|
|
|
|
|
|
|
01 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
TAKDİM
Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve
bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak
görülmelidir.
Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini
veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da
benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.
Bu
çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış
olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı
göreceksiniz.
Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir
kitaptır; onu okumamız gereklidir.
Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar
veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar
veremeyiz.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
02 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
-
MÜSLÜM TUNABOYLU
muslumtunaboylu@hotmail.com
-
Müslüm Tunaboylu,1938
yılında ailesi ile birlikte Bulgaristan‘dan Anadolu’ya göç etti.
Ailenin en küçüğü olan Müslüm Tunaboylu o tarihte Çorum’un
Mecitözü ilçesine bağlı Çıkrık Köyünde ilköğrenimini bitirdi.
-
Tunaboylu, Çıkrık Köyünde
ailesinin yakın ilgi ve ekonomik dayanışma içinde günlük
yaşamlarını İkinci Dünya Savaşı‘nın zorlu yansımasını Anadolu
insanının unutulmaz katkıları ile yok etmesini başardı.
-
Müslüm Tunaboylu,1943 yılında
ilköğrenimini Çıkrıkta tamamladıktan sonra aynı yılın Ağustos
ayı içerisinde Kastamonu Gölköy Enstitüsü’ne on arkadaşı ile
birlikte giderek kaydını yaptırdı.
-
Avrupa da devam ettiği bir
yıllık okul yolları Anadolu da itibar görmediği için Tunaboylu
birinci sınıfa iki yıl devam etti.1943 te enstitü de ikinci
sınıfa geçti. Bir yıllık kaybını Tunaboylu böylelikle kapatmış
oldu.
-
İlköğretim Genel Müdürü
İsmail Hakkı Tonguç’un Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü’ne l945
yazında yaptığı gezide Mecitözülü öğrencilerin yıllık izine
ekonomik güçleri olmadığı için çıkamayan 17 arkadaşının Samsun
Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’ne nakillerini verdiği bir dilekçe
ile sağladı.
-
1947 yılında beş yıllık
öğrenimi tamamlayarak öğretmen olan Tunaboylu Mecitözü’nün
Kışlacık Köyünde öğretmenliğe başladı.l950 yılı Eylül ayına
kadar burada hizmet vermeye çalışan Tunaboylu bir arkadaşı ile
karşılıklı becayiş yaparak Bayındır Köyünde askere gittiği
l955 Haziran ayına dek burada öğretmenliğini sürdürdü.
-
İzmir-Gaziemir Ulaştırma
Okulunda altı ay kalan Tunaboylu Asteğmen rütbesi ile
İstanbul-Yassı viran da bulunan 33.tümen Hafif Ulaştırma Oto
Bölüğünde göreve başladı. l956 yılında Teğmen olarak terhis
olan Tunaboylu askerlik sonrası 30 Kasım 1956 da
Mecitözü’nün Devletoğlan Köyünde göreve başladı.1957 yılında
tekrar Kışlacık Köyünde göreve başlayan Tunaboylu l960
yılının eylül ayına kadar burada kaldı. Aynı yılın
sonbaharında Çorum Merkez Hürriyet İlkokulunda görevini
sürdüren Tunaboylu bu okulda dokuz ay okul Müdürlüğüne
vekalet ederken 55 öğrencisi bulunan birinci sınıfa da
öğretmenlik yaptı. Tunaboylu aynı okula Müdür olabilmek için
başvuruda bulunsa da kendisine yarım puan verilemediği için
müdür olamadr
-
Merkez Hürriyet İlkokulu’nda
görevli iken güçlüklerle boğuşan Tunaboylu, kendisine Müdürlük
verilmeyince buradan kırgın olarak ayrılarak İstiklal Okulunda
göreve başladı.
-
Hürriyet ve İstiklal
İlkokulu’nda görevli bulunduğu yıllarda merkezde öğretmen
derneklerinde ve Türkiye Öğretmenler Sendikasında yöneticilik
yaptı, birkaç yılda TÖS’ÜN bölge temsilciliğinde bulunarak
öğretmen hareketlerinde faal ve etkin görevlerde bulundu.
-
1932 yılında Cumhuriyetimizin
Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleri ile kurulan
ancak, Demokrat Parti’nin iktidar olduğu ilk yıllarda
kapatılan Halkevlerinin Çorum da ikinci kez açılışında yönetim
kurulu başkanı olarak görev aldı, Açtığı halk dershaneleri ile
halkın beğenisini kazanan gönüllü kuruluşun da taşra ve merkez
örgütünde de görev aldı. Sahipliğini yaptığı MADIMAK yayın
organı hemen tüm şubelere dağıtılarak Çorum’un tanıtımına
yardımcı oldu.
-
12 Eylül l980 de yapılan
askeri darbe sonrasında el konulan öğretmenler binasının
yapımında ki çabaları ve çalışmaları unutulmayan Tunaboylu,
binanın tekrar öğretmen kuruluşuna devri için siyasilerin çaba
göstermeyişini devamlı yerdi.
-
1973 yılının 9 ağustosunda
Merkez Kale İlkokulundan emekliye ayrılan Tunaboylu, l974 yılı
ocak ayı başlarında Çorum Gazetesi Yazı İşeri Müdürlüğü ile
gazeteciliğe başladı. l990 yılına dek yerel gazeteler ile
ulusal basında Çorum Temsilciliği yaptı.l981 yılında görev
aldığı Anadolu Ajansı Muhabirliğini sürdürmektedir.
-
Gazetecilik yıllarında
Hürriyet, Milliyet, Günaydın gibi ulusal basın muhabirliği
yaparak Çorum’un sorunları ile yakından ilgilenmiş, yazıları
ile katkılarını sürdürdü. Yerel gazetelere ve Çorumlu Fikir
dergisinde yazıları ile zaman, zaman konuk olmaktadır.
-
1960 yılından beri Çorum
merkezde ikamet etmekte olan Tunaboylu, 1970 yılında Kale
Mahallesi Meramevler 6.sokak no 20 de yaptığı iki katlı
binanın üst katında ikamet etmektedir.
-
Müslüm Tunaboylu; oğlu 1954
doğumlu gazeteci-yazar Mahmut Tunaboylu’yu 2002 yılının son
günü kaybetti. Oğuldan iki, kızlardan üç olmak üzere beş torun
sahibidir.
-
Müslüm Tunaboylu'yu;
30 Ocak 2021 Tarihinde kaybettik.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
03 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
GÖLÜN YAZI MI YOKSA EĞMİR GÖLÜ MÜ?
Çorum’dan Laçin İlçesine
uzanan karayolunun Kırkdilim Köyü yakınlarında yolun solunda
genellikle ilkbaharda kendini göstererek ben buradayım diyen
bir su birikintisiyle ve sazlıklarla karşılaşırsınız. Hatta
siz oradan geçerken bazı kanatlı hayvanların su birikintisi
üzerinde tur attıklarına tanık olursunuz. Bazen de elinde
tüfek sazlığın içinde pusu kurmuş avcılara rastlarsınız.
Dikkatimizi çeken bu su
birikintisine göl diyoruz. Ben buradan her geçişimde yıllar
önce Prof. Faik Sabri Duran’ın imzası ile yayımlanan ya da
basılan Doğal Türkiye Haritasını anımsarım. Ama nedense biz
oraya Eğmir Gölü demiyoruz da gölün yazı diyoruz. Oradaki
düzlüğe isim verirken göle isim vermeyi unutuyoruz. Biz
unutmuş olsak da birileri oranın ismini çok değişik
kaynaklarda okuyucusuna sunmuştur. Samsun-Lâdik-Akpınar Köy
Enstitüsü’nde öğrenim gördüğüm bin dokuz yüz kırklı yıllarında
Doğal Türkiye Haritasında illeri ve illerin doğal yapısını
öğrenmeye çalışırken arkadaşlarıma ”BAKIN BİZİMDE GÖLÜMÜZ VAR”
derdim. Ve Çorum’un da bir göle sahip olduğunu gururlanarak
arkadaşlarıma sezinletmeye çalışırdım. Göl sözcüğü her nedense
beni çok etkilerdi. Okulun yakınındaki Lâdik Gölünü ve göl
üzerinde ki kanatlıları ve sazlığı birkaç kez izleme fırsatı
bulmuştum. Bu gölde bulunan sazlıklardan yöre halkının
hasırlar dokunduğuna da tanık olmuştum.
Öğretmenimiz Enver Metinel,
bir gün bizi Akpınar Köy Enstitüsü’ne yakın bir köye yürüyerek
götürmüş, burada görevli bulunan bir eğitmenin başarılı
çalışmalarını göstermişti. Okulun bitişiğindeki lojmanında
oturan eğitmenin evinde Lâdik Gölünde yetişen sazlardan
örülmüş hasırların ekonomiye katkısını bir kez daha
saptamıştım. Öğretmenimizin bu köyde bizi çok çeşitli dallarda
somut olarak bilgilendirdiğini unutmam mümkün değil. Son yıllarda bir markalaşma
sevdasına kapıldık. Ne ölçüde başarılı olduk pek bilemiyorum.
Ama bilinen bir gerçek varsa yetkililerde aynı çabayı
gösteriyorlar. Markalaşmanın ekonomiye katkısı elbette
azınsanamaz. Çaba gösterilmesinden yana olan bir kişi olarak
diyorum ki ,bu su birikintisine yıllar önce yetkili imzalar
“EĞMİR GÖLÜ” demişler. Biz neden bu isimden yararlanmıyoruz da
gölü bırakıp gölün yazı diyoruz. Bu biraz haksızlık olmuyor
mu? Gölün ve çevrenin
korunmasında ki çabaları yakından izleyen bir kişi olarak,
buraya gölün yazı demeye dilim varmıyor. 1982 yılında yetkili
uzmanlarca hazırlanan ve basımı yapılan “YURT
ANSİKLOPEDİSİ’NİN” 3.cilt ve 2013 sayfasında yer alan ÇORUM
tanıtılırken GÖLLER: bölümünde “il sınırları içinde önemli göl
yoktur. Merkez İlçedeki EĞMİR GÖLÜ aslında bir birikinti gölü
olup yazın suları çok azalır. Sazlık ve bataklıktır. Derinliği
0.50 ile 100 m arasında değişir.” denilmektedir. Anılan yerdeki su
birikintisinin ansiklopedik kayıtlarını size EĞMİR GÖLÜ olarak
sundum. Belgesel kaynakların gençlere ulaştırılması varken
,neden yeni isimler peşinde koşuşturuyoruz anlamakta güçlük
çekiyorum. Konunun yetkililerce ele
alınması ve gerçeklerin genç kuşağa ulaştırılması dileği ile
saygılar sunarım.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
04 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
ANADOLU BOZKIRINDA UNUTULMAYAN EĞİTİM KURUMLARI KÖY
ENSTİTÜLERİ
Adından da
anlaşılacağı gibi Köy Enstitüleri köyler için kurulmuş bir
Eğitim ve Öğretim kurumudur.Burada yalnız köy çocukları eğitim
ve öğretim görecek sonra da köyüne dönerek kendisine verilen
bilgi ve beceriler doğrultusunda çalışmalar yapacaktır.Köy
Enstitüleri duyulan bir zorunluluk sonucudur ki ülkenin 21
yerleşim biriminde kurulmuştur.Bu eğitim yuvalarına ilkokuldan
mezun olan bozkırın çocukları alınmaktadır.İlk yıllar bu
uygulama yapılırken,her nedense birkaç yıl sonra uygulama
sistemi değiştirilmeye başlanmıştır.Yalnız köy ilkokulundan
mezun olan çocukların bu okullara gittiğini gören bazı
açıkgözler kentsel alandan kırsal alana bir yıllığına taşınarak
köy çocuklarının kontenjanını daraltmak istemişlerdir..Bu
girişim giderek daha da değiştirilerek ilkokuldan mezun olan
çocukların bu okullarda okutulmasına başlanmıştır.
Bir
zorunluluk sonucu Köy Enstitülerinin kurulması ile
ülkenin dört bir yanında okuma-yazma olayları arzulanandan daha
çabuk gelişmiş,Anadolu insanı okuyup yazmaya başlamıştır.Kısaca
bozkırdaki aile oğlundan gelen mektubu köy katibinin köye
gelmesini beklemekten kurtarılmıştır.Ama ne yazık ki bugün bile
ülkede okuma yazma bilmeyen binlerce insan bulunmaktadır.Bazı
eğitim kurumlarının okuma-yazma kursları açtığına tanık olunmaktadır.
Köy Enstitüleri’nde
köy çocuklarının günlük hareketlerini bir değerlendirmeye tabi
tutarsak,okulda her türlü işçilik bulunmakta,öğrenciler
becerilerine göre bu iş dallarına ayrılarak eğitim görmeleri
sağlanmaktadır. Enstitülerde yalnız kültür dersleri değil iş
eğitimine de ağırlık verilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı
öncesinde askerde onbaşı ve çavuş olan gençlerin ,altı aylık
bir kurstan sonra köylere eğitmen olarak gönderilmeleri ile
başlayan eğitim seferberliğine l944 yılı 17 Nisan’ında TBMM de
kabul edilen bir yasa ile kurulan Köy Enstitüleri damgasını
vurmuştu.
İlk yıllar
çadırlarda başlayan eğitim öğretim çalışmaları giderek köy
çocuklarının çabaları ile çadırlardan modern binalara
taşınmasına neden olmuştur.
Enstitülerin tarım
alanlarında hemen her türlü tahıl,sebze,meyve
yetiştiriliyordu.Mutfakta hep okul tarım alanlarında üretilen
sebze.meyveler değerlendiriliyor, satın alma olayı çok nadir
oluyordu. Enstitülerin mutfak olayında devlete herhangi bir yükü
bulunmuyordu.
Öğrenciler okul
tarım alanlarında yetişen sebzelerden usanmış olmalılar ki okul
müdürüne olayı bir kart büyüklüğünde ki kağıda yazılan: ÖĞLE
KABAK AKŞAM KABAK MÜDÜR BEY BUNUN BİR ÇARESİNE BAK” sözleri
dikkatini çekmiş olacak ki bir sabah toplantısında okul müdürü: Çocuklar bir
savaşın ortasındayız.elimizdeki olanakları kullanarak devlete
fazla yük olmaktan kurtuluyoruz.Ama ben size bir söz vereyim
..Bundan böyle günde iki kez değil bir kez kabak yemeği
yiyeceksiniz.Öğrenci topluluğu ile müdürde söylediklerine
gülmüştü.
Bunları neden
aktardığımı bende pek anlayamıyorum. Ancak bir şey hiç aklımdan
çıkmıyor.O kadar sıkıntıların karşısında kalmamıza rağmen
idareye yada yönetime karşı her hangi bir
yıpratıcı,incitici,zorlayıcı davranışta bulunulmamıştır.Okul
idaresi ile öğrenciler arasında öğle bir bağ vardı ki bu bağı
koparacak yeni bir güç oluşturulmamış,yada
oluşturulamamıştır.Köy Enstitülerinde görev almış yöneticiden
tutunda en alt kademedeki uzmanlara kadar unutulmaz bir eğitim
ve öğretim kadrosu kurulmuştur.Bu kadroların kuruluşunda
İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne getirilen İsmail Hakkı Tonguç’un
imzasını görürüz.
Köy Enstitüleri’nin
genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilke ve devrimlerinin Ankara’dan
Anadolu Bozkırına dek uzanmasında unutulmayan katkılarda
bulunmuştur.Yapılanları küçümseyen bir gurup Köy Enstitülerinin
kuruluşunda karşıt görüşler bulunmuş ancak bunların eğitim ve
öğretimde herhangi bir etkinliği olmamıştır.
Köy Enstitülerinde
verilen bilgi ve becerilerle köy çocukları beş yıl sonra
köylerine öğretmen olarak döndüklerinde karşılaştıkları bazı
idari konularda okul yönetiminden destek görmüşlerdir.
1940 lı yılların ilk
yarısında ülkede meydana gelen depremlerde Köy Enstitüsü’ndeki
öğrencilerden oluşturulan küçük guruplarla enstitü bölgesindeki
köylerde yapı onarım ve yapımlarında görev almışlardır. Olayın
en güzel örneği Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde deprem
sonrasında komşu Köy Enstitülerinden gelen öğrencilerin
yaptıkları tahta barakalarla 1945 yılında bizzat tanışan ve 1947
de bu okuldan mezun olarak bozkırda görev alan bir
kişiyim.Öğrenciler guruplar halinde okulun tuğla ocaklarına
giderek burada toprağı tuğlaya dönüştürülüşüne dek olan
evrelerinde isteyerek görev almışlardır.Tuğla ocağında ki
çalışmaların o denemde ekonomiye olan katkısı unutulamaz.Köy
Enstitülerinin gelişip büyümesinde tuğla ocaklarının bir
damgasının bulunduğunu söylersek yanılmış olmayız
Ülkenin yirmiyi
aşkın yerinde kurularak faaliyetini sürdüren Köy Enstitüleri’nin
Anadolu insanının bilgi becerisinin artmasında etken olduğu bir
gerçektir.Köy çocukları okullardan bozkırdaki köylere dönünce
köylerin çehreleri birkaç yıl içersinde her bakımdan
değişmiştir. Ne yazık ki bozkırda yeni filizlenen fidanlar çok
geçmeden günün iktidarınca kurutulmaya başlandı.
Köy Enstitüleri’nden
mezun olan köy çocuklarının bir bölümü yine okul yönetimlerince
belirlenerek Hasanoğlan Köy Enstitüsü’de kurulan Yüksek Köy
Enstitüsüne aktarılarak yüksek öğrenim görmeleri sağlandı.Bu
öğrencilerin Türk yazım hayatında unutulmayan eserlerini
görmekteyiz.Bu yazılı eserler bundan böyle genç kuşak tarafından
incelenmeli ve gereği yapılmalıdır diye düşünüyorum.
Köy Enstitüleri
bölgelerinde tarımın tüm dallarını modernleştirmede de önemli
görevleri üstlenmiştir.Sanatın hemen tüm dalları bu dönemde
kırsal alana dek ulaştırılmıştır.Enstitüde verilen bilgi ve
beceriler ile donatılan öğretmenler kırsal da etkin olmaya
başlamışlar, bozkırda tarımın dışında ufak atölyelerin
kurulduğunu görüyoruz. O dönemde çiftçi saban demirinin onarımı
için kentsel alana taşınmaktan kurtarılmıştır. Okulların hemen
bitişiğinde kurulan işliklerde öğretmenin sanat dalına göre
etkinliğini görmek mümkündü. Eğitimin yanında öğreniminde etkin
olabilmesi için Köy Enstitülerin de kütüphaneler ve kitaplıklar
kurulmuş, Bozkırın Çocukları Dünya Klasikleri ile
tanıştırılmıştır. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in eğitim
seferberliğine olan katkısı hafızalardan silinemeyecektir. Ama
ne yazıktır ki o güzelim dünya klasikleri kitaplıklardan ve
kütüphanelerden alınarak katledilmişlerdir. Dünyanın çoğu
ülkesinde klasik eser katliamı o günün koşulları ile
kınanmıştır. Köy Enstitüler’inde spor faaliyetleri hemen tüm
dallarda yapılmaktaydı. Milli Bayramlarda törenlere illerde ve
ilçelerde katılan enstitü öğrencilerinin etkinleri gösteriliyor,
bu öğrenciler kırsal alanla kentsel alanın birbirine yaklaşımını
sağlıyordu.
19 Mayıs Gençlik ve
Spor Bayramı törenleri için öğrenciler en azından on beş günlük
bir çalışma ile becerilerini sergileme olanağı buluyordu. Köy
Enstitülerinde köy öğretmeni dışında köy sağlık memurları da
yetiştirildi. Bu sağlık memurları faaliyetleri için
görevlendirildikleri köylere giderek bizzat ilk sağlık
müdahalelerini yapabiliyorlardı.Sayıları az olan sağlık
memurlarının köylerdeki hizmetleri küçümsenecek cinsinden
değildi.O dönemde görülen görevliler arasında Köy Enstitüsünden
mezun olan sağlık memurları Sıtma Savaşında kırsal alanda en
etkin olan kamu görevlileriydi. Son yıllarda Köy
Enstitüleri’nin adından sık, sık bahsedilmekte, bazı kamu kurum
ve kuruluşlarınca düzenlenen toplantılarda bu Eğitim ve Öğretim
yuvalarının kapatılmasının büyük bir yanılgı olduğu
vurgulanmaktadır.
Cumhuriyet’in
kuruluşundan sonra Büyük Atatürk’ün emirleri doğrultusunda köy
eğitmenleri ile başlayan okuma-yazma seferberliği Köy
Enstitüleri’nden mezun olan köy çocuklarının sayesinde
gerçekleştirilmiştir. Türk Halkı bundan böyle, Köy
Enstitüleri’nin Cumhuriyetimizin gelişip güçlenmesinde ki
görevini hiçbir zaman unutmayacaktır. Köy Enstitüleri’nin
kuruluşunda ve daha sonraki dönemlerde görev alan tüm yönetici
ve öğretim görevlilerini, kuruluş yıldönümü nedeniyle bir kez
daha şükranla anar saygılarımı sunarım.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
METEOROLOJİK OLAYLAR ARASINDA KALAN ÇORUM
Durup dururken
nerden çıktı bu meteorolojik olaylar. Çorum’un geçmişine şöyle
bir göz attığımız da çok değişik meteorolojik olayların
yaşandığını görürüz.1979 yılının otuz Ağustosu otuz bir ağustosa
bağlayan gece saat 22. 45 de başlayan sağanak yağış unutulacak
cinsten değil. Hava sıcaklığının normalin üzerine çıkması
değişik bir meteorolojik olayın habercisi imiş gibi geliyor
insana. O günleri yaşayan Çorumlular hafızalarını bir kez daha
sorgulayacaklardır.
