|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
|
|
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
TAKDİM
Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve
bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak
görülmelidir.
Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini
veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da
benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.
Bu
çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış
olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı
göreceksiniz.
Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir
kitaptır; onu okumamız gereklidir.
Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar
veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar
veremeyiz.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
Osman ÜNSAL |
-
İnsanların en
çok zorlandıkları kendilerinden söz etmektir. Ama ne var ki zaman
zaman bu da gerekli oluyor. Böyle bir durumla karşılaşınca aklıma
hep Yunus'un "Ete kemiğe büründüm. Yunus suretinde göründüm" deyişi
gelir. Belki ciltlerce kitap yazılsa,yine de yalın,böylesine kapsamlı
ve böylesine veciz anlatamaz bir insan kendisini, Yunus'un Yunus'ca
anlatımı hariç. İnsanlar büyüdükçe tevazuları ile daha da
büyürler. Merhum Mehmet Akif Ersoy'un "Sessiz yaşadım kim beni
nereden bilecektir" deyişi gibi.
-
Güzel
geleneklerimizden biri olan bu alçak gönüllülüğü ecdadımız
hayatlarında da geniş anlamıyla uygulamışlardır. Kültür mirasımız
camiler, saraylar, köprüler, türbeler, mihrablar,mimberler,ciltler,
tezhipler, besteler,şiirler yapan,yazan bu insanlar benlik duygusu,
gururlanma olmasın diye adlarını bile gizlemişler. O hayranlıkla
izlediğimiz eserlerinin görünmez bir köşesine "Hakir-ül fakir"
ibaresini yazıp geçmişlerdir. Günümüzde yavaş yavaş terk edilen bu
anlayış yüzünden pek çok sanatçılarımız adından ve kimliğini
bilmekten bizi yoksun bırakmıştır.
-
Biz sıradan
insanlarsa olağan işlerimizi marifetler gibi anlatır payeler
çıkarırız. Bende böyle bir sürçü lisan ettimse af ola.
-
Çocukluğumuzda
dinlediğimiz masallar hep " Bir varmış,bir yokmuş " diye başlardı. O
çocuk dünyamızda sihrini kavrayamadığımız,ne saç ma diye nitelediğimiz
bu deyim;sevdiklerimiz,dostlarımız birer,birer çekip gittikçe
aramızdan,engin manasını içimiz burkularak daha bir kavrıyoruz.
-
Nüfus cüzdanımda
1944 Çorum doğumlu olduğum yazılı. Anamın dediğine göre Zemheride
doğmuşum,beni 1 yaş küçük yazdırmışlar,ekmek karneyleymiş,şeker 5
liraya çıkmış uzunca bir süre çayı kuru üzümle içmişler. Sen doğduktan
sonra pek yokluk çekmedik derdi. Eee ; kolay değil II. Dünya
Savaşı'nın en şiddetli günleri,dünya cehennem gibi,düşman sınıra
dayanmış.
-
1962 de Çorum
Lisesini bitirdim. O yıl Ankara Üniversitesi merkezi sınav
sistemine geçti ve ilk bize uygulandı. Ankara Üniversitesi Dil Tarih
Coğrafya Fakültesi Arkeoloji bölümüne girdim. 1967 de
bitirdim.Çocukken zabit olacağım dermişim, nasip işte Arkeolog oldum.
Kütahya ve Çorum müzelerinde uzman olarak çalıştım. Meslek hayatımda
Aydın-Milet,Çorum-Alacahöyük,Çorum- Boğazköy,Kütahya-Aizanı,Adıyaman-Horis,
İçel- Gülnar,Muğla-Kaunos ve Çorum-Pınarçay kazılarına katıldım.
-
1977 de Çorum İl
Kültür Müdürlüğünü, 1989 da Çorum İl Turizm Müdürlüğünün ilk
Müdürlüklerini yaptım, kuruluşlarını gerçekleştirdim.
-
1994 yılında
Çorum İl Turizm Müdürü iken emekli oldum.
-
Çorum 1973 -
1990 Çorum İl Yıllıklarının ve bazı dergilerin hazırlanmasında
görev aldım ve mesleki yazılar yazdım. Evli ve 3 çocuk
babasıyım.
-
Bizim kuşaklar
belki dedelerimizin, babalarımız kadar yokluk çekmedi. Ama,ben 50
yılda ülkemizin tarım toplumundan, sanayi toplumuna, köy
yaşantısından şehre, manyatolu telefondan, cep telefonuna, gaz
lambasından elektriğe, stabilize yoldan otoyola,renkli televizyona,
bilgisayara, internete kısaca geleneksel toplumdan, modern topluma
geçti. Bizim kuşaklar da hiçbir şey yapmayanlar bile toplumdaki
bu büyük sosyal, kültürel ve ekonomik değişimde köprü oldu. Bu
direnci, bu enerjiyi,bu uyumu gösterdi,bu fonksiyonu icra etti.
-
Internet’te Yazarımız http://corumlu2000.dergisi.info , Dergimizde
yazıları yayınlanmıştır.
|
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇAMUR ÇÖMLEK OLUNCA
- Toprak suyla buluştu çamur oldu. Çamurdan
çanak-çömlek yapıldı. Sanatlar başlangıçta insanların doğadan
esinlemeleri, gördükleri ve gözlemlediklerini yetenekleriyle
birleştirince meydana getirmişler. Resim sanatı insanların
çevrelerinde gördükleri insanları, hayvanları, ağaçları
yaşadıkları mağara duvarlarına çizmeleriyle başlamış ve
gelişmiştir.
- Müzik duyduğu ya da çıkardığı
sesleri melodileştirmesi ona bir ritim kazandırmasının ürünüdür.
Yazıda da önce anlatmak istediği şeylerin resimlerini sıralamış,
sonra bu resimler sembolleşerek cümle, hece ve harf olarak belli
bir süreçten geçmiştir. İnsanlık tarihinde bugün çocuklarımızın
okuma yazma öğrenirken izlediği metodun aynısını yaşamıştır.
Önce cümle, sonra kelime, sonra hece ve en sonunda da harf
keşfedilmiştir.
- Bizim çanak-çömlek; batılıların
“seramik” dediği çamurun biçimlendirip pişirilmesiyle meydana
getirilen bu sanatın farklı bir özelliği vardır. İnsanoğlu bunu
doğadan örnek almadan kendi aklı, kendi tasavvurunu kullanarak
yapmıştır. Formları, biçimleri, şekilleri, kendi prototipini
örnek alarak geliştirmiştir.
- İlk örneklerini M.Ö;7. binlerde
Neolitik Çağda görmeye başladığımız çanak çömlekler, günümüze
kadar devam etmiştir. Her devirde, her bölgede, her kültürde bol
ve yaygın olarak kullanılan seramikler geçmişin
aydınlatılmasında, tarihlendirmede en önemli belgelerdir.
Kültürleri, sanatları, inançları, sosyal yaşamları, savaşları,
istilaları, yangınları, afetleri, vb. tarihin tanıkları gibi
araştırmacılara, bilim adamlarına ifşa etmişlerdir. Tarih öncesi
devirlerde en başta, yazıdan sonra ki devirlerde ise yazılı
belgelerin yetersiz kaldığı yerlerde en az bu belgeler kadar
geçmişi tanıma ve tespitte imdada yetişmişlerdir.
- Tarihi süreç içerisinde ilk önce
çamurdan yapılarak, güneşte kurutularak kullanılan
çanak-çömlekler daha sonra ateşte pişirilerek daha dayanıklı
hale getirilmiştir. Bir süre sonra astarlanmış, perdahlanmış,
boyanmış, sırlanmış, tek renkten çok renge ulaşmış, üzerine
desenler, motifler yapılmış, biçim ve formları zenginleşmiş.
Üzerine kabartma süsler konulmuş, insan ve hayvan biçimli
formlara girmiştir. Çanak-çömlek yapımında çark kullanımı
başlayınca, form ve biçimleri daha düzgün, standart bir hale
gelmiş ve seri üretime geçilmiştir. Giderek çamuru özel
hazırlanmış, yapan, pişiren, boyayan, resimleyen ve tabi
kullananlar eserleriyle uygarlık tarihinde yaşamayı
başarmışlardır.
- Bu sanatın tarihi sürecine bir
genel bakış atarsak:
- Neolitik Çağ kaplarının en güzel
örnekleri Burdur- Hacılar'da bulunmuştur.
- Çorum'da yaygın yerleşim
Kalkolitik Çağda başlar. Bu döneme ait ele geçen çanak ve
meyvelik biçimindeki kaplar elde yapılmıştır. Örneklerine
Alacahöyük ve Kuşşaray başta olmak üzere pek çok yerde
rastlanmıştır.
- Tunç Çağı kapları çanaklar ve
üzeri de hafif çıktılar olan tencere tipi çömleklerdir. Astarlı
ve perdahlı kaplar her yeri aynı oranda pişmemiştir.
Yüzeylerinde çizgi desenlerde görülür. Alacahöyük başta olmak
üzere Boğazköy, Eskiyapar, Yenihayat, Kalınkaya vb. bolca ele
geçmiştir. Bu devir yerleşim yerleri Anadolu genelinde olduğu
gibi Çorum'da da büyük bir yangın geçmiştir.
- Hititler de kapların çeşitleri,
tipleri, formları çok zenginleşmiştir. Yapımlarında çarkın
kullanıldığı, toprak kalitesinin homojenleştiği, daha iyi
pişirildiği görülür. Kartal gagalı testiler bu dönem için
karakteristiktir. Kırmızı ve bej astar ve boya yaygındır. Başta
Boğazköy ve Alacahöyük olmak üzere il sınırları içinde pek çok
yerleşim alanında bol bulunur. Ayrıca bu devirde başlangıçta ölü
gömmede, depo ve ambar olarak kullanılan küplerin insan boyundan
yüksek olanları vardır. Bu küpler halka şeklinde çamurların üst
üste konup birleştirilmesi ile yapılmış, yapıldığı yerde
kurutulup pişirilmiştir. Üzerlerine çamur halkalardan
yapılışlarından doğal sonucu boğumlar, ağız kısımlarında çizgi
desenleri vardır. Bu devirde pişmiş topraktan yapılmış banyo
küvetleri sosyal yaşantıyı anlatması bakımından ilginçtir. Yine
hayvan biçimli kaplarda bu devir için sözü edilmesi gereken
pişmiş toprak eserlerdir.
- Frig kaplarında yonca ağız
modası hakimdir. Ayrıca maden sanatındaki gelişmişliğe paralel
olarak siyah boyalı maden süsü verilen kaplarda yaygındır. Bu
devirde çanak-çömleğin çok renkli olduğunu üzerine insan ve
hayvan figürlerinin konduğu,savaş ve av sahnelerinin
resmedildiğini görürüz. Alaca Pazarlıda'ki Frig yerleşim
yerindeki kazılarda, pişmiş topraktan yapılmış parmak
kalınlığında çiviler, çamur içine batırılmak suretiyle
kullanılan ilk mozaik uygulamasına rastlıyoruz. Ayrıca karo
biçiminde yine pişmiş topraktan renkli ve üzeri resimli levhalar
bulunmuştur. Bunlar bugünkü çini ya da fayanslar gibi duvar
dekorasyonunda kullanılmışlardır.
- Galat kaplarında bej renk ve
çizgiler karakteristiktir.
- Miken kaplarının yüzeylerinde
siluet biçiminde insan ve hayvan figürleri resmedilmiştir.
- Yunan seramik sanatında siyah
figür, kırmızı figür diye iki ekol doğmuştur. Siyah figür de
desenler boyanıp diğer kısımlar kiremit renginin tabii haliyle
bırakılmış, kırmızı figürde ise desenler kiremit renginde
bırakılıp boşluklar boyanmıştır. Bu dönemde vazo ressamlığı
gelişmiş, ressamlar boyadıkları vazolara adlarını bile
yazmışlardır. Amasis ve Exsekias bu yolla adlarını öğrendiğimiz
vazo ressamlarıdır.
- Vazolar üzerinde tarihi ve
mitolojik konular resmedilmiştir. Bunların en yaygını Poseidon
ve Dianisos le ilgili sahnelerdir. Fransuva vazosundaki resimde
Truva Savaşıyla ilgili tarihi bir olay yer alır. Savaş
kıyafetiyle Aşil dama oynamaktadır.
- Büyük İskender'le başlayan
Hellenistik devirde seramiklerin hamur kalitesi en üst seviyeye
çıkmış ve bu yüzdende seramikler daha ince ve zarif bir hal
almıştır. Kabartma desenli kaplar bu devir için
karakteristiktir.
- Roma ve Bizans'ta üst
tabakalarda daha çok kıymetli madenlerden ve camdan yapılan
kaplar revaç görmüştür. Seramikler halkın günlük hayatında ise
yoğun biçimde varlığını sürdürmüştür. Çanak testi ve küplerin
yaygın olduğu bu devirde kaplarda kalite ve zarafet nispeten
önemini yitirmiş, sadece günlük ihtiyaca cevap verecek halde
devam etmiştir. Taşra yaşamında cam kaplar ve şişelere
rastlanmıştır. Bunların mezar hediyesi olarak kullanılanları
bolca ele geçmiştir. Pişmiş topraktan yapılan tuğla ve künkler
inşaat alanına girmiştir.
- Bizans'tan başlayarak da küp ve
çömleklerin sırlanmaya başladığı görülür.
- Selçuklularda çanak-çömlek,
testi ve kandiller sırlı ve boyalıdır. Camii, minare ve
saraylarda kullanılan firuze renkli çini mozaikler sevilen
dekoratif unsurlardır.
- Osmanlılarda seramik sanatının
yanında çini sanatı çok büyük bir mesafe kazanmıştır. Halk
çanak-çömlek kullanmaya devam ederken, saray ve üst tabakalarda
çini vazolar tercih edilmiştir. Çini sanatında gerek teknik,
gerek motif zenginliği doruk noktasına ulaşmış, çiniler cami,
saray başta olmak üzere mimarinin birinci dekoratif malzemesi
olmuştur. Tarih boyunca tekamül eden seramikteki biçim ve
formlar, çinide, tabak ve vazolar;cam sanatında da gülaptanlar
ve çeşmi bülbüllerle Osmanlı saraylarında zirveye ulaşmışlardır.
Geleneksel çömlekçilik ise taşra yaşamın-da günümüze kadar
sürmüştür.
- ... ve asırlarca kurumuş
dudakları serinleten testiler soğutuculara görevi teslim edip,
sessizce tarih sahnesinden çekilmişlerdir.
YIL 3 SAYI 22 25 Ekim 2000 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUM KÜLTÜRÜNDEN ANILARDA KALANLAR
- Çorum'un son yarım yüzyılında,
zaman zaman ayrı kalsak da çocukluğumuzu, gençliğimizi sinesinde
yaşadık. Ekmeğini yedik, suyunu içtik, havasını soluduk.
- Kültürümüzde, bilgimizde,
becerimizde, kişiliğimizde, hayallerimizde, umutlarımızda etkisi
oldu, izleri kaldı. Yeri geldi bu kenti ne çok sevdiğimizi,
beğendiğimizi dile getirdik, yeri geldi rüzgârından, tozundan,
çamurundan şikâyetçi olduk. Ama bir süre uzak kalınca, inanın
tozunu da, toprağını da özledik. Yahya KEMAL'in “Ankara'nın en
çok İstanbul'a dönüşünü severim” dediği gibi, biz de en çok bu
kente dönüşümüzü özledik. Gelip de Hasan Paşanın Saat Kulesini
görünce, içimize bir ferahlık çöktü, kendimizi daha bir güvende
ve huzurlu hissettik. Toprağından mı? Havasından mı? İnsanından
mı bilinmez...
- Bu şehrin geçmişinde kalan
zengin kültürünü, tarihini, sanatını. sosyal yaşantısını,
folklorunu, dikkat çeken alışkanlıklarını ve bütün bunların
bende bıraktığı izlenimleri bir biçimde aktarma ihtiyacını
duydum. Ama bu değerlerden söz ederken, aşırı detaya girmeden,
herkese hitap edebilecek bir perspektif içinde ele almaya özen
gösterdim. Aynı zamanda, bu değerler üzerine araştırma
yapacaklara bir ipucu olabilsin istedim. Bu yazıda mutlaka,
eksiklikler, unutulanlar, yanlışlıklar olacaktır. Ne var ki
bunlar benim bildiklerim, benim gözlemlerim, benim bakış açım ve
benim anımsayabildiklerim. Başkaları da çıkar eksikleri ve
unutulanları yazar. Kültür tablosunun eksik motifleri bir bir
tamamlanır. Şairin dediği gibi:
- “Kâmil’e malum olur bir cüz ile ahval-i kül,
- Bir gülistan nişan için yeter bir tane gül”
- Gülü sunmak bizden,gül bahçesini keşfetmek sizden....
-
- KAĞNILAR
- Bir zamanlar, Çorum'da gün kağnı
sesleriyle başlardı. Özellikle sonbaharda çok sayıda kağnı civar
köylerden hareket eder, gecenin sessizliğini bir çığlık gibi
yırtan kağnı seslerine, gün ağarırken horoz sesleri eklenirdi.
Çorum'un unu, buğdayı, bulguru, samanı ekseri kağnılarla
taşınırdı. Kağnılar... Tekerleğin icadıyla birlikte yola koyulan
ve binlerce yıldır sırtına aldığı bu ağır yükü bir yerlerden bir
yerlere taşıyıp duran kağnılar... Üçgen gövdeli, disk biçimli
kalın ağaç tekerlekli, okuna bir çift öküz koşulan bu ulaşım
araçları, tarih boyunca uygarlık yolunun lokomotifi olmuştur.
Dünyanın dört bir yanındaki insanlığın gurur abideleri saraylar,
tapınaklar, kaleler, piramitlerin tonlarca ağılıktaki taşlarını,
sütunlarını, direklerini, heykellerini taşıdılar. Kağnılar,
savaşta cephanemizi, yaralılarımızı, yükümüzü, umudumuzu,
hayallerimizi sırtlandılar. Yıllar boyu şairlere ilham, öykülere
malzeme oldular.
- Şehre birer, ikişer girmeye
başlayan kağnılar, sokağın başına ulaştıklarında, kaldırım
taşlarında ağır aksak sekmeye başlayınca, sesleri değişip,
ritimleri bozulurdu. Belki asırların yorgunluğunu dile
getirmenin bir başka yoluydu bu.
- Şehre giren kağnılardan bazısı
bir samanlığın önünde durur. Çetenden savrulan samanlar güneş
ışığında altın renkli kar taneleri gibi uçuşurdu. Kağnıların
kimisi bir handa konaklar, kimi doğrudan yükünü pazara
indirirdi. Akşama doğru işlerini bitirip geldikleri yöne doğru
yola koyulan kağnıların kayboluşunu, gitgide azalan duyulmaz
olan iniltileri izlerdi.
- Son yıllarda toplum hayatından tamamen çekilen
kağnılardan uzak dağ köylerinden birinde hâlâ kaldı mı bilinmez?
Ama 80'li yılların başında, son kalanlardan bir tanesi Alaca
Höyük Müzesine kazandırıldı. Şu anda teşhirde. Gelecek kuşaklara
ziyaret sırasında anlatılacak çok şeyi olmalı...
- O zamanlar ne çevre kirliliği vardı, ne trafik
sorunu. Arnavut kaldırımlı dar sokaklarda kağnıların yanında
at,eşek arabaları ve faytonlar dolaşırdı. Varlıklı ailelerin
yaylı denilen üzeri tenteli daha süslü özel arabaları vardı,
onlarla bağlara ve sayfiye yerlerine gidilirdi.
-
- Faytonlar şehir için de taksi
görevi yapardı ve düğün konvoylarının vazgeçilmez araçlarıydı.
Günün belli saatlerinde fay tonlara kurulup şehrin caddesinde
bir aşağı, bir yukarı hava atanlara da sıkça rastlanırdı. Bu
araçların her türlü aksamı Çorum'da yapılırdı. Bu amaçla
arabacı, demirci, nalbant, saraç arastaları ve esnafı vardı.
- Bugünlerde kağnıların peşinden
arabalar ve faytonlarda yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Şehir
sokaklarındaki kaldırımlar asfalta dönüştü. Arabaların
tekerleklerine sına demiri yerine lastik, atların arkasına şehri
kirletmesin diye torba takıldı. Arabalara hâlâ şehrin dış
mahallerinde rastlanıyor. Faytonları turistik eşya gibi
festivallerde görüyoruz. Bunlarla birlikte, sıcak demirciler,
arabacılar, nalbantlar kalmadı. Saraç esnafından iş
değiştirmeyenler kemer, çanta vs. ile sanatlarını sürdürmeye
çalışıyorlar.
- Ve Hasan Paşanın Saat Kulesi
gonklarını artık vurmasa da, duyulmasa da akıp giden zamanın
hesabını tutmaya devam ediyor.
YIL 3 SAYI 27 25 Haziran 2001 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÇORUM TURİZMİ İÇİN EL ELE
- Turizm ekonomik değer olarak
çağımızın en büyük sektörlerinden birisidir. Ülkeler turizm
stratejilerini yaparken, daha çok turist, daha çok gezdirme,
daha uzun süre konaklama ve daha çok harcama yaptırmak üzerine
kurarlar. Ancak turizm gönüllü bir olay olduğu için, insanların
ilgi duyacağı değerlerin zenginliği ve onları memnun edecek
davranışlarla doğru orantılıdır. Bir ülke ya da bir belgenin
turizm pastasından beklenilen payı alabilmesi için şu üç unsur
çok önemlidir.
- 1-Turizm değerlerinin
zenginliği.
- 2- Tanıtım.
- 3- Pazarlama.
- Ülkemiz turizmde son on beş
yılda yeterli sayılmasa da belli bir mesafe almıştır. Ancak bu
Çorum Turizmine yansımamıştır. Bunda son on yıldır çoğu Doğu
Anadolu turlarının aksamasının payı da az değildir.
- Yukarıda belirttiğimiz üç unsura
Çorum perspektifinden bakarak turizmimizdeki tıkanıklığın nerede
olduğunu ve nasıl aşılabileceğini görmeye çalışalım.
- TURİZM DEĞERLERİMİZİN
ZENGİNLİĞİ:
- 7 bin yıllık çok zengin bir
tarihi geçmiş ve bunun sonucu Çorum kelimenin tam anlamıyla bir
AÇIK HAVA MÜZESİ konumundadır. Boğazköy gibi bir Hitit Başkenti,
Alacahöyük, Ortaköy, Eski yapar, Pazarlı, Kuşsaray ve. Gibi
bilimsel araştırma yapılan önemli merkezler. Kargı, Osmancık,
Bayat yaylaları gibi doğal harikalar. İncesu Kalyonu, Damlataş
Mağarası, cami, türbe, köprü, han, hamam, kaya mezarı, saat
kuleleri,kaleler gibi anıtlar. Ayrıca zengin el sanatları ve
folklorik değerler 3 müze ve yazılı kaya gibi dünyada başka
örneği olmayan bir açık hava tapınağı vb. Bu zenginlik ne yazık
ki Bursa'daki bir asırlık çınar kadar turist çekmiyor! Demek ki
sorun turizm değerlerinde değil. Derhal zenginleştirilebilir kış
turizmi, spor, gençlik, kongre,festival vb. Gibi.
- PAZARLAMA:
- İşte, bence Çorum turizmindeki
asıl tıkanıklık pazarlamadır. Hani derler ya: Un var, yağ var,
şeker var ama bir türlü helva yapamıyoruz. Tıpkı öyle, yukarıda
turizm zenginliklerimizi birkaç isimle anlattık, onların her
birini anlatmak için ciltlerce kitap yazılabilir. Bu değerleri
varlığından pek çok kimsenin haberi ve bilgisi var ama bir türlü
onları görmeye gelmiyorlar ya da yeteri kadar gelmiyorlar. Peki
bu nasıl çözülür? Burada şunu hemen belirtmeliyim ki konunun
resmi görevlileri en üsten, en alt kademeye kadar onlar yapması
gerekenlerin çok üstünde aktif ve olağan üstü çaba harcıyorlar.
Onları takdir duygularıyla alkışlıyorum. Ama herkesin yapması
gereken sadece onlardan beklersek hem onlara haksızlık ederiz,
hem de doğal seyri içindeki izlediğimiz gelişmeyle yetinmek
zorunda kalırız. Turizmi gelişmiş bölgelerimizde inceleyenler
bilecektir, toplumun her kesimi olayı benimsemiş ve her
davranışları bu gelenlerin ilerideki yıllarda daha çok sayıda
gelmelerini sağlama yönünde ortak bir bilinç halindedirler.
- Turizm olayının eğitim yönü
vardır, kültür yönü vardır. Ama önce toplum olarak konuya sahip
çıkılmalı, resmi, özel, medya, işçi, çiftçi, esnaf, memur bir
ortak bilinç oluşturmalı, bunu Çorum'un ve Çorumlunun bir görevi
saymalı ona göre çaba harcamalıdır. Bilinmelidir ki herkes,
bundan faydalanacak, ekonomik, sosyal ve kültürel fayda
katlanarak kendisine dönecektir. Yoksa yılda bir defa bir
toplantı düzenlemekle dar bir çevre içinde gündeme turizm
olayını getirip anlatmakla iş bitmez.
- Ne yapmak lazım ? Hemen bir
çırpıda aklımıza gelenleri birkaç şey sıralayalım.
- Önce turizm haftası
etkinliklerine halkı alalım.
- Tesisleri sayı ve nitelik olarak
artırıp, turizm organizasyonları oluşturulmalı.
- Yerel radyo ve TV'lerde turizm
değerlerini görmemizi öğütleyen resim, slogan vb. şeyler yer
almalı, belgeseller yaptırıp yayınlanmalı.
- Çorum'da üretilen her ürünün
çimento, leblebi, un, yem vb. ambalajlarına Boğazköy, Alacahöyük
gibi yerleri görmeye davet eden resim, yazı bantları eklemeli,
yanında broşür vb. şeyler konulmalı.
- Her evde, işyerinde, vitrinlerde
Çorum turizmiyle ilgili yazı, resim asılmalı, herkes
müşterisine, muhatabına bir dakika da olsa söz edip konuyu
gündemde tutmalı.
- Her hafta sonu belediye ve
şirketler en az bir otobüs kaldırmalı ve halkı belli bir süre
ücretsiz Alacahöyük, Boğazkale'ye götürmeli.
- Herkes dışarıdan kendilerini
ziyarete gelen eş, dost, akrabasını tarihi ve turistik yerleri
gezdirmeli.
- Gerek resmi, gerek özel sektör
temsilcileri Çorum'a gelenlerle yapacakları toplantıların
programlarına turizm konusunu almalı, oraları gezdirmeli, bu
konuyu en az diğer iş konusu kadar önemli saymalı ve bunu
toplantı yaptıklarına hissettirmeli.
- Oteller müşterilerini bir gün
daha fazla kalmaları için ücret indirim yapmalı, onların
yaylaları ve diğer yerleri gezmeleri görmeleri karşılığı onlara
sağlayacağı avantajları duyurmalı.
- Bu ve buna benzer pek çok şey
yapılabilir ve ortak şuur oluştuğunda sorun zaten çözülmüş olur.
- Başarının sırrı beraberliktir.
YIL 3 SAYI 26 25
Mayıs 2001 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ESERLER VE ESİRLER -I-
- Bilim ve teknikle İnsanlık
Tarihi boyunca sürekli bir gelişme ve ilerleme vardır. Bu
ilerleme insanın çakmak taşı parçasını bir sopanın ucuna
takarak, ilk silahı balta veya mızrağı yaptığı andan itibaren
başlamıştır. Bazı çağlarda bu ilerleme oldukça yavaş olmuş,
yazının icadı için binlerce yıl geçmiş, demiri elde edebilmek
için yüz yıllarca uğraşılmıştır.
- Tekerleğin, barutun, pusulanın,
elektriğin keşfi uygarlık tarihindeki aşamalardan hafızamıza
hemen takılıverenlerden bazılarıdır. Oysa günümüz dünyasındaki
bilimsel ve teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir hızla devam
etmekte, artık bir insanın bunu takbi ve kavrayabilmesi bile çok
güçleşmiştir. Ancak kendi branşında, kendi ilgi ve uzmanlık
alanında olanlarda bile takipte zorlanmaktadır. Bu günkü bilim,
dünden ileride, yarından geridedir. Bu hep yukarı doğru çıkan
bir grafik çizgisi gibidir.
- Belki bazılarının aklına
yeryüzünde hala ilkel bir biçimde yaşayan bazı kabileler
gelebilir. Ancak, o durum çok farklıdır. O topluluklar bilim ve
teknolojideki ilerlemeyi yaşamlarına uygulamadıkları için böyle
yaşamaktalar. Yoksa bilim evrenseldir ve geri dönüş yoktur.
Belki elektriğin varlığından bile habersiz olan topluluklar onu
yeni den keşfedecek değillerdir. Sadece zamanı geldiğinde ve
imkanları el verdiğinde transfer edip kullanacaklardır.
- Sanata gelince; durum bilim ve
teknikten çok farklıdır. Sanatta sürekli bir ilerlemeden söz
edilemez. O belli bir devir veya dönemde başlar, gelişir,
zirveye ulaşır, geriler sonra bir başka etki meydana getirir,
aynı seyri izler zirveye ulaşır ve geriler. Yoksa şu devir
sanatı, şu dönemden geridir veya ileridir denemez. Bu kıyas
aynı devir, aynı ekol için kullanılabilecek bir
değerlendirmedir.
- Sanat oluşmasında, o çağın ya da
dönemin kültürü, dini telakkiler, hayat tarzı, sosyal ve siyasal
durum, coğrafya, geçmiş ve çağdaş sanatlar çerçevesindeki
olaylar sanatçının fikri ve hissi yapısı sanat eserinin meydana
gelişimini etkiler. Yunus'u da, Sinan'ı da, Nedim'i de yukarıda
anlata geldiğimiz şartlardan ayrı tutamayız. Belki kişisel
olarak bir türü, bir ekolu, bir sanatçıyı diğerine tercih
edebilir, onu daha çok beğenebiliriz. Bu kişisel değerlendirme
ve beğeniden öteye gitmez.
- Divan edebiyatının, Halk
edebiyatından Rönesans mimarisinin, Mısır mimarisinden, Dede
Efendinin Mozart'tan, Shakespare'nin Homeros'dan ,Picasso'nun
Goya'dan, İnka sanatının Hititlerden geri veya ileri olup
olmadığı söylenemez. Romantik akım, Klasik akım, Realist akım
veya Osmanlı Çini Sanatı, ancak kendi içinde, kendi üslup ve
ekolündeki eserler arasında bir kıyas yapılır. Dilerseniz
Osmanlıdan bir iki somut örnekle konuyu detaylandıralım. Osmanlı
Mimarisi, Selçuklulardan beri Ana dolu'daki bir laboratuar
gibi pek çok cami ve binalarda denenen ve gelişen mimari
anlayışı kuruluşundan itibaren mekan anlayışı, çok kubbeden
merkezi ve tek bir kubbeye geçişi, minareleri, cephe ve tonoz
sistemlerini geliştirmiş ve Mimar Sinan'ın Selimiye'si,
Sinan'ın kalfası Mimar Mehmet Ağanın Sultan Ahmet Camii ile
zirveye ulaşmıştır. Takip eden yıllarda bunları taklitten öteye
gidemeyen ve onlara ulaşamayan gerileme açıkça görülmektedir.
Yine camii ve bina yüzeylerinin deklârasyonunda kullanılan çini
sanatı da İznik ve Kütahya gibi iki merkezde yapılmış, bu da
aynı biçimde gelişerek 16. Yüzyılda zirveye ulaşmıştır. Osmanlı
Çini Sanatı gerek teknik, gerek renk ve desen zenginliğiyle en
olgun seviyesine bu yüzyılda erişmiştir. Kütahya Çinileri, mavi,
beyaz, İznik çinilerinde ise çok renkli ve canlıdır. 16. Yüzyıl
da İznik Çinilerinde kullanılan mercan kırmızısı ( Bayrak
kırmızısı ) sadece 50 yıllık bir süre içinde vardır ve sonra
kaybolmuştur. Diyebiliriz ki; bu bir çini ustasının ömrüyle
sınırlıdır ve usta formülü kimseye söylememiş ve kendi hayatıyla
birlikte sona ermiştir. Biliyor musunuz ki o günden bu yana
bütün çini ustalarının çabası ve hayali mercan kırmızısını
yeniden bulabilmekti. O tarihten önce ve sonra kullanılan
kırmızı kiremit kırmızısı veya vişnedir ve maalesef bir daha o
kırmızı elde edilememiştir.
- Konuyu merak edenler için birkaç
söz de sırası gelmişken çini yapımından basitçe söz edelim. Önce
özel topraktan hazırlanan çini hamuru ile ne yapılacaksa; vazo,
tabak, levha hazırlanarak kurutulur. Sonra üzerine kömür tozu
ile desen çizilir, sonra çeşitli maden oksitlerini içeren toprak
boyalar hazırlanır ve çini özel bir fırça ile boyanır, fırında
pişirilir, çıkarılır sırlanır ve yeniden fırınlanır. Burada
esas çarpıcı olan çiniyi hamken mesela siyah ya da kahverengi
boyamışsınızdır, ama o fırında pişince renkler değişir, faraza
siyah mavi, kahverengi yeşil olmuştur. Kısacası toprak için deki
maden oksitlerin oranlarına göre çeşitli renk tonları elde
edersiniz. Aynı rengi bulmak için aynı malzemeyi aynı oranda
kullanmak gerekir. Bir bakıma ebru sanatındaki gibi sonucu
önceden kestiremezsiniz. Bu da, bu sanatlarda ustanın tecrübesi
ve kullandığı malzeme ve formülünü öne çıkarır. Yine 16. Yüzyıl
Osmanlı Çini sanatında sır üstü tekniğinde kullanılan altın
sarısı da karakteristiktir. Çini Sanatı bu güne dek devam ettiği
halde,16. Yüzyıldaki seviyesine bir daha ulaşamamıştır.16.
yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun siyasi bakımdan zirve
noktasıdır. Bunun sanatı etkilemesi yönüne ileride temas
edeceğiz. Divan Edebiyatında Fuzuli ve Baki, Halk Edebiyatında
Karacaoğlan bu dalların en olgun üst sanatçılarıdır. Bu
anlattıklarımız Hitit Sanatında, Yunan, Roma, Bizans Sanatın
dada görülür. Farklı devirlerin farklı dalların sanatlarını ve
eserlerini inceler ve değerlendirilirken elmalarla armutları
toplama yanılgısına düşmeyelim. Benim bu yazıda asıl anlatmak
istediğim çağlarına damgasına vuran ve uygarlık tarihinin
kilometre taşları olan Dünyanın harikası olan eserler. Bunların
sanat karakterlerinden ziyade nasıl ve ne şartlar altında kimler
tarafından ( Uzaylılar safsatası hariç) meydana getirildiğini,
kendi toplumlarını ve insanlık tarihini nasıl etkilediğini
farklı bir perspektif içinde yansıtmaktadır.
-
YIL 1 SAYI 8 25 Mayıs
1999
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ESERLER VE ESİRLER -II-
- Dünyanın büyük bir bölümü
buzullarla kaplıydı. İklim çok soğuktu. Sayıları azdı ve
başlangıçta insanlar mağaralarda yaşıyorlardı. Bu şekilde hem
soğuktan hem düşmanlardan daha iyi korunabiliyorlardı. Sonra
havalar ısınmaya başladı, insanların sayısı arttı ve kendilerini
daha iye savunmaya başladılar ve mağaralardan çıkıp yeryüzünde
yaşayacakları meskenleri yapmaya başladılar.
- İlk evler basit dikdörtgen
biçimli taş temel üzerine kerpiç ve ahşaptandı. M.Ö. 4 .
binde Alacahöyük bu devir iskan gören bir çok merkezde
rastladığımız evlerde kapı ve pencere yoktu. Evlere tavandan
merdivenle giriliyor, akşam olunca dıştaki merdiven içeri
çekilerek güvenlik sağlanıyordu. Evlerin ortasında ocak
bulunuyor, kenarlarında sedir ve sekiler yer alıyordu. Hatta bu
sedirlerin altı ölü gömmek içinde kullanıyordu. Böyle başlayan
mimari insanın bilgi ve becerisi ile gelişmiş surlar, saraylar,
tapınaklar kompleks yapı grupları meydana gelmiştir. Cam
keşfedilene kadar binalarda pencere yapılmış, sadece küçük ışık
delikleri konulmuştur.
- Her toplum kendi kültürü kendi
hayatlarına göre kendi karakteristik mimarisini oluşturmuş,
Anadolu, Mısır, Mezopotamya, Yunan, Roma, Bizans, Türk Mimarisi
vb. gibi bunlar hem birbirlerini etkilemişler, birçok
benzerlikleriyle birlikte farklı özellikleriyle de birbirinden
ayrılmıştır. Mimarisinin oluşumunda coğrafi bölgenin de önemli
etkisi vardır. Mimari çevresindeki malzemeleri kullanmıştır.
Mezopotamya da taş yok denecek kadar azdır, burada mimarinin ana
maddesi, kerpiç ve çamurdur. İran ve Orta Asya Mimarisinde tuğla
ön planda iken, Anadolu’da taş mimarinin ana maddesidir. Orta
Asya’da ve İran’da tuğla kullanan Türkler, Anadolu’da Selçuk ve
Osmanlılarda Anadolu’da bol bulunan taşı tercih etmişlerdi.
- Çağlara damgasını vuran ve
yaptığı dönemde toplumlarını maddi ve manevi çok büyük oranda
etkileyen surlar, kaleler, piramitler, tapınaklar, ziguratlar,
saraylar vb. uygarlığın kilometre taşlarıdır. Bu dünyanın
harikalarıdan sayılan eserlerin yapılış öyküleri birbirlerinden
pek farklı değildir. Bugünkü teknolojik imkanlarla bile bunların
yapılabilmesi kolay değildir.
- M.S. III. Yüzyıl da yapılan Çin
setti, uzaydan görülebilen yeryüzündeki insan yapısı tek
eserdir. 3000 kilometre uzunluğundaki surlar, dağları,
tepeleri,vadileri aşmakta,kule ve burçları,anıtsal kapıları ile
dünyanın 7 harikasından birisidir. Yapımında milyarlarca ton taş
kullanılmış, bu taşlar insan gücüyle, dağlara,vadilere
ulaştırılmıştır.
- Mısır’daki Koops’un Piramidi ise
kaide kenarı 230.3 metre olan kare tabanlıdır. Yüksekliği 146.6
metre kütlesi 2.521.000 metre küptür. Boğazkale büyük mabetteki
duvarın taş blokları 5.10 ton Aslanlı Kapıdaki aslan protonları
ve Alacahöyük teki sfenksli heykelleri bunun birkaç katlı
ağırlıktadır. Yunan ve Roma tapınaklarındaki, sütun ve arsitravblokları
en az bunlar kadardır.
- Ben; Kütahya’nın Aizani harabelerinde
yerinde kazı ve restorasyonda çalıştım. Zeus tapınağının
etrafındaki sütunların işlenmiş haliyle çapı 90 santimetre
yüksekliği 9.5 metre idi. Yaklaşık 30-40 ton ve bu sütunların
üzerinde iki sütunu birbirine bağlayan Arsitrav (baş tapan) yine
40 ton civarında olduğu hesaplanmıştı ve bunlar yerden 12 metre
yüksekliğe, sütunların Roma tapınaklarından birisi de Didim Apollo mabedidir.
Buradaki sütununun çevresini ancak 4 kişi el ele tutuşarak
çevreleyebiliyor. Duvarlar ve kütlelerde yine insan gücü
mantığını zorlar büyüklükte. Böyle binlerce taşı mermer
bloklarının birde buraya kilometrelerce uzaktan getirildiğini
düşünün ve bu eserlerin nasıl ve ne şartlar altında meydana
geldiğini anlamaya çalışın.
- Firavunun intikamı diye bir film
var, birkaç kez televizyonlarda gösterildi. İzlenmiş
olmalısınız. Firavun Tutakamon büyük bir zafer Mısır’a dönüyor.
Yendiği ülkenin halkından da esir edip getirmiş. Hazinesi altın
ve mücevherlerle dolmuş, bunları ikinci hayat için
biriktirdiğini söylüyor ve kendisine layık bir piramit (mezar)
yapılmasını istiyor. Bu anıt şimdiye kadar yapılanlardan daha
görkemli olacak ve o gömüldükten sonra kimse bu mezara
giremeyecek, ona ulaşamayacak, hazinelerine dokunamayacak.
Neyse; onun istediği bu anıt yapabilecek birisi var. O da
esirler arasında mimarla bu anıtın yapılması karşılığında halkın
- Serbest bırakılması karşılığında anlaşıyorlar. Ülkenin her
tarafına haberler gönderiliyor ve çalışabilecek gücü olan herkes
bu kutsal göreve çağırılıyor. İşini, tarlasını, evini, çoluk
çocuğunu bırakan herkes, bu kutsal görev için koşup geliyor.
Şarkılar, türkülerle ve herkes dört elle sarılıyor işine, kimi
taş ocağından taş çıkarıyor, kimileri çölleri, tepeleri aşarak
taşları taşıyor. Kimi taşları yontuyor. Kimi temelleri,
toprakları kazıyor. Bir ibadet hissiyle ve coşkusuyla
çalışıyorlardı. Aylar, yıllar birbirini kovaladı. Piramidin
temelleri tamamlanmaya ilk sıra taşlar yerleştirilmeye
başladığında, insanların şarkıları susmuş, takatleri tükenmiş,
yorgunluk ve bitkinlik esirleri de vatandaşları da sarsmıştı.
Firavunun daha hızlı çalışmasını istiyor. Mimar daha çok taş,
daha çok işçi, istiyor. Bu işçiler daha çok para gerektiriyordu.
Artık insanları çalıştırmak için davulla tempo tutuluyor.
Kırbaçlar şaklıyordu. Binlerce insan taşlar altında eziliyor,
daha çok gayret diye kırbaçla, kılıçla öldürülüyor. Bu iş artık
insan öğüten bir değirmen gibi onları öğüterek, onların kanları
canları pahasına yükseliyordu. Daha çok malzeme, daha çok insan,
daha çok yiyecek gerekiyordu. Köyler, kasabalar hep boşalıyor,
çalışabilecek herkes zorla toplanıp getiriliyordu. Halkla
esirlerin, kölelerin bir farklı kalmamıştı. Ülkede üretim düşmüş
kıtlık başlamıştı. Masrafları karşılamak için vergiler artıyor
ve zorla bitkin halkın nesi var, nesi yok zorla toplanıp
alınıyordu. Piramitte çalışanlar çalışacakları yerlere gözleri
bağlanarak götürülüyor, başlarındakilerin içeri hakkında bilgi
vermemesi için hep dilleri kesiliyordu.
- Yapı tamamlandığında
Firavunun Nil’de gezdiği saltanat kayığı, hizmetkarları, saray
halkı, rahipleri, korumaları hep beraber piramide alınıyor ve
içeriden kumların boşaltılmasıyla sağlanan bir mekanizma ile
milyonlarca tonluk taşlar harekete geçerek sistem kapanıp,
dışarı ile irtibatı bir daha açılamayacak şekilde kesiliyordu.
- Onlarca yılda tamamlanan piramit
yüz binlerce insanı canıyla, kanıyla meydana getiriliyordu.
- YIL 1 SAYI 9 25
Haziran 1999
|
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ESERLER VE ESİRLER -III-
- Anadolu'da pek çok taş ocağı tespit edilmiştir.
Antik çağlarda kullanılan, bu ocaklarda yarı işlenmiş,
hazırlanıp yerine ulaşmamış parçalara da rastlanmıştır.
- Ocaklarda taşların yarıklarına
kamalar çakılarak ayrılır veya testere ile kesilirdi. Ocaklarda
amaca göre kabaca işlenen taşlar, inşaat mahalline doğru yola
çıkarılırdı.
- Taşıma insan ve hayvan gücüyle
olurdu. Bu taşıma dağlar, tepeler aşılarak bazen kilometrelerce
olurdu. Taşıma yöntemleri arasında kalaslar üzerinde yuvarlama,
kızaklar üzerinde kaydırma olduğu gibi, bazen de taşlar üzerinde
bırakılan çıkıntılara tekerlek takılarak ta yapılmıştır.
Kullanılacağı mahalle gelen taş bloklar son şeklini alarak
yapıdaki yerine konuluyordu. Burada bir noktayı belirtmek çok
önemli. Roma'da demir biliniyor ve kullanılıyordu. Ama Hitit' te,
Mısır'da Miken'de bu anıtsal yapıları yapan insanların elindeki
en sert malzeme bakır (bronz) dı.
- Bu tonlarca taşları taş ve bronz
çekiçlerle, bakır testerelerle işlemişlerdir. Boğazköy
kazılarında bakır bir Hitit testeresi bulunmuştur. Bu
binalardaki taş bloklar birbirine öyle intibak ettirilmiş ki,
arasından su bile sızmamaktadır. Tabi harçsız üst üste konu lan
bu taşların zelzele vb. de kaymaması içinde hem yatay olarak
madeni parçalarla birbirine kenetleniyor, dikey olarak ta
alttaki taşa oyuk, üsteki taşa çıkıntı bırakılarak, yada yine
metal parçalarla toplanmıştır. Bu çivilerde oynamaması için
kanallar açılarak kurşunla doldurulmuştur. Boğazkale ve
Alacahöyük de duvar taşları üzerinde su borusu genişliğinde
8-10 cm derinlikte delikler görülür. Bunlar duvar taşlarını
birbirine bağlantı delikleridir. O devirde matkap olmadığına
göre bu muntazam silindirik kullanılan kum veya toprak
temizlenirdi ve biz 9 metrelik sütun üzerine 40 tonluk baş
tapan ve alınlığın karşısında hayret ve hayranlıkla bakakalırız.
- Gelelim konunun en can alıcı
noktasına:
- İnsanların gurur kaynağı eserler
hep büyük zaferlerin arkasından yapılmıştır. Örneğin:
Osmanlılarda Mimar Sinan'ların yetişmesi, Süleymaniye, Selimiye,
Sultan Ahmet gibi camilerin, Saray kapıları, sebil, türbe, han
ve kervan sarayların yapıldığı 16. Yüzyılın imar faaliyetleri,
Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman'ın kazandığı
zaferlerle doğrudan ilgilidir. Devlet hazinesi bu zafer ve
fetihlerle dolmuştur. Avrupa'nın Ortaçağ sonunda yaptığı
keşifler, bulduğu yeni ticaret yolları, kazandığı sömürgeler
zenginliğini artırmış, Rönesans hareketi, bilim ve sanattaki
hızlı gelişmenin itici gücü olmuştur. Yeni katedraller,
saraylar, şatolar yapılmış bunu yapacak sanatçılar yetişmesine
zemin hazırlamıştır.
- Bazı detay farkları olmasına
rağmen İlk Çağda bu böyledir. Zafer kazanan ordular yendikleri
ülke halkını esir ve köle yaparlar, mallarına, zenginliklerine
el koyarlardı. O memleket halkından, güçlü ve sağlıklı olan
kadın ve erkekleri toplar kendi ülkelerine getirirler ve onları
her türlü en ağır işlerinde çalıştırırlardı. Bu günkü gibi
teknoloji ve makine gücü yoktu. Bu esirler surların dışına,
şehirlerin varoşlarına yerleştirilir, yarı aç, yarı tok bu
yapılan tapınaklarda, surlarda, kulelerde çalıştırılırlardı.
Bazı esaret çocuklarına da sirayet eder, nesiller boyu
sürdürülürdü. Korkutma, kırbaçlama, öldürme, aç bırakma gibi
kötü davranışların yanında onların inançlarına da bu işe
karıştırılır, her esirin başlangıçta bir ibadet hissi ve gayreti
aşılanırdı. Bunun en belirgin örneği Hititler de görülür. Hitit
kralları ya Suriye'ye kadar sefer yapıp zaferler kazandıklarında
ta oraların halkını toplayıp getirmişler, Boğazköy surlarının
dışına yerleştirmişler, bunlara tarlalarını sürdürmüş,
tapınaklarını, surlarını, saraylarını inşa ettirmişlerdir. Hitit
halkı içinde; Hattiler, Hurriler, Luviler, Dolalar gibi
toplulukların dinlerini de kendi dini gelenekleri içine dahil
etmişler ve onlar için de Boğazköy'de tapınaklar yapmışlardır.
Bu yüzden Boğazköy Hititler döneminde 1000 tapınaklı başkent
diye anılmıştır.
- Devletin bütün kaynakları halkın
her türlü mesaisini hep anıtsal eserlerin yapımına harcamış ve
buna rağmen birkaç istisna dışında pek çok eser
tamamlanamamıştır.
- Alacahöyük'te ve Boğazköy'de
yarısı işlenmiş mimari parçalar ve heykel kalıntıları
görülmektedir. Roma Döneminde planlanmış ve yapılmasına
başlanmış Didim Apollo tapınağı da bunlardan birisidir. Yapım
çalışmaları 200 yıl kadar sürmüş ama bitirilememiştir.
- Bunu yapıdaki plan ve üslup
değişikliklerinde görmek mümkündür.
- Tarih öncesinden günümüze ulaşan
bazı eşya ve alet-edevatın yapılışını ve amacını anlamadığımız
da olmuştur. Çünkü biz; bir yerde bu günün mantığı ile onlara
bakıyoruz. Mimarideki bu büyüklükler nasıl meydana geldi, bu
tonlarca taş nasıl taşındı, nasıl işlendi, nasıl kaldırılıp o
yüksekliklere çıkartıldı. Özellikle Güney Amerika'daki İnka ve
Maya uygarlık kalıntılarındaki büyüklükler ve farklılıklar
uzaylılarla bile izah edilmeye çalışıldığı oldu.
- Aslında; anlayamadığımız bu
günkü zaman kavramı ve aceleciliğimizi o devirlere ölçü olarak
tutmaktır. Bu günkü 1 dakikalık olayı binlerce disket ve
binlerce ciltlik kitaplara sığdıramazken, geçmişteki 500 yılı,
1000 yılı birkaç cümleyle özetleyiveririz. Bir karıncanın
yuvasına taşıdığı malzeme onun cürümüyle kıyaslanınca hayretler
içinde kalınır. Oysa yüz binlerce insan, yüzyıllar boyunca bu
eserler için canı, kanı pahasına çalıştırılmıştır. Hem de
insanoğlunun aklı ve becerisi ile. Böyle düşünürsek; daha güzel
bu bilinmeyen parçalar yerli yerine oturmuş olur. Sabır ve
sebatı da hesaba katmak gerekir.
