|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
İÇİNDEKİLER TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
TAKDİM |
Ali Osman GEYLAN HAYAT HİKAYESİ |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
corumlu2000@gmail.com |
Mahmut Selim GÜRSEL |
yazarlarımız yaptıkları paylaşımlardan sorumludur.
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
TAKDİM
Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve
bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak
görülmelidir.
Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini
veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da
benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.
Bu
çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış
olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı
göreceksiniz.
Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir
kitaptır; onu okumamız gereklidir.
Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar
veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar
veremeyiz.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
Ali Osman GEYLAN |
-
1949'un Temmuzunda Osmancıkta
doğmuşum. İlk ve ortaokulu Osmancık'ta okuduktan sonra Çorum
İlköğretim okuluna girdim. 1968- 1969 öğretim yılında
Öğretmen Okulunu bitirip Öğretmen olarak atandım.
-
On iki yıl çeşitli
köylerde,yedi yıl Osmancık Merkez Koyunbaba
İlkokulunda öğretmen, dokuz yıl da
Osmancık Atatürk İlköğretim Okulunda Müdür olarak çalışarak 1989 yılında
emekli oldum.
-
Diyanet Vakfı Çorum Yayınevinde sözleşmeli
olarak çalıştıktan sonra ;şu anda yazı ve araştırmalarda bulunmaktayım.
-
Dört çocuğunun birisi Felsefe Öğretmeni,
biri Polis, ikisi üniversite öğrencisidir.
-
Gençlik yıllarında atletizm,voleybol,futbol
dallarında yoğun bir sporculuk hayatım vardır. Halen boş zamanlarını
okumak yazmakla geçirmek Hayata bakış açım :"Dinlemeyi, anlamayı,
konuşmaktan çok severim"
-
Mahalli basında yayınlanmakta ve Internet’te
Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih Ve Edebiyat Dergisi’nde
Internet’te Yazarımız http://corumlu2000.dergisi.info Çorumlu2000 Aylık
Kültür Sanat ve Tarih ve Edebiyat yazıları yayınlanmaktadır.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- İKİNCİ GELENEKSEL ZEYTİN
ŞENLİKLERİ
- Osmancık İlimizin en çukur
İlçelerinden birisi, hatta Kargı ile birlikte en çukur
yöresidir. Zeytin grubu olarak adlandırılan köyler de
Kızılırmak’ın akışı istikametinde giderek alçalan arazilere
sahip köylerdir. Osmancık Kızılırmak çıkışında 410 metrelik
rakımda. Demek ki, adı geçen köylerimizin rakımları, dağ
doruklarında kurulanları saymazsak 400 metreden daha düşük
olması gerekir.
- Zeytin grubu köyleri Osmancık
merkeze göre Kuzey kesiminde, Kargı İlçemizle Samsun-Vezirköprü
ve Sinop-Boyabat’la sınırları bulunuyor. Hatta tam sınırı teşkil
eden Kunduz ormanları en az 50 yıldır Vezirköprü ile Osmancık
arasında ihtilaflara neden olmaktadır.
- Yöre, çukur olduğundan havalar
oldukça sıcak geçer. Karadeniz tarafı ise çok yüksek Orta
Karadeniz dağları ile kaplı bulunmasından dolayı kuzey
rüzgârları almadığından sıcak bir iklime sahip olduğu gibi, aynı
zamanda bu nedenle Karadeniz’in nemli havasının etkisine de
girmez. Bundan dolayı, sıcak ve kurak iklimi seven bitki örtüsü
ile kaplıdır. Hatta Akdeniz-Ege bölgelerinde yetişen incir, nar
gibi meyveler en önemli meyvelerdir. Bunun yanında ceviz’de bol
miktarda yetişir. Hatta zeytin bile yetiştirildiği vakidir.
İsmini de buradan almıştır. Bundan başka en önemli geçim
kaynakları hayvancılıktır. Ancak sarp dağlar birkaç yayla
dışında hayvancılık için bile uygun bir arazi imkânı vermez.
- Kızılırmak bu vadiye derin bir
oluk gibi yarıp geçerken, kenarlarında çok dar bir arazi şeridi
oluşturur. Bu arazinin bitiminde ise, hemen dikleşen dağ
silsileleri vardır. Onun için ırmak çevresinden uzakta kurulan
köylerin ulaşım imkânları çok zordur. Köylü stapilize toprak
yola bile razıdır. Ama çok zaman onu bile bulamazlar. Onun için
köye bağlı olarak kalan nüfusun büyük bir kısmı şehir yüzü bile
görmemişlerdir.
- Yörenin insanları genel olarak birbirlerine
benzerler. Konuşmaları, jestleri, mimikleri, davranışları hemen
hemen aynıdır. Samimi ve içten davranışları, sevecenlikleri,
girişkenlikleri onları beşeri münasebetlerde çok başarılı
kılar. Geçim şartlarının zorluğu ve insanlarla kolay ilişki
kurabilme özellikleri onların kolayca dışa açılmalarını
sağlamıştır, denilebilir ki; büyük şehirlerimizin otelcilik,
lokantacılık hizmetleri bu yörenin sevimli insanlarının
tekelindedir. Genç nüfusun hemen tamamı büyük şehirlere
göçmüşler ve oralarda iş tutmuşlardır. Onun için nüfusun büyük
bölümü dışarıdadır. Fakat buna rağmen Türkiye’nin her yerinde
birlik ve beraberlik tesis ederler ve oralarda çabucak bir
dayanışma grubu oluştururlar.
- Zeytin köylerinin en büyüğü
Kamil’dir. Kamil Nahiyelik olduğu zamanlarda Nahiye Müdürü
tarafından idare edilir ve oradan bütün Zeytin köylerinin devlet
işleri yürütülürdü. Aslında Osmancık’ın mutlaka belediyelik
olması gereken en önemli köylerinden birisidir. Şu anda, nüfus
olarak en kalabalık Karalargüney köyüdür. Geçmişte, önemli bir
merkez olarak, Konaca köyü gözümüze çarpmaktadır. Öyle ki,
konaca 1800’lü yılların sonlarında Rüştiye Okulu bile bulunan
Köroğlu adı altında bir Nahiye olarak bütün Zeytin köylerinin
merkezi olmaktaydı. Bunların dışında; Avlağı, Aşıkbükü,
Aşağızeytin, Yukarızeytin, Aydın, Pelitcik, Hanefi, Kuz,
Kuzhayat, Alibeyköy en önemli köyleridir.
- Zeytinliler iki yıldır
milletimize örnek teşkil edecek yeni bir dayanışma örneği
sergiliyorlar. “GELENEKSEL ZEYTİN ŞENLİKLERİ” adı altın da
yayla şenlikleri düzenliyorlar. Bu sene ikincisi yapılan Zeytin
Şenlikleri “KONDUK YAYLASINDA” düzenlendi.
- Konduk Yaylası, Osmancıktan
yaklaşık 80 kilometre uzakta bulunuyor. En kuzeyde Kunduz
Dağının zirvesini seyreden geniş bir yayladır. Yaklaşık 1700
metre yüksekliğinde, çevresi bölgede sadece bu yörede yetişen
kayın ormanlarıyla çevrili, yaklaşık 30 dekarlık bir alan.
