DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

İÇİNDEKİLER
Mahmut Selim GÜRSEL TAKDİM
Hayat Hikayesi
YOZGAT'TA ÇAMLAR ÜŞÜYOR
FERHAT ACI ÇEKİYOR
ÖĞRETMEN YÜREĞİ
GARDAŞ
BELEDİYE BAŞKANLARI NASIL OLMALI?
ÜLKEYİ TÜKETEN ASALAKLAR
SİZ DE “TOPTANCI” MISINIZ?
EĞİTİMDE UYGULAMA VE GÜVEN VERME
AKITILAN GÖZYAŞLARI KURŞUNA DÖNÜŞEMEZ Mİ?

 

 
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TAKDİM           

Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak görülmelidir.

            Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.

            Bu çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı göreceksiniz.

            Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir kitaptır; onu okumamız gereklidir.

            Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar veremeyiz. 

Mahmut Selim GÜRSEL  

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Kerim MANDIRALIOĞLU

            1971 yılında Çorum-Sungurlu Aşağıfındıklı Köyü’nde doğdu.İlköğrenimini köyünde tamamlayıp, orta öğrenimine Sungurlu İmam Hatip Lisesi’nde başladı. İmam Hatip Lisesi’nin son sınıfını Çorum İmam Hatip Lisesi’nde dışardan vererek bir yıl önce Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne kaydını yaptırdı ve 1993 yılında bu fakülteden mezun oldu. Rize-Pazar İmam Hatip Lisesi, Yozgat  İmam Hatip Lisesi,75. Yıl Serpil Akdağ Lisesi ve Erdoğan Akdağ Anadolu Öğretmen Lisesi’nde öğretmenlik yaptı.
            Evli ve üç çocuk babası olup, Alaca Mehmet Çelik Anadolu Lisesi’nde öğretmenlik görevine devam etmektedir.
             “Gülümseterek Din Eğitimi”, “Bir Köy; Bir Hikâye” kitap çalışmalarının yanında çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları Yayınevimizin sanal yayınlanmış dergilerinde yazıları bulunmaktadır.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

YOZGAT'TA ÇAMLAR ÜŞÜYOR
Haberin olsun, Yozgat'ı sel almıyor artık,
Çoğu kez, musluklar suyun yolunu gözlüyor.
Yazık ki, sürmeli gözlerle yetinen de yok,
Bütün gönüller  sıdk ile seveni özlüyor.
 
Ümitsiz sevdaları taşıyor kaldırımlar.
Zamanında açamayan çiçeği don vuruyor.
Lise Caddesi'nin kalabalığında her an
Onlarca seven yürek, yalnızlığı  soluyor.
 
Genç yüzlerle doluveriyor sokaklar;
Anlaşılıyor ki, çalmış liselerdeki ziller.
Tatlı gülüşmeler hapse mi atılmış, ne?
Ömrün baharında  asılmış bütün çehreler.
 
Saat Kulesi önünde, buzlar üzerinde,
Bir yavrucak incecik gömleğiyle yürüyor
Diğeri, “simitçi!” diye bağırmakta kenarda.
Hayatın ağır yükü, ufacık omuzlarda.
 
Çapanoğlu'nda huzur yağıyor gönüllere
Çamlık, hayat soluyor daralan yüreklere.
Adaletin nerededir senin, ey hakim bey!
Kahvehaneler kelepçe vurmuş bileklere.
 
Büyük Cami önünde sıralanmış tezgâhlar,
Sıcak pide kokusu, hurmalar, kadayıflar...
Ramazan bereketi dağılıyor her yana,
Bil, ne zaman gıpta eder melekler insana?
 
Aşevi'nin önünde tencereler diziliyor,
Belli ki, sıcak çorbaya hasret sofralar çok.
Boynu bükük çocuğun yüreği eziliyor,
Yetim okşamayan elde, elbette hayır yok.
 
Doğumevi'nde hayata açıldı bir çift göz,
Biri, yerin  karanlığına uğurlanıyor.
Hayatı anlamaya yetmez ömür ve de söz,
Sır, küçük bir et parçasında ağırlanıyor.
 
Sırrı çözen yiğitler yok değil ki burada,
İnsanlığın âlâsın gör, Bozok'a uğra da.
Öze olan bağlılık taklide direniyor,
Vatan için bebekler, beşiğe beleniyor.
 
Ceviz kabuğunu doldurmayan sebeplerle
Bazen, su yerine çiçeklere kan düşüyor.
Sade vücut değil, sıcacık yürek üşüyor.
Yamaçtaki Ay-yıldızı saran kan üşüyor.
 
Yozgat'ta çamlar üşüyor...       03.02.2003
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

FERHAT ACI ÇEKİYOR
Dört duvar arasında bir ömür
Ve hayata açılan bir pencere
Duvarların dili yok
Saatteki tik taklar anlamsız
Baş gövde üzerinde bir yük
Gönülse isteklerde insafsız.
Bütün yollar kapalı
Güneşse başka alem üzerinde
Bülbül güle sevdalı
Gülse bulunmaz ki hiç yerinde.
Baş konulan yastık taş kesiliyor
Yatak dinlenememekten şikayetçi.
Ayakkabı görmemiş hiç ayaklar
Gözler  dışarda, bekliyor davetçi.
Yemeklerin hiç tadı yok
Su boğazda düğümleniyor
Ömrün baharında bir çiçek
Toprağa düşen yaprağa imreniyor.
 
Sonra sen çıkıyorsun ortaya
Can ışıldayan gözlerin çıkıyor
Duvarlar dile geliyor, susmamacasına
Saatten sevda türküleri yayılıyor  her an
Baş gövdeyle barışmış
Bülbül güle nameler söylüyor.
Güneş, benim dünyama doğuyor
Yollar ise bahar havasında.
Yastık senin kokunu yayıyor
Yatak yüreğin kadar sıcak.
Meğer her yiyecek aslında bir balmış
Bala tadını veren, yine onu tadanmış.
Beyaz ellerin beni bulutlarda gezdiriyor
Gülen yüzlerin her yana çiçekler serdiriyor
Zihnimdeki sen, artık tutsak oldu bana
Gözler birşey görmüyor, baksa da her yana.
Kavuşmadığı için bu sevda büyüdükçe büyüyor
Dağları delen Ferhat bakıp pişmanlıktan eriyor.
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÖĞRETMEN YÜREĞİ
Uzun yıllar boyunca, gözümüz gibi sakınarak
Kimi zaman bakışarak, kimi zaman konuşarak,
Büyütürüz bahçenin rengarenk çiçeklerini,
Bilginin sevginin ötesinde bazen de
Gözyaşları alır yağmurların yerini.
 
Kim demiş anlamaz bahçıvan çiçeklerin dilinden,
Yaralar, solan her çiçek onu  ta derinden.
Delik ayakkabınızdan giren su
Dondurmadı mı sanıyorsunuz bizi?
Parçalayıp uzattığınız simit
Akıtmadı mı göz yaşlarımızı,
 
Uyku mu tuttu  gözlerimizi,
Kırdığımız günler sizi,
Ve aramadı mı sanıyorsunuz
Sıralar boşken  bu gözler hepinizi
Yavrusunu arayan anneler gibi.
 
Ta kalbinizi hedef alan okları
Hep bizler karşılarız göğsümüzle.
Ve sizi saran cehalet buzlarını
Yine bizler eritiriz yüreğimizle
.
Bu ziller yokluğumuzda da çalacak,
Bahçenin yeni bahçıvanları, yeni gülleri olacak,
Belki dolaşırken bastonumuzla bahçe kenarında
Kimsecikler tanımayacak tatlı anılar dışında.
 
Hele bir de görürsek sizi,
Bir uğraşta bir mevki  başında
Saçarken vatana umut ışıkları,
Ve bilirsek kapanmayacağını defter-i amelimizin
İnanın atarız bütün gamı, amansız kederleri.
Yorulan gözlerimize ışık gelir o an
Düzelir kamburlaşan sırtımız bizim.
Göğsümüzü gere gere haykırırız herkese:
Biz yetiştirdik, işte bu öğrenci bizim.
 
Şayet bir de görürsek sizi,
Ağlarken bir sokak kenarında.
Veya çalarken bir yetimin hakkını
Ya da sızlatırken şehidimin kemiklerini
İşte o zaman kar yağar saçlarımıza
Güneş bile derman olmaz karanlığımıza.
Tanımamış görünürüz , çekiliriz yalnızlığımıza
 
Olmasa da çok paramız, kalmasak da lüks evlerde
Bizim servetimiz saklıdır  binlerce gönüllerde.
Kurumayan bir pınar gibi, besleriz geleceğimizi
Bir annelerde bulunur bu yürek, bir de öğretmenlerde.
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 06

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

GARDAŞ
Her yanı menfaat duygusu sarmışken
Ekmeği paylaşmak erdemdir gardaş.
Gelenekler, töreler hep unutulurken
Kendin kalabilmek hünerdir gardaş.
 
Parayla dünyanın mülkleri alınsa da
Yüreğin fiyatına güç yetmez gardaş.
Makamına güvenen çok bulunsa da
Elbise sahibini adam etmez gardaş.
 
Her yerde kürke hürmet edilse bile
Yaratılanı sevmek başkadır gardaş.
Baykuşlar yuva yapmış olsa da güle
Bülbülün namesi hep aşkadır gardaş.
 
Paraları çalıp keyif yapsa da hırsız
Helâl lokmanın tadı başkadır gardaş.
Köydeki bacılarımı horlasa da arsız
Hayâ sahipleri hep baştadır gardaş.
 
Açmış çiçekten meyve beklerken,
Dallar köklerden ayrılamaz gardaş.
Düşman olanlar  bir araya gelirken
Dosta karşı kurşun sıkılamaz gardaş.
 
Çekilen  çileler eğer vatan içinse
Soğan, ekmek bize bal olur gardaş.
Kan rengi Bayrağımız eğer eğikse
Her yön Âhirete yol olur gardaş.
 
Meydanlardan çok sesler çıksa da
Ezanın yerini bir şey tutmaz gardaş.
Düşman zehri altın  kâse ile sunsa da
Bu millet bu oyunu yutmaz gardaş.
 
Milletin niyeti kötüye kullanılsa da
Aldatanlara  hesap sorulur gardaş.
Haksızlıklara  bir kılıf bulunsa da
Hassas terazi bir gün kurulur gardaş.
 
Kenetlenmeli herkes şehirde köyde
İyi gün dostu hep çok olur gardaş.
Herkesin maddeye taptığı bir günde
“Kerîm” kalabilmek zor olur

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 07

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BELEDİYE BAŞKANLARI NASIL OLMALI?
Bir ili, bir ilçeyi yönetecek idareci, beden ve hafıza bakımından güçlü, zeki, bilgiyi ve öğrenmeyi seven, zihni açık, dürüst, ahlakî zaaflar taşımayan, azimli, cesur ve kararlı olmalıdır. Her işte olduğu gibi özellikle yöneticilikte de liyakat olmazsa olmazlardandır. Başkan adayı olanın her alanda bilgi birikim sahibi olması elbette zordur. Ama orkestrayı yönetecek liderliğe sahip olması şarttır. İyi bir liderin kalitesini de kendisiyle beraber etrafındakiler belirler. Bundan dolayı etrafındaki kişiler iyi seçilmiş olmalıdır.
            Şehir emanet edilen kişi, görev yapmak istediği şehri çok iyi tanıdığı gibi, diğer şehirlerdeki gelişmeleri de takip etmeli, her zaman yeniliklere açık olmalıdır. Yönetici, vizyon ve misyon sahibi olmalı, çok çok önemli olan tecrübesini bunlarla bütünleştirmelidir. Ortak akılla plan, proje, iş üretmelidir. Yanlışları tenkit etmekle, iş yapmak; haksızlıkları konuşmakla adaleti uygulamak ayrı ayrı şeylerdir. Zulmü, herkes tenkit eder, ama adaleti herkes uygulayamaz. Emri altındakilere adaleti uygulayamayanlar üsttekilerden nasıl adalet bekleme hakkına sahip olur? Hz.Ebubekir: “Benim yanımda hakkını alıncaya kadar zayıf güçlü, yediği hakkı ödeyinceye kadar güçlü zayıftır” demişti değil mi? Yönetici, kendisini kimseye hesap vermeyecek, eleştirilmeyecek şahıs olarak görmemelidir. Hiç kimse masum değildir. Hz. Ebubekir’in halifeliğe geliş şeklini ballandıra ballandıra anlatıp da, karşısındaki insanlara ağız açtırmayan yetkililere ne demeli? O büyük hailfe: “Doğru, güzel hareket edersem bana yardımcı olun, yoldan sapar yanlış yaparsam beni düzeltin’ diyordu.
Farklı görüşlere hoşgörüsüz yaklaşan yönetici, halk tarafından kınanacak ve desteksiz bırakılacaktır. Hiçbir kimse de bulunmaz Hint kumaşı değildir. Mezarlıklar, yerlerinin doldurulamayacağına inanan insanlarla doludur değil mi? Dünya menfaati üzerine dönen siyasetin, bir canavar olduğundan hareketle ahiretteki hesabı düşünerek hizmet etmek en büyük ideal olmalıdır. Behlül Dana’nın hac görevini yaparken ağlaşan insanları İbrahim Ethem’e göstererek şöyle dediği anlatılır: Ey halife! Bu insanlar kendi günahlarının hesabını verip veremeyeceklerini bilmedikleri için ağlaşıyorlar. Sen ise hem kendi hesabını hem de onların hesabını vereceksin. Buna hazırlıklı ol!’ Bir politikacı gelecek seçimi, bir devlet adamı ise gelecek kuşağı düşünürmüş. Her yönetici iyi bir halk adamı olduğu gibi iyi bir devlet adamı özelliği de taşımalıdır. Halkın geleceğini, kendi geleceğinin önüne geçiren şahsiyetli yöneticiler kaybetseler de kazananlardan olacaktır. Ayrıca halkının durumu kötüleşmiş olmasına rağmen yönetimini sıkıntısız devam ettirebilmiş lider bulabilmek çok zordur.
Yönetme talebinde bulunanların çok olması kalitenin yakalanması açısından faydalı olabilir. Sayının fazla olmasında makam ve dünyalık hırsının ağır bastığını da söylemek mümkündür. Ayrıca favori bir aday adayının olmaması da bunda etkilidir. Neden ne olursa olsun ancak bir kişi o koltuğa oturacaktır. Eğer bu bir hizmet yarışıysa herkesin öne geçme mücadelesini hakkaniyet içinde yapıp, sonuç ne olursa olsun birbirleriyle kucaklaşması gerekir.
Erdem ve fazilet çatışmada değil, saygı ve yardımlaşmadadır. Olayları günlük değerlendirip, heyecanla kararlar almak kişilerin ve şehirlerin geleceğinin kararmasına sebep olabilir. Ayrıca gerçek kazançlının kaybeden olamayacağını hangi inanan garanti edebilir? Halka baş olmak ağır iştir. Genellikle baş olanın, sevinci az, kaygısı çok; öveni az, söveni çok olurmuş. Ben o genelin içinde olmayacaklardanım mı diyorsunuz?
Hadi yolunuz açık olsun…
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 08

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÜLKEYİ TÜKETEN ASALAKLAR
“Midesine indirdiği her lokmanın karşılığını topluma iade etmeyen kişi, o toplumda asalaktır.” diyor Jules Romains “Dirilen Şehir”de. Bir milletin kaç ferdinin kalbi milletine hizmet için atıyorsa, milletin kalbi o kadar güçlü; kaç ferdinin kalbi de şahsî ihtirasları ve çıkarları için atıyorsa milletin kalbi o derece zayıftır. Çünkü milletlerin kalbi fertlerin kalbine dağılmıştır. Aldıkları lokmalarla kendi karınlarını şişirip, ülkemin kaburgalarını sayılır hale getirenleri düşündükçe kahrolmamak mümkün mü?
Bilgi fukaralığı, düşünce sathiliği, ideolojik saplantılar, rahata düşkünlük, aç gözlülük,  irade zafiyeti durumumuzu özetleyen, bizi bu hale getiren başlıklardan bazıları. İnsanlar yapmaları gerekenleri bile yapmadan daha fazla karşılık talep ediyorlarsa, aldıkları ücret karşılığı bu topluma ne katkıları olduğunun bile hesabını yapmamışlarsa; daha da kötüsü ülkelerinin menfaatlerini kendi menfaatlerinin gerisinde tutuyorlarsa asalak kelimesi böylelerine yetersiz bile. Dolgun maaşlarla, özel korumalarla, özel şoförlerle, sekreterlerle, lojmanlarla, lokallerle… bu ülkenin kaymağını yiyenler yapmadıkları bir tarafa, yanlış yaptıklarıyla ülkenin uğradığı kayıpları değerlendirecek sağlıklı akıl ve temiz kalmış vicdana sahipler mi? Vatanı, devleti, cumhuriyeti, kollayanlar, kurtaranlar gerçekte hak etmeden sahip oldukları ayrıcalıkları mı kollayıp kurtarıyorlar iyi düşünmek lazım. Sevdalısı çok, dostu yok olan,  yalnız ülkemin çalışkan insanları daha fazla ne koparırımın mı çalışkanı oldular? Dindarından dinsizine; sağcısından solcusuna, memurundan işçisine, çobanından yöneticisine her kesimdekiler için milletin ve ülkenin huzur ve kalkınması öncelikli mesele olmadığı, herkesin üstlenmiş olduğu görevi layıkıyla yerine getirmediği sürece bu buhranlardan kurtulamaz.
Yapay korkulardan kurtulup düşüncenin ve demokrasinin önünü açmadıkça gelişmek, ilerlemek, halkı huzurlu yapmak hayal olacaktır. Unutmamalı ki, hür düşünceye sahip olmak, hürriyet ortamına sahip olmaktan da önemlidir. Bilime övgüler dizen ideoloji, hür düşünceli, açık zihinli değilse ilerleme sağlanamaz. Hele bir de ideoloji din yerine konuluyorsa gerisini siz düşünün.
Kişiler ve kurumlar düşük standartlarda çalışınca istenilen netice alınamaz. Fert ve kurumlarda her alanda verimlilik bilinci oluşturulmalıdır. Bilgi peşinden koşmak, yeni keşiflerde bulunmak ruhsuz yapılabilecek bir iş değildir. Ruh ise taklit edilecek, ya da başkasından alınacak bir nesne değildir. Bu ruha ulaşmak için ise insanlarımıza,  devletten koltuk kapmayı değil o koltuğa hakkını vermeyi öğretmeliyiz.
Asalaklığa değil, çalışmaya ve üretmeye odaklanmış iyi bir eğitim sistemine, daha az ideolojiye, daha istikrarlı demokrasiye, para sıkıntısı çekmeyen bilime,  liyakat esasına dayalı yönetimlere, ideolojilere kurban edilmeyen adalete, bilim üreten üniversitelere acilen ihtiyaç var vesselam. Yoksa toplum bir şekilde asalak üretir, bu asalaklar da bu ülkeyi tüketir.
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 09

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

SİZ DE “TOPTANCI” MISINIZ?
Mesleğini sorduğunuzda, gururlandığı konuşmasına ve vücut hareketlerine yansıyarak, “toptancıyız ağabey” diyenlerle mutlaka karşılaşmışsınızdır. Böyle kimselerdeki, böylesi duyguların kaynağında, çok parayı az uğraşla kazanmaları olsa gerek. Ticaretteki toptancılığın getirileri yüksek olabiliyor; risklere göğüs gerebilme ve akılcı davranabilme oranında. Fikir, kişi, grup, cemaat, parti, millet, din... toptancılarının kâr ve zararlarını hiç düşündünüz mü peki?
Millet olarak büyük hastalıklarımızdan birisi de “toptancı” olmamızdır. “Sevgide de, nefrette de ölesiye olmak” inancı, bu toptancılığın sermayesini oluşturuyor kanaatimce. “Ya çıkarmayız hançeri kınından, ya da saplarız sonuna kadar” sözünü işitmişsinizdir. Kişinin kendindeki ve grubundaki yanlışlara karşı hançeri hiç çıkarmayıp, karşı taraftakilere karşı ise hançeri hiç kınına sokmaması ne acı! Fert bazında başlayan bu meslek, bulaşıcı bir virüs gibi zamanla her tarafı kaplıyor. En kötü olanı ise, bulaşıcı bu virüsün tedavisinin zor ve uzun yıllar alması. Doğrular bende, benim mensubu olduğum grupta, karşıdakilerin elinde doğruların olması mümkün değil, anlayışı akılla ne kadar bağdaşır?
İzlediği film içinde öldürülmeyen kişinin , film kahramanına saldırması sonucunda çoğu insanın ağzından dökülenler şunlardır: “Ağabey! Yaptığın işi temiz yapacaksın. Ben onu bunu bilmem” Temizlikten kastın ne olduğunu iyi biliyorsunuz. “İşi kökünden, toptan halletmek”.
Takım tutuşumuzdaki toptancılıkları düşünün bir. Takım değişmez, hatalar hep diğer takımlarda, ya da hakemlerdedir. Galibiyetlere alkış, mağlubiyetlere “istifa” sloganları. “ Kesseler kanımı ağabey ..... akar”. Adeta sözün doğruluğunu kanıtlamak için kesilen vücuttan ise akan sadece kırmızı kan. Çünkü kan, herkeste aynı kandır Kan kırmızıdır.
Her şeyi siyah ya da beyaz algılayıp, ara renkleri görmemek, yapılacak şeylerin de sınırlanması demek değil midir? Renklerden yeni renkler oluşturulacağına, renklere göz kapamak çok acıdır. Doğru, kimden geliyorsa gelsin alınmalı, yanlış kimde olursa olsun terk edilmelidir. Hem, kötü veya yanlış olan, kişiler  değil, fikirleri veya yaptıkları olabilir. Kişinin, beğenmiyorum dediği topraktan çıkan ürünü yok sayması düşünülebilir mi? Ayrıca, dikenler arasından hayata gülen gülleri unutmak, güllere yazık olmaz mı?
Toptancılık mikrobuna bulaşanlar, her türlü düşünce ve fikirleri savunanları kalıplar içine alır. Kalıp kuleleri, etrafı o kadar kaplar ki, kendi bulunduğu yeri çoğu zaman kendisi bile bulamaz. Geçmişe ait her şeyi kötü görme kulesi oluşturanların karşısına, her yeniyi kötü görme kulesi dikenler çıkar. Dünya görüşünden dolayı, sanat ve yapıtlarını görmezden gelme kulelerine aynı kulelerle karşılık verilir. “Ne harabiyim ne harabati, kökü mazide olan ati” cevabı bu kulelerden kaçışın çabasıdır.  Çözüm bizde, temizlik bizde, bilgi bizde, doğruluk bizde... Diyenler kendilerindekileri, karşılarındakilere vermeyi hiç düşünmeyip, bize yetki verin hepsini biz yapalım derler. Hâlbuki maksat çözümse, eldekinden yararlanmaksa, ver sendekileri o yapsın.
İnsanların, kendi düşünce ve inançlarını beğenmeleri en doğal haklarıdır. Ancak bu beğenme, doğruları tekele almayı gerektirmez. İnsanlar, Allah'ın verdiği aklı işleterek, uzun emekler harcayarak doğrulukları, güzellikleri, yenilikleri keşfetme gücüne de sahiptirler. Keşfedemeyenler, keşfedenleri tebrik etme ve keşfettiklerinden yararlanma erdemini taşımalıdırlar.
Toptancılığımız bazen, dünya hayatını aşıp öbür âleme bile uzanıyor. Görev bize verilmiş gibi cenneti, cehennemi kafamıza göre dolduruveriyoruz. Karar veremediklerimizi ise Arasat'ta bırakıyoruz.
Yorumsuzca iki ayet mealini aktarmak istiyorum: “Ehli kitaptan öylesi vardır ki, kendisine yükle (altın) emanet bıraksan onu sana öder. Öylesi de vardır ki, ona bir altın versen, tepesine dikilmedikçe onu sana iade etmez....” (Al-i İmran,75)
“Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi veya daha katı oldu. Çünkü öyle taşlar vardır ki, içinden nehirler fışkırır. Öylesi de vardır ki yarılıp içinden su çıkar. Bazı taşlar da Allah korkusundan aşağıya yuvarlanır. Allah Tealâ yaptığınız işlerden gafil değildir. (Bakara,74)   

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 10

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

EĞİTİMDE UYGULAMA VE GÜVEN VERME
      Kutsal saydığımız eğitim meleğimizin birçok sorunu vardır. Sorunların bazıları eğimcinin dışında gelişse de eğitimciden kaynaklananları da göz ardı etmemek gerekir. İşte bunlardan ikisi: Uygulamaya dayalı eğitim ve öğrenciye güven duygusu vermede eksiklikler.
Çağımızda, öğrencileri bilgi deposu gibi görüp her şeyi oraya aktarma anlayışı rağbet görmemektedir. Rağbet gören görüş, geniş düşünebilen, düşüncelerini ve öğrendiklerini uygulamaya koyabilen, yaratıcı zekâya sahip nesiller yetiştirmektedir. Bu ise ancak eğitimcilerin çabasıyla mümkündür. İyi bir eğitimci, kendini bilgi ve davranışlarıyla yenileyen, dünyadaki gelişmeleri takip edebilendir. Kendisini bir bina içine hapseden kişi ancak o binadakileri bilir. Diğer binalar içindeki konumunu görebilmesi için dışarıya hatta yükseklere çıkması gerekir. Globalleşen dünyada uygulamalı eğitimin zorunluluk olduğunun farkına varılması şarttır. Sağılık-Biyoloji dersleri gördüğü hâlde akciğerinin- karaciğerinin yerlerini bilmeyen lise mezunlarının olduğu gerçektir. Sahi ünlü “Hababam Sınıfı”ndaki laboratuar patlamaları hiç oluyor mu? Yoksa günümüz kimyacıları çok mu uzmanlaştı?
Biz eğitimcilere “Duyduğumu unuturum, gördüğümü ezberlerim, yaptığımı öğrenirim.” Sözü çok şey anlatmalı. Aynı şekilde Amerikalıların kullandığı söylenen “ Adam dokuz dilde atın karşılığını biliyordu. Ama binmek için inek satın aldı.” Sözü iyi analiz edilmelidir. Bilgi somutlaştırarak verilir, hatta çocuk bilgiyi alırken sorgulayıcı bir tutum içinde olursa, alınan bilgi kalıcı ve yararlı olur. Bunu başarmak için ise öğrencilerin derse aktif katılmaları, özellikle soru sorma yeteneklerini geliştirmeleri şarttır. Nobel ödülü almış ünlü bir fizikçinin “Annem beni, 'bugün öğretmenine hangi güzel soruyu sordun?' diye yetiştirdi.”sözü ilginçtir. Çünkü bu şekilde çocuğun kendine güveni artar. Bu güven onu büyük düşünce ve büyük hedeflere götürür.
Ama evde ailesi, okulda öğretmenleri tarafından konuşturulmayan, körlenen çocuk düşünce ve eylem olarak kendini geliştiremez. Ayrıca, çocukların seviyelerine uygun problemleri kendilerinin çözmesi gerekir. Böylece çocukta kendine güven oluşur ve iş başarma gücü gelişir. Bu yapılır ise, “ Hocam bize hayatın acımasız olduğunu, problemlerin insanları nasıl yuttuğunu niçin öğretmediniz? Serzenişleriyle karşılaşılmaz.
Eğitimcinin sorumluluğu çok büyük vesselâm! Son söz:
“ Olgun kişi, toprağı altın eder
Hamların elinde altın kül olur.”

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

11

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

AKITILAN GÖZYAŞLARI KURŞUNA DÖNÜŞEMEZ Mİ?
Siz kokladığınız, nefesini yüreğinizde hissettiğiniz, ciğer parçanız, göz bebeğiniz yavrunuzun kana bulanmış, donmuş vücuduyla karşılaştınız mı hiç?
Daha birkaç kelime dışında konuşma bilmeyen, dünyanın kirlenmiş zemininde zor güç ayakta kalma denemeleri yapan bir yavrunun, yürüyüp koşamadan dünyasını değiştirmesinin ne demek olduğunu hissedebildiniz mi?
Daha düne kadar gülüştüğünüz, oynaştığınız, ekmeğinizi, yatağınızı paylaştığınız beş-altı yaşlarındaki kardeşinizin toprağın derinliklerine bırakılmasına gözyaşlarıyla şahit oldunuz mu?
Ya, anne şefkatinden, anne kucağından başka  sığınak görmemiş kundaktaki yavruların annesiz bırakılmasının ne demek olduğunu hiç düşündünüz mü?....Sen, ben, biz bunları düşünemezken; birileri bu çağda, bu kalleş dünyada bu acıları milyarların gözü önünde yaşıyor. Hem de durmadan insan haklarından, çocuk haklarından, özgürlüklerden, medenilikten bahsedilen dünyada bu vahşetler yaşanıyor.
Birçok yürek gibi bütün bunları gördükçe ben de kahroluyorum.
ABD ve İsrail vatandaşlarının canlarının ancak can sayıldığını görünce kahroluyorum.
Yüzlerce kınamadan başka bir şey yapmayan BM’yi, AB’yi ve diğerlerini gördükçe kahroluyorum.
Eli kanlı terör örgütü mensuplarının dağlardan temizlenmesine karşı çıkıp, öz yurtlarında, evlerinde öldürülen çocuklara, kadınlara yapılan vahşeti görmezden gelenlere kahroluyorum.
Ümmetin yeraltı ve yer üstü zenginliklerini şahsının, ailesinin tekeline geçirip zevk ve sefa içinde yaşayan yöneticileri ve şuursuz zenginleri gördükçe kahroluyorum.
Kendi yapmayıp, milyar dolarları düşman ülkelerinin kasalarına bırakarak silah alanları gördükçe kahroluyorum.
BÖL-PARÇALA-YUT taktiğiyle birbirlerine düşürülen, sekiz sene süren savaşta bir milyon insan kaybeden ülkeleri, birbiriyle uğraştırılan Müslümanları düşündükçe kahroluyorum.
Yapılan vahşeti ufacık haberlerle geçiştiren; katilleri “asker”, masumları “militan” diye takdim eden ikiyüzlü medyayı ve onların satılmış kalemşorlarını gördükçe kahroluyorum.
Siyonist, Emperyalist zihniyetlerin dünya üzerindeki planlarını araştırıp, insanlara gerçekleri göstermesi gereken bilim adamlarının, kılık kıyafetle uğraştıklarını gördükçe kahroluyorum.
Hayati öneme sahip konuları bir kenara bırakıp, incir çekirdeğini doldurmayacak meselelerle uğraşan, rahatına düşkün İslam âlimlerini gördükçe kahroluyorum…
Ve geçmiş bir zamanda, bir buçuk milyarlık İslam âleminin tükürüğüyle İsrail’in boğulabileceğini söyleyen Müslüman kardeşime sesleniyorum: Artık, Müslümanlarda tükürecek cesarette kalmadı. Akıtılan gözyaşlarıyla bitirilebilir mi bu zulüm? Ya da bu gözyaşları kurşuna dönüşemez mi?
Ümmete sabır yağdır Ya Rabbî!
Ümmete umut yağdır Ya Rabbî!
Ümmete şuur yağdır Ya Rabbî!
Ümmete güç yağdır Ya Rabbî!..
AMİN!
 
 
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.