtılmasında Türk araştırmacıların büyük katkısı var. Buna karşın
tanıtım yeteri kadar yapılamamış. En azından Mısır'ın yaptığı kadar bir
tanıtım yapılmadığı ortada. Hattuşa'yı gezmeğe giden herkes bunu kendi
gözleriyle görebilir. Piramitleri gezen yüzlerce turiste karşılık Hattuşa'yı
gezenlerin sayısı bir elin parmakları kadar az. Oysa Hattuşa inanılmaz
zenginlikte bir yer. Biraz çabayla biraz düzenlemeyle burası dünyanın ilgi
odağı olabilir. Dünyada 4000 yıl öncesine dayanan kaç tane uygarlığın
kalıntıları var ki? Biz Ankara'nın amblemindeki Hitit güneşini değiştirmekle
uğraşırken Mısırlılar neler yapıyor dersiniz?
Hititler, ilk
kez ne zaman ortaya çıktılar? Kendilerinden önce Anadolu'da yerleşik bulunan
Hattilerin yerini nasıl aldılar? Henüz kesin çizgileriyle bilinmiyor.
Bulgular, Hititler'in İÖ 1700'lerde Anadolu'ya Kafkaslardan geçip orada
yerleşik olan Hattiler ile kaynaşmış ve yavaş yavaş onları içlerinde eritmiş
oldukları sanılıyor. Çünkü bu iki ulus arasında bir savaş olduğuna ilişkin
herhangi bir kanıt yok elde. Bu geçiş süreci sırasında Hatti kültüründen
etkilenmiş olduklarını, Hatti ülkesi adını almalarından ve Hattilerin Neşa
kentinden esinlenerek kendi dillerini Nesice olarak adlandırmalarından
anlıyoruz. Hititlerin kurucusunun Kuşşaralı Pithana'nın oğlu Anitta olduğu
kabul ediliyor. Hititlerin bir krallık haline gelmesi Labarna ile
imparatorluk biçimine girişi ise Şuppiluliuma ile oluyor.
En önemli
tanrıları Baştanrıça Hepat ile Fırtına tanrısı Teşup. Hepat, sonraki
kültürlerde bereket tanrıçası Kibele ya da geç Hititlerde ana tanrıça Kubaba
olarak yeniden ortaya çıkıyor. Hititler, ele geçirdikleri kentlerin
tanrılarını da kendi tanrıları arasına katmışlar. Bundan amaç o tanrıların
nefretini üstlerine çekmemek. Bu nedenle 1000 dolayında tanrıları olduğu
tahmin ediliyor. Başkent Hattuşa'ya 1000 tanrılı kent denmesinin nedeni de
bu. Hitit dininde cennet ve cehennem yok. İşlenen günahların cezasının ve
yapılan sevapların karşılığının bu dünyada alınacağına inanıyorlarmış.
Hititlilerin
dilleri Hint - Avrupa dil grubuna ait. Hattuşa kitaplıklarında bulunan
tabletlerin sekiz ayrı dilde yazılmış olduğu görülüyor: Hititçe, Hattice,
Hurrice, Mitannice, Luvice, Palaca, Akadça, Sumerce. Akadça, dönemin
diplomasi dili. Mısırlılar ve Hititler ya da Hititler ile Asurlular
arasındaki yazışmalar Akadça olarak yapılıyormuş.
Hitit
ülkesinde bütün topraklar krala ait. Yani toprakta özel mülkiyet yok. Kral
veya kraliçe istediklerine toprak tahsis ederlermiş. Kendisine toprak tahsis
edilenlerin krala, her savaşa gidişinde asker vermek yükümlülüğü varmış.
Sonraları Osmanlı'da ortaya çıkan timar, has ve zeamet sisteminin ilk
biçimi.
Hititler
paralarını gümüşten yapıyorlarmış. 8.5 gramlık gümüş çubuklar ya da halkalar
1 Şegel adını taşıyan bir para birimiyle ifade ediliyor. 40 şegel yani 260
gram gümüş ağırlığındaki kuruşların toplamı 1 Mana ediyor. Üst para birimi
olan Mana'yı Hititler, Sumerlerden almış. Mana, latin dillerindeki money
kelimesini andırıyor.
Hitit ordusu
piyadeler ve at arabalı askerlerden oluşuyordu. Her arabada üç asker var:
İlki sürücü. İkinci, sürücüye kalkan tutan asker. Üçüncü ise ok atan ve
mızrak kullanan asker. Kadeş savaşında Ramses ordularıyla kapışan Hitit
ordusunda 17000 piyade ve 4500 savaş arabası olduğu yazılı. 4500 arabayı 3
ile çarparsak 13500 kişi eder. 17000 de piyadeyi de katınca toplam 30 bin
asker. Oldukça büyük bir ordu.
Hititlerin
Panku adlı bir asiller meclisi varmış. Kral, Panku'nun onayını almadan
savaşa karar veremiyor. Panku, ayrıca kral öldüğünde yerine kimin geçeceğine
de karar veriyor.
Hitit
imparatorluğu, Kadeş barış antlaşması sonrasında Mısırlılar ile girdikleri
uzun dönemli barışa karşın deniz kavimlerinin sürekli saldırıları sonucu
tarihe karışıyorlar. Buna karşın geç Hititler adıyla anılan imparatorluğun
bir parçası Kargamış ve dolaylarında izini sürdürmeye devam ediyor bir süre.
Asurluların saldırıları Hititlerin son uzantısı olan geç Hititleri de İÖ
700'lerde tarih sahnesinden silip yokediyor.
Hititlerin
enbüyük kralı olarak kabul edilen Şuppiluliuma'nın tahta geçişinin nasıl
olduğu henüz kesinlik kazanmış değil. Şuppiluliuma, II. Tuthaliya'nın
oğludur. II. Tuthaliya'nın ölümünden sonra tahta Şuppiluliuma'nın erkek
kardeşi Arnuvanda ve kızkardeşi Aşmunikal birlikte geçmişlerdir.
Arnuvanda'nın genç yaşta ölümü üzerine tahta geçmeye hazırlanan oğlu III.
Tuthaliya, Şuppiluliuma tarafından öldürtülmüştür. Böylece yeğenini öldüren
amca, Hitit tahtına otrumuştur.
Şuppiluliuma
ve ardından tahta çıkan oğlu II. Arnuvanda'nın
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
HİTİTLERİ
DÜNYAYA TANITALIM II KADEŞ SAVAŞI
KİM KAZANDI? (ntvmsnbc/ 25.08.2000)
Mahfi EĞİLMEZ
Karnak,
Luksor, Ramesseum, Abydos ve Abu Simbel'de bulunan eski Mısır tapınakları,
mezar anıtları ve saraylarının duvarlarında yazılı ve çizili olanlara
bakılırsa, Mısır firavunu II. Ramses'in, Kadeş savaşında, Hitit kralı
Muvatallis'e karşı büyük bir zafer elde ettiği anlaşılıyor. Christian
Jacq'ın dünyada çok satanlar listesine girmiş ve Türkiye'de de aynı konuma
gelmiş olan beş ciltlik Ramses adlı kitabında da aynı şeyler yazılı.
Dizinin, Kadeş Savaşı başlığını taşıyan cildinde II. Ramses'in başlangıçta
yenilir gibi bir konuma düşmesine karşın sonradan toparlanarak Hititleri
darmadağın ettiği ve Muvatallis'in kendisiyle barış yapmak için yalvar yakar
olduğu anlatılıyor. Christian Jacq, bütün bunları yukarıda saydığımız
tapınak, mezar ve saraylardaki yazılardan aktarıyor. Yani özetle konuya
Ramses ve onun saray yazman ve şairlerinin gözüyle bakarak bir öykü
yaratıyor. Böyle yapması son derecede doğaldı. Çünkü romanı, Mısır'ın
tanıtımına ilişkin bir sipariş üzerine yazmıştı.
Mısır
kaynakları ve sonradan bu kaynaklara dayanılarak yazılan öyküler Hititleri
barbar ve istilacı bir ulus olarak sunuyorlar. Bunlara göre Mısırlılar,
ülkelerini ve ulaştıkları üstün uygarlık düzeyini korumak isteyen bir ulus.
Bu konuda o kadar çok kitap ve yazı var ki bugünkü dünya bu yaklaşımı
fazlasıyla benimsemiş durumda.
Gerçek
böyle mi acaba? Bilim her konuda bu soruyu sorarak başlar işe. Hitit
tabletlerindeki Hititçe yazılar çözüldükten ve savaşın sonuçları
değerlendirildikten sonra gerçeğin tam tersi olduğu çıkıyor ortaya. Eğer bu
tabletlere ulaşılamasa ve savaşın sonuçlarının ne olduğu anlaşılamasa
Mısırlıların Hititlere karşı Kadeş'te büyük bir zafer kazandığı sanılacaktı.
Gerçi bu kaynaklara ulaşılmış ve gerçek ortaya çıkmış olsa bile Mısırlıların
bu savaşta zafer kazandığını ileri sürenler hala var. Bunların başında da
Christian Jacq geliyor.
Hititler
Barbar mı?
Eski
dünyanın merkezi Anadolu ve Ortadoğu idi. İÖ yaklaşık olarak 1800'lerde
Anadolu'da Hititler ortaya çıktı. Hititlerin ortaya çıktığı tarihlerde
Anadolu'dan Suriye'ye kadar uzanan coğrafyada en önemli iki krallık Hititler
ile Mitanniler'di. Aynı coğrafyada bulunan çeşitli beylikler Hititlere
bağlıydılar. Bu bağlılık, ödenen vergiler karşılığı bir özerklik içeriyordu.
Buna karşılık o ülkelerin, Hitit kralı savaşa giderken ona asker vermek
zorunluluğu vardı.
Hitit
krallığını bir imparatorluk haline getiren kral Suppiluliuma'dır. İÖ 1375
ile 1335 arasında hüküm süren Suppiluliuma çağın önemli krallıklarından olan
Mitanni devletini yıkarak imparatorluğunun sınırlarını Lübnan'a kadar
genişletiyor. Buraları fethetmesine karşın buralarda yaşayan insanları köle
yapmıyor. O ülke halklarını Hitit imparatorluğuna bağlı halklar haline
getirmekle yetiniyor ve içişlerinde özerk bırakıyor. Bu bilgiler yalnızca
Hitit tabletlerinde taraflı yazılmış olabilecek yazılardan değil, aynı
zamanda o dönemde yaşamış tarafsız ulusların tabletlerinden de anlaşılıyor.
Oysa aynı dönem Mısır'ında inanılmaz bir kölelik düzeni sürüyor. Köleliğin
boyutları o kadar aşırı ki sonuçta Ramses döneminde Yahudilerin isyanı ve
Musa'nın yahudileri alarak Mısır ülkesini terketmesine kadar varıyor işler.
Kaldı ki
Hititlerin yayılmacı bir politikadan çok kendi imparatorluklarını koruma
amacına dayalı ilerlemeleri söz konusu. Bunu da Hititlerin kurucusu kabul
edilne kral Labarnas'ın yazdırdığı bir tabletten anlıyoruz. Şöyle diyor
Labarnas: "Ve ülke çok küçüktü…Ne tarafa kıpırdansa hemen bir düşman ülke
ordusu yolu kesiyordu." Labarnas bu durumdan kurtulmak, en azından
tüccarlarına yol açmak amacıyla çevreyi ele geçirerek krallığı büyütmeye
başlamıştı.
Hititler, ele geçirdikleri ülke halklarını köle yapmaz onlara bir çeşit
özerklik tanırken, Mısırlılar kendi içlerinde yaşayan insanları köle
yapıyorlar. Hitit uygarlığının üzerinden Frigler, Romalılar, Selçuklular ve
Osmanlılar geçtiği için geriye kalan kalıntılar ne yazık ki Mısır'da
kalanlardan daha az. Ona karşın bu uygarlığın sanat, kültür ve bilim
alanında oldukça ileriye gittiğinin kanıtları duruyor hala. Kaldı ki
Asurlulardan öğrendikleri ticareti de oldukça geliştirmiş oldukları
anlaşılıyor. Demek ki Mısır yazıtları ve resimleri Hititleri barbar ve
istilacı olarak gösterirken gerçeği anlatmıyor.
Savaşta
Hititler mi Daha Üstün Yoksa Mısırlılar mı?
Bu
konuda da çeşitli tezler ileri sürülebilir. Çoğu çıkarsamalar yine
tapınaklarda yer alan yazı ve resimlerden geliyor. Buna karşılık bugün
elimizde iki önemli bulgu var Hititlerin savaş gücü ve tekniğiyle ilgili.
Bunlardan ilki Hitit başkenti Hattuşa'daki kazılar sırasında bulunmuş olan
yaklaşık bin satır uzunluğundaki bir metni içeren bir tablet. Hititçe
yazılmış olan tablette at yetiştiriciliği ve binicilik kuralları
anlatılıyor. Bu metin, Hititlerin bu konuyu hangi uzmanlık düzeyine
getirdiklerini ortaya koyuyor. Gerçi metnin yazarı Kikkuli adında bir Hurri
ve Mitanni ülkesinden getirtilmiş ama Hititler ondan aldıkları eğitimle işi
bir sanata dönüştürmüşler.
Hititlerin savaş gücünü gösteren ikinci kanıt savaş arabaları. Hitit savaş
arabası o zamana kadar kullanılan 4 tekerlekli savaş arabalarından farklı
olarak 6 tekerlekliydi. Tekerlekler de, diğer ülkelerin savaş arabalarında
kullanılan tek parça tahtadan yapılmış tekerleklerden değildi. Bugünkü
tekerleklere benzeyen çubuklarla desteklenmiş tekerlekler kullanılıyordu.
Dolayısıyla savaş arabaları çok daha hafif ve hareket yeteneği yüksek
olabiliyordu. Arabanın benzerlerine göre hafif olması her savaş arabasında
iki yerine üç askerin yer almasına olanak sağlıyordu. Askerlerden birisi
arabayı sürüyor, ikincisi arabadaki diğer iki kişiyi koruyacak biçimde
kalkan kullanıyor, üçüncüsü ise ok ve mızrak atıyordu.
Kadeş
savaşında Mısır ve Hitit ordularının sayıları hakkında çeşitli iddialar var.
Mısırlılar, savaştaki fedakarlık ve kahramanlıklarını abartmak için rakibi
fazla sayıda göstermek ihtiyacı duymuşlar. Bugün kabul edilen genel görüşe
göre Hititler bu savaşa 17,000 piyade ve 4,500 savaş arabasıyla katılmışlar.
Her savaş arabasında 3 asker olduğuna göre 13,500 de arabalı asker demektir.
Buna göre Hititlerin toplam savaşçı sayısı 30,000 dolayında bir sayıyı
göstermektedir. Buna karşılık Mısırlıların 20,000 dolayında olduğu
sanılmaktadır. Bu sayılar kesin değil. Buna karşın Kadeş savaşında
Hititlerin Mısırlılara karşı sayısal üstünlüğü olduğu biliniyor. Bu da
Hititlerin savaş gücünü ve üstünlüğünü gösteren üçüncü kanıt.
Savaşa Giden
Yol
O zamana
kadar bilinen dünyanın en büyük iki imparatorluğu olan Hititlerle Mısırlılar
niçin savaşa girdiler? Bu soruyu yanıtlamak için biraz geriye gidelim.
Tek
tanrıya inandığı için sapkın firavun diye adlandırılan firavun Akhenaton'un
ölümünden sonra yerine büyük oğlu Smenkare geçiyor. Smenkare'nin ölümle
sonuçlanan kısa süren firavunluğu sonrasında Mısır tahtına Tutenkamon
geçiyor. Tahta geçtiğinde Tutenkamon henüz çocuk yaşta. Üvey kızkardeşi
Ankesenamon ile evlendiriliyor. Tutenkamon 18 yaşındayken, sonradan mumyası
üzerinde yapılan röntgen incelemeleriyle anlaşıldığı üzere, kafatasına
aldığı bir darbeyle öldürülmüş. Cinayetin Başrahip Eje tarafından işlendiği
kabul ediliyor bugün.
Buraya
kadarki öykü konumuzu çok yakından ilgilendirmiyor. Yalnızca altyapıyı
verebilmek için değindim. Konumuzu asıl ilgilendiren bölüm dul kalan kraliçe
Ankesenamon'un başına gelenler ve bunların Hititlerle ve Kadeş savaşıyla
ilgisi.
Başrahip
Eje, firavun Tutenkamon'u öldürdükten sonra firavun olmak istiyor. Bunun en
kestirme yolu kraliçe Ankesenamon ile evlenip tahta geçmek. Ankesenamon,
kocasını, Eje'ın öldürdüğünü bildiği için mi yoksa Eje kendisinden çok yaşlı
olduğu için mi bilinmez onunla asla evlenmek istemiyor. Ama Eje bu konuda
kararlı. Ankesenamon'un bulabildiği tek çözüm adını ve ününü duyduğu Hitit
kralı Suppiluliuma'dan yardım istemek. Suppiluliuma'nın oğlu II. Murşiliş'in
yazdığına göre bu yardım isteği şöyle çıkıyor ortaya: "Mısırlılar, Amka
zaferini duyunca korktular. Üstelik firavunları da ölmüş olduğu için,
Mısır'ın dul kraliçesi babama bir elçi ile şu mektubu yolladı: Kocam öldü.
Benim oğlum yok. Duyduğuma göre sende oğul çokmuş. Eğer bana oğullarından
birisini verirsen onu koca yapacağım. Tebamdan birisini kocam yapmayı asla
istemiyorm. Ona koca olarak saygı duyamam." II. Murşiliş devam ediyor:
"Babam bunu duyunca inanamadı. Hatti'nin büyüklerini toplayıp danıştı."
Sonunda Suppiluliuma, danışmanı Hattuşa-ziti'yi Mısır'a elçi olarak gönderip
durumu tam olarak anlamayı kararlaştırdı. Hattuşa-ziti, Mısır'da gerekli
araştırmaları yaparken Suppiluliuma bir yandan da Karkamış'ı ele geçiriyor
ve inanılmaz büyüklükte bir savaş ganimeti elde ediyordu. Bu, onun
Ortadoğudaki ününü iyiden iyiye arttırmış olmalı. Bir süre sonra Hattuşa-ziti,
Ankesenamon'un ikinci mektubuyla dönüyor. Mektupta Suppiluliuma'ya hitaben
şunlar yazılı: "Niçin bana inanmıyorsun? Niçin alay edildiğini sanıyorsun?
Ben başkasına değil yalnızca sana yazdım. Bir çok oğlun olduğu söyleniyor.
Oğullarından birini bana verirsen o, hem bana koca hem de Mısır'a kral
olacak." II. Murşiliş devam ediyor anılarına "Babam iyi yürekli olduğu için
kadının sözünü dinledi ve göndereceği oğlunu seçti." Suppiluliuma, Mısır
firavunluk soyunun Hititlere geçeceği hayalini kurarak oğlu Zannanza'yı
küçük bir askeri birlikle Mısır'a yollar. Hitit tabletlerinden anlaşılacağı
üzere, prens Zannanza'nın sınırı geçtikten bir süre sonra öldürüldüğü haberi
gelir Hitit ülkesine. Firavun olmak için gün sayan Eje, Ankesenamon'un bu
girişimini öğrenmiş ve Mısır orduları başkomutanı Horemheb aracılığıyla
yolladığı orduyla Zannanza'nın birliğini kuşatarak yok ettirmiş hepsini.
Suppiluliuma, bu olaya çok üzülmüş. Yine tabletlerden anlaşıldığına göre
günlerce ağlamış ve intikam yeminleri ederek başta fırtına tanrısı Teşup
olmak üzere tanrılara kurbanlar sunmuş. Zannanza'nın davet edildiği bir
ülkede cinayete kurban gitmiş olması Suppiluliuma ve bütün ailesi üzerinde
bir Mısır nefreti yaratmış olsa gerek. Ne var ki o sırada Anadolu'da
yayılmağa başlamış olan veba salgını bu nefret ve intikam duygularının
yoğunluğuna karşın Suppiluliuma'nın Mısır üzerine bir seferi göze almasını
engelliyor. Nitekim Suppiluliuma da vebaya yakalanıp İÖ 1335 yılında ölüyor.
Ardından tahta geçen oğlu III. Arnuvandas da yalnızca bir yıl krallık
yaptıktan sonra vebadan ölünce tahta II. Murşiliş geçiyor. Tahta geçer
geçmez, Hitit imparatorluğunda bu kadar taht değişimini fırsat bilerek
ayaklanan Arzava'lılarla savaşa girişiyor. İki yıl süren bu savaş sonunda
Arzava ülkesini yıkıyor. Kuzey'de ayaklanan Kaşka'lıları ve diğer ulusları
da yeniyor. II. Murşiliş'ten günümüze kalanlar yalnızca babası
Suppiluliuma'yı anlattığı anılar değil. Onun çok ünlü bir de veba duası var.
II. Murşiliş, ardında büyük ve güçlü bir imparatorluk bırakarak İÖ 1306'da
ölüyor. Tahta oğlu Muvatallis geçiyor.
Bu
sırada Mısır tahtında Akhenaton'la birlikte ortaya çıkan geveşeklik ve
karışıklıklar sonrasında artık güçlü bir firavun vardır: II.Ramses. II.
Ramses, daha imparatorluğunun ilk yıllarında düzeni kurmak ve Mısır'ın
gücünü çevreye kabul ettirebilmek için seferlere başlıyor. Hititler
açısından bardağı taşıran damla Suriye topraklarında Hititlere bağlı olarak
yaşayan Amurruların birden Ramses'e bağlılıklarını açıklamaları. Amurru
prensi Benteşina, kendisine çok daha fazla tavizler önermiş olan II.
Ramses'in sözüne güvenerek Hititler'den kopmuş ve Mısırlıların safına
katılmıştı.
O
dönemin güç dengeleri içinde II. Ramses'in ilerleyişini durduracak tek güç
vardı dünyada: Hititler. Artık Muvatallis için yapacak başka bir şey
kalmıyordu: Hem sınırlarına yeniden biçim vermek hem de Suppiluliuma'dan
kalma intikamı almak (Prens Zannanza'nın öldürülmesi olayı). Dolayısıyla iki
ulusun savaşa girişmesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu. İki ordu, Halep ile
Şam'ın ortasında bir yerde olan Kadeş'te karşı karşıya geldiler.
Bu
noktada savaşı Hititlerin değil Mısırlıların çıkardığına ve gerçek barbar
aranıyorsa bunun kim olduğuna dikkat etmek gerekir.
Savaşı Kim
Kazandı?
İki
büyük ordu İÖ 1296'da Kadeş yakınlarında karşılaştılar.
Ramses'in Kadeş'e yaklaşımı askeri strateji açısından hataların en
büyüklerinden birisi olarak tanımlanıyor bugün. Ordusunu dört bölüme
ayırmuştı. Her bir bölüm Mısır'ın en büyük tanrılarının adını taşıyordu:
Amon, Ra, Ptah ve Seth.
İlk
karşılaşmada Muvatallis'in, kardeşi III. Hattuşiliş ve oğlu Urhi Teşup ile
birlikte kumanda ettiği Hitit birlikleri, Ramses'in ordularını darmadağın
edivermişti. Ramses canını zor kurtarmış kendisini Amon tümeninin içine zor
atmıştı. Savaşa soktuğu Ra tümeninden geriye çok az asker kaldığı
anlaşılıyor. Onlar da tam bir bozgun halinde kaçmağa başlamışlar. Bu ilk
yenilgi Mısır yazıtlarında şöyle anlatılıyor: "Yürüyüş kolundaki Ra
tümeninin ortasına saldırdılar. Ra tümeni harekat halindeydi. Savaşa hazır
değildi. Bu nedenle majestelerinin (II. Ramses) askerleri de savaş arabaları
da onlar (Hititler) karşısında yenildi."
Amon
tümeni, ordunun geri kalanından ayrılmıştı. Hitit savaş arabaları
yapılarının getirdiği hafiflik ve manevra üstünlüğüyle kısa sürede Amon
tümenini de sarmışlardı. Üstelik Ramses de sarılmış olan Amon tümeninin
ortasındaydı. Tam anlamıyla bir toplu yok edilmenin eşiğindeydi Ramses ve
Amon tümeni. Onların yok edilişinin ardından başsız kalan Ptah ve Seth
tümenlerinin yok edilmesi çok kolay olacaktı. Hitit imparatorluğunun önünde
Mısır toprakları açılıyordu artık
Hitit
ordusu pek çok ulustan derlenmiş askerlerden oluştuğu için disiplini çok
güçlü değildi. Mısır ordugahına girdikleri anda yağmaya başladılar. Emir
komuta herşey bir anda yok olmuştu. Mısır ordugahı çok zengindi. İşte tam bu
sırada Mısır yazmanları ve şairlerine göre Ramses, tanrısal bir güçle Hitit
askerlerine saldırıp onları dağıtıyor ve savaşı birden lehine döndürüyor.
Bundan sonra Ramses'in kahramanlığı üzerine öyküler sonu gelmez biçimde
sıralanıp duruyor Mısır yazıtlarında. Aynı kaynakları kullanan Christian
Jacq da Ramses dizisinin Kadeş adlı bölümünde Ramses'in kahramanlıklarını ve
elde ettiği zaferin öyküsünü anlatıyor.
Oysa
Hitit kaynakları böyle anlatmıyor. Mısır ordugahının yağmasına dalmış
bulunan ve emir dinlemez halde olan Hitit askerleri hiç beklenmeyen anda
küçük ve düzenli bir birliğin saldırısına uğruyorlar ve toparlanmaya fırsat
bulamadan dağılıyorlar. Bu birliğin nereden geldiği bugün hala bir sır.
Fakat bu birliğin Ramses ordularına ait olmadığı kesine yakın bir biçimde
biliniyor. Çünkü Ramses'in ağzından şöyle anlatılıyor: "Yanımda ne bir prens
var, ne bir sürücü, ne bir piyade subayı, ne de bir araba savaşçısı. Yaya
askerim de araba savaşçılarım da beni onların karşısında ganimet gibi
bırakarak çekip gitti. Onlarla savaşmak için kimse beklemedi."
Savaş
bir süre daha sürüyor. Ondan sonra her iki ordu da geri çekildiği için kimse
kimseye üstünlük sağlayamıyor. Mısır kaynaklarında Muvatallis'in Ramses'e
şöyle bir mektup yolladığı yazılı: "…Mısır ve Hatti ülkeleri senin
emrindedir ve ayaklarının altına serilmiştir..." Oysa o durumda Hitit kralı
Muvatallis başkent Hattuşa'dan yaklaşık 600 kilometre uzakta, Suriye
topraklarında bulunmaktadır. Daha iki ordu arasındaki ilk çatışmada Mısır
orduları geriye dönmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla Muvatallis'in bu
tür bir mektup yazması için ortada hiç bir neden yok. Bugün, çoğu
araştırmacı böyle bir mektubun Ramses'in hayal ürünü olduğu konusunda
hemfikir.
Mısır
tapınaklarında, mezarlarında ve saraylarında Ramses'in Kadeş savaşını
kazandığına ilişkin yazılara ve resimlere karşılık savaşı Hititlerin
kazandığını gösteren bazı kanıtlar var ortada. İlk kanıt: Prens
Benteşina'nın Mısır'a bağladığı Amurru ülkesinin savaştan hemen sonra
yeniden Hititlere bağlı hale getirilmesidir. İkinci kanıt savaştan yaklaşık
9 yıl sonra Hitit kralı III. Hattuşiliş ile II. Ramses arasında imzalanan
Kadeş barış antlaşması (İÖ 1286) sonrasında Hattuşiliş'in büyük kızını
Ramses'e çok büyük törenlerle gelin vermesidir. Ramses, sonradan Maatnefrure
adını alan bu kızı Başkraliçe yapmıştır. Böylece bir Hititli Mısır sarayında
başkraliçeliğe gelmiştir. Savaşı kazananın değil kaybedenin kabul
edebileceği bir gelişme bu.
Hitit
kaynakları ve diğer kaynaklar bulununcaya kadar Kadeş savaşının kesin
galibinin Mısırlılar olduğu sanılıyordu. Buna karşın böyle bir galibiyetten
sonra nasıl olup da Hititlerin Amurru prensliğini kendilerine yeniden
bağladıkları ve yine nasıl olup da Mısır'ın Hitit ülkesini haraca
bağlamadığı anlaşılamıyordu. Bugün bilinen, Hititlerin bu savaşı
kazandıkları ama galibiyetlerinin sonradan yağma sırasında müdahale eden bir
birlikçe durdurulduğu biçimindedir. Özetle her iki ulus da bu savaştan kesin
galibiyet elde edemese de savaştan sonra Hititler'in, Mısırlılara karşı çok
daha üstün bir konuma geçmiş olması savaşta Hititlerin üstün geldiğini
ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Mısır kaynaklarına dayanarak aksini anlatan
öyküler ya da yorumlar doğru değildir.