- Konduk Yaylası yakınlarına bir
uçağımızın kaza ile düşmesi, pilot Üsteğmenimiz Cenk
YEŞİLPINAR’IN Şehit olması yöre halkının bu yaylamıza özel bir
önem vermesi ve hatta sanki kutsallık kazandırmasına yol
açmıştır.
- KONDUK YAYLASI ZEYTİN
ŞENLİKLERİ’NİN en önemli faaliyeti piknik yapma imkânının
bulunmasıdır. Böylece çeşitli köylerden, kentlerden gelen
aileler arasında birlik beraberlik, dayanışma duyguları gelişir.
İnsanları birbirlerini daha çok severler. Dostluklar gelişir
pekleşir. Böylece ihtiyacımız olan milli birlik ve beraberliğe
yardımda bulunulur. Esas amaç zaten budur
- Ayrıca, Güreş vazgeçilmez
sportif faaliyetimiz olarak orada da gösterilmiştir. Çevrenin
yağız, koç gibi delikanlıları sanki orada Türk Milletinin
yenilmezliğini; yüksek dağ doruklarına doğru haykırdılar.
- Bunun yanında sergiler,
kebapçılar, köfteciler ticaretin vazgeçilmediğini ispat ederler.
Çadırlarda manifatura ve konfeksiyonlar bile kurulur.
- Bu yılki II.ZEYTİN ŞENLİKLERİ’NE
Kültür Bakanlığı iki sanatçı ve Türk Halk Müziği Sanatçısı İzzet
ALTINMEŞE çağrılmış,“Türkün Türküsü” Kunduz Ormanlarında
yankılattırılarak ayrı bir güzellik göstermiştir. Çorum
Hattusas Folklor Derneği ekibinin çınlayan heyyy heyleri ise
Konduk Yaylasında bulunanları sanki büyülemiş, büyük bir
coşkunluk sağlamıştır.
- Türk Hava Kurumu, etkinlik
için Konduk Yaylası’na, paraşüt indirmesi yapması ile etkinliğe
ayrı bir coşku ve gurur vermiş, gönüller coşmuş, göğüsler
kabarmış, Müslüman Türk köylüsünün, kentlisinin sevgisi yeri
göğü doldurmuş, arzulanan amaç gerçekleşmiş, oraya gelen
insanlar hoş oldukları sevgi, dostluk, arkadaşlık, kardeşlik
duygularını gittikleri yerlere götürmek üzere akşamın geç
saatlerinde tozlu topraklı yollarına bile bir hoşlukla bakarak
ayrılmışlardır.
- Bu faaliyetlerin Milli
Benliğimizi korumada ne kadar önemli bir yeri olduğunu görerek
devamını arzu ediyor, organize edenleri kutluyoruz.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- DİLDE ZENGİNLİK VE
YANLIŞLIKLAR
- Medeniyetlerin gelişmesi o toplumun dilinin
zenginliğiyle alakalıdır. Dilin zenginliği kullanılan kelime
sayısının çokluğudur.
- Kelime hanesinin zenginliği her
kavramın ayrı ayrı bir veya birden çok kelimeyle ifade
edilebilmesi ile doğru orantılıdır.
- Konuşma dili zengin olan
insanlar; kendilerini, bilgilerini, tecrübelerini, hayallerini,
duygu ve düşüncelerini daha kolay ifade edebilirler. Bu aynı
zamanda insan zekâsının gelişmesinde de etkilidir. Üstelik
insanların topluma kolayca uyum sağlamalarında, insanları
etkileyip, kendilerini kabul ettirmelerinde de en önemli
faktördür.
- Öyleyse toplumumuzu idare
edenlerin, dil bilimcilerinin en önemli görevlerinden birisi de
dilin zenginleşmesini sağlamalarıdır.
- Oysa ki, Türkiye'mizde özellikle
atmışlı yıllarda hız kazanan, biraz da moda olarak "arı
dilcilik" adı altında dilimize yerleşen bazı kelimeleri zoraki
atma ve yeni kelimeler uydurma faaliyetleri yapılarak, dilimizin
fakirleşmesine neden olundu. Mesela imal, istihsal, halk, icat,
meydana (...)gibi on'un üzerinde kelime dilimizden atılarak
ifade ettikleri bütün kavramlar karşılığı "yaratmak" kelimesi
kullanılmaya başladı. Daha buna benzer yüzlerce örnek vardır.
Üstelik bu çalışma dilimizin fakirleşmesi yanında:
- Aydın ve sosyete ile halk
kesimi,
- Yaşlı-genç nesil,
- Geçmiş kültür
birikimimiz-zamanımızın kültürü,
- Türkiye içindeki dışındaki Türk
dünyası arasında dil yönünden büyük mesafeler açıldı. Bu, belki
de daha sonraları ortaya çıkan anarşinin, terörün temelini
teşkil etmiştir. " Arı dilcilik" adı altında uydurmacılık ön
plana çıkarılacağına Anadolu'muzun nice ücra köşelerinde hala
yaşamakta olan, kullanılan bazı kelimeler ortaya çıkarılabilse,
konuşulan kelime haznemize eklenebilseydi muhakkak ki hem
dilimizin zenginleşmesine katkıda bulunulur, hem de yukarıda
saydığımız mahzurlar ortaya çıkmazdı.
- Osmancık İlçemiz halkının bu
şekilde kullandığı bir sürü kelime bulunmaktadır.
- Bunlardan yaygın olarak
kullanılan birkaçını sıralıyorum:
- Alaf =Yakıtların yüksek ısı vererek yanması (alev ayrı)
- Bayak-Bayaktan= Biraz önce,çok az önce
- Baylığı (ma)=Bari
- Bıldır=Geçen yıl
- Bitiği-Bitiğicik=Bir tane gibi,bir kişilik
- Böğür=böbreklerin olduğu kısım
- Buymak=Donacak kadar üşümek
- Bütüğüm-Bütüğümcük=Azıcık,küçücük
- Cımbı=Üzüm salkımının bir kısmı
- Cırtıcı(l)=En sonuncu
- Cibik=En kenar,en uç
- Çildağım=Dört tarafa dağılarak kaçışmak
- Dalbınmak=Çırpınmak,batmamaya
- çalışmak
- Densük=Sulu şaka yapan
- Dırıtmak=İnatlaşmak
- Dulda=Gölge
- Elleğem=Her halde
- Elverir=Yeterli
- Forşumak=İçten çürümek
- Gadim=Devamlı
- Gıynak=Odun parçası
- Göynümek=Toprağın altından su çekerek
- batar hale gelmesi
- Hıllı=Bakımlı,güzel
- Hüşkü=Çöp
- Irızsız=Geçimsiz
- İlistir=Gözenekli kap
- İttiba=İlk defa
- Kapçalık=Mutfak rafı
- Mırık=Moral
- Mühre=Dişin yerleştiği yer
- Neğseri=Şiddetli soğuk
- Öndüğün=İki gün önce
- Piyik=Böreğin kenarı,kenardan bir parça
- Pöhre=Boru
- Sancılma=Aniden saldırma
- Seğirtmek=Koşmak
- Silgi=Kadınların örtündüğü çarşaf
- Sümdük=Yalak
- Süsmük=Baş parmakla yumruk yaparak
- itelemek
- Şinnemek=Şıımarmak
- Tohtamak=Rahatlamak
- Tufa=Alnın şişkin yerleri
- Yanıllı (n'genizden)=Vücudun yan tarafları
- Yüğürtmek=Koşmak
- Yukarıda sıralanan kelimelerin yanında belki de
yüzlerce benim atara yamadıklarım da vardır. Tabii ki bu
kelimelerin hepsi de tamamen değişik ve Türkçede kökü olan
kelimeler olmayabilirler.
- Ayrıca söyleniş kusurlarından
kaynaklanan ağız farkları da olabilir. Ama düşünün ki yüzlerce
şehrimizde belki de binlerce, dilimizden kalkmış bizi
köklerimize bağlayacak öz be öz Türkçe kelimelerde vardır.
Bunları tarayıp, dilimizi zenginleştirmek varken, uydurma bir
dille, Osmanlı döneminde, Divan Edebiyatında olduğu gibi
toplumun kesimlerini birbirinden dil yönünden de ayrılacak bir
uydurukçuluk akımını doğru bulmuyoruz.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF
ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- BARDAK MESELESİ
- Psikoloji kitaplarında sıkça
verilen bir bardak misali vardır. Denilir ki:”Yarısına kadar
doldurulmuş bir bardak nasıl tarif edilir? ” Dolu mu? Yoksa boş
mu?
- Bireylerin mutlu olarak
yaşayabilmeleri, problemlerini kolaylıkla çözülebilmeleri,
onların dünyaya, olaylara, canlı ve cansız bütün varlıklara
bakış açılarıyla paralellik arz eder. Bu yüzden özürlü,
sağlıksız birçok kimse sağlıklı kimselerden, fakir ve yoksullar
Karun gibi zenginlerden, hatta kölemsi ömür sürdüren bir hayli
insan nice şaşaalı bir ortamda yaşanlardan hayat bakış açısından
münasebetliğinden dolayı daha çok mutludurlar. Yakın çevremizde
bile bunun nice örneklerini görürüz.
- İşte insanların mutlu bir hayat
sürdürebilmeleri, problemlerinin çözümünde yeteneklerini
demoralize olmadan sonuna kadar zorlayabilmeleri, yardımlaşma,
dayanışma hasletlerini gerçekleştirerek, sağlıklı bir içtimai
hayat gerçekleştirebilmeleri için müspetliği tasfiye açısından
başlığımıza konu olan dolu bardağa, dolu denilmesi
öngörülmüştür.
- Yüce dinimizde de her konuda müspetlik ön plana
çıkartılmıştır. Hatta fertler için müspetlik temel prensip
sayılmıştır. Çağımızda büyük gönül adamlarından, Kastamonulu
Mehmet Feyzi Efendi müspetliği üç boyutta sistematik bir prensip
olarak ele almış ve Müslüman’a) Düşüncede b) Davranışta,c) Sözde
müspet olmasının şart olduğunu belirtmiştir.
- Hanefi Mezhebinin kurucusu
İmam-ı Azam Ebu Hanife bir soru üzerine “Bir kimseyi
inceleyiniz, yüz tane huyu olsun, bunların doksan dokuzu kötü
biri olsa iyi olsa o kişiye iyidir “deyiniz. Diyerek müspet
olmayı en üst düzeyde belirtilmiştir.
- Bir Hadis Ravisi Ebu Hüraye R.A.
“Kendimden yaşça küçük birini gördüğümde benim işlemediğim bir
sürü günahı işlemedi. Yaşlı birini görünce de bu yaşa gelinceye
kadar kim bilir ne çok sevap işlemiştir diyerek, o kişilere
gıpta ederim.” Diyerek İslâm'ın müspetlik mantığını ifade
etmiştir.
- Yüce Peygamberimiz S.A.V. Uhut
Savaşında müşrikleri yok etmek için kendisinden izin talebinde
bulunan melaikeye karşın ellerini Allah C.C. açarak “Ya Rab !
Müşrikler bilselerdi böyle yapmayacaklardı. Oysa ki bunların
nesillerinden nice güzel insanlar zuhur etmesi muhtemeldir.
Bunları bağışla” Diye dua etmesi misallerinin en güzel ve en
vuzuhudur.
- Türk Tarihi de bunun nice örnekleri ile doludur.
İlahi nizam sağlamak “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” kavramları hep
müspetliğin ifadesidir. Ecdadımız her zaman ve mekanda insana
saygıya en üst düzeyde önem vermiş, insanlar ve çevre ile olan
menfilikleri ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Milletimiz tarihin
hiçbir döneminde köle kullanmayan ve köle ticareti yapmayan,
sömürgeciliğe ve sömürüye tevessül etmeyen tek millet olarak
temayüz etmiştir. Bu da gösteriyor ki; Türkler her zaman diğer
insanlara ve çevreye karşı müspet tavırlar içinde olmuşlardır.
- Zaten insan olmanın gereği de
budur. Bütün insanların birbirlerine ve çevreye bakış açıları
olumlu olduğu, bu yönden düşüncelerini, davranışlarını,
konuşmalarını yönlendirdikleri bir ortamda gezegenimizde yaşamak
ne güzel olurdu? Her türlü problemi çözmek, derlerini gidermek
ne kadar kolaylaşırdı ve herkes, ne kadar mutlu olurdu?
- Yukarıdaki ifadelerime
fertler-bireyler için kimsenin itirazı olmaz. Çünkü insan
olmaktan anlaşılan zaten budur. Ancak madalyonun bir de öteki
yüzü bulunmaktadır. Dünya realitesi odur ki insanlar bağımsız,
hür, mutlu yaşayabilmek için toplum olarak yaşamak, bağımsız bir
devlet teşkilatı kurmak zorundadırlar. Ve milletler de kendi
toplumlarını ön plana çıkarma değerlendirmeler onun için her
devlet kendi menfaatlerini her meselenin önünde tutarlar.
Milletler, devletlerarası ilişkilerde hiçbir zaman bardağın dolu
değil boş tarafını görmeyi tercih ederler. Bunun aksini düşünmek
safdillilik olur.
- Bunun en bariz misali İstiklal
Marşımızdır. Düşünün ki; Atatürk o büyük kahraman yok, yoksul,
silahsız, bakımsız, yenilmiş, tükenmiş bir milleti bin bir
güçlükle, fedakarlıkla organize ediyor. Hiç kimsenin beklemediği
büyük zaferlerle Yurttan Yunan'ı atıyor. Bütün Anadolu karış
karış kurtarılıyor. Ancak mecal kalmamış. Derman bitmiş. Millet
soluk almada bile zorlanıyor. Atatürk ise Devlete baş olmuş.
Öyle bir baş ki; isterse “Ben Padişahım” diyebilecek konumda.
Yani bardağın değil yarısı, onda dokuzu dolu. Bu arada
İngilizler İstanbul'da özel bir statüde direniyorlar.
Cumhuriyetin kurucusu büyük komutan sadece bardağın boş tarafına
bakıyor. Kendisine deli dedirtme pahasına orduyu İstanbul'a
yönlendiriyor ve İngilizler yandaşlarını bırakıp gitmek zorunda
kalıyorlar.
- Şimdi bardak meselesi moda oldu
ya; benim aklıma da bu olay takıldı. Acaba Yüce Atatürk hayatta
ve başımızda olsaydı şu mahdut AB bardağının yarısını Kıbrıs'la,
Ege Kıta Sahanlığı ile, Batı Trakya'daki Türk varlığının
haklarıyla doldurur muydu? Diye düşünüyorum.
- Sahi ne dersiniz? Bardağın
yarısı dolu der miydi?
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- EĞİTİM-İNSAN-TOPLUM
- İnsanların oluşturduğu bütün
teşekküllerin düşünce ve fikir akımlarının ideoloji ve
sistemlerinin ilk yaptıkları şey << İnsan nedir?>> sorusuna
cevap aramaktır.
- Ben otuz yıllık eğitimciyim.
Hemen bütün müşahedelerimi, bunların tahlilleri ve analizlerini
eğitimci bakış açısından bakarak yaparım. Öğretmenliğe
başladığım ilk günden beri bir sürü eğitim problemlerini
gözlüyorum "Bunların hangileri çözüldü" muhakemesini yaptığımda
maalesef çözüleni görmedim. Artan problemler var. Gelenler,
gidenler hep reform yapıyorlar. Ama hiçbir çözüm yok. Boyalar
değişiyor. Dış cephe boyaları beyaz, siyah, kırmızı vb. oluyor.
Fakat problemler ağırlaştıkça ağırlaşıyor. Çoğaldıkça çoğalıyor.
- Peki sebep...
- Sebep açıkça meydanda! Devlet
müessesesi olarak, sistem olarak bir insan tarifimiz yok. Bir
tarif olmayınca da eğitim nedir, nasıl yapılır, eğitim
prensiplerimiz neler olmalıdır, eğitilmiş insan nasıl bir
insandır? Soruları hep askıda kalıyor. Aşılmaz handikaplarla
boğuşmak zorunda kalıyoruz.
- Meseleyi açmak için Cumhuriyet
Döneminden bazı insan kesitlerinin bakış açılarını dile getirmek
istiyorum.
- İyi insan:
- Şöyle, şöyle ve şöyle giyinen, şöyle, şöyle
giyinmeyen insandır. Usturuplu, anlaşılmaz, ya uydurukça
kelimelerle, ya da çok eski veya dışarıdan alınma kelimelerle
konuşabilen insandır. Demagojiyi, polemiği, yalanı dolanı
fiyakalı konuşmayı yapabilendir. Hep tepeden bakan mağrur, et
rafındakilere böceklere bakar gibi tepeden bakan büyük
adamlardır. Üstlerine azami saygılı, küçüklerine otoriter
olabilendir. Gene iyi insan: İnsan milyarları har vurup,
harman savursa da, nice gayri meşru kazançların üzerine otursa
da, aslan gibi evlatlarımız Vatan Savunması için bin türlü
eziyet içinde Şehit olurken vur patlasın, çal oynasın yaşasa
da, hayvan hakları için göz yaşı dökebilen, çevre koruma
mitingleri yapabilen insandır.
- Çağdaş insan:
- Entel görünmeye çalışan, Türk, İslâm, ahlâkı
gibi kavramlara dudağını bükerek bakan, içki kadehini
karşısındakine hülyalı bakışlarla bakarak tokuşturan; ya
İngiliz, ya Amerikan Fransız, Alman, ya da Rus gibi olmaya
çalışan insandır. Halklara özgürlük, Yunanlıya kardeşlik
sevdalılarıdır. Bir ressam titizliğiyle makyaj yapıp <<Yapıcem
edicem>> gibi kibar konuşabilen, konken masalarında kadın
hakları, ezilen kadınlara özgürlük, konularında hassasiyetlerini
gösterebilen papatyalık sanatını sergileyebilendir. Bir fikir
ortaya atıldığında hemen Demokrasi, Laiklik, Atatürkçülük,
Cumhuriyet gibi yüce kavramları kalkan yapıp, herkesi derhal ve
en etkili biçimde susturabilen kişidir.
- İyi Müslüman:
- Namaz kılarken takılan
takkesinin üzerine bir tülbent sarık yaparak sarandır. Mutlaka
sakal bırakandır. İnsanlar içinde hep Elhamdülillah,
estağfurullah diye zikredendir. Ona, buna celallenip küfür isnat
edendir. Her fikirde mutlaka haklılık davasında ısrar edip, hiç
kimseyi dinlemeyen, inandığı Allah C.C.'nin en şerefli mahlûku
insana sanki kin duyarak bakan, günah edebiyatı yapan
sevgisizliği huy edinen insandır. İyi Müslüman Alevi olandır,
Sünni olandır. Kendi mezhebi, meşrebi, tarikatında olandır.
Hatta; kendi siyasi organizasyonuna dahil olandır.
- İyi Esnaf: Çok kazanan!. İyi Memur: Çok
itaatkâr! İyi Öğretmen: İyi giyinen, iyi konuşan, bütün
yazılarını güzelce yazan insandır. İyi Muhtar: Devlet
büyüklerini iyi ağırlayan. İyi Kaymakam: Vali, Genel Müdür
nizamnamelerinden zerrece şaşmayan kişidir. İyi Vatandaş: Onu
konuşma gereğini bile duymuyorum.
- Oysa ki ne iyi insan, ne çağdaş
insan, ne iyi Müslüman, ne de iyi esnaf, iyi Memur, iyi Öğretmen
yukarıda olduğu gibi tasvir edilmemeli. Öyleyse; bizde bir
terslik var.
- Duygularımızda, anlayış ve
kavrayışımızda, değer yargılarımızda yanlışlıklar var. Bu
yanlışlığın da en önemli nedeni eğitim sizliktir. Cahilliktir.
Slogan kültürünü geçemeyen cahil toplumlarda bunlar görülmesi
gayet normaldir. Her halde bizde öyleyiz.
- Öyleyse ne yapmalı, bu geri
kalmışlık tezahürünü nasıl aşmalı? Yapılacak bellidir:
- Önce insanımızın güzelce bir
tarifini yapmalıyız. İnsan, kainat, öbür dünya, Allah, değer
yargılarımız, dostlarımız, düşmanlarımız, benimsediklerimiz,
sloganlaştırdığımız kavramlarımızın hepsi tek tek tarif
edilmelidir. Somut olarak madde,madde belirtilmeli ve ancak
ondan sonra bu tariflere uygun insan yetiştirmek için eğitim
işinden konuşulabilir ve eğitim müessesesi
sistemleştirilebilir. Yoksa daha çok zaman aslında kötü olan iyi
insan, çağdaş insan, iyi Müslüman, iyi Memur-amir, iyi
Öğretmen-öğrenci şahsiyetleriyle kalkınamayan, kalkınmayı umut
eden toplum olarak asırlar geçiririz.
- Ne diyelim. <<Allah sonumuzu hayır eyle
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUM'DA ŞEHİTLER 1
ŞEHİT NURİ YILDIZ
- "Allah yolunda öldürülenlere ölüler deme-yin.
Bilakis onlar diridirler siz anlayamazsınız" Kur' an-ı Kerim
Bakara 154. Ayet
- Çorum yiğidin harman olduğu yer
derler.
- Çorum mert insanların, fedakâr
insanların yurdu.
- Türklüğün, İslâmlığın bayrak
olduğu vatan parçası!
- Dünyanın en güzel vatanında, en
güzel belde!
- Huyu güzel, yüzü güzel, soyu
güzel, sopu güzel Türkmen yurdu.
- Çorum uşağı dayanıklıdır. Sabırlıdır. Dövüşü
göze alınca gözünü budaktan esirgemez.
- Devletimiz için, milletimiz için
dövüşmek gerekirse ilk olarak akla Çorumlular gelir.
- Ondan dolayı bizim çok şehidimiz
vardır. Çok gazimiz vardır. Bizim analarımız çocuklarını askere
<< Şehit olmadan gelme!>> diyerek gönderirler. Çünkü Allah
C.C.'in vereceği ebedi hayatın manasını iyi bilirler.
- Bizde bunları kaleme alalım,
gelecek nesillere bu hasleti unutturmayalım diye düşünüyoruz.
Osmancık yöresinden başladık. İnşallah hepsini yazacağız.
- Mahmut Selim GÜRSEL Bey' in çıkardığı Çorumlu
2000 Dergisi sayesinde Şehitlerimizi yad edeceğiz.
- Arif Nihat Asya'nın dediği gibi,biz nice koç
yiğitler kurban vererek,bayrağımızı onların şehit ka- nıyla
renklendirmişiz. Bu toprağı vatan eylemişizdir.
- İşte; bu şehit koç yiğitler kervanına katılan-lardan
biri de Özel Harekât Polisimiz Nuri YILDIZ.
- ŞEHİT NURİ YILDIZ ÇOCUKLUĞU VE GENÇLİĞİ
- Nuri 1964 yılında Çorum ili Kargı İlçesine bağlı
Hacıhamza Nahiyesinde ailesinin üçüncü oğlu olarak dünyaya
geldi. Çocukluğu, ilk ve ortaokul tahsilini Hacıhamza'da geçti.
Hareketli, cevval bir çocukluğu vardı. Lise tahsilini
Osmancık'ta yaptı. Osmancık'ta gençler arasında kendisini
kabul ettirdi. Bundan dolayı herkes Osmancıklı zannederdi.
- Liseyi bitirdikten sonra askere gitti. Siirt'te
Jandarma-Komando olarak askerliğini yaptı.
- MESLEK HAYATI
- Türk çocuğu asker doğar, asker ölür. İçinde hep
asker olma hevesi vardı. Bu binlerce yılın birikimidir. Nuri'de
askerden dönünce hep bu duygularla yaşadı ve askerliğe en yakın
mesleği, Polisliği seçti. 1987 yılında Nazilli Polis Okulunu
bitirerek Polis oldu.
- Kocaeli Emniyet Müdürlüğünde, Çevik Kuvvette
görev yaptı. Askerlik özlemi gene de gitmemişti. Özel Harekât'çı
oldu.
- Tim arkadaşları anlatıyor: "Bir gün pusuya
düşmüşler. Çember altındalar imiş. Aniden siperden kalkıyor
Allah Allah diye bağırarak sayıca çok üstün PKK ların üzerine
gidiyor. Panikleyen hainler kaçışıyorlar. Çemberi yarıyor. Diğer
arkadaşları da bu sayede pusudan kurtuluyorlar.”
- Bu olay Nuri'nin kahramanlığını tescil ediyor.
Herkesin gözünde büyüyor. Sevgi saygı halkası genişliyor. Ama
PKK tarafından mimleniyor.
- "Mesleğine çok bağlı olan Nuri'ye vatan
hainleriyle boğuşmak ona büyük bir huşu veriyor. Vatan, millet,
bayrak muhafazası en büyük ukdesi. Bir gün bir şahıs bu konuda
kendisini alaya alacak şekil de söz söyler. Görenler tabancasını
ne zaman çekti ateş etti göremediklerini söylüyorlar. Kurşun
adamın oturduğu duvara kafasının birkaç santimetre üzerine
saplanır.'
- -O sözü bir daha tekrar et,
anlından vurayım. Der
- Öğretmen evi lokaline uğrar. O
anda öğretmenler oyun oynamakta bazıları da TV'de uygun
olmayan bir programı seyretmektedir.
- - Yazıklar olsun, sizin
evlatlarınız Doğuda Şehit oluyor. Bu ne vurdumduymazlık diye
gürler. Herkes kafasını önüne eğer. O da çıkar gider!
- Bu konular o kadar hassastır ki, her yerde!
- - Bir milyon tane canım olsa,
her birini birer milyon kere Vatan, Millet, Bayrak için vermeye
hazırım" diye konuşur ve gerçekten o, kendi milli ideallerine
adamış bir delikanlıdır.
- VE ŞEHİT
- 29 Mart 1994'den bir ay önce Hacıhamza' ya
gelir.
- Nuri'de bir tuhaflık, bir
güzellik,bir ulviyet vardır. Komşularını, hemşehrilerini ev ev
dolaşır. Her kesle helalleşir. Büyükleriyle, küçükleriyle,
yaşıtlarıyla, uzak yakın herkesle görüşür, koklaşır. Gönüllerini
alır. Veda zamanı gelmiştir.
- Yakın arkadaşlarına "Ben Şehit
olacağım. Bunu biliyorum. Ancak Yaratandan vuruşarak Şehit
olmayı diliyorum. Bir araba içinde pusuya düşmek en büyük
korkum" diye söyler.
- 29 Mart 1994 sabah ezanından
yarım saat önce kalkar, gusleder (Sanki her şeyi ayan beyan
görmekte) Kur'an okur, iki rekat namaz kılar. Aynı yerde kalan
arkadaşlarıyla tek tek helâlleşir. Kars Kağızman arası devriye
görevine çıkar. Saat 03.55'i göstermektedir. Bazı şeylerden
şüphelenip dururlar. Tam tek ayağını arabadan atmışken hain
PKK'nın kalleşçe pususuna düştüğünü anlar. Vücuduna isabet eden
roket mermisi sadece "Allah" diyebilmesine fırsat vermiştir.
Kerametiyle bildiği son gerçekleşmiştir.
- SON YOLCULUK
- Aynı timde bulunan arkadaşları kan
ağlamaktadırlar.
- Bayraklarla, al kanıyla suladığı
al bayraklarla donanmış cenazesi on arkadaşının eşliğinde
Osmancık, oradan Hacıhamza'a götürülür. Osmancık ağlamakta,
Kargı ağlamakta, Hacıhamza kan ağlamakta....
- Cenaze namazı kılınacak. Masum
bakışlı, mazlum bakışlı Tim Amiri cenaze başında nöbette.
Cemaat toplanıyor. Tim Amiri birkaç kere yutkunuyor. Aniden
bakışları sertleşiyor. Şöyle bir dikleşiyor ve sanki bir bozkurt
şahlanışıyla gürlüyor.
- "Vatanı sevmek, milleti sevmek kolay değildir.
Bunun bir bedeli vardır. Bedeli işte budur. Nuri gibi can
verebilmektir. Öyle salonlarda, kokteyller-de,içki masalarında
vatan sevilmez. Sırayı biz alıyoruz Nuri kardeşim. Rahat uyu“
- Halktan sessiz bir cevap "Biz de ancak Allah'a
ve size güveniyoruz aslanlar”
- Nuri; 31 Mart 1994 günü
omuzlarda taşınarak Hacıhamza kabristanında ki şehitliği
defnedildi.
- O şimdi vatan toprağının kara
bağrında sıradağlar gibi duran ve Allah katında bilinmezlerle ya
şayan bir şehit.
- Geride bıraktığı eşi ve iki
çocuğu ise Türk Milleti'nin basiretine emanet!
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUMLU ŞEHİTLER 2 ŞEHİT
MEHMET AKDAĞ
- "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz.
Bilakis onlar diridirler. Ancak siz bilemezsiniz" Bakara Suresi
Ayet 154
- YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE
- Şehitler konusunda düşünmek, bu konu da duygu
tezahüründe bulunmak, her şehit ardından irkilmek bu milletin
bir öğretmeni olarak, beni artık iyice zayıflatmaya başladı.
- Sinirlerimde, ruh sağlığımda,
tepki dozunda iradi sınırımı iyice zor lamaya başladım. Ben bu
haldeysem mutlaka milletimizin büyük bir kesimi bu vaziyettedir.
- İnsanlarımız köylerde, kırlarda,
kenar mahallerde, şehirlerde yetiştirdikleri, büyüttükleri,
gözlerinden esirgedikleri, aslan delikanlı evlatlarını aniden ya
evlerinin önünde tabutta ya da yarı sakat hastane odalarında
bulmanın ızdırabını yaşıyorlar. Bunların acılarını ancak ya
şayanlar bilirler.
- Tepedekiler, "bir gider, bir
geliriz" diyebilirlerken insanlarımızın acılarını hissedebilmeyi
de zorunlu görmelidirler. Ama, bunun farkında olmadıklarını
üzülerek görmekteyiz.
- Kimisi bu acıları bizlere hiçbir
zaman yaşatmamış görünmez düşmanlardan bahsediyorlar. Kimisi
büyük bir vurdumduymazlık içinde iktidar hırsı ile birbirleri
ile seviyesizlik sınırlarına varan kavga cebelleşme içerisinde
asli görevlerini unutmuş. Kimileri vurgun, soygun peşinde cebini
doldurma sevdasında. Kimileri "dağ yanmış, tavşanın nesine?"
derecesinde büyük bir sorumsuzluk, vurdumduymazlıkla zevk-ü
sefasında, zıkkımlanmakta.
- Böyle bir toplum yapısı, böyle
bir "Milli hars" geliştirememiş millet anlayışı ile bir yerlere
varılamaz. Kalkınılamaz. İlerlenemez. Barış, huzur, refah
sağlanamaz.
- Devletimizin işleyişinde ki rahatsızlıkların
hastalıkların temel sebebi işte bu olgudur. Büyük Atatürk'ümüzün
" Asil Kandan" bahsettiği milletimizin bazı fertlerinin ahlâk
düşüklüğü, yolsuzluk, hasiyetsizlik, onursuzluk, vurdumduymazlık
gibi bazı içtimai hastalıkların girdabında boğulmalarının
nedeni budur. Tam bir sarhoş veya grogi toplum görüntüsü
sergiliyoruz. Karamsarlığı yaygınlaştırmak gibi bir amacımız söz
konusu bile edilemez. Ama gerçeğin de bu olduğunu artık görmemiz
gerekiyor.
- Bu handikaptan çıkışın yegâne
yolu "Milli Harsımızın" fertlerimizde yaygın ve kuvvetli Bir
biçimde hissettirmek ve yaşama biçimi olarak benimsetmek,
tasada, kıvançta, ülküde birliği, beraberliği sağlarsak gerisi
kolaylaşacaktır.
- Aslında ben şehitlerimizin
hikâyelerini dergimizde tefrika ederken bunu amaçlıyorum.
- Bu yazılarımda okunan
şehitlerimize yapılacak dualarla ve onların ruha niyetleri
- huzurunda milli bütünlüğümüze katkıda bulunmak istiyorum.
Beni zorlasa da,beni üzse de, hatta ruh sağlığımı bozsa da...
- ŞEHİT MEHMET AKDAĞ
- Baba Zübeyr, ana Alime; 1973 yılının en soğuk
günlerinden birinde, Şubatın on beşinde Altı ahır, üstü üç göz
evlerinde, iki kız çocuğunun üzerine nur topu gibi bir erkek
evlada kavuştular. Günleri ıpısıcak, geceleri apaydınlık
olmuştu sevinçten. Çünkü vatana millete bir asker dünyaya
gelmişti soylarından. Konu komşu, hısım akraba hepsi sevinçten
şölen yapıyorlardı. İncesi köyü o gün olağan üstü bir evlada
kavuşmuş olduklarını hissetmişçesine hep bayram yapıyorlardı.
- Babası adını en sevdiği isimi
koydu. Bu Peygamberinin adıydı. Bu tarihe şan veren; şehit
ocağı, gazi ocağı, kahramanlık ocağı askerinin adıydı.
Muhammed'in kısacası MEHMET:
- İncesi köyü; Osmancık-Çorum yolu üzerinde, kara
üzümüyle, çavuş üzümüyle ve hepsinden önemlisi tatlı suyuyla
meşhur güzel köyümüz. Suyu gibi insanları da güzel! İnsanları da
tatlı, birbirlerine çok tutkun, komşuluk ilişkileri en üst
düzeyde! Kararlı kişilikleri, atılganlıkları onları çevrelerinde
etkin kılmaktadır.
- Mehmet'ten sonra bir kız kardeşi
daha olmuştu. Mehmet'in üzerine çok düşülmektedir, ne de olsa
asker olabilecek tek evlattır. İncesu'nun kara üzümü, çavuş
üzümü, özel bakım O'nun kısa zamanda serpilmesine boylu, poslu,
endamlı, yiğit bir genç olmasını sağlamıştır.
- Ailenin gurur kaynağıdır artık.
Bir yanlışlık yapmasını önlemek, çabucak mürüvetini görebilmek
için daha çocuk yaşta evlendirmişlerdi. Günler ayları, aylar
yılları kovalar.
- Mehmet tam dört yıllık evlidir
ve askerlik çağı gelmiştir. Daha mürüvvetini görmeden asker
yoluna çıkarmışlardır. Hem gururla, hem buruk bir şekilde! Daha
doyamadığı helâllisine veda ederken, bir mahzunca bakmıştı
nedense.
- Acemilik devresinden sonra
Şırnak 1. Komando Tugayı, 1.Komando Taburu,3. Bölük Komutanlığı
emrine dağıtım olmuştu.
- Hayat bir başkadır artık. Vatan
hizmetini en zor şartlarda yapılmaktadır. Devletimizi yıkmak
vatanımızı parçalamak isteyen, Yunan uşağı, Ermeni uşağı, tüm
dış düşmanlarımızın uşağı hainlerle sürekli bir savaş vardır. O
da, kahraman bir savaşçı Mehmetçiktir. Bu yönden çekilen
sıkıntılar, operasyonlardaki zor şartlar hiç ağır gelmemektedir.
Eşine "döndüğümde benimle övüneceksin, gurur duyacaksın.
İnşallah döndüğümde sana genişçe anlatırım. Eşkıyanın ödünü
koparıyoruz. Merak etmeyin. Bunların sonu yaklaştı ve sonlarını
biz getireceğiz" diye yazıyordu.
- Bazen arkadaşlarından şehit olan
oluyor. İşte o zaman kahroluyordu. Katil eşkıyaya hıncı artıyor,
intikam ateşiyle yanıyordu. Bazen de o kadar üzülüyordu
ki;"keşke ben şehit olsaydım!" diye hayıflanıyordu.
- Gün on üç Kasım 1993. Gene
operasyona çıkılıyor. Gene hain eşkıya avına başlanıyor. Fakat
hainler pusuda beklemede. Hain fırsat gözlemede, pusuda ilk
ateş, ilk kurşun!. Dudakta "Eşhedü en lâ....." Gözler açık,
vücuttan çıkan ılık kan yerdeki karı eritip akıyor. Doğduğu gün
gibi soğuk, doğduğu gün gibi kar doğduğu gün gibi kış. Mehmet
şehit. Mehmet uçmağa vardı. Mehmet Allah'ına kavuştu.
Peygamberinin ismini aldığı Peygamberinin sancağı altına
rahatlamaya gitti.
- Tabut İncesu da, tabut evin
önünde, tabut Bayrağa sarılı! Kanı gibi al Bayrağa, şanı gibi
Şanlı Bayrağa, namusu gibi temiz Bayrağa
- Gencecik dul, boynu bükük eşten
sadece bir sayha:
- - Ah! Babanın gözünde donup
kalmış bir damla yaş...
- Anadan yürek yakan ağıt...
- Köyde erkekler başı eğik,
kadınlar manilerle ağlamakta...
- Kutsal tabut omuzlarda, başlar
üzerinde, dillerde tekbir:
- Allah-u Ekber, Allah-u Ekber. Lâ
İlâhe İllalla-u Vallahu Ekber. Allah-u Ekber Ve-lillah-il Hamd!
- Köy kabristanının gökyüzü mermilerle deliniyor.
Bir yerlere mesajlar uçuruluyor.
- Toprak; ana toprak Mehmet'ini
bağrına sarıyor, kucaklıyor. Ağlamak neye yarar. Dövünmek
boşuna. Mehmet gitti, varacağı menzilde. İnşallah istirahatte.
- Allah C.C. Şahadetini kabul etsin Mehmet'im.
- Allah C.C. Şahadetinizi kabul etsin Mehmet'ler.
Sayenizde,
- Devlet başımızda olacak, kuzgunlara leş
olmayacak.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUMLU ŞEHİTLER 3 ŞEHİT
HAZIM ÇALIŞKAN
- Osmancık Çorum'un kuzeydoğusunda elli beş
kilometre mesafede! Kızılırmağ'ı, Koyunbabası, Tarihi köprüsü,
Kandiber Kalesi, Akşemsettin, Koca Mehmet Paşası, Baltacı
Mehmet Paşası ile güzide bir ilçe.
- Osmancığın on kilometre
batısında Kızıltepe adında bir köyü var. İnsanları dinlerine,
milliyetlerine çok bağlı. Onun için şehitlerinin kan rengini, Al
Bayrağın rengini köye ad vermişler; "Kızıltepe" demişler. İşte
şehidimiz Hazım ÇALIŞKAN bu Köyden.
- Hazım 1953 yılının bir baharında dünyaya geldi.
- Yakınlarına sevinci ve hüzünü
aynı anda yaşattı. O dünyaya gelmiş, anası ebedi aleme irtihal
etmişti. Ahmet ( Hazımın babası) o gün sevinememişti bile.
Oğulcağızını kucağına alamamıştı bile...
- Köyün hocası bunu için olayın
olduğu gibi kabullenebilmesi, İlâhi Takdire sabır göstermesi
gerektiğini anlatmak için çocuğun adını "Hazım" koydu. Yetim
Hazım ana kucağı görmedi. Ana sütü emmedi. Gerçi Ahmet yeniden
evlendi. Çocuğunu anasız kardeşsiz büyütmedi.
- Ama ne çare, öz ana kukusunu
Hazım hiç duymadı. Bu özlemi hayatı boyunca devam etti. Onun
şahsiyet yapısını da önemli derecede etkiledi.
- Kızıltepe köyü sakinlerinin
hepsi de birbirlerini çok severler. Sanki büyük bir aileleri
hep ortaktır. Hazım da bu büyük ailenin özel ilgi gören bir
çocuğu gibi büyüdü, gelişti. Yaşlısı, genci, erkeği, kadını,
kızı, oğlanı Hazım'ı hep el üstünde tutuyorlar, hep
şımartıyorlardı.
- Psikolojik bir vakıadır. Fazla
ilgi, sevgi gören çocuklar her zaman daha çok, daha daha daha
çok ilgi, sevgi isterler. Hatta ilginin sevginin hepsini
tamamını isterler.
- Bu da onlarda bazı davranış
yanlışlıkları göstermeye sevk eder.
- Hazım okulda çok haşarıdır.
Arkadaşlarına karşı hırçınlıklar gösterir.
- Yaramazlıklar yapar.
Arkadaşlarını bağlardan, bahçelerden meyve aşırmaya götürür.
- Bayrak direğine çıkıp, Tarzan
gibi okulun damına atlar. Sigara içer.
- Köy muhtarı onu yanına alıp,
yakın bir köye düğüne götürür.
- Hazım gece gizlice kalkar, beş
kilometre yolu yürüyerek aşar Kızıltepe'ye gelir.
- Muhtarın bakkal dükkanını açar.
Şeker, lokum, sigara aşırıp, bir yere saklar. Aynı yolu gider.
Kimsenin ruhu duymadan misafirlerle aynı odada yattıkları,
yatağına yatar. Ertesi gün olay duyulunca, her şeye rağmen
olayın Hazım tarafından yapıldığı anlaşılır.
- Köylü çok şaşkındır. Çünkü
Kızıltepe hırsızlığın hiç bilinmediği bir yerdir. Hatta
evlerinin kapıları dahi kilitsizdir.
- Öğretmen olayı tahlil
edebilmektedir. Köy odasında bir toplantı tertip ettirir. Hazım'
ın eğitiminde yapılan yanlışlıkları tek tek anlatır. Köylü
anlamıştır. Davranışlar normalleşir.
- Hazım içinde şahsiyet
oluşmasının bir dönüm olmuştur. Oturaklaşır, asıllaşır. Köyde
sevilen, tutulan bir genç olur.
- 1953/1 tertipler askere
çağrılmaktadır. Köylüler köyün girişinde çift sıra olmuşlar üç
tane genci askere uğurlamaktadırlar. Köy muhtarı bir taşa çıkıp
kısa bir konuşma yapmış ardından köy imamı, köyün Ömer Hocası
uzun bir dua yapmıştır. Duanın bitirilişi çok çarpıcıdır.
<<... bu evlatlarımızı şehitler, gaziler kervanına dahil et ya
Rab. Bizlere de şefaatçi eyle ya Rab! Bu vesileyle vatanımızı,
mukaddesatımızı koru ya Rap! Amin.>>
- Askerlik Hazım'ı daha bir
olgunlaştırmıştır. İdealleri olan, dünya görüşü genişleyen tam
bir erkek olmuştur O.
- Kıbrıs kaynaşmaktadır. Enosis naralarıyla soyu
bozuk Yunanlılar. Rumlar olaylar çıkarmakta, ihtilal
yapmaktadırlar. Peygamber ocağı Türk Ordusu karar vermiştir.
Bunların ensesine patlayacaktır.
- 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs'ta mazlum
Müslüman-Türk Milleti'ne güneş doğmuş tu. Türk Askeri sabah
ezanı ile birlikte "Allah Allah!" nidaları ile Girne'ye çıktı.
Tahkim mevzilerine güvenen, korumasız halk karşısında
kendilerini adam zanneden Yunanlılar Rumlar Kahraman
Mehmetçik'ten korkarak tavşanlar gibi kaçmayı becerebildiler.
Kahraman Mehmetçik'lerden biride Hazım'dı. Osmancık'tan iki
arkadaştılar. Omuz omuza çarpışıyorlardı. Savaşın üçüncü
günüydü. Bir tepeye hücum etmiştiler. Tepeden hain bir kurşun,
kör bir kurşun Hazım'a geldi. Hazım vurulmuştu. Arkadaşı <<Hemşehrim
..! >> Dedi. Üzerine kapandı. Bir tebessümle karşılaştı.
Dudakları kıpırdıyordu. Son bir gayretle << Hemşerim göğsümden
Bayrağı çıkarıp yüzüme ört, sen devam et >> diyebildi. Şehidin
kanı, gazinin göz yaşı " Eşref-i Bayrakta " birbirlerine
Karışmıştı.
- Ey Şehit Oğlu Şehit. İsteme benden makber
- Sana kucağını açmış duruyor Peygamber.
- Yetim Hazım, Garip Hazım, ŞEHİT HAZIM. O şimdi
şehit olduğu yerde Girne'de Şehitlikte 70 Nolu kabirde yatıyor.
Kıbrıs'ın Türk yurdu olduğunu dünyaya haykırıyor.
- Allah C.C. Şehadetini kabul etsin.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
- ÇORUMLU ŞEHİTLER 4 ŞEHİT
EROL KESKİN
- 1963 yılında Çorum'un Osmancık
İlçesi, Akören Köyü'nde oturan Sadık Keskin'in bir oğlu
dünyaya geldi. Koyunbaba diyarı, BAYIRVİRAN yöresinin en büyük
köylerinden olan Akörenliler yiğitliği, mertliği şiar
edinmişlerdir. Hemen bütün köyün erkekleri pehlivandırlar. Sadık
Ağa'da bu anlamda çocuğunun adını EROL koyar. Erol ileride
adıyla müsemma olduğunu gösterecektir.
- Erol beş yaşına geldiğinde
babası bir belaya uğrar. Evinden, ailesinden ayrı kalmak zorunda
kalır. Böylece Erol okula babasız başlar.
- Kalabalık bir sınıfta öğretmenin
ilgi odağı bir öğrenci olmuştur. Pembe pembe kızarık
yanakları, kıvırcık simsiyah saçları, zümrüt gözleri, birbirine
takılan uzun kirpikleri ve üstün zekasıyla zaten dikkat
çekmemesi, ilgi görmemesi mümkün değildir. Üstelik baba
hasretini unutturmak için öğretmeninin gösterdiği özel ilgiyle
okuma yazmayı çok kısa bir sürede öğrenir. Bu arada baba eve
döner. Birlikte köyden Osmancık'a göçerler. İlkokulu "Gemici
İlkokulu'"nda bitirir. Endüstri Meslek Lisesi'ne başlar. Bütün
sınıfları " Pekiyi" derece ile geçer. Okulların hep en gözde
öğrencisidir.
- Okulu bitirdiğinde üniversite
sınavlarına girme imkânı bulamaz. Maddi yönden ailesine katkı
yapma zorunluluğu vardır. Polisliğe müracaat eder. Afyon Polis
Okulunu bitirdikten sonra İstanbul'da Çevik Kuvvette göreve
başlar. İstanbul'da yedi sene çalışır. Bu arada askerliğini
yapar. Evlenir. İstanbul'dan Mardin'e tayini olmuştur.
- Küçük bebekleri ile
Mardin-Sahur'da yaşamaya başlar. Fakat hain PKK hep pusudadır.
Kalleşçe vuracak zaman kollamaktadır.
- 28/12/1993 Soğuk bir gün ve Erol
güzel endamıyla, bakmalara kıyılmayacak boyuyla, posuyla
Devletin bankası önünde nöbet tutmaktadır. Karşıdan bir kadın
kılığında bir yılan gelmektedir. Adeddir, kadının sıkılmaması
için arkasını döner. Kuduz köpek fırsatını bulmuştur. Arkadan
yanaşır, şalvarından çıkarttığı silahı Erol'un şakağına dayar ve
tetiğe dokunur.
- "Alallahu ekber, Allahu ekber lâ İlahe illala hu
allahu ekber. Allahu ekber velillahil hamd.”
- Şehit Osmancık'ta, Şehit omuzlarda Gemici
Kabristanlığına götürülüyor. Gözler den sel akıyor. Gönüller
isyanlarda....
- Şehit eşi beş yaşındaki oğlu Yıldıray'a sarılmış
ağlıyor. Hem ağlıyor. Hem Yıldıray'a hem de yirmi gün sonra
doğacak olan karnındaki küçük yavrusu Ahmet Erol' a sesleniyor:
- "Siz şehit oğlusunuz yavrum. Siz şehit oğlusunuz
yavrum. Siz şehit oğlusunuz yavrum.”
- "Allah Şehadetini kabul etsin. Bizleri de bu
evlatlara layık eylesin”
-
Bu şehit çocuğumuzun öğretmenlerinden birisi de
benim. Allah C.C. bu evladıma Rahmetini esirgemesin. Geride
kalan ailesi
-
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |