|
ÇORUMLU DERGİSİNDE BULUNAN HİTİTLERLE İLGİLİ
YAZILAR |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz! |
|
|
İÇİNDEKİLER İSME GÖRE
ALFABETİK DİZİN
|
-
TAKDİM
Mahmut Selim GÜRSEL
-
Ahmet ERTEKİN Hayat Hikayesi
ARKEOLOJİ VE ANADOLU KÜLTÜRÜ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER-HATTUŞA'YI LANETLİYEN KRAL:ANİTTA
-
-
Erdal ERALP Hayat Hikayesi HİTİT-HATTİ UYGARLIKLARI
VE GÜNEŞ KURSLARI
-
İsmet ÇENESİZ Hayat Hikayesi V.
ULUSLARARASI HİTİT KONGRESİ
-
Kamil AYCAN Hayat Hikayesi HİTİTLERİN ARABA KULLANMA SANATI SFENGİMİZ
VAR,PİRAMİDİMİZ NEDEN YOK YOK?
-
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat
Hikayesi -ATATÜRK VE İLK HİTİTOLOGLARI - HİTİTLER;ULUSLARARASI
HİTİTOLOJİ KONGRELERİ -ESKİ ESER KAÇAKÇILIĞI - HATTİ -
HİTİTLERİN ÜLKESİ
-
-
Mesut ARTAR Hayat HİKAYESİ HİTİTLER
-
Osman ÜNSAL Hayat Hikayesi TARİHİ SOHBETLER I - TARİHİ
SOHBETLER II - TARİHİ SOHBETLER III -
ESERLER VE ESİRLER I - ESERLER VE ESİRLER II - ESERLER VE ESİRLER III
- ÇAMUR ÇÖMLEK OLUNCA
- V. HİTİTOLOJİ KONGRESİ
-
Teoman ŞAHİN Hayat Hikayesi HİTİT UYGARLIĞI KONUSUNDA ARKEOLOJİK ÇALIŞMALARDA RESMEDİLMİŞ BULUNAN ON İKİ ASKER MOTİFLERİ ÜZERİNE
BİR TEZ
-
|
|
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
Mahmut Selim GÜRSEL |
|
- GÜRSEL YAYINEVİ ve
ÇORUMLU DERGİSİ SAHİBİ
-
- 1947
tarihinde babamın subay olarak bulunduğu Erzurum'da bir at arabasında
doğum evine giderken doğmuşum. Babam Eminsu Ali Rıza Gürsel, annem ise
Fahriye hanımefendi idi.
-
İlkokula İskenderun'da başladım. Ankara' da bitirdim. Ankara
Yenimahalle Ortaokulunun birinci sömestrsinde babamın emekli
olmasından dolayı 1960 yılında Çorum'a gelince Atatürk Ortaokuluna
devam ettim.
- İlkokul
sıralarında okuyarak pilot olmanın düşlerini kurardım. Bu hayalim
gerçekleşmedi.
- Babamın
"oku da oğlum ceketimi satar seni okuturum" diyerek bana yaptığı
nasihatleri ters tepki yaptı. Babamın baskısı karşısında babama
okumuyorum diyerek okulu birinci sınıfta bıraktım.
-
Marangoz çırağı olarak Azmi Başar ustanın yanına girdim. Askere
gidene kadar ustanın yanında çalıştım.
- 1967
tarihin de askerlik dönüşü, 28 Mart 1969 Ankara Emniyet Müdürlüğüne
teknisyen olarak göreve başladım.
-
Ortaokulu dışarıdan 2 yılda bitirdim 09 Ekim 1972 tarihinde polis
memuru olarak Ankara'da altıncı şube ve kara kollarda çalıştım.
- 6 Eylül
1973 tarihinde Selma (Kurşuncu) Hanımefendi ile evlendim.
- 10
Temmuz 1978 yılında ayında naklen Çorum İl Halk Kütüphanesine Memur
olarak geçtim. Dışarıdan Çorum Ticaret Lisesini iki yılda bitirdim.
- Kendi
kendime Osmanlıcayı öğrenmeye uğraştım, Hat sanatı ile biraz
ilgilendim 150 ye yakın Ser levham var, Çorum Güzel Sanatlar
Galerisinde ve Kütüphane salonlarında bu levhaları sergiledim.
- 03
Ağustos 1988 tarihinde İl Halk Kütüphanesi Müdür yardımcılığına
atandım.
- 1990
tarihinde ilk kitabım olan Dewey Onlu Tasnif isimli kütüphanelerdeki
kitapların tasnifi yapılan kitabı 10 yıllık bir araştırma ve çalışma
iye "Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)" kitap haline getirip
Kültür Bakanlığına sundum. Kitabımdan Türkiye'deki bütün
kütüphanelere dağıtılmak üzere 1000 adet satın aldılar.
-
Marangozluk, oymacılık, polis memurluğu, memurluk ve idarecilik
yaptım.
- Her
çalıştığım meslekte çeşitli önemli olaylar oldu ise de son çalıştığım
kurumda bence en önemli bir hatıramı anlatmak istiyorum: Kütüphanedeki
çalışmalarım ve " El Yazması Kitapların Çorum'da kalması için verdiğim
çabalar neticesinde Bitlis Tatvan’a tayin edilme olayım beni çok
yıktı. Fakat bu üzüntümün boş olduğunu zamanla gördüm. Rabb’imin izni
ile Hacca gitmek nasip oldu, iki kitap daha yayımladım ve elinizde
bulunan bu derginin çıkmasına vesile oldum. Mesleklerin insanlara
sağladığı maddi avantaj olarak, evinizi geçindirecek, namerde muhtaç
etmeyecek avantajından başka, manevi olarak; sizin yaptığınız işlerle
ilgili karşılaştığınız problemleri değerlendirirseniz avantajların
neler olabileceğini hayat okulundan öğrenmiş oldum.
- 1993
yılında Türkiye'deki bütün kütüphanelerde bulunan " El Yazması "
kitapların Ankara Milli Kütüphanesine toplanma kararı veren Kültür
Bakanlığına karşı Çorumlu hemşerilerimi haber dar ettim, mahalli
radyodan ve gazeteler ile parti il Başkanlarını ile Millet Vekilimiz
Adnan Türkoğlu ve Belediye Başkanımız rahmetli Turan Kılıççıolu'nun
destekleri ve diğer kuruluşların da katkısı ile "El Yazma kitapları"
Çorum'da kaldı. Açık öğretim için üniversite sınavlarına girip
kazandım. İkinci sınıfta iken Çorum'a tam teşekküllü bilgisayar
ortamında bir kütüphane kazandırmaktır. Yazma kitapların korunması ve
Çorum'da kalması için yaptığım girişimim yüzünden
- 25
Nisan 1994 tarihinde Tatvan Bitlis'e Müdür olarak tayinim çıktı, tayin
edildiğim yere gitmeyerek emekliliğimi istedim.
- 1994
Tarihinde nasip oldu eşimle birlikte Hacı olduk.
- 27
Mayıs 1998 tarihinde Çorum'da ilk Kültür Bakanlığından tescilli
"Gürsel Yayınevi" tarafımdan açtım.
- Yazı
yazmaya beni kimse teşvik etmedi Kütüphane için hazırladığım kitap
beni yazmaya teşvik etti. Yazılarım mahalli basında yayımlandı.
Yazılarımdan dolayı bir ödül almadım; fakat kitapları ve bu dergi
benim için en büyük ödüldür.
-
- Yayımlanmış çalışmalarım:
-
- " Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)
Haziran 1991 ",
- "Çorum 97 1997"
- "Çorum'da Yatan Meşhur Yatırlar
Haziran 1997- 2. basım 1998",
- " Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat
Tarih Ve Edebiyat Dergisi Temmuz 1998,
- " Sarı Çiğdem Şiir Defteri Mart
2002" ,
- “Çorum 2002” adlı basılmış
çalışmalarım bulunmaktadır.
- "Menakıb-ı Koyun Baba 2004"
- "Çorum Yemekleri 2004 Eşimin
Çalışması"
- "Hacım Ağustos 2007"
- "Çorumlular ve Çorum'a Hizmet
Edenler Temmuz 2008"
-
- Bakanlığa sunulmuş;"Alfabetik Türk
ve Yabancı Yazarlar Fihristi" ve "Ne Nerede Başlıklı Arama Fihristi"
basım için hazır beklemektedir. Yazılarım daha çok araştırma dalı
ile makale türüdür. Tiyatro çalışmalarım,şiir ve hikaye denemelerim
bulunmaktadır. Şu anda dergimde yazılarım çıkıyor. Benim
okuyucularıma diyeceklerim şudur ki. Doğru bildiğiniz konuları
savunun. Bu savunmanız size belki tepkiler getirecektir. Bu
tepkileri inceleyerek doğru olup olmadığını araştırın.
- Saygılarımla.
-
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
Ahmet ERTEKİN |
-
2 Haziran 1949
tarihinde İskilip'te doğmuşum. İlk ve ortaokulu İskilip'te tamamladıktan
sonra Çorum Lisesini bitirdim. A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde
okurken fark derslerin vermek suretiyle Çorum Öğretmen Okulundan da
diploma aldım, bu sayede öğretmenlik yaparak öğrenciliğimi sürdürdüm.
1974 yılında Kültür Bakanlığının açtığı Arkeolog Müze Asistanı sınavını
kazanarak 1975 yılının Ocak ayında Çorum Müzesinde asistan olarak göreve
başladım. Nisan 1977'de Müze Müdürü oldum. Ancak 1978'de Kültür
Müdürü, 1982 'de Turizm İnformation Büro Müdürü,1985'te ise Çorum Devlet
Tiyatrosu Müdürlüğü görevini üstlenerek 1988 yılında İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğüne atanancıya kadar vekaleten sürdürdüm.1990'da Kültür
Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdür Yardımcılığı görevini
üstlendim. 1991 yılı sonlarında kendi isteğimle döndüğüm Çorum İl
Kültür Müdürlüğünden alınarak 1993'te Arkeolog olarak Etnografya
Müzesinde, oradan Amasya İl Kültür Müdürlüğüne ve sonra TÜRKSOY'da
görevlendirildim. 1994 sonunda Danıştay kararıyla yeniden Çorum İl Kültür
Müdürlüğüne iade edildikten sonra Nisan 1997'de kendi isteğimle emekli
oldum.
-
İlkokul ve
ortaöğretimimin sırasında Ziraat Mühendisi olmayı düşlerdim. Mühendis
olamadım ama, çalıştığım her yer ve konumda yeşile olan ilgimi ön
plana çıkardım.
-
Ağaçlandırma ve
peyzaj konularında özel hobimi tatmin imkanı bularak fiilen ziraatçılık
yaptım.
-
Asıl lisans mesleğim
olan müzecilikten önce ilimizin değişik köylerinde öğretmen olarak
çalıştım. Bu bana Anadolu gerçeğini ve sosyal hayatımızın değişik
boyutlarını yaşama ve tanıma fırsatını verdi. Pek tabii ki anılar
dağarcığına pek çok çeşni katarak... Arkeoloji ve Müzecilik dünyada
son derece popüler bir meslek ve yükselen bir değer olmasına rağmen
ülkemizde henüz yeni tanımaya başlayan bir uğraş dalıdır. İmkanların en
kısıtlı döneminde görev yapmamıza rağmen zevkle özveriyle çalıştığımızı
inkar edemem. Kültür, sanat ve toz,toprakla uğraşmak isteyenler için
ideal olan bu mesleği,parayı sevenlere tavsiye etmem. Yazmak
paylaşmaktır. Bu duyguyu,bu düşünceyi,belli bir birikimi paylaşmak ve
deşarj olmak için bir araç,bir ihtiyaçtır. Şiirle başlayan yazma
alışkanlığım yerel gazete çıkardığımız dönemlerde zorunlu bir uğraş
haline gelmişse de sonradan kültür ve sanat konusunda yoğunlaşarak bir
hobi olarak devam etmektedir.
Özel bir ödül almadım. Ancak;amatör uğraşın ödülü okuyucuların
teşekküründen ise epey nasiplendiğim söylenebilir.
-
İdealim : Bütün
insanların kardeşçe,barış içinde yaşadıkları dikensiz bir gül
bahçesi. Bu mümkün mü ? Mümkün olana şükrederek mutlu olmaya
çalışıyoruz. Mesleki açıdan en büyük amacım; Kültür Bakanlığının bütün
kurumlarının temsilciliklerini Çorum'da görmekti. Bu da korolar dışında
gerçekleşti. Bir de eski Sanat Okulu binasın bölge müzesi olarak
fonksiyonel ederek hizmete açmak. Onun da gerçekleşmesine az kaldı. Bir
yayınevinde,yayım sırasını bekleyen " Alacahöyük -Boğazköy - Çorum " adlı
bir turistik rehber kitap hazırladım. Dört dilde yayınlanacağı bildirilen
bu çalışma henüz basılmadı.
-
Genelde;
kültür,sanat,eski eserler ve müzecilik konularında fırsat buldukça
yazdığım makale ve yazılar çeşitli resmi ve özel dergilerle, yerel
gazetelerde yayımlanıyor.
-
Ben; bütün eli
kalem tutan insanları "Boş kubbede bir hoş seda" bırakmak üzere yazmaya,
düşüncelerini paylaşmaya,bu amaçla da araştırma ve okumaya davet etmek
istiyorum.
|
|
Çorumlu
2000 1. sayı
ARKEOLOJİ VE ANADOLU KÜLTÜRÜ
ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Ahmet ERTEKİN
haziran 1949 tarihinde İskilip'te doğmuşum. İlk ve ortaokulu İskilip'te
tamamladıktan sonra Çorum Lisesini bitirdim. A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi'nde okurken fark derslerin vermek suretiyle Çorum Öğretmen
Okulundan da diploma aldım, bu sayede öğretmenlik yaparak öğrenciliğimi
sürdürdüm. 1974 yılında Kültür Bakanlığının açtığı Arkeolog Müze
Asistanı sınavını kazanarak 1975 yılının Ocak ayında Çorum Müzesinde asistan
olarak göreve başladım. Nisan 1977'de Müze Müdürü oldum. Ancak 1978'de
Kültür Müdürü, 1982 'de Turizm İnformation Büro Müdürü,1985'te ise Çorum
Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü görevini üstlenerek 1988 yılında İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğüne atanancıya kadar vekaleten sürdürdüm.1990'da Kültür
Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdür Yardımcılığı görevini
üstlendim. 1991 yılı sonlarında kendi isteğimle döndüğüm Çorum İl
Kültür Müdürlüğünden alınarak 1993'te Arkeolog olarak Etnografya
Müzesinde, oradan Amasya İl Kültür Müdürlüğüne ve sonra TÜRKSOY'da
görevlendirildim. 1994 sonunda Danıştay kararıyla yeniden Çorum İl Kültür
Müdürlüğüne iade edildikten sonra Nisan 1997'de kendi isteğimle emekli
oldum.
İlkokul ve ortaöğretimimin sırasında Ziraat Mühendisi olmayı düşlerdim.
Mühendis olamadım ama, çalıştığım her yer ve konumda yeşile olan ilgimi
ön plana çıkardım.
Ağaçlandırma ve peyzaj konularında özel hobimi tatmin imkanı bularak fiilen
ziraatçılık yaptım.
Asıl
lisans mesleğim olan müzecilikten önce ilimizin değişik köylerinde öğretmen
olarak çalıştım. Bu bana Anadolu gerçeğini ve sosyal hayatımızın değişik
boyutlarını yaşama ve tanıma fırsatını verdi. Pek tabii ki anılar
dağarcığına pek çok çeşni katarak... Arkeoloji ve Müzecilik dünyada son
derece popüler bir meslek ve yükselen bir değer olmasına rağmen ülkemizde
henüz yeni tanımaya başlayan bir uğraş dalıdır. İmkanların en kısıtlı
döneminde görev yapmamıza rağmen zevkle özveriyle çalıştığımızı inkar
edemem. Kültür, sanat ve toz,toprakla uğraşmak isteyenler için ideal olan
bu mesleği,parayı sevenlere tavsiye etmem. Yazmak paylaşmaktır. Bu
duyguyu,bu düşünceyi,belli bir birikimi paylaşmak ve deşarj olmak için
bir araç,bir ihtiyaçtır. Şiirle başlayan yazma alışkanlığım yerel gazete
çıkardığımız dönemlerde zorunlu bir uğraş haline gelmişse de sonradan
kültür ve sanat konusunda yoğunlaşarak bir hobi olarak devam etmektedir.
Özel bir ödül almadım. Ancak;amatör uğraşın ödülü okuyucuların
teşekküründen ise epey nasiplendiğim söylenebilir.
İdealim : Bütün insanların kardeşçe,barış içinde yaşadıkları dikensiz
bir gül bahçesi. Bu mümkün mü ? Mümkün olana şükrederek mutlu olmaya
çalışıyoruz. Mesleki açıdan en büyük amacım; Kültür Bakanlığının bütün
kurumlarının temsilciliklerini Çorum'da görmekti. Bu da korolar dışında
gerçekleşti. Bir de eski Sanat Okulu binasın bölge müzesi olarak
fonksiyonel ederek hizmete açmak. Onun da gerçekleşmesine az kaldı. Bir
yayınevinde,yayım sırasını bekleyen " Alacahöyük -Boğazköy - Çorum " adlı
bir turistik rehber kitap hazırladım. Dört dilde yayınlanacağı bildirilen
bu çalışma henüz basılmadı.
Genelde; kültür,sanat,eski eserler ve müzecilik konularında fırsat
buldukça yazdığım makale ve yazılar çeşitli resmi ve özel dergilerle, yerel
gazetelerde yayımlanıyor.
Ben;
bütün eli kalem tutan insanları "Boş kubbede bir hoş seda" bırakmak üzere
yazmaya, düşüncelerini paylaşmaya,bu amaçla da araştırma ve okumaya davet
etmek istiyorum.
|
|
Çorumlu
2000 5. sayı
HATTUŞA'YI
LANETLEYEN KRAL : ANİTTA
Ahmet
ERTEKİN
Trans halindeki Kuşşarlı
kâhin başını kaldırmadan haykırdı:
- Müjde yüce kralım,müjde
büyük Pithana ! Tanrı Teşhup'un sana bir muştusu var. Hamile kraliçemiz
sana bir erkek armağan edecek... Orta yaşın dinamizmini yaşayan Kuşşar
Kralı Pithana dudaklarında hafif bir gülümseme ile oturduğu tahtından yavaş
yavaş doğrularak:
- Eğer dediğin doğru
ise...Söylediğin çıkarsa !.. Dile benden ne dilersen ? Şayet aksi
olursa...Sözünü tamamlayamadı. Aksi olursa... Aksini düşünmek bile
istemiyordu. Sustu...
...Ve bir ilkbahar sabahı Kuşşar Kral Sarayı'ndaki
yoğun koşuşturmaca bir çocuk viyak lamasıyla coşkulu bir şölene
dönüştü. Daha sonra,tablet metinlerinde "Gökyüzünün Fırtına Tanrısının
sevgilisi " diye söz edilecek olan ANİTTA doğmuştu. Bu doğum Kuşşar
Tanrılarına sunulan kurbanlar ve yapılan törenlerle kutlandı. Asur'dan
heybeler dolusu hediyeler geldi. Transit kervanlar ve tüccarlar
Pithana'yı armağanlar göndererek kutladılar.
O
tarihlerde, şimdiki zaman kriteri milat henüz yoktu. Yıllar, İsa'ya bağımlı
olmadan geçiyordu. Zira, İsa henüz doğmamıştı. Anlattığımız ve olduğunu
var saydığımız olay, Milattan yaklaşık 1800 yıl önce bir Anadolu kenti,bir
şehir devleti konumundaki Kuşşar'da yaşanmıştı ! ... Yeri henüz lokalize
edilemeyen ve Orta Anadolu'da olduğu tahmin edilen ( belki de Yozgat-Alişar)
Kuşşar kenti, krallıkla yönetilen bir şehir devleti- site idi. Milattan
önce,1900'lerde Anadolu'daki şehirler hiçbir merkezi otoriteye bağlı
olmayan müstakil kent beyleri - yerel krallar tarafından yönetiliyordu.Bu
tarihlerde,büyük kent merkezlerinin bitişiğinde Asurlu tüccarların
alışveriş yaptıkları,mallarını depoladıkları ve serbestçe yaşadıkları bir
çeşit kervansaray konumunda adına KARUM denilen yerleşmeler vardı.
Çoğunluğu Asur kökenli olup kuzey Suriye, kuzey Mezopotamya ve yerli
tüccarların da aktif olarak katıldığı bu ticari sirkülasyon; hem Asurlu
tüccarlara,hem de koruması altına girdikleri kent beylerine - krallarına
karşılıklı çıkarlar sağlayan uluslararası bir organizasyon olarak
tanımlanabilir.
Asur
Ticaret Kolonileri Çağı olarak kategorize edilen bu dönem : Asur devletinin
Anadolu'daki siyasal hakimiyetinin değil, yerel krallıklar üzerindeki ticari
egemenliğini ifade etmektedir.
Genellikle, eşek kervanlarıyla İran'dan tunç alaşımında kullanılan
kalay,Asur'dan dokuma ve tekstil ürünleri getiren tüccarlar ; Anadolu'dan
altın,gümüş ve bakır gibi madenler götürmüşler ve bu karşılıklı ticaretten
büyük kârlar elde etmişlerdir. Bir çeşit serbest bölge açık Pazar
niteliğinde olup adına KARUM denilen bu alış -veriş merkezlerinin en
büyüğü ve ünlüsü Kayseri yakınlarındaki Kültepe'de bulunan KANEŞ
KARUM'dur. Kuşşar Kralı Pithana bir adı da Neşa olan bu kenti
fethederek devlet merkezi yapmıştır. Çünkü burası çağının en büyük ticaret
merkezi konumundadır. Asur'dan yola çıkan eşek kervanları bu merkezden
diğer karumlara dağılmakta ve büyük bir ihtimalle Anadolu ihracatı da
yine Kaneş Karum üzerinden yapılmaktaydı. (Bugünkü Kayserililerin ticarete
yatkınlığının özünde bu tarihsel geçmişin katkı payı düşünülebilir .)
Paralı korumalar eşliğinde Anadolu'yu bir uçtan bir uca konvoylar
halinde geçen kervanlar arazilerinden geçtikleri kent beylerine %10
oranında yol vergisi, karum krallarına ise bir çeşit gümrük vergisi
ödüyorlardı. Adli ve siyasal açıdan Asur yönetimine bağlı olan
tüccarların yol güvenliği ve soy kralların garantörlüğü altındaydı.
Anadolu
kültürüne, fazlaca etkileri olma yan ve etkinlikleri sadece ticaretle
sınırlı kalan Asur Ticaret Kolonileri Çağının ikinci büyük merkezi ise
Çorum Boğazkale ilçe sınırları içerisinde yer alan KARUM HATTUŞ'dur.
Hatti
-Hitit karışımı yerli halk,"Neşa kentinin dili " olarak nitelenen eski
Hititçeyi konuşup yazarken ; bu dönem Anadolu'sunda gerek ticari
mektuplar ve gerekse yerel krallar arasında yapılan yazışmalarda ortak
diplomasi dili olarak eski Asurca kullanılmıştır.
Yazımıza
konu olan ANİTTA,işte böyle bir coğrafya içerisinde büyümüş, babası
Pithana,Neşa (Kaneş) kentini alıp başkent yaparken yanında bulunmuştur.
Neşa'da ele geçen ve bir çeşit noterlik belgesi niteliği taşıyan çivi
yazılı bir tablet üzerindeki "Kral Pithana ve merdiven büyüğü ANİTTA"
yazısında,ismen yaşadığı tespit edilen ve veliaht olduğu anlaşılan
Anitta'nın ; Yozgat Sarıkaya yakınlarında ki Alişar-höyük'te (Karum)
bulunan iki tabletten, birincisinin üzerindeki"Kral Anitta'nın mührü"
yazısından,babasından sonra ve belgenin yazıldığı tarihte kral olduğu
anlaşılmaktadır. Ayrıca ikinci belgede ise,"Büyük Kral Anitta,merdiven
büyüğa Beruwa" adları geçmekte,Anitta'nın krallıkla yetinmeyerek, "Büyük
Kral" olduğu ve oğlu Beruwa'yı veliaht olarak atadığı görülmektedir.
Anitta'ya ait bir başka belge de,Kültepe Höyüğünde (Neşa) bulunan ve
arkeoloji literatüründe "Anitta Hançeri" olarak tanınan bronz mızrak ucu
üzerindeki " Kral Anitta'nın Sarayı" yazısıdır.
Ayrıca;Boğazköy kazılarında ki,tablet arşivinde bulunan ve "Anitta Metni"
olarak tanımlanan çivi yazılı belgelerde kısaca Anitta tanımlanmakta ve
icraatları özetlenmektedir. "Anitta , Pithana'nın oğlu, Kuşşar Kralı, söyle
: O, gökyüzünün Fırtına Tanrısı'nın sevgilisiydi. Kuşşar Kralı kentten
büyük bir kuvvetle inip Neşa'yı bir gecede gücü sayesinde aldı. Neşa
Kralı'na saldırdı. Ama Neşa halkına kötülük etmedi. Onları,analar ve
babalar yaptı. Babam Pithana'dan sonra ben bir isyanı bastırdım. Hangi
ülke ayaklandı ise,onu Tanrı Şiu'nun yardımı ile yendim.“
Tabletin
bizi en çok ilgilendiren bölümü ilimiz Boğazkale ilçesi sınırları
içerisinde yer alan ve daha sonraları Büyük Hitit İmparatorluğuna
Başkentlik yapacak olan HATTUŞA adının geçtiği kısımdır. Tabletin bu
bölümünde, Karum Hattuş'un fethi özetlenmekte ve yeniden imar edecek
olanlar lanetlenmektedir:
"Hattuşa
kenti, açlıktan kırılınca,Tanrım Şiu onu that Tanrıçası Helmaşuit'e
teslim etti. Ve ben, bir gecede onu güçle aldım ve kentin yerine yabani
otlar ektim. Bundan sonra, kim kral olur da Hattuşa'yı yeniden iskân
ederse, o gökyüzünün Fırtına Tanrısı'nın lanetine uğrasın !”
Büyük
bir kıtlık sonucu aç ve perişan olan Hattuşa'yı bir gecede teslim
alarak kenti yerle bir eden ve yine kendi ifadesine göre "Ya bani otlar
eken" Anitta'nın,hırsını yenemeyerek "Hattuşa'yı kim yeniden imar ederse
Gökyüzünün Fırtına Tanrısı'nın lanetine uğrasın" demek suretiyle şehrin
geleceğine de ambargo koyması oldukça ilginçtir.
Daha
ilginç olan bir başka nokta ise, Hattuşa'nın Anitta'nın lanetlemesine
karşın, yine Anitta soyundan gelen LABARNA veya, TABARNA adlı kral
tarafından yeniden imar ve iskân edilmesi olayıdır. Hatta bu
kral,Hattuşa'yı Hitit Başşehri yapmak suretiyle ne kadar önemsediğini
kanıtlamış, üstelik kendi adını da Hattuşalı anlamına gelen HATTUŞİLİ olarak
değiştirmiştir.
Hattuşili
, Boğazköy kazılarında ele geçen başka bir tablette kendisini:"Hattuşili,
Büyük Kral, Hattuşa Kralı,Kuşşarlı adam...." sözleri ile tanıtmaktadır.
Bu tanıtım cümlesi Hitit Devletinin ilk kralı olarak kabul edilen
Hattuşili ile Kuşşar Kralı Anitta'nın soy bağlantısını açıkça
kanıtlamakta;Asur Ticaret Kolonileri Çağı ile Hittit Devleti arasında var
olan ilişkiye siyasi devamlılık açısından kesinlik kazandırmaktadır.
Hattuşa'yı lanetleyen Anitta, Neşa'yı bayındır hale getirmiş,tanrılar
adına mabetler yaptırmış ve kenti savaş ganimetleriyle donatmıştır.
Ayrıca;aslanlar,yaban domuzları,leoparlar ve dağ keçileri gibi yüz yirmi
yabanıl hayvandan oluşan bir hayvanat bahçesi kurdurduğu,yine kendi
ifadesinin yer aldığı çivi yazılı tabletlerin filolojik çözümünden
anlaşılmaktadır.
Kısaca;
yazımıza konu olan Anitta; Hatti - Hitit kökenli bir şehir devleti olan
Kuşşar ve Neşa'da hükümran olmuş ve Büyük Hitit İmparatorluğunun ilk
çekirdek organizasyonunu başarmış bir kral; tarihte bilinen ilk hayvanat
bahçesinin kurucularındandır. Günümüzden yaklaşık 3750 yıl önce yaşadığı
kabul edilen bu dirayetli yöneticinin adı ,ilimizde el değiştiren bir otele
verilerek binlerce yıl sonra Çorum'un gün demine yeniden girmesi
sağlanmıştır.
Kil
tabletler aracılığıyla yaşadığı tespit edilen ve kimliği zaman tunelinden
günümüze ulaşan Anitta, lanetine inat, Dünyaca meşhur Hattuşa ve
Çorum'un turizm arzını güçlendireceği inancı ile, Anitta adı verilen otelin
yeni sahiplerini kutluyor; bol kazançlı bir hizmet performansı diliyorum.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
Erdal ERALP
|
-
Bir 30 Ağustos günü
doğmuşum. Yılını kesin bilmiyorum. Nüfusa kayıt tarihim Mart 1932,
yani Mart 1932'de varım. Bu tarihe en yakın 30 Ağustos 1931 işte asıl
doğum tarihim bu oluyor.Babam Atıf Eralp ve
Annem Kadriye Eralp'ler
Atatürk'ün devrimci öğretmenleriydiler. Annem; çarı, peçeyi atıp
öğretmen olduğu şimdiki Zafer Okulunun yerindeki
Numine-i Nezhat Okuluna Cumhuriyet
öğretmeni kılığıyla giden ilk bayan öğretmen olmakla öğündüğünü hep
söylerdi.
-
Babam Hatay'ın
Vatana katılışı sırasında Hatay'da Nahiye Müdürlüğü ve Kaymakam
Vekillikleri yaptı.
-
Dedem Ahmet Safi
Eralp (Darül
Fünün) Üniversite mezunu bir öğretmendi.
-
Ben ilkokulu Tanyeri
İlkokulunda okudum. Ortaokula Çorum'da başladım,ortaokul ikinci sınıfı ve
son sınıfı İskenderun'da okudum ve 1946 da Çorum Ortaokulundan ve 1949
Haziranında da Çorum Lisesinden mezun oldu. 1949 yılı Kasımın da
İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesinde öğrenci idim.
-
Öğrencilik
yıllarında;bir kültür ocağı olan İstanbul'u çok sevdim. Giderek
sporcu kimliğim öne çıktı. Darüşşafakalı
veleybolcu olarak Önce Federasyon kupası
şampiyonlukları ve uzun bir süre Türkiye ikinciliği ve sonrası
Türkiye şampiyonluğunu yaşadım. Yurt dışında uluslar arası
turnuvalara katıldım.
-
40 yılı aşkın bir
süredir Çorum'da Avukatım.
-
Çorum'a
gelince;öğrencilik yıllarımdan be ri tutkun
olduğum Anadolu uygarlıklarının içinde buldum kendimi. Bir ara siyaset
dünyasına karışmak zorunda kaldım. CHP Gençlik Teşkilatı olarak
başladım, 1960'tan sonra İl Başkanı oldum. Hiç aday olmadım. 1968 den
sonra yavaş,yavaş faal siyasetten uzaklaştım ve siyaseti hiç sevmedi
-
Kültür ve sanat
yayınlarını hep takip ettim Yirmi yıldan fazla bir süredir Arkeoloji
ve Hititoloji dünyası içinde buldum kendimi. Sınıf arkadaşım ve sıra
arkadaşım Dr. Turhan Kılıççıoğlu'nun büyük
sevgi ve desteğiyle Çorum'u,başken tini ve bir çok önemli kentlerini
yüreğinde barındıran Çorum'u dünyanın kenti haline getirip tüm
dünyaya tanıtmak için Belediye Başkanları, Valiler,Çorum Kültür
Müdürlüğü ve Müze Müdürlüğün deki arkadaşlarımızın üstün gayretleri
sürmektedir.
-
Geceleri saat 03'ten
sonra uyku uyumam. Bu saatlerde okuyacak ve araştıracak zamanı
bulabiliyorum. Bu saatlerde kendimi cennette hissediyor gibiyim.
-
Hemen her sabah gün
doğmadan stadyuma giderim. Önceleri çoğu kez yalnız olurdum, Turhan
Kılıçcıoğlu çoğu kez katılırdı. Koşmayı hiç
bırakmadık. Son 7-8 yıldan beri yürümek ve koşmak için gelenleri
neredeyse stadyum almıyor. Gençler,yaşlılar her gün oradalar. Burada
oluşan gruplar arasındaki sohbetlere doyum olmuyor. Sonra bir duş
ve çorba,büromdayım. Geçinebilmek için çalışmak zorundayım.
-
Bu arada ; Çorum'da
Atatürkçü Düşünce Derneğini kurmak da bana nasip oldu. Birlikte
çalışacağım arkadaşlarımın çalışma gücüne hayran oldum. Belli bir
takvime uyarak, yayınlar, konferanslarla aydınlık yarınlar için bir
ateş yakmaya çalıştım.
-
Eşim bütün bu
çabalarımda hep yanımda oldu. Büyük kazanımların ardına düşmedik,her zaman
geçinebileceğimiz kadar imkanımız oldu. Çıkarsız,mutluluğu birlikte
aradık. Bir kültür dünyası için mutluluk bizim için yeterli oldu.
-
İyi eğitim
almış,uygar,laik,saygılı ve yüreği sevgilere ulaşmış Türk Ulusu, yani ;
Atatürk'ün Türkiye'sini özlüyorum.
-
Yazarımız 2019 Yılında vefat etmiştir!
|
|
Çorumlu2000
5. sayı
- HİTİT-HATTİ UYGARLIKLARI
VE GÜNEŞ KURSLARI
- Av. Erdal ERALP
-
Hititlerde özellikle kral mühürleri ve kaya
kabartmalarında kralın adını belirten, Hiyeroglif (resim yazısı) ile
mükemmel bir kompozisyonla oluşturulmuş ideogram diyebileceğimiz,yani
resimlerle anlatılan bir fikir ya da sözcük anlamına gelen işaretler
grubu sık kullanılmıştır.
-
Bu ideogram'ların en üstünde ışınlı bir
yuvarlak ve ortasında gelişkin bir yıldız motifi ve dairenin iki yanında
kanatlar mevcuttur.
-
Rozet diyebileceğimiz bu figürün bir Hiyeroglif
olduğu ve Mısır etkisi ile BEN GÜNEŞ yada, MAJESTE anlamına geldiği
anlaşılmaktadır.
-
Bir de Ankara'da Belediye Başkanı Vedat
Dalokay'ın Sıhhîye Meydanına diktirdiği ve böylece her kesin artık
iyice tanıdığı,bir zamanlar Ankara Belediyesinin amblemi olarak
kullanılan , sigara paketinin üzerinde de kullanılmış olan ve bir çok
turistik tesislerde çok kullanılan ve adına "Hitit Güneş Kursları"
denilen değişik motifli kurslar vardır. Bu kursların Hitit'lere ait
olduğu söylenilse de bu aslında doğru değildir. Bunlar, İsa'da önce
3000'den 2000'e doğru Eski Tunç Çağının ikinci yarısında özellikle
Çorum'da Alacahöyük'te yaşamış oldukları kabul edilen Hatti'lere
yöneticilik yapmış olan bir grup soylulara ait mezarlarda bulunan ve
adına "Güneş Kursları" denilen buluntulardır. Bu mezarlarda armağan
olarak konulduğu sanılan buluntular yüksek nitelikli sanat eserleridir.
Bunlar arasında silahlar,süs eşyaları, madeni kaplar,madeni heykelcikler
ve değişik biçimli ve bir kaideye tespit için yapılmış çıkıntıları olan
hayvan betimleri çok ilginçtir.
-
Genellikle "Güneş Kursları" olarak bilinen,
bazıları hayvan motifleriyle süslü,bir bölümü daire, bir bölümü dörtken
biçimli ve bir sopaya (sap'a) geçirilerek dinsel törenlerde taşıdığı
sanılan STANDARTLAR (simgesel işaret-alem) ler'de bu mezarlarda bulunan
buluntular arasındadır. Bunlara kült standartları diyebiliyoruz.
-
Rahiplerin dini törenlerde bu kursları
sopalardan tutarak ve üzerine monte edilmiş sallantılarla (sistrum)
ses çıkartarak bir duanın başladığını ya da bittiğini belirterek töreni
yönetiyorlardı. (Bu yargılar kesin değildir.) Bu kurslarda görülen
hayvan figürlerinden geyikler ve boğanın dışındaki bütün
hayvanlarlar,Anadolu'nun Ana Tanrıça inancını simgelemektedir. Ama,
tanrıça yani,toprak ana, doğurgandır, doyurgandır,doğaya
hakimdir,hayvanlar bu yüzdün onu simgeler,inanç sisteminde dişi
öğedir.
-
Kurslarda boğa motifi ya da bunu simgeleyen
ve genellikle kursların altında yer alan boğa boynuzları bulunmaktadır.
Bunlar Akdeniz uygarlıklarından Anadolu'ya geçen Boğa (Toros) kültü
olarak kabul edebilir. Boğalar BAŞ TANRI'yı süngüleyen,Ana Tanrıçanın
eşidir,toprağı dölleyen,bet bereketi sağlayan öğdir.
-
Bu simgeler,Hitit'lerden önce,Mısır,
Mezopotamya, Hint,Asya inançlarından Anadolu' ya taşınmış, Hitit'lerin
siyasal otoriteyi ve bütünlüğü sağlamasıyla, federatif sistem içinde
özgürlük tanımlaması ve Başkent Hattuşa da hep bir arada yaşanmış,
değişik inançların sentezi olan ve her tanrı ve tanrıçanın bir TANRI
AİLESİ (Panteon) olarak birleşmesi ve bir sentez oluşturması sonucu
Anadolu'ya özgür düşünce ortamını doğurmuştur. Bu yüzden anlatılan " Güneş
Kursları " Hitit'lerin de kabul edip kullanıldıkları muhakkaktır.
-
Bu simgelerin çeşitliliğinden anlıyoruz ki,
Hitit öncesi Anadolu'da yaşayan Hatti'ler, kent beylikleri ya da
yerel krallıklar halkları, Mısır, Mezopotamya uygarlıkları inanç ve kültleri Anadolu'ya 2000'de Asya'dan gelen Hitit'leri her yönden etkilemişlerdir.
-
Bu grupların etkileri, inanç alanında
sentezi yaratmıştır. Yani, inanışlarda özgürlük yasalarla
korunmuş ve her grubun tanrısı,Hitit Tanrı ailelerine alındı. (Hitit
Panteonu) meydana getirmiştir.
|
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
İsmet
ÇENESİZ |
-
06.
06. 1936 günü Albayrak 2. Sokakta 9 nolu evde dünyaya gelmişim. Her nedense
nüfus kağıdımda 1938 doğumluyum. Babamın ismi İsmail annem Münevver
Çenesiz. Ailenin en büyük çocuğu ablam Caviden Çenesiz (Amanvermez) 74
yaşında ve İzmir'de oturuyor. Ağabeyim İlhan Çenesiz 66 yaşında halen
İstanbul'da oturuyor, Turhal ve Sivas Gemerek'te tuğla fabrikaları var,oğlu
ile birlikte çalışıyor.
-
Babam
dülgerdi; Küçük İsmail lakabıyla anılırdı,çalışkan bir insandı Küçük yaşta
anne ve Babasını Kaybetmiş Şehirden köye göçmek mecburiyetinde kalmış 5- 6
sene sonra yeniden babasının arkadaşı olan meşhur Muttalip Gürsel
ustadan sanatını iyice öğrenmiş, ustasıyla aralarında baba - evlat saygısı
doğmuştur.Babamı 1976 yılında kaybettik.Annem ise 1900 doğumlu tam bir
eski zaman kadını idi. Sabahları ezandan önce kalkardı. Güçsüzlere karşı
çok duygulu, merhametli ve cömertti. Çorum Güçsüzler Evinin yeri
annemindi,orayı hayır işine tahsis etti. 1993 yılında Allah'ın Rahmetine
kavuştu . Güçsüzler Evini biz üstlendik. Doğduğum evden ayrılışımızı
hatırlıyorum, büyüdüğüm evde, doğduğum eve yakın Alaybey Çıkmazı No 1
de, köşe başında evdi.
1945 yılında Albayrak İlkokuluna gittim, 3. sınıfta kendi isteğimle
Tanyeri İlkokuluna gittim. Kendimi övmek gibi olmasın,her bakımdan çok iyi
bir talebeydim. 1950 de Erkek Sanat Enstitüsüne kayıt oldum. 1955 yılında
bu okulu bitirdim orada da iyi bir talebelik hayatım oldu,her bakımdan
iyi bir talebe idim. 6.6.1958 de evlendim.4 çocuğum var. İkisi erkek,ikisi
kız. Hepsi evli, 7 torun sahibi etti yüce Allah. 1959 Temmuzunda Yedek
Subay Okulunda askerliğim başladı.Tank bölümüne ayrılmıştım. Türkiye'nin ilk
Yedek Subay olarak Tank Asteğmenleri biz idik. Kıta görevimi Urfa'nın
Bilecik Kazasında yaptım. 1960 İhtilalinde 1 ay bu kazada Belediye
Başkanlığı yaptım. Bilecik'te ve Belediyede kendimi sevdirdi,herkese ben
saygı gösterdim,karşılığını da gördüm. 20 sene Bilecik Belediyesinden
bayramlarda tebrikleştiğim arkadaşlarım oldu.
-
İlkokul sıralarında hangi mesleğe ilgi duyduğumum anımsamıyorum. Ama sanat
enstitüsünün sonlarına doğru inşaat mühendisi olmayı arzu ediyordum.
Babamda bunu çok istiyordu, onun da tesiri oluyordu. Fakat son sınıfta
okumayıp ağabeyimle birlikte kurulu olan tezgahımız olan babamın
mesleğini,marangozluk ve biçkicilik yapmaya karar verdik. Okulu bitirince
1955 yılının Temmuz ayında Hamit Camiinin oradaki dükkanımızda işe
başladık. Başlayış o başlayış,askere gidinceye kadar orada, askerden
gelince de Hıdırlık civarındaki bize ait olan yerde 1964 yılı sonlarına
kadar çalıştık .Sonra 1965 yılı baharında Halit Hamoğlu ve Mehmet Balaban
ile Güneş Kiremiti kurduk,bu ara Turhal'daki Baldudak Kiremit Fabrikasını
aynı şahıslarla ortak aldık. 1965 sonunda ortaklığımızı bizim gördüğümüz
lüzum üzerine ayırdık. Ağabeyimle ben Turhal'daki fabrikayı,Halit Hamoğlu
Güneş Kiremiti aldı. Mehmet Balaban mesleği bıraktı.
-
1975 de ben
Turhal'dan ayrılıp Samsun'a göçtüm. 1987 Mayıs ayında Başaran Kiremiti
aldım. Çorum'a taşındık, 1994 de Çenesiz Seramik "ECE" yi organize
sanayinde kurduk. Sanayicilik her zaman zor olmuştur ama,1998-1999 yılı
başka bir zor.
-
Şu anda yazı
yazdığımdan dolayı bir ödül almadım,okulda yazdığım kompozisyonlar beğeni
lirdi. Şimdi her Pazartesi Çorum'da mahalli gazetelerin üçünde,Çorumlu
2000 Dergisinde ve Çekva'nın dergisinde yazıyorum. Şu anda 200 kadar
mahalli gazetelerde yazı yazmışım,80 kadar 1952 den beri yazdığım
şiirlerim var,bunları kitap haline getirip masraflarını ben ödeyip
gelirinin tamamını hayır kurumlarına vereceğim.
-
İdealim;sanayiciliğimin bütün zorluklarına rağmen, yıkılmadan işime devam
etmek. Şu anda iş yerlerimde 300 kişi çalışıyor,30 bin olmasını çok arzu
ederim.
-
Gençlere önerilerimiz
ise:Çalışkan,dürüst olmak, üretmek, İnsanları,işini sevmek ve en iyisini
yapmak,öğrenmenin yaşı yoktur,her gün mutlaka bir şey öğrenmek. Ben bu
yaşımda her gece yatarken ben bu gün ne öğrendim diye kendimi
sorguluyorum.
-
|
|
-
Çorumlu 2000 42. sayı
-
V.
ULUSLARARASI HİTİTOLOJİ KONGRESİ
- İsmet ÇENESİZ
-
-
Kıymetli okuyucularım ! Bir tarih hazinesi olan Çorum’umuzun topraklarına
su veren baraj Hitit’ler tarafından kurulmuş. Geçen yıl ve bu yıl yapılan
kazılarla bu baraj eski işlevine döndürülerek turizme açılacaktır. Bu
seneki Alacahöyük çalışmaları 27.08.2002 Salı günü tamamlanıyor. Bu
kazılarla birlikte Alacahöyük’ü gün ışığına çıkaran kazıların çoğu da
tamamlanmış oluyor.
-
2
Eylül- 8 Eylül 2002 tarihleri arasında Çorum’da V.Uluslararası Hititoloji
Kongresi toplanacaktır. Komite başkanı Sayın Valimiz atıl ÜZELGÜN ve IP
Komite alt çalışma arkadaşlarına teşekkürlerimi sunuyorum. Bu konferans da
M.Ö. 2000’de Anadolu’da devlet kuran Hititler her yönüyle pek çok devletin
bilim adamı tarafından tartışılacaktır. Bu da Türkiye ve Çorum’un dünya da
tanıtılmasında katkı da bulunacaktır.
-
Bu
kongreler üç yılda bir toplanmaktadır. 1990 yılında dünyada ilk defa Çorum
kenti bu toplantılara ev sahipliği yaparak ve büyük bir özveriyle bu işi
başarmıştır. İkincisi 1993 yılında İtalya’nın Pavia şehrinde
yapılmıştır.Üçüncüsü 1996 yılında yine Çorum’da yapılmıştır. Dördüncü
toplantı Almanya’nın Würzburg şehrinde yapılmıştır. 2-6 Eylül arasında ise
beşincisi yine Çorum’da yapılmaktadır.
-
Çorum yine bu işe en güzel ev sahipliği yapacak.
-
Almanya,Hollanda,İngiltre,Belçika,Amerika,Avustralya,İsrail,İtalya,Slovenya,Gürcistan
gibi ülkelerin bilim adamları gelerek yeni ve çok mühim bilgiler
sunacaklardır.
-
Çorum Hitit Uygarlığının beşiğidir. Şöyle bir sıralayacak
olursak:Boğazköy,Şapinuva,Alacahöyük,Yörüklü gibi merkezler bulunmaktadır.
Boğazköy’le Şapinuva Hititlerin baş kenti olmuştur. Boğazköy dünya
mirasına girmiştir. Bu kazılara maddi,manevi desteği olanlara,emeği geçen
herkese,tarihi aydınlatanlara,Çorum’u dünyaya tanıtanlara,ileride pek çok
turistin gelmesine sebep olanlara ben içtenlikle ve candan teşekkür
ediyorum.
-
Bu
kongrede yapılacak kültürel etkinliklerin proğramı ise :
- AKŞAM PROĞRAMLARI:
-
02 Eylül 2002 Pazartesi saat 21,00 Atatürk
Kapalı Spor Salonu Ankara Davlet Klasik Türk Müziği Korosu Müzik
Konseri.Solistler Zekai TUNCA ve Zerrin NAYCI
-
03 Eylül 2002 Salı saat 21,00 Atatürk Kapalı
Spor Salonu Kültür Bakanlığı Konya Türk Tasavvuf Müziği ve Sema Gösterisi
-
04 Eylül 2002 Çarşamba saat 21,00Devlet Tiyatro
Salonu Ankara Devlet Opera Balesi Genel Müdürlüğü Sanatçılar konseri
-
05 Eylül 2002 Perşembe saat 21,00 Devlet Tiyatro
Salonu İstanbul Modern Folk Müzik Topluluğu Genel Yönetmen Ferhat
LİVANELİOĞLU;Solistler Sevingül GÜLER,Julide KARAN,Cihat OKAN
-
06 Eylül 2002 Cuma saat 21,00 Devlet Tiyatro
Salonu Ankara Devlet Opera Balesi Genel Müdürlüğü Sanatçılar Konseri
-
07 Eylül 2002
Cumartesi Devlet Tiyatro Salonu Mersin Opera Balesi Müdürlüğü Sanatçılar
Konseri
- Çorum bir hafta boyunca çeşitli
topluluklara,bir çok devletin bilim adamlarına en güzel hizmeti verecek.
Biz Türklerin ve Çorum halkının içten,candan ve sıcak misafirperverliğini
gösterecektir. Emeği geçenlere tekrar teşekkürler.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
Kamil AYCAN |
- 30 Mayıs 1963 yılında Çorum'da doğdu.
- İlk, Orta ve Lise öğrenimini Çorum'da
tamamladı.
- İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Coğrafya Bölümünden mezun olduktan sonra çeşitli dergilerde
reklam sorumlusu olarak görev yaptı.
- Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih
ve Edebiyat Dergisinde çalışmaları yayımlandı.
- http://dergisi.info/corumlu.htm Sanal
dergide bu yazıları bulunmaktadır.
- Kamil AYCAN Uzun bir süredir sektörel
bir dergide Anadolu bölge müdürü olarak görev yapmaktadır.
|
|
-
Çorumlu 2000 9. sayı
-
HİTİTLERİN ARABA KULLANMA SANATI
-
Kamil AYCAN
-
Ticaret ve ulaşım
açısından önemli buluşlardan birisi olan araba günümüze değin
teknolojinin ilerlemesine paralel bir gelişme göstermiştir.
-
Tarihsel uzmanlaşma
düzeyi ne olursa olsun,çoğu kişi tekerlekli ulaşımın uygarlığın bir
göstergesi olduğuna inanılır. Elimizdeki arkeolojik bulgular arabanın
M.Ö:3500’lerde Mezopotamya da ürünleri taşımak için Sümer çiftçileri
tarafından kullanılmaya başladığını göstermektedir. Tekerlekli
taşıtlar Sümerlerden Asya ya,Avrupa ya yayıldı. Tekerlekli taşıtlara
ilgili en eski belge Erek’te (Varak) Geç Uruk tabletlerinde yer alan
bir betimlemededir. Bu örnekte iki yada üç parçadan oluşan içi dolu
tekerlekler çapraz desteklerle tutturulmuş ve merkezde
güçlendirilmiştir.
-
Arkeolojik kayıtlar
dikkatlice tarandığında ilk tekerlekli taşıtların kuttörensel ve
törensel amaçlarla kullanıldığı görülür. Elimizdeki en eski duvar
resimleri bu taşıtların tanrıların ya da önemli kişilerin
heykellerinin taşınması amacıyla kullanıldığını gösteriyor. Tekerlekli
taşıtlara alt en eski kalıntılar ise mezarlarda bulunmuştur. Dinsel
bir cenaze töreninin parçası olarak ölülerle birlikte gömülen bu
taşıtlar, çoğunlukla savaşlarda kullanılan savaş arabalarıydı.
-
Araba çekmekte
kullanılan ilk hayvanlardan biri öküzdür. Savaş arabalarında ise
başlangıçta yaban eşeği kullanıldığı sanılmaktadır. MÖ. 2000’lerde
atın evcilleştirilmesi ye çabuklu tekerlerin yapılması araba
kullanımını kısa zamanda yaygınlaştırdı.
-
Anadolu’da Hititler
döneminde araba kullanıldığını gösteren belgeler günümüze kadar
ulaşmıştır. Kapadokya tabletlerinde ve silindir mühürlerde araba
betimlemeleri görülür Boğazköy arşivlerinde Hitit krallarının savaş
arabalarından söz ettikleri metinlerde bulunmaktadır. Malatya İmamkulu
ve Karkamış kabartmalarında da değişik Hitit arabası türlerine
rastlanmıştır.
-
Helen efsanelerinde
savaş arabası sürücüsü olarak görülen Myrtilos’n Hitit dünyasında kı
KraI Murşili adıyla benzerliği ilgi çekicidir Hititlerin at
yetiştirdiği ve savaş arabalarını kullanma taktiklerinde uzmanlar
olarak; M.0 13. Yüz yıla ait Ahhiyava mektuplarında Hitit Kralı bir
Ahhiyava Kralına elçi gönderdiğinde aynen şu ifadeyi kullanmıştır.
“Gençliğimden bu yana savaş arabama benimle ve sadece benimle değil,
senin erkek kardeşin ve Tavagalavaş ile de binmiş at ustası” bu
tümceler her halde Hititli bir at terbiyecisinin Ahhiyava sarayında
bulunduğunu dolaylı olarak göstermektedir,ayrıca Ahhiyava Krallık
ailesi üyelerinin de savaş arabası kullanma sanatanı öğrenmek üzere
Hitit Başkenti Hattuşu’ya geldikleri Hitit Kralı II: Mürşil’ih
hastalığının iyileşmesi için bir Ahhiyava tanrısının heykelinin
getirildiği gibi bilgliler bulunmaktadır.
-
Fedetatif bir devlet biçiminde örgütlenmiş olan Hitit Büyük Krallığı
kendisine antlaşmalarla asker ve savaş arabası desteği vermeyi kabul
etmiş, bütün krallık ve beyliklerin M.Ö. 1285’te yapılan Kadeş Meydan
Savaşına katılmalarını sağlayabilmiş, Muvatalli komutasında 35.000
asker ye 3500 savaş arabasından oluşan büyük bir ordu meydana
getirebilmişti. Örneğin 10.000 er ve 700 savaş arabası ile
Muvatelli’ye katılan Hayaşa (Doğu Anadolu Bölgesinde) krallığı gibi.
- Hititlerin vurucu
gücü büyüktü çünkü hem arabalarının sayısı çoktu hem de Mısır
tapınaklarında ki tasvirlerde görüldüğü gibi her atlı arabada üç kişi
yer alıyordu.
-
Mısırlılar da ise,bir
arabada ancak iki kişi bulunuyor,iki Hititli savaşçıya karşı bir
Mısırlı savaşçı dövüşmek zorunda kalıyordu.
-
Hititlerin savaş atabalarını
kullanma becerileri ile bölgesinin en güçlü devleti olma özelliğini
kazandıkları bir gerçektir.
-
- Kaynakça:Ana Britinica
II. Cilt.sh.412
- Aktugai,Ekrem.
Anadolu Kültür Tarihi Tübitak Ya. 1989
- Basalla.Geoege.
Teknokjinin Evrimi Tübitak yay. 1996
-
|
|
-
Çorumlu 2000 26. sayı
- SFENKS'İMİZ VAR;PRAMİT'İMİZ NEDEN YOK ?
Kamil AYCAN
- Hitit Başkenti Hattuşa ile Mısır Başkenti
Amarna'da bulunan tabletlerde,Mısır'ın 17. sülale firavunları arasından
III ve IV. Armenofis ile Hitit,Suriye,Kıbrıs kralları arasındaki
yazışmaları içeren “Mısır Belgeleri” ve Orta Fırat Bölgesindeki,Mari ile
kuzey Suriye'deki Raswşamra (Ugarit) arşivlerinde ele geçirilmiş olan
mektuplar,Hitit İmparatorluğu'nun en güçlü ordu kumandanı ve en başarılı
devlet adamı olan I. Şuppiluliuma döneminin (MÖ:1380-1345)
aydınlatılmasında büyük rol oynar. Bu dönem uluslar arası siyasal
ilişkilerin yoğun olduğu bir dönemdir.
- I. Şuppiluliuma'nın uzun süren idaresi
boyunca oluşturduğu “Büyük Krallık” Babil ve Mısır'la eş güçte idi.
Ortaçağdaki uygarlık dünyasını bu üç devlet paylaşıyordu. Büyük Hitit
Kralı Anadolu'da durumunu sağlamlaştırdıktan sonra iktidarının doruğuna
yükseltmişti.
Bu güçlü Hitit Kralının ünü o denli büyüktü ki;genç yaşta ölen Mısır
Fravunu Tutanohemon (MÖ:1347-1388)'un dul eşi Ankhesenpaam,onun
oğullarından birisi ile evlenmek istiyordu. Bu olay oğlu II. Murşiyi
tarafından yazılmış,babası zamanındaki olayları anlatan Boğazköy'de ele
geçen bir tablette açıkça bellidir.
- “Babam I.Şuppiluliuma Kargamış'ta olduğu
sırada Lupakki'yi ve Tarhunta Zalma'yı Anka ülkesine gönderdi. Onlar da
Anka ülkesine hücum ettiler. Yakaladıkları sivil halkı,sığır ve koyunları
babamın önüne getirdiler.
- Mısırlılar babamın Anka ülkesine hücum
ettiğini öğrenince korktular. Üstelik kralları Nifururiya (Tutanchamon)'da
ölmüş olduğundan Mısır Kraliçesi olan dul karısı (Ankhesenpaam) babama bir
haberci gönderdi ve şöyle yazdı:
- - Kocam öldü. Oğlum yoktur. Benin ise
birçok oğlun olduğunu söylüyorlar. Eğer sen bana bir oğlunu yollarsan o
kocam olabilir. Hiçbir zaman bir kölemi alıp kocam yapmak istemem. Bundan
çok korkarım.
- Ancak Büyük Kral bu alışagelmemiş evlenme
isteğini kuşku ile karşıladı. Bu nedenle ülkenin büyüklerini danışma için
topladı.
- -Bütün yaşantım boyunca böyle bir şey
başıma gelmedi. Diyen Suppıluliuma Büyük Odacı Başı Hattuşa-Ziti'ye:
- -Git ve bana gerçek sözü getir. Diyerek
Mısır'a gönderdi.
- Suppıluliuma,kuşattığı Kargamış'ı zapt
edip,kışı geçirmek için Hattuşaş'a döndükten sonra yollayan Hititlinin
Mısır Kraliçesinin ikinci mektubunu getiren Mısır Elçisi Hani ile birlikte
geri döndüğü aynı metinden anlaşılmaktadır.
- Bu mektupta Kraliçe Suppıluliuma'ya
kendisine inanmadığı için sitem etmekte:
- -Neden beni aldatacaklar diyorsun ? Eğer
bir oğlum olsa idi bir yabancıya yazıp sıkıntımı açığa vurur muydum ? Sen
benden kuşkulanıyorsun ! Kocam öldü ve bir oğlum da yok. Halktan biri ile
mi evleneyim ? Senden başkasına yazmadım ! Herkes senin birçok oğlu
olduğunu söylüyor,birini bana ver. O benim kocam olacak ve Mısır'ı
yönetecek.
- Daha sonra metinde Suppıluliuma'nın Mısır
elçisi Hani ile görüşmesi nakledilmektedir. Kral oğlunun Mısırlılar
tarafından esir alınacağını kral yapılması konusunda kuşkularını
belirtmektedir. Hani ise kraliçenin samimiyetini anlatır.
- Suppıluliuma sonunda ikna olur. Mısır
Kraliçesinin isteğine uyar,önerisinin doğruluğuna inandıktan sonra bir
oğlunu Mısır'a gönderir.
- Bu arada Mısır'da kraliçenin düşmanları
boş durmamış,iktidarı ele geçirmişlerdir.
- Mısır tahtına Ay adını taşıyan bir saray
memuru Usturpator (Gaspkral) gelmiştir.
- Suppıluliuma'nın korktuğu başına gelir.
Hitit Prensi gitmesi gereken yere ulaşamaz.
- II. Murşilli'nin ikinci veba duasından
Hitit Prensinin daha Mısır'a varmadan yolda öldürüldüğünü öğreniyoruz.
- Suppıluliuma büyük bir acı ile “Oğlumu
öldürdünüz” diyerek yazmaktan ve yakınmaktan, kendisine müşterek kral
yaptığı oğlu II. Arnuvanda'ya (MÖ:1346-1345) Mısır'da öç almasını
söylemekten öteye bir şey yapamadı. Çünkü; Hattuşa'da “Kara Ölüm” kol
geziyordu.
- Filistin'den Hattuşa'ya getirilen
tutsakların yaydığı vebadan ölen I.Suppıluliuma'nın yerine en büyük oğlu
ve Müşterek Kral II. Arnuvanda geçti. Ancak o da birkaç ay sonra aynı
hastalığa kurban gitti (M.Ö:1345)
- Mısır'a gönderilen Hitit Prensinin Mısır
tahtını ele geçiren Ay adlı Usturpator tarafından pusuya düşürülerek
öldürülmesi olayı gerçekleşmemesi olmasaydı Dünya Tarihinin nasıl bir
seyir takip edeceği hakkında yorumu siz sayın okurlara bırakıyorum. Mısır
Firavunu olan bir Hititli kendisi adına Hattuşaş'a bir “Pramit”
yaptırırımıydı acaba ?
- Kaynak: AKURGAL E. Anadolu Kültür Tarihi Tübitak Yayını. 5. Hitit
Festivali Çorum Tarihi Festival Komitesi Yayını
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
Mahmut Selim GÜRSEL |
- GÜRSEL YAYINEVİ ve
ÇORUMLU DERGİSİ SAHİBİ
-
- 1947
tarihinde babamın subay olarak bulunduğu Erzurum'da bir at arabasında
doğum evine giderken doğmuşum. Babam Eminsu Ali Rıza Gürsel, annem ise
Fahriye hanımefendi idi.
-
İlkokula İskenderun'da başladım. Ankara' da bitirdim. Ankara
Yenimahalle Ortaokulunun birinci sömestrsinde babamın emekli
olmasından dolayı 1960 yılında Çorum'a gelince Atatürk Ortaokuluna
devam ettim.
- İlkokul
sıralarında okuyarak pilot olmanın düşlerini kurardım. Bu hayalim
gerçekleşmedi.
- Babamın
"oku da oğlum ceketimi satar seni okuturum" diyerek bana yaptığı
nasihatleri ters tepki yaptı. Babamın baskısı karşısında babama
okumuyorum diyerek okulu birinci sınıfta bıraktım.
-
Marangoz çırağı olarak Azmi Başar ustanın yanına girdim. Askere
gidene kadar ustanın yanında çalıştım.
- 1967
tarihin de askerlik dönüşü, 28 Mart 1969 Ankara Emniyet Müdürlüğüne
teknisyen olarak göreve başladım.
-
Ortaokulu dışarıdan 2 yılda bitirdim 09 Ekim 1972 tarihinde polis
memuru olarak Ankara'da altıncı şube ve kara kollarda çalıştım.
- 6 Eylül
1973 tarihinde Selma (Kurşuncu) Hanımefendi ile evlendim.
- 10
Temmuz 1978 yılında ayında naklen Çorum İl Halk Kütüphanesine Memur
olarak geçtim. Dışarıdan Çorum Ticaret Lisesini iki yılda bitirdim.
- Kendi
kendime Osmanlıcayı öğrenmeye uğraştım, Hat sanatı ile biraz
ilgilendim 150 ye yakın Ser levham var, Çorum Güzel Sanatlar
Galerisinde ve Kütüphane salonlarında bu levhaları sergiledim.
- 03
Ağustos 1988 tarihinde İl Halk Kütüphanesi Müdür yardımcılığına
atandım.
- 1990
tarihinde ilk kitabım olan Dewey Onlu Tasnif isimli kütüphanelerdeki
kitapların tasnifi yapılan kitabı 10 yıllık bir araştırma ve çalışma
iye "Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)" kitap haline getirip
Kültür Bakanlığına sundum. Kitabımdan Türkiye'deki bütün
kütüphanelere dağıtılmak üzere 1000 adet satın aldılar.
-
Marangozluk, oymacılık, polis memurluğu, memurluk ve idarecilik
yaptım.
- Her
çalıştığım meslekte çeşitli önemli olaylar oldu ise de son çalıştığım
kurumda bence en önemli bir hatıramı anlatmak istiyorum: Kütüphanedeki
çalışmalarım ve " El Yazması Kitapların Çorum'da kalması için verdiğim
çabalar neticesinde Bitlis Tatvan’a tayin edilme olayım beni çok
yıktı. Fakat bu üzüntümün boş olduğunu zamanla gördüm. Rabb’imin izni
ile Hacca gitmek nasip oldu, iki kitap daha yayımladım ve elinizde
bulunan bu derginin çıkmasına vesile oldum. Mesleklerin insanlara
sağladığı maddi avantaj olarak, evinizi geçindirecek, namerde muhtaç
etmeyecek avantajından başka, manevi olarak; sizin yaptığınız işlerle
ilgili karşılaştığınız problemleri değerlendirirseniz avantajların
neler olabileceğini hayat okulundan öğrenmiş oldum.
- 1993
yılında Türkiye'deki bütün kütüphanelerde bulunan " El Yazması "
kitapların Ankara Milli Kütüphanesine toplanma kararı veren Kültür
Bakanlığına karşı Çorumlu hemşerilerimi haber dar ettim, mahalli
radyodan ve gazeteler ile parti il Başkanlarını ile Millet Vekilimiz
Adnan Türkoğlu ve Belediye Başkanımız rahmetli Turan Kılıççıolu'nun
destekleri ve diğer kuruluşların da katkısı ile "El Yazma kitapları"
Çorum'da kaldı. Açık öğretim için üniversite sınavlarına girip
kazandım. İkinci sınıfta iken Çorum'a tam teşekküllü bilgisayar
ortamında bir kütüphane kazandırmaktır. Yazma kitapların korunması ve
Çorum'da kalması için yaptığım girişimim yüzünden
- 25
Nisan 1994 tarihinde Tatvan Bitlis'e Müdür olarak tayinim çıktı, tayin
edildiğim yere gitmeyerek emekliliğimi istedim.
- 1994
Tarihinde nasip oldu eşimle birlikte Hacı olduk.
- 27
Mayıs 1998 tarihinde Çorum'da ilk Kültür Bakanlığından tescilli
"Gürsel Yayınevi" tarafımdan açtım.
- Yazı
yazmaya beni kimse teşvik etmedi Kütüphane için hazırladığım kitap
beni yazmaya teşvik etti. Yazılarım mahalli basında yayımlandı.
Yazılarımdan dolayı bir ödül almadım; fakat kitapları ve bu dergi
benim için en büyük ödüldür.
-
- Yayımlanmış çalışmalarım:
-
- " Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)
Haziran 1991 ",
- "Çorum 97 1997"
- "Çorum'da Yatan Meşhur Yatırlar
Haziran 1997- 2. basım 1998",
- " Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat
Tarih Ve Edebiyat Dergisi Temmuz 1998,
- " Sarı Çiğdem Şiir Defteri Mart
2002" ,
- “Çorum 2002” adlı basılmış
çalışmalarım bulunmaktadır.
- "Menakıb-ı Koyun Baba 2004"
- "Çorum Yemekleri 2004 Eşimin
Çalışması"
- "Hacım Ağustos 2007"
- "Çorumlular ve Çorum'a Hizmet
Edenler Temmuz 2008"
-
- Bakanlığa sunulmuş;"Alfabetik Türk
ve Yabancı Yazarlar Fihristi" ve "Ne Nerede Başlıklı Arama Fihristi"
basım için hazır beklemektedir. Yazılarım daha çok araştırma dalı
ile makale türüdür. Tiyatro çalışmalarım,şiir ve hikaye denemelerim
bulunmaktadır. Şu anda dergimde yazılarım çıkıyor. Benim
okuyucularıma diyeceklerim şudur ki. Doğru bildiğiniz konuları
savunun. Bu savunmanız size belki tepkiler getirecektir. Bu
tepkileri inceleyerek doğru olup olmadığını araştırın.
- Saygılarımla.
-
|
|
Çorumlu 2000 42
ATATÜRK VE İLK HİTİTOLOGLARI
Mahmut Selim GÜRSEL
Türkiye'de Hitit
dilinin ve sanatının incelenmesinde bilim adamları kadar Modern
Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün de büyük katkıları vardır.
Atatürk, 1930'ların başında Türk Tarih Kurumu'nu kurarak Türkiye'de
Hititlerin ve Anadolu'da yaşamış eski uygarlıkların araştırılmasının önünü
açtı. Kendi tezi olan Hititlerin Türk olduğunu beyan etti.
Bizde Atatürk’ün bu
tezini savunanlardanız. Bazen kendi kendimize acaba bu tabletlerin ilk
okuyanı bir Türk olsaydı acaba ne kadar Türkçe kelime,terim bulacaktı diye
çok uykularımız kaçtı.
Atatürk 1930 –
1933'lerde Anadolu'nun eski tarihi ve arkeolojisi konularında yetişmeleri
için Avrupa ve Amerika'ya öğrenci gönderilmesini sağladı. Bizim tespit
ettiğimiz ünlü Hititolog Sedat Alp(*) ve ünlü arkeolog Ekrem Akurgal(**)
bu dönemde yurtdışına gönderilen öğrencilerden ikisidir.
Atatürk 1935 yılında
Alacahöyük kazılarının başlamasına da ön ayak oldu. Nazi rejimi altındaki
Almanya'dan Sümer, Asur ve Hitit dili uzmanlarının Türkiye'ye davet
edilmeleri Atatürk zamanında oldu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih –
Coğrafya Fakültesi 1936 yılında Atatürk tarafından açıldı.
(*)Ord. Prof. Dr.
Sedat Alp, 1913 yılında Selanik'te doğdu. 1932 yılında devlet sınavını
kazanarak Almanya'da Eskiçağ tarihi, Hititoloji ve Sümeroloji öğrenimi
gördü. 1949 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya
Fakültesinde ordinaryüs profesör oldu.
Sedat Alp'in
Hititolojinin çeşitli dallarında pek çok keşif ve buluşları bulunmaktadır.
Hititoloji üzerine çeşitli dillerde sayısız eseri yayınlanmıştır. Dünyanın
çeşitli üniversitelerinde konuk profesör olarak çalışmış ve konferanslar
vermiştir. Alp, 1953 yılından bu yana Konya – Karahöyük kazılarının
başkanlığını yapmaktadır.
Alp, 1946 yılında Türk Tarih Kurumu üyesi olmuş, 1983 yılına dek
kurumda çeşitli görevlerde bulunmuş ve kapatılmadan önce kurumun son
başkanlığını yapmıştır.
Alp, İtalyan
Cumhurbaşkanı'nın Commendatore nişanı (1957), Federal Almanya
Cumhurbaşkanı'nın liyakat nişanı (1972), Paris College de France madalyası
(1980), Federal Almanya Cumhurbaşkanı'nın yıldızlı liyakat nişanı (1991),
İtalyan Cumhurbaşkanı'nın Grande Ufficiale nişanı (1991) sahibidir.
(**)Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, 1911 yılında İstanbul'da doğdu. 1931
yılında devlet sınavını kazanarak Almanya'da arkeoloji öğrenimi gördü.
1957 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesinde
ordinaryüs profesör oldu.
Ege'de Foça, Çandarlı,
Erytrai ve İzmir antik kentlerini ortaya çıkarmıştır. Eski Yunan, Hitit
–Hatti ve eski Anadolu uygarlıkları üzerine çeşitli dillerde sayısız eseri
yayınlanmıştır. Akurgal, Avrupa'da yedi akademiye üyedir ve dünyadaki pek
çok bilim kuruluşunun şeref üyesidir. Bordeaux Üniversitesi (1961), Atina
Üniversitesi (1988), Lecce Üniversitesi (1990), Anadolu Üniversitesi
(1990) kendisine şeref Doktoru sanını vermişlerdir.
Akurgal, Federal
Almanya Büyük Liyakat Nişanı Yıldızlı Rütbesi (1979), Goethe Madalyası
(1979), Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü (1981), İtalyan
Commandatore Nişanı (1987) ve Fransız Légion d'Honneuer Officier rütbesi
(1990) sahibidir.
|
|
Çorumlu 2000 42. sayı
HİTİTLER;ULUSLARARASI
HİTİTOLOJİ KONGRELERİ
Mahmut Selim GÜRSEL
MÖ:19. ve 18. yüzyıllarda Anadolu’da yaşayan
kavimlerin bulunduğu görünmektedir. Asurlu tüccarlar, yerel Anadolulu
beylerin de izinleri ile Anadolu’da yaygın bir ticaret ağı kurdukları
bilinmektedir. Ticareti yoğun olan büyük yerleşmelere Karum,küçük
birimlere ise Vabartum adı verilmektedir. Burada yapılan ticaret
genellikle Asurlu tüccarlar tarafından yapıldığı için, bu dönem “Asur
Koloni Çağı” olarak adlandırılmaktadır. Ancak bu koloniler, birer sömürge
olarak algılanmamalıdır. Asur ile Orta Anadolu arasında oldukça geniş bir
yol ağı yer almaktaydı ve ticari mallar bu yollar üzerinden kervanlar ile
götürülmekteydi.
Anadolu ile yapılan ticaretin önemini anlamak
için;o devrin en önemli metali olan Bakır,Mezopotamya’dan Anadolu’ya
getirilen kalay ile Anadolu’dan Mezopotamya’ya götürülen bakır,kalay
karışımından elde edilen bronz, değiş tokuş edilen malların sadece en
önemlileridir. Ayrıca Çorum çevresinde yetişen ve boya sanayisinin en
önemli bitkisi olan “Cehri” de Asur kökenli olan bu tüccarların ticari
emtiası arasında görülmesi gerekmektedir. Bizce bu ticaret sadece
Mezopotamya ile ilgili olmadığı,Arabistan Yarımadasına kadar uzandığı ve
iki ülke arasında bir savaşın bile olduğu bilinen Mısır’ı bile ticaret
ağının içine aldığı düşünülmelidir. Tüccarların güvenli bir ticaretin
sağlanması için de Anadolu beylerine belli ölçüde bir vergi ödemeleri de
tabidir.
Bizim esas konumuz tarih yazmak olmamakla
beraber siz okuyucularımıza kısa bilgiler vermektir. Biz yazımızla
asırları atlayarak;Çorum’u ilgilendiren bölüm olar ve Cumhuriyet
Döneminden öncelerine,Osmanlı döneminin son dönemine gelelim.
Hititlere ait olduğu düşünülen ören yeri ilk kez
1834 yılında Charles TEXIER tarafından gezilerek, dünyaya tanıtıldı.
1887 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’nin
yaklaşık 300 km güneyinde bulunan Tellel Amarna’da Firavun IV.
Amenophis’e ait bir tablet arşivi bulundu. Bu buluntu önceleri halk
tarafından koleksiyonculara tek tek el altından satılmaya başlandı;daha
sonra sistematik bir kazı ile bu arşiv tüm olarak ortaya çıkarılır. Bu
arşiv Amarna Mektupları olarak literatüre geçti. Belgelerin çoğu o
yıllarda bilim adamları tarafından okunabilen Babilce olarak yazılmıştı.
Bu arşivde ele geçen iki tablet o zaman için bilinmeyen bir dil ile
yazılmıştı. Aynı dil ile yazılmış belgeler, 1907 yılında Alman Hugo
Winckler tarafından kazılmaya başlanan Boğazköy’de bulunan Tablet arşivi
içinde de bulunmuştur. Bu dil nihayetinde 1917 yılında Macar asıllı alman
bir dilbilimcisi olan Bedrich Hrozny tarafından çözüldü.
Boğazkale bölgesinde 1882'de başlatılan
çalışmalar, 2. Dünya Savaşı sırasında verilen kısa ara dışında bugüne
kadar kesintisiz olarak sürdürüldü. Cumhuriyet Döneminde bizzat Mustafa
Kemal Atatürk’ün verdiği direktifle ören yerinde kazılara devam edildi.
1994 yılından bu yana Alman Dr. Jurgen SEEHER başkanlığında yürütülüyor.
Bizce on binleri bulan Hitit arşivleri ne yazık
ki Osmanlı döneminde kazı yapan ekipler tarafından ülkelerine incelenmek
için götürüldü. Bizlere geri getirildiği söylense de tamamının
getirildiğine inanmıyorum. Hititlerin başkenti olduğu
belgelenen;lanetlenmiş şehir olarak bilinen Boğazköy ören yeri Hitit
Devleti'nin eski çekirdek bölgesinin merkezinde yer alıyor. Ovadan 300
metre yükseklikte kurulmuş olması etrafının kayalar ve dağ yamaçlarının
bölünmesiyle de dikkati çeken ören yeri kuzey ve batıda bulunan derin
uçurumlarla sınırlanmasına karşın kentin kuzey kısmı dışındaki bölümleri
surların alt kısımları bir nevi piramidi andıran duvarları çevrili.
Tarihe yeni bilgi ve belgeleriyle damgasını
vuran Hitit uygarlığının Başkenti Boğazköy'de (Hattuşaş), arkeoloji
dünyasına ışık tutacak yeni yeni bulgulara ulaşılıyor. Boğazköy’ün yanı
sıra Ortaköy’de ve yeni buluntular ortaya çıkarılmaktadır.
Boğazköy’de bulunan tahıl depolarından, dünyada
bugüne kadar çok miktarda yangından arata kalmış arpa ve buğday çıkarıldı
ve yeni bulgular araştırılmaya devam edilmektedir.
Bizim bu gün gündeme aldığımız “Uluslarası
Hititoloji Kongresi ”nin kısa tarihçesini de inceleyelim.
Benim emekli olmadığım yıllar içinde;o zamanın
Çorum Başkanı olan Rahmetli Dr. Turan KILIÇÇIOĞLU’nun temelini attığıdır.
İlki 15-16 Ekim 1981 tarihinde düzenlenen “Uluslar Arası Çorum Festivali”
ile çekirdeği atılmış oldu. Turan Beyin en büyük emellerinden bir tanesi
de Çorum’da bir HİTİT KÜTÜPHANESİ meydana getirebilme çalışmaları
olmuş,imkansızlıklar ve ilgisizlikler sonucu bu emeli maalesef uygulama
alanı bulamadı. Bizce halihazırda bulunan Hasan Paşa Kütüphanesi ihtisas
kütüphanesi olması için hiçbir sakıncası olmayan,el Yazma Kitapları,Arap
Harfli Matbu Kitapları ve Latin Harflere geçilmesinden bu güne kadar
bulunan muazzam bir kitap arşivi önerimizi haklı çıkartabilir. Bu bir
hayal olarak görülmemelidir. Kütüphaneler arası yardımlaşma ile
bibliyografyalar ve kataloglar taranarak ne kadar Hititler ile ilgili
kitap varsa buraya toplanarak okuyuculara sunulur. Bu günkü teknoloji ile
CD veya fotokopi ile kitapların tek olanları kopyalanır.
Alınan karar gereği: Hititoloji Kongresi üç
yılda bir düzenlenmekte olup,bir yıl yurt içinde,bir yıl yurt dışında
yapılmaktadır.
I. Uluslararası Hititoloji Kongresi
Uluslararası 1. Hititoloji
Kongresi bildirileri (19-21 temmuz 1990).
II.Uluslararası Hititoloji Kongresi İtalya’da
Pavia şehrinde yapılmıştır.
III. Uluslararası Hititoloji Kongresi
Bildirileri Çorum, 16-22 Eylül 1996,
1996 yılında üçüncüsü gerçekleştirilen Kongre, Türkiye-Çorum'da
yapılmıştır. Yurt içi ve yurt dışında pek çok bilim adamının Türkçe,
İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak sundukları bildiriler, Ord. Prof.
Dr. Sedat Alp ve Prof. Dr. Aygül Süel tarafından yayına hazırlanmış ve
toplam 57 bildiriden ve 614 sayfadan oluşan bu kitap bilim camiasına
sunulmuştur. Kitabı: İçindekiler ,Çorum Valisi'nin konuşması,Çorum
Belediye Başkanı’nın konuşması,Kongre Başkanı’nın konuşması ve
Bildiriler bölümlerinden oluşmaktadır.
IV.Uluslararası Hititoloji Kongresi:
4-8 Ekim 1999 tarihlerinde Almanya’nın
Würzburg’da dördüncüsü düzenlenen Hititoloji Kongresinde bildiri sunanlar
:Prof. Dr. Yaşar Coşkun, Prof. Dr. Ali Dinçol, Doç. Dr. Belkıs Dinçol,
Doç. Dr. Cem Karasu, Prof. Dr. Mehmet Özsait,kazı ekibinden Arkeolog
Nesrin Özsait ile beraber, Prof. Dr. Aygül Süel, Prof. Dr. Jak Yakar
ayrıca Prof. Dr. Ali Dinçol, Doç. Dr. Belkıs Dinçol ve Tel Aviv
Üniversitesi’nden Dr. Aviya Taffet ile beraber hazırladıkları, “The Likely
Borders of the Appanage Kingdom of Tarhuntaşşa” başlıklı bildirilerini
sunmuşlardır.
V. Uluslararası Hititoloji Kongresi:02-08 Eylül
2002 Çorum
GÜNDÜZ PROGRAMLARI:
Açılış Töreni:
Saat 11,00 Devlet Tiyatro Salonu.
Kongre Başkanı Ord. Prof. Dr. Sedat ALP’ın
Konuşması
Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nusret
ARAS’ın Konuşması
Çorum Belediye Başkanı’nın konuşması
Çorum Valisi Atıl ÜZELGÜN’ün Konuşması
Kültür Bakanı Prof. Dr. Suat ÇAĞLAYAN’ın
Konuşması
Bu sayımızın dizgisi yapıldığı 28 Ağustos
2002 tarihi saat 17,30’a kadar diğer günlerin nerede,nasıl yapılacağı
hakkında ne İl Basın Bürosundan,nede Belediye Kültür Müdürlüğünden bilgi
alınamamıştır. Ayrıca yukarıdaki açılış programı da bir davetiyeden
alınmıştır. Aşağıdaki program ise İl Basın Bürosundan alınmıştır.
Gelecek sayımızda ise bize göre eksiklikleri
ve yapılan etkinlikleri davet edildiğimiz ölçüde sizlere anlatmaya
çalışarak gelecek altı yıl içinde neler yapılacağını irdeleriz.
AKŞAM PROĞRAMLARI:
02 Eylül 2002 Pazartesi saat 21,00 Atatürk
Kapalı Spor Salonu Ankara Davlet Klasik Türk Müziği Korosu Müzik
Konseri.Solistler Zekai TUNCA ve Zerrin NAYCI
03 Eylül 2002 Salı saat
21,00 Atatürk Kapalı Spor Salonu Kültür Bakanlığı Konya Türk Tasavvuf
Müziği ve Sema Gösterisi
04 Eylül 2002 Çarşamba saat 21,00Devlet Tiyatro
Salonu Ankara Devlet Opera Balesi Genel Müdürlüğü Sanatçılar konseri
05 Eylül 2002 Perşembe saat 21,00 Devlet Tiyatro
Salonu İstanbul Modern Folk Müzik Topluluğu Genel Yönetmen Ferhat
LİVANELİOĞLU;Solistler Sevingül GÜLER,Julide KARAN,Cihat OKAN
06 Eylül 2002 Cuma saat 21,00 Devlet Tiyatro
Salonu Ankara Devlet Opera Balesi Genel Müdürlüğü Sanatçılar Konseri
07 Eylül 2002 Cumartesi Devlet Tiyatro
Salonu Mersin Opera Balesi Müdürlüğü Sanatçılar Konseri
|
|
Çorumlu 2000 42. sayı
ESKİ ESER KAÇAKÇILIĞI
Mahmut Selim GÜRSEL
Eski eser
kaçakçılığı;günümüzün değil eserin yapıldığı anda başlayan bir kaçakçılık
olarak görmemiz sakıncalı görülemez. Tarihi bir eser;o zamanın kaçakçıları
tarafından bu esere kıymet veren kişilere belli bir ücret veyahut bir
taviz karşılığında verilmesi,önerilmesi diye görebiliriz. Açıkça söylemek
gerekirse bu işleme “hırsızlık” dememiz daha doğru olur.
Bizlerin zaman içinde
okuyup araştırdığımız eserlerin içinde tarihi hazinelerimizin yabancılar
tarafından ülkelerine öyle veya böyle götürüldükleri bir gerçektir. Bu
gerçeğin bir boyutu da geçenlerde Internette sörf yaparken rastladığım bir
siteden okuduğum bilgi ile hem sevindim,hem de üzüldüm.
Benim bildiğim bu
götürülme işleminin zaman içerisinde geri gönderilmeye dönmesi beni
oldukça sevindirdi. Fakat Internet adresinde yazılı olan bilgide en son
1984 yılından sonraki gelişmeler ya güncellenmemiş,ya da olduğu gibi
bırakılmıştır.
Aşağıda bulunan
yazıdan; Boğazköy Sfenksi (leri)nin geldiği belirtilmiştir. Bir Çorumlu
olarak bu Boğazköy Sfenksinin gerçek yerine iadesi daha gerçek değil midir
?
Ayrıca aşağıda geçen
yazıda bildirilen kil tabletlerin adetleri tam mıdır ? Yoksa gerçek dışı
bir fazlalığı mı iade etmişlerdir. Bu da meçhuldür.
Saygılarımla.
“Tarihi eser ve
arkeolojik kalıntı açısından dünyada en önemli bölgeler arasında sayılan
Orta Doğu ve Ön Asya alanında en zengin tarihi eser, harabe ve gömülerin
bulunduğu Anadolu toprakları, Arkeoloji dalının önem kazanmaya başladığı
1800 yıllarından itibaren özellikle Avrupalı ve Amerikalı arkeolog
gruplarının çalışmalar yaptığı bir bölge olarak ortaya çıkmıştır. Truva,
Bergama, Efes gibi kazılar daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde
gerçekleştirilmiştir.
Gerek bu kazı
çalışmalarını yürüten gruplar ve sayıları giderek artan ülkemizi ziyaret
eden turistler, gerek bu tarihi zenginliklerin çokluğu ve kontrolsüz el
değiştirmesinden yararlanmaya çalışan uluslararası tarihi eser kaçakçıları
ülkemizden önemli sayıda tarihi eseri yasadışı yollardan yurtdışına
çıkarmışlardır. Bu eserler ziynet eşyası, sikkeler, heykelcikler, mezar
taşları, lahitler, seramik ve çiniler, çanak çömlek gibi küçük eserlerin
yanında, arkeolojik kazılarda çıkarılan, sfenks ve Bergama örneğindeki
gibi parçalar halinde götürülen tapınaklar da olmuştur.
Almanya
Boğazköy Sfenksi
Eski Hitit Başkenti
olan Bogazköy'de 1906-1912 yılları arasında Alman Arkeoloji Enstitüsü
adına Berlin Üniversitesinden Prof. Winkler'in ve Müze-i Humayun adına
uzman Makribi Bey'in katıldıkları arkeolojik kazılarda ortaya çıkartılan
iki adet sfenks ve 10.400 adet kil tablet, sonraki yıllarda Müze-i Humayun
ve Berlin Arkeoloji Müzesi arasında varılan mutabakat sonucunda gerekli
temizleme, restorasyon, kodifikasyon ve yayın işleri gerçekleştirilmek
üzere, ilgili Türk makamlarının izni ile ve söz konusu çalışmaların
bitiminde Türkiye'ye iade edilmek koşulu ile çeşitli tarihlerde Berlin
Müzesine gönderilmişti.
Söz konusu eserlerin
ülkemize iadesi için ikili temasların yanında, UNESCO Sözleşmeleri ve
diğer uluslararası sözleşmelerin ilgili hükümlerinden istifadeyle iadesi
sağlanmaya çalışılmakta ancak bunlardan sonuç alınamaması durumunda dava
yoluna gidilmektedir. Tarafımızdan iadesi talep edilen yurtdışındaki
eserler şunlardır:
Söz konusu eserlerden
bir adet sfenks, diğer sfenksin bir kanadı ve 3000 adet kil tablet
1924-1943 yılları arasında işlemleri tamamlanarak Türkiye'ye iade
edilmişti.
İkinci Dünya
Savaşı'nın elverişsiz koşulları nedeniyle geri kalan bir adet sfenks ve
7.400 adet kil tabletin Türkiye'ye iadesi mümkün olamamış, İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonra Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nin kurulması ile söz
konusu eserler DAC topraklarında kalan Berlin Ön Asya Müzesi'nde tutulmuş
ve sergilenmeye başlanmıştır.
1986-87
yıllarında DAC nezdinde yapılan girişimler ve bir şikayet dosyası
hazırlanarak UNESCO'ya başvurulması üzerine DAC yetkilileri 7.400 adet
tabletin Türkiye'ye iadesini kabul etmişler ve tabletler 1987 yılı Ekim ve
Kasım aylarında Türkiye'ye gönderilmiştir. İkinci sfenksin de Ülkemize
iadesi hususunda Almanya ile yapılan ve 1994 yılında kesilmiş bulunan
ikili görüşmelerin yeniden başlatılmasına çalışılmaktadır.
|
|
- Çorumlu 2000 42.sayı
- Mahmut Selim GÜRSEL
HATTİ
Bize öğretilen Hititlerdi;
Neyin nesi bu Hatti ?
Hani bu Hatti nerede ?
Hangi ilin içerisinde ?
Bizim bildiğimiz şimdi,
Yok mu oldu şimdi hepsi,
Kimdi bize bunu öğreten,
Bu yanlış bilgileri veren.
Hitit demek Hatti midir,
Bunu bize kim öğretir ?
Hitiler kimdi derim,
Bunu bilen ilk kimdi? |
|
- Çorumlu 2000 42.sayı
- Mahmut Selim GÜRSEL
-
- HİTİTLERİN ÜLKESİ
- Geldiler Orta Asya’dan
- Anadolu topraklarına.
- Hatti’lerin emrinde asker
- Sonra ise muzaffer er.
- Savaştılar Anadolu için,
- İşte onlara güzel bir yer.
- Başkomutanları idi Anitta
- İsyan ettiler Hatti’ya
- Yaktı yıktı Anitta Hattuşaşı
- Birde Rabb’ine bedduası
- Burada ot bitirme dedi,
- Kendi çevresine emretti,
- Bir daha buraya gelmeyiniz,
- Bir ot dahi burada bitirmeyiniz.
- Bir zaman sonra oldular birlik,
- Hepsi eridi oldular teklik.
- Unuttular kendi vatanını,
- Buldukları yerde kaldı canı
- Onlarda yaşadılar burada,
- Anadolu’da,Çorum’da
- Savaştılar dünya ile,
- Her türlü bela,hile,desise.
- Bir gün onlarda silindiler,
- Tarih denen bu defterden.
- Oturdukları yerler şimdi,
- Eski düzenliklerdeki gibi.
- Bakar durur burada oturanlar,
- Ders almazlar,bu kalanlardan.
- Birlik,beraberlik yoksa,
- Silinirsin sonda orda,
- Kimse seni kurtaramaz,
- Vatanını bil ey yaramaz,
- Sen de Hittit’ler gibi olma,
- Bu vatan sonra kalmaz sana,
- Pişmanlık gelmeden uyan,
- Atatürk gibi atandan öğren,
- Su uyur düşman uyumaz,
- Seni ortak yapmak için tez,
- Sonra silmektir düşman tez.
- Dikkatli at adımını ey Türk !
- Bu vatandan başka yer yok.
- Dikkat et,dikkatli ol etrafından,
- Sana tuzaklar kurarlar inan.
- Bu vatanda kal;atan gibi dik,
- Mukaddes topraklarda yatan
- Atan gibi. Olma dikkat et,
- Onlar dikkat etmedi inan,
- Yok oldu Hittit gitti inan.
- Bu bir masal değil esastır,
- Dikkat et ders al,bu tekrardır.
- Vatan elden öyle böyle gitmeden,
- Sen sen ol,kendini bil,
- Buradaki ümit bitmeden,
- Çok uzattık sana nasihati,
- Bil Hitit’i,Hatti’yi,öğren,
- Onların başlarına gelen,
- Senin de başına gelmeden,
- Uyan Ey Türk evladı uyan,
- Bu vatan gitmeden elden,
- Bil kıymetini senin toprağın bu,
- Bilmezsen,ondanda olursun hu !
- Benim sana sözüm budur inan,
- Bu Cennet vatan,senin
uyan.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
Mesut
ARTAR |
-
1953 yılında
Kayseri'de doğmuşum. Ortaokulu ve liseyi Çorum'da okuduktan sonra,o
senelerde adı mektupla eğitime 1 sene devam etti. Fakat; o zamanki
ideolojik ortamda imtahanlara katılmamız zor olduğundan okulu bıraktım.
İlkokul sıralarında herkesin birkaç meslek dalına eğilimi olduğu
gibi,benimde meslekten mesleğe haftalık,hatta günlük ideallerim oluyordu.
Bunların başında resim veya beden öğretmenliği başta geliyordu. 3
-
Zaman ve şartlar
benim aklımın köşesinden dahi geçiremediğim meslek grubuna itti. 23
sene özel bir kuruluşta yöneticilik yaptım. Mesleğimin gereği devamlı
insanlarla haşır neşir olduğundan,insanların
iyisini,kötüsünü,çaresizini,kendini aşağılık veya yükseklik kompleksine
kaptıranlarını tanıdım. Bu tecrübeler parayla,pulla satın alınacak veya
öğrenilecek şeyler değildir. Mesleğimi her kesime önerebilirim. İnsanlara
yardım etmek,onların dertleriyle ilgilenmek in sana apayrı bir haz
veriyor.
-
Avantajları ise;
sizin onlara bir nebze yardımınız dokunduysa insani çevreniz çok oluyor
.
Yazı yazmaya ilkokul sıralarında ufak çaplı yazılar yazarak başladım.
Bunlar daha çok duvar gazeteleri veya okul tarafından çıkartılan
dergilerde yer aldı. Yazdığım yazılardan dolayı hiçbir ödül almadı
ama,ilkokul,ortaokul ve lise yıllarında yapmış olduğum resim
çalışmalarından ufak tefek birkaç ödüle layık görüldüm.
-
İdealime ulaştım.
Bundan fazlasını istemi yorum. Huzurlu ve mutlu bir hayat yaşamayı
arzuluyorum.
-
Yazılarım serbest
olarak yazıyorum. Önceden tasarlanan ve planı yapılan hiçbir yazım yok.
Günün şartları veya o günkü etkilendiğim bir olaydan dolayı yazıyı
kaleme alıyorum.
Bize bu fırsatı verdiği için Mahmut Hocaya çok teşekkür ederim. Yayın
hayatının daima başarılı ve devamlı olmasını yüce Allah'tan niyaz
ederim.
-
|
|
HİTİTLER
Mesut ARTAR
Hititler'in
Anadolu'ya göç tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. MÖ 2000 yıllarında
Hint-Avrupa kavimlerinin doğuda Kafkasya üzerinden Anadolu'ya girdikleri
en kabul gören tezlerdendir. Tezlerden bir diğeri Çanakkale Boğazı'ndan,
bir başkası ise, Karadeniz'den geldikleri varsayımıdır. Yeni gelenler
yerli Anadolu Hatti Beylikleri'ni egemenlikleri altına almışlar, kısmen
politik ve askeri, bir dereceye kadar da ekonomik gücü ellerinde
tutmuşlardır.
MÖ II .bin
başlarında, Yukarı Mezopotamya'daki Assur şehrinin zengin tüccarlarının
Anadolu ile yoğun bir ticari ilişkiye girmiş olduklarını görüyoruz Orta
Anadolu'nun geniş toprakları üzerinde kurulan küçük krallık veya
beylikler, "Karum" adı verilen pazar yerleri ile son derece canlı birer
ticaret merkezleriydiler. Assurlu tüccarlarla birlikte gelişen bir başka
ve çok önemli olgu ise, MÖ II. bin de Anadolu'da bilinmeyen fakat
Mezopotamya'da MÖ 3000 yılından beri kullanılan çivi yazısının Anadolu'ya
gelişidir. Böylece Anadolu tarihi çağlara girmektedir. Kilden yapılmış
tabletler üzerine yazılan mektuplardan, Assurlu tüccarların Anadolu'ya
kumaş, koku ve kalay madeni getirerek yerli krallara ve halka
sattıklarını, karşılığında altın, gümüş ve bazı tunç malzeme aldıklarını
öğreniyoruz.
Koloni Çağı'nı
izleyen Eski Hitit ( M.Ö. 18.yy.) ve Büyük Hitit Krallığı dönemleri
sonunda, takriben 1200 yıllarında batıdan gelen ve Deniz Kavimleri diye
adlandırılan toplulukların istilası ile Hitit İmparatorluğu son bulmuş ve
Hititler yaşamlarına şehir beylikleri halinde devam etmişlerdir.
Başkentleri:Hattuşa
Anadolu'da ilk kez organize devlet kuran Hititleri'in başkenti olan
Boğazköy (Hattuşa), dağlık-engebeli bir arazi kurulmuş olup Çorum,a
uzaklığı 82 km'dir. Boğazköy'ün gerçek tarihi M.Ö. 1900'den az sonra
başlar. Geç Hitit ve Asur belgelerinden öğrendiğimize göre Boğazköy;
Hattuştu ve Pijusti adlı krallarla son bulan bir hanedanlığın merkezi idi.
M.Ö. 19. ve 18. yy.'da Hitit öncesi'deki dönemde Boğazköy'de, Hattiler ve
Asurlu tüccarlar da konaklamaktaydılar. Şehirde Asurlu tüccarların ticaret
yaptıkları "karum" denilen bir pazar yeri bulunmaktaydı.
Boğazköy, M.Ö. 1200
yıllarına kadar Hititler'in başkenti olma özelliğini korumuştur. İlk Hitit
kralı olarak Hattuşa'lı anlamına gelen Hattuşili'yi görüyoruz.
Kentin asıl merkezini
büyük kale teşkil eder. Büyük kalenin kuzeybatı yamacında Hitit
İmparatorluk dönemine ait özel evler ile Büyük Mabed'in yer aldığı "aşağı
şehir" bulunmaktadır. Şehrin güney kısmını teşkil eden "yukarı şehir"; M.Ö.
13. yy kralları tarafından yapılmış sandık şeklindeki surlarla
çevrilmiştir. Bu surda Kral Kapısı, Potern, Sfenskli Kapı, Aslanlı Kapı
yer almaktadır. Yukarı şehir içinde Yenice kale ve Sarıkale tahkim edilmiş
olarak yapılmıştır.
Hitit Krallığı; M.Ö.
1200'deki Deniz Kavmi Göçleri sonunda Trak asıllı kavimlerin baskıları
sonucu yıkılmış olup, dolayısıyla Boğazköy de başkent olma özelliğini
kaybetmiştir. M.Ö. 750 yılında Friklerin yerleşimine sahne olmuştur.
Hellenistik çağda ise Boğazköy; büyükçe bir yerleşim alanı olamaktan öte
gidememiştir. Bizans çağında da iskan edildikten sonra Boğazköy'e 18.
yy.'da bugünkü sakinleri yerleşmiştir.
Antik Hattuşa
harabeleri ile Yazılıkaya Açık Hava Mabedi birer açık hava müzesi olarak
önem taşımakta olup, ayrıca; Milli Park projesi kapsamına alınmış ve Dünya
Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
Osman ÜNSAL |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
İnsanların en çok
zorlandıkları kendilerinden söz etmektir. Ama ne var ki zaman zaman bu da
gerekli oluyor. Böyle bir durumla karşılaşınca aklıma hep Yunus'un "Ete
kemiğe büründüm. Yunus suretinde göründüm" deyişi gelir. Belki ciltlerce
kitap yazılsa,yine de yalın,böylesine kapsamlı ve böylesine veciz
anlatamaz bir insan kendisini, Yunus'un Yunus'ca anlatımı hariç. İnsanlar
büyüdükçe tevazuları ile daha da büyürler. Merhum Mehmet Akif
Ersoy'un "Sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir" deyişi gibi.
-
Güzel
geleneklerimizden biri olan bu al-çak gönüllülüğü ecdadımız hayatlarında
da geniş anlamıyla uygulamışlardır. Kültür mirasımız camiler, saraylar,
köprüler, türbeler, mihrablar,mimberler,ciltler, tezhipler,
besteler,şiirler yapan,yazan bu insanlar benlik duygusu, gururlanma
olmasın diye adlarını bile gizlemişler. O hayranlıkla izlediğimiz
eserlerinin görünmez bir köşesine "Hakir-ül fakir" ibaresini yazıp
geçmişlerdir. Günümüzde yavaş yavaş terk edilen bu anlayış yüzünden
pek çok sanatçılarımız adından ve kimliğini bilmekten bizi yoksun
bırakmıştır.
-
Biz sıradan
insanlarsa olağan işlerimizi marifetler gibi anlatır payeler çıkarırız.
Bende böyle bir sürçü lisan ettimse af ola.
-
Çocukluğumuzda
dinlediğimiz masallar hep " Bir varmış,bir yokmuş " diye başlardı. O
çocuk dünyamızda sihrini kavrayamadığımız,ne saç ma diye nitelediğimiz bu
deyim;sevdiklerimiz,dostlarımız birer,birer çekip gittikçe
aramızdan,engin manasını içimiz burkularak daha bir kavrıyoruz.
-
Nüfus cüzdanımda
1944 Çorum doğumlu olduğum yazılı. Anamın dediğine göre Zemheride
doğmuşum,beni 1 yaş küçük yazdırmışlar,ekmek karneyleymiş,şeker 5 liraya
çıkmış uzunca bir süre çayı kuru üzümle içmişler. Sen doğduktan sonra pek
yokluk çekmedik derdi. Eee ; kolay değil II. Dünya Savaşı'nın en
şiddetli günleri,dünya cehennem gibi,düşman sınıra dayanmış.
-
1962 de Çorum
Lisesini bitirdim. O yıl Ankara Üniversitesi merkezi sınav sistemine
geçti ve ilk bize uygulandı. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya
Fakültesi Arkeoloji bölümüne girdim. 1967 de bitirdim.Çocukken zabit
olacağım dermişim, nasip işte Arkeolog oldum. Kütahya ve Çorum müzelerinde
uzman olarak çalıştım. Meslek hayatımda Aydın-Milet,Çorum-Alacahöyük,Çorum-
Boğazköy,Kütahya-Aizanı,Adıyaman-Horis, İçel- Gülnar,Muğla-Kaunos ve
Çorum-Pınarçay kazılarına katıldım.
-
1977 de Çorum İl
Kültür Müdürlüğünü, 1989 da Çorum İl Turizm Müdürlüğünün ilk
Müdürlüklerini yaptım, kuruluşlarını gerçekleştirdim.
-
1994 yılında Çorum
İl Turizm Müdürü iken emekli oldum.
-
Çorum 1973 - 1990
Çorum İl Yıllıklarının ve bazı dergilerin hazırlanmasında görev
aldım ve mesleki yazılar yazdım. Evli ve 3 çocuk babasıyım.
-
Bizim kuşaklar
belki dedelerimizin, babalarımız kadar yokluk çekmedi. Ama,ben 50
yılda ülkemizin tarım toplumundan, sanayi toplumuna, köy yaşantısından
şehire, manyatolu telefondan, cep telefonuna, gaz lambasından
elektriğe, stabilize yoldan otoyola,renkli televizyona, bilgisayara,
internete kısaca geleneksel toplumdan, modern topluma geçti. Bizim
kuşaklar da hiçbir şey yapmayanlar bile toplumdaki bu büyük sosyal,
kültürel ve ekonomik değişimde köprü oldu. Bu direnci, bu enerjiyi,bu
uyumu gösterdi,bu fonksiyonu icra etti.
|
|
Çorumlu 2000 3. sayı
TARİH SOHBETLERİ I
Osman ÜNSAL
- "Zaman bir boyuttur"ezelden ebede akıp giden... Ve insan,yüce
yaradanın takdir ettiği bir zamanda, ömür dediğimiz bir süre kadar,bu
zaman treninin yolcuları arasına katılır. Vakti gelen biner, süresi dolan
iner ve bu tren yeni istasyonlarda yeni yolcularla yoluna devam edip
gider. "Göz açıp kapayıncaya kadar geçen" şu kısacık ömürde yine de
"Musa Musalığını, firavun da firavunluğunu" yapmaktan geri kalmaz ne
diyelim bu da bir ilahi taktir. Şu anda hayatta olanlar,çağdaşlarımız;bu
yolculuğa çıkmak elimizde değildi,bu yolculuğu sona erdirmekte elimizde
değil. Ama bu zorunlu birliktelikte gönüller feth etmekte lanet
ettirmekte elimizde. Ne mutu hayırla anılacaklara ve ne mutlu Yunus'ca
sevip sevilenlere...
-
Uzmanlara göre
Güneşin yaşı 20 milyar yıl,Dünyanın yaşı ise 15 milyar yıl. Işığını
gördüğümüz bazı yıldızlar Dünyamızdan 20 milyon ışık yılı uzakta,bir
başka değişle şu anda gördüğümüz ışık o yıldızın 20 milyon yıl önce
yaydığı ışık. Şimdi o yıldız belki mevcut bile değil. Yeryüzünde bulunan
bazı hayvan fosillerinin yaşı 200 milyon yıl öncesine kadar uzanıyor.
Fosilleşmiş bazı insan kemikleri için ise 200 bin yıl öncesinden söz
ediliyor. Yani Dünya;atmosferi,suyu,havası,doğası,bitki örtüsü, fiziksel
ve kimyasal yapısı ile 15 milyar yıl hazırlanıyor. "Eşref-i mahlukat
olan insan oğlu"nun rahatı için muazzam ve mükemmel bir doğal denge
kuruluyor. Ne yazık ki insanlarda bu dengeyi bozmak için gayret çok ama ya
sorumluluk !..
-
İnsanlığın uygarlık
tarihini izleyebilmek M.Ö. 15 binden itibaren berraklaşıyor. İnsanı
diğer canlılardan ayıran vasfı aklı ve düşüncesi. Bunun aklını ve
yeteneklerini kullanması, çevresine biçim vermesi,alet yapması ile yani
iz bırakmasıyla başlıyor. Yaşadıkları mağara duvarlarına çizdikleri
resimler ve yontulmuş taş ve kemik aletler günümüze ulaşabilen ilk
eserler ilk örnekler. İnsanın taşı yontması, çanak çömlek yapması ile
başlayan uygarlık serüveni tekerleğin keşfi,yazının icadı..... ile devam
etmiş, atomu parçalayan insan oğlu yirminci yüzyılın ikinci yarısında
uzaya adım atmıştır.
-
Dilerseniz; biraz da
tarihi sayfaları arasına girelim ve sohbetimize Hititlerle devam edelim.
Ama bu sohbette olayları klasik bir tarih anlatışı dışında farklı bir
boyutta izleyelim. Tarihten bize ulaşan ayrıntılarda, orijinallikleri,
çarpıcılıkları, çelişkileri ve gizemleri görelim. Neden Hititler;
çünkü Hititler devlet olma niteliklerini taşıyan Anadolu'da kurulmuş ilk
devlet ilk imparatorluk. Daha da önemlisi başkenti Çorum'un
Boğazkale İlçesinde. M.Ö.2000'de dünya siyasetine yön veren iki süper
devletten birisi. Kültürde, sanatta, sosyal yaşamda derin izler ve
etkiler yapan,başta Hattusa (Boğazkale) olmak üzere ilimiz sınırları
içerisinde zengin tarihi kalıntıları günümüze ulaşan bir uygarlık.
Tarihte pek çok ilklere damgasını vuran bir kültür.
-
M.Ö. 2000'lerin
başlarında Orta Asya' dan ve Kafkaslardan Anadolu'ya gelen Hititler bir
süre Anadolu'daki şehir beylerinin yanında paralı asker olarak
çalışmışlar, Asurlu tüccarların Anadolu'dan çıkartılma mücadelesine
katılmışlar, daha sonra sert mizaçları ve savaşçı özellikleri ile,
Anadolu'daki şehir devletlerini birleştirerek veya ortadan kaldırarak
siyasi egemenliği ellerine almışlardır. Bu savaşlar sonunda, ismi
efsaneleşen ilk kral Anitta'dır. Anitta,Hattuşa'yı da ele geçirmiş,şehri
yakıp yıkmış, burada yaşayan yerli halk Hattileri esir edip, yurtlarından
sürmüş çıkartmıştır. Bununla da yetinmeyip,Hattuşa'yı lanetlemiş,soyundan
buraya kesinlikle gelmemelerini istemiştir. Kaderin cilvesine bakınız ki,
soyundan gelen krallar hem lanete aldırmayarak buraya gelmişler,
başkentlerini Neşa'dan buraya taşıyarak üstelik Hattuşa adıyla
Boğazkaleyi başkent yapmışlardır. Asur yazılı kaynaklarında,buraların
daha önceden Hatti ülkesi olmasından dolayı, bu devletin adı Hitit
olarak geçmektedir. Hitit kralları da bu adı benimsemişler hatta bazı
Hitit kralları Hatti ülkesinin sahibi,koruyucusu an lamına gelen Hatuşili
adını almışlardır.
-
Hitit kralı
Muvattali zamanında Mısırlılarla Kadeş'te bir savaş olmuş,savaş sırasında
güneş tutulunca iki tarafta bunu uğursuzluk saymışlar, Mısırlılarla
Hititliler arasında Kadeş antlaşması imzalanmıştır. İşte bu tarihteki
ilk yazılı antlaşmadır.
-
Dünyada ilk arşiv
kuran devlet Hititlerdir. Hattuşa büyük kalede yapılan kazılarda
bulunan 15000 tabletlik bir arşiv araştırma ve inceleme yapılmak üzere
Almanya'ya götürülmüş, araya 2.Dünya Savaşı girmiş,savaş sonunda bu
tabletlerin Rusya'ya kaçırıldığı söylenerek geri verilmek
istenmemiş,ancak 2-3 yıl önce Türkiye'ye geri getirilebilmiştir.
-
İlk tarih
yazan,Osmanlılarda ki salnamelere benzeyen yıllıklar hazırlayanlar da
yine Hititlerdir.
-
Suyun önüne set
yaparak,baraj yapma fikrini ilk uygulamasını yine Hititlere ait Alaca
Örükaya'da görüyoruz.
-
Hattuşa'da Nişan
taşı denilen bir kaya üzerine,Hitit krallarının soy kütüğü (seceresi)
yazılmıştır.
-
Bin tapınaklı
başkent olarak bilinen Hattuşa kazılarında, kral mührü ile mühürlenir
ki, bu da tarihteki tapu belgelerinin ilk örnekleridir.
-
İki galeriden oluşan
ve dik kesilmiş kaya yüzeylerine bütün Hitit tanrı ve tanrıçalarının
kutsal hayvan ve kıyafetleriyle resmedildiği ve figürlerinin
yanına,hiyeroglif yazı ile isim ve amblemlerinin işlendiği Yazılı
Kaya Açık Hava Mabedi Dünyada tek örnektir.
-
Hakimiyetleri altına
aldığı halkların dinlerini ve kültürlerini kendi panteonuna dahil eden
Hititler, onların tanrıları içinde tapınaklar yapmışlardır. Bu da yine
Hititlere has bir kültür ve anlayış zenginliğidir.
-
Boğazkale Hattusas
kazıları,Alman bilim heyetleri tarafından 90 yıldır sürdürülmektedir ve
belki bir o kadar süre daha devam edecektir. Bu çalışmalar devam ettikçe
Anadolu ve Hitit kültür ve tarihi ile ilgili yeni zenginlikleri ortaya
çıkacağı muhakkaktır.
-
Hitit kültür
sanatının plastik ve estetik özelliklerine hiç değinemedik bile. Bir
başka sohbet yazımızda, bir başka boyutuyla buluşmak üzere hoşça kalın.
|
|
Çorumlu2000 7. sayı
TARİH SOHBETLERİ III
Osman ÜNSAL
Kazılarda
bulunan bir kolye kazanları da,kazıyı yönetenleri de,görenleri de hayrete
bıraktı. Altın ve değerli taş ve boncuklardan oluşan bir kolyenin tam
ortasında paslı bir demir parçası yer almış tu. Malum;bugün olduğu gibi
tarih boyunca bu tür takıların ortasında elmaslar,ya kutlar veya
pırlantaların en irisi,en gösterişlisi, en görkemlisi bulunurdu. Bu üç
genimsi demir parçası da neyin nesi oluyordu. İlk anda herkesi şaşırtan bu
tarihten gelen esrar, çok geçmeden çözüldü. Eski Tunç Çağına ait bir
çanak içerisinde bulunan kolyenin pırlantası,tabiatta nadir de olsa
rastlanabilen volkanik bir demir idi. M.Ö. 3000-2000 arasında insanlar bu
madenle ilk defa tanışıyorlardı ve ilk defa tanıdıkları ve nadir olarak
buldukları bu demir onlar için altından da, pırlantadan da daha
değerliydi. Bu güzel kolyenin ortasında, kim bilir hangi prensesin
boynunda müstesna yerini alıyor ve nice kıskanç gözlere hedef alıyordu.
İşte ; dünyadaki en statik maddelerden birisi olan demirin tarihteki
serüveni böyle başlar. Bugün demirsiz bir sanayii,demirsiz bir endüstri
düşünülemez. Bu önem tarih boyunca da hep böyle devam ede gelmiştir.
Yeryüzünde oldukça çok bulunan demirini önemini kavrayabilmek için bir an
durup, demirsiz bir yaşam nasıl olabilir diye düşünmek yeterlidir. M.Ö. I.
Binden itibaren çağa adını veren bu dönemi "Demir Çağı" olarak
tanımlamaktayız. İnsanların madenlerle tanışması Taş Devrinden itibaren
başlar. Önce tabiatta bulunan altın ve gümüşü kullanmışlar,yumuşak ve
işlenmesi kolay olduğu için süs eşyası, az da olsa kap kaçak
yapmışlardır. Sonra bakır keşfedilmiş, M.Ö. 4. Binden itibaren
yaygın biçimde kullanılmış ve çağa adını vermiştir. Bakır yumuşaklığını
gidermek için kalayla karıştırılan insanlar daha sert bir maden Olan
tunçu (Bronz) elde etmişler ve M.Ö. 3000-2000 arasına da "Tunç Çağı"
denilmiştir. Bu çağ Hitit Devletinin yıkılışı olan M.Ö. 1200'lerin sonuna
kadar sürmüştür. Demirin yaygın olarak kullanılması M.Ö. I. Bindedir.
Hititlerin yıkılmasından sonra bu topraklarda devlet kuran Frigler
zamanında M.Ö. 7. Yüzyılında yapılan ağız kısımlarında insan ve hayvan
figürleri bulunan demir kazanların çağa damgasını vurmuş ta İtalya'ya (Etrüksler)
kadar ulaşmıştır.
Bir
başka yazımda M.Ö. II. Binde dünyanın iki süper devletinden birisi
Hititler,birisi Mısırlılar diye bahsetmiştim. Bu iki süper devlet arasında
tarihte ilk yazılı anlaşma yapılan "Kadeş Savaşı" olmuştur. Daha sonra bu
iki devlet arasında sosyal ve kültürel ilişkiler artmış,Hitit kralları
Mısır prensiyle evlenerek akrabalık bile kurulmuştur. Karşılıklı hediyeler
gönderilmiştir. Ama bu hediyeler içinde Hitit kralının gönderdiği bir kılıç
Mısır' da büyük sükse ve hayranlık uyandırmakla kalmamış ,Mısır yazılı
metinlerine de geçmiştir.
Bu
metinde "Hitilerin gönderdiği kılıç bizim kılıçları peynir gibi doğradı"
diye yazılmaktadır. Biz Hititlerin son dönemlerinde Anadolu'da az da
olsa demirin işlenmeye başlandığını ve Hitit kralının gönderdiği hediye
kılıcın, demir bir kılıç olduğu ve Mısırlıların bronz kılıçlarını bu hale
getirdiğini anlatmaktadır. Demek ki; o tarihte demir bir kılıca sahip
olmak, günümüzde adrese teslim Toma-Hawk füzeleriyle eşdeğermiş.
|
|
Çorumlu 20000 9. sayı
ESERLER VE ESİRLER I
Osman ÜNSAL
-
Dünyanın büyük bir bölümü buzullarla kaplıydı.
İklim çok soğuktu. Sayıları azdı ve başlangıçta insanlar mağaralarda
yaşıyorlardı. Bu şekilde hem soğuktan hem düşmanlardan daha iyi
korunabiliyorlardı. Sonra havalar ısınmaya başladı,insanların sayısı arttı
ve kendilerini daha iye savunmaya başladılar ve mağaralardan çıkıp
yeryüzünde yaşayacakları meskenleri yapmaya başladılar. İlk evler basit
dikdörtgen biçimli taş temel üzerine kerpiç ve ahşaptandı. M.Ö. 4 . binde
Alacahöyük bu devir iskan gören bir çok merkezde rastladığımız evlerde
kapı ve pencere yoktu. Evlere tavandan merdivenle giriliyor,akşam olunca
dıştaki merdiven içeri çekilerek güvenlik sağlanıyordu. Evlerin ortasında
ocak bulunuyor,kenarlarında sedir ve sekiler yer alıyordu. Hatta bu
sedirlerin altı ölü gömmek içinde kullanıyordu. Böyle başlayan mimari
insanın bilgi ve becerisi ile gelişmiş surlar,saraylar,tapınaklar kompleks
yapı grupları meydana gelmiştir. Cam keşfedilene kadar binalarda pencere
yapılmış,sadece küçük ışık delikleri konulmuştur.
-
Her toplum kendi kültürü kendi hayatlarına göre
kendi karakteristik mimarisini oluşturmuş,Anadolu,Mısır,Mezopotamya,
Yunan,Roma, Bizans,Türk Mimarisi vb. gibi. bunlar hem birbirlerini
etkilemişler,bir çok benzerlikleriyle birlikte farklı özellikleriyle de
birbirinden ayrılmıştır. Mimarisinin oluşumunda coğrafi bölgenin de önemli
etkisi vardır. Mimari çevresindeki malzemeleri kullanmıştır. Mezopotamya
da taş yok denecek kadar azdır,burada mimarinin ana maddesi,kerpiç ve
çamurdur. İran ve Orta Asya Mimarisinde tuğla ön planda iken,Anadolu’da
taş mimarinin ana maddesidir. Orta Asya’da ve İran’da tuğla kullanan
Türkler,Anadolu’da Selçuk ve Osmanlılarda Anadolu’da bol bulunan taşı
tercih etmişlerdi.
-
Çağlara damgasını vuran ve yaptığı dönemde
toplumlarını maddi ve manevi çok büyük oranda etkileyen
surlar,kaleler,piramitler,tapınaklar,zigurat lar,saraylar vb. uygarlığın
kilometre taşlarıdır. Bu dünyanın harikaları dan sayılan eserlerin yapılış
öyküleri birbirlerinden pek farklı değildir. Bugünkü teknolojik imkanlarla
bile bunların yapılabilmesi kolay değildir.
-
M.S. III. Yüzyıl da yapılan Çin setti,uzaydan
görülebilen yer yüzündeki insan yapısı tek eserdir. 3000 kilometre
uzunluğundaki surlar,dağları,tepeleri,vadileri aşmakta,kule ve
burçları,anıtsal kapıları ile dünyanın 7 harikasından birisidir. Yapımında
milyarlarca ton taş kullanılmış,bu taşlar insan gücüyle,dağlara,vadilere
ulaştırılmıştır.
-
Mısır’daki Koops’un Piramidi ise kaide kenarı
230.3 metre olan kare tabanlıdır. Yüksekliği 146.6 metre kütlesi 2.521.000
metre küptür. Boğazkale büyük mabetteki duvarın taş blokları 5.10 ton
Aslanlı Kapıdaki aslan protonları ve Alacahöyük teki sfenksli heykelleri
bunun birkaç katlı ağırlıktadır. Yunan ve Roma tapınaklarındaki, sütun ve
arsitrav blokları en az bunlar kadardır.
-
Ben;Kütahya’nın Aizani harabelerinde yerinde
kazı ve restorasyonda çalıştım. Zeus tapınağının etrafındaki sütunların
işlenmiş haliyle çapı 90 santimetre yüksekliği 9.5 metre idi. Yaklaşık
30-40 ton ve bu sütunların üzerinde iki sütunu birbirine bağlayan Arsitrav
(baş tapan) yine 40 ton civarında olduğu hesaplanmıştı ve bunlar yerden 12
metre yüksekliğe,sütunların Roma tapınaklarından birisi de Didim Apollo
mabedidir. Buradaki sütununun çevresini ancak 4 kişi el ele tutuşarak
çevreleyebiliyor. Duvarlar ve kütlelerde yine insan gücü mantığını zorlar
büyüklükte. Böyle binlerce taşı mermer bloklarının birde buraya
kilometrelerce uzaktan getirildiğini düşünün ve bu eserlerin nasıl ve ne
şartlar altında meydana geldiğini anlamaya çalışın.
-
Firavunun intikamı diye bir film var,birkaç kez
televizyonlarda gösterildi. İzlenmiş olmalısınız. Firavun Tutakamon büyük
bir zafer Mısır’a dönüyor. Yendiği ülkenin halkından da esir edip
getirmiş. Hazinesi altın ve mücevherlerle dolmuş,bunları ikinci hayat için
biriktirdiğini söylüyor ve kendisine layık bir piramit (mezar) yapılmasını
istiyor. Bu anıt şimdiye kadar yapılanlardan daha görkemli olacak ve o
gömüldükten sonra kimse bu mezara giremeyecek,ona
ulaşamayacak,hazinelerine dokunamayacak. Neyse;onun istediği bu anıt
yapabilecek birisi var. O da esirler arasında mimarla bu anıtın yapılması
karşılığında halkın serbest bırakılması karşılığında anlaşıyorlar. Ülkenin
her tarafına haberler gönderiliyor ve çalışabilecek gücü olan herkes bu
kutsal göreve çağırılıyor. İşini,tarlasını,evini,çoluk çocuğunu bırakan
herkes,bu kutsal görev için koşup geliyor. Şarkılar,türkülerle ve herkes
dört elle sarılıyor işine,kimi taş ocağından taş çıkarıyor,kimileri
çölleri,tepeleri aşarak taşları taşıyor. Kimi taşları yontuyor. Kimi
temelleri,toprakları kazıyor. Bir ibadet hissiyle ve coşkusuyla
çalışıyorlardı. Aylar,yıllar birbirini kovaladı. Piramidin temelleri
tamamlanmaya ilk sıra taşlar yerleştirilmeye başladığında,insanların
şarkıları susmuş,takatleri tükenmiş,yorgunluk ve bitkinlik esirleri de
vatandaşları da sarsmıştı. Firavunun daha hızlı çalışmasını istiyor. Mimar
daha çok taş,daha çok işçi,istiyor. Bu işçiler daha çok para
gerektiriyordu. Artık insanları çalıştırmak için davulla tempo tutuluyor.
Kırbaçlar şaklıyordu. Binlerce insan taşlar altında eziliyor,daha çok
gayret diye kırbaçla,kılıçla öldürülüyor. Bu iş artık insan öğüten bir
değirmen gibi onları öğüterek,onların kanları canları pahasına
yükseliyordu. Daha çok malzeme,daha çok insan,daha çok yiyecek
gerekiyordu. Köyler,kasabalar hep boşalıyor,çalışabilecek herkes zorla
toplanıp getiriliyordu. Halkla esirlerin,kölelerin bir farklı kalmamıştı.
Ülkede üretim düşmüş kıtlık başlamıştı. Masrafları karşılamak için
vergiler artıyor ve zorla bitkin halkın nesi var,nesi yok zorla toplanıp
alınıyordu. Piramitte çalışanlar çalışacakları yerlere gözleri bağlanarak
götürülüyor,başlarındakilerin içeri hakkında bilgi vermemesi için hep
dilleri kesiliyordu.
-
Yapı tamamlandığında Firavunun Nil’de gezdiği
saltanat kayığı, hizmetkarları,saray halkı,rahipleri,korumaları hep
beraber piramide alınıyor ve içeriden kumların boşaltılmasıyla sağlanan
bir mekanizma ile milyonlarca tonluk taşlar harekete geçerek sistem
kapanıp,dışarı ile irtibatı bir daha açılamayacak şekilde kesiliyordu.
-
Onlarca yılda tamamlanan piramit yüz
binlerce insanı canıyla,kanıyla meydana getiriliyordu
|
|
Çorumlu 2000 10. sayı
ESERLER VE ESİRLER II
Osman ÜNSAL
-
Anadolu'da pek çok taş ocağı tespit
edilmiştir.Antik çağlarda kullanılan,bu ocaklarda yarı işlenmiş,hazırlanıp
yerine ulaşmamış parçalara da rastlanmıştır.
-
Ocaklarda taşların yarıklarına kamalar
çakılarak ayrılır veya testere ile kesilirdi. Ocaklarda amaca göre kabaca
işlenen taşlar, inşaat mahalline doğru yola çıkarılırdı. Taşıma insan
ve hayvan gücüyle olurdu. Bu taşıma dağlar,tepeler aşılarak bazen
kilometrelerce olurdu. Taşıma yöntemleri arasında kalaslar üzerinde
yuvarlama, kızaklar üzerinde kaydırma olduğu gibi,bazen de taşlar
üzerinde bırakılan çıkıntılara tekerlek takılarak ta yapılmıştır.
-
Kullanılacağı mahalle gelen taş bloklar son
şeklini alarak yapıdaki yerine konuluyordu. Burada bir noktayı
belirtmek çok önemli. Roma'da demir biliniyor ve kullanılıyordu. Ama
Hitit'te, Mısır'da Miken'de bu anıtsal yapıları yapan insanların elindeki
en sert malzeme bakır (bronz) dı.
-
Bu tonlarca taşları taş ve bronz çekiçlerle,
bakır testerelerle işlemişlerdir. Boğazköy kazılarında bakır bir Hitit
testeresi bulunmuştur. Bu binalardaki taş bloklar birbirine öyle intibak
ettirilmiş ki,arasından su bile sızmamaktadır. Tabi harçsız üst üste
konulan bu taşların zelzele vb. de kaymaması içinde hem yatay olarak
madeni parçalarla birbirine kenetleniyor,dikey olarak ta alttaki taşa
oyuk, üsteki taşa çıkıntı bırakılarak, yada yine metal parçalarla
toplanmıştır. Bu çivilerde oynamaması için kanallar açılarak kurşunla
doldurulmuştur. Boğazkale ve Alacahöyük de duvar taşları üzerinde su
borusu genişliğinde 8-10 cm derinlikte delikler görülür. Bunlar duvar
taşlarını birbirine bağlantı delikleridir. O devirde matkap olmadığına
göre bu muntazam silindirik delikler nasıl açılıyordu biliyor musunuz
? Kumla ! ve aşındırma yöntemleriyle. Taşın üzerine önce ufak bir zede,çukur
açılıyor,sonra oraya kum konuyor ve bir boru sağa,sola çevrilerek delik
meydana getiriliyordu. 8 - 10 cm derinliğe ulaşmak için hangi esir, hangi
köle kim bilir kaç yüz saat uğraşıyor, elindeki boruyu kaç milyon kere
sağa,sola dön dürerek bir taştaki bir deliği oyuyordu. Ve bu işi çabuk
bitirmesi için kaç bin köle,kaç bin kırbaç yiyordu. Bu taş delme usulü
Osmanlıda bile kullanılmıştır. Bazı eski cami ve şadırvanlarında mermer
top biçiminde fıskiyeler vardır,içi boş ve üzerinde pek çok delikler
bulunan suyun tazyiki ile dönen ve bütün deliklerinden su fışkıran bu
fıskiyeyi hazla seyrederken nasıl yapıldığını pek de düşünmeyiz. Önce
mermer top şeklinde yontulur,sonra matkapla merkezine kadar bir delik
açılır. Bu deliğe kum doldurularak bir salıncağa asılır ve başlar
ustanın çırağı bu salıncağı sallamaya. Salıncak sallandıkça kumlar
zımpara gibi başlar mermer topun içini aşındırmaya. Topun içini bu
şekilde boşalması belki yıllar sürer ve işlem tamamlanınca her
tarafından onlarca delik delinir ve hayranlıkla izlediğimiz bu fıskiye
meydana gelir. Gerçi bunu yapan ilk çağdaki gibi köle değildir belki
ama,ustanın sanatını taktir ederken çırağın bitmez tükenmez sabrı ve
emeğini de göz ardı etmemede gerekir.
-
Peki bu tonlarca ağırlıktaki taşlar
getirildi,işlendi yıllarca uğraşılarak istenilen evsafı kazandı. Temelin
ilk taşları da kaydırılarak itip,çekilerek yerine yerleşti,ama 10-15 metre
yüksekliğe nasıl çıkarıldı. Tabi ki kaldıraç kullanıldı. Bazı taşlarda U
biçimli çıkıntılar bırakılarak ve halatlarla bağlanarak kaldırılırdı.
Ayrıca binaların her taş sırası tamamlandıkça toprak veya kumla yer
seviyesi doldurdu. Bu kum yada toprak dolgu sayesinde daha yukarıdaki
taşlar, sütunlar, sütun başlıkları,baş taban ve alınlıklar yerlerine
yerleştirilip işlenecek tesviye ve kabartma işlemleri bitirildikten sonra
dolgu olarak kullanılan kum veya toprak temizlenirdi ve biz 9 metrelik
sütun üzerine 40 tonluk baştapan ve alınlığın karşısında hayret ve hay
ranlıkla bakakalırız.
-
Gelelim konunun en can alıcı noktasına:
İnsanların gurur kaynağı eserler hep büyük zaferlerin arkasından
yapılmıştır. Örneğin : Osmanlılarda Mimar Sinan'ların yetişmesi,
Süleymaniye, Selimiye, Sultan Ahmet gibi camilerin,Saray kapıları, sebil,
türbe, han ve kervan sarayların yapıldığı 16. Yüzyılın imar
faaliyetleri,Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman'ın kazandığı
zaferlerle doğrudan ilgilidir. Devlet hazinesi bu zafer ve fetihlerle
dolmuştur. Avrupa'nın Ortaçağ sonunda yaptığı keşifler, bulduğu yeni
ticaret yolları, kazandığı sömürgeler zenginliğini artırmış, Rönesans
hareketi,bilim ve sanattaki hızlı gelişmenin itici gücü olmuştur. Yeni
katedraller, saraylar,şatolar yapılmış bunu yapacak sanatçılar
yetişmesine zemin hazırlamıştır.
-
Bazı detay farkları olmasına rağmen İlk Çağda bu
böyledir. Zafer kazanan ordular yendikleri ülke halkını esir ve köle
yaparlar, mallarına, zenginliklerine el koyarlardı. O memleket halkından,
güçlü ve sağlıklı olan kadın ve erkekleri toplar kendi ülkelerine
getirirler ve onları her türlü en ağır işlerinde çalıştırırlardı. Bu günkü
gibi teknoloji ve makine gücü yoktu. Bu esirler surların dışına,
şehirlerin varoşlarına yerleştirilir,yarı aç,yarı tok bu yapılan
tapınaklarda, surlarda, kulelerde çalıştırılırlardı. Bazı esaret
çocuklarına da sirayet eder,nesiller boyu sürdürülürdü. Korkutma,
kırbaçlama,öldürme,aç bırakma gibi kötü davranışların yanında onların
inançlarına da bu işe karıştırılır, her esirin başlangıçta bir ibadet
hissi ve gayreti aşılanırdı. Bunun en belirgin örneği Hititler de
görülür. Hitit kralları ya Suriye'ye kadar sefer yapıp zaferler
kazandıklarında ta oraların halkını toplayıp getirmişler, Boğazköy
surlarının dışına yerleştirmişler,bunlara tarlalarını sürdürmüş,
tapınaklarını,surlarını,saraylarını inşa ettirmişlerdir. Hitit halkı
içinde;Hattiler,Hurriler,Luviler,Dolalar gibi toplulukların dinlerini de
kendi dini gelenekleri içine dahil etmişler ve onlar için de Boğazköy'de
tapınaklar yapmışlardır. Bu yüzden Boğazköy Hititler döneminde 1000
tapınaklı başkent diye anılmıştır.
-
Devletin bütün kaynakları halkın her türlü
mesaisini hep anıtsal eserlerin yapımına harcamış ve buna rağmen birkaç
istisna dışında pek çok eser tamamlanamamıştır. Alacahöyük'te ve
Boğazköy'de yarısı işlenmiş mimari parçalar ve heykel kalıntıları
görülmektedir. Roma Döneminde planlanmış ve yapılmasına başlanmış Didim
Apollo tapınağı da bunlardan birisidir.Yapım çalışmaları 200 yıl kadar
sürmüş ama bitirilememiştir. Bunu yapıdaki plan ve üslup
değişikliklerinde görmek mümkündür.
-
Tarih öncesinden günümüze ulaşan bazı eşya ve
alet-edevatın yapılışını ve amacını anlamadığımız da olmuştur. Çünkü biz;
bir yerde bu günün mantığı ile onlara bakıyoruz. Mimarideki bu
büyüklükler nasıl meydana geldi,bu tonlarca taş nasıl taşındı, nasıl
işlendi, nasıl kaldırılıp o yüksekliklere çıkartıldı. Özellikle Güney
Amerika'daki İnka ve Maya uygarlık kalıntılarındaki büyüklükler ve
farklılıklar uzaylılarla bile izah edilmeye çalışıldığı oldu.
-
Aslında ; anlayamadığımız bu günkü zaman kavramı
ve aceleciliğimizi o devirlere ölçü olarak tutmaktır. Bu günkü 1
dakikalık olayı binlerce disket ve binlerce ciltlik kitaplara
sığdıramazken, geçmişteki 500 yılı, 1000 yılı birkaç cümleyle
özetleyiveririz. Bir karıncanın yuvasına taşıdığı malzeme onun cürümüyle
kıyaslanınca hayretler içinde kalınır. Oysa yüz binlerce insan,
yüzyıllar boyunca bu eserler için canı,kanı pahasına çalıştırılmıştır. Hem
de insan oğlunun aklı ve becerisi ile. Böyle düşünürsek ; daha güzel bu
bilinmeyen parçalar yerli yerine oturmuş olur. Sabır ve sebatı da
hesaba katmak gerekir.
-
Bir hattat Kur'an-ı Kerim yazacak duruma
gelebilmek için 15 - 20 yıl her harfi, her cümleyi yazarak eksersiz
yapıyor, çalışıyor ve ancak ondan sonra bu işe girişebiliyor. Bizler el
yazması bir kitaptaki yazıya, istife baktığımız zaman hayranlık içinde
kalıyoruz, matbaa baskısından daha kusursuz, daha güzel diye. Öyle
kolayına sanatçı olunamıyor, sanat eseri meydana gelmiyor. Bir başka
örnek ; bir ağaç ustası,bir ağaç minberi,bir ahşap kapı veya ahşap tavanı
oymak,işlemek için kalfasıyla,çırağıyla ekip halinde yıllarca
uğraşıyor,emek veriyor ve bu eserler öyle ortaya çıkıyor.
-
Şimdi ne o sabır var,ne o sebat,ne o anlayış.
Bugün bir usta yılda bir kapı işlese açlıktan ölür. İşte en önemlisi o
sanatın ve emeğin kıymetini bilen ve onun karşılığını verebilen
sanatseverler kalmadı.
-
Galiba işin özeti bu.
|
|
Çorumlu 2000 26. sayı
ÇORUM
TURİZMİ İÇİN EL ELE
Osman ÜNSAL
-
- Turizm ekonomik değer olarak çağımızın en
büyük sektörlerinden birisidir. Ülkeler turizm stratejilerini
yaparken,daha çok turist,daha çok gezdirme,daha uzun süre konaklama ve
daha çok harcama yaptırmak üzerine kurarlar. Ancak turizm gönüllü bir olay
olduğu için,insanların ilgi duyacağı değerlerin zenginliği ve onları
memnun edecek davranışlarla doğru orantılıdır. Bir ülke yada bir belgenin
turizm pastasından beklenilen payı alabilmesi için şu üç unsur çok
önemlidir.
1-Turizm değerlerinin zenginliği.
2- Tanıtım.
3- Pazarlama.
- Ülkemiz turizmde son on beş yılda yeterli
sayılmasa da belli bir mesafe almıştır. Ancak bu Çorum Turizmine
yansımamıştır. Bunda son on yıldır çoğu Doğu Anadolu turlarının
aksamasının payı da az değildir.
- Yukarıda belirttiğimiz üç unsura Çorum
perspektifinden bakarak turizmimizdeki tıkanıklığın nerede olduğunu ve
nasıl aşılabileceğini görmeye çalışalım.
- TURİZM DEĞERLERİMİZİN ZENGİNLİĞİ:
- 7 bin yıllık çok zengin bir tarihi geçmiş
ve bunun sonucu Çorum kelimenin tam anlamıyla bir AÇIK HAVA MÜZESİ
konumundadır. Boğazköy gibi bir Hitit Başkenti, Alacahöyük, Ortaköy, Eski
yapar,Pazarlı,Kuşsaray ve. Gibi bilimsel araştırma yapılan önemli
merkezler. Kargı,Osmancık,Bayat yaylaları gibi doğal harikalar. İncesu
Kalyonu, Damlataş Mağarası, cami,türbe, köprü,han, hamam, kaya mezarı,saat
kuleleri,kaleler gibi anıtlar. Ayrıca zengin el sanatları ve folklorik
değerler 3 müze ve yazılı kaya gibi dünyada başka örneği olmayan bir açık
hava tapınağı vb. Bu zenginlik ne yazık ki Bursa'daki bir asırlık çınar
kadar turist çekmiyor ! Demek ki sorun turizm değerlerinde değil. Derhal
zenginleştirilebilir kış turizmi,spor,gençlik,kongre,festival vb. Gibi.
- PAZARLAMA:
- İşte,bence Çorum turizmindeki asıl
tıkanıklık pazarlamadır. Hani derler ya: Un var,yağ var,şeker var ama bir
türlü helva yapamıyoruz. Tıpkı öyle,yukarıda turizm zenginliklerimizi
birkaç isimle anlattık,onların her birini anlatmak için ciltlerce kitap
yazılabilir. Bu değerleri varlığından pek çok kimsenin haberi ve bilgisi
var ama bir türlü onları görmeye gelmiyorlar yada yeteri kadar
gelmiyorlar. Peki bu nasıl çözülür ? Burada şunu hemen belirtmeliyim ki
konunun resmi görevlileri en üsten,en alt kademeye kadar onlar yapması
gerekenlerin çok üstünde aktif ve olağan üstü çaba harcıyorlar. Onları
takdir duygularıyla alkışlıyorum. Ama herkesin yapması gereken sadece
onlardan beklersek hem onlara haksızlık ederiz,hem de doğal seyri içindeki
izlediğimiz gelişmeyle yetinmek zorunda kalırız. Turizmi gelişmiş
bölgelerimizde inceleyenler bilecektir,toplumun her kesimi olayı
benimsemiş ve her davranışları bu gelenlerin ilerideki yıllarda daha çok
sayıda gelmelerini sağlama yönünde ortak bir bilinç halindedirler.
- Turizm olayının eğitim yönü vardır,kültür
yönü vardır. Ama önce toplum olarak konuya sahip
çıkılmalı,resmi,özel,medya,işçi,çiftçi,esnaf,memur bir ortak bilinç
oluşturmalı,bunu Çorum'un ve Çorumlunun bir görevi saymalı ona göre çaba
harcamalıdır. Bilinmelidir ki herkes,bundan faydalanacak,ekonomik,sosyal
ve kültürel fayda katlanarak kendisine dönecektir. Yoksa yılda bir defa
bir toplantı düzenlemekle dar bir çevre içinde gündeme turizm olayını
getirip anlatmakla iş bitmez.
- Ne yapmak lazım ? Hemen bir çırpıda
aklımıza gelenleri birkaç şey sıralayalım.
- Önce turizm haftası etkinliklerine halkı
alalım.
- Tesisleri sayı ve nitelik olarak
artırıp,turizm organizasyonları oluşturulmalı.
- Yerel radyo ve TV'lerde turizm değerlerini
görmemizi öğütleyen resim,slogan vb. şeyler yer almalı,belgeseller
yaptırıp yayınlanmalı.
- Çorum'da üretilen her ürünün çimento,
leblebi,un,yem vb. ambalajlarına Boğazköy, Alacahöyük gibi yerleri görmeye
davet eden resim,yazı bantları eklemeli,yanında broşür vb. şeyler
konulmalı.
- Her evde,işyerinde,vitrinlerde Çorum
turizmiyle ilgili yazı,resim asılmalı,herkes müşterisine,muhatabına bir
dakika da olsa söz edip konuyu gündemde tutmalı.
- Her hafta sonu belediye ve şirketler en az
bir otobüs kaldırmalı ve halkı billi bir süre ücretsiz Alacahöyük,Boğazkale'ye
götürmeli.
- Herkes dışarıdan kendilerini ziyarete
gelen eş,dost,akrabasını tarihi ve turistik yerleri gezdirmeli.
- Gerek resmi,gerek özel sektör temsilcileri
Çorum'a gelenlerle yapacakları toplantıların programlarına turizm konusunu
almalı,oraları gezdirmeli,bu konuyu en az diğer iş konusu kadar önemli
saymalı ve bunu toplantı yaptıklarına hissettirmeli.
- Oteller müşterilerini bir gün daha fazla
kalmaları için ücret indirim yapmalı,onların yaylaları ve diğer yerleri
gezmeleri görmeleri karşılığı onlara sağlayacağı avantajları duyurmalı.
- Bu ve buna benzer pek çok şey yapılabilir
ve ortak şuur oluştuğunda sorun zaten çözülmüş olur.
|
|
Çorumlu 2000 22.sayı
ÇAMUR ÇÖMLEK OLUNCA
Osman ÜNSAL
Toprak suyla buluştu çamur oldu. Çamurdan
çanak-çömlek yapıldı. Sanatlar başlangıçta insanların doğadan
esinlemeleri,gördükleri ve gözlemlediklerini yetenekleriyle birleştirince
meydana getirmişler. Resim sanatı insanların çevrelerinde gördükleri
insanları, hayvanları, ağaçları yaşadıkları mağara duvarlarına
çizmeleriyle başlamış ve gelişmiştir. Müzik duyduğu yada çıkardığı sesleri
melodileştirmesi ona bir ritim kazandırmasının ürünüdür. Yazıda da önce
anlatmak istediği şeylerin resimlerini sıralamış,sonra bu resimler
sembolleşerek cümle,hece ve harf olarak belli bir süreçten geçmiştir.
İnsanlık tarihinde bugün çocuklarımızın okuma yazma öğrenirken izlediği
metodun aynısını yaşamıştır. Önce cümle,sonra kelime, sonra hece ve en
sonunda da harf keşfedilmiştir.
Bizim çanak-çömlek;batılıların “seramik” dediği çamurun biçimlendirip
pişirilmesiyle meydana getirilen bu sanatın farklı bir özelliği vardır.
İnsanoğlu bunu doğadan örnek almadan kendi aklı,kendi tasav-vurunu
kullanarak yapmıştır. Formları, bi-çimleri,şekilleri,kendi prototipini
örnek alarak geliştirmiştir.
İlk örneklerini M.Ö;7. binlerde Neolitik
Çağda görmeye başladığımız çanak-çömlekler,günümüze kadar devam etmiştir.
Her devirde,her bölgede,her kültürde bol ve yaygın olarak kullanılan
seramikler geçmişin aydınlatılmasında, tarihlendirmede en önemli
belgelerdir. Kültürleri,sanatları,inançları,sosyal yaşamları, savaşları,
istilaları, yangınları, afetleri, vb. tarihin tanıkları gibi
araştırmacılara,bilim adamlarına ifşa etmişlerdir. Tarih öncesi devirlerde
en başta, yazıdan sonra ki devirlerde ise yazılı belgelerin yetersiz
kaldığı yerlerde en az bu belgeler kadar geçmişi tanıma ve tespitte imdada
yetişmişlerdir.
Tarihi süreç içerisinde ilk önce çamurdan
yapılarak,güneşte kurutularak kullanılan çanak-çömlekler daha sonra ateşte
pişirilerek daha dayanıklı hale getirilmiştir. Bir süre sonra astarlanmış,
perdahlanmış,boyanmış,sırlanmış,tek renkten çok renge ulaşmış,üzerine
desenler,motifler yapılmış,biçim ve formları zenginleşmiş. Üzerine
kabartma süsler konulmuş,insan ve hayvan biçimli formlara girmiştir.
Çanak-çömlek yapımında çark kullanımı başlayınca,form ve biçimleri daha
düzgün, standart bir hale gelmiş ve seri üretime geçilmiştir. Giderek
çamuru özel hazırlanmış,yapan,pişiren,boyayan,resimleyen ve tabi
kullananlar eserleriyle uygarlık tarihinde yaşamayı başarmışlardır.
Bu sanatın tarihi sürecine bir genel bakış
atarsak:
Neolitik Çağ kaplarının en güzel örnekleri
Burdur-Hacılar'da bulunmuştur.
Çorum'da yaygın yerleşim Kalkolitik Çağda
başlar. Bu döneme ait ele geçen çanak ve meyvelik biçimindeki kaplar elde
yapılmıştır. Örneklerine Alacahöyük ve Kuşşaray başta olmak üzere pek çok
yerde rastlanmıştır.
Tunç Çağı kapları çanaklar ve üzeri de
hafif çıktılar olan tencere tipi çömleklerdir. Astarlı ve perdahlı kaplar
her yeri aynı oranda pişmemiştir. Yüzeylerinde çizgi desenlerde görülür.
Alacahöyük başta olmak üzere Boğazköy, Eskiyapar, Yenihayat, Kalınkaya vb.
bolca ele geçmiştir. Bu devir yerleşim yerleri Anadolu genelinde olduğu
gibi Çorum'da da büyük bir yangın geçmiştir.