Nadık deresinden
inen sel,.bugün ki Vali konağının ihata duvarlarını yıktı.Gazi
Caddesinde selin yüksekliği iki metreyi buldu.Önüne gelen her
şeyi alan sel,suları şehrin batısındaki boşlukları yapay göllere
çevirdi.Yarım saati aşkın sağanak yağışla birlikte düşen yumurta
büyüklüğünde ki dolu dışarıda yakaladığı canlı cansız demeden
tüm varlıkları bilinmez bir değişikliğe uğrattı Çorum o gece
yirmi beş evladını kaybetti.Haberleşme olanakları
kalmadı.Telefon hatları koptu,direkler devrildi, içinde oturulan
oturulmayan .kısaca ne kadar bina varsa kuzey batı yönündeki
camlarını kaybetti.Konutların içerisi buz parçaları ile
doldu.Balkonlardan evlere dolan suları boşaltmak için büyük
küçük herkes görev aldı.Cam üreten firmalar Çorum’a cam
ulaştırmak için araç konvoylarında yer aldı.Tekerlekli
araçların üst kısımları buz parçalarının darbesinden gerekli
nasibini almıştı.Çorum dışına çıkan bu araçların plakasına
bakmadan Çorum’dan geldiği hemen dikkati çekiyordu.
Otuz Ağustos seli ve
getirdiği felaketi unutmak mümkün değil.çok sayıda konut
oturulamaz hale geldi.Sel zedeler için bir süre okullar ve
pansiyonlardan yararlanıldı. Dönemin Valisi Nevzat Şensoy’un
Çorum’da hayatı normale çevirmek için gösterdiği gayretleri ve
çalışmaları da unutmak mümkün değil. Tanık olduğum çok sayıda
olayın karşısında unutamadığım bir olayı siz okurlarıma aktarmak
istiyorum. Konutlar ya tümden yıkılmış, ya da bir iki duvarı
yıkılmış, evde ne varsa yani iğneye kadar her şey sel suları ile
yer değiştirmiş, vatandaş olanaksız kendine uzatılacak eli
bekliyor. Vali makamına bir pansiyon yöneticisi çağırdı, sel
zedelerin misafir edilmesini istedi. Görevlinin olumsuz
tavırları kabullenilecek cinsten değildi. Vali kimin malını
kimden esirgiyorsun sen diye görevliyi dışarıya attırdı. Yine
aynı saatlerde makama gelen bir görevli hanımı, eşinin şehirde
olmadığını, kapalı olan ambarın kendisi tarafından açılarak
kullanılabilecek ne kadar su boşalma aracı varsa verebileceğini
söylemesi Vali Şensoy’u çok duygulandırdı. Anılan araçlar depo
kapısı görevlinin hanımının kontrolünde kırılarak depo
boşaltıldı.
Sel sularının
temizliği günlerce sürdü. Ağustosun son günü basın mensupları da
çaresizlik içindeydi. Haberleşme çok güçtü. Yol kenarında ne
kadar telefon kutusu varsa sel suyu ile dolmuş. Görev yapamaz
hale gelmişti.
Basın mensupları
merkez deki PTT binasında toplandık. Pencerelerin camları gece
yere inmişti, odanın içersinde hala buz parçaları temizlenmeyi
bekliyordu. Biz çok değişik görüntüleri gördüğümüz için burada
ki görüntüyü nice sonra fark edebildik. Aramızda haberleşme için
çareler üretirken içeriye dönemin PTT Bakım Müdürü Nuri Bey
girdi. Meraklanmayın ben sizi istediğiniz istikamete ulaştırırım
dedi. Ulusal basın merkezleri ile buluşabilmek için Çorum’dan
İzmir’e oradan Ankara’ya, Ankara’dan da İstanbul’a faal iki
hattan yararlanarak ilimizin uğradığı doğal afeti yazılı basına
ulaştırabildik. Aynı gece Amasya da sağanak yağıştan nasibini
almış, bazı maden ocaklarına sel dolmuş işçiler hayatlarını
kaybetmişlerdi. Amasya o dönemde yarım otomatik görüşmelere
açıktı. Merzifon Tavşan dağı üzerinde ki radyo link
aktarıcılarına çok kısa sürede ulaşmışlar, Ankara’yı da
bilgilendirmişlerdi. Çorum ‘un böyle bir olanağı kalmadığı için
sabahı beklemek zorunda kalmıştı. Şehir itfaiyesinin
telefonundan başka telefon çalışmıyordu. Sabah saat beş
sıralarında Vali Şensoy’u arayarak bilgi almak istedim. Bende
itfaiyenin numarası ile Sayın Şensoy’a ulaşabildim. Aldığım
bilgi ürpertiyordu.25 insanımız boğularak can vermişti Devletin
organları tarafından hazırlanan rapora göre kayıp sayısı 18 di.
Ancak çoğu yurttaşlar otopsiyi beklemeden cenazeleri köylerine
götürerek son yolculuklarına uğurlamışlardı. Basın objektifleri
hiçte iç açıcı olmayan görüntüleri saptamışlardı.
O dönemde .yalnız
TRT 1 var.Ancak biz Çorum’daki felaketi Ankara ya
ulaştıramamıştık.Sıfır üçte çalışan görevliye Ankara’ya hangi
yönden ulaşabilirsek ulaşalım.Dedim Karşıma Tosya da ki memur
çıktı.Ben haberleri Tosya ya o da Ankara ya aktardı.Böylece
Çorum’daki felaketi Ankara da öğrenmişti.Olayları neden
detayları ile vermek istediğime tepkiniz olabilir.
Amasya Ankara ya
bizden önce ulaştığı için yola çıkarılan TRT ekibi Amasya
yolunda ilerlerken Kuşsaray karşısına vardıklarında bir görevli
biz yakını bırakıp da neden uzağa gidiyoruz.Önce Çorum’da çekim
yapalım sonra da Amasya ya gideriz der.Bu sözcükleri
arkadaşlarına söyleyen görevli Çorumlu dur.Yaşadığı bölgedeki
felaketi o daha yakından hissetmişti.Vali Şensoy.,TRT ekibine
benim yardımcı olmamı istemişti.Akşam haberlerinde Çorum ‘daki
sel felaketi ülke geneline sunulabilmişti.
Yapılan haberler
sonu çok sayıda Çorumlu asker ailesine yardım için izinli
bırakılmış,yaralar birlikte sarılmıştı.Anımsadığım kadarı ile
yüz altmış beş aile evsiz kalmıştı.Bir süre toplu koruma ve
barındırmaya alınan aileler daha sonra akrabalarının yanına
yerleştirildi.Kente prefabrik evler gönderildi,ancak bunlardan
gereği kadar yararlanılamadı.Uygun arsa bulunamadığı için daha
sonrada başka bölgelere gönderildi.
O günlerde afetler
yasasında ki bazı maddelerin günün koşullarına uygun olmadığı
belirtilmiş olmasına rağmen Amasya-Çorum ve Sakarya
milletvekilleri bir birlik yaparak zorluk çıkaran maddeyi
geçersiz kılmak için genel kurula indiremedi. Maddeye göre evi
yıkılana devlet elini uzatır,kiracıya ise herhangi bir yardımda
bulunulamaz.Bu maddenin yeni olgulara göre değişikliğe
uğratılması gerektiği düşünündeyim.
Geçmişin bir acısını
size aktarmakla ne yarar sağlanacağı konusunda değişik yorumlar
yapılabilir. Çorum’un alt yapısı bana göre henüz
tamamlanmamıştır. Kamu kurum ve kuruluşları bütçeye konulan
ödeneklerle alt yapıyı bugün ki duruma getirebilmişlerdir.
Çorumun alt yapısı için ayrılacak olan ödeneklerin biraz
büyütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Çorum’un alt yapısına yine
bir göz atmakta fayda var diye düşünüyorum.Nisan sonu ve mayıs
ayı içinde meydana gelen sağanak yağışlar sonunda asfaltın hemen
gözünün yaşlandığını,asfaltta yarış yapan araçların etrafı nasıl
ıslattığını birlikte yaşamaktayız. Araç sürücüsü bir yandan
arabasını bedavadan temizlerken,yol boyunda yayada yürüyen
insanların nasıl üstlerinin kirlendiğinden pek haberi
olmuyor.Bütün bunları görmemek yada düşünmemek
istiyorsak,Çorum’un alt yapısına bir sil baştan yeniden bakmak
zorundayız.
Çok karamsar
tablolar çizdiğim için beni bağışlayın,Son günlerde bir hava
alanı kırgınlığının oluştuğuna tanık olmaktayız.Herkesin kendini
savunma hakkının bulunduğunu unutmamak gerekiyor.Direnmenin bir
yararı olmayacağına inanıyor,Bazı yetkililerin ikide bir hava
alanı olayı ile haberlere girmelerini uygun bulmuyorum.Çorum
bulunmaz bir yerleşim yeridir.Hemen her gün belli saatlerde
keşişleme yada poyrazdan etkileniyor ve rahatlıyoruz.Çorum’daki
meteorolojik yapı ülkemizde çok az yerleşim biriminde
bulunmaktadır,sıcaktan bunalan yöre insanlarına yazı Çorum da
geçirmelerini rahatlıkla önerebiliriz diyor saygılar sunuyorum Yapılan
haberler sonu çok sayıda Çorumlu asker ailesine yardım için
izinli bırakılmış,yaralar birlikte sarılmıştı.Anımsadığım kadarı
ile yüz altmış beş aile evsiz kalmıştı.Bir süre toplu koruma ve
barındırmaya alınan aileler daha sonra akrabalarının yanına
yerleştirildi.Kente prefabrik evler gönderildi,ancak bunlardan
gereği kadar yararlanılamadı.Uygun arsa bulunamadığı için daha
sonrada başka bölgelere gönderildi.
O günlerde afetler
yasasında ki bazı maddelerin günün koşullarına uygun olmadığı
belirtilmiş olmasına rağmen Amasya-Çorum ve Sakarya
milletvekilleri bir birlik yaparak zorluk çıkaran maddeyi
geçersiz kılmak için genel kurula indiremedi. Maddeye göre evi
yıkılana devlet elini uzatır,kiracıya ise herhangi bir yardımda
bulunulamaz.Bu maddenin yeni olgulara göre değişikliğe
uğratılması gerektiği düşünündeyim.
Geçmişin bir acısını
size aktarmakla ne yarar sağlanacağı konusunda değişik yorumlar
yapılabilir. Çorum’un alt yapısı bana göre henüz
tamamlanmamıştır. Kamu kurum ve kuruluşları bütçeye konulan
ödeneklerle alt yapıyı bugün ki duruma getirebilmişlerdir.
Çorumun alt yapısı için ayrılacak olan ödeneklerin biraz
büyütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Çorum’un alt yapısına yine
bir göz atmakta fayda var diye düşünüyorum.Nisan sonu ve mayıs
ayı içinde meydana gelen sağanak yağışlar sonunda asfaltın hemen
gözünün yaşlandığını,asfaltta yarış yapan araçların etrafı nasıl
ıslattığını birlikte yaşamaktayız. Araç sürücüsü bir yandan
arabasını bedavadan temizlerken,yol boyunda yayada yürüyen
insanların nasıl üstlerinin kirlendiğinden pek haberi
olmuyor.Bütün bunları görmemek yada düşünmemek
istiyorsak,Çorum’un alt yapısına bir sil baştan yeniden bakmak
zorundayız.
Çok karamsar
tablolar çizdiğim için beni bağışlayın,Son günlerde bir hava
alanı kırgınlığının oluştuğuna tanık olmaktayız.Herkesin kendini
savunma hakkının bulunduğunu unutmamak gerekiyor.Direnmenin bir
yararı olmayacağına inanıyor,Bazı yetkililerin ikide bir hava
alanı olayı ile haberlere girmelerini uygun bulmuyorum.Çorum
bulunmaz bir yerleşim yeridir.Hemen her gün belli saatlerde
keşişleme yada poyrazdan etkileniyor ve rahatlıyoruz.Çorum’daki
meteorolojik yapı ülkemizde çok az yerleşim biriminde
bulunmaktadır, sıcaktan bunalan yöre insanlarına yazı Çorum da
geçirmelerini rahatlıkla önerebiliriz diyor saygılar sunuyorum!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
-Alo,Alo,Alo.
-Merhaba arkadaş.
-Merhaba dost.
-Ne yapıyorsun?
-Bildiğin gibi,
günlük işlerin tamamlanması için yoğun şekilde çaba harcıyorum.
-Ne güzel ediyorsun.
Birde bana sorsan ne yapıyorsun diye. Canım ne sorayım arkadaş,
hepsini sen biliyorsun. Senden bir şey mi saklıyorum.
-Sen iş kovalarken
biz ne kovalıyoruz hiç sordun mu? Ne soracaksın tabi senin işler
halk deyimi ile tıkırında. Sen haftanın sonuna gelmeyi
düşünüyorsun. Senin belli bir işin yok mu arkadaş, İş arıyorum
amma bir türlü bulamadım. Halk tabiri ile konuşursak sinek
avlıyoruz. Avladığımız sinek cinsi de belli değil. Karasinek mi
sivrisinek mi bilemiyorum. Sinek çeşitlerini sana saymama gerek
yok. Sen sinekleri tanırsın. Onlara karşı bağışıklık edinmişsin.
Ya biz bir türlü bağışıklık kazanamadık. Dostlara selam
vermekten başka bir iş yaptığımız yok. Soruyorlar insana. Bir
işin var mı? Var mı dersin yoksa yok mu? Tabii ki var diyoruz.
Ancak iş yerine geldiğimizde elimize alacak bir işimizin
bulunmadığını anlıyoruz.
-İşimiz olmasa da
bilgisayarımız var. Onunla ilgileniyoruz. Onu boş bırakmak olmaz
bilirsin. İş yerine doğru birisi yaklaştığında hemen bilgisayara
dikkatli bir şekilde bakmaya başlarsın. Dostlar alışverişte
görsün diye. Kapıdan içeri dalan kişi bir bakarsın, zaman
doldurmak için mi yoksa bir işini yaptırmak için mi geldiğini
kişinin tavrına ve rengine yani yüzünün rengine bir bakarsın. Bu
kişi zaman doldurmak istemiyor. İşi acele herhalde?
Selamlaşırsın, oturması için ısrar edersin. Biliyorsun ki bu
kişi sana iş için geldi. Ne var ne yok derken, kapıdan giren
kişi derdini açmayı biraz geciktirmiş olsa da yavaş, yavaş içini
dökmeye başlar.. Anlattıklarını dinler görünür bilgisayara
bakmayı da ihmal etmezsin. Çünkü bilgisayar sana bilgi
aktarıyor, zamanın boş olsa da tatlı saatler geçirmeni sağlıyor.
İş yerine iş için dalan kişi kendi kendine söylenmeye başlar. Bu
adam bana değil de bilgisayara neden bakıyor. Sanki bu ülkede o
mu var. Bende bir başka yere giderim derken bilgisayar başında,
yani masa başında oturan kişi. Evet! Seni dinledim. Senin bu
işin görülmesi için elimizde parça yok. Bilgisayara bir bakalım,
fiyatı neymiş? Bir dakika bekler misin? Elbet beklerim yanıtını
alır. Bilgisayar açıktır. Haberleşme için birkaç adrese bakar,
fiyatlardaki farklılığı görür ondan sonra bilgi bekleyen
vatandaşa dönerek, işin maliyetini söyler. İş alanla işveren
anlaşırlar.
Sizinle kısa bir
gezinti yaptık. Buna benzer daha nice iş türleri var. Saymakla
bitmez.
Hafta sonunu, yani
yorgunluğu dışarıda gidermenin yolunu ararken, karşı taraftaki
vatandaşın ekonomisini düzenlemek için harcanan çabadan birkaç
saniyelik bölümünü okurlarıma aktarmak istedim.
Pikniğe gitmek
apayrı bir zaman alır. Arkadaş bulma, ailece pikniğe gidebilme.
Komşuların pikniğe gidişleri, sizin ise evin kapısından onlara
bakışınız. İnsanlar, yaşamak için ekonominin artık gerekli
olduğunu anlamaya başladılar. Eskiden hal hatır sorulurken,
şimdilerde bir işin var mı, ayda ya da yılda ne kadar ciro
yapabiliyorsun?
-Sen hangi cirodan
bahsediyorsun arkadaş, bizim ciromuz öyle hesap makineleri ile
hesaplanacak gibi değil.
-Ya nasıl arkadaş?
-Bir kez olsun
arkadaşına. Seninle uzun süredir görüşemiyoruz. Dedin mi?
-Hafta sonu geldi,
pikniğe gidelim diye piknik yeri seçmeye çalışıyorsun. Bizim
pikniklerle işimiz kalmadı.
-Pikniğe gidip
etrafı kirletme derdimiz bari yok. Karayolu boyunca rüzgâr neler
uçuruyor neler. Bir görsen arkadaş! Pazar günü pikniğe gidenler
piknik yerlerini kente dönmezden önce geleceğe güzel bir biçimde
bırakabilirlerse, pikniğe çıkmayanlar iş yerlerinde bir güzel
bakım yapabildilerse ne mutlu onlara.
Güzellikler sizin
olsun saygı değer okurlarım.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
KENTLER BÜYÜDÜKÇE SORUNLAR ÇOĞALIYOR
Toprak ana doğal
nemi bulduğu süre içinde canlılar için neler üretir neler.
Üretilenleri isimlendirmeye kalksak belki ömrümüz yeterli olmaz.
Bir zamanlar Orta
Asya da bir iç deniz var iken insanlar bu su birikintisinden
uzun süre yararlanmış, toprağın nemi kaybolmaya başladığında ise
dünyanın çeşitli yerlerine göç başlamıştır.İnsanlar Orta Asya da
ki kazanımlarını karşılaştıkları nemli topraklarda konaklayarak
yaşamları için gerekli üretimleri gerçekleştirmişlerdir.
Yerkürenin her yeri
nemli topraklarla kaplı olmadığı içindir ki insanlar
bulundukları yerleşim birimlerinde uzun süre kalamamışlar,
zorunlu olarak nemli toprakları aramaya koyulmuşlardır. Buna
tarihi bir süreç diyebiliriz.
Küçücük toplumlar
giderek artış göstermiş böylece artan nüfusla birlikte bazı
sorunlarda birlikte gelmiştir.
Ülkemizin tarihine
bir göz attığımızda, üretimin bol olduğu yerlerde nüfus
yoğunluğunun giderek arttığına tanık oluruz. Buralarda ki
sorunlar çok değişik türde gelişirken çözümlerde aranmaya
başlanmıştır. Böyle olmasının tek nedeni kentlerin büyümesi,
kırsal kesimin sorunlarını da ikinci plana bırakılması
zorunluluğunu getirmektedir.
Ülkemizde
akarsuların toplanarak, göletler ve barajlar yapılmaya
başlanması cumhuriyet döneminde başlamıştır. İlimiz sınırları
içinde uzun süre kalan Hititlerin toprak anayı nemlendirmek için
barajlar yaptıklarına kazılar sonucu tanık olmaktayız.
İnsanoğlu zamanın
koşullarına göre çözüm üretmeyi de bilmiş, yıllar boyu yaşamını
artan nüfusuna karşılık yeni çözümleri de beraberinde
getirmiştir. Dün karasabanla nemli toprağı değerlendirerek
gerekli oranda üretimi gerçekleştirmiş, karşılaştığı zor
koşullara karşı kendi varlığını koruyabilmiştir.
Nüfus yoğunluğunun
artış gösterdiği yerleşim birimlerinde insanoğluna öncelikle
içme ve kullanma suyu gereklidir. Sağlıklı bir işgücünü su
sorunu bulunan yörede sağlamanız mümkün değildir. İnsanoğlu
yaşamanın ilk koşulu olarak suyu kullanmayı öne çıkarmıştır. Bu
olgu tarihte de öyle olmuş, şimdide öyle olmaktadır. Dün mahalle
çeşmeleri var iken bugün onlar birer tarih olmuş, insanoğlu suya
yakın olmak için onu konutuna kadar getirmiştir.
Nereden nereye
geldik. Kırsal alandan kentlere göç zorunlu olarak başlamasından
sonra kentlerin nüfus yoğunluğu artmış, kırsal alanda ise
köylerde günün gelişen ve değişen koşullarını karşılamak
imkansız hale gelmiştir. Devlet öncelikle nüfus yoğunluğunu
dikkate alarak hizmetleri karşılamaya çalışmaktadır.
Yaklaşık olarak
yirmi yıldan fazla basında çalışarak Çorumun sorunlarını kamuoyu
adına ilgililere yansıtmaya çalıştığım süre içinde kırsal alan
olsun kent sorunları olsun su sorunu önde gelen sorun olmuştur.
Bin dokuz yüz
yetmişli yıllarda. Çorum’da su sorunu artış göstermiş olmasına
karşın kent halkı olanla yaşamını sürdürmeyi bilmiş, ilgili
kurum ve kuruluşlar sorunu çözümlemek için olduğunca çaba
harcamışlar, bazı kısa vadeli ve masrafı az olan su olanaklarını
Çoruma getirmeye çalışmışlar, ancak yöredeki yöneticilerin kendi
yörelerindeki su olanaklarının Çoruma uzantısını
engellemişlerdir.
Rakımı Çorum’dan l50
metre yüksekte olan bir ilçemizden cazibe ile su getirmek
istenilmiş, ilçe yönetimi bu girişimi önlemiştir.
Bana göre ülke
genelinde su sorununu çözümlemek için önce bir su yasasına
ihtiyaç vardır. Yasama organı yurt ölçeğinde ki suların
kullanımını bu yasa ile belirlemeli, enerji yurt ölçeğinde nasıl
uygulanıyorsa sularda o şekilde bir uygulamaya tabi
tutulmalıdır.
Son yağmurlar gelmeseydi Çorum nerdeyse bir çölleşmeye doğru yol
almaya başlamıştı. Bundan böyle kentlerin, beldelerin ve
köylerin su sorununu çok ucuz olarak sağlamanın yolu il
sınırları içindeki akarsuların yüksek rakımlara enerji ile depo
edilerek cazibe yolu ile yerleşim birimlerine eşit düzeyde
ulaştırmak olmalıdır. Aksi halde enerji bedelleri ülkenin
ekonomi sorununu daha da artıracaktır diyor saygılar sunuyorum
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
TAŞIMACILIK KENTLERDE NEDEN SAVSAKLANIYOR
Tarihin sayfalarına
göz attığımızda taşımacılığın tekerleğin bulunmasından sonra
biraz daha canlandığını, hayvanların sırtlarından ağırlığın
boyunlarına kaydırıldığını görürüz. İnsanoğlunun ilk hayvan
arkadaşı köpeği görürüz. Köpek sahibini kötülüklerden korumak
için yaratılmış bir canlıdır. İnsanoğlunun kutupları keşif için
taşımacı olarak köpekleri kullandığına tanık olmaktayız. Hemen
bütün çağlarda hayvanların taşımacılıkta kullanıldığını,
çağımızda da hayvanların kırsal kesimlerde taşımacılıktan
kurtulamadıklarını görmekteyiz.
Tekerleğin icadından
sonra arabalarla savaş için hayvanların kullanıldığını, ulaşımın
ancak tek tırnaklılarla yapılabildiği dönemlerde günlük ulaşımın
belirli bir uzaklıkta yapılabildiğini, insanların konaklama
yerleri oluşturduğunu, bu tarihi konaklama yerlerinin ipek yolu
üzerinde daha çok dikkate alındığını, sarp dağlardan aşarak
ticaret yapmanın insanoğlunu yıldırmadığını görüyoruz.
Taşımacılığın
insanoğlu için kaçınılmaz olduğunu, bu sayede insanoğlunun yeni
keşifleri gerçekleştirdiğini biliyoruz. Modern taşıt araçlarının
icadı ile birlikte taşımacılığın daha önem kazandığını
görüyoruz.
Anadolu insanının
taşımacılıkta ne kadar sıkıntı çektiğini, imparatorluğun
çöküşünden sonra yeni yönetimin taşımacılığı hızlandırmak için
gerçekleştirdiği ulaşım ağlarını yirminci yüzyılda daha da
modernleştirdiğini görüyoruz. Teknolojinin giderek
geliştirildiği günümüzde hayvan gücü ile taşımacılık yok
denecek bir düzeye gelmiştir. Bugün bir tarih olma yolundaki
hayvanla taşımacılık turistik yörelerde bir ticari araç olarak
yapılmaktadır. Bilhassa sahillerde yabancı uyruklu insanların
tarihi yaşantılarını birkaç saatte yaşayabilme duyguları da çok
önemlidir. Kentlerden kırsal alana bilhassa günümüz de
çocukların gitmeyi arzuladıklarına tanık olmaktayız. Ata binme,
harmanda döven sürme, tarladan kağnılarla sap taşıma, bilhassa
kağnı sesini duyabilme arzuları büyüklere göre çocuklarda daha
fazladır. Bugün gelişen teknoloji ile insanlara, bilhassa
çocuklara hayvan seslerini dinletebilmek için kasetler
doldurulmaktadır.
Bugün taşımacılığın
modern yollar ve araçlarla yapıldığına tanık olmaktayız. Geriye
bir dönüş yaparsak bizlere bu ülkeyi bırakanların hangi
koşullarla yaşamlarını sürdürdüklerini anımsamakta sanırım büyük
faydalar sağlanabilir
Dün insan gücü ile
ulaşıma açılan karayolları bugün modern dev makinelerle
gerçekleştirilmektedir. Karada, denizlerde ve havada yapılan
taşımacılıkta bazı ülkelerin çağ atladığını görüyoruz. Dünyada
taşıt araçlarının kullanımı belirli bir süre için
gerçekleştirilirken, biz yaşlı araçları kullanmakta bir sakınca
görmüyor bu nedenle meydana gelen trafik kazalarını da bir yazgı
olarak kabul ediyoruz.
Son yıllarda bazı
illerde olduğu gibi Çorum dada 34 plakalı araçların belediye
temizlik işlerinde kullanıldığına tanık oluyoruz. İnsanın aklına
bu araçların belli bir nüfusa kadar olan yerleşim birimlerinde
mi hizmet görmesi ön görülmektedir. Yoksa bu araçlar da neden 19
plaka numaraları kullanılmamaktadır. Yoksa büyük şehir
belediyeleri kullanımdan düşen bu araçların onarım masraflarını
kim karşılamaktadır. Bu araçların akaryakıt bakımından bir hayli
masraflı olduğu bilinmektedir. Büyük kent belediyelerinin araç
parkının geniş olması nedeniyle bazı araçları taşrada kiraya
verdikleri ve gelir sağladıkları biliniyor.
Taşımacılık derken
konuyu çok çeşitlendirdik. Kentimize hangi koşullarda getirilmiş
olursa olsun kamu da hizmet veren araçların tümüne zamanında
günlük, aylık, yıllık bakımların yapılması kaçınılmazdır.
Çalışan aracına iyi bakarsa o araç uzun süre hizmet verebilir.
Araçların çıkış ve dönüş bakımlarının yapılması zorunlu hale
getirilmelidir.
Bayram nedeniyle
birinci gün belediye otobüslerinin ücretsiz olacağı duyurusu
yapıldı. Kule yanında ki park yerinden otobüslerin yörelerine
normal günlerde hangi saatlerde çıkacak ise birinci günde öyle
yapılacağı vatandaşlara ulaştırılmış olmalı ki vatandaşlar
bayramlaşmak için harekete geçen ilk otobüsleri kullanmayı uygun
buldular. Ancak otobüsler bayram sabahı güzelce tazyikli su ile
içi ve dışı yıkanmış, koltuklar kurulanmadan servise
konulmuştur. Bayramlık elbiselerle otobüse binen çocuklar, anne
bu koltuk ıslak, elbisem ıslandı, oğlum, kızım koltuk değiştir.
Değiştirdim anne diğer koltuklarda ıslak. Koltukların hepsi
yaştı. Kurulama işlemini gerçekleştiren personel kim ise onu o
personel bayram günü bu görevini yerine getirmemiştir. Sanırım
belediye görevlileri böyle bir işlem yapıldığı konusunda
vatandaştan gelen yakınmalardan haberdardır. Kimsenin bu konuda
sorgulanmasını arzu etmem. Sanırım bu yıkama ve temizlik işi
hemen her gün olmasa da haftada bir kez yapılır. Bu iş için
görev alanların, görevlerini görev bilmeleri en sağlıklı yoldur
diyor okurlarıma saygılar sunuyorum..
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
09 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
MAHMUT TUNABOYLU’YU ANARKEN
Saygı değer
meslektaşlarım; çok değerli konuklar!
Bayanlar
baylar,Merhum Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu’yu ebediyete
uğurlayışımızın sekizinci,doğumunun 56 .yılında kabri başında
birlikte anıyoruz. Merhum Mahmut Tunaboylu, babasının bir
eğitimci olması nedeni ile sanıldığı gibi ekonomik durumu
Günlük
ihtiyaçlarını kolayca karşılayabilen bir aile içersinde
büyümemiş, çocukluğunda bir buçuk, gençliğinde ise askerlik
dönemi boyunca baba ve aile hasreti çekmiştir. O babasının o
dönem geçerli olan renkli kağıtlara yazarak gönderdiği mektup
parçalarını ikinci bir mektup gelinceye dek cebinde saklamıştır.
Soranlara da babamın mektubu değil mennu diyebilmiştir.
Mahmut, yine
baba hasreti çektiği günlerden birinde kendir çöpleri ile
oynarken, bir parçanın gözüne isabet etmesi sonucu birkaç gün
sonra hastaneye ulaştırılabilmiş, yaşadığı sürece normal olarak
olanları izleyememiş, bir süre gözlük kullanması arkadaşlarınca
öğütlense de, gözlüklü yaşamı benimsememiş, gazeteciliğe
başlaması ile gözlüğün yardımcılığına evet diyebilmiştir.
Mahmut Tunaboylu,
yerel basında olduğu gibi ulusal basında da Çorum sorumlusu
olarak görev almış, çevresindeki sorunları yazılı ve görsel
basında ,ulaşması gereken yerlere ulaştırmıştır. Bugüne dek dile
getirilmeyen bir yanı da vatani görevi sırasında sakıncalı
olarak birkaç yerleşim yerinde görev yaparken babasının
çalıştığı yerel gazeteye el yazısı ile karaladığı makalelerini
CEMİL adı ile okuyucularına sunmuştur.
Çocukluğunda,
arkadaşlarının giydiği lastik ayakkabıları giyebilmek için
ayağında ki potinleri çıkarıp bir kenara atan ve yalınayak
onlarla günlük yaşamı paylaşmasını, dediğini yaptırıncaya dek
eylemini sürdürmesini bilmiştir. Çocukluğunun bir bölümünün
köylerde geçmiş olması sonucudur ki köy yaşantısını, orada ki
doğayı, kırsal alandaki çocukların sorunlarını beyninde
saklamayı bilmiş, yazılı yapıtlarını kaleme alırken, vurguladığı
genellikle hep Anadolu insanının yaşamı olmuştur.
Gazetelerde
yayınlanan sorunlarla ilgili yazılarında kendini ve ailesini
hiç düşünmemiş, toplumun sorunları çözümlenirse ailemin
sorunları da onunla birlikte çözümlenir diye düşünmüştür. Mizah
yolu ile yöre ve ülke sorunlarını yöneticilere yansıtmaya
çalışmış, bu nedenle bir mizahi yazısı nedeniyle ağır cezada
yargılanmış aldığı ceza sonucu okurları ile yemek tarifleri
yazarak bağını sürdürmüştür.
Saygı değer hazurun!
Bugüne dek Merhum
Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu nun bilinmeyen yanlarının bir
bölümünü yansıtmaya çalıştım. Çorum Gazeteciler Cemiyeti Başkanı
Sn, Şevket Erzen in vurguladığı gibi, Mahmut Tunaboylu Çorum’un
sembolü olarak kabullenilmiş, bugüne dek yapılanlar sayesinde
Çorum yurt ölçeğinde olduğu gibi yurt dışında da insanlarca
tanınır hale gelmiştir. Sanırım Merhum Mahmut Tunaboylu’nun
sağlığında ki eylemlerinin bir katkısı olmuştur diye
düşünüyorum.
Merhum
Gazeteci-Yazar Mahmut Tunaboylu birisi kız biri erkek olmak
üzere lise mezunu iki evladını bırakarak ebediyete intikal
etmiştir. Müslüm Tunaboylu olarak bugüne dek isteğimin bir
bölümü Çorum Gazeteciler Cemiyeti olarak karşılanmış, bir bölümü
ise kişisel olarak değil cemiyet olarak çözüme kavuşturulabilir
düşüncesindeyim.
O da Şudur kısaca:
Mahmut Tunaboylu’nun uzun süre yaşadığı sokağa adının Belediye
meclisi tarafından verilmesi düşünüdür. Bu konuda iki bin yılı
Mayıs ayının ilk haftasında tarafımdan girişim yapılmış, ancak
bugüne dek bir gelişme görülmemiştir.
Bir baba olarak
sizden çok zor bir eylem istemiyorum. Cemiyetin bu konuda etkin
girişimini beklediğimi, beni bundan mahrum etmeyeceğinizi
biliyor, Tunaboylu’nun geride kalanları adına hepinizi beni
dinlediğiniz için teşekkür ediyor sonsuz saygılarımı sunuyorum.
Siz varsanız bizde
varız.
Sağlıcakla kalın
.
18 Ocak
2010
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
SORUMLULUĞU YETKİ KADAR SEVELİM
Son günlerde yetki ve
sorumluluklar konusunda medya da ,yerel basında, yazılı
basında çok değişik görüşler öne sürülerek, yetkisi yok,
yetkisi var, sorumlu değil ya da soruludur gibi sözcüklerden
usandırıcı bir şekilde bahsedilir oldu. Hak, hukuk
sözcüklerinden oluşan bir yazılı metini okuyucularına sunan
değerli yazarlar, makalesini tamamladıktan sonra sayfanın al
kısmına kondurduğu nokta ile gazetecilik görevini
tamamladığını zanneder. Oysa okuyucu tarafından okunan yazılı
metnin yazarı için kullandığı sözcükler çok önemlidir. Yazar,
kamuoyunda düşün ve düşüncelerinin ne ölçüde kabul gördüğünü
ya da, Yerildiğini bana göre bilmeli kısaca bir durum
değerlendirmesi yapmalıdır. Ben görüş ve düşüncelerimi
aktardım, bundan sonrası bana ait değildir diyemez basın
mensubu, y ada görüşünü sunan yazılı metin yazarı, geleceği
düşünmek zorundadır. Birkaç sözcükle vatansever olmak ya da
öyle görünmek yetmez.
Ülkede ki yöneticilerle iyi
geçinmek varken neden hep olumsuzlukları bulup buluşturup
kaleme almak daha güzel görünür. Bu tür bir davranışı
sergilemek belki bir süre için geçerli olabilir. Gelişmeler
sizi geçici olarak haklı çıkarabilir. İşin bir de diğer yanını
bir değerlendirmeye, kısaca sorgulamaya alalım. İstanbul,
Ankara, İzmir, Adana, Trabzon, Erzurum, Diyarbakır, Urfa,
Hakkâri, Edirne, Kırklareli, Zonguldak, Kocaeli, Erzincan gibi
il merkezlerinde değil de küçük bir kentte, ya da kasabada
gazetecilik mesleği ile uğraşıyorsanız, anılan kentlerde ki
gibi sorunlara uzaktan bakamazsınız. Taşra gazeteciliği büyük
kent gazeteciliğine hiç benzemez. Büyük kentte gazetecilik
yapan meslektaşlarım, taşradan kendilerine ulaşan haberlerin
ya da yorumların günler öncesinde gündeme düştüğünü, her zaman
dikkate almalıdır. Meslektaşlarım, canım bugün artık zamanla
yarış yapılıyor, çok kısa sürede bırakalım ülkemizi, yurt
dışına ulaşmak bir an meselesidir, denebilir.
Geçtiğimiz günlerde tüm
ülkemizi etkisi altına alan olumsuz hava koşullarının yaşamı
nasıl etkilediğini birlikte gördük ve yaşadık. İşte öyle bir
olumsuz hava koşulları sürerken TRT Kurumu sabah saat 0.730 da
yayınlaması gereken ilk ana haber bültenini yayınlayamadı.
Yönetici haber bülteninin olumsuz hava koşulları nedeniyle
yayımlanamadığını söyleyerek, müzik yayınını sürdürdü. Canım
ilk ana haber bülteni yayımlansa ne olur yayımlanmasa ne olur
denebilir. Bu düşünce kolay bir yanıttır. İlk ana haber
bültenini yayımlamak için kendisine yetki verilen kişi ya da
görevlinin görevini yerine getirememesi nedeni üzerinde
durulmuş mudur? Durulmuşsa, sorumluluk sözcüğünün bir
değerlendirmesi yapılmalıdır. Yazıp-çizerken yetkileri öne
çıkarırken, sorumlulukları da dile getirmek ön koşuldur bana
göre. Yetkinin ya da, sorumluluğun azı –çoğu olmaz. Kendini
yetki ile donatan yasa, kişiye sorumluluk yüklemiyorsa bu tür
bir yasa yeniden ele alınmalı, yeni düzenlemeler için gecikme
olumlu karşılanmamalıdır diye düşünüyorum. Bu tür oluşumlar
için geçmişte ”SİNEK UFAK AMMA MİDE BULANDIRIR” deyimini
kullanmışlardır. Olayları yaşamak ayrı olaydır, yaşamış gibi
görünmek, ya da düşünmek ayrı olaydır. Taşra gazeteciliğinin
bu dönemde de geçmişte olduğu gibi olayları, yansız ve yalnız
doğru ve dürüst olarak Kamuoyuna günün haberleşme olanaklarını
kullanarak ulaştırmalıdır. Ulusal basında görevli
meslektaşlarımız taşradan gelen haberleri değerlendirmeye tabi
tutmadan çöp kutusunu kullanmamalıdır. Geçmişe göre bugünü bir
değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda ya da sorguladığımızda
düşün ve düşüncelerimizi okuyucularımıza ulaştırırken,
kullandığımız sözcüklerin ne kadar kavgacı yada barıştı
olduğunu saptamak baş görevimiz olmadır diyor okurlarımı
saygı ile selamlıyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
TEKERLEĞİN GÜCÜ VE ÖZGÜRLÜKLER
İnsanoğlunun dünyayı
tanıması öyle kolay olmamıştır. Yazımın başlığında belirttiğim
tekerlek insanoğlunun en önde gelen yardımcısı olmuştur.
Tekerlek konusunda, yani tekerleğin icadı ile ilgili değişik
kaynaklardan bilgi edinmek kolay. Zaman tünelini çok eskilere
uzattığımızda insanoğlunun bugün daha güzel bir yaşam biçimi ile
karşı karşıya olduğunu görürüz. İnsanoğlu mağara Devrinin
sürdüğü yıllarda tekerleği henüz bilmez iken ormanda bir ağaç
gövdesinin yuvarlandığını görmesi ile tekerleği insanoğlunun
gücünü kullanmada ona ihtiyaç duyduğunu görürüz. Taşımacılıkta
tekerleğin görevlerini saymaya başlarsak sona varmak için çok
güçlüklerle karşılaşabiliriz. Tek tekerlek le başlayan
taşımacılık giderek çift tekerleğe geçiş yapmış, insanoğlu
düşmanlarına karşı kendisini korumak için iki tekerlekli savaş
arabaları icat etmiştir.
Bisikleti
incelediğimizde önce tek tekerlekli olarak görürüz. Tek tekerlek
üzerinde güç sağlamak ve yol almak bir hayli güç olmuştur.
İnsanoğlu bir süre sonra iki tekerlekli bisikletleri bulmuş ve
yolculuğa öylece devam etmiştir. İnce tekerlek kalın tekerlek
bunlar bir gücün değişimi için insanoğlunun dikkatini çekmiştir.
Tarihi incelemelere göz ezdirdiğimizde güney batı Asya
topraklarında insanın tekerleği bulduğunu görürüz. Yolculukta,
taşımacılıkta, savaşta, barışta uzun süre kullanılan iki
tekerlek daha sonra üç tekerleğe, sonra da dört tekerleğe
ulaştırılmış araçları görürüz. Tek tekerlekte denge çok zor
sağlanır. İnsanoğlu kolay denge sağlayacak araçları hizmete
sürebilmek için inanılmaz modeller üretmiştir. Aradan yıllar
geçmesine karşın dört tekerlek en uzun süre yürürlükte olan bir
taşıt aracıdır insanoğlu için.
Günümüz dünyasında
dört tekerlekli araçların cadde ve sokakları daralttığını,
insanların ulaşımını güçleştirdiğine tanık oluyoruz. Dört
tekerlekli araçlar için insanoğlunun yaptığı ekonomik tüketim
azımsanmayacak derecede yükselmiştir. Tekerlek bir yerde
rahatlık sağlarken öbür tarafta umulmayan tehlikeleri de
birlikte getirir. Kabahatli olan tekerlekler değildir elbet, onu
kullanan sürücülerin dikkatsizlikleri kazaları oluşturur ve her
yıl çok sayıda insanımızı karayollarında kaybediyoruz. Bir
yandan göze kulağa çok güzel gelen yapıtlar iyi
kullanılmadığında insanın ömrünü azaltmaktadır.
Kentlerde nüfus
artışı ile birlikte trafiğe çıkan araç sayıları da hızlı bir
biçimde artış göstermekte, cadde ve sokaklar adeta hale
gelmektedir. İnsan yaya gideceği bir mesafeye aracı ile
ulaşamamaktadır. Geniş caddeler yetersiz hale gelmiştir. Her
geçen güvenliği diğer güvenlik dallarını unutturur hale
gelmiştir. Önümüzde ki yıllarda caddeleri iki katlı yapmak
zorunda kalacağız. Trafik sorunu hemen her yerleşim biriminde
birinci sorun haline geldiğini görmek yöneticileri zor durumda
bırakmaktadır. Yazının başlığında değindiğim gibi tekerleğin
gücü günümüz dünyasında öyle bir artış göstermiştir ki insanın
özgürlüğünü tehdit eder hale gelmiştir. Yayalara adeta kentlerin
sokaklarında ayrılan bölümler giderek küçülmektedir.
Cadde ve sokakları
yaya olarak gezmek çok dikkatli adımları atmaya zorlamaktadır
insanımızı. Cadde ve sokakları tümden tekerleklere bırakırsak
özgürlüklerimizin bir bölümünü kullanamaz hale geliriz.
İnsanoğlu özgürlükleri yalnız kendisi için kullanmayı
düşünmemeli, karşısındakileri de biraz düşünmelidir. Bu dünya
yalnız güçlülerin dünyası olmamalı. Güçlü olanlar bugün ki
güçlerine güçsüzlerin yardımlarıyla ulaştıklarını
unutmamalıdırlar diyor, beni okuduğunuz için teşekkür ediyor
Ramazan Bayramınızı kutluyor saygılar sunuyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
KÖY ENSTİTÜLERİ NİN UNUTULMAZ EĞİTİM VE KÜLTÜR
HİZMETLERİ
Altı yüz yıllık bir
dönemin eğitim ve kültür hizmetlerine bir göz attığımızda
karşımızda ülke insanının bir bölümü hemen tüm eğitim ve kültür
olanaklarından uzak kalmıştır. Konuyu biraz daha açacak olursak
kentlerde, kasabalarda yaşayan insanlar kırsal alanlarda yaşayan
insanlardan daha şanslı daha önde tutulmuş görülmektedir. Bu
arada kırsal alanda yaşayan bazı toprak ağaları varsıllığının
bir sonucu olarak günün eğitim ve kültürünü almada kentlerdeki
insanlar gibi alabilmiştir. Ama nüfusun yüzde sekseni çiftçi ve
köyde yaşayan insanlar, eğitim ve öğretim kurumlarından
yararlanma olanağı bir türlü bulamamışlar. Bir kısım aydınlar
köyde yaşayanlar okusa ne olur okumasa ne olur diyebilmişler,
kırsal alandaki yurttaşlarına bakış açıları kentlerdekiler gibi
olmamıştır. Bir bakıma öz ve üvey evlat muamelesi uygulaması öne
çıkarılmıştır. İstanbul da ki saraya Çorum Koparandan kesilerek
sunulan ağaçlar yıllar sonra Hemşehrimiz Prof.Hıfsı Veldet
Velidedeoğlu nun Cumhuriyet Gazetesi ne yazdığı anılardan
beynimize yerleşmiştir.
Kurtuluş Savaşı
sonrasında Anadolu da Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ve
silah arkadaşlarınca kurulan yeni yönetim, yani Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, asırlarca unutulan seksen bin köyü ve o
kadarda mezrayı kasaba ve kentlerin ulaştığı eğitim ve öğrenim
düzeyine getirebilmek için yeni bazı atılımları yapması
gerekiyordu 1928 de yapılan Harf Devrimi sonrasında ülkenin en
ücra köşelerine dek eğitim ve öğretim kurumlarını ulaştırma
amaçlanmış, bu nedenle önce, askerliğini onbaşı ve çavuş olarak
tamamlamış gençlerden yararlanma öne çıkarılmış, bazı il
merkezleri yada yakınlarında eğitmen kursları açılmıştır. Çorum
açılan bu eğitmen kurslarından öncelikle yararlandırılan illerin
başında gelmiştir. Ama ne yazıktır ki bizim yöneticilerimiz
Çorum a tanınan bu ayrıcalığın bir yanıtı olarak hiçbir eğitim
kurumuna İlköğretim Genel Müdürü olan eğitimci İsmail Hakkı
Tonguç”un adını verememiştir. Öyle sanıyorum ki önümüzdeki aylar
içinde bir eğitim kurumumuza rahmetli TONGUÇ un adı verilir.
Dönemin
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 17 nisan 1940 da TBMM de kanunlaşan
KÖY ENSTİTÜLERİ ile ilgili olarak: Önümüzdeki senelerde
nüfusumuzun çoğunu teşkil eden köylümüzün, gerek tahsil gerek
geçim hususunda seviyesini yükseltmeyi başlıca hedef tutacağız.
Bu hususta elde edeceğimiz neticelere çok ehemmiyet ve kıymet
veriyoruz.
Kat”i olarak
inanıyoruz ki, köylümüzün tahsilini ve maişetini daha yüksek bir
dereceye vardırdığımız gün, milletimizin her sahada kudretli,
bugün güç tasavvur olunacak kadar yüksek ve heybetli olacaktır.
İSMET İNÖNÜ
İlköğretim Genel
Müdürü Tonguç, CANLANDRILACAK KÖY adlı yazılı yapıtında kırsal
alana, yada köylüye bakış açılarını açıklarken: Memleket işleri
yalnız yazıp çizmekle, nutuklar vermekle yürütülemez. Köyün
içine girmeli, orada ki yolsuzluklar giderilinceye kadar bizim
gibi onlara katlanmalı, köylünün başına üşüşen dertleri
elbirliği ile ortadan kaldırmalı. Bizimle hem dert, hem de
sevinç ortağı olmalı
Bizim işlerimizi
düzeltebilmek için bizim bildiklerimizi bilmeli, bizim
yaptıklarımızı yapabilmeli. Halkın yapamadığını hiç kimse
yapamaz, hele sadece. okur-yazarlığına güvenen hiç yapamaz. Bu
laflarımızı kitaplardan öğrenerek söylemiyoruz. Bize bunları
içinde doğup büyüdüğümüz, kenarında dedelerimizle babalarımızın
mezarları bulunan köy öğretiyor.
Tonguç, eğitmen
kursu döneminde Çorum a gelerek incelemelerde bulunmuş,
Kastamonu Gölköy Enstitüsü nün ilk Çorumlu kadrosunu
oluşturmuştur. Kastamonu ilk mezunlarından Mecitözü Kışlacık
Köyünden Şakir Demir, yine Mecitözü nün Çıkrık Köyünden Hacı
Uçak ilk aklıma gelen isimlerden dir. Şakir Demir üç yıl
öğretmenlikten sonra Hasanoğlan da açılan Yüksek Köy Enstitüsü
ne ayrılmış, Hacı Uçak ise yakalandığı hastalıktan kurtulamamış,
Çıkrıkta hayata veda etmiştir.Köy Enstitülerine köy okullarından
mezun olan köy çocukları alınırken, sonraları bu kural delinmiş,
köy okulundan diploma alan şehir çocukları da Köy Enstitülerine
alınmıştır. Bu olay köy çocuklarının kotasına bir bakıma el
koymak olmuştur.
1928 den sonra
ülkemizde okuma-yazma seferberliği başlatılmış, seferberliğin
ilk kahramanları da kurslarda yetiştirilen eğitmenler olmuştur.
Eğitmenlerin hizmetlerini hatırlamamak en azından insafsızlık
olur. Köy Enstitülerinin ilk mezunlarını vermesi ile seferberlik
biraz daha canlanmış, çok zor koşullarda çalışan köy çocukları
hiçbir zaman uygulamadan yakınmamış, görevini zorunlu olmadıkça
aksatmamıştır. Çok kısa sürede köylerde tarımın, hayvancılığın,
el sanatlarının unutulmaz bir şekilde geliştiğini, köylünün
kente zorunlu olmadıkça gitmediğini, modern tarımın köylünün
yüzünü güldürdüğüne tanık olmuşuzdur.
Beş yıllık bir
eğitim ve öğretim sonrasında ya kendi köyüne ya da yakın bir
köye öğretmen olarak atanan gençler kendilerinden istenen
hizmeti aksaksız gerçekleştirmişlerdir. Onların sayesinde kırsal
alandan çok sayıda kamu görevlisi yetiştiği gözlenmiştir.
Köy Enstitülerinden
mezun olan köy çocukları arasında yazarlar, ressamlar,
parlamenterler, bakanlar görmek mümkün.
Kırsal alandaki bu
uyanış ülkemizde bazı çıkarcı guruplarını rahatsız etmiş, kısaca
köylünün uyanması arzulanmamıştır.
1940 yılında açılan
20 dolayında Köy Enstitüsü 1950 de iktidara gelen siyasal parti
tarafından kapatılmıştır.
Konuyu şöylece
bağlamakta fayda görüyorum. Köyden çıkıp, gerekli eğitim ve
öğrenimi aldıktan sonra köye hizmet için dönüş bugüne dek
sürmüş olsaydı bugün TÜRKİYE NİN Avrupa birliğine girmek için
çaba harcamasına gerek kalmayacaktı. Ama köy gerçeği ortaya
çıkınca yalnız kendi gurubunu düşünen varsıllar, bu köy
çocuklarının ne yapacakları belli olmaz diyerek güzelim eğitim
ve öğretim kurumlarını kapatılmasına neden olmuşlardır.
Kırsal alandaki
vatandaşların dünyanın gelişim ve değişim olgularından
yararlanmalarına karşı çıkmak ne kadar bencil bir eylemdir. Bu
gurupların bugün bile çıkarcı eylemlerini zaman zaman
sergiledikleri konusunda duyumlar alındığı bir gerçektir. Şunun
iyice bilinmesi gerekir Köy Enstitülerinin kapanmasına neden
olan siyasal guruplar, o dönemde devamlı suçladıkları Köy
Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin yok yere yıpratıldığı konusunda
yazılı ve görsel basında yorumlar yapmaktadırlar. Buda bizim
kuşağı geçte olsa onurlandırmaktır.
Sözlerimi
tamamlarken Köy Enstitülerinde görev alan ve ebediyete intikal
eden tüm yönetici, öğretim görevlisi, uzman, teknik ,sağlık
ekipleri ile tüm hizmetlilere minnet ve şükranlarımı sunar,
hayatta olanlara nice sağlıklı yıllar dilerim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
YALNIZLIĞIN SAATLERİNİ YOLCU EDERKEN
Yaşadığım sürece
ramazan ayı bazen kış, bazen de yaz mevsimine denk geldi.Kışın
oruç tutmak yaza göre çok kolay.Yazın gündüz saatleri bir hayli
yer tutuyor.Mide talepte bulunmasa da insan sıcağın etkisi ile
susuyor.Vücut zaman zaman su çıkardığı için kilo da
verebiliyorsunuz.
Ben ramazan ayının
faziletlerini anlatmayacağım. Bugüne dek görevlilerden çok kez
dinledim. Dinlemek yeterli değil asıl görev söylenenleri yerine
getirmek. O nedense biraz zor oluyor. Hele yaş ilerledikçe
hastalık belirtileri hemen her gün rahatsızlıkları birbirine
devrediyor.
1940 lı Haziran ayı
ramazana denk gelmişti. Mecitözü ilçesine 20 km uzaktaki bir
köyde öğretmendim. Köy muhtarı. Bir ihtiyar heyeti üyesi ile
tanıklık için Çorum Ağır Ceza
Mahkemesi ne
gelmemiz gerekti. Bir gün öncesinden öğle ile ikindi arasında ki
bir zamanda yaya olarak köyden Mecitözü ilçesine hareket ettik.
İlce ile bulunduğumuz köy arasındaki uzaklığı yarısı tamamen
rampa çıkışı, yarısı da iniş rampası idi. Ben gençtim ancak
yanımdakiler askerliklerini yapmışlardı. Yaşları bana göre çok
farklıydı. O zaman şimdi ki gibi telefon edip bir taksi çağırma
olanağı yok. Yanımıza içecek ve yiyecek almamıştık. Akşam ilçeye
varacağımızı hesaplamıştık sanırım. Yaklaşık 10 km yi
tırmanırken Haziran sıcağında bir hayli yorulmuş ve terlemiştik.
Susuzluğumuz konusunda yapacağımız bir şey yoktu. Akşam ezanı
okunacak bizde suya kavuşacaktık. İki merkezin tam ortasında
zirvede bir çeşme sularını şırıl şırıl akıtıyorken çeşme başında
bir uygun yere oturduk. Çok yorulmuştuk. Birkaç kez nefes alıp
ciğerleri rahatlattıktan sonra sıra avucumuza aldığımız serin
suları yüzümüze defalarca çarpmak oldu. Serinlemiştik, bundan
sonra iniş rampa başlayacaktı. Adımlarımızı biraz uzattık
sanırım. Akşam öncesi ilçede bulunan bir hana ulaştık. Açık
lokanta yoktu. Fırından ekmek ve bakkaldan peynir, zeytin alarak
iftarı zamanında yapabildik.
Çok yorulduğumuzu
söylememe gerek yok sanırım. Açıklamalarımdan durumumuzu
anladınız elbet. Erkence odamızda uykuya daldık dersem yanlışlık
yapmış olmam. Sabah Çorum’a gidecek ilk otobüste yer almak
gerekiyordu. Gecenin belli saatinde sahura kalktık ve gereğini
yerine getirdik. Bir süre sonra ortalık aydınlanmış bizde
otobüsün bulunduğu mahalle varmıştık. Kalkış saati öncesi biraz
beklemiş olsak da ön sıralardan yer kapmıştık.
Tanıklık yapacağımız
Adliyede erkenden bulunduk. Görevliler henüz gelmemişlerdi.
Sabah güneşi altında duvarın dibine çöktük öylece duruşma
saatini bir süre bekledik. Oturulacak bir yer yoktu diyebilirim.
Mübaşir adımızı
seslice bağırdıktan sonra duruşma salonuna girdik. Görevli
kolumuzdan tutarak duracağımız yere bizi sürükledi diyebilirim.
Biz bir eşya gibiydik o görevliye göre. Hâlbuki biz yaşımız
icabı oturulacak ya da ayakta beklenecek yeri bilecek bilgi ve
beceriye sahiptik. Görevlinin kolumdan tuttuğunu anımsadıkça
bugün bile ne oluyoruz diyebiliyorum. Ben ilkokul sonrası beş
yılda öğretmen olmak için okumuş bir insandım. Kısaca benim
okuma-yazma öğrettiğim kişi bulunduğu yer icabı kolumdan tutup
çekebiliyordu.
Yaklaşık 60 ya da 70
km lik bir yol almıştık birkaç saatte. Tanıklık için bir ücret
almadık verende olmadı. Bu olayın yorumunu o dönemin ekonomisine
göre bir değerlendirme yapmak gerekir kanısındayım. Tanıklık
için ufak bir kâğıttan ibaret olan belgenin görevi yerine
getirilecekti. Biz sade bir vatandaş olarak görevimizi
yapmıştık. Verilen bu görevi severek yerine getirdikten sonra
köyümüze döndük. Kısa bir tanıklık için 48 saat yuvamızdan ayrı
kalmıştık. Yaşadığımız saatler için hiç mi hiç yakınmadık.
İnsanoğlu yaşadığı
yıllara göre biçimlenebiliyor. Ana ve babadan oluşan bir aile
giderek genişliyor, daha sonra eski yıllara dönüşüm başlıyor.
Yalnız kaldığın gençlik yılları gibi ihtiyarlıkta da aynı yaşam
biçimi ile biçimleniyorsun.
Çocukluğumu
anımsıyorum da. Yurt Bilgisi kitabında insanlar yalnız yaşayamaz
başlığı ile bir yazı kaleme alınmıştı. Aynı yazı uzun yıllar
kendini o kitabın sayfalarında kalmayı başardı. Yerine benzeri
yazılar yazıldı, ancak yenilerden ben pek değişik bir ifade
bulamadım. Ya da bana öyle geldi
Yaşadığımız saatleri
yalnızca yolcu ederken cepten bir vızıldı geldi kulağıma.
Yaklaşık 41 yıl önce diploma vererek ilkokuldan mezun ettiğim
bir öğrencim kendisini tanıtarak nasılsınız diye sorunca birkaç
saniye yanıtsız beklemek zorunda kaldım. Ses aynı küçüklükteki
sesti. Öğrencim bisikleti ile bayram tatilini değerlendirmek
üzere Alacahöyük ile Hatuşaşaş a gitmiş ve orada bir arkadaştan
sağ olduğumu öğrenerek telefon açmış. Ben beklerim derken o
bugün gelemem yarın gelebilirim dedi. Yirmi dört saat bekledim.
Bisikleti ile geldi beni buldu. Yılların hasretliği vardı ikimiz
dede. Ben konuları anlatırken öyle bir dinleyişi vardı ki. Bu
çocuk okuyacak demiştim. Görünce ne kadar sevindim bilemezsiniz.
Öğretmenliğin bu en güzel yanı böyle yaşantı anları!
Öğrencim TSK de
görevli bir albay. Halen görevine devam ediyor. Araç alacak gücü
var ama o aracı değil bisikleti tercih etmiş ziyaret için. Bu
tür yaşantıyı belgelemek için elinde yeterince cihazlar mevcut.
Ona birkaç anımı anlattıktan sonra yolcu ederken aynı yıl mezun
ettiğim bir arkadaşında halen görevde bulunduğunu onunda albay
rütbesinde olduğunu söyleyince inanırsanız biraz daha
dinçleştim.
Birkaç saat
karşılıklı anlatımlarımız oldu gözlerimiz sulandı. Kalbimiz
biraz hızlandı. Ama ne var ki mutluluk vardı diyebilirim.
Ramazan Bayramının son gününde konutuma gelen mutluluğu unutmam
mümkün değil. Yıllar gelip geçiyor. Ramazan boyunca çok güzel
sözler sarf edildi görevlilerce. Hemen her bayram öncesi benzer
sözleri dinledik. Bir kısmını uyguladık bir kısmını hiç ama hiç
dikkate almadık
Ekonomi bizi bir
birimizden öyle güzel uzaklaştırıyor ki. Kimimiz otobüsle,
kimimiz özel otomuzla, kimimiz uçakla, kimimiz hızlı trenli
yuvamızdan tatil yörelerine uzaklaşabiliyoruz. Benim gibi
yaşlılarda evlerde eş ve dostlardan gelen telefonları
yanıtlıyor. Ben bu konuda bir yorum yapmak istemem, her cepte ve
her evde telefon bolluğu varken yine de eş ve dostlar nasılsın
diyemiyoruz. İnanırsanız bu oluşum beni çok düşündürüyor.
Gençler,
yaşlılarınızı sakın ola unutmayın. Telefon etmek bana göre
yeterli bir olgu değil.
Saygı ve sevgi
ziyaret muhakkak öne alınmalıdır diyor saygılar sunuyorum
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
KÖY ENSTİTÜLERİNİ TANIYALIM
Günümüzden 72 yıl
önce 17 Nisan 1940 da TBMM ‘nin kabul ettiği bir yasa ile
ülkenin 21 yerinde kurulan, eğitim ve öğretime açılan Köy
Enstitüleri,10 yıllık bir süreç içersinde ülkesine 17 bin 431
erkek,1.390 kız,toplam18 bin 839 öğretmen, 8 bin 675 eğitmen
1.599 sağlık memuru yetiştirmişti.
Ülke nüfusunun % 80
köylü yani çiftçi idi. Lozan Barışı ile çizilen ülke sınırları
içersinde 40 bin köy bir o kadarda olduğu tahmin edilen mezralar
bulunuyordu.Bu nüfusun 1928 de gerçekleştirilen Harf Devrimi
ile okur-yazar olmayan insanımız kısa sürede oku,yazar hale
getirilecekti.Bu bir zorunluluktu.Ülkede ki aydınlar nüfusun
ancak kentsel alanda bulunan halka gördükleri eğitim ve öğrenimi
ulaştırma olanağı bulmuş,kırsal alandaki insanlar kendi
kaderleri ile baş başa bırakılmışlardı.Köylerde okur-yazar
bulmak adeta bir mucize idi.Devlet atlı tahsildarları ile
köylerden ,arazi,hayvan,yol dolaylı olarak çeşitli ürünleri
içeren vergileri topluyordu.Köylünün devlete yaptığı maddi katkı
yani vergilerin tümünü içeren vergi makbuzlarını evin bir
köşesinde duvara çakılmış koca bir çivide takılı olarak görmek
yada bulmak mümkündü.İnsanlar tekrar ödeme yapmamak için
kendilerine verilen belgeleri çok iyi saklıyorlardı.Beyaz renkte
olan bu vergi makbuzları her yılın yaz mevsiminde sineklerin
konakladıkları yer yada lavaboları oluyordu.
Anadolu Bozkırındaki
insanımızın çağlar boyu yaşam koşulları babadan oğul a intikal
eder şekilde süre gelmiştir. Önce nüfusça kalabalık olan
yerleşim birimlerine okullar yapılmaya başlanmış,buralar da yöre
köylerin çocuklarının da eğitim-öğretim yapmalarına olanak
sağlanmıştı.Cumhuriyet dönemine kadar kırsal alandan orta ve
yüksek öğretim gören çocukların ekonomik durumu yüksek düzeyde
olan bölünmüş ailelerin çocukları olarak görülür.Bugün bazı
yerleşim birimlerinde yükselen saat kuleleri,akarsular üzerine
kurulmuş köprüler ile cami ve medreseleri görmek
mümkündür.Kırsal alandan çıkıp ülkesine yararlı olabilen
insanların kazanımlarının büyük bir bölümünü yine kırsal alana
kaydırmış olmaları takdire şayandır.Onlara zaman ,zaman bakıp
yerli yada yabancı turizmin akar getirdiği yapıtlar olarak
görürüz.Kısaca kırsal alan insanının arasından çıkardığı
aydınlara zorunlu olarak gerek duyduklarını görmekteyiz.
Değerli Dostlar!
Cumhuriyet Dönemi
ile birlikte kırsal alandaki okur,yazar ve okullaşma oranının
nasıl artırılabileceği konusunda atılımlar
gerekiyordu.İnsanların cahillikten kurtarılması en önde gelen
görevlerden biriydi.Atatürk’ün direktifi ile ülke düzeyinde
yeni yönetime destek verecek eğitim ve öğretim kurumlarına
ihtiyaç vardı.Askerliğini çavuş ve onbaşı ile tamamlamış
başarılı ve becerili insanlar 6 aylık kurslardan geçirilerek
eğitmen olarak köylere gönderilmeye başlandı,Ankara ya ulaşan
başarı raporları sonunda köy çocuklarından oluşan öğrencilerin
KÖY ENSTİTÜLERİ’NİN de beş yıllık bir eğitim ve öğretimden
sonra köylere öğretmen olarak gönderilmesi planlanır.
Köy Enstitüleri
açılırken, ihtiyaç duyulan derslik, yatakhane, spor salonları,
çeşitli ders araçları yoktu. İkinci Dünya Savaşı inanılmaz
hızıyla sürerken, yönetim tehlikeyi ustaca uzaklaştırmasını
bilmiş, ancak silah altına aldığı gençleri ülkenin savunmasını
sağlayacak bir düzeye getirilmesi için olanakların oldukça
zorlandığı görülmektedir. Köy Enstitülerine köy okullarından
diplomalı olanların alındığını, yönetmeliğin giderek
delindiğini, köy çocuklarının kontenjanlarına şehir
okullarından mezun olan çocuklarında eklendiğini görmek mümkün.
Size şimdi Köy
Enstitüsüne ayak bastığım ikinci gün sabahın erken saatlerinde
neleri yaşadım. Umarım sizde bir an benimle birlikte yaşamaya
çalışın.
Okul sahasına
girmeden önce on kişilik öğrenci gurubu iki nöbetçi öğrenci
tarafından durduruldu. Ellerimizde teneke ile kaplı bavullarla
ikişer sıra haline getirildik. Önde nöbetçi arkada biz uygun
adımlarla olmasa da bir süre yürüdükten sonra o zaman ki
gözümüze göre büyükçe bir binanın kapısı önünde durduk. Orada
bulunan birkaç görevli öğrenci tarafından elimize büyükçe
torbalar verildi. Torbanın iple sıkı sıkıya ağzının bağlandığını
gördüm. Düğümler çözüldü içersinde pamuk dokumadan dikilmiş
beyaz pantolon ve ceket ile birlikte iki kat iç çamaşırı.
Üzerimizden çıkardıklarımızı torbaya koyup bağladığımızı
hatırlıyorum. Okuldaki tüm öğrenciler tek tip elbiseleri
giymişlerdi. Yamalıklı pantolonumu torbaya yerleştirdiğim o anı
inanın unutamıyorum.
Bizden önce okula
gelen arkadaşlar sardı etrafımızı, Mevsim yaz ay Ağustos’tu.
Gölgelik yapan yapraklı ağaçların gölgesinde arkadaşlarla
bavullardan çıkarılan yiyecekler tüketilirken, karşılıklı sohbet
akşam yemeği saatine dