|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
|
Mahmut Selim GÜRSEL TAKDİM
Hayat Hikayesi
YÜZYILIN
FELAKETİNİ YASADIM
ALLAH
KORKUSU
SİZ
HİÇ TURİST OLDUNUZ MU?
GENÇLİK
PROBLEMLERİ VE İDEAL GENÇLİK
EKONOMİK
GİBİ GÖRÜNEN
FESTİVALİN
ARDINDAN AT YARIŞLARI HAKKINDA
BİRLEŞMEŞ
MİLLETLER AMERİKA’YI NE ZAMAN DENETLEYECEK
ÇORUM'DAN
İSMET ÖZEL GEÇTİ !!,
EŞREF-İ
MAHLÛKAT
KOMPLEKS=KİBİR
HİTİTLER
BİZİM NEYİMİZ OLUYOR?
ŞEYTAN
VE SİYASET
HAYIRLI
BİR SEYAHAT
ÇENESİZLER
SERAMİK
AS
KAPLO
ÇOPİKAS
ÇORUM YUMURTA
ENSAR DERSHANESİ
LANGUAGE CENTRE
MURATHAN KOLEJİ
KRİSTAL ŞEKER
ANADOLU ŞEKER
SÜREÇ KİTAP KULÜBÜN VE DERNEĞİ
YENİ
BOYUT |
|
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
TAKDİM
Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve
bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak
görülmelidir.
Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini
veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da
benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.
Bu
çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış
olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı
göreceksiniz.
Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir
kitaptır; onu okumamız gereklidir.
Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar
veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar
veremeyiz.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Zekai İŞLER
-
1956 yılında
Osmancık'ta doğdum. İlk ve orta okulu Merzifon'da,liseyi (İML) Çorum'da
bitirdim. İmam Hatip Neslinin idealizmine sahip bir kimseyim.Yüksek
öğrenimimi İlahiyat alanında yaptım.
-
1980 yılından
itibaren Çorum, Kahramanmaraş,ve Kocaeli'nde çeşitli lise,imam hatip
lisesi,ticaret lisesi ve ilköğretim okullarında öğretmenlik yaptım.
-
Sporla aktif
olarak ilgilendim. Voleybol oynadım. Futbol ve voleybol hakemliği
yaptım. Kros çalıştım. 6000 metre Türkiye Kros Müsabakalarına katıldım.
Güzel sanatlara ilgi duyarım. Eski sanatlarımızdan Hat Sanatı sevdiğim
bir daldır. Tiyatro ile özel olarak uğraştım. Çalıştığım lisede
(Karamürsel Lisesi) ahşap Konak,Ah Şu Gençler ve Aile Bağları isimli üç
önemli eseri sahneye koydum. Yönetmen olarak Ahşap Konak oyunu ile “Jüri
Özel Ödülü” aldım.
-
Sivil toplum
örgütleriyle yakından ilgilendim. Demokrasi kültürünün gelişmesinde;
vakıf,dernek,klüp gibi kuruluşlara önemli görevler düştüğüne olan
inancım beni daime bu kuruluşlarda faal (aktif) olmaya zorladı.
-
Cemiyeti ve
2002'de Halen Ensar Vakfı ile devam ediyor. Bu kurumlarda üye,yönetim
kurulu üyeliği ve başkan olarak ülkemizin gençliğine eğitim yoluyla
,fakir insanlarımıza da maddi olarak hizmet etmeye çalıştım.
-
Bu tür kuruluşları
ve buradaki hizmetleri çok önemsiyorum. Şu an faal olarak öğretmenlik
mesleğine devam ediyorum. Emeklilik dönemine kadar resmi
olarak,emeklilikten sonra da fahri olarak eğitim faaliyetlerine devam
edeceğim. Hedefim iyi,faydalı ve verimli insan yetiştirmektir. İnsana
yatırımın her şeyden önemli olduğuna inanıyorum. Bütün bunlara ilaveten
de Çorumlu 2000 Dergisinde fırsat buldukça yazıyorum. Doğru olduğuna
inandığım düşünceleri insanlarla paylaşmak istiyorum.
-
Dergiye emek veren
bütün dostlara saygılar sunuyorum.
Yayınevimizin basılmış ve
sanal yayınlanmış dergilerinde karikatürleri bulunmaktadır
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
YÜZYILIN FELAKETİNİ YASADIM
-
Her şey;17 Ağustos 1999 Salı gecesi saat 3'ü 2 dakika geçtiği
bir anda aniden başladı. İnsanı derinden etkileyen, korkutan uğultulu
bir ses ve büyük bir sarsıntıyla birlikte derin uykularımızdan
uyandırıldık.
-
Daha sonraları "Yüzyılın Felaketi"
kabul edilen ve 45 saniye süren yer sarsıntısı bir bölgeyi yerle bir
etmişti.
-
7.4 şiddetindeki depremi Kur'an-ı
Kerim'in yedinci sure
-
sinin dördüncü ayetinde şöyle anlatıyor:
-
"Araf Suresi 7 -4. Ayet nice memleketler var ki biz onları
helâk ettik. Azabımız onlara gece leyin yahut gündüz istirahat
ederlerken geldi."
-
Yüce Kitabın söz konusu ettiği "Helâk ettik " ifadesi
şüphesiz ki; "hikmeti" tam bilinemeyecek bir muammadır. Anlam
itibariyle hem geçmişi, hem de geleceği içine almaktadır. Çünkü "Kitab'ın"
mesajı herhangi bir zaman dilimiyle sınırlanamaz. Aksine çağlar üstü
özelliğe sahiptir. Yani; tüm zamanlara yöneliktir. Nuh Kavmi, Semud
Kavmi tarihte nasıl helâk olmuşsa, günümüzde ya da gelecekte herhangi
bir kavim de böyle "helâk" olabilir. Gölcük'te ve diğer beldelerde
depremi yaşayan insanların zihinlerinde artık bir "helâk olma" olgusu
yatmaktadır. Tarihi yazanlar bunu böylece "tarihe geçmek"
durumundadırlar, bundan sonra hiçbir olay ya da kimse " helâk
olduğumuzun" gerçeğini bizim zihnimizden silip atamaz.
-
Bizler; Kur'an-ın haber verdiği bu şiddete gece uyurken
yakalandık. Bir insanın duyabileceği, hissedebileceği en büyük "korku"
ile saniyelerce sallandık. Zamanın izafi olduğunu söyleyen Einstein (Aynştayn)
çok haklıydı. Çünkü 45 saniye, bir asır kadar uzundu.
-
Aman Allah'ım! Ne dehşet şeydi o öyle! Koca bina önce yukarı
zıplıyor, sonra da sağa-sola doğru yatıp kalkıyordu. Dışarıdaki ses
bazen bir patlamaya, bazen kuvvetli bir rüzgârın uğultusuna
benziyordu. Hayır! Kesinlikle bu ses benzeri olmayan korkunç bir
sesti. Semud Kavmini "kuru otlara" döndüren sayha (çığlık) böyle bir
şey miydi acaba?
-
Şüphesiz bu olayın maddi-fiziki boyutu da Gözden uzak
tutulmamalıdır. Fay hattı üzerine eksik malzeme ile yapılan evler,
mimari hatalar, teknik bilgisizlikler ve de daha vahimi; aç
gözlülükler, ihtiraslar... Üç kat izin verilen yerlere kitabına
uydurulup beş kat çıkmalar vb. vb...
-
Sarsılmayla uyanır uyanmaz bir yere
kıpırdamamız veya kaçmamız mümkün olmadı. Şiddetin büyüklüğü hareket
kabiliyetimizi kısıtlamıştı. Fakat korkuyla beraber bilincimiz
yerindeydi. Bu gürültülü sarsıntı olsa olsa "Kıyamet" olabilirdi.
Zaten daha sonraki günlerde hiç kimse bu olaya "deprem" değil de
"sanki kıyamet koptu" diyerek ifade etmeyi tercih etti. Bu kavram
belki de hadisenin büyüklüğüne uygun düşüyordu. Çünkü; bölge
insanlarının hayatları boyunca şahit oldukları en şiddetli, en büyük
olay şüphesiz ki 17 Ağustos 1999 depremiydi.
-
Depremden sonra korkunun üzerimizde oluşturduğu motivasyon
ile o kadar hızlı hareket ettik ki; 45 saniyede bitirdiğimiz üç adet
Kelime-i Şahadetten bile hızlıydık. Sanırım 3-5 dakika içinde hemen
herkes sokakta yerini almış ve süratle evlerini boşaltmıştı.
-
İlk şaşkınlıktan sonra, bağırma, çağırma ve çığlıklar bitince
etrafı derin bir sessizlik ve endişeli bir sükûnet aldı.
-
Ne olmuştu?
-
Bundan sonra ne olacaktı?
-
O anda elimizde kalan belliydi; Korku, endişe, panik, enkaz
ve yokluk!
-
. Sonrasını kestirmek o an için güçtü. Sadece derin bir
teslimiyet içinde:
-
"Görelim Mevlâ neyler..." Diyorduk....
-
Türkiye'miz; genç nüfusu ve hareketli tartışmaları ile canlı-
kanlı (dinamik) bir ülkedir. Hemen istinasız her konuda insanlar
tartışmalar içine girecek birbiriyle zıtlaşırlar.
-
Deprem konusu da böyle oldu. Kimileri olayın bütünüyle dini
yorumunu yaparken, bazıları da fay hattına takılıp kaldılar.
Müteahhitler de işin "sosu" oldu.
-
Hâlbuki kozmik âlemde her olay oldukça
karmaşıktır. Ne gariptir ki; hiç kimse, bu olayın sosyal ya da ilâhi
boyutlu olabilir mi? Diye sormadı. Sormaya kalkanlar da bir şekilde
paylarını aldılar. Peki, bir olaya farklı açılardan bakılması normal
değil mi? Pekâlâ jeologlar fay hattından, inşaat mühendisleri
binaların yapım teknikleri ve hataları yönünden, Belediye yetkilileri
müteahhitler açısından, din âlimleri de Allah'ın "Âlemlerin Rabb'i"
oluşu, yani; yerlerin ve göklerin sahibi ve hâkimi olması sebebiyle
"Allah'ın arzında" meydana gelen her hadisenin O'nun bilgisi dışında
olmayacağı, fikrinden hareket ederek değerlendirebilirler.
-
Her türlü olaya, soğukkanlı bir şekil de ve mümkün olduğu
kadar geniş açıdan bakmak faydalıdır.
-
Biz depremin oluşundan itibaren bu tür değerlendirmeleri
dinleyerek, okuyarak şaşkına düştük. Halen süren bu tartışmaları
hatırlayıp yorumunu sizlere bırakırken ben hatıralarıma dönmek
istiyorum.
-
Depremin oluşundan itibaren 3-5 dakika içinde istinasız
herkes bizim apartman dışarı çıkmıştı. Bir anda yollar, kaldırımlar
insan seline dönüştü.
-
Biz evimizin tam karşısındaki kaldırıma yerleştik. Bizim
evler ile karşı evler arasında genişçe yol ve yeşil bir alan
bulunuyordu. Yaklaşık 25-30 metrelik bir mesafe olduğundan oturduğumuz
yer güvenli sayılırdı. Bütün komşular çok yakın oturuyorduk. Bazı
durumları sonradan düşündüm. Galiba korkunun oluşturduğu bir içgüdüyle
yakın duruyorduk.
-
10-15 metre uzaklıktan ve tam karşıdan evimizi
seyrettiğimizde binanın her tarafı iyice çatladığını, fakat
yıkılmadığını gördük. O anda herkes herhalde aynı şeyi düşünüyordu.
Yıllardır içinde yaşadığımız, acı- tatlı günlerimizin geçtiği,
çocuklarımızı büyüttüğümüz ve dostlarımızı misafir ettiğimiz evimiz
bize o kadar yabancıydı ki; onu acı bir tebessümle seyretmek ten başka
elimizden bir şey gelmiyordu.
-
Kaldırımda üşümemize rağmen, beton üzerinde oturuyor fakat
battaniye, kilim gibi şeyleri almak için evlerimize giremiyorduk. Hadi
benim dairem dördüncü kattaydı, lakin zemin katta oturan komşum bile
evine girmiyordu.
-
Bu duygular hızla zihnimizden geçerken
hemen yanımızdaki apartmandan insan çığlıkları geliyordu. Gerçi hala
ortalık karanlık olduğu için olup biteni iyi seçemiyorduk. Biz
erkekler ani bir merakla çocukları ve kadınları bırakıp, yanımızdaki
apartmana koştuk. O anda yakından gördük ki; 5 katlı ev 4 kat olmuş.
Zemin kat tamamen çökmüş, bina yıkıldı, yıkılacak vaziyette yan
duruyor. Tehlike içindeki binadan büyük bir gayretle insanlar
boşaltıldı. Onlarda evlerin karşısında kaldırıma toplandılar.
-
Bu arada herkes çöken iki dairede insan olup olmadığını
soruyordu. Ev sahibi bir dairenin boş olduğunu, kiracılarının tatile
gittiğini, fakat karşı dairede 5 kişilik bir ailenin evde olduğunu
söyledi. (Şeref hoca)
-
Heyecan, telaş ve karanlık, biraz da (aslında çokça) komşuluk
ilişkilerinin zayıflığı sebebiyle içeride insanların bulunduğunu
anlamamız gecikmişti. Hemen evin etrafına dolaştık. İçeriden sesler
geliyordu.
-
-İmdat!... Kurtarın bizi!... Lakin kimsenin bir şey
yapması mümkün değildi. Elimizde ne balyoz, ne de demir kesici vardı.
Hatta bir çakı bıçağımız bile yoktu. Evlere de giremiyorduk. Doğrusu
çok zavallı bir haldeydik. Çaresizlikten da ha kötü bir duygu yoktur
her halde. O an öyle düşünüyordum.
-
Yardım için gerekli araç- gereç temin edilmediği için sokak
sakinlerinin telaşı, oraya- buraya koşuşmalara devam ederken, başka
semtten de gelenler oluyordu. Bunların içinden elinde küçük bir
balyozla gelen Yusuf isimli genç hepimizi harekete geçirdi:
-
- Açılın, toprakları kazın, betonları atın, biriniz
hastaneye haber versin, kurtarıcı çağırın! Filan diyordu. Bu arada
duvarı kırmaya başlamıştı. Herhalde bir saat falan uğraştı, ama bir
arpa boyu yol alınamadı. Yaklaşık olarak olaydan iki saat sonra bir
kurtarıcı geldi. Bahçeyi kazarak bodrumdan girmeyi denedik olmadı.
Sonra yan duvar kırıldı ve açılan delikten bir insanın zor
sığabileceği bu delikten evin 16 yaşındaki erkek çocuğu çıkarıldı.
Çocuk kan-ter içinde, toz toprağa bulaşmış haliyle elleri ve yüzü
mosmor kesilmişti. Delikanlının enkazdan çıkması hepimizi o kadar
mutlu etmişti ki, o sevinci anlatmam imkânsız. Bir anda herkes
coşkulu bir alkış tufanı oluştu. Herkes sevincini alkışlarla dışa
vurmuştu, orada müthiş; coşkulu bir gürültü vardı. Çocuk anne, baba ve
kardeşlerini soruyordu. Onlarında kurtulduğu söylenerek bir arabayla
alelacele hastaneye gönderildi. Sonra diğerlerini bulmaya yöneldik.
Geride 4 kişi kalmıştı. Fakat ne yazık ki; evdeki diğer insanlara
ulaşılamadı. Teknik imkânsızlıklar ile bu konudaki bilgisizliğimiz
sebebiyle bir öğretmen hanımı ve 13 ile 19 yaşındaki iki kızı
gözümüzün önünde, bağıra, bağıra ölüp gittiler.
-
İlk moral bozucu olay buydu. Çalışmalar 3 saat sürmüştü, bir
özel kurtarıcı ile çevredeki halkın gayreti dışında hiçbir resmi
yardım almamıştık. Etraf derin bir sessizlik kapladı. Herkes bulunduğu
yere yığılmış kalmıştı. Sessizlik bir hayli sürdü... Bundan sonra
yaşayacağımız yüzlerce "sükûtu hayalden" sadece biriydi bu
sessizlik.
-
PETKİM YANIYOR
-
Çaresizliğin kahredici ıstırabını ilk dört saatte
iliklerimize kadar hissettik. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber
umutsuzluk daha da arttı.
-
Her gün yapmaya alıştığımız sıradan, rutin şeyler bizim için
lüks olmaya başlamıştı. Mesela; bakkaldan ekmek, süt, gazete gibi
şeyleri bulamaz olmuştuk. Ayrıca elektrikler kesilmiş, su boruları
patlamış, umumi tuvaletler 2 -3 saat içinde dolarak pislik ve kokudan
içine girilemez hale gelmişti.
-
Çevrede olup biteni anlamak için hem şehrim Öğretmen Muammer
Aksoy ile yaklaşık iki saat süren bir şehir turu yaptık.
-
Bizim evden ayrılıp, 400 metre
ilerideki çok katlı ve çok daireli bir apartmanın tamamen çöktüğünü,
adeta, yerle bir olduğunu görünce işin vahametini anlamaya başladım.
-
Yıkıntıya bakarken aklıma deprem konusundaki bilgilerimizin
yanlışlığı geldi. Ben; binaların temellerinden oynayarak yan
yatacağını düşünüyordum, hâlbuki öyle olmadı. Çoğunlukla binalar
birinci katlardaki kolonların kırılmasıyla yıkıldı.
-
Altında geniş iş yeri ve asmakatlı dükkânı bulunan binalar
ise depremde yıkılma önceliği olan binalar olarak gözlemledim. Yan
yatan binalar olmakla birlikte, genelde binaların ağırlık merkezine
doğru, aynı istikamette çöktüğüne şahit oldum. Bütün duvarları
dağılan, kolonları kırılan bina adeta " tost" gibi olu yordu yani
altında ve üstünde kırılmamış bütün tabliyeler, ortasında ise kapılar,
pencereler, duvarlar, eşyalar ve insanlar neler varsa.
-
Böyle yıkılan binalardaki en şanslı kişileri şüphesiz ki en
üstte oturanlar oluyordu.
-
Benim gördüğüm ve hikâyesini ikinci bölümde anlattığım ilk
enkaz evime 10 metre mesafedeki komşumun eviydi. Lakin 400 metre
aşağıdaki bu gördüğüm enkaz korkunçtu. Koca bina hiçbir sağlam yeri
kalmamacasına toz toprak yığını olmuştu. Enkaz üzerinde iki askeri
araçla gelmiş yaklaşık 60 kadar "asker " vardı. Ellerinde kazma, kürek
ha bire çalışıyorlardı. Bina çevresinde ise, enkaz altında kalanların
yakınları büyük bir acıyla ah-ü fi-gan ediyorlardı ki; yürek dayanası
değil.
-
Hemen içimizden yardım isteği belirmesine rağmen; "ne
yapabiliriz" sorusu kursağımızda kaldı. Çünkü enkazın çevresini tutmuş
olan askerler kimseyi içeri salmıyordu. Bu durum tamamen diğer
arkadaşlarının rahat çalışabilmesi içindi. Bir müddet seyrettik. Toz
toprak ve acılarımız birbirine karışıyordu. Tanıdıklarımızı teselli
ediyor "İnşallah kurtulurlar" diye duada bulunuyorduk.
-
Bir arkadaşım hıçkırıklarla ağlayarak bacanağı olan Öğretmen
Faruk Beyin, kendisi, eşi ve üç kızı ile birlikte enkaz altında
kaldığını söylüyordu. Bir başkası; anneannesinin evde olduğunu, bir
diğeri ise; bir hafta sonra gelin olacak kız kardeşinin bulunduğunu,
umutsuzca anlatıyordu.
-
Hikâyeler böyle uzayıp giderken elden gelen bir şeyin
olmaması hepimizi toptan kahrediyordu. Bir şey dikkatimi çekti o
an,"U-MUT". İhsanda hiç yok olmuyordu. "Umut", acının ve felaketin
büyüklüğüyle eş değer sanki. Enkaz ne kadar kötüyse, o kadar da
insanlara ulaşacağınızı hayal ediyorsunuz. Bu durumdayken umutsuzluk
değil, elimizde bir aletin bulunmaması sizi kahrediyor. Yeterli
alet-edevat bulunsa sanki bütün insanları bir bir toplayacaksınız
enkaz altından.
-
Ama olmuyor işte... Kahrolası çaresizlikten başka elinizden
bir şey gelmiyor.
-
O anı tekrar yaşarken, depremden etkilenerek görüp
duyduklarını "yaşam kavgası" başlıklı bir şiirle dile getiren
öğrencim; Gamze Kuru'nun mısraları aklıma geliyor:
-
"Evsiz, barksız olanların,
-
Anasız, babasız kalanların,
-
Yaşam kavgası verenlerin,
-
Sorarım hali ne olacak ?"
-
Evet: "ne olacak bu insanlar?" 17 Ağustos üzerinden neredeyse
8 ay geçmesine rağmen soru güncelliğini koruyor.
-
Bir başka öğrencim Bahar Sapancı'nın bana ulaştırdığı anlamlı
şiiri ise başka bir sorunu gündeme getiriyor:
-
"Sabah kalktım ki;
-
İnsanların bazıları evlerin altında,
-
Acı içinde bağırıyor, dışarıdakiler,
-
Nasıl dayanır insanın içi buna,
-
Nerede Kızılay, nerede söyleyin bana?”
-
Bu düşünceler içinde, yapacağımız bir şey olmadığı için
yolumuza devam ettik. Sanki her durak, her istasyon katar katar acı ve
ıstırap dolu idi. Üzüntümüz daha da arttı. Bu arada denize varmıştık.
Her zaman gezip, temiz hava aldığımız, bize yaşamanın zevkini tattıran
parklar, çay bahçeleri ve yaya yolları bulunan güzel sahilimiz perişan
haldeydi. Yerler çatlamış, kaldırımlar bozulmuş, daha önce denizden
çalınan dolgu alanların hemen tamamı tekrar denize karışmıştı.
Büyükler: "Deniz verdiğini geri aldı" diyorlardı.
-
O güzelim parklar, çay bahçeleri ve bayramlarda kullanılan
geniş tören alanı, bir kısmı denize karışmış halde tamamen
bozulmuştu. Hatta at üzerindeki kocaman ATATÜRK HEYKELİ bile,
kaidesiyle birlikte yarı yatmış şekilde denizin içindeydi.
-
Biraz daha ilerleyip buruna geldiğimizde daha korkunç bir
manzarayla karşılaştık. İzmit-Derince arasında bulunan PETKİM
tesisleri alev, alev yanıyordu. Sabahtan itibaren havada bir
bulanıklık görüyorduk, fakat Petkim'in yanacağı aklımıza gelmemişti.
Bu arada olup-biteni, herhangi bir iletişim aracından istifade
edemediğimiz için ancak gözümüzle görünce anlayabiliyorduk.
-
Oldukça uzak olmasına rağmen, Cehennem gibi alevler insanı
ürkütüyordu. Hele çıkan dumanlar güneşin parlaklığına bile engel
oluyordu.
-
Sahilden tekrar ilçe merkezine doğru yürümeye başladık.
Tanıdığımız dost ve arkadaşların evlerine bakıyorduk. Evler sağlam
bazıları yıkık olabiliyor, fakat ortada kimseyi göremiyorduk. Herkes
telaşla açık alanlara gittiği için biz harabeler arasında kâbus
yaşı-yorduk.
-
Bu arada rastladığımız AKSA'da işçi olarak çalışan eski bir
komşumuz; DİNÇKÖK'LERİN Elyaf ve Kimya Fabrikaları olan AKSA ve AK-KİM'de
gaz tanklarının yerinden oynadığını ve tanklardan sızan gazların
Altınova-Karamürsel istikametinde yayıldığını, bazı köylerinde
boşaltıldığını söylemez mi?
-
Bir tarafta Cehennem ateşi, öte tarafta zehirli gaz ve her
tarafta enkaz...
-
Gel de ölme!
-
Yine Gamze’yi hatırladım: "Ne olacak bu insanların hali? "
diye düşündüm.
-
PETKİM'deki petrol tanklarından birinin
alev alev yanışını Karamürsel sahillerinden seyrettikten sonra elemli
gözlerle evin yolunu tuttuk. Etrafı kuşatan sisli-puslu hava içimizi
karatmaya devam ediyordu. Evden ayrılalı yaklaşık olarak iki saat
geçmişti. Doğrusu gece üçten beri ayaktaydık ve karnımızda iyice
acıkmıştı.
-
Yol arkadaşım M. Aksoy ile sahildeki
lokantaların birine oturup pide yedikten sonra yola koyulduk.
-
Yolun üzerindeki her yıkıntının yanında durup; "olmaz böyle
şey..." diyerek aklımızın almadığı bu azim kuvvet karşısında;
"Allah-Allah..." Diyerek hayretimizi ifade edip, o muhteşem gücün
asıl sahibini hatırlıyorduk.
-
Bizim o zamanki halimizi gözleyen birisi kelimenin tam
anlamıyla "ruhsal bir çöküntü" içinde olduğumuz hükmüne varabilirdi.
Yani; bir nevi canlı enkaz gibiydik.
-
Yıllardır üzerinden gelip geçtiğimiz beton yollar,
kaldırımlar adeta mukavva bir kutu gibi bükülmüş, kırılmış haliyle
moralimizi bozu yordu. Uzayıp giden çatlaklar bizi de bir yere alıp
götürüyordu. Önümüzdeki çatlakların enerjinin boşaldığı "Fay Hatları"
olduğunu düşünüyorduk.
-
Yoldan giderken tanıdığımız herkese: "geçmiş olsun, bir
zararınız var mı?" diye soruyorduk. 17 Ağustosu takip eden 2-3 ay
içinde bu cümleyi kaç kez tekrarladığımızı Allah bilir. Bazen de
cümlenin sonuna "ölen- yiten var mı?" diye ekliyorduk.
-
Baştan beri bu olaylarda beni kahreden çaresizlikler
olmuştur. Yine öyle oldu. Yolumuz üzerindeki yıkıntıların etrafında
umutsuzca çabalayan insanları gördükçe "Ah ulan ah!!!" demekten başka
bir şey gelmiyordu elimizden ve ben kahroluyordum bu yoksunluk tan
dolayı. Aslında böyle eli kolu bağlı olmak, bir şey yapamamakla benim
yapıma, karakterime aykırı bir durumdu. Mutlaka bir şeyler
yapmalıydım, işe yaramam gerekiyordu. Aksi halde vicdan azabı
çekebilirim diye düşünürken, ilçe merkezine kadar geldiğimizi fark
ettim. Burada yol arkadaşım M. Aksoy'dan ayrılıp bizim mahalleye giden
bir başka arkadaşın arabasıyla eve döndüm. Daha doğrusu kaldırım-
kondumuza döndüm.
-
Geldiğimde bizim hanım ile yandaki komşu hanımlar ve küçük
çocuklar donmuş gibi oturuyorlardı. Yanımda getirdiğim pideleri onlara
verdiğim halde korku ve üzüntüden ne hanım, ne de diğerleri bir lokma
bile yemediler. Bir köşe bulup ben de oturdum. Kimsenin ağzını bıçak
açmıyordu. Kızgın güneşin altında öylece garip garip otururken, benim
çok değer verdiğim İHL Müdürü Mustafa Şahin Hoca ile oğlu Metin
geldiler. Onların gelişi biraz canlanmamıza vesile oldu. Selamlaşma
faslından sonra, yıkılan evin çevresinde tur atıp, depremin
şiddetinden, tahribattan filan konuştuk.
-
Aslında; olayın boyutları hakkında fazla detaylı bilgimiz
yoktu. Çünkü iletişim tam anlamıyla kesilmişti. Televizyon
seyredemiyor, evde kalan radyolarımıza ulaşamıyorduk, telefonlar
zaten kesilmişti, cep telefonları bile işe yaramıyordu.
-
Yeterli bilgi olmadığı için her zaman olduğu gibi fısıltı
gazetesi devredeydi. Herkes birbirine; Değirmendere batmış, Gölcük
yerle bir olmuş, Adapazarı haritadan silinmiş filan deyip duruyordu.
-
Merak içimizi kemiriyordu. O anda karar verdim. Dördüncü
kattaki evime çıkıp radyo, battaniye ve saatimi alıp gelecektim. Bir
cesaret işiydi. Kararımı açıkladığımda bizim hanım ve oradakiler
şiddetle itiraz ettiler. Onlar konuşurken ben ani bir kararla, hızla
koşup merdivenleri tırmanmaya başladım. Planladığım eşyaları aldım.
Evin içi harp meydanı gibiydi. Dolaplar devrilmiş, ne kadar cam,
porselen eşya varsa hemen hemen hepsi kırılmıştı.
-
Merdivenlerden o kadar hızlı indim ki; sanıyorum dünya rekoru
kırmışımdır. Bu eve çıkıp-inme olayı küçük bir kesit. Hem de
unutulmayacak cinsten bir kesit. Aslında basit gibi görünüyor ama tam
bir imtihan. Durduğunuz yer; insan ve korku olgusunun kesiştiği bir
nokta. O anda bir insan olarak ne kadar zayıf ve korumasız olduğunuzu
hissediyorsunuz. Diğer taraftan,"merak" saikiyle harekete
geçiyorsunuz. Karşınızda ise, aşılması zor bir "korku" duvarı
bulunuyor. Duvarı aştınız mı, kahramansınız.
-
Ben bir kahraman değilim, fakat korkakta sayılmam. İşte o
temelleri oynamış, yıkılacağını sandığımız eve girip-çıktım.
Merdivenlerden inip, apartman kapısından çıktığımda uzaktan yeşil Tipo
marka bir araba bana yaklaştı. Arabanın içinde bir rehber ile biri
kadın, diğeri erkek iki Hollandalı gazeteci vardı. Benimle konuşmak
istediler.
-
Rehber Aracılığıyla daha önce deprem yaşayıp-yaşamadığımı,
neler hissettiğimi ve yardım alıp-alamadığımız gibi şeyler sordular.
-
Daha önce küçük şiddetle iki depremi Çorum ve İzmir'de
yaşadığımı, hissettiklerimi ise anlatmamın mümkün olmayacağını,
sadece "Aman Allah'ım! Dehşet bir şeydi..." diyerek ifade ettim.
Yardım konusuna gelince; en ufak bir yardım gelmemişti. Hatta hiçbir
resmi yetkili ile karşılaşmamıştık. Sahi nerede bizim Devlet
yetkililerimiz diye, bir Devletimizin olduğu o anda aklıma geldi. Yere
yığılmış bir sürü insana, bir "geçmiş olsun" bile denmemişti.
Televizyonda söylemişseler de biz duymamıştık. Tabi ki; ben bunları
Hollandalı gazeteci dostlarımıza söylemedim. Ne yani, koca Memleketi
küçücük bir Hollanda karşısında rezil mi edecektim?
-
İçimden "kol kırılır, yen içinde ..."," biz bunu hallederiz"
deyip: "Geldiler efendim, sordular, yardım aldık" falan diyerek
konuşmayı bitirdim.
-
DEPREMİN İLK GECESİ
-
Depremin ilk gecesi şüphesiz en zor ve uzun geceydi. Mevsim
yaz olmasına rağmen geceleri üşütecek kadar serindi. Hatta sabaha
doğru çiğ düştüğü için yerdeki otlar ve ağaçların yaprakları ıslaktı.
-
Bizler ise; yine bütün komşularla beraber geniş bir bahçenin
bir köşesine yığılmıştık. Herkes birbirine yakın duruyordu. Bu durumu
daha önce ifade etmiştim. Deprem olduktan hemen sonra kaldırımlarda
insanlar adeta birbirlerine sokulmuşlardı. Ben bu davranışı "KORKU"
motivasyonu olarak düşünüyorum. Korkuyorduk ve birbirimize
yaklaşıyorduk, ya da içimizdeki korkuları böyle bastırıyorduk.
-
Gece olunca zeytin ağaçlarının altına uzanıp yattık. Herkes
kendine taşı toprağı düzelterek bir yer yaptı. Bulabilen altına,
üstüne battaniye, çarşaf gibi şeyler aldı. Bulamayanlar da özellikle
erkekler ateş yakıp etrafında sigara içmeyi tercih ettiler. Öyle ya;
ertesi gün resmi ya da gayri resmi hiçbir işimiz yoktu. Biz
"battaniye" sahibi olan şanslı kişilerdendik. Bu şansı kendi
kahramanlığıma (!) yani evimize girme cesareti göstermiş olmama
borçluyduk.
-
Gece geç saatlere kadar konuşmaktan yorulduğumuz halde yine
de gözümüze uyku girmiyordu. Sonra; yavaş yavaş sustuk. Artık kimse
konuşmuyordu. Buna rağmen uyuyan da yoktu, çocuklardan başka.
Yıldızları ve gökyüzünü seyrederken, belki de kendi kendimizle baş
başa kalıp "nefis muhasebesi" yapıyorduk. Öyle ya; dün akşam ölmüş
olabilirdik. Bu dünyadan borçlu gitmek, üzgün ve küskün ayrılmak da
mümkündü. İnsanoğlu garip bir varlık. İyisi var, kötüsü var.
İnsanlardan şöyle veya böyle incinmiş ya da bazılarını incitmiş
olabilirdik. Bu sebeple helallik dilemeden çekip gitmek zordu doğrusu.
Ama olmadı. İşte bize bir süre daha "mühlet verildi.”
-
Bunları düşünürken; üzerimize yıkılacak bir çatı olmadığı
için rahattık. Yer üzü için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. 1-2
saatte bir hissedilen artçı depremler, özellikle kadınlara korku dolu
"Kelime-i Şahadetler" ve "Kelime-i Tevhitler" okutturuyordu.
-
Ben bu deprem olayından sonra iki çeşit adama rastlamadım:
Birincisi: "Hiç kahraman görmedim. Yani ben korkmadım; bu da ne ki,
olur böyle şeyler, doğa kanunudur." Filan diye konuşan kimse hiç
olmadı. Meydan okumak şöyle dursun; tam bir teslimiyet vardı.
İkincisi: Allahsız adam görmedim. Herkes tam anlamıyla iman sahibi
idi. Daha önceden tanıdığım "Din konusunda soğuk tavırlı kimseler
bile, sık sık Allah'tan, Peygamberden bahsediyordu.
-
Yani insanoğlunun acizliğine bütün
çıplaklığıyla şahit oldum.
-
Belki de; 17 Ağustos olayına "felaket"
değil de "kıyamet" deyişimiz bundandır.
-
Artçı depremler devam ediyordu. Bizim hissettiklerimizin
dışında radyodan öğrendiğimize göre; 300 civarında sarsıntı olmuş, her
sarsıntıdan sonra uzman (!) Arkadaşlarımız sarsıntının şiddetini
tespit ediyordu. Yok! 3 şiddetinde; hayır en az 4,5 vardır diye
tartışmalar sürüp gidiyordu.
-
Böylece zor şartlar altında, korku ve soğuk içinde sabah
ettik. Meğer evlerimiz ve yataklarımız ne büyük nimetmiş de biz
farkın da değilmişiz. Güneş doğmadan önce öğretmen arkadaşım Senai Bey
ateş yakmıştı biraz ısındık. Güneş doğduktan sonra çoluk, çocuk
kalktılar ve mütevazı yiyeceklerle kahvaltılar yapıldı. Ben; sadece
çay içiyordum ki, komşulardan birisi benim arandığımı söyledi. Bunu
söyleyenler bahçenin öteki ucunda kümelenmiş bir gruptandı. Koşarak
gittim. Birisi beni sorduğunu ve aşağıya doğru gittiğin söyledi.
-
Hanıma haber verip, tepedeki bahçeden
hızla evimizin istikametine koşmaya başladım. Bu da ayrı bir heyecan;
felaketin oluşundan itibaren yerli komşularımızın akrabaları arayıp,
sordukça bizim gibi yabancılar bir garip oluyorduk. İşte sonunda bizi
de arayan, soran olmuştu. Bu bizi heyecanlandırdı.
-
Gelenler; Babam, Kayınpederim, Kız
kardeşim, eniştem ve Kayınbiraderimdi. Onların gelmesiyle bizde bir
canlanma oldu. O cesaretle tekrar eve çıkıp yiyecekler, çay
malzemeleri falan aldım. Kaldırım üzerinde sanki piknikteymiş gibi
güzel bir kahvaltı yaptık ve hatta misafirlerimize evin önünde ki
incir ağacından taze incir kopararak ikram ettim. Bundan sonra;
misafirlerimizin maceralarını dinledik. İstanbul yolu kapalı olduğu
için, Düzce'den sonra Karadeniz istikametine yönelmişler, ta sahile
ulaştıktan sonra eski ve bakımsız bir yoldan Kocaeli'nin Kandıra
İlçesine, oradan da İzmit üzerinden Gölcük ve Karamürsel'e gelmişler.
Adım adım ilerleyen bir trafik, uykusuz geçen bir geceden sonra
sanırım; bizi sağgörünce yorgunluklarını unuttular. Sonra erkek
milletiyle etrafı gezdik. Gör-dükleri karşısında donup kaldılar.
-
Eğer bu köşenin okuyucuları varsa;
bugün (bu sayıda) biraz onlarla konuşmak ve kendilerine maruzatımı arz
etmek istiyorum.
-
ÇORUMLU 2000 Dergisinin elinizdeki bu sayısı ile "Deprem
Anılarının" 6. yayınlanmış olacak. Zaman ne kadar hızlı geçiyor. Bir
bakıyorsunuz beş sayıyı geride bırakmışsınız. Pekâlâ, biz bu beş
sayıda ne yaptık, neler anlattık. Doğrusu bizzat yaşadığım, içinde
bulunduğum bir olayı kaleme almak, sözcüklerle ifade etmek o kadar
kolay olmadı. Bunun benim "iyi bir yazar" olmamam dışında bazı
sebepleri daha var.
-
Önce bu yazı serisine başlama
düşüncemden söz edelim. 99 yılının Kasım ayı başlarındaydı. Çorum'a
yeni dönmüştüm. O günlerde Gazi Caddesinden aşağı doğru yürürken Saat
Kulesi civarında; elinde dergi dolu siyah çantası, yılların izleri
üzerinde çokça belli olan gür, beyaz sakalı ile Çorum'un (şehir
sınırları içindeki) Evliya Çelebisi Mahmut Selim Beyle karşılaştım.
Kitapseverliğimiz dolayısıyla eskiden bir tanışıklığımız vardı. Selam
ve kucaklaşmadan sonra oralarda bir yerde oturup, çayla karışık sohbet
ettik. O gün için "deprem" sıcak bir konu olduğundan ve 17 Ağustosun
izleri üzerimde taptaze dururken, haliyle sohbetin konusu da bu oldu.
Ben acıklı ve heyecanlı bir ses tonuyla ha bire "depremi" anlatıp
duruyordum. Beni sabırla dinleyen Mahmut Bey kısaca konuşup "bunları
bizim dergide yaz..." dedi. Bir müddet tereddütten sonra "olabilir"
dedim.
-
Yaklaşık bir ay sonra benim anıların I. Bölümü dergide
yayınlanmıştı ki; Çorum Hakimiyet Gazetesinde bir haber gözüme ilişti.
Çorum İlahiyat Fakültesinden Yrd. Doç. Dr. Naci Kula Beyin "Deprem"
konulu bir konferansı duyuruluyordu. Merak ettim. Acaba Naci Bey
depremi içinden yaşamış bir kimse miydi? Yoksa deprem bölgesinde
yaptığı bir araştırmayı mı aktaracaktı?
-
Konferans öncesi kendisiyle görüştüm. Naci Bey bir araştırma
yapmış ve gözlemlerini ilmi kriterlerle yorumlayarak bir sonuca
ulaşmıştı. Yaklaşık bir saate yakın sohbetimiz sonunda, birçok konuda
ortak mutabakata vardığımızı gördüm. Sağduyu sahibi, düşünen ve hayata
sağlam yerden bakan insanlar için" aklın yolu birdi..."
-
Din psikolojisi alanında da doktora sahibi olan hoca, bizzat
deprem bölgesini bütünüyle gezerek Yalova, Gölcük, Sakarya ekseninde
120 kişiyle bire bir sohbette bulunmuş, yüzlerce kişiyle de çeşitli
vesilelerle gözleme dayanan ilişkileri olmuştu.
-
Naci Beyle görüşmemizden sonra kendisine; Hocam "depremi siz
yazmalısınız" dedim. O da "hayır" dedi. "Sizlerin yani, depremi bizzat
yaşayanların anlattıkları ya da yazdıklarından hareketle bizler bir
sonuca varıyoruz. Asıl materyal sizlersiniz. Mutlaka yazın, bu tür
olaylarda yazılı belgelerin olması çok önemli" diyerek beni teşvik
etti.
-
Böylece bu yazı serisi başladı ve devam ediyor.
-
Gelelim benim cepheme:
-
Öncelikle; sözlü anlatımdaki heyecanı yazılı anlatımda
bulamıyorum. Yani; yazı ile ifa de zor şey, ya da ben beceremiyorum.
Sonrası benim için psikolojik bir yönü oluyor, her sayıda yazmak için
uğraştığım bir iki gün kâbuslar yaşıyorum. Olayı yeni baştan kare kare
tekrar hatırlamak insanı mahvediyor. Buna rağmen şu ana kadar yazılan
beş bölümde, depremin 24 saatini anlatmaya muvaffak oldum. Bence en
önemli zaman dilimi kesinlikle 24 saatti. Ondan sonrakiler birbirinin
aynısı, rutin şeyler olarak sürüp gidiyor.
-
Ayrıca; ben bu zamana kadar yazılan bölümlerde pek fazla
yoruma girmedim. Sadece gördüğüm, şahit olduğum, duyduğum olayları
yansıttım. Bu hususta yorum okuyucunundur.
-
İzniniz olursa; anıları burada keseceğim. Ancak benim deprem
sonrası Gölcük'te Sivil Toplum örgütleriyle yardım çalışmalarım oldu.
15 yıl ekmeğini yediğim bir bölgenin insanlarına vefa borcumu ödemek,
vicdanen rahatlatmak için bir de, bak "deprem oldu, zoru görünce kaçtı
gitti " dedirttirmemek için iki aya yakın toz toprak içinde hizmet
ettim. Bir iki sayıda onlardan bahsederek, bu bahsi burada bir daha
Cenab-ı Rabb’ül Alemi'nin bu Millete böyle acılar göstermesin
dileğiyle kapatıyorum. Görelim Mevlâ'm neyler...
-
-
GÖLCÜK DEPREMİNDE YIKILAN EVLERE İNAT, DİMDİK AYAKTA DURAN BİR
ŞAHSİYET: METİN TAVUKÇUOĞLU
-
O harp meydanına otağını kurmuş soylu bir komutan gibiydi.
Lakin bildiğimiz komutanlardan oldukça farklı bir görünüme sahipti. Ne
mağrur bir duruşu, ne de söz ve davranışlarıyla etrafındakilere hâkim
olma arzusu vardı. Tam tersine hafif, pürüzsüz tonlu sesi ile daima
ciddi bir tavır içindeydi. Sürekli meşguldü, bir şeyler yapılmasını
istiyordu, fakat buyurgan değildi.
-
Metin Abi Marmara Depreminde felaketin odak noktası olan
Gölcük'e çadırını kurmuştu. Kendi çadırının oraya kurulmasına vesile
olan “Hakyol Vakıf”nın Kadıköy temsilcisiydi. Ayrıca kişilik olarak
Hakyol kelimesinden ilham almış Hak Yolunun bir eriydi. Ama o bir
komutandı yani orada yapılması gereken her şeyden sorumlu bir
insandı.
-
En büyük silahı tevazu olan bu değerli şahsiyeti ben 17
Ağustos felaketinin ikinci haftasında tanıdım.
-
Biz beş kişilik bir arkadaş grubuyla Gölcük sahilinde
kurulmuş sivil yardım ekiplerini dolaşıyorduk. Amacımız uygun bir
ekiple yardım çalışmalarına katılmaktı. Kavaklı Sahilinden Gölcük
Belediyesi Kongre Sarayına kadar ulaştığımızda istediğimizi pek
bulamamıştık. Fakat Kongre Sarayının yanında kurulmuş olan Hakyol
Vakıf yardım çadırı ilgimizi çekti. Hemen gidip konuştuk. Konuştuğumuz
kişiler isimlerini sonradan öğrendiğimiz Metin Bey ile Salih Beydi.
Kendilerine Gölcük ve çevresini iyi tanıdığımızı ve yardımcı olmak
istediğimizi belirttik. Metin Bey İstanbul, Salih Bey de Bursa'dan
geldikleri için, bu isteğimizi memnuniyetle kabul ettiler.
-
Öylece çalışmaya başladık. Hemen arkadaşlarla Gölcük haritası
üzerinde beş bölge çizip, kendi bölgemize giren mahallelerde ihtiyaç
tespitine başladık. Bize verilen araçlarla önce tespit yapıyor, sonra
ihtiyaçları insanlara ulaştırıyorduk.
-
O günlerde çadır kentlerin ihtiyaçları daha kolay temin
ediliyordu. Herkes çadırda ve toplu olarak bir bölgede olduğu için
yardımlar o noktaya yöneliyordu.
-
Biz evleri yıkılmayan ya da az hasarlı olduğu için evlerine
yakın durmak isteyen insanlara ulaşmak istiyorduk. Su, sabun, ekmek,
peynir, zeytin, çocuk bezi, süt vb.. Ne ihtiyaç varsa tespit edip onu
merkezimize bildiriyorduk. İsim isim bilgisayara kaydedip poşetlere
doldurduğumuz malzemeleri vatandaşlarımıza götürüyorduk. Bu iş o kadar
yoğun olu yordu ki, toz toprak içinde terliyor, yoruluyor fakat çok
mutlu oluyorduk. Herkes bize "Allah Razı olsun" duasında bulunuyor,
yakamızdaki “Görevli” yazısını okuyup sürekli teşekkür ediyorlardı.
-
Metin Bey, arkadaşlarıyla birlikte depremin ikinci günü yani
18 Ağustosta Gölcük'e gelmişlerdi. Bir sivil toplum hareketiydi.
Kızılay ise beşinci gün ancak gelebilmiş, iki günde kendine yer bulup
yerleşebilmişti. İlk günden itibaren Ankara ve İstanbul Büyük Şehir
belediyeleri bölgeye her gün binlerce ekmek gönderiyordu. Bu
ekmeklerin iki bini bizim çadıra geliyordu. Ayrıca diğer dini vakıf ve
dernekler de yardımlarını bizim çadıra ulaştırıyorlardı. Biz kuru
gıda, giyecek, kahvaltılık peynir, zeytin haricinde sabah çaylı
kahvaltı, akşam sıcak yemek veriyorduk. Yaklaşık olarak günde 2 bin
kişi kuyruğa giriyor ve iki çeşit sıcak yemek yiyordu. Ben şahsım
adına o insanlara sabah, akşam yemek dağıtmaktan, sürekli kepçe
sallamaktan büyük haz duyuyordum.
-
İnsanların aç gözlülük yapıp bir yerine, iki, üç yerine altı
kişilik yemek istemeleri, ayrıca kuyruklarda itişip, kakışmaları, sıra
kavgaları yapmaları bile şevkimizi kırmıyordu.
-
Günde birkaç saat uykumuz oluyordu. Çünkü gece gelen malları
çadırlara indiriyor, gündüz ise dağıtıyorduk. Bitkin halde ama
şikayetsiz yatağa uzandığımızda :"Bu Millet ne kadar asil bir Millet,
bilmediği, tanımadığı insanlara tonlarca yiyecek, içecek
gönderiyor..." diye düşünürken, yardım alanlara baktığım da; bir ekmek
lazımsa üç istiyor, yağma ediyor, kapışıyor ve gözleri doymuyor,
bunları gördükçe kahroluyordum. Nasıl kahrolmam? Çöplükler dağ gibi
ekmek yığınlarıyla dolup, her taraf pet şişe ve yiyecek artıklarından
kokmaya başlamıştı. Öte tarafta enkaz altındaki cesetlerin kokuları
ağzımıza, burnumuza taktığımız maskelerden bile süzülerek bizi
rahatsız ediyordu.
-
Pislik, rezillik ve israf diz boyu...işte bunlar beynimden
dilime geldiğinde şikayet edecek olsam,Metin Abi imdadımıza yetişiyor
ve diyordu ki: "Hocam! Bunlar yaralı insanlar, büyük bir korkudan
çıktılar, geleceklerini göremiyorlar, emniyet duyguları yok oldu...
onlara karşı sabırlı ve sevecen olmalıyız vb..." Evet böyle diyor ve
sürekli çalışmamızı hem de sabırla, inatla, sevgiyle iş görmemizi
sağlıyordu.
-
Gün boyu mübalağasız 3-5 dakikada bir "Metin Abi" diye
bağıran birileri oluyor, ya bir şey istiyor, ya da ne yapması
gerektiğini soruyordu. İkide bir "Metin Abi telefon..." diye bağıran,
bilgisayar uzmanı küçük kardeşimiz Bilal bile onu yıldıramıyordu.
-
Kısacası Metin Bey, bitmez, tükenmez enerjisiyle çalıştı...
çalıştı... çalıştı... karakterine uygun olarak herkese oldukça nazik
davranıyordu. 45 gün boyunca hiç öfkeli ve kızgın bir tavrına şahit
olmadım. Adam eksiğinde kepçeyle yemek dağıtıyor, su veriyor,
yerlerden çöp bile topluyordu.
-
Karadeniz insanının kendisine mahsus ani çıkışları ve
heyecanları vardır. Metin Abi; Rize kökenli olmasına rağmen kendisinde
bu Karadenizlilik özelliklerini görmedim. Ve kendi kendime şöyle hüküm
verdim: "Metin Bey aldığı tasavvuf terbiyesi ile ırki özelliklerini
yenmiş.”
-
Değerli okurlar; işte yüzyılın felaketinde böyle nice isimsiz
kahramanlar sadece "Allah Rızası" için seferber olmuştu...
-
METİN AĞABEYİN HAZİN SONU
-
Gölcük merkezinde "Hak Yol Vakfı" adına
yardım çadırı kurup 45 gün boyunca gece, gündüz hizmet veren değerli
insan Metin TAVUKÇUOĞLU'NUN "Hazin Sonu" bu sayıda anlatacağız!
-
"Hazin Son" gibi dramatik ve etkileyici bir cümle ile biten
yazıyı okuyunca bizim; Mahmut Selim Bey öldü mü yoksa? Diye sormaz mı?
Allah geçinden versin bu soruda beni etkiledi doğrusu.
Etkisizleştirme, yok sayma, atıl hâle getirme de bir nevi "öldürme"
değil midir? Galiba öyle oldu dedim içimden.
-
Gerçekten Metin Bey ölmedi. O öyle kolay ölecek bir kimse
değil. Allah bundan sonra da uzun ve hayırlı ömürler versin kendisine.
Lakin Metin Bey bir buçuk aylık geceli, gündüzlü yorucu hizmetinin
karşılığı olarak: Resmen kovuldu. Evet; aynen böyle oldu. Kendisine
gösterilen resmi bir yazı ile 2 gün içinde çadırlarını sökecek,
bulunduğu yeri terk etmesi istendi. Neden? Niçin? Dünya durdukça bu
olayı anlatmaya gönlüme ve zihnime hüzün veriyor. Maneviyatım
yıkılıyor ve düşündükçe, hatırladıkça "iç buhranlar" geçiriyorum.
-
Çadırda hizmet veren herkes öyle olmuştu. O gece Metin Ağabey
herkesi çadırda toplamış ve bizlere yardımımızdan dolayı teşekkür
etmişti. İki gün içinde çadırlarımızı söküp yardım faaliyetlerimizi
durduracaktık. Nasıl şoke olduğumuzu anlatamadım. Hepsinin gözleri
doldu, boğazları düğümlendi, dokunsan ağlayacak çocuklar. Metin Bey
dengeli bir insan, sözünü ölçüp, biçip konuşuyor. Hiçbir kurum ve
kişiyi töhmet altında bırakmıyor. Neden ağabey? Diyenlere, kısmet bu
kadarmış... Diyor. Başka kardeşlerimiz devam edecek diyor...
-
Garip olan şu; hiçbirimiz bir ücret karşılığı olarak orada
bulunmuyoruz. Hatta birbirimizi bile isimler dışında yeterince
tanımıyoruz. Çünkü sürekli hizmet verdiğimizden dolayı hemen hiç
konuşma fırsatımız olmuyordu. Fakat; gözlerimiz ve hislerimiz bizi
bir noktada odaklandırıyordu; Allah rızası için ihtiyaç sahiplerine
yardımcı olmak.
-
O; unutulmaz gece herkes adına konuşma yapan; Almanya'dan
deprem bölgesine gelmiş ve tesadüfen bizim ekibe katılmış olan ve
herkesten çok çalışan Mustafa isimli bir genç, hepimizin duygularına
tercüman olup, gözlerimizi yaşarttı.
-
O gece sabahında yavaş yavaş toplandık. Akşam ise son
yemeğimizi verdik. Yemekten sonra Metin Bey, eline aldığı megofonla,
bazı televizyonlarda yayınlanan kısa bir konuşma yaparak vatandaşlara,
yetkililerin isteği üzerine çalışmalara son verileceğini, bundan böyle
burada yemek ve yardım çalışması olmayacağını anlattı. Konuşması biter
bitmez bir kıyamettir koptu. İnsanlar bağırmaya, çalışmaya başladılar.
Gürültüler o kadar arttı ki, 500 metrelik alan içinde canlı yayın
yapan bütün özel televizyon kameraları bizim çadırın önüne geldiler.
-
Metin Bey; ikinci bir konuşmayla vatandaşları sükûnete davet
etmesine rağmen insanlar çıldırmış gibiydi. Hayatımda böyle öfkeli
insanlar görmemiştim. Lakin bu görüntülerin hiçbiri herhangi bir
kanalda yayınlanmadı. O geceyi uykusuz ve tatsız geçirdik. Sabah
erkenden büyük olgunlukla elimizde kalan malları dağıtıp, direkleri
söktük, çadırları katladık, çevredeki insanlarla helalleşip, veda
ettik.
-
Hemen yanımızda küçük bir çadırda ikamet eden yardımsever
Amerikalı genç bir karı koca vardı. Bir gün orada bulunan 2 tonluk
plastik su depomuz devrilmişti. İnsanların yardımıyla zor, şer ağaç ve
taşların üzerine yerleştirdikten sonra kırılan bütün musluklarını
onarmak Amerikalı dostumla bana kalmıştı. Ben İngilizceyi, o da
Türkçeyi bilmiyorduk fakat evrensel bir dil ile ve "Muhtaç olana
yardım etme" gibi insani bir duyguyla öyle güzel anlaşmıştık ki; bir,
iki saat uğraşıp aletsiz, edevatsız muslukları tekrar eski haline
getirmiştik. Amerikalı dostumun adı Corc muydu, yoksa Cek miydi? Ya da
her neyse veda için el salladığımda öyle mahzun olmuştu ki, anlatmam
imkânsızdı...
-
Hâlbuki biz Gölcüklü depremzedeler için kışın neler
yapacağımızı, Ramazan Ayında iftar yemeklerini nasıl pratik ve hızlı
bir şekilde dağıtabileceğimizi düşünüyorduk. Her şey akim kaldı...
Metin Ağabey burada bir semboldü. Belki de herkes tek tek ona
benziyordu, hizmet farkıyla İstanbul'dan çoluk, çocuğunu ve rahat
yatağını bırakarak gel, tozun, toprağın içinde gece, gündüz demeden
günlerce uğraş didin. Bir karşılık beklemeden çalış, çabala sonra da
itil, kakıl.
-
Müsterih ol Metin Ağabey. Eminim ki, bir "teşekkür" senin
şevkini artırır, moralini yükseltirdi. Ama sen "insanların en
hayırlısı, insanlara hizmet edenler" olduğunu bilen; mütevazı,
gösterişsiz bir insansın. Yaptığın işin ecrini ve zerre kadar hayrın
zayi olmayacağını biliyorsun. Allah senden razı olsun. ben şahit
olarak senin ve senin gibi nicelerinin; Salih Hocamın, Bekir
kardeşimin, Nevzat ağabeylerin, Kemal, Hüseyin, Aladdin, Cemal, Nuri
ve Faruk hocaların, Dr. Osman kardeşimin, Elif ve Emel hanımların,
ismini sayamadığım bir sürü gencin önünde, hem bir depremzede, hem de
sivil toplum mensubu bir yardımsever olarak saygıyla eğiliyorum. Sağ
olsunlar. Var olsunlar.
-
YARDIM EKİPLERİ / ZİYARETÇİLER
-
Anadolu yarımadası üzerinde depremler hep olagelmiştir.
Lakin” 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi”nden sonra “Deprem olgusu” bir
daha unutulmamak üzere Türkiye'nin gündemine girmiştir.
-
17 Ağustos 1999 depremi resmi/ sivil hemen herkesi
hazırlıksız yakalamıştı. Belki bu çapta bir felâket akla gelmediği
için, bazı müdahalelerde geç kalındı. Bunu anlamak mümkün, fakat işi
“yardım” olan bazı kuruluşların “şaşkın ördeğe” dönmesini anlamak zor.
Meselâ; Kızılay ın yozlaşması, çıkar sağlanan bir kurum haline gelmiş
olması, eski bir Kızılaycı olarak beni kahretti. Halkımız ise yerinde
tepkisini gösterdi.
-
Gölcük ve diğer felâket bölgelerinde bütün olumsuzluklara
rağmen güzel şeyler de oldu. Dayanışma, yardımlaşma ve acıları
paylaşma en üst düzeyde gerçekleşti. Felâketin olduğu andan itibaren,
kamu kuruluşları, sivil toplum örgütleri, politikacılar ve sanatçılar
vb. seferber oldular. Ziyaretler ve yardımlar aralıksız devam etti.
-
Benim tespit edebildiğim şahıs ve kurumlar şunlardı;
-
Önce 17 Ağustosta Gölcük'e gelen yardım ekipleri:
-
İnsan Hak ve Hürriyetleri Derneği (İHH), Mazlum-Der, Hak Yol
Vakfı. KESK (Kamu Emekçileri Sendikası), Marmara Işık Dershaneleri,
İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
(!), ETT (Avrupa Türk Telekom), Kızılay, Tekel, İstanbul Büyük Şehir
Belediyesi, Ankara Büyük Şehir Belediyesi, Dünya Kiliseler Birliği,
Türk Protestan Kiliseleri Birliği, Gölcük Belediyesi, Adana, Seyhan,
Siirt ve Söke belediyeleri vb.
-
Gölcük halkının özellikle; Ankara, İstanbul belediyeleri ile
Mazlum-Der, İHH ve Hak Yol Vakfını unutmaları mümkün değildir. Geç
kalmakla beraber Kızılay ve haberleşme hizmetlerinden dolayı ETT de
kayda değer hizmetler vermişlerdir.
-
Ziyaretçiler de şunlardır:
-
Süleyman Demirel, Yaşar Okuyan, Recai Kutan, Metin
Bostancıoğlu, Lütfi Doğan, Musa Uzunkaya, Vecdi Gönül, Ahmet
Taşgetiren, Abdulkadir Aksu, Yaşar Dedelek, Suna Yıldızoğlu, Nurseli
İdiz, Yonca Evcimik, Seda Sayan, bütün TV kanalları ve İngilter'den
Yusuf İslâm.
-
Sonuç olarak, bu yazı serisini burada bitirirken şunları da
belirtmek istiyorum:
-
İsteğimiz dışında büyük bir felâketin şahidi olduk. Şahsım ve
ailem adına büyük kayıplarımız oldu. Ama Allah'a şükür bugün hayatta
bulunuyoruz. Ölenlere Rahmet diliyorum. Övündüğüm şey; felaket
sonrasında korkarak hemen bölgeyi terk etmedim, yani kaçmadım. Tam
elli dokuz gün elimden geldiğince deprem bölgesinde felâket zedelere
yardımcı oldum. Bu yardımım kişisel, amatörce bir yardım olmayıp, bir
sivil toplum örgütüyle beraber yapılan profesyonel bir çalışma
olmuştur. Ben şahsen bu çalışmaların içinde bulunmakla on beş yıl
boyunca yaşadığım bir bölgeye ve oranın insanlarına karşı vefa borcumu
ödemiş olduğumu düşünüyorum.
-
Son olarak, yaklaşık olarak on sayıdan beri Çorumlu 2000
Dergisinde duygu ve düşüncelerimi anlatmama vesile olan fedakâr ve
vefakâr insan, kadirşinas ağabeyimiz M. Selim Gürsel'e teşekkür
ediyorum.
-
Allah C.C. nasip ederse hayatın başka renkleriyle ve güncel
konularla zaman zaman karşınızda olacağım.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ALLAH KORKUSU
-
Allah korkusu “fobi” değildir. Hatta bildiğimiz anlamda korku
bile sayılmaz. Kur'an dilinde “korku” olarak tercüme edilen “takva”
kelimesi korunma veya sakınma anlamına gelmektedir. Kur'ana göre:
Allah’ın en sevimli kulları takva sahipleridir. Takva “Allah'tan
korkmak”tan ziyade günahtan sakınma yani günah işlememe manasındadır.
-
Bu sebeple “Allah korkusu” denilince; öcüden korkar gibi
korkmak değil, bilakis Allah'a karşı sevgi ve saygıyla karışık yüce
bir duygu içinde olmak kastedilmiştir.
-
Allah'ın Azametinden korkan, hesap verme bilincinde olan
toplumlar için “Allah korkusu” muazzam bir kontrol mekanizmasıdır.
Yüreğinde bu duyguyu taşıyan insanların daha medeni ve kul hakkına
daha çok riayet edeceklerini düşünüyorum. Fakat ne yazık ki; önce
insanların yüreğinden bu duygu çalındı. Allah'tan korkmayan kuldan
utanır mı? Hesaba inanan kimse çalıp, çırpabilir mi?
-
Bir süredir toplumumuzu sarsan devlet malını hortumlama,
yetim malına el uzatma ahlaksızlığı, bozulan insan yapımız üzerine
derin derin düşünmemizi gerektiriyor. Ne oldu bu insanlara? Hayâ
damarları nasıl çatladı? Daha yüz yıl önce “Yaralı Kuşlar” için
vakıflar kuran, onlara merhamet gösteren insanların çocukları bugün
nasıl oluyor da bir toplumun çöküşü pahasına bu işleri yapabiliyorlar?
-
Burada bir kimlik sorunundan bahsedilebilir. Materyalist
felsefelerle yetişmiş, kazanmak ve harcamak üzere kurgulanmış, hayatı
yemek odası, yatak odası ve tuvalet arasına sıkışmış idealsiz ve
erdemsiz insanların çoğaldığı bir toplumun sonu budur. Kutsal
kavramları, ahlâki endişeleri ve dini duyguları olmayan insanların
oluşturdukları vurgun düzeni içinde iştahları frenleyecek etken ne
olabilir ki?
-
Komşusu açken, tok yatmayacak incelik ve kalitede insanlar
nerede acaba? Yoksa bunlar bir hayal mi?
-
Bazı şeyleri yeniden ve doğru olarak düşünmemiz gerekiyor
galiba.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
SİZ HİÇ TURİST OLDUNUZ MU?
-
Sözlük anlamı; sırf gezmek için yapılan yolculuk seyahat veya
gezi olarak tamamlanan turizm kavramı 21.yüzyılda ekonominin vaz
geçilmez konularından biri olmuştur. Artık devletler bütçelerini
hazırlarken turizm gelirlerini önemli bir kalem olarak hesaba
katmaktadırlar. Şu anda Türkiye'de ekonomik krizden kurtulmak için
“Paket” hazırlayan hükümet bile turizmden 10 milyar dolarlık bir gelir
beklenmektedir.
-
Turizm, insanların “merak” duygularından kaynaklanan bir
hadisedir. Gezmek, görmek, insanları farklı kültür ve medeniyetleri
tanımak, birçok insanin içinde olan isteklerdir. Bizler lise
çağlarındayken hocamız “çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” şeklinde
münazaralar yaptırırlardı. Çok gezmediğimizden olacak “çok okumayı”
yeğlerdik. Okumak gerçekten önemli fakat sahip olduğumuz bilgi
birikimiyle gezerek, teoriden-pratiğe yönelmek çok daha önemli bir
aşamadır. Çünkü “kısmi bilgi” gezinti ile gözetlemeye dönüşüyor. Şöyle
de diyebiliriz, gezerek, görerek öğrenmek bilgi edinmenin en
eğlenceli, en gerçek yoldur.
-
Bu mantığı tersinden düşünmeliyiz; çok oturdukları ve çok
gezenleri için “çok şey bilen” toplumların gelişme hızı kapalı
toplumlara göre daha fazla olmaktadır, denilebilir.
-
Türkiye'miz turizm açısından bir “açık hava müzesi”
durumundadır. Anadolu birçok medeniyetin durağı olmuş bir coğrafyadır.
Hititlerden-Osmanlılara kadar onlarca medeniyetin eserleri bulmak
mümkündür.
-
Bu özelliklerinden dolayı hatırı sayılır miktarda turist
çeken bir ülkede yaşıyoruz. Ne yazık ki bizler Türk Vatandaşları
olarak ülkemizdeki bu eserleri gezip-görmeyi pek aklımızdan
geçirmiyoruz. Bunun tek nedeni ekonomik sıkıntılar olamaz herhalde.
Ekonomik sıkıntılar biraz da meraksızlık, ilgisizlik ya da bilgisizlik
ekleyebiliriz.
-
Kutsal Kitabımız Kur'an da “Yeryüzünde gezerek
geçmiş milletlerden ibret almamız “ için on iki ayette tavsiye vardır.
Dini hassasiyeti olan bu toplumun hiç değilse bu sebepten mekânın
uyması gerekir. Fakat bu da bilinmiyor herhalde!
-
Başlıktaki soruyu bunun için sormuştum;”Ey insanlar neredeyse
dini bir emir olan turizm olgusunu içinize sindirip, siz hiç turist
oldunuz mu ?”
-
Olmadıysanız ne duruyorsunuz! Hem de bu turizm sezondan
başlayın. Diğer bir merakımda şu? Şehrimize bir adım mesafede bulunan
Hititlerin başkentini gören kaç Çorumlu var acaba?
-
Bir anket konusu neden olmasın?
-
Beraberce aşağıdaki soruları kendimize samimiyetle
cevaplayarak Çorumlu 2000 Dergimizin bürosuna, bana ya da diğer yazar
arkadaşlara verirseniz okuyucularımız arasında bir anket yapmış
oluruz. Bu ankete yazar arkadaşlarımızın da katılmalarını arzuluyorum.
-
SORULAR:
-
•Merkez ilçede Çorum Kalesini gezdiniz mi? % (
-
•İskilip Kalesini gezdiniz mi? % (
-
•Osmancık kalesini gezdiniz mi? % (
-
•Osmancık’ta bulunan Köprü’den geçtiniz mi? % (
-
•Alacahöyük’e gittiniz mi? % (
-
•Boğazköy’ü ziyaret ettiniz mi? % (
-
•Eskiyapar’a gittiniz mi? % (
-
•Ortaköy’e gittiniz mi? % (
-
•Çorum Müzesini gezdiniz mi? % (
-
•Alacahöyük Müzesini gördünüz mü? % (
-
•Boğazkale Müzesini gezdiniz mi? % (
-
•Çatak’a gittiniz mi? % (
-
•Elmabeli Yaylasına gittiniz mi? % (
-
•Enginönü Yaylasına gittiniz mi? % (
-
•Abdullah Yaylasına çıktınız mı? % (
-
•Kunduzlu Yaylasına gittiniz mi? % (
-
•Elvançelebi’ye gittiniz mi? % (
-
•Koyunbaba Türbesine gittiniz mi? % (
-
•Hüseyin Gazi Türbesine gittiniz mi? % (
-
•Karadonlu Can Baba Türbesine gittiniz mi? % (
-
•Sizin gittiğiniz diğer yerleri açıklayınız (Ayrı kağıda)
-
Adınız ve Soyadınız:
-
Mesleğiniz:
-
Adresiniz:
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
GENÇLİK PROBLEMLERİ VE İDEAL GENÇLİK
-
İslâm Medeniyeti değerler sistemi üzerine kurulmuştur.
Üzerinde önemle durmamız gereken değerler Peygamberimizin dilinden
katagorik bir tarzda ifade edilmiştir. Konumuza örnek teşkil edecek
bir alıntıyı burada zikretmek istiyorum.
-
"Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini bilmemiz"
isteniyor.
-
Ölmeden önce hayatın,
-
Hastalıktan önce sıhhatin,
-
Meşguliyetten önce boş vaktin,
-
Fakirlikten önce zenginliğin,
-
İhtiyarlıktan önce GENÇLİĞİN
-
Değerini bilmemiz istenen beş şeyden birisi görüldüğü gibi "gençliğin"
kıymetini bilmektir. Çünkü gençlik insan hayatının bütünü içinde en
dinamik, en zinde bölümünü teşkil eder. Çocukluk ve ihtiyarlık
dönemlerinde güçsüz olan insanoğlu, gençliğinde sahip olduğu
"dinamizmi" hayatı boyunca arzulamaktadır.
-
Gençlik çağı için mutlak bir yaş limiti vermek gerekirse bunu
15 ila 25 yaşları arası olarak belirtebiliriz. Bu dönem kişinin
kafasından neden, niçin ve nasılların başladığı, bağımsızlık
isteklerin, topluma karışma, evden kopma ve çevreye yönelmenin
hızlandığı bir dönemdir. Ayrıca kişinin ruhi ve fikri eğilimlerinin
gelişmesi bu dönemde daha Doruk noktadadır.
-
Bizim Ülkemizde ve dünyanın başka ülkelerinde gençlik çağı
genellikle sorunlu bir çağdır. Bizde sorunları aşmada iki kurum önemli
görülmektedir. Bunlar okul ve ailedir. Aile, gencin şahsiyetinin
oluşumunda önemli bir faktördür. Çünkü gencin birçok olumsuz faktör
içinde neyi, nasıl yapacağını kendi başına belirlemesi zordur. Bu
değişime yardımcı olunduğunda topluma katılımı ve uyumu kolay
olabilir. Fakat Ülkemizdeki ailelerin gençlerimizin kültürel ve
yapısal özelliklerini anlamaları mümkün gözükmemektedir. Bu sebeple
gençlerin kişilik oluşumunda çevrenin etkisi daha fazladır. Yani
içinde yaşadığı toplum, kitle iletişim vasıtaları, basın, sinema ve
televizyon genç üzerinde aileden daha baskın etki yapmaktadır.
-
Gencin hayatında "okul"da şüphesiz büyük bir boşluğu
doldurmaktadır. Sokağın olumsuzlukları, medyanın çarpıklıkları ve
ailenin yetersizliği bir ölçüde okulda giderilmektedir. Fakat okulun
da genç için tam bir çözüm yeri olduğunu söylemek imkânsızdır. Çünkü
gençlik; enerjiyle beraber, korku ve endişelerin fazla olduğu kuşkulu
bir dönemdir.
-
Lise çağındaki öğrenciler üzerinde yapılan anketlerde görülen ve bir
öğretmen olarak benim de bu konuda gözlemlediğim bazı hususlar vardır.
Genç kuşakların en çok endişelendiği konular olarak şunları tespit
ettim:
-
Gelecek kaygısı,
-
Kuşaklar arası kopukluk,
-
Mahrem konulardaki ölçüsüzlük,
-
Parasızlığın getirdiği sıkıntı,
-
Aile ve toplumdan gelen baskılar...
-
Bunlara ilaveten "gençliğini yaşa kardeşim","bu gençlik her
zaman ele geçmez "gibi yanlış telkinleri eklememiz icab eder ki; bu
sözler gençlerimizi alkol, uyuşturucu ve ne yazık ki ahlâki
bozukluklara itmektedir.
-
Sonuç olarak gençlerimize sabırlı ve akıllı olmalarını,
kılavuzlarını iyi seçmelerini, anne ve babalarını dinlemelerini, Milli
ve Ahlâki Törelere uymalarını tavsiye ediyor ve Atatürk'ün "Gençliğe
Hitabesi" ile, Üstat Necip Fazıl Kısakürek'in "Gençliğe Hitabesi"ni
okumalarını istiyorum.
-
"Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini bilmemiz" isteniyor.
-
Ölmeden önce hayatın,
-
Hastalıktan önce sıhhatin,
-
Meşguliyetten önce boş vaktin,
-
Fakirlikten önce zenginliğin,
-
İhtiyarlıktan önce GENÇLİĞİN
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
-
EKONOMİK GİBİ GÖRÜNEN
-
Bir toplumun varlığı, sürekliliği ve düzenli yaşamı bazı
değerlere sahip olmasına bağlıdır. Bu değerler; siyaset, hukuk, ahlâk
ve ekonomi gibi vazgeçilmez değerlerdir.
-
Tarih içinde büyük medeniyet kurabilmiş milletlerin yükseliş
ve düşüşleri tamamen toplumsal değerlere verdikleri önemle alakalıdır.
Siyasette ikiyüzlülerin, hukukta iradesizlerin, ekonomide hırsızların
ve genelde de ahlâksızların hâkim olduğu bir ülkede medeniyet
seviyesinin yükseldiği görülmemiştir. Dolayısıyla; toplumsal değerler
yozlaştıkça çürüme ve yok oluş da hız kazanmaktadır.
-
Rüşvet, hırsızlık, ihtiras ve ahlâki dejenerasyon bütün
toplumlarda sıkıntılara sebep olmuştur. Bu sıkıntıların sonunda ise
fakirlik, geri kalmışlık ve sosyal dengelerin bozulması gibi vahim
sonuçlar doğurmaktadır.
-
Toplum içindeki bütün dengeler aslında sadece “Ahlâk kavramı”
üzerine oturmaktadır. Ahlâk bozulduğu zaman bunun yansımaları bütün
kurum ve kişileri doğrudan etkilemektedir.
-
Geçtiğimiz günlerde konumuza örnek olacak ilginç bir olay
meydana geldi. Adamın birisi bunalım geçiriyor ve çalıştığı bankayı
soyuyor. (adam bunalımda ama bankayı soyacak kadar şuuru yerinde)
Bankadan tam 32 milyar lira gasp ediyor. Çaldığı paraları da dışarıdan
gelip, geçenlere gelişi güzel dağıtmaya başlıyor. O insanlar da haram,
helâl demeden paraları kapışmaya başlıyorlar. Hikâyemiz bu kadar. Beni
ilgilendiren meseleye gelince: İnsanların yağmaladığı 32 milyar
liradan sadece 4.3 milyarının bankaya iade edilmiş olması.
-
İşte size toplumdan bir kesit! Aslında nefis bir anket ve
sahici
-
Bir imtihan. Sonuç sekizde biri dürüstlük gösterebilen bir toplum...
-
Varın Ötesini siz düşünün. Şimdi Türkiye öyle bir noktaya geldi ki;
sanki sorunlarımızın kaynağı ekonomide düğümleniyor, başka eksiklik
yok. Bütün konuşmalar, düşünceler, ilgi ve alâkalar bir noktaya teksif
ediliyor. Tahmin edebileceğimiz; konsantrasyon, noktası ekonomiye
oturdu. Ancak yaşayan krizin sırf iktisadi temellerden kaynaklanmadığı
açıktır. Lâkin yaşanan sorun halka arz edilirken fırsattan istifade,
gerçek sebepler göz ardı edilerek halkın elindeki ekonomik imkânlarda
iyice daraltılıyor. Vergilerin artırılması, Şeker ve Tütün yasaları
gibi.
-
Lafı eğip, bükmeden demek istiyorum ki; sorunların temelinde
bana göre ahlâk problemi vardır. İyi yetişmiş, vatansever ve ahlaklı
insanlarla kurumlar yükselirken, çıkarcı ve anlaksız insanlarla aynı
başarıyı sağlamak mümkün değildir.
-
Bu sebeple toplumsal olaylara doğru yerden bakmamız
gerekiyor. Aksi takdirde, bazı temel konuları gözden kaçırdığımız
zaman hastalıkların teşhis ve tedavisi mümkün olmaz. Kaos ortamları
gelişmenin, güçlenmenin önündeki en büyük engeldir. Çünkü birçok
alanda şahit olduğumuz, vicdanları sızlatan olaylar, toplumsal
dinamizmi yok etmektedir.
-
Milli serveti yağmalanan bir ülkede insanların çalışma
istekleri kırılmakta, heyecan ve aktiviteleri sönmektedir. İşte o
zaman ekonominin temel şartı olan üretim azalarak ihtiyaçlar
karşılanamaz hale gelmektedir. Klasik ifadesiyle arz, talep kanunu
çalışmayınca Ekonomik denge bozulmaktadır.
-
Sonuç olarak, ekonominin temeli de ahlaktır. Yunus
Emre'nin:
-
“Bir ben vardır bende benden içeri...”
-
Dediği gibi, hem ekonomik gibi gözüken şeylerin arka planında hem de
şu andaki toplumsal olayların arka planında bence büyük bir ahlak
zafiyeti vardır.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
FESTİVALİN ARDINDAN AT YARIŞLARI HAKKINDA
-
Festival denince aklıma hep İspanyol diktatörü Franko'nun 3F
formülü geliyor. Ünlü diktatör halkını uyutmak için;futbol,festival ve
fiesta (boğa güreşleri)'dan yararlanmış.
-
Bizim Çorum Festivalinin bu olayla hiçbir alakası yok tabii.
Bizimki sıradan masum bir eğence ve sergiden ibaret! Çorum'daki
festivalde kalite zaman zaman yükseliyor bazen da çok düşüyor. Bu sene
şahit olabildiğim tek etkinlik at yarışları oldu. Müzik programlarının
kaliteli olduğunu duydum. Fakat ben sadece izleyebildiğim at yarışları
üzerine konuşmak istiyorum. şüphesiz bu eleştiri genele yansıtılamaz.
-
At denilince de aklıma hep sadakat ve estetik gelir. Atın çok
sadık bir hayvan olduğuna dair küçükken okuduğum bir hikâyenin bu
düşüncemde etkisi var. Atın heybetli fakat güzel görünümü, koşuşundaki
ritmik ahenk, hatta yelelerinin, kuyruğunun rüzgârdaki uçuşu bile
oldukça estetik görünmektedir. Bu güzelliklere atın binicisini de
eklemek gerekir. Jokeyin giyiminden, duruşuna kadar bu sanatsal dekora
uygunluğu şarttır. Neden? Çünkü laf olsun diye atları koşturmuyoruz.
Bu etkinliğin maksadı göz zevki ile birlikte yarışma heyecanını tatmin
edebilmektedir. Bu özelliklerinden dolayı at yarışları, at
yetiştiriciliği ile ata binicilik ayrı bir dikkat (özen) gerektiriyor.
-
Bu seneki festivalde benim seyrettiğim at yarışlarında
doğrusu hiç estetik güzellik yoktu. Sonuna kadar yanımdaki bu konuda
uzman olan arkadaşımla; Hasan Bey ile söylene söylene seyretmek
zorunda kaldık.
-
Ben burada, görebildiğim eksiklikleri önümüzdeki yıllar için
yararlı olur düşüncesiyle dile getirmek istiyorum. Çünkü görülen bütün
çirkinlikler hem bu yarışları düzenleyen kuruluş hem de şehrimiz adına
bir eksikliktir.
-
Yapılması gerekenleri şöyle ifade edebiliriz:
-
1- Seyirci olarak şehrin eşrafından, yerli hemen hemen
kimseler yoktu. Büyük esnaflara yerli tanınmış kimselere özel davet
yapılabilir. Belki de çirkinlikleri gördükleri için at yarışları
üçüncü sınıf bir organize ile yapıldığı için kimse rağbet etmiyordur.
-
2- anlatım ve sunuculuk çok önemlidir. Bu işi bilen kibar,
dili düzgün, Türkçesi yeterli, mikrofonik ses tonuna sahip spiker
bulunmalıdır. Yarışçılara “lan” diye hitap eden, kendisine has (özel)
hareketlerini mikrofonda yüksek sesle ifade eden kaba, hoyrat bir
sunucu elbette itici oluyor.
-
3- Hakem heyeti kararlı ve uzman olmalı, mikrofon önünde
herkesin duyacağı şekilde tartışmamalıdır.
-
4- Yarışı seyretmek güzel bir duygudur. Ancak herkes (mesela
benim gibi) at yarışları hakkında ön bilgi verilmelidir.
-
5- Seyircilerle yarış pisti iyice ayrılmalı. Meraklı
seyircilerin kapattığı pisti ve yarışı izlemek mümkün olmadı. Polis ve
zabıta kuvveti buna yeterli olmadı. Bazan de bıktıkları için mücadele
etmediler. Boşluklardan olacak görev başında çekirdek yiyen polisler
vardı.
-
6- Atlar ve yarışçılar koşu sıraları gelinciye kadar çevrili
orta alanda bulunmalı, o bölgeye onlardan başka kimse girmemeli, onlar
da dışarıya çıkmamalı.
-
7- Benim en çok gözümü rahatsız eden ata binenlerin giysileri
oldu. Sanki adamlar ahırdan çıkıp gelmişler. Pejmürde kıyafetlerle ata
binilir mi? Biraz maddi fedakârlıkla çok güzel, estetik bir görünüm
sağlanabilir. Bunun için; çeşitli boylarda beyaz ya da gri keten
pantolon temini ile yarıların türüne göre renkli tişörtler ayarlamak
güzel olur. Mesela “rahvan” bir yarış için yarışçılara “mavi
atlet”,”dörtnala” bir koşu için “beyaz” başka tür için de “turuncu”
olabilir. Tişörtlerin arkasına veya önüne sponsor firma reklamı ile
yarışçı sırasını belirleyen 1,2,3 ... veya 10,11,12... şeklinde rakam
yazmak, yarışların kolay izlenilmesi için pekala olur.
-
8- güreşlerde olduğu gibi seyyar ve yüksek tribün konulması
iyi olur.
-
9- Ödül töreni de daha profesyonel ve düzenli olmalı, yarışçı
atın üstünden ödül almalı.
-
Benim tespit edebildiğim eksiklikler bunlar. Demem odur ki;
madem böyle ilgi çeken güzel bir etkinlik organize ediliyor. “Bunu
ucuza getirelim” düşüncesi doğru değildir. Azıcık masraf yapmalı ama
unutulmaz bir güzellik sergilenmelidir. Başka türlü “şehir kültürü”
nasıl gelişebilir?
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
BİRLEŞMEŞ MİLLETLER AMERİKA’YI NE ZAMAN DENETLEYECEK
-
Sanırsınız ki; Birleşmiş Milletler Teşkilatı Amerika'nın
canını sıkan, keyfini kaçıran ülkeler anında müdahale etmek için
kurulmuş bir örgüttür. Amerikan Hükümeti Birleşmiş Milletlere “şu
ülkeye gir diyor;giriyor ,dur diyor;duruyor,denetle diyor;denetliyor
!!!”
-
Adı üstünde Birleşmiş Milletler, eğer milletler birleşiyorsa
neden Amerika'nın dediği oluyor? Yok, birleşemiyorsanız, neden hâlâ o
teşkilatta kalıyorsunuz? Amerika güçlü, böyle istiyor, örgütü
“çıkarına” kullanıyor diyorsanız neden itiraz etmiyorsunuz?
-
Hadi biraz gerçekçi olalım. Birleşmiş Milletler teşkilatının
güçlü üyeleri genellikle Hıristiyan ülkeler, Amerika nın Birleşmiş
Milletleri kullanarak yönetimine ve iç işlerine karıştığı ülkelerin
çoğunluğu ise Müslüman ülkelerdir. Bu sebeple Amerika'nın hukuksuz
işleri diğer Hıristiyan ülkelerin de işine geliyor. Bütün Batı Alemi
hücrelerinde bulunan, zihin kodlarına yerleşmiş “İslâm Düşmanlığı”
duygularını Birleşmiş Milletler ve Amerika Birleşik Devletlerinin
saldırgan ve hegomonik tavırlarıyla tatmin ediyorlar. Bu konuyu
abarttığımı düşünenlere soruyorum: Öyle ise Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterinin Hıristiyan olmasını neden ısrarla isteniyor ve yapılıyor?
-
Geçtiğimiz dönemde Birleşmiş Milletler Müslüman bir ülkeden
başkan seçti. Görünüş adaletli davranıyor ve bir Müslüman ülkeden
seçim yapıyordu. Fakat ne yazık ki seçilen kişi Müslüman değildi.
Düşünüyorum da; dini hassasiyeti bulunan, şuurlu ve adaletli bir
Müslüman Genel Sekreter olsaydı, ne kadar güzel olurdu. Amerika
Birleşik Devletleri şu anda yaptıklarını yapabilir miydi?
-
Burada durup bir öz eleştiri yapalım:
-
Müslüman ülkelerin yöneticileri ne kadar Müslüman? Olaylara böyle din
ekseninden bakan kaç lider var? Batı Alemi bakış açısını koyu bir
Hıristiyanlık üzerine bina ederken bizim yöneticilerin eline bazı
oyuncaklar verilmiş, oyalayıp duruyorlar. Elbette din kavgası yapalım
demiyorum. Ancak karşıdakiler ne kadar dine odaklanıyorsa, Müslüman
ülke liderleri de en azından onlar kadar dini duygularla hareket
etmelidir.
-
Birleşmiş Milletlerin şimdiki Genel Sekreteri hangi dine
mensup bilmiyorum. Şimdi biz bu kişiden ne bekleyebiliriz? Bir gün
oturup kendi kendine şöyle düşünebilir mi?
-
“Yahu biz hep Afganistan'ı, İran'ı, Libya'yı ya da Irak'ı
denetliyoruz? Irak'ın elinde silah olsa ne olur? Esas o silahların
imalat yeri Amerika değil mi? Öyle ise biz denetime önce Amerika'dan
başlamalıyız diyebilir mi ?” Sanmıyorum.
-
Hadi biraz da ütopya yapalım.
-
Hayal bu ya!
-
“Bir heyet kuruluyor. Başlangıçta
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olarak bir Müslüman ve Türkiye,
İran, Pakistan, Mısır, Endonezya, Malezya, Japonya, İspanya, Romanya
ve İtalya'dan oluşan 20 kişilik bir heyet Türk Başkanları ile birlikte
görevlendiriliyor olsun.
-
Bu heyet tam yetki ile Amerika'nın mahrem yerlerini
denetlesinler. Nerede ne kadar silah üretiyorlar, bu silahları hangi
ülkelere satıyor. Nükleer çalışmalar hangi boyutta araştırılıyor.
Ellerinde bulunan atom, hidrojen bombalarına derhal el konulması için
teklif raporu yazılıyor. Bu karar karşılığında Birleşmiş Milletler
Amerika Birleşik devletlerini yaptırımlar uygulanması için kararı
oyluyor ve uygulanması için vetosuz karar çıkartılıyor.
-
Bütün Birleşmiş Milletler devletleri Amerika'ya
yaptırımlarından dönmesi için ambargo uygulamasına geçiyor. Parası
dünya ülkelerinde ve bilhassa Birleşmiş Milletler ülkelerinde
bulundurulması, kullanılması büyük suç; hatta casusluk olarak
nitelendirilerek cezalandırılacağı kararı alınıyor. Amerikalılar
Birleşmiş Milletler Ülkelerine bir vize değil bütün ülkelerin onayı
ile girebilmeleri kararı çıkartılıyor.”
-
Yukarıdaki ütopya olmaktan daha ileriye gidemeyecektir.
-
Taraflı idareler, ülkeler için zararlı olduğu kadar da
tehlikeli olmuyor mu?
-
Saygılarımla.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ÇORUM'DAN İSMET ÖZEL GEÇTİ !!,
-
6 Nisan Cumartesi günü Afra Kültür Merkezi'nde İsmet ÖZEL'UN
“TOPARLANIN GİTMİYORUZ” konferansları serisinden 8.si
gerçekleştirildi. “Gerçek Hayat Dergisi”nin düzenlediği ve Türkiye
turu sayılabilecek konferansların diğerlerinde olduğu gibi Çorum
konferansı da oldukça ilgi gördü. Afra Kültür Merkezinin alt salonu
ile üst kısmı tamamen doluydu.
-
İsmet ÖZEL adından da anlaşılacağı gibi “Özel” bir insan!
Şair ve yazar;”Şiir Okuma Kılavuzu”,”Taşları Yemek Yasaktır”,
”Celladıma Gülümserken”, ”Cinayetler Kitabı”,”Zor Zamanda
Konuşmak”,”Tahrir Yazıları” gibi ilginç kitapların,”Cuma Mektupları“
gibi dikkat çekici makalelerin,”Toparlanın Gitmiyoruz” gibi iddialı
sözlerin sahibi bir yazar.
-
İsmet ÖZEL fırtınalı bir kişilik, Marksist Felsefeyle
başlayan gençlik yılları “Solcu Kimliği” tatminsizliği ve sığlığı
sonucu “Türkiye'nin tek kültür değeri” kabul ettiği İslâm'da karar
kılar. Suyun akıp mecrasını bulduğu gibi İsmet ağabeyimizde savrulur,
savrulur nihayet en güzel noktada durur. Artık o cesur bir
Müslüman'dır.
-
Bu günlerde konjonktür icabı kimsenin kimliğini ayan-beyan
etmediği, hele bu kimlik dinsel bir temele dayanıyorsa, O’nu beyan
edecek kişi de göz önünde bir adamsa yanı; yazar, siyasetçi, sanatçı
gibi,kimliği açıklamak daha zordur. Fakat; o şahsiyet ismet ÖZEL'SE
durum farklıdır.
-
Ahmet HAKAN soruyor: İslâmcı mısınız?
-
İsmet ÖZEL Cevap veriyor: Hem de nasıl!
-
İnancın içselleştirmiş, kınayanın kınamasına aldırmayan,
sırça köşkünde tek başına, yapayalnız, ekâbir bir kişilik İsmet ÖZEL.
Anlaşılabileceği ikinci bir kişiyi bulamadığını kendisi söylüyor. Bu
sözler üzerine;”Aristokrat mı takılıyorsunuz?” Diye soran arkadaşa
“Takılmıyorum. Aristokratım” diyecek kadar açık sözlü. “Kulaklarım
kendimden başka ses duymuyor” diyecek kadar kibirli. Lakin acayip
yakışıyor bu tavır ona. Hiç iğreti bir durum yok.
-
İsmet ÖZEL Türkiye'de eşi az bulunur bir entelektüel. Dünya
sistemini, sistemin temel dayanaklarını ve bu sistemin Türkiye ayağını
iyi bilen bir aydın. İnsanları, dünyadaki bu hegomanyayı kabul edenler
= etmeyenler şeklinde sıfırlayacak kadar kesin bir “Sistem dışı”
söylem içinde bulunuyor.
-
İsmet ÖZEL istikrarlı bir insan, çizgisini değiştirmeden
kendisini geliştirdiği yıllar içinde, şu ana kadar ki; en iyi çıkışını
da “Gerçek Hayat”la yaptı. Şimdi yılların birikimini, süzgeçten
geçirmiş, rafine edilmiş haliyle her hafta önümüze koyuyor ki,
etkilenmemek elde değil.
-
Bütün bu meziyetlerin yanında Sayın İsmet ÖZEL'İN bir insan
olarak eksik-noksan yönleri mutlaka vardır ve olmalıdır. Ancak bizi
ilgilendiren tarafı onun fikri, felsefi tarafıdır. Kusurları bizi
ilgilendirmez diyorsunuz değil mi? Ben de öyle düşünüyorum.
-
Bize Çorum türkülerini öğrenmemizi tavsiye etmişti. Bir de
ahlak ile zekânın doğru orantılı olduğunu söylemişti. Ha... az kalsın
unutuyordum. Ayrıca;”Devlet benim kıymetimi bilmiyorsa o benim
değersizliğimi göstermez...” Demişti.
-
Teşekkürler İsmet ÖZEL, eline,diline sağlık.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
-
EŞREF-İ MAHLÛKAT
-
Yaratılmış varlıkların en şereflisi anlamına gelen "Eşref-i
Mahlûkat" kavramı, sadece insan için kullanılmıştır. Buradaki "Eşref"
kelimesini; en üstün, en yetenekli, en saygıdeğer, en duygulu ve en
akıllı manâsına anlamamız gerekiyor.
-
Yaratıcı; yarattığı tüm varlıklar içinde sadece insana özel
bir anlam yüklemiş ve insanoğlunu değer yönünden en tepede tutmuştur.
İşte insanın sahip olduğu bu üstün yetenekler onu varlıkların en
şereflisi konumuna yükseltmiştir.
-
Bu anlamda; insan diğer varlıklardan tartışmasız üstün bir
varlıktır. Fakat günah kavramı çerçevesinde olaya yaklaştığımızda,
varlıklar içinde şöyle bir sıralama yapmamız gerekiyor:
-
"En üst grupta; Günah işleme
kabiliyetleri olmadıkları için, Melekler.
-
"Orta grupta; hem günah işleyebilen,
hem de günahtan uzak durabilen; İnsanlar,"
-
En alt grupta ise; hiç bir
sorumlulukları bulunmadıkları için, Hayvanlar yer almaktadır.
-
Yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi; merkez sabit değildir.
İnsanlar kazandıkları ahlaki değerlere ve aldıkları manevi mesafeye
göre bazen Meleklerden üstün olabilmekte, bazen de Hayvanlardan daha
aşağı bir konuma düşmektedir. Yani; insan için Melekleşme ya da
Hayvanlaşma değil, onlardan üstün veya aşağı olma söz konusudur.
-
İnsanın kendi türü içindeki, yerini belirleyen kıstas ise;
tamamen ahlak kavramıdır. Ahlak ise; dine dayalı bir davranış
biçimidir. Her ne kadar, din dışı bir ahlak anlayışının olabileceği
savunulmuşsa da böyle bir ahlakın yaptırım gücü zayıftır. Mesela; içki
içmek veya hırsızlık yapmak gibi eylemler karşısında dince yasak yani
haram oldukları gerekçesiyle tavır alan bir kimse; iç dinamizmi ve
sevk amili yüksek bir motivasyona sahip olduğu için "Ahlaki bir
davranış" elde edebilir. Ancak; dini inançları reddeden ve yukarıdaki
olgulara karşı “akıl" noktasından yaklaşan, yani manevi motivasyonu
bulunmayan bir kimseyi "Çalmanın" dayanılmaz cazibesiyle karşı karşıya
kaldığı bir durumda engelleyecek faktör ne olabilir? Bu sebeple; bana
göre "Dindışı ahlak" ile ahlaklanmış insanlar dünyanın her yerinde
suçlara ve günahlara karşı en zayıf insan grubunu teşkil etmektedir.
-
Burada durup, şöyle bir sonuca ulaşmamız zaruri ve mantıki
görünmektedir.
-
İnsanoğlu da; bütün varlıklar gibi bir yaratıcının eseridir.
-
Ancak insan diğerlerinden farklı olarak akıl ve irade sahibi
bir varlıktır. Bu özellikleriyle insanda ilahi bir yön de vardır. İşte
bu sebeple insan "Eşref-i Mahlûkat”tır.
-
Sonuç olarak; fıtratta (yaratılışta) var olan yücelik
korunduğu zaman insan yükselir, fıtrata ters yükler alındığında ise,
alçalır.
-
İşte bütün mesele insanı, insanlığı yüce ve yüksek bir
noktada tutmaktır.
-
Bunu başaranlara ne mutlu!
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
-
KOMPLEKS=KİBİR
-
Kompleks Batılı bir kavram, biz de kullanıyoruz. Zengin
anlamlar ihtiva eden bu kelimenin bir anlamı şudur:"içinde çok ve
farklı unsurlar barındıran, karmaşık ve girift şeyler". Mesela; Çok
amaçlı binalardan oluşan, bizim eski dilde "Külliye" dediğimiz, bütün
içinde çeşitlilik ifade eden binalar topluluğuna kompleks denir.
-
İkincisi;"çeşitli şuuraltı birikimler sonucu ortaya çıkan ve
bazı psikolojik bozukluklara sebep olan ruh hali". Her iki tanımda da
çokluk, karışıklık ve farklılık kısacası; giriftlik hâkim.
-
Kompleks aslında insanla birlikte var olan bir davranış
biçimidir. Kompleksli davranış iki yönlüdür. İçinde bulunduğu durumu
izah edemeyen ya da kabullenemeyen kimseler karışık ruhsal durumları
sebebiyle bazen aşağılık, bazen de yükseklik kompleksine kapılırlar.
-
Kompleksin bizim kültürümüzdeki karşılığı nedir, İslâm
literatüründe hangi kavram kompleksin yerini tutabilir? Doğrusu tam
karşılığını bulmak zor ama özellikle ikinci anlamının içinden
"büyüklük kompleksi"ne iyi bir karşılık olarak KİBİR kelimesini
gösterebiliriz.
-
Kibir; sözlükte "Büyük büyüklenme" anlamlarına gelir. Kebir,
Ekabir, Ekber kelimeleri de Türkçede değişik şekillerde kullanılan ve
hep büyüklük anlamına gelen kelimelerdir. Çorum'da yaşayanlar bilir;
Camii Kebir "Büyük Camii "anlamında Ulu Camii'nin diğer adıdır.
Edebiyatta "Divan-ı Kebir" bir şairin bütün şiirlerinin toplandığı
büyük eseri manasına kullanılmakta,"Ekabir" büyük adamlar için,"Ekber"
kelimesi ise; başta Allah'ın en büyük olduğunu belirtmek için "Allah-u
Ekber" tamlamasıyla kullandığımız ve günde 30 defa "Ezan-ı Muhammedi"
ile birlikte işittiğimiz bildik bir kelimedir.
-
Dini terim olarak, büyüklenme ya da böbürlenme anlamında
kullanılan kibir kelimesi "Bir kimsenin kendisini diğer insanlardan
üstün, farklı ve önde görmesi demektir ki; bu da büyüklük kompleksine
uygun düşer. Bu durum, yani kişinin kendisini üstün görme tavrı,
gerçekten kişinin sahip olduğu bazı özelliklerden dolayı olabilir.
Sözgelimi, erkekler için "zenginlik",kadınlar için de "güzellik"
kavramları her zaman hem kibirlilik, hem de kompleks alâmetidir.
-
Bu tür kibirli davranışlar az da olsa her insanda bulunmasına
rağmen belirli bir dozu geçerek aşırılığa kaçması halinde komplekse
dönüşmektedir. Bu anlamda kompleks bir hastalıktır. Her türlü manevi
hastalığın tedavisi İslam'da bulunduğuna göre, bu hastalığın tedavisi
de bulunmaktadır. O da :"Tevazu" yani alçakgönüllülüktür.
-
Düşünebiliyor musunuz? Hem çok yetenekli olacaksınız, hem de
havalara girmeden kompleks göstermeden insanlar arasında efendice,
mütevazı bir şekilde yaşayacaksınız. İşte gerçek meziyet budur.
Bilinmelidir ki, zengin, meşhur, sanatçı ve makam sahibi kişiler
tevazu içinde olurlarsa bu davranış onları büyültür. Kompleksli
davranışlar ise, insanı hem seviyesiz hem de sevimsiz yapar, aynı
zamanda da küçültür.
-
Peygamber Efendimiz:"Üç şeyin insanı helak edeceğini"
bildirmiştir.
-
1- Cimrilik,
-
2- Nefsin arzularına uymak,
-
3-Kişinin kendini insanlardan üstün görmesi,
-
Büyüklenmenin karşılığında diğer insanları küçümseme de
vardır. Yani; yukarıda olabilmek için birilerinin basamak olması
gerekiyor.
-
Terazi misali, bir tarafın kalkması, diğer tarafın aşağıya
inmesine sebep oluyor. İşte Peygamber Efendimiz; Büyüklenme olayında
başkalarını küçümseme, burun bükme ve önemsememe gibi davranışlar
bulunduğu için bunu zulüm olarak niteliyor. Başka bir Hadiste ise:
"Benlik davası ve üstünlük iddiasında bulunmayan alçak gönüllü Mümin
Cennetliktir. Azgın Mizaçlı, hayrı engelleyici ve KİBİRLİ kişi ise
Cehennemliktir." duyuruluyor. Bu hadis bize; toplum içinde nasıl
davranacağımızı göstermektedir. İnsan sosyal bir varlık olduğuna göre
muhakkak toplum içinde bulunacaktır. Öyle ise, araca binen kişinin
trafik kurallarına uyması nasıl zorunlu ise, toplum hayatına uymak ta
öylesine zorunludur.
-
Bütün dostlara, özellikle toplumun üst tabakalarında bulunan
yönetici, başkan, siyasi lider, zengin ve şöhretli kişilere kompleksli
olmamalarını tavsiye ediyoruz. Konumuzu Yüce Rab’imizin Kâinat
Kitabındaki ebedi sözü ile bitirelim:
-
"Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen, elbette yeri
yaramazsın, boyca dağlara ulaşamazsın."(İsra-37)
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
-
HİTİTLER BİZİM NEYİMİZ OLUYOR?
-
İlk insandan, günümüze kadar yeryüzünden yüzlerce insan
topluluğu gelip geçmiştir. Ancak; bugün bu topluluklardan pek azının
adı anılmaktadır. Pekiyi; neden bazı toplulukların isimleri tarihe
geçerken, bazılarından ise hiç bahsedilmiyor? Hemen söyleyelim, bu
durum tamamen o toplumun, bir medeniyet vücuda getirip-getirememesiyle
alakalıdır.
-
Yaşadığı dönemde; çevresine hâkim olan, büyük bir askeri ve
ekonomik güç ile birlikte yüksek bir sanat, edebiyat ve mimari
geliştiren kavimlerin eserleri zamanımıza kadar ulaşmıştır. İşte bu
bir medeniyettir. Öyle insan toplulukları da vardır ki; tarihten
günümüze ulaşan herhangi bir "izleri" mevcut değildir. Onlar sadece,
bir isim veya bölge adıyla anılmaktadır. Örneğin Afrika Kabileleri
gibi! Afrika Kıtasının kuzeyinde, Mısır'lıların büyük bir
medeniyetleri olmasına rağmen, kıta içinde bulunan sözgelimi
Ugandalıların, Çadlıların kendilerini dünyaya tanıtacakları bir
medeniyetleri yoktur. Bu sebeple, kendilerine "Afrika Yerlileri"
denilir ve geçilir.
-
Tarih boyunca yeryüzünde kurulmuş 26 büyük medeniyetten
bahsediliyor. Yani her kavmin, her milletin sahip olduğu büyük bir
medeniyeti bulunmuyor.
-
Amerika Kıtasının ilk yerlileri Aztek, İnka ve Maya'lardır.
Bu kavimlerin günümüze ulaşan bir medeniyetleri vardır. Asya Kıtasında
Çin, Japon, Hind, İran ve Uygur Türklerinin medeniyetleri, Afrika’da
Mısır, Ön Asya'da Mezopotamya, Asur ve Babil medeniyetleri ile
Avrupa'da Roma, Anadolu’da ise; Hitit, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı
medeniyetlerini sayabiliriz.
-
Görüldüğü gibi Anadolu Yarımadası, toprağının bereketi,
ikliminin uygunluğu ve jeopolitik konumu itibariyle dünyanın diğer
bölgelerinden daha çok medeniyetlere beşik olmuştur.
-
Anadolu Medeniyetleriyle ilgilenmek, bu medeniyetlerle ilgili
eserleri ortaya çıkarmak hem tarihe, hem de turizme katkı açısından
önemlidir. Geçmişi araştırmak, eski medeniyetlerin birikimlerinden
yararlanmak ve onları korumak bir insanlık görevidir. Ancak, ilgide
adaletli gerekmek gereklidir. Örneğin; Hitit, Bizans ve Osmanlı
medeniyetleriyle, sondan başa doğru, yüzde 50-30-20 gibi oranlarda bir
ilgi adaletli olur kanaatindeyim. Çünkü bu ülkedeki hâkim kültür
İslam'dır. Osmanlı Medeniyeti ise Bir İslam Medeniyetidir. Hitit ve
Bizans Medeniyetlerine gösterilen ilgi Osmanlı Medeniyetinden
esirgenirse yanlış olur.
-
Bu son cümleyi Anadolu'daki eski medeniyetlere sahip çıktığı
halde, dini hassasiyetini kaybettiği için Osmanlı Medeniyetine sahip
çıkmayan "köksüz bir zihniyetin" varlığını hissettiğim için söyledim.
-
Bizler "yeryüzünde gezin ve ibret alın "metaforuna sahip
kişiler olarak her medeniyete layık olduğu değeri vermekle yükümlüyüz.
-
02-08 Eylül tarihleri arasında Çorum'da yapılacak olan V.
Uluslararası Hititoloji Kongresi yaşadığımız şehrin tanınması, dünyaya
açılması ve tabii ki turizm açısından çok önemlidir. Ayrıca tarih
bilimine katkı sağlayacağını düşünüyorum. Daha önce "Hitit Festivali"
çerçevesinde yapılan bir panelde Hititlere ait bir şiiri dinlemek beni
mutlu etmişti. Geçmişi tanımak ve geçmişin sırlarını çözmek güzel bir
duygudur. Ancak, Festivalin adının "Hitit" olmasına itirazım var.
Hititleri tanımaktan mutlu olmama rağmen, bir aidiyet duygusu
taşımıyorum. Bu anlamda onlara karşı "nötr" duygular içindeyim. Bu
yüzden benim yaşadığım şehirde Festivale bana ait, benden bir ismin
olmasını isterim. Fakat"Hititoloji Kongresi" hem isim hem de yer
olarak doğrudur. Her yıl yapılması ve Çorum'da yapılması isabetli
olur. Çünkü Hitit sözcüğü Çorum'u diğer şehirlerden ayıran önemli bir
farktır.
-
Hititlerin Tarihine baktığımızda;4000 yıl geriye gitmemiz
gerekiyor. Hititler Kafkaslar üzerinde Anadolu'ya gelmişlerdir.
Dilleri Hint-Avrupa diller ailesinden, ırkları da İndo-Germen ırklar
grubundandır.
-
Burada, Hitit Tarihine Almanların neden ilgi gösterdiğini
anlayabiliriz. Çünkü her iki millet de Cermen Irkındandır. Nitekim
Boğazkale ve Şappihova bölgesinde uzun yıllar çalışan Alman Bilim
Adamı Dr. Peter NEVE sırf taşları ortaya çıkarmak çalışmıyordur her
halde. İşin ırki bir heyecanı da vardır mutlaka.
-
Çorum'da ki en büyük otele adını verdiğimiz Anitta, ismi
tesbit edilen ilk Hitit kralıdır. Hitit Devletinin ilk kurucusu
Labarna'dır. Başkentleri ise Hattuşaş’tır. Hititler bu bölgeye hâkim
olmadan önce Asurlular hâkimdi ve burada ticaret kolonileri
bulunuyordu. Anadolu'da önceleri şehir devletleri bulunurken Hititler
ilk organize temelini atmışlardır. M.Ö.1850 yıllarında başlayan Hitit
Dönemi M.Ö.1200 yıllarına kadar devam etmiştir.
-
Hititlerin bölgede ki en önemli şehirleri Başkent Boğazköy (Hattusas),Alacahöyük,
Eski yapar, Pazarlı, Kuşsaray ve Ortaköy'dür.
-
Hititlerin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, sırasıyla;
Frigler, Kimmerler, Medler, Persler ve Galatlar bölgeyi idareleri
altına almışlardır. Daha sonra Julius Ceasar zamanında Romalıların
eline geçen bölge Anadolu'da bir kavşak noktası haline getirilmiştir.
Roma İmparatorluğunu bölünmesiyle Bizans'ın elinde kalan Çorum
bölgesinin o zamanki adı Nikonya'dır.
-
Nikonya'dan Çorum'a çok şey değişti tabii ki. Orta Asya'dan
gelen Çorumlu Oymağı bu şehre belki de kıyamete kadar devam edecek
ismini verdi. Bu şehirde yaşayan bizler bölgemize tarihteki o
ihtişamlı önemini tekrar kazandırmamız gerekiyor.
-
Hititoloji Kongreleri bu açıdan bir başlangıç, bir sıçrama
noktası olabilir...
-
Kongreye katılan bilim adamlarına ve diğer misafirlere
şehrimize hoş geldiniz diyor, bu kongre için emeği geçen herkese
teşekkür ediyorum.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ŞEYTAN VE SİYASET
-
Kutsal kitaplar Şeytan'ı kötülüğün simgesi olarak görürler.
Yani; Şeytan her zaman pisliğin ortasında yer alır, kıyıda-köşede
kalmayı istemez.
-
Şeytan kötülüklerini ortaya koyarken iki yöntem kullanır:
Bunlar; desise ve vesvese silahlarıdır. Desise; hile, tuzak ve
aldatma, Vesvese ise nefs ve Şeytan'ın meydana getirdiği iç
karışıklığı, şüphe ve tereddüt demektir. İşte Şeytan, bu iki eylemin
profesörüdür. İçimizdeki bütün şüphe ve tereddütlerin müsebbibi odur.
Kendimizi şeytani duygulara kaptırdığımızda iflah olmamız mümkün
değildir.
-
Şeytan işini nasıl yapıyor? Tabii ki; vesvese ile. İyi bir iş
yapmak istediğimizde hemen zihnimize bir sürü sorular hücum ediyor;
"Yapsam mı, yapmasam mı?","Doğru mu, yanlış mı?"," İyi mi, kötü mü
?","Öyle mi, böyle mi?" kısacası sorular peş peşe sıralanıyor;
Acaba... acaba... acaba...
-
Şeytan kötülüğü bilerek ve isteyerek, kendi özgür iradesiyle
seçmiştir. Bu seçiminin sonunda da ceza olarak Allah'ın huzurundan
kovulmuştur. Müslümanlar bu ilahi bilgiye ulaştıkları günden beri
"Kovulmuş Şeytan'ın şerrinden Allah'a sığınmak" üzere klasikleşmiş bir
dua ede gelmişlerdir.
-
Şeytan Hakk'ın huzurundan kovulmakla birlikte helak
edilmemiştir. Yani eylemlerini yapmakta serbest bırakılmıştır. Hatta
hak-batıl tercihinde serbest olan insanoğlu için Şeytan iyi bir
imtihan vesilesidir. Ancak, bu güçlü düşmana karşı kendimizi
koruyabilmemiz için Yüce Rabb'imiz bizlere İRADE silahını
lütfetmiştir. Bu güçlü silahı da sabır ve iman ile takviye etmiştir.
-
Hiç unutmamamız gereken uyarı şudur: "Şeytan'a karşı duyarlı
ve tepkili olmak, şeytani plan, düşünce, his ve heveslerden uzak
durmaktır."
-
Siyaset bahsine gelince... Siyaset bir çeşit insan idare etme
sanatıdır. İnsanları idare etmenin ise türlü türlü yolları vardır.
Yani; idare zor zanaattır, vatandaşın huyları ise çeşit çeşittir. Bu
sebeple siyasetçi nabza göre şerbet vermesini bilir. Araziye göre de
hareket eder, ancak bunları yaparken siyasette "Dürüstlük" en geçmez
akçedir.
-
Siyasetçi için merdivenleri çıkmanın yolu hiç bir zaman atlas
halı ile döşenmiş, gül suyu ile yıkanmış değildir. Doğrusu temiz ve
dürüst siyaset yapabilmek mevcut seçim sisteminde pek de kolay
değildir.
-
O zaman ne oluyor?
-
Siyasetçi en bildik damardan girerek işi bağlamaya çalışıyor.
Bu yol insanlık tarihi boyunca işe yaramış olan "Menfaat" yoludur. Bu
yolda dikenler ve taşlar paranız olduğu sürece hiç ayağınıza
dolanmayacaktır...
-
Yaa işte böyle! "Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır"
buyurmuş atalarımız... Şeytan öyle, siyasetçi de böyle çalışıyor.
Durum böyle olunca içimden <Kolay gelsin demek> gelmiyor.
-
Lakin İyi dileklerimi, Ramazan Şeytan'ı gibi eli kolu
bağlanmış İblis ile dürüst siyasetçiye saklıyorum.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
HAYIRLI BİR SEYAHAT
-
23-24 Ekim tarihlerinde birkaç değerli dost ile İstanbul'a
gittik. Bu güzel kente en az 200 defa gitmişimdir, fakat her gidişimde
ayrı bir heyecan duyarım. Coğrafi konumu, tarihi dokusu ve hepsi bir
şaheser olan camileri ile muhteşem bir şehirdir İstanbul...
-
Gündüz yaptığımız seyahat, insanı bunaltmayan güneşli bir
havada geçtiği için oldukça zevkli geçti. Akşam civarında Boğaz
Köprüsüne ulaştık. Lakin öyle kalabalık ki adım adım ilerliyoruz, tek
sıkıcı boğaz geçişi oldu.
-
Akşam namazını Eyüp Sultan'da kıldık... Allah'ım ne muhteşem
dekor... Tatlı bir ezan, çınarlar, güzel ışıklandırılmış Eyüp Camii ve
çevresindeki tarihi atmosfer insanı 500 yıl öncesine götürüyor. Eyüp
Mezarlığı ise bu 500 yıllık tarihin kanıtları olarak karşımızda
duruyor.
-
Camiinin içi bir başka güzel, değerli dostum Atilla Beyin
deyimiyle nispetler, renkler, kullanılan malzemeler birbirlerine öyle
uyumlu ki herhangi bir kusur görülmüyor. Bozulsalar tamiratını bile
yapacak becerimiz yok bugün. Bu muhteşem eserlerde mimarlıktan öte bir
şey olmalı. Bu eserlerin statik hesapları, plan ve projeleri; bir
keşif, bir ilham ya da bir içe doğuş olsa gerek. Hangi yüksek
matematik bilgisi ile yapıldı, o güzelim malzemeler nereden bulundu, o
malzemelerin kalıcılığı nereden bilindi? Bunlar hep bir muamma!
-
İkinci gün Fatih Çarşamba'da ki Ağa Camii mekânımız oldu.
Buradaki mezar taşlarının ilginçliği dikkatimi çekti. Bilen için her
mezar taşı ayrı bir dünyayı hatırlatıyor. Erbabı için, mezarda yatan
zatın kimliği meçhul değil. Kadın veya erkek, genç kız ya da çok
çocuklu bir kadın olduğu bilindiği gibi, kişinin hangi mislikten
olduğu nakış gibi mezar taşlarına işlenmiş. Hele oradaki mübarek zat
ve nasihatleri bizim için ayrı bir lezzetti.
-
İkinci gün öğleden sonraki randevumuz Yeşilay Cemiyeti'nin
Cağaloğlundaki merkezi idi. Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Selahattin
KAPTANAĞASI bizi yaşlı bir delikanlı edasıyla karşıladı. İlerlemiş
yaşına rağmen kendisini dertli, bilgili, heyecanlı ve dinamik bulduk.
-
Biz arkadaşlarımızla kendi aramızda şöyle düşünmüştük:
Ülkemizde son yıllarda birazda ekonomik krizin sebep olduğu bir
çöküntü var. Alkol, sigara ve her türlü kötü alışkanlık bu çöküşün
hızlanmasına sebep oluyor. Toplumu kene gibi sömüren kötü
alışkanlıklarla mücadele etmemiz şarttır. Bu mücadele aslında her
vatanını sevenin birinci görevidir. Bilinçli her insanın alkolizme,
sigaraya, uyuşturucuya şiddetle karşı olması gerekmektedir.
-
Bizi harekete geçiren bu düşüncelerle
gittiğimiz Yeşilay Cemiyetinde bizden daha heyecanlı bir başkanla
karşılaştık.
-
Başkan Devlet yetkililerine feryat edercesine yalvarıyor; neslimize
sahip çıkalım, çocukları bu tehlikelerden koruyalım diye... Bir yıl
içinde 1300 küsur toplantı yapıldığını, bunun Türkiye gibi büyük bir
ülke için tuz bile olmayacağını söylüyor. Yetkililerin bu işe acil el
atmalarını, okul çevrelerindeki kafe, internet kafe, kahvehane,
meyhane, bar, pavyon gibi mekânların açılmasına izin verilmemesini ve
uzaktakilerin de sürekli kontrol edilmesini istiyor.
-
Yapıkları bu mücadele için maddi
gelirlerinin yeterli olmadığını, bütün belediyelerin bu işe pay
ayırması gerektiğini ifade ediyor.
-
Vali, Kaymakam ve Belediye Başkanlarının Türk Halkına karşı büyük
sorumlulukları bulunduğunu ve bu yetkilerinin gençlere sahip
çıkmalarını rica ediyor. Bu yıl içinde ülkemizde tüketilen alkol ve
sigaraya harcanan para ile 160.000 adet konut yapılabileceğini
rakamlarla anlatıyor,(bu kadar konutla 5 tane yeni Çorum şehri
Kurabilirsiniz) ayrıca; istatistiklerle trafik kazalarının %
65'i,tecavüz ve şiddet olaylarının $% 50'si,cinayetlerin % 85'i,aile
problemlerinin %75'i alkol sebebi ile olduğunu anlatıyor.
-
Yeşilay Cemiyetinin Başkanını dinlerken
o kadar dehşete düştük ki, bir an ülkemizdeki en büyük sorunun içki,
sigara ve uyuşturucu olduğunu düşündük.
-
Önümüzdeki günlerde güzel Çorum'umuzda
cemiyetin bir şubesini açarak kolları sıvamamız gerekiyor. Sorumluluk
sahibi herkesin bu hayırlı işe yardımcı olmasını istiyoruz. Bu
öylesine büyük bir tehlike ki; çevre, ekonomi ve terör gibi sorunlar
bunun yanında basit kalıyor.
-
Değerli okuyucular. Bayramlar; sevinç,
bolluk, kardeşlik için bir vesiledir. Bu mübarek günleri vesile ederek
sigara ve içki gibi kötü alışkanlıkları olanlar bıraksınlar. Tövbe
etsinler. Bu karar onlar için daha hayırlı olacaktır.
-
Bayramınızı tebrik eder, tüm insanlık
alemi için hayırlara vesile olmasını dilerim.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ÇENESİZLER SERAMİK
-
Çorumlu 2000 Dergisinin bundan sonraki
sayılarında sizlere Çorum'da kendi iş kolunda "İLK" olan, herhangi bir
alanda öncülük yapmış olan kişi ya da kuruluşları tanıtmaya davam
ediyoruz.
-
Bu sayıda sizlere "ÇENESİZLER SERAMİK
VE TİCARET A.Ş."yi tanıtıyoruz. Konuşmamızı Çenesizler Seramik
Sanayi'nin Organize Sanayi Bölgesindeki fabrikasında yaptık.
Konuşmamızı Fabrika Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Sayın Erdem
ÇENESİZ ile Çorumlu 2000 Dergisinin Sahibi Sayın Mahmut Selim GÜRSEL
Beylerin bulunduğu bir ortamda; Genel Müdür N. Bülent ONUR ve
Fabrika Müdürü Levent KARACABAY ile yaptık. Kendilerine söyleşiden
dolayı teşekkür ediyoruz.
-
-
N. Bülent ONUR 1964 yılında Çorum'da
doğdu. Albayrak İlkokulunu ve Samsun Anadolu Lisesinden sonra; İTÜ.
İnşaat Fakültesini bitirdi.
-
1994 yılına kadar Şantiye Şefliği ve
Proje Mühendisliği ve Müteahhitlik yaptı.1994 yılından beri “ECE"
Seramikte
-
Genel Müdürlük görevinde bulunmaktadır.
-
Evli ve bir çocuk babasıdır.
-
-
Levent KARACABAY 1962 yılında Yozgat'ta
Doğdu. ODTÜ Metarurji Mühendisliği mezunudur. Eczacıbaşı Vitra'da 7
yıl, AR-GE Şefliği, Serel'de 4 yıl Üretim Müdürlüğü,"EGE" Seramikte
bir yıl Genel Müdür Danışmanlığı yaptı.1998 yılından beri "ECE"
Seramikte Fabrika Müdürü olarak çalışmaktadır.
-
Evli ve bir çocuk babasıdır.
-
-
Zekai İŞLER: - Seramik Fabrikası kurma fikri nereden çıktı,
neden seramik düşünüldü?
-
N.B. ONUR: - Fabrika ile ilgili yatırım çalışmaları 1992
yılında başladı. Fikir babası Erdem Beydir. Çorum o yıllarda büyüme
trendine geçmişti. Fakat klasik sektörde büyüyordu. Biz de
alışılmışın dışında bir sektör aradık. Hem inşaat sektörüne yakın
olması, hem de piyasa araştırmalarımız sonunda "seramik"e karar
verildi.
-
Zekai İŞLER: - Faaliyete ne zaman geçtiniz, üretiminiz
yeterli mi?
-
N.B. ONUR: - 1993 yılında yatırım tamamlandı. 1994'te fiili
üretim başladı. İlk başta kapasite düşüktü.19 94'ten sonraki 2-3 yıl
içinde küçük yatırımlarla takviye edilen fabrikamızda 1997'de tam
kapasiteye ulaştı.
-
Zekai İŞLER: - Üretim çeşitleriniz ve kapasiteniz nedir?
-
L. KARACABAY: - "ECE" Markasıyla banyo
takımları, banyo aksesuarları, tek parça helâ taşı, lavabo ve klozet
üretimi yapıyoruz. Kapasitemiz 350.000 adet /yıl, hedefimiz ise;
600.000 adet / yıldır. En iddialı üretimimiz de korlu ürünlerimizdir.
Dekorların tamamı sır içi olup, aşınma ve solmaya karşı ömür boyu
garantilidir. Ürünlerimizin tamamı; orijinal tasarım olup,
tescillidir.
-
Zekai İŞLER: - Hammadde sıkıntınız var mı, hammaddeyi
nereden temin ediyorsunuz?
-
N.B. ONUR: - Hammadde konusunda sıkıntımız bulunmuyor.
Hammaddenin bir bölümü ithal, İngiltere, Rusya ve Ukrayna'dan geliyor.
Yerli olanlar ise; Marmara ve Batı Anadolu bölgelerinden temin
ediliyor.
-
Zekai İŞLER: - Satış ve pazarlama sorunu var mı, yurt içi ve
yurt dışı satış noktaları nerelerdir?
-
L. KARACABAY: - Satışlarımız ana distribütörler vasıtasıyla
oluyor. Ankara ve İstanbul'da Bölge Müdürlüğümüz ve depolarımız var.
Ayrıca; Bursa, İzmir, Denizli, Adana, Antalya, Gaziantep, Diyarbakır,
Kayseri, Konya, Samsun, Ordu, Trabzon ve Erzurum'da bayiliklerimiz
bulunuyor.
-
Ürünlerimizin yaklaşık %30'u ihraç ediliyor. İsrail,
S.Arabistan, Belçika, Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Rusya ve Türkî
Cumhuriyetler en çok ürünlerimizi ihraç ettiğimiz ülkelerdir.
-
Zekai İŞLER: - Kalite konusunda neler söyleyebilirsiniz?
-
N.B. ONUR: - "ECE" Seramik ailesine
1998 yılında katılan ve halen Fabrika Müdürümüz olan Levent Bey; Ece
seramik ailesine bütünüyle bir değişim getirdi. Özellikle kalitenin
oluşumu Levent Beyle olmuştur. Fiyatı en makul, kaliteyi en yüksek
noktada tutmaya gayret ediyoruz. İddiamız: “Bizim kalite de ve bizim
fiyatımızda ürün olmadığıdır.”
-
Zekai İŞLER: - İşçi ve teknik personel
sayısı nedir? İşçilerinizle probleminiz var mı?
-
N.B. ONUR: - Şu an çalışan işçi sayımız
110 civarında, teknik personelimiz ise 6 kişiden ibarettir. Biz burada
işçi - işveren mantığı ile değil de, ”ECE Seramik Ailesi"
felsefesinden hareket ettiğimiz için çalışanlar açısından her hangi
bir problemimiz bulunmuyor.
-
İş yönetimi: Müdür + Sorumlu + İşçiler şeklinde olmakla
beraber, yönetimde hiyerarşi yerine hızlı iş görme yöntemiyle
çalışıyoruz. "Ders alınan başarısızlık başarıdır", "Hata yapma
hakkımız vardır" sloganları bizim çalışmamıza ışık tutmaktadır.
-
Başka önemli hususta şudur: Biz işçilerimizle birkaç
yıllığına değil, emekli oluncaya kadar çalışmayı düşünüyoruz. Bu
sebeple çok tatmin edici olmamakla beraber; Çorum piyasasının üzerinde
bir ücret politikamız vardır.
-
Zekai İŞLER: - Ürünlerinizi rekabete açtınız mı? Fuarlara
katılıyor musunuz?
-
L. KARACABAY: - Elbette rekabet kaliteyi zorluyor. Yurtiçinde
Tüyap Seramik-Banyo Fuarına 4 senedir katılıyoruz. Tunus ve Azerbaycan
olmak üzere 2 defa yurtdışı fuarına katıldık.
-
Zekai İŞLER: - Efendim! Son olarak "Ece Seramik"in avantaj
ya da dezavantajları nelerdir? Varsa problemlerinizi öğrenmek
istiyorum.
-
Erdem ÇENESİZ: - Avantajımız; Çorum'a yatırım yapmak.
Doğduğumuz, büyüdüğümüz bu şehre karşı borcumuzu ödemiş olmamız en
büyük avantajımızdır.
-
N. Bülent ONUR: - Yetişmiş insan, hammadde ve ulaşım (Deniz,
Hava, Demiryolu) gibi tüm kaynaklardan uzak olmak dezavantajımızdır.
-
Levent KARACABAY: -Problemimiz; Havayolu ve Demiryolu
olmayışı. Ayrıca Çorum'da doğal gazın olmaması maliyeti artırıyor.
Bunun dışında ülkemizdeki diğer sorunlardan herkes gibi bizde
etkileniyoruz.
-
Zekai İŞLER: - Bu konuşma için size teşekkür ediyor,
çalışmalarınızda, işlerinizde başarılar diliyorum.
-
Erdem ÇENESİZ, N. Bülent ONUR, Levent KARACABAY: - Biz
teşekkür ederiz.
-
|
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
AS KAPLO
-
26 yıl "Kültür işleriyle" uğraşan entelektüel bir insan,
emekli olunca sanayi sektörüne atılırsa ne olur? Değerli hemşerimiz
Ahmet ERTEKİN Bey ile Organize Sanayi Bölgesindeki AS KABLO
tesislerinde hem yeni işini, hem de kültürel meseleleri konuştuk.
Kültüre ait konuşmalar bizde kaldı. Biz sizlere as kablo ile ilgili
söyleşimizi sunuyoruz.
-
Zekai İŞLER: - Ahmet Bey; Emekliliğiniz
hayırlı olsun. Daha önceki mesleki kariyerinizle pek ilgisi bulunmayan
bu "kablo" işi nereden çıktı?
-
Ahmet ERTEKİN: - Kardeşimin İstanbul'da
"Kablo Fabrikaları yapan bir fabrikası" bulunuyordu. Kendisi de kablo
üretimi yapmak isteyince, Çankırı Organize Sanayiden teşvik almışlar.
Benim fabrikanın başında durmam icap etti. Teşviki Çorum'a naklettik,
böylece Fabrika Çorum Organizeye kuruldu, biz de başına geçtik.
-
Zekai İŞLER: - As kablo neler üretiyor,
hangi piyasaya hitap ediyor?
-
Ahmet ERTEKİN: - Genellikle inşaat sektöründe kullanılan bütün
elektrik kablolarının çeşitlerini yani alçak gerilim kablolarını
üretiyoruz. Aracı firmalar aracılığıyla Alman'larla çalıştık. Zaman
zaman dış satımlar oldu. Lakin biz çoğunlukla iç piyasaya yönelik
çalışıyoruz.
-
Zekai İŞLER: - Hammadde olarak neler
kullanıyor ve nereden temin ediyorsunuz?
-
Ahmet ERTEKİN : - Elektrolitik bakır,
saf bakır ve PVC kullanıyoruz. Hammadde İstanbul'dan temin ediliyor.
-
Zekai İŞLER: - Personel ve ücret
durumunuz nasıldır?
-
Ahmet ERTEKİN: - Yönetim dâhil 15
personelimiz var. Ücret politikamız 2 yıla kadar iyiydi. 2 yıldan beri
Türkiye'nin genel ekonomide durgunluk bizi de etkiledi. Şu an
normaldir.
-
Zekai İŞLER: - Üretimdeki kaliteniz,
üretim fazlalıkları ve bu hususlarda problemleriniz nelerdir?
-
Ahmet ERTEKİN: - Kaliteyi etkileyen
faktör; bakırın saflığı ile PVC nin kalitesidir. Kabloda iletkenlik
önemli! Rakibimiz değil de, rahatsız olduğumuz şeyler var. Bizim
sektörde "merdiven altı kabloculuğu" denilen bir üretim şekli var.
Yeterli denetim olmadığı için standart dışı üretim yapıyorlar, ucuz
olduğu için tercih ediliyor. Stok maliyetleri artırdığı için üretim
depolama gibi bir lüksümüz kalmadı.
-
Zekai İŞLER: - Fabrikanızın aylık
kapasitesi ne kadardır. Pazarlama yönteminiz nedir?
-
Ahmet ERTEKİN: - Biz tek vardiya
çalışıyoruz. Aylık 100 ton bakır işleme kapasitemiz vardır.
Tüketimimiz bayilik sistemi ile olmaktadır. Ayrıca arabalı
pazarlamacılar. Pazarlama alanımız başta; Çorum olmak üzere, Karadeniz
Bölgesi ile Ankara ve İstanbul'a da satışlarımız bulunmaktadır.
-
Zekai İŞLER: - İçinde bulunduğunuz
yıllar sanayiciler için gerçekten zor dönemler, bunu biliyoruz.
Zorluklar aşılırsa, (Ülke genelinde) ekonomi rayına oturursa,
problemleriniz bitmiş olacak mı? Başka zorluklar var mı?
-
Ahmet ERTEKİN: - Efendim biz işe 1996 -
97 yılında sanayinin iniş döneminde başladık. İyi dönemleri görmedik.
Zorlukları aşmak için önce mesaileri kaldırdık, ardandan yavaş yavaş
üretim kapasitemizi düşürdük. Böylece zor şartlarda ayakta kalabildik.
Bizim esas problemimiz, standart dışı üretilen mallardır. Türkiye'de
kaliteli mal üreten firmaların piyasadaki standart dışı mallarla
mücadele etmeleri zordur. Çünkü kalitenin bir maliyeti var. Bunu da
haliyle ürüne yansıtmak zorundasınız. Bu sebeple ucuz mal ile rekabet
imkânı yok.
-
Zekai İŞLER: - Ahmet Bey, As Kablo dışında herhangi bir
çalışmanız var mı?
-
Ahmet ERTEKİN: - Çorum Organize Sanayi
İş Adamları Derneği diye bir kuruluşumuz var. Kısa adı ÇOSİYAD olan
bu kuruluşun Başkan Yardımcılığı görevini yapıyorum.
-
Zekai İŞLER: - Çıkarken kapıya yakın
bir yerde ve tam karşımızda Ahmet Beyin yakınmalarını dile getiren
bir levha asılıydı ve üzerinde şöyle yazıyordu: "Dünyada hiç kimse,
hiçbir şeyi daha kötü yapmadan daha ucuza satamaz" Ahmet Beye kim
bilir belki olabilir mi? Diye takıldıktan sonra teşekkür ettik.
-
Ahmet ERTEKİN: - Biz de isteriz.
Diyerek o da teşekkürlerini ifade etti..
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ÇOPİKAS
-
Bu sayıda sizlere "ÇOPİKAS A.Ş."yi
tanıtıyoruz. Konuşmamızı ÇOPİKAS Genel Müdürü Sayın İsa DOĞANLI ile
Ankara Yolu üzerinde bulunan fabrikada yaptık. Kendisine söyleşiden
dolayı teşekkür ediyorum.
-
İsa DOĞANLI: 1961 tarihinde İzmir’de
doğdu. Endüstri Yüksek Mühendisliği mezunudur.
-
16 yıldır bu sektörde çalışmakta olan
İsa DOĞANLI; 4 yıldır
-
ÇOPİKAS’IN çeşitli kademelerde çalıştıktan sonra; 1999 yılından
itibaren ÇOPİKAS Genel Müdürü olarak görevine devam etmektedir.
-
-
Zekai İŞLER - Kısaca kuruluşunuzun
tarihçesini anlatabilir misiniz?
-
İsa DOĞANLI: - Şirketimiz 1976 yılında
kurulup,1981 yılında Kâğıt fabrikasını çalıştırmaya başladı. Daha
sonra 1989'da oluklu fabrikası işletmeye açıldı. Geçen yıl bütün
hisseleri David S. Smith
-
Grubu tarafından satın alındı.
-
Zekai İŞLER: - İşletmenizin kullandığı
arazi miktarı ne kadardır?
-
İsa DOĞANLI: -Yaklaşık 105 dönüm
Arazimizin, toplam
-
21 dönümü kapalı alandır. 48 dönümden fazla bir alanımız bahçe-yeşil
alandır.
-
Zekai İŞLER: - Sektörünüzde pazar
durumunuz ve rakipleriniz var mı? Sıralamaya konulduğunuzda sektörel
büyüklüğünüz ile mahsuru yoksa 1999 üretiminizi ve cironuzu
öğrenebilir miyiz?
-
İsa DOĞANLI: - Pazar ve rakiplerimiz
içinde 98 şirket çalışmaktadır. Oluklu mukavva pazarında 1996'dan beri
sektörün en büyük üçüncü üreticisiyiz.
-
Geçen yıl 36.413 ton oluklu mukavva
kutu satarak, pazar payımızı %6 olarak koruduk. 1999 ciromuz 10.1
trilyon TL'dir.
-
Zekai İŞLER: - Satışlarınızın Türkiye
geneli bölgesel yüzdeleri nelerdir? Bu satışlarınızın önemli
müşterilerinizi açıklamanızda bir sakınca var mı?
-
İsa DOĞANLI : -Ülke içi satışlarımızın
yarısını İstanbul ve Trakya bölgesinde %30 unu
bulunduğumuz bölgede ve Karadeniz'de, Bursa ve İzmir bölgelerinde
ise%10'arını gerçekleştiriyoruz.
-
Ürünlerimizin %15'i özel kesimli ve
%68'i klasik kutulardan oluşmaktadır. Beyaz eşya ve elektronik eşya
kutularında, Çopikas'ın pazarda tartışılmaz bir üstünlüğü ve bilgi
birikimi mevcuttur.
-
Özellikle seramik, maya ve meşrubat
sanayilerine yönelik özel kesimli kutu üretimimiz giderek artmaktadır.
Bu sanayilere, 1996'da %4'ler seviyesinde hizmet verirken, ikinci
Bobst makinemizin de devreye girişi ile 1999'de %25'le-re ulaştık.
-
İlk 25 müşterimize toplam
satışlarımızın %75'ini gerçekleştiriyoruz. Arçelik, Beko ve Ardem
Gazal gibi bazı Koç firmaları ile Profilo, Cocacola, Eczacıbaşı gibi
gruplar "güven veren üretici, stabil ürün kalitesi ve düzenli servis"
nedeniyle Çopikas'dan alış veriş etmeyi tercih etmektedir. Arçelik,
Ardem, Profilo Peg ve Gazal, gibi bazı müşterilerimiz bize "başarılı
yan sanayici" ödülleri verdiler.
-
Zekai İŞLER: - Üretimini yaptığınız
makineler ile mamulün ham maddesini nerelerden karşılıyorsunuz ve
makine parkı hakkında bilgi verebilir misiniz?
-
İsa DOĞANLI: - Kâğıt makinemiz İtalyan orijinli olup Over
markadır. 2.8 m genişliğinde fluting ve test liner kâğıtlarını
üretmektedir. Toplam kâğıt ihtiyacımızın %25 -30'unu kendimiz
üretirken, bir o kadarını iç piyasadaki özel kuruluşlardan alıyoruz.
Se-ka toplam kâğıt ihtiyacımızın ancak %10-15’ini verebiliyor.
Önemli miktardaki kraftliner ihtiyacımız ile beyaz ihtiyacımızın tümü,
çeşitli müşterilerimizin otomatik dolum makinelerinin daha verimli
çalışması için ithal edilmektedir. Oluklu fabrikasında, BHS oluklu
hat- tı ile iki tane printer slotter (Bendazzolli ve Si-mon-360),üç
tane yapıştırmalı kutu makinesi (Martin-1224, Martin-718 ve Emba),
iki tane özel kesim makinesi (Bobst-SPO)ile bir katlama yapıştırma
makinesi mevcuttur. Bendaz zolli, 480 cm genişliğinde olup,
ülkemizdeki en geniş kutu makinesidir.
-
Bu makine parkına ilave olarak, bir
oluklu fabrikasında olması gereken tüm ekipmanlara sahibiz. Bu yıl
sonuna dek, boya hazırlama istasyonu ile dizayn atelyemizi devre ye
alacağız.
-
Zekai İŞLER: - Mamulleriniz
zannedersem; kağıt ve mukavva üretimi üzerine, bu mamullerin üretimini
yıllar olarak ve günlük olarak verebilir misiniz?
-
İsa DOĞANLI : - Kağıt fabrikasında
1996'da 10.958 ton, 1997'de 12.736 ton,1998 de 12.745 ve 1999'da
11.500 ton kağıt üretirken, oluklu fabrikasında 1996'da 30.556 ton,
1997'de 35.697 ton,1998'de 33.336 ton ve 1999'da 36.413 ton kutu
ürettik. Her iki tesis de üç vardiya düzeninde çalışmaktadır. Günde
ortalama 200.000 orta büyüklükte (deterjan, kuru maya, gıda)
yapıştırmalı kutu,50.000 büyük boy (televizyon, iplik, buzdolabı)
dikişli kutu ve 300.000 özel kesimli (meşrubat, seramik, yaşmaya) kutu
üretebiliyoruz.
-
Zekai İŞLER: - İşletmenizde kalite
belgesi olarak hangilerine sahiptir. Çevre sağlığı için ne gibi
önlemleriniz bulunmak tadır?
-
İsa DOĞANLI : -1996'da Ts-İso 9002
belgesi ve1997'de Ts-İso14001 belgesi aldık. Türkiye çapında çevre
yönetim sistemi belgesini alabilen 3'ncü şirketiz. Dizayn bölümünü
devreye aldıktan sonra 99’da İso-9001 aldık.
-
Müşteri şikâyetlerini, iadeleri ve
fireleri azaltmak ve zamanında teslimat yapmak başlıca kalite
hedeflerimizdir.
-
Arıtma tesisimizi 2 yıldır başarı ile
çalıştırıyoruz. Enerji ve temiz su tüketimini azaltmak ile ağaç
sayısının arttırılması başlıca çevre hedeflerimizdir. Bütün
çalışanlarımızın fabrika bahçesinde kendi diktikleri ağaçları
mevcuttur. Geçen yılsonundan itibaren toplam kalite yönetimini
uygulamaya çalışıyoruz. İlk defa öz değerlendirme, çalışanların
memnuniyeti ve müşteri memnuniyeti anketlerimizi gerçekleştirdik.
-
Zekai İŞLER: - Fabrikanızda çalışan
işçi sayısı ve çalışanlarınıza mesleki yenilenme eğitim veriyor
musunuz? İlerisi için insan kaynaklarına önem verip, burs veya başka
benzeri teşvikleriniz var mı?
-
İsa DOĞANLI : -275'i kadrolu ve 75'i
geçici statüde toplam 350 çalışanımız var. 1996'da yapılan
organizasyon değişikliği ile çalışanlarımızın kararlara katılmasını
destekliyoruz.
-
Çopikas'da çeşitli konularda düzenli
eğitim programları uygulanmaktadır. Bu amaçla 1996'da kişi başına 15
saat eğitim vermişken; 1997'de kişi başına 20 saat eğitim verdik.
Eğitimler artarak sürdü ve 1999'da ilk defa yoğun İngilizce
eğitimlerine de başladık.
-
Çeşitli grup çalışmalarının yanı sıra;
öneri verme sistemi ve ayın personelini seçme sistemi gibi bireysel
başarıları teşvik eden sistemlerimiz başarı ile çalışmaktadır.
-
Son iki yıldır, iki üniversite
öğrencisine iş garantili burs veriyoruz.
-
Zekai İŞLER: - Hedeflerinizi kısaca
açıklayabilir misiniz, size göre kurumunuzun problemleri nelerdir?
-
İsa DOĞANLI: - Hedeflerimiz; önümüzdeki
3 yıl içinde satışlarımızı 36.000 tondan 50.000 tona çıkarmayı, 4 gün
olan kutu teslim süresini 2 güne düşürmeyi, fireleri ve enerji
tüketimini %20 azaltmayı hedefliyoruz.
-
Bize göre bazı problemler
bulunmaktadır, bunlar: Nitelikli eleman bulunamaması, pazara olan
uzaklık, havaalanının olmaması ve elektrik de ki dalgalanma en önemli
problemlerimiz.
-
Zekai İŞLER: - Bizi bilgilendirdiğiniz
için teşekkür ederiz.
-
İsa DOĞANLI: -Bizde teşekkür ederiz
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ÇORUM YUMURTA
-
Bu ay sizlere Çorum Yumurta Üretim Pazarlama A.Ş. Adına
Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Mustafa Kemal DURAN ile Çorum'da ilkler
dizinim için söyleşi yaptık.
-
Z. İŞLER: - Mustafa Bey önce kendinizi okuyucularımıza
tanıtır mısınız?
-
M.K. DURAN: - 1943 yılında Çorum'da
doğdum. Tanyeri ilkokulunu ve Çorum Lisesi Orta kısmını okudum. Şu an
Çorum Yumurta A.Ş.'nin Yönetim Kurulu Başkanıyım.
-
Z. İŞLER: - Yumurta sektörüne neden ve
nasıl girdiniz?
-
M. K. DURAN: Daha önce küçük çapta
salma tavukçuluk yapılıyordu. Kümes yumurtacılığına biz başladık. İlk
bu işe başlayanlar 9 kişiydik. Bu işe önce yan sektör olarak
başlanıldı. Çünkü daha önce bakkallık, makine motor ticareti gibi
işler yapıyorduk. Daha sonra bu sektör ilgimizi çekti ve araştırma
yaptık; yumurta gıda maddesi olarak çok tüketiliyordu. Ayrıca kısa
sürede paraya dönüşüyordu. Böylece kârlı gördüğümüz bu işe girmiş
olduk.
-
Z. İŞLER: - Çorum ve çevresinde ne
kadar tavuk çiftliği var; bunlardan kaç tanesi bugün faal durumda, bu
çiftliklerde yumurta üretimi ne kadar?
-
M. K. DURAN: - şu an 157 tavuk çiftliği
bulunuyor. Ekonomik krizden etkilenerek ilk önce 50 tavuk çiftliği
kapanmıştı. Şu anda 10 kadar tavuk çiftliği kapalı. Yani; ortalama 150
tavuk çiftliği faaliyette bulunuyor ve tümünün günlük yumurta üretimi
12 milyon civarındadır.
-
Z. İŞLER: - Üretilen yumurta nasıl
tüketiliyor, pazarlama yönteminiz, Çorum içi ve dışı tüketim miktarı
nedir, bilgi verir misiniz?
-
M. K. DURAN: - Önce şunu belirteyim.
Bütün çiftliklerin üretimlerinin yaklaşık % 80' inin pazarlamasını
buradan, Yumurta Pazar-lama A.Ş. yoluyla yapıyoruz. Çorum içi haftalık
yumurta tüketimi 500 bin civarında. Çorum dışında İstanbul, Ankara,
Karadeniz ve Doğu ve Güneydoğu bölgeleri bizim pazarımız. Çorum içi
satışlarımız için, satış büromuz ve servis araçlarımız var. Bakkallara
paketlenmiş olarak yumurta sunuyoruz, il dışında ise; Anka-ra GİMAT'ta
satış mağazamız var. İstanbul'da ise bayilerimiz var. Ayrıca çevre
vilayetler içinde serbest pazarlamacılar bulunmaktadır.
-
Z. İŞLER: - Geniş bir iç pazarınız var.
Bu sektörün Türkiye genelindeki payı nedir, ihracatınız hangi ülkelere
olmaktadır ve ne kadar satışınız var?
-
M. K. DURAN: - Türkiye'deki yumurta
üretiminin % 7 sini Çorum üretiyor. İhracatın % 80 i Çorum kaynaklı.
Sektörel dış ticaret firması aracılığı ile yapılıyor. Ürünlerimiz
şimdilik, Romanya, Azerbaycan, Gürcistan ve dolaylı yollarla
Ermenistan'a gidiyor. Halen diğer ülkelerle ilgili araştırmalarımız
devam ediyor. İhracat için yeni bina yapıldı. Işıktan geçirilmiş taze
yumurtaları paketleyen yeni makineler alındı. Döviz girdilerimiz 1998
yılında 4.200.000 dolar,1999 yılında ise 3.100.000 dolar olmuştur.
-
Z. İŞLER: - Yumurta nasıl bir besindir,
zararlı yönleri var mıdır?
-
M. K. DURAN:- Bu soru için teşekkür ederim. Bilen, bilmeyen
yumurta hakkında ileri, geri konuşuyor. Bakınız; bir kere dünyada
yumurtadan başka kendi orijinal kabuğunda muhafaza edilen bir
hayvansal gıda maddesi yoktur. Çok ucuz bir vitamin kaynağıdır. 1
kilogram et ile 1 kilogram yumurta aynı protein değerindedir. Buna
karşılık 1 kilogram et ortalama 3 milyon,1 kilogram yumurta ise 600
bin liradır. Yumurtadaki kolesterolün zararlı olmadığı ABD'li
bilim adamları ispat ettiler. Eski tezleri çürüttüler.
-
Netice olarak; yumurta ucuz, besleyici ve protein değeri
yüksek bir besin maddesidir.
-
Z. İŞLER: - Sayın DURAN! Yumurta A.Ş.
nasıl kuruldu. Şu andaki yapısı nedir, ülke genelinde bir etkinliği
var mı?
-
M. K. DURAN: - Şirket ilk başta 11 kişi
ile kuruldu. Daha sonra 25 kişilik bir katılım oldu. 87-88 yılından
sonra teşvik alındı. Sayın ÖZAL dönemindeki destekten sonra 157
ortağımız oldu.
-
Yönetim 11 kişiden oluşuyor, iki yılda
bir seçim yapılıyor. Etkinliğimize gelince; Türkiye'de 3 tane borsa
var. Çorum, Afyon ve Kayseri. Afyon'un üretimi 1.800.000 adet,
Kayseri'de ise 4 milyon civarında. Bizim üretimimiz ise 12 milyon adet
tir. Bu durumda fiyatı belirleyen Çorum oluyor.
-
Z. İŞLER: - Yumurta A.Ş.nin ve size
bağlı çiftliklerin işçi istihdamı nedir, kaç kişi çalışıyor?
-
M. K. DURAN: - Yumurta A.Ş. de çalışan
65 personelimiz var. Çiftliklerde en az 15 bakıcı bulunmaktadır. Bu
insanlar genellikle aileleri ile birlikte çalışmaktadırlar. Bu durumda
yuvarlak hesapla 7 ila 10 bin arasında insan bu sektörden ekmek
yemektedir.
-
Z. İŞLER: - Sayın DURAN! Doğrusu
verdiğiniz bilgilerden dolayı yumurta sektörü ile bir Çorumlu olarak
gurur duydum. Bu işe öncülük ettiğiniz için de ayrıca şehrimiz adına
size minnettar olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
-
Her sektörde olduğu gibi işletmelerin
artı yönleri ya da kendilerinin ve müşterilerinin memnun olduğu şeyler
gibi, sıkıntıları da bulunuyor. Sizin sektörünüzün sorunları varsa
lütfen belirtiniz?
-
M. K. DURAN: - Evet; Yumurta A.Ş.nin
övünebileceğimiz artı yönleri var. Bunları sıralarsak: Tasnif
makinesi, biri Çorum'da bulunan ve tüm Avrupa ülkelerinde sadece 4
tane olan yumurta tasnif makinesi. İki yıl önce 840.000 dolara
aldığımız bu makinenin şu andaki değeri 1 milyon dolar.
-
Her yumurta üretim çiftliğinin ve
şirketin veterineri bulunmaktadır. Hayvan hastalıklarını teşhis etmek
için lâboratuarımız bulunmaktadır.
-
Stok için 3 veya 6 aylık 5 milyon
kapasiteli 900m2 lik depolarımız var. Şirkete ait depolama, indirme,
bindirme araçlarımız (fortlifler) bulunmaktadır.
-
Sorunlarımıza gelince: Taban fiyatı
sebebiyle, buğday, mısır, yem vb. ürünleri dünya fiyatının iki katına
alıyoruz. Bu sebeple Türkiye'de yumurta pahalıya mal oluyor. Dışarıda
bu fiyatlardan dolayı zorlanıyor ve haksız rekabetle karşılaşıyoruz.
Bizde sadece 30 üretici kendi yemini üretiyor.
-
Devletten beklentimiz dünya fiyatlarına
uygun hammadde temin edilmesi ve dünya ile rekabet yapabilecek
imkânların bize verilmesini istiyoruz.
-
Z. İŞLER: - Verdiğiniz bilgiler için
size şahsım ve ÇORUMLU 200 Dergisi adına teşekkür ediyorum.
-
M. K. DURAN: - Ben de size bu bilgileri halkımıza
aktardığınız ve buna aracı olduğunuz için teşekkür ediyorum. Sağ olun.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ENSAR DERHANESİ
-
Çorumlu 2000 Dergisinin değerli
okuyucuları, dergimizin her sayısında sizlere “Sanat, Siyaset,
Ticaret” gibi çeşitli alanlarda katkıda bulunan değerli müteşebbisleri
(girişimcileri) tanıtmaya çalışıyoruz.
-
Bu röportajların temel iki amacı vardır. Birincisi; gençlere, iş
yapmak isteyen yeni kuşaklara örneklik teşkil etmesi! İkincisi de, bu
şehrin gelişmesine, büyümesine katkıda bulunan insanlara bir vefa
borcudur. Onların yaptıkları iyi şeylerin tarihte bir vesika olarak
yansımasıdır.
-
Bu ay ki konuğumuz içimizden birisi, İç
Anadolu Holding Yönetim Kurulu Başkanı. Genç ve çalışkan iş adamı
Sayın Murat YILDIRIM. Murat Bey çok yönlü bir kişiliğe sahip! İlgi
alanları farklı olmasına rağmen hepsinde başarılı olmuş bir kimse.
-
Görüşmemizi Ensar Dershanesinde Murat
Beyin odasında yaptık. İşte sorularımız ve cevaplarıyla Murat
YILDIRIM.
-
Zakai İŞLER: - Murat Bey, konuşmamıza
sizi tanıyarak başlayalım.
-
Murat YILDIRIM: - 1958 Çorum
doğumluyum. Çorum Eti Ortaokulu ve Ankara Gülveren Lisesi mezunuyum.
Yüksek öğrenimimi ise Eskişehir Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümünde
tamamladım. Kütahya Gediz Gökler Ortaokulu ilk görev yerimdir. Daha
sonra Çorum İmam Hatip Lisesi matematik öğretmenliğine atandım. 1987
yılında Milli Eğitim Bakanlığı kanalıyla İngiltere'ye gittim. Orada
bir yıl İngilizce, matematik kursu gördüm. Döndüğümde Çorum Anadolu
Lisesine İngilizce, matematik öğretmeni olarak atandım. Bu görevime
devam ederken,1991 yılında istifa ettim. Bir grup arkadaşımla ENSAR
DERSHANESİNİ kurduk. Ben kurucu Müdür olarak çalışmaya başladım. Daha
sonra 1992 yılında Özel Pınar İlköğretim okulunu kurduk. Dershanemizin
1996 yılında Alaca Şubesini,1999 yılında da İskilip Şubesini açtık.
Yine bu yıllarda (1998) İç Anadolu Bakliyat Fabrikamız Organize Sanayi
bölgesinde açıldı.
-
Evliyim, üç çocuk babasıyım. İngilizce
bilmekteyim.
-
Zakai İŞLER: - Murat Bey, siz bu işler
dışında sanıyorum, sivil toplum çalışmaları ardından siyaset yaptınız.
Başka bilmediğimiz yönünüz var mı?
-
Murat YILDIRIM: - Ben öğretmen iken
Kızılay Yönetim Kurulunda bulundum. Daha sonra 10 arkadaşımla birlikte
Milli Gençlik Vakfı Çorum Şubesini kurduk. Başkan Yardımcısı olarak
görev yaptım. Bundan sonraki yıllarda ise Çorum, Amasya, Yozgat illeri
Milli Gençlik Vakfı Bölge Başkanlığı görevinde bulundum. Bu ara yine
Çorum'un en büyük kooperatifi olan S.S Binevler Arsa Yapı Kooperatifi
Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptım.
-
1993 yılında RP Çorum İl Başkanlığına
seçildim. 1994 Belediye Seçimlerinde İl Başkanı olarak, arkadaşlarımın
olağanüstü çalışmaları ile Çorum'da ilk defa merkez dâhil 5 tane
Belediye Başkanlığı kazandık. Genel Seçimlerde Çorum'un 6
milletvekilinden 3 tanesini aldık.
-
Zakai İŞLER: - Görülen o ki yaptığımız
işlerde oldukça başarılı olmuşsunuz. Oldukça enerjik bir insansınız,
hayatın farklı alanlarıyla aynı anda uğraşıyorsunuz. Sizin için
hangisi daha cazip siyaset mi, ticaret mi?
-
Murat YILDIRIM: - Benim için Ticaret,
siyaset ve eğitim bir saç ayağı gibidir. Yerine göre hepsinin
yapılması gerekir. Siyaset bir milletin idaresidir, millete hizmettir.
Ticaret ve eğitim de o milletin devamı için gerekli unsurlardır.
Eğitimsiz bir toplum düşünülemez, ticaretsiz ve siyasetsiz bir toplum
da hayatiyetini sürdüremez. Benim genel felsefem insana ve topluma
hizmettir. Bu imkânı nerede bulursam, orada hizmet yapmaya
çalışıyorum. Bundan da büyük bir zevk alıyorum. Halka hizmet hakka
hizmet olarak görüyorum. Her alanın kendine göre güzel yönleri olduğu
gibi, risk ve sıkıntıları da vardır.
-
Zakai İŞLER: - Bir an öğretmen
olduğunuz günleri düşünerek, özlem duyduğunuz oluyor mu? Yoksa “iyi
oldu” mu diyorsunuz?
-
Murat YILDIRIM: - Öğretmenlik kutsal
bir meslektir. Birçok işle uğraştım. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim;
öğretmenlik mesleği tat ve zevk başka mesleklerde yoktur. Çünkü eğitim
direkt olarak insana hitap etmektedir. Toplumu oluşturan her çeşit
insanın sizin elinizde şekillendiğini görüyorsunuz. Yeniden bir meslek
seçme durumunda olsaydım yine “öğretmen” olmayı, yalnız bu işi uzman
bir şekilde yapmayı isterdim.
-
Zakai İŞLER: - Murat Bey, bir köy
çocuğunun sizin bulunduğunuz noktaya gelmesi kolay değil, çalışma
heyecanınızın arka planında ne var?
-
Murat YILDIRIM: Ben çocukken şehirde
okuyan ağabeylerimizin tatilde köye geldiklerinde davranışlarını izler
ve özenirdim. Daha sonra benim de okuma arzum gelişti. Ve ortaokula
kaydoldum. Lise yıllarında Ankara'da okumama rağmen büyük şehir içinde
eriyip gitmedim. Tam bir Anadolu çocuğu hüviyeti ile muhafazakâr, örf
ve âdetlerine bağlı bir genç olarak liseyi bitirdim. Yüksek okulda
okuduğum kitapların etkisiyle öğretmenlik yıllarımda ve daha
sonrasında sosyal ve siyasal hayata ilgi duydum.
-
İşte bütün bu birikimlerin sonucu
olarak ve inancımın gereği olarak insana ve topluma hizmet etmeyi
kendime vazife edindim. Heyecanımın gerisinde yatan gerçek budur.
-
Zakai İŞLER: - “İnancın büyük güç
olduğu tartışılmaz bir gerçektir. İsterseniz” biraz daha derine
inelim. İç dünyanız nasıldır? Mesela büyük işler yaparken sizi
harekete geçiren itici güç nedir? Hırs mı? Para ya da şöhret mi? Veya
başka bir şey mi?
-
Murat YILDIRIM: - Buna tam olarak hırs
diyemem. Belki de bir hizmet aşkıdır. Çok çalışmak, başarılı olmak
hırs olarak kabul ediliyorsa buna hırsta diyebilirsiniz... Yalnız bu
hırs olumlu bir hırstır. Olaya şöyle bakabiliriz, bizim ve
arkadaşlarımızın hırsları sonucu: yüzlerce öğrenciyi üniversiteye
gönderdik. Birçok insana iş imkânı sağladık. Yani, biz Çorum'u
seviyoruz, Çorum insanına hizmet etmek istiyoruz. İtici güç budur.
-
Zakai İŞLER: - Bu “başarı” şahsi bir
şey mi? Yoksa bir ekip başarısı mıdır?
-
Murat YILDIRIM: - Kesinlikle bir ekip
başarısıdır. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” Atasözü bunu daha
iyi açıklar. Arkadaşlarımla birlikte “Planlama, uygulama, denetleme”
yapıyoruz. Başarının sırrı budur.
-
Zakai İŞLER: - Murat Bey, tevazu güzel
şeydir. Tebrik ederim. Pekala bu dünyada yaşadığınız süre içerisinde
hayatınızı değiştirecek kadar etkilendiğiniz bir olay, bir iş yada bir
gözleminiz var mı?
-
Murat YILDIRIM: - Üniversite yıllarında
Asım Köksal'ın “İslâm Tarihi”ni okuyunca sahabelerin yaşantısı beni
çok derinden etkiledi. İlke olarak özel hayatımda bu fikirleri
benimsedim. Bu benim ruh dünyamı oluşturdu. Peygamberimizin
sahabelerinin fedakârlıkları dünyada eşi görülmemiş inanmışlık ve
insanlık örneğidir.
-
Peygamberimizin Allah'ın elçisi olmakla
birlikte aynı zamandı bir öğretmen, bir komutan ve bir devlet
başkanıydı. Siyaset, eğitim ve ticarete çok önem verirdi. Bizde bunu
kendimize örnek aldık.
-
İşte bizi değiştiren, ruh dünyamızı
oluşturan, başarılarımızın arkasındaki itici güç bu inançtır.
-
Zakai İŞLER: Dikkat ettim konuşmanız
boyunca sürekli olarak “siyaset, ticaret ve eğitimin” önemini
vurguluyorsunuz. Başka bir şey sorayım. Türkiye şartlarında bu
alanların hangisinde başarı elde etmek daha kolaydır?
-
Murat YILDIRIM: Doğrusu şu anda ülkemiz
şartlarında herhangi bir işte başarılı olmak kolay değil. Ancak
ticarette başarılı olursanız diğer alanlardaki başarıya kolay
ulaşabilirsiniz?
-
Zakai İŞLER: - Günlük programınız
nasıl, yoğun mu?
-
Murat YILDIRIM: - Sabah ilk işim
inşaatların kontrolü oluyor. Daha sonra gerektiğinde Organize Sanayi
Bölgesindeki fabrikamız ile Aytaç'a uğruyorum. Saat 12 gibi dershaneye
geliyorum. Normal günlük rutin işleri yapıyorum. Akşam en erken 20-21
de eve gidiyorum. Daha sonra yemek...gazete...çocuklar... derken günü
bitirmiş oluyorum. Bazen kitap okumaya çalışıyorum.
-
Zakai İŞLER: - Belki en başta sormam
gerekiyordu. Ama iyi oldu. Önce sizi tanıdık. Şimdi de yaptığınız
işleri soralım; İç Anadolu Holding bünyesinde hangi faaliyetlerde
bulunuyorsunuz?
-
Murat YILDIRIM: - Efendim ilk göz
ağrımızdan başlayalım. Önce Ensar Dershanesi kuruldu. Bugün gelinen
noktada dershanemiz fiziki ortam olarak. Yani kütüphane, kafeterya,
okuma salonu ve öğretmen odaları ve derslikleriyle Milli Eğitim
standartlarına uygun bir binadır. Tabii ki bu olumlu ortam eğitime de
yansımaktadır. Tecrübeli öğretmen kadrosu ve doküman zenginliği
(kitap, dergi) ile başarılı eğitim hizmetine devam etmektedir. Bu
hizmetin sonucu olarak birlerce öğrencimize üniversite yolu
açılmıştır. Bunun bizim için büyük manevi tatmini söz konusudur.
-
Zakai İŞLER: Dershanecilik sizi özel
okula yönlendirdi galiba?
-
Murat YILDIRIM: - Evet o tabi bir
sonuçtu. Şimdi öğrenci kalitesiyle kendini kabul ettirmiş olan Özel
Pınar İlköğretim okulumuz halen bu hizmetine devam etmektedir. İnşaatı
devam eden yeni binamızın bitmesiyle imkânlarımız oldukça büyüyecek,
kalitemiz ise daha da artacaktır.
-
Zakai İŞLER: - Eğitim hizmetleri
dışında inşaat, bakliyat ve bir de bayiliğiniz var...onlar nasıl
gidiyor?
-
Murat YILDIRIM: Çorum'da yöresel olarak
yetişen her türlü bakliyatın eleme, sınıflama ve paketleme işlemini
yapıyoruz. Paketlenen mamullerimiz Çorum, Amasya ve İstanbul
piyasasına veriliyor. Ürünlerimiz kaliteli olup, muadil ürünlerle
kıyas edilince fiyat olarak normaldir.
-
Zakai İŞLER: - Ürünleri nasıl temin
ediyorsunuz?
-
Murat YILDIRIM: - Kuru fasulye, yeşil
mercimek ve nohut Çorum çevresindeki köylerden, kırmızı mercimek
Gaziantep'ten, pirinç ise Kargı ve Osmancık yöresinden temin ediliyor.
Pirinç tamamen yerli üründür. Bulgur ise fabrikalardan alınıyor?
-
Zakai İŞLER: - Neyin bayiliği var?
-
Murat YILDIRIM: - Aytaç ürünleri
bayiliğimiz var. Çorum ili ve ilçelerinde pazarlama yapıyoruz.
Aytaç'ın et ve süt mamulleri ile yağ, peynir, makarna, meyve suyu ve
su çeşitlerimiz vardır.
-
Zakai İŞLER: - İnşaat sektöründe neler
yapıyorsunuz?
-
Murat YILDIRIM: Şirketimiz bünyesinde
Silm Kent'teki “Yeşil Vadi Villa Kooperatifi” bulunmaktadır. Bu
çalışmamız ile dublex, yaşanabilir bir mekân ve yeşili bol bir ortam
sağlamak üzere insanları dinlendirecek bir ev ve çevre hazırlamaya
çalışıyoruz.
-
Zakai İŞLER: - Allah kolaylık versin.
Efendim, bu çerçevede ileride yapmayı düşündüğünüz işler, ya da
idealiniz, hedefleriniz nelerdir?
-
Murat YILDIRIM: - Mümkün olduğu kadar
potansiyeli olan ilçelere ve çevre illere dershanemizin şubesini açmak
(şu anda iki ilçemizde açıldı; alaca, İskilip) sonra özel okullarımızı
çoğaltmak, daha ileri hedefimiz ise; Çorum'da Özel Üniversite
açmaktır. Daha genel bir hedefimiz de: Çorum'umuzu dünyaya açmaktır.
-
Zakai İŞLER: - Son olarak Çorum
insanına bir mesajınız var mı?
-
Murat YILDIRIM: - Evet, amacımız
insanımıza hizmet etmektir. Çorum halkından bize destek olmalarını
bekliyoruz.
-
Zakai İŞLER: - Efendim size bu
konuşmadan dolayı teşekkür ediyorum. Heyecanınız beni de olumlu
şekilde motive etti.
-
Murat YILDIRIM: Ben teşekkür ederim.
Size ve derginize başarılar dilerim.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
LANGUAGE CENTRE
-
Bu sayımızda siz okuyucularımıza
Çorum'un ilkleri olarak Yabancı Dil öğreten Language Centre'i
tanıtıyoruz.
-
Bize; Language Centre Kurucusu olan
Sayın Halil İbrahim AŞGIN kendisini tanıttı, bilgi verdi. Sorularımızı
cevapladı.
-
Zekai İŞLER: - Lütfen kendinizi kısaca
tanıtır mısınız?
-
Halil İbrahim AŞGIN: - 1973 Yılı Çorum
doğumluyum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Çorumda tamamladım. 1993
yılında girdiğim üniversite sınavı sonucunda İstanbul Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümünü kazandım. 1997
yılında bu okuldan mezun oldum. Mezun olduktan hemen sonra başlattığım
çalışmalar neticesinde Mayıs 1998'de Çorum'un ilk yabancı dil kursu
olan kurumumuzun Milli Eğitim Bakanlığı'ndan onayını aldım. Aynı yıl
Marmara Üniversitesi'nde Mahalli İdareler ve Yerinden Yönetim bilim
dalında Yüksek Lisans Programını kazandım. Halen aynı programın tez
aşaması ile birlikte dil kursumuzdaki faaliyetlerimize devam ediyorum.
-
Zekai İŞLER : - Language Centre ne
zaman açıldı? Böyle bir yeri açarken düşünceniz neydi; para mı? Yoksa
başka hedefler mi düşündünüz?
-
Halil İbrahim AŞGIN : - Language
Centre'in öğretime başlama izin yazısının tarihi 04.06.1998'dir. Yani
iki yıl dört aylık bir mazimiz var. Böyle bir yeri açarken tek hedef
olmaz., hedefleriniz vardır. İki binlerin eşiğinde, yüz altmış binlik
koca bir şehrin bir dil kursunun dahi olmaması çok acı bir şeydi. Bir
kursa gidebilmek için yazları şehrimize gelmeyen gelemeyen ve hatta
sadece kursa gidebilmek için büyük şehirlere giden arkadaşlarımızın
varlığı bizi böyle bir kursu açmaya itti. Aynı sorunu ben de yaşadım.
Üniversitede okurken “özellikle yazları” İngilizce kursuna gitmek
istedim ama yoktu. Var olanlarda mahalle aralarında, apartman
dairelerinde, kaçak olan ve hiç de yeterli olmamasına rağmen kurs
açığını bu şekilde doldurmaya çalışan yerlerdi. Fakat bu tür yerler,
maalesef, kendim de gitmeme rağmen ” hiç de yeterli değildi. Bir takım
standartları olan, ehil insanlardan kurulu bir kadroya sahip, seviyeli
bir kurs mutlaka açılmalıydı, bu güne kadar kimse açmamışsa, onu ben
açmalıydım. Öyle de oldu.
-
Zekai İŞLER: - İlgi nasıl, gösterilen
ilgiyi yeterli buluyor musunuz?
-
Halil İbrahim AŞIN: - İlgi her geçen
gün artıyor. Boşluğa attığımız Çığlık yankı yapıyor artık. İlk
başlarda insanların kafasında bir “acaba” sorusu vardı. Geçen süre
içerisinde bu sorunun cevap bulduğunu görmek bizleri fazlasıyla
sevindirdi. İlk günlerde kursumuza gelenler “acaba öğrenebilir miyiz?
Çorum'da bu iş iyi yapılabilir mi? Hocalarınız kim, öğretebilecekler
mi?” Gibi sorular sorarken, bugün “şartlarınızı öğrenmek istiyorum”,
ardından da “lütfen kaydımı yapın” diyorlar. Bu aşamaya gelmek kolay
olmadı. Ama biz biliyorduk ki; en büyük reklam buradan memnun ayrılan
bir kursiyerdi. Öylede oldu. İlk dört ay, dört kişiyle hafta içi
akşamları sekizden ona kadar ders yaptık. Ama ardından arka arkaya
gruplar açtık. Bugün genel İngilizce programından, ÖSS Yabancı Dil
Sınavına Hazırlığa; KPDS Sınavlarına hazırlıktan, ilköğretim
öğrencilerine takviye derslerine kadar geniş bir yelpazede
faaliyetlerimizi devam ettiriyoruz.
-
Şehir merkezinden kurslarımıza
katılanlar olduğu gibi, ilçelerden ve hatta köylerden katılan
arkadaşlarımız da var.
-
Şu an kursumuza devam eden yüz yirmi
civarında öğrencimiz var. Bu kuruluşunun ikinci yılında olan bir kurum
için belki de iyi bir rakam. Fakat ben yeterli görmüyorum. Çünkü bu
şehrin merkez nüfusu 170 bin. Bu nüfusa ilçeleri de eklediğiniz zaman
öğrenci sayımızın aslında hiç de yeterli olmadığını söyleyebiliriz.
Tabi bunu söylerken, öğrenci sayımız beş yüz de olsa, niçin altı yüz
olmasın diye olaya yaklaşan bir mantaliteye sahip olduğumu söylemeden
geçemeyeceğim.
-
Zekai İŞLER: -Kursiyerleriniz genelde
hangi yaşlardan oluşuyor?
-
Halil İbrahim AŞGIN: - Yediden yetmişe
her yaştan öğrencilerimiz oluyor. Fakat lise ve üniversite mezunu olan
arkadaşlarımızın sayısının “özellikle genel İngilizce programlarında”
daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bunlar hayatın ve çağın
gerçekleriyle yüz yüze olunca dilin önemini daha da iyi anlıyorlar.
Sıradan bir sürü insanın olduğu ve işsizlik oranının çok yüksek olduğu
bir ülkede yaşıyoruz. Fakat iki binli yılların, globalleşen dünyasında
yer edinmek isteyen işletmeler bir sürü insan istemiyor, kalifiye
insan istiyor. Kalifiye işgücüne olan talepteki artış, bize de talep
olarak yansıyor. O yüzden kursiyerlerimizin çoğu 18-25 yaş grubu arası
gençler.
-
ÖSS yabancı dil sınavına hazırlık
gruplarımıza liselerin dil alanı öğrencisi veya mezunu olan
kursiyerlerimiz yoğunluklu olarak katılırken, KPDS Sınavına hazırlıkta
ise ilimizdeki değişik fakülte ve yüksek okul hocalarının bir
teveccühü söz konusudur.
-
Zekai İŞLER : - Dil öğrenimi ne kadar
önemli veya kimler için önemlidir?
-
Halil İbrahim AŞGIN: - Bu soruya kısaca
şöyle cevap verilebilir; dil öğrenimi çok önemlidir ve herkes için
önemlidir. Yeniçağa, hatta yeni bir bin yıla girdik. Bu çağa herkes
bir isim veriyor: Bilgi Çağı, Enformasyon Çağı, iletişim çağı,
teknoloji çağı vs. Bütün bu tabirlerin özünde yatan sıradanlığa
başkaldırı, Sıra dışılığa teşviktir. Bu gün bilgi, güçtür ve bilimsel
bilgiye ulaşmanın yolu dilden geçer. Kısaca koca bir sürünün
içerisinde sıra dışı olmak isteyen insanlar için dil önemlidir.
Nicelikten, nitelikli işgücü anlayışına geçen dünyamızda dilin önemi
her geçen gün artmaktadır. Uğraş alanında iyi bir konuma gelmek
isteyen herkes için dil artık kaçınılmazdır.
-
Zekai İŞLER: - Prof. Oktay
Sinanoğlu'nun Türkiye'deki dil öğrenimi veya yabancı dil ile eğitim
konusunda ağır eleştirileri var, Türkiye'yi sömürge devletlerinin
kolonilerine benzetiyor. Bu konuda sizin düşünceniz nedir?
-
Halil İbrahim AŞGIN: - Prof.Oktay
Sinanoğlu Bey'in eleştirilerini okumadım. Fakat şunu belirtmek isterim
ki, kanaatimce Türkiye'de yabancı dil eğitimi muhakkak gereklidir ve
olmalıdır. Zaten yabancı dilin önemi de ortadadır. Fakat yabancı dil
ile eğitim, pek de tasvip edilebilir bir şey değildir. Bilimsel
bilginin edinimi sürecinin de bir açmazıdır. Yabancı Dille eğitim
yapan üniversitelere konulan hazırlık sınıflarında iyi bir dil eğitimi
verilmeli, hatta ileri ki sınıflarda da yabancı dil dersleri
gösterilmeli, fakat diğer dersler yabancı dille verilmemelidir.
Kanaatimce Eğitim sistemimizin milliliği açısından da bu gereklidir.
Gençlerimiz iyi bir kimya, matematik, işletme yönetimi, istatistik,
İngilizce, Almanca vs. öğrenmeli; fakat İşletme yönetimi veya kimyayı
ya da bir başka dersi İngilizce olarak okumamalıdır.
-
Zekai İŞLER: - Yabancı Dil en iyi
şekilde nasıl, nereden öğrenilebilir? Bilgisayar ve CD ile dil
öğrenimi klasik öğrenime alternatif olabilir mi?
-
Halil İbrahim AŞGIN: - Burada bir espri
yapmama izin verin: Yabancı dil en iyi bizim öğrettiğimiz şekilde ve
Language Centre'dan öğrenilir. Yabancı dil öğrenimi çok yönlü bir
olaydır. İnsanlar görerek, duyarak, okuyarak, yazarak ve hatta
hissederek dil öğrenirler. Dil öğreniminde bir rehbere ihtiyaç vardır
ki; bu rehber kurslardaki öğretim kadrosudur. Bilgisayar ve CD ile dil
öğretiminin klasik öğrenime alternatif olacağı düşüncesi ayrımcı bir
anlayışın tezahürüdür. Klasik yöntemlerle bilgisayarların sağladığı
imkânların bir birlerini desteklemesi ve bir arada kullanılmasının en
faydalı yol olacağı kanaatindeyim. Yani bu iki metot birbirlerinin
alternatifi değil; tamamlayıcılarıdır, mütemmim cüzleridir.
Bilgisayarlara ne zaman kalp nakli yapılırsa o zaman öğretmene ihtiyaç
olmayacaktır. Çünkü dil yaşayan bir şeydir, bir canı ve kalbi vardır.
Duygusuz bir makineden öğrenilmeyecek kadar hissi bir şeydir.
-
Zekai İŞLER: - İlave etmek istediğiniz
bir şey var mı?
-
Halil İbrahim AŞGIN: - Önce bana bu
imkânı verdiğiniz için teşekkür ederim. Bir şehrin sadece ekonomik
yönü yoktur; sosyal, kültürel ve eğitim yönü de vardır. Biz bu şehrin
eğitim yönünü geliştirmek için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz, siz de
şehrimizin kültür yapısına önemli birtakım katkılarda bulunuyorsun. Bu
şehrin bir sevdalısı olarak bu vesile ile size ve derginize hizmeti
geçenlere ayrıca şükranlarımı sunuyorum.
-
Eğitim ile, özellikle de dil öğretimi
ile, ilgili olarak kafa yoran insanların görüşlerine, eleştirilerine
ve katkılarına açık olan birisi olarak, katkılarınızı bekliyorum
efendim.
-
Saygılarımla....
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
MURATHAN KOLEJİ
-
Bu sayımızda sizlere Çorum’da ilklerden
birisi olan Murathan Kolejini tanıtacağız. Konuşmamızı Özel Murathan
Lisesi Müdürü Sayın Durmuş DEVRİŞ Bey ile yaptık.
-
Z.İŞLER: - Sayın Müdürüm kendinizi
okuyucularımıza tanıtır mısınız?
-
D. DERVİŞ: -1960 Adıyaman ili Besni
ilçesine bağlı merkez köyde doğdum. İlkokulu köyümde, ortaokulu
Adıyaman merkezde, liseyi Kahramanmaraş'ta Üniversiteyi Ankara'da
okudum. Askerliğimi yedek subay olarak İzmir'de yaptıktan sonra 1985
yılında Zonguldak ilinde öğretmenliğe başladım. Ankara ve Malatya'dan
sonra şu anda Çorum'da Özel Murathan Lisesinde görev yapmaktayım.
-
Z. İŞLER: - Murathan Lisesi (Koleji)
ne zaman kuruldu?
-
D. DERVİŞ: - Okulumuz 1997 yılında Özel
Çorum Eğitim Hizmetleri Ticaret A. Ş.' ne bağlı olarak kuruldu. 1996
yılında da Özel Bereket İlköğretim Okulu aynı şirkete bağlı olarak
kurulmuş ancak bugün Özel Murathan İlköğretim Okulu olarak faaliyetini
sürdürmektedir. Aynı binada aynı kurucuya ait İlköğretim ve Lise
olarak eğitim öğretim faaliyetlerini sürdürmektedir.
-
Z. İŞLER: - Türkiye'de eğitimin
kalitesi bazı okullar istisna edilirse sürekli irtifa kaybediyor bunun
sebep ve çareleri nelerdir?
-
D. DERVİŞ: - Eğitimin sorunları Milli
Eğitim Bakanlığı bünyesinde çeşitli panellerde, toplantılarda
tartışılır, aşağıdan yukarıya teklifler gider. Ve Milli Eğitim
Şuralarında her şey enine boyuna tartışılır. Bunun ötesinde söz etmem
benim için büyük iddia olur.
-
Ancak şu kadar denilebilir
zannediyorum; Ülkelerin gelişmişlik düzeyiyle doğru orantılı olarak
eğitim sorunları da azalmıştır. Bir firma veya kurumun başarısı;
Fiziki ortamın güzelliğine, insan kaynaklarının verimliliğine ve para
kaynaklarının yeterliliğine göre artar. Bu üç unsurdaki verimlilik
toptan kaliteyi belirler. Yine bu üç unsurdaki verimlilik de;
ülkemizin zenginliğiyle doğru orantılıdır. Onun için eğitimde irtifa
kaybediyor demiyorum. Ülke olarak kullanırsak; aşağıdaki durumumuz
yukarılara sıçrama durumuna geçecektir
-
Eğitimde kalkınmayı planlayan ve uygulayan lider Mustafa
Kemal Atatürk “Muasır Medeniyet Seviyesi” hedefini göstermiştir.
Anılarda ilk Milli Eğitim Bakanlığının ( Maarif Vekaletinin) durumu,
geldiğimiz seviyeyi çok iyi formüle eder zannediyorum: Bir bakan, bir
odacı, küçük bir mekan, odada küçük bir masa, birkaç tahta sandalye
... o noktadan bu güne gelindiğinde irtifa kaybetmedik ancak “ Muasır
Medeniyet Seviyesine” ulaşmada eksiğimiz oldu denilebilir.
-
Z. İŞLER: -Kaç öğrenciniz bulunuyor,
öğretmen ve derslikler yeterli mi?
-
D. DERVİŞ: - İlköğretimle birlikte 310
öğrencimiz var. Öğretmen derslik ve laboratuar yönünden hiçbir
eksikliğimiz yok. Modern okulculuk anlayışının gereklerini yerine
getirmekteyiz.
-
Z. İŞLER: - Şehir sınırları dışında
bulunmanız herhangi bir zorluk oluşturuyor mu?
-
D. DERVİŞ: - Okulumuz Şehre uzak
sayılmaz. Saat kulesine 5 Km mesafedeyiz. Bilakis şehrin bitişinde
olmak eğitim adına avantaj sağlar zannediyorum. Şehrin sisinden,
sesinden uzak, piknik ortamında tam gün eğitim yapmak çocuğun eğitimi
ve öğretimi adına kazanım olsa gerek. Büyük şehirlerde Şehrin dışında
çok özel okul var. Örneğin; Özel Atılım Koleji, Ankara'ya 30 Km
mesafede İncik köyünde.
-
Z. İŞLER: - Türkiye'de resmi okulların özel okullara oranı ne
düzeyde?
-
D. DERVİŞ: - Türkiye'de oran çok düşük Avrupa ülkelerinde
Amerika'da ve Japonya'da özel okul oranı çok yüksek. Örneğin
Türkiye'de resmi özel okul oranı % 1.2 ( yaklaşık 1 ) iken Japonya'da
% 85 ( Seksen beş ) düzeyinde. Sanırım bu rakamlar sorunuza cevap
teşkil etmektedir.
-
Z. İŞLER: - Çorumda İlk defa halka açık
“Bilim Sergisi” düzenlediniz, tepkiler nasıldı, hedeflediğiniz amaca
ulaşabildiniz mi?
-
D. DERVİŞ - Bilim sergisinden esas
amacımız, öğrencilerimize bilimsel hedef ve kimlik vermekti. Bir
öğrencinin ben Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Tarih veya
Bilgisayar bilim grubundayım demesi önemliydi. Bu kimlikle halkın
karşısına çıkıp tiyatroda rol yapar gibi 5 gün boyunca izleyicilere
rolünü anlatması dolayısıyla öğrencilerin kendini aşması daha da
önemliydi. Bizce önemli olan hedefler aşıldı. Dahası öğrencisiyle,
öğretmeniyle, velisiyle Murathan İlköğretim okulu ve Lisesi okulda
yaşadığı bilimsel havayı, Çorum halkıyla birlikte yaşamanın hazzını
duydu.
-
Tepkiler hep olumluydu. İzlenim
defterine çok güzel notlar düşüldü.
-
Z. İŞLER: - Başarılarınızı ve
Özelliklerinizi anlatır mısınız?
-
D. DERVİŞ: - Eğitim öğretim sevgiyle
mümkündür. Çocuğu sevmek, ama karşılıksız sevmek başarının sırrıdır.
Sevgi ve ilgiyle birlikte başarı gelir.
-
1999- 2000 Öğretim Yılı Kutlu Doğum
Haftası Bilgi ve Kültür Yarışmasında Çorum 2.liği
-
Akdeniz Olimpiyatları Matematik dalında
10.culuk ve 21.lik
-
Trafik Konulu Kompozisyon yarışmasında
Çorum 3. lüğü
-
1999-2000 öğretim yılı Trafik Konulu
Kompozisyon yarışmasında Çorum 3. lüğü
-
2000-2001 öğretim yılı Körler
Federasyonunca düzenlenen Kompozisyon yarışmasında Türkiye 3. lüğü.
-
Dönem Öz-öğret-der sınavında İlköğretim
2. Sınıflarda Türkiye 1.liği
-
Atatürkçü Düşünce Derneğince düzenlenen
şiir yarışmasında ilköğ. II. Kademede Çorum 1.liği.
-
Milli Eğitim Müdürlüğünce yapılan
seviye Tespit sınavında 6. Sınıflarda Çorum 1. Liği, 21. Liği, 28.
ciliği ve 35. Liği
-
2000 2001 Öğretim Yılında Milli Eğitim
Müdürlüğünce yapılan seviye Tespit sınavında 7. Sınıflarda Çorum 2.liği
ve 24. liği
-
2000 200 Öğretim Yılında)Milli Eğitim
Müdürlüğünce yapılan seviye Tespit sınavında 8. Sınıflarda Çorum 3.
lüğü ve 35. Liği
-
2000 2001 Öğretim Yılında 02.01.2001
tarihinde yapılan HP Genç Mucitler yarışmasına katılmaya hak kazanma.
-
Masa Tensinde Genç ve Yıldız erkeklerde
Takım Halinde Çorum İli Birinciliği
-
2000 2001 Öğretim Yılında Masa Tensinde
Genç ve Yıldız erkeklerde Takım Halinde Çorum İli Birinciliği
-
1999 2000 Öğretim Yılında Turizm İl
Müdürlüğünün düzenlediği Fotoğraf yarışmasında Çorum 3. lüğü
-
Masa Tenisi Yıldız Kızlar kategorisinde
Çorum 3. Lüğü
-
2000 2001 öğretim Yılında Masa Tenisi
Yıldız Kızlar kategorisinde Çorum 2. lüğü
-
1999 2000 öğretim Yılında Puanlı
Atletizm de takım halinde Küçükler kategorisinde Çorum 3 lüğü
-
Satrançta genç erkeklerde il
birinciliği
-
TÜBİTAK Matematik olimpiyatlarında; I.
Aşama sınavını geçerek (ilk 41 ) iki öğrencimiz II. Aşama sınavına
girmeye hak kazanmışlardır.
-
TÜBİTAK’ın düzenlediği Enerji Tasarrufu
konulu yarışma için Fizik dalında proje çalışması gönderildi.
-
Velilerimize yönelik olarak Ana Baba
Okulu Aile İçi Eğitim Semineri düzenlendi.
-
Z.İŞLER: - Çorum halkına söylemek
istediğiniz iletilmesini arzu ettiğiniz bir mesajınız var mı?
-
D. DERVİŞ: - Her türlü
etkinliklerimizde onları hep yanımızda aramızda gördük, onlara
teşekkür ediyoruz.
-
Z.İŞLER: - Konuşma için size teşekkür
ediyor, başarılarınızın devamını diliyoruz.
-
D.DERVİŞ - Bende teşekkür ediyor,
başarılar diliyorum.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
KRİSTAL ŞEKER
-
Değerli okurlar! Bu sayımızda sizlere Şeker sektöründe hizmet
veren kuruluşu tanıtacağız. Kristal Şeker Sanayii A.Ş. Kayserili
yatırımcılar tarafından kurulan fabrikayı M. Selim Gürsel’le gezerek,.
Fabrika Müdürü Sayın Recep Bekarlar ile fabrika hakkında bilgi aldık.
-
Zekai İŞLER: - Efendim lütfen önce
kendinizi tanıtıp sonra da yatırım için neden Çorum Organize Sanayi
Bölgesini seçtiniz anlatır mısınız?
-
Recep BEKARLAR: - Adım Recep Bekarlar
1955 yılında Kayseri'de doğdum. Makine Mühendisiyim. Şirketimizin
ortakları aslen Kayserili olup, Ankara'da ikamet etmektedirler. Yani;
Çorum'a Ankara'dan geldik. Buraya gelmemizin bazı sebepleri vardır.
-
Çorum'un Ankara'ya yakınlığı, teşvikli
yatırım olması, kalkınmada öncelikli oluşu ve en önemlisi Çorum' da
sanayi alt yapısının çevre illerden daha uygun olması nedeniyle Çorum
seçildi.
-
Zekai İŞLER: - Recep Bey, fabrikanızın
kapalı ve açık hizmet alanları ne kadardır, tesis ne zaman faaliyete
başladı?
-
Recep BEKARLAR: - Tesislerimizin toplam
arsa alan 19500 m2 dir. Bunun içinde 3500 m2 kapalı alana sahibiz.
Fabrikamızın temeli 1992 Ağustosunda atıldı. 1993 Martında ise üretime
başlandı.
-
Fabrikamızın 3 ortağı bulunmaktadır.
-
Zekai İŞLER: - Hammadde nereden temin
ediliyor, günlük kapasiteniz nedir?
-
Recep BEKARLAR: - Toz şekerin tamamı
Çorum ve Kayseri şeker fabrikalarından temin ediliyor. Günlük 35
ton/gün küp şeker üretim kapasitesine sahibiz.
-
Zekai İŞLER: - Şu an fabrikanızda kaç
kişi çalışmaktadır, Mamulleriniz genellikle iç mi, yoksa dış pazara
yöneliktir?
-
Recep BEKARLAR: - Üçü pazarlamacı olmak
üzere idari personelimiz 6 kişidir. 15 tane de işçimiz var, toplam 21
kişiyiz. Biz genellikle iç piyasaya çalışıyoruz. Sıcak satış
yöntemiyle toptancılara veriyoruz. Çorum çevresi ile Yozgat, Çankırı
ve Kırıkkale illerine ve ayrıca Ankara ve İstanbul'daki
hipermarketlere veriyoruz. Metro, Beğendik, Oy-pa, Migros, Endi ve
Gima gibi marketler grubuyla çalışıyoruz.
-
Zekai İŞLER: - Recep Bey, küp şeker
yapılarken herhangi bir katkı maddesi kullanılıyor mu, bir kg. lık
pakette kaç şeker bulunuyor, şekerin ton fiyatı nedir?
-
Recep BEKARLAR: - Küp şeker, presleme
yöntemiyle yapılıyor. İçinde hiçbir katkı maddesi yoktur. 1 kg. lık
paketler içinde 360 adet küp şeker bulunmaktadır. Maalesef şekerin iç
piyasada fiyatı oldukça yüksektir. Şekerin tonu dış piyasada (175-200
$) dolar iken, iç piyasada bu rakam (600 $) dolara kadar çıkmaktadır.
-
Zekai İŞLER: - Bu fiyat farkı nereden
kaynaklanıyor, bu durumda dışarıdan şeker geliyor mu?
-
Recep BEKARLAR: - Türkiye dışındaki
ülkeler genellikle şeker kamışından şeker üretiliyor. Bu da maliyeti
düşürüyor. Bizde ise, pancar taban fiyatlarının politik olması ve
maalesef tesislerin verimli ve rantabıl çalışmaması dolayısıyla
maliyet artıyor. Son iki yıldır iç ve dış piyasadaki fiyat
farklarından dolayı kaçak şeker kullanılıyor. Yani şeker sınırlardan
kaçak olarak geliyor. Bazen de dışarıya gitmesi gereken ihraç malları,
iç piyasaya veriliyor.
-
Zekai İŞLER: - Recep Bey, Türk Sanayii
1-2 yıldır krizde. Bunu sanayici dostlarımızla yaptığımız
görüşmelerden anlıyoruz. Yakınmalar diz boyu. Sizin sorunlarınız
nelerdir, tabii ki genel sıkıntıyı değil, özellikle sizin sektörle
ilgili olanı soruyorum?
-
Recep BEKARLAR: - Krizden; herkes gibi
bizde etkileniyoruz. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik dar boğaz
hepimizi ilgilen-diriyor. Özele gelince: Biz en çok kalitesiz mal
üreten ve gramaj eksikliği bulunan firmalardan, bir de son iki yıldır
iç ve dış piyasalardaki fiyat farkından dolayı kaçak şeker kullanan
imalatçılardan şikâyetçiyiz.
-
Zekai İŞLER: - Çorum Organize Sanayi
bir ara cazip bölge iken, şimdilerde pek hareketli gözükmüyor,
dışarıdan yatırımcı gelmiyor mu, bunun sebepleri nelerdir?
-
Recep BEKARLAR: - Evet doğru
söylüyorsunuz. Mesela biz teşvik kapsamında Türkiye'de kurulan 7
kuruluştan biriyiz. Son üç yıldır Çorum'a başka şehirlerden yatırımcı
gelmiyor. Yatırımlar Yozgat'a kaymış durumda.
-
Zekai İŞLER: - Efendim,son olarak
Çorum'u, Çorumlu sanayicileri değerlendirmenizi,varsa tavsiyelerinizi
almak istiyorum .
-
Recep BEKARLAR: - Çorumlular ferdi yatırımlarını yaptılar.
Şimdi sermaye beraberliği yaparak büyük yatırımlara girmeleri
gerekiyor. Güçlerini, imkânlarını birleştirerek teknolojik ağırlıklı
ve dış satımı mümkün uygun sektörlere girmeliler. Çorum teşebbüs
açısından çok iyi, sorun işbirliği olmaması. Çorum sanayisinin
özelliği; Çorumlu yatırımcıların Çorum'da kalmasıdır.
-
Zekai İŞLER: - Recep Bey, size teşekkür ediyor, başarılar
diliyorum.
-
Recep BEKARLAR: - Ben teşekkür ederim.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ANADOLU ŞEKER
-
Şeker sektöründe iş yapan ikinci kuruluş olan Anadolu Şeker
A.Ş. M. Selim Gürsel Bey ile gittik. Bizi Anadolu Şeker Fabrikası
Müdürü Mehmet Arsanacı Bey karşıladı. İşte sorularımız.
-
Zekai İŞLER: - Mehmet Bey, önce kendinizi tanıtarak,
fabrikanızın ne zaman faaliyete başladınız, fabrikanız kaç ortaklıdır;
öğrenebilir miyim?
-
Mehmet ARSANACI: - Efendim ben,1969
yılında Çorum'da doğdum. Eğitimim: Endüstri Meslek Lisesi, Makine
Ressamlığı bölümüdür. Fabrikamızın temeli 1990 yılında atıldı. 1992
Ocağında ise üretime başladı. Tek ortaklı bir kuruluştur.
-
Zekai İŞLER: - Herkese sorduğum klasik
bir soru var. Size de soralım. Neden Çorum?
-
Mehmet ARSANACI: - Bu sorunun iki
cevabı var. Bir Çorum'da Şeker Fabrikası olması, iki biz Çorumluyuz.
Çorum'a yatırım yapma ve Çorum'a, Çorumluya hizmet etme istek ve
arzusu.
-
Zekai İŞLER: - Personel sayınız ve
yıllık kapasitenizden bahseder misiniz?
-
Mehmet ARSANACI: - Toplam 17
personelimiz var. Bunun 15'i işçi, 2'si ise idari personeldir. Günlük
30 ton/gün kapasiteli bir fabrikamız var.
-
Zekai İŞLER: - Hammadde nereden tedarik
ediliyor. Özel bir pazarlama yönteminiz var mı, ürettiklerinizi
nerelere satıyorsunuz?
-
Mehmet ARSANACI: - Hammadde Çorum,
Kayseri, Ankara ve Suluova şeker fabrikalarından temin ediyoruz.
Kendimiz pazarlıyoruz. Yurtiçinde: Ankara, Yozgat, Kırıkkale, Çorum
Merkez ve ilçelerine. Yurtdışında ise: Türk Cumhuriyetlerinden
Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan'a, ayrıca İran ve Kuveyt'e
gönderiyoruz. Kanada ile temaslar devam ediyor. Anlaşma sağlanırsa
Kanada'ya da küp şeker göndereceğiz.
-
Zekai İŞLER: - Fabrikanız çok temiz ve
bakımlı bulduk. Elinizdeki tesisler ve yaptığınız diğer işler
nelerdir?
-
Mehmet ARSANACI: - Kapalı alanımız 5000
m2 dir. Üç adet tam otomatik dolum makinesi, bir adet şeker presleme
ünitesi ile bir adet toz şeker poşetleme makinesi mevcuttur. Firmamız
küp şeker yanında toz şeker paketleme de yapmaktadır. Ayrıca Rozi
Çocuk bezi ile Prenses çayın Çorum temsilcisiyiz.
-
Zekai İŞLER: - Size de soralım. Küp
şeker içinde herhangi bir katkı maddesi bulunuyor mu?
-
Mehmet ARSANACI: - Küp şekerin için de
hiçbir katkı maddesi yoktur. Buyurun size göstereyim. (Kalkıyoruz
fabrikayı gezerken Mehmet Bey bize anlatıyor) Burada şeker hafif
nemlendiriliyor. Sonra tünel fırınlarda kurutulup nemi alınarak el
değmeden şu gördüğünüz makinelerde el değmeden kutulanmaktadır.
-
Zekai İŞLER: - Pazarlama yönteminiz ve
satış noktalarınız nelerdir?
-
Mehmet ARSANACI: - Çorum: Metropol,
Hitit Gıda, Haksan ve Belediye Tanzim. Ankara'da Nazar Marketler
zincirine, Kılıçlar, Yalçınkaya ve Karahmetler gibi kuruluşlara
veriyoruz. Ayrıca toptancılarla da çalışıyoruz.
-
Zekai İŞLER: - Paketleme sisteminiz
farklı galiba?
-
Mehmet ARSANACI: - Çeşitlerimiz çok.
Bizim 500, 750, 900 ve 1000 gramlık 4 grup küp şekerimiz var.
Kahvehaneler için 5 kiloluk paketlerimiz mevcut. Ayrıca 1 kg., 2 kg.
Ve 5 kg. lık toz şeker poşetlerimiz vardır.
-
Zekai İŞLER: - Problemleriniz
nelerdir?
-
Mehmet ARSANACI: - Şeker fabrikası
fiyat açısından ve diğer yönlerden bizlere öncelik tanımıyor, yardım
görmüyoruz.
-
Zekai İŞLER: - Bu konuşma için size
teşekkür ediyorum.
-
Mehmet ARSANACI: - Biz de teşekkür ediyoruz.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
SÜREÇ KİTAP KULÜBÜN VE DERNEĞİ
-
Değerli okuyucular! Çorumlu 2000
Kültür, Tarih, Sanat ve Edebiyat Dergisi Çorum'umuzda kendi türünde "
ilk " olan ya da herhangi bir alanda "öncülük" etmiş olan kuruluşları
sizlere tanıtıyor.
-
Bu sayımızda " Kitap Kulübü " adıyla
halkın "okuma eylemsizliğine" engel olmak ve " kitap bulamıyoruz"
bahanesine çözüm üretmek amacıyla kurulmuş amatör fakat daha geniş
imkânlara kavuştuğunda önemli bir boşluğu dolduracak olan bir
müesseseden söz etmek istiyoruz.
-
Konuşmamızı Süreç Kitap Kulübün ve
Derneğin Bakanı Hüseyin KARADAŞ ile yaptık.
-
Zekai İŞLER: - Sayın Hüseyin KARADAŞ!
Kitap kulübü kurma fikri nasıl oluştu?
-
Hüseyin KARADAŞ:- Bir grup kitapsever
olarak bu işe kitapevi açarak başladık. Bu amaçla "Süreç Kitapevi"ni
açtık. Amacımız bu kitapevi vasıtasıyla Çorum halkına kitap yoluyla
bilgi ulaştırmaktı. Bu kitapevini açmadan önce yeni çıkan kitaplara
ulaşmamız ve yayın dünyasını takip etmemiz zor oluyordu. Kitapevi
açmaktaki amaç hem kendimize, hem Çorum halkına bilginin
ulaştırılmasını kolaylaştırmaktı. Kitapevi açmamızda ticari kaygıdan
çok okuma seviyesi düşük olan halkımıza kitabı ulaştırmaktı. Gerek
kitaba olan ilgisizlik, gerekse okuma seviyesinin düşük olması bizi
yeni arayışlara itti. Bu yüzden kitapevinde ulaşamadığımız okuyucu
kitlesine kitap kulübü vasıtasıyla ulaşmayı amaçladık.
-
Çünkü okuyucu kitlesine ulaşabilmek
için faaliyet alanımızı geliştirmemiz gerekiyordu. Bu amaçla "Süreç
Tarih ve Kültür Araştırmalar Merkezi Derneği"ni kurduk.
-
Zekai İŞLER: - Ne zaman ve hangi
imkânlarla kuruldu?
-
Hüseyin KARADAŞ: - 1998'in kasım ayında
kurudu. Dernek kurma kararı alan arkadaşların maddi katkılarıyla
kuruldu. Bu arkadaşlar kendi kütüphanelerindeki kitapları
bağışladılar.
-
Çevremizdeki diğer kişilerden de kitap
konusunda duyarlılıklarını göstermelerini istedik.
-
Zekai İŞLER: - Faaliyetleriniz
nelerdir?
-
Hüseyin KARADAŞ: -Dernek tüzüğünde
belirtilen faaliyetlerdir. Bunlar: 1) Periyodik kitap kültür
sohbetleri. 2) Kitap kulübü çerçevesinde ödünç kitap servisi. 3)
Süreli yayınlar servisi. 4) Kitap kulübü üyelerinin birbirleriyle
tanışmaları, bilgi alışverişinde bulunmaları için entelektüel bir
ortam oluşturmak. 5) yayın dünyasını takip edip, önemli makale, köşe
yazısı, amatör çalışmaları pano vasıtasıyla kitap kulübü üyelerine
ulaştırmak. 6) Üyelerin kaynaşması için geziler düzenlemek. 7) Kermes
faaliyetleri.
-
Bu faaliyetlerin yapılış amacı bilgiyle
insan arasındaki mesafeyi kapatmak ve her türlü düşüncenin özgürce
dile getirildiği bir ortam oluşturmaktır. Bu amaçla kitap kulübü
olarak şu ilkeleri benimsedik.
-
Süreç Kitap Kulübü İlkeleri: Bilgi ile
insan arasındaki mesafeyi kapatmak ve okuma imkânları hazırlamak için
devamlı bir kütüphane - arşiv oluşturmak amacındadır.
-
Dünyadaki ve Türkiye'deki kültürel
üretimleri, basın yayın faaliyetlerini izlemek için "Kitap, dergi,
gazete" takibi yapar.
-
"Düşünce ve inanç Özgürlüğü”nün farklı düşünce ve inançlar
tanınmadan anlaşılamayacağını vurgular.
-
Farklı düşüncelerin buluştuğu bir ortamdır. SÜREÇ'TE
dokunulamaz,"sorgulanamaz hiçbir düşünce" yoktur. (alay ve sövgü
eleştiri metodu olamaz)
-
"Erdemli toplumun" oluşumuna katkı olarak " Bilgi -
İnanç-Eylem" dengesini gözeten bir yaşam tarzı önenir.
-
Zekai İŞLER: - Kitap sayınız ve
sunduğunuz imkânlar yeterli midir?
-
Hüseyin KARADAŞ: - Şu anda elimizde
1500 civarında kitap var. Hedefimiz okuyucuya kaliteli kitaplar
ulaştırmak. Kitaplar konusunda seçici davranıyoruz. Her düşünceden
seviyeli kitaplar bulundurmaya çalışıyoruz. Maddi olanaklarımızın
kısıtlı olması sorunun çözümünü zorlaştırmaktır. Bu olumsuz şartlar da
üyelerimize mümkün olduğunca iyi bir hizmet sunmaya gayret ediyoruz.
İmkânları yeterli hale getirmeye çalışıyoruz.
-
Zekai İŞLER: - Okuyucularınızdan
beklentileriniz ve sorunlarınız nelerdir?
-
Hüseyin KARADAŞ: - Çorum'da maalesef
yeterli okuyucu kitlesi yok. Şu anda 200 civarında okuyucumuz var.
Amacımız bu sayıyı mümkün olduğu kadar yukarı çekmek. Bu amaçla
okuyucularımızdan ve kitapseverlerden bu sayının artması için katkıda
bulunmalarıdır. Okuyucularımızdan en büyük beklentimiz okumalarını
sürekli tutmaları, sistematik ve düzenli okumaları kitap kulübünün
işlevselliğine katkıda bulunmaları, edindikleri düşünceleri
tartışılabilmeli, bu düşüncelerini diğer insanlarla paylaşmaları, ön
yargıdan kaçınmalıdırlar.
-
Zekai İŞLER: - Bundan sonraki
hedefleriniz nelerdir?
-
Hüseyin KARADAŞ: - Okudukları,
sevdikleri kitap yazarlarıyla buluşmak, imza günleri düzenlemek, daha
geniş kitlelere ulaşmak için konferanslar, paneller, sempozyumlar
düzenlemek, sanatsal, kültürel etkinliklerde bulunmak, kitap
kulübündeki kitap sayısını arttırmaktır.
-
Zekai İŞLER: - Çalışmalarınızda
başarılar diliyor, Çorum'umuza bir yenilik kattığınız için size
teşekkür ediyoruz.
-
Hüseyin KARADAŞ: - Biz teşekkür ederiz.
Bu vesileyle okuyucularınıza ulaşabilirsek seviniriz.
-
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
-
YENİ BOYUT
-
İlimizde ilklere imzasını atmış sanayi ve kültürel
kuruluşlarımızı, Çorumlu 2000 Dergisinde siz okurlarımıza tanıtarak,
bu kuruluşların Çorum'a kazandırdıklarını sizlere aktarıyoruz.
-
Bu tanıttığımız kuruluş "Sadece
Çorum'da değil, Türkiye'de alanında ilk olan bir kuruluş." Konuşmamızı
Dr. Şakir ERKAN Bey ile Yeni Boyut'un kurs merkezinde yaptık.
-
Zekai İŞLER: - Değerli Hocam!
Sorularımıza izninizle Yeni Boyut'tan başlamak istiyorum. Yeni Boyut
nedir?
-
Şakir ERKAN: - Yeni Boyut; adı üstünde
Çorum insanına yepyeni bir boyut kazandırmak için kurulmuş bir
kurumdur. Okuma, öğrenme, iletişim, girişimcilik gibi tamamı ile
insana yönelik, sermayesi, aracı, amacı insan olan, insanın bireysel
ve sosyal gelişimini esas alan bir kurumdur.
-
Zekai İŞLER: - Böylesi bir çalışma
fikri nereden çıktı?
-
Şakir ERKAN: - Bilindiği gibi; duran
bir şey bir etki olmadan harekete geçmez. Harekete geçen şey de etken
olmadan duramaz. Biz bu etkene gerekçe diyoruz. Gerekçe olmadan beyin
de çalışmıyor. Benim gerekçem de akademik çalışmalarım sırasında
çektiğim sıkıntılardı.
-
Hem öğretmenlik yapıyordum, hem
akademik çalışmalar yapıyordum ve hem de günde 4 saatimi yolda
harcamak zorunda kalıyordum. Bu durum zamanı daha iyi kullanmam için
arayışa itti. Önce; Hızlı Okuma Kursu aldım. Daha sonra Bilgimatik,
Memomatik, Şematik derken aradığımı bulmuştum. Öğrendiğim şeylerin
faydasını görünce başkaları da bundan yararlansınlar istedim. Bir yaz
boyu 12 kişi ile çalıştık ve beraber bir gösteri yaptık. Daha sonra
kurs düzenledik. Nihayet daha profesyonel çalışmak için Yeni Boyut'u
kurduk.
-
Zekai İŞLER: - Yeni Boyut'ta "Okuma"
ile ilgili çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
-
Şakir ERKAN: - Öncelikle; şunu ifade
edeyim ki, tekniğini bilmeyen için kitap okumak zor bir iştir. Üstelik
anlama olmadığı zaman daha da zorlaşır. Böylece okuyucu kitaptan ve
okumaktan uzaklaşır. Biz burada okumayı ve anlamayı kolaylaştıran
teknikler veriyoruz. Gözün görme alanını genişletmek, göze hız
kazandırmak ve konsantrasyon sağlamak suretiyle okuma hızını en az 4-5
kat artırabiliyoruz. Okuma hızı beyin çalışma hızına ulaşıp, kavramlar
beyne bütün olarak gönderildiği için de anlamada da artış oluyor.
-
Zekai İŞLER: - Öğrenme ile ilgili
yaptığınız çalışmaları anlatır mısınız?
-
Şakir ERKAN: - Öğrenmenin üç unsuru
vardır. Görüntü, çağrışım ve heyecan! Bu üç unsur aynı anda devreye
girmezse öğrenme olmaz. Bunun için beynimizi tanımak onun yapısı ve
çalışma şekline uygun bir metodu takip etmek gerekir.
-
Beynimizin iki lobu ve her lobun
kendine göre işlevleri vardır.
-
Sol lob matematik, sayılar, mantık dizileri ile ilgilenirken; sağ lob
renk, şekil, müzik, resim, hayal vb. ile ilgilenir. Eğer öğrenmek
istediğiniz konuya iki lobu da katıp görüntü oluşturarak çağrışım
yaptırabilirseniz mükemmel bir öğrenme olur ve uzun süre belleğinizde
kalır. Başlangıçta zor ve karışık gibi görünen bu usul zamanla
yerleşir ve bir okuyuşta bir şiiri belleğinize yerleştirebilecek bir
seviyeye ulaşabilirsiniz. Bu seviye için en az 3 aylık bir süre
gerekir. Burada yaptığımız çalışmalarla her türlü sayısal ve sözel
değerleri, tarihler, telefon numaralarını, günlük, aylık, yıllık
randevular, isimler, yüzler vb. gerekli bilgiler kolayca belleğe
depolanır ve uzun süre saklı tutulabilir.
-
Zekai İŞLER: - İletişim, girişimcilik
gibi konularda neler yapıyorsunuz?
-
Şakir ERKAN: - Son yıllarda NLP diye
bir bilim dalı oluştu. Türkçemizde sinir dili programlanması diye
çevirebileceğimiz bu bilim, düşünce, dil ve davranışların kendi
avantajlarımız doğrultusunda yeniden düzenlenmesidir. Yapılan
çalışmalar sonunda kişinin kendisi ve çevresiyle iletişimde gözle
görülür olumlu gelişmeler olmaktadır. Örneğin: Kendileri için hedefler
oluşturabilen, bu hedefler doğrultusunda yılmadan çalışabilen, morali
yüksek, kendisiyle barışık, diğer insanlarla sevecen ilişkiler
kurabilen, kendisini sınırlandıran korku, kuruntu ve fobi gibi
olumsuzluklardan kurtarabilen insanlar oluşmaktadır.
-
Zekai İŞLER: - Kursiyerlerinizde
gördüğünüz olumlu gelişmeler nelerdir?
-
Şakir ERKAN: - Aslında bu soru direkt
olarak kursiyerlerimize yöneltilmesi gereken bir sorudur. Bizim
gördüğümüz kadarıyla okuma hızında en az 4-5 kat artış oluyor. Burada
hızını 20 kat artıran da olabiliyor. Anlama kabiliyetinde düşme değil
artış gözleniyor ki; okuma hızını 20 kat artırıp okuduğu kısımlardan
sorulan 10 sorunun tamamına doğru cevap verebilenlerde oluyor. Ayrıca
insanlarla olan iletişim ve kendini motive etme konularında hissedilir
derecede gelişme olmaktadır.
-
Zekai İŞLER: - Çorum'da benzer
çalışmalar yapanlar var mıdır?
-
Şakir ERKAN: - Doğrusunu söylemek
gerekirse; Türkiye'de bu kurumun benzeri yoktur. Türkiye'de vakıflar
ve dernekler aracılığıyla Hızlı Okuma Kursları verilmekte, İstanbul'
da NLP seminerleri yapılmaktadır. Ancak üçünü birden çalışan tek kurum
Yeni Boyut'tur. Bir başka özelliğimizde M.E. Bakanlığı onaylı tek
kurum olmamızdır.
-
Zekai İŞLER: - İlerideki hedefleriniz
nelerdir?
-
Şakir ERKAN: - Yeni Boyut tekniklerinin
uygulandığı dershane ve özel okullar açmak, daha geniş kitlelere hitap
edebilmektir.
-
Böylece daha sevecen ilişkiler
kurabilen, insan olmanın değerini bilen, insan olmanın heyecanını,
sevincini yaşayan, daime gelişen ve geliştiren bir insan ve böyle
insanlardan oluşan bir toplum oluşturulması için ortam hazırlamaktır!
-
Zekai İŞLER: - Bireysel girişim için ne
yapılmalıdır?
-
Şakir ERKAN: - Bireysel gelişim için
yapılması gereken iki şey kişinin insan olmasının güzelliklerini
yaşayabileceği bir amaç edinmek, bu amacın bir takım fedakârlıklarla
katlanmaya değip değmeyeceğine karar vermek ve gerçekleştirmek için
yola koyulmaktır. "İmkânsız bir şey yoktur sadece biraz zaman alır"
Herhangi birinin yaptığını herkes yapabilir. "Başlamak için büyük
olmak gerekmiyor ama büyük olmak için başlamak gerekiyor" anlayışıyla
hareket edip daima "çözüme" ve "daha iyi nasıl"a odaklanmak gerekir.
-
Zekai İŞLER: - Bireysel gelişim
toplumsal gelişimin önünde bir şey midir?
-
Şakir ERKAN: - Bireysel gelişim toplum
için zorunlu bir gelişimdir. İnsan ilişkilerinin her şeyin üzerinde
tutulduğu bir toplum olması söz konusu olduğuna göre, bireysel
gelişimi toplumsal gelişimden ayrı düşünmek mümkün değildir. Bize göre
hiçbir insan ada değildir. Kişinin eşi, dostu, akrabası, hemşerisi,
milleti ayrı bir yönü, ayrı bir motivasyon kaynağıdır. Bu nedenle biz
bireyi toplumdan ayrı düşünemiyoruz.
-
Zekai İŞLER: - Bu tür kurslar sadece
öğrencilere ya da gençlere mi faydalı?
-
Şakir ERKAN: - Bu kurslar 7'den 77' ye
herkes için faydalıdır. Uygun kurlar ve homojen gruplar oluşturmak
suretiyle tüm seviyelerle çalışmalar yaptık ve yapmaya devam ediyoruz.
-
Zekai İŞLER: - Topluma vereceğiniz
mesaj var mı?
-
Şakir ERKAN: - Biz milletimizin her bir
ferdinin fevkalade potansiyel gücü olduğuna, ancak oldukça basit
nedenlerle kendilerini sınırladıklarına inanıyoruz.
-
Büyük düşünmeliler. Mutlaka bir yerden
başlamalılar. Büyük olmak için bu şarttır. Bu güzel insanlara
danışmanlık yapmak için her zaman açığız.
-
Zekai İŞLER: - Ben size kolaylıklar
diliyorum. Başarı dileklerimi ve teşekkürlerimi arz ediyorum!
-
Şakir ERKAN: - Ben size teşekkür
ederim!
-
|
-
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|