Hititleri, Christian Jacq'ın, dünya çapında çok satan Ramses romanından
barbar ve istilacı bir ulus olarak tanıyanları ve Mısırlılar'ın Hititleri
Kadeş Savaşında yendiğini düşünenleri hayal kırıklığına uğrattığımızın
farkındayız. Ama öyküler ile bilimsel kanıtlar her zaman örtüşmüyor.
Kaynaklar:
-
Ana Britannica, Cilt 12, s. 370 - 71.
-
Christian Jacq, Ramses: Kadeş Savaşı, 1998.
-
C.W.Ceram, Tanrıların Vatanı Anadolu, 1994.
-
Ekrem Akurgal, Hatti ve Hitit Uygarlıkları, 1995
-
İlhan Akşin, Hititler,1991.
-
Jürgen Seeher, Hattuşa Rehberi (Hitit Başkentinde
Bir Gün), 1999.
-
C.W.Ceram, Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler, 1994.
-
Bob Brier, Tutanhamon Olayı, 1999.
-
Muazzez İlmiye Çığ, Hititler ve Hattuşa, 2000.
-
Mahfi Eğilmez, Ortadoğuda Siyaset 1 ve 2 (Light
Günlük kitabı içinde).
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
HİTİTLERDEN
GÜNÜMÜZE DERSLER 1
Mahfi EĞİLMEZ
1. Anadolu'da Asur
Ticaret Sömürüsü
Bundan
dörtbin yıl önce Milattan önce üçüncü binin sonları ve ikinci binin
başlarında Anadolu'da çok yaygın bir Asur ticareti vardı. Asurlu tüccarlar
Anadolu halklarıyla yaygın bir ticaretin içine girmişlerdi. Anadolu'da Asur
ticaret kolonileri vardı. Bu kolonilerin merkezi Kayseri yakınlarındaki
Kültepe'de bulunan Neşa (ya da Kaneş) Karumu'ydu.
Anadolu'da yapılan kazılarda o döneme ilişkin ticari ilişkileri açıklayan
pek çok tablet bulunmuştur. Bu tabletlerden anlaşıldığı kadarıyla Asurlu
tüccarlar Mezopotamya'dan çoğunlukla tekstil ürünleri ve kalay getiriyorlar,
bunun karşılığında altın, gümüş ve bakır alıyorlardı. Özellikle Kapadokya
bölgesi altın ve gümüş madenleri açısından zengin bir bölgeydi.Asurlu
tüccarlar getirdikleri malların bir bölümünü kredili olarak sattıkları için
bunların kayıtlarını tutmak zorundaydılar. Ticarete ilişkin tablet bolluğu
buradan kaynaklanıyor.
Asurlu
tüccarlar için Anadolu çekici bir yerdi. Her şeyden önce birbirine yakın bir
çok kent krallığı vardı. Dolayısıyla nihai hedefe gidene kadar gündüzleri
yolculuk yapıp geceleri konaklayacak güvenli kentler bulunuyordu. Kentlerin
kralları, kendi haraçlarını aldıkları sürece tüccarlara karşı barışçıl bir
yaklaşım içindeydiler. Asurlular satış için Anadolu'ya getirdikleri
mallarını eşeklerle taşıyorlardı. Eşeklerin iki yanında tekstil ürünleri ya
da teneke taşınan ağzı kapalı heybeler vardı. Sırtında ise yol boyunca
yenilecek yemekleri saklayan bir başka heybe.
Asurlu
tüccarların oluşturduğu ticaret kervanları içinden geçtikleri kentin kralına
geçiş vergisi ödüyorlardı. Bu vergiler genellikle taşınan malın cinsine göre
oransal olarak hesaplanıyordu. Bu tür vergileri ödemeden kentten geçmek ve
malını satabilmek olanağı yoktu. Vergiden kurtulmanın iki yolu vardı: İlki,
vergiden kaçınma biçiminde çıkıyordu ortaya. Kentin içinden geçmeyip
dışarıdan dolaşılırsa vergi ödeme yükümlülüğü doğmuyordu. Buna karşın kent
dışında özellikle geceleri kervanın saldırıya uğraması her an söz konusu
olabiliyordu. İkincisi, vergi kaçakçılığıydı. Bunun yolu ise malları kente,
nöbetçilerle anlaşıp, gizlice sokmaktı. Nöbetçilere verilecek pay, vergiden
düşük olduğu sürece bu çekici bir seçenekti. Ama riski çok fazlaydı. Bunu
yapan tüccar yakalanırsa, kent kralının onun mallarının tümüne el koyma
hakkı doğuyordu. Anadolu'da bulunan Asur tabletlerinden tüccarların hangi
kentte daha kolay vergi kaçakçılığı yapıldığı konusunda birbirleriyle
yazışmalar yaptığı anlaşılıyor.
Asurlular, Hurriler, Hattiler, o dönemde Anadolu'da yerleşik diğer kavimler
ve sonraları Hititlere, kredili olarak sattıkları mallar için çok yüksek
oranlı faiz uyguluyorlardı. Bulunan Asur ticaret tabletlerinden anlaşıldığı
kadarıyla faiz oranları yüzde 30 ile yüzde 180 gibi yüksek oranlar arasında
değişiyordu. Borçlarını ödeyemeyen yerel halk krallara şikayette
bulunuyordu. Kötü hasat yıllarında borcunun teminatı olan ürünü elde
edemeyen insanlar son derecede güç durumlara düşüyorlardı. Ya ailesinden
birisini tüccara köle olarak veriyor, ya da bazen kendisi de dahil olmak
üzere bütün ailesi köle oluyordu. Bazen yerel krallar bu tür borç - alacak
ilişkilerini çözmek için borçların silinmesi hakkında yasalar
çıkarıyorlardı. Söz konusu yasalar doğal olarak borçluyu kurtarırken
alacaklıyı sıkıntıya sokuyordu. O nedenle de alacaklı, bu tür bir sıkıntıya
düşmemek için kredili satış yaptığı kişinin ödeme yapmaması halini
engellemek için başka kişilerin kefaletini alıyordu.
2
Aşağı
yukarı 4000 yıl öncesinde Anadolu'da Asurluların katkısıyla da gelişen bir
rüşvet, vergiden kaçınma, tefecilik düzeni kurulmuş olduğu anlaşılıyor.
Milattan
önce 1800'lerde Anadolu'nun ortasında nereden ve nasıl geldikleri henüz tam
ve doyurucu olarak açıklanamayan Hititler ortaya çıktılar. Hitiler ilk ve
ikinci kralları Pithana ve Anitta'nın önderliğinde Asur ticaret kolonisinin
merkezi olan Neşa'yı ele geçirdiler. Neşa'nın ele geçirilmesi Asurluların
uyguladığı tefeciliğin sonunu getirmiş olsa gerek. Bu gelişme Asur ticaret
ve tefecilik sömürüsü altında inleyen komşu kent krallıklarında da Hititlere
karşı bir sempati doğmasına yol açmış olsa gerek. Çünkü Neşa'nın ele
geçirilmesi sonrasında Hititler, Anadolu'nun büyük bölümüne egemen oldular.
3
Hititlerin, ekonomik sorunu doğru bir çözüme kavuşturmak suretiyle
Anadolu'ya egemen olmaları bugün için de önemli bir gösterge olarak kabul
edilebilir.
2.
Kadeş Barış Antlaşmasından Nato Antlaşmasına
Kadeş
Savaşı M.Ö. 1275'de
4 Hitit Kralı Muvatalli ile Mısır Firavunu
II.Ramses arasında Asi Irmağı kıyısındaki Kadeş Kenti yakınlarında
gerçekleşti. Savaşın çıkış nedeni bugünkü Suriye sınırları içinde kalan
Amurru ve Amka toprakları üzerindeki egemenlik iddialarıydı. Savaşı kimin
kazandığı konusu uzun süre tartışmalı kaldı. Hatta Mısır'ın savaştan
galibiyetle çıktığını iddia edenler çoğunluktaydı. Bunun temel nedeni
Hititlerin bu konuda yazılı bir şey bırakmamış olmalarıdır. Oysa Mısır'daki
tapınaklarda Ramses'in kendi yazdırdığı zafer metinleri var.
Savaşın
asıl galibinin Hititler olduğu konusunda bugün bir tereddüt yok. Çünkü
uğrunda savaşılan topraklar sonuçta Hititlerde kalmış.
Asıl
önemli konu savaştan yaklaşık 15 yıl sonra imzalanan Kadeş Barış Antlaşması.
Bu antlaşma Hitit Kralı III. Hattuşili ile Mısır Firavunu II.Ramses arasında
imzalandı.
5
Antlaşmanın temel düzenlemesi bu iki ülkeden birisine yönelik bir saldırı ya
da tehdide karşı ötekinin ona yardım edeceği ve savaşa birlikte gireceğini
içeren düzenleme. Yani birisine yönelik tehdidin ortak tehdit olarak kabul
edilmesini sağlayan düzenleme.
Bugün
Nato Antlaşmasının 5. maddesini incelediğimiz zaman aşağı yukarı aynı
düzenlemeyle karşılaşıyoruz.
3. Hitit Hukukunun Üstünlüğü
Hukukun
üstünlüğü geçmişte de söz konusuydu. Ama bu üstünlük kısas hukukuyla ifade
ediliyordu. "Göze göz, dişe diş" ifadesi kısas hukukunu simgelemekte
kullanılan bir deyimdir. Yani birisi birisine kötülük etmişse cezası aynı
kötülüğün kendisine de yapılmasıydı. Kısas hukukunun temelleri eskiye
daynmakla birlikte bunu gelenekten çıkarıp yazılı hukuka dönüştüren Babil
Kralı Hammurabi'dir.
Başlangıçta Hitit hukukunun da kısas hukuku çerçevesinde yapılandığını
biliyrouz. Zaman içinde, Hammurabi yasalarından yaklaşık 200 yıl kadar sonra
Hitit Hukuku tazminat hukukuna dönmüş. Babil kralı Hammurabi'nin "Kısas
Hukukundan" Hititlerin tazminat hukukuna geçişleri. Roma hukukundan çok daha
eski bir atılım. Ne var ki tanıtılamamış.6
Yasalarda kısas hukukundan tazminat hukukuna geçiş "eskiden" ifadesinin
eklenmesiyle vurgulanıyordu. Buna bir örnek verelim:
"Eğer
bir tohum üzerine bir başkası tohum serperse onun ensesi saban üzerine
koyulsun, iki koşum öküzü bağlansın birinin yüzü bu tarafa ötekinin yüzü o
tarafa çevrilsin adam ölsün, öküzler ölsün ve tarla eski sahibine verilsin,
eskiden böyle yapılıyordu, ve şimdi bir koyun adamın yerine, iki koyun da
öküzlerin yerine konsun, bu kişi, tarlasına tecavüz ettiği kimseye otuz
ekmek, üç kap iyi cins bira versin ve tarlayı daha önce ekmiş olan kimse onu
kendisi için biçsin."
7
Hukuk
sisteminin gelişmesiyle devlet yönetimi sisteminin gelişmesinin tam
ortalarında bir yerlerde ünlü Telipinu Fermanı var. Telipinu Fermanı.
Batıdaki primogenitur yönteminin ilk adımı. Hitit tahtına geçişler sürekli
cinayetlerle olduğu için Kral Telipinu tahta geçişi bir kurala bağlıyor bu
fermanıyla. Telipinu Fermanı özetle kralın ölümündenb sonra yerine birinci
sıradaki oğlunun geçeceğini, ya da o yoksa hangi sürecin işletileceğini
anlatıyor. Aslında telipinu da tahta I.Huzziya'yı öldürerek geçtiği halde
böyle bir düzenleme yapmak gereksinimini duymuş. Yaklaşık 3500 yıl öncesinde
böyle bir düzenleme son derecede önemli. Osmanlı İmparatorları böyle bir
düzenlemedenm habersiz oldukları için Fatih Sultan Mehmed'de bu düzenleme
kardeş katlini vacip görerek tuhaf bir cinayet aracı haline dönüşmüş.
8 Kuşkusuz
genel kurala kişiye göre istisna getirme çabası bu. Fatih Sultan Mehmed
birinci sıradaki oğlu Bayezid'i değil de ikinci sıradaki oğlu Cem'i tahta
çıkarmak istediği için düzenlemeyi böyle yapmış olsa gerek. Ne var ki
Telipinu yönteminin yerine Fatih yönteminin uygulanması Osmanlı hanedanı
için bir ölüm fermanına dönüşmüş görünüyor.
4.
İlk Demokrasi Denemesi
Hitit
kentlerinde yaşlılar meclisi var. Kent kralları ya da valileri bu meclisi
bir çeşit danışma meclisi gibi kullanarak karar alıyorlar. Başkent
Hattuşa'da ise bir Soylular Meclisi var. Bunun adı Panku. Panku, Hititçede
"hepsi", "hep birlikte" demek. Panku hem yasama organı hem de yargı organı
olarak çalışıyordu ve Kral ailesinin yargılanması da bu mecliste
yapılıyordu.
9
Kralın
gücüne paralel olarak Panku'nun yetkisi ve etkisi zaman içinde artış veya
azalış göstermiş olsa da bu danışma meclisinin ilk demokratik adım olarak
alınması doğru olacaktır. Kralların veliaht prensleri belirlerken Panku'ya
danışmaları ya da en azından Panku'nun desteğini almaya çalışmaları, bunun
en önemli kanıtlarından birisini oluşturuyor.
Dönemin
bütü uygarlıkları arasında bu atılım Hititlere seçkin bir yer veriyor.
Günümüz için de inanılmaz bir başlangıç noktası oluşturuyor.
5.
Kadın Hakları
Hititler, kadın hakları konusunda hiçbir ortadoğu ülkesine benzemeyen bir
yapıya sahiptiler. Hitit Kraliçeleri "Büyük Kraliçe", Egemen Kraliçe" gibi
unvanlar taşıyan Hitit Kralıyla eşit hükmetme yetkisine sahip bir kişiydi.
Aynı zamanda Başrahibe unvanı da taşır Kralla birlikte dinsel törenleri
yönetirdi. Kendi başına dinsel törenler yönetmesi de söz konusuydu. Ayrıca
Kralın Başkentte bulunmadığı zamanlarda kararları o mühürlerdi. Hitilerde
kararların altında Kralın mührünün yanısıra Kraliçenin mührünün basılması da
adetti.
10
Kadın
eşlitliği yalnızca Kralla iktidarı bir ölçüde paylaşan Kraliçe açısından söz
konusu olan bir husus değildi. Bir erkeği öldürmenin cezası neyse kadını
öldürmenin cezası da aynıydı. Ayrıca anne, saygısızlık gösteren ya da kusur
işleyen erkek evladı çocukluktan reddetme ve geri kabul etme hakkına
sahipti.
Kadına
gösterilen saygıyı vurgulamak açısından Hitit talimatnamelerinden birisini
daha aktarmakta yarar var:
"Eğer
bir kimse bir kadın ile birlikte olacaksa, o tanrıların ibadetini ne şekilde
düzenlerse ve tanrıya yiyecek ve içecek ne şekilde verirse, kadının yanına
da aynı şekilde gitsin."
11
Hititlerin, Anadoluya egemen olan anaerkil aile geleneğinden etkilenerek
böyle bir eşitliğe ulaştıkları sanılıyor. Hititlerde kadına tanınan haklar
ve erkekle eşitlik o dönemin ortadoğusunda söz konusu değildi. Sanırım bu
dönemin ortadoğusunda bile söz konusu değil.
6.
Anadolu'ya İlk Ekonomik Yardım
Hitit
tahtına III.Hattuşili'den sonra IV.Tuthaliya çıkmıştı. Biyandan veba
salgınlarının yarattığı nüfus azalması öte yandan kuraklığın yarattığı büyük
sıkıntılar imparatorluğu kasıp kavuruyordu. Sonunda IV.Tuthaliya Kadeş Barış
Antlaşması'nın verdiği cesaretle Mısır Firavunu Merentpah'dan yardım istedi.
Merentpah, Hititlere gıda yardımı yaptı. Ve bunu şöylece yazdırdı tarihe:
"Hatti ülkesini yaşatmak için gemilerle tahıl yolladım Asyalılara." Bu
yardım o dönem için Hititlere bir nefes alma olanağı yaratmış olsa bile
imparatorluğu yaşatma olanağı sağlayamamış görünüyor. Çünkü M.Ö. 1200'lerin
sonunda ortaya çıkan deniz kavimleri saldırısına karşı direnemeyerek
yıkılmış imparatorluk.
Merentpah'ın yardımı bildiğimiz kadarıyla dışarıdan Anadolu halkına yapılan
ilk yardım. Sonrasında ise bu yardımlar sürüp gitmiş. En son örnek Dünya
Bankası'nın ekonomik kriz nedeniyle fakirleşen Anadolu insanına 2001 yılında
verdiği 500 milyon dolarlık kredi.
7.
Sonuç Yerine Bir Kaç Not
Anadolu'nun ortasında, Kızılırmak yayının çerçevesinde M.Ö. 1650 ile 1200
arasında dünyanın en büyük imparatorluklarından birisini kuran Hititler aynı
zamanda dünya tarihinin en gizemli uygarlıklarından birisi olmaya devam
ediyor. Bulunan tabletler okundukça ve arşivler yayımlandıkça Hitit gizemi
yavaş yavaş çözülüyor. Buna karşın bildiklerimiz hala bilmediklerimizin onda
biri kadar. Hala Hititlerin nereden ve nasıl geldiklerini, kökenlerinin ne
olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Pek çok konu henüz spekülasyonla
açıklanıyor.
Aslında
Hititler hakkında bildiklerimiz de bu kavimle ilgili gizemli görünümü
artırıyor. Çağdaşlarının son derecede basit bir kısas hukuku uyguladıkları
bir dönemde Hititler nasıl olup da bugünkü hukuk düzeninin temelini
oluşturan tazminat hukukuna geçebildiler? Ya da dünyanın bir çok bölgesinde
bugün bile çözülemeyen kadın - erkek eşitliğini nasıl bir etkiyle yaşama
geçirdiler? Panku'ya nasıl ulaştılar?
Bunlar
bugün için spekülasyona açık konular. Yarın öbürgün tabletler okunup,
arşivler açıklandıkça bu soruların daha doyurucu yanıtlarını bulacağız
sanırım.
1 |
Bu makale "Hititlerden
Hukuk ve Demokrasi Dersleri" başlığıyla Popüler Tarih Dergisinin
Aralık 2001 tarihli sayısında yayımlanmıştır. |
2 |
Trevor Bryce, The
Kingdom of the Hittites, Oxford University Press, USA, 1998, s. 28
|
3 |
Bu görüş ilk kez tarafımızdan ortaya konulmuştur: Mahfi Eğilmez,
Anadolu'da Asur Ticaret Sömürüsü, Garanti Dergisi, Ekim 2001. |
4 |
Savaşın tarihi konusu tartışmalıdır. |
5 |
Kadeş Barış Antlaşması (Kopyası TC'nin armağanı olarak New York'taki
Birleşmiş Milletler binasında sergileniyor) Nato Antlaşmasının 5.
Maddesinin ilk versiyonunu oluşturuyor. |
6 |
Hititler, bugünkü ortadoğuda hala uygulanan kısas hukukunu 3500 yıl
önce aşmış. Roma Hukukunu biliyoruz. Ya Hitit Hukukunu? |
7 |
Fiorella İmparati (Çeviren Erendiz Özbayoğlu), Hitit Yasaları, İtalyan
Kültür Heyeti, Ankara, 1992. |
8 |
Kanunname-i Ali Osman. |
9 |
Panku, MS 1215'de İngiliz soylularının kral Yurtsuz John'a
imzalattıkları Magna Carta'dan yaklaşık 2500 yıl önce Anadolu'nun orta
yerinde atılmış bir demokratik adım. Magna Carta'yı çoğumuz biliyor
ama Panku'yu kaç kişi biliyor bilmiyorum. |
10 |
Aygül Süel, Hitit Kadınının Hukuki Durumu, Uluslararası 1. Hititoloji
Kongresi Bildirileri içinde, s.245, Ünal Ofset, Ankara, 1990. |
11 |
Aygül Süel, a.g.m. s.251. |
Seçilmiş Kaynakça:
-
Trevor Bryce, The Kingdom of the Hittites,
Oxford University Press, USA, 1998.
-
Aygül Süel, Hitit Kadınının Hukuki Durumu,
Uluslararası 1. Hititoloji Kongresi Bildirileri içinde, Ünal Ofset,
Ankara, 1990.
-
Fiorella İmparati (Çeviren Erendiz Özbayoğlu),
Hitit Yasaları, İtalyan Kültür Heyeti, Ankara, 1992
-
O.R.Gurney, Hititler, Dost
Yayınları,Ankara, 2001.
-
Sedat Alp, Hitit Çağında Anadolu, Tübitak
Yayınları, Ankara, 2000.
-
Mahfi Eğilmez, Anitta'nın Laneti, 5.
Baskı, Om Yayınları, İstanbul, 2001.
-
Mahfi Eğilmez, Anadolu'da Asur Ticaret
Sömürüsü, Garanti Dergisi, Ekim 2001.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
HİTİTLERLE BULUŞMA...
Şapinuva'nın, 3 bin 500 yıllık caddesindeyim. Bir süredir ilgilendiğim
uygarlığın dünyasındayım artık. Önümde Hitit eserleri, binlerce yıl öncesini
hayal ediyorum
Mahfi
EĞİLMEZ
Ortaköy'deki kazı evinde, Prof. Dr. Aygül Süel ve bir bölüm öğrencisi bizi
karşıladı. Kazı heyeti Aygül Süel başkanlığında, Uludağ Üniversitesi öğretim
üyesi Dr. Mustafa Süel, Güneş Tabacı, asistan Esma Reyhan ve çeşitli
üniversitelerin arkeoloji ve ilgili dallar mezunları ve öğrencilerinden
oluşuyor. Her kazıda olduğu gibi burada da bakanlık temsilcisi var. Ona
'Hükümet' diyorlar. Kendimizi her türlü kötü koşula hazırladığımız için kazı
evi bize beklediğimizden çok daha şirin göründü. Arkasında yine prefabrik
bir yapı var. Kazıda bulunan ve birleştirilmeye çalışılan parçalar orada
muhafaza ediliyor. Bu parçalar yüzlerce, hatta binlerce kırık dökük parçadan
oluşuyor. Tıpkı bin parçalı beş ayrı puzzle'ın parçalarını karıştırıp, sonra
birleştirmek gibi bir şey. Parçaların aynı olduğu anlaşılınca özel bir
zamkla yapıştırılıyor ve bir bakıyorsunuz bir küp ya da içki kabı ortaya
çıkmış. Güneş hanım ve asistanları restoratör olarak bu işi sabırla yapıyor.
Zaman zaman arkeolog, Hititolog deyimleriyle karıştırılıp onlara restoratör
yerine restorolog denilmesine sessizce gülüyorlar. Kazı evinde yemekleri
Ortaköylü Sultan hanım yapıyor. En kıdemsiz öğrenciler yemek yapımı,
temizlik ve bulaşık işlerine yardım ediyorlar. Mustafa Süel, kendilerinin de
zamanında aynı işleri yaptığını anlattı.
Şapinuva ve
ortaya çıkışı
Her şey
birbirine karışık olarak başlamış. Önce Mustafa Süel'in Maşathöyük'te
(Hititçe adı Tapigga) bulunan bir tablette kralın üç günlük mesafe tanımını
esas alarak Osmanlı menzil haritalarında yaptığı çalışmalar ve yavaş yavaş
Ortaköy'e gelişleri. Derken köylülerin buldukları tabletlerin yerlerinin
belirlenmesi ve Ortaköy'den 3 kilometre uzaklıktaki Şapinuva'da kazıya karar
verilmesi.
Süel çifti yaklaşık 10 yıldır kazıyor Şapinuva'yı. Kazdıkça bulgular ve
dolayısıyla
merak artıyor. Bugüne kadar 3 bin 500 dolayında çivi yazılı tablet bulunmuş
Şapinuva'da. Bu tabletlerin kabaca dörtte üçü Hitit, dörtte biri Hurri
dilinde yazılı. Aygül hanım tabletleri okumaya uğraşıyor. Çivi yazısı son
derecede zor okunabilen bir form. Hem yazılar çok küçük hem de tabletler
kırık. Dolayısıyla cümleler kopuyor, anlam çıkarmak zorlaşıyor. Buna karşın
çok yol alınmış.
Kentin çarşısında bulunan kömürleşmiş tahta hatıl parçaları üzerinden
yapılan tarihleme, MÖ 1340'ı gösteriyor. Yani Şapinuva aşağı yukarı 3 bin
500 yıl öncesinden kalma bir kent. Belki daha da eski. Çünkü o tahtalar
sonraki yıllarda konmuş da olabilir. Ama en azından 3 bin 500 yıllık bir
Hitit kentinin kazıldığını söylemek mümkün.
Kazı alanına gitmek için sabırsızlanıyordum. Baktım Sevgin benden de
heyecanlı. Kucağındaki kediyi bıraktı ve yola çıktık.
10 dakika sonra kazı alanındaydık. Bir yandan kazı çalışması sürerken
Mustafa Süel bizi gezdirmeye başladı. Bugüne kadar çıkarılmış dört büyük
bölüm var. A bölümü denilen yerde büyük bir idare binası ya da sarayın duvar
kalıntıları bulunuyor. Duvarlar bir ya da iki kat taş bloktan oluşuyor. Taş
bloklar insanı şaşkınlığa düşürecek biçimde girinti ve çıkıntılarla
birbirine kilitlenmiş. Dolayısıyla herhangi bir çimento benzeri malzemeye
gereksinim kalmadan sapasağlam duruyorlar.
Kerpiç yerine
taş olsaydı
Duvarların
içinde yine duvarlarla bölünmüş odalar ve bölümler var. Bina, taş blokların
üstünde kerpiç tuğlalarla yükseliyor. Özgün biçiminde tahta dikmeler
üzerinde tavanlar oluşuyormuş. Bugün ne kerpiç tuğlalı üst duvarları ne de
tavanları görmek mümkün. Zaten Hitit kentlerinin en büyük şanssızlığı bu.
Binaların tamamı taş bloklarla yapılsaydı
bugüne kalacak kalıntılar çok daha görkemli olacaktı. Ama kerpiç uzun süre
dayanamıyor. Hele hele 3 bin 500 yıl dayanması olanaksız. O nedenle bir
metre yüksekliğinde taş bloklara bakarak binaları hayal etmek
durumundasınız. Oysa örneğin Mısır uygarlığının kalıntıları hemen tümüyle
taş bloklarla yükseldiği için neredeyse yapıldığı haline yakın bir konumda
duruyor hâlâ.
İdare binasının biraz ilerisinde Hitit başkenti Hattuşa'dan bildiğimiz bir
sur ya da çevirme duvarı var. Bu çevirme duvarı Hattuşa surlarından biraz
farklı. İki duvar arası toprakla kaplı değil. Duvarların arasında bulunan
küpler bunu gösteriyor bize. Demek ki taş blokların bittiği yerden itibaren
kerpiç tuğlalarla belirli bir yüksekliğe ulaşıldıktan sonra iki duvar arası,
nöbetçilerin üzerinde yürüyebilmesini sağlamak için tahta hatıllarla
kapatılıyor ve aradaki boşluk depo olarak kullanılıyormuş. Tıpkı Hattuşa
surlarındaki gibi bunlarda da belirli aralıklarla gözcü kuleleri var.
Kulelerin bugüne kalmış olan temellerinden anlaşılıyor bu. Ondan sonrası
yine hayal gücünü kullanmaya bağlı. Çevirme duvarı bir süre sonra ilginç bir
biçimde çatallaşarak Y harfine benzer bir görünüm vermeye başlıyor. Y'nin
çatalının ortasındaki alan henüz kazılmadığı için orada ne olduğu
bilinmiyor. Oradan da bir bina çıkabilir. Aksi takdirde Y biçiminde bir
çevirme duvarının hiçbir anlamı yok gibi görünüyor.
Becerikli
Hitit ustalarından izler
İkinci önemli
kazı alanı Ağılönü denilen mevkide. Orada da birçok yapı çıkarılmış ortaya.
Fırınlar ve ocaklar var. Büyük olasılıkla Hititçede Egiş Kinti denilen
işlikler bunlar. Yani bir yandan çeşitli işliklerde iş yapıyor ustalar, bir
yandan da yaptıklarını sergileyip satıyorlar. Çünkü satış yerlerine benzer
bulgular var. Ağılönü'nde, çakıldan biraz daha büyük taşlar üzerine
oturtulmuş büyük ve yassı taş bloklardan oluşan bir cadde var. Binlerce
yılın depremine meydan okuyacak kalitede yapılmış bir Hitit caddesinde
yürümek büyük keyifti doğrusu. Bir süredir üzerinde uğraştığım Hititlerin
dünyasının içindeydim artık. Bu tadı Hattuşa'da ve Alacahöyük'de de
almıştım. Ama burası çok daha yeni çıkarıldığı için daha heyecan verici
geldi bana. Ve bundan 3 bin 500 yıl önce Anadolu'da büyük bir imparatorluk
kurmuş olan Hititleri gözlerimin önünde daha iyi canlandırmamı sağladı bu.
Kazı alanı yer yer brandalarla örtülü. Nedeni ise çok açık. Hâlâ bozulmamış
kerpiçler var. Onların güneş altında bozulmasını önlemek için üstlerini
kapatıyorlar. Yani marifet yalnızca kazmak değil, bulunanı da korumak. O
konuda Mustafa Süel ve kazı heyetinin hassasiyeti doruğa ulaşmış durumda.
Sanılandan
uzun kalmış olabilirler
Ağılönü'nde
ilginç bazı bulgular daha var. Taş bloklardan oluşan kaliteli yapının
üzerinde eğreti taşlardan oluşan bir başka kat daha var. Sanki buralar
yıkıldıktan ve belki terk edildikten sonra yeniden Hititler gelip yıkıntılar
üzerinde yeni binalar yapmışlar. Benzer bir mimarinin izleri görülüyor. Eğer
böyleyse Hititlerin deniz kavimlerinin istilasından sonra buraları tümüyle
terk etmeyip bir süre sonra yeniden yerleştikleri tahmin edilebilir. Doğal
olarak bunlar yalnızca spekülasyon. Ama spekülasyonlar doğru çıkarsa
Hititlerin buralarda sanılandan daha uzun yaşadığı anlaşılacak.
Aygül hanım bana brandanın altında korunan bir suyolunu gösterdi. Atık suyu
taşımak için yapılmış bir ark görünümünde.
Kent
krallığından imparatorluğa
Hititlerin
Anadolu'ya M.Ö. 1800'lerde geldikleri sanılıyor. Kısa sürede Kızılırmak
yayının içine ve dışına yerleşmişler. Hititlerin Hint-Avrupa kökenli bir dil
kullandıkları biliniyor. MÖ 1200'lere kadar
Anadolu ve Suriye'nin bir bölümünde egemen olmuşlar ve kent krallığından,
büyük bir imparatorluk kurmuşlar. Kadeş Savaşı'nda Mısır'ı yenmişler (Bu
savaşta Hitit Kralı Muvatalli, Mısır Firavunu da II. Ramses. Tarihin bilinen
ilk önemli barış antlaşmasını (Kadeş Barış Antlaşması) Mısır'la yapmışlar
(Hitit Kralı III. Hattuşili ve Mısır Firavunu II. Ramses arasında). MÖ
1200'lerde Anadolu'yu kasıp kavuran deniz kavimlerinin istilasından kaçarak
Güneydoğu Anadolu'ya sığındıkları ve 500 yıl kadar daha varlıklarını
sürdürdükleri, sonra geldikleri gibi gizemli bir biçimde silindikleri
sanılıyor. Hititler konusunda daha fazla bilimsel bilgi almak isteyenler
Trevor Bryce'ın 'The Kingdom of the Hittites' (Oxford Yayınları, 1999) adlı
kitabını okuyabilir.
***
BAŞLARKEN
Geçen yıl
Radikal'de ve NTVMSNBC'de Hititler üzerine yazılarım yayımlandıktan bir süre
sonra Çorum/Ortaköy'de yaklaşık 10 yıl önce gün yüzüne çıkarılmış Hitit
kenti Şapinuva'nın kazı heyeti başkanı Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
öğretim üyesi Hititolog Prof. Dr. Aygül Süel'den kazıya katılma daveti
almıştım. Kazı döneminin bitişi yakın olduğu için bu işi 2001 yılında
yapmaya karar vermiştik.
Aslında Aygül hoca kazının eylül sonuna kadar süreceğini söylediği için
ağırdan alıyordum. Ne var ki kazı dönemini eylül ortasında kapatmaya karar
vermişler. Çünkü ödenek bitmiş. Bu yılki kazıyı da kaçırmamak için eşimle
yola çıktık. İzlediğimiz yol Ankara-Sungurlu-Boğazkale-Alaca-Kızıllı Köyü-Ortaköy
idi. Kafamda planladığım süre en çok dört saatti ancak beş saat sürdü.
Yollar berbat. Daha önce de geçtiğim Ankara-Çorum arası bitmemiş senfoniye
benziyor. Yolun bir an önce bitirilmesi gerek. Aksi takdirde bu yollarla
oralara turist gitmez.
Şapinuva 10 yıldır kazılıyor. Kentin yüzde 5'i bile çıkarılamamış. Bu hızla
giderse kentin tümünün çıkarılması için 150 yıl gerekir. Ödenek, zaman, her
şey sınırlı. Çünkü devletin olanakları sınırlı. Buna karşılık Hattuşa'da,
Şapinuva'da, Alacahöyük'te ve diğer kazı alanlarında inanılmaz bir özveriyle
çalışıyor arkeologlar, Hititologlar, restoratörler ve öğrencileri. Bir
tablet için aylar harcanıyor. Bu toprakların geçmişini öğrenebilmek, bugüne
dersler çıkarabilmek için... Bu alanda özel kesime büyük görevler düşüyor.
Bu kazılara destek olmak gerek. Bulunan her kent, her yeni saray, her yeni
tablet hem kültürel birikimimize katkı yapacak hem de turizm gelirlerimize.
'Anitta'nın Laneti' kitabından elde edeceğim telif kazancının bir kısmını
Şapinuva kazısında kullanılmak üzere bağışlayacağım.
Anadolu, binlerce yıldır pek çok uygarlık tarafından yakılıp yıkıldığı ve
yağmalandığı için ne doğru dürüst mezar kalmış ne de değerli bir şey.
Şimdiye dek Hitit mezarı bulunmamasının nedeni bu olabilir. O nedenle
filanca yerde mezar var, altın gömülü
diyenlere inanmayın. Olsa olsa taş duvarlar, kırık dökük tabletler vardır.
Onlar da bu işin uzmanlarından başkasının işine yaramaz.
Çorum, Hitit uygarlığının merkezi. İnsanları son derece cana yakın. Buna
karşın üzerinde yaşadıkları 4 bin yıllık uygarlığa gereken ilgiyi
göstermiyorlar. Çorum Haber ve diğer gazeteler tarih bilincini aşılamak için
sürekli bu araştırmaları yayımlıyor.
1930'lu yıllarda Atatürk'ün hasta hasta gittiği kazılara gidin lütfen. Gidin
ve oradaki insanlara moral verin. Hele hele Almanya'ya gidecekseniz, önce
Hattuşa'yı mutlaka görün. Orada Hattuşa kazısındaki son gelişmeleri sorarlar
ve bilmediğiniz için mahcup olabilirsiniz. Biz buralarla ilgilenmezsek
kendimizi yabancıların yazdıklarını tercüme edip tartışır halde buluruz...
VE 'KRAL'
KARŞIMIZDA
Süel 'Bir sürprizimiz var' diyerek örtüyü kaldırdı. Bir Hitit tanrısı ya da
kralına ait taş kabartmayı görünce heyecandan yüreğim ağzıma geldi. 'II.
Şuppiluliuma' dedim. 3 bin 500 yıldır oradaydı
Mahfi EĞİLMEZ
Şapinuva
kalıntılarının B bölümü, çevresi ve üzeri kapatılmış bir büyük çarşı.
Buranın kapatılmasının nedeni yine kerpiç. Yapıda bol miktarda kerpiç
bulunduğu için bozulmaması amacıyla yanlarına tuğladan duvar örülüp, üstü
demir direkler üzerine yerleştirilmiş eğimli bir çatıyla kaplanmış. Çarşı
1200 metrekare büyüklüğünde. Taşlarla örülü bir yolun sonundaki büyük kapı
geçilerek giriliyor. At arabaları küpler içinde getirdikleri malları burada
teslim ediyor. Kapının hemen yanında bir envanter odası var. Yani gelen
mallar burada sayılıp, tartılıp kayda alınıyor. Büyük girişin yanında
yayaların girmesi için daha dar bir kapı var. Buradan da 'bagajsız yolcular'
geçiyor anlaşılan. İçeride ancak bir insanın yürüyebileceği genişlikte
yollar, iki yanında da büyüklü küçüklü küplerin yerleştirildiği alanlar var.
Küplerin en küçüğü 1, en büyüğü 3 ton sıvı ya da hububat alacak büyüklükte.
Kerpiç kullanılarak oturduğu yere sabitlenmiş olan küplerin hepsi kırık.
73 küpte 150
ton mal
Çarşıda 73 tane
küp bulunuyor. Büyüklü küçüklü küpler ortalama 2 ton alıyor dersek yalnızca
küplerine yaklaşık 150 ton mal depolanabilen bir çarşıyla karşı karşıya
olduğumuzu şaşkınlıkla fark ediyoruz. Küplere ek olarak bazı boş bölümler
var. Büyük olasılıkla oralara da çuvallarla gelen mallar ya da tekstil
ürünleri konuluyordu.
Bunları da hesaba katarsak yaklaşık 200 ton mal alabilen bir çarşı söz
konusu. Aralardaki boşlukların ne olduğunu soruyorum Mustafa Süel'e.
"Dikmelerin boşlukları" diyor. Yani tahta dikmeler varmış ve çarşının üzeri
kapalıymış. 3 bin 500 yıl önce 1200 metrekare büyüklüğünde bir kapalı çarşı.
Kerpiçin o kadar zaman nasıl dayandığının yanıtı da kendiliğinden geliyor bu
açıklamayla. Kapalı olduğu için uzun süre dayanmış. Sonra da toprak örtmüş
üstünü ve kerpiçin bir bölümü bugüne kadar gelmiş.
Maşrapası
bile duruyor
Küplerden
birinin içinde kırık bir toprak maşrapa bulunmuş. 2 metre çapındaki bir
küpün ağzı da geniş olmalı doğal olarak. O maşrapalarla küplerin içindeki
sıvı (zeytinyağı, şarap ya da bira) veya hububat (buğday, nohut ya da arpa)
alınıp, satılıyor olmalıydı. İnsan çarşının organizasyonuna ve boyutlarına
bakınca bunun çarşıdan da öte bir şey olduğunu düşünüyor. İçinde birden
fazla küpün yan yana geldiği alanlar, daracık yollara bakınca sanki bir
emtia borsasıyla karşı karşıya olduğumuz izlenimi doğuyor. Yani halka değil
de yalnızca alış veriş yapmaya yetkili olanlara açık bir yer gibi. Eğer
öyleyse dünyanın ilk borsası olabilir burası. Öyle olup olmadığı tabletlerin
açıklanmasından sonra çıkacak ortaya. Mustafa Süel, çarşıdaki küplerden
birinin içinde bir tekstil parçası bulduklarını anlattı. Dokunsanız
dağılıverecek gibi. Dağılmayı önlemek için özel bir sıvıya bulayıp 'konserve'lediklerini
söyledi. Parça, tülbentten inceymiş. Büyük olasılıkla küplerin geniş
ağızlarını örterek bir yandan hava almasını bir yandan da toz girmesini
önlemeye yarıyordu. Çarşının ortasında bir de Pers mezarı var. Altında ne
olduğunu bilmeden toprağı derinlemesine kazarak ölüsünü gömmüş Persli.
Anadolu'nun ilginç kaderi bu. Nereyi kazsanız birden fazla uygarlık üst üste
çıkıyor. Öyle olunca da hepsi bir öncekinin kalıntılarını tahrip ediyor. C
bölümü ilk kez bu yıl kazılıyor. Kazı başladıktan kısa bir süre sonra taş
blok duvarlar ortaya çıkmış. Aygül Süel, daha biz Çorum'a doğru yola
çıkmadan önce telefonda bana sürprizleri olduğunu söylemişti. C alanına hep
birlikte gittik. Hummalı bir çalışma var. Asistan Esma Reyhanlı, öğrenciler
ve işçiler büyük özenle kazıyorlardı. Aygül hanım "Sürprizlerin biri burada"
dedi. Çevreme baktım, bildiğimiz taş duvarlar ve büyük olasılıkla kerpiç
olduğu için bozulmasın diye üstü örtülü bölümler. Başka şey göremedim.
Mustafa Süel örtünün diğer taraflara göre yüksek bölümünü kaldırdığında
heyecandan yüreğim ağzıma geliyor sandım. İşte oradaydı. Bir ortostad.
Yaklaşık 20 santim eninde bir taş blok üzerine kabartma olarak yapılmış bir
Hitit tanrısı ya da kralı. Daha ilk bakışta Hattuşa'da bir mağarada bulunan
imparatorluk döneminin bilinen son kralı II. Şuppiluliuma'ya ait kabartmayla
aynı olduğu izlenimi doğdu "II. Şuppiluliuma bu" dedim. Sonra acele ettiğimi
fark ederek sustum. 'Anitta'nın Laneti' kitabında resmine yer verdiğim (167.
Sayfa) II. Şuppiluliuma'nın kabartmasına çok benziyor. Onda okluk yoktu,
bunda var. Tanrı mı kral mı olduğunu anlamak mümkün değil. Kabartmanın baş
bölümü kırık ve parça henüz bulunamamış. Baş bölümü olsa külahına bakıp
ayırım yapmak mümkün olacak. Omzundan aşağıya doğru sarkmış yayı, beli
hizasında taşıdığı okluğu (sadak) ve ucu yukarı kıvrık ayakkabılarıyla 3 bin
500 yıldır orada duruyor. Biz kazıya gelmeden iki gün önce bulunmuş.
Gerçekten müthiş bir şey. Bu ortostad bir saray ya da eşdeğer bir binanın
karşısında olduğumuzu gösteriyor. Zaten giriş taşları ve onların yanında
çıkarılan üzeri hiyeroglifli bir taş blok da bunu gösteriyor. Bu bölümün
bulunduğu yer iki metre kazılarak ortaya çıkarılmış. Henüz kazılmamış
bölümde büyük olasılıkla binanın geri kalanı ve umarım ki kabartmanın baş
kısmı çıkacak.
Ve bir mezar
bulunuyor
İkinci önemli
kazı alanı Ağılönü denilen mevkide. Orada da birçok yapı çıkarılmış ortaya.
Fırınlar ve ocaklar var. Büyük olasılıkla Hititçede Egiş Kinti denilen
işlikler bunlar. Yani bir yandan çeşitli işliklerde iş yapıyor ustalar, bir
yandan da yaptıklarını sergileyip satıyorlar. Çünkü satış yerlerine benzer
bulgular var. Ağılönü'nde, çakıldan biraz daha büyük taşlar üzerine
oturtulmuş büyük ve yassı taş bloklardan oluşan bir cadde var. Binlerce
yılın depremine meydan okuyacak kalitede yapılmış bir Hitit caddesinde
yürümek büyük keyifti doğrusu. Bir süredir üzerinde uğraştığım Hititlerin
dünyasının içindeydim artık. Bu tadı Hattuşa'da ve Alacahöyük'de de
almıştım. Ama burası çok daha yeni çıkarıldığı için daha heyecan verici
geldi bana. Ve bundan 3 bin 500 yıl önce Anadolu'da büyük bir imparatorluk
kurmuş olan Hititleri gözlerimin önünde daha iyi canlandırmamı sağladı bu.
Kazı alanı yer yer brandalarla örtülü. Nedeni ise çok açık. Hâlâ bozulmamış
kerpiçler var. Onların güneş altında bozulmasını önlemek için üstlerini
kapatıyorlar. Yani marifet yalnızca kazmak değil, bulunanı da korumak. O
konuda Mustafa Süel ve kazı heyetinin hassasiyeti doruğa ulaşmış durumda.
Hititolog
olmak isteyenlere...
'Anitta'nın
Laneti' adlı kitabı okuyan birçok genç bana e-postayla arkeolog veya
Hititolog olmak istediğini yazmıştı. Benzer bir gelişimi Asaf Savaş Akat ve
Deniz Gökçe ile ortaklaşa yaptığımız ekodiyalog programında da yaşamıştık.
Pek çok lise mezunu, bu program nedeniyle ekonomi okumaya yönlendi. Hatta
çok daha yüksek puanlı bölümleri bırakıp ekonomi eğitimine dönenler oldu.
Umarım böylesine zengin bir kültür birikimine sahip olan Türkiye'de
arkeoloji ve Hititoloji okumak isteyenlerin hem sayısı hem de kalitesi
artar.
Gençlere
birkaç söz
Arkeoloji veya
Hititoloji okumak isteyen gençlere birkaç söz söylemek istiyorum. Sakın ola
bu işi benim anlattığım gibi renkli ve kolay sanmayın. Arkeoloji veya
Hititoloji okuduktan sonra hemen şöhrete ulaşacağınızı ve ardından
televizyona çıkacağınızı düşünmeyin. Her meslek dalında olduğu gibi bu da
büyük fedakârlık ve disiplinli çalışmayı gerektiriyor. Yaşamda kolay şey
yok. Varsa da size rastlaması tesadüf olabilir. Bu meslekler de tıpkı
iktisatçılık gibi. Mezun olmak ayrı, gerçek anlamda arkeolog ya da Hititolog
olmak ayrı. Yıllarca çalışmak, okumak, kazılarda asistanlık yapmak, tebliğ
sunmak gerek. Bu işe gönül vermiş bir insanın Türkiye'de ve hatta dünyada
başarılı olmaması diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü Türkiye, pek çok
uygarlığın beşiği. Yani laboratuvarlara sahip. Almanların, İtalyanların,
İngilizlerin kendi ülkelerinde edindikleri teorik bilgileri Türkiye'ye gelip
pratiğe dönüştürmesine karşın biz kendi laboratuvarlarımızı yeterince
kullanamıyoruz. Bütün sorun burada. Bunun da tek nedeni var: İlgisizlik.
***
Şapinuva'da
şiirli bir gece
Kazı, bütün toz
toprağına ve yoruculuğuna karşılık son derecede zevkli ve heyecan verici bir
şey. Antik tarihe ait bir şeyler bulmak, onları gün yüzüne çıkarmak,
değerlendirmek, tarihlemeye çalışmak müthiş heyecan verici. Birden
amatörlüğümü unutup bazı yorumlar yapmaya dalmış buldum kendimi. Aygül ve
Mustafa Süel son derecede hoşgörülü insanlar oldukları için zaman zaman bu
yorumlarıma katılıp zaman zaman nazik biçimde düzelttiler beni. Kazının
çizimlerini gösterdiler. Yemekten sonra sohbet ettik. Ben, Sevgin, Aygül ve
Mustafa Süel, Aslıhanlar (iki Aslıhan var), Güneş hanım, Hülya, Ali ve
Murat. Bulunan parçaların sayım ve değerlendirmesini bitirdikten sonra bize
'hükümet' de katıldı. Öncesinde milatın... Ortostad'ın bulunduğu gün Hüseyin
Morhamam'ın (kim olduğunu sormayın) yazdığı 'Bir Hitit Dönemi Şehri
Şapinuva'da' adlı şiiri Hülya çok güzel okudu:
Eylül akşamlarında
Düşümde
Karanlığın, aydınlığa
Aydınlığın, karanlığa karıştığı
Apansız gelen uykumun tam ortasında
Şapinuva'da,
Hitit şehrindeyim
Öncesinde milatın
İki binlerde
Çevrilmiş çepeçevre duvarın yanıbaşındayım belki de.
Eylül akşamlarında
Düşümde
Şapinuva'dayım
Bir Hitit şehrinde
Yazın güze
Güzün hazanına merhabasındayım belki de.
Eylül akşamlarında
Düşümde
Şapinuva'dayım ağıl önünde
Dibindeyim taş duvarın
Şakağımda bir elim
Yıldızları gözlüyorum gökyüzünde
Kimi sönük, fersiz, mecalsiz
Kimi inadına ötekinin
Ziya saçar etrafına bedelsiz.
Şapinuva akşamlarının görkeminde
Arkadaşım, sırdaşım belki de.
Eylül akşamlarında
Düşümde
Şapinuva'dayım
Bir Hitit şehrinde
Kenarında şehrin
Sıvasında kerpiç evin
Çömlekçinin yanındayım
Çamurunda kilin
Dönerken çarkı aheste
Şapi usta şekil verirken 'Kantoros'a elinde.
Odun atarken
Harlarken ateşini fırının içindeyim
Yanıyorum, yanıyorum belki de.
Şapinuva'da bir
Hitit şehrinde
Düşümde yaşıyorum belki de.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
ŞAPİNUVA'DA KRAL İZLERİ
Şapinuva'dan çıkarılan ve üzerinde çivi yazısı bulunan bıçakların Büyük
Kral'a ait olduğu anlaşıldı. Buna göre kent bir dönem başkentlik yapmış.
Çıkarılan tabletler okunduğunda, ortaya bilgi hazinesi çıkacak
Mahfi EĞİLMEZ
Sabah erkenden
uyandık ama yeteri kadar erken değilmiş. Çünkü kazı ekibi, başlarında
Mustafa Süel olduğu halde kazı alanına gitmişlerdi. Aygül hanım bizi
beklemişti. Bir yandan kahvaltı ettik, bir yandan kazı ve Hititler üzerine
sohbet ettik. Sonra kazı alanına gittiğimizde önceki gün göremediğimiz
ayrıntıları yeniden değerlendirdik. C alanında sürüp giden kazıyı izlemeye
başladık. Aslında malayı ve fırçayı elime alıp kazıya katılmaya içim
gidiyordu ama disiplini bozmamak için bunu teklif edemiyordum. Kızlar ve
delikanlılar, işçilerle birlikte yerlere oturmuşlar, ellerinde malalar,
fırçalar ve kazmalarla kazıya devam ediyordu. Bir yandan da işçiler çıkan
toprağı el arabalarına doldurup taşıyordu. Toprak el arabasına konuldukça ya
malayla taranıyor ya da elekten geçiriliyordu, içinde herhangi değerli bir
şey yanlışlıkla atılmasın diye.
Bugün önemli bir gün çünkü Meral Okay, CNN Türk'ten Emrah Cengiz ve
Sabah'tan Aslı Perker gelecek. Çekim ve söyleşi yapılacak. Meral Okay'ın
gelecek olması kazı ekibinde bir heyecan yarattı. Herkes heyecanla başladı
onları beklemeye. O arada biz ikinci plana düşmüş olduk. Eh ne yapalım, o da
Meral Okay yani. Ben bir yandan kazıyı izliyorum bir yandan Meral Okay ve
arkadaşlarının yollarda nasıl bir faciayla karşılaştığı hakkında cep
telefonuyla bilgi almaya çalışıyorum. Meral Okay telefonda gayet sakin
biçimde "Biz çok iyiyiz" dedikçe şaşırıyorum.
Öğlen yemeği için kazı evine döndük. Mustafa Süel ve asistanları yemeklerini
işçilerle kazı yerinde yiyor, Aygül hanım bizimle geldi. Kazı evinde yapılan
yemek, kazı alanına da taşınıyor. Yemekte Sultan hanımın sulu bulgur pilavı
vardı. Başladık Hitit yemekleri üzerine sohbete. Ben meslekten değilim ya
yakıştırma yapmam kolay oluyor. Eh Aygül hanım da hoşgörü gösterdiğine göre
düşüncelerimi kısıtlamanın bir anlamı yok.
İkinci sürpriz, dokuz bıçak
Yemekten sonra Aygül hanım ikinci büyük sürprizi gösterdi. Bu da olağanüstü
bir bulgu. C bölümünde, yani ortostadın çıktığı yerde dokuz adet orak
biçiminde bıçak bulunmuş. Bunlar tıpkı Yazılıkaya'daki 12 Tanrı'nın elinde
tuttuğu orak benzeri bıçaklara benziyor. "Olağanüstü" dedim. Aygül hanım
"Asıl olağanüstülük burada" diyerek bıçağın üzerindeki çivi yazısını
gösterdi. Diziliş bana tanıdık geldi ama çözemediğim için soran gözlerle
Aygül hanıma baktım. Gülerek "Lugal-Gal" dedi. Yani Hitit dilinde 'Büyük
Kral'. Dondum kaldım. "Yani" dedim, "Bu Hattuşa'da oturan Büyük Hitit
Kralına'mı ait?" Aygül hanım, "Evet onun sarayına ait. Biz Büyük Kral'ın hiç
değilse belirli bir dönem burada oturduğunu sanıyoruz" yanıtı verdi. "O
zaman burası Hitit Kralı için tıpkı günümüzdeki İngiltere Kraliçesi'nin
yazlık rezidansı gibi bir görev görmüş olmalı."
Aygül hanım yine gülerek "Daha ötesi. Şapinuva bir dönem Hititlere
başkentlik etmiş gibi görünüyor" dedi. Hitit Kralı Muvatalli'nin Kadeş
Savaşı'na giderken başkenti Hattuşa'dan Tarhuntaşşa'ya taşıdığı düşünülürse
Şapinuva'nın da bir süre başkent olması mümkün. Sonra tabletlere ve çarşıda
bulunan mühürlere geldi sıra. Sevgin de ben de her tablete baktığımızda daha
fazla heyecanlanıyorduk. Benzer tabletleri müzelerde görmüş olmak farklı bir
şeydi. Bu tabletleri gören çok az sayıda kişi arasına girmiştik. Küçücük
küçücük çivi yazılı tabletler. Tabletler, ıslak kil üzerine üçgen biçiminde
yontulmuş ince tahta çubukların bastırılmasıyla yazılan yazılardan oluşuyor.
Bu tahta çubuk kil üzerine bastırıldığında çiviye benzer izler bıraktığı
için bu tür yazıya 'çivi yazısı' deniyor. Sonra tabletler pişiriliyor ve
öylece saklanıyor. Son derecede sağlam. İyi ki de öyle. Yoksa geriye hiçbir
iz kalmazdı. Kim bilir neler yazılı, ne kadar önemli olaylar ve ilişkiler
anlatılıyor. Aygül hanım bunları tek tek okuyup değerlendirmeye çalışıyor.
Değerlendirmeleri bittiğinde ortaya müthiş bir bilgi hazinesi çıkacak.
Tam çivi yazısının heyecanına dalıp gitmişken cep telefonum çaldı. Meral
Okay "Biz Şapinuva'dayız, siz neredesiniz?" diye soruyor. Oysa biz onları
kazı evinden alıp da oraya götürmeyi planlıyorduk. Hemen Şapinuva'ya gittik.
Baktım Meral Okay kazı ekibiyle çoktan kaynaşmış. Oysa ben onu "Ve
karşınızda Meral Okay" diyerek takdim etmeyi düşünmüştüm.
Herkes Meral Okay'la meşgulken ben de malayı ve fırçayı alıp Mustafa Süel ve
Esma Reyhan'ın yanında kazıya daldım. İçimde bir istek, şu ortostadın kırık
parçasını bulabilsem diye. Ama bu işler öyle kolay değil. Kazının ortasında
geleceksin, malayı alıp iki üç yer kazacaksın ve parçayı bulacaksın. Yok
öyle şey. Burayı 10 yıldır kazıyorlar. Yine de 3 bin 500 yıllık bir tarihi
ellemek ve kazmak müthiş bir şey (Bir de o parçayı tesadüf eseri
bulabilseydim o zaman görecektiniz siz beni).
Kazı hakkında ilk kapsamlı sunuş
Birden fark ettim ki kendimi kaptırmış, kazı ve Şapinuva hakkında Meral Okay,
Aslı Perker ve Emrah Cengiz'e bilgiler veriyorum. Söyleşiler yaptık.
Ortostadı, A ve B bölümleriyle Ağılönü'nü de görüntüledikten sonra çalışma
günü bitti. Sonra kazı evindeki buluntuları görüntüledi arkadaşlar. Böylece
Şapinuva kazısı ve bulguları kamuoyuna ilk kez böyle kapsamlı sunulmuş
olacak. İleriki yıllarda ortaya çıkacak yeni bulgularla çok daha görkemli
sunumlar yapılacağı kuşkusuz.
Kent ikiye bölünmüş
Şapinuva tıpkı Hattuşa gibi iki bölümden oluşuyor: Aşağı kent ve yukarı
kent. Şu anda kazılan yer Şapinuva'nın aşağı kent bölümü. Eğer Ağılönü
mevkii yukarı kentin bir parçası değilse, yukarı kente henüz hiç girilmemiş
demektir. Yukarı kentin, tepelerin
yamacında uzandığı düşünülüyor. Kamulaştırma işlemleri sürüyor. Yukarı
kentten de pek çok şey çıkacak büyük olasılıkla. Belki saray, tapınaklar,
arşivler ve idare binaları. Ve belki bazı konutlar. Sonraki yıllar bize çok
şeyler gösterecek kuşkusuz ve Hitit uygarlığı gizeminin bir bölümünün daha
çözülmesine yardımcı olacak.
Çorum Haber Gazetesi yönetim kurulu üyeleri ve gazetenin genel yayın
yönetmeni Mehmet Yolyapar da kazıda bizimle birlikte bulundu. O da gazetesi
için görüntüledi bu olağanüstü kenti. Akşam Çorum Haber Gazetesi ile Otel
Anitta'nın ortaklaşa düzenlediği söyleşi ve imza gecesine katıldık.
