Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

İÇİNDEKİLER

TAKDİM
HAYAT HİKAYESİ
GÖLÜN YAZI MI YOKSA EĞMİR GÖLÜ MÜ?
ANADOLU BOZKIRINDA UNUTULMAYAN EĞİTİM KURUMLARI KÖY ENSTİTÜLERİ
METEOROLOJİK OLAYLAR ARASINDA   KALAN ÇORUM
BİR PAZAR GEZİNTİSİ
KENTLER  BÜYÜDÜKÇE SORUNLAR  ÇOĞALIYOR
TAŞIMACILIK KENTLERDE NEDEN SAVSAKLANIYOR
MAHMUT TUNABOYLU’YU ANARKEN
SORUMLULUĞU YETKİ KADAR SEVELİM
TEKERLEĞİN GÜCÜ VE ÖZGÜRLÜKLER
KÖY ENSTİTÜLERİ NİN UNUTULMAZ EĞİTİM VE KÜLTÜR HİZMETLERİ
YALNIZLIĞIN SAATLERİNİ YOLCU EDERKEN
KÖY ENSTİTÜLERİNİ TANIYALIM
HASTALARIMIZIN İLAÇ SORUNU
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ
YAŞADIKÇA YAŞANANLAR
ANAYASA ÇALIŞMALARI SÜRERKEN
ZİRVE KÖYE 53 YIL SONRA YAPILAN BİR GEZİ 
BİRDE SEÇİM BARAJIMIZ VAR
HALK İLE KENTLİLER ARASINDAKİ BOZUK DENGEYİ EŞİTLEMEK İÇİN “KÖY ENSTİTÜLERİ”
TEKNOLOJİYE NEDEN AYAK UYDURAMIYORUZ
KENTLER GİDEREK YAŞANMAZ HALE GELİYOR
NEDEN 10 KASIMLAR
TEKNOLOJİ VE HABERLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ
YALNIZLIĞIN SAATLERİNİ YOLCU EDERKEN
GÜNEYDEN İZLENİMLER
TARİHİ MEKANLAR
OYMAPINAR BARAJI
DEĞİRMENDERE PİKNİK ALANI
UNUTULMAYAN İFTAR SOFRALARI
ÇİLE BÜLBÜLÜM ÇİLE

İLETİŞİMDE RADYOYU İHMAL ETMEYELİM

 
 
Çalışmalar TELİF ESERİDİR Yazarlarımızın gönderileri ile yayına alınmıştır.
corumlu2000@gmail.com
Mahmut Selim GÜRSEL
yazarlarımız yaptıkları paylaşımlardan sorumludur.
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
 
 
 

 

 

 
 
 

 01

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

TAKDİM           

Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak görülmelidir.

            Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.

            Bu çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı göreceksiniz.

            Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir kitaptır; onu okumamız gereklidir.

            Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar veremeyiz. 

Mahmut Selim GÜRSEL

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 

 02

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

MÜSLÜM  TUNABOYLU muslumtunaboylu@hotmail.com
Müslüm Tunaboylu,1938 yılında ailesi ile birlikte Bulgaristan‘dan Anadolu’ya göç etti. Ailenin en küçüğü olan Müslüm Tunaboylu o tarihte Çorum’un Mecitözü ilçesine bağlı Çıkrık Köyünde ilköğrenimini bitirdi.
Tunaboylu, Çıkrık Köyünde ailesinin yakın ilgi ve ekonomik dayanışma içinde günlük yaşamlarını İkinci Dünya Savaşı‘nın zorlu yansımasını Anadolu insanının unutulmaz katkıları ile yok etmesini başardı.
Müslüm Tunaboylu,1943 yılında ilköğrenimini Çıkrıkta tamamladıktan sonra aynı yılın Ağustos ayı içerisinde Kastamonu Gölköy Enstitüsü’ne on arkadaşı ile birlikte giderek kaydını yaptırdı.
 Avrupa da  devam ettiği bir yıllık okul yolları Anadolu da itibar görmediği için Tunaboylu  birinci sınıfa iki yıl devam etti.1943 te enstitü de ikinci sınıfa geçti. Bir yıllık kaybını Tunaboylu böylelikle kapatmış oldu.
 İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü’ne l945 yazında yaptığı gezide Mecitözülü öğrencilerin yıllık izine ekonomik güçleri olmadığı için çıkamayan 17 arkadaşının Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’ne nakillerini verdiği bir dilekçe ile sağladı.
1947 yılında beş yıllık öğrenimi tamamlayarak öğretmen olan Tunaboylu Mecitözü’nün Kışlacık Köyünde öğretmenliğe başladı.l950 yılı Eylül ayına kadar burada hizmet vermeye çalışan Tunaboylu bir arkadaşı ile karşılıklı becayiş yaparak Bayındır Köyünde askere gittiği l955 Haziran ayına dek burada öğretmenliğini sürdürdü.
İzmir-Gaziemir Ulaştırma Okulunda altı ay kalan Tunaboylu Asteğmen rütbesi ile İstanbul-Yassı viran da bulunan 33.tümen Hafif Ulaştırma Oto Bölüğünde göreve başladı. l956 yılında Teğmen olarak terhis olan Tunaboylu askerlik sonrası 30 Kasım 1956 da Mecitözü’nün Devletoğlan Köyünde göreve başladı.1957 yılında tekrar Kışlacık Köyünde göreve başlayan Tunaboylu l960 yılının eylül ayına kadar burada kaldı. Aynı yılın sonbaharında Çorum Merkez Hürriyet İlkokulunda görevini sürdüren Tunaboylu bu okulda dokuz ay okul Müdürlüğüne vekalet ederken 55 öğrencisi bulunan birinci sınıfa da öğretmenlik yaptı. Tunaboylu aynı okula Müdür olabilmek için başvuruda bulunsa da kendisine yarım puan verilemediği için müdür olamadr
Merkez Hürriyet İlkokulu’nda görevli iken güçlüklerle boğuşan Tunaboylu, kendisine Müdürlük verilmeyince buradan kırgın olarak ayrılarak İstiklal Okulunda göreve başladı.
Hürriyet ve İstiklal İlkokulu’nda görevli bulunduğu yıllarda merkezde öğretmen derneklerinde ve Türkiye Öğretmenler Sendikasında yöneticilik yaptı, birkaç yılda TÖS’ÜN bölge temsilciliğinde bulunarak öğretmen hareketlerinde faal ve etkin görevlerde bulundu.
1932 yılında Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleri ile kurulan ancak, Demokrat Parti’nin iktidar olduğu ilk yıllarda kapatılan Halkevlerinin Çorum da ikinci kez açılışında yönetim kurulu başkanı olarak görev aldı, Açtığı halk dershaneleri ile halkın beğenisini kazanan gönüllü kuruluşun da taşra ve merkez örgütünde de görev aldı. Sahipliğini yaptığı MADIMAK yayın organı hemen tüm şubelere dağıtılarak Çorum’un tanıtımına yardımcı oldu.
12 Eylül l980 de yapılan askeri darbe sonrasında el konulan öğretmenler binasının yapımında ki çabaları ve çalışmaları unutulmayan Tunaboylu, binanın tekrar öğretmen kuruluşuna devri için siyasilerin çaba göstermeyişini devamlı yerdi.
1973 yılının 9 ağustosunda Merkez Kale İlkokulundan emekliye ayrılan Tunaboylu, l974 yılı ocak ayı başlarında Çorum Gazetesi Yazı İşeri Müdürlüğü ile gazeteciliğe başladı. l990 yılına dek yerel gazeteler ile ulusal basında Çorum Temsilciliği yaptı.l981 yılında görev aldığı Anadolu Ajansı Muhabirliğini sürdürmektedir.
Gazetecilik yıllarında Hürriyet, Milliyet, Günaydın gibi ulusal basın muhabirliği yaparak Çorum’un sorunları ile yakından ilgilenmiş, yazıları ile katkılarını sürdürdü. Yerel gazetelere ve Çorumlu Fikir dergisinde yazıları ile zaman, zaman konuk olmaktadır.
1960 yılından beri Çorum merkezde ikamet etmekte olan Tunaboylu, 1970 yılında Kale Mahallesi Meramevler 6.sokak no 20 de yaptığı iki katlı binanın üst katında ikamet etmektedir.
Müslüm Tunaboylu; oğlu 1954 doğumlu gazeteci-yazar Mahmut Tunaboylu’yu  2002 yılının son günü kaybetti. Oğuldan iki, kızlardan üç olmak üzere beş torun sahibidir.
Müslüm Tunaboylu'yu; 30 Ocak 2021 Tarihinde kaybettik.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 

 03

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

GÖLÜN YAZI MI YOKSA EĞMİR GÖLÜ MÜ?
 
Çorum’dan Laçin İlçesine uzanan karayolunun Kırkdilim Köyü yakınlarında yolun solunda genellikle ilkbaharda kendini göstererek ben buradayım diyen bir su birikintisiyle ve sazlıklarla karşılaşırsınız. Hatta siz oradan geçerken bazı kanatlı hayvanların su birikintisi üzerinde tur attıklarına tanık olursunuz. Bazen de elinde tüfek sazlığın içinde pusu kurmuş avcılara rastlarsınız.
Dikkatimizi çeken bu su birikintisine göl diyoruz. Ben buradan her geçişimde yıllar önce Prof. Faik Sabri Duran’ın imzası ile yayımlanan ya da basılan Doğal Türkiye Haritasını anımsarım. Ama nedense biz oraya Eğmir Gölü demiyoruz da gölün yazı diyoruz. Oradaki düzlüğe isim verirken göle isim vermeyi unutuyoruz. Biz unutmuş olsak da birileri oranın ismini çok değişik kaynaklarda okuyucusuna sunmuştur. Samsun-Lâdik-Akpınar Köy Enstitüsü’nde öğrenim gördüğüm bin dokuz yüz kırklı yıllarında Doğal Türkiye Haritasında illeri ve illerin doğal yapısını öğrenmeye çalışırken arkadaşlarıma ”BAKIN BİZİMDE GÖLÜMÜZ VAR” derdim. Ve Çorum’un da bir göle sahip olduğunu gururlanarak arkadaşlarıma sezinletmeye çalışırdım. Göl sözcüğü her nedense beni çok etkilerdi. Okulun yakınındaki Lâdik Gölünü ve göl üzerinde ki kanatlıları ve sazlığı birkaç kez izleme fırsatı bulmuştum. Bu gölde bulunan sazlıklardan yöre halkının hasırlar dokunduğuna da tanık olmuştum.
Öğretmenimiz Enver Metinel, bir gün bizi Akpınar Köy Enstitüsü’ne yakın bir köye yürüyerek götürmüş, burada görevli bulunan bir eğitmenin başarılı çalışmalarını göstermişti. Okulun bitişiğindeki lojmanında oturan eğitmenin evinde Lâdik Gölünde yetişen sazlardan örülmüş hasırların ekonomiye katkısını bir kez daha saptamıştım. Öğretmenimizin bu köyde bizi çok çeşitli dallarda somut olarak bilgilendirdiğini unutmam mümkün değil. Son yıllarda bir markalaşma sevdasına kapıldık. Ne ölçüde başarılı olduk pek bilemiyorum. Ama  bilinen bir gerçek varsa yetkililerde aynı çabayı gösteriyorlar. Markalaşmanın ekonomiye katkısı elbette azınsanamaz. Çaba gösterilmesinden yana olan bir kişi olarak diyorum ki ,bu su birikintisine yıllar önce  yetkili imzalar  “EĞMİR GÖLÜ” demişler. Biz neden bu isimden yararlanmıyoruz da gölü bırakıp gölün yazı diyoruz. Bu biraz haksızlık olmuyor mu? Gölün  ve çevrenin korunmasında  ki çabaları yakından izleyen bir kişi olarak, buraya gölün yazı demeye dilim varmıyor.  1982 yılında yetkili uzmanlarca hazırlanan ve basımı yapılan  “YURT ANSİKLOPEDİSİ’NİN” 3.cilt ve 2013 sayfasında yer alan ÇORUM tanıtılırken GÖLLER: bölümünde “il sınırları içinde önemli göl yoktur. Merkez İlçedeki EĞMİR GÖLÜ aslında  bir birikinti gölü olup yazın suları çok azalır. Sazlık ve bataklıktır. Derinliği 0.50 ile 100 m arasında değişir.” denilmektedir. Anılan yerdeki su birikintisinin ansiklopedik kayıtlarını size EĞMİR GÖLÜ olarak sundum. Belgesel kaynakların gençlere ulaştırılması varken ,neden yeni isimler peşinde koşuşturuyoruz anlamakta güçlük çekiyorum. Konunun yetkililerce ele alınması ve gerçeklerin genç kuşağa ulaştırılması dileği ile saygılar sunarım.
 

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 

 04

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

ANADOLU BOZKIRINDA UNUTULMAYAN EĞİTİM KURUMLARI KÖY ENSTİTÜLERİ
                                                                      
Adından da anlaşılacağı gibi Köy Enstitüleri köyler için kurulmuş  bir Eğitim ve Öğretim kurumudur.Burada yalnız köy çocukları eğitim ve öğretim görecek sonra da köyüne dönerek kendisine verilen bilgi ve beceriler doğrultusunda çalışmalar yapacaktır.Köy Enstitüleri duyulan bir zorunluluk sonucudur ki ülkenin 21 yerleşim biriminde kurulmuştur.Bu eğitim yuvalarına ilkokuldan mezun olan bozkırın çocukları alınmaktadır.İlk yıllar bu uygulama yapılırken,her nedense birkaç yıl sonra uygulama sistemi değiştirilmeye başlanmıştır.Yalnız köy ilkokulundan mezun olan çocukların bu okullara gittiğini gören bazı açıkgözler kentsel alandan kırsal alana bir yıllığına  taşınarak köy çocuklarının kontenjanını daraltmak istemişlerdir..Bu girişim giderek daha da değiştirilerek ilkokuldan mezun olan çocukların bu okullarda okutulmasına başlanmıştır.
Bir zorunluluk sonucu   Köy Enstitülerinin kurulması ile ülkenin dört bir yanında okuma-yazma olayları arzulanandan daha çabuk gelişmiş,Anadolu insanı okuyup yazmaya başlamıştır.Kısaca bozkırdaki aile oğlundan gelen mektubu köy katibinin köye gelmesini beklemekten kurtarılmıştır.Ama ne yazık ki bugün bile ülkede okuma yazma bilmeyen binlerce insan bulunmaktadır.Bazı eğitim kurumlarının okuma-yazma kursları açtığına tanık olunmaktadır.
Köy Enstitüleri’nde köy çocuklarının günlük hareketlerini bir değerlendirmeye tabi tutarsak,okulda her türlü işçilik bulunmakta,öğrenciler becerilerine göre bu iş dallarına ayrılarak eğitim görmeleri sağlanmaktadır. Enstitülerde yalnız kültür dersleri değil iş eğitimine de ağırlık verilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde askerde onbaşı ve çavuş olan  gençlerin ,altı aylık bir kurstan sonra köylere eğitmen olarak gönderilmeleri ile başlayan eğitim seferberliğine l944 yılı 17 Nisan’ında TBMM de kabul edilen bir yasa ile kurulan Köy Enstitüleri  damgasını vurmuştu.
İlk yıllar çadırlarda başlayan eğitim öğretim çalışmaları giderek köy çocuklarının çabaları  ile çadırlardan modern binalara taşınmasına neden olmuştur.
Enstitülerin tarım alanlarında hemen her türlü tahıl,sebze,meyve yetiştiriliyordu.Mutfakta hep okul tarım alanlarında üretilen sebze.meyveler değerlendiriliyor, satın alma olayı çok nadir oluyordu. Enstitülerin mutfak olayında devlete herhangi bir yükü bulunmuyordu.
Öğrenciler okul tarım alanlarında yetişen sebzelerden usanmış olmalılar ki okul müdürüne olayı bir kart büyüklüğünde ki kağıda yazılan: ÖĞLE KABAK AKŞAM KABAK MÜDÜR BEY BUNUN BİR ÇARESİNE BAK” sözleri dikkatini çekmiş olacak ki bir sabah toplantısında  okul müdürü: Çocuklar bir savaşın ortasındayız.elimizdeki olanakları kullanarak devlete fazla yük olmaktan kurtuluyoruz.Ama ben size bir söz vereyim ..Bundan böyle günde iki kez değil bir kez kabak yemeği yiyeceksiniz.Öğrenci topluluğu ile müdürde  söylediklerine gülmüştü.
Bunları neden aktardığımı bende pek anlayamıyorum. Ancak bir şey hiç aklımdan çıkmıyor.O kadar sıkıntıların karşısında kalmamıza rağmen  idareye yada yönetime karşı her hangi bir yıpratıcı,incitici,zorlayıcı davranışta bulunulmamıştır.Okul idaresi ile öğrenciler arasında öğle bir bağ vardı ki bu bağı koparacak  yeni bir güç oluşturulmamış,yada oluşturulamamıştır.Köy Enstitülerinde görev almış yöneticiden tutunda en alt kademedeki uzmanlara kadar unutulmaz bir eğitim ve öğretim kadrosu kurulmuştur.Bu kadroların kuruluşunda  İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne getirilen İsmail Hakkı Tonguç’un imzasını görürüz.
Köy Enstitüleri’nin genç Türkiye Cumhuriyeti’nin  ilke ve devrimlerinin Ankara’dan Anadolu Bozkırına dek uzanmasında unutulmayan katkılarda bulunmuştur.Yapılanları küçümseyen bir gurup Köy Enstitülerinin kuruluşunda karşıt görüşler bulunmuş ancak bunların eğitim ve öğretimde herhangi bir etkinliği olmamıştır.
Köy Enstitülerinde verilen bilgi ve becerilerle köy çocukları beş yıl sonra köylerine öğretmen olarak döndüklerinde karşılaştıkları bazı idari konularda okul yönetiminden destek görmüşlerdir.
1940 lı yılların ilk yarısında ülkede meydana gelen depremlerde  Köy Enstitüsü’ndeki öğrencilerden oluşturulan küçük guruplarla enstitü bölgesindeki köylerde yapı onarım ve yapımlarında görev almışlardır. Olayın en güzel örneği Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde deprem  sonrasında  komşu Köy Enstitülerinden gelen öğrencilerin yaptıkları tahta barakalarla 1945 yılında bizzat tanışan ve 1947 de  bu okuldan mezun olarak bozkırda görev alan bir  kişiyim.Öğrenciler guruplar halinde okulun tuğla ocaklarına giderek burada toprağı tuğlaya dönüştürülüşüne dek olan evrelerinde isteyerek görev almışlardır.Tuğla ocağında ki çalışmaların o denemde ekonomiye olan katkısı unutulamaz.Köy Enstitülerinin gelişip büyümesinde  tuğla ocaklarının bir damgasının bulunduğunu söylersek yanılmış olmayız
Ülkenin yirmiyi aşkın yerinde kurularak faaliyetini sürdüren Köy Enstitüleri’nin Anadolu insanının bilgi becerisinin artmasında etken olduğu  bir gerçektir.Köy çocukları okullardan  bozkırdaki köylere dönünce köylerin çehreleri birkaç yıl içersinde her bakımdan değişmiştir. Ne yazık ki bozkırda yeni filizlenen fidanlar çok geçmeden  günün iktidarınca  kurutulmaya başlandı.
Köy Enstitüleri’nden mezun olan köy çocuklarının bir bölümü yine okul yönetimlerince belirlenerek  Hasanoğlan Köy Enstitüsü’de kurulan Yüksek Köy Enstitüsüne aktarılarak  yüksek öğrenim görmeleri sağlandı.Bu öğrencilerin Türk yazım hayatında unutulmayan eserlerini görmekteyiz.Bu yazılı eserler bundan böyle genç kuşak tarafından incelenmeli ve gereği yapılmalıdır diye düşünüyorum.
Köy Enstitüleri bölgelerinde tarımın tüm dallarını modernleştirmede de önemli görevleri üstlenmiştir.Sanatın hemen tüm dalları bu dönemde kırsal alana dek ulaştırılmıştır.Enstitüde verilen bilgi ve beceriler ile donatılan öğretmenler kırsal da etkin olmaya başlamışlar, bozkırda tarımın dışında ufak atölyelerin kurulduğunu görüyoruz. O dönemde çiftçi saban demirinin onarımı için kentsel alana taşınmaktan kurtarılmıştır. Okulların hemen bitişiğinde kurulan işliklerde öğretmenin sanat  dalına göre etkinliğini görmek mümkündü.  Eğitimin yanında öğreniminde etkin olabilmesi için Köy Enstitülerin de kütüphaneler ve kitaplıklar kurulmuş, Bozkırın Çocukları Dünya Klasikleri ile tanıştırılmıştır. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in  eğitim seferberliğine olan  katkısı hafızalardan silinemeyecektir. Ama ne yazıktır ki o güzelim dünya klasikleri kitaplıklardan ve kütüphanelerden alınarak katledilmişlerdir. Dünyanın çoğu ülkesinde klasik eser katliamı o günün koşulları ile kınanmıştır. Köy Enstitüler’inde  spor faaliyetleri hemen tüm dallarda yapılmaktaydı. Milli Bayramlarda törenlere illerde ve ilçelerde katılan enstitü öğrencilerinin etkinleri gösteriliyor, bu öğrenciler kırsal alanla kentsel alanın birbirine yaklaşımını sağlıyordu.
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı törenleri için öğrenciler en azından  on beş günlük bir çalışma ile becerilerini  sergileme olanağı buluyordu. Köy Enstitülerinde köy öğretmeni dışında köy sağlık memurları da yetiştirildi. Bu sağlık memurları faaliyetleri için görevlendirildikleri köylere giderek bizzat ilk sağlık müdahalelerini yapabiliyorlardı.Sayıları az olan sağlık memurlarının köylerdeki hizmetleri küçümsenecek cinsinden değildi.O dönemde görülen görevliler arasında Köy Enstitüsünden mezun olan sağlık memurları Sıtma Savaşında kırsal alanda en etkin olan  kamu görevlileriydi. Son yıllarda Köy Enstitüleri’nin adından sık, sık bahsedilmekte, bazı kamu kurum ve kuruluşlarınca düzenlenen toplantılarda bu Eğitim ve Öğretim yuvalarının kapatılmasının büyük bir yanılgı olduğu vurgulanmaktadır.   
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Büyük Atatürk’ün emirleri doğrultusunda  köy eğitmenleri ile başlayan okuma-yazma seferberliği Köy Enstitüleri’nden mezun olan köy çocuklarının sayesinde  gerçekleştirilmiştir. Türk Halkı bundan böyle, Köy Enstitüleri’nin Cumhuriyetimizin gelişip güçlenmesinde ki görevini hiçbir zaman unutmayacaktır.  Köy Enstitüleri’nin kuruluşunda ve daha sonraki dönemlerde görev alan tüm yönetici ve öğretim görevlilerini, kuruluş yıldönümü nedeniyle bir kez daha şükranla anar saygılarımı sunarım.     

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 05

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

METEOROLOJİK OLAYLAR ARASINDA   KALAN ÇORUM
Durup dururken nerden çıktı bu meteorolojik olaylar. Çorum’un geçmişine şöyle bir göz attığımız da çok değişik meteorolojik olayların yaşandığını görürüz.1979 yılının otuz Ağustosu otuz bir ağustosa bağlayan gece saat 22. 45 de başlayan sağanak yağış unutulacak cinsten değil. Hava sıcaklığının normalin üzerine çıkması değişik bir meteorolojik olayın habercisi imiş gibi geliyor insana. O günleri yaşayan Çorumlular hafızalarını bir kez daha sorgulayacaklardır.
Nadık deresinden inen sel,.bugün ki Vali konağının ihata duvarlarını yıktı.Gazi Caddesinde selin yüksekliği iki metreyi buldu.Önüne gelen her şeyi alan sel,suları şehrin batısındaki boşlukları yapay göllere çevirdi.Yarım saati aşkın sağanak yağışla birlikte düşen yumurta büyüklüğünde ki dolu dışarıda yakaladığı canlı cansız demeden tüm varlıkları bilinmez bir değişikliğe uğrattı Çorum o gece yirmi beş evladını kaybetti.Haberleşme olanakları kalmadı.Telefon hatları koptu,direkler devrildi, içinde oturulan oturulmayan .kısaca ne kadar bina varsa  kuzey batı yönündeki camlarını kaybetti.Konutların içerisi buz parçaları ile doldu.Balkonlardan evlere dolan suları boşaltmak için büyük küçük herkes görev aldı.Cam üreten firmalar Çorum’a cam ulaştırmak için araç konvoylarında  yer aldı.Tekerlekli araçların üst kısımları  buz parçalarının darbesinden gerekli nasibini almıştı.Çorum dışına çıkan bu araçların plakasına bakmadan Çorum’dan geldiği hemen dikkati çekiyordu.
Otuz Ağustos seli ve getirdiği felaketi unutmak mümkün değil.çok sayıda konut oturulamaz hale geldi.Sel zedeler için bir süre okullar ve pansiyonlardan yararlanıldı. Dönemin Valisi Nevzat Şensoy’un Çorum’da hayatı normale çevirmek için gösterdiği gayretleri ve çalışmaları da unutmak mümkün değil. Tanık olduğum çok sayıda olayın karşısında unutamadığım bir olayı siz okurlarıma aktarmak istiyorum. Konutlar ya tümden yıkılmış, ya da bir iki duvarı yıkılmış, evde ne varsa yani iğneye kadar her şey sel suları ile yer değiştirmiş, vatandaş olanaksız kendine uzatılacak eli bekliyor. Vali makamına bir pansiyon yöneticisi çağırdı, sel zedelerin misafir edilmesini istedi. Görevlinin olumsuz tavırları kabullenilecek cinsten değildi. Vali kimin malını kimden esirgiyorsun sen diye görevliyi dışarıya attırdı. Yine aynı saatlerde makama gelen bir görevli hanımı, eşinin şehirde olmadığını, kapalı olan ambarın kendisi tarafından açılarak kullanılabilecek ne kadar su boşalma aracı varsa verebileceğini söylemesi Vali Şensoy’u çok duygulandırdı. Anılan araçlar depo kapısı  görevlinin hanımının  kontrolünde kırılarak depo boşaltıldı.
Sel sularının temizliği günlerce sürdü. Ağustosun son günü basın mensupları da çaresizlik içindeydi. Haberleşme çok güçtü. Yol kenarında ne kadar telefon kutusu varsa sel suyu ile dolmuş. Görev yapamaz hale gelmişti.
Basın mensupları merkez deki PTT binasında toplandık. Pencerelerin camları gece yere inmişti, odanın içersinde hala buz parçaları temizlenmeyi bekliyordu. Biz çok değişik görüntüleri gördüğümüz için burada ki görüntüyü nice sonra fark edebildik. Aramızda haberleşme için çareler üretirken içeriye dönemin PTT Bakım Müdürü Nuri Bey girdi. Meraklanmayın ben sizi istediğiniz istikamete ulaştırırım dedi. Ulusal basın merkezleri ile buluşabilmek için Çorum’dan İzmir’e oradan Ankara’ya, Ankara’dan da İstanbul’a faal iki hattan yararlanarak ilimizin uğradığı doğal afeti yazılı basına ulaştırabildik. Aynı gece Amasya da sağanak yağıştan nasibini almış, bazı maden ocaklarına sel dolmuş işçiler hayatlarını kaybetmişlerdi. Amasya o dönemde yarım otomatik görüşmelere açıktı. Merzifon Tavşan dağı üzerinde ki radyo link aktarıcılarına çok kısa sürede ulaşmışlar, Ankara’yı da bilgilendirmişlerdi. Çorum ‘un böyle bir olanağı kalmadığı için sabahı beklemek zorunda kalmıştı. Şehir itfaiyesinin telefonundan başka telefon çalışmıyordu. Sabah saat beş sıralarında Vali Şensoy’u arayarak bilgi almak istedim. Bende itfaiyenin numarası ile Sayın Şensoy’a ulaşabildim. Aldığım bilgi  ürpertiyordu.25 insanımız boğularak can vermişti Devletin organları tarafından hazırlanan rapora göre kayıp sayısı 18 di. Ancak çoğu yurttaşlar otopsiyi beklemeden  cenazeleri  köylerine götürerek son yolculuklarına uğurlamışlardı. Basın objektifleri hiçte iç açıcı olmayan görüntüleri saptamışlardı.
O dönemde .yalnız TRT 1 var.Ancak biz Çorum’daki felaketi Ankara ya ulaştıramamıştık.Sıfır üçte çalışan görevliye Ankara’ya hangi yönden ulaşabilirsek ulaşalım.Dedim Karşıma  Tosya da ki  memur çıktı.Ben haberleri  Tosya ya o da Ankara ya aktardı.Böylece Çorum’daki felaketi Ankara da öğrenmişti.Olayları  neden detayları ile vermek istediğime tepkiniz olabilir.
Amasya Ankara ya bizden önce ulaştığı için yola çıkarılan TRT ekibi Amasya yolunda ilerlerken Kuşsaray karşısına vardıklarında  bir görevli biz yakını bırakıp da neden uzağa gidiyoruz.Önce Çorum’da çekim yapalım sonra da Amasya ya gideriz der.Bu sözcükleri arkadaşlarına söyleyen  görevli Çorumlu dur.Yaşadığı bölgedeki felaketi o daha yakından hissetmişti.Vali Şensoy.,TRT ekibine benim yardımcı olmamı istemişti.Akşam haberlerinde Çorum ‘daki sel felaketi ülke geneline sunulabilmişti.
Yapılan haberler sonu çok sayıda Çorumlu asker ailesine yardım için izinli bırakılmış,yaralar birlikte sarılmıştı.Anımsadığım kadarı ile yüz altmış beş aile evsiz kalmıştı.Bir süre toplu koruma ve barındırmaya alınan aileler daha sonra akrabalarının yanına yerleştirildi.Kente prefabrik evler gönderildi,ancak bunlardan gereği kadar yararlanılamadı.Uygun arsa bulunamadığı için  daha sonrada başka bölgelere gönderildi.
O günlerde afetler yasasında ki bazı maddelerin günün koşullarına uygun olmadığı belirtilmiş olmasına rağmen Amasya-Çorum ve Sakarya milletvekilleri bir birlik yaparak zorluk çıkaran maddeyi geçersiz kılmak için  genel kurula indiremedi. Maddeye göre evi yıkılana  devlet elini uzatır,kiracıya ise herhangi bir yardımda bulunulamaz.Bu maddenin  yeni olgulara göre değişikliğe uğratılması gerektiği düşünündeyim.
Geçmişin bir acısını size aktarmakla ne yarar sağlanacağı konusunda değişik yorumlar yapılabilir. Çorum’un alt yapısı bana göre henüz tamamlanmamıştır. Kamu kurum ve kuruluşları bütçeye konulan ödeneklerle alt yapıyı bugün ki duruma getirebilmişlerdir. Çorumun alt yapısı için ayrılacak olan ödeneklerin biraz büyütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Çorum’un alt yapısına yine bir göz atmakta fayda var diye düşünüyorum.Nisan sonu ve mayıs ayı içinde meydana gelen sağanak yağışlar sonunda asfaltın hemen gözünün yaşlandığını,asfaltta yarış yapan araçların etrafı nasıl ıslattığını birlikte  yaşamaktayız. Araç sürücüsü bir yandan arabasını bedavadan temizlerken,yol boyunda yayada yürüyen insanların nasıl üstlerinin kirlendiğinden pek haberi olmuyor.Bütün bunları görmemek yada düşünmemek istiyorsak,Çorum’un alt yapısına bir sil baştan yeniden bakmak zorundayız.
Çok karamsar tablolar çizdiğim için beni bağışlayın,Son günlerde bir hava alanı kırgınlığının oluştuğuna tanık olmaktayız.Herkesin kendini savunma hakkının bulunduğunu unutmamak gerekiyor.Direnmenin bir yararı olmayacağına inanıyor,Bazı yetkililerin ikide bir hava alanı olayı ile haberlere girmelerini uygun bulmuyorum.Çorum bulunmaz bir yerleşim yeridir.Hemen her gün belli saatlerde keşişleme yada poyrazdan etkileniyor ve rahatlıyoruz.Çorum’daki meteorolojik yapı ülkemizde çok az yerleşim biriminde bulunmaktadır,sıcaktan bunalan yöre insanlarına yazı Çorum da geçirmelerini rahatlıkla önerebiliriz diyor saygılar sunuyorum Yapılan haberler sonu çok sayıda Çorumlu asker ailesine yardım için izinli bırakılmış,yaralar birlikte sarılmıştı.Anımsadığım kadarı ile yüz altmış beş aile evsiz kalmıştı.Bir süre toplu koruma ve barındırmaya alınan aileler daha sonra akrabalarının yanına yerleştirildi.Kente prefabrik evler gönderildi,ancak bunlardan gereği kadar yararlanılamadı.Uygun arsa bulunamadığı için  daha sonrada başka bölgelere gönderildi.
O günlerde afetler yasasında ki bazı maddelerin günün koşullarına uygun olmadığı belirtilmiş olmasına rağmen Amasya-Çorum ve Sakarya milletvekilleri bir birlik yaparak zorluk çıkaran maddeyi geçersiz kılmak için  genel kurula indiremedi. Maddeye göre evi yıkılana  devlet elini uzatır,kiracıya ise herhangi bir yardımda bulunulamaz.Bu maddenin  yeni olgulara göre değişikliğe uğratılması gerektiği düşünündeyim.
Geçmişin bir acısını size aktarmakla ne yarar sağlanacağı konusunda değişik yorumlar yapılabilir. Çorum’un alt yapısı bana göre henüz tamamlanmamıştır. Kamu kurum ve kuruluşları bütçeye konulan ödeneklerle alt yapıyı bugün ki duruma getirebilmişlerdir. Çorumun alt yapısı için ayrılacak olan ödeneklerin biraz büyütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Çorum’un alt yapısına yine bir göz atmakta fayda var diye düşünüyorum.Nisan sonu ve mayıs ayı içinde meydana gelen sağanak yağışlar sonunda asfaltın hemen gözünün yaşlandığını,asfaltta yarış yapan araçların etrafı nasıl ıslattığını birlikte  yaşamaktayız. Araç sürücüsü bir yandan arabasını bedavadan temizlerken,yol boyunda yayada yürüyen insanların nasıl üstlerinin kirlendiğinden pek haberi olmuyor.Bütün bunları görmemek yada düşünmemek istiyorsak,Çorum’un alt yapısına bir sil baştan yeniden bakmak zorundayız.
Çok karamsar tablolar çizdiğim için beni bağışlayın,Son günlerde bir hava alanı kırgınlığının oluştuğuna tanık olmaktayız.Herkesin kendini savunma hakkının bulunduğunu unutmamak gerekiyor.Direnmenin bir yararı olmayacağına inanıyor,Bazı yetkililerin ikide bir hava alanı olayı ile haberlere girmelerini uygun bulmuyorum.Çorum bulunmaz bir yerleşim yeridir.Hemen her gün belli saatlerde keşişleme yada poyrazdan etkileniyor ve rahatlıyoruz.Çorum’daki meteorolojik yapı ülkemizde çok az yerleşim biriminde bulunmaktadır, sıcaktan bunalan yöre insanlarına yazı Çorum da geçirmelerini rahatlıkla önerebiliriz diyor saygılar sunuyorum!

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 06

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

BİR PAZAR GEZİNTİSİ
-Alo,Alo,Alo.
-Merhaba arkadaş.
-Merhaba dost.
-Ne yapıyorsun?
-Bildiğin gibi, günlük işlerin tamamlanması için yoğun şekilde çaba harcıyorum.
-Ne güzel ediyorsun. Birde bana sorsan ne yapıyorsun diye. Canım ne sorayım arkadaş, hepsini sen biliyorsun. Senden bir şey mi saklıyorum.
-Sen iş kovalarken biz ne kovalıyoruz hiç sordun mu? Ne soracaksın tabi senin işler halk deyimi ile tıkırında. Sen haftanın sonuna gelmeyi düşünüyorsun. Senin belli bir işin yok mu arkadaş, İş arıyorum amma bir türlü bulamadım. Halk tabiri ile konuşursak sinek avlıyoruz. Avladığımız sinek cinsi de belli değil. Karasinek mi sivrisinek mi bilemiyorum. Sinek çeşitlerini sana saymama gerek yok. Sen sinekleri tanırsın. Onlara karşı bağışıklık edinmişsin. Ya biz bir türlü bağışıklık kazanamadık. Dostlara selam vermekten başka bir iş yaptığımız yok. Soruyorlar insana. Bir işin var mı? Var mı dersin yoksa yok mu? Tabii ki var diyoruz. Ancak iş yerine geldiğimizde elimize alacak bir işimizin bulunmadığını anlıyoruz.
-İşimiz olmasa da bilgisayarımız var. Onunla ilgileniyoruz. Onu boş bırakmak olmaz bilirsin. İş yerine doğru birisi yaklaştığında hemen bilgisayara dikkatli bir şekilde bakmaya başlarsın. Dostlar alışverişte görsün diye. Kapıdan içeri dalan kişi bir bakarsın, zaman doldurmak için mi yoksa bir işini yaptırmak için mi geldiğini kişinin tavrına ve rengine yani yüzünün rengine bir bakarsın. Bu kişi zaman doldurmak istemiyor. İşi acele herhalde? Selamlaşırsın, oturması için ısrar edersin. Biliyorsun ki bu kişi sana iş için geldi. Ne var ne yok derken, kapıdan giren kişi derdini açmayı biraz geciktirmiş olsa da yavaş, yavaş içini dökmeye başlar.. Anlattıklarını dinler görünür bilgisayara bakmayı da ihmal etmezsin. Çünkü bilgisayar sana bilgi aktarıyor, zamanın boş olsa da tatlı saatler geçirmeni sağlıyor. İş yerine iş için dalan kişi kendi kendine söylenmeye başlar. Bu adam bana değil de bilgisayara neden bakıyor. Sanki bu ülkede o mu var. Bende bir başka yere giderim derken bilgisayar başında, yani masa başında oturan kişi. Evet! Seni dinledim. Senin bu işin görülmesi için elimizde parça yok. Bilgisayara bir bakalım, fiyatı neymiş? Bir dakika bekler misin? Elbet beklerim yanıtını alır. Bilgisayar açıktır. Haberleşme için birkaç adrese bakar, fiyatlardaki farklılığı görür ondan sonra bilgi bekleyen vatandaşa dönerek, işin maliyetini söyler. İş alanla işveren anlaşırlar.
Sizinle kısa bir gezinti yaptık. Buna benzer daha nice iş türleri var. Saymakla bitmez.
Hafta sonunu, yani yorgunluğu dışarıda gidermenin yolunu ararken, karşı taraftaki vatandaşın ekonomisini düzenlemek için harcanan çabadan birkaç saniyelik bölümünü okurlarıma aktarmak istedim.
Pikniğe gitmek apayrı bir zaman alır. Arkadaş bulma, ailece pikniğe gidebilme. Komşuların pikniğe gidişleri, sizin ise evin kapısından onlara bakışınız. İnsanlar, yaşamak için ekonominin artık gerekli olduğunu anlamaya başladılar. Eskiden hal hatır sorulurken, şimdilerde bir işin var mı, ayda ya da yılda ne kadar ciro yapabiliyorsun?
-Sen hangi cirodan bahsediyorsun arkadaş, bizim ciromuz öyle hesap makineleri ile hesaplanacak gibi değil.
-Ya nasıl arkadaş?
-Bir kez olsun arkadaşına. Seninle uzun süredir görüşemiyoruz. Dedin mi?
-Hafta sonu geldi, pikniğe gidelim diye piknik yeri seçmeye çalışıyorsun. Bizim pikniklerle işimiz kalmadı.
-Pikniğe gidip etrafı kirletme derdimiz bari yok. Karayolu boyunca rüzgâr neler uçuruyor neler. Bir görsen arkadaş! Pazar günü pikniğe gidenler piknik yerlerini kente dönmezden önce geleceğe güzel bir biçimde bırakabilirlerse, pikniğe çıkmayanlar iş yerlerinde bir güzel bakım yapabildilerse ne mutlu onlara.
Güzellikler sizin olsun saygı değer okurlarım.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 07

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

KENTLER  BÜYÜDÜKÇE SORUNLAR  ÇOĞALIYOR
 
Toprak ana doğal nemi bulduğu süre içinde canlılar için neler üretir neler. Üretilenleri isimlendirmeye kalksak belki ömrümüz yeterli olmaz.
Bir zamanlar Orta Asya da bir iç deniz var iken insanlar bu su birikintisinden uzun süre yararlanmış, toprağın nemi kaybolmaya başladığında ise dünyanın çeşitli yerlerine göç başlamıştır.İnsanlar Orta Asya da ki kazanımlarını karşılaştıkları nemli topraklarda konaklayarak yaşamları için gerekli üretimleri gerçekleştirmişlerdir.
Yerkürenin her yeri nemli topraklarla kaplı olmadığı içindir ki insanlar bulundukları yerleşim birimlerinde uzun süre kalamamışlar, zorunlu olarak nemli toprakları aramaya koyulmuşlardır. Buna tarihi bir süreç diyebiliriz.
Küçücük toplumlar giderek artış göstermiş böylece artan nüfusla birlikte bazı sorunlarda birlikte gelmiştir.
Ülkemizin tarihine bir göz attığımızda, üretimin bol olduğu yerlerde nüfus yoğunluğunun giderek arttığına tanık oluruz. Buralarda ki sorunlar çok değişik türde gelişirken çözümlerde aranmaya başlanmıştır. Böyle olmasının tek nedeni kentlerin büyümesi, kırsal kesimin sorunlarını da ikinci plana bırakılması zorunluluğunu getirmektedir.
Ülkemizde akarsuların toplanarak, göletler ve barajlar yapılmaya başlanması cumhuriyet döneminde başlamıştır. İlimiz sınırları içinde uzun süre kalan Hititlerin toprak anayı nemlendirmek için barajlar yaptıklarına kazılar sonucu tanık olmaktayız.
İnsanoğlu zamanın koşullarına göre çözüm üretmeyi de bilmiş, yıllar boyu yaşamını artan nüfusuna karşılık yeni çözümleri de beraberinde getirmiştir. Dün karasabanla nemli toprağı değerlendirerek gerekli oranda üretimi gerçekleştirmiş, karşılaştığı zor koşullara karşı kendi varlığını koruyabilmiştir.
Nüfus yoğunluğunun artış gösterdiği yerleşim birimlerinde insanoğluna öncelikle içme ve kullanma suyu gereklidir. Sağlıklı bir işgücünü su sorunu bulunan yörede sağlamanız mümkün değildir. İnsanoğlu yaşamanın ilk koşulu olarak suyu kullanmayı öne çıkarmıştır. Bu olgu tarihte de öyle olmuş, şimdide öyle olmaktadır. Dün mahalle çeşmeleri var iken bugün onlar birer tarih olmuş, insanoğlu suya yakın olmak için onu konutuna kadar getirmiştir.
Nereden nereye geldik. Kırsal alandan kentlere göç zorunlu olarak başlamasından sonra kentlerin nüfus yoğunluğu artmış, kırsal alanda ise köylerde günün gelişen ve değişen koşullarını karşılamak imkansız hale gelmiştir. Devlet öncelikle nüfus yoğunluğunu dikkate alarak hizmetleri karşılamaya çalışmaktadır.
Yaklaşık olarak yirmi yıldan fazla basında çalışarak Çorumun sorunlarını kamuoyu adına ilgililere yansıtmaya çalıştığım süre içinde kırsal alan olsun kent sorunları olsun su sorunu önde gelen sorun olmuştur.
Bin dokuz yüz yetmişli yıllarda. Çorum’da su sorunu artış göstermiş olmasına karşın kent halkı olanla yaşamını sürdürmeyi bilmiş, ilgili kurum ve kuruluşlar sorunu çözümlemek için olduğunca çaba harcamışlar, bazı kısa vadeli ve masrafı az olan su olanaklarını Çoruma getirmeye çalışmışlar, ancak yöredeki yöneticilerin kendi yörelerindeki su olanaklarının Çoruma uzantısını engellemişlerdir.
Rakımı Çorum’dan l50 metre yüksekte olan bir ilçemizden cazibe ile su getirmek istenilmiş, ilçe yönetimi bu girişimi önlemiştir.
Bana göre ülke genelinde su sorununu çözümlemek için önce bir su yasasına ihtiyaç vardır. Yasama organı yurt ölçeğinde ki suların kullanımını bu yasa ile belirlemeli, enerji yurt ölçeğinde nasıl uygulanıyorsa sularda o şekilde bir uygulamaya tabi tutulmalıdır.
Son yağmurlar gelmeseydi Çorum nerdeyse bir çölleşmeye doğru yol almaya başlamıştı. Bundan böyle kentlerin, beldelerin ve köylerin su sorununu çok ucuz olarak sağlamanın yolu il sınırları içindeki akarsuların yüksek rakımlara enerji ile depo edilerek cazibe yolu ile yerleşim birimlerine eşit düzeyde ulaştırmak olmalıdır. Aksi halde enerji bedelleri ülkenin ekonomi sorununu daha da artıracaktır diyor saygılar sunuyorum

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 08

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

TAŞIMACILIK KENTLERDE NEDEN SAVSAKLANIYOR
 
Tarihin sayfalarına göz attığımızda taşımacılığın tekerleğin bulunmasından sonra biraz daha canlandığını, hayvanların sırtlarından ağırlığın boyunlarına kaydırıldığını görürüz. İnsanoğlunun ilk hayvan arkadaşı köpeği görürüz. Köpek sahibini kötülüklerden korumak için yaratılmış bir canlıdır. İnsanoğlunun kutupları keşif için taşımacı olarak köpekleri kullandığına tanık olmaktayız. Hemen bütün çağlarda hayvanların taşımacılıkta kullanıldığını, çağımızda da hayvanların kırsal kesimlerde taşımacılıktan kurtulamadıklarını görmekteyiz.
Tekerleğin icadından sonra arabalarla savaş için hayvanların kullanıldığını, ulaşımın ancak tek tırnaklılarla yapılabildiği dönemlerde günlük ulaşımın belirli bir uzaklıkta yapılabildiğini, insanların konaklama yerleri oluşturduğunu, bu tarihi konaklama yerlerinin ipek yolu üzerinde daha çok dikkate alındığını, sarp dağlardan aşarak ticaret yapmanın insanoğlunu yıldırmadığını görüyoruz.
Taşımacılığın insanoğlu için kaçınılmaz olduğunu, bu sayede insanoğlunun yeni keşifleri gerçekleştirdiğini biliyoruz. Modern taşıt araçlarının icadı ile birlikte taşımacılığın daha önem kazandığını görüyoruz.
Anadolu insanının taşımacılıkta ne kadar sıkıntı çektiğini, imparatorluğun çöküşünden sonra yeni yönetimin taşımacılığı hızlandırmak için gerçekleştirdiği ulaşım ağlarını yirminci yüzyılda daha da modernleştirdiğini görüyoruz. Teknolojinin giderek  geliştirildiği günümüzde hayvan gücü ile taşımacılık yok denecek  bir düzeye gelmiştir. Bugün bir tarih olma yolundaki hayvanla taşımacılık turistik yörelerde bir ticari araç olarak yapılmaktadır. Bilhassa sahillerde yabancı uyruklu insanların tarihi yaşantılarını birkaç saatte yaşayabilme duyguları da çok önemlidir. Kentlerden kırsal alana bilhassa günümüz de çocukların gitmeyi arzuladıklarına tanık olmaktayız. Ata binme, harmanda döven sürme, tarladan kağnılarla sap taşıma, bilhassa kağnı sesini duyabilme arzuları büyüklere göre çocuklarda daha fazladır. Bugün gelişen teknoloji ile insanlara, bilhassa çocuklara hayvan seslerini dinletebilmek için kasetler doldurulmaktadır.
Bugün taşımacılığın modern yollar ve araçlarla yapıldığına tanık olmaktayız. Geriye bir dönüş yaparsak bizlere bu ülkeyi bırakanların hangi koşullarla yaşamlarını sürdürdüklerini anımsamakta sanırım büyük faydalar sağlanabilir
Dün insan gücü ile ulaşıma açılan karayolları bugün modern dev makinelerle gerçekleştirilmektedir. Karada, denizlerde ve havada yapılan taşımacılıkta bazı ülkelerin çağ atladığını görüyoruz. Dünyada taşıt araçlarının kullanımı belirli bir süre için gerçekleştirilirken, biz yaşlı araçları kullanmakta bir sakınca görmüyor bu nedenle meydana gelen trafik kazalarını da bir yazgı olarak kabul ediyoruz.
Son yıllarda bazı illerde olduğu gibi Çorum dada 34 plakalı araçların belediye temizlik işlerinde kullanıldığına tanık oluyoruz. İnsanın aklına bu araçların belli bir nüfusa kadar olan yerleşim birimlerinde mi hizmet görmesi ön görülmektedir. Yoksa bu araçlar da neden 19 plaka numaraları kullanılmamaktadır. Yoksa büyük şehir belediyeleri kullanımdan düşen bu araçların onarım masraflarını kim karşılamaktadır. Bu araçların akaryakıt bakımından bir hayli masraflı olduğu bilinmektedir. Büyük kent belediyelerinin araç parkının geniş olması nedeniyle bazı araçları taşrada kiraya verdikleri ve gelir sağladıkları biliniyor.
Taşımacılık derken konuyu çok çeşitlendirdik. Kentimize hangi koşullarda getirilmiş olursa olsun kamu da hizmet veren araçların tümüne zamanında günlük, aylık, yıllık bakımların yapılması kaçınılmazdır. Çalışan aracına iyi bakarsa o araç uzun süre hizmet verebilir. Araçların çıkış ve dönüş bakımlarının yapılması zorunlu hale getirilmelidir.
Bayram nedeniyle birinci gün belediye otobüslerinin ücretsiz olacağı duyurusu yapıldı. Kule yanında ki park yerinden otobüslerin yörelerine normal günlerde hangi saatlerde çıkacak ise birinci günde öyle yapılacağı vatandaşlara ulaştırılmış olmalı ki vatandaşlar bayramlaşmak için harekete geçen ilk otobüsleri kullanmayı uygun buldular. Ancak otobüsler bayram sabahı güzelce tazyikli su ile içi ve dışı yıkanmış, koltuklar kurulanmadan servise konulmuştur. Bayramlık elbiselerle otobüse binen çocuklar, anne bu koltuk ıslak, elbisem ıslandı, oğlum, kızım koltuk değiştir. Değiştirdim anne diğer koltuklarda ıslak. Koltukların hepsi yaştı. Kurulama işlemini gerçekleştiren personel kim ise onu o personel bayram günü bu görevini yerine getirmemiştir. Sanırım belediye görevlileri böyle bir işlem yapıldığı konusunda vatandaştan gelen yakınmalardan haberdardır. Kimsenin bu konuda sorgulanmasını arzu etmem. Sanırım bu yıkama ve temizlik işi hemen her gün olmasa da haftada bir kez yapılır. Bu iş için görev alanların, görevlerini görev bilmeleri en sağlıklı yoldur diyor okurlarıma saygılar sunuyorum..

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 

 09

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

MAHMUT TUNABOYLU’YU ANARKEN
 
Saygı değer meslektaşlarım; çok değerli konuklar!
Bayanlar baylar,Merhum Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu’yu  ebediyete  uğurlayışımızın sekizinci,doğumunun 56 .yılında kabri başında birlikte anıyoruz. Merhum Mahmut Tunaboylu, babasının  bir eğitimci olması nedeni ile sanıldığı gibi ekonomik durumu
Günlük ihtiyaçlarını kolayca karşılayabilen bir aile içersinde büyümemiş, çocukluğunda  bir buçuk, gençliğinde ise askerlik dönemi boyunca baba ve aile hasreti çekmiştir. O babasının o dönem geçerli olan renkli kağıtlara yazarak gönderdiği mektup parçalarını ikinci bir mektup gelinceye dek cebinde saklamıştır. Soranlara da babamın mektubu değil mennu diyebilmiştir.
Mahmut, yine baba hasreti çektiği günlerden birinde kendir çöpleri ile oynarken, bir parçanın  gözüne isabet etmesi sonucu birkaç gün sonra hastaneye ulaştırılabilmiş, yaşadığı sürece normal olarak olanları izleyememiş, bir süre gözlük kullanması arkadaşlarınca öğütlense de, gözlüklü yaşamı benimsememiş, gazeteciliğe başlaması ile gözlüğün yardımcılığına evet diyebilmiştir.
Mahmut Tunaboylu, yerel basında olduğu gibi ulusal basında da Çorum sorumlusu olarak görev almış, çevresindeki  sorunları yazılı ve görsel basında ,ulaşması gereken yerlere ulaştırmıştır. Bugüne dek dile getirilmeyen bir yanı da vatani görevi sırasında sakıncalı olarak birkaç yerleşim yerinde görev yaparken babasının çalıştığı yerel gazeteye el yazısı ile karaladığı makalelerini CEMİL adı ile okuyucularına sunmuştur.
Çocukluğunda, arkadaşlarının giydiği lastik ayakkabıları giyebilmek için ayağında ki potinleri çıkarıp bir kenara atan ve yalınayak onlarla günlük yaşamı paylaşmasını, dediğini yaptırıncaya dek eylemini sürdürmesini bilmiştir. Çocukluğunun bir bölümünün köylerde geçmiş olması sonucudur ki köy yaşantısını, orada ki doğayı, kırsal alandaki çocukların sorunlarını beyninde saklamayı bilmiş, yazılı yapıtlarını kaleme alırken, vurguladığı genellikle hep Anadolu  insanının yaşamı  olmuştur.
Gazetelerde yayınlanan sorunlarla ilgili yazılarında  kendini ve ailesini hiç düşünmemiş, toplumun sorunları çözümlenirse ailemin sorunları da onunla birlikte çözümlenir diye düşünmüştür. Mizah yolu ile yöre ve ülke sorunlarını yöneticilere yansıtmaya çalışmış, bu nedenle bir mizahi yazısı nedeniyle ağır cezada yargılanmış aldığı ceza sonucu okurları ile yemek tarifleri yazarak bağını sürdürmüştür.
Saygı değer hazurun!
Bugüne dek Merhum Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu nun bilinmeyen yanlarının bir bölümünü yansıtmaya çalıştım. Çorum Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sn, Şevket Erzen in vurguladığı gibi, Mahmut Tunaboylu Çorum’un sembolü olarak kabullenilmiş, bugüne dek yapılanlar sayesinde Çorum yurt ölçeğinde olduğu gibi yurt dışında da insanlarca tanınır hale gelmiştir. Sanırım Merhum Mahmut Tunaboylu’nun sağlığında ki eylemlerinin bir katkısı olmuştur diye düşünüyorum.
Merhum Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu birisi kız biri erkek olmak üzere  lise mezunu iki evladını bırakarak ebediyete intikal etmiştir. Müslüm Tunaboylu olarak bugüne dek isteğimin bir bölümü Çorum Gazeteciler Cemiyeti olarak karşılanmış, bir bölümü ise  kişisel olarak değil cemiyet olarak çözüme kavuşturulabilir düşüncesindeyim.
O da  Şudur kısaca: Mahmut Tunaboylu’nun uzun süre yaşadığı sokağa adının Belediye meclisi tarafından  verilmesi düşünüdür. Bu konuda  iki bin yılı Mayıs ayının ilk haftasında  tarafımdan girişim yapılmış, ancak bugüne dek  bir gelişme görülmemiştir.
Bir baba olarak sizden çok zor bir eylem istemiyorum. Cemiyetin bu konuda etkin girişimini beklediğimi, beni bundan mahrum etmeyeceğinizi biliyor, Tunaboylu’nun geride  kalanları adına hepinizi beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor sonsuz saygılarımı sunuyorum.
Siz varsanız bizde varız.
Sağlıcakla kalın .                                                   
                                                                                 18 Ocak 2010

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 10

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

SORUMLULUĞU YETKİ KADAR SEVELİM
 
Son günlerde yetki ve sorumluluklar konusunda medya da ,yerel basında, yazılı basında çok değişik görüşler öne sürülerek, yetkisi yok, yetkisi var, sorumlu değil ya da soruludur gibi sözcüklerden usandırıcı bir şekilde bahsedilir oldu. Hak, hukuk sözcüklerinden oluşan bir yazılı metini okuyucularına sunan değerli yazarlar, makalesini tamamladıktan  sonra sayfanın al kısmına  kondurduğu nokta ile gazetecilik görevini tamamladığını zanneder. Oysa okuyucu tarafından okunan yazılı metnin yazarı için kullandığı sözcükler çok önemlidir. Yazar, kamuoyunda düşün ve düşüncelerinin ne ölçüde kabul gördüğünü ya da, Yerildiğini bana göre bilmeli kısaca bir durum değerlendirmesi yapmalıdır. Ben görüş ve düşüncelerimi aktardım, bundan sonrası bana ait değildir diyemez basın mensubu, y ada görüşünü sunan yazılı metin yazarı, geleceği düşünmek zorundadır. Birkaç sözcükle vatansever olmak  ya da öyle görünmek yetmez.
Ülkede ki yöneticilerle iyi geçinmek varken neden hep olumsuzlukları bulup buluşturup kaleme almak daha güzel görünür.  Bu tür bir davranışı sergilemek belki bir süre için geçerli olabilir. Gelişmeler sizi geçici olarak haklı çıkarabilir. İşin bir de diğer yanını bir değerlendirmeye, kısaca sorgulamaya alalım. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Trabzon, Erzurum, Diyarbakır, Urfa, Hakkâri, Edirne, Kırklareli, Zonguldak, Kocaeli, Erzincan gibi il merkezlerinde değil de küçük bir kentte, ya da kasabada gazetecilik mesleği ile uğraşıyorsanız, anılan kentlerde ki gibi sorunlara uzaktan bakamazsınız. Taşra gazeteciliği büyük kent gazeteciliğine hiç benzemez. Büyük kentte gazetecilik yapan meslektaşlarım, taşradan kendilerine ulaşan haberlerin ya da yorumların günler öncesinde gündeme düştüğünü, her zaman dikkate almalıdır. Meslektaşlarım, canım bugün artık zamanla yarış yapılıyor, çok kısa sürede bırakalım ülkemizi, yurt dışına ulaşmak bir an meselesidir, denebilir.
Geçtiğimiz günlerde tüm ülkemizi etkisi altına alan olumsuz hava koşullarının yaşamı nasıl etkilediğini birlikte gördük ve yaşadık. İşte öyle bir olumsuz hava koşulları sürerken TRT Kurumu sabah saat 0.730 da yayınlaması gereken ilk ana haber bültenini yayınlayamadı. Yönetici haber bülteninin olumsuz hava koşulları nedeniyle yayımlanamadığını söyleyerek, müzik yayınını sürdürdü. Canım ilk ana haber bülteni yayımlansa ne olur yayımlanmasa ne olur denebilir. Bu  düşünce kolay bir yanıttır. İlk ana haber bültenini yayımlamak için kendisine yetki verilen kişi ya da görevlinin görevini yerine getirememesi  nedeni  üzerinde durulmuş mudur? Durulmuşsa, sorumluluk sözcüğünün bir değerlendirmesi yapılmalıdır. Yazıp-çizerken yetkileri öne çıkarırken, sorumlulukları da dile getirmek ön koşuldur bana göre. Yetkinin  ya da, sorumluluğun  azı –çoğu olmaz. Kendini yetki ile donatan yasa, kişiye sorumluluk yüklemiyorsa bu tür bir yasa yeniden ele alınmalı, yeni düzenlemeler için gecikme olumlu karşılanmamalıdır diye düşünüyorum. Bu tür oluşumlar için  geçmişte ”SİNEK UFAK AMMA MİDE BULANDIRIR” deyimini kullanmışlardır. Olayları yaşamak ayrı olaydır, yaşamış gibi görünmek, ya da  düşünmek ayrı olaydır. Taşra gazeteciliğinin bu dönemde  de geçmişte olduğu gibi olayları, yansız ve yalnız doğru ve dürüst olarak Kamuoyuna günün haberleşme olanaklarını kullanarak ulaştırmalıdır. Ulusal basında görevli meslektaşlarımız taşradan gelen haberleri değerlendirmeye tabi tutmadan çöp kutusunu kullanmamalıdır. Geçmişe göre bugünü bir değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda ya da  sorguladığımızda düşün ve düşüncelerimizi okuyucularımıza ulaştırırken, kullandığımız sözcüklerin ne kadar kavgacı yada barıştı olduğunu saptamak baş görevimiz olmadır diyor  okurlarımı saygı ile selamlıyorum.
 

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

11

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

TEKERLEĞİN GÜCÜ VE ÖZGÜRLÜKLER
 
İnsanoğlunun dünyayı tanıması öyle kolay olmamıştır. Yazımın başlığında belirttiğim tekerlek insanoğlunun en önde gelen yardımcısı olmuştur. Tekerlek konusunda, yani tekerleğin icadı ile ilgili değişik kaynaklardan bilgi edinmek kolay. Zaman tünelini çok eskilere uzattığımızda insanoğlunun bugün daha güzel bir yaşam biçimi ile karşı karşıya olduğunu görürüz. İnsanoğlu mağara Devrinin sürdüğü yıllarda tekerleği henüz bilmez iken ormanda bir ağaç gövdesinin yuvarlandığını görmesi ile tekerleği insanoğlunun gücünü kullanmada ona ihtiyaç duyduğunu görürüz. Taşımacılıkta tekerleğin görevlerini saymaya başlarsak sona varmak için çok güçlüklerle karşılaşabiliriz. Tek tekerlek le başlayan taşımacılık giderek çift tekerleğe geçiş yapmış, insanoğlu düşmanlarına karşı kendisini korumak için iki tekerlekli savaş arabaları icat etmiştir.
Bisikleti incelediğimizde önce tek tekerlekli olarak görürüz. Tek tekerlek üzerinde güç sağlamak ve yol almak bir hayli güç olmuştur. İnsanoğlu bir süre sonra iki tekerlekli bisikletleri bulmuş ve yolculuğa öylece devam etmiştir. İnce tekerlek kalın tekerlek bunlar bir gücün değişimi için insanoğlunun dikkatini çekmiştir. Tarihi incelemelere göz ezdirdiğimizde güney batı Asya topraklarında insanın tekerleği bulduğunu görürüz. Yolculukta, taşımacılıkta, savaşta, barışta uzun süre kullanılan iki tekerlek daha sonra üç tekerleğe, sonra da dört tekerleğe ulaştırılmış araçları görürüz. Tek tekerlekte denge çok zor sağlanır. İnsanoğlu kolay denge sağlayacak araçları hizmete sürebilmek için inanılmaz modeller üretmiştir. Aradan yıllar geçmesine karşın dört tekerlek en uzun süre yürürlükte olan bir taşıt aracıdır insanoğlu için.
Günümüz dünyasında dört tekerlekli araçların cadde ve sokakları daralttığını, insanların ulaşımını güçleştirdiğine tanık oluyoruz. Dört tekerlekli araçlar için insanoğlunun yaptığı ekonomik tüketim azımsanmayacak derecede yükselmiştir. Tekerlek bir yerde rahatlık sağlarken öbür tarafta umulmayan tehlikeleri de birlikte getirir. Kabahatli olan tekerlekler değildir elbet, onu kullanan sürücülerin dikkatsizlikleri kazaları oluşturur ve her yıl çok sayıda insanımızı karayollarında kaybediyoruz. Bir yandan göze kulağa çok güzel gelen yapıtlar iyi kullanılmadığında insanın ömrünü azaltmaktadır.
Kentlerde nüfus artışı ile birlikte trafiğe çıkan araç sayıları da hızlı bir biçimde artış göstermekte, cadde ve sokaklar adeta hale gelmektedir. İnsan yaya gideceği bir mesafeye aracı ile ulaşamamaktadır. Geniş caddeler yetersiz hale gelmiştir. Her geçen güvenliği diğer güvenlik dallarını unutturur hale gelmiştir. Önümüzde ki yıllarda caddeleri iki katlı yapmak zorunda kalacağız. Trafik sorunu hemen her yerleşim biriminde birinci sorun haline geldiğini görmek yöneticileri zor durumda bırakmaktadır.  Yazının başlığında değindiğim gibi tekerleğin gücü günümüz dünyasında öyle bir artış göstermiştir ki insanın özgürlüğünü tehdit eder hale gelmiştir. Yayalara adeta kentlerin sokaklarında ayrılan bölümler giderek küçülmektedir.
Cadde ve sokakları yaya olarak gezmek çok dikkatli adımları atmaya zorlamaktadır insanımızı. Cadde ve sokakları tümden tekerleklere bırakırsak özgürlüklerimizin bir bölümünü kullanamaz hale geliriz. İnsanoğlu özgürlükleri yalnız kendisi için kullanmayı düşünmemeli, karşısındakileri de biraz düşünmelidir. Bu dünya yalnız güçlülerin dünyası olmamalı. Güçlü olanlar bugün ki güçlerine güçsüzlerin yardımlarıyla ulaştıklarını unutmamalıdırlar diyor, beni okuduğunuz için teşekkür ediyor Ramazan Bayramınızı kutluyor saygılar sunuyorum.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 12

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

KÖY ENSTİTÜLERİ NİN UNUTULMAZ EĞİTİM VE KÜLTÜR HİZMETLERİ

 

Altı yüz yıllık bir dönemin eğitim ve kültür hizmetlerine bir göz attığımızda karşımızda ülke insanının bir bölümü hemen tüm eğitim ve kültür olanaklarından uzak kalmıştır. Konuyu biraz daha açacak olursak kentlerde, kasabalarda yaşayan insanlar kırsal alanlarda yaşayan insanlardan daha şanslı daha önde tutulmuş görülmektedir. Bu arada kırsal alanda yaşayan bazı toprak ağaları varsıllığının bir sonucu olarak günün eğitim ve kültürünü almada kentlerdeki insanlar gibi alabilmiştir. Ama nüfusun yüzde sekseni çiftçi ve köyde yaşayan insanlar, eğitim ve öğretim kurumlarından yararlanma olanağı bir türlü bulamamışlar. Bir kısım aydınlar köyde yaşayanlar okusa ne olur okumasa ne olur diyebilmişler, kırsal alandaki yurttaşlarına bakış açıları kentlerdekiler gibi olmamıştır. Bir bakıma öz ve üvey evlat muamelesi uygulaması öne çıkarılmıştır. İstanbul da ki saraya Çorum Koparandan kesilerek sunulan ağaçlar yıllar sonra Hemşehrimiz Prof.Hıfsı Veldet Velidedeoğlu  nun Cumhuriyet Gazetesi ne yazdığı anılardan beynimize yerleşmiştir.
Kurtuluş Savaşı sonrasında  Anadolu da Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarınca kurulan yeni yönetim, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti, asırlarca unutulan seksen bin köyü ve o kadarda mezrayı kasaba ve kentlerin ulaştığı eğitim ve öğrenim düzeyine getirebilmek için yeni bazı atılımları yapması gerekiyordu 1928 de yapılan Harf Devrimi sonrasında ülkenin en ücra köşelerine dek eğitim ve öğretim kurumlarını ulaştırma amaçlanmış, bu nedenle önce, askerliğini onbaşı ve çavuş olarak tamamlamış gençlerden yararlanma öne çıkarılmış, bazı il merkezleri yada yakınlarında eğitmen kursları açılmıştır. Çorum açılan bu eğitmen kurslarından öncelikle yararlandırılan illerin başında gelmiştir. Ama ne yazıktır ki bizim yöneticilerimiz Çorum a tanınan bu ayrıcalığın bir yanıtı olarak hiçbir eğitim kurumuna İlköğretim Genel Müdürü olan eğitimci İsmail Hakkı Tonguç”un adını verememiştir. Öyle sanıyorum ki önümüzdeki aylar içinde bir eğitim kurumumuza rahmetli TONGUÇ un adı verilir.
Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 17 nisan 1940 da TBMM de kanunlaşan KÖY ENSTİTÜLERİ ile ilgili olarak: Önümüzdeki senelerde nüfusumuzun çoğunu teşkil eden köylümüzün, gerek tahsil gerek geçim hususunda seviyesini yükseltmeyi başlıca hedef tutacağız. Bu hususta elde edeceğimiz neticelere çok ehemmiyet ve kıymet veriyoruz.
Kat”i olarak inanıyoruz ki, köylümüzün tahsilini ve maişetini daha yüksek bir dereceye vardırdığımız gün, milletimizin her sahada kudretli, bugün güç tasavvur olunacak kadar yüksek ve heybetli olacaktır. İSMET İNÖNÜ
İlköğretim Genel Müdürü Tonguç, CANLANDRILACAK KÖY adlı yazılı yapıtında kırsal alana, yada köylüye bakış açılarını açıklarken: Memleket işleri yalnız yazıp çizmekle, nutuklar vermekle yürütülemez. Köyün içine girmeli, orada ki yolsuzluklar giderilinceye kadar bizim gibi onlara katlanmalı, köylünün başına üşüşen dertleri elbirliği ile ortadan kaldırmalı. Bizimle hem dert, hem de sevinç ortağı olmalı
Bizim işlerimizi düzeltebilmek için bizim bildiklerimizi bilmeli, bizim yaptıklarımızı yapabilmeli. Halkın yapamadığını hiç kimse yapamaz, hele sadece. okur-yazarlığına güvenen hiç yapamaz. Bu laflarımızı kitaplardan öğrenerek söylemiyoruz. Bize bunları içinde doğup büyüdüğümüz, kenarında dedelerimizle babalarımızın mezarları bulunan köy öğretiyor.
Tonguç, eğitmen kursu döneminde Çorum a gelerek incelemelerde bulunmuş, Kastamonu Gölköy Enstitüsü nün ilk Çorumlu kadrosunu oluşturmuştur. Kastamonu ilk mezunlarından Mecitözü Kışlacık Köyünden Şakir Demir, yine Mecitözü nün Çıkrık Köyünden Hacı Uçak ilk aklıma gelen isimlerden dir. Şakir Demir üç yıl öğretmenlikten sonra Hasanoğlan da açılan Yüksek Köy Enstitüsü ne ayrılmış, Hacı Uçak ise yakalandığı hastalıktan kurtulamamış, Çıkrıkta hayata veda etmiştir.Köy Enstitülerine köy okullarından mezun olan köy çocukları alınırken, sonraları bu kural delinmiş, köy okulundan diploma alan şehir çocukları da Köy Enstitülerine alınmıştır. Bu olay köy çocuklarının kotasına bir bakıma el koymak olmuştur.
1928 den sonra ülkemizde okuma-yazma seferberliği başlatılmış, seferberliğin ilk kahramanları da kurslarda yetiştirilen eğitmenler olmuştur. Eğitmenlerin hizmetlerini hatırlamamak en azından insafsızlık olur. Köy Enstitülerinin ilk mezunlarını vermesi ile seferberlik biraz daha canlanmış, çok zor koşullarda çalışan köy çocukları hiçbir zaman uygulamadan yakınmamış, görevini zorunlu olmadıkça aksatmamıştır. Çok kısa sürede köylerde tarımın, hayvancılığın, el sanatlarının unutulmaz bir şekilde geliştiğini, köylünün kente zorunlu olmadıkça gitmediğini, modern tarımın köylünün yüzünü güldürdüğüne tanık olmuşuzdur.
Beş yıllık bir eğitim ve öğretim sonrasında ya kendi köyüne ya da yakın bir köye öğretmen olarak atanan gençler kendilerinden istenen hizmeti aksaksız gerçekleştirmişlerdir. Onların sayesinde kırsal alandan çok sayıda kamu görevlisi yetiştiği gözlenmiştir.
Köy Enstitülerinden mezun olan köy çocukları arasında yazarlar, ressamlar, parlamenterler, bakanlar görmek mümkün.
Kırsal alandaki bu uyanış ülkemizde bazı çıkarcı guruplarını rahatsız etmiş, kısaca köylünün uyanması arzulanmamıştır.
1940 yılında açılan 20 dolayında Köy Enstitüsü 1950 de iktidara gelen siyasal parti tarafından kapatılmıştır.
Konuyu şöylece bağlamakta fayda görüyorum. Köyden çıkıp, gerekli eğitim ve öğrenimi aldıktan sonra köye  hizmet için dönüş bugüne dek sürmüş olsaydı bugün TÜRKİYE NİN Avrupa birliğine girmek için çaba harcamasına gerek kalmayacaktı. Ama köy gerçeği ortaya çıkınca yalnız kendi gurubunu düşünen varsıllar, bu köy çocuklarının ne yapacakları belli olmaz diyerek güzelim eğitim ve öğretim kurumlarını kapatılmasına neden olmuşlardır.
Kırsal alandaki vatandaşların dünyanın gelişim ve değişim olgularından yararlanmalarına karşı çıkmak ne kadar bencil bir eylemdir. Bu gurupların bugün bile çıkarcı eylemlerini zaman zaman sergiledikleri konusunda duyumlar alındığı bir gerçektir. Şunun iyice bilinmesi gerekir Köy Enstitülerinin kapanmasına neden olan siyasal guruplar, o dönemde devamlı suçladıkları Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin yok yere yıpratıldığı konusunda yazılı ve görsel basında yorumlar yapmaktadırlar. Buda bizim kuşağı geçte olsa onurlandırmaktır.
Sözlerimi tamamlarken Köy Enstitülerinde görev alan ve ebediyete intikal eden tüm  yönetici, öğretim görevlisi, uzman, teknik ,sağlık ekipleri ile tüm hizmetlilere minnet ve şükranlarımı sunar, hayatta olanlara nice sağlıklı yıllar dilerim.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 

 13

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

YALNIZLIĞIN SAATLERİNİ YOLCU EDERKEN
 
Yaşadığım sürece ramazan ayı bazen kış, bazen de yaz mevsimine denk geldi.Kışın oruç tutmak yaza göre çok kolay.Yazın gündüz saatleri bir hayli yer tutuyor.Mide talepte bulunmasa da insan sıcağın etkisi ile susuyor.Vücut zaman zaman su çıkardığı için kilo da verebiliyorsunuz.
Ben ramazan ayının faziletlerini anlatmayacağım. Bugüne dek görevlilerden çok kez dinledim. Dinlemek yeterli değil asıl görev söylenenleri yerine getirmek. O nedense biraz zor oluyor. Hele yaş ilerledikçe hastalık belirtileri hemen her gün rahatsızlıkları birbirine devrediyor.
1940 lı Haziran ayı ramazana denk gelmişti. Mecitözü ilçesine 20 km uzaktaki bir köyde öğretmendim. Köy muhtarı. Bir ihtiyar heyeti üyesi ile tanıklık için Çorum Ağır Ceza
Mahkemesi ne gelmemiz gerekti. Bir gün öncesinden öğle ile ikindi arasında ki bir zamanda yaya olarak köyden Mecitözü ilçesine hareket ettik. İlce ile bulunduğumuz köy arasındaki uzaklığı yarısı tamamen rampa çıkışı, yarısı da iniş rampası idi. Ben gençtim ancak yanımdakiler askerliklerini yapmışlardı. Yaşları bana göre çok farklıydı. O zaman şimdi ki gibi telefon edip bir taksi çağırma olanağı yok. Yanımıza içecek ve yiyecek almamıştık. Akşam ilçeye varacağımızı hesaplamıştık sanırım. Yaklaşık 10 km yi tırmanırken Haziran sıcağında bir hayli yorulmuş ve terlemiştik. Susuzluğumuz konusunda yapacağımız bir şey yoktu. Akşam ezanı okunacak bizde suya kavuşacaktık. İki merkezin tam ortasında zirvede bir çeşme sularını şırıl şırıl akıtıyorken çeşme başında bir uygun yere oturduk. Çok yorulmuştuk. Birkaç kez nefes alıp ciğerleri rahatlattıktan sonra sıra avucumuza aldığımız serin suları yüzümüze defalarca çarpmak oldu. Serinlemiştik, bundan sonra iniş rampa başlayacaktı. Adımlarımızı biraz uzattık sanırım. Akşam öncesi ilçede bulunan bir hana ulaştık. Açık lokanta yoktu. Fırından ekmek ve bakkaldan peynir, zeytin alarak iftarı zamanında yapabildik.
Çok yorulduğumuzu söylememe gerek yok sanırım. Açıklamalarımdan durumumuzu anladınız elbet. Erkence odamızda uykuya daldık dersem yanlışlık yapmış olmam. Sabah Çorum’a gidecek ilk otobüste yer almak gerekiyordu. Gecenin belli saatinde sahura kalktık ve gereğini yerine getirdik. Bir süre sonra ortalık aydınlanmış bizde otobüsün bulunduğu mahalle varmıştık. Kalkış saati öncesi biraz beklemiş olsak da ön sıralardan yer kapmıştık.
Tanıklık yapacağımız Adliyede erkenden bulunduk. Görevliler henüz gelmemişlerdi. Sabah güneşi altında duvarın dibine çöktük öylece duruşma saatini bir süre bekledik. Oturulacak bir yer yoktu diyebilirim.
Mübaşir adımızı seslice bağırdıktan sonra duruşma salonuna girdik. Görevli kolumuzdan tutarak duracağımız yere bizi sürükledi diyebilirim. Biz bir eşya gibiydik o görevliye göre. Hâlbuki biz yaşımız icabı oturulacak ya da ayakta beklenecek yeri bilecek bilgi ve beceriye sahiptik. Görevlinin kolumdan tuttuğunu anımsadıkça bugün bile ne oluyoruz diyebiliyorum. Ben ilkokul sonrası beş yılda öğretmen olmak için okumuş bir insandım. Kısaca benim okuma-yazma öğrettiğim kişi bulunduğu yer icabı kolumdan tutup çekebiliyordu.
Yaklaşık 60 ya da 70 km lik bir yol almıştık birkaç saatte. Tanıklık için bir ücret almadık verende olmadı. Bu olayın yorumunu o dönemin ekonomisine göre bir değerlendirme yapmak gerekir kanısındayım. Tanıklık için ufak bir kâğıttan ibaret olan belgenin görevi yerine getirilecekti. Biz sade bir vatandaş olarak görevimizi yapmıştık. Verilen bu görevi severek yerine getirdikten sonra köyümüze döndük. Kısa bir tanıklık için 48 saat yuvamızdan ayrı kalmıştık. Yaşadığımız saatler için hiç mi hiç yakınmadık.
İnsanoğlu yaşadığı yıllara göre biçimlenebiliyor. Ana ve babadan oluşan bir aile giderek genişliyor, daha sonra eski yıllara dönüşüm başlıyor. Yalnız kaldığın gençlik yılları gibi ihtiyarlıkta da aynı yaşam biçimi ile biçimleniyorsun.
Çocukluğumu anımsıyorum da. Yurt Bilgisi kitabında insanlar yalnız yaşayamaz başlığı ile bir yazı kaleme alınmıştı. Aynı yazı uzun yıllar kendini o kitabın sayfalarında kalmayı başardı. Yerine benzeri yazılar yazıldı, ancak yenilerden ben pek değişik bir ifade bulamadım. Ya da bana öyle geldi
Yaşadığımız saatleri yalnızca yolcu ederken cepten bir vızıldı geldi kulağıma. Yaklaşık 41 yıl önce diploma vererek ilkokuldan mezun ettiğim bir öğrencim kendisini tanıtarak nasılsınız diye sorunca birkaç saniye yanıtsız beklemek zorunda kaldım. Ses aynı küçüklükteki sesti. Öğrencim bisikleti ile bayram tatilini değerlendirmek üzere Alacahöyük ile Hatuşaşaş a gitmiş ve orada bir arkadaştan sağ olduğumu öğrenerek telefon açmış. Ben beklerim derken o bugün gelemem yarın gelebilirim dedi. Yirmi dört saat bekledim. Bisikleti ile geldi beni buldu. Yılların hasretliği vardı ikimiz dede. Ben konuları anlatırken öyle bir dinleyişi vardı ki. Bu çocuk okuyacak demiştim. Görünce ne kadar sevindim bilemezsiniz. Öğretmenliğin bu en güzel yanı böyle yaşantı anları!
Öğrencim TSK de görevli bir albay. Halen görevine devam ediyor. Araç alacak gücü var ama o aracı değil bisikleti tercih etmiş ziyaret için. Bu tür yaşantıyı belgelemek için elinde yeterince cihazlar mevcut. Ona birkaç anımı anlattıktan sonra yolcu ederken aynı yıl mezun ettiğim bir arkadaşında halen görevde bulunduğunu onunda albay rütbesinde olduğunu söyleyince inanırsanız biraz daha dinçleştim.
Birkaç saat karşılıklı anlatımlarımız oldu gözlerimiz sulandı. Kalbimiz biraz hızlandı. Ama ne var ki mutluluk vardı diyebilirim. Ramazan Bayramının son gününde konutuma gelen mutluluğu unutmam mümkün değil. Yıllar gelip geçiyor. Ramazan boyunca çok güzel sözler sarf edildi görevlilerce. Hemen her bayram öncesi benzer sözleri dinledik. Bir kısmını uyguladık bir kısmını hiç ama hiç dikkate almadık
Ekonomi bizi bir birimizden öyle güzel uzaklaştırıyor ki. Kimimiz otobüsle, kimimiz özel otomuzla, kimimiz uçakla, kimimiz hızlı trenli yuvamızdan tatil yörelerine uzaklaşabiliyoruz. Benim gibi yaşlılarda evlerde eş ve dostlardan gelen telefonları yanıtlıyor. Ben bu konuda bir yorum yapmak istemem, her cepte ve her evde telefon bolluğu varken yine de eş ve dostlar nasılsın diyemiyoruz. İnanırsanız bu oluşum beni çok düşündürüyor.
Gençler, yaşlılarınızı sakın ola unutmayın. Telefon etmek bana göre yeterli bir olgu değil.
Saygı ve sevgi ziyaret muhakkak öne alınmalıdır diyor saygılar sunuyorum

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 14

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

KÖY ENSTİTÜLERİNİ TANIYALIM
 
Günümüzden 72 yıl önce 17 Nisan 1940 da TBMM ‘nin kabul ettiği bir yasa ile  ülkenin 21 yerinde kurulan, eğitim ve öğretime açılan Köy Enstitüleri,10 yıllık bir süreç içersinde ülkesine  17 bin 431 erkek,1.390 kız,toplam18 bin 839 öğretmen, 8 bin 675 eğitmen 1.599 sağlık memuru yetiştirmişti.
Ülke nüfusunun % 80 köylü  yani çiftçi idi. Lozan Barışı ile çizilen ülke sınırları içersinde 40 bin köy bir o kadarda olduğu tahmin edilen mezralar bulunuyordu.Bu nüfusun  1928 de gerçekleştirilen Harf Devrimi ile okur-yazar olmayan insanımız kısa sürede oku,yazar hale getirilecekti.Bu bir zorunluluktu.Ülkede ki aydınlar nüfusun ancak kentsel alanda bulunan halka gördükleri eğitim ve öğrenimi ulaştırma olanağı bulmuş,kırsal alandaki insanlar kendi kaderleri ile baş başa bırakılmışlardı.Köylerde okur-yazar bulmak adeta bir mucize idi.Devlet atlı tahsildarları ile köylerden ,arazi,hayvan,yol dolaylı olarak çeşitli ürünleri içeren vergileri topluyordu.Köylünün devlete yaptığı maddi katkı yani vergilerin tümünü içeren vergi makbuzlarını evin bir köşesinde duvara çakılmış koca bir çivide takılı olarak görmek yada bulmak mümkündü.İnsanlar tekrar ödeme yapmamak için kendilerine verilen belgeleri çok iyi saklıyorlardı.Beyaz renkte olan bu vergi makbuzları her yılın yaz mevsiminde sineklerin konakladıkları yer  yada lavaboları oluyordu.
Anadolu Bozkırındaki insanımızın çağlar boyu yaşam koşulları babadan oğul a  intikal eder şekilde süre gelmiştir. Önce nüfusça kalabalık olan yerleşim birimlerine okullar yapılmaya başlanmış,buralar da yöre köylerin çocuklarının da eğitim-öğretim yapmalarına olanak sağlanmıştı.Cumhuriyet dönemine kadar kırsal alandan orta ve yüksek öğretim gören çocukların ekonomik durumu yüksek düzeyde olan bölünmüş ailelerin çocukları olarak görülür.Bugün bazı yerleşim birimlerinde yükselen saat kuleleri,akarsular üzerine kurulmuş köprüler ile cami ve medreseleri görmek mümkündür.Kırsal alandan çıkıp ülkesine yararlı olabilen insanların kazanımlarının büyük bir bölümünü yine kırsal alana kaydırmış olmaları takdire şayandır.Onlara zaman ,zaman bakıp yerli  yada yabancı turizmin akar getirdiği yapıtlar olarak görürüz.Kısaca kırsal alan insanının   arasından çıkardığı aydınlara zorunlu olarak gerek duyduklarını görmekteyiz.
Değerli Dostlar!
Cumhuriyet Dönemi ile birlikte kırsal alandaki okur,yazar ve okullaşma oranının nasıl artırılabileceği konusunda atılımlar gerekiyordu.İnsanların cahillikten kurtarılması en önde gelen görevlerden biriydi.Atatürk’ün direktifi  ile ülke düzeyinde yeni yönetime destek verecek eğitim ve öğretim kurumlarına ihtiyaç vardı.Askerliğini çavuş ve onbaşı ile tamamlamış başarılı  ve becerili insanlar 6 aylık kurslardan geçirilerek eğitmen  olarak köylere gönderilmeye başlandı,Ankara ya ulaşan başarı raporları sonunda köy çocuklarından oluşan öğrencilerin KÖY ENSTİTÜLERİ’NİN de  beş yıllık bir eğitim ve öğretimden sonra köylere  öğretmen olarak gönderilmesi planlanır.
Köy Enstitüleri açılırken, ihtiyaç duyulan derslik, yatakhane, spor salonları, çeşitli ders araçları yoktu. İkinci Dünya Savaşı inanılmaz hızıyla sürerken,  yönetim  tehlikeyi ustaca  uzaklaştırmasını bilmiş, ancak  silah altına aldığı gençleri ülkenin savunmasını sağlayacak bir düzeye getirilmesi için olanakların  oldukça zorlandığı görülmektedir. Köy Enstitülerine köy okullarından diplomalı olanların alındığını, yönetmeliğin giderek delindiğini, köy çocuklarının  kontenjanlarına  şehir okullarından mezun olan çocuklarında eklendiğini görmek mümkün.
Size şimdi Köy Enstitüsüne ayak bastığım ikinci gün sabahın erken saatlerinde neleri yaşadım. Umarım sizde bir an benimle birlikte yaşamaya çalışın.
Okul sahasına girmeden önce on kişilik öğrenci gurubu iki nöbetçi öğrenci tarafından durduruldu. Ellerimizde teneke ile kaplı bavullarla ikişer sıra haline getirildik. Önde nöbetçi arkada biz uygun adımlarla olmasa da bir süre yürüdükten sonra o zaman ki gözümüze göre büyükçe bir binanın kapısı önünde durduk. Orada bulunan birkaç görevli öğrenci tarafından elimize büyükçe torbalar verildi. Torbanın iple sıkı sıkıya ağzının bağlandığını gördüm. Düğümler çözüldü içersinde pamuk dokumadan dikilmiş beyaz pantolon ve ceket ile birlikte iki kat iç çamaşırı. Üzerimizden çıkardıklarımızı torbaya koyup bağladığımızı hatırlıyorum. Okuldaki tüm öğrenciler tek tip elbiseleri giymişlerdi. Yamalıklı pantolonumu torbaya yerleştirdiğim o anı inanın unutamıyorum.
Bizden önce okula gelen arkadaşlar sardı etrafımızı, Mevsim yaz ay Ağustos’tu. Gölgelik yapan yapraklı ağaçların gölgesinde arkadaşlarla bavullardan çıkarılan yiyecekler tüketilirken, karşılıklı sohbet akşam yemeği saatine dek sürdü.  Akşam yatakhanelere girdik, yatağımız nöbetçi öğrenciler tarafından gösterildi. Yatakhanede karyola yoktu, tahtalardan yapılmış iki katlı ranzalar vardı. Yatağımız yumuşaktı acaba içersin de ne var diye söylendiğimizde pamuktur sözünü duydum. İlk gün yumuşak bir yatakta yatmanın mutluluğu vardı bizde. Sabah erkenden dan, dan /dan diye öten bir ses duydum. Arkadaşlara sordum bu nedir diye.  O’nun adı kampana dediler. Cihaz kamyon kampanasından ibaretti. Yanında kocaman uzunca bir demir çubuk var. Bu çubuğu kampanaya vurdukça çok güçlü ses çıkıyor. Yaklaşık birkaç kilometreden kampananın sesi rahatlıkla duyuluyor. Acele giyindik elimizi yüzümüzü yıkamaya dışarı çıktık. Uzuncu bir borunun iki tarafına katılmış su musluklarından sular akıyor, el yüz yıkaması burada yapılıyordu. Yeni düzene alışacaktık. Gördüklerimiz çoğunlukla ilklerdi. Yemekhane önünde yaklaşım bin öğrenci sınıflara göre sıra olmuştu. Yemekhaneye önce büyük sınıflar alınıyordu. En sonra yemek yemeğe yemekhaneye biz on arkadaş girdik. Tüm masalar dolmuş biz on arkadaş son masanın etrafına dağıldık. Masa ortasında bulunan temiz on adet alüminyum bardaklara yine alüminyum demlik içersin de ki çaydan bize düşenini doldurduk. Çayın şekeri mutfakta  kararlaştırılmıştı. Biz kahvaltımıza yeni başlamıştık ki büyük sınıflar çok tan çaylarını içmişler dışarı çıkıyorlardı. Sabah kahvaltısında bize 300 gramlık ekmeğin dörtte biri düşüyordu.
Yemekhane çıkışı topluca yapımına yeni başlanın bir inşaatın karşısında tek sıra saf dizildik. Üzerinde beyaz giysileri olan bir yönetici düdüğünü öttürerek ustalar öne çıksın dedi. Ustalar dediği kişiler öğrencilerdi. Daha sonra harççılar, gecgereciler, tuğlacılar sözcükleri kullanıldı. Benim gibi küçük olanlar tuğlacılar gurubundaydı. Tahta semerlere doldurduğumuz tuğlaları inşaata ki ustaların yanına taşıyorduk. Öğle tatiline dek tuğla taşıma işimiz sürdü. İlk gün bizi karşılayan tuğla taşıma eylemini yadırgadığımı söyleyemem. İnşaatta kullanılan tuğlalar, kireç, harç gibi malzemeler ham maddeden öğrencilerle kullanılır hale getiriliyordu. Tuğlalar  okula birkaç kilometre uzaklıktaki tuğla ocaklarında imal ediliyordu. Burada öğrenciler çadırda bir hafta on beş gün sıra ile nöbet tutarak tuğla üretiyorlardı  Aramızda bulunan arkadaşların bazıları böyle çalışmaya alışık olmadıkları için  okulu geri kaçarak köylerine dönmüşlerdi Benim köyde aile fertlerinden başka  hiçbir gelir getirecek kaynağım yoktu.Birlikte kaçmayı istediler ancak ben onların görüşlerine katılmadım.Onlar bir hafta sonra ancak köye ulaşabilmişlerdi. Kaçak öğrenci arkadaşlarından birkaç tanesi bir yıl sonra yine okula gelmişlerdi. Tuğla çekim işlemi tamamlanmış, binanın tabanlarına mozaik dökülüyordu Mozaik işlemini gerçekleştirmek öyle kolay değildi. Boyumuz küçük olduğu için bu işe de bizi ayırdılar. Sabun büyüklüğündeki mozaik düzleme taşını saatlerce ıslatılmış beton üzerinde sürüp duruyorduk. Ellerimiz şişmiş tombullaşmıştı. Uzaktan görenler bizim kilo aldığımızı söyleyerek espriler yaparlardı. Mevsimin yaz olduğunu söylemiştim. Enstitü arazisinde bazı sınıflar çalışıyor, çeşitli sebze yetiştiriyorlardı. Yetiştirilen sebzenin başında kabak geliyordu. Mutfakta iki öğün kabak pişiriliyordu. Kısaca biz kabak yemeğinden bıkmıştık. Sorunu kime açmalıydık. Acaba ters bir tepki alır mı idik gibi sözcükleri geçirdik kendi kendimize. Bir arkadaş sorunu müdür babaya götürelim dedi. Nasıl ? A4 dün dörtte biri büyüklüğündeki kağıda ÖĞLE KABAK AKŞAM KABAK MÜDÜR BEY BUNUN BİR ÇARESİNE BAK yazdık. Müdür sabah gelmezden önce kapısına bir iğne ile tutturduk. Sorunumuzu müdüre ulaştırdığımız için sevinçliydik. Ertesi gün sabah toplantısında okul müdürü olayı anlatarak önerinizi okudum çocuklar. Bundan böyle kabak yemeği devam edecek ancak günde bir kez dedi. Kendin yap kendin işlet sonra devret modeli gibi bizde kendimiz yetiştirip kendimiz tüketeceğiz fazlasını da satacağız dedi. Müdür esprimizi çok beğenmiş, hatta sizinle iftihar ediyorum demişti. Devletin o dönemdeki ekonomik durumunu da anlatan okul müdürü, sizler geleceğimizi aydınlatan mumlar olacaksınız, çok zor koşullarda da olsak bu tür bir gelişmeye mecburuz, kalkınma durup dururken olmuyor şeklinde ekonomik durumumuzu açıklamaya çalışmıştı.
Beş yıllık bir dönemde birer kez olmak üzere Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u yakından görerek görüşme olanağım oldu. Okulun Cumhuriyet meydanında toplu halde üçer kişiden oluşan saf bir şekilde dört yandan bir kare biçiminde dizilmiştik meydana. Yücel’i öğrencileri teftiş ederken görmüş oldum. Özel bir giysisi vardı üzerinde. Bizi müşfik bir davranış içersinde incelediğine tanık oldum.
Köy Enstitüsü’nde üçüncü yılımızdı. Kültür çalışmaları dışında tarım ve inşaat çalışmaları sürüyordu. Bizim sınıfa tek katlı  kapladığı  alan yüz metre kareden büyüktü. Okul yönetimi bu binayı bitirdiğinizde yıllık izine gideceksiniz dedi.Bir hafta içinde binanın yapımı tamamlandı. Gerekli sıva işlemi yapılırken okula İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç geldi. Öğretmenler Lokali bitişiğindeki ağaçların gölgesinde  öğle sıcağında okul müdürü Ali Doğan Turan ile birlikte dinleniyorlardı. Mecitözü Kastamonu Gölköy Enstitüsü ne öğrenci gönderiyordu.
Ben gurupta en küçük öğrencilerden birisiydim. Arkadaşları kırmadım. Bana zarar gelse de bu işi yapmalıydım diye geçirdim içimden. Elime aldığım dilekçeyi ceketimin düğmesini iliklemiş olarak uzattım. Tonguç dilekçeyi okurken okul müdürü sarardı, kızardı kendisini şikayet ettiğimi sandı Dilekçeyi Okul müdürüne uzatan Tonguç çocuklar çok haklı izine ayrılsınlar, izin bittiğinde de Akpınar Köy Enstitüsü ne gitsinler. Ben dilekçe verdiğimizde 3.sınıfta idim.4.sınıfta olanlarda vardı. Benim gibi olanlar iki, dördüncü sınıfta olanlar Akpınar da bir yıl öğrenim göreceklerdi. Bizimle birlikte onlarda çok sevindiler
Dostlar!
Köy Enstitüleri’nin ikinci mimarı olan İsmail Hakkı Tonguç’un saptamasına göre bu kurumlar ülkenin nerelerinde kurulmuştu.Kepirtepe  K.E.Lüleburgaz,Arifiye  K.E.Adapazarında,Savaştepe K.E.Balıkesir de,Kızılçullu K.E.İzmir,Ortaklar K.E. Aydın da,Gönen K.E.İsparta da,Aksu.K.E.Antalya da,İvriz K.E.Konya,da Çifteler K.E.Eskişehir de,Gölköy K.E.Kastamonu da,Akpınar K.E.Ladik de,Pamukpınar K.E.Yıldızeli de,PazarörenK.E.Pınarbaşı nda, Hasanoğlan K.E.Ankara da,Düziçi K.E.Adana Bahçe de,Akçadağ K.E.Malatya da,Beşikdüzü, K.E.Vakfıkebir Trabzon da,Cılavuz K.E.Kars da,Pulur K.E.Erzurum da,Dicle K.E.Ergani-Diyarbakır da.Anılan bu kurumlarda Tonguç’a göre 16 bindir.bunların15 bin 400 öğretmen geri kalanlar ise sağlık memuru olmuşlardır.
Saygı değer izleyenler!
Köy Enstitülerinin en büyük sıkıntısını çeken kişi olarak İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç,bu eğitim yuvalarında öğrencilerin hangi becerileri edindiklerini kendi saptamalarından birlikte izleyelim.
En çetin şartlar içinde  Köy Enstitülerinden birini kurup işleten müdür,bin iki yüz den fazla öğrencisi bulunan bu kültür kurumunda yaratılan yeni hayatı şöyle anlatır ”kirizma yapanlar,at,davar.sığır,sürüleri güdenler,hayvanlara bakanlar, sirke, yoğurt, peynir yapanlar, makarna, tarhana, bulgur,turşu hazırlayanlar,araba sürenler,duvar örenler,bina kuranlar,taş yontanlar beton dökenler,sıva sıvayanlar,tuğla pişirenler,kerpiç dökenler,çatı kuranlar,plan çizenler,keşif name tanzim edenler,kooperatif işletenler,demir dövenler,kaynak yapanlar, tahtayı ve çeşitli maddeleri esere çevirenler,bağ dikenler,orman ve bahçe kuranlar,ata,bisiklete binenler,motosiklet,traktör kullananlar,türkü söyleyenler,mandolin,saz çalanlar,okuyanlar,şiir yazanlar,kendi hazırladığı temsili sahneye koyanlar,milli oyunlar oynayanlar,kitap ciltleyenler, resim çekenler,sepet.kazak örenler,resim yapanlar,kazak örenler,resim yapanlar,makine ile çorap işleyenler,iplik bükenler,kumaş,bez,çarşaf,örtü dokuyanlar,çamaşır,elbise dikenler,nakış yapanlar,milli nakışların örneğini alanlar,deri pişirenler,pulluk ve traktörle tarla sürenler, nadas yapanlar,tohum ekenler,orakla,elle,biçer döverle veya orak makinesiyle ekin biçenler, çeşitli aletlerle harman yapanlar  ,mahsulü ambarlara taşıyanlar,yüzlerce hayvanın kışlığını hazırlayanlar,köprü kuranlar,yol yapanlar,kanal açanlar,fizik-kimya-biyoloji,çocuk v iş psikolojisi,ekonomi,kooperatifçilik okuyanlar,ders okutanlar,köy etütleri yazanlar, motor, türbin,değirmen çalıştıranlar,hasta arkadaşlarına bakanlar , kütüphane açanlar,memleket mesele ve davalarını konuşanlar,,radyo dinleyenler,dünya olaylarına dair fikir söyleyenle,kuru toprakların derinliklerinde su arayanlar, kısa söylemek gerekirse bir gaye, bir fikir ve bir duygu içinde toplanmış yüzlerce neşeli,kararlı,azimli, ve aydın delikanlı.
Köy Enstitüleri Cumhuriyet tarihimizin unutulmaz eğitim kurumları olarak beyinlerdeki yerini koruyacaktır. Her geçen gün genişleyen Köy Enstitüleri çemberinden rahatsız olanlar bulunacaktır. Köy Enstitüleri nin kuruluşundan kapanışlarına dek  çeşitli kademelerde görev alan tüm çalışanlara şükran borçlu olduğumuzu belirtirken,ebediyete intikal edenlere Tanrıdan Rahmet dilerken,yaşamlarını sürdüren bozkırın nasırlı ellerin sahibi köy çocuklarına sevgi ve saygılarımı sunarım.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

15

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

HASTALARIMIZIN İLAÇ SORUNU
 
Zaman, zaman sağlık sorunlarımızla ilgili cümlecikler kurduğumu anımsıyorum.İnsan sağlığı en önde gelmektedir,Osmanlı İmparatorluğunun unutulmazlarından olan Kanuni Sultan Süleyman,ömrünün sonlarına yaklaştığı günlerde günümüze dek uzanan”HALK İÇİNDE MUTEBER BİR NESNE YOK DEVLET GİBİ,OLMAYA DEVLET  CİHANDA BİR NEFES SIHHAT GİBİ.”tümceleri ile anılır.Bazı sağlıkla ilgilenen kurumlarda bu tümceleri görmem mümkün.Yıllar önce ilimizde bir eczacı  dostum bu sözü yazmamı istemişti.Eczane  faaliyetini durduruncaya dek o yazı asıldığı yerde insanlara seslenmişti adeta.
Ülkemizde, nüfus artışı sonunda insanlar kırsaldan kentlere zorunlu olarak göç etmek zorunda kalmışlardı.Kırsalda yaşam , yani sağlık sorunu biraz zor çözümleniyordu.Kentlere göç olayının nedenlerinden birisi sağlık sorun değildi elbet. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizde ki sağlık sorunlarının başında SITMA,TRAHOM,VEREM,FİRENGİ geliyordu. Devlet belirtilen hastalıklarla unutulmaz bir mücadeleye girişti. Hastalıkların başında SITMA geliyordu.Sıtmayı kökünden kurutmak için az mücadele edilmedi.Sağlık görevlileri kırsal alanda ev, ev dolaşarak KİNİN adındaki ilacı dağıtıyordu.O dönemin ekonomik, sosyal, kültürel durumunu göz önüne getirdiğimizde mücadelenin ciddiyetini biraz daha iyi anlama olanağı buluruz.
Kentlerde sağlık sorunlarının çözümünde yardımcı olabilecek DİSPANSERLER kuruldu. Halk bu kuruluşlara yardımcı oldu. Çorum un orta bölümünde VEREMLE SAVAŞ    DİSPANSERİ yıllarca azımsanmayacak ölçüde yardımcı oldu. Bu kuruluşun şimdide görev başında olduğunu, bazı sağlık kontrollerini yataklı sağlık kuruluşlarına yakın bir yerde sürdürdüğünü biliyorum. Bu sağlık kuruluşunun neden kentin ortasından uzaklaştırıldığını bir türlü anlamış değilim. Dernek binası yıkıldı. Bu yerde şimdiye dek  çok katlı bir yapıt yükseltilebilirdi.
Geçtiğimiz günlerde sağlık sorunlarının başında İLAÇ konusu ele alınarak ilgililere ve yetkililere uyarıda bulunuldu. Bazı ilaçların, sayıları çoğalmasına karşın eczanelerde bulunmadığına geçtiğimiz hafta bendeniz de tanık oldum. İnsan sağlığının bozulmasına neden olarak en çok üzerinde durulan konu sağlıksız beslenme gelmektedir. Zaman, zaman bu sorunlarla ilgili haberlere yerel ve ulusal basın da yer verildiğini görüyoruz. Ama sağlığımızı olumsuz şekilde etkileyen besin maddelerinin satışı nedense SİGARA gibi önlenememektedir?
Ülkemizde tedavisi uzun süren hastalıklarda belli ilaçların belirli zamanlarda alınmazı zorunlu olmaktadır. Benzeri bir tedavi gören yakınım için geçtiğimiz hafta içinde çalmadığımız kapı kalmadı. Eczaneler, bizde bu ilacı bulmanız mümkün değil, tedavinin yapıldığı sağlık kuruluşu yakının da bu ilaçların bulunabileceğini, ilaç depolarında bakın belki onlarda bulunur dendi. Tedavinin başlama saatine, yani  sürdürülen tedavinin başlama saatine öyle yaklaşılmıştı ki uzakta bulunabilecek bu ilacın hastanın tedavisinin yapıldığı ile ,yada hastaneye ulaştırılması olanaksızdı.
Tanıdıkları,tanıdık olmayan insanları ilaç için rahatsız ediyor,sorunu çözmeye çalışıyorduk.Bir telefonlaşma trafiği başlattım.Yöre illerde ki arkadaşlarımı harekete geçirdim.Çorum da ki eczanelerde ve ilaç depolarında adını daha sonra yazacağım ilaç yoktu.Yöre illerde koşuşturma sürerken,Samsun dan olumlu bir haber aldım.Eczanenin adını ve telefon numarasını Samsun da ki yakınıma ulaştırdım.İlacı bulunduran firma sabaha kadar ilacı bekletebilirim aksi halde yardımcı olamam der. Koşuşturmanın hangi koşullarda yapılabildiğini düşünebiliyor musunuz.Koşuşturma ilacın alınması ile son buldu. Kemoterapi alan hasta ikametinden 200 km. uzakta. Bu hastanın ve bu hasta yakınlarının çektiği sıkıntı ve geçirdikleri bunalımı bilmem anlayabildiniz mi?
Ekonominin her şeyin önüne geçtiği dünyamızda BLE0CİN 20 mg ilacın tedavi alınan hastane yakınındaki ilaç depolarında ve eczanelerde bulundurulması devletimiz için bir sorun olmamalıdır. Olağanüstü hallerde hastaların yani insanların yataklı sağlık kurumlarına ulaştırılması için ambulansların önemi kadar, o kurumda hastanın tedavi olabilmesi için de ilaca ihtiyaç vardır sanıyorum. Son zamanlarda ithal ilaçların depo ve eczanelerde bulunamaması sanırım insanlarımızı ve sağlık çalışanlarını olduğu kadar yöneticilerimizi de olduğunca ilgilendirmektedir.
Sağlık Bakanımızın konu ile ilgileneceğine içtenlikle inanıyorum. Sizinle yeni yılın başında böyle bir yazı ile buluşmak istemezdim; ama ne var ki yaşanan olay düşündürücüdür diyor, okurlarımı ve sorunun gidericilerini saygı ile selamlıyorum.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 16

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ
 
24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle geçmişimize, hele yakın tarihimizde bir gezinti yapmak istedim. Umarım benim bu gezi  me sizde katılır davetime hayır demezsiniz.24 Kasım tarihinde ne olmuştur ki Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.
Konuyu izninizle biraz açalım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan sonra ülkede bazı yeniliklerin yapılması bir kaçınılmazdı. Bugüne dek çok yazıldı çizildi amma yine de yazmak yine de çizmek gerekliliğini bir türlü yaşamımızdan uzaklaştıramıyoruz.
Okulların açılışı günlerinde eğitim ve öğretimle uğraşan yetkililerin ülkede hala okuma-yazmadan mahrum vatandaşlarımızın bulunduğundan söz edilmesi, bazı rakamlar öne çıkarılması doğal olarak görülmektedir. .Bu rakamlar hemen her yıl birbirine yakın şekilde öne çıkarılmakta, hala okur yazar onanından bahsedilmektedir. Yani sorun çözümlenmemiş, yada çözümlenememiştir.
Altı yüz yıllık bir Osmanlı İmparatorluğu döneminde sınırlarımız içersindeki insanlarımıza okuma-yazmayı yüzde elli oranında her nasılsa bir türlü öğretememişiz. Bu gerçeği öncelikle herkesin kabul etmesi gerekir. Okuma-yazmadan mahrum bırakılmış insanlar ülkeleri için he ölçüde yararlı olabilirler. Okur-yazar olmasa da insanımızın ülkeyi savunma da, yada kurtarma da ne ölçüde başarılı oldukları hepimiz tarafından bilinmektedir. Ancak barışta okuma-yazma yanında yenilikleri öğrenmek ve öğretmek sonsuza dek sürecektir.
Değerli okurlarım: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu sırasında görev alan başta Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşlarının bu ulus için neleri göğüsledikleri unutulmaz birer gerçektir. Ulusun bağımsızlığa kavuşturulması sonunda genç cumhuriyetin bir yol haritası yapması kaçınılmaz olmuş, nüfusun büyük çoğunluğunun okuma-yazma becerisine öncelikle ulaştırılabilmesi için Arap Harfleriyle öğretimin yerine Latin Alfabesinin kabulü gerçekleştirilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk yeni harflerin öğretilmesinde kendisi kara tahtanın başına geçerek uygulamayı başlatmıştır. Harf Devrimi dediğimiz bu eylem 1928 yılında gerçekleştirilmiştir. Yani cumhuriyetin kuruluşundan beş yıl sonra. O dönem koşullarını bir göz önüne getirelim. Harf Devrimi kiminle, yada kimlerle ulusun öğrenimine kazandırılacak.
16 Mart 1848 de kurulmuş bulunan Muallim Mektepleri sayı bakımından çok az.Öğretmen Okullarının Harf Devrimini Anadolu insanına kazandırması o günlerde mümkün değildi.Öğretmenler nüfusça kalabalık yerleşim birimlerinde görev alabiliyorlardı.Ülkenin en ücra köşelerine dek ulaşılması için yeni bazı atılımların yapılması gerekiyordu.Ülkenin birkaç yerinde askerliğini onbaşı yada çavuş olarak yapan başarılı askerler için altı aylık kurslar düzenlenmiş,çok sayıda ki bu gençler köylere,bilhassa kendi köylerine yakın yerleşim birimlerinde EĞİTMEN olarak görevlendirilmişler,1932 yılında kurulan HALKEVLERİ ile de geceleri öğrenim verebilecek HALK DERSANELERİ ,17 NİSAN 194O da kurulan KÖY ENSTİTÜLERİ ile kısa sürede ülkenin her yerinde bir okuma-yazma seferberliği gerçekleştirilmiştir. OKUMA-YAZMA SEFERBERLİĞİNDE görev alan o yüzlerce EĞİTMENİN ,binlerce KÖY ENSTİTÜSÜ mezunu köy çocuğu öğretmenlerin hizmetlerini unutmak mümkün mü?
12 Eylül Dönemi sonrasında ki yönetim Atatürk’ün 100.doğum yılı nedeniyle 24 kasım tarihini Öğretmenler Günü olarak kabul etmiştir.O tarihten bu yana kutlanmakta olan her 24 Kasım Öğretmenler Gününde,eğitimin önde gelen mensupları tarafından günün anlamı ile ilgili konuşmalar gerçekleştirilmektedir.
24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle bazı kalemler nedense bir türlü Okuma-Yazma seferberliğinde görev almış EĞİTMENLERİ ve KÖY ENSTİTÜSÜ’nden mezun öğretmenleri unutuyoruz.Eğitmen ve köy enstitüsü mezunu öğretmenlerin bu eylemde ki başarılı hizmetleri zaman geçmiş olsa da, onlardan geride kalan neslin birkaç sözcükle olsun ONARE edilmesi gerekir diye düşünüyorum. 24 Kasım Öğretmenler Günün nedeniyle yılda bir kez olsun hatırlanan elleri öpülesi öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ kutluyor,ebediyete intikal eden tüm eğitimcilerin manevi huzurlarında saygı ile eğilir şükranlarımı sunarım!

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 17

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

YAŞADIKÇA YAŞANANLAR
 
Ladik Akpınar Köy Enstitüsü nde 64 yıldan beri ayakta kalan yapıtlar
Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında neler yapabiliriz düşünü ile gerçekleştirilen en önemli eylem 1928 de yapılan HARF Devrimi’dir.
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Anadolu da yaşayan ve nüfusun yüzde 80. ni oluşturan insanların kısa yoldan aydınlanma sının zorunlu olduğu bilinci ile girişimlerini çok yönlü olarak sürdürürken bazı yerleşim biriminde eğitim çalışmalarını başlatmışlardı. Köy Öğretmeni yetiştirme konusunda model arayışına geçilir bir yandan da yeni bir yasa oluşturma çabası geciktirilmeden 22 Mart 1926 da “Maarif Teşkilatına Dair Kanun”un olanaklarından yararlanarak Erkek Muallim Mektebi ile Köy Muallim Mektepleri açılmış bunlarla beş altı yıl kadar bir eğitim öğretim uygulaması yapılmış, yeterli görülmediği için kapatılmışlardı.
Köy Öğretmeni ihtiyacını gerçekleştirebilmek için 1926 yılında yeni bir proje olan orduda çavuş ve onbaşı rütbesi ile terhis edilmiş köy Gençlerinden yararlanarak köye EĞİTMEN yetiştirme uygulamasına geçilmiş, pratik bir süre olan altı ay sonrasında bu gençler köylere eğitmen olarak atanmışlardır. Eğitmen yetiştiren yerleşim yerleri arasında Eskişehir, Kastamonu illerinin görev aldıkları görülür.Atatürk köy çocuklarının ilköğretimden geçirilmesinin başka yolları da bulunabilir düşünü ile “Köy Enstitüsü” adındaki eğitim ve öğretim kurumlarının deneme çalışmalarına Kızılçullu ve Gölköy de başlatılır.
Deneme çalışmaları sonunda ilköğretmen okullarının yanında birde Köy Enstitülerinin açılması gerçekleştirilir.17 Nisan 1940 da TBMM si 3803 Sayılı kanun ile resmen tescil edilmiş olur. Köy Enstitüsü ne beş yıllık öğrenimden geçmiş ilkokul öğrencileri kabul edilerek, beş yıllık bir öğrenim sonucu buralardan köylere öğretmen yetiştirilmeye başlanır. İlk kez 14 olan Köy Enstitüsü sayısı sonradan 21 e çıkarılmıştır. Köy Enstitülerini yurt ölçeğinde hemen her üç ilde bir görmek mümkündür. Çorum Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü ne bağlanmış, ancak daha sonra Mecitözü ilçesi Ladik Akpınar a alınmıştır. Bu satırların yazarı da üç yılını Gölköy de iki yılını da Akpınar da tamamlayarak 20 yıl mecburi hizmeti onaylamış, öğretmenliğini Çorum ili sınırları içersinde sürdürmüştür. 1945 yılında Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü’nden Samsun-Ladik Akpınar Köy Enstitüsü ne nakil işlemimiz Gölköy e bir inceleme gezisine gelen İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç un bir emri ile gerçekleşmiştir.
1944 yılı depreminden sonra okulun yatakhane ve benzeri gibi ihtiyaçlarını karşılamak için tahta barakalar inşa edilmiştir. Burada öğrenciler inşaat işleri dışında tarımın tüm dallarında çalışmışlar bilgi ve beceriler kazanmışlardır. Geçtiğimiz hafta sonunda gittiğim Samsun dan Çorum’a dönerken 64 yıl sonra Ladik Akpınar Köy Enstitüsü nün bugünkü halini görme isteğimi kırmayan gençlerime sonsuz sevgilerimi ve şükranlarımı sunarım. Hava koşulları hiçte iyi değildi. Yöreye giderken tipili-fırtınalı bölgelerden geçerek ulaştık.
Ladik İlçesi 3 kilometre uzakta görünüyordu. Ladik ilçesine yolculuk yapanlar ilçeye 3 kilometre uzakta yolun sağında bir tabelaya rastlarlar. Bu tabelada AKPINAR 1940 ile Anadolu Öğretmen Lisesi ibarelerini görürler. Ladik e uzanan karayolundan ayrıldıktan birkaç metre sonra “AKPINAR KÖY ENSTİTÜSÜ” sınırlarına girmiş olursunuz. Burada göze hemen bir çeşme ilişmektedir. Bu çeşmeden yıllar önce sayamadığım kadar su içmişimdir. Çeşmenin önünde “BİRİZ” yazısı unutamadığım sözcüklerden birisi olmuştur bu uzun yaşantımda.
Çeşmeye en yakın taş bina kütüphane idi. Halen bu bina dimdik ayakta hizmet vermektedir. Girişte solda yeni binalar inşa edilmiş öğrenciler burada öğrenimlerini sürdürüyorlar. Bir gurup öğrenci kar fırtınası altında yürürken benimle karşılaştılar. Tanıtım yaptıktan sonra görüşlerini aldım. Çok sevindim onlarda çok sevindiler. Bizde bir gün böyle okulumuzu ziyaret eder miyiz diye birbirlerine sorular yönelttiler. İdare binası, dersliklerden bir bölümü; halen ayakta!  Yatakhane olarak kullandığımız tahta barakalar sökülmüş. Hafta başı ve sonlarında tüm öğrenci ve öğretim üyelerinin tören için katılım yaptıkları geniş paket taşlı yol yerinde duruyor. Spor sahası olarak kullandığımız arazinin ortasından karayolu geçirilmiş. Köy Enstitüsü biraz içerde kalmış. Okulun girişinde bulunan BİRİZ çeşmesi halen faal. Bu ad okulun ilk Müdürü Nurettin Biriz dir. Onun döneminde hizmete açıldığı için bu ad verilmiş, ondan sonra okula atanan Enver Kartekin ve Kemal Üstün ile Enver Metinel de çeşmenin yaşatılmasını sürdürmüşler. Kartekin,Üstün ile Metinel i tanıyorum.Onlara ve onlardan sonra Akpınar da görev alan tüm yöneticilere bu adı korudukları için teşekkür ediyorum.Biriz sözcüğü sevilmeyecek bir sözcük mü ki korunmasın.Bugün hep birlik ve beraberlikten yana değilmiyiz. Çabalarımız onun için değil mi?
Köy Enstitülerinden mezun olan köy çocukları yurdun çeşitli yörelerinde öğretmen olarak çalıştılar. Onların diplomalarında 20 yıl mecburi hizmet sözcükleri yer alır. Ülkede 20 yıl mecburi hizmetli kaç kişi bulunmaktadır? Köy Enstitüsü döneminde Akpınar Köy Enstitüsünden 917 köy çocuğu öğretmen olarak mezun olmuştur.
24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısı ile ülkemizde Cumhuriyetin unutulmayan Kuruluşları Köy Enstitüleri ni bir kez daha içtenlikle, bu kuruluşlarda ilk günden son gününe dek görev alan tüm yurtseverleri saygı ile anıyor, ebediyete intikal edenlere Tanrıdan Rahmet diliyorum. Nur içinde yatsınlar.
Saygılarımla.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

   18

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

ANAYASA ÇALIŞMALARI SÜRERKEN
 
            27 Mayıs 1960 da gerçekleştirilen askeri darbe döneminde ilimizin bir köyünde ilkokul öğretmeni olarak görevli idim.
            O yıllarda köylerde beş yıllık bir eğitim öğretim gerçekleştiriliyordu. Çoğu yerleşim biriminde öğretmen beş sınıfın eğitim öğretiminden sorumlu idi.
            Yalnız bir sınıfın eğitimi o yıllarda ancak okul yeni açılmışsa bulunuyordu.
Çoğu kez öğretmen birden çok sınıfla uğraşmak ve onları yetiştirmekle sorumlu idi.  yalnız tek sınıf okutan öğretmen o döneme göre çok şanslı idi. O dönemde köyde görev alan bir eğitimci olarak tek sınıfla uğraşmak bana nasip olmadı. Kısaca öyle bir şans beni bir türlü bulmadı.
            Kırsal alanda görev yüklenmek için yetiştirilen köy çocukları köylerde o yıllarda yeni, yeni görev alıyorlardı. Köyde görev alan öğretmen için okulun hemen bitişiğinde birde lojman bulunuyordu. Öğretmen o günün şartlarına göre modern bir yapıda ikame etmeliydi. Okulların çoğu köylü tarafından yapılmıştı.
            Nüfusun %80 ‘i köylerde yaşıyordu. Köyde ikame eden halk tüketim için ne gerekli ise kendisi üretmek zorunda idi. Kısaca insanlara toprak çok yakındı. Her ürün doğalın sağladığı koşullarda olgunlaşıyordu. Kırsal alanda yaşayan insanımız toprakla uğraşmak zorunda idi. Kırsalda çok toprak sahibi olanlara ağa adı verilmişti. Ağalar köyün genellikle söz sahibi olan kişisi idi. Köyde devletin bir kolu olan muhtar ile öğretmen yasaları uygulamada güçlüklerle karşılaşıyordu. Çoğu yerde muhtar, öğretmen ,imam birlikteliği çok iyi sonuçlar veriyor, o yerleşim biriminde yaşayanlar sorunsuz bir yaşam sürdürüyordu.
            Askeri müdahale sonrası köylere gönderilen bir yazı ile “Köyü Kalkındırma ve Güzelleştirme Dernekleri” oluşturulması istendi. Sanırım bu olay kırsal alanın dernekleştirilmesinde atılmış ilk adımlardan birisiydi.
            Köy sokakları değişik dönemlere göre kişilerce yapılan müdahale ile daraltılmış, kağnı ve araba köy içerisine giremez hale gelmişti. Motorlu taşıtların köylere dek ulaşmasından sonra dar sokaklar kendiliğinden sorun oluyordu. Köylü motorlu taşıtını evinin önüne kadar gelmesini arzuluyor, ancak yolların dar oluşu bu eylemi engelliyordu. Oluşturulan dernekler sanırım ilk hamle olarak köy içi yollarını düzene koymada görev almışlardır.
            Müdahale sonrası köylerin çoğunda muhtarlıklar öğretmenler tarafından yürütülmüştür. Derneklerin kuruluşunda ve işleyişinde öğretmenin en önde görev aldığını görüyoruz. Muhtar, öğretmen, imam üçlüsü deyimi 27 Mayıs Devrimi ile ülke çapında uygulamaya konulmuştur. Muhtarın tek başına yapamadığı çoğu eylem bu birlik sayesinde gerçekleştirilmiştir
Ben müdahale sonrası muhtarlık yapmadım. Yöneticilere muhtarın olumlu çaba içerisinde bulunduğunu bildirdiğimden herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Muhtarla işbirliği içerisinde oluşumuzu köylü günlük hayatında yaşıyordu.
            O dönemde gerçekleştirdiğim dernek sayesinde köyde mera, otlak, sulama sorunu gibi bir sorun yaşanmadı, Meralar eylemlerle genişletildi. Hayvancılığın önü açılmış oldu bir bakıma.
            Kalkınma ve güzelleşme Dernekleri sayesinde köy mezarlıkları bir düzene kondu, mezarlığın etrafı  taş duvar yada dikenli tellerle çevrilerek koruma altına alındı. Mezarlıklarda hayvanların görülmesi olayına son verildi, bu arada mezarlıklar köyün yanı başında birer küçük ormana dönüştürüldü.
            27 Mayıs 1960 ile 9 temmuz 1961 arasında ülkenin akil insanlarından bazıları Milli Birlik Komitesi tarafından görevlendirildi. Anayasa Hazırlama Komisyonunda hemşerimiz Hıfzı Veldet Velidedeoğlu da görev aldı.       
            Anayasa oylaması öncesi Çorum’a gelen Hıfzı Veldet Velidedeoğlu saat kulesi etrafında ki meydanda düzenlenen tanıtım mitinginde uzun bir konuşma yaparak “HALK OYLAMASINA SUNULACAK BU ANAYASA ÇOK MODERN VE ÖZGÜRLÜKLERİN SUNULDUĞU BİR ANAYASA’DIR. BU ANAYAYA’NIN HENÜZ DÜNYADA BİR BENZERİ YOKTUR. BİRAZ MÜREKKEP YALAMIŞ BİR HEMŞERİNİZ OLARAK BU ANAYASA YA BEYAZ OY VERMENİZİ İSTİYORUM” DEMİŞTİ.
            VELİDEDEOĞLU, kendisinin parlamenterlikte gözü bulunmadığını, bir gün öyle bir arzum olursa bana bu meydanı hatırlatmanızı diliyorum dedi. Velidedeoğlu zaman, zaman Çorum’a uğradı. Kendisine senatörlük önerisi götürüldüğünde saat kulesini anımsatmıştı.
            9 Temmuz 1961 de yapılan anayasa oylamasında Çorum 61 anayasasına hayır dedi. Sanırım kırmızı oyların çoğunlukta olmasına en çok Velidedeoğlu üzülmüştü.
            Çorumlu Hıfzı Veldet Velidedeoğlu‘na hizmetlerine karşılık şehir parkına adını vermişti. Genç kuşak parka Yunus Emre adının verilmesini bir gün gündeme getirirse sonuç ne olur diye bir düşünmemiz gerekmez mi.?
            İsim değişikliği çok değişik tepkileri yaratır.1950  ile 1960 yılları arasında dünyaya gelen çocukların adı Menderes iken 60 sonrası  değiştirilmiştir. Bu çeşit eylemler insanlara hiçbir zaman puan kazandırmaz. Yaptığımız bir eylem ömür boyu yakınlarımızı olumsuz etkilememeli diyor, okurlarımı saygılarımla selamlıyorum.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

  19

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

ZİRVE KÖYE 53 YIL SONRA YAPILAN BİR GEZİ
 
Bugün sizinle yine zaman tünelinde bir yolculuk yapacağız. Bir zamanlar sağlığımız el verdikçe ,ya da görev gereği ilimizin doğal güzelliklerini görme fırsatı buldum.1950 li yılları ilk yarısını tamamlayıp ikinci yarıya başladığımız yıllarda kutsal görevimiz olan askerliğimizi yaptık.Kutsal görevimizin ilk altı ayını Ege Bölgesinde,ikinci altı aylık kısmını da Marmara Bölgesinde  tamamladık.
Yaş gurubumuz arkadaşlarla bir araya geldiğimizde genellikle askerlik anıları, ya da hastane anıları anlatılır. İlginç olanları uzun yıllar hafızlarımızdan silinmez.
Geçtiğimiz kış aylarında bir öğrencim ev ziyaretinde bulundu. Eşi ve bir yavrusu ile , yıllar sonra hocasını hatırlayan karı-koca,bu akşam hocamıza gidelim derler.Geç sayılmayan bir saatte kapı zili çaldı.Rahatsızım,bacaklarım çok rahatsız çabuk açamadım için çok üzüldüm. Genç olsaydım hemen birkaç saniyede kapı açılırdı muhakkak. Yalnız olduğumu biliyorlardı. Hocamızla bir kış gecesi değerlendirmesi yapar, anılarımızı tazeleriz demişler ve ziyareti gerçekleştirmişler. Böyle bir ziyarete bir değer biçmek hiçbir zaman mümkün olmaz. Kısaca ziyaretin getirdiği huzur ve güven insan için çok önemli. Öğrencilerimin ikisi de ihtiyarlamışlar,saçları ağarmış her ikisinin de Söz dolaştı durdu benim 1956 Aralık ayından 1957 Mayıs ayına kadar öğretmenlik yaptığım zirvede ki köy Devletoğlan ageldi.öğrencim seninle o zirvede ki köy olan Devletoğlan a önümüzdeki yaz birlikte bir gezinti yapar anılarımızı tazeleriz dediler.Kısaca belirtmek gerekirse ben böyle bir öneriyi hemen olumlu  yanıtladım.Sağlığım izin verirse gideriz birlikte Dedim.Öğrencim Ömer Yüksel,öğretmeni ile yıllar sonra zirvedeki köye gitmeyi bekler oldu.Kısaca ikimizde bekler olduk dersem yanılmış olmam.
Kış mevsiminin öncüsü olan soğukların hemen sonrasında bir Pazar günü kapının zili  saat 12.00 sıralarında çalındı. Gelen öğrencimin oğlu idi. Yukarı çık dediysem de,bekliyorlar dedi. Arkasından da hocam hazırlanın köye gidiyoruz. Kışlık giysilerle donattık kendimizi kısa süre.de aşağıya inerek  araca bindik.Yerleşmemiz bir iki dakika gibi bir zamanımızı aldı. Eskiden araca çabucak biner yolumuza devam ederdik.Vücutta  kan azalır,kaslar yorgun olursa böyle oluyor.Beklettiğim için üzgün olduğumu birkaç kelime ile belirttikten sonra aracımız zirveye doğru yol almaya başladı.Kaymakçı yokuşu kısa sürede geçildi.Çorum-Merzifon-Amasya yada Çorum –Amasya yolu da diyebiliriz.Uzun yıllardır trafik kazalarının meydana geldiği Çorum-Mecitözü-Amasya,yada Çorum-Merzifon-Amasya  Kavşağı da diyebiliriz.
Gazeteci olunca insan biraz kavşakları başka türlü de yorumlayabiliyor. Kavşaklar bazen yolcularını yanıltabiliyor. Yanılanlar arsında komşu illerin valili de oluyor.
Bakanlarımız genellikle Karadeniz Bölgesi illerine giderken bu kavşağı kullanırlardı. Tarihini hatırlamam mümkün değil amma, olay henüz bugün ki gibi beynimde saklı diyebilirim: Bakan Ankara’dan Amasya’ya gidecek Yukarda belirttiğim iki güzergahın hangisini kullanacak?
Güvenlik açısından her iki güzergahta da tedbir alınması gerekiyor. Amasya Valisi, Bakanın Merzifon üzerinden Amasya ya geleceğini tahmin ediyor ve Merzifon a doğru yola çıkıyor. Merzifon a bir ki kilometre kala, yapılan bir anonsla bakanın Mecitözü üzerinden Amasya ya gideceği belirtiliyor. Sayın Vali hemen dönüş yapıyor. Geri döndükten sonra Amasya-Mecitözü karayoluna hızla devam ediyor. Bunu neden anlatma hissettiğimi belki vurgulamayı istediğim nedeni kolay bulasınız düşünü ile kaleme alınmıştır. Bakan Amasya ya çok yakın bir yerde karşılanabiliyor. Bir yurttaş olarak oluşan görüntüleri bir kere değerlendirmeye tabi tuttuğunuzda bir zaman kaybına uğrandığını, ekonomik kayıp, karşılamaya yetişememe heyecanı. Olay giden içinde , karşılayan içinde bir sorun haline geliyor. Kavşakta ki düzenleme çok güzel olmuş, artık, sanırım alt ve üst geçişler oldukça burada trafik kazası olmaz, canlar yitirilmez diye düşünüyorum. Kavşağın tüm güzergah yolcularına hayırlı olsun diyorum. Kavşağın Çorum a uzaklığı 14 ya da15 km kadar. Trafik bu yörede çok rahatlamış bir durumda.
Kavşaktan Mecitözü ne doğru alırken Elvançelebi Beldesinden geçtik. Beldenin yol güzergahı tarafındaki konutların bakımı iç açıcı değildi. Evlerin önünde traktörler,binek araçları bulunuyordu.Konutlara biraz onarım için harcama yapılabilir,görüntü güzelleştirilebilirdi diye düşünüyorum.Elbette o konutların sahipleri de güzel bir binada oturmak isterler amma,ekonomi onları ancak bu kadar ayakta tutabiliyor sanırım.
Ana yoldan Söğütyolu köy yoluna sapıyoruz. Burada da traktörlerle, binek araçları  var.Duvarlar beyaz.Eldeki olanaklarla konutlar güzelleştirilmeye çalışılmış.Köyün  pek göç vermediği izlemini verdi bize.Traktörlerle bazı köylünün yol boyundaki tarlalarda ekim yapışları bizi sevindirmedi değil.Fırsatı iyi değerlendirmesini biliyorlardı.Köy içersinden geçerken öğrencime  burada Talat Doğan diye bir eğitmen bulunduğunu bu eğitmenin  Harf Devrimi sonrasında okuma-yazma seferberliğinde  büyük yükleri omuzladığını.halkında onu unutmadıklarını seziyorum dedim. Öğrenciminde benden daha çok övgü dolu sözler kullanması beni olduğunca memnun etti.
Her yıl 24 kasımda kutlanan Öğretmenler Gününde eğitmenlerin de öğretmenler gibi  Harf Devriminde görev aldıklarını dikkate alınmaması  konusu beni olduğunca etkilemektedir dedim.Onlarında bugüne ulaşılmasında büyük görevleri olmuştur.Vefa borçlu olduğumuzu unutmamamız gerekir diye düşünüyorum.  Harf Devrimi ile Eğitmenlerin yükümledikleri görevleri konuşurken aracımız Devletoğlan Köyüne girmişti bile.Öğrencim Yüksel,eski okulun yerini gösterdi.Yeni okul biraz daha uzak bir yerde yapılmış.
Köy meydanı gibi bir yerde aracımız durdu.Etrafımızı alan yurttaşlar hoş geldiniz sözcüğünden sonra birbirlerine  bunlar kim,köye neden gelmişler,ne istiyorlar gibi sözlerle birbirlerinin sezintilerini belirtiyorlardı.Küçük yerleşim birimlerinde köye gelip gidenler geriden yada uzaktan sorgulanmaktan kurtulmazlar.Köye giden kendi kimliğini önce tanıtacak,daha sonra onlardan yaşantıları  ile ilgili bilgi alabilecek..Sana güvenmez ise köylü sorununu hiç dile getirmez.Köylüler.sözünde durmayan insanları hiç sevmez dersem sanırım yanılmış olmam.
53 yıl önce bu köyde beş ay öğretmenlik yaptığımı, beni buraya  bir öğrencimin getirdiğini, onunda benim gibi emekli olduğunu, anılarımızı tazelemek için geldiğimizi anlattım. Benim öğretmenlik dönemimde  buraya çok kar yağıyordu.Şimdi öyle yağış oluyor mu diye sorduğumda yurttaşın “eskisi gibi buralara kar yağmıyor.Obruk Barajı  tamamlandıktan sonra  yörede iklimlerin değişime uğramaya başladığını,yağan karın çok kısa zamanda eridiğini görüyoruz” dedi.
Devletoğlan Köyünün de çok göç vermediğini,Çorum ve yöresine göçenlerin köyle olan bağlarını koparmadıklarını köye gelerek tarıma devam ettiklerini söylediler.Yol kenarlarında modern tarım araçlarını görünce Devletoğlan Köyü halkının bundan sonra daha çok gelir sağlayacak türde tarıma önem vereceklerini öğrenince  sevincim biraz daha arttı.
Aracımızın etrafındaki yurttaşlardan izin isteyerek orman kenarında  ki bir çeşme yada pınar diyelim.O na yakın yerde bulunan fındık ağacı gölgesinde çayımızı yudumlarken.piknikçilerin bu güzel yerleşim birimine uğramalarının kesilmeyeceğini,köy kenarındaki çam ve meşe ormanının köye ayrı bir güzellik verdiğini  söylemeden geçemeyeceğimi anımsatmak isterim.
Zirvenin hemen yamacında yapılan pikniğin başka bir yanının bulunduğunu hissetmemenin mümkün olmayacağını anımsatmak gerekir diye düşünüyorum. Devletoğlan Köyü Çorum un en yüksek yerleşim birimlerinden birisi. Kırklar Tepesinin hemen yamacında.Çam ve meşe ormanları insana öyle bir ferahlık veriyor ki anlatması çok zor.Hafif bir rüzgarın çıkardığı hışırtı kulaklara öyle bir güzellikle kıvrılarak uzanıyor ki ,kulak zarı sanki insana bu değişik sesi devamlı duymak isterim diyor gibi kendi  kendine  mırıldanıyor.
Çam ve Meşe ormanlarının güzel korunduğunu görmek beni ayrıca  sevindirdi.Sakın Kesme  “SAKIN KESME YAŞ AĞACA BALTA VURAN EL ONMAZ” sözü burada önemli bir etki göstermiş,Ormanın içersinde rahat yürüyüş yapamazsınız.Her yanı irili ufaklı ağaçlarla donanmış bir orman.Yöre köylerini ve Devletoğlanlıları kutlamak gerekir diye düşünüyorum. Kırklar Tepesinin yamacından ayrılıyoruz. Dönüş yolculuğunu Fakıahmet köyünden geçerek yapmak istedim.Burada AB projelerinden birinin uygulandığını duymuştum.Buraya kadar gelmişken birde yeni Fakıahmet Köyünü görelim dedim.Köye yaklaşırken konutların yükseldiğini gördüm.Gerçekten  Fakıahmet liler çok akıllı davranmışlar. Onları kutlamak lazım.Yolculuğumuz sürüyor,çam ormanları,meşe ormanları öyle bir güzellik vermiş ki güzergaha.Aracı olanların bu güzergahta bir yolculuk yapmalarını salık veririm. Fakıahmet Köyünden araçtan inmeden ilerliyoruz.Bu köyü Devletoğlan da öğretmenken bir kez 1957 mayıs ayında görmüştüm.Evler tek katlı.Yıpranmış kerpiç duvarlardan ibaret olan bir yerleşim yeriydi.Şimdiki çehresi çok değişik. Aracımız her iki yanı ormanla kaplı yolda ilerlerken, Hıdırlık Köyü Göletinin yanından geçiyoruz.Piknik için gölet kenarında çadırlar kurulmuştu.İnsanlar göletin ve etrafındaki temiz orman havasını almak için nelere katlanıyorlar demekten kendimizi alamadık. Mecitözü üzerinden Çorum’a döndük. Yolculuğumuz bir saat sürdü. Güzellikleri görmek unutulur cinsinden değil.
Yıllar önce bir şairimiz şöyle demişti.
ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA
O KÖY BİZİM KÖYÜMÜDÜR.
GİTMESEKTE;GÖRMESEKTE
O KÖY BİZİM KÖYÜMÜZDÜR.
Çok güzel bir dörtlük. Sanırım bu dörtlük bize çok şey anlatıyor. Okurlarımın bu dörtlüğü kendilerine göre yorumlayacaklarını umuyor beni sabırla dinledikleri için onlara saygılar sunuyorum.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

  20

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

BİRDE SEÇİM BARAJIMIZ VAR

 

Yazılı ve görsel yayın organlarının son yıllarda kutup bölgesinde bulunan buz dağlarının inanılmaz bir şekilde erimeye başladığı, bu olgunun yer kürede hava koşullarının değişimine neden olacağı belirtiliyordu. Bilim dalı ile ilgilenen insanların düşün ve görüşleri her nedense insanımızın pek ilgisini çekmiyor. Biz yer küredeki meteorolojik değişimleri ancak yaşadıkça öğrenmeyi tercih ediyoruz.
Üç çeyrek yüzyılı geçen bir ömür içersinde dünyanın yağmur yağışını görmemiş ya da yaşamamış bölgelerinde geçtiğimiz yıl felaketle sonuçlanın yağışların oluşması yöre insanlarını ve dünyayı şaşkınlığa çevirdi. Orta Anadolu Bölgesinde Ocak ayında gök gürültüsü sesinin şimdiye dek duyulmamış olmasının verdiği bir alışkanlığın, yağmur yağışı öncesi duyulan gök gürültüsü sesleri duyanları olduğunca etkilemiştir.
Geçtiğimiz yılın son aylarında Çorum un zirve köylerinden birisine 53 yıl aradan sonra yaptığım bir geziyi ve anılarımı aktarmıştım. Bu zirve köy halkı meteorolojik olayların her yıl değişime uğrama nedenlerini çok kısa olarak il sınırları içersinde ve yörede yapılan barajların su toplamasından kaynaklandığını, önümüzdeki yıllarda değişimi daha çok görebileceklerini belirtmişlerdi.
Geçmişten günümüze taşınan çok güzel öğütler vardır. Baba, ihtiyarlamış hatta ölümcül bir yatağa düştüğünü görünce tek oğluna seslenerek “Bak oğlum ben yakında bu dünyadan göç edeceğe benziyorum. Sen daha çok küçüksün geçimini sağlamada acemisin.Ben dünyamı değiştirince yapacağın ilk iş komşu amcana her sabah bir göz atacaksın. O tarlaya gidiyorsa sende gideceksin, evden ellerinde çapa ile çıkarlarca sende çapayı alıp bahçeye gidip ekilenleri çapalayacaksın”.
Babanın çok kısa ve öz örnek öğüdü bana göre yurdumuzun çoğu yerleşim biriminde uygulanmakta, teknolojideki değişim ve gelişmelerden bir türlü yararlanmaya ayak uyduramayışımız sonucudur ki bir felaket sonrası suçu hemen bir başkasına yükleriz. Asıl suçlu biziz başkası değil. Bu topraklar üzerinde yaşayanların bir vatandaşlığı, bir yurttaşlığı bulunduğunu, yirmi birinci yüzyıla gelmişiz hala okur-yazarlıkla uğraşıyoruz. Şu okur-yazarlık konusunu ne zaman bitireceğiz? Bana göre, asıl sorunumuz eğitimde insanımıza biraz ilgisiz oluşumuzdan kaynaklanıyor. Bencillik bizi bazı gelişmelerde olduğunca etkiliyor. Bilim adamlarının uyarılarına artık uymamız gerektiğini bilmeliyiz. Hava raporları hemen her gün en çok üzerinde durulan bültenleri oluşturuyor. Radyo ve televizyon yayınlarında oluşacak durumlarla ilgili bilgiler yüzde olarak ellinin üzerinde doğruluk kazanmış durumdadır.
1970 li yılların ikinci yarısında o dönemde adı Yeşilköy Meteoroloji istasyonuna Milliyet Gazetesi muhabiri olarak gitmiş, hava durumlarını gösteren haritalar üzerinde verilen bilgilere tanık olmuştum. O zaman uzayda Londra ile Hindistan arasında ki mesafedeki hava oluşumunu bir kareden büyütülerek hareket edildiğini görünce çok etkilenmiştim. Bir karelik fotoğraf için devletin ödediği ücreti de öğrenmek istemiştik, ancak ilgili bunu ilerde öğrenmeniz mümkün diyerek sorumuzu yanıtlamıştı.
Geçen gün bir yerel gazetede çayımı yudumlarken, konuşurken kulağıma Çorum da ki barajların hava değişimine neden olduğu, artık çok soğuk bir iklimin geçmişte kaldığı belirtilirken ikinci bir espri kulağımı tırmaladı. Nedir o diye sorduğumda “BİRDE SEÇİM BARAJIMIZ VAR” dendi. Doğrusunu isterseniz bu espriye şapka çıkarılır.
Anadolu ya ve Anadolu insanına bakışımız artık değişmelidir diye düşünüyor okurlarımı saygılarla selamlıyorum.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 21

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

ENSTİTÜLERİ”
 
Bugün 17 Nisan 2010.günümüzden tam yetmiş yıl önce TBMM de kabul edilen bir kanunla halk ile kentliler arasındaki bozuk dengeyi eşitlemek için Köy Enstitüleri adı altında yeni bir Eğitim ve Öğretim Kurumu kurulmuştur.
Milli Eğitim Bakanı  Saffet Arıkan  döneminde yani 1936 yılında köy halkına pratik bilgi vermek amacı ile köy eğitmeni projesinin uygulanmasına başlanır.Askerliğini onbaşı yada çavuş olarak yapan gençler,Tarım Bakanlığı”nın işbirliği le ,modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliği “nde bir süre eğitildikten sonra köylere gönderilir.Amaç,köye hem bir öğretmen hemde  modern tarım araçları ve yöntemlerini sağlamak.Uygulama umulanın üzerinde başarılı olmuştur.Uygulama için gerekli olan bütçe olanakları yeterli olmasa da,projenin sağladığı üretim olanakları uygulamayı olumlu yönde sürüklemektedir.
İsmail Hakkı TONGUÇ yönetiminde başlatılan uygulama olumlu gelişme gösterince 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi geliştirildi. Kırsal kesime uygulanan bu eğitim projesi daha sonra KÖY ENSTİTÜLERİ için uygun koşullar yaratmıştır.
Milli Eğitim Bakanı  Hasan Ali Yücel TBMM de yaptığı  konuşmada,Köy Enstitülerinin özelliğini,diğerlerinden bazı farklılıklarının bulunduğunu vurgulayarak “Biz bu müesseselere köy öğretmen okulu demedik.Çünkü evvelce bu isimde müesseseler vardı.Bunları yani Köy Enstitüleri ni onlara bağlamak istemedik.”Yasa karşıtları Köy Enstitüleri ni kentten uzak kalmış yeni bir sınıf yaratacağı konusunda kuşkularını belirtmişlerdir.Bakan Yücel iddiaların hayalden ibaret olduğunu,enstitülerin genellikle kent yakınlarında kurulacağını ,uygulamanın sonunda karşıt görüş sahipleri yanıldıklarını anlayacaklardır.”demiştir.Bir iş okulu olması nedeniyle köylünün emeğinin uygulama ile sömürüleceğini belirten karşıtlarla mücadelede başarı gösteren Yücel,15 yıl gibi bir süre içersinde Türkiye de ki öğretmen açığının kapatılacağını ,eğitim ve öğretimde yeni bir hamlenin yapılması gerektiğini ısrarla vurgulamış ve 17 Nisan 1940 da tasarı yasalaşmıştır.
Köy Enstitüleri geniş  arazi üzerinde kurulmaya başlamış, köye öğretmen yetiştiren  bu müesseselerin kuruluşunda köy çocukları çok büyük görevler üstlenmişlerdir.Devletin bu eğitim ve öğretim yuvalarını kendi olanakları ile tamamlaması mümkün değildir.Öğrenciler çeşitli iş dallarında  fiziki gelişimine göre görev almışlardır.Yeni yapılacak olan bir yatakhane yada derslik için gerekli olan,kireç,tuğla,kiremit,kapı,pencere üretimi usta öğreticilerle birlikte öğrencilerce  üretilmiştir.Enstitüye yakın bir yerde kiralanan yeterli bir alanda tuğla üretimi gerçekleştirilmiştir.
Kireç yapımı  için önce taş ocaklarından taş sökme,sökülen taşların fırınlarda yakılması daha sonra söndürülmesi olayı kimya dersi için en güzel  bir deney olmuştur.Köy Enstitüleri nde öğretmen adayları kültür derleri yanında çeşitli iş dallarında görev alarak  okulda kullanacakları barınakları kendileri yaparak,devlete önemli ölçüde  mali destek sağlamıştır.
Yurdun çeşitli yörelerinde kurularak sayıları artan köy enstitüleri çevresinde ki köylerde ufakta olsa derslikler inşa etmişlerdir.Bazı yerleşim birimlerinde öğretmen lojmanları yapılmıştır.Enstitüler yalnız kendi sahası içinde değil yörede de sosyal yardım çalışmalarını üstlenmiştir.Meydana gelen depremlerde ise acilen yöreye yardım ekipleri gönderilerek tahta barakalar yaparak deprem zedeleri barınaklara kavuşturmuşlardır.Yardımlaşma Köy Enstitüleri arasında da  gerçekleştirilmiş,köye dönecek öğretmenin karşılaşacağı sorunları kendi kendine çözümlemesi becerisine ulaşması sağlanmıştır.
1942-1943 Öğretim Yılında Köy Enstitülerine öğretmen,bölge okullarına yönetici,gezici başöğretmen,İlköğretim Müfettişi  yetiştirmek için Hasanoğlan Köy Enstitüsünde Yüksek Köy Enstitüsü kurulmuştur.
Zamanla sayıları  21 e yükselen Köy Enstitülerinden  1944 den itibaren yılda  2000 öğretmen  mezun etmeye başlamıştır..  . Köylere gönderilen öğretmene tarım araç ve gereçleri ile üretimden yararlanmak üzere,bağ,bahçe ve bir miktar tarla verilmiş,okulların bitişiğinde uygulama bahçeleri oluşturulmuştur.Öğretmenin okuldaki iş bölümüne göre mezun olduktan sonra  kullanması için marangoz yada demirci için gerekli körük,örs gibi araçlar sağlanmıştır.Kültür derslerinde yararlanması için öğretmene,mezun olurken belli oranda kitap,ansiklopedi de sağlanmıştır.Bunan yanında beşinci yıl tamamlanmadan öğrenciler trenle diğer bölgelere düzenlenen gezilerle komşu yöreler hakkında bilgi sahibi yapılıyorlardı.
Köy Enstitüleri modeli daha başında iken ülkeye bu kurumlar 16400 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen yetiştirmiş olmasına karşın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ,karşıtları tarafından  mecliste zaman ,zaman topa tutulmuştur.
1928 de ki Harf Devrimi,Köy Enstitülerinin verdiği mezunlarla kırsal alanda başlatılan okuma-yazma seferberliği kısa sürede ülkede okur-yazar insan sayısının armasını sağlamıştır.Bu alanda köy eğitmenleri ile köyden yetişen öğretmenlerin kırsal alanda açtıkları halk dershaneleri ile yeni yönetime umulandan çok katkı sağlamıştır.
Köy çocuklarının beş yıl gibi bir süre içinde öğretmen olmaları kentlerde yaşayanların ilgisini çekmiş,önce yalnız köy ilkokulundan mezun olan çocukların alındığı okullara,sonradan  köy ilkokulundan diploma alanların yararlanması sağlanmış,böylece köy çocuklarının kontenjanlarına ortak olunmuştur.
Ülkede çok partili hayata geçiş,Köy Enstitülerini  karalama ile başlamış,adeta karşı tarafta etkili olabilmek için bu eğitim yuvaları akıl almaz suçlamalarla karşı karşıya kalmış,dönemin yazılı basını ise kentsel alandaki vatandaşları Köy  Enstitüleri gerçeği konusunda yeterince bilgilendirememiştir.
14 Mayıs 1950 de yapılan milletvekili seçimleri sonucu  Demokrat Parti  iktidar olmuş,ilk meclis toplantısında Atatürk Devrimlerinin yara aldığı gözlenmiş,.Okulları kapatacağız propagandasının sağladığı başarı sonrasında Köy Enstitüleri dönemi kapanmıştır.Birkaç dakikalık bir zaman tüketimi sonrasında sanırım Köy Enstitüleri nin başarıları konusunda  azda olsa bir bilgi sahibi oldunuz.
Kırsal alanda yaşayan biri olarak bende Köy Enstitüsünde beş yıllık bir Eğitim ve Öğretime tabi tutularak 1947 yılında kırsal alanda öğretmenliğe başladım. Köy Enstitüleri olmasa idi benimde bir eğitimci olmam mümkün değildi.20 bin dolayındaki köy çocuğunun Köy Enstitüleri sayesinde Türk Eğitim emekçileri ordusuna katılması bir başarıdır.
Sözlerimi bağlamadan bir konuya değinmek istiyorum.Köy Enstitülerinin kuruluş döneminde Çorum”a gelerek incelemelerde bulunan İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı TONGUÇ, Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsünde ilk Çorumlu öğrenciler kadrosunu oluşturmuştur.Enstitünün ilk mezunlarından olan Şakir Demir Mecitözü”nün Kışlacık Köyünde üç yıl öğretmenlik yaptıktan sonra Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne alınmış, Hacı Uçak yine Mecitözü nün Çıkrık Köyünde görev almış,yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak  çok genç yaşta yaşamını yitirmiştir.
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç un Çorumdaki bir eğitim kurumuna adının verilmesi geçte olsa bir vefa borcudur diye düşünüyorum Okurlarıma saygılar sunuyorum.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 22

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

TEKNOLOJİYE  NEDEN  AYAK  UYDURAMIYORUZ?
 
Günümüzün kuşağı her nedense gelişen teknolojiye rağmen bürokrasiden vatandaşı kurtaramıyor yada kurtarmak istemiyor.Bu sorumuza bürokrasinin her kademesinde görev alanlar  yanıt verebilirler.Belki ufak gibi gözükse de banim.yaşımdakiler için büyük bir sorundur.
Hemen her konutta sabit başta olmak üzere çoğunlukla cep telefonu bulunmaktadır.Cep telefonlar için düşünmüyorum amma sabit telefonlara değinmeden edemeyeceğim.
Hemen her ay muntazam elimize ulaşan sabit telefon faturaları şimdi bizi terk ettiler.Biz ,yani sabit telefon aboneleri bundan böyle sabit telefon faturasından mahrum bırakıldık.Hani eskilerin bir deyimi hemen buracıkta aklıma geldi.Nedir diye belki merak edersiniz.”İPİN UCU KİMİN ELİNDE İSE” deyimi çok geniş bir açılımı gerektirir.Ben açılım için okurlarımı kendi düşünleri ile baş başa bırakmayı yeğliyorum.
Abone olurken yani bir sabit telefona kavuşurken 39 yıl önce PTT ile bir sözleşme yaparak sözleşmenin altına bir imza attık.Tabi bu sözleşme şimdi  kurumun elinde olmalı,eğer yok ise kurum kendine göre yorumladığı bir sözleşmeyi imzalaması için abonmanına imzalatması gerekmez mi.Hani eskiler   yazılı sözleşmeleri değerlendirirken “SÖZÜM SENET EFENDİ” deyimini kullanırlardı.Belki o dönemde böyle bir deyim etkili yada tepkili olabiliyordu amma günümüzde geçmişte ki uygulamalara bir sünger çekildiğine tanık oluyoruz.Aklımda kaldığına göre sözleşmede kiminle yada nere ile görüşme yaptığım,görüşmenin kaç dakika yada saniye sürdüğünü belirten açıklamalar vardı.Bunların tümü yok olmuş,sözleşmelerde sorumluluk yalnızca abonmana yüklenmiş,kurumun sorumluluğu ortadan kaldırılmış.İşte onun için diyorum ki :İpi ve teli elinde bulunduran kişi yada kuruluş istediği gibi abonmanından yazılı bir belge almadan onun haklarını eylemi ile ortadan kaldırabilir mi?Kurum bu yetkiyi nereden ve nasıl alabiliyor diye bir soru yöneltmek gerekiyor.Hani biz bir hukuk devleti idik.Kişinin hukuku nerede kaldı.Aklımıza geldiği gibi işlem yapmaya başlarsak  yolculuğu birlikte ne kadar sürdürebiliriz.?
Koyu biraz dağıtmaya başladık,ininizle tekrar başa dönmek istiyorum.Eski adı ile PTT’nin dağıtım bölümünde çalışan bir görevli zarfı bana uzatırken,hocam kapı numaranı değiştir,yoksa zarflar yada yazılar eline zamanında gelmez mağdur olursun dedi.Görevlinin uyarısına uyarak ilgili kuruma giderek ilgi memura kapı numaram değişti,onu düzeltmek için sizi rahatsız ediyorum dedim.Görevli kişi bana senin söylemenle kapı numarasını düzeltemeyiz.Düzeltmemiz için sizin BELEDİYE DEN kapı numaralarının değiştirildiğini gösteren bir belgeyi bize ulaştırman gerekiyor dedi. Bakın bana bu yaşta ne gibi görevler yükleniyor.38 yıl bana ikamet görevi yapan konutumun numarası bulunduğum sokakta bir arsanın hala arsa olarak kalması  ve buraya bir numara vermek için bulunduğum sokaktaki tüm kapı numaraları değişti. Bu konutlarda oturan yurttaşlar hemen her gün aynı sorunu yaşıyorlar.Bir gurup görevli  konutlara yeni numara verirken kendilerine çok sayıda yurttaşın mağdur olacağını,halbuki halen arsa olan yere bir BİLA NO verilmesiyle sorunun çözümleneceğini 38 yıllık haberleşmeye yeniden başlamanın zor olacağını anlattım ancak verilen emri yerine getirdiklerini söylediler.Bence yapacak bir eylem kalmamıştı
Saygı değer okurlarım,
Açılım yaptığımız iki konu  kişisel gibi görünse de aslında toplumsal bir konudur..
Yetkililer, bürokrasiyi azalttıklarını iddia ederken görevliler yapılan açıklamaları ya duymazdan geliyorlar, yada vatandaşa biraz asfaltta yürü diyorlar. Ben kısaca böyle bir yorum yapabiliyorum.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 23

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

KENTLER GİDEREK YAŞANMAZ HALE GELİYOR
 
        Kentler giderek yaşanmaz hale geliyor başlığı ile moralinizi etkilemek istemem. Şimdi kendi kendimizi bazı soruların yanıtlarını vermek için zorlamayalım. çok uzağa gitmemize  gerek yok. Dünyaya olarak gittiğimiz iş yerimize bugün ne ile gidiyoruz? Elbette kendimize ait olan bir oto ile. Kentin iki ana caddesinden geçip iş yerimize gidecek isek kaç dakikamızı almaktadır. Konutumuz ile iş yerimiz arasında ki uzaklığı sanırım saptamışızdır. Eğer bugüne dek saptamamış isek, saptamanızı öneririm. İkametten iş yerine olan uzaklığı kaç dakikada aldığımızı hesaplamamız gerekir en azından. Bizi bekleyen müşterilerimizin olacağını aklımızdan hiç çıkarmamalıyız. Mademki bir iş yerimiz vardır, öyleyse  bizim belli saatlerden belirlenmiş bir saate kadar iş yerimizde bulunmamız gerekmektedir. Eğer zamanında ikametten çıkıp iş yerimize ulaşırsak kendimize  ve karşımızdakilere saygınlığımız artar. Ama bunun tersini düşünür ve uygularsak bir gün kapımızı açan insanların sayısında önemli bir azalma olduğunu ister istemez fark ederiz. Sanırım bu değişikliği hiç birimiz arzu etmeyiz.
İş yeri bizim ekmek kapımızdır. O kapıyı her zamankinden daha çok korumalıyız, yada kollamalıyız diye düşünüyorum. Bugün bir iş yerine sahip olamayan binlerce  hatta milyonlarca insan vardır. O insanlarda bizim gibi kutsal görevimiz olan askerliklerini ifa etmiş kişilerdir. Devlete  karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmektedirler. Ama ne var ki bu ülkede yaşayan büyük bir bölüm insan işsizdir. Sabahın erken saatinden akşamın geç saatine dek gücüne göre bir şeyler yapmaya çalışan insanların gayreti hepimiz de neden olamamaktadır. Neden bu ülkenin nimetlerinden paylaşım yaparken yalnız kendimizi düşünürüz? Paylaşımı arzu etsek de bir türlü eyleme geçemeyişimizin bin değerlendirmesini yapamıyoruz belki.
Acılar, tatlı günler neden hepimizi etkilememektedir. Tatlı günleri paylaşımda gösterdiğimiz birlikteliği acıları paylaşmada neden gösteremiyoruz? Biraz olsun kendimizi sorgulayamıyoruz. Her nedense bize öyle bir duygu ve düşünce  beynimizde yer almamıştır. Acıları paylaşmada biraz uzaktan bakmayı tercih etmiyor muyuz?  
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın demiyor muyuz? Tehlike bize doğru yaklaştığında ise sesimizi duyurmak istemiyor muyuz?  Güzellikleri yaşamak için nelere katlandığımızı bir hatırlayalım. Hatırlayalım ki geleceğimize bir  çeki düzen verelim. Gelecekte rahat bir düzen içersin de yaşayabilmek biraz da bizim elimizde değil mi? Eğer bugün bir şeylerden mahrum bırakılmış isek, bunda  bizim eylemimizi sorgulamamız gerekmez mi?
Kutsal askerlik görevimiz dışında bazı kutsal görevlerimizin de olduğunu, onları kullanmada neden yeterince eylemde bulunamıyoruz. Paylaşım derken iyileri kötüleri, güzellikleri çirkinlikleri birlikte paylaşamıyoruz. Neden güzelliklerin yalnız ve yalnız bizim için olmasını arzuluyoruz. Bu eylemimizi sorgulamak hiç içimizden geçmiyor mu? Karşılaştığımız bir zorluğu yalnız yok edemediğimiz zaman birlikteliği hemen aklımıza getiriyoruz? Aynı havayı teneffüs ettiğimiz ülkemizde nimetlerin paylaşımında  neden yalnız kendimizi düşünüyoruz.
Her yanı ayrı bir güzelliklerle donatılmış ülkemizin üzerinde geçmişte çok kara günlerin yaşandığını neden unutuyoruz. Bu günlere gelirken  verdiğimiz ölüm-kalım savaşını neden unutuyoruz. Bugün ki sınırlarımızı çizebilmek için hainlere verdiğimiz dersleri gelecek kuşağa da yansıtmamız gerekmez mi? Gelecek için atacağımız her kişisel adımımızda kendimizi sorgulamamız gerekmez mi?
Bugün iş yerimize giderken kendimizde bir öz güven duyabiliyor muyuz.Böyle bir ortamın  oluşmasında bizim bir katkımız olup olmadığını değerlendirmeye ,sorgulamaya alıyor muyuz. Kısaca kendimizi  geleceğimiz için bazı eylemler için hazırlıyor muyuz.Yoksa kapı aralığından izlemeyi mi tercih ediyoruz. Sanırım beğenmediğimiz eylemlerin bizim hal ve hareketlerimizden kaynaklandığının bilincine varmak gerekir diye düşünüyorum. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın demiyor muyuz? Tehlike bize doğru yaklaştığında ise sesimizi duyurmak istemiyor muyuz? Güzellikleri yaşamak için nelere katlandığımızı bir hatırlayalım. Hatırlayalım ki geleceğimize bir  çeki düzen verelim. Gelecekte rahat bir düzen içersinde yaşayabilmek biraz da bizim elimizde değil mi? Eğer bugün bir şeylerden mahrum bırakılmış isek, bunda  bizim eylemimizi sorgulamamız gerekmez mi?
Kutsal askerlik görevimiz dışında bazı kutsal görevlerimizin de olduğunu, onları kullanmada neden yeterince eylemde bulunamıyoruz. Paylaşım derken iyileri kötüleri, güzellikleri çirkinlikleri birlikte paylaşamıyoruz. Neden güzelliklerin yalnız ve yalnız bizim için olmasını arzuluyoruz. Bu eylemimizi  sorgulamak hiç içimizden geçmiyor mu? Karşılaştığımız bir zorluğu yalnız yok edemediğimiz zaman birlikteliği hemen aklımıza  getiriyoruz? Aynı havayı teneffüs ettiğimiz ülkemizde nimetlerin paylaşımında  neden yalnız kendimizi düşünüyoruz.
Her yanı ayrı bir güzelliklerle donatılmış ülkemizin üzerinde geçmişte çok kara günlerin yaşandığını neden unutuyoruz. Bu günlere gelirken  verdiğimiz ölüm-kalım savaşını neden unutuyoruz. Bugün ki sınırlarımızı çizebilmek için hainlere verdiğimiz dersleri gelecek kuşağa da yansıtmamız gerekmez mi? Gelecek için atacağımız her kişisel adımımızda kendimizi sorgulamamız gerekmez mi. Bugün iş yerimize giderken kendimizde bir öz güven duyabiliyor muyuz? Böyle bir ortamın  oluşmasında bizim bir katkımız olup olmadığını değerlendirmeye, sorgulamaya alıyor muyuz? Kısaca kendimizi  geleceğimiz için bazı eylemler için hazırlıyor muyuz? Y oksa kapı aralığından izlemeyi mi tercih ediyoruz. Sanırım beğenmediğimiz eylemlerin bizim hal ve hareketlerimizden kaynaklandığının bilincine varmak gerekir diye düşünüyorum Kırsal alanda yaşamakla kentlerde yaşamı sürdürmenin aynı değerde ya da aynı güz ellikte olduğunu düşünemeyiz. Kırsal alandan güzelliklerin bulunduğunu umduğumuz kentlerimiz gerçekten insanların yaşamlarında bir güzellik bir kolaylık sağlayabiliyor mu? Kırsal alanda ki nimetlerle, külfetlerin kentsel alanlarda değişim gösterdiğini, onlara ayak uydurmanın pek kolay olmadığını peşinen kabullenmemiz gerektiği düşünündeyim. Bazı nimetlerin paylaşımında belki beraberlik sağlanıyor, ancak kişisel nimetlerin paylaşımında birlikteliği gözetemiyoruz. O nedenle  Kentlerde çeşitli sorunların çözümlenmesi için insanların uzun kuyruklarda beklediklerine tanık oluyoruz. Tabana kuvvet deyip kuyruklar sizin olsun dostlar diyemiyoruz. Bir gün muhakkak  onlarla birlikte olmak, aynı zorluğa göğüs germek zorunda kalıyoruz.
Geçen bir bankaya bir işlem için gittim. Hava soğuktu banka müşterilerinin rahat etmesi için yeterince bekleme koltukları koymuştu. Bende bir yer buldum oturdum. Elimdeki numaranın  ne zaman   sayaçta gözükeceğini beklemeye başladım. Oturanlar kadar da ayakta kalanlar  vardı. Ayakta kalanlar kendilerine sıranın ne zaman geleceği konusunda yavaş, yavaş seslenmeye başladılar. Bir tanesi  daralmış olacak ki ben ne zaman işimi bitirip köye gideceğim demeye başladı.  
Kentler büyüdükçe sorunlarda ister istemez büyüyor. Hizmet alanları yoğunluğa göre verilmeye çalışılıyor. Ama nedense bazen kentlerin belli hareketli olan bölümleri diğer yerlere göre hizmet için öne geçiyor.
Geçtiğimiz yıllarda bir arkadaşım bulunduğu yörede ki hizmetlerin kendilerine ulaşmaması  sonucu “ÇAMUR İÇERSİNDEYİZ” dercesine ayağına çizme giymiş, eylemi kent yöneticilerince dikkate alınmıştı. Politikacılar eskiden kırsal alana ayrı bir değer verirlerdi. Şimdi kırsal alanda yaşayanların azınlıklar haline gelmesi sonucu  hizmetlerin akışını da ister istemez etkilemektedir
Kentlerde ki yaşantıları ve çok değişik insanlık manzaralarını ister istemez izlemekteyiz. Kentlerin çözümlenmeyen sorunları arttıkça, insanların hareketleri de elbette artacaktır. Bazı eylemlerin görülmesi, ya da dikkate alınması için gösterilen tepkilere ve etkilere kulak asmak gerekir diye düşünüyorum.
İnsanımıza güzel bir hizmet için yola çıkan her bireye önemli görevler düştüğü kanısındayım. Hizmet için söz veren yöneticilerimiz neden hizmetleri veremediklerini insanımıza açıkça söylerlerse kentlerde ki yaşamın bugün kinden daha rahat olabileceği inancımı yineliyor, okurlarıma saygılar sunuyorum.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 24

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

NEDEN 10 KASIMLAR 
 
Bugün 10 Kasım 2009, günlerden Salı. Ulusumuzun kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ü 10 kasım 1938 Perşembe günü saatler 9’u beş gece kaybettik.Hayatı boyunca rahat bir gün yada saat yaşamayan,hep ulusu için düşünen,onu dünyanın olumsuz koşullarından kurtararak mutluluğa kavuşturabilme çabasını gösteren o yüce insan elbette unutulmamalı.
Onu kaybettiğimiz gün daha sekiz ya da dokuz yaşlarındaydım. Yağmurlu bir gündü, okullar açılalı çok olmamıştı, mevsimi önce yaşayan ağaçların sarı yaprakları okulumuzun yolunu süslediği günlerde onları eze, eze yeni bir şeyler öğrenmek için koşarak gittiğimiz okulumuza, o irfan dolu yuvamıza öğle yemeğini yedikten sonra döndüğümüzde okul bahçesinde değil okulun girişindeki büyük salon da toplanmıştık. Hemen tüm arkadaşlarımızın giysileri ıslanmıştı, ama bu ıslaklık bizim hiç ama hiç umurumuzda değildi. Biz okulumuza gelmiştik ve tören sonrasın da derslere girmek için sınıflara koşar adımlarla dolarak öğretmenimizi bekleyecektik. Hemen her gün aynı yaşamın içinde olduğumuzdan bugün salonda ki toplantıya bir anlam verememiştik. Beynimiz henüz küçücüktü her olup biteni henüz anlayamıyor değerlendiremiyorduk. Öğretmenlerimizin neşesi her gün ki gibi yoktu. Onların bu durgunluğuna bir anlam veremiyorduk. Gözlerimiz henüz kapısı kapalı olan öğretmenler odasından okul müdürümüz çıkmamış, onu bekliyorduk. Koca salon iki yüz ya da daha fazla bir öğrenci gurubu ile dolmuştu. Yere iğne düşmeyecek bir kalabalıkta, öğretmenlerimizin bir kısmı salonda henüz yerlerini almışlardı ki, müdür kapıda göründü. O da çok durgun bir ortam içersinde önce salona ve bize bir göz gezdirdi. Üşümüşsünüzdür çocuklar sizi fazla bekletmek istemem bu ıslak elbiselerinizle dedikten sonra gözlerinin yaşlandığını, sesinin titrediğini algılayarak, olanları kendisinden öğrenmek istiyorduk. Müdürümüz öğretmenlerimize göre biraz kıdemli yani yaşlıydı.
Çocuklar size bir üzücü haberi vermek zorundayım. Dedi ve gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Titrek bir sesle,”ULUSUMUZUN KURTARICISI; DEVLETİMİZİN KURUCUSU GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü “ bugün sabah saat dokusu beş geçe kaybettik. Ulusumuzun başı sağ olsun diyebildi. Müdürümüzden sonra öğretmenlerimizden birisi Atatürk hakkında dilinin döndüğü kadar yüreğinin el verdiği süreç içinde o büyük insanı bize birkaç satır sözcüklerle anlatmaya çalıştı. Saygı duruşu ile sonuçlanan tören sonrasında dersliklere sıra ile girerek sıralarımızda ki yerimizi aldık. Salonda söylenenlerden olduğunca etkilenmiştik. Öğretmenimiz kapıda görünür görünmez ayağa kalkarak onu tüm sınıf olarak selamlamıştık. Oturun çocuklar, masasının bulunduğu yerde yerini alan öğretmenimiz bize o büyük insanın hayat hikâyesini bizim anlayabileceğimiz sözcüklerle süsleyerek anlattı ders boyunca. Derslikte sobalar yanmıştı. Dışarısı yağmurlu olduğu için okul müdürü hizmetlilere sobaları biz evden okula dönmezden önce yaktırmış, dersliklerin ısınmasını sağlamıştı. Dördüncü ders sonuna kadar giysilerimizdeki ıslaklıklar kalmamış, derslikte buharlaşmıştı.
O günleri hatırlayalım hep birlikte. Bugün ulaştığımız teknoloji ile hayal edemediğimiz haberleşme olanaklarına sahip olduk.10 Kasım 1938 de Atatürk’ün ölüm haberi çok kısa bir süre içinde tüm yurda iletilmişti. Anımsadığım kadarı ile köyler o günlerde birbirine paralel bağlanmış telefonlara sahipti. Bakır devreler o dönem mevcut değildi. Ama devlet her yerleşim biriminde bir telefon bulundurmayı o yokluğa rağmen sağlamıştı. İşte onun için “ DEVLETİN ELİ KOLU UZUN “ sözü o dönemlerden günümüze ulaşmıştır.
10 Kasım 1938 de okur-yazar sayımız çok azdı, bugün ise okumamış-yazmamışlarımız azdır. Genç cumhuriyetin kısa dönemde ülkemizde neleri gerçekleştirdiğini Atatürk’ün 10.yıl nutkunu kendi sesinden dinledikten sonra O’nun izinden gitmeye bir kez daha karar vermek zorundayız diyor okurlarımı selamlıyorum.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 25

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

TEKNOLOJİ VE HABERLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ 
 
Teknoloji geliştikçe insanlar biraz daha rahat birbirlerini tanıma olanağı bulmaya başladı. Geçmişe bir göz atacak olursak büyüklerimiz bayram  yada yılbaşı tebriklerini günler öncesinden hazırlar, sayıları bir düzineden fazla olunca da ya bir lastik yada bir iple zarflar bağlanır  postaya verilecek günü beklerdi. Haberleşme merkezleri olan PTT anılan günler arifesinde dolar taşardı.
Son birkaç yıldan bu yana sayıları ya da firma adları sıralanamayacak kadar çok olan üretme merkezlerinde üretilen çok değişik modellerle cep telefonları, yalnız konuşmak için değil fotoğrafçılık da yapmaya elverişli duruma getirilince çekiciliği biraz daha dikkat çeker oldu.
Şehir içersinde ki taşıt araçlarında yolculuk yaparken çoğu kez ellerden birinin direksiyonda meşgul iken diğeri telefonla  haberleşmeye yardımcı oluyor. Çoğu kez uyarılara rağmen araçlarda hareket halinde iken telefonla görüşme bir türlü son bulmuyor. Yasalar can kaybını önlemek için yapılıyor ancak çok az sürücü duyarlı oluyor. Bu sorunun giderilmesi için yasak yasalarından ziyade üretici firmalar yenilikler getirmeli belli bir orandaki kapalı yerlerde görüşme kısıtlanmalı ancak o zaman hareket halinde görüşmenin önüne geçilebilir. Teknoloji uzmanlarına, bilim adamlarına bu konuda çok önemli görevler düştüğünü  vurgularsak yanılmış olmayız. 
Haberleşmek elbette önemli bir konudur. Vatandaşın bu önemli  kişisel eyleminin önüne geçilmesi düşünmeyi bırak akla bile getirilmemeli. Haberleşme özgürlüğü en önde gelen özgürlüklerdendir diye düşünüyorum. Uzun yılları haberleşme ile uğraşan bir basın duayeni olarak bugün getirilen kolaylıklar biraz dikkatimizi çekmiyor değil. Ulusal basınla muhabirliğimiz dönemlerinde saatlerce öncelik tanınmasına rağmen haber yazdırabilmek için telefonun ahizesini ne zaman kaldırabileceğiz diye beklerdik. Bazen bu birkaç saatimizi alırdı.
1979 yılının 30 Ağustos unu 31 Ağustos a bağlayan gece saat 22.45 sıralarında batıdan gelen ani bir yağış Çorum ve yöresinde çok sayıda can ve mal kaybına neden olmuştu. O tarihte telefon görüşmesi yapabilmek için biz önce Merzifon  ilçesinin kuzeyindeki tavşan dağı tepesinde bulunan radyo linklere ulaşmamız gerekiyordu. Telefon hatları koptuğu için ne batıya  nede doğu yönlerine çıkış yapılamıyordu.
Çorum’daki  can kaybına neden olan yağışı Ankara ya ulaşarak TRT yardımı ile ülkenin yöneticilerine, kamuya, kısaca tüm insanlığa duyurmak gerekiyordu. Kentte telefonla haberleşme tümden durmuştu. Yalnız itfaiyenin telefonu çalışıyor. Onlarda nereye yardıma koşabileceklerini kestiremiyorlardı. Sabahın  aydınlığında ilk olarak valimiz rahmetli Sayın Nevzat Şensoy’u aradım. Can ve mal kaybının büyük olduğunu tahmin ettiklerini Samsun ve Ankara yolunun otuzuncu kilometresine dek kontrollerin yapıldığını, haberleşme yapılamadığını, durumu Ankara ya bile ulaştıramadıklarını söyledi. PTT de 03 ü arayarak ilgili memureye Ankara ya ulaşmak için bütün yönleri denemesini istedim. Biraz  sonra karşıma Tosya’daki memur arkadaş çıktı. Haberleri önce aktardım oda TRT ye aktardı. Bunları neden anımsatıyorum sizlere. Haberin büyüğü, küçüğü olmaz. Haber bize küçük ve değersiz gözükebilir  ancak karşımızdaki için öyle olmayabilir. Geçtiğimiz Salı günü siyasi partilerin parlamentoda ki gurup toplantılarını tv  3 den izlerken saat tam 14.00 de  televizyonun görüntüsü kayboldu yalnız bir iki saniye  sesler geldi daha sonra görüntüde giderek  CANLI YAYIN  yerine REKLAMLAR girdi. Yaklış  3 yada 5 dakika  sonra tekrar Canlı yayına geçti. Alışık olmadığım bir olayı  FLAŞ-FLAŞ-FLAŞ mesajı ile yerel  yazılı basına ilettim.
Gurup konuşmasını CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yapıyordu. Konuşmanın son günlerin en önde gelen konusu  konuşulurken yayının gitmesi ve araya reklam girmesi şahsen benin dikkatimi çekti.Yardımcı olabilmek için kısa bir bilgiyi  ulaştırmayı  görev bildim.Konu üzerine de durulması gereken bir konudur. Her canlı yayın arasına böyle habersiz reklam girebiliyor mu? Yoksa Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun en önemli notlarını. Engellemek için yapılan bir girişim mi idi. Orası beni ilgilendirmez.Eğer bir televizyon istediği anda istediğini konuşturmazsa ona bir çözüm bulmak gerekir diye düşünüyorum. Yalnız vatandaş değil yayım organları da duyarlı olmak zorundadır. RTÜK bu konuda ne diyecek ya da ne türlü bir uyarıda bulunacak. Özgürlükler, hele haberleşme özgürlükleri olur olmaz böyle kısıtlanırsa yöneticilerimizin  işi biraz zorlaşıyor demektir.
Tekrar etmekte yarar görüyorum, özgürlüğün de bir noktaya kadar olabileceğini, o noktanın korunması gerektiğine inananlardan olduğumu belirtiyor, okurlarıma saygılar sunuyorum.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

  26

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

YALNIZLIĞIN SAATLERİNİ YOLCU EDERKEN

 

Yaşadığım sürece ramazan ayı bazen kış, bazen de yaz mevsimine denk geldi.Kışın oruç tutmak yaza göre çok kolay.Yazın gündüz saatleri bir hayli yer tutuyor.Mide talepte bulunmasa da insan sıcağın etkisi ile susuyor.Vücut zaman zaman su çıkardığı için kilo da verebiliyorsunuz.
Ben ramazan ayının faziletlerini anlatmayacağım. Bugüne dek görevlilerden çok kez dinledim. Dinlemek yeterli değil asıl görev söylenenleri yerine getirmek. O nedense biraz zor oluyor. Hele yaş ilerledikçe hastalık belirtileri hemen her gün rahatsızlıkları birbirine devrediyor.
1940 lı Haziran ayı ramazana denk gelmişti. Mecitözü ilçesine 20 km uzaktaki bir köyde öğretmendim. Köy muhtarı. Bir ihtiyar heyeti üyesi ile tanıklık için Çorum Ağır Ceza Mahkemesi ne gelmemiz gerekti. Bir gün öncesinden öğle ile ikindi arasında ki bir zamanda yaya olarak köyden Mecitözü ilçesine hareket ettik. İlce ile bulunduğumuz köy arasındaki uzaklığı yarısı tamamen rampa çıkışı, yarısı da iniş rampası idi. Ben gençtim ancak yanımdakiler askerliklerini yapmışlardı. Yaşları bana göre çok farklıydı. O zaman şimdi ki gibi telefon edip bir taksi çağırma olanağı yok. Yanımıza içecek ve yiyecek almamıştık. Akşam ilçeye varacağımızı hesaplamıştık sanırım. Yaklaşık 10 km yi tırmanırken Haziran sıcağında bir hayli yorulmuş ve terlemiştik. Susuzluğumuz konusunda yapacağımız bir şey yoktu. Akşam ezanı okunacak bizde suya kavuşacaktık. İki merkezin tam ortasında zirvede bir çeşme sularını şırıl şırıl akıtıyorken çeşme başında bir uygun yere oturduk. Çok yorulmuştuk. Birkaç kez nefes alıp ciğerleri rahatlattıktan sonra sıra avucumuza aldığımız serin suları yüzümüze defalarca çarpmak oldu. Serinlemiştik, bundan sonra iniş rampa başlayacaktı. Adımlarımızı biraz uzattık sanırım. Akşam öncesi ilçede bulunan bir hana ulaştık. Açık lokanta yoktu. Fırından ekmek ve bakkaldan peynir, zeytin alarak iftarı zamanında yapabildik.
Çok yorulduğumuzu söylememe gerek yok sanırım. Açıklamalarımdan durumumuzu anladınız elbet. Erkence odamızda uykuya daldık dersem yanlışlık yapmış olmam. Sabah Çorum’a gidecek ilk otobüste yer almak gerekiyordu. Gecenin belli saatinde sahura kalktık ve gereğini yerine getirdik. Bir süre sonra ortalık aydınlanmış bizde otobüsün bulunduğu mahalle varmıştık. Kalkış saati öncesi biraz beklemiş olsak da ön sıralardan yer kapmıştık.
Tanıklık yapacağımız Adliyede erkenden bulunduk. Görevliler henüz gelmemişlerdi. Sabah güneşi altında duvarın dibine çöktük öylece duruşma saatini bir süre bekledik. Oturulacak bir yer yoktu diyebilirim.
Mübaşir adımızı seslice bağırdıktan sonra duruşma salonuna girdik. Görevli kolumuzdan tutarak duracağımız yere bizi sürükledi diyebilirim. Biz bir eşya gibiydik o görevliye göre. Hâlbuki biz yaşımız icabı oturulacak ya da ayakta beklenecek yeri bilecek bilgi ve beceriye sahiptik. Görevlinin kolumdan tuttuğunu anımsadıkça bugün bile ne oluyoruz diyebiliyorum. Ben ilkokul sonrası beş yılda öğretmen olmak için okumuş bir insandım. Kısaca benim okuma-yazma öğrettiğim kişi bulunduğu yer icabı kolumdan tutup çekebiliyordu.
Yaklaşık 60 ya da 70 km lik bir yol almıştık birkaç saatte. Tanıklık için bir ücret almadık verende olmadı. Bu olayın yorumunu o dönemin ekonomisine göre bir değerlendirme yapmak gerekir kanısındayım. Tanıklık için ufak bir kâğıttan ibaret olan belgenin görevi yerine getirilecekti. Biz sade bir vatandaş olarak görevimizi yapmıştık. Verilen bu görevi severek yerine getirdikten sonra köyümüze döndük. Kısa bir tanıklık için 48 saat yuvamızdan ayrı kalmıştık. Yaşadığımız saatler için hiç mi hiç yakınmadık.
İnsanoğlu yaşadığı yıllara göre biçimlenebiliyor. Ana ve babadan oluşan bir aile giderek genişliyor, daha sonra eski yıllara dönüşüm başlıyor. Yalnız kaldığın gençlik yılları gibi ihtiyarlıkta da aynı yaşam biçimi ile biçimleniyorsun.
Çocukluğumu anımsıyorum da. Yurt Bilgisi kitabında insanlar yalnız yaşayamaz başlığı ile bir yazı kaleme alınmıştı. Aynı yazı uzun yıllar kendini o kitabın sayfalarında kalmayı başardı. Yerine benzeri yazılar yazıldı, ancak yenilerden ben pek değişik bir ifade bulamadım. Ya da bana öyle geldi.
Yaşadığımız saatleri yalnızca yolcu ederken cepten bir vızıldı geldi kulağıma. Yaklaşık 41 yıl önce diploma vererek ilkokuldan mezun ettiğim bir öğrencim kendisini tanıtarak nasılsınız diye sorunca birkaç saniye yanıtsız beklemek zorunda kaldım. Ses aynı küçüklükteki sesti. Öğrencim bisikleti ile bayram tatilini değerlendirmek üzere Alacahöyük ile Hatuşaşaş a gitmiş ve orada bir arkadaştan sağ olduğumu öğrenerek telefon açmış. Ben beklerim derken o bugün gelemem yarın gelebilirim dedi. Yirmi dört saat bekledim. Bisikleti ile geldi beni buldu. Yılların hasretliği vardı ikimiz dede. Ben konuları anlatırken öyle bir dinleyişi vardı ki. Bu çocuk okuyacak demiştim. Görünce ne kadar sevindim bilemezsiniz. Öğretmenliğin bu en güzel yanı böyle yaşantı anları!
Öğrencim TSK de görevli bir albay. Halen görevine devam ediyor. Araç alacak gücü var ama o aracı değil bisikleti tercih etmiş ziyaret için. Bu tür yaşantıyı belgelemek için elinde yeterince cihazlar mevcut. Ona birkaç anımı anlattıktan sonra yolcu ederken aynı yıl mezun ettiğim bir arkadaşında halen görevde bulunduğunu onunda albay rütbesinde olduğunu söyleyince inanırsanız biraz daha dinçleştim.
Birkaç saat karşılıklı anlatımlarımız oldu gözlerimiz sulandı. Kalbimiz biraz hızlandı. Ama ne var ki mutluluk vardı diyebilirim. Ramazan Bayramının son gününde konutuma gelen mutluluğu unutmam mümkün değil. Yıllar gelip geçiyor. Ramazan boyunca çok güzel sözler sarf edildi görevlilerce. Hemen her bayram öncesi benzer sözleri dinledik. Bir kısmını uyguladık bir kısmını hiç ama hiç dikkate almadık
Ekonomi bizi bir birimizden öyle güzel uzaklaştırıyor ki. Kimimiz otobüsle, kimimiz özel otomuzla, kimimiz uçakla, kimimiz hızlı trenli yuvamızdan tatil yörelerine uzaklaşabiliyoruz. Benim gibi yaşlılarda evlerde eş ve dostlardan gelen telefonları yanıtlıyor. Ben bu konuda bir yorum yapmak istemem, her cepte ve her evde telefon bolluğu varken yine de eş ve dostlar nasılsın diyemiyoruz. İnanırsanız bu oluşum beni çok düşündürüyor.
Gençler, yaşlılarınızı sakın ola unutmayın. Telefon etmek bana göre yeterli bir olgu değil.
Saygı ve sevgi ziyaret muhakkak öne alınmalıdır diyor saygılar sunuyorum.
 

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 27

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız
GÜNEYDEN İZLENİMLER
Bakmak mı yoksa görmek mi ?
İlk bakışta ikisinin de aynı şeyleri bize hatırlattığını sanırız.Aslında beraberlik yok benzerlik vardır. Bu cümlenin açılımını yapmayı okurlarıma bırakıyorum.
Beni tanıyanlar kendilerine böyle bir görev verişimi pek yadırgamazlar. Onlarla ara sıra buna benzer tartışmalara girişimiz olmuştur.
Nereden nereye geldik demek için henüz erken sayılabilir. Ancak biraz mürekkep tüketmiş bir kuşağın kırıntısı olarak sizleri birkaç dakika güzel ülkemizin güney sahillerine götürmeyi arzuladım. Görebildiğim kadarı ile size güzel dakikalar sunabilirsem ne mutlu bana. Sizinle Çorum’da 71 yıllık bir beraberliğimiz var. Bu uzun sürede acılı ve tatlı günlerimiz oldu. Onlara birlikte göğüs gerdik. İz bırakmayanları değil de bırakanları yansıtmayı yeğlemişimdir. Sanırım konuyu biraz dağıtacak gibiyiz. Bırakalım geçmişi de geleceğe bir bakalım mı diyeceğiz yoksa yaşadığımız dönemle birlikte geleceğe de bir göz atmakta yarar vardır diye düşünüyorum.
Klavyenin tuşlarına vururken hep Çorum’u öne çıkarmayı amaçlamışımdır. Sorunlarını kişisel sorunum gibi görmüşümdür. Çorum’u yurt içinde ve yurt dışında tanıtabilmeyi yeğlemişimdir. Benim duygularımı paylaşan ve karınca kaderince diyen ve sorunları göğüsleyen tüm Çorum severleri kutluyorum.
Yıllardan buyana aynı adı kullanarak hizmetini sürdürmekte olan seyahat firmasını sanırım sizde anımsadınız. Ben siz okurlarım için bu firmayı kutluyorum. Biz, böyle Çorum’u tanıtmaya çaba gösteren bir kuruluştan daha fazla tanıtım için yararlanabiliriz. Nasıl ve ne zaman yararlanılmalı onu kent yöneticilerine bırakıyorum. Onlarında bir bildiği vardır sanırım.
Çok önceleri Çorum ile Çorlu karıştırılırdı. PTT bile Çorum yerine bazı mektupları Çorlu ya gönderirdi. Askerde ki Mehmet, para havalesinin yanlış gönderilmesi sonucu zaman ,zaman mağdur olabiliyordu.Benim bir mektubum Kastamonu Gölköy yerine  Ordu’nun Gölköy’üne gitmiş günler sonra beni bulabilmişti.
Nereden nereye geldik. Artık Çorum , Çorum olarak anılıyor. İlimizin geçmişte tanıtımı için çaba gösteren kişi ve kuruluşlara okurlarım adına teşekkür etmek istiyorum. Yaşlandıkça, yolculuk çekilmez oluyor. Uçakla ulaşmak olanağı olmayınca otobüsle yolculuk etmek bir zorunluluk oluyor. Bizde öyle yaptık Akşam saatlerinde kaptanımız kornasını öttürdü. Ayrılık saati geldi eller sallandı, güle güle git de gel dercesine Duygulanmadım dersem inanmayın. Beni uğurlayanlara sezdirmemeğe çalıştım. Bir gece yolda olacaktık. Çorum-Ankara arasında bir dinlenme tesisinde yarım saat mola verildi. Otobüs de yolcu çok az. Şehirlerarası otobüslerde yer bulmak için günler öncesinden girişim yapılıyordu. Ben bu tür bir olayı çok yadırgadım doğrusu. Otobüs kilometrelerce gitmek zorunda, gideceği yerde bekleyenleri var, dönüş yapacak. Turizm mevsimi olmasına rağmen, insanlar yaşadıkları mekânı birkaç günlüğüne bırakamıyorlar.
Gece yarısı Başkent Ankara ya ulaştık. Kaptanımız burada da yarım saatlik bir istirahat verdi. Peronların bulunduğu sahada yok denecek sayıda yurttaş geziniyordu.Nedeni konusunda  gerekli değerlendirmeyi okurlarıma bırakıyorum.
Nihayet sabahın ilk dakikalarında aracımız Toros Dağlarının yamaçlarında Ak Denize doğru hızla yol alıyor. Her kilometre geçişte ılık bir hava akımının yüzümüze değin uzandığını hissediyoruz. Kıvrımlarda dolaşırken bazen doğuyu, batıyı şaşırıyor insan, Güneşin batıdan doğmuş gibi gözükmesi insanı şaşırtıyor. Nihayet güneşi doğudan görme olanağı buluyoruz. Böyle durumlara bir yön sapması da yaşanabiliyor denilebilir. Çam ormanlarını geride bırakırken karşımızda Antalya’yı görüyoruz. İlk bakışta kentin doğu ve batıdan sonra Kuzeye yani Toros Dağları yamaçlarına doğru uzandığını fark ediyoruz.Birkaç yıl sonra Antalya’nın bir bölümünü çam ormanları arasında görürsek şaşırmayalım.
Yaklaşık 12 saatlik bir yolculuk sonrası aracımız şehirlerarası terminaline giriyor. Terminal de birkaç otobüsün Alanya ya hareket için terminalde yolcu arayışında olduğunu görüyoruz. Firma yetkililerinin yolcu sayısını artırma çabaları olumlu bir sonuç vermiyor. Onlarda diğerleri gibi yeni umutlara doğru diyerek kontağı çeviriyor. Hayırlı yolculuklar. Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var düşünü ile içtenlikle sallanan elle ve gözyaşları. Anılara yeni, yeni görüntüler eklendi, bir başka görüntüye girebilmek umudu ile gideceğimiz yerin terminaline ulaşıyoruz. Torunlarımı özlemişim birkaç gün ayrılık olsa da. Sabahın erken saatinde dedelerini bekler buldum kapı arkasında. Hasret gidermek öyle birkaç saniye ile tamamlanamıyor. Yolculuk konusunda bilgiler aldılar, bizde dilimizin döndüğü kadarı ile anlattık gördüklerimizi. Siz olsaydınız başka bir sonuçla mı karşılaşırdınız? Hayır! Benim gördüklerimi ve hissettiklerimi hissederdiniz. Çünkü biz Anadolu insanının bugüne taşıdığı duygulara birlikte sahibiz. İşte onun içindir ki biz doğu ile batıyı, kuzey ile güneyi bir bütün olarak görüyoruz. Elbette duygu ve düşünlerimiz benzer olacaktır.
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız

Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

  28

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
TARİHİ MEKÂNLAR
Yurdumuzun çoğu yerinde tarihi mekanlara rastlamak mümkün, giderek yeni mekanlarla buluşmuş olmak ise insana ayrı bir güç veriyor.Gezerken bacaklarınız biraz daha dinçleşiyor.Genç insanlar için anlattıklarım belki abartılmış olarak kabul edilebilir. Değerlendirmeyi okurlarıma bırakıyorum.
Akdeniz kıyılarının tarihi mekanlarında diğerlerine göre başkalıklar var.Akdeniz kıyılarında ticari mekanlara ulaşmak için ipek yolunun Anadolu’daki başlangıcı Antalya olarak kabul edilirse ikinci durak olarak Antalya’ya bağlı Alara yerleşim birimini  görmek mümkün.Burada konaklayan ipek yolu tacirleri burada ki ALARAHAN da birkaç gün dinlendikten sonra yollarına devam edebiliyorlarmış.ALARAHAN da yolcuların kalacakları, hayvanların sırtındaki ticari metanın konulacağı ve hayvanların kalacağı mekanlar bir çatı altında. İnsanların kaldıkları odalardan hem eşyalarını hem de hayvanlarını kontrol edebilmek için ufak fakat duvar içinde uzanan uzun pencereler yapılmış. Handaki güvenliğin dışında hanın korunabilmesi güvenlik altına alınması için hana birkaç yüz metre uzakta ki tepeye birde kale inşa edilmiş, askerler buradan hem ALARAHAN’I hem de hana uzanan ulaşım mekânlarını sürekli gözetim altında tutarlarmış. Akdeniz kıyılarına inip de ALARAHAN ve ALARA KALESİ’Nİ görmeden gelmek biraz kaybedilmiş bir zenginliktir denilebilir.
ALARAHAN’IN yöresine bir güzellik ve sağlıklı bir hava sağlayan buz gibi serinliğe sahip akarsuyun katkılarını hissetmemek mümkün değil. ALARA KALESİ, ALARAHAN, Toros yamaçlarından güneye uzanarak Ak Denize dökülen Alara Akarsuyu. Bu üçlü öyle güzel seçilmiş ki.
Tarihi mekânın seçilişi ve yapılışı o dönemin hükümdarı Alaaddin Keykubat’ a ait olduğu yapıtların girişindeki yazıtlardan anlaşılmaktadır. Çeşitli dillerde kaleme alınan yazıtlar yöreyi gezen bir komisyon ya da kurul tarafından kaleme alındığı sanılıyor. Ufak onarımlar geçiren ALARAHAN kapalı mekanında  çeşitli türde eğlencelerin yapılabilmesi için düzenlemeler yapıldığı rahatlıkla gözlenebiliyor. Kısaca ALARAHAN ve çevresi önemli bir turizm bölgesidir.
Anlatımları uzatmamak için size ALARAHAN ve yöresinde yapılan çekimlerden birkaç kareyi görüşünüze sunmak istiyorum.
 

ALARA KALESİ,

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 

 29

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

OYMAPINAR BARAJI
Yine size, Toros Dağlarından çıkarak Manavgat’ta denize dökülen akarsu görülmeye değer,Bu akarsu üzerine DSİ tarafından yapılan  OYMAPINAR BARAJI’ndan birkaç kare görüntü sunmak istiyorum. OYMAPINAR BARAJI öncelikle enerji üretmek için inşa edilmiştir.Baraja Manavgat Çayından başka ufak sayılacak türden akarsularda katkıda bulunmaktadır.Barajın oturduğu alan çok geniş,ben size  ne kadar geniş bir alanda gölün oluştuğu üzerinde değil de barajın yapımında görev alan teknik elemanlarla işçilerin unutulmaması gerektiği üzerinde durmak istiyorum.yapım sonrasında yöreye giden yerli ve yabancı turistler emeği geçenleri hayırla anarlar.
Yapım çok zor koşullarda gerçekleştirilmiş, ancak ortaya eser çıkınca gücü bir kat daha artmıştır. Masmavi bir gölü görüyorsunuz. Etrafı kayalar ve ormanlarla çevrili. Yöreye apayrı bir güzellik veriyor. İnsan yörede kaldığı birkaç dakikanın adeta tükenmesini istemiyor. Aşağıda ki  yani sahildeki ısı ile baraj yöresindeki ısı farkı bir hayli fazla.İnsan rahat bir nefes alma olanağı buluyor.Kısaca ciğerler bayram ediyor yörede. Ciğerlerin bayramına gözler önceden başlıyor. İnsanın gözleri yöredeki doğal yapıya, insanın da meydana getirdiği eserle bir başka güzellik olgusu unutulmazlığı getiriyor.
Oymapınar Barajını yerli ve yabancı turistler öğle sonu izlemeyi yeğliyorlar. Çok sayıda araç baraj yöresine akın ediyor. İnsan yöreden ayrılmak istemiyor.
Baraja gitmek için giriş kapısında kimlik bırakılır, dönüşte alınırdı. Şimdi uygulama değişmiş yöre belediyesi girişlerde bir miktar bağış alıyor ve kişinin eline bir fiş veriyor. Çoğun sanacak bir miktar değil. Barajı birkaç bölümden izleme olanağı var. Bir yandan baraj gölünü izlerken bir yandan da barajdan bırakılan Manavgat Çayı’nın köpüren sularını görmeniz mümkün. Baraj gölü planlandığı oranda etrafındaki varlıkları izliyor ve kendine özgü bir güzellik katıyor.
Oymapınar Barajı’nın enerji üreten bölümü kayalar arasında yani altında. Güvenliği yapılırken düşünülmüş, kısaca her şey dört dörtlük diyebiliriz. Barajın açılışını yapan dönemin başbakanı Demirel’in barajla ilgili sözlerini unutmak mümkün değil. Demirel’e durup dururken barajlar kıralı denmemiştir. Tüm emeği geçenleri kutlamamak bencillik olur diye düşünüyorum.

 

                             

 
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 30

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

DEĞİRMEN DERE PİNİK YERİ
Ak Denizin serin suları kıyılardaki ısıyı azaltmaya yetmiyor. Bilhassa tatil günleri sahilden Toros Dağlarının yamaçlarındaki serinlikleri arıyor insan. Serin bir yer bulabilmek için aracın gaz pedalına uzun süre basmaktan kaçınmıyor sürücüsü.Manavgat’dan yaklaşık otuz kilometre uzaklıkta bulunan Değirmen Dere  piknik yeri Manavgat-Seydişehir Karayolu’nda iken aracınızı sola sapan sanki patika gibi olan stabilize yolda yeşillikler arasında ilerledikten sonra ufak bir akarsuyun üzerine zamanında kurulmuş bir su değirmenini göreceksiniz. Güneşi çok az görebilirsiniz. Ağaçların yaprakları güneşin ışınlarını toprağa bırakmıyor. Akarsu boyu insanı o kadar rahatlatıyor ki insanlar araçları ile burayı tercih ediyorlar. Çorumlu olarak biz oksijeni bol olan su boylarındaki piknik yerlerini durup dururken tercih etmiyoruz.
Değirmen Piknik yerini biraz açmakta fayda var. Neden değirmen dere denmiş? Dere bir değirmeni çalıştıracak oranda olduğu dönemlerde buğdayı un yapmaya uygun. Bunun dışında yalnız çevreye su serinlik sağlıyor.
Zamanla deredeki değirmen çalışmaz olmuş, ancak yöreye gelen insanlara bir su değirmeninin nasıl çalıştığı konusunda bilgi verecek kadar önemli bölümler devamlı çalışır halde. İnsanlar faal olmasa bile bir zamanların en önemli icatlarından olan su değirmenlerini görmek istiyor. Bilhassa çocuklar büyükleri soru yağmuruna tutuyorlar. Dere sakin bir şekilde akış ta bulunduğundan su içindeki balıkları çocuklar izlemeyi bırakamıyorlar. Derenin bazı bölümlerine yapılan gölcüklerden istenildiği zaman ziyaretçilere taze balık sunulabiliyor.
Piknik yerinde suyun öbür kıyısına geçebilmek için çok ilginç köprüler yapılmış, çocuklar dereden değil de defalarca köprülerden karşıya geçmeyi tercih ediyorlar. Yöreyi çocukların sevdiği kadar büyüklerinde sevdikleri belli ki kilometrelerce yol alınarak burası bulunabiliyor.  İnsan burada zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyor. Yolunuz bu yöreye düşer ise  Değirmen Dere Piknik yerini görmeyi  sakın kaçırmayın derim.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 31

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

UNUTULMAYAN  İFTAR SOFRALARI

 

İnsan yaşamında unutulmayan ne kadar da çok anılar vardır. İnsan hayatı bir bakıma anıların bir birini kovalaması değil midir? Acılar, tatlılar, gurbetlerde geçen zamanlar, okul çağındaki arkadaşlıklar, mahallede birlikte merhaba dediğimiz yaşıtlarımızla çocukluk günlerimiz. Kısaca bir ömür diyebiliriz.

Unutulanlar yanında birde unutulmayanlar vardır yaşamımız da. Unutulmayanlar herhalde hangi yaşta olursak olalım bizi iyiden iyiye etkilemiştir. İki mahalle arkadaşı yıllar sonra birbirlerini gördüklerinde nasıl bir duygu içinde bulurlar kendilerini. Bu bir anlık duygusal anılar arzu edildiğinde tekrarlanır ve geçmişe bir merhaba denir sanki. Unutulmayan anılar yaşamımızın sürecini gösterir bir bakıma. Her insanın unutulmayan anıları vardır, ancak bazılarının ki değişik olduğu içindir ki değerlidir. Unutulması mümkün değildir.

Yazımızın başlığını nerde ise unutacaktık. Sizi sıkmamak için bazen değişik konuları da almayı ve birlikte yorumlamayı arzu edişimdendir.

Çocukluk günlerimize doğru bir gezinti yapalım isterseniz. Mahallede ki arkadaşlarımız bayramlarda güzel elbiseler, ayakkabılar giyerler bunları komşulara ve yaşıtlarına göstermeyi, kendi giysilerinin yaşıtlarındakinden bir ayrı görmeleri ne kadar güzel bir duygudur. Bazen güzel duyguların hiç umulmadık anlarda bizi yakalaması, ya da bizim onu yakalamamız unutulması mümkün olmayan anılardır. Bunların bir ekonomik yorumunu yapmak öyle kolay olacak cinsten değildir. Biz ekonomik yönünü bırakalım da işin duygusal yanına bakarak konumuza dönelim diyorum.

Bir acı kahvenin hatırının kırk yıl sürdüğü söylenir, ne derece doğrudur pek bilemiyorum. Bu deyimin yorumunu siz okurlarıma bırakıyorum. Birazda siz bu tür konulara girerek arkadaşlar arasında tatlı dakikalar geçirin.

Benim unutamadığım öyle anılar var ki, bunların çoğu çocukluğumda ki dönemlerle ilgilidir.

Sizinle birlikte bin dokuz yüz otuzlu yıllara doğru bir gezinti yapalım. Ben o tarihlerde bir Avrupa ülkesinin küçücük vatandaşı idim. Çok sevdiğim amcam iki kez yakalandıktan sonra anavatana kaçarak ulaşabilmişti. O devamlı hayalimde idi. Acaba nasıl kaçtı, uzun bir yolculuğu yalnız yürüyerek nasıl yaptı, kurttan, kuştan, düşmandan kendini nasıl korudu? İşte böyle sorulara kendimce yanıt bulmaya çalıştığım bir dönemde On bir ayın sultanı dediğimiz ramazan ayında babam hadi oğlum bugün seninle birlikte camiye gideceğiz, orada belki arkadaşların ve babaları ile birlikte bir iftar yemeği yiyeceğiz. Annen iftarlıklarımızı hazırlıyor. Sende akşam için kendine bir çeki düzen ver, temiz elbiselerini giy, annenin hazırladığı yemekleri ve tatlıları birlikte camiye giderken götüreceğiz. İftar kandili yandığında iftarı oradaki komşular ve senin arkadaşlarınla birlikte bozacağız! Dedi. Babadan gelen böyle bir buyruk sonucu nasıl olurda insan etkilenmez. O saatten sonra akşamı zor ettim diyebilirim. Bulunduğuz yerleşim biriminde biz Türkler azınlıkta idik. Ramazan ayında iftar yemeğini Türkler cami avlusundaki son cemaatte birlikte yerdik. Çocuklar ayrı sofralarda değil, her çocuk babası yanında yer alır; koca çınar ağacı tepesindeki fenerin ışıklarının gözükmesi ile birlikte gelen yemeklerin sıra ile tepsiler içinde sofraya konulması ayrı bir güzellikle duygusal anlar birbirini kovalıyordu.

Büyüklerden bazıları aile bireylerini yanlarında göremedikleri için kendilerini mutsuz, gurbetçisi bulunmayan ailelerin mutluluklarına katılmak onları da mutlu ediyordu. Benim amcamda anavatanda olduğu için ben hep onu gözümün önüne getirip, ne var yani o da bizimle olsaydı derdim. İçimi çekerdim. Her halde iç çekmenin ne olduğunu sizler çok iyi biliyorsunuz.

Konuyu biraz daha açmak gerektiğine inanıyorum. Avrupa ülkesinde azınlıkta bulunduğumuz bir yerleşim biriminde olduğumuzu anımsatmıştım. Türklerin birbirlerini koruyup kollaması en önde gelen kurallardan biriydi. Yalnız hissettikleri bir Türkü ele geçirdiklerinde akla gelmeyen işkencelere tabi tutuyorlar, insanlar koca karı ilaçları ile aylar sonra ancak işlerine bakabiliyorlardı. Ekonomik güç birliği gerekliydi ve bu en güzel Ramazan aylarında iftar sofrasın da gerçekleştiriliyordu. Herkes durumuna göre yemek hazırlar bir iki tepsi içinde iftardan önce cami avlusunda yerini alırdı. Çocuklar kandil fenerinin çınarın tepesine çıkmasını dört gözle bekliyordu. En çok hoşumuza giden yapılan tatlı çeşitlerini yerken çenemize doğru akan tatlı parçası sularıydı. Arada bir kolumuzla çenemizi silmeyi de ihmal etmiyorduk. Eve döndüğümüzde annemiz götürdüğümüz kapların gelip gelmediğini kontrol eder birde aferin çekerdi. Bu bir ay Ramazanda aynı şekilde sürdürülürdü. Yabancılar bizim bu tür hareketlerimizi kendileri yapamadıkları için mutsuz görünüyorlardı.

Anadolu’ya göç edişimiz bin dokuz yüz otuz sekiz de Ağustos ayında oldu. Anadolu da geçirdiğimiz ilk bayramda evimize yakın bir köy odası bulunuyordu bizde babamla o odaya giderek bayram yemeğine katıldık. Annem bizi elimiz boş göndermedi bayram yemeğine. Geldiğimde bana anlattırdı. Bende Avrupa da olanlara benzediğini, insanların mutlu olduklarını bize gösterilmesi gereken ilgiyi gösterdiklerini; bizi mutlu ettiklerini anlattım.

Sevgili okurlarım, Anadolu’nun en güzel köşelerinden birinde yaşıyorsunuz. Bende sizin gibi aynı havayı teneffüs ettim bugüne dek. İnsanoğlu ufak tefek yanılgılı anlar yaşayabilir, onu yanılgılardan en yakınları ve komşuları kurtarabilirler. Anadolu insanının misafirperverliğini başka ülkelerde bulamazsınız. Birlik ve beraberlik, ekonomik dayanışma, sevgi ve saygıya yer verme insanları mutlu eder diye düşünüyorum.

Bir yabancı düşünürün “DİL” konusunda söyledikleri yıllar sonra da olsa tazeliğini korumaktadır. Onun için izninizle diyorum ki arı dilli değil bal dilli olunuz. Size ömür boyu sağlıklı, başarılı bir yaşam diliyorum.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

  32

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
Çile bülbülüm, çile  Derdim var fax ileMahmut TUNABOYLU
 
Bir kaç gündür bilgisayarımın faksı ile başım beladaydı.
Gelen faksları ya da öteki iletileri alıyordum ama ben dışarı bi şey gönderemiyordum.
Bu yüzden de iki günlüğüne yazılarımdan mahrum kaldınız.
Sağ olsun -bilisayarla ilgili hemen her derdime koşan- Ö. F. Ç. -ki kendisi memleketin en yakışıklı TV spikeridir ve genç kızlar onun sayesinde TV haberlerini izlemektedir- dün eve geldi de beş dakikada beşiktaş -ki kendisi aynı zamanda azılı bir Beşiktaşlıdır- yapıp gitti...
Yoksa iki gündür bilgisayarın başında güya arızayı gidermek için çabalamaktan kurdeşen olacaktım...
İnsanın seveni olması ve o kişinin bilgisayardan anlaması ne iyi bi şey.
Şunu anladım ki insanın hayatta üç tane dostu olsun sırtı yere gelmez.
Bunlardan biri doktor olmalı...(Ne olur, ne olmaz. İnsanın her an kendisine ihtiyacı olabilir)
İkincisi teknolojiden anlamalı...(Çağımız artık bunu gerektiriyor)
Üçüncüsü de şöyle iyi bir lokanta işletmeli...(İnsan parasız kalınca bedava yiyip içebilmeli. Bir dostuna hesabı düşünmeden ziyafet çekebilmeli)
Gerisi boş!
S. Ö. beyin dediği gibi:
"Kuru kuru kurban olayım. ben ne anladım bu işten!" devri geçti!
Şimdi devir iş bilip, ona göre kılıç kuşanma devri.
Mesela bakınız değirmenciliğe soyunan acemi Don Kişot'a!
Kendisi nasıl kiralıyor tükenmez kalemini doktor kısmına!
 
Maalesef alışmadık popoda - ki siz kıç da diyebilirsiniz, çünkü malum yerin Türkçe adı öyle. Ben entellektüel olduğum için gavurcasını söyledim- don durmuyor!
Bunu şundan söylüyorum;
Biz, yani alışmadığı için poposunda don durmayan takımı bilgisayarı 30'undan sonra keşfettik.
Ve fena halde korktuk!
Çünkü bize küçükken aletlerle oynamanın sakıncalı olduğu öğretilmiş;
"Lan oolum, oynama onunla, sakat olacak!" denilmiş;  bir de üstüne sırf uyarı olsun diye -ve Nasrettin Hoca'nın testiyi kırmadan önce çocuklarınızı mutlaka şamarlayın- öğüdüne uyularak bi güzel şamarlanmışızdır.
O bakımdan, bizim kuşak teknolojiden hep korkmuştur.
 
Fakat maşallah bakıyorum da şimdiki veletlere -yani çoluk çocuk- teknoloji filan vız gelmekte, tırıs gitmekte.
Bilgisayarlar, cep telefonları, televizyonlar -onlarla ilgili aletler-, falanlar, filanlar sanki vücutlarının bir parçası gibi.
Korkmadan, çekinmeden ellerine alıyorlar, içini açıp bakıyorlar, altından girip üstünden çıkıyorlar.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de o aletler için programlar üretip, dizayn ediyorlar. Kimse ne ellerine vuruyor, ne de "Oynama oolum şununla, sakat olacak!.." diye enselerini şamarlıyor.
Tam tersine:
"Oğlum, yavrum, aslan evladım, çükünü yediğim, gel şu numarayı cep telefonumun hafızasına yazıver. Ben şeyedemiyorum.Deden kurban olsun sana" filan gibi laflar dolanıyor ortalıkta.
 
Yani demem o ki, hakketen şimdiki çocuklar harika.
O bakımdan, zamanında bu lafı söylediği için çok haklı Aziz Nesin Usta!
 
Yazımı noktalamadan önce bi şey daha:
Yahu bu DSP'lilere benim aklım ermiyor.
Sizin eriyor mu?
Zırt-pırt kongre yapıyorlar ve tüm kongreler olaylı geçiyor.
Birbirini suçlayan suçlayana.
İşin tuhafı, herkesin birbirini 'Sosyal demokrat ya da demokratik solcu olmamakla' suçlaması!
Yahu erenler, nedir bu sosyal demokratlık?
Demokratik Solculuk?
Kim icad etti bunları?
Az çok felsefe bilen biri bu söylemlerin gerçekte sağcılık olduğunu bilir!
Ee?
Bu vatandaşların sağcılıkta yarıştığını sanmıyorum.
Peki nedir mesele?
Paylaşılamayan şey sosyal demokratlık mı? Yoksa iktidar postu mu?
 
Kimsenin kimseye kızmaya hakkı yok.
DSP'de oyunun kuralı bu.
Kim Genel Merkeze yakınsa koltuğa o oturur.
Bu kadar basit.
Yok seçimler demokratik değilmiş, yok bilmem neymiş!..
Geçin bunları gözüm, geçin!
Sanki başka partilerde durum farklı mı?
Uyanın artık yahu!..
Bu memekette her alanda dikey bir örgütlenme vardır.
İşlerin düzelmesi için, bu rezilliklerin yaşanmaması için mutlaka yatay örgütlenmeye ihtiyaç vardır.
Bu da ancak sürü psikozundan kurtulmakla,
Lider takımını 'Baba' yerine koymamakla gerçekleşir.
Onları baba, başbuğ, değişmez lider, karaoğlan, yağızoğlan, ana...yerine koymayı sürdürürseniz, başınıza gelenlere de katlanmak zorundasınız!
 
Son Söz:
Köse dağına kar yağdı,
Bu yazı beni fena baydı!..

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 33

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
İLETİŞİMDE RADYOYU İHMAL ETMEYELİM
İnsanoğlunun haberleşmeye verdiği önemi, tarihin hiçbir döneminde bugün ki gibi kolayca bulduğu  söylenemez. Haberleşme de postacıların geçmişte sağladığı hızlı iletişimle ilgili çok
Fıkralar anlatılır. Önce yaya yapılan haberleşmeler, tepelere yakılan ateşler, haber çantasına  çıkışta konulan taşların bir süre atılarak hızın ve çabukluğun sağlanması unutulacak cinsinden değildir. Yaya postacılık daha sonra atlı postacılığa dönüşmüş, devlet vatandaşına gere duyduğunda onlarla ulaşmıştır. Yörelere göre postacılığı, haberleşme türlerini görme olasılığına ulaşabiliriz.
Radyo yayıncılığı önce İstanbul’da daha sonra Ankara da daha sonrada  batıda ki büyük yerleşim birimlerinde görmekteyiz.Bu gelişime tarihsel olarak bakarsak, değişim batıdan doğuya doğru  gelişme göstermiştir.Her ne kadar beğenmesek de medeniyet denilen olguda öyle gelişme göstermiştir.Onun için biz gözümüzü hep batıya çevirmişiz..Olguyu yakalama çabası  ve hızını düne göre bugün  de hızını sürdürmekteyiz.
Sizinle birkaç dakika şöyle bir geçmişe yolculuk yapalım. Umarım bu yolculuk sonrası oluşan yorgunluğu üzerinizden tabi öyle oldu diye atabileceksiniz.Konumuz radyo yayıncılığı,Cumhuriyet sonrasına bir göz atarsak,radyo yayıncılığı batıdan doğuya hızla ulaşmıştır.Gün ışığında ulaşılamayan yörelere ORTA DALGA İSTASYONLARIYLA ulaşılmaya çalışılmış,Özellikle doğu bölgelerimizde gün ışığında dinlenemeyen bölgeler için 1960 sonrasında Cumhurbaşkanı  Cemal Gürsel’in emir ve direktifleriyle Erzurum’a UZUN DALGA.RADYO İSTASYONU kurulmuş,böylece batıdan doğuya tüm yurtta başkent Ankara’dan  yapılan radyo yayınları dinlenir olmuş,vatandaş güçlü radyo aramaktan kurtarılmıştır .Bugün yerleşim birimlerinin küçüğünde büyüğünde kurulmuş radyo istasyonlarını görmekteyiz.Müzik ruhun gıdası deyip akla hayale gelmeyen müzik türlerini insanımıza monte etmeye çalışıyoruz.Öncelikle eğitme yer vereceğimiz yerde onu en altlara çekmişiz.Bu radyo yayınlarını yapan yöneticilere biraz ,eğitimi öne çıkaralım dendiğinde  vatandaş öyle yada böyle istiyor denmektedir.Aslında vatandaşın eğitim yozlaşmalığını istediği yok.
Bu satırların yazarı, henüz radyonun ancak büyük yerleşim birimlerinde bulunduğu dönemlerde iki aylık maaşını bir kulaklığa vererek Ankara’dan  yapılan UZUN DALGA RADYO YAYINLARINI dinliyor, yurtta ve dünya da olup biteni öğrenme olanağı buluyordu. Radyo yayıncılığının giderek geliştiği dünyada ve ülkemizde her nedense uzun ve kısa dalga radyo yayınlarının yerini FM yayınları almıştır. Kuveyt Savaşı sırasında Amerikalılar yörede olup bitenleri öğrenmek için kullanımdan kaldırılan kısa dalga üretimine geçmişlerdi. Sıkıntılı ve olumsuzluklar sonucu pille çalışan radyoların imdada yetiştiğine tanık olmuşuzdur. Geçtiğimiz kış ülkemizde meydana gelen bir helikopter kazasında  hayatta kalan tek basın mensubu elindeki cihazın bataryası bitinceye kadar bağırmış ancak yörede onun çığlığını   enerji olmadığı  için duyan olmamış ve yardımına koşamamıştır. Benzeri olayları gelecekte.yaşamayacağız güvencesini verebilecek bir güç yada kuvvet bulunmamaktadır.Teknolojiyi iyi dönemler için değil kütü ve zor dönemlerde cevap verebilecek duruma getirmeliyiz diye düşünüyorum.
Uzun Dalga radyo yayıncılığından vazgeçmiş olmayı bir türlü kabullenemiyorum dersem beni kınamayın.Doğa koşullarının olumsuzluklarını yaşayan bir kişi olarak,bazı konularda elimizin kolumuzun bağlı kalmasını arzulamadığımdandır.
Radyo televizyon gibi değil,herkesin son model teknolojik cihazlarla donatılması imkansız.Toplumun bir bölümünü değil tümünü düşünmek zorundayız.
TRT nin FM yayınları nın bir bölümü Çorum’da bir türlü rayına oturmamıştır.TRT nin Radyo  1 haber bültenlerini sağlıklı dinlemek mümkün değil.Haber bülteninin başında yada birkaç saniye sonra yayın birden gitmekte,bir süre sonra tekrar gelmektedir.Sanki birisi haber bültenini okuyan spikerin elinden haber kağıdını çekip almasına benziyor..TRT radyo 1 ÇORUM’DA sağlıklı  bir şekilde dinlenmiyor diyebiliriz.İlgililer yada yetkililerin bu konunun bir süre izlenmesini ve gereğinin yapılması için girişimlerini bekliyoruz Televizyon  yada telefon henüz her çocuğun elinde yok.Çocukların rahatça TRT Radyo 1 den yapılan yayınları dinleyebilmesi geleceğimiz bakımından çok önemli olduğuna inanıyor,okurlarıma saygılar sunuyorum..

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1