ÇORUMLU DERGİSİNDE BULUNAN HİTİTLERLE İLGİLİ YAZILAR

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

İÇİNDEKİLER İSME GÖRE ALFABETİK DİZİN
TAKDİM Mahmut Selim GÜRSEL
 
Ahmet ERTEKİN Hayat Hikayesi ARKEOLOJİ VE ANADOLU KÜLTÜRÜ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER-HATTUŞA'YI LANETLİYEN KRAL:ANİTTA
 
Erdal ERALP Hayat Hikayesi HİTİT-HATTİ UYGARLIKLARI VE GÜNEŞ KURSLARI
 
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi V. ULUSLARARASI HİTİT KONGRESİ
 
Kamil AYCAN Hayat Hikayesi HİTİTLERİN ARABA KULLANMA SANATI SFENGİMİZ VAR,PİRAMİDİMİZ NEDEN YOK YOK?
 
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi -ATATÜRK VE İLK HİTİTOLOGLARI - HİTİTLER;ULUSLARARASI HİTİTOLOJİ KONGRELERİ -ESKİ ESER KAÇAKÇILIĞI -  HATTİ - HİTİTLERİN ÜLKESİ
 
Mesut ARTAR Hayat HİKAYESİ  HİTİTLER
 
Osman ÜNSAL Hayat Hikayesi  TARİHİ SOHBETLER I - TARİHİ SOHBETLER II - TARİHİ SOHBETLER III - ESERLER VE ESİRLER I - ESERLER VE ESİRLER II - ESERLER VE ESİRLER III - ÇAMUR ÇÖMLEK OLUNCA - V. HİTİTOLOJİ KONGRESİ
 
Teoman ŞAHİN Hayat Hikayesi  HİTİT UYGARLIĞI KONUSUNDA ARKEOLOJİK ÇALIŞMALARDA RESMEDİLMİŞ BULUNAN ON İKİ ASKER MOTİFLERİ ÜZERİNE BİR TEZ
 

 
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL
GÜRSEL YAYINEVİ ve ÇORUMLU DERGİSİ SAHİBİ
 
1947 tarihinde babamın subay olarak bulunduğu Erzurum'da bir at arabasında doğum evine giderken doğmuşum. Babam Eminsu Ali Rıza Gürsel, annem ise Fahriye hanımefendi idi. 
İlkokula İskenderun'da başladım. Ankara' da bitirdim. Ankara Yenimahalle Ortaokulunun birinci sömestrsinde babamın emekli olmasından dolayı 1960 yılında Çorum'a gelince Atatürk Ortaokuluna devam ettim.
İlkokul sıralarında okuyarak pilot olmanın düşlerini kurardım. Bu hayalim gerçekleşmedi.
Babamın "oku da oğlum ceketimi satar seni okuturum" diyerek bana yaptığı nasihatleri ters tepki yaptı. Babamın baskısı karşısında babama okumuyorum diyerek okulu birinci sınıfta bıraktım.
Marangoz çırağı olarak Azmi Başar ustanın yanına girdim.  Askere gidene kadar ustanın yanında çalıştım.
1967 tarihin de askerlik dönüşü, 28 Mart 1969 Ankara Emniyet Müdürlüğüne teknisyen olarak göreve başladım. 
Ortaokulu dışarıdan 2 yılda bitirdim 09 Ekim 1972 tarihinde polis memuru olarak Ankara'da altıncı şube ve kara kollarda çalıştım.
6 Eylül 1973 tarihinde Selma (Kurşuncu) Hanımefendi ile evlendim. 
10 Temmuz 1978 yılında ayında naklen Çorum İl Halk Kütüphanesine Memur olarak geçtim. Dışarıdan Çorum Ticaret Lisesini iki yılda bitirdim.
Kendi kendime Osmanlıcayı öğrenmeye uğraştım, Hat sanatı ile biraz ilgilendim 150 ye yakın Ser levham var, Çorum Güzel Sanatlar Galerisinde ve Kütüphane salonlarında bu levhaları sergiledim. 
03 Ağustos 1988 tarihinde İl Halk Kütüphanesi Müdür yardımcılığına atandım.
1990 tarihinde ilk kitabım olan Dewey Onlu Tasnif isimli kütüphanelerdeki kitapların tasnifi yapılan kitabı 10 yıllık bir araştırma ve çalışma iye "Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)" kitap haline getirip Kültür Bakanlığına sundum.   Kitabımdan Türkiye'deki bütün kütüphanelere dağıtılmak üzere 1000 adet satın aldılar. 
Marangozluk, oymacılık, polis memurluğu, memurluk ve idarecilik yaptım.
Her çalıştığım meslekte çeşitli önemli olaylar oldu ise de son çalıştığım kurumda bence en önemli bir hatıramı anlatmak istiyorum: Kütüphanedeki çalışmalarım ve " El Yazması Kitapların Çorum'da kalması için verdiğim çabalar neticesinde Bitlis Tatvan’a tayin edilme olayım beni çok yıktı. Fakat bu üzüntümün boş olduğunu zamanla gördüm. Rabb’imin izni ile Hacca gitmek nasip oldu, iki kitap daha yayımladım ve elinizde bulunan bu derginin çıkmasına vesile oldum. Mesleklerin insanlara sağladığı maddi avantaj olarak, evinizi geçindirecek, namerde muhtaç etmeyecek avantajından başka, manevi olarak; sizin yaptığınız işlerle ilgili karşılaştığınız problemleri değerlendirirseniz avantajların neler olabileceğini hayat okulundan öğrenmiş oldum.
1993 yılında Türkiye'deki bütün kütüphanelerde bulunan " El Yazması " kitapların Ankara Milli Kütüphanesine toplanma kararı veren Kültür Bakanlığına karşı Çorumlu hemşerilerimi haber dar ettim, mahalli radyodan ve gazeteler ile parti il Başkanlarını ile Millet Vekilimiz Adnan Türkoğlu ve Belediye Başkanımız rahmetli Turan Kılıççıolu'nun destekleri ve diğer kuruluşların da katkısı ile "El Yazma kitapları" Çorum'da kaldı. Açık öğretim için üniversite sınavlarına girip kazandım. İkinci sınıfta iken Çorum'a tam teşekküllü bilgisayar ortamında bir kütüphane kazandırmaktır. Yazma kitapların korunması ve Çorum'da kalması için yaptığım girişimim yüzünden
25 Nisan 1994 tarihinde Tatvan Bitlis'e Müdür olarak tayinim çıktı, tayin edildiğim yere gitmeyerek emekliliğimi istedim.
1994 Tarihinde nasip oldu eşimle birlikte Hacı olduk.
27 Mayıs 1998 tarihinde Çorum'da ilk Kültür Bakanlığından tescilli "Gürsel Yayınevi" tarafımdan açtım.
Yazı yazmaya beni kimse teşvik etmedi Kütüphane için hazırladığım kitap beni yazmaya teşvik etti. Yazılarım mahalli basında yayımlandı. Yazılarımdan dolayı bir ödül almadım; fakat kitapları ve bu dergi benim için en büyük ödüldür. 
 
Yayımlanmış çalışmalarım: 
 
" Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey) Haziran 1991 ", 
"Çorum 97 1997"
"Çorum'da Yatan Meşhur Yatırlar Haziran 1997- 2. basım 1998",
" Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih Ve Edebiyat Dergisi Temmuz 1998,
" Sarı Çiğdem Şiir Defteri Mart 2002" ,  
“Çorum 2002” adlı basılmış çalışmalarım bulunmaktadır. 
"Menakıb-ı Koyun Baba 2004"
"Çorum Yemekleri 2004 Eşimin Çalışması"
"Hacım Ağustos 2007"
"Çorumlular ve Çorum'a Hizmet Edenler Temmuz 2008"
 
Bakanlığa sunulmuş;"Alfabetik Türk ve Yabancı Yazarlar Fihristi" ve "Ne Nerede Başlıklı Arama Fihristi" basım için  hazır  beklemektedir.  Yazılarım  daha çok araştırma dalı ile makale türüdür. Tiyatro çalışmalarım,şiir ve  hikaye denemelerim bulunmaktadır.   Şu  anda  dergimde yazılarım çıkıyor. Benim okuyucularıma  diyeceklerim  şudur ki. Doğru bildiğiniz konuları savunun. Bu  savunmanız  size belki tepkiler getirecektir. Bu  tepkileri inceleyerek doğru olup olmadığını araştırın. 
Saygılarımla. 
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ahmet ERTEKİN

2 Haziran 1949 tarihinde İskilip'te doğmuşum. İlk ve ortaokulu İskilip'te tamamladıktan sonra  Çorum  Lisesini bitirdim. A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde okurken fark derslerin vermek suretiyle Çorum Öğretmen Okulundan da diploma aldım, bu sayede öğretmenlik yaparak öğrenciliğimi sürdürdüm.   1974 yılında  Kültür  Bakanlığının açtığı Arkeolog Müze Asistanı sınavını kazanarak 1975 yılının Ocak ayında Çorum Müzesinde asistan olarak göreve başladım. Nisan 1977'de Müze Müdürü oldum.  Ancak  1978'de   Kültür  Müdürü, 1982 'de Turizm İnformation Büro Müdürü,1985'te ise  Çorum Devlet  Tiyatrosu  Müdürlüğü  görevini üstlenerek 1988 yılında İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne atanancıya kadar vekaleten sürdürdüm.1990'da  Kültür  Bakanlığı  Anıtlar ve Müzeler  Genel Müdür  Yardımcılığı  görevini üstlendim.  1991 yılı  sonlarında kendi isteğimle döndüğüm   Çorum  İl  Kültür   Müdürlüğünden alınarak 1993'te Arkeolog  olarak  Etnografya  Müzesinde, oradan  Amasya  İl  Kültür Müdürlüğüne ve sonra TÜRKSOY'da görevlendirildim. 1994 sonunda Danıştay kararıyla yeniden Çorum İl Kültür Müdürlüğüne  iade  edildikten  sonra Nisan 1997'de kendi isteğimle emekli oldum. 
İlkokul  ve ortaöğretimimin sırasında Ziraat Mühendisi olmayı düşlerdim. Mühendis olamadım ama, çalıştığım her yer ve konumda yeşile olan  ilgimi  ön  plana  çıkardım. 
Ağaçlandırma ve peyzaj konularında özel hobimi tatmin imkanı bularak fiilen ziraatçılık yaptım. 
Asıl lisans mesleğim olan müzecilikten önce ilimizin değişik köylerinde öğretmen olarak çalıştım. Bu bana Anadolu gerçeğini ve sosyal hayatımızın değişik boyutlarını yaşama ve tanıma fırsatını verdi. Pek tabii ki  anılar  dağarcığına pek çok çeşni katarak...  Arkeoloji  ve  Müzecilik  dünyada son derece popüler bir meslek ve yükselen bir değer olmasına  rağmen ülkemizde henüz yeni tanımaya başlayan bir uğraş dalıdır. İmkanların en kısıtlı döneminde görev yapmamıza rağmen zevkle özveriyle çalıştığımızı inkar edemem.   Kültür, sanat ve toz,toprakla uğraşmak isteyenler  için ideal olan bu mesleği,parayı sevenlere tavsiye etmem.  Yazmak paylaşmaktır. Bu duyguyu,bu düşünceyi,belli  bir  birikimi  paylaşmak ve deşarj olmak için bir araç,bir ihtiyaçtır. Şiirle başlayan yazma alışkanlığım yerel gazete çıkardığımız dönemlerde  zorunlu bir uğraş haline gelmişse de sonradan kültür ve sanat  konusunda yoğunlaşarak bir hobi olarak devam etmektedir. 
Özel bir ödül almadım. Ancak;amatör uğraşın ödülü okuyucuların teşekküründen  ise epey nasiplendiğim söylenebilir. 
İdealim :  Bütün insanların kardeşçe,barış içinde yaşadıkları  dikensiz  bir  gül  bahçesi.  Bu mümkün mü ? Mümkün olana   şükrederek  mutlu olmaya çalışıyoruz.  Mesleki açıdan  en büyük amacım; Kültür  Bakanlığının  bütün kurumlarının temsilciliklerini Çorum'da görmekti.  Bu da korolar dışında gerçekleşti. Bir de eski Sanat Okulu binasın  bölge müzesi  olarak fonksiyonel ederek hizmete açmak. Onun da gerçekleşmesine az kaldı.  Bir  yayınevinde,yayım  sırasını bekleyen " Alacahöyük -Boğazköy - Çorum " adlı bir turistik rehber kitap hazırladım. Dört  dilde yayınlanacağı bildirilen bu çalışma henüz basılmadı. 
Genelde; kültür,sanat,eski  eserler ve müzecilik konularında  fırsat  buldukça yazdığım makale ve  yazılar çeşitli resmi ve özel dergilerle, yerel gazetelerde yayımlanıyor. 
Ben; bütün  eli kalem tutan insanları "Boş kubbede bir  hoş seda" bırakmak üzere yazmaya, düşüncelerini  paylaşmaya,bu amaçla da araştırma ve okumaya davet etmek istiyorum.

Çorumlu 2000 1. sayı

ARKEOLOJİ VE ANADOLU KÜLTÜRÜ  ÜZERİNE DÜŞÜNCELER  

Ahmet ERTEKİN

haziran 1949 tarihinde İskilip'te doğmuşum. İlk ve ortaokulu İskilip'te tamamladıktan sonra  Çorum  Lisesini bitirdim. A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde okurken fark derslerin vermek suretiyle Çorum Öğretmen Okulundan da diploma aldım, bu sayede öğretmenlik yaparak öğrenciliğimi sürdürdüm.   1974 yılında  Kültür  Bakanlığının açtığı Arkeolog Müze Asistanı sınavını kazanarak 1975 yılının Ocak ayında Çorum Müzesinde asistan olarak göreve başladım. Nisan 1977'de Müze Müdürü oldum.  Ancak  1978'de   Kültür  Müdürü, 1982 'de Turizm İnformation Büro Müdürü,1985'te ise  Çorum Devlet  Tiyatrosu  Müdürlüğü  görevini üstlenerek 1988 yılında İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne atanancıya kadar vekaleten sürdürdüm.1990'da  Kültür  Bakanlığı  Anıtlar ve Müzeler  Genel Müdür  Yardımcılığı  görevini üstlendim.  1991 yılı  sonlarında kendi isteğimle döndüğüm   Çorum  İl  Kültür   Müdürlüğünden alınarak 1993'te Arkeolog  olarak  Etnografya  Müzesinde, oradan  Amasya  İl  Kültür Müdürlüğüne ve sonra TÜRKSOY'da görevlendirildim. 1994 sonunda Danıştay kararıyla yeniden Çorum İl Kültür Müdürlüğüne  iade  edildikten  sonra Nisan 1997'de kendi isteğimle emekli oldum. 

İlkokul  ve ortaöğretimimin sırasında Ziraat Mühendisi olmayı düşlerdim. Mühendis olamadım ama, çalıştığım her yer ve konumda yeşile olan  ilgimi  ön  plana  çıkardım. 

Ağaçlandırma ve peyzaj konularında özel hobimi tatmin imkanı bularak fiilen ziraatçılık yaptım. 

Asıl lisans mesleğim olan müzecilikten önce ilimizin değişik köylerinde öğretmen olarak çalıştım. Bu bana Anadolu gerçeğini ve sosyal hayatımızın değişik boyutlarını yaşama ve tanıma fırsatını verdi. Pek tabii ki  anılar  dağarcığına pek çok çeşni katarak...  Arkeoloji  ve  Müzecilik  dünyada son derece popüler bir meslek ve yükselen bir değer olmasına  rağmen ülkemizde henüz yeni tanımaya başlayan bir uğraş dalıdır. İmkanların en kısıtlı döneminde görev yapmamıza rağmen zevkle özveriyle çalıştığımızı inkar edemem.   Kültür, sanat ve toz,toprakla uğraşmak isteyenler  için ideal olan bu mesleği,parayı sevenlere tavsiye etmem.  Yazmak paylaşmaktır. Bu duyguyu,bu düşünceyi,belli  bir  birikimi  paylaşmak ve deşarj olmak için bir araç,bir ihtiyaçtır. Şiirle başlayan yazma alışkanlığım yerel gazete çıkardığımız dönemlerde  zorunlu bir uğraş haline gelmişse de sonradan kültür ve sanat  konusunda yoğunlaşarak bir hobi olarak devam etmektedir. 
Özel bir ödül almadım. Ancak;amatör uğraşın ödülü okuyucuların teşekküründen  ise epey nasiplendiğim söylenebilir. 

İdealim :  Bütün insanların kardeşçe,barış içinde yaşadıkları  dikensiz  bir  gül  bahçesi.  Bu mümkün mü ? Mümkün olana   şükrederek  mutlu olmaya çalışıyoruz.  Mesleki açıdan  en büyük amacım; Kültür  Bakanlığının  bütün kurumlarının temsilciliklerini Çorum'da görmekti.  Bu da korolar dışında gerçekleşti. Bir de eski Sanat Okulu binasın  bölge müzesi  olarak fonksiyonel ederek hizmete açmak. Onun da gerçekleşmesine az kaldı.  Bir  yayınevinde,yayım  sırasını bekleyen " Alacahöyük -Boğazköy - Çorum " adlı bir turistik rehber kitap hazırladım. Dört  dilde yayınlanacağı bildirilen bu çalışma henüz basılmadı. 

Genelde; kültür,sanat,eski  eserler ve müzecilik konularında  fırsat  buldukça yazdığım makale ve  yazılar çeşitli resmi ve özel dergilerle, yerel gazetelerde yayımlanıyor. 

Ben; bütün  eli kalem tutan insanları "Boş kubbede bir  hoş seda" bırakmak üzere yazmaya, düşüncelerini  paylaşmaya,bu amaçla da araştırma ve okumaya davet etmek istiyorum.

 

Çorumlu 2000 5. sayı

HATTUŞA'YI LANETLEYEN KRAL : ANİTTA

Ahmet ERTEKİN

Trans  halindeki  Kuşşarlı  kâhin  başını kaldırmadan haykırdı:  

- Müjde yüce kralım,müjde büyük Pithana ! Tanrı Teşhup'un sana bir muştusu var. Hamile  kraliçemiz  sana bir  erkek  armağan edecek... Orta yaşın dinamizmini yaşayan Kuşşar Kralı Pithana dudaklarında hafif bir gülümseme ile oturduğu tahtından yavaş yavaş doğrularak:

- Eğer dediğin doğru ise...Söylediğin çıkarsa !.. Dile benden ne  dilersen ? Şayet  aksi olursa...Sözünü tamamlayamadı. Aksi olursa... Aksini düşünmek bile istemiyordu. Sustu...  

...Ve bir ilkbahar sabahı Kuşşar Kral Sarayı'ndaki yoğun koşuşturmaca bir çocuk viyak lamasıyla  coşkulu   bir  şölene  dönüştü. Daha sonra,tablet metinlerinde "Gökyüzünün Fırtına Tanrısının  sevgilisi "  diye  söz  edilecek   olan ANİTTA  doğmuştu. Bu doğum Kuşşar Tanrılarına  sunulan  kurbanlar  ve yapılan  törenlerle kutlandı. Asur'dan  heybeler  dolusu   hediyeler geldi. Transit kervanlar ve  tüccarlar  Pithana'yı armağanlar göndererek kutladılar.  

O tarihlerde, şimdiki  zaman kriteri milat henüz yoktu. Yıllar, İsa'ya bağımlı olmadan geçiyordu. Zira,  İsa henüz doğmamıştı. Anlattığımız  ve olduğunu  var saydığımız olay, Milattan yaklaşık 1800 yıl önce bir Anadolu kenti,bir şehir devleti konumundaki Kuşşar'da yaşanmıştı ! ... Yeri henüz lokalize edilemeyen ve Orta Anadolu'da olduğu tahmin edilen ( belki de Yozgat-Alişar) Kuşşar kenti, krallıkla yönetilen bir şehir devleti- site idi.  Milattan önce,1900'lerde Anadolu'daki şehirler  hiçbir merkezi otoriteye bağlı olmayan müstakil kent beyleri - yerel krallar tarafından yönetiliyordu.Bu tarihlerde,büyük kent merkezlerinin  bitişiğinde  Asurlu  tüccarların alışveriş yaptıkları,mallarını depoladıkları ve serbestçe yaşadıkları  bir  çeşit kervansaray konumunda adına KARUM denilen yerleşmeler vardı.  Çoğunluğu Asur kökenli olup kuzey Suriye, kuzey Mezopotamya ve yerli tüccarların da aktif  olarak katıldığı bu ticari sirkülasyon; hem Asurlu tüccarlara,hem de koruması altına girdikleri  kent beylerine - krallarına karşılıklı çıkarlar sağlayan  uluslararası  bir organizasyon olarak tanımlanabilir.  