'Anitta'nın Laneti'ne Anitta'da imza
'Anitta'nın Laneti' kitabının Otel Anitta'da düzenlenen bir günde imzaya
açılması çok hoştu doğrusu. 'Anitta'nın Laneti'nin Otel
Anitta ile hiçbir ilgisi yok. Tek ilgi ikisinin de adını Hititlerin bilinen
ikinci kralı Anitta'dan alması. Gece otelde kaldık. Hitit uygarlığının
başkenti Hattuşa'yı, Şapinuva'yı, Alacahöyük'ü görmek için Çorum'a
gideceklere bu otelde kalmalarını öneririm. Temiz ve özenli.
***
Çivi yazısını okumak için
Çivi yazısını okumak müthiş bir şey. Her şeyden önce bu yazının kime ait
olduğunu bileceksiniz. Yani Hitit dilinde mi yazılmış yoksa Hurri dilinde
mi? Çivi yazısını kullanan başka kavimler de var. Dolayısıyla öncelikle çivi
yazısının hangi dilde yazılmış olduğunu anlamak gerekiyor. Diyelim ki
elinizde Hitit dilinde ve çivi yazısıyla yazılmış bir tablet var. Bunların
Hititçe karşılıklarını bulup Latin alfabesine dönüştürmek gerekli. Diyelim
ki bunları yaptınız ve karşınıza heceler çıktı. O hecelerin anlamlarını
bulmadan bir yere varamazsınız. Tabletler kırık ve dolayısıyla heceler
bölündüğü için iş iyice zorlaşıyor. Çivi yazılı tabletler, tablet üzerinden
değil bunlardan kopya edilen kâğıtlardan okunuyor.
***
Hitit başkenti Hattuşa
Boğazkale (Hattuşa) Belediye Başkanı İbrahim Bostanlı, Çorum'daki söyleşiye
gelmişti. Radikal'de 'Hattuşa'dan bir mektup' başlıklı köşe yazımı okuyanlar
hatırlayacaklar.
İbrahim bey o mektubu yazan kişi. Beni ve eşimi Boğazkale'ye davet etti.
Ertesi sabah Boğazkale'ye, Hitit başkentine doğru yola çıktık.
Bu Boğazkale adına hiç alışamadım. 4 bin yıllık Hattuşa'yı Türkçe olmadığı
için Boğazkale yapmışız. Bana sorarsanız büyük hata. Bu tür tarihi yerleri
özgün adlarıyla korumak en akıllıca iş olur. Bu, turistler açısından da
büyük kolaylık sağlar. Aksi takdirde Ankara'nın adını da değiştirmemiz
gerekecek. Çünkü Ankara'nın özgün adı olan Ankyra da Frigçe gemi çıpasından
geliyor.
Almanlar biliyor, biz bilmiyoruz
Bir devlet büyüğümüz Almanya'ya ziyarete gittiğinde Almanlar kendisine
Hattuşa'daki kazıyı sorunca konuyu bilmediği için mahcup olmuş. Bu yüzden
Hattuşa'yı görmeye karar vermiş. Yani Almanlar Hattuşa'yı sormasa belki de
ölene kadar oraları görmeyecekti.
Boğazkale'de, ilçenin önde gelenleriyle söyleşi yaptık. Ve Hattuşa kazı
evine gittik.
Kazı evine giderken benim arabama bindik. Çünkü belediye başkanının
otomobili yok. Kendisine resmi araç verilmemiş. Yani belediye başkanı
Hattuşa'yı görmeye ya yürüyerek gidecek ya da birisinden araç isteyecek.
Bırakın otomobili, faksı bile yeni alınmış. Buna karşılık Boğazkale'deki
Hattuşa kazı evi, Ortaköy'deki Şapinuva kazı eviyle karşılaştırılamayacak
kadar lüks. Bu da çok normal çünkü Hattuşa neredeyse 100 yıldır kazılıyor.
Üstelik Almanların Hattuşa'ya özel ilgisi ve maddi katkısı var. Hattuşa
kazısını 1994'ten bu yana Jürgen Seeher ve eşi Ayşe Baykal Seeher yürütüyor.
Asistanları da var. Kazı evinde Hattuşa kazısı üzerine konuştuk Seeher
çiftiyle. Bize yeni buldukları bir mühür ile el biçimindeki iki sunu kabını
gösterdiler. Sunu kapları Şapinuva'da bulunanlarla aynı stilde. Geçen yıl
Hattuşa'yı gezerken Jürgen Seeher'in Hattuşa Rehberi (Hitit Başkentinde Bir
Gün) adlı kitabını okumuş ve birçok yeni şey öğrenmiştim. Sevgin'le birlikte
kenti gezerken Seeher ve arkadaşları kazı yapıyorlardı. Bugün şöyleşimizden
anlıyorum ki o zaman havuz-ları ortaya çıkarmaya uğraşıyorlarmış. Kazıyı
uzaktan izledik.
Tanışmadığımız için rahatsız etmemek için yanına gitmedik. Oysa gitsek daha
yakından izlemek olanağı olurmuş. Seeher çifti son derecede candan insanlar.
Bize geçen yıl bulup bu yıl bir bölümünü açtıkları beş su havuzunun çizimini
gösterdiler.
Yeraltını okumanın yolları
Yerin altında bir şeyler olduğunu anlamanın, birbirine rakip olmayan, birkaç
yolu var. İlki köylülerin bulup getirdiği tablet, küp parçası gibi şeylerin
olduğu yeri kazmak. Bu en basiti. İkincisi höyük denilen ve doğal yapıdan
farklı, sonradan oluştuğu anlaşılan toprak tepeciklerini kazmak. Üçüncüsü
teknolojiyi kullanmak. Seeher, Hattuşa'da teknolojiyi kullanıyor. Altında
bir şeyler olduğunu düşündükleri yere elektrik akımı verip hız ve yoğunluk
ölçüyorlar. Bu ölçümleri bilgisayara yükleyip de tarayınca sonuç ortaya
çıkıyor.
Seeher bize havuzların nasıl bulunduğunu bilgisayar çıktılarıyla gösterdi.
Çıktılar, havuzları olduğu gibi gösteriyor. Sonra bunların üç yerine açılan
çukurlar, aranılan havuzlara ulaşıldığını ortaya koyuyor.
Zamanımız dar olmasaydı Hattuşa'da da kazıya katılmak için izin isteyecektim
Seeher'den. Ama zamanımız yoktu. Jürgen ve Ayşe Baykal Seeher'e veda edip
ayrıldık kazı evinden.
Uzun uzun Boğazkale'ye baktım. Hitit başkentinin 3 bin 500 yıl öncesinden
daha bakımsız olduğu konusunda belediye başkanının yazdığı mektupta hiçbir
abartı olmadığını gördüm. Belediye Başkanı ne düşündüğümü anlamış olmalı ki
"Mahfi bey" dedi, "Turist gelince sevinemiyoruz. Tam tersine şikâyet edecek
diye korkuyoruz. Tuvaletimiz yok, hiçbir şeyimiz yok. Gelirlerimiz bu
ilçenin bakımını yapmaya yeterli değil. Ören yeri gelirlerini alamıyoruz ki
bir şeyler yapalım."
Boğazkalelilere teşekkür edip Hitit topraklarından yavaş yavaş ayrıldık.
Gerçekten yavaş yavaş, çünkü daha önce de belirttiğim gibi Çorum-Ankara
yolunda hızlı gidilemiyor.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
- HİTİTLERDE BAYRAM
- Mahfi EĞİLMEZ
Anadolu'da bayramlar uzun süreli
oluyor. Bu, yeni bir şey değil. Hititlerin bayramları da hem sayıca çok hem
de uzun süreliydi. Üstelik genel bazı bayramların yanı sıra her kentin
kendine özgü bayramları da vardı. Yalnızca başkent Hattuşa'da kutlanan
bayramların sayısının 16 olduğu biliniyor. Bunların her birinin süresi üç
gündü. Dolayısıyla bu bayramların toplamı 45 gün sürüyordu. Bunlara bir ay
süren Purulli bayramını da eklersek bayram kutlamalarının 75 günlük bir
süreye yayıldığını, bir başka deyişle yılın dörtte birini kapsadığını
anlamış oluruz.
Bu bayramlara halkın katılımının ne derecede olduğunu, işlerin bayramlar
süresince tatil edilip edilmediğini bilmiyoruz. Buna karşılık bayramların
bir bölümünde şarkıcı, çalgıcı, gösterici gibi kişilerin görev aldığını
bildiğimiz için halkın katılımının da söz konusu olduğunu kabul etmemiz
gerek. Bazı bayramlar başrahip konumunda olan kralın, kraliçenin ve devletin
önde gelen görevlilerinin katılımıyla sınırlıydı. Buna karşılık Purulli
bayramı, bir bayramdan çok bir festival havasında yapılırdı. Amacı
ilkbaharın gelişini kutlamak, doğanın yeniden canlanmasını selamlamaktı.
Bayram kutlamaları sırasında Hitit efsanelerinin en ünlüleri olan cennetten
düşen ay, cennet krallığı, Ullikummus'un şarkısı, İlluyanka efsanesi,
Telipinu efsanesi canlandırılırdı. İlkbaharın kışı yenmesinin, bir başka
deyişle doğanın yeniden doğuşunu kutlamanın bayramı olan Purulli bayramında
canlandırılan İlluyanka efsanesi, özetle Fırtına Tanrısı ile dev yılan
İlluyanka arasındaki savaşı anlatır. Bu savaşta Fırtına Tanrısı,
İlluyanka'ya yenilince bütün tanrıları yardıma çağırır. Tanrıça İnara duruma
el koyar ve bir festival düzenler. Amacı festivale İlluyanka'yı da çağırıp
sarhoş etmek ve onu Fırtına Tanrısı'na teslim etmektir. Bu planını
gerçekleştirmek için Hupaşiya adlı bir ölümlüden yardım ister. Hupaşiya bu
yardıma Tanrıça İnara ile yatma koşuluyla razı olur. Tanrıça İnara
süslenerek İlluyanka'nın inine gider ve onu festivale davet eder. Festivalde
gerçekten de sarhoş olan İlluyanka'yı Hupaşiya bir ip ile bağlar ve Fırtına
Tanrısı'na teslim eder. Fırtına Tanrısı İlluyanka'yı öldürür ve böylece
ilkbahar, zorlu bir savaştan sonra kışı yenmiş ve dünyaya yenilenmeyi,
yeniden doğuşu geri getirmiş olur. Efsanenin son bölümünde Tanrıça İnara,
kendisine yardım eden ölümlü Hupaşiya'yı anlaşmalarına sadık kalmadığı için
öldürür.
İlluyanka efsanesi değişik versiyonlarla sonraki uygarlıklara da yansımış ve
günümüze kadar gelmiştir. Bugünkü bahar bayramı şenliklerinin kökeninde bu
efsane ve baharın gelişi, ya da başka bir ifadeyle doğanın yeniden
canlanması sevinci yatmaktadır.
MÖ 13. yüzyılın ikinci yarısında tamamlandığı anlaşılan Yazılıkaya açık hava
tapınağı Hattuşa'nın yaklaşık iki kilometre kadar kuzey doğusunda yer
almaktadır. Büyük kayalara oyularak yapılmış tanrı resimleri büyük bir
buluşmayı canlandırmaktadır. Hitit panteonunun en önemli tanrıları ile
tanrıçaları karşılıklı kayalar üzerinde baştanrı Teşup ile baştanrıça
Hepat'ın arkasında merkeze doğru yürüyüş halinde resmedilmiştir.
Yazılıkaya'nın içine girildiğinde burası insana küçük çapta bir arena, bir
stadyum duygusu vermektedir. Büyük olasılıkla büyük bayram ve festivaller
burada kutlanıyordu.
Hititlerin sosyal yapısını incelemenin en önemli katkısı günümüzde karşımıza
çıkan pek çok konunun Anadolu'da binlerce yıldan beri var olduğunu
kavramamızdır. Bugün bayramların ve dolayısıyla tatil sürelerinin
uzunluğundan ve bu sürelerin uzunluğunun bizim ekonomik anlamda geri
düşmemize yol açtığından şikâyet ediyoruz. Oysa Hititler bizden çok daha
uzun süreli bayramlara ve dolayısıyla tatillere sahip oldukları halde
çağının en ileri üç uygarlığından birisi konumuna yükselmişti.
Bayramınız kutlu olsun.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
- HİTİT BİRLİĞİ
- Mahfi Eğilmez
Avrupa Birliği'ne girmeye
çabalayan Türkiye'nin topraklarında bundan 3500 yıl önce Hitit birliği
kurulmuştu. Babası II. Sethi'nin yaptığı Mısır'ın egemenlik alanlarını
genişletme çabasını sürdürmek isteyen Firavun II. Ramses, tahta çıkışının 5.
yılında, Hititlerin, Mısır egemenliğinden koparıp aldıkları bugünkü
Suriye'deki toprakları geri almak için harekete geçti. Bu yolculukta ilk
hedefi Asi Irmağı'nın hemen kıyısında yer alan Kadeş kale kentini ele
geçirmekti.
O sırada Hitit tahtında oturan Kral II. Muvatalli, II. Ramses'in böyle bir
sefere çıkacağı duyumunu çoktan almış ve Hitit başkentini bugünkü Çorum/Boğazkale'de
yer alan Hattuşa'dan güneydeki Tarhuntaşşa'ya taşımıştı. Bu taşınma
kimilerine göre lojistik destek açısından savaş alanına yakın yere gitmekle
ilgiliydi, kimilerine göre de II. Muvatalli'nin, kardeşi Hakpiş kralı III.
Hattuşili'nin desteğini alabilmek için Hattuşa'yı ona bırakmış olmasının
sonucuydu. II. Muvatalli, II. Ramses'in niyetini öğrendiğinde Anadolu'da
savaş birliği çağrısı yapmış ve Hititlere bağlı krallıkları kendisine destek
olmaya davet etmişti. Bu çağrısına olumlu yanıt aldıktan sonra savaş
planlarını yapmıştı.
Kadeş savaşına giderken Hitit birliğini oluşturan krallıkların sayısı 15
idi. Bunlar: Hakpiş, Pitassa, Seha Nehri Ülkesi, Arzaha Ülkesi (Viluşa,
Mira, Hapalla), Lukka, Masa, Karkisa, Aravanna, Kizzuvatna, Kargamış,
Mitanni, Ugarit, Halpa, Nuhaşşe ve Kadeş idi. Mark Healy'nin Kadeş Savaşı
adlı kitabında Hititlerin 5 bin asker ile katıldığı bu birliğin toplam
olarak 30 bin asker sayısına ulaştığı sanılıyor. Sonuçta savaşı Hititler
kazandı. II. Ramses ne Kadeş'i ne de Amurru topraklarını ele geçirebildi.
Böylece Anadolu'nun yanı sıra Suriye topraklarının önemli bir bölümü de
Hititlere kalmış oldu.
Bu, aslında ikinci Hitit birliğiydi. İlk Hitit birliği bir Anadolu birliği
biçiminde kurulmuştu. M.Ö. bin 700'lerde başlayan Hitit çıkışı, yüzlerce yıl
süren Asur ticaret kolonisi sömürüsüne son vererek Anadolu birliğinin
oluşmasını sağladı. Bu birlik Anadolu'yu birdenbire Mezopotamya'nın ekonomik
gücüne ortak etti. O zamana kadar hiçbir kent krallığı bir Anadolu birliği
sağlayamamış ve dolayısıyla Mezopotamya güçlerinin sömürüsüne açık kalmıştı.
Asurlular, Anadolu'yu bir anlamda ticaret üssü haline getirmişler, borç
vererek, yüksek faizler uygulayarak Anadolu'daki krallıkların bir güç
olmasını önlemişlerdi. Bu kısır döngüyü Hititler kırdı. Önce Anadolu
birliğini sağlayarak, sonra da Mısır'a karşı güç gösterisi yaparak
yaşadıkları yüzyıllara damgalarını vurdular. Bunu yaparken herkesin dinine,
inancına saygı gösterdiler, hiç kimseye kendi dinsel inançlarını empoze
etmediler.
ABD ve Japonya karşısında ikinci, hatta üçüncü plana düşen Fransa ve
Almanya'nın bir Avrupa birliği kurarak güçlerini bir araya getirme
düşüncesiyle Hititlerin Mezopotamya'ya karşı Anadolu birliği oluşturma
çabası arasındaki tek fark 3 bin 500 yıllık zaman dilimidir. Hititler bu
gücü oluştururken Anadolu'daki hiçbir krallığı kenarda bırakmadılar.
Hepsinin bu birliğe farklı bir güç katacağının bilincindeydiler. Ve öyle de
oldu.
Bundan 3 bin 500 yıl öncesinde olduğu gibi bugün de Anadolu ancak ve ancak
bir birlik oluşturduğunda önemli bir yer olmaktadır. Hititlerden sonra o
birliği oluşturabilen toplumlar imparatorluklar kurmuş ve dünya gücü
olmuşlardır. İşte Bizans, işte Selçuklular, işte Osmanlılar.
Avrupa Birliği üyeliğine ilk adımı atmanın eşiğinde olan Türkiye'nin
hoşgörüyle, barışla, insan haklarıyla, farklı dinsel inançlara ve aynı dinin
farklı mezheplerine göstereceği saygıyla ilk önce kendi iç birliğini yani
Anadolu birliğini sağlamlaştırması gerekiyor. Anadolu birliğini
gerçekleştiren bir Türkiye'nin AB üyeliğini gerçekleştirmesi çok daha kolay
olacaktır.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
- HİTİT DERSLERİ
M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1200 arasını
kapsadığı kabul edilen bronz çağındaki ülkelerin ekonomileri büyük ölçüde
tarıma dayalıydı. İki türlü ekonomik yapı vardı: (1) kendi üretimiyle
geçinen ülkeler (ki bunların üretimi ağırlıklı olarak tarım ve hayvancılığa
dayalıydı), (2) kendi üretimleri yetmediği için başkalarının üretiminden
savaş ganimeti ya da haraca bağlamak yoluyla pay alanlar (ki Hititler bu
ikinci kategorideydi.)
O dönemde sulama bugünkü kadar gelişmediği için tarım alanları ikiye
ayrılarak incelenebilir:
(1) Her yıl belli bir düzenle taştığı için çevresini doğal olarak sulayan
nehirlerin çevresinde gelişen ve sürekli verimli olan tarım alanları
(Mısır'daki Nil Nehri çevresindeki tarım alanları gibi), (2) Yağmurla
sulanan ve dolayısıyla sürekli bir verimliliğe sahip olmayan tarım alanları
(Kızılırmak çevresindeki Hitit tarım alanları gibi.)
Her ne kadar Hitit ülkesi de büyük bir nehrin (Kızılırmak) çevresinde kurulu
olsa da Mısır gibi şanslı değildi. Çünkü Kızılırmak, Nil Nehri gibi düzenli
bir taşma gösterip de çevresinde yağmur dışında sulanmış bir alan
yaratmıyordu. Dolayısıyla zaman zaman yaşanan kuraklıklar tarımsal üretimi
düşürüyor ve ekonomik sıkıntılar yaratıyordu.
Bunun sonucu olarak Hititler, başkalarının üretiminden pay almayı
ekonomilerinin bir parçası haline getirmişlerdi. O nedenledir ki Hititler
her yılın bahar aylarında komşu ülkelere sefere çıkar, onlardan ganimet
alarak dönerlerdi. Bağlı krallıklardan da haraç alırlardı. Bir başka
ifadeyle Hitit ekonomisinde tarımsal üretimin yanında en önemli gelir
kaynağı savaşlardı. Hititler için esas olan barış değil savaştı. Çünkü
kıtlık zamanlarında ayakta durabilmeleri savaşlarda elde edecekleri ganimet
ve haraçlara bağlıydı.
Tarımsal üretimden alınan sahhan adlı vergi, devlet için yapılması gereken
luzzi adlı hizmet (angarya), yabancı tüccarların kente mal getirip satması
karşılığında alınan gümrük vergisi, savaşlardan elde edilen ganimetler ve
bağlı krallıklardan alınan haraçlar Hitit mali sisteminin temel taşlarını
oluşturuyordu. Hititlerden önceki dönemde Anadolu'da dış ticaret işlemlerine
uygulanan ve nishatum adını taşıyan vergi yüzde 3 ile 5 arasında değişen bir
orana sahipti. Hititlerde bu verginin, adı nishatum olmasa da, devam
ettiğine ilişkin kayıtlar vardır.
Her ne kadar tapınakların kendi tarım alanları olsa da bunun onlara yeterli
olmadığını ve saray gelirlerinden bir bölümünün tapınaklara tahsis
edildiğini tahmin ediyoruz. Gerçekten de Hitit kralının aynı zamanda Hitit
dinsel sisteminin başrahibi olduğunu dikkate aldığımızda sarayın tapınaklara
mali destek yaptığını kabul etmemiz doğru olacaktır. Böylece bir anlamda
günümüzdeki mali tevzin (merkezi idareyle ötekiler arasında kamu
gelirlerinin paylaşımı) sistemine benzer bir sistem günümüzden 3500 yıl önce
kurulmuş görünüyor.
M.Ö. 1200 dolaylarında Hitit İmparatorluğu'nun da aralarında bulunduğu
Anadolu'daki krallıkların çoğu deniz kavimlerinin saldırısı sonucu yıkılıp
gitti. Anadolu krallıklarının deniz kavimleri karşısında direnmemesinin
temel nedeni Anadolu'da yaşanan uzun süreli kuraklığın yarattığı zayıflamaya
bağlı görünüyor. Tarımsal üretimin hızla gerilemesi, sarayın bu üretimden
aldığı vergileri de düşürmüş ve sarayın finanse ettiği askeri seferleri
zayıflatmış olsa gerek. Hititlerin savaş yeteneğindeki gerilemenin yarattığı
haraç ve ganimet eksilmesinin de yıkılışta önemli etkisi olsa gerek.
M.Ö. 13. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan taht kavgalarıyle kuraklığın
birleşmesi sonucunda Hititlerin askerinin gücünün zayıflamış olduğu
anlaşılıyor. Bunun sonucunda Hititler, II. Ramses'le giriştikleri Kadeş
Savaşı'nda başardıkları Anadolu güçbirliğini deniz kavimlerine karşı
tekrarlayamamış ve yıkılmışlardır. 3500 yıl öncesinin bize verdiği ders bu
topraklarda ayakta durmanın yolunun Anadolu birliğini sağlamaktan geçtiği
dersidir.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
-
- ŞAPİNUVA'DA YENİ İZLER
Hitit kenti Şapinuva'da yeni
bulgular ortaya çıkmaya devam ediyor. Çorum'un Ortaköy ilçesinde bulunan
Şapinuva, aşağı yukarı 15 yıldır kazılıyor. Kazıyı Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi öğretim üyesi Profesör Dr. Aygül Süel yürütüyor. Bu yılki kazıya
25 uzman ve 40 işçi olmak üzere toplam 65 kişi katılmış. Bu kazılarda
surlar, sanayide kullanılan bir fırın ve tören amacıyla kullanıldığı tahmin
edilen, yaklaşık 1000 metrekare genişliğinde bir meydan çıkarılmış ortaya.
Şu ana kadar henüz
80 metrelik bölümü ortaya çıkarılan surun iki metre eninde olduğu ve kenti
çevrelediği anlatılıyor. Dönemin tipik kale-kent anlayışına uygun olarak
yapılmış bir kent olduğu anlaşılan Şapinuva'da bu surların dibinde de su
kanalları çıkarılmış orta yere. Ayrıca kazılar sırasında bulunan çömlekler,
testiler, adak kapları arasında en ilginci bir süzgeç kapağı. Prof. Dr.
Aygül Süel bu kapağın makarna gibi yiyeceklerin suyunu süzmekte
kullanıldığını tahmin ettiğini açıklıyor.
Kazı heyeti başkanının açıkladığı çok önemli bir konu daha var. Buna göre
Hitit Kralı III. Tuthaliya ve eşi Taduhepa'nın mühürlerinin bulunmasıyla,
Şapinuva'nın, Hitit İmparatorluğu'na bir dönem başkentlik yaptığının
kesinleştiği ve bu kentin imparatorluğun en büyük kentlerinden birisi olduğu
kanıtlanmış oluyor. Bununla birlikte benim kafamı kurcalayan ve yanıtını
bulamadığım bir soru var. Şapinuva başkent Hattuşa'ya çok yakın bir yer.
Hattuşa varken burası niçin başkent olsun? Hitit tarihinde Hattuşa'nın
bırakılıp başkentin taşındığı bir başka yer var: Tarhuntaşşa. Akdeniz
bölgesindeki Tarhuntaşşa'yı başkent yapan kral, aynı zamanda Mısır Firavunu
II. Ramses ile Kadeş Savaşı'nı yapan kişi olan, Muvatalli. Tarhuntaşşa'nın
niçin Hattuşa yerine başkent yapıldığıyla ilgili iki teori var. Bunlardan
ilkine göre Kadeş Savaşı'na hazırlanan Muvatalli'nin Kadeş'e daha yakın bir
yer olan Tarhuntaşşa'yı başkent yapmasının nedeni lojistik kolaylığı
sağlamak içindi. Savaşın uzun süreceğini hesaplayan Muvatalli, başkenti
Tarhuntaşşa'ya taşırken tanrı heykellerini de yanında götürüyor. Böylece
kendisi ve ordusu uzaktayken, doğu Karadeniz'de yerleşik olan ve ikide birde
Hattuşa'ya saldırıp, yağmalayan Kaşka'ların başkente saldırıp tanrı
heykellerini çalmalarına engel olmayı planlıyor. İkinci teoriye göre ise
Muvatalli tahtta hak iddia eden kardeşi Hakpiş Kralı III. Hattuşili ile
imparatorluğu paylaşıyor. Hattuşa, başyazman (dışişleri bakanı konumunda)
Mitannamuva'nın yönetimine terk ediliyor. Kadeş Savaşı'nda iki kardeş
birlikte savaşa giriyorlar. Bu ikinci teori akla daha yakın görünüyor. Çünkü
savaştan sonra Muvatalli Hattuşa'ya dönmemiş ve Tarhuntaşşa'da kalmış.
Hattuşa'nın yeniden başkent olması tahta geçen oğlu Urhi Teşup zamanında
gerçekleşmiş. Ne var ki Urhi
Teşup'un krallığı uzun sürmemiş. Babasının zamanından beri tahtta hak iddia
eden amcası III. Hattuşili, Urhi Teşup'u devirerek tahta çıkmış ve
Hattuşa'nın başkentliğini devam ettirmiş.
Prof. Dr. Aygül Süel'in, Şapinuva kazısında mühürlerini bulduğu Hitit Kralı
III. Tuthaliya'nın krallık dönemi MÖ 1375 ile 1355 arasını kapsıyor. Bu
dönemdeki isimlerde bazı karışıklıklar var. Örneğin tahta geçtiği sanılan
Genç Tuthaliya diye bir kral var. Bunun III. Tuthaliya ile aynı kişi olup
olmadığı tam olarak açık değil. Sonra Hitit kral listesinde yer almayan II.
Hattuşili diye birisi var. II. Hattuşili'nin tahta geçip geçmediği de
çözümlenmiş değil. Bu durumda insanın aklına Tarhuntaşşa ve Hattuşa
ikilemine uygun bir olasılık geliyor. Yani III. Tuthaliya ile birlikte
tahtta hak iddia eden birileri olabilir ve III. Tuthaliya, Hattuşa'yı
bunlara bırakıp başkent yaptığı Şapinuva'ya taşınmış olabilir.
Hitit tarihinin bilinmeyenleri inanılmaz sürprizlere gebe. Bu sürprizlerin
önemli bir bölümü Şapinuva kazılarından gelecek. Özel kesimi bu kazıya
destek olmaya çağırıyorum.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
HİTİT TOPRAKLARINDA
Mahfi Eğilmez
Geçen hafta
Çorum'da Hitit Festivali vardı. Festival dolayısıyla Çorum Müzesi'nde bir
konferans verdim ve 'Hitit Ekonomisi' başlıklı çalışmamın müsveddelerini ilk
kez tartışmaya açtım. Ardından 'Hattuşa'ya Mektup' yarışmasının ödül töreni
yapıldı. Birincilik ödülü 500 milyon lira olduğu ve 3-5 sayfalık bir
mektupla katılmak mümkün olduğu için Çorumlu gençlerin bu yarışmaya ilgi
göstereceğini ve dolayısıyla en az bir kaç bin mektup geleceğini sanmıştım.
Çorum'dan Gazanfer Eryüksel arayıp da yarışmaya toplam 30 mektup geldiğini
söylediğinde hayal kırıklığına uğradım. Yarışmanın birincisi Ahmet İlbars
oldu.
Bu yılki Hitit Festivali'nin bir yeniliği de Hitit Moda Defilesi idi.