Hititler de kapların çeşitleri,tipleri
,formları çok zenginleşmiştir. Yapımlarında çarkın kullanıldığı,toprak
kalitesinin homojenleştiği,daha iyi pişirildiği görülür. Kartal gagalı
testiler bu dönem için karakteristiktir. Kırmızı ve bej astar ve boya
yaygındır. Başta Boğazköy ve Alacahöyük olmak üzere il sınırları içinde
pek çok yerleşim alanında bol bulunur. Ayrıca bu devirde başlangıçta ölü
gömmede, depo ve anbar olarak kullanılan küplerin insan boyundan yüksek
olanları vardır. Bu küpler halka şeklinde çamurların üst üste konup
birleştirilmesi ile yapılmış,yapıldığı yerde kurutulup pişirilmiştir.
Üzerlerine çamur halkalardan yapılışlarından doğal sonucu boğumlar,ağız
kısımlarında çizgi desenleri vardır. Bu devirde pişmiş topraktan yapılmış
banyo küvetleri sosyal yaşantıyı anlatması bakımından ilginçtir. Yine
hayvan biçimli kaplarda bu devir için sözü edilmesi gereken pişmiş toprak
eserlerdir.
Frig kaplarında yonca ağız modası hakimdir. Ayrıca maden sanatındaki
gelişmişliğe paralel olarak siyah boyalı maden süsü verilen kaplarda
yaygındır. Bu devirde çanak-çömleğin çok renkli olduğunu üzerine insan ve
hayvan figürlerinin konduğu,savaş ve av sahnelerinin resmedildiğini
görürüz. Alaca Pazarlıda'ki Frig yerleşim yerindeki kazılarda , pişmiş
topraktan yapılmış parmak kalınlığında çiviler, çamur içine batırılmak
suretiyle kul-lanılan ilk mozaik uygulamasına rastlıyoruz. Ayrıca karo
biçiminde yine pişmiş topraktan renkli ve üzeri resimli levhalar
bulunmuştur. Bunlar bugünkü çini yada fayanslar gibi duvar dekorasyonunda
kullanılmışlardır.
Galat kaplarında bej renk ve çizgiler
karakteristiktir.
Miken kaplarının yüzeylerinde siluet
biçiminde insan ve hayvan figürleri resmedilmiştir.
Yunan seramik sanatında siyah
figür,kırmızı figür diye iki ekol doğmuştur. Siyah figür de desenler
boyanıp diğer kısımlar kiremit renginin tabii haliyle bırakılmış,kırmızı
figürde ise desenler kiremit renginde bırakılıp boşluklar boyanmıştır. Bu
dönemde vazo ressamlığı gelişmiş, ressamlar boyadıkları vazolara adlarını
bile yazmışlardır. Amasis ve Exsekias bu yolla adlarını öğrendiğimiz vazo
ressamlarıdır.
Vazolar üzerinde tarihi ve mitolojik
konular resmedilmiştir. Bunların en yaygını Poseidon ve Dianisos le ilgili
sahnelerdir. Fransuva vazosundaki resimde Truva Savaşıyla ilgili tarihi
bir olay yer alır. Savaş kıyafetiyle Aşil dama oynamaktadır.
Büyük İskender'le başlayan Hellenistik
devirde seramiklerin hamur kalitesi en üst seviyeye çıkmış ve bu yüzdende
seramikler daha ince ve zarif bir hal almıştır. Kabartma desenli kaplar bu
devir için karakteristiktir.
Roma ve Bizans'ta üst tabakalarda daha çok
kıymetli madenlerden ve camdan yapılan kaplar revaç görmüştür. Seramikler
halkın günlük hayatında ise yoğun biçimde varlığını sürdürmüştür. Çanak
testi ve küplerin yaygın olduğu bu devirde kaplarda kalite ve zarafet
nispeten önemini yitirmiş,sadece günlük ihtiyaca cevap verecek halde devam
etmiştir. Taşra yaşamında cam kaplar ve şişelere rastlanmıştır. Bunların
mezar hediyesi olarak kullanılanları bolca ele geçmiştir. Pişmiş topraktan
yapılan tuğla ve künkler inşaat alanına girmiştir.
Bizans'tan başlayarak da küp ve
çömleklerin sırlanmaya başladığı görülür.
Selçuklularda çanak-çömlek,testi ve
kandiller sırlı ve boyalıdır. Camii,minare ve saraylarda kullanılan firuze
renkli çini mozaikler sevilen dekoratif unsurlardır.
Osmanlılarda seramik sanatının yanında
çini sanatı çok büyük bir mesafe kazanmıştır. Halk çanak-çömlek kullanmaya
devam ederken,saray ve üst tabakalarda çini vazolar tercih edilmiştir.
Çini sanatında gerek teknik,gerek motif zenginliği doruk noktasına
ulaşmış,çiniler cami,saray başta olmak üzere mimarinin birinci dekoratif
malzemesi olmuştur. Tarih boyunca tekamül eden seramikteki biçim ve
formlar,çinide,tabak ve vazolar ;cam sanatında da gülaptanlar ve çeşmi
bülbüllerle Osmanlı saraylarında zirveye ulaşmışlardır. Geleneksel
çömlekçilik ise taşra yaşamında günümüze kadar sürmüştür.
... ve asırlarca kurumuş dudakları
serinleten testiler soğutuculara görevi teslim edip,sessizce tarih
sahnesinden çekilmişlerdir
|
|
Çorumlu 2000 42. sayı
V. HİTİTOLOJİ KONGRESİ
Osman ÜNSAL
-
Bu
yıl V. Düzenlenen Hititoloji Kongresi’nin ilki 10. Uluslar Arası Hitit
Festivali bünyesinde 19-21 Temmuz 1990 tarihinde Çorum’da yapıldı. Üç
yılda bir periyodik olarak düzenlenen Hititoloji Kongreleri,biri
Türkiye’de Çorum’da,biri yurt dışında yapılmaktadır. Birincisi
Çorum’da,ikincisi İtalya’da,Üçüncüsü Çorum’da,Dördüncüsü Almanya’da,beşin
Hititoloji Kongresi de 02-08 Eylül2002'de Çorum’da toplanacaktır.
-
Eski
Anadolu kültürleri içinde önemli bir yeri olan Hititoloji’nin bilim
aleminin de keşfetmesi 100 yıllık bir süreye uzanır. Buna rağmen
Mısır,Asur kaynaklarında ve İncil’de Hititlerden söz edildiği için dünya
daha önce de Hittilerden haberdardır. Çorum sınırları içinde Boğazköy ve
Alacahöyük başta olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde kazı ve inceleme
yapan bilim adamları çağının süper devleti olan Hititlerin
siyasi,askeri,sosyal ve kültürel yönden tanınmasında,Hitit Dilinin
çözülmesinde büyük mesafe almışlardır. Bu bilim adamlarının birkaç nesil
süren fedakar çalışmaları sonucu olmuştur. Ama daha alınması gereken
yol,alınandan daha uzun,daha çok sabır ve meşakkat istemektedir. Sadece
Boğazköy’de 25 binin üzerinde tablet ve tablet parçası bulunmuştur. Ayrıca
Şappinova'da,Maşat'da,Gültepe'de de bir çok önemli merkezde Hitit yazılı
belgelerine raslanmıştır.Bunlardan daha önemli bir bölümü çözüm
beklemektedir. Hitit medeniyetinde geçen 1500 den fazla yer ve bölge
isimlerinin pek çoğu coğrafi yerlerine oturtulamamıştır. Yine de bu konuda
önemli araştırmalar yapılmış ve yayınlanmıştır.
-
Hititler Neşa şehrinin dilini konuşuyorlardı. Hitit adı coğrafi bir
bölgeyi tanımlıyordu. Hitit öncesi Anadolu’sunda özellikle,eski Tunç
Çağına tarihlendirilen ve Alacahöyük kral mezarlarında
bulunan;altın,gümüş,kap -kacak,güneş kursu,boğa ve geyik heykelcikleriyle
tanıdığımız bu zengin kültürü meydana getiren Anadolu’nun yerli kavmi
Hattiler’den geliyordu. Başlangıçta Kussara ve Neşa’da oturan Hitit
krallarından Anitta Boğazköyü yakıp,yıkmış ve lanetlemişti. Ancak I.Hattuşili
Boğazkaleyi başkent yaptıktan sonra isimlerini Hatti Ülkesinin
Kralı,sahibi manasına gelen “Hattusili” koydukları da bir vakıadır.
-
Hitiler,yerli halk Hattiler,kendilerine akaraba olan Luviler,Güney
Anadolu’da yerleşik Hurriler ve Pala’lar gibi pek çok etnik yapıdaki
toplulukları egemenliklerine almışlar,kültürel bir potada eritmişler. MÖ.II.
binlerde Anadolu birliğini sağlayan bir devlet,bir imparatorluk
kurmuşlardır.
-
Günümüze ulaşan anıtsal mimari yapıları,yazılı anıt ve arşivleri,sosyal
yaşayışları,idari sistemleri,dini kültürleri,komşuları olan Mısır,Asur,Miken
uygarlıkları ile etkileşimleri araştırmacıların önüne açılan ve çözüm
bekleyen ufuklardır.
-
Boğazköy ve Alacahöyük’te temiz su şebekesi,kanalizasyon
sistemleri,saraylardaki WC lerin düşünülmüş ve uygulanmış olması
Hititlerin temizlik ve çevre bilincinin kendilerinden binlerce yıl sonra
bile bir çok ülkelerde görülmemesi düşündürücüdür.
-
Hitit Krallığı feodal bir yapıdadır. Ülke içinde krala bağlı (bağlılığı
yazılı,yeminle teyit edilmiş) küçük krallıklar ve prenslikler vardı. Bu
prensler (Osmanlı Tımar Sistemi gibi) yaya ve arabalı askerleri ile
savaşta kralın ordusuna katılırdı. Kral mühürlü tapu belgeleri
bulunmuştur. Kralın bağışladığı topraklar şahsa bağlı olup,satılamaz ve
miras yoluyla devredilemezdi.
-
Anadolu Tarih ve Kültürünü tanımak Hititleri tanımakla mümkündür.
-
Hititoloji kongresi düzenlenmeden önce;Hititoloji bildirileri münferit
olarak diğer kongrelerde yapılırdı. Sumeroloji,Asuroloji kongreleri,Türk
Tarih Kongreleri,Kazı Sempozyumlarında Hititoloji bildirileri sunulurdu.
Hititoloji Kongreleriyle araştırma sonuçları gerektiği biçimde gündemdeki
yerini alabilmektedir,hem de tam olması gereken yerde Hitit Başkentinde.
Bunu başlatanlara,sürdürenlere şükran borçluyuz.
-
Çorum olarak beşincisini düzenlediğimiz Hititoloji Kongresinden Çorum'a
daha büyük tanıtım,daha çok katkı sağlamak gerekir. Katılımcı ve izleyici
sayısını artırmak,kongreyi layık olduğu biçimde il,ülke ve dünya gündemine
taşımak gerekir. Bu konuda herkesin kendi ölçeğinde üstlenmesi gereken
görevleri vardır. Unutmayalım ki;"Akıllılar fırsatları
değerlendirir,dahiler fırsatları kendileri yaratır,aptallar fırsat
kaçırır" .
-
Başarı dileklerimle emeği geçenleri kutluyorum.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
Teoman
ŞAHİN |
-
10.10.1961 yılında
Çorum'da doğmuşum. Sırasıyla ; Gazipaşa İlkokulu,Eti Ortaokulu ve Çorum
Lisesini bitirdim. 1985 yılında avukatlığı başladım. Aynı yıl evlendim
ve kısa dönem askerlik (8 ay) yaptım. 1986'dan bu yana kesintisiz
olarak avukatlık yapmaktayım .
-
İlkokulda,lise
çağlarında fizik yada kimya eğitimi almak istiyordum. Bilimsel konulara,
projelere özel bir ilgim vardı. " Kömürü elmasa çevirmek " isimli özel
bir proje ile lise son sınıfta Tübitak'ın
sergi davetine çağırıldım ama,çapsız öğretmenim nedeniyle katılamadım.
Daha sonra ailemin de etkisiyle Hukuk Fakültesine gittim. Bilimsel
yayınlara ya da konulara ilgim halen devam
etmektedir. Geleceğin dünyasına ilişkin bilimsel düşlerim halen
sürmektedir.
-
Başka bir meslekte
çalışmadım. Söz konu su mevcut hukuk düzeninde yeni yetişen gençliğe
avukat olmalarını asla tavsiye etmem. Ancak basit düzeyde olsa hukuk
bilgisi edinmelerini tavsiye ederim.
-
Kimsenin yazı
yazmam için teşviki olmadı. İlkokuldan bu yana sürekli yazdım. Okul
panolarından başlamak suretiyle birçok yerde çeşitli konularda yazılarım
yayınlandı. Yazmanın fıtrati yetenek dışında
çok okumak ve düşünmekle ilgili olduğunu düşünüyorum.
-
Herhangi bir ödülüm
yoktur. Böyle bir beklentim yok Allah Rızası için,topluma faydalı
olabilmek için yazıyorum. Hak ve halk için yaşamak ve tavır koymak
gerektiğine inanıyorum. Yazılarım bir tavır olarak düşünülmelidir.
-
İdealim : Bilim
adamı olmaktı. Fizik yada kimyacı olmak ve bu konuda güzel şeyler
üretebilmekti, ancak bu olmadı. Bende başka ütopya,düş buldum. Şu andaki
hayalim güzel ahlaklı insan olmaya çalışmak ve bu topluma yayarak
toplumda güzel ahlaklı olmasına çalışmaktır. Tarihi süreçte toplumu bu
yönde etkilemek derdindeyim. İnsanlık tarihinin en güzel ahlaklı
insanları olan " Ehli Beyt"i . On İki
İmam'ları örnek almaya çalışıyorum. İnsan gibi insan
ya da,adam olmaya çalışıyorum. Şu andaki
düşüm,hayalim,ütopyam budur. Yani adam olmak ve bunu çok büyük çabalar
gerektirdiğini yaşayarak öğreniyorum,başarmayı diliyorum.
-
1989 yılında "
Alevilere Söylenen Yalanlar 1 " isimli çalışmam kitap halinde
yayımlandı. Şu an bu kitabın 2. Bölümünü hazırlamaya çalışıyorum.
-
Din,tarih,
felsefe,sosyoloji ağırlıklı yazılar yazıyorum. Özel anlamda Alevilik
üzerinde çalışmalarımı yürütüyorum. Daha önceleri "
Aşura " isimli dergide müstear isimle
yazıyordum,bu dergi kapandıktan sonra,"14 Masum" isimli bültende sürekli
yazılarım çıkıyor.
-
Dergimizde yazıları
yayımlanacaktır.
|
|
Çorumlu 2000 28
HİTİT UYGARLIĞI KONUSUNDA ARKEOLOJİK ÇALIŞMALARDA
RESMEDİLMİŞ BULUNAN ON İKİ ASKER MOTİFLERİ ÜZERİNE
BİR TEZ
Teoman ŞAHİN
Bilindiği kadarıyla Hititlerin dini anlayışları PUTPERESLİK esasına dayanıyordu. Bu konunun uzmanlarına göre Hititler
tahmini iki bin yıl boyunca kendi yaptıkları putlara tapıyorlar ve bunları
tapınaklarında bulundurHİTİT UYGARLIĞI KONUSUNDA ARKEOLOJİK ÇALIŞMALARDA
RESMEDİLMİŞ BULUNAN ON İKİ ASKER MOTİFLERİ ÜZERİNE BİR TEZ
uyorlardı.
Oysa;vahiy temeline dayanan dini inançlarda insanları tek
bir Allah'a çağıran Resulün gelmesi zorunluluktur.
“Biz Peygamber göndermedikçe hiçbir topluluğu azaplandırmayız” İsra
Suresi 15. Ayet.
“Andolsun biz her millet içinde Allah'a kulluk edir
tağuttan kaçın diye elçi gönderdik” Nahl Suresi 36. Ayet.
“Ey Peygamber gerçekten biz seni bir şahit,bir müjdeci ve
bir uyarıcı,korkutucu olarak gönderdik,”Azhap Suresi 45. Ayet.
Hz. Ali R.A. Nehcül Belaga'sinde şöyle diyor;”Allah
unutulan nimetleri hatırlasınlar,gizli kabiliyet ve yetenekleri aşikar
etsinler diye Peygamberleri gönderdi” Demektedir.
Tek tanrılı dinlerin yada vahyin temel mantığına göre her
topluma Resil veya Nebi türünden uyarıcıların gönderilmesi mantık
gereğidir.Bu anlamda Hititlerin iki bin yıl boyunca sadece putlara veya
benzer mantıkla başka cisimlere tapmış olması mümkün değildir. Allah C.C.
hiçbir kavmin “Konuşmayan, görmeyen,duymayan ve hiç kimseye yarar yada
zararı olmayan” cisimlere tapması karşısında:
“Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben
size (Gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım”Hud Suresi 26. Ayet.
“Ey kavmim,Allah'a kulluk edin,onun
dışında sizin başka ilahınız yoktur,yine de korkup sakınmayacak mısınız?”Müminun
Suresi 23. Ayet. “Yakup oğullarına: Benden sonra neye tapacaksınız ?
Dediği zaman dediler:Senin İ İlahına ve babalarının İbrahim,İsmail ve
Ishak'ın İlanı olan tek bir İlaha tapacağız” Bizler ona teslim olanlarız”
Bakara Suresi 134. Ayet. Şeklinde topluma seslenecek bir insanı
görevlendirilmemiş olması mümkün değildir. Zira birçok rivayette 124 bin
Resul yada Nebinin gönderildiği de belirtilmektedir.
Bu anlamda henüz kimliği tespit olabilecekleri düşünülebilir. Hz.
İsa'da Havarileri, Hz. Muhammed'de imam olarak gözüken 12 kişinin Hitit
Peygamberinde 12 asker olarak gözükmesi mümkündür.
Şüphesiz olayın çok eski çağlara dayanması hüküm vermemizi
engellemektedir. Ancak bazı teorik açıklamalarda ileriki yıllar açısından
yeni bulunacak yazıtların çözümü açısından faydalı olabilecekleri de
ihtimal dahilindedir.
Bu anlamda Hititlerin Peygamberinin yada Peygamberlerinin
olması gerektiği düşüncesiyle söz konusu Peygamberi kimliğinin
araştırılması önemli sorundur. Hitit Peygamberinin Hitit krallarından
birisi veya askerlerinden birisi olma ihtimali üzerine düşünülmelidir.
Muhtemelen Hitit krallarından en az birisinin aynı zamanda Peygamber de
olması tezimizin ağırlık noktasıdır. Bu anlamda o kralın ve aynı zamanda
Peygamberin yardımcısı olarak 12 askerin varlığı senaryo olmayabilir.
Şu anda bilinen 19 Hitit kralının kabirleri bulunduğunda
yada onlarla ilgili ayrıntılı yazıtlar bulunduğunda o çağdan gelen
anlatımlardan birisinde kralla 12 asker arasında yukarıdaki örneklerde
olduğu gibi bir bağın varlığı tezi kuvvetlenecektir.
Allah C.C. bazı Peygamberlere devlet başkanı olmalarını da
irade etmiş olduğundan dolayı bu şahsın hem kral hem de Peygamber
olabilmesi mümkündür.
Yine yazıtlarda böz konusu kralın hayatının savaşlarla
geçmesi ve kendi toplumuyla veya aile bireyleriyle uzlaşmaz çelişkilerin
olması zorunludur. Zira insanların çoğu her zaman vahye yönelik
tebliğlerde yada davetlere karşı çıkmış ve söz konusu elçilerle sürekli
çatışmış onu toplum dışına çıkartmaya zorlamıştır. Ve yine onlar için
“Mecnun, deli,şair, hayalci,vehimci” gibi yakıştırmalarda bulunmuştur.
Hitit krallarından birisi hakkında bu tip tavır ve yakıştırmaların olması
bu konuda dikkat çekecek hususlardandır.
Şüphesiz doğruluğu yada yanlışlığı hakkında şüphe
götürmez,kesin kanıtlar olması da aşağıdaki tezin ileriki çalışma
yıllarında dikkate alınmasında fayda görüyorum.
TEZ: Bilinen Hitit krallarından birisi aynı zamanda Peygamberdir. Söz
konusu kral halkın yerleşik dini inançlarına karşı çıkmış ve bu nedenler
çevresiyle sürekli olarak teorik ve pratik çatışmalara maruz kalmıştır.
Söz konusu Hitit kralının krallığı çevresince meşrutiyetini kaybetmiştir.
Bu kişinin krallığının çevresince tartışmalı olduğu yada açıkça
reddedileceği,reddedildiği kesindir. Hitit kralının 12 askeri bu
çatışma ve çelişkilerde kendisine inanmış ve yardımcı olmuştur. Hitit
Peygamberinin tebliği söz konusu bu 12 askerle ifade edilmiştir. Hitit
kralının yada Peygamberinin inançları çerçevesinde kısa süreli dahi olsa
kazandığı bir an,zaman boyutu vardır. Şüphesiz bu çatışma 12 İmamın
zuhuruna kadar sürecektir.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
Sayfa Başına Gitmek İçin Tıklayınız! |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU
FOTOĞRAFLAR TELİF ESERİ
OLUP BENDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR. |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|