Asur  Ticaret  Kolonileri Çağı olarak kategorize edilen bu dönem : Asur devletinin Anadolu'daki siyasal hakimiyetinin değil, yerel krallıklar üzerindeki ticari egemenliğini ifade etmektedir.

Genellikle, eşek  kervanlarıyla  İran'dan tunç  alaşımında  kullanılan kalay,Asur'dan dokuma ve tekstil ürünleri getiren tüccarlar ; Anadolu'dan altın,gümüş ve bakır gibi madenler götürmüşler ve  bu  karşılıklı ticaretten büyük kârlar elde etmişlerdir. Bir çeşit serbest bölge açık Pazar niteliğinde  olup  adına KARUM denilen bu alış -veriş merkezlerinin en büyüğü ve ünlüsü  Kayseri  yakınlarındaki  Kültepe'de bulunan KANEŞ KARUM'dur.  Kuşşar  Kralı Pithana  bir adı da Neşa  olan  bu  kenti  fethederek  devlet merkezi yapmıştır. Çünkü burası çağının en büyük ticaret merkezi konumundadır. Asur'dan yola çıkan eşek kervanları bu  merkezden  diğer karumlara  dağılmakta  ve  büyük  bir  ihtimalle Anadolu  ihracatı da yine Kaneş Karum üzerinden yapılmaktaydı. (Bugünkü Kayserililerin ticarete yatkınlığının özünde  bu tarihsel  geçmişin katkı payı düşünülebilir .) Paralı korumalar eşliğinde  Anadolu'yu  bir  uçtan  bir uca konvoylar halinde geçen kervanlar arazilerinden geçtikleri  kent  beylerine %10 oranında yol vergisi, karum  krallarına ise bir çeşit gümrük vergisi ödüyorlardı.  Adli ve  siyasal açıdan Asur yönetimine  bağlı  olan  tüccarların yol güvenliği ve soy kralların garantörlüğü altındaydı.

Anadolu kültürüne, fazlaca etkileri olma yan  ve etkinlikleri sadece ticaretle sınırlı kalan Asur  Ticaret  Kolonileri  Çağının  ikinci   büyük merkezi ise Çorum   Boğazkale  ilçe  sınırları içerisinde yer alan KARUM HATTUŞ'dur.

Hatti -Hitit karışımı yerli halk,"Neşa kentinin dili "  olarak  nitelenen  eski Hititçeyi konuşup  yazarken ; bu dönem  Anadolu'sunda  gerek ticari mektuplar ve gerekse yerel krallar arasında yapılan yazışmalarda ortak diplomasi dili olarak eski Asurca kullanılmıştır.

Yazımıza  konu  olan ANİTTA,işte böyle bir  coğrafya içerisinde büyümüş, babası Pithana,Neşa (Kaneş) kentini alıp başkent yaparken yanında  bulunmuştur.  Neşa'da  ele  geçen ve bir  çeşit noterlik belgesi niteliği taşıyan çivi yazılı bir tablet üzerindeki "Kral Pithana ve merdiven  büyüğü ANİTTA" yazısında,ismen yaşadığı tespit edilen ve veliaht olduğu anlaşılan Anitta'nın ; Yozgat  Sarıkaya yakınlarında ki Alişar-höyük'te  (Karum) bulunan iki tabletten, birincisinin üzerindeki"Kral Anitta'nın mührü" yazısından,babasından sonra ve belgenin yazıldığı tarihte  kral  olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca ikinci belgede ise,"Büyük Kral Anitta,merdiven büyüğa Beruwa" adları geçmekte,Anitta'nın krallıkla yetinmeyerek, "Büyük Kral" olduğu ve oğlu Beruwa'yı veliaht olarak atadığı görülmektedir.

Anitta'ya  ait bir başka belge de,Kültepe Höyüğünde  (Neşa) bulunan ve arkeoloji literatüründe "Anitta  Hançeri" olarak  tanınan bronz mızrak ucu üzerindeki " Kral  Anitta'nın Sarayı" yazısıdır.

Ayrıca;Boğazköy kazılarında ki,tablet arşivinde bulunan ve "Anitta Metni" olarak tanımlanan çivi yazılı belgelerde kısaca Anitta tanımlanmakta ve icraatları özetlenmektedir. "Anitta , Pithana'nın  oğlu, Kuşşar Kralı, söyle : O, gökyüzünün Fırtına Tanrısı'nın sevgilisiydi. Kuşşar  Kralı kentten büyük bir kuvvetle inip Neşa'yı  bir  gecede  gücü  sayesinde aldı. Neşa Kralı'na saldırdı. Ama Neşa halkına kötülük  etmedi. Onları,analar ve babalar yaptı. Babam  Pithana'dan  sonra  ben  bir isyanı bastırdım.  Hangi  ülke  ayaklandı  ise,onu Tanrı Şiu'nun yardımı ile yendim.“

Tabletin  bizi  en çok ilgilendiren bölümü ilimiz  Boğazkale  ilçesi  sınırları  içerisinde yer  alan ve daha sonraları Büyük Hitit İmparatorluğuna Başkentlik  yapacak olan HATTUŞA adının geçtiği kısımdır. Tabletin bu bölümünde, Karum  Hattuş'un  fethi  özetlenmekte  ve yeniden imar edecek olanlar lanetlenmektedir:

"Hattuşa kenti, açlıktan kırılınca,Tanrım Şiu onu that   Tanrıçası  Helmaşuit'e teslim etti. Ve  ben, bir  gecede  onu güçle aldım ve kentin yerine yabani otlar ektim.  Bundan sonra, kim kral olur da  Hattuşa'yı  yeniden iskân ederse,  o gökyüzünün  Fırtına   Tanrısı'nın lanetine uğrasın !”

Büyük  bir  kıtlık  sonucu  aç ve perişan olan Hattuşa'yı bir gecede  teslim  alarak  kenti yerle bir eden ve yine kendi ifadesine göre "Ya bani otlar eken"  Anitta'nın,hırsını yenemeyerek "Hattuşa'yı  kim yeniden imar ederse Gökyüzünün Fırtına Tanrısı'nın lanetine uğrasın" demek suretiyle şehrin geleceğine de ambargo koyması oldukça ilginçtir.

Daha  ilginç  olan  bir  başka  nokta ise, Hattuşa'nın  Anitta'nın lanetlemesine karşın, yine Anitta soyundan gelen LABARNA veya, TABARNA adlı  kral  tarafından  yeniden  imar  ve iskân edilmesi olayıdır. Hatta bu kral,Hattuşa'yı Hitit Başşehri yapmak suretiyle ne kadar önemsediğini  kanıtlamış, üstelik kendi adını da Hattuşalı anlamına gelen HATTUŞİLİ olarak değiştirmiştir.

Hattuşili , Boğazköy  kazılarında ele geçen  başka  bir tablette kendisini:"Hattuşili, Büyük  Kral, Hattuşa Kralı,Kuşşarlı adam...." sözleri ile tanıtmaktadır. Bu   tanıtım  cümlesi  Hitit Devletinin ilk kralı olarak   kabul edilen Hattuşili ile Kuşşar Kralı Anitta'nın soy bağlantısını açıkça kanıtlamakta;Asur Ticaret Kolonileri Çağı ile Hittit Devleti arasında var olan ilişkiye siyasi devamlılık  açısından  kesinlik  kazandırmaktadır.
Hattuşa'yı  lanetleyen  Anitta,  Neşa'yı bayındır hale getirmiş,tanrılar adına  mabetler yaptırmış ve kenti savaş ganimetleriyle donatmıştır. Ayrıca;aslanlar,yaban domuzları,leoparlar  ve  dağ keçileri  gibi  yüz yirmi yabanıl hayvandan  oluşan bir hayvanat bahçesi kurdurduğu,yine kendi ifadesinin yer aldığı çivi yazılı tabletlerin filolojik çözümünden anlaşılmaktadır.

Kısaca; yazımıza konu olan Anitta; Hatti - Hitit  kökenli bir şehir devleti olan Kuşşar ve Neşa'da hükümran olmuş ve Büyük Hitit İmparatorluğunun  ilk çekirdek organizasyonunu başarmış bir kral; tarihte bilinen ilk hayvanat bahçesinin  kurucularındandır.   Günümüzden yaklaşık 3750 yıl önce yaşadığı kabul edilen bu dirayetli  yöneticinin adı ,ilimizde el değiştiren bir otele verilerek binlerce yıl sonra Çorum'un gün demine yeniden girmesi sağlanmıştır.

Kil  tabletler  aracılığıyla yaşadığı tespit edilen ve  kimliği  zaman tunelinden günümüze ulaşan  Anitta, lanetine inat, Dünyaca   meşhur Hattuşa ve  Çorum'un turizm arzını güçlendireceği  inancı ile, Anitta adı verilen otelin yeni sahiplerini kutluyor; bol kazançlı bir hizmet performansı diliyorum.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Erdal ERALP

Bir 30 Ağustos günü doğmuşum. Yılını kesin bilmiyorum.  Nüfusa  kayıt   tarihim Mart 1932, yani Mart 1932'de varım. Bu tarihe en yakın 30 Ağustos 1931 işte asıl doğum tarihim bu oluyor.Babam  Atıf Eralp  ve  Annem  Kadriye Eralp'ler Atatürk'ün devrimci öğretmenleriydiler.   Annem; çarı, peçeyi atıp öğretmen olduğu şimdiki Zafer Okulunun yerindeki Numine-i Nezhat Okuluna  Cumhuriyet öğretmeni kılığıyla giden ilk bayan  öğretmen olmakla öğündüğünü hep söylerdi. 
Babam Hatay'ın  Vatana katılışı sırasında Hatay'da Nahiye Müdürlüğü ve Kaymakam Vekillikleri yaptı. 
Dedem  Ahmet  Safi  Eralp (Darül Fünün) Üniversite mezunu bir öğretmendi.
Ben ilkokulu Tanyeri İlkokulunda okudum. Ortaokula Çorum'da başladım,ortaokul ikinci sınıfı ve son sınıfı İskenderun'da okudum ve 1946 da Çorum Ortaokulundan  ve  1949  Haziranında  da Çorum Lisesinden mezun oldu. 1949 yılı Kasımın da  İstanbul  Üniversitesi, Hukuk Fakültesinde öğrenci idim. 
Öğrencilik  yıllarında;bir  kültür ocağı olan İstanbul'u  çok  sevdim.  Giderek  sporcu kimliğim öne çıktı.  Darüşşafakalı   veleybolcu olarak Önce Federasyon  kupası  şampiyonlukları  ve  uzun bir süre  Türkiye  ikinciliği  ve sonrası Türkiye şampiyonluğunu  yaşadım.  Yurt  dışında  uluslar   arası turnuvalara katıldım. 
40 yılı aşkın bir süredir Çorum'da Avukatım. 
Çorum'a gelince;öğrencilik yıllarımdan be ri tutkun  olduğum  Anadolu  uygarlıklarının içinde buldum kendimi.  Bir ara siyaset dünyasına karışmak  zorunda  kaldım.  CHP Gençlik Teşkilatı olarak  başladım, 1960'tan  sonra  İl  Başkanı oldum. Hiç aday  olmadım.  1968 den sonra yavaş,yavaş faal  siyasetten uzaklaştım ve siyaseti hiç sevmedi
Kültür ve sanat yayınlarını hep takip ettim   Yirmi  yıldan fazla bir süredir Arkeoloji  ve Hititoloji  dünyası içinde buldum kendimi. Sınıf arkadaşım ve  sıra  arkadaşım Dr. Turhan Kılıççıoğlu'nun büyük sevgi ve desteğiyle Çorum'u,başken tini ve bir çok önemli kentlerini yüreğinde barındıran  Çorum'u  dünyanın  kenti  haline  getirip  tüm dünyaya  tanıtmak  için Belediye Başkanları, Valiler,Çorum Kültür Müdürlüğü ve Müze Müdürlüğün deki  arkadaşlarımızın  üstün gayretleri sürmektedir. 
Geceleri saat 03'ten sonra uyku uyumam. Bu saatlerde okuyacak ve araştıracak zamanı bulabiliyorum. Bu saatlerde kendimi cennette hissediyor gibiyim. 
Hemen her sabah gün doğmadan stadyuma  giderim.  Önceleri  çoğu  kez  yalnız olurdum, Turhan Kılıçcıoğlu çoğu kez katılırdı. Koşmayı hiç bırakmadık.  Son 7-8 yıldan beri yürümek ve koşmak  için  gelenleri  neredeyse  stadyum  almıyor. Gençler,yaşlılar her gün oradalar.  Burada  oluşan gruplar  arasındaki  sohbetlere    doyum  olmuyor. Sonra bir  duş ve  çorba,büromdayım. Geçinebilmek için çalışmak zorundayım.
Bu arada ; Çorum'da  Atatürkçü  Düşünce Derneğini kurmak da bana nasip oldu. Birlikte çalışacağım arkadaşlarımın çalışma gücüne hayran oldum.  Belli  bir  takvime  uyarak, yayınlar, konferanslarla aydınlık  yarınlar  için  bir  ateş yakmaya çalıştım. 
Eşim bütün bu çabalarımda hep yanımda oldu. Büyük kazanımların ardına düşmedik,her zaman geçinebileceğimiz kadar imkanımız oldu. Çıkarsız,mutluluğu birlikte aradık. Bir kültür dünyası için mutluluk bizim için yeterli oldu.
İyi eğitim almış,uygar,laik,saygılı ve yüreği sevgilere ulaşmış Türk  Ulusu, yani ; Atatürk'ün Türkiye'sini özlüyorum.

Yazarımız 2019 Yılında vefat etmiştir!

 

Çorumlu2000 5. sayı

HİTİT-HATTİ UYGARLIKLARI VE GÜNEŞ KURSLARI
Av. Erdal ERALP

 
Hititlerde özellikle kral mühürleri ve kaya kabartmalarında kralın adını belirten, Hiyeroglif (resim  yazısı) ile mükemmel bir kompozisyonla oluşturulmuş ideogram diyebileceğimiz,yani resimlerle anlatılan bir fikir ya da sözcük  anlamına  gelen işaretler grubu sık kullanılmıştır.
Bu ideogram'ların  en üstünde ışınlı bir yuvarlak ve ortasında   gelişkin bir yıldız motifi ve dairenin iki yanında kanatlar mevcuttur.
Rozet diyebileceğimiz bu figürün bir Hiyeroglif olduğu ve Mısır etkisi ile BEN GÜNEŞ yada, MAJESTE anlamına geldiği anlaşılmaktadır.
Bir de Ankara'da Belediye Başkanı Vedat  Dalokay'ın  Sıhhîye   Meydanına diktirdiği ve böylece her kesin artık iyice tanıdığı,bir zamanlar  Ankara Belediyesinin amblemi olarak kullanılan , sigara  paketinin  üzerinde de  kullanılmış olan ve bir çok turistik  tesislerde  çok kullanılan ve adına "Hitit Güneş Kursları" denilen değişik motifli kurslar vardır. Bu  kursların Hitit'lere ait olduğu söylenilse de bu aslında doğru değildir. Bunlar, İsa'da  önce  3000'den  2000'e doğru Eski Tunç Çağının ikinci yarısında özellikle Çorum'da Alacahöyük'te yaşamış oldukları  kabul  edilen Hatti'lere yöneticilik yapmış olan bir grup soylulara  ait mezarlarda bulunan ve  adına "Güneş Kursları" denilen buluntulardır. Bu  mezarlarda armağan olarak konulduğu sanılan  buluntular  yüksek nitelikli sanat eserleridir.  Bunlar arasında silahlar,süs eşyaları, madeni kaplar,madeni heykelcikler ve değişik biçimli ve bir kaideye tespit  için yapılmış çıkıntıları olan hayvan betimleri çok ilginçtir.
Genellikle  "Güneş  Kursları" olarak bilinen, bazıları hayvan motifleriyle süslü,bir bölümü  daire, bir  bölümü  dörtken biçimli ve bir sopaya (sap'a) geçirilerek dinsel törenlerde taşıdığı  sanılan STANDARTLAR (simgesel işaret-alem) ler'de bu mezarlarda bulunan buluntular   arasındadır. Bunlara kült standartları diyebiliyoruz.
Rahiplerin  dini  törenlerde  bu kursları sopalardan tutarak ve  üzerine  monte edilmiş sallantılarla  (sistrum)   ses çıkartarak bir duanın başladığını ya da bittiğini belirterek töreni yönetiyorlardı. (Bu yargılar kesin değildir.)  Bu  kurslarda  görülen  hayvan figürlerinden  geyikler  ve  boğanın  dışındaki  bütün hayvanlarlar,Anadolu'nun Ana Tanrıça inancını simgelemektedir.  Ama,  tanrıça yani,toprak ana, doğurgandır, doyurgandır,doğaya hakimdir,hayvanlar  bu  yüzdün  onu  simgeler,inanç sisteminde dişi öğedir.
Kurslarda  boğa motifi ya da bunu simgeleyen  ve  genellikle  kursların altında yer alan boğa boynuzları bulunmaktadır. Bunlar Akdeniz  uygarlıklarından Anadolu'ya geçen Boğa (Toros) kültü  olarak kabul edebilir. Boğalar BAŞ  TANRI'yı  süngüleyen,Ana Tanrıçanın eşidir,toprağı dölleyen,bet bereketi sağlayan öğdir.
Bu simgeler,Hitit'lerden önce,Mısır, Mezopotamya, Hint,Asya inançlarından Anadolu' ya  taşınmış, Hitit'lerin  siyasal otoriteyi ve bütünlüğü sağlamasıyla, federatif  sistem içinde özgürlük tanımlaması ve Başkent  Hattuşa da hep   bir  arada  yaşanmış, değişik  inançların sentezi olan ve her tanrı ve tanrıçanın bir TANRI  AİLESİ  (Panteon) olarak birleşmesi ve bir sentez oluşturması  sonucu Anadolu'ya özgür düşünce ortamını doğurmuştur. Bu yüzden anlatılan " Güneş Kursları " Hitit'lerin de kabul edip kullanıldıkları muhakkaktır.
Bu simgelerin  çeşitliliğinden anlıyoruz ki, Hitit  öncesi  Anadolu'da  yaşayan Hatti'ler, kent  beylikleri ya da  yerel  krallıklar  halkları, Mısır, Mezopotamya uygarlıkları inanç ve kültleri Anadolu'ya 2000'de  Asya'dan gelen  Hitit'leri   her  yönden etkilemişlerdir.
Bu  grupların  etkileri, inanç  alanında  sentezi   yaratmıştır.        Yani, inanışlarda  özgürlük  yasalarla  korunmuş  ve  her  grubun tanrısı,Hitit Tanrı ailelerine alındı. (Hitit Panteonu) meydana getirmiştir.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsmet ÇENESİZ

06. 06. 1936 günü Albayrak 2. Sokakta 9 nolu evde dünyaya gelmişim. Her nedense nüfus kağıdımda  1938 doğumluyum. Babamın ismi İsmail annem  Münevver  Çenesiz.  Ailenin en büyük çocuğu ablam Caviden Çenesiz  (Amanvermez) 74 yaşında ve İzmir'de oturuyor. Ağabeyim İlhan Çenesiz 66  yaşında halen İstanbul'da oturuyor, Turhal ve  Sivas Gemerek'te tuğla fabrikaları var,oğlu ile birlikte çalışıyor. 
Babam dülgerdi; Küçük İsmail lakabıyla anılırdı,çalışkan bir insandı Küçük yaşta anne ve Babasını Kaybetmiş Şehirden köye göçmek mecburiyetinde kalmış  5- 6  sene  sonra  yeniden  babasının  arkadaşı olan meşhur Muttalip Gürsel ustadan sanatını iyice öğrenmiş, ustasıyla aralarında  baba - evlat saygısı doğmuştur.Babamı 1976 yılında kaybettik.Annem ise  1900  doğumlu  tam bir eski zaman kadını idi. Sabahları ezandan önce kalkardı. Güçsüzlere karşı  çok  duygulu, merhametli  ve  cömertti.  Çorum Güçsüzler  Evinin yeri annemindi,orayı hayır işine tahsis etti. 1993 yılında Allah'ın Rahmetine kavuştu . Güçsüzler  Evini biz üstlendik. Doğduğum evden  ayrılışımızı  hatırlıyorum, büyüdüğüm  evde, doğduğum  eve  yakın  Alaybey Çıkmazı No 1 de, köşe başında evdi. 
1945 yılında Albayrak İlkokuluna gittim, 3. sınıfta  kendi  isteğimle Tanyeri  İlkokuluna gittim. Kendimi övmek gibi olmasın,her bakımdan çok iyi bir talebeydim. 1950 de Erkek Sanat  Enstitüsüne kayıt oldum. 1955 yılında bu okulu  bitirdim orada da iyi bir talebelik  hayatım  oldu,her bakımdan iyi bir talebe idim. 6.6.1958 de evlendim.4 çocuğum var. İkisi erkek,ikisi kız. Hepsi evli, 7  torun  sahibi etti yüce Allah. 1959 Temmuzunda  Yedek  Subay Okulunda askerliğim başladı.Tank bölümüne ayrılmıştım. Türkiye'nin ilk Yedek  Subay  olarak  Tank Asteğmenleri biz idik.  Kıta görevimi Urfa'nın Bilecik Kazasında yaptım. 1960 İhtilalinde 1 ay bu kazada Belediye Başkanlığı yaptım. Bilecik'te ve Belediyede kendimi sevdirdi,herkese ben saygı gösterdim,karşılığını da gördüm. 20 sene Bilecik Belediyesinden  bayramlarda tebrikleştiğim arkadaşlarım oldu. 
İlkokul sıralarında hangi mesleğe ilgi duyduğumum anımsamıyorum. Ama sanat enstitüsünün  sonlarına  doğru inşaat mühendisi olmayı arzu ediyordum. Babamda bunu çok istiyordu, onun da tesiri oluyordu.  Fakat son sınıfta okumayıp ağabeyimle birlikte kurulu olan tezgahımız olan babamın mesleğini,marangozluk ve biçkicilik yapmaya  karar verdik. Okulu bitirince 1955 yılının Temmuz ayında  Hamit Camiinin oradaki dükkanımızda işe başladık. Başlayış o başlayış,askere gidinceye  kadar orada, askerden  gelince de  Hıdırlık civarındaki bize ait olan yerde 1964 yılı sonlarına kadar çalıştık .Sonra 1965 yılı baharında Halit Hamoğlu ve Mehmet Balaban ile Güneş Kiremiti kurduk,bu ara Turhal'daki Baldudak Kiremit Fabrikasını aynı şahıslarla ortak aldık. 1965 sonunda ortaklığımızı bizim gördüğümüz lüzum üzerine ayırdık.  Ağabeyimle  ben  Turhal'daki fabrikayı,Halit Hamoğlu Güneş  Kiremiti  aldı.  Mehmet  Balaban mesleği bıraktı. 
1975 de ben Turhal'dan ayrılıp Samsun'a göçtüm. 1987  Mayıs ayında Başaran Kiremiti aldım. Çorum'a taşındık, 1994 de Çenesiz Seramik "ECE" yi organize sanayinde kurduk. Sanayicilik her zaman  zor olmuştur ama,1998-1999 yılı başka bir zor. 
Şu anda yazı yazdığımdan dolayı bir ödül almadım,okulda yazdığım kompozisyonlar beğeni lirdi. Şimdi her Pazartesi  Çorum'da mahalli gazetelerin  üçünde,Çorumlu 2000 Dergisinde ve Çekva'nın  dergisinde yazıyorum. Şu anda 200 kadar mahalli gazetelerde yazı yazmışım,80 kadar 1952 den beri yazdığım şiirlerim var,bunları kitap haline getirip masraflarını ben  ödeyip gelirinin tamamını hayır kurumlarına vereceğim. 
İdealim;sanayiciliğimin bütün zorluklarına rağmen, yıkılmadan işime devam etmek. Şu anda iş yerlerimde 300 kişi çalışıyor,30 bin olmasını çok arzu ederim. 
Gençlere önerilerimiz ise:Çalışkan,dürüst olmak, üretmek, İnsanları,işini sevmek ve en iyisini yapmak,öğrenmenin yaşı yoktur,her gün  mutlaka bir şey öğrenmek.  Ben  bu yaşımda her gece yatarken ben bu gün ne öğrendim diye kendimi sorguluyorum. 
 

 

Çorumlu 2000 42. sayı
V. ULUSLARARASI HİTİTOLOJİ KONGRESİ
İsmet ÇENESİZ
 
            Kıymetli okuyucularım ! Bir tarih hazinesi olan Çorum’umuzun topraklarına su veren baraj Hitit’ler tarafından kurulmuş. Geçen yıl ve bu yıl yapılan kazılarla bu baraj eski işlevine döndürülerek turizme açılacaktır. Bu seneki Alacahöyük çalışmaları 27.08.2002 Salı günü tamamlanıyor. Bu kazılarla birlikte Alacahöyük’ü gün ışığına çıkaran kazıların çoğu da tamamlanmış oluyor.
            2 Eylül- 8 Eylül 2002 tarihleri arasında Çorum’da V.Uluslararası Hititoloji Kongresi toplanacaktır. Komite başkanı Sayın Valimiz atıl ÜZELGÜN ve IP Komite alt çalışma arkadaşlarına teşekkürlerimi sunuyorum. Bu konferans da M.Ö. 2000’de Anadolu’da devlet kuran Hititler her yönüyle pek çok devletin bilim adamı tarafından tartışılacaktır. Bu da Türkiye ve Çorum’un dünya da tanıtılmasında katkı da bulunacaktır.
            Bu kongreler üç yılda bir toplanmaktadır. 1990 yılında dünyada ilk defa Çorum kenti bu toplantılara ev sahipliği yaparak ve büyük bir özveriyle bu işi başarmıştır. İkincisi 1993 yılında İtalya’nın Pavia şehrinde yapılmıştır.Üçüncüsü 1996 yılında yine Çorum’da yapılmıştır. Dördüncü toplantı Almanya’nın Würzburg şehrinde yapılmıştır. 2-6 Eylül arasında ise beşincisi yine Çorum’da yapılmaktadır.
            Çorum yine bu işe en güzel ev sahipliği yapacak.
Almanya,Hollanda,İngiltre,Belçika,Amerika,Avustralya,İsrail,İtalya,Slovenya,Gürcistan gibi ülkelerin bilim adamları gelerek yeni ve çok mühim bilgiler sunacaklardır.
            Çorum Hitit Uygarlığının beşiğidir. Şöyle bir sıralayacak olursak:Boğazköy,Şapinuva,Alacahöyük,Yörüklü gibi merkezler bulunmaktadır. Boğazköy’le Şapinuva Hititlerin baş kenti olmuştur. Boğazköy dünya mirasına girmiştir. Bu kazılara maddi,manevi desteği olanlara,emeği geçen herkese,tarihi aydınlatanlara,Çorum’u dünyaya tanıtanlara,ileride pek çok turistin gelmesine sebep olanlara ben içtenlikle ve candan teşekkür ediyorum.
            Bu kongrede yapılacak kültürel etkinliklerin proğramı ise :
AKŞAM PROĞRAMLARI:
02 Eylül 2002 Pazartesi saat 21,00 Atatürk Kapalı Spor Salonu Ankara Davlet Klasik Türk Müziği Korosu Müzik Konseri.Solistler Zekai TUNCA ve Zerrin NAYCI
03 Eylül 2002 Salı saat 21,00 Atatürk Kapalı Spor Salonu Kültür Bakanlığı Konya Türk Tasavvuf Müziği ve Sema Gösterisi
04 Eylül 2002 Çarşamba saat 21,00Devlet Tiyatro Salonu Ankara Devlet Opera Balesi Genel Müdürlüğü Sanatçılar konseri
05 Eylül 2002 Perşembe saat 21,00 Devlet Tiyatro Salonu İstanbul Modern Folk Müzik Topluluğu Genel Yönetmen Ferhat LİVANELİOĞLU;Solistler Sevingül GÜLER,Julide KARAN,Cihat OKAN
06 Eylül 2002 Cuma saat 21,00 Devlet Tiyatro Salonu Ankara Devlet Opera Balesi Genel Müdürlüğü Sanatçılar Konseri
07 Eylül 2002 Cumartesi Devlet Tiyatro Salonu Mersin Opera Balesi Müdürlüğü Sanatçılar Konseri
Çorum bir hafta boyunca çeşitli topluluklara,bir çok devletin bilim adamlarına en güzel  hizmeti verecek. Biz Türklerin ve Çorum halkının içten,candan ve sıcak misafirperverliğini gösterecektir. Emeği geçenlere tekrar teşekkürler.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Kamil AYCAN

30 Mayıs 1963 yılında Çorum'da doğdu.
İlk, Orta ve Lise öğrenimini Çorum'da tamamladı.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümünden mezun olduktan sonra çeşitli dergilerde reklam sorumlusu olarak görev yaptı.
Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve Edebiyat Dergisinde çalışmaları yayımlandı.
http://dergisi.info/corumlu.htm Sanal dergide bu yazıları bulunmaktadır.
Kamil AYCAN  Uzun bir süredir sektörel bir dergide Anadolu bölge müdürü olarak görev yapmaktadır.
 
 
Çorumlu 2000 9. sayı
HİTİTLERİN ARABA KULLANMA SANATI
Kamil AYCAN
Ticaret ve ulaşım açısından önemli buluşlardan birisi olan araba günümüze değin teknolojinin ilerlemesine paralel bir gelişme göstermiştir.
Tarihsel uzmanlaşma düzeyi ne olursa olsun,çoğu kişi tekerlekli ulaşımın uygarlığın bir göstergesi olduğuna inanılır. Elimizdeki arkeolojik bulgular arabanın M.Ö:3500’lerde Mezopotamya da ürünleri taşımak için Sümer çiftçileri tarafından kullanılmaya başladığını göstermektedir. Tekerlekli taşıtlar Sümerlerden Asya ya,Avrupa ya yayıldı. Tekerlekli taşıtlara ilgili en eski belge Erek’te (Varak) Geç Uruk tabletlerinde yer alan bir betimlemededir. Bu örnekte iki yada üç parçadan oluşan içi dolu tekerlekler çapraz desteklerle tutturulmuş ve merkezde güçlendirilmiştir.
Arkeolojik kayıtlar dikkatlice tarandığında ilk tekerlekli taşıtların kuttörensel ve törensel amaçlarla kullanıldığı görülür. Elimizdeki en eski duvar resimleri bu taşıtların tanrıların ya da önemli kişilerin heykellerinin taşınması amacıyla kullanıldığını gösteriyor. Tekerlekli taşıtlara alt en eski kalıntılar ise mezarlarda bulunmuştur. Dinsel bir cenaze töreninin parçası olarak ölülerle birlikte gömülen bu taşıtlar, çoğunlukla savaşlarda kullanılan savaş arabalarıydı.
Araba çekmekte kullanılan ilk hayvanlardan biri öküzdür. Savaş arabalarında ise başlangıçta yaban eşeği kullanıldığı sanılmaktadır. MÖ. 2000’lerde atın evcilleştirilmesi ye çabuklu tekerlerin yapılması araba kullanımını kısa zamanda yaygınlaştırdı.
Anadolu’da Hititler döneminde araba kullanıldığını gösteren belgeler günümüze kadar ulaşmıştır. Kapadokya tabletlerinde ve silindir mühürlerde araba betimlemeleri görülür Boğazköy arşivlerinde Hitit krallarının savaş arabalarından söz ettikleri metinlerde bulunmaktadır. Malatya İmamkulu ve Karkamış kabartmalarında da değişik Hitit arabası türlerine rastlanmıştır.
Helen efsanelerinde savaş arabası sürücüsü olarak görülen Myrtilos’n Hitit dünyasında kı KraI Murşili adıyla benzerliği ilgi çekicidir Hititlerin at yetiştirdiği ve savaş arabalarını kullanma taktiklerinde uzmanlar olarak; M.0 13. Yüz yıla ait Ahhiyava mektuplarında Hitit Kralı bir Ahhiyava Kralına elçi gönderdiğinde aynen şu ifadeyi kullanmıştır. “Gençliğimden bu yana savaş arabama benimle ve sadece benimle değil, senin erkek kardeşin ve Tavagalavaş ile de binmiş at ustası” bu tümceler her halde Hititli bir at terbiyecisinin Ahhiyava sarayında bulunduğunu dolaylı olarak göstermektedir,ayrıca Ahhiyava Krallık ailesi üyelerinin de savaş arabası kullanma sanatanı öğrenmek üzere Hitit Başkenti Hattuşu’ya geldikleri Hitit Kralı II: Mürşil’ih hastalığının iyileşmesi için bir Ahhiyava tanrısının heykelinin getirildiği gibi bilgliler bulunmaktadır.
            Fedetatif bir devlet biçiminde örgütlenmiş olan Hitit Büyük Krallığı kendisine antlaşmalarla asker ve savaş arabası desteği vermeyi kabul etmiş, bütün krallık ve beyliklerin M.Ö. 1285’te yapılan Kadeş Meydan Savaşına katılmalarını sağlayabilmiş, Muvatalli komutasında 35.000 asker ye 3500 savaş arabasından oluşan büyük bir ordu meydana getirebilmişti. Örneğin 10.000 er ve 700 savaş arabası ile Muvatelli’ye katılan Hayaşa (Doğu Anadolu Bölgesinde) krallığı gibi.
Hititlerin vurucu gücü büyüktü çünkü hem arabalarının sayısı çoktu hem de Mısır tapınaklarında ki tasvirlerde görüldüğü gibi her atlı arabada üç kişi yer alıyordu.
Mısırlılar da ise,bir arabada ancak iki kişi bulunuyor,iki Hititli savaşçıya karşı bir Mısırlı savaşçı dövüşmek zorunda kalıyordu.
Hititlerin savaş atabalarını kullanma becerileri ile bölgesinin en güçlü devleti olma özelliğini kazandıkları bir gerçektir.
 
Kaynakça:Ana Britinica II. Cilt.sh.412
Aktugai,Ekrem. Anadolu Kültür Tarihi Tübitak Ya. 1989
Basalla.Geoege. Teknokjinin Evrimi Tübitak yay. 1996
 
Çorumlu 2000 26. sayı
SFENKS'İMİZ VAR;PRAMİT'İMİZ NEDEN YOK ?
Kamil AYCAN
 
Hitit Başkenti Hattuşa ile Mısır Başkenti Amarna'da bulunan tabletlerde,Mısır'ın 17. sülale firavunları arasından III ve IV. Armenofis ile Hitit,Suriye,Kıbrıs kralları arasındaki yazışmaları içeren “Mısır Belgeleri” ve Orta Fırat Bölgesindeki,Mari ile kuzey Suriye'deki Raswşamra (Ugarit) arşivlerinde ele geçirilmiş olan mektuplar,Hitit İmparatorluğu'nun en güçlü ordu kumandanı ve en başarılı devlet adamı olan I. Şuppiluliuma döneminin (MÖ:1380-1345) aydınlatılmasında büyük rol oynar. Bu dönem uluslar arası siyasal ilişkilerin yoğun olduğu bir dönemdir.  
I. Şuppiluliuma'nın uzun süren idaresi boyunca oluşturduğu “Büyük Krallık” Babil ve Mısır'la eş güçte idi. Ortaçağdaki uygarlık dünyasını bu üç devlet paylaşıyordu. Büyük Hitit Kralı Anadolu'da durumunu sağlamlaştırdıktan sonra  iktidarının doruğuna yükseltmişti.
 Bu güçlü Hitit Kralının ünü o denli büyüktü ki;genç yaşta ölen Mısır Fravunu Tutanohemon (MÖ:1347-1388)'un dul eşi Ankhesenpaam,onun oğullarından birisi ile evlenmek istiyordu. Bu olay oğlu II. Murşiyi tarafından yazılmış,babası zamanındaki olayları anlatan Boğazköy'de ele geçen bir tablette açıkça bellidir.
“Babam I.Şuppiluliuma Kargamış'ta olduğu sırada Lupakki'yi ve Tarhunta Zalma'yı Anka ülkesine gönderdi. Onlar da Anka ülkesine hücum ettiler. Yakaladıkları sivil halkı,sığır ve koyunları babamın önüne getirdiler.  
Mısırlılar babamın Anka ülkesine hücum ettiğini öğrenince korktular. Üstelik kralları Nifururiya (Tutanchamon)'da ölmüş olduğundan Mısır Kraliçesi olan dul karısı (Ankhesenpaam) babama bir haberci gönderdi ve şöyle yazdı:  
- Kocam öldü. Oğlum yoktur. Benin ise birçok oğlun olduğunu söylüyorlar. Eğer sen bana bir oğlunu yollarsan o kocam olabilir. Hiçbir zaman bir kölemi alıp kocam yapmak istemem. Bundan çok korkarım.  
Ancak Büyük Kral bu alışagelmemiş evlenme isteğini kuşku ile karşıladı. Bu nedenle ülkenin büyüklerini danışma için topladı.  
-Bütün yaşantım boyunca böyle bir şey başıma gelmedi. Diyen Suppıluliuma Büyük Odacı Başı Hattuşa-Ziti'ye:  
-Git ve bana gerçek sözü getir. Diyerek Mısır'a gönderdi.  
Suppıluliuma,kuşattığı Kargamış'ı zapt edip,kışı geçirmek için Hattuşaş'a döndükten sonra yollayan Hititlinin Mısır Kraliçesinin ikinci mektubunu getiren Mısır Elçisi Hani ile birlikte geri döndüğü aynı metinden anlaşılmaktadır.  
Bu mektupta Kraliçe Suppıluliuma'ya kendisine inanmadığı için sitem etmekte:  
-Neden beni aldatacaklar diyorsun ? Eğer bir oğlum olsa idi bir yabancıya yazıp sıkıntımı açığa vurur  muydum ? Sen benden kuşkulanıyorsun ! Kocam öldü ve bir oğlum da yok. Halktan biri ile mi evleneyim ? Senden başkasına yazmadım ! Herkes senin birçok oğlu olduğunu söylüyor,birini bana ver. O benim kocam olacak ve Mısır'ı yönetecek.  
Daha sonra metinde Suppıluliuma'nın Mısır elçisi Hani ile görüşmesi nakledilmektedir. Kral oğlunun Mısırlılar tarafından esir alınacağını kral yapılması konusunda kuşkularını belirtmektedir. Hani ise kraliçenin samimiyetini anlatır.  
Suppıluliuma sonunda ikna olur. Mısır Kraliçesinin isteğine uyar,önerisinin doğruluğuna inandıktan sonra bir oğlunu Mısır'a gönderir.
Bu arada Mısır'da kraliçenin düşmanları boş durmamış,iktidarı ele geçirmişlerdir.
Mısır tahtına Ay adını taşıyan bir saray memuru Usturpator (Gaspkral) gelmiştir.
Suppıluliuma'nın korktuğu başına gelir. Hitit Prensi gitmesi gereken yere ulaşamaz.
II. Murşilli'nin ikinci veba duasından Hitit Prensinin daha Mısır'a varmadan yolda öldürüldüğünü öğreniyoruz.  
Suppıluliuma büyük bir acı ile “Oğlumu öldürdünüz” diyerek yazmaktan ve yakınmaktan, kendisine müşterek kral yaptığı oğlu II. Arnuvanda'ya (MÖ:1346-1345) Mısır'da öç almasını söylemekten öteye bir şey yapamadı. Çünkü; Hattuşa'da “Kara Ölüm” kol geziyordu.
Filistin'den Hattuşa'ya getirilen tutsakların yaydığı vebadan ölen I.Suppıluliuma'nın yerine en büyük oğlu ve Müşterek Kral II. Arnuvanda geçti. Ancak o da birkaç ay sonra aynı hastalığa kurban gitti (M.Ö:1345)
Mısır'a gönderilen Hitit Prensinin Mısır tahtını ele geçiren Ay adlı Usturpator tarafından pusuya düşürülerek öldürülmesi olayı gerçekleşmemesi olmasaydı Dünya Tarihinin nasıl bir seyir takip edeceği hakkında yorumu siz sayın okurlara bırakıyorum. Mısır Firavunu olan bir Hititli kendisi adına Hattuşaş'a bir “Pramit” yaptırırımıydı acaba ?
Kaynak: AKURGAL E. Anadolu Kültür Tarihi Tübitak Yayını. 5. Hitit Festivali Çorum Tarihi Festival Komitesi Yayını
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 06