Tekstil yüksekokulu mezunu olan 20 yaşındaki Ayşenur Şahinci'nin Hitit
kıyafetlerini bir defile ile sunacağını ilk kez Çorum'dan Ali Alakoç'dan
öğrenmiş ve çok heyecanlanmıştım. Defile, Anitta Otel'de yapıldı. Çorum'da
ne zaman bir faaliyet olsa Anitta Otel'e gidiyoruz ve her zaman büyük
misafirperverlik görüyoruz. Defilede 30'dan fazla giysi sunuldu. Elbiseler,
kumaşlar, dikişler ve sunum çok iyiydi. Ayşenur Şahinci bir ay gibi kısacık
bir süre içinde müthiş bir iş başarmış. Ayşenur'u bu başarısının yanı sıra
asıl olarak Çorumlu gençlere örnek olduğu için kutlamak istiyorum. Bu
defileyi destekleyen Ece Grubu, Hakkı Bilal Mağazacılık A.Ş., Uğur Makine
Grubu ile bu defileye katkıda bulunan diğer kişi ve kurumları da kutluyorum.
Ne var ki bütün bu tanıtım faaliyetlerine hep aynı kişiler ve kurumlar
destek oluyor. Artık bu işlere Çorum esnafının da gücüyle orantılı olarak
katkı yapması gerekli.
Vali Erhan Tanju, çok anlamlı bir işe girişmiş ve eskimeye, yıpranmaya yüz
tutmuş kazı fotoğraflarını hem onarttırmış hem de dijital arşive geçirmiş.
Çok doğru bir sloganı var: 'Bu iş leblebiyle olmaz. Tanıtımın merkezine
Hititleri koymamız gerekir' diyor. Belediye Başkanı Turan Atlamaz da tanıtım
için kolları sıvamış. Hitit temasını da içine alan bir dizi filmin Çorum'da
yapılması fikrini ortaya atıyor. Gerçekten de arkeolojiyi ve kazıları içine
alan bir dizi çekilebilir.
Hitit topraklarına gitmişken Alacahöyük ve Hattuşa'ya uğramamak olmazdı.
Alacahöyük'ü otlarla kaplanmış halde bulduk. Bir süredir kapalı olan müze
açılmış ama biz gittiğimizde elektrikler kesik olduğu için karanlıkta
dolaştık müzeyi. Hattuşa ise oldukça iyi durumda. Otları temizlenmiş,
bakımlı. Hattuşa kazı heyetinden Ayşe Baykal Seeher, arkadaşlarıyla birlikte
bundan 3 bin 500 yıl önceki tekniği kullanarak kerpiç tuğlalar üretiyor ve
bunları kentin girişindeki temel sur taşlarının üzerine yerleştiriyor.
Böylece surlar görsellik kazanıyor ve Hattuşa'nın eski Mısır kentlerine göre
en önemli dezavantajı giderilmeye çalışılıyor. Bu çalışma eğer aynı yerdeki
yamaç evine de taşınabilirse gerçekten müthiş olacak. Ayşe Baykal Seeher ile
ayaküstü sohbet ettik. "Biz" diyor "çok amatörce giriştik bu işe. Bu kadar
çaba ve para gerektireceğini bilsem korkar, girişmezdim." Ve ekliyor: "Hitit
kralları bu işleri kesinlikle kölelere yaptırmışlar, başka türlü olamaz."
Kazı heyeti başkanı Jürgen Seeher'e, eşi Ayşe Baykal Seeher'e ve bütün kazı
heyeti ile onları destekleyenlere teşekkür borçluyuz.
Hattuşa ile Alacahöyük arasındaki bakım farkını yaratan şey sponsorluk
müessesesi. Hattuşa'yı Alman Arkeoloji Enstitüsü ve JTI destekliyor,
Alacahöyük'ü destekleyen yok. Devletin ayırdığı parayla da bu kadar oluyor.
Özel kesimin bu çok önemli antik kente sahip çıkması gerekiyor. Bizim için
büyük bir hazine olan bu geçmişi yabani otlara terk edemeyiz.
Dönüş yolunda Sungurlu'da Mavi Ocak Motel'de mola verdik. Biz oradayken iki
otobüs Japon geldi yemeğe. Onlarla Hattuşa'yı gezerken de karşılaşmıştık.
İki günde bir Japonların turlarla gelip buraları gezdiğini anlattı Mustafa
Mavi. Binlerce kilometre öteden gelen Japonlar, 3 bin yıl arayla aynı
toprakları paylaştığımız Hititlere bizden fazla ilgi duyuyor.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- Mahfi Eğilmez
Binlerce
yıldır bu topraklarda birileri yaşıyor. Son bin yılda Türkler var buralarda.
Ondan önce Ahhi Hayasa'dan, Kommagena'ya; Frigya'dan, Bizans'a; Selçuklu'dan,
Osmanlı'ya kadar pek çok krallık ve imparatorluk kurulmuş. Eğer doğruysa
Anadolu'da 42 uygarlık yaşamış bugüne kadar. Hititler bunların
önemlilerinden birisi. 400 yıl boyunca (M.Ö. 1600 - 1200) Kızılırmak yayının
içini, bugünkü Çorum'u merkez edinip bir dünya imparatorluğu kurmuşlar.
Zamanın büyük imparatorluklarını dize getirmişler. Temmuz ayında yapılacak
olan Hitit festivalinde Hattuşa'ya Mektup adı altında bir yarışma
düzenlenmiş. İlk mektubu yazacağıma söz vermiştim geçen hafta. Şimdi bu
sözümü tutmanın zamanı.
"Bugün bile, o yıkık, dökük kalıntılarınla inanılmaz görünüyorsun Hattuşa
kenti. Kim bilir 3500 yıl önce nasıl görkemliydin? Arada bir gelir gezerim
sokaklarında. Yalnız başıma. Hayallere dalar, sanki 3500 yıl öncesinde
zihnimde yolculuğa çıkarım. Sarayın aydınlığında bazen Murşili'yi tanrılara
yalvarırken, bazen Şuppiluliuma'yı sefer emrini verirken görürüm. Kentin
aşağısında pazaryerinin kurulduğunu, alışveriş yapıldığını hissederim. Sanki
sinema seyreder gibi. Notlar alırım sonra bir öyküde kullanabilmek için.
Başka hiçbir yer, hiçbir kent bu duyguyu yaşatmıyor bana. Yazılıkaya'dan
içeri girdiğimde sağımdan tanrıçalar, solumdan tanrılar başlar yürümeye.
Kayalara yapılmış kabartmalar bana herkese göründüğü gibi cansız görünmez.
Ben, orada ilahi bir yürüyüş kolu görürüm. Ortada baştanrı ile baştanrıçanın
buluştuğu yere doğru yürürlerken görürüm onları. Hayallerim gerçeğe dönüşür
bazen ve farkında olmadan kenara çekilirim o yürüyüşün ortasında ezilmemek
için. Ne zaman uzaktan, bir tepenin üstünden bir süre baksam sana gözümde
eski halin canlanır Hattuşa kenti. Eskiden bazı resimler vardı, uzun süre
dalıp bakınca üç boyutlu bir görüntü çıkardı ortaya. Sana baktığımda ben
öyle görürüm resmi. Sen, koskoca kent, eski, görkemli halinle canlanırsın
gözlerimin önünde. Yine notlar alırım defterime. Ama asıl merakımı çeken
konuyu, yani 3500 yıl önce Hititlerin o düzeni nasıl sağladığını anlatmazsın
kimseye. Hattuşa kenti! Sakladığın gizemler senin olsun, ama Hititlerin 3500
yıl önceki o inanılmaz temizliği ve düzeni nasıl sağladıklarını anlat bize.
Ver o sakladığın kilden tabletlerin kalanlarını. Bugünümüze ışık tut."
Hattuşa'ya gidecekseniz Çorum'da da kalın birkaç gün. Ve mutlaka
Alacahöyük'ü gezin. Eğer meraklıysanız tarihi solumaya, Ortaköy'deki
Şapinuva'ya da gidin. Ama oraya gitmek zordur bilesiniz. Bir de 'Hititler'
hakkında bir siyasal tarih kitabı okuyun. J.G.Macqueen'in, ya da O.R.Gurney'in
Hititler adlı kitapları olabilir bunlar. Eğer İngilizce biliyorsanız Trevor
Bryce'ın 'The Kingdom of the Hittite' adlı kitabını okuyun. Özellikle bu
sonuncuyu okurken oldukça şaşıracaksınız kimi sayfalarda. Bütün bu rutini
gereği gibi yaparsanız eminim benim duyduklarımı duyacak, gördüklerimi
görecek ve sanki 3500 yıl öncesinde yaşıyor gibi heyecanlanacaksınız o
sokakları dolaşırken.
Yazılıkaya'ya pikniğe gider gibi gitmeyin. Orası piknik alanı değil. Oradaki
tanrılar resmi geçidinin gerçek anlamını anlamak için mutlaka dersinizi
çalışın. Size Jürgen Seeher'in Hattuşa rehberi adlı kitabını öneririm. Açın
Yazılıkaya'daki resmi geçit sayfalarını ve her bir tanrı kabartmasını
çalışın. Ancak onları öğrendiğiniz zaman orada onları üçboyutlu, sanki
canlıymış gibi görebilirsiniz.
Çorum'da hiç yabancılık çekmezsiniz. Çorumlular cana yakın insanlardır,
bildiklerini sizinle paylaşırlar. Belki de en iyi zaman Hitit festivalinin
yapılacağı zaman Çorum'a gitmek için. Hem geçen hafta yazdığım Hitit moda
defilesini izlersiniz, hem de festivalin içinde olursunuz. Sonra Hattuşa'yı,
Alacahöyük'ü gezer evinize dönersiniz
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
HİTİTLERDE BAYRAM 2
- Mahfi Eğilmez
Hititler, çok tanrılıydılar. O
kadar çok tanrıları vardı ki onlara 'bin tanrılı halk', ülkelerine de 'bin
tanrılı ülke' adı veriliyor. Hititlerin, tanrıları kadar olmasa da,
bayramları da çoktu. Bu bayramların önemli bir bölümü doğayla bağlantılıydı:
Ay bayramı, yıl bayramı, sonbahar bayramı, ilkbahar bayramı, gök gürültüsü
bayramı. Hititlerin önemli bayramlarından birisi, aynı zamanda büyük bir
festival niteliği de taşıyan ilkbahar bayramı ve Purulli Festivali'ydi.
İlkbahar gelince, kış mevsiminin durgunluğundan çıkılır, doğanın yeniden
canlanmasıyla yeni ürünler alınmaya başlanırdı. Purulli Festivali işte bu
yeniden doğuşu kutlamak amacına yönelikti. O kadar önem verilen bir ayindi
ki bazen krallar savaş için gittikleri seferlerden buna katılmak üzere
başkent Hattuşa'ya geri dönerlerdi.
Hititlerin bilinen bayram kutlamaları uzun süreli kutlamalardı. Bunları üst
üste yazmaya kalksak neredeyse yılın dörtte biri bayramlarla geçiriliyodu.
Yani bayramların uzun sürmesi bugüne özgü bir şey değil. Anadolu'da
bayramlar binlerce yıldır uzun sürüyor. Bunun ekonomik gelişmeye olumsuz
etkisi varsa, bu, en azından binlerce yıllık bir etki.
Hitit bayramlarında, tanrılara adanmış adaklar yerine getirilir, özel olarak
hazırlanmış sunak yerlerinde onlara armağanlar sunulurdu. Tanrılar için
hayvanlar da kurban edilir ve kurban edilen hayvandan kesilen etler yine
aynı sunak bölmelerine konulmak suretiyle tanrılara sunulurdu. O.R.Gurney'in
anlattığına göre: "Hayvanlar, kanlarının akması için boğazlarından kesilerek
kurban edilirdi ve bu nedenle bir hayvanı kurban ederken kullanılan
kelimeler, yere dökülerek yerine getirilen bir içecek adağında veya
libasyonda söylenenlerle aynıydı." (Hititler, Dost Yayınları, 2001, s. 129.)
Bu tür bir kurban kesme işlemi sonucunda hayvanın kesilen etlerinin
tapınaklardaki bölmelere adak olarak konulmasının yanı sıra, ekmeğin
parçalara bölünüp adak bölmelerine konulduğunu, üzerine şarap döküldüğünü de
biliyoruz. Bunların yanı sıra her mevsimde kentte yetişen ilk ürünlerden bir
bölümünün yine bu bölmelere adak olarak konulması söz konusuydu.
Acaba tanrılar, kendileri için bırakılan bu kurbanlara ve diğer şeylere
nasıl ulaşıyorlardı? Hititolog Profesör Aygül Süel, çözümlediği tabletlerden
hareketle yukarıdaki soruyu şöyle yanıtlıyor: "Kurban maddeleri, öyle bir
şekilde konulup sunulmalıydılar ki, tanrılar onları insanlara göre, esrarlı
ve anlaşılmaz bir tarzda tatmalıydılar. Bu da gerçekte kurban maddelerinin
tanrının ruhuna ulaşması amacıyla tapınak adamları tarafından yenmesi ile
mümkün olabilirdi." (Aygül Süel, Hitit Kaynaklarında Tapınak Görevlileri İle
İlgili Bir Direktif Metni, AÜDTCF, 1985, s.161.) Yani tanrılar, kendilerine
sunulan bu maddeleri, kendi tapınaklarının görevlileri aracılığıyla yemiş ve
kabul etmiş olurlardı.
Demek ki Anadolu'da, binlerce yıldan beri bayram sayısı fazla ve kutlama
süreleri de uzun. Bayramlarda kurban kesme âdeti var ve bu kurbanlar tanrıya
adanmış olsa da birilerinin yiyeceği oluyor.
Binlerce yılda din değişmiş, insanlar değişmiş, bayramlar değişmiş ama
âdetler aşağı yukarı aynı kalmış. Bayramınız kutlu olsun.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
HİTİTLERDE FİYAT VE ÜCRETLER
- Mahfi Eğilmez
Hititler, malların fiyatlarını ve
işçi ücretlerini yasalara yazarlardı. Bu yasaların yazılı olduğu tabletler
de bulunup okunduğu için bundan 3 bin 500 yıl önceki fiyatlar konusunda
bugün bilgimiz var. Aşağıda 3 bin 500 yıl öncesinde Anadolu'da geçerli olan
bir fiyat listesi sunuyorum size. Fiyatları gösteren para (aynı zamanda
ağırlık) birimi olan 1 şekel, 12.5 gram ağırlıkta gümüş çubuk ya da
halkalara eşit.
40 şekel (yani 500 gram ağırlıkta gümüş) ise 1 minaya eşit. Tahılları
ölçmekte kullanılan ağırlık ölçüsü 'parisu'nun yaklaşık 38 kilogram olduğu
sanılıyor. Hitit gümüşünün de bugünkü gibi 900 ayar olduğunu varsayarsak
(gümüşün gramı bugün yaklaşık 275 bin TL olduğuna göre) şöyle bir hesaplama
yapabiliriz.

Şimdi de benzer bir işi ücretler için yapmaya çalışalım. Hititolog Meltem
Doğan Alparslan 'Hititler Döneminde Esnaf ve Zanaatkârlık' (İÜ Edebiyat
Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi) adlı bildirisinde, yasa metinlerindeki
ücretlerin bir bölümünü vermektedir. Buna göre bir demir ustasının yaptığı
100 mina ağırlığındaki bir bronz kutuya karşılık 12.5 şekel gümüş değerinde
arpa ödendiğinin yazılı olduğunu belirtiyor. 12.5 şekel gümüşün karşılığı
bugünkü parayla (12.5 x 12.5 x 275 bin 000 =) 42 milyon 968 bin 750 TL
ediyor. Arpanın parisusu 859 bin 938 TL ettiğine göre demek ki bu ustaya
yaptığı bronz kutu karşılığında 50 parisu arpa ödenecek. Buna karşılık 2
mina ağırlığında bronz bir baltanın yapım ücreti 0.33 şekel gümüş değerinde
arpadır. Yani bugünkü karşılığı 1 milyon 134 bin 375 TL. Buradan giderek
bronz bir kutunun bir minasının işçilik ücretini (42 milyon 968 bin 750/100
=) 429 bin 688 TL; bronz bir baltanın bir minasının işçilik ücretini ise (1
milyon 134 bin 375/2 =) 567 bin 188 TL olarak hesaplayabiliriz. Yani bronz
balta yapmanın işçiliği bronz kutu yapmaktan dörtte bir oranında daha
pahalıdır. Hititlerde kiralama ile ilgili bazı bilgiler de yasalara
geçirilmiş. Örneğin
3 mina (1.54 kg.) ağırlığındaki bir bronz baltanın bir aylık kirası 1
şekeldir. Yani 3 milyon 437 bin 500 TL. Oysa bu baltayı yaptırmaya kalksa,
yukarıdaki eşitliklerden hareketle hesaplarsak, 0.495 şekel gümüş değerinde
arpa verecekti (yani 1 milyon 701 bin 563 TL ödeyecekti.) 1 mina bakır 859
bin 938 TL olduğuna göre bu baltanın tümü bakırdan yapılsa malzeme bedeli
(859 bin 938 x 3 =) 2 milyon 579 bin 814 TL olacaktı. Buna işçiliği de
eklersek toplam balta maliyeti 4 milyon 281 bin 377 TL etmektedir. Yani
baltanın fiyatı 37 günlük kiralamaya eşit çıkıyor. Bu doğru bir hesap değil.
Çünkü bronzun içinde yüzde 10-20 oranında kalay da var. Bu durumda bronzun
içindeki ikinci metal olan kalayın çok pahalı bir malzeme olması gerekiyor.
Aksi takdirde kimse balta kiralamaz herkes yaptırırdı.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
HİTİTLERDE EKONOMİK BÜYÜME
- Mahfi Eğilmez
Hitit ekonomisinin büyümesi neye
bağlıydı? Bunu analiz edebilmek için önce ekonomik yapının özelliklerini
sıralamamız gerekli. Hitit ekonomisi tarım, askeri hizmetler, sivil kamu
hizmetleri, dinsel hizmetler, ticaret, inşaat ve sanayi sektörlerinden
oluşuyordu. Askeri hizmetler, sivil kamu hizmetleri ve dinsel hizmetler
vergi ya da vergi benzeri birtakım katkılarla karşılanıyordu. Hititlerde
toprak mülkiyeti krala aitti. Kral o toprakları istediğine tahsis ediyor ve
karşılığında saraya, üretimden belirli miktarda pay verilmesini ve savaş
zamanında orduya asker verilmesini istiyordu. Anadolu'da daha sonraları
Selçuklu ve Osmanlı'da görülen timar, has, zeamet usulüyle mülkiyet
kullanımı ve üründen ayni olarak alınan vergi üç aşağı beş yukarı Hitit
sisteminden gelmektedir.
Büyümenin temel dinamiğini yakalayabilmek için ekonominin temel ağırlığını
oluşturan tarım, sanayi ve ticaret üçgeninden yola çıkmak gerek. Tarımda
ürün büyük ölçüde hava koşullarına bağlıydı. Hititlerin Anadolu'da egemen
olduğu dönemde (M.Ö.1650 - 1200 arası) asıl yerleşim alanları olan Çorum ve
çevresinin karaağaç ormanlarıyla kaplı olduğu sanılmaktadır. Bu durumda bu
bölgenin o dönemde oldukça fazla yağış alıyor olması ve dolayısıyla tarımsal
üretimin yüksek olması gerek. Tarımda hava koşulları uygun olduğunda ürün
fazlası ve dolayısıyla büyüme söz konusu oluyordu. Hititler ürün fazlasının
bir bölümünü kurak mevsimler için depolayıp saklarken bir bölümünü de başka
ülkelerin tüccarlarına satıyorlardı. Bunlara ek olarak bronz devrinin ortaya
çıkardığı saban, orak gibi aletler tarımda verimliliği artırmış olsa
gerek.Yani toprakları daha kolay ve hızlı işleme imkânı sağlanmıştı. Bu da
teknolojik değişimin büyümeye getirdiği katkı olarak değerlendirilmeli. Buna
karşılık, IV. Tuthalya dönemine tarihlenen tabletlerde kuraklıktan şikâyet
edilmesi, Mısır tapınaklarında aynı dönemde Hititlere tahıl yardımı
yapıldığından söz edilmesi tarımsal üretimin, sona doğru azaldığını ortaya
koyuyor.
Sanayide büyüme özellikle bronzdan yapılma silahlar, mutfak araçları ve yün
ve pamuktan yapılan tekstil ürünlerinin miktarındaki artışla sağlanıyor olsa
gerek. Hititlerin demir kullandığına ilişkin bir iddia söz konusu. Henüz
hiçbir kazıda demirin ergitildiği bir ocak bulunamamış olması bu iddiayı
kanıtsız bırakıyor. Zaten eğer Hititler demiri bulmuş olsalardı sanayide ve
savaş teknolojisinde inanılmaz bir büyüme yakalamış olacaklar ve
karşılarında hiçbir güç duramayacaktı.
Savaşın sanayi üretimine önemli katkısı oluyordu. Hititler hemen her yılın
bahar aylarında komşu ülkelerden başkaldırmış olanlara ya da Hitit
egemenliğini kabul etmemiş olanlara seferler yapıyorlardı. Bu seferler
silahların, atlı savaş arabalarının, miğferlerin v.b. yenilenmesini, veya en
azından elden geçirilmesini gerektiriyor, bu da sanayi için yeni üretime yol
açıyordu. Öte yandan düşmana karşı kentlerin savunma sisteminin
güçlendirilmesi gerekiyordu. Surlar yenileniyor, onarılıyor, yeni kuleler
yapılıyordu. Dolayısıyla tıpkı günümüzde olduğu gibi savunma sanayii hem
sanayi büyümesine hem de inşaat sektörünün gelişmesine katkıda bulunuyordu.
Ticarette büyüme iç ticaretin yanı sıra dış ticaretle de ilgiliydi.
Anadolu'ya o dönemde Mezopotamya'dan kalay ve tekstil ürünleri geliyor,
karşılığında bakır, altın, gümüş gidiyordu. Tahıl duruma göre bazen geliyor,
bazen de gidiyordu. Ama tahılın daha çok giden kalemler arasında olduğu
anlaşılıyor. Anadolu ile Mezopotamya arasında yürüyen uluslararası ticaret
her iki bölgenin ekonomik büyümesine katkıda bulunmuştur.
Hitit ekonomisinin bir başka büyüme kaynağı da hiç kuşkusuz yağma ve
talandı. Ele geçirilen kentlerden mal kaldırmanın yanı sıra insanlar köle
olarak alınıyor ve hayvanlar da Hitit kentlerine getiriliyordu. Böylece
başka kentlerin ya da ülkelerin insanları ekonomide köle emeği olarak
istihdam ediliyor, o ülkelerin ürettiği mallar ve hayvanlar Hitit
ekonomisine karşılıksız olarak giriyor ve ekonomik büyümeyi destekliyordu.
Buna ek olarak bağlı krallıkların yolladıkları vergiler de kamu hizmetleri
için kaynak oluşturuyordu.
Bu tür ekonomilerde büyüme, genellikle toprak kayıplarıyla birlikte durmaya
başlıyor. Hititlerde de böyle olmuş görünüyor. M.Ö. 1300'lerde toprak ve
egemenlik açısından doruk noktasına çıkan ve dolayısıyla büyük ölçüde haraç
elde eden imparatorluk, toprak ve haraç kayıplarının yoğunlaştığı M.Ö.
1200'lerde yıkılışa doğru yol almaya başladı. Toprak kayıpları, krallığın
çekirdeğini oluşturan topraklarda yaşanan kuraklıklar ve nüfusun azalmasına
yol açan veba gibi salgın hastalıklarla birleşince Hitit imparatorluğu
kolayca dağılacak noktaya gelmiş oldu.
Hitit imparatorluğunun çöküşünün, asıl olarak ekonomik büyümesinin
durmasından kaynaklandığını sanıyorum. Ekonomik büyümenin durması birkaç
alanda ortaya çıkmış olmalı. Önce vebanın sonucunda ortaya çıkan askeri güç
kaybının yarattığı savaşların ertelenmesi olgusu gelmiş olsa gerek gündeme.
Savaşların ertelenmesi bir yandan sanayi üretimini hızla düşürürken bir
yandan da toprak kayıplarını artırmış ve dolayısıyla dönemin kritik maddesi
olan kalaya ulaşımı güçleştirmiş olsa gerek. Bu gelişme bir kısırdöngü
biçiminde sanayi üretimini de
düşürüyordu. Hem vebanın yarattığı insan gücü kaybının hem de yaşanan
kuraklıkların sonucunda tarımsal üretim hızla düşmüş olsa gerek. Bu da
ekonomik küçülmenin bir başka ateşleyicisi oluyordu. Giderek küçülen bir
ekonomi giderek küçülen bir ülke anlamına geliyordu o zamanlar. Küçülen ve
eski gücünü kaybeden Hitit imparatorluğu M.Ö. 1200'lerin sonuna doğru güçlü
bir saldırıyla yıkılacak konuma gelmişti. O sıralarda Ege'den gelip
Anadolu'ya çıkan deniz kavimlerinin saldırılarıyla yıkılıp gitti Hitit
imparatorluğu. Bu saldırılara karşı koyacak kadar asker besleyecek bir
ekonomik gücü kalmamıştı.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
HİTİTLERDE DEVLET BENİM DEMEK
- Mahfi Eğilmez
Anadolu'nun antik dönem
toplulukları arasında en fazla yazılı metin bırakmış olanlar Hititlerdir.
Başkent Hattuşa'da 30 binden fazla, Şapinuva'da 3 binden fazla tablet
bulundu. Hitit tabletlerinin önemlileri arasında I. Murşili'nin tanrılara
rüşvet ve şantaja kadar işi vardırdığı veba duasının yer aldığı tablet,
Anitta metni olarak anılan ve kralın Hattuşa'yı yeniden canlandıracaklara
yaptığı laneti anlatan metin, Kadeş Antlaşması'nın kil tablet versiyonu,
Tuthaliya ile Kurunta arasındaki antlaşmanın yazılı olduğu bronz tablet,
Telipinu fermanı ve Murşili'nin yıllıkları sayılabilir.
Murşili'nin yıllıkları 10 yıllık bir dönemi kapsıyor. Kırık ve eksik
tabletlerden yola çıkılarak tercüme edilmiş olan bu metin Murşili'nin
babasının ölümü ve genç yaşta tahta çıkıp karşılaştığı zorlukları nasıl
yendiğini ve yeniden imparatorluğu nasıl güce kavuşturduğunu anlatan epik
bir öykü gibi.
Bu metinlerden yola çıkarak Hitit krallarına ait unvanları öğrenebiliyoruz.
Hitit krallarına ait unvanlardan birisi 'majestem' anlamına gelmek üzere
'güneşim.' Örneğin bir başka krala mektup yolladıklarında, kendilerini
anlatmak için 'Krallar kralı, Hatti ülkesinin büyük kralı, güneşim...' diye
başlıyorlardı. Krallar kralı ifadesinin ne anlama geldiğini biliyoruz bugün.
Kendisine bağlı devletlerin krallarının da kralı olduğum ifade etmek için
kullanıyorlardı bu deyimi. Büyük kral da aşağı yukarı aynı anlama geliyor.
Yani Hatti ülkesinde başka krallar da var. Örneğin II. Ramses'le Kadeş
Savaşını yapmış olan Muvatalli Hitit tahtında otururken Hakpiş krallığına
kardeşi III. Hattuşili'yi oturtmuştu.
O da kral bu da kral karıştırılmasın diye kendisine Büyük Kral deniyordu.
Hitit kralları yazışma ya da antlaşmalarda da bu unvana dikkat ederlerdi.
Kendilerine bağlı bir devletin kralıyla ilişki söz konusuysa kendileri için
'Büyük Kral' ifadesini koyarlar, öteki için ise 'Filanca ülkenin kralı'
ifadesini yazarlardı. Hitit kralları kendilerine eşit güçte gördüklerine
'kardeşim' diye hitap ederlerdi yazışmalarda. Örneğin Kadeş Barış
Antlaşması'nı imzalamış olan Hitit kralı III. Hattuşili kendi unvanlarını
saydıktan sonra II. Ramses'e de 'Mısır'ın Büyük Kralı' ve
'kardeşim' diye hitap etmiştir. II. Ramses de çeşitli yazışmalarda III.
Hattuşili'ye 'kardeşim' diye hitap etmiştir. O dönemde Ortadoğu'da birbirine
denk durumda dört krallık olduğu ve bunların krallarının
büyük kral unvanını hak ettiği düşünülebilir: Hitit, Mısır, Babil ve Asur.
Bunlar zaman zaman güç kaybetse de yeniden güçlenip çıkmışlardır ortaya.
Hitit krallığının sembolü kartal kanatları üzerinde bir güneşti. Güneş,
Anadolu'da Hititlerden önce yaşamış olanların da yaygın olarak kullandığı
bir semboldür. Hititler, kendilerinden önce Anadolu'nun egemeni olan
Hattilerden öğrenmiş olsalar gerek bu güneş kurslarını. Antik kültürde güneş
çok önemliydi. Hitit kralının, Hitit krallığının sembolü olan güneşi alıp
kendisini güneşle sembolleştirerek kendisine 'güneşim' demesi aslında
'devlet benim' demenin bir ifadesi olabilir.
M.Ö. 1650'ye gelinceye kadar Anadolu'da kent krallıkları vardı. Hiçbiri
ötekini egemenliği altında toplayacak güce sahip olmadığı için Asurlu
tüccarlar Anadolu insanını alabildiğine sömürüyor, verdikleri borçlara talep
ettikleri faizler yüzde 130'lara varıyordu. Anadolu birliğini ilk
sağlayanlar Hititlerdir. Bu birliği sağladıktan sonra da Asurlu tüccarların
sömürüsüne son vermişlerdir. Anadolu'nun, Mezopotamya'ya karşı hem siyasal
hem de ekonomik bir güç olarak ortaya çıkışı böyle olmuştur. Sonra Bizans,
Selçuklu ve Osmanlılar sağlamıştır bu birliği ve hepsi merkezden yönetmiştir
Anadolu'yu. Fatih Sultan Mehmet merkezden yönetilen tek Hazine ile ekonomiyi
merkezi denetime almayı sistematize etmiştir. Osmanlı'nın batışında tek
Hazineden, her biri kendi başına hareket eden çoklu Hazine sistemine
geçilmesi önemli ölçüde etkili olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, devraldığı
bozulmuş Osmanlı yapısını tekrar tek ve merkezi Hazine sistemine geçerek
düzeltmiş ve ne yazık ki bu yapıyı sürdürememiştir. 1980 sonrasında mali
sistemdeki bozulmanın nedenlerinden birisi de bütçe dışı fonlarla
parçalanmış bir Hazine yapısının ortaya çıkmış olmasıdır. Mali yönetim
parçalandığında hesap da denetim de karışmaktadır.
Batı'nın deneyimlerine bakıldığında, yetkilerin, yerel yönetimlere
kaydırılmasıyla ekonominin güçlendiği görülüyor. Oysa yaşadığımız
toprakların tarihi, merkezi yönetimin güçlü olduğu, ekonominin tek elde
topladığı dönemlerde ekonomik sorunların azaldığını ortaya koyuyor.
Böyle bakınca başka ülkelerdeki farklı kültürlerin yarattığı düzenlemelerle
varılan olumlu sonuçların farklı kültüre dayalı topraklarda aynı olumlu
sonuçları vermesini beklemek çok doğru olmayabilir.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
HİTİTLER
PARASINI NEREYE YATIRIYORDU
- Mahfi Eğilmez
Perşembe günü yazdığım 'Paramı
Nereye Yatırmalıyım?' yazısından sonra biraz tarih araştırması yaptım ve
Hititlerin parasını nereye yatırdığını araştırdım.
O dönemde bugünkü anlamda para olmasa da mal cinsinden gelir ve servet
olduğu kesin.
Para olmadığına göre Hititlerin para yerine geçmek üzere ne biriktirdikleri
önem kazanıyor. Önce o dönemdeki seçeneklere bakalım: (1)
altın, (2) gümüş, (3) kalay, (4) tahıl. Anadolu ile yapılan ticarete ilişkin
belgelerden altın ve gümüş madenlerinin o dönemde Anadolu'da ve özellikle de
Kapadokya'da olduğu anlaşılıyor. Para yerine kullanılan altın ve özellikle
gümüş çubuk ve halkalardan söz ediliyor tabletlerde. Dolayısıyla bu iki
değerli madenden yapılma çubuklar, halkalar ya da külçeler servet
biriktirmenin en önemli yollarından birisi olmalı o devirde. Yine okunan
tabletlerden anlaşıldığı kadarıyla Hitit egemeneliğindeki topraklarda bakır
da mevcuttu. Bakır, bronz yapımında kullanıldığı için oldukça değerli bir
metaldi. Bakırı bu anlamda araç yapımında kullanılan bir girdi olarak kabul
etmek mümkün. Buna karşın yine de servet birikimi için bir araç kuşkusuz. Bu
anlamda altın, gümüş ve bakırı bugünün paralı toplumlarındaki yerli para
gibi düşünmek mümkün. Paranın üç işlevi var: (1) Birikim aracı olmak, (2)
Değişim aracı görevi yapmak, (3) Hesap birimi olmak. Altın, gümüş ve kalay o
dönemde bu üç işlevi de görüyordu. Çünkü bunlar servet biriktirme aracı
olmanın yanı sıra mal değişimine de aracılık ediyorlar ve hatta
ağırlıklarına göre hesap birimi olarak da ele alınıyorlardı. 8.5 gram
ağırlığındaki gümüş
halka ya da çubuklar 1 şekel olarak adlandırılıyor ve birçok malın fiyatı da
şekel olarak belirleniyordu. Bunu da Hititlerin yasalarına yazdıkları
çeşitli malların fiyatlarını şekel cinsinden ifade etmelerinden anlıyoruz.
Kalay, Anadolu'da o dönemde bulunan bir metal değil. Ama çok önemli. Çünkü
devir bronz (tunç) devri. Kama, kılıç, mızrak gibi silahlar ile balta, orak
gibi araçlar hep bronzdan yapılıyor. Ve bronz yapmak için bakır ile kalayın
belirli oranda birleştirilmesi gerekiyor. Bakır Hititlerin egemenliği
altındaki topraklarda olmakla birlikte kalayın daha çok Mezopotamya'daki
krallıklardan ya da Hititlerin egemenliği altındaki yerlerden geldiği
anlaşılıyor. Dolayısıyla kalayı bir çeşit döviz gibi kabul etmek mümkün.
Tahıl, biriktirilmesi kolay olmayan bir madde. Çabuk bozulabiliyor. Buna
karşılık o da tıpkı altın ve gümüş gibi parisu adıyla anılan ve 40 kilo
dolayında olduğu tahmin edilen bir ölçüyle alınıp satılıyor, ya da değişime
konu olabiliyordu. Tahıl denince en yaygın olanının buğday olduğu yine Hitit
tabletlerinden anlaşılıyor. Hititler tahılları toprağa kazılmış yatay
silolarda saklıyorlardı. Üzerini kumla örtüyorlar ve böylelikle hava
almasını önleyerek bozulmasını engelliyorlardı. Tahıl birikiminin daha çok
kamusal bir iş olduğu, evlerde biriktirilen tahılın geçimlik miktarda olduğu
anlaşılıyor. Buna karşın fazla tahılı olanların bunları da mal değişiminde
kullandığı açık.
Bu saydığım birikim araçlarından hangisinin yaygın olduğu ya da hangi
ağırlıklarda olduğunu söyleyecek kadar bilgimiz yok ne yazık ki. Hititlerde
mal fiyatları yasalarla belirlendiği için ilk bakışta hangisini birikim
aracı olarak alsanız aynı saklama değerini elde eder gibi görünüyorsunuz.
Buna karşılık savaş hallerinde kalayın, kıtlık hallerinde ise tahılın
değerinin birdenbire arttığını ve yasalarda ne yazarsa yazsın bu malların
karaborsaya düştüğünü tahmin etmek mümkün. Bu durumda akıllı ve imkânı olan
bir Hititlinin bu saydığım malların tümünü kapsayacak bir sepet yapması en
doğru yol olurdu sanırım.
(Not: Perşembe günkü yorumlarıyla beni 2001 Şubat krizini öngörememekle
suçlayan bazı okurlarıma www.mahfiegilmez.nom.tr sitesinde 2001 Şubat'ının
ilk haftasından beri duran 'Kasım 2001 Krizi Üzerine' adlı yazımı
okumalarını öneririm.)
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
KADEŞ SAVAŞI VE TEKNOLOJİ
- Mahfi Eğilmez
Mark Healy, 'Qadesh 1300 BC' adlı
kitabında o tarihlerde en önemli bölgenin bugünkü Suriye olduğunu
vurguluyor. Hititler, Mitanniler ve Mısırlılar, Suriye'yi ele geçirmek ya da
en azından orada egemenliklerini kabul ettirmek için amansız bir mücadele
içindeydiler. Bu mücadelenin temel nedeni Suriye'nin bakır, kalay ve lapis
lazuli ticaretinin ana merkezi olmasıydı. Hititler önce Mitannilerin
bölgedeki üstünlüğüyle savaştılar. Onlara karşı belirli bir egemenlik
sağladıktan sonra bu kez Mısır'la mücadeleye girdiler.
Mısır ve Hitit orduları M.Ö. 1300'de Kadeş kale kenti önünde karşı karşıya
geldiler. Orduların sayıları, yapıları, savaş arabalarının sayısı,
kullanılan silahlar konusunda tam bir fikir birliği yok. Ama kabaca Mısır
ordusunun 20 bin dolayında; Hitit ordusunun ise 30 bin dolayında askerden
oluştuğunu söylemek mümkün. Hitit ordusu yalnızca Hitilerden değil,
kendilerine bağlı devletlerin askerlerinden de oluşan bir konfederasyon
niteliğindeydi. II.Ramses'in tapınak duvarlarına yazdırdıklarına bakılırsa
bu savaşta Mısır büyük bir üstünlük elde etmiş görünür. Ama savaş sonrasında
Suriye topraklarındaki üstünlüğe bakıldığında savaşın gerçek galibinin
Hititler olduğu tartışmasız biçimde ortaya çıkar. II.Ramses'in, Kadeş
kentini almak bir yana, atalarının Mısır'a bağladığı Amurru Prensliği'ni
bile Hititlere kaptırmış olması başarısızlığının
bir kanıtı gibi duruyor önümüzde. Ben burada daha teknik bir konuyu görsel
olarak sunmak istiyorum. Hititlerin bu savaştaki en büyük üstünlüğü savaş
arabalarında tekerleği doğru yere oturtmuş ve dolayısıyla Mısır savaş
arabalarına karşı manevra üstünlüğü sağlamış olmasıydı. Yani günümüzden
yaklaşık 3300 yıl önce teknolojinin getirdiği üstünlük.
Aşağıda Mısır ve Hitit savaş arabalarında tekerleğin konumu görülüyor. Bu
resim, Mısır duvar çizimlerinde iki arabaya ilişkin betimlemelerden yola
çıkılarak çizilmiştir. Arabanın ön tarafındaki uzantı, atların iki tarafına
koşulduğu tahta. Sol taraftaki tekerlek Mısır savaş arabasındaki tekerleğin
konumunu gösteriyor. Tekerleği oraya koymanın arabayı çeken at üzerinde
yarattığı yükü gözünüzün önüne getirin. Bir de daha sağdaki tekerleğe (Hitit
savaş arabası versiyonu) bakın ve yükün atla araba arasında nasıl akıllıca
paylaştırıldığını göz önüne getirin.
Geçmişin en büyük uygarlığı olan Mısır, genellikle uygarlık alanında
küçümsenen Hititlerin böylesine ileri bir teknolojiyle geliştirdikleri savaş
arabaları teknolojisini devirememişti.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
HATTUŞA KAZILARI
- Mahfi Eğilmez
Hitit başkenti Hattuşa'nın
kazılması uzun süredir devam eden bir uğraş. Burayı Alman Arkeoloji
Enstitüsü kazıyor. Kazı heyeti başkanı Jürgen Seeher. Eşi arkeolog Ayşe
Baykal Seeher de kendisine yardım ediyor. Yıllardır burada çeşitli
fedakârlıklarla kazıyı yönetiyorlar, ortaya çıkan bulguları
değerlendiriyorlar. Hattuşa'da kazı yapanların bir 'Hattuşa rehberi' yazması
neredeyse gelenek olmuş. Uzun süre eski kazı heyeti başkanlarından Kurt
Bittel'in rehberi kullanıldı. Şimdi artık Jürgen Seeher'in 'Hattuşa
Rehberi-Hitit Başkentinde Bir Gün' adlı rehberi kullanılıyor. Sürekli yeni
şeyler bulunan Hattuşa'da rehberin de yenilenmesi gerekiyor. Nitekim Seeher
rehberin yenilenmiş ikinci baskısını yapmış. Bende ilk baskısı vardı, orada
iken ikinci baskıyı da aldım. Kazıdaki gelişmeleri iki rehber arasındaki
farktan izlemek mümkün. O nedenle burayı gezmeye gidecek olanların önceden
bu rehberi edinip okumasında sayısız yarar var.
Jürgen Seeher, Hattuşa'yı kazmakla kalmıyor, aynı zamanda da yazıyor. Yani
neler yaptıklarını, neler bulduklarını yazıya döküyor. Hattuşa kazısına
destek olan Alman Arkeoloji Enstitüsü'ne ve kazıyı yürüten Jürgen Seeher ve
ekibine teşekkür borçluyuz. Kazan yalnızca onlar ama yazanlar arasında
meslekten araştırmacılar olduğu gibi ben de dahil olmak üzere meslek
dışından bir çok kişi var. En son olarak birlikte gittiğimiz gazeteci
arkadaşlarımız kendi gözlemlerini aktardılar. Dikkatleri buraya çekmekte
yardımcı oldukları için onlara da teşekkür borçluyuz. Arkeologlar, bulguları
ortaya koyar ve bunu yaparken tarafsız bir tutum sergiler. Bilim adamı
olmanın gereği budur kuşkusuz. Meslekten olmayanlar ise olaya farklı
bakarlar. Bazen gördüklerini biraz abartırlar. Bu, yalan ve yanlışa
dönüşmedikçe, konuya ilgi çekmenin bir yoludur. Hattuşa, bütün
imkânsızlıklara karşın elden geldiğince iyi korunan ve Alman kazı heyetince
üzerine titrenen bir yer. Bütün imkânsızlıklara karşın belediye de elinden
geleni yapmaya çalışıyor. Keşke imkânlar daha çok olsa ya da biraz ek imkân
yaratılabilse de Boğazkale çok daha iyi bir yapılanmaya kavuşturulsa.
Boğazkale, Türkiye'nin en önemli değerlerinden birisi olan Hattuşa'yı
barındırıyor. Onun için de Unesco tarafından dünya mirası listesine alınmış
durumda. Bu anlamda Hattuşa'nın korunup kollanmasının önemi çok fazla. Bütün
bunlara ek olarak şimdi Hattuşa'da Hititler döneminde kullanılmış teknoloji
ve malzeme kullanılarak kerpiç tuğlalar yapılıyor. Hattuşa'yı gezerken Ayşe
Baykal Seeher'i işçilerle birlikte bu tuğlaları yaparken gördük. Bunları
kullanarak surların bir bölümünü eski haline getirecekler. Böylece görsellik
çok daha anlamlı biçim alacak. Önümüzdeki yıllarda Hattuşa'yı orijinaline
uygun olarak onarılmış surlarıyla görebilmek için şimdiden
sabırsızlanıyorum.
Son iki yıldır JTI adlı Japon kuruluşu Hattuşa'ya sponsorluk yapıyor.
Japonların Hitit uygarlığına ilgisinden daha önce de söz etmiştim. Prens
Mikasa'nın yılda bir kez gelip buraları gezdiğini, Japonya'da manga adı
verilen resimli romanlar içinde en çok satanının 'Kızılırmak Kıyılarında'
başlığı altında yayımlanan ve Hititlerin yaşamını anlatan manga olduğunu,
Japon turistlerin Hattuşa'yı gezip gördüklerini hep yazmıştım. Hattuşa'ya
destek veren JTI'ya ve buralara ilgiyi çektiği için Prens Mikasa'ya teşekkür
borçluyuz.
Burada hafta içinde yaşanan bir gelişmeye de değinmek istiyorum. Çorum
Milletvekili Murat Yıldırım ve 25 arkadaşının TBMM Başkanlığı'na verdiği
önergeyle Hitit uygarlığının tanıtımına yönelik projeler üretilmesi için
Meclis araştırması istenmiş bulunuyor. Bu girişimin sahiplerini kutluyorum.
Türkiye'nin geleceği, yalnızca ekonomideki iyileşmede değil, geçmişini doğru
kullanmasında yatıyor. Bunu anlayabilirsek geleceğimiz daha parlak olacak.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
HİTİT
KONGRESİ VE TUTENKAMON
- Mahfi Eğilmez
2-8 Eylül 2002 tarihleri arasında
Çorum'da gerçekleştirilen 5. Uluslararası Hititoloji Kongresi 100'e yakın
bildirinin sunulması ve 25 değişik ülkeden yaklaşık 250 bilim adamının
katılmasıyla tamamlandı. Kongrenin kapanış konuşmaları sırasında ve bir
sonraki kongrenin nerede yapılacağı tartışması ortaya çıktı. 2005 yılında
Roma ve Chicago oylamasının yapılması beklenirken Kongrenin Çorum'da 3 kez
yapılmış olması nedeniyle bundan sonraki kongrelerin 2005 yılında Roma ve
2008 yılında Chicago'da yapılması yönünde bir teklif ortaya atıldı. 5 Eylül
günü oturum başkanlığını Gernot Wilhelm'in yaptığı bu tartışmalar sırasında
bu görüş oylamaya sunulacakken Prof. Dr. Aygül Süel söz alarak şunları
söyledi: "1990 yılında yapılan birinci kongrede bazı prensip kararları
alınmıştı. Bu kararlardan biri de kongrenin 3 yılda bir yapılması ve 6 yılda
bir de Çorum'da toplanması idi. Bu bir gelenektir ve prensip kararıdır.
Bunu kimse bozamaz. 2005 yılı Roma ve Chicago arasında oylanmalı, 2008
yılında kongre yine Çorum'da toplanmalıdır."
Süel'in bu sözleri alkışlarla karşılandı ve hiç itirazsız yalnızca 2005 yılı
oylandı. Yapılan oylamada çoğunluğu Roma aldı. Böylece 2005 yılında
kongrenin Roma'da toplanması karara bağlandı. Kongre 2008 yılında yine
Çorum'da toplanacak. Bu gelişmeler kongrenin artık dünyada kabul gördüğünün
bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Hititlerin asıl yurdu Kızılırmak yayının içi. Ve başkentleri Hattuşa'nın
bulunduğu il Çorum. Dolayısıyla bu kongrenin asıl olarak Çorum'da
yapılmasından daha normal bir şey yok. Buna karşılık Hititolojiyle ilgilenen
pek çok yabancı bilim adamı olduğundan kongrenin bir kez Çorum'da bir kez de
başka bir ülkenin kentinde yapılması uluslararasılık niteliği açısından da
doğru bir düşünce. Prof. Dr. Aygül Süel'in hatırlatması çok yerinde bir
girişim. Hitit Kongresini Hititolojinin ve Hitit tarihinin laboratuvarı
konumundaki Çorum'dan koparmak kanımca çok yanlış olurdu Çorum Valisi Atıl
Uzelgün, Hitit fotoğraf yarışması sonucunda dereceye giren fotoğrafların
oluşturduğu kitabı bana da yollama nezaketini gösterdi. Olağanüstü güzel
fotoğraflar var bu kitapta. 2008'deki kongrenin çok daha iyi düzenlenmesi ve
tanıtılması için hepimize görev düşüyor. Dünyanın 25 ülkesinden 250 bilim
adamını bir araya toplayan böyle bir kongre her seferinde bir öncekinden
daha iyi olmak zorunda.
Bu arada Mısır'ın en ilginç firavunu Tutenkamon'un 19 yaşında ölmesinin
üzerindeki gizem perdesinin aralandığına ilişkin cuma günkü Sabah
gazetesinde renkli bir haber yer aldı. Habere göre iki polis müfettişi
eldeki verileri inceleyerek Tutenkamon'un bir cinayete kurban gittiği
sonucuna varmışlar. Eldeki verilerden en önemlisi Tutenkamon'un mumyasından
alınan röntgen filminde kafatasında tespit edilen kırık ve kan pıhtısı izi.
Sonra Tutenkamon'un çevresinden hareketle bu cinayeti kimin işleyebileceğini
değerlendirmişler. Kuşkulu kişiler olarak Başvezir Ay, Kraliçe Ankesenamon,
Başkomutan Horemheb ve Aton rahibi Maya öne çıkıyor. Polis müfettişleri
bunlarla ilgili bilgileri inceleyerek katilin Başvezir Ay olduğunu öne
sürmüşler. Güzel bir kurgulama ama yeni değil. Bob Brier'ın Türkçeye de
çevrilen 'Tutenkamon Cinayeti' adlı kitabında Tutenkamon cinayetiyle ilgili
son derecede ayrıntılı analizler yer alıyor. 'Anitta'nın Laneti' adlı
kitabımda ve daha önce bu sütunda yazdığım birkaç yazıda ben de bu cinayeti
anlatmış ve Ay ile Horemheb'in işbirliği yaparak bu cinayeti işlemiş
olabilecekleri iddiasını ortaya
atmıştım. Üstelik bana sorarsanız Ay, o dönemdeki seri cinayetlerin
planlayıcısı. Tek amacı firavun olabilmek, yani Mısır tahtına oturabilmek.
Öyle de oluyor ve Tutenkamon'un ölümünden sonra Ay firavun olarak tahta
çıkıyor. Onun ardından ise cinayet ortağı Horemheb firavun oluyor. Bu
olaylar Kadeş Savaşı'na yol açan gelişmeleri de bağrında taşıyor.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- Mahfi Eğilmez
Dünyanın ilk örgütlü
devletlerinden birini kurmuş olan Hititlerle ilgili arkeolojik kazılarda
elde edilmiş bulunan bilgileri ve eserleri bilim dünyasına tanıtmak amacıyla
düzenlenen ve 10 yıldan bu yana yapılmakta olan Uluslararası Hititoloji
Kongresi'nin beşincisi pazartesi günü Çorum'da başladı. Kongre 6 Eylül
tarihine kadar sürecek. 2-6 Eylül tarihlerinde bilimsel bildiriler sunulacak
ve tartışılacak, 7-8 Eylül tarihlerinde de Hattuşa, Alacahöyük, Şapinuva ve
Yörüklü gezilip son gelişmeler yerinde görülecek. Bu kongreye dünyanın
çeşitli ülkelerinden yaklaşık 250 bilim adamı çeşitli tebliğler ve
görüşlerle katılıyor.
Böylesine önemli bir kongrede ev sahipliğini Hititlerin başkenti Hattuşa'nın
bağlı olduğu Çorum'un yapması hem Hititlerin, hem Çorum'un hem de
Türkiye'nin tanıtım, açısından büyük bir fırsat yaratıyor. Hattuşa, UNESCO
tarafından dünya kültür mirası listesine dahil edilmiş bir antik kent. Öte
yandan Hattuşa'da bulunan Hitit çivi yazılı tabletlerin, UNESCO tarafından
dünya belleğine alınması projesi de kabul edilmiş bulunuyor. Hattuşa'nın
yanı sıra çok önemli Hitit kentleri olan Alacahöyük ve Şapinuva'da da önemli
bilgiler ve bulgular var. Özellikle Şapinuva'da son yıllarda Türk bilim
adamları tarafından ortaya çıkarılan bilgiler ve eserler bu kongreye
damgasını basacak nitelikte. Şapinuva'da ortaya çıkarılan büyük kapalı çarşı
ve bulunan eserlerin kongre sonrasında yapılacak yerinde inceleme gezileri
açısından fazlasıyla ilgi çekmesini bekliyorum.
Bu kongrenin Türkiye'nin tanıtımı açısından bir fırsat olarak kabul
edilmesiyle birçok kültürel faaliyet de eş anlı olarak aynı tarihler içinde
Çorum'da düzenlenmektedir. Hititoloji Kongresi süresince Çorum Valiliği
Çevre Koruma Vakfı tarafından organize edilen 'Geçmişten Günümüze
Uygarlıklar' adlı fotoğraf yarışması ödül töreni ile fotoğraf
sanatçılarımızdan İbrahim Zaman'ın 'Türkiye'de Zaman' adlı fotoğraf
sergisinin açılışı yapılacaktır. Buna ek olarak peş peşe günlerde Ankara
Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Konseri; Konya Türk Tasavvuf Müziği
Topluluğu'nun tasavvuf müziği ve sema gösterisi; Ankara Devlet Opera ve
Balesi'nin modern bale gösterisi; İstanbul Devlet Modern Folk Müziği
Topluluğu'nun konseri; Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçılarının konseri
ve Mersin Devlet Opera ve Balesi sanatçılarının konseri yer alacak.
Kongre ve kongre süresince düzenlenecek kültürel faaliyetler pek çok kişi ve
kurumun imzasını taşıyor. Çorum Valisi Atıl Uzelgün, Belediye Başkanı Arif
Ersoy, Şapinuva hafiri Aygül Süel, Prof. Dr. Sedat Alp ve Kültür Bakanlığı
bunlardan en önde gelenleri. Kongreye katkıda bulunan bilim adamları,
sanatçılar ve Kültür Bakanlığı yetkililerine Türkiye'nin tanıtımı için
yaptıklarından dolayı teşekkür borçluyuz. Çorumluların bu tarihi fırsatı
değerlendirerek kentlerine gelen yerli ve yabancı bütün turistlere sıcak
misafirperverliklerini göstereceklerinden hiç kuşkum yok. Hitit tarihinin
gizem perdesini biraz daha aralamamıza yardımcı olacak olan bu kongrenin
bildirilerinin ve tartışmalarının yer alacağı kitabı da sabırsızlıkla
bekliyoruz.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- Mahfi Eğilmez
Çorum Müzesi'nin yeni binası
olağanüstü bir bina. Dışı müthiş bir tarihi, içi de bir müze için modern bir
atmosferi yansıtıyor. Henüz resmen açılmamış. Çevre düzenlemesinin
tamamlanması bekleniyor. 2-6 Eylül tarihlerinde yapılacak olan Uluslararası
Hititoloji Kongresi'ne yetişecek. Bu müze önümüzdeki yıl Avrupa'da yılın
müzesi olabilir. Böyle bir eseri Çorum'a kazandıran bütün yetkililere
teşekkür borçluyuz.
Alacahöyük ve Hattuşa'yı bir kez daha gezdim. Defalarca gezmeme karşın yine
yeni şeyler öğrendim. Müze asistanlarının bilgisi sevincimi kat kat artırdı.
Her ikisi de Çorumlu olduğu için Hitit tarihine hem büyük ilgi duyuyorlar
hem de sahip çıkıyorlar. Her geçen gün Çorumlu işadamlarının Hitit
uygarlığına biraz daha fazla sahip çıktıklarını görmek de ayrı bir mutluluk.
Dönüş yolunda Sungurlu'daki Mavi Ocak tesislerinde akşam yemeği yedik. Yüzme
havuzuyla, yürüyüş parkurlarıyla, doğayla iç içe girmiş konumuyla sessiz,
sakin ve son derecede kaliteli bir tesis.
Hattuşa ve Alacahöyük'e 25 kilometre uzaklıkta olması büyük bir avantaj.
Yemekleri, odaları ve servisi mükemmel.
Boğazkale'nin (Hattuşa) maddi sıkıntıları devam ediyor. Yolunun,
kanalizasyon sisteminin yenilenmesi gerekiyor. Burası Unesco'nun dünya
mirası listesinde yer alan bir başkent. Buraya gözümüz gibi bakmamız
gerekiyor. Devletin imkânları sınırlı. Türkiye'de bakılması gereken pek çok
yer var. Ama burası Anadolu uygarlıklarının en eskisinin başkenti. Bu
anlamda Hattuşa yalnızca Çorum'un değil hepimizin üzerine titrememiz gereken
bir yer. Özel kesimin buraya biraz ilgi göstermesi sorunu çözebilir. Ya da
uluslararası kuruluşlardan yardım sağlanabilir. Hattuşa, Alacahöyük,
Şapinuva Türkiye'ye çok para kazandıracak ileride.
Çorum'a gidin. Eylül ayında giderseniz yeni müzeyi gezme imkânınız da olur.
İster Sungurlu'daki Mavi Ocak tesislerinde, ister Çorum'daki Anitta Otel'de
isterseniz Hattuşa yakınındaki Başkent motelde veya başkasında geceleyin.
Çorumluların tertemiz ve saf sıcaklığını hissedin. 4000 yıllık tarihe
dokunun Hattuşa ve Alacahöyük'te 4000 yıllık Hitit sokaklarında yürüyün,
Hattuşa'da kral sarayının kalıntılarını gezerken binlerce yıl önce orada
işlenen taht cinayetlerini hayal edin. Alacahöyük'deki tünel ve Hattuşa'daki
Yerkapı tünelinden geçerken 3500 yıl önce böyle bir mühendislik harikasının
nasıl yapıldığına şaşırın. Yazılıkaya'da IV.Tuthalya'nın tanrılar
katına nasıl çıktığını görün. Sonra durup bir düşünün. Bunları
canlandıramazsak ekonomik büyüme kalıcı olabilir mi?
Eczacıbaşı Grubu'ndan Vitra, Kadeş Barış Antlaşması'nın replikasını
yaptırmış. Son derece de güzel bir replika. Hititlerle ilgili yakılan meşale
giderek güçleniyor. Çorum müzesi eğer yılın müzesi seçilirse 2003 yılı Hitit
yılı olabilir. Uluslararası Hititoloji Kongresi ve Çorum Müzesi'ni
kullanarak bunu sağlamaya çalışmamız gerekir. Kadeş Antlaşması replikasını,
Eczacıbaşı'ndan izin alıp, çoğaltmak ve çeşitli dillere yapılmış
çevirileriyle birlikte birçok yere yollamak da düşünülmeli.
Her geçen gün Hititlerin Batı uygarlığının temeli olduğu yolunda yeni
belgeler çıkıyor ortaya. Kendilerine Yunan uygarlığını başlangıç noktası
olarak almaya alışmış olan Batılıların başlangıç noktasını daha geriye
Hititlere çekmesi çok kolay değil tabii. Ama gidiş o gidiştir. Bir süre
sonra tarih kitapları yeniden yazılacak. Böyle bir değişime yalnızca
tanıklık etmekle kalmayıp katkıda bulunmak büyük keyif.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
ŞAPİNUVA
09/09/2001
-
- Mahfi Eğilmez
Cuma sabahından itibaren Çorum
Ortaköy'de on yıl kadar önce günyüzüne çıkarılan Hitit kenti Şapinuva'nın
kazı çalışmalarına katılıyorum. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Aygül Süel, Şapinuva kazısının bu yılki
son aşamasına beni de davet etmek nezaketini gösterdi. Aygül Süel ve
asistanlarıyla yaptığım konuşmaları ve tartışmaları, Şapinuva'da ortaya
çıkan bulguları, bunların günümüzle ilişkilerini, kazı evi anılarını
önümüzdeki hafta içinde ayrıca bir yazı dizisi olarak fotoğraflarıyla
birlikte sizlerle paylaşacağım.
Ekonomiyle ilgili önerilerimi daha önce yaptım. O nedenle bu hafta izninizle
biraz Hititlerle uğraşmak ve bu gizemli
uygarlığı biraz daha dikkatinize getirmek istiyorum
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
HATTUŞA'DAN
BİR MEKTUP
(21/08/2001)
- Mahfi Eğilmez
Boğazkale (Hattuşa) Belediye
Başkanı İbrahim Bostanlı'dan aldığım mektubu, benimle ilgili bölümünü
çıkararak, aşağıda yayımlıyorum:
"Anitta'nın Laneti isimli kitabınızı, bir nefeste okudum. Kitabınızın
kaynağını aldığı Hitit medeniyetinin başkenti Hattuşa'nın merkezinde bulunan
Boğazkale'nin belediye başkanı olarak, tarifi mümkün olmayan bir heyecan ve
mutluluk yaşadım. Her şeyden önce bu duyguları tatmama neden olan
kitabınızdan dolayı izninizle sizi kucaklıyor, minnet ve saygılarımı
iletiyorum. Tarihin ve tarihin içinde yaşadığı uygarlıkların anlam ve
önemini beynine sindirebilmiş tüm insanların hayretle, ibretle, saygıyla,
derinliklerinde dolaşırken akıllarının zora düştüğü Hitit uygarlığının
öksüzce saklanışını ortadan kaldıran öykünüz, ümit ediyorum ki, maalesef
diye hayıflandığımız kültürel kaderimizi değiştirmesi gerekenlere çok önemli
bir ileti olacaktır. Ya Boğazkale (Hattuşa)? Sıfatım gereği kendimi tanıtmak
için kullandığım 'Ben Boğazkale Belediye Başkanı' cümlesinin sonrasında
'Orası neresi?' sorusuyla karşılaştığımı ve bu soruyu soranların kimler
olduğunu Anitta'ya söylemeyi hiç düşünmedim. İyi ki duyamazdı. Yirmi yıllık
belde, on dört yıllık ilçe olma özelliğine sahip Boğazkale'nin yerel yönetim
binasının iki yıl öncesine kadar oturacak sandalyesinin, telefon
santralının, faks cihazının olmadığını, aylık ortalama 1.5 milyar lira
ödenek gönderilerek, Anitta'nın Laneti'nin izlerini bu parayla sil
denildiğini kimlere iletmedim ki. Ve dahası Ankara - Samsun yolunu
Boğazkale'ye bağlayan 23 km.'lik yolun 16 km.'sinin genişletilerek yapılıp,
7 km.'sinin ulaşımı zorlaştıran haliyle bırakıldığını kimlere duyurmadım ki.
Muvatalli'nin (Mısır Firavunu Ramses'le) savaşa giderken Hattuşa'yı emanet
ettiği Mitannamuva'ya hitaben yazdırdığı 'Surların üzerinde oturulmasın,
duvarlarda ateş yakılmasın, kentin künkleri yıkanıp temizlensin, kirlenmeye
bırakılmasın' sözlerini içeren tabletin yazıcısı, Mitannamuva'ya okutmadı mı
ki surların üzerinde oturuluyor (Hititlere ait Güneş Kursu'nun amblem olarak
kullanıldığı yerlerin yetkililerinin Hattuşa'yı hiç görme ihtiyacı duymaması
gibi.) Ben inanmıyorum ama o lanet mi tuttu ne? Duvarlarda ateş yakılıyor
(anlatılmaması yüzünden, tarihin en önemli uygarlığından geriye kalanların
Türk ziyaretçilerce salt taş yığınlarından oluştuğu zannedilerek gezilmesi
gibi.) Kentin kanal künkleri yıkanıp temizlenmiyor. (Hattuşa'yı gezmeye
gelen konuklarımıza ören yerlerini gezdirirken yardımcı olmasını istediğim
Boğazkaleli amatör rehberlerin, bir daha rehberlik yapmalarını
istemeyeceğimden korktukları için, her Hitit şehrinin bir yerel
yöneticisinin olduğunu ve bundan dört bin yıl önce kanalizasyon ve su
problemini çözdüklerini gözlerimin içine baka baka söyleyemedikleri gibi.)
Her taraf kirlenmeye bırakılıyor (özellikle turizm sezonunda, mevcut
imkânlarla, belediyemizin çok geniş bir alana sahip ören yerlerinde temizlik
işlerini yürütmekte zorlandığı için ilgili bakanlıktan ören yerleri
gelirlerinin bir bölümünü talep etmemize rağmen olmaz denilmesi gibi.) Ben
yine de inanmıyorum, fakat
o lanet mi tuttu ne? Anitta'nın Laneti'ni bir daha bir daha okuyacağım,
ancak o lanete inanmamaya
devam edeceğim. Çünkü ben kral değilim."
3 bin 500 yıl önce Hattuşa'yı tertemiz tutmak için yönetmelikler yazmış bir
Hitit uygarlığı ve 3 bin 500 yıl sonra bu yönetmeliği maddi yetersizliklerle
uygulayamadığını haykıran belediye başkanının acıklı mektubu.
Devlet, Anadolu'nun her yerinden fışkıran
eski uygarlıkların tümüne sahip çıkamaz.
Hattuşa'ya sahip çıksa Çorum Ortaköy'de
çıkarılan Şapinuva kentine sahip çıkamaz.
Böylesine büyük olanakları yok devletin.
Buralara önce yöre halkı sahip çıkmalı, sonra başkalarından destek
beklemelidir. Hattuşa ya da Şapinuva ne kadar çok turist tarafından ziyaret
edilirse yöre halkı o kadar refahını artırır. Öncelikle bütün Çorumluları,
Boğazkalelileri ve Ortaköylüleri Hattuşa ve Şapinuva'yı ziyarete davet
ediyorum. Buralara gidin. Yardımınız olup olmayacağını sorun. Bugün
vereceğiniz destek yarın dolar, mark olarak kat kat fazlasıyla size dönecek.
Hazinenize sahip çıkın. Sonra da özel kesim kuruluşlarımızı bu eşsiz tarihe
sahip çıkmaya davet ediyorum. Çok küçük katkılarla hem reklamınızı yapmanız
hem de ülke turizmine katkıda bulunmanız mümkün. Hattuşa ve Şapinuva'ya ya
da başka bir antik kente katkı yapın. Kazıları destekleyin. Maddi destek
yanında manevi destek de önemli. Oralara gidin ve ilgiyi bu kentlerin
üzerine çekin. Hattuşa, Şapinuva ve diğer antik kentler bu toprakların
yalnızca geçmişi değil, aynı zamanda geleceği de. Dövizimiz bitiyor diye
ağlayacağımıza daha çok döviz kazanmak için Hattuşa'ya, Şapinuva'ya ve diğer
antik kentlere sahip çıkmamız gerekli.
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
CUMHURİYET VE HİTİTLER
(01/07/2001)
- Mahfi Eğilmez
Pazartesi günü Çorum'da
düzenlenen Ahmet Mumcu'nun yönettiği 'Cumhuriyetin Hitit Uygarlığını
Sahiplenişi' konulu panele Bilge Umar, Hayat Erkanal, Aygül Süel ve Özgen
Acar ile birlikte panelist olarak katıldım. Çorum Valisi Atıl Üzelgün ve
Belediye Başkanı Arif Ersoy'un panel davetini aldığım zaman hem çok
şaşırmış, hem de çok sevinmiştim. Bir süreden beri hobi olmaktan biraz öteye
götürdüğüm Hitit çalışmalarımın hiç değilse bir bölümünü böyle bir panelde
sunma olanağı beni oldukça heyecanlandırmıştı. İşimi gücümü bırakıp koşa
koşa Çorum'a gittim.
Aslında Hitit uygarlığını sahiplenen Cumhuriyet'in ilk kuşaklarıdır.
Sonrası, o ilk kuşağın sahiplenişinin zayıflayarak giden bir devamı gibi.
Daha önce de yazmıştım. Ankara'da dünyanın en önemli müzelerinden birisi
olan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde bir fotoğraf var. Atatürk ve
yanındakiler bir yere bakıyorlar fotoğrafta. Ve altında bir cümle 'Gazi
Hazretleri Ahlatlıbel hafriyatını tetkik buyuruyorlar.' Cumhuriyet'in
kuruluş yılları. Binlerce sorun var. O sorunların orta yerinde kişi başına
50 dolarlık bir gelirle, üstelik dışarıdan beş paralık kaynak kullanmadan,
hatta tam tersine iç kaynaklarla, dış borçları ödemeye çalışan bir yeni
Cumhuriyet. Bütün o sorunların arasında Cumhurbaşkanı Atatürk, Hitit
bulgularının ele geçirildiği Ahlatlıbel kazısını yerinde incelemeye gitmiş.
Yalnız o mu? Alacahöyük'e de gitmiş, başkalarına da. Ankara'dan Alacahöyük
arabayla yaklaşık 2-2.5 saat sürüyor. Yol oldukça bozuk ve virajlı.
Atatürk'ün gittiği zamanın koşullarında herhalde en iyimser tahminle 7-8
saat sürüyordu. Bu kadar zahmete karşın ve binlerce sorundan zaman ayırıp o
kazıları yerinde görmeye gidiyor.
Ortaköy'de yeryüzüne çıkarılan Şapinuva kenti aşağı yukarı on yıldır
kazılıyor. 3 bin dolayında tablet ve tablet parçası bulunmuş. Birçok
tarihsel ilişki aydınlanıyor. Kazıyı, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Profesörü Dr. Aygül Süel yönetiyor. Ne arayan var ne soran.
Siz hiç Atatürk'ten sonra böyle bir kazıyı yerinde ziyaret eden bir
cumhurbaşkanı ya da başbakan hatırlıyor musunuz? Ben hatırlamıyorum. İsmet
İnönü gitmiş olabilir. Çünkü o da bu tür manevi desteklerin önemini bilen
bir devlet adamıydı.
Kimse artık devletten maddi bir şeyler beklemiyor. Bu tür maddi destekleri
özel sektör kuruluşları yapmalı. Bu tür kazılara özel sektör kuruluşları
adını yazdırmalı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a düşen tek görev oraya gitmek,
ilgiyi oraya çekmek ve güneşin altında, Atatürk'ün yaktığı ışığı canlı
tutabilmek için bin bir zorlukla çalışıp çabalayan bu insanlara manevi
destek vermek.
Çorum'da bir fabrika açılsaydı eminim birçok üst düzey siyasetçi temel atma
ya da açılış törenine gelirdi. Oysa buralarda egemen olmuş Hitit uygarlığı,
iyi bir tanıtımla birçok fabrikadan daha fazla döviz kazandırabilir
Türkiye'ye.
Çorum'un ne kadar zengin bir hazinenin üzerinde oturduğunun farkında
değiliz. Sahil kentlerimizde güneşi ve denizi pazarlamayı öğrendik.
Bakalım Hitit uygarlığını tanımayı ve tanıtmayı da öğrenebilecek miyiz?
mahfie@garanti.com.tr
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
ANİTTA'NIN LANETİ
(15/05/2001)
- Mahfi Eğilmez
Anitta, babası Kuşşaralı
Pithana'dan sonra Hitit tahtına çıktı. Daha çocukluktan delikanlılığa
geçerken merdiven büyüğü (veliaht) ilan edilmişti. Önce Neşa'yı aldı,
başkent yaptı. Sonra Hattilerin başkenti Hattuşa'yı aldı. Ne ummuştu ve ne
bulmuştu bilmiyoruz, ama aradığını bulamamış olmalı ki Hattuşa'yı yakıp
yıktıktan sonra yerine yaban otları ektirdi. Ve bir de lanet yazdırdı:
"Benden sonra kral olacaklardan her kim Hattuşa'yı yeniden canlandırırsa,
fırtına tanrısı onun belasını versin."
Hattuşa'yı, Hattuşili canlandırdı ve Hititlerin başkenti yaptı.
Zaman içinde Hitit kraliyet ailesinde önce kardeş ve baba katli başladı.
Taht kavgaları seri cinayetlere dönüştü. Bu cinayetler durulur gibi olunca,
kraliyet ailesi peş peşe veba hastalığına yakalanmaya başladı. Babadan oğula
geçti veba. Hitit krallarının en büyüğü olan Şuppiluliuma vebadan öldü.
Yerine geçen oğlu Arnuvanda ve kızı Aşmunikal vebadan öldüler. Ardından
Murşili geçti tahta. Tanrılara yakaran veba duasını yazdı. Ama bu yakarış
işe yaramadı. O da vebadan öldü.
En sonunda Hattuşa'yı, deniz kavimleri yakıp yıktılar. Hitit İmparatorluğu
tarihe karıştı.
Hitit tarihini incelemeden, bu topraklarda yaşanan entrikaları keşfetmeye
olanak yok. Harapşili'nin kocası, baş içki sunucusu, Hantili ve damadı
Zidanta ile birlik olup, ağabeyi Murşili'yi niçin öldürdüğünü ya da
Hattuşili'nin, karısı Haştiyar ile birlik olup kendisine karşı komplolar
kuran oğlu Labarna'yı niçin merdiven büyüğü ilan etmeyip yerine torunu
Murşili'yi tahta çıkardığını anlamadan, bugün Türkiye'de neler olup
bittiğini anlamaya olanak yok.
Hemen yanıbaşımızdaki geçmiş yüzlerce, binlerce entrikayla dolu. Yalnızca
Hitit sarayı değil, Osmanlı sarayı da bir entrikalar sergisi gibi.
Geçmişimizi ve bizim ne kadar entrikacı olduğumuzu bizden iyi bilenler, bize
o entrikaları tekrarlatıyorlar. Biz, onları okuyup öğrenemediğimiz, yalnızca
genlerimizde taşıdığımız ya da soluduğumuz havadan kaptığımız için, bunları
dahiyane buluşlar zannediyoruz. Oysa çok daha dahiyane olanları, 3 bin 500
yıl önce Hattuşa'da, Hititler tarafından çevrilmiş.
'Siyaset ekonomiye karışmamalıdır' söylevleri verdiğimiz günlerde,
siyasetten bağımsız olması için atadığımız BDDK üyelerinin, daha bir yılları
dolmadan, görevden alınmalarına olanak sağlayan bir yasa değişikliği
yapmamızın Hitit entrikalarından ne farkı var? Bu üyelerin yerlerine gelecek
olanların siyasetten uzak kalmaları mümkün müdür artık? Ya da Anayasa'ya ve
Ceza Hukuku'nun en temel ilkelerine aykırı yasal değişiklikleri yabancılar
istiyor diye yapmaya yönelirken hiç aklımıza geldi mi, bu tür yasaları kendi
ülkelerinde, gerekçesi ne olursa olsun, çıkarıp çıkaramayacaklarını sormak?
Bu soruların yanıtını bulabilmek için bu toprakların tarihini daha yakından
incelemek gerekiyor. Harapşili'nin kocası Hantili ve damadı Zidanta ile
birlik olup ağabeyi Hitit Kralı Murşili'yi niçin öldürdüğünü; ya da Kraliçe
Haştiyar'ın, oğlu Labarna'yı, kocası Kral Hattuşili'ye karşı niçin
kışkırttığını bilmeden, siyasetten bağımsız kurumlar oluşturmak ve yaşatmak
mümkün olmuyor.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
HİTİT
YASALARI
13/05/2001)
- Mahfi Eğilmez
Hititler, imparatorluk döneminde,
devlet yönetimini doruğa çıkarmışlardı. Kral ile soylular meclisi Panku'nun
ilişkileri, kale komutanı adını taşıyan bugünkü vali ve belediye başkanının
ortak yetkileriyle donatılmış yöneticiye verilen yönetmelikler, komşu
ülkelerle yaptıkları antlaşmalar, o dönem için olağanüstü düzenlemeler.
Dönemine göre oluşan bu yüksek devlet düzeni, hukuk düzenini de oldukça üst
düzeye taşımış.
İtalyan Hititolog Fiorella İmparati'nin
'Hitit Yasaları' adlı kitabını, Türkçe çevirisini yapan Profesör Erendiz
Özbayoğlu bana hediye etti. İlk bakışta müthiş bir kitapla karşı karşıya
olduğumu anladım. Hitit yasalarının bir bölümünü başka kaynaklardan
inceleyebildiğim kadarıyla biliyordum, ama bu kadar derli toplu olarak bir
arada bulamamıştım.
Hitit yasaları, okudukça insanı şaşkına çeviren metinler. Aşağı yukarı 3 bin
500 yıl önce yazılmış olan yasaları okudukça gerçek bir hukuk devletiyle
karşı karşıya olduğunuzu görüyorsunuz. Birkaç örnek vermekte yarar var:
"Eğer genç bir kadın, bir adama bağlanmışsa ve adam onun için başlık
ödemişse ve sonra babası ve annesi buna karşı çıkıp kızlarını adamdan
ayırırsa, o zaman başlığın iki katı tazminat verirler."
"Eğer bir kimse bir temelden bazı taşları çalarsa iki taş için on taş
versin."
Saraya karşı işlenen suçlar için oldukça ağır cezalar öngörülmüş:
"Eğer bir kimse, sarayın kapısından bir bronz mızrağı çalarsa, o ölsün."
Mülkiyete yönelik suçlar için başlangıçta öngörülen ölüm cezaları zaman
içinde tazminat biçiminde cezaya dönüştürülmüş:
"Eğer bir tohum üzerine bir başkası tohum atarsa (başkasının tarlasına
tecavüz eylemi) bu kişi saban üzerine koşulsun, iki koşum öküzü bağlansın.
Birinin yüzü bu tarafa öbürünün yüzü o tarafa çevrilsin adam ölsün, öküzler
ölsün ve tarla eski sahibine verilsin." Bu hüküm zaman içinde değişmiş ve şu
biçimi almış: "... eskiden böyle yapılıyordu. Ve şimdi bir koyun adam
yerine, iki koyun da öküzlerin yerine konsun. (Suçu işleyen) otuz ekmek, üç
kap iyi cins bira versin. Tarla eski sahibine verilsin."
"Eğer bir kimse bir erkek kölenin elini ya da ayağını kırarsa ve eğer o
topal kalırsa, o zaman ona on şekel gümüş versin, ama eğer topal kalmazsa, o
zaman ona beş şekel gümüş versin." Köle haklarının da korunduğunu bu
maddeden anlıyoruz. Ne var ki bu koruma özgür insana göre sınırlıydı.
Örneğin, maddedeki eylem özgür bir adama karşı yapılırsa cezası, köleye
verilen tazminatın iki katıydı.
Hitit yasalarının bir özelliği de gelişmeleri izleyerek revize edilmesiydi.
Bu değişikliği göstermek için eski cezaya da (eskiden) ifadesiyle yer
veriliyordu:
"Eğer biri, (başkasına ait) bir kovanda yaşayan arı topluluğunu çalarsa,
eskiden 3 şekel ceza veriyordu, şimdi 5 şekel ceza versin."
Burada geçen şekel, hem ağırlık ölçüsü, hem de para birimidir. Para birimi
olarak kullanılan 1 şekel, 8.4 gram ağırlığında gümüş çubuk ya da halka
biçimindeydi.
Hititler, zaman içinde yasalarını revize edip düzeltmişler. Kısas hukukundan
tazminat hukukuna geçerken, ekonomik suça ekonomik cezayı öngörebilmişler. 3
bin 500 yıl önce yapmışlar bu düzenlemeleri.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
HİTİT
PARA POLİTİKASI
08/05/2001)
- Mahfi Eğilmez
Dış destek bulunduğuna göre
yakında programın eksik kalan bölümü olan para politikası da açıklanacak.
Acaba Hititlerde para politikası nasıldı?
Hititlerin para birimi şekel'di. Şekel, aynı zamanda, tıpkı bugünkü
İngiltere parasında (pound) olduğu gibi, bir ağırlık ölçüsüydü. 1 şekel,
bugünkü ölçüyle 8.4 gramdı. (Bir üst ağırlık ve para birimi olan mina 40
şekele, yani 336 gram ağırlığa eşitti. Para olarak kullanılan şekel, 8.4
gram ağırlığında gümüş çubuk ve halkalardı.
Hitit yasalarında bazı malların fiyatları yazılıydı. Buna göre: Koyun 1
şekel; yünüyle birlikte koyun derisi 1 şekel; koyun eti 1/10 şekel; keçi
0.75 şekel; inek 7 şekel; at 14 şekel; katır 1 mina; dana derisi 1/10 şekel;
mavi yün elbise 20 şekel; geniş keten kumaş 5 şekel ediyor. Katırın, attan
daha pahalı olması ilginç. Ya katır sayısı azdı ya da katır, attan daha
fazla işe koşulabiliyordu.
Koyununu satmak isteyen kişi, bu satışı yapıp 1 şekel alacak yerde, koyunu
kesip etini 1/10 şekele, yünüyle birlikte derisini de 1 şekele satarsa 1 tam
1/10 şekel alabiliyordu. Buna göre koyunu kesme ve derisini yüzme emeğinin
karşılığı da onda bir şekel olarak belirlenmiş oluyor.
Gümüşün gramı bugün 150 bin lira dolayında. Demek ki 1 şekel yaklaşık 1
milyon 250 bin lira ediyor. Buna göre Anadolu'da 1 koyunun fiyatı, 3 bin 500
yıl önce, bugünkü değerlerle, 1 milyon 250 bin lira imiş. Eğer gümüşün kendi
değerindeki değişimi ve daha birçok değişkeni ihmal ederek bakarsak şunu
söylemek mümkün: Bugün bir koyunun fiyatı yaklaşık 125 milyon lira olduğuna
göre demek ki 3 bin 500 yılda fiyatlar 100 kat artmış.
Asurlular ve Babilliler de aynı paraları kullanıyorlardı. Yalnız onlarda 60
şekel 1 mina ediyor. Buna göre Asur ve Babil şekelinin, Hitit şekelinden
düşük gümüş ağırlığı ya da saflığı taşıyor olması gerek. Bu durumda 1 Hitit
şekeli, 1.5 Asur veya 1.5 Babil şekeline eşit demektir. Yani Hititler
açısından bakarsak döviz kuru 1'e 1.5. Böylece Asurlu bir tüccarın Hattuşa
pazarına getirdiği koyuna karşılık 1 Hitit şekeli alması durumunda 1.5 Asur
şekeli elde etmiş olması gerekiyor.
Hititlerde malların fiyatları yasalarda yazılı. Hitit yasalarının yaşamın
değişimine uygun olarak değiştiğini biliyoruz, ama yine de yasa değiştirmek
pazarda fiyat değiştirmek kadar kolay değil. Bu çerçevede ilk anda, Hitit
kentlerinin pazarlarında karaborsa fiyatının doğmuş olması güçlü bir
olasılık olarak çıkıyor karşımıza. Ne var ki Hitit yasalarında fahiş fiyatla
satış halinde ne gibi cezalar uygulanacağına ilişkin hükümlerin olmaması
karaborsanın yaygın olmadığı sonucuna götürüyor bizi. Pek çok ayrıntıyı
düzenlemiş olan Hitit yasalarının, eğer var olsaydı, böyle bir konuyu
düzenlememiş ve ceza öngörmemiş olması düşünülemez. Ya da belki buna ilişkin
tabletler henüz günyüzüne çıkarılmayı bekliyor. Paranın azami miktarı, para
kesmekte kullanılan gümüş miktarıyla sınırlı olmalı. Paranın sınırı
bulunduğuna göre, eğer pazar, karaborsa oluşumunu engelleyecek kadar iyi
denetleniyorsa, para politikası son derecede kolay uygulanıyordu herhalde.
Günümüz dünyasında para basmanın sınırı yok. Bu durumda siyasetin, para
basmanın enflasyona yol açacağı bilincine varmasıyla kendiliğinden bir sınır
oluşturması gerekiyor. Piyasanın fiyat yönünden denetimi ise bugünkü
sistemde söz konusu değil.
O nedenle para politikasını belirlemek antik dünyadaki kadar kolay değil.
Para politikasının sona kalmasının nedeni burada mı yatıyor dersiniz?
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
HİTİTLERİN DÜNYASI
29/04/2001)
- Mahfi Eğilmez
Dünyanın en eski
imparatorluklarından birisinin kurucusu olan Hititlerin Anadolu'ya M.Ö.
2000'lerde göç yoluyla geldikleri sanılıyor. Nereden geldikleri henüz
aydınlanmış değil. Avrasya'dan yola çıkıp, Karadeniz ve Hazar'ın arasından
geçerek Anadolu'ya geldikleri ve Kızılırmak dolaylarına yerleştikleri
sanılıyor.
Hititler, Anadolu'ya geldiklerinde Orta Anadolu'da egemen olan kavim
Hattilerdi. En önemli kentleri Kızılırmak yayı içinde Hattuşa (Hatti dilinde
Hattuş) kentiydi. Hititler, Kızılırmak yayının dışında yerleştiler. Bilinen
ilk kentleri Kuşşara, bilinen ilk kralları Pithana'dır. Pithana'nın oğlu
Anitta, Hattuşa'yı,
Hattilerden savaşla aldıktan ve yakıp yıktıktan sonra Göklerin Fırtına
Tanrısı Tepuş'tan, Hattuşa'yı canlandıracak olan kralların belasını
vermesini diledi. Neşa'yı başkent yaptı.
Hattuşili, Anitta'nın lanetini dinlemeyip, Hattuşa'yı yeniden canlandırdı.
Sonraki krallar, özellikle Labarna zamanında, Hattuşa iyiden iyiye gelişti.
Çepeçevre surlar ve kulelerle çevrildi. O zamanın bilinen dünyasının en
büyük ve güçlü kentlerinden biri konumuna geldi. Hattuşa'nın aşağı yukarı 30
bin kişinin yaşadığı bir kent olduğu sanılıyor.
Hititler, Hattuşa'nın sonsuza dek başkentleri olarak kalacağına
inanıyorlardı. Ama öyle olmadı. I. Şuppiluliuma döneminde, Mısır'la yarışa
girerek o zamanın bilinen dünyasının en güçlü imparatorluklarından biri
konumuna gelen Hititler, M.Ö. 1200'lere doğru zayıflamaya başladılar. Asur
saldırıları, Hitit kentlerini sarsmaya ve fazlasıyla yıpratmaya başlamıştı
zaten. Buna karşın Hititler, eteklerdeki topraklarını kaybederek ve biraz
zayıflayarak deniz kavimlerinin M.Ö. 1200'lerde başlayan Anadolu'ya
göçlerine kadar, imparatorluklarını korumayı başardılar. M.Ö. 1200'lerde
Anadolu'da değişik şeyler yaşanmaya başladı. Deniz kavimleri Anadolu'ya
çıktılar. Yerli halkı ve kentleri darmadağın ettiler. Hititler, Kızılırmak
yayı içinde ve dışında yayılan
kentlerini; Hattuşa'yı, Neşa'yı, Kuşşara'yı, Arinna'yı, Nerik'i terk
ettiler.
Hattuşa, sonsuza kadar başkent olarak kalamamıştı. Hititler, Anadolu'nun
güneydoğusundaki Kargamış, Sakçagözü gibi kentlere göç ettiler. Deniz
kavimlerinden
kaçarken ezeli düşmanları Asurluların yakınlarına yerleşmek zorunda
kaldılar. Denize düşenin yılana sarılması gibi.
Güneydoğu Anadolu'da aşağı yukarı 500
yıla yakın bir süre küçük kent devletleri olarak ayakta kalmaya devam etti
Hititler. M.Ö. 700'lerde Asur Kralı II. Sargon, Hititleri tam anlamıyla bir
soykırıma tabi tuttu. Hititler, böylece yeryüzünden silindiler.
Hititler ile ilgili araştırmaların tarihi henüz 100 yıllık bir geçmişe
uzanıyor. Son yıllardaki bulgular bu gizemli halkın tarihinin
aydınlatılmasına büyük katkı yapmaya başladı. Her yeni bulunan arşiv, pek
çok belgenin ve dolayısıyla bilginin gün ışığına çıkmasına yol açıyor.
'Boğazköy'den Karatepe'ye-Hititbilim ve Hitit Dünyasının Keşfi' sergisi, bu
hafta içinde Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Salonu'nda açıldı. Serginin
açılışındaki izdiham, Hititler konusuna duyulmaya başlayan ilginin her geçen
gün arttığını gösteriyor. Hitit dünyasına özet bir bakış sağlayan bu önemli
sergi 30 Haziran'a kadar gezilebilir.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
- TARİHE SAYGISIZLIK
- Mahfi Eğilmez
Geç Hitit kent krallıkları
döneminden kalan ve yaklaşık olarak M.Ö. 730'lara tarihlenen İvriz Kaya
Anıtı 4.20 m.x2.40 m. boyutlarındadır. Kaya zemin üzerine kabartma
tekniğiyle yapılmış anıtta Kral Warpalavas'a Tanrı Tarhundas tarafından üzüm
salkımı ve buğday başağı verilişi gösterilmektedir. Tanrı Tarhundas'ın Kral
Warpalavas'a verdiği üzüm ve buğday bereketi simgeler. Tanrının yüz kısmının
önünde ve kralın arkasında Hitit hiyeroglif yazısıyla şunlar yazılı: "Ben
egemen ve kahraman Kral Warpalavas, sarayda bir prens iken bu asmaları
diktim, Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin."
Anadolu Ajansı'nın 7 Ocak tarihli haberinde Hititlerden kalma İvriz Kaya
Anıtı'nın bakımsızlık ve ilgisizlikten yok olma tehlikesi yaşadığı yer
alıyordu. İvriz Kaya Anıtı'nın çevresi birinci derece doğal sit alanı, yakın
çevresi de İvriz Çayı boyunca ikinci derece doğal sit alanı ilan edilmiş.
2700 yıllık bu olağanüstü kaya kabartması anıtta doğal tahribat nedeniyle
derin çatlaklar oluşmaya başladığı haberin en önemli ayrıntılarından
birisiydi. Yağmur ve kar sularının biriktiği bu çatlaklar, donan suyun
erimesiyle giderek genişlemeye başlamış. Ereğli Müze Müdürlüğü'nün uyardığı
Konya Kültür Müdürlüğü önlem almak için harekete geçmiş. Anıtlar ve Röleve
Müdürlüğü mimarlarının incelediği anıtın, kar, yağmur suları ve dış
etkenlerden korunması için bir beton şemsiye ile kapatılması ve çevre
düzenlemesi ile anıtın tabanına akan gölet sularının izolasyonunun
yapılmasına karar verilmiş. Ne var ki yine haberden anlaşıldığı kadarıyla
kabartmanın yer aldığı arazinin mülkiyetinin ait olduğu TEAŞ, anıtın
korunması için yapılan işbirliği çağrılarına yanıt vermemiş.
Aramlar ve Fenikelilerin güneyden gelip Kuzey Mezopotamya'ya yayılmaları
sonucu, Hitit sanatına bu kavimlerin sanatına ilişkin öğeler de egemen
olmaya başlamış. İvriz Kaya Kabartması, Geç Hitit döneminin, Aram ve Fenike
etkisi altında yapılmış en önemli eserleri arasında sayılıyor. Her yıl
yüzlerce turist anıtı görmek için geliyor.
Anadolu Ajansı'nın haberinden sonra İvriz Kaya Anıtı ile ilgili başka bazı
haberler de yer aldı gazetelerde. Yayımlanan fotoğraflardan anlaşıldığı
kadarıyla kabartmadaki figürler hedef olarak kullanılmak suretiyle
kurşunlanmış. Figürlerin burunları, kulakları tabanca kurşunlarıyla
parçalanmış. Yani yalnızca doğa değil anıtı yıpratan. Tarihe karşı
ilgisizliğimiz bilinen bir şey. Buna fazlaca diyecek bir şeyim yok. Ama
tarihe karşı saygısızlığımız çok can sıkıcı. 2700 yıllık bu esere sahip
çıkamıyoruz. Sahip çıkmak ne kelime onu nişan tahtası haline getiriyoruz.
Ondan sonra da kalkmış Berlin'den iade edilmeyen Hitit Aslanı'nı geri
istiyoruz. Ne yapacağız o aslanı? İvriz Kaya Kabartması'nı hedef olarak
kullanmaktan bıktık da şimdi o aslanı mı kurşunlayacağız?
Milyonlarca dolarlık turizm gelirinin temel dayanağını oluşturan tarihsel
mirasına sahip çıkamayan bir ülkenin alacaklarına sahip çıkamaması, bırakın
sahip çıkmayı bu alacağın var olup olmadığını merak etmemesi şaşırtıcı
olmamalı aslında.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
HATTUŞA
KAZILARI
- Mahfi Eğilmez
Hitit
başkenti Hattuşa'nın kazılması uzun süredir devam eden bir uğraş. Burayı
Alman Arkeoloji Enstitüsü kazıyor. Kazı heyeti başkanı Jürgen Seeher. Eşi
arkeolog Ayşe Baykal Seeher de kendisine yardım ediyor. Yıllardır burada
çeşitli fedakârlıklarla kazıyı yönetiyorlar, ortaya çıkan bulguları
değerlendiriyorlar. Hattuşa'da kazı yapanların bir 'Hattuşa rehberi' yazması
neredeyse gelenek olmuş. Uzun süre eski kazı heyeti başkanlarından Kurt
Bittel'in rehberi kullanıldı. Şimdi artık Jürgen Seeher'in 'Hattuşa
Rehberi-Hitit Başkentinde Bir Gün' adlı rehberi kullanılıyor. Sürekli yeni
şeyler bulunan Hattuşa'da rehberin de yenilenmesi gerekiyor. Nitekim Seeher
rehberin yenilenmiş ikinci baskısını yapmış. Bende ilk baskısı vardı, orada
iken ikinci baskıyı da aldım. Kazıdaki gelişmeleri iki rehber arasındaki
farktan izlemek mümkün. O nedenle burayı gezmeye gidecek olanların önceden
bu rehberi edinip okumasında sayısız yarar var.
Jürgen Seeher, Hattuşa'yı kazmakla kalmıyor, aynı zamanda da yazıyor. Yani
neler yaptıklarını, neler bulduklarını yazıya döküyor. Hattuşa kazısına
destek olan Alman Arkeoloji Enstitüsü'ne ve kazıyı yürüten Jürgen Seeher ve
ekibine teşekkür borçluyuz. Kazan yalnızca onlar ama yazanlar arasında
meslekten araştırmacılar olduğu gibi ben de dahil olmak üzere meslek
dışından bir çok kişi var. En son olarak birlikte gittiğimiz gazeteci
arkadaşlarımız kendi gözlemlerini aktardılar. Dikkatleri buraya çekmekte
yardımcı oldukları için onlara da teşekkür borçluyuz. Arkeologlar, bulguları
ortaya koyar ve bunu yaparken tarafsız bir tutum sergiler. Bilim adamı
olmanın gereği budur kuşkusuz. Meslekten olmayanlar ise olaya farklı
bakarlar. Bazen gördüklerini biraz abartırlar. Bu, yalan ve yanlışa
dönüşmedikçe, konuya ilgi çekmenin bir yoludur. Hattuşa, bütün
imkânsızlıklara karşın elden geldiğince iyi korunan ve Alman kazı heyetince
üzerine titrenen bir yer. Bütün imkânsızlıklara karşın belediye de elinden
geleni yapmaya çalışıyor. Keşke imkânlar daha çok olsa ya da biraz ek imkân
yaratılabilse de Boğazkale çok daha iyi bir yapılanmaya kavuşturulsa.
Boğazkale, Türkiye'nin en önemli değerlerinden birisi olan Hattuşa'yı
barındırıyor. Onun için de Unesco tarafından dünya mirası listesine alınmış
durumda. Bu anlamda Hattuşa'nın korunup kollanmasının önemi çok fazla. Bütün
bunlara ek olarak şimdi Hattuşa'da Hititler döneminde kullanılmış teknoloji
ve malzeme kullanılarak kerpiç tuğlalar yapılıyor. Hattuşa'yı gezerken Ayşe
Baykal Seeher'i işçilerle birlikte bu tuğlaları yaparken gördük. Bunları
kullanarak surların bir bölümünü eski haline getirecekler. Böylece görsellik
çok daha anlamlı biçim alacak. Önümüzdeki yıllarda Hattuşa'yı orijinaline
uygun olarak onarılmış surlarıyla görebilmek için şimdiden
sabırsızlanıyorum.
Son iki yıldır JTI adlı Japon kuruluşu Hattuşa'ya sponsorluk yapıyor.
Japonların Hitit uygarlığına ilgisinden daha önce de söz etmiştim. Prens
Mikasa'nın yılda bir kez gelip buraları gezdiğini, Japonya'da manga adı
verilen resimli romanlar içinde en çok satanının 'Kızılırmak Kıyılarında'
başlığı altında yayımlanan ve Hititlerin yaşamını anlatan manga olduğunu,
Japon turistlerin Hattuşa'yı gezip gördüklerini hep yazmıştım. Hattuşa'ya
destek veren JTI'ya ve buralara ilgiyi çektiği için Prens Mikasa'ya teşekkür
borçluyuz.
Burada hafta içinde yaşanan bir gelişmeye de değinmek istiyorum. Çorum
Milletvekili Murat Yıldırım ve 25 arkadaşının TBMM Başkanlığı'na verdiği
önergeyle Hitit uygarlığının tanıtımına yönelik projeler üretilmesi için
Meclis araştırması istenmiş bulunuyor. Bu girişimin sahiplerini kutluyorum.
Türkiye'nin geleceği, yalnızca ekonomideki iyileşmede değil, geçmişini doğru
kullanmasında yatıyor. Bunu anlayabilirsek geleceğimiz daha parlak olacak.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
TARİHE
SAYGISIZLIK 2
- Mahfi Eğilmez
Geç Hitit kent krallıkları
döneminden kalan ve yaklaşık olarak M.Ö. 730'lara tarihlenen İvriz Kaya
Anıtı 4.20 m.x2.40 m. boyutlarındadır. Kaya zemin üzerine kabartma
tekniğiyle yapılmış anıtta Kral Warpalavas'a Tanrı Tarhundas tarafından üzüm
salkımı ve buğday başağı verilişi gösterilmektedir. Tanrı Tarhundas'ın Kral
Warpalavas'a verdiği üzüm ve buğday bereketi simgeler. Tanrının yüz kısmının
önünde ve kralın arkasında Hitit hiyeroglif yazısıyla şunlar yazılı: "Ben
egemen ve kahraman Kral Warpalavas, sarayda bir prens iken bu asmaları
diktim, Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin."
Anadolu Ajansı'nın 7 Ocak tarihli haberinde Hititlerden kalma İvriz Kaya
Anıtı'nın bakımsızlık ve ilgisizlikten yok olma tehlikesi yaşadığı yer
alıyordu. İvriz Kaya Anıtı'nın çevresi birinci derece doğal sit alanı, yakın
çevresi de İvriz Çayı boyunca ikinci derece doğal sit alanı ilan edilmiş.
2700 yıllık bu olağanüstü kaya kabartması anıtta doğal tahribat nedeniyle
derin çatlaklar oluşmaya başladığı haberin en önemli ayrıntılarından
birisiydi. Yağmur ve kar sularının biriktiği bu çatlaklar, donan suyun
erimesiyle giderek genişlemeye başlamış. Ereğli Müze Müdürlüğü'nün uyardığı
Konya Kültür Müdürlüğü önlem almak için harekete geçmiş. Anıtlar ve Röleve
Müdürlüğü mimarlarının incelediği anıtın, kar, yağmur suları ve dış
etkenlerden korunması için bir beton şemsiye ile kapatılması ve çevre
düzenlemesi ile anıtın tabanına akan gölet sularının izolasyonunun
yapılmasına karar verilmiş. Ne var ki yine haberden anlaşıldığı kadarıyla
kabartmanın yer aldığı arazinin mülkiyetinin ait olduğu TEAŞ, anıtın
korunması için yapılan işbirliği çağrılarına yanıt vermemiş.
Aramlar ve Fenikelilerin güneyden gelip Kuzey Mezopotamya'ya yayılmaları
sonucu, Hitit sanatına bu kavimlerin sanatına ilişkin öğeler de egemen
olmaya başlamış. İvriz Kaya Kabartması, Geç Hitit döneminin, Aram ve Fenike
etkisi altında yapılmış en önemli eserleri arasında sayılıyor. Her yıl
yüzlerce turist anıtı görmek için geliyor.
Anadolu Ajansı'nın haberinden sonra İvriz Kaya Anıtı ile ilgili başka bazı
haberler de yer aldı gazetelerde. Yayımlanan fotoğraflardan anlaşıldığı
kadarıyla kabartmadaki figürler hedef olarak kullanılmak suretiyle
kurşunlanmış. Figürlerin burunları, kulakları tabanca kurşunlarıyla
parçalanmış. Yani yalnızca doğa değil anıtı yıpratan. Tarihe karşı
ilgisizliğimiz bilinen bir şey. Buna fazlaca diyecek bir şeyim yok. Ama
tarihe karşı saygısızlığımız çok can sıkıcı. 2700 yıllık bu esere sahip
çıkamıyoruz. Sahip çıkmak ne kelime onu nişan tahtası haline getiriyoruz.
Ondan sonra da kalkmış Berlin'den iade edilmeyen Hitit Aslanı'nı geri
istiyoruz. Ne yapacağız o aslanı? İvriz Kaya Kabartması'nı hedef olarak
kullanmaktan bıktık da şimdi o aslanı mı kurşunlayacağız?
Milyonlarca dolarlık turizm gelirinin temel dayanağını oluşturan tarihsel
mirasına sahip çıkamayan bir ülkenin alacaklarına sahip çıkamaması, bırakın
sahip çıkmayı bu alacağın var olup olmadığını merak etmemesi şaşırtıcı
olmamalı aslında.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
34 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
3500 YILLIK MEKTUPLAR VE HOBİ
- Mahfi Eğilmez
Mısır firavunu II.Ramses'in
Hitit Kraliçesi Puduhepa'ya (Hitit kralı III. Hattuşili'nin karısı)
mektubundan: "Mısır Kralı, Büyük kral, Güneşin oğlu, Tanrı Amon'un
sevgilisi, ilk büyük kral, Mısır ülkesinin kralı Hatti ülkesinin büyük
kraliçesi kız kardeşim Puduhepa'ya der ki: Bak, Ramses, tanrı Amon'un
sevgilisi, Mısır ülkesinin büyük kralı, iyidir. Evlerim, oğullarım,
ordularım, atlarım, savaş arabalarım ve ülkemdeki her şey iyidir. Dilerim
ki, Hatti ülkesinin büyük kraliçesi, kız kardeşim, sen de iyisindir.
Atların, oğulların, savaş arabaların ve ülkendeki her şey iyidir. İşte
burada Ramses II kraliçe Puduhepa'ya 'Büyük Kraliçe' ve Kız kardeşim' diye
seslenmektedir. Bunun anlamı senin kızını bana vermen tanrılarca
onaylanmıştır ve kutsanmıştır. Ve sen onu kralın evine verdin. Ve o
Mısırlıların yöneticisi, kraliçesi olacak."
Mısır Kraliçesi Naptera'nın (II.Ramses'in karısı) Hitit Kraliçesi
Puduhepa'ya mektubundan: "Mısır ülkesinin büyük kraliçesi Naptera, Hatti
ülkesinin büyük kraliçesi Puduhepa'ya der ki: Ben, senin kız kardeşin
iyiyim. Dilerim senin ülken iyi olsun... Sana, kız kardeşim, seni kutlamak
için saf altından 12 sıralı ve 88 şekel ağırlığında bir kolye, renkli
ketenden yapılma bir kraliyet elbisesi ve 12 adet keten elbise yolluyorum."
Yaklaşık 3300 yıl öncesinden kalma iki mektuptan pasajlar sundum size. Kil
tabletlerdeki çivi yazılarından uzmanları tarafından okunmuş. Bu
mektuplardan sonra Kültür Bakanlığı web sitesinden bir alıntı sunuyorum
size: "Boğazköy'deki Hattuşaş, İlkçağ'da Hitit İmparatorluğu'nun
başkentiydi. M.Ö. XIXXVII. yüzyıllarda bir Hatti kenti olan Hattuşaş, M.Ö.
1700 civarında ilk Hitit Kralı Kuşşara tarafından ele geçirildi.
Yüzyıl sonra da I. Hattuşili tarafından Hitit devletinin başkenti yapıldı.
M.Ö. 1190'da Hitit İmparatorluğu yıkıldıktan sonra önemini yitirdi. Hattuşaş,
1987 yılında UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'ne alınmıştır." Kültür
Bakanlığı yetkililerinden rica ediyorum bu metindeki yanlışı düzeltsinler.
Kuşşara Hitit kralı değil Hititlerin Anadolu'daki bilinen ilk yerleşim
yerlerinin adıydı. Kültür Bakanlığı web sitesinde böylesine büyük bir yanlış
yer almamalı.
Ayhan Şahenk'in bir sözü var: "Yöneticinin ne olursa olsun bir de hobisi
olmalı."
Arkeolojiye ve Hititolojiye bir ömür vermiş olan profesör Muhibbe Darga ile
Emine Çaykara'nın yaptığı söyleşi 'Arkeolojinin Delikanlısı' adı altında
kitap olarak yayımlandı. Muhibbe hanım, söyleşinin bir yerinde, başlangıçta
Anitta'nın Laneti kitabını yazdığım için kızdığını fakat kitabı okuyunca
kızmaktan vazgeçtiğini söylüyor. Muhibbe hanım bana kızsın ya da kızmasın,
ben onun Puduhepa üzerine yazdığı makaleyi okuduktan sonra onu kendime
seçtiğim hocalar arasına koymuştum. Şimdi bu kitabı okuduktan sonra onu
kendime hoca olarak seçmekle ne kadar doğru bir iş yaptığımı anlıyorum.
Muhibbe hanım benim kendisini hoca olarak seçtiğimi bilmiyor. Bilse belki de
beni öğrenci olarak kabul etmezdi. Zaten hobinin en önemli üstünlüğü burada.
Siz kendi dalınızı ve kendi hocalarınızı kendiniz seçebiliyorsunuz. Kimseye
bir şey söylemenize, izin almanıza ya da sınava girmenize gerek yok.
'Arkeolojinin Delikanlısı'nda işini hobi gibi yapan bir insanın romanını
bulacak ve böyle insanların bu ülkeye nasıl katkı yaptığını göreceksiniz.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
35 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
-
KUKLA
- Mahfi Eğilmez
Hititler üzerine iki yıl
kadar önce yazdığım yazılardan birisinde "Hititleri birileri roman haline
getirmezse bu işi ben yapacağım"
gibisinden bir cümle yazmıştım. 'Aslında o sıralarda adını koymaksızın
Anitta'nın Laneti' üzerinde çalışıyordum. Sonra birden e-postamda bir mesaj
buldum. Ahmet Ümit, Hititler üzerine yazılmış 'Patasana' adlı bir romanı
olduğunu söylüyordu. Ne yalan söyleyeyim Ahmet Ümit'ten ve Patasana'dan o
zaman haberim oldu. Hemen Patasana'yı aldım ve bir solukta okudum. Kitabı
bitirir bitirmez Ahmet Ümit'in bütün kitaplarını alıp onları da bir solukta
okudum. Romanları bir polisiye sürükleyiciliğinde, inanılmaz gerilimlerle
yüklü, insanı çoğu kez tedirgin eden bir hava taşıyordu. Aynı zamanda
toplumsal tartışmalara konu olan pek çok konuda hem bilgi veriyor, hem de
düşünmeye itiyordu.
Ahmet Ümit'in Susurluk üzerine bir roman yazdığını duyduğumda oldukça
heyecanlanmıştım. Om Yayınevi kitabın yayımlanmasından önceki ilk bilgisayar
çıktısını yolladı bana. Adı 'Kukla' idi romanın. Son yıllarda bu kadar hızla
okuyup bitirdiğim bir roman olmamıştı. Her sayfayı geçerken bir sonraki
sayfada ne olacağına, sonlara yaklaştıkça da bu arapsaçının nasıl
çözüleceğine ilişkin merakım artarak okudum. Bazen canım bir şeyler yemek
istediği halde o isteği erteleyip romana devam ettiğim oldu. Yani Kukla'nın
aynı zamanda diyet yapmaya da yararı oluyor. Ama bu çok kısa süreli bir
yarar. çünkü roman 610 sayfa olmasına karşın birkaç gün içinde bitirilecek
kadar sürükleyici.
Kukla, özgün yapısına karşın, John Grisham'ın romanlarındaki özellikleri
taşıyor. Grisham'ın romanları gerilim yüklü, polisiye ögeleri ağır basan ama
aynı zamanda insana birçok şeyi kuşbakışı öğretir. Bir yandan sizi inanılmaz
gerilimli bir polisiye öykünün içine iterken bir yandan da hukuk sistemini,
avukatların nasıl çalıştığını, mafya ilişkilerinin nasıl geliştiğini
anlatır. Yani sadece bir gerilim romanı okumakla kalmayıp aynı zamanda
bilmediğiniz bazı konuların teknik ayrıntılarını da öğrenmiş olursunuz. Bunu
yapmak yazarın derin bir bilgiye ve aynı zamanda o bilgiyi basitleştirerek
anlatacak yeteneğe sahip olmasını gerektirir. Ahmet Ümit, Kukla'da bunu
yapıyor. Romanın kahramanı olan alkolik gazeteciyle birlikte son derecede
gerilimli bir polisiye öykünün içine girdiğiniz anda Susurluk olayının
sisleri önünüzde aralanıyor ve Türkiye'de birçok kurumun nasıl çalıştığı,
hangi ilişkiler içinde olduğu ortaya çıkmaya başlıyor. Kukla, çoğu kez
yanıbaşımızda olduğu halde arkasına önüne bakmayı ihmal ettiğimiz ya da
birbirine bağlamayı düşünmediğimiz birçok olayın arkasında neler olduğunu,
birbirleriyle nasıl ilişkili bulunduğunu sergiliyor. Ya da daha açık bir
ifadeyle, öteden beri içinde yürüyüp durduğumuz ama hep bakıp geçtiğimiz
için bir türlü çıkış kapısını bulamadığımız bir labirentin çıkış planını
veriyor. Aslında romanın kahramanı olan alkolik gazeteci de bizim
konumumuzda. Sadece bakıp geçmek ve bir an önce rakı kadehinin başına dönmek
istiyor. Ama labirentin planı verilince istese de istemese de işin içine
giriyor.
Bana gönderilen bilgisayar çıktısının üzerinde kapak tasarımı yoktu. Kitabın
kapağını birbirinin iplerini tutan üst üste kuklalar olarak canlandırmıştım
hayalimde. Tam dünkü Radikal Kitap ekinin kapağında olduğu gibi. Geçen gün
romanı aldım ve kapağına bakınca hayalimin tutmadığını gördüm. Kim bilir
belki de benim hayal gücüm sınırlı.
Kukla'yı hiç zaman geçirmeden alıp okumanızı öneririm. Böylece kendinize ait
kişisel hızlı okuma rekorunu kırmış olursunuz. Sanırım Kukla'yı okuduktan
sonra, eğer okumamışsanız, Ahmet Ümit'in diğer kitaplarını da okuma arzusu
doğacak içinizde.
Patasana'dan başlamanızı öneririm.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
36 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
-
HİTİT DEFİLESİ VE HATTUŞA'YA MEKTUP
Bu yıl temmuz ayında
gerçekleştirilecek olan Çorum Hitit Festivali'nde iki yeni etkinlik var.
İlki bir Hitit defilesi. Defileyi Ayşenur Şahinci adlı gencecik bir
tasarımcı düzenliyor. Defileyle ilgili olarak hazırlanan tanıtım yazısının
bir bölümünde şunları yazmış Ayşenur Şahinci:
"İsmim Ayşenur Şahinci. 1984 Çorum doğumluyum... Çorum Meslek Yüksek Okulu
Tekstil Bölümü ikinci sınıf öğrencisiyim. Hititlere olan ilgim Mahfi
Eğilmez'in yazılarını okuyarak başladı. Kendi şehrimizdeki kültüre bu kadar
yabancı olmayı kabullenemedim ve Hititlerle ilgilenmeye başladım. Mahfi
Eğilmez nasıl Hititlerle ekonomi alanında bağlantı kuruyorsa ben de kendi
alanımda nasıl etkinlik yapabilirim diye düşündüm. Tekstil okumam nedeniyle
Hititlerle ilgili defile fikri gündeme geldi ve bu defileyi
gerçekleştirebileceğimi düşündüm. Kıyafetlerle ilgili bilgileri Çorum Müze
Müdürü İsmet Ediz ve personelden öğrendim. Ayrıca Prof. Dr. Aygül Süel ile
görüştüm (A.Ü.Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi olan Prof. Dr.
Aygül Süel, Çorum Ortaköy'deki Hitit kenti Şapinuva'nın kazı heyeti
başkanıdır.) Anitta'nın Laneti, Kadeş Galibi gibi kitaplar ile Tolga
Örnek'in hazırladığı Hititler, Mahfi Eğilmez'in Anitta'nın Laneti, Fatih
Arslan'ın hazırladığı Sahildeki Güneş Bahçesi adlı belgesellerdeki
kıyafetlerden de yararlanarak gerekli çizimlere başladım."
Bu cümleler bana geri kalan yaşamım boyunca yeter. Demek ki bir şeyleri
uyandırabilmişim. Ayşenur Şahin'e bu girişiminde sonsuz başarılar diliyorum
ve ona bu çabası için sponsor olan Okçul Barlık, Erdem Çenesiz, Fikret Bilal
ve kurumlarına ve Çorum Belediyesi'ne teşekkür ediyorum. Festivalde
bulunmaya ve bu gencecik tasarımcıya destek olmaya çalışacağım.
Festivalin ikinci yeniliği Hattuşa'ya yazılacak en güzel mektuba ödül
verilmesi. Bu da Çorum Kültür Müdürü Gazanfer Eryüksel'in buluşu. Yarışmanın
amacı 4000 yıllık bir Anadolu uygarlığı olan Hititlerin başkenti Hattuşa ile
aynı coğrafyadaki Çorum'u ülke ve dünya genelinde tanıtmak ve yüzlerce
yıllık bir ifade biçimi olan mektup kültürünün yaşatmaktır. Yarışmaya Çorum
Belediyesi çalışanları hariç herkes katılabilir. Mektuplar mürekkepli
kalemle ve el yazısı ile yazılmış olacaktır. Mektubun yanında bir özgeçmiş
ile iletişim adresi, telefon numarası ve bir fotoğraf gönderilecektir.
Yarışmaya son katılım tarihi
21 Haziran 2004'dür. Başvurular, 'Çorum Belediyesi Hattuşa-Çorum'a En Güzel
Mektup Yarışması Eğitim Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü 19200 Çorum'
adresine gönderilecektir. Yarışma sonuçları 2 Temmuz 2004 Pazartesi günü
açıklanacaktır. Yarışma sonucu en güzel mektubun sahibine 500 milyon lira
ödül verilecektir. Bu yarışmanın seçici kurulu da şu kişilerden
oluşmaktadır: Sait Maden, Mahfi Eğilmez, Erdal Eralp, Abdülkadir Ozulu,
Selim Seven, Gamze Depel, Gazanfer Eryüksel.
Hititlerle ilgili her türlü olumlu girişim beni çok etkiliyor. Sonuçta bir
hobi olarak başladığım bu girişimin Anadolu uygarlıklarına ve dolayısıyla
Türkiye'nin, en başta Türklere tanıtılmasına yönelik bir lobiye dönüşmüş
olması, amacıma ulaşmaya başladığımı gösterdiği için beni mutlu ediyor.
Hattuşa'ya ilk mektubu, haftaya bu sütunlarda yazacağım.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
KİTAP ismi ÖNCEKİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
Sayfa Başına Gitmek İçin Tıklayınız! |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU
FOTOĞRAFLAR TELİF ESERİ
OLUP BENDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR. |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|