- Bir hattat Kur'an-ı Kerim
yazacak duruma gelebilmek için 15 - 20 yıl her harfi, her
cümleyi yazarak eksersiz yapıyor, çalışıyor ve ancak ondan sonra
bu işe girişebiliyor. Bizler el yazması bir kitaptaki yazıya,
istife baktığımız zaman hayranlık içinde kalıyoruz, matbaa
baskısından daha kusursuz, daha güzel diye. Öyle kolayına
sanatçı olunamıyor, sanat eseri meydana gelmiyor.
- Bir başka örnek; bir ağaç
ustası, bir ağaç minberi, bir ahşap kapı veya ahşap tavanı
oymak, işlemek için kalfasıyla, çırağıyla ekip halinde yıllarca
uğraşıyor, emek veriyor ve bu eserler öyle ortaya çıkıyor. Şimdi
ne o sabır var, ne o sebat, ne o anlayış. Bugün bir usta yılda
bir kapı işlese açlıktan ölür. İşte en önemlisi o sanatın ve
emeğin kıymetini bilen ve onun karşılığını verebilen
sanat-severler kalmadı.
- Galiba işin özeti bu.
- YIL 2 SAYI 10 25-
Temmuz 1999 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- KALDIRIMLAR VE KAPILAR
- Bir zamanlar, Çorum'un mahalleleri iki elin
parmakları sayısınca bile değildi. Kentin bur ucundan, diğer
ucuna yarım saatte yürünürdü. Kıvrım, kıvrım dar sokakları,
çıkmaz sokakları, çoğu cami önlerindeki küçük meydanları vardı.
Sokaklardaki çocuklar özgürce oynarlardı, zengin çocuk oyunları
artık adları bile hatırlanamaz oldu. Ne kaldırımlarda ayak
sesleri, ne bahçelerdeki kuş sesleri kaldı. Yerini gürültü
kirliliği kapladı.
- Çorum'un dar sokaklarında
Arnavut kaldırımı vardı. Moloz taşlardan yapılmış bu tür
kaldırımlara, vaktiyle yapan ustaların ekserisinin Arnavut
olması nedeniyle “Arnavut Kaldırımı” denilmiştir. Yol üzerinde
gezenleri çamurdan korumak için tarih boyunca kaldırımlar
kullanılmıştır. Çorum sokaklarının bir kısmı kaldırımları ortaya
meyilli olup biriken su ortadan tahliye olurdu. Diğer bir kısmı
ise balıksırtı kaldırımdı. Yanlarda biraz daha yüksek yaya
kaldırımları yapılmış ve biriken sular iki yanda yaya kaldırım
dibinden akarak sel deliklerine ulaşırdı. Gazi Caddesi ise
düzgün kesilmiş küp biçimli taşlardan yapılmış parke kaldırımdı.
- Çorum evleri sokakların iki
yanında sıralanmış bitişik nizamdı. “Orta Anadolu Evleri” grubu
içinde incelenen Çorum Tarihi evlerinin farkı yerel özellikleri
de az değildir. Bu evlerden günümüze ulaşabilmiş örnekler
mevcuttur.
- Çorum evlerini iki grup altında
toplamak mümkündür.
- 1- Avlu Ahşap Evleri: Sokak
cephesinde yüksek bahçe duvarları vardır ve evler avlunun
gerisindedir. Sokaktan görülmez.
- 2- Sokak cepheli evler
(Konakları) Bu evlerin de yine yanında veya gerisinde geniş
avlular vardır.
- Çorum evlerinden söz etmeye
önce; çift kanatlı, büyük ahşap kapılarından, oradan geçecek
şeylere göre büyüklüğü olan mimari unsurlardır. Kullanıldıkları
yapıya göre ev, saray, konak, cami, kale, mamam, han, minare,
oda kapıları diye isim alınır.
- Ahşap kapılar:
- 1- Mıhlama Kapılar:
Tahtası yan yana getirilip, başlık ve kuşakları çivilenerek
yapılan kapılardır.
- 2- Geçme Kapılar: Ortalarına
yuvalar içinde tablalar geçirilerek ve başlık ile kuşakları
lamba açılarak birbirine bağlanarak yapılan kapılar.
- 3- Kündekâri Kapılar: Dekoratif
olarak küçük, küçük kesilmiş parçaların kenarlarına lambalar
açılarak birleştirilip yapılan kapılar.
- Çorum evlerinin ana giriş
kapıları iki kanatlı, büyük ahşap mıhlama kapılardı. Yan yana
getirilmiş kalın tahtalar arkalarına üç ağaç kuşak çivilenerek
yapılmıştır. Dövme çivilerin geniş yuvarlak başları, dış kısma
getirilerek dekoratif bir görüntü sağlanmıştır. Bazı evlerde
büyük kapılar yayında veya kanatlarından birinin içinde yavru
kapılarda vardır. Kimi ahşap kapıların üzeri saçla kaplanmış ve
saç üzerine yuvarlak ya da köşeli başlı çivilerle süsleme
yapılmıştır. Saç kaplama kapılara güzelce bir örnek olarak kale
kapısı zikredilebilir. Yine aynalı, tablalı hatta kitabeli
kapılar da vardır. Avluya açılan kapılarda gelenleri yağmur ve
güneşten korumak için kapı üstüne saçaklı ya da sundurma
yapılmıştır. Bu kapıların hepsinde yerli ustaların yaptığı büyük
anahtarlı kilitler kullanılmıştır. Kapı kanatlarından birisi
gelende kapalı durur ve gerektiğinde açılırdı. Kapı arkalarında
güvenlik için ağaç dayak veya kol demiri takılırdı. Kapıların
sokak cephesinde el yetişecek seviyede metal bir levha,
ortasında halka veya tokmak bulunur, gelenler tokmağı levhaya
vurarak ses çıkartılır ve evdekileri geldiklerinden böyle
haberdar ederlerdi. Kapı tokmaklarının ve levhaları sanat eseri
niteliğindeydi. Bunlar topuz, halka, el, hayvan başı biçiminde
de olurdu. Kapı tokmaklarının ne denli zengin ve çeşitli
olduğunu araştırma konusu oluşlarından da anlamak mümkündür.
- Hacca gidip gelenlerin kapıları
yeşile boyanması da bir gelenekti.
- Kültürümüzdeki tıpkı, oyalar,
giysiler, başlıklar, dokumalar da olduğu gibi, kapılar ve
tokmaklar da hane sahibinin, sosyal durumunu, mesleğini, konuk
severliği vs. anlayabilenlere deşifre ederdi.
- Bu yıllarca “söz gümüşse sükut
altındır” deyişini benimseyen bir kültürün, kullandığı motif ve
sembollerle sesiz konuşmasını ya da söylemeden anlatmasını belki
de mucize bir göstergesidir.
YIL 4 SAYI 28 25
Temmuz 2001 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- ÖNCE SEN
- ÇORUMLU 2000 dergisi 12 sayısında yazarlarının
kendilerini tanıtmaları programlandı. Bu istek bize en az 6 ay
önce ulaştırıldı ve biz maalesef her zamanki gibi, bunca süreyi
cömertçe harcayıp yazılarımızı yayına kıl payı yetiştirebildik.
İşte bu yüzdendir ki; ben kendimden söz etmeden önce, ÇORUMLU
2000 Dergisini yayınlayan GÜRSEL YAYINEVİ sahibi sevgili Mahmut
Selim Gürsel'den söz etmek istiyorum. Mah mut bey; ÇORUMLU 2000
Dergisini yayımlayacağı fikrini ortaya attığı zaman, bunu
gerçekleştirebileceğine, gerçekletirse bile ancak 1-2 sayı
çıkarabileceğine, belki birkaç kişi hariç kimse ihtimal
vermiyordu. Hele bu yayını 1 yıl kesintisiz 10-11 sayı
yayınlayacağına o birkaç kişi de inanmıyordu. Ama O;inancın,
iradenin, direncin ne olduğunu, idealizmin gücünü gösterdi.
Herhangi bir yayının nasıl çıktığını bilmeyen, yayın hayatıyla
kıyısından, köşesinden de olsa ilgilenmemiş olanlar bu
zorlukları anlatsan da anlayamaz. Hele de bu yayın KÜLTÜR,
SANAT, TARİH gibi içerikte yerel bir dergi ise o zaman bu
güçlükler daha da artar.
- Mahmut Bey, ÇORUMLU 2000
Dergisinin yayınını sürdürebilmek için öylesine maddi ve manevi
özveri gösteriyor ki, belki kısıtlı emekli maaşını bile bu
uğurda harcıyor. O tek başına yazıları bilgisayara aktarıyor,
dizgisi, mizanpajı, ters baskı çıkışı, reklam toplama, matbaaya
götürüp getirme, abone yazımı, dağıtım vb. saymakla bitmez
işleri yürütüyor.
- Bütün bunlar yetmiyor, bir de
dergide hasbel kader yazıları çıkanların peşinde koşturuyor,
inanın yoruluyor, yoruldum demiyor. Çorum'a, Çorum Kültürüne
duyduğu hizmet aşkıyla her türlü güçlüğe göğüs geriyor.
Dergileri tek tek satmaya çalışsa da paralarını toplayamasa da,
kendi masrafını bile karşılamayan reklamların parasını
ayaklarına 3-5 kez gidip alamasa da, abonelerinden istediği ilgi
ve teşviki görmezse de direniyor. Ama; daha nereye ve ne zamana
kadar.
- Burada birkaç kelime de değerli
hemşehrilerime söylemek istiyorum: Çorumlular olarak;
Kültürümüzün, Tarihimizin, Sanatımızın, Folklorumuzun, Güzel
Gelenek ve Göreneklerimizin araştırılması, gün ışığına
çıkartılması ve gelecek kuşaklara ulaştırılmasında bizlerinde
hem görevi, hem de sorumluluğu var. Yardımlaşarak, el ele
vererek güçlükler daha kolay aşılır, başarılar daha büyük ve
kalıcı olur.
- ÇORUMULU 2000 Dergisini almak,
okumak, okutmak, eşimize dostumuza tavsiye ve hediye etmek,
reklam vererek destek olmak. İşte yapmamız gereken küçücük
şeyler, bu kadar basit.
- Aslında bu derginin bir
sayısının maliyeti imkanı olanların, birkaç arkadaşıyla yediği
bir yemek parası bile değil. Çorumluluğumuza yakışanı,
Tarihimize, Kültürümüze olan görevimiz, bu derginin imkanı
olanların 1 sayısının finansmanını üstlenmesiyle çözümlenir,
aynı kişiye istese de 100 yıl sonra bile ikinci defa sıra
gelmez. Bu hamiliği yapanın dergide reklamı yapılır, o sayının
sponsoruluğunda çıktığı yazılır ve dergi dünya yüzünde kaldığı
sürece daimi bir reklamı olur adı kalır. Ecdadımız; yurdumuzu
nakış gibi işleyen, onur duyduğumuz sanat eserlerini böyle
meydana getirmişlerdir. Şimdi sıra yeni kültür
hamilerinde...
- Sevgili Mahmut! Sen, böyle bir yazıyı yazmış
olmamdan hiç hoşlanmazsın biliyorum. Ve yine biliyorum ki; sen,
azminle, özverinle bu hizmeti, dayanabileceğin en son noktaya
kadar götüreceksin... Seninle gurur duyuyoruz. Toplumumuzun
senin gibi idealistlere ne çok ihtiyacı var bir bilsen? Sen
bunları hiç duymamış ol.
- Bu benim yaptığım kendi nefsimden, kendi
vicdanımdan çıkan bir öz eleştiri, bir isyan bu kayıtsızlığa ...
Ve benim gibi düşünenlerin hislerine tercüman olan, Kültürümüze,
Tarihimize, Sanatımıza karşı bu umursamazlığa bir tepki... Böyle
kabul et!
- Sevgili Mahmut; sen hep
yaşayacaksın. Başardıkların, başaracaklarının müjdecisi.
Yılgınlığa düşme sakın!
- Seni sevgi ve saygıyla
selamlıyorum.
YIL 2 SAYI 11 25 Ekim1999 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- TARİH SOHBETLERİ
- "Zaman bir boyuttur" ezelden ebede akıp giden...
Ve insan, yüce yaratanın takdir ettiği bir zamanda, ömür
dediğimiz bir süre kadar, bu zaman treninin yolcuları arasına
katılır. Vakti gelen biner, süresi dolan iner ve bu tren yeni
istasyonlarda yeni yolcularla yoluna devam edip gider. "Göz açıp
kapayıncaya kadar geçen" şu kısacık ömürde yine de "Musa
Musalığını, firavun da firavunluğunu" yapmaktan geri kalmaz ne
diyelim bu da bir ilahi takdir. Şu anda hayatta olanlar,
çağdaşlarımız; bu yolculuğa çıkmak elimizde değildi, bu
yolculuğu sona erdirmekte elimizde değil. Ama bu zorunlu
birliktelikte gönüller feth etmekte lanet ettir mekte elimizde.
Ne mutu hayırla anılacaklara ve ne mutlu Yunus'ca sevip
sevilenlere...
- Uzmanlara göre Güneşin yaşı 20 milyar yıl,
Dünyanın yaşı ise 15 milyar yıl. Işığını gördüğümüz bazı
yıldızlar Dünyamızdan 20 milyon ışık yılı uzakta,bir başka
değişle şu anda gördüğümüz ışık o yıldızın 20 milyon yıl önce
yaydığı ışık. Şimdi o yıldız belki mevcut bile değil. Yeryüzünde
bulunan bazı hayvan fosillerinin yaşı 200 milyon yıl öncesine
kadar uzanıyor. Fosilleşmiş bazı insan kemikleri için ise 200
bin yıl öncesinden söz ediliyor. Yani Dünya; atmosferi, suyu,
havası, doğası, bitki örtüsü, fiziksel ve kimyasal yapısı ile 15
milyar yıl hazırlanıyor. "Eşref-i mahlukat olan insan oğlu"nun
rahatı için muazzam ve mükemmel bir doğal denge kuruluyor. Ne
yazık ki insanlarda bu dengeyi bozmak için gayret çok ama ya
sorumluluk !..
- İnsanlığın uygarlık tarihini izleyebilmek M.Ö.
15 binden itibaren berraklaşıyor. İnsanı diğer canlılardan
ayıran vasfı aklı ve düşüncesi. Bunun aklını ve yeteneklerini
kullanması, çevresine biçim vermesi, alet yapması ile yani iz
bırakmasıyla başlıyor. Yaşadıkları mağara duvarlarına
çizdikleri resimler ve yontulmuş taş ve kemik aletler
günümüze ulaşabilen ilk eserler ilk örnekler. İnsanın taşı
yontması, çanak çömlek yapması ile başlayan uygarlık serüveni
tekerleğin keşfi,yazının icadı..... ile devam etmiş, atomu
parçalayan insan oğlu yirminci yüzyılın ikinci yarısında uzaya
adım atmıştır.
- Dilerseniz; biraz da tarihi sayfaları arasına
girelim ve sohbetimize Hititlerle devam e-delim. Ama bu sohbette
olayları klasik bir tarih anlatışı dışında farklı bir boyutta
izleyelim. Tarihten bize ulaşan ayrıntılarda, orijinallikleri,
çarpıcılıkları, çelişkileri ve gizemleri görelim. Neden
Hititler; çünkü Hititler devlet olma niteliklerini taşıyan
Anadolu'da kurulmuş ilk devlet ilk imparatorluk. Daha da
önemlisi başkenti Çorum'un Boğazkale İlçesinde M.Ö.2000'de dünya
siyasetine yön veren iki süper devletten birisi. Kültürde,
sanatta, sosyal yaşamda derin izler ve etkiler yapan, başta
Hattusa (Boğazkale) olmak üzere ilimiz sınırları içerisinde
zengin tarihi kalıntıları günümüze ulaşan bir uygarlık.
Tarihte pek çok ilklere damgasını vuran bir kültür.
- M.Ö. 2000'lerin başlarında Orta Asya'dan ve
Kafkaslardan Anadolu'ya gelen Hititler bir süre Anadolu'daki
şehir beylerinin yanında paralı asker olarak çalışmışlar, Asurlu
tüccarların Anadolu'dan çıkartılma mücadelesine katılmışlar,
daha sonra sert mizaçları ve savaşçı özellikleri ile,
Anadolu'daki şehir devletlerini birleştirerek veya ortadan
kaldırarak siyasi egemenliği ellerine almışlardır. Bu savaşlar
sonunda, ismi efsaneleşen ilk kral Anitta'dır. Anitta,
Hattuşa'yı da ele geçirmiş, şehri yakıp yıkmış, burada yaşayan
yerli halk Hattileri esir edip, yurtlarından sürmüş
çıkartmıştır. Bununla da yetinmeyip, Hattuşa'yı lanetlemiş,
soyundan buraya kesinlikle gelmemelerini istemiştir. Kaderin
cilvesine bakınız ki, soyundan gelen krallar hem lanete
aldırmayarak buraya gelmişler, başkentlerini Neşa'dan buraya
taşıyarak üstelik Hattuşa adıyla Boğazkaleyi başkent
yapmışlardır. Asur yazılı kaynaklarında, buraların daha önceden
Hatti ülkesi olmasından dolayı, bu devletin adı Hitit olarak
geçmektedir. Hitit kralları da bu adı benimsemişler hatta bazı
Hitit kralları Hatti ülkesinin sahibi, koruyucusu anlamına gelen
Hatuşili adını almışlardır.
- Hitit kralı Muvattali zamanında Mısırlılarla
Kadeş'te bir savaş olmuş,savaş sırasında güneş tutulunca iki
tarafta bunu uğursuzluk sayarak savaşa son vermiştir. III.Hattuşili
zamanında Mısırlılarla Hititliler arasında Kadeş antlaşması
imzalanmıştır. İşte bu tarihteki ilk yazılı antlaşmadır.
- Dünyada ilk arşiv kuran devlet Hititlerdir.
Hattuşa büyük kalede yapılan kazılarda bulunan 15000 tabletlik
bir arşiv araştırma ve inceleme yapılmak üzere Almanya'ya
götürülmüş, araya 2.Dünya Savaşı girmiş, savaş sonunda bu
tabletlerin Rusya'ya kaçırıldığı söylenerek geri verilmek
istenmemiş, ancak 2-3 yıl önce Türkiye'ye geri
getirilebilmiştir.
- İlk tarih yazan, Osmanlılarda ki salnamelere
benzeyen yıllıklar hazırlayanlar da yine Hititlerdir.
- Suyun önüne set yaparak, baraj yapma fikrini
ilk uygulamasını yine Hititlere ait Alaca Örükaya'da görüyoruz.
- Hattuşa'da Nişan taşı denilen bir kaya üzerine,
Hitit krallarının soy kütüğü (seceresi) yazılmıştır.
- Bin tapınaklı başkent olarak bilinen Hattuşa
kazılarında, kral mührü ile mühürlen ki, bu da tarihteki tapu
belgelerinin ilk örnekleridir.
- İki galeriden oluşan ve dik kesilmiş kaya
yüzeylerine bütün Hitit tanrı ve tanrıçalarının kutsal hayvan
ve kıyafetleriyle resmedildiği ve figürlerinin
yanına,hiyeroglif yazı ile isim ve amblemlerinin işlendiği
Yazılı Kaya Açık Hava Mabedi Dünyada tek örnektir.
- Hakimiyetleri altına aldığı halkların dinlerini
ve kültürlerini kendi panteonuna dahil eden Hititler, onların
tanrıları içinde tapınaklar yapmışlardır. Bu da yine Hititlere
has bir kültür ve anlayış zenginliğidir.
- Boğazkale Hattusas kazıları, Alman bilim
heyetleri tarafından 90 yıldır sürdürülmektedir ve belki bir o
kadar süre daha devam edecektir. Bu çalışmalar devam ettikçe
Anadolu ve Hitit kültür ve tarihi ile ilgili yeni zenginlikleri
ortaya çıkacağı muhakkaktır.
- Hitit kültür sanatının plastik ve estetik
özelliklerine hiç değinemedik bile. Bir başka sohbet yazımızda,
bir başka boyutuyla buluşmak umuduyla.
YIL 1 SAYI 3 25 Eylül
1998 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- TARİH SOHBETLERİ
- ....ve insan yeryüzüne indi.
Bir tümseğin üzerine oturmuş, başı elleri arasında ne kadar süre
böylece kalabilmişti bilinmez. Yavaşça doğruldu. Geleceğini
kestiremeyeceği bir insanlık macerası başlamıştı. Kendisine
benzemeseler de çok geçmeden yeryüzünde yalnız olmadığını gördü.
Otyiyenler, et yiyenler ona acıktığını hissettirdi. Sınırsız
sayı tat ve lezzetle dünya sofrası emrine amadeydi. Aklını ve
becerilerini kullanarak soğuktan, sıcaktan ve düşmanlarından
korunmasını bildi: Zaman su gibi aktı ve sonunda bir gün Adem
Havva'sına, Havva Ademine kavuştu. İnsanlar yeryüzünde çoğalmaya
başladı. Sayıları arttıkça ihtiyaçlar ve sorumluluklar büyüdü.
Toplayıcılıktan üreticiliğe geçtiler. Tarım yapmayı, hayvanları
ehlileştirip beslemeyi öğrendiler. Küçük topluluklar büyüdü,
artık bir arada barınamaz oldular. Yeni yeni topluluklar
oluşturup yollara düştüler, yeni yeni yurtlar edinip
yerleştiler. Yiyeceklerini saklamak için kap, kacaklar,
hayatlarını kolaylaştırmak için kesici, delici ve kazıcı aletler
yaptılar. Düşmanlarından daha iyi korunmak için silahlar
geliştirdiler. Köyler kurdular, etrafını surlarla çevirdikleri
kentler oluşturdular. Büyüyen ve birbirlerinden uzaklaşan
toplulukların zamanla sosyal münasebetleri, ticari ilişkileri,
savaşları, antlaşmaları gündeme geldi. Artık sesle, sözle,
işaretle bu ilişkiler yürütülemez oldu. İnsanlık Tarihi en büyük
keşiflerinden birisini daha gerçekleştirdi.
- M.Ö 4'üncü binin sonlarında
Mezopotamya'nın URUK kentinde resimle, sembolik tanımlama ile
ilkyazı, resim yazısı (Hiyeroglif) icat edildi. Dünya M.Ö.3.
binde tarih çağına girdi. M. Ö.3. binde edebiyatta, ticarette,
devletlerarası ilişkilerde "Çivi Yazısı" yaygın biçimde
kullanılmaya başladı. (Yaş kil plakalar üzerine ucu sivri bir
kalemle bastırılarak yazılan bu yazıya, çivi başı izine
benzetilerek çivi yazısı denilmiştir.) üzeri yazılan kil
plakalar kuruduktan sonra pişiriliyor, eğer yazılan bir
mektupsa, üzeri yeniden kil kaplanarak tekrar pişiriliyordu.
Mektup alıcısı zarfı kırarak açıyor ve mektubunu okuyordu. Her
devletin yazısı kendi dilinde oluyor, ancak uluslar arası
münasebetlerde diplomasi dili olarak Akatça kullanılıyordu.
- Derler ki : "Bir zamanlar,
yeryüzünde bütün insanlar aynı dili konuşuyordu. Nemrut bir gün
Tanrılıkta da rakipsiz olmak istedi. (O çağlarda krallar
tanrıdan sayılıyordu) Babil kulesini yaptırdı ve herkesi
topladı, sonra kulenin tepesi ne çıktı, yayını gerdi, okunu
gökyüzüne fırlattı. Umulmadık bir şey oldu, meydanı dolduran
insanlar birbirlerinin söylediklerini anlamaz oldular. İşte bu
olaydan sonra ne kadar soy, ırk varsa yeryüzünde o kadar farklı
dil meydana geldi" bilimsellikten uzak ama bu kadar farklı
lisanın çıkışına yakıştırılmış tatlı bir efsane.
- Anadolu, Mezopotamya'dan tam 1000 yıl sonra
yazıyla tanıştı. Asur yazılı kaynaklarına göre; M.Ö.3000-2000
arasında Anadolu'da feodal bir yapı hakimdi ve etrafı surlarla
çevrili 17 kent devleti vardı. Başlangıçta nadir eşyanın
yapımında kullanılan tunç, bu çağın son evresinde halka kadar
indi. Kent beylikleri zenginleşti. Kültür ve sanat çok yüksek
bir seviyeye ulaştı. Anadolu en zengin dönemlerinden birisini
yaşıyordu. Bu zenginlik Alacahöyük'te olduğu gibi, Truva,
Horaztepe, Mahmatlar gibi Anadolu'nun pek çok yerinde yapılan
kazılarda da ortaya çıktı.
- Bu zenginlik Mezopotamya'nın da
ilgisini çekti. Asurların öncülüğünde yoğun ticari ilişkiler
başlattılar. Anadolu'da Karum adı verilen 9 Pazar kenti
kurdular. Boğazkale'de Hattuş karum adıyla bunlardan birisiydi.
Asurlular 200-250 eşekten oluşan kervanlarla Mezopotamya'dan,
kalay, kumaş, esans getirip, Anadolu'dan bakır, altın, gümüş,
deri, kurşun ve tuz aldılar. Bu ticaret esnasında Anadolu'daki
kent beyleri malları koruma ve depolama karşılığı gümrük
aldılar. Daha da zengin oldular. Yazıyı öğrendiler. Bu çağda
yerli gelenek ve görenekleri temsil eden, Hatti kültürü,
Mezopotamya'dan gelen etkilerle gelişti. Devlet kurma fikri
doğdu. Daha sonra Anadolu'da siyasi birliğin sağlanmasını Hitit
devletinin kültür ve sanatta yakalayacağı zenginliğin temelleri
atıldı.
- Bu çağın en önemli merkezi, Alacahöyük Çorum'a
45 km. uzaklıktadır. 1835 yılında Hamilton tarafından Avrupa
bilim alemine tanıtılmış, 1935 yılında ise, Atatürk'ün
direktifleri ile Türk Tarih Kurumu adına kazılara başlanmış ve
halen kazlar devam etmektedir. M.Ö.4500'lerden itibaren sürekli
iskan edilen Alacahöyük'te 15 kültür tabakası tespit edilmiştir.
Anadolu'nun en iyi tabakalaşma veren bir kazı merkezidir.
- Alacahöyük yeşillikler içinde, konuksever
halkıyla tipik bir Anadolu köyüdür. Ben meslek hayatımda 2 yılda
Alacahöyük kazılarında görev yaptım. Kazı başkanı Mahmut AKOK
bey 80' li yaşına rağmen halen aynı heyecanı duyardı. Onunla
sohbet etmek, bilgi ve tercübelerinden yararlanmak çok güzeli.
- Alacahöyüğü Dünya çapında üne kavuşturan
1935-1937 kazılarında ortaya çıkartılan 13 kral mezarı ve zengin
mezar eşyalarıdır. Höyüğün orta kısmında bulunan birkaç tanesi
ziya retçilerin bilgi edinebileceği biçimde restore edilmiştir.
Dikdörtgen planlı, taş duvarlı bu mezarların üzeri kalaslarla
örtülmüş, kalaslar üzerine kurban edilen boğaların başları
konulmuştur. M.Ö.2300-2000 arasına tarihlenen bu mezarlarda
ölüler, başları dizleri arasında, dizleri karna çekik bir bakıma
ana rahmindeki vaziyetlerinde gömülmüşlerdir. Bu mezarlarda saf
altından kaplar, süs eşyaları, taç ve kemer tokaları, tunç
üzerine altın, gümüş ve elektron kakmalı boğa ve geyik
heykelcikleri, idoller ve hepsinde güneş kursları bulunmuştur.
Güneş kursları, güneşi ve evreni temsil eden sembollerdi. Bu
Hititlerde kraliyet sembolü olarak devam etmiştir. Bir başka
görüşe göre,bu güneş kursları sopalar ucuna takılarak sallanır,
törenlerde tempo ve ritim için kullanılırlardı. Hititler
döneminde de dini fonksiyonu kohar kutlamaları ve dini törenler
bir şenlik bir festival havasında geçerdi. Bunu sfenksli kapının
iki yanındaki kabartmalı ortostadlar üzerinde de görürüz. Sunak,
kurbanlıklar, tanrı kabartmalarından başka fülüt çalan, kılıç
yutan, boşlukta duran merdivene tırmanan ve tekerlek üzerinde
akrobasi yapan insanların resmedilmiş olması sanırım bu
şenliklerden fragmanlardır.
- Benim de katıldığım kazılarda
bol sayıda seramikler, kemik, taş ve metal aletler silindir
mühürler, bir heykelcik ve takı parçaları bulundu. Ama
Alacahöyük kazılar hiç tablet çıkmamasının hala tatminkar bir
cevabı verilmiş değildir.
- Bazı günlerde kazılarda
beklentilerimizi yeşerticek, meraklarımızı giderecek pek bir şey
çıkmaz ve o zamanda şu fıkrayı anlatırdı.
- Türk ve İranlı iki arkeolog
buluşmuş ve başlamışlar atmaya. İranlı:
- "-Ben İran'da bir kazı yaptım
5000 yıl öncesine ait bir tabakada ince uzun bir tel buldum. Bu
bir telefon teliydi ve o zaman bizimkiler telefon
kullanıyorlardı."
- O da bir şey mi demiş Türk ve
anlatmaya başlamış:
- "-Ben Anadolu'da bir kazı
yaptım, kazdım kazdım ve yedi bin yıl öncesine indim bu tabaka
da ne buldum biliyormusun? Hiçbir şey. Çünkü bizimkiler o
tarihte telsiz kullanıyorlarmış.”
- Ya, işte böyle evlat. Derdi
Mahmut hoca. "Bizim meslekte hiçbir şey bulunmamasının bile
manası vardır. O zamanda telsiz kullandıklarını anlarız”
- Alacahöyük kazılarını yapan
Remzi Oğuz ARIK "Coğrafyadan Vatana" adlı eserin yazarı bir
bilim adamı onu çok önceden kaybettik. Dr. Hâmit Zübeyr KOŞAY
kazılardaki başarılarının yanında etnografya bilincini
yerleştirdi ve ülke folklorunu derinliğine araştırdı. Mahmut
AKOK ise, arkeologluğun yanında antik yapıların, cami, medrese,
türbe, külliye, saray vb. Türk-İslâm eserlerinin planlarını
çizdi. Roleve ve temsili resimlerini yaptı ve yayınladı.
Onarılanlar onun planlarından rolevelerinden vücut buldu. Yok
olanlar onun çizgileriyle eserlerinde yaşıyor.
- Bu ekip , Çorum'da Alacahöyük
kazılarından başka, Pazarlı, Kuşsaray, Kalınkaya, Büyük
Güllücek'te de kazılar yaptı. İlimizdeki çalışmalara ömürlerinin
40 - 50 yılını veren ve eserleriyle dünyaya ve bilim alemine
tanıtan bu idealist insanlara hak ettikleri ilgi saygı ve değeri
gösterebildik mi bilinmez. Yalnız, Ahmet ERTEKİN'in çabasıyla
Alacahöyük Müzesi salonlarına isimleri konuldu ve birer plaket
verildi. Hiç değilse bu bile bir teselli..
YIL 1 SAYI 4 25
Ekim1998 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- TARİH SOHBETLERİ
- Kazılarda bulunan bir kolye kazanları da, kazıyı
yönetenleri de, görenleri de hayrete bıraktı. Altın ve değerli
taş ve boncuklardan oluşan bir kolyenin tam ortasında paslı bir
demir parçası yer almıştı. Malum; bugün olduğu gibi tarih
boyunca bu tür takıların ortasında elmaslar, ya kutlar veya
pırlantaların en irisi, en gösterişlisi, en görkemlisi
bulunurdu. Bu üçgenimsi demir parçası da neyin nesi oluyordu.
İlk anda herkesi şaşırtan bu tarihten gelen esrar, çok geçmeden
çözüldü. Eski Tunç Çağına ait bir çanak içerisinde bulunan
kolyenin pırlantası, tabiatta nadir de olsa rastlanabilen
volkanik bir demir idi. M.Ö. 3000-2000 arasında insanlar bu
madenle ilk defa tanışıyorlardı ve ilk defa tanıdıkları ve nadir
olarak buldukları bu demir onlar için altından da, pırlantadan
da daha değerliydi. Bu güzel kolyenin ortasında, kim bilir hangi
prensesin boynunda müstesna yerini alıyor ve nice kıskanç
gözlere hedef alıyordu.
- İşte; dünyadaki en statik
maddelerden birisi olan demirin tarihteki serüveni böyle başlar.
Bugün demirsiz bir sanayii, demirsiz bir endüstri düşünülemez.
Bu önem tarih boyunca da hep böyle devam ede gelmiştir.
Yeryüzünde oldukça çok bulunan demirini önemini kavrayabilmek
için bir an durup, demirsiz bir yaşam nasıl olabilir diye
düşünmek yeterlidir. M.Ö. I. Binden itibaren çağa adını veren bu
dönemi "Demir Çağı" olarak tanımlamaktayız. İnsanların
madenlerle tanışması Taş Devrinden itibaren başlar. Önce
tabiatta bulunan altın ve gümüşü kullanmışlar, yumuşak ve
işlenmesi kolay olduğu için süs eşyası, az da olsa kap-kaçak
yapmışlardır. Sonra bakır keşfedilmiş, M.Ö. 4. Binden itibaren
yaygın biçimde kullanılmış ve çağa adını vermiştir. Bakır
yumuşaklığını gidermek için kalayla karıştırılan insanlar daha
sert bir maden Olan tunç u (Bronz) elde etmişler ve M.Ö.
3000-2000 arasına da "Tunç Çağı" denilmiştir. Bu çağ Hitit
Devletinin yıkılışı olan M.Ö. 1200'lerin sonuna kadar sürmüştür.
- Demirin yaygın olarak
kullanılması M.Ö. I. Bindedir. Hititlerin yıkılmasından sonra bu
topraklarda devlet kuran Frigler zamanında M.Ö. 7. Yüzyılında
yapılan ağız kısımlarında insan ve hayvan figürleri bulunan
demir kazanların çağa damgasını vurmuş ta İtalya'ya (Etrüksler)
kadar ulaşmıştır.
- Bir başka yazımda M.Ö. II. Binde
dünyanın iki süper devletinden birisi Hititler, birisi
Mısırlılar diye bahsetmiştim. Bu iki süper devlet arasında
tarihte ilk yazılı anlaşma yapılan "Kadeş Savaşı" olmuştur.
Daha sonra bu iki devlet arasında sosyal ve kültürel ilişkiler
artmış, Hitit kralları Mısır prensiyle evlenerek akrabalık bile
kurulmuştur. Karşılıklı hediyeler gönderilmiştir. Ama bu
hediyeler içinde Hitit kralının gönderdiği bir kılıç Mısır' da
büyük sükse ve hayranlık uyandırmakla kalmamış, Mısır yazılı
metinlerine de geçmiştir. Bu metinde "Hitilerin gönderdiği
kılıç bizim kılıçları peynir gibi doğradı" diye yazılmaktadır.
Biz Hititlerin son dönemlerinde Anadolu'da az da olsa demirin
işlenmeye başlandığını ve Hitit kralının gönderdiği hediye
kılıcın, demir bir kılıç olduğu ve Mısırlıların bronz
kılıçlarını bu hale getirdiğini anlatmaktadır. Demek ki; o
tarihte demir bir kılıca sahip olmak, günümüzde adrese teslim
Toma-Hawk füzeleriyle eşdeğermiş.
YIL 1 SAYI 7 25 Nisan
1999 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- TURİZM OLGUSU VE ÇORUM
- Aslında; seyahat etmek insanın doğasında vardır.
Yaratan "yürü ya kulum" demiş ve insanoğlu yeryüzünde kendisini
bulduğundan beri, acıkmış karnını doyurmak için, hastalığına
şifa için, yaratanına ibadet için, zengin olmak için, ilim,
irfan öğrenmek, yeni yurtlar keşfetmek için, ilk günden bu güne
gezmiş durmuş. Merakı ve arzusu artmış eksilmemiş.
- Yüzyılımıza gelindiğinde insanın
bireysel veya toplu olarak yaptığı seyahatler TURİZM sektörünü
oluşturmuştur.
- 21.yüzyıla girerken
"Küreselleşen" dünyamızda, bu küreselleşmede en büyük pay Turizm
sektöründe olduğu gibi, yine bu sektör, insanların sosyal ve
kültürel etkileşimlerini hızlandırarak, dünya barışına da büyük
katkı sağlamaktadır.
- Günümüzde ülkeler yıllık mali
portresi 500 milyar doları bulan Turizm sektöründen daha fazla
pay alabilmek için müthiş bir yarış halindedir. Emek yoğun bir
hizmet sektörü olan Turizmde; Turisti çeken ülkelerin doğal ve
kültürel zenginlikleri ve otantik unsurlarıdır. Sektörde başarı
bu kaynakların, tesis, tanıtım, pazarlama ve organizasyondaki
başarıyla paralel yürümektedir.
- Ülkemiz Turizm kaynakları
bakımından Dünyanın en zengini ve kültürel kaynakların
kullanımında da oran bundan pek farklı değildir.
- Dilerseniz bir de objektifi
Çorum'a çevirelim. Tarihi ipek yolu üzerinde bulunan Çorum, M.Ö.
5 bin yılından bugüne kadar sürekli iskan görmüş, yedi bin
yıllık tarihi süreçte pek çok uygarlıklara sahne olmuş ve
günümüze hemen her köşesinde zengin kalıntılarla ulaşmıştır.
- M.Ö. II' de Dünyanın iki süper
devletinden birisi olan Hititlerin Başkenti Çorum'un Boğazkale
İlçesi'ndedir. Daha pek çok kültürel kalıntılarda sinesinde
barındıran Boğazköy (Hatuşa) Hititlere ait tapınaklar, saraylar,
surlar, anıtsal kapılar vb. gibi eserlerin yanında Yazılı Kaya
Açık Hava Mabedi ile dünyada tek örnektir. Bu örneklerin yanında
Eski Tunç Çağı'na ait 13 kral mezarı ve zengin kalıntılarıyla
yine Dünya çapında bir merkezdir. Eskiyapar, Pazarlı, Kuşsa ray,
Kalınkaya, Büyük Güllücek, Ortaköy, Büğet vb. antik araştırma
merkezleri, kaleler, camiler, türbe, çeşme, saat kuleleri ve
sivil mimari eserlerini tek tek sıralamaya sayfalar yetmez.
Buna yaylaları, parkları, mesire yerleri, doğal güzellikleri, el
sanat ürünleri ve folklor zenginliklerini ekleyin ve karşınıza
çıkan potansiyeli siz düşünün.
- İlimizin, bu zenginlikleriyle
Turizmden hak ettiği payı alabilmesi için, tesis tanıtım,
pazarlama ve örgütleme eksikliklerini hızla tamamlaması
gerekmektedir.
- Biraz gayret; tünelin ucu
görünmek üze re, unutmayalım ki bu konuda en büyük referansımız,
tarihi ve geleneksel konukseverliğimizdir.
YIL 1 SAYI 1 25 - Temmuz 1998 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
- V. ULUSLARARASI HİTİTOLOJİ KONGRESİ
- Bu yıl V. Düzenlenen Hititoloji Kongresi'nin
ilki 10. Uluslar Arası Hitit Festivali bünyesinde 19-21 Temmuz
1990 tarihinde Çorum'da yapıldı. Üç yılda bir periyodik olarak
düzenlenen Hititoloji Kongreleri, biri Türkiye'de Çorum’da, biri
yurt dışında yapılmaktadır. Birincisi Çorum’da, ikincisi
İtalya’da, Üçüncüsü Çorum’da, Dördüncüsü Almanya’da, beşin
Hititoloji Kongresi de 02-08 Eylül2002'de Çorum'da
toplanacaktır.
- Eski Anadolu kültürleri içinde önemli bir yeri
olan Hititoloji'nin bilim âleminin de keşfetmesi 100 yıllık bir
süreye uzanır. Buna rağmen Mısır, Asur kaynaklarında ve İncil'de
Hititlerden söz edildiği için dünya daha önce de Hittilerden
haberdardır. Çorum sınırları içinde Boğazköy ve Alacahöyük başta
olmak üzere Anadolu'nun birçok yerinde kazı ve inceleme yapan
bilim adamları çağının süper devleti olan Hititlerin siyasi,
askeri, sosyal ve kültürel yönden tanınmasında, Hitit Dilinin
çözülmesinde büyük mesafe almışlardır. Bu bilim adamlarının
birkaç nesil süren fedakâr çalışmaları sonucu olmuştur. Ama daha
alınması gereken yol, alınandan daha uzun, daha çok sabır ve
meşakkat istemektedir. Sadece Boğazköy'de 25 binin üzerinde
tablet ve tablet parçası bulunmuştur. Ayrıca Şappinova'da,
Maşat'da, Gültepe'de de birçok önemli merkezde Hitit yazılı
belgelerine rastlanmıştır. Bunlardan daha önemli bir bölümü
çözüm beklemektedir. Hitit medeniyetinde geçen 1500 den fazla
yer ve bölge isimlerinin pek çoğu coğrafi yerlerine
oturtulamamıştır. Yine de bu konuda önemli araştırmalar yapılmış
ve yayınlanmıştır.
- Hititler Neşa şehrinin dilini konuşuyorlardı.
Hitit adı coğrafi bir bölgeyi tanımlıyordu. Hitit öncesi
Anadolu'sunda özellikle, eski Tunç Çağına tarihlendirilen ve
Alacahöyük kral mezarlarında bulunan;altın,gümüş,kap
-kacak,güneş kursu,boğa ve geyik heykelcikleriyle tanıdığımız bu
zengin kültürü meydana getiren Anadolu'nun yerli kavmi
Hattiler'den geliyordu. Başlangıçta Kussara ve Neşa'da oturan
Hitit krallarından Anitta Boğazköyü yakıp,yıkmış ve
lanetlemişti. Ancak I.Hattuşili Boğazkaleyi başkent yaptıktan
sonra isimlerini Hatti Ülkesinin Kralı,sahibi manasına gelen
“Hattusili” koydukları da bir vakıadır.
- Hitiler, yerli halk Hattiler, kendilerine
akaraba olan Luviler,Güney Anadolu'da yerleşik Hurriler ve
Pala'lar gibi pek çok etnik yapıdaki toplulukları
egemenliklerine almışlar,kültürel bir potada eritmişler. MÖ.II.
binlerde Anadolu birliğini sağlayan bir devlet,bir imparatorluk
kurmuşlardır.
- Günümüze ulaşan anıtsal mimari yapıları, yazılı
anıt ve arşivleri, sosyal yaşayışları, idari sistemleri, dini
kültürleri, komşuları olan Mısır, Asur,Miken uygarlıkları ile
etkileşimleri araştırmacıların önüne açılan ve çözüm bekleyen
ufuklardır.
- Boğazköy ve Alacahöyük'te temiz su şebekesi,
kanalizasyon sistemleri, saraylardaki WC lerin düşünülmüş ve
uygulanmış olması Hititlerin temizlik ve çevre bilincinin
kendilerinden binlerce yıl sonra bile birçok ülkelerde
görülmemesi düşündürücüdür.
- Hitit Krallığı feodal bir yapıdadır. Ülke içinde
krala bağlı (bağlılığı yazılı, yeminle teyit edilmiş) küçük
krallıklar ve prenslikler vardı. Bu prensler (Osmanlı Tımar
Sistemi gibi) yaya ve arabalı askerleri ile savaşta kralın
ordusuna katılırdı. Kral mühürlü tapu belgeleri bulunmuştur.
Kralın bağışladığı topraklar şahsa bağlı olup, satılamaz ve
miras yoluyla devredilemezdi.
- Anadolu Tarih ve Kültürünü
tanımak Hititleri tanımakla mümkündür.
- Hititoloji kongresi
düzenlenmeden önce; Hititoloji bildirileri münferit olarak diğer
kongrelerde yapılırdı. Sumeroloji, Asuroloji kongreleri, Türk
Tarih Kongreleri, Kazı Sempozyumlarında Hititoloji bildirileri
sunulurdu. Hititoloji Kongreleriyle araştırma sonuçları
gerektiği biçimde gündemdeki yerini alabilmektedir, hem de tam
olması gereken yerde Hitit Başkentinde. Bunu başlatanlara,
sürdürenlere şükran borçluyuz.
- Çorum olarak beşincisini
düzenlediğimiz Hititoloji Kongresinden Çorum'a daha büyük
tanıtım,daha çok katkı sağlamak gerekir. Katılımcı ve izleyici
sayısını artırmak, kongreyi layık olduğu biçimde il, ülke ve
dünya gündemine taşımak gerekir. Bu konuda herkesin kendi
ölçeğinde üstlenmesi gereken görevleri vardır. Unutmayalım
ki;"Akıllılar fırsatları değerlendirir, dahiler fırsatları
kendileri yaratır, aptallar fırsat kaçırır" .
- Başarı dileklerimle emeği geçenleri kutluyorum.
YIL 5
SAYI 42 25 Eylül 2002 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
YUNUS'CA
SEVGİDE BULUŞMAK
- Ağaçlar sevgiyle yaprak açar,
çiçeğe durur iğdeler...
- Sevgidir dikenden güller
açtıran...
- Sevince bir başkadır denizin
tuzu, göğün mavisi, çiçeğin kokusu, bir başkadır gölde balık,
daldaki çiçek, Türkülerdeki ezgi, ibadetteki haz...
- Sevgiyle buluştuğunda bir
başkadır yaşama sevinci.
- Sevgidir atomlar, sistemleri,
galaksileri döndüren güç, zerreden-küreye ne varsa kâinatta
birbirine bağlayan cazibe. Sevgiyle iner yeryüzüne rahmet ve
sevgiyle fışkırır bereket, sevgi varsa, vardır; yüzlerde
tebessüm, gönüllerde huzur ne varsa bilinen iyiye güzele
dair, sevgiyle yaşar, sevgiyle hayat bulur.
- Sevgi anlayıştır, sevgi
mutluluktur, fedakarlıktır, erdemliliktir, kardeşliktir,
dayanışmadır, paylaşmadır, birlik, beraberliktir, uygarlıktır,
yücelme, yükselme, canlıyı-carsızı dostça kucaklamaktır. Sözün
özü: insan olmak, insanca yaşamaktır.
- Sevgiyle, sevgisizlik bir
tahtıravalli gibidir. Birisi yükselince, diğeri alçalır.
- Sevgi fakirleştiğinde ya da
kaybolduğunda yerine kinler, nefretler, düşmanlıklar, zulümler,
haksızlıklar, ihtiraslar hortlar, böyle ortamlarda yaşar
Firavunlar, Nemrutlar, Neronlar... Kanla beslenen vampirler gibi
acıktıkça yer, yedikçe acıkır. İnsanlık tarihi bu yüzden çok
büyük acılar yaşamıştır.
- Ağlayanı güldürmek, açı
doyurmak, açığı giydirmekteki hazzı tadabilmek için sevgiden
başka çare de yöntemde yoktur.
- "Sevelim, sevilelim. Dünya
kimseye kalmaz"
- Diyen Yunus’un sözündeki sırrı
iyi anlamak gerek.
- Sevginin mekânı gönüldür.
Türkçemizdeki gönül kelimesinin yerine kullanılan, başka
dillerdeki kalp-yürek karşılığı kelimeler gönülün anlam ve
içeriğini ifadeden çok uzaktır. Gönül kelimesini mısralarında
çokça ve gerçek anlamıyla Yunus kullanmıştır.
- "Gönül nedir bilene,gönül
veresim gelir”
- ve
- "Gönül Çalab'ın tahtı,Çalap
gönüle baktı
- iki cihan bedbahtı,kim bir gönül
yıkarsa"
- Diye.
- Tanrının tahtının gönül olduğunu
ve Tanrıya en çok gönülle yaklaşılabileceğini ifade ediyor.
Belki bu yüzden gönülde kötülüğe yer yoktur. Orada hep iyilikler
ve güzellikler bulunur. "Taş kalpli" , "kötü kalpli" denir ama,
kötü gönüllü denmez. Oysa "gönül ehli" , "gönül dostu","gönül
almak","gönül vermek" tabirlerini sıkça kullanırız.
- Gönül bir kristale, bir sırça
köşke benzetilir, kırılması çok kolay, ama onarılması
imkansızdır. Onarılsa bile izi kalır. Böylesine hassas olan
gönül yinede karşılaştığı olumsuzlulara karşı sevecendir.
Tepkisi ya "gönül yorgunluğu" olur, ya da "gönül kırgınlığı"
hepsi o kadar. Ama yine Yunus'un dizesiyle ifade edildiği gibi,
gönül yıkmanın cezası iki cihan bedbahtlığıdır ki, bundan
büyük bir ceza da olmasa gerek.
- Var olmaktan amaç gönülleri
fethetmektir. Sevmekte, sevene de, sevileni de fayda vardır.
Sevgi Hak sevgisiyle başlarsa halk sevgisiyle, halk sevgisiyle
başlarsa Hak sevgisiyle bütünlüğe ulaşarak kemale erer.
- Zihinler bazen ikilem içinde
kalır. Haydi kuğuyu sevdik, kargayı nasıl sevelim? Ceylanı,
kuzuyu sevdik, yılanı, çıyanı nasıl sevelim? Diyelim ki iyiyi,
güzeli sevmek kolay. Ya kötüyü, zalimi, gaddarı nasıl sevelim?
Yunus diyor ki yine:
- "Yaratılanı sevdik, Yaratandan
ötürü"
- Demek ki; onları da sevmek için
çok önemli bir sebep var YARATAN ve onunun rızası. Çünkü onların
yaratılmalarında da bizim bilmediğimiz bir "Hikmet-i Hüda"
vardır.
- Gönül bir okyanustur, sevdikçe
genişler ve huzura erer. Kin ve düşmanlık bir demir kafestir,
sevmeyeni de sevilmeyeni de Sıkar, bunaltır, boğar.
- Var sen sevgiye sarıl. Çarede,
çözüm de ondadır.
-
YIL 2 SAYI 15 25
Mart 2000 |
BU
ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR YAZARIMIZ VE BENDEN İZİN ALMADAN
KULLANMAYINIZ corumlu2000@gmail.com |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|