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  Mahmut Selim GÜRSEL

GÜRSEL YAYINEVİ ve ÇORUMLU DERGİSİ SAHİBİ
 
1947 tarihinde babamın subay olarak bulunduğu Erzurum'da bir at arabasında doğum evine giderken doğmuşum. Babam Eminsu Ali Rıza Gürsel, annem ise Fahriye hanımefendi idi. 
İlkokula İskenderun'da başladım. Ankara' da bitirdim. Ankara Yenimahalle Ortaokulunun birinci sömestrsinde babamın emekli olmasından dolayı 1960 yılında Çorum'a gelince Atatürk Ortaokuluna devam ettim.
İlkokul sıralarında okuyarak pilot olmanın düşlerini kurardım. Bu hayalim gerçekleşmedi.
Babamın "oku da oğlum ceketimi satar seni okuturum" diyerek bana yaptığı nasihatleri ters tepki yaptı. Babamın baskısı karşısında babama okumuyorum diyerek okulu birinci sınıfta bıraktım.
Marangoz çırağı olarak Azmi Başar ustanın yanına girdim.  Askere gidene kadar ustanın yanında çalıştım.
1967 tarihin de askerlik dönüşü, 28 Mart 1969 Ankara Emniyet Müdürlüğüne teknisyen olarak göreve başladım. 
Ortaokulu dışarıdan 2 yılda bitirdim 09 Ekim 1972 tarihinde polis memuru olarak Ankara'da altıncı şube ve kara kollarda çalıştım.
6 Eylül 1973 tarihinde Selma (Kurşuncu) Hanımefendi ile evlendim. 
10 Temmuz 1978 yılında ayında naklen Çorum İl Halk Kütüphanesine Memur olarak geçtim. Dışarıdan Çorum Ticaret Lisesini iki yılda bitirdim.
Kendi kendime Osmanlıcayı öğrenmeye uğraştım, Hat sanatı ile biraz ilgilendim 150 ye yakın Ser levham var, Çorum Güzel Sanatlar Galerisinde ve Kütüphane salonlarında bu levhaları sergiledim. 
03 Ağustos 1988 tarihinde İl Halk Kütüphanesi Müdür yardımcılığına atandım.
1990 tarihinde ilk kitabım olan Dewey Onlu Tasnif isimli kütüphanelerdeki kitapların tasnifi yapılan kitabı 10 yıllık bir araştırma ve çalışma iye "Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)" kitap haline getirip Kültür Bakanlığına sundum.   Kitabımdan Türkiye'deki bütün kütüphanelere dağıtılmak üzere 1000 adet satın aldılar. 
Marangozluk, oymacılık, polis memurluğu, memurluk ve idarecilik yaptım.
Her çalıştığım meslekte çeşitli önemli olaylar oldu ise de son çalıştığım kurumda bence en önemli bir hatıramı anlatmak istiyorum: Kütüphanedeki çalışmalarım ve " El Yazması Kitapların Çorum'da kalması için verdiğim çabalar neticesinde Bitlis Tatvan’a tayin edilme olayım beni çok yıktı. Fakat bu üzüntümün boş olduğunu zamanla gördüm. Rabb’imin izni ile Hacca gitmek nasip oldu, iki kitap daha yayımladım ve elinizde bulunan bu derginin çıkmasına vesile oldum. Mesleklerin insanlara sağladığı maddi avantaj olarak, evinizi geçindirecek, namerde muhtaç etmeyecek avantajından başka, manevi olarak; sizin yaptığınız işlerle ilgili karşılaştığınız problemleri değerlendirirseniz avantajların neler olabileceğini hayat okulundan öğrenmiş oldum.
1993 yılında Türkiye'deki bütün kütüphanelerde bulunan " El Yazması " kitapların Ankara Milli Kütüphanesine toplanma kararı veren Kültür Bakanlığına karşı Çorumlu hemşerilerimi haber dar ettim, mahalli radyodan ve gazeteler ile parti il Başkanlarını ile Millet Vekilimiz Adnan Türkoğlu ve Belediye Başkanımız rahmetli Turan Kılıççıolu'nun destekleri ve diğer kuruluşların da katkısı ile "El Yazma kitapları" Çorum'da kaldı. Açık öğretim için üniversite sınavlarına girip kazandım. İkinci sınıfta iken Çorum'a tam teşekküllü bilgisayar ortamında bir kütüphane kazandırmaktır. Yazma kitapların korunması ve Çorum'da kalması için yaptığım girişimim yüzünden
25 Nisan 1994 tarihinde Tatvan Bitlis'e Müdür olarak tayinim çıktı, tayin edildiğim yere gitmeyerek emekliliğimi istedim.
1994 Tarihinde nasip oldu eşimle birlikte Hacı olduk.
27 Mayıs 1998 tarihinde Çorum'da ilk Kültür Bakanlığından tescilli "Gürsel Yayınevi" tarafımdan açtım.
Yazı yazmaya beni kimse teşvik etmedi Kütüphane için hazırladığım kitap beni yazmaya teşvik etti. Yazılarım mahalli basında yayımlandı. Yazılarımdan dolayı bir ödül almadım; fakat kitapları ve bu dergi benim için en büyük ödüldür. 
 
Yayımlanmış çalışmalarım: 
 
" Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey) Haziran 1991 ", 
"Çorum 97 1997"
"Çorum'da Yatan Meşhur Yatırlar Haziran 1997- 2. basım 1998",
" Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih Ve Edebiyat Dergisi Temmuz 1998,
" Sarı Çiğdem Şiir Defteri Mart 2002" ,  
“Çorum 2002” adlı basılmış çalışmalarım bulunmaktadır. 
"Menakıb-ı Koyun Baba 2004"
"Çorum Yemekleri 2004 Eşimin Çalışması"
"Hacım Ağustos 2007"
"Çorumlular ve Çorum'a Hizmet Edenler Temmuz 2008"
 
Bakanlığa sunulmuş;"Alfabetik Türk ve Yabancı Yazarlar Fihristi" ve "Ne Nerede Başlıklı Arama Fihristi" basım için  hazır  beklemektedir.  Yazılarım  daha çok araştırma dalı ile makale türüdür. Tiyatro çalışmalarım,şiir ve  hikaye denemelerim bulunmaktadır.   Şu  anda  dergimde yazılarım çıkıyor. Benim okuyucularıma  diyeceklerim  şudur ki. Doğru bildiğiniz konuları savunun. Bu  savunmanız  size belki tepkiler getirecektir. Bu  tepkileri inceleyerek doğru olup olmadığını araştırın. 
Saygılarımla. 
 
Çorumlu 2000 42
ATATÜRK VE İLK HİTİTOLOGLARI 
Mahmut Selim GÜRSEL
Türkiye'de Hitit dilinin ve sanatının incelenmesinde bilim adamları kadar Modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün de büyük katkıları vardır. Atatürk, 1930'ların başında Türk Tarih Kurumu'nu kurarak Türkiye'de Hititlerin ve Anadolu'da yaşamış eski uygarlıkların araştırılmasının önünü açtı. Kendi tezi olan Hititlerin Türk olduğunu beyan etti.
Bizde Atatürk’ün bu tezini savunanlardanız. Bazen kendi kendimize acaba bu tabletlerin ilk okuyanı bir Türk olsaydı acaba ne kadar Türkçe kelime,terim bulacaktı diye çok uykularımız kaçtı.
Atatürk 1930 – 1933'lerde Anadolu'nun eski tarihi ve arkeolojisi konularında yetişmeleri için Avrupa ve Amerika'ya öğrenci gönderilmesini sağladı. Bizim tespit ettiğimiz ünlü Hititolog Sedat Alp(*) ve ünlü arkeolog Ekrem Akurgal(**) bu dönemde yurtdışına gönderilen öğrencilerden ikisidir.
Atatürk 1935 yılında Alacahöyük kazılarının başlamasına da ön ayak oldu. Nazi rejimi altındaki Almanya'dan Sümer, Asur ve Hitit dili uzmanlarının Türkiye'ye davet edilmeleri  Atatürk zamanında oldu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi 1936 yılında Atatürk tarafından açıldı.
 
(*)Ord. Prof. Dr. Sedat Alp, 1913 yılında Selanik'te doğdu. 1932 yılında devlet sınavını kazanarak Almanya'da Eskiçağ tarihi, Hititoloji ve Sümeroloji öğrenimi gördü. 1949 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesinde ordinaryüs profesör oldu.
Sedat Alp'in Hititolojinin çeşitli dallarında pek çok keşif ve buluşları bulunmaktadır. Hititoloji üzerine çeşitli dillerde sayısız eseri yayınlanmıştır. Dünyanın çeşitli üniversitelerinde  konuk profesör olarak çalışmış ve konferanslar vermiştir. Alp, 1953 yılından bu yana Konya – Karahöyük kazılarının başkanlığını yapmaktadır.
Alp, 1946 yılında Türk Tarih Kurumu üyesi olmuş, 1983 yılına dek kurumda çeşitli görevlerde bulunmuş ve kapatılmadan önce kurumun son başkanlığını yapmıştır.
Alp, İtalyan Cumhurbaşkanı'nın Commendatore nişanı (1957), Federal Almanya Cumhurbaşkanı'nın liyakat nişanı (1972), Paris College de France madalyası (1980), Federal Almanya Cumhurbaşkanı'nın yıldızlı liyakat nişanı (1991), İtalyan Cumhurbaşkanı'nın Grande Ufficiale nişanı (1991) sahibidir.
(**)Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, 1911 yılında İstanbul'da doğdu. 1931 yılında devlet sınavını kazanarak Almanya'da arkeoloji öğrenimi gördü. 1957 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesinde ordinaryüs profesör oldu.
Ege'de Foça, Çandarlı, Erytrai ve İzmir antik kentlerini ortaya çıkarmıştır. Eski Yunan, Hitit –Hatti ve eski Anadolu uygarlıkları üzerine çeşitli dillerde sayısız eseri yayınlanmıştır. Akurgal, Avrupa'da yedi akademiye üyedir ve dünyadaki pek çok bilim kuruluşunun şeref üyesidir. Bordeaux Üniversitesi (1961), Atina Üniversitesi (1988), Lecce Üniversitesi (1990), Anadolu Üniversitesi (1990) kendisine şeref Doktoru sanını vermişlerdir.
Akurgal, Federal Almanya Büyük Liyakat Nişanı Yıldızlı Rütbesi (1979), Goethe Madalyası (1979), Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü (1981), İtalyan Commandatore Nişanı (1987) ve Fransız Légion d'Honneuer Officier rütbesi (1990) sahibidir.

 

Çorumlu 2000 42. sayı
 
HİTİTLER;ULUSLARARASI HİTİTOLOJİ KONGRELERİ
Mahmut Selim GÜRSEL
MÖ:19. ve 18. yüzyıllarda Anadolu’da yaşayan kavimlerin bulunduğu görünmektedir. Asurlu tüccarlar, yerel Anadolulu beylerin de izinleri ile Anadolu’da yaygın bir ticaret ağı kurdukları bilinmektedir.  Ticareti yoğun olan büyük yerleşmelere Karum,küçük birimlere ise Vabartum adı verilmektedir. Burada yapılan ticaret genellikle Asurlu tüccarlar tarafından yapıldığı için, bu dönem “Asur Koloni Çağı” olarak adlandırılmaktadır. Ancak bu koloniler, birer sömürge olarak algılanmamalıdır. Asur ile Orta Anadolu arasında oldukça geniş bir yol ağı yer almaktaydı ve ticari mallar bu yollar üzerinden kervanlar ile götürülmekteydi.
Anadolu ile yapılan ticaretin önemini anlamak için;o devrin en önemli metali olan Bakır,Mezopotamya’dan Anadolu’ya getirilen kalay ile Anadolu’dan Mezopotamya’ya götürülen bakır,kalay karışımından elde edilen bronz, değiş tokuş edilen malların sadece en önemlileridir. Ayrıca Çorum çevresinde yetişen ve boya sanayisinin en önemli bitkisi olan “Cehri” de Asur kökenli olan bu tüccarların ticari emtiası arasında görülmesi gerekmektedir. Bizce bu ticaret sadece Mezopotamya ile ilgili olmadığı,Arabistan Yarımadasına kadar uzandığı ve iki ülke arasında bir savaşın bile olduğu bilinen Mısır’ı bile ticaret ağının içine aldığı düşünülmelidir. Tüccarların güvenli bir ticaretin sağlanması için de Anadolu beylerine belli ölçüde bir vergi ödemeleri de tabidir.
Bizim esas konumuz tarih yazmak olmamakla beraber siz okuyucularımıza kısa bilgiler vermektir. Biz yazımızla asırları atlayarak;Çorum’u ilgilendiren bölüm olar ve Cumhuriyet Döneminden öncelerine,Osmanlı döneminin son dönemine gelelim.
Hititlere ait olduğu düşünülen ören yeri ilk kez 1834 yılında Charles TEXIER tarafından gezilerek, dünyaya tanıtıldı. 
1887 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’nin yaklaşık 300 km güneyinde bulunan Tellel Amarna’da  Firavun IV. Amenophis’e ait bir tablet arşivi bulundu. Bu buluntu önceleri halk tarafından koleksiyonculara tek tek el altından satılmaya başlandı;daha sonra sistematik bir kazı ile bu arşiv tüm olarak ortaya çıkarılır. Bu arşiv Amarna Mektupları olarak literatüre geçti. Belgelerin çoğu o yıllarda bilim adamları tarafından okunabilen Babilce olarak yazılmıştı. Bu arşivde ele geçen  iki tablet o zaman için bilinmeyen bir dil ile yazılmıştı. Aynı dil ile yazılmış belgeler, 1907 yılında Alman Hugo Winckler tarafından kazılmaya başlanan  Boğazköy’de  bulunan Tablet arşivi içinde de bulunmuştur. Bu dil nihayetinde 1917 yılında Macar asıllı alman bir dilbilimcisi olan Bedrich Hrozny tarafından çözüldü.
Boğazkale bölgesinde 1882'de başlatılan çalışmalar, 2. Dünya Savaşı sırasında verilen kısa ara dışında bugüne kadar kesintisiz olarak sürdürüldü. Cumhuriyet Döneminde bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği direktifle ören yerinde kazılara devam edildi. 1994 yılından bu yana Alman Dr. Jurgen SEEHER başkanlığında yürütülüyor.
Bizce on binleri bulan Hitit arşivleri ne yazık ki Osmanlı döneminde kazı yapan ekipler tarafından ülkelerine incelenmek için götürüldü. Bizlere geri getirildiği söylense de tamamının getirildiğine inanmıyorum. Hititlerin başkenti olduğu belgelenen;lanetlenmiş şehir olarak bilinen Boğazköy ören yeri Hitit Devleti'nin eski çekirdek bölgesinin merkezinde yer alıyor. Ovadan 300 metre yükseklikte kurulmuş olması etrafının kayalar ve dağ yamaçlarının bölünmesiyle de dikkati çeken ören yeri kuzey ve batıda bulunan  derin uçurumlarla sınırlanmasına karşın kentin kuzey kısmı dışındaki bölümleri surların alt kısımları bir nevi piramidi andıran duvarları çevrili.
Tarihe yeni bilgi ve belgeleriyle damgasını vuran Hitit uygarlığının Başkenti Boğazköy'de (Hattuşaş), arkeoloji dünyasına ışık tutacak yeni yeni bulgulara ulaşılıyor. Boğazköy’ün yanı sıra Ortaköy’de ve yeni buluntular ortaya çıkarılmaktadır.
Boğazköy’de bulunan tahıl depolarından, dünyada bugüne kadar çok miktarda yangından arata kalmış  arpa ve buğday çıkarıldı ve yeni bulgular araştırılmaya devam edilmektedir.
Bizim bu gün gündeme aldığımız “Uluslarası Hititoloji Kongresi ”nin kısa tarihçesini de inceleyelim.
Benim emekli olmadığım yıllar içinde;o zamanın Çorum Başkanı olan Rahmetli Dr. Turan KILIÇÇIOĞLU’nun  temelini attığıdır. İlki 15-16 Ekim 1981 tarihinde düzenlenen “Uluslar Arası Çorum Festivali” ile çekirdeği atılmış oldu. Turan Beyin en büyük emellerinden bir tanesi de Çorum’da bir HİTİT KÜTÜPHANESİ meydana getirebilme çalışmaları olmuş,imkansızlıklar ve ilgisizlikler sonucu bu emeli maalesef uygulama alanı bulamadı. Bizce halihazırda bulunan Hasan Paşa Kütüphanesi ihtisas kütüphanesi olması için hiçbir sakıncası olmayan,el Yazma Kitapları,Arap Harfli Matbu Kitapları ve Latin Harflere geçilmesinden bu güne kadar bulunan muazzam bir kitap arşivi önerimizi haklı çıkartabilir. Bu bir hayal olarak görülmemelidir. Kütüphaneler arası yardımlaşma ile bibliyografyalar ve kataloglar taranarak ne kadar Hititler ile ilgili kitap varsa buraya toplanarak okuyuculara sunulur. Bu günkü teknoloji ile CD veya fotokopi ile kitapların tek olanları kopyalanır.
Alınan karar gereği: Hititoloji Kongresi üç yılda bir düzenlenmekte olup,bir yıl yurt içinde,bir yıl yurt dışında yapılmaktadır.
I. Uluslararası Hititoloji Kongresi Uluslararası 1. Hititoloji Kongresi bildirileri (19-21 temmuz 1990).
II.Uluslararası Hititoloji Kongresi İtalya’da Pavia şehrinde yapılmıştır.
III. Uluslararası Hititoloji Kongresi Bildirileri Çorum, 16-22 Eylül 1996, 1996 yılında üçüncüsü gerçekleştirilen Kongre, Türkiye-Çorum'da yapılmıştır. Yurt içi ve yurt dışında pek çok bilim adamının Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak sundukları bildiriler, Ord. Prof. Dr. Sedat Alp ve Prof. Dr. Aygül Süel tarafından yayına hazırlanmış ve toplam 57 bildiriden ve 614 sayfadan oluşan bu kitap bilim camiasına sunulmuştur. Kitabı: İçindekiler ,Çorum Valisi'nin konuşması,Çorum Belediye Başkanı’nın konuşması,Kongre Başkanı’nın konuşması  ve Bildiriler  bölümlerinden oluşmaktadır.
IV.Uluslararası Hititoloji Kongresi:
4-8 Ekim 1999 tarihlerinde Almanya’nın Würzburg’da dördüncüsü düzenlenen Hititoloji Kongresinde bildiri sunanlar :Prof. Dr. Yaşar Coşkun, Prof. Dr. Ali Dinçol, Doç. Dr. Belkıs Dinçol, Doç. Dr. Cem Karasu, Prof. Dr. Mehmet Özsait,kazı ekibinden Arkeolog Nesrin Özsait ile beraber, Prof. Dr. Aygül Süel, Prof. Dr. Jak Yakar ayrıca Prof. Dr. Ali Dinçol, Doç. Dr. Belkıs Dinçol ve Tel Aviv Üniversitesi’nden Dr. Aviya Taffet ile beraber hazırladıkları, “The Likely Borders of the Appanage Kingdom of Tarhuntaşşa” başlıklı bildirilerini sunmuşlardır.
V. Uluslararası Hititoloji Kongresi:02-08 Eylül 2002 Çorum
GÜNDÜZ PROGRAMLARI:
Açılış Töreni:
Saat 11,00 Devlet Tiyatro Salonu.
Kongre Başkanı Ord. Prof. Dr. Sedat ALP’ın Konuşması
Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nusret ARAS’ın Konuşması
Çorum Belediye Başkanı’nın konuşması
Çorum Valisi Atıl ÜZELGÜN’ün Konuşması
Kültür Bakanı Prof. Dr. Suat ÇAĞLAYAN’ın Konuşması
Bu sayımızın dizgisi yapıldığı 28 Ağustos 2002 tarihi saat 17,30’a kadar diğer günlerin nerede,nasıl yapılacağı hakkında ne İl Basın Bürosundan,nede Belediye Kültür Müdürlüğünden bilgi alınamamıştır. Ayrıca yukarıdaki açılış programı da bir davetiyeden alınmıştır. Aşağıdaki program ise İl Basın Bürosundan alınmıştır.
Gelecek sayımızda ise bize göre eksiklikleri ve yapılan etkinlikleri davet edildiğimiz ölçüde sizlere anlatmaya çalışarak gelecek altı yıl içinde neler yapılacağını irdeleriz.
AKŞAM PROĞRAMLARI:
02 Eylül 2002 Pazartesi saat 21,00 Atatürk Kapalı Spor Salonu Ankara Davlet Klasik Türk Müziği Korosu Müzik Konseri.Solistler Zekai TUNCA ve Zerrin NAYCI
03 Eylül 2002 Salı saat 21,00 Atatürk Kapalı Spor Salonu Kültür Bakanlığı Konya Türk Tasavvuf Müziği ve Sema Gösterisi
04 Eylül 2002 Çarşamba saat 21,00Devlet Tiyatro Salonu Ankara Devlet Opera Balesi Genel Müdürlüğü Sanatçılar konseri
05 Eylül 2002 Perşembe saat 21,00 Devlet Tiyatro Salonu İstanbul Modern Folk Müzik Topluluğu Genel Yönetmen Ferhat LİVANELİOĞLU;Solistler Sevingül GÜLER,Julide KARAN,Cihat OKAN
06 Eylül 2002 Cuma saat 21,00 Devlet Tiyatro Salonu Ankara Devlet Opera Balesi Genel Müdürlüğü Sanatçılar Konseri
07 Eylül 2002 Cumartesi Devlet Tiyatro Salonu Mersin Opera Balesi Müdürlüğü Sanatçılar Konseri

 

Çorumlu 2000 42. sayı
ESKİ ESER KAÇAKÇILIĞI
Mahmut Selim GÜRSEL
Eski eser kaçakçılığı;günümüzün değil eserin yapıldığı anda başlayan bir kaçakçılık olarak görmemiz sakıncalı görülemez. Tarihi bir eser;o zamanın kaçakçıları tarafından bu esere kıymet veren kişilere belli bir ücret veyahut bir taviz karşılığında verilmesi,önerilmesi diye görebiliriz. Açıkça söylemek gerekirse bu işleme “hırsızlık” dememiz daha doğru olur.
Bizlerin zaman içinde okuyup araştırdığımız eserlerin içinde tarihi hazinelerimizin yabancılar tarafından ülkelerine öyle veya böyle götürüldükleri bir gerçektir. Bu gerçeğin bir boyutu da geçenlerde Internette sörf yaparken rastladığım bir siteden okuduğum bilgi ile hem sevindim,hem de üzüldüm.
Benim bildiğim bu götürülme işleminin zaman içerisinde geri gönderilmeye dönmesi beni oldukça sevindirdi. Fakat Internet adresinde yazılı olan bilgide en son 1984 yılından sonraki gelişmeler  ya güncellenmemiş,ya da olduğu gibi bırakılmıştır.
Aşağıda bulunan yazıdan; Boğazköy Sfenksi (leri)nin geldiği belirtilmiştir. Bir Çorumlu olarak bu Boğazköy Sfenksinin gerçek yerine iadesi daha gerçek değil midir ? 
Ayrıca aşağıda geçen yazıda bildirilen kil tabletlerin adetleri tam mıdır ? Yoksa gerçek dışı bir fazlalığı mı iade etmişlerdir. Bu da meçhuldür.
Saygılarımla.
“Tarihi eser ve arkeolojik kalıntı açısından dünyada en önemli bölgeler arasında sayılan Orta Doğu ve Ön Asya alanında en zengin tarihi eser, harabe ve gömülerin bulunduğu Anadolu toprakları, Arkeoloji dalının önem kazanmaya başladığı 1800 yıllarından itibaren özellikle Avrupalı ve Amerikalı arkeolog gruplarının çalışmalar yaptığı bir bölge olarak ortaya çıkmıştır. Truva, Bergama, Efes gibi kazılar daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleştirilmiştir.
Gerek bu kazı çalışmalarını yürüten gruplar ve sayıları giderek artan ülkemizi ziyaret eden turistler, gerek bu tarihi zenginliklerin çokluğu ve kontrolsüz el değiştirmesinden yararlanmaya çalışan uluslararası tarihi eser kaçakçıları ülkemizden önemli sayıda tarihi eseri yasadışı yollardan yurtdışına çıkarmışlardır. Bu eserler ziynet eşyası, sikkeler, heykelcikler, mezar taşları, lahitler, seramik ve çiniler, çanak çömlek gibi küçük eserlerin yanında, arkeolojik kazılarda çıkarılan, sfenks ve Bergama örneğindeki gibi parçalar halinde götürülen tapınaklar da olmuştur.
Almanya
Boğazköy Sfenksi
Eski Hitit Başkenti olan Bogazköy'de 1906-1912 yılları arasında Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Berlin Üniversitesinden Prof. Winkler'in ve Müze-i Humayun adına uzman Makribi Bey'in katıldıkları arkeolojik kazılarda ortaya çıkartılan iki adet sfenks ve 10.400 adet kil tablet, sonraki yıllarda Müze-i Humayun ve Berlin Arkeoloji Müzesi arasında varılan mutabakat sonucunda gerekli temizleme, restorasyon, kodifikasyon ve yayın işleri gerçekleştirilmek üzere, ilgili Türk makamlarının izni ile ve söz konusu çalışmaların bitiminde Türkiye'ye iade edilmek koşulu ile çeşitli tarihlerde Berlin Müzesine gönderilmişti.
Söz konusu eserlerin ülkemize iadesi için ikili temasların yanında, UNESCO Sözleşmeleri ve diğer uluslararası sözleşmelerin ilgili hükümlerinden istifadeyle iadesi sağlanmaya çalışılmakta ancak bunlardan sonuç alınamaması durumunda dava yoluna gidilmektedir. Tarafımızdan iadesi talep edilen yurtdışındaki eserler şunlardır:
Söz konusu eserlerden bir adet sfenks, diğer sfenksin bir kanadı ve 3000 adet kil tablet 1924-1943 yılları arasında işlemleri tamamlanarak Türkiye'ye iade edilmişti.
İkinci Dünya Savaşı'nın elverişsiz koşulları nedeniyle geri kalan bir adet sfenks ve 7.400 adet kil tabletin Türkiye'ye iadesi mümkün olamamış, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nin kurulması ile söz konusu eserler DAC topraklarında kalan Berlin Ön Asya Müzesi'nde tutulmuş ve sergilenmeye başlanmıştır.
1986-87 yıllarında DAC nezdinde yapılan girişimler ve bir şikayet dosyası hazırlanarak UNESCO'ya başvurulması üzerine DAC yetkilileri 7.400 adet tabletin Türkiye'ye iadesini kabul etmişler ve tabletler 1987 yılı Ekim ve Kasım aylarında Türkiye'ye gönderilmiştir. İkinci sfenksin de Ülkemize iadesi hususunda Almanya ile yapılan ve 1994 yılında kesilmiş bulunan ikili görüşmelerin yeniden başlatılmasına çalışılmaktadır.
Çorumlu 2000 42.sayı
Mahmut Selim GÜRSEL

HATTİ
Bize öğretilen Hititlerdi;
Neyin nesi bu Hatti ?
Hani bu Hatti nerede ?
Hangi ilin içerisinde ?
 
Bizim bildiğimiz şimdi,
Yok mu oldu şimdi hepsi,
Kimdi bize bunu öğreten,
Bu yanlış bilgileri veren.
 
Hitit demek Hatti midir,
Bunu bize kim öğretir ?
Hitiler kimdi derim,
Bunu bilen ilk kimdi?

Çorumlu 2000 42.sayı
Mahmut Selim GÜRSEL
 
HİTİTLERİN ÜLKESİ
Geldiler Orta Asya’dan
Anadolu topraklarına.
Hatti’lerin emrinde asker
Sonra ise muzaffer er.
Savaştılar Anadolu için,
İşte onlara güzel bir yer.
Başkomutanları idi Anitta
İsyan ettiler Hatti’ya
Yaktı yıktı Anitta Hattuşaşı
Birde Rabb’ine bedduası
Burada ot bitirme dedi,
Kendi çevresine emretti,
Bir daha buraya gelmeyiniz,
Bir ot dahi burada bitirmeyiniz.
Bir zaman sonra oldular birlik,
Hepsi eridi oldular teklik.
Unuttular kendi vatanını,
Buldukları yerde kaldı canı
Onlarda yaşadılar burada,
Anadolu’da,Çorum’da
Savaştılar dünya ile,
Her türlü bela,hile,desise.
Bir gün onlarda silindiler,
Tarih denen bu defterden.
Oturdukları yerler şimdi,
Eski düzenliklerdeki  gibi.
Bakar durur burada oturanlar,
Ders almazlar,bu kalanlardan.
Birlik,beraberlik yoksa,
Silinirsin sonda orda,
Kimse seni kurtaramaz,
Vatanını bil ey yaramaz,
Sen de Hittit’ler gibi olma,
Bu vatan sonra kalmaz sana,
Pişmanlık gelmeden uyan,
Atatürk gibi atandan öğren,
Su uyur düşman uyumaz,
Seni ortak yapmak için tez,
Sonra silmektir düşman tez.
Dikkatli at adımını ey Türk !
Bu vatandan başka yer yok.
Dikkat et,dikkatli ol etrafından,
Sana tuzaklar kurarlar inan.
Bu vatanda kal;atan gibi dik,
Mukaddes topraklarda yatan
Atan gibi. Olma dikkat et,
Onlar dikkat etmedi inan,
Yok oldu Hittit gitti inan.
Bu bir masal değil esastır,
Dikkat et ders al,bu tekrardır.
Vatan elden öyle böyle gitmeden,
Sen sen ol,kendini bil,
Buradaki ümit bitmeden,
Çok uzattık sana nasihati,
Bil Hitit’i,Hatti’yi,öğren,
Onların başlarına gelen,
Senin de başına gelmeden,
Uyan Ey Türk evladı uyan,
Bu vatan gitmeden elden,
Bil kıymetini senin toprağın bu,
Bilmezsen,ondanda olursun hu !
Benim sana sözüm budur inan,
Bu Cennet vatan,senin uyan.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 07

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  Mesut ARTAR

1953 yılında Kayseri'de doğmuşum. Ortaokulu ve liseyi Çorum'da okuduktan sonra,o senelerde adı mektupla eğitime 1 sene devam etti. Fakat; o zamanki  ideolojik ortamda imtahanlara katılmamız zor olduğundan okulu bıraktım.  İlkokul sıralarında  herkesin  birkaç meslek dalına eğilimi olduğu gibi,benimde  meslekten mesleğe haftalık,hatta günlük ideallerim oluyordu. Bunların başında resim  veya beden öğretmenliği başta geliyordu. 3
Zaman ve şartlar benim  aklımın köşesinden dahi geçiremediğim  meslek  grubuna itti. 23 sene özel  bir kuruluşta yöneticilik yaptım. Mesleğimin gereği  devamlı  insanlarla haşır neşir olduğundan,insanların iyisini,kötüsünü,çaresizini,kendini aşağılık veya yükseklik kompleksine kaptıranlarını  tanıdım.  Bu tecrübeler  parayla,pulla satın alınacak veya öğrenilecek şeyler değildir.  Mesleğimi her kesime önerebilirim. İnsanlara yardım etmek,onların dertleriyle ilgilenmek in sana apayrı bir haz veriyor. 
Avantajları ise; sizin onlara bir nebze yardımınız dokunduysa  insani  çevreniz  çok oluyor . 
Yazı yazmaya ilkokul sıralarında ufak çaplı yazılar  yazarak başladım. Bunlar daha çok duvar gazeteleri veya okul tarafından çıkartılan dergilerde yer aldı. Yazdığım yazılardan dolayı hiçbir ödül almadı ama,ilkokul,ortaokul ve lise yıllarında yapmış olduğum resim çalışmalarından ufak tefek birkaç ödüle layık görüldüm. 
İdealime ulaştım. Bundan fazlasını istemi yorum. Huzurlu ve mutlu bir hayat yaşamayı arzuluyorum. 
Yazılarım  serbest  olarak yazıyorum. Önceden  tasarlanan ve  planı  yapılan hiçbir yazım yok. Günün  şartları veya o günkü etkilendiğim bir olaydan dolayı  yazıyı kaleme alıyorum. 
Bize bu  fırsatı verdiği için Mahmut Hocaya  çok  teşekkür ederim.  Yayın  hayatının daima başarılı ve devamlı olmasını yüce Allah'tan  niyaz ederim. 
 
HİTİTLER 
Mesut ARTAR
Hititler'in Anadolu'ya göç tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. MÖ 2000 yıllarında Hint-Avrupa kavimlerinin doğuda Kafkasya üzerinden Anadolu'ya girdikleri en kabul gören tezlerdendir. Tezlerden bir diğeri Çanakkale Boğazı'ndan, bir başkası ise, Karadeniz'den geldikleri varsayımıdır. Yeni gelenler yerli Anadolu Hatti  Beylikleri'ni egemenlikleri altına almışlar, kısmen politik ve askeri, bir dereceye kadar da ekonomik gücü ellerinde tutmuşlardır.
MÖ II .bin başlarında, Yukarı Mezopotamya'daki Assur şehrinin zengin tüccarlarının Anadolu ile yoğun bir ticari ilişkiye girmiş olduklarını görüyoruz Orta Anadolu'nun geniş toprakları üzerinde kurulan küçük krallık veya beylikler, "Karum" adı verilen pazar yerleri ile son derece canlı birer ticaret merkezleriydiler. Assurlu tüccarlarla birlikte gelişen bir başka ve çok önemli olgu ise, MÖ II. bin de Anadolu'da bilinmeyen fakat Mezopotamya'da MÖ 3000 yılından beri kullanılan çivi yazısının Anadolu'ya gelişidir. Böylece Anadolu tarihi çağlara girmektedir. Kilden yapılmış tabletler üzerine yazılan mektuplardan, Assurlu tüccarların Anadolu'ya kumaş, koku ve kalay madeni getirerek yerli krallara ve halka sattıklarını, karşılığında altın, gümüş ve bazı tunç malzeme aldıklarını öğreniyoruz.
Koloni Çağı'nı izleyen Eski Hitit ( M.Ö. 18.yy.) ve Büyük Hitit Krallığı dönemleri sonunda, takriben 1200 yıllarında batıdan gelen ve Deniz Kavimleri diye adlandırılan toplulukların istilası ile Hitit İmparatorluğu son bulmuş ve Hititler yaşamlarına şehir beylikleri halinde devam etmişlerdir.
Başkentleri:Hattuşa Anadolu'da ilk kez organize devlet kuran Hititleri'in başkenti olan Boğazköy (Hattuşa), dağlık-engebeli bir arazi kurulmuş olup Çorum,a uzaklığı 82 km'dir. Boğazköy'ün gerçek tarihi M.Ö. 1900'den az sonra başlar. Geç Hitit ve Asur belgelerinden öğrendiğimize göre Boğazköy; Hattuştu ve Pijusti adlı krallarla son bulan bir hanedanlığın merkezi idi. M.Ö. 19. ve 18. yy.'da Hitit öncesi'deki dönemde Boğazköy'de, Hattiler ve Asurlu tüccarlar da konaklamaktaydılar. Şehirde Asurlu tüccarların ticaret yaptıkları "karum" denilen bir pazar yeri bulunmaktaydı.
Boğazköy, M.Ö. 1200 yıllarına kadar Hititler'in başkenti olma özelliğini korumuştur. İlk Hitit kralı olarak Hattuşa'lı anlamına gelen Hattuşili'yi görüyoruz.
Kentin asıl merkezini büyük kale teşkil eder. Büyük kalenin kuzeybatı yamacında Hitit İmparatorluk dönemine ait özel evler ile Büyük Mabed'in yer aldığı "aşağı şehir" bulunmaktadır. Şehrin güney kısmını teşkil eden "yukarı şehir"; M.Ö. 13. yy kralları tarafından yapılmış sandık şeklindeki surlarla çevrilmiştir. Bu surda Kral Kapısı, Potern, Sfenskli Kapı, Aslanlı Kapı yer almaktadır. Yukarı şehir içinde Yenice kale ve Sarıkale tahkim edilmiş olarak yapılmıştır.
Hitit Krallığı; M.Ö. 1200'deki Deniz Kavmi Göçleri sonunda Trak asıllı kavimlerin baskıları sonucu yıkılmış olup, dolayısıyla Boğazköy de başkent olma özelliğini kaybetmiştir. M.Ö. 750 yılında Friklerin yerleşimine sahne olmuştur. Hellenistik çağda ise Boğazköy; büyükçe bir yerleşim alanı olamaktan öte gidememiştir. Bizans çağında da iskan edildikten sonra Boğazköy'e 18. yy.'da bugünkü sakinleri yerleşmiştir.
Antik Hattuşa harabeleri ile Yazılıkaya Açık Hava Mabedi birer açık hava müzesi olarak önem taşımakta olup, ayrıca; Milli Park projesi kapsamına alınmış ve Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 08

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Osman ÜNSAL

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İnsanların en çok zorlandıkları kendilerinden söz etmektir. Ama ne var ki zaman zaman bu da gerekli oluyor. Böyle bir  durumla  karşılaşınca aklıma hep Yunus'un "Ete kemiğe büründüm. Yunus suretinde göründüm" deyişi gelir. Belki ciltlerce kitap  yazılsa,yine de yalın,böylesine kapsamlı ve böylesine veciz anlatamaz bir insan  kendisini, Yunus'un Yunus'ca anlatımı hariç. İnsanlar büyüdükçe  tevazuları ile  daha da   büyürler.  Merhum Mehmet  Akif Ersoy'un "Sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir" deyişi gibi. 
Güzel  geleneklerimizden  biri  olan bu al-çak gönüllülüğü ecdadımız hayatlarında da  geniş anlamıyla uygulamışlardır. Kültür mirasımız camiler, saraylar, köprüler, türbeler, mihrablar,mimberler,ciltler, tezhipler, besteler,şiirler yapan,yazan bu insanlar  benlik duygusu,  gururlanma olmasın diye adlarını bile gizlemişler.  O  hayranlıkla izlediğimiz eserlerinin görünmez bir  köşesine "Hakir-ül fakir" ibaresini  yazıp  geçmişlerdir. Günümüzde  yavaş yavaş terk edilen bu  anlayış  yüzünden  pek  çok sanatçılarımız adından ve  kimliğini bilmekten bizi yoksun bırakmıştır. 
Biz  sıradan  insanlarsa  olağan  işlerimizi marifetler gibi anlatır payeler çıkarırız. Bende böyle bir sürçü lisan ettimse af ola. 
Çocukluğumuzda  dinlediğimiz   masallar hep " Bir varmış,bir yokmuş " diye başlardı. O çocuk dünyamızda sihrini kavrayamadığımız,ne saç ma diye nitelediğimiz bu deyim;sevdiklerimiz,dostlarımız birer,birer  çekip  gittikçe aramızdan,engin manasını  içimiz burkularak daha bir kavrıyoruz. 
Nüfus cüzdanımda 1944 Çorum doğumlu olduğum yazılı. Anamın dediğine göre Zemheride doğmuşum,beni 1 yaş küçük yazdırmışlar,ekmek karneyleymiş,şeker 5 liraya çıkmış uzunca bir süre çayı kuru üzümle içmişler. Sen doğduktan sonra  pek yokluk çekmedik derdi.  Eee ;  kolay değil II. Dünya  Savaşı'nın en şiddetli günleri,dünya cehennem gibi,düşman sınıra dayanmış. 
1962 de Çorum Lisesini bitirdim. O yıl Ankara  Üniversitesi merkezi  sınav  sistemine geçti ve ilk bize  uygulandı.  Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji bölümüne girdim. 1967 de bitirdim.Çocukken zabit olacağım dermişim, nasip işte Arkeolog oldum. Kütahya ve Çorum müzelerinde uzman olarak çalıştım. Meslek hayatımda Aydın-Milet,Çorum-Alacahöyük,Çorum- Boğazköy,Kütahya-Aizanı,Adıyaman-Horis, İçel- Gülnar,Muğla-Kaunos ve Çorum-Pınarçay    kazılarına katıldım. 
1977 de Çorum İl Kültür  Müdürlüğünü,  1989 da Çorum İl Turizm   Müdürlüğünün  ilk  Müdürlüklerini     yaptım, kuruluşlarını  gerçekleştirdim. 
1994  yılında Çorum İl   Turizm  Müdürü iken emekli oldum. 
Çorum 1973 - 1990 Çorum İl Yıllıklarının  ve  bazı dergilerin  hazırlanmasında   görev  aldım  ve  mesleki  yazılar yazdım.  Evli ve 3 çocuk babasıyım. 
Bizim  kuşaklar belki dedelerimizin, babalarımız kadar yokluk  çekmedi. Ama,ben  50  yılda  ülkemizin  tarım toplumundan,  sanayi toplumuna, köy  yaşantısından şehire, manyatolu telefondan, cep  telefonuna, gaz   lambasından elektriğe, stabilize  yoldan otoyola,renkli televizyona, bilgisayara, internete kısaca geleneksel toplumdan, modern topluma  geçti.   Bizim kuşaklar da hiçbir şey yapmayanlar  bile toplumdaki  bu  büyük  sosyal, kültürel ve  ekonomik değişimde  köprü  oldu. Bu direnci, bu  enerjiyi,bu  uyumu gösterdi,bu fonksiyonu icra etti.

 

Çorumlu 2000 3. sayı

TARİH SOHBETLERİ I

Osman ÜNSAL

"Zaman  bir boyuttur"ezelden ebede akıp giden... Ve insan,yüce yaradanın takdir ettiği  bir  zamanda, ömür dediğimiz bir süre kadar,bu zaman treninin yolcuları arasına katılır. Vakti gelen biner, süresi  dolan iner ve bu tren yeni  istasyonlarda   yeni yolcularla yoluna devam edip gider. "Göz  açıp kapayıncaya kadar geçen"  şu kısacık ömürde yine de "Musa Musalığını, firavun da  firavunluğunu" yapmaktan geri kalmaz ne diyelim bu da bir ilahi taktir. Şu anda  hayatta  olanlar,çağdaşlarımız;bu yolculuğa  çıkmak elimizde değildi,bu yolculuğu sona erdirmekte elimizde  değil. Ama bu zorunlu birliktelikte  gönüller  feth  etmekte  lanet  ettirmekte elimizde. Ne mutu hayırla  anılacaklara ve ne mutlu Yunus'ca sevip sevilenlere...
Uzmanlara  göre  Güneşin yaşı 20 milyar yıl,Dünyanın  yaşı  ise 15 milyar yıl. Işığını gördüğümüz  bazı   yıldızlar  Dünyamızdan 20 milyon ışık yılı uzakta,bir başka değişle şu anda gördüğümüz ışık o yıldızın 20 milyon yıl önce  yaydığı ışık. Şimdi o yıldız belki mevcut bile  değil. Yeryüzünde bulunan bazı hayvan fosillerinin yaşı 200 milyon yıl öncesine kadar uzanıyor.  Fosilleşmiş  bazı  insan kemikleri için ise  200  bin yıl  öncesinden  söz ediliyor. Yani Dünya;atmosferi,suyu,havası,doğası,bitki örtüsü, fiziksel ve  kimyasal yapısı ile 15 milyar yıl hazırlanıyor. "Eşref-i  mahlukat  olan insan oğlu"nun rahatı için muazzam ve  mükemmel bir doğal denge kuruluyor. Ne yazık ki insanlarda bu dengeyi bozmak için gayret çok ama ya sorumluluk !..
İnsanlığın uygarlık tarihini izleyebilmek M.Ö. 15 binden  itibaren  berraklaşıyor. İnsanı diğer canlılardan ayıran vasfı aklı ve düşüncesi. Bunun  aklını  ve  yeteneklerini kullanması, çevresine biçim  vermesi,alet yapması ile yani iz  bırakmasıyla  başlıyor. Yaşadıkları  mağara duvarlarına  çizdikleri  resimler  ve  yontulmuş taş ve kemik  aletler  günümüze  ulaşabilen ilk eserler  ilk örnekler. İnsanın taşı yontması, çanak  çömlek yapması ile başlayan uygarlık serüveni  tekerleğin keşfi,yazının icadı..... ile devam etmiş,  atomu   parçalayan insan oğlu yirminci  yüzyılın  ikinci yarısında uzaya adım atmıştır.
Dilerseniz; biraz da tarihi sayfaları arasına girelim ve sohbetimize Hititlerle devam edelim. Ama bu sohbette olayları klasik bir tarih anlatışı dışında farklı bir boyutta izleyelim. Tarihten  bize  ulaşan   ayrıntılarda, orijinallikleri, çarpıcılıkları, çelişkileri  ve  gizemleri  görelim. Neden  Hititler; çünkü Hititler devlet olma niteliklerini taşıyan Anadolu'da kurulmuş ilk devlet ilk   imparatorluk.  Daha da  önemlisi  başkenti Çorum'un  Boğazkale  İlçesinde. M.Ö.2000'de dünya  siyasetine  yön  veren iki süper devletten  birisi.  Kültürde, sanatta, sosyal  yaşamda derin izler ve etkiler yapan,başta Hattusa (Boğazkale)  olmak üzere ilimiz sınırları içerisinde zengin  tarihi  kalıntıları  günümüze  ulaşan bir uygarlık. Tarihte pek çok ilklere damgasını vuran bir kültür.
M.Ö. 2000'lerin  başlarında  Orta Asya' dan ve Kafkaslardan Anadolu'ya  gelen Hititler bir süre Anadolu'daki şehir  beylerinin yanında paralı asker olarak çalışmışlar, Asurlu  tüccarların Anadolu'dan çıkartılma mücadelesine katılmışlar, daha sonra sert mizaçları ve savaşçı özellikleri  ile, Anadolu'daki   şehir  devletlerini birleştirerek  veya  ortadan kaldırarak siyasi egemenliği  ellerine almışlardır. Bu savaşlar sonunda, ismi  efsaneleşen  ilk  kral Anitta'dır. Anitta,Hattuşa'yı da ele geçirmiş,şehri yakıp yıkmış, burada yaşayan yerli halk Hattileri esir edip, yurtlarından  sürmüş çıkartmıştır. Bununla da yetinmeyip,Hattuşa'yı lanetlemiş,soyundan buraya kesinlikle gelmemelerini istemiştir. Kaderin cilvesine bakınız ki, soyundan gelen krallar hem lanete aldırmayarak buraya gelmişler, başkentlerini Neşa'dan buraya taşıyarak üstelik  Hattuşa  adıyla   Boğazkaleyi başkent yapmışlardır. Asur  yazılı  kaynaklarında,buraların daha önceden Hatti ülkesi olmasından dolayı, bu  devletin  adı  Hitit olarak geçmektedir. Hitit kralları da bu adı benimsemişler hatta bazı Hitit kralları Hatti ülkesinin sahibi,koruyucusu an lamına gelen Hatuşili adını almışlardır.
Hitit  kralı  Muvattali  zamanında Mısırlılarla Kadeş'te bir savaş olmuş,savaş sırasında güneş tutulunca iki tarafta bunu uğursuzluk saymışlar, Mısırlılarla  Hititliler arasında Kadeş antlaşması imzalanmıştır.  İşte  bu  tarihteki ilk yazılı antlaşmadır.
Dünyada  ilk arşiv kuran devlet Hititlerdir.  Hattuşa  büyük  kalede  yapılan kazılarda bulunan 15000 tabletlik bir arşiv  araştırma ve inceleme  yapılmak üzere Almanya'ya götürülmüş, araya   2.Dünya Savaşı girmiş,savaş sonunda  bu tabletlerin Rusya'ya kaçırıldığı söylenerek  geri  verilmek   istenmemiş,ancak 2-3 yıl önce Türkiye'ye geri getirilebilmiştir.
İlk  tarih  yazan,Osmanlılarda ki salnamelere   benzeyen yıllıklar hazırlayanlar da yine Hititlerdir.
Suyun önüne set yaparak,baraj yapma fikrini  ilk  uygulamasını yine Hititlere ait Alaca Örükaya'da görüyoruz.
Hattuşa'da  Nişan taşı denilen bir kaya üzerine,Hitit krallarının  soy  kütüğü (seceresi) yazılmıştır.
Bin  tapınaklı  başkent   olarak   bilinen Hattuşa  kazılarında, kral mührü ile mühürlenir ki,  bu da  tarihteki  tapu belgelerinin ilk örnekleridir.
 İki galeriden oluşan ve dik kesilmiş kaya  yüzeylerine  bütün Hitit tanrı ve tanrıçalarının  kutsal hayvan ve kıyafetleriyle resmedildiği ve  figürlerinin yanına,hiyeroglif yazı ile isim ve  amblemlerinin  işlendiği  Yazılı  Kaya  Açık Hava Mabedi Dünyada tek örnektir.
 Hakimiyetleri altına aldığı halkların dinlerini  ve kültürlerini kendi panteonuna dahil eden  Hititler, onların  tanrıları  içinde tapınaklar yapmışlardır. Bu da yine Hititlere has bir kültür ve anlayış zenginliğidir.
 Boğazkale  Hattusas kazıları,Alman bilim  heyetleri tarafından 90 yıldır sürdürülmektedir ve  belki  bir o kadar süre daha devam edecektir.  Bu çalışmalar devam ettikçe Anadolu  ve   Hitit kültür ve tarihi ile ilgili yeni zenginlikleri ortaya çıkacağı muhakkaktır.
 Hitit  kültür  sanatının plastik ve estetik özelliklerine  hiç  değinemedik  bile. Bir  başka sohbet  yazımızda, bir başka boyutuyla buluşmak üzere hoşça kalın.

 

Çorumlu2000 7. sayı

TARİH SOHBETLERİ III

Osman ÜNSAL

Kazılarda bulunan bir kolye kazanları da,kazıyı yönetenleri de,görenleri de hayrete  bıraktı.  Altın ve  değerli  taş ve boncuklardan oluşan bir kolyenin tam ortasında paslı bir demir parçası yer  almış tu. Malum;bugün olduğu gibi tarih boyunca bu tür takıların ortasında elmaslar,ya kutlar  veya pırlantaların en irisi,en gösterişlisi, en  görkemlisi bulunurdu. Bu üç genimsi demir parçası da  neyin nesi oluyordu. İlk anda herkesi şaşırtan bu tarihten gelen esrar, çok  geçmeden  çözüldü. Eski Tunç Çağına ait bir  çanak içerisinde bulunan kolyenin pırlantası,tabiatta nadir de olsa rastlanabilen volkanik bir demir idi. M.Ö. 3000-2000 arasında insanlar bu madenle  ilk defa tanışıyorlardı ve ilk defa tanıdıkları ve  nadir olarak buldukları bu  demir onlar için altından da, pırlantadan  da  daha  değerliydi.  Bu güzel kolyenin ortasında, kim bilir  hangi prensesin boynunda  müstesna  yerini   alıyor ve nice kıskanç gözlere hedef alıyordu.  İşte ; dünyadaki en  statik maddelerden birisi  olan demirin tarihteki serüveni böyle başlar. Bugün demirsiz bir sanayii,demirsiz bir endüstri düşünülemez. Bu önem tarih boyunca da hep böyle devam  ede  gelmiştir.  Yeryüzünde  oldukça çok bulunan  demirini önemini  kavrayabilmek için bir an durup, demirsiz bir yaşam nasıl  olabilir diye düşünmek yeterlidir. M.Ö. I. Binden itibaren çağa adını veren bu dönemi "Demir Çağı" olarak tanımlamaktayız. İnsanların madenlerle tanışması Taş Devrinden itibaren başlar. Önce tabiatta bulunan altın ve gümüşü kullanmışlar,yumuşak ve işlenmesi kolay olduğu için süs eşyası, az da  olsa kap  kaçak yapmışlardır.   Sonra  bakır   keşfedilmiş, M.Ö. 4. Binden itibaren   yaygın   biçimde kullanılmış ve çağa adını vermiştir. Bakır yumuşaklığını  gidermek  için kalayla karıştırılan  insanlar  daha  sert  bir maden Olan tunçu (Bronz)  elde etmişler ve M.Ö. 3000-2000  arasına da "Tunç Çağı" denilmiştir. Bu çağ Hitit Devletinin yıkılışı olan M.Ö. 1200'lerin sonuna kadar sürmüştür.  Demirin yaygın olarak kullanılması M.Ö. I. Bindedir.  Hititlerin  yıkılmasından sonra bu topraklarda devlet  kuran  Frigler zamanında M.Ö. 7. Yüzyılında  yapılan ağız kısımlarında  insan ve hayvan figürleri bulunan demir kazanların çağa damgasını  vurmuş  ta   İtalya'ya (Etrüksler) kadar ulaşmıştır.

Bir başka  yazımda   M.Ö. II. Binde dünyanın iki  süper  devletinden birisi Hititler,birisi  Mısırlılar diye bahsetmiştim. Bu iki süper  devlet arasında tarihte  ilk yazılı anlaşma yapılan "Kadeş Savaşı" olmuştur.  Daha sonra bu iki devlet arasında sosyal ve kültürel ilişkiler artmış,Hitit kralları  Mısır prensiyle evlenerek akrabalık bile  kurulmuştur. Karşılıklı hediyeler gönderilmiştir. Ama bu hediyeler içinde Hitit kralının gönderdiği bir kılıç Mısır' da büyük sükse  ve  hayranlık   uyandırmakla kalmamış ,Mısır yazılı metinlerine de geçmiştir. 

Bu  metinde "Hitilerin gönderdiği  kılıç  bizim kılıçları  peynir  gibi doğradı" diye  yazılmaktadır. Biz Hititlerin son  dönemlerinde  Anadolu'da  az da olsa  demirin  işlenmeye  başlandığını  ve Hitit kralının gönderdiği hediye kılıcın, demir bir  kılıç olduğu ve Mısırlıların bronz kılıçlarını bu  hale getirdiğini  anlatmaktadır. Demek ki; o tarihte demir bir kılıca sahip olmak, günümüzde  adrese   teslim Toma-Hawk füzeleriyle eşdeğermiş.

 

Çorumlu 20000 9. sayı

ESERLER VE ESİRLER I

Osman ÜNSAL 

Dünyanın büyük bir bölümü buzullarla kaplıydı. İklim çok soğuktu. Sayıları azdı ve başlangıçta insanlar mağaralarda yaşıyorlardı. Bu şekilde hem soğuktan hem düşmanlardan daha iyi korunabiliyorlardı. Sonra havalar ısınmaya başladı,insanların sayısı arttı ve kendilerini daha iye savunmaya başladılar ve mağaralardan çıkıp yeryüzünde yaşayacakları meskenleri yapmaya başladılar. İlk evler basit dikdörtgen biçimli taş temel üzerine kerpiç ve ahşaptandı. M.Ö. 4 . binde Alacahöyük bu devir iskan gören bir çok merkezde rastladığımız evlerde kapı ve pencere yoktu. Evlere tavandan merdivenle giriliyor,akşam olunca dıştaki merdiven içeri çekilerek güvenlik sağlanıyordu. Evlerin ortasında ocak bulunuyor,kenarlarında sedir ve sekiler yer alıyordu. Hatta bu sedirlerin altı ölü gömmek içinde kullanıyordu. Böyle başlayan mimari insanın bilgi ve becerisi ile gelişmiş surlar,saraylar,tapınaklar kompleks yapı grupları meydana gelmiştir. Cam keşfedilene kadar binalarda pencere yapılmış,sadece küçük ışık delikleri konulmuştur. 
Her toplum kendi kültürü kendi hayatlarına göre kendi karakteristik mimarisini oluşturmuş,Anadolu,Mısır,Mezopotamya, Yunan,Roma, Bizans,Türk Mimarisi vb. gibi. bunlar hem birbirlerini etkilemişler,bir çok benzerlikleriyle birlikte farklı özellikleriyle de birbirinden ayrılmıştır. Mimarisinin oluşumunda coğrafi bölgenin de önemli etkisi vardır. Mimari çevresindeki malzemeleri kullanmıştır. Mezopotamya da taş yok denecek kadar azdır,burada mimarinin ana maddesi,kerpiç ve çamurdur. İran ve Orta Asya Mimarisinde tuğla ön planda iken,Anadolu’da taş mimarinin ana maddesidir. Orta Asya’da ve İran’da tuğla kullanan Türkler,Anadolu’da Selçuk ve Osmanlılarda Anadolu’da bol bulunan taşı tercih etmişlerdi. 
Çağlara damgasını vuran ve yaptığı dönemde toplumlarını maddi ve manevi çok büyük oranda etkileyen surlar,kaleler,piramitler,tapınaklar,zigurat lar,saraylar vb. uygarlığın kilometre taşlarıdır. Bu dünyanın harikaları dan sayılan eserlerin yapılış öyküleri birbirlerinden pek farklı değildir. Bugünkü teknolojik imkanlarla bile bunların yapılabilmesi kolay değildir. 
M.S. III. Yüzyıl da yapılan Çin setti,uzaydan görülebilen yer yüzündeki insan yapısı tek eserdir. 3000 kilometre uzunluğundaki surlar,dağları,tepeleri,vadileri aşmakta,kule ve burçları,anıtsal kapıları ile dünyanın 7 harikasından birisidir. Yapımında milyarlarca ton taş kullanılmış,bu taşlar insan gücüyle,dağlara,vadilere ulaştırılmıştır. 
Mısır’daki Koops’un Piramidi ise kaide kenarı 230.3 metre olan kare tabanlıdır. Yüksekliği 146.6 metre kütlesi 2.521.000 metre küptür. Boğazkale büyük mabetteki duvarın taş blokları 5.10 ton Aslanlı Kapıdaki aslan protonları ve Alacahöyük teki sfenksli heykelleri bunun birkaç katlı ağırlıktadır. Yunan ve Roma tapınaklarındaki, sütun ve arsitrav blokları en az bunlar kadardır. 
Ben;Kütahya’nın Aizani harabelerinde yerinde kazı ve restorasyonda çalıştım. Zeus tapınağının etrafındaki sütunların işlenmiş haliyle çapı 90 santimetre yüksekliği 9.5 metre idi. Yaklaşık 30-40 ton ve bu sütunların üzerinde iki sütunu birbirine bağlayan Arsitrav (baş tapan) yine 40 ton civarında olduğu hesaplanmıştı ve bunlar yerden 12 metre yüksekliğe,sütunların Roma tapınaklarından birisi de Didim Apollo mabedidir. Buradaki sütununun çevresini ancak 4 kişi el ele tutuşarak çevreleyebiliyor. Duvarlar ve kütlelerde yine insan gücü mantığını zorlar büyüklükte. Böyle binlerce taşı mermer bloklarının birde buraya kilometrelerce uzaktan getirildiğini düşünün ve bu eserlerin nasıl ve ne şartlar altında meydana geldiğini anlamaya çalışın. 
Firavunun intikamı diye bir film var,birkaç kez televizyonlarda gösterildi. İzlenmiş olmalısınız. Firavun Tutakamon büyük bir zafer Mısır’a dönüyor. Yendiği ülkenin halkından da esir edip getirmiş. Hazinesi altın ve mücevherlerle dolmuş,bunları ikinci hayat için biriktirdiğini söylüyor ve kendisine layık bir piramit (mezar) yapılmasını istiyor. Bu anıt şimdiye kadar yapılanlardan daha görkemli olacak ve o gömüldükten sonra kimse bu mezara giremeyecek,ona ulaşamayacak,hazinelerine dokunamayacak. Neyse;onun istediği bu anıt yapabilecek birisi var. O da esirler arasında mimarla bu anıtın yapılması karşılığında halkın serbest bırakılması karşılığında anlaşıyorlar. Ülkenin her tarafına haberler gönderiliyor ve çalışabilecek gücü olan herkes bu kutsal göreve çağırılıyor. İşini,tarlasını,evini,çoluk çocuğunu bırakan herkes,bu kutsal görev için koşup geliyor. Şarkılar,türkülerle ve herkes dört elle sarılıyor işine,kimi taş ocağından taş çıkarıyor,kimileri çölleri,tepeleri aşarak taşları taşıyor. Kimi taşları yontuyor. Kimi temelleri,toprakları kazıyor. Bir ibadet hissiyle ve coşkusuyla çalışıyorlardı. Aylar,yıllar birbirini kovaladı. Piramidin temelleri tamamlanmaya ilk sıra taşlar yerleştirilmeye başladığında,insanların şarkıları susmuş,takatleri tükenmiş,yorgunluk ve bitkinlik esirleri de vatandaşları da sarsmıştı. Firavunun daha hızlı çalışmasını istiyor. Mimar daha çok taş,daha çok işçi,istiyor. Bu işçiler daha çok para gerektiriyordu. Artık insanları çalıştırmak için davulla tempo tutuluyor. Kırbaçlar şaklıyordu. Binlerce insan taşlar altında eziliyor,daha çok gayret diye kırbaçla,kılıçla öldürülüyor. Bu iş artık insan öğüten bir değirmen gibi onları öğüterek,onların kanları canları pahasına yükseliyordu. Daha çok malzeme,daha çok insan,daha çok yiyecek gerekiyordu. Köyler,kasabalar hep boşalıyor,çalışabilecek herkes zorla toplanıp getiriliyordu. Halkla esirlerin,kölelerin bir farklı kalmamıştı. Ülkede üretim düşmüş kıtlık başlamıştı. Masrafları karşılamak için vergiler artıyor ve zorla bitkin halkın nesi var,nesi yok zorla toplanıp alınıyordu. Piramitte çalışanlar çalışacakları yerlere gözleri bağlanarak götürülüyor,başlarındakilerin içeri hakkında bilgi vermemesi için hep dilleri kesiliyordu. 
Yapı tamamlandığında Firavunun Nil’de gezdiği saltanat kayığı, hizmetkarları,saray halkı,rahipleri,korumaları hep beraber piramide alınıyor ve içeriden kumların boşaltılmasıyla sağlanan bir mekanizma ile milyonlarca tonluk taşlar harekete geçerek sistem kapanıp,dışarı ile irtibatı bir daha açılamayacak şekilde kesiliyordu. 
Onlarca yılda tamamlanan piramit yüz binlerce insanı canıyla,kanıyla meydana getiriliyordu

 

 

Çorumlu 2000 10. sayı

ESERLER VE ESİRLER II

Osman ÜNSAL 

Anadolu'da  pek çok taş ocağı tespit edilmiştir.Antik çağlarda kullanılan,bu ocaklarda yarı işlenmiş,hazırlanıp yerine ulaşmamış parçalara da rastlanmıştır.  
Ocaklarda taşların yarıklarına kamalar çakılarak  ayrılır veya testere ile kesilirdi. Ocaklarda amaca göre kabaca işlenen taşlar, inşaat  mahalline doğru yola çıkarılırdı.  Taşıma  insan ve  hayvan gücüyle olurdu. Bu taşıma dağlar,tepeler aşılarak bazen kilometrelerce  olurdu. Taşıma yöntemleri arasında  kalaslar  üzerinde  yuvarlama, kızaklar üzerinde kaydırma olduğu gibi,bazen de taşlar üzerinde  bırakılan  çıkıntılara tekerlek takılarak ta yapılmıştır.
Kullanılacağı mahalle  gelen taş bloklar son şeklini alarak yapıdaki yerine   konuluyordu. Burada bir noktayı belirtmek  çok önemli. Roma'da demir biliniyor ve kullanılıyordu. Ama Hitit'te, Mısır'da Miken'de  bu anıtsal yapıları yapan insanların elindeki en sert malzeme bakır (bronz) dı.
Bu tonlarca taşları taş ve bronz çekiçlerle, bakır  testerelerle işlemişlerdir. Boğazköy kazılarında  bakır bir Hitit testeresi bulunmuştur.  Bu binalardaki taş bloklar birbirine öyle intibak ettirilmiş ki,arasından su bile sızmamaktadır. Tabi harçsız üst üste konulan bu  taşların  zelzele vb. de kaymaması içinde hem  yatay  olarak madeni parçalarla birbirine kenetleniyor,dikey olarak ta alttaki taşa oyuk, üsteki taşa çıkıntı bırakılarak, yada yine metal parçalarla toplanmıştır. Bu çivilerde oynamaması  için kanallar açılarak kurşunla doldurulmuştur. Boğazkale ve Alacahöyük de duvar taşları üzerinde su borusu genişliğinde  8-10 cm derinlikte  delikler görülür. Bunlar duvar taşlarını birbirine bağlantı delikleridir. O devirde matkap olmadığına göre  bu  muntazam  silindirik  delikler nasıl açılıyordu biliyor musunuz ?   Kumla ! ve aşındırma  yöntemleriyle. Taşın  üzerine önce ufak bir zede,çukur açılıyor,sonra oraya kum  konuyor ve  bir boru sağa,sola çevrilerek delik meydana getiriliyordu. 8 - 10 cm derinliğe ulaşmak için hangi  esir, hangi köle kim  bilir  kaç  yüz saat uğraşıyor, elindeki boruyu kaç milyon kere sağa,sola dön dürerek  bir taştaki bir deliği oyuyordu. Ve bu işi   çabuk bitirmesi için kaç bin köle,kaç bin  kırbaç yiyordu. Bu taş delme usulü Osmanlıda  bile  kullanılmıştır. Bazı eski cami ve şadırvanlarında mermer  top biçiminde fıskiyeler vardır,içi  boş ve üzerinde pek çok delikler bulunan suyun tazyiki ile dönen ve bütün  deliklerinden  su fışkıran bu fıskiyeyi hazla seyrederken  nasıl  yapıldığını  pek de düşünmeyiz. Önce mermer  top  şeklinde yontulur,sonra  matkapla merkezine  kadar bir delik açılır.  Bu deliğe kum doldurularak bir salıncağa  asılır  ve  başlar ustanın çırağı bu salıncağı  sallamaya. Salıncak sallandıkça kumlar  zımpara  gibi başlar mermer topun içini aşındırmaya. Topun içini bu şekilde  boşalması belki yıllar sürer ve işlem tamamlanınca  her  tarafından onlarca  delik delinir ve hayranlıkla izlediğimiz  bu fıskiye meydana  gelir.   Gerçi bunu yapan ilk çağdaki gibi köle değildir belki ama,ustanın sanatını  taktir ederken  çırağın bitmez tükenmez sabrı  ve emeğini de göz ardı etmemede gerekir.
Peki bu tonlarca ağırlıktaki taşlar getirildi,işlendi yıllarca uğraşılarak istenilen evsafı kazandı. Temelin ilk taşları da kaydırılarak itip,çekilerek yerine yerleşti,ama 10-15 metre yüksekliğe nasıl çıkarıldı. Tabi ki kaldıraç kullanıldı.   Bazı taşlarda U biçimli çıkıntılar bırakılarak  ve halatlarla bağlanarak kaldırılırdı. Ayrıca binaların her taş sırası tamamlandıkça  toprak veya kumla yer seviyesi doldurdu.   Bu kum yada toprak dolgu sayesinde daha yukarıdaki taşlar, sütunlar, sütun başlıkları,baş taban ve alınlıklar yerlerine yerleştirilip işlenecek tesviye ve kabartma işlemleri bitirildikten sonra dolgu olarak kullanılan kum veya toprak temizlenirdi ve biz  9 metrelik sütun üzerine 40 tonluk baştapan ve alınlığın karşısında hayret ve hay ranlıkla bakakalırız. 
Gelelim  konunun  en can alıcı noktasına: İnsanların gurur kaynağı eserler hep büyük zaferlerin arkasından yapılmıştır. Örneğin : Osmanlılarda Mimar Sinan'ların yetişmesi, Süleymaniye, Selimiye, Sultan Ahmet  gibi camilerin,Saray kapıları, sebil, türbe, han  ve  kervan sarayların yapıldığı 16. Yüzyılın  imar  faaliyetleri,Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman'ın kazandığı zaferlerle doğrudan ilgilidir.  Devlet  hazinesi bu zafer ve fetihlerle dolmuştur.  Avrupa'nın Ortaçağ sonunda yaptığı keşifler, bulduğu  yeni ticaret yolları, kazandığı sömürgeler  zenginliğini   artırmış, Rönesans hareketi,bilim ve  sanattaki  hızlı gelişmenin itici gücü olmuştur. Yeni katedraller, saraylar,şatolar  yapılmış bunu yapacak sanatçılar yetişmesine zemin hazırlamıştır.
Bazı detay farkları olmasına rağmen İlk Çağda bu böyledir. Zafer kazanan ordular yendikleri ülke halkını esir ve köle yaparlar, mallarına, zenginliklerine el koyarlardı. O memleket  halkından, güçlü ve sağlıklı olan kadın  ve erkekleri  toplar kendi  ülkelerine getirirler ve onları her türlü en ağır işlerinde çalıştırırlardı. Bu günkü gibi teknoloji ve makine gücü  yoktu. Bu esirler surların dışına, şehirlerin varoşlarına yerleştirilir,yarı aç,yarı tok bu yapılan tapınaklarda, surlarda, kulelerde çalıştırılırlardı. Bazı esaret çocuklarına da  sirayet eder,nesiller boyu sürdürülürdü. Korkutma, kırbaçlama,öldürme,aç bırakma gibi   kötü davranışların   yanında  onların inançlarına da  bu işe karıştırılır, her esirin başlangıçta bir  ibadet hissi ve gayreti aşılanırdı.  Bunun en  belirgin  örneği Hititler de görülür.  Hitit kralları ya Suriye'ye kadar sefer yapıp  zaferler kazandıklarında ta oraların  halkını toplayıp  getirmişler,  Boğazköy surlarının  dışına yerleştirmişler,bunlara tarlalarını sürdürmüş, tapınaklarını,surlarını,saraylarını  inşa  ettirmişlerdir. Hitit halkı içinde;Hattiler,Hurriler,Luviler,Dolalar gibi toplulukların dinlerini de kendi dini gelenekleri içine  dahil etmişler ve onlar için de Boğazköy'de tapınaklar  yapmışlardır. Bu yüzden Boğazköy Hititler döneminde 1000 tapınaklı başkent diye anılmıştır.
Devletin bütün kaynakları halkın her türlü mesaisini hep anıtsal eserlerin yapımına  harcamış ve buna rağmen birkaç istisna dışında pek çok eser tamamlanamamıştır.  Alacahöyük'te ve Boğazköy'de yarısı işlenmiş mimari  parçalar ve heykel kalıntıları görülmektedir. Roma Döneminde planlanmış  ve yapılmasına başlanmış Didim Apollo tapınağı da bunlardan birisidir.Yapım çalışmaları  200 yıl  kadar sürmüş ama bitirilememiştir. Bunu yapıdaki  plan  ve üslup değişikliklerinde görmek mümkündür. 
Tarih  öncesinden günümüze ulaşan bazı eşya ve alet-edevatın yapılışını ve amacını anlamadığımız da olmuştur. Çünkü biz; bir yerde bu günün mantığı ile onlara bakıyoruz.    Mimarideki  bu  büyüklükler nasıl meydana geldi,bu tonlarca taş nasıl taşındı, nasıl  işlendi, nasıl  kaldırılıp o yüksekliklere çıkartıldı.  Özellikle Güney Amerika'daki İnka ve Maya uygarlık kalıntılarındaki büyüklükler ve farklılıklar uzaylılarla bile izah edilmeye çalışıldığı oldu.
Aslında ; anlayamadığımız bu günkü zaman kavramı ve aceleciliğimizi o devirlere  ölçü olarak tutmaktır.  Bu günkü 1 dakikalık olayı  binlerce disket ve binlerce ciltlik kitaplara sığdıramazken, geçmişteki 500 yılı, 1000 yılı birkaç cümleyle özetleyiveririz. Bir karıncanın yuvasına taşıdığı malzeme onun cürümüyle kıyaslanınca hayretler içinde kalınır.  Oysa  yüz  binlerce insan, yüzyıllar boyunca bu eserler için canı,kanı pahasına çalıştırılmıştır. Hem de insan oğlunun  aklı  ve becerisi ile. Böyle düşünürsek ; daha  güzel bu bilinmeyen  parçalar  yerli  yerine oturmuş  olur. Sabır  ve  sebatı da  hesaba katmak gerekir.
Bir hattat Kur'an-ı Kerim yazacak duruma gelebilmek  için 15 - 20  yıl her harfi, her cümleyi yazarak eksersiz yapıyor, çalışıyor ve  ancak ondan sonra bu işe girişebiliyor. Bizler el yazması bir kitaptaki yazıya, istife baktığımız zaman hayranlık içinde kalıyoruz, matbaa  baskısından daha kusursuz, daha güzel diye. Öyle kolayına sanatçı olunamıyor, sanat eseri meydana gelmiyor.  Bir  başka  örnek ; bir ağaç ustası,bir ağaç minberi,bir ahşap kapı veya ahşap tavanı oymak,işlemek için kalfasıyla,çırağıyla ekip halinde yıllarca uğraşıyor,emek veriyor ve bu eserler öyle ortaya  çıkıyor. 
Şimdi ne o sabır var,ne o sebat,ne o  anlayış. Bugün bir usta yılda bir kapı işlese açlıktan ölür. İşte en önemlisi o sanatın ve emeğin kıymetini bilen ve onun karşılığını verebilen sanatseverler kalmadı.
Galiba işin özeti bu.

 

 

Çorumlu 2000 26. sayı

ÇORUM TURİZMİ İÇİN EL ELE
Osman ÜNSAL

 
Turizm ekonomik değer olarak çağımızın en büyük sektörlerinden birisidir. Ülkeler turizm stratejilerini yaparken,daha çok turist,daha çok gezdirme,daha uzun süre konaklama ve daha çok harcama yaptırmak üzerine kurarlar. Ancak turizm gönüllü bir olay olduğu için,insanların ilgi duyacağı değerlerin zenginliği ve onları memnun edecek davranışlarla doğru orantılıdır. Bir ülke yada bir belgenin turizm pastasından beklenilen payı alabilmesi için şu üç unsur çok önemlidir.
 1-Turizm değerlerinin zenginliği.
 2- Tanıtım.
 3- Pazarlama.
Ülkemiz turizmde son on beş yılda yeterli sayılmasa da belli bir mesafe almıştır. Ancak bu Çorum Turizmine yansımamıştır. Bunda son on yıldır çoğu Doğu Anadolu turlarının aksamasının payı da az değildir.
Yukarıda belirttiğimiz üç unsura Çorum perspektifinden bakarak turizmimizdeki  tıkanıklığın nerede olduğunu ve nasıl aşılabileceğini görmeye çalışalım.
TURİZM DEĞERLERİMİZİN ZENGİNLİĞİ:  
7 bin yıllık çok zengin bir tarihi geçmiş ve bunun sonucu Çorum kelimenin tam anlamıyla bir AÇIK HAVA MÜZESİ konumundadır. Boğazköy gibi bir Hitit Başkenti, Alacahöyük, Ortaköy, Eski yapar,Pazarlı,Kuşsaray ve. Gibi bilimsel araştırma yapılan önemli merkezler. Kargı,Osmancık,Bayat yaylaları gibi doğal harikalar. İncesu Kalyonu, Damlataş Mağarası, cami,türbe, köprü,han, hamam, kaya mezarı,saat kuleleri,kaleler gibi anıtlar. Ayrıca zengin el sanatları ve folklorik değerler 3 müze ve yazılı kaya gibi dünyada başka örneği olmayan bir açık hava tapınağı vb. Bu zenginlik ne yazık ki Bursa'daki bir asırlık çınar kadar turist çekmiyor ! Demek ki sorun turizm değerlerinde değil. Derhal zenginleştirilebilir kış turizmi,spor,gençlik,kongre,festival vb. Gibi.
PAZARLAMA:
İşte,bence Çorum turizmindeki asıl tıkanıklık pazarlamadır. Hani derler ya: Un var,yağ var,şeker var ama bir türlü helva yapamıyoruz. Tıpkı öyle,yukarıda turizm zenginliklerimizi birkaç isimle anlattık,onların her birini anlatmak için ciltlerce kitap yazılabilir. Bu değerleri varlığından pek çok kimsenin haberi ve bilgisi var ama bir türlü onları görmeye gelmiyorlar yada yeteri kadar gelmiyorlar. Peki bu nasıl çözülür ? Burada şunu hemen belirtmeliyim ki konunun resmi görevlileri en üsten,en alt kademeye kadar onlar yapması gerekenlerin çok üstünde aktif ve olağan üstü çaba harcıyorlar. Onları takdir duygularıyla alkışlıyorum. Ama herkesin yapması  gereken sadece onlardan beklersek hem onlara haksızlık ederiz,hem de doğal seyri içindeki izlediğimiz gelişmeyle yetinmek zorunda kalırız. Turizmi gelişmiş bölgelerimizde inceleyenler bilecektir,toplumun her kesimi olayı benimsemiş ve her davranışları bu gelenlerin ilerideki yıllarda daha çok sayıda gelmelerini sağlama yönünde ortak bir bilinç halindedirler.
Turizm olayının eğitim yönü vardır,kültür yönü vardır. Ama önce toplum olarak konuya sahip çıkılmalı,resmi,özel,medya,işçi,çiftçi,esnaf,memur bir ortak bilinç oluşturmalı,bunu Çorum'un ve Çorumlunun bir görevi saymalı ona göre çaba harcamalıdır. Bilinmelidir ki herkes,bundan faydalanacak,ekonomik,sosyal ve kültürel fayda katlanarak kendisine dönecektir. Yoksa yılda bir defa bir toplantı düzenlemekle dar bir çevre içinde gündeme turizm olayını getirip anlatmakla iş bitmez.
Ne yapmak lazım ? Hemen bir çırpıda aklımıza gelenleri birkaç şey sıralayalım.
Önce turizm haftası etkinliklerine halkı alalım.
Tesisleri sayı ve nitelik olarak artırıp,turizm organizasyonları oluşturulmalı.
Yerel radyo ve TV'lerde turizm değerlerini görmemizi öğütleyen resim,slogan vb. şeyler yer almalı,belgeseller yaptırıp yayınlanmalı.
Çorum'da üretilen her ürünün çimento, leblebi,un,yem vb. ambalajlarına Boğazköy, Alacahöyük gibi yerleri görmeye davet eden resim,yazı bantları eklemeli,yanında broşür vb. şeyler konulmalı.
Her evde,işyerinde,vitrinlerde Çorum turizmiyle ilgili yazı,resim asılmalı,herkes müşterisine,muhatabına bir dakika da olsa söz edip konuyu gündemde tutmalı.
Her hafta sonu belediye ve şirketler en az bir otobüs kaldırmalı ve halkı billi bir süre ücretsiz Alacahöyük,Boğazkale'ye götürmeli.
Herkes dışarıdan kendilerini ziyarete gelen eş,dost,akrabasını tarihi ve turistik yerleri gezdirmeli.
Gerek resmi,gerek özel sektör temsilcileri Çorum'a gelenlerle yapacakları toplantıların programlarına turizm konusunu almalı,oraları gezdirmeli,bu konuyu en az diğer iş konusu kadar önemli saymalı ve bunu toplantı yaptıklarına hissettirmeli.
Oteller müşterilerini bir gün daha fazla kalmaları için ücret indirim yapmalı,onların yaylaları ve diğer yerleri gezmeleri görmeleri karşılığı onlara sağlayacağı avantajları duyurmalı.
Bu ve buna benzer pek çok şey yapılabilir ve ortak şuur oluştuğunda sorun zaten çözülmüş olur.

 

Çorumlu 2000 22.sayı
ÇAMUR ÇÖMLEK OLUNCA
Osman ÜNSAL
Toprak suyla buluştu çamur oldu. Çamurdan çanak-çömlek yapıldı. Sanatlar başlangıçta insanların doğadan esinlemeleri,gördükleri ve gözlemlediklerini yetenekleriyle birleştirince meydana getirmişler. Resim sanatı insanların çevrelerinde gördükleri insanları, hayvanları, ağaçları yaşadıkları mağara duvarlarına çizmeleriyle başlamış ve gelişmiştir. Müzik duyduğu yada çıkardığı sesleri melodileştirmesi ona bir ritim kazandırmasının ürünüdür. Yazıda da önce anlatmak istediği şeylerin resimlerini sıralamış,sonra bu resimler sembolleşerek cümle,hece ve harf olarak belli bir süreçten geçmiştir. İnsanlık tarihinde bugün çocuklarımızın okuma yazma öğrenirken izlediği metodun aynısını yaşamıştır. Önce cümle,sonra kelime, sonra hece ve en sonunda da harf keşfedilmiştir.
 Bizim çanak-çömlek;batılıların “seramik” dediği çamurun biçimlendirip pişirilmesiyle meydana getirilen bu sanatın farklı bir özelliği vardır. İnsanoğlu bunu doğadan örnek almadan kendi aklı,kendi tasav-vurunu kullanarak yapmıştır. Formları, bi-çimleri,şekilleri,kendi prototipini örnek alarak geliştirmiştir.
İlk örneklerini M.Ö;7. binlerde Neolitik Çağda görmeye başladığımız çanak-çömlekler,günümüze kadar devam etmiştir. Her devirde,her bölgede,her kültürde bol ve yaygın olarak kullanılan seramikler geçmişin aydınlatılmasında, tarihlendirmede en önemli belgelerdir. Kültürleri,sanatları,inançları,sosyal yaşamları, savaşları, istilaları, yangınları, afetleri, vb. tarihin tanıkları gibi araştırmacılara,bilim adamlarına ifşa etmişlerdir. Tarih öncesi devirlerde en başta, yazıdan sonra ki devirlerde ise yazılı belgelerin yetersiz kaldığı yerlerde en az bu belgeler kadar geçmişi tanıma ve tespitte imdada yetişmişlerdir.
Tarihi süreç içerisinde ilk önce çamurdan yapılarak,güneşte kurutularak kullanılan çanak-çömlekler daha sonra ateşte pişirilerek daha dayanıklı hale getirilmiştir. Bir süre sonra astarlanmış, perdahlanmış,boyanmış,sırlanmış,tek renkten çok renge ulaşmış,üzerine desenler,motifler yapılmış,biçim ve formları zenginleşmiş. Üzerine kabartma süsler konulmuş,insan ve hayvan biçimli formlara girmiştir. Çanak-çömlek yapımında çark kullanımı başlayınca,form ve biçimleri daha düzgün, standart bir hale gelmiş ve seri üretime geçilmiştir. Giderek çamuru özel hazırlanmış,yapan,pişiren,boyayan,resimleyen ve tabi kullananlar eserleriyle uygarlık tarihinde yaşamayı başarmışlardır.
Bu sanatın tarihi sürecine bir genel bakış atarsak:
Neolitik Çağ kaplarının en güzel örnekleri Burdur-Hacılar'da bulunmuştur.
Çorum'da yaygın yerleşim Kalkolitik Çağda başlar. Bu döneme ait ele geçen çanak ve meyvelik biçimindeki kaplar elde yapılmıştır. Örneklerine Alacahöyük ve Kuşşaray başta olmak üzere pek çok  yerde rastlanmıştır.
Tunç Çağı kapları çanaklar ve üzeri de hafif çıktılar olan tencere tipi çömleklerdir. Astarlı ve perdahlı kaplar her yeri aynı oranda pişmemiştir. Yüzeylerinde çizgi desenlerde görülür. Alacahöyük başta olmak üzere Boğazköy, Eskiyapar, Yenihayat, Kalınkaya vb. bolca ele geçmiştir. Bu devir yerleşim yerleri Anadolu genelinde olduğu gibi Çorum'da da büyük bir yangın geçmiştir.
Hititler de kapların çeşitleri,tipleri ,formları çok zenginleşmiştir. Yapımlarında çarkın kullanıldığı,toprak kalitesinin homojenleştiği,daha iyi pişirildiği görülür. Kartal gagalı testiler bu dönem için karakteristiktir. Kırmızı ve bej astar ve boya yaygındır. Başta Boğazköy  ve Alacahöyük olmak üzere il sınırları içinde pek çok yerleşim alanında bol bulunur. Ayrıca bu devirde başlangıçta ölü gömmede, depo ve anbar olarak kullanılan küplerin insan boyundan yüksek olanları vardır. Bu küpler halka şeklinde çamurların üst üste konup birleştirilmesi ile yapılmış,yapıldığı yerde kurutulup pişirilmiştir. Üzerlerine çamur halkalardan yapılışlarından doğal sonucu boğumlar,ağız kısımlarında çizgi desenleri vardır. Bu devirde pişmiş topraktan yapılmış banyo küvetleri sosyal yaşantıyı anlatması bakımından ilginçtir. Yine hayvan biçimli kaplarda bu devir için sözü edilmesi gereken pişmiş toprak eserlerdir.
 Frig kaplarında yonca ağız modası hakimdir. Ayrıca maden sanatındaki gelişmişliğe paralel olarak siyah boyalı maden süsü verilen kaplarda yaygındır. Bu devirde çanak-çömleğin çok renkli olduğunu üzerine insan ve hayvan figürlerinin konduğu,savaş ve av sahnelerinin resmedildiğini görürüz. Alaca Pazarlıda'ki Frig yerleşim yerindeki kazılarda , pişmiş topraktan yapılmış parmak kalınlığında çiviler, çamur içine batırılmak suretiyle kul-lanılan  ilk mozaik uygulamasına rastlıyoruz. Ayrıca karo biçiminde yine pişmiş topraktan renkli ve üzeri resimli levhalar bulunmuştur. Bunlar bugünkü çini yada fayanslar gibi duvar dekorasyonunda kullanılmışlardır.
Galat kaplarında bej renk ve çizgiler karakteristiktir.
Miken kaplarının yüzeylerinde siluet biçiminde insan ve hayvan figürleri resmedilmiştir.
Yunan seramik sanatında siyah figür,kırmızı figür diye iki ekol doğmuştur. Siyah figür de desenler boyanıp diğer kısımlar kiremit renginin tabii haliyle bırakılmış,kırmızı figürde ise desenler kiremit renginde bırakılıp boşluklar boyanmıştır. Bu dönemde vazo ressamlığı gelişmiş, ressamlar boyadıkları vazolara adlarını bile yazmışlardır. Amasis ve Exsekias bu yolla adlarını öğrendiğimiz vazo ressamlarıdır.
Vazolar üzerinde tarihi ve mitolojik konular resmedilmiştir. Bunların en yaygını Poseidon ve Dianisos le ilgili sahnelerdir.  Fransuva  vazosundaki  resimde Truva Savaşıyla ilgili tarihi bir olay yer alır. Savaş kıyafetiyle Aşil dama oynamaktadır.
Büyük İskender'le başlayan Hellenistik devirde seramiklerin hamur kalitesi en üst seviyeye çıkmış ve bu yüzdende seramikler daha ince ve zarif bir hal almıştır. Kabartma desenli kaplar bu devir için karakteristiktir.
Roma ve Bizans'ta üst tabakalarda daha çok kıymetli madenlerden ve camdan yapılan kaplar revaç görmüştür.  Seramikler halkın günlük hayatında ise yoğun biçimde varlığını sürdürmüştür. Çanak  testi ve küplerin yaygın olduğu bu devirde kaplarda kalite ve zarafet nispeten önemini yitirmiş,sadece günlük ihtiyaca cevap verecek halde devam etmiştir. Taşra yaşamında cam kaplar ve şişelere rastlanmıştır. Bunların mezar hediyesi olarak kullanılanları bolca ele geçmiştir. Pişmiş topraktan yapılan tuğla ve künkler inşaat alanına girmiştir.
Bizans'tan  başlayarak da küp ve çömleklerin sırlanmaya başladığı görülür.
Selçuklularda çanak-çömlek,testi ve kandiller sırlı ve boyalıdır. Camii,minare ve saraylarda kullanılan firuze renkli  çini mozaikler sevilen dekoratif unsurlardır.
Osmanlılarda seramik sanatının yanında çini sanatı çok büyük bir mesafe kazanmıştır. Halk çanak-çömlek kullanmaya devam ederken,saray ve üst tabakalarda çini vazolar tercih edilmiştir. Çini sanatında gerek teknik,gerek motif zenginliği doruk noktasına ulaşmış,çiniler cami,saray başta olmak üzere mimarinin birinci dekoratif malzemesi olmuştur. Tarih boyunca tekamül eden seramikteki biçim ve formlar,çinide,tabak ve vazolar ;cam sanatında da gülaptanlar ve çeşmi bülbüllerle   Osmanlı saraylarında zirveye ulaşmışlardır. Geleneksel çömlekçilik ise taşra yaşamında günümüze kadar sürmüştür.
 ... ve asırlarca kurumuş dudakları serinleten testiler soğutuculara görevi teslim edip,sessizce tarih sahnesinden çekilmişlerdir

 

Çorumlu 2000 42. sayı

V. HİTİTOLOJİ KONGRESİ

Osman ÜNSAL

            Bu yıl V. Düzenlenen Hititoloji Kongresi’nin ilki 10. Uluslar Arası Hitit Festivali bünyesinde 19-21 Temmuz 1990 tarihinde Çorum’da yapıldı. Üç yılda bir periyodik olarak düzenlenen Hititoloji Kongreleri,biri Türkiye’de Çorum’da,biri yurt dışında yapılmaktadır. Birincisi Çorum’da,ikincisi İtalya’da,Üçüncüsü Çorum’da,Dördüncüsü Almanya’da,beşin Hititoloji Kongresi de 02-08 Eylül2002'de Çorum’da toplanacaktır.
            Eski Anadolu kültürleri içinde önemli bir yeri olan Hititoloji’nin bilim aleminin de keşfetmesi 100 yıllık bir süreye uzanır. Buna rağmen Mısır,Asur kaynaklarında ve İncil’de Hititlerden söz edildiği için dünya daha önce de Hittilerden haberdardır. Çorum sınırları içinde Boğazköy ve Alacahöyük başta olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde kazı ve inceleme yapan bilim adamları çağının süper devleti olan Hititlerin siyasi,askeri,sosyal ve kültürel yönden tanınmasında,Hitit Dilinin çözülmesinde büyük mesafe almışlardır. Bu bilim adamlarının birkaç nesil süren fedakar çalışmaları sonucu olmuştur. Ama daha alınması gereken yol,alınandan daha uzun,daha çok sabır ve meşakkat istemektedir. Sadece Boğazköy’de 25 binin üzerinde tablet ve tablet parçası bulunmuştur. Ayrıca Şappinova'da,Maşat'da,Gültepe'de de bir çok önemli merkezde Hitit yazılı belgelerine raslanmıştır.Bunlardan daha önemli bir bölümü çözüm beklemektedir. Hitit medeniyetinde geçen 1500 den fazla yer ve bölge isimlerinin pek çoğu coğrafi yerlerine oturtulamamıştır. Yine de bu konuda önemli araştırmalar yapılmış ve yayınlanmıştır.
            Hititler Neşa şehrinin dilini konuşuyorlardı. Hitit adı coğrafi bir bölgeyi tanımlıyordu. Hitit öncesi Anadolu’sunda özellikle,eski Tunç Çağına tarihlendirilen ve Alacahöyük kral mezarlarında bulunan;altın,gümüş,kap -kacak,güneş kursu,boğa ve geyik heykelcikleriyle tanıdığımız bu zengin kültürü meydana getiren Anadolu’nun yerli kavmi Hattiler’den  geliyordu. Başlangıçta Kussara ve Neşa’da oturan Hitit krallarından Anitta Boğazköyü yakıp,yıkmış ve lanetlemişti. Ancak I.Hattuşili Boğazkaleyi başkent yaptıktan sonra isimlerini Hatti Ülkesinin Kralı,sahibi manasına gelen “Hattusili” koydukları da bir vakıadır.
            Hitiler,yerli halk Hattiler,kendilerine akaraba olan Luviler,Güney Anadolu’da yerleşik Hurriler ve Pala’lar gibi pek çok etnik yapıdaki toplulukları egemenliklerine almışlar,kültürel bir potada eritmişler. MÖ.II. binlerde Anadolu birliğini sağlayan bir devlet,bir imparatorluk kurmuşlardır.
            Günümüze ulaşan anıtsal mimari yapıları,yazılı anıt ve arşivleri,sosyal yaşayışları,idari sistemleri,dini kültürleri,komşuları olan Mısır,Asur,Miken uygarlıkları ile etkileşimleri araştırmacıların önüne açılan ve çözüm bekleyen ufuklardır.
            Boğazköy ve Alacahöyük’te temiz su şebekesi,kanalizasyon sistemleri,saraylardaki WC lerin düşünülmüş ve uygulanmış olması Hititlerin temizlik ve çevre bilincinin kendilerinden binlerce yıl sonra bile bir çok ülkelerde görülmemesi düşündürücüdür.
            Hitit Krallığı feodal bir yapıdadır. Ülke içinde krala bağlı (bağlılığı yazılı,yeminle teyit edilmiş) küçük krallıklar ve prenslikler vardı. Bu prensler (Osmanlı Tımar Sistemi gibi) yaya ve arabalı askerleri ile savaşta kralın ordusuna katılırdı. Kral mühürlü tapu belgeleri bulunmuştur. Kralın bağışladığı topraklar şahsa bağlı olup,satılamaz ve miras yoluyla devredilemezdi.
            Anadolu Tarih ve Kültürünü tanımak Hititleri tanımakla mümkündür.
            Hititoloji kongresi düzenlenmeden önce;Hititoloji bildirileri münferit olarak diğer kongrelerde yapılırdı. Sumeroloji,Asuroloji kongreleri,Türk Tarih Kongreleri,Kazı Sempozyumlarında Hititoloji bildirileri sunulurdu. Hititoloji Kongreleriyle araştırma sonuçları gerektiği biçimde gündemdeki yerini alabilmektedir,hem de tam olması gereken yerde Hitit Başkentinde. Bunu başlatanlara,sürdürenlere şükran borçluyuz.
            Çorum olarak beşincisini düzenlediğimiz Hititoloji Kongresinden Çorum'a daha büyük tanıtım,daha çok katkı sağlamak gerekir. Katılımcı ve izleyici sayısını artırmak,kongreyi layık olduğu biçimde il,ülke ve dünya gündemine taşımak gerekir. Bu konuda herkesin kendi ölçeğinde üstlenmesi gereken görevleri vardır. Unutmayalım ki;"Akıllılar fırsatları değerlendirir,dahiler fırsatları kendileri yaratır,aptallar fırsat kaçırır" .
            Başarı dileklerimle emeği geçenleri kutluyorum.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 09

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  Teoman ŞAHİN

10.10.1961 yılında Çorum'da doğmuşum. Sırasıyla ; Gazipaşa İlkokulu,Eti Ortaokulu ve Çorum Lisesini bitirdim. 1985 yılında  avukatlığı başladım.  Aynı yıl  evlendim ve  kısa dönem askerlik  (8 ay) yaptım. 1986'dan bu  yana kesintisiz olarak avukatlık yapmaktayım . 
İlkokulda,lise  çağlarında fizik yada kimya eğitimi almak istiyordum. Bilimsel konulara, projelere  özel  bir ilgim vardı. " Kömürü  elmasa çevirmek " isimli  özel bir proje ile lise son sınıfta Tübitak'ın sergi davetine çağırıldım ama,çapsız öğretmenim  nedeniyle  katılamadım.  Daha sonra ailemin de etkisiyle Hukuk Fakültesine gittim. Bilimsel yayınlara ya da  konulara  ilgim  halen  devam etmektedir. Geleceğin dünyasına ilişkin bilimsel düşlerim halen sürmektedir. 
Başka bir meslekte çalışmadım. Söz konu su mevcut hukuk düzeninde yeni yetişen gençliğe avukat  olmalarını asla tavsiye etmem. Ancak basit düzeyde olsa hukuk bilgisi edinmelerini tavsiye ederim. 
Kimsenin  yazı yazmam için teşviki olmadı. İlkokuldan bu yana sürekli yazdım. Okul panolarından başlamak suretiyle birçok yerde çeşitli konularda  yazılarım yayınlandı. Yazmanın fıtrati yetenek dışında çok okumak ve düşünmekle ilgili olduğunu düşünüyorum. 
Herhangi bir ödülüm yoktur. Böyle bir beklentim yok Allah Rızası için,topluma faydalı olabilmek  için yazıyorum. Hak ve halk için yaşamak ve tavır  koymak  gerektiğine  inanıyorum.  Yazılarım bir tavır olarak düşünülmelidir. 
İdealim :  Bilim  adamı olmaktı. Fizik yada kimyacı olmak ve bu konuda güzel şeyler üretebilmekti, ancak bu olmadı. Bende başka ütopya,düş buldum. Şu andaki hayalim güzel ahlaklı insan olmaya çalışmak  ve  bu topluma yayarak toplumda güzel ahlaklı  olmasına  çalışmaktır. Tarihi süreçte toplumu bu  yönde etkilemek derdindeyim. İnsanlık  tarihinin  en güzel ahlaklı  insanları  olan " Ehli Beyt"i . On  İki  İmam'ları  örnek  almaya çalışıyorum. İnsan  gibi  insan ya da,adam olmaya çalışıyorum. Şu andaki düşüm,hayalim,ütopyam budur. Yani adam olmak ve bunu çok büyük çabalar gerektirdiğini yaşayarak öğreniyorum,başarmayı diliyorum. 
1989  yılında  " Alevilere Söylenen Yalanlar 1 " isimli  çalışmam  kitap  halinde yayımlandı. Şu an bu kitabın 2. Bölümünü hazırlamaya çalışıyorum. 
Din,tarih, felsefe,sosyoloji  ağırlıklı yazılar yazıyorum. Özel anlamda Alevilik üzerinde çalışmalarımı  yürütüyorum.    Daha  önceleri " Aşura " isimli dergide müstear isimle yazıyordum,bu dergi kapandıktan sonra,"14 Masum" isimli bültende sürekli yazılarım çıkıyor. 
Dergimizde yazıları yayımlanacaktır.

 

Çorumlu 2000 28
 
HİTİT UYGARLIĞI KONUSUNDA ARKEOLOJİK ÇALIŞMALARDA
RESMEDİLMİŞ BULUNAN ON İKİ ASKER MOTİFLERİ ÜZERİNE BİR TEZ
Teoman ŞAHİN
           
Bilindiği kadarıyla Hititlerin dini anlayışları PUTPERESLİK esasına dayanıyordu. Bu konunun uzmanlarına göre Hititler tahmini iki bin yıl boyunca kendi yaptıkları putlara tapıyorlar ve bunları tapınaklarında bulundurHİTİT UYGARLIĞI KONUSUNDA ARKEOLOJİK ÇALIŞMALARDA
RESMEDİLMİŞ BULUNAN ON İKİ ASKER MOTİFLERİ ÜZERİNE BİR TEZ
uyorlardı.
            Oysa;vahiy temeline dayanan dini inançlarda insanları tek bir Allah'a çağıran Resulün gelmesi zorunluluktur.
“Biz Peygamber göndermedikçe hiçbir topluluğu azaplandırmayız” İsra Suresi 15. Ayet.
            “Andolsun biz her millet içinde Allah'a kulluk edir tağuttan kaçın diye elçi gönderdik” Nahl Suresi 36. Ayet.
            “Ey Peygamber gerçekten biz seni bir şahit,bir müjdeci ve bir uyarıcı,korkutucu olarak gönderdik,”Azhap Suresi 45. Ayet.
            Hz. Ali R.A. Nehcül Belaga'sinde şöyle diyor;”Allah unutulan nimetleri hatırlasınlar,gizli kabiliyet ve yetenekleri aşikar etsinler diye Peygamberleri gönderdi” Demektedir.
            Tek tanrılı dinlerin yada vahyin temel mantığına göre her topluma Resil veya Nebi türünden uyarıcıların gönderilmesi mantık gereğidir.Bu anlamda Hititlerin iki bin yıl boyunca sadece putlara veya benzer mantıkla başka cisimlere tapmış olması mümkün değildir. Allah C.C. hiçbir kavmin “Konuşmayan, görmeyen,duymayan ve hiç kimseye yarar yada zararı olmayan” cisimlere tapması karşısında:
“Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (Gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım”Hud Suresi 26. Ayet.
“Ey kavmim,Allah'a kulluk edin,onun dışında sizin başka ilahınız yoktur,yine de korkup sakınmayacak mısınız?”Müminun Suresi 23. Ayet. “Yakup oğullarına: Benden sonra neye tapacaksınız ? Dediği zaman dediler:Senin İ İlahına ve babalarının İbrahim,İsmail ve Ishak'ın İlanı olan tek bir İlaha tapacağız” Bizler ona teslim olanlarız” Bakara Suresi 134. Ayet. Şeklinde topluma seslenecek bir insanı görevlendirilmemiş olması mümkün değildir. Zira birçok rivayette 124 bin Resul yada Nebinin gönderildiği de belirtilmektedir.
Bu anlamda henüz kimliği tespit olabilecekleri düşünülebilir. Hz. İsa'da Havarileri, Hz. Muhammed'de imam olarak gözüken 12 kişinin Hitit Peygamberinde 12 asker olarak gözükmesi mümkündür.
            Şüphesiz olayın çok eski çağlara dayanması hüküm vermemizi engellemektedir. Ancak bazı teorik açıklamalarda ileriki yıllar açısından yeni bulunacak yazıtların çözümü açısından faydalı olabilecekleri de  ihtimal dahilindedir.
            Bu anlamda Hititlerin Peygamberinin yada  Peygamberlerinin olması gerektiği düşüncesiyle söz konusu Peygamberi kimliğinin araştırılması önemli sorundur. Hitit Peygamberinin Hitit krallarından birisi veya askerlerinden birisi olma ihtimali üzerine düşünülmelidir. Muhtemelen Hitit krallarından en az birisinin aynı zamanda Peygamber de olması tezimizin ağırlık noktasıdır. Bu anlamda o kralın ve aynı zamanda Peygamberin yardımcısı olarak 12 askerin varlığı senaryo olmayabilir.
            Şu anda bilinen 19 Hitit kralının kabirleri bulunduğunda yada onlarla ilgili ayrıntılı yazıtlar bulunduğunda o çağdan gelen anlatımlardan birisinde kralla 12 asker arasında yukarıdaki örneklerde olduğu gibi bir bağın varlığı tezi kuvvetlenecektir.
            Allah C.C. bazı Peygamberlere devlet başkanı olmalarını da irade etmiş olduğundan dolayı bu şahsın hem kral hem de Peygamber olabilmesi mümkündür.
            Yine yazıtlarda böz konusu kralın hayatının savaşlarla geçmesi ve kendi toplumuyla veya aile bireyleriyle uzlaşmaz çelişkilerin olması zorunludur. Zira insanların çoğu her zaman vahye yönelik tebliğlerde yada davetlere karşı çıkmış ve söz konusu elçilerle sürekli çatışmış onu toplum dışına çıkartmaya zorlamıştır. Ve yine onlar için “Mecnun, deli,şair, hayalci,vehimci” gibi yakıştırmalarda bulunmuştur. Hitit krallarından birisi hakkında bu tip tavır ve yakıştırmaların olması bu konuda dikkat çekecek hususlardandır.
            Şüphesiz doğruluğu yada yanlışlığı hakkında şüphe götürmez,kesin kanıtlar olması da aşağıdaki tezin ileriki çalışma yıllarında dikkate alınmasında fayda görüyorum.
TEZ: Bilinen Hitit krallarından birisi aynı zamanda Peygamberdir. Söz konusu kral halkın yerleşik dini inançlarına karşı çıkmış ve bu nedenler çevresiyle sürekli olarak teorik ve pratik çatışmalara maruz kalmıştır. Söz konusu Hitit kralının krallığı çevresince meşrutiyetini kaybetmiştir. Bu kişinin krallığının çevresince tartışmalı olduğu yada açıkça reddedileceği,reddedildiği kesindir.           Hitit kralının 12 askeri bu çatışma ve çelişkilerde  kendisine inanmış ve yardımcı olmuştur. Hitit Peygamberinin tebliği söz konusu bu 12 askerle ifade edilmiştir. Hitit kralının yada Peygamberinin inançları çerçevesinde kısa süreli dahi olsa kazandığı bir an,zaman boyutu vardır. Şüphesiz bu çatışma 12  İmamın zuhuruna kadar sürecektir.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 10

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

11

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 12

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 13

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 14

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

15

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 16

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 17

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

   18

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  19

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  20

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 21

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 22

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 23

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 24

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 25

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 
 
 

Sayfa Başına Gitmek İçin Tıklayınız!

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU FOTOĞRAFLAR TELİF ESERİ OLUP BENDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR.

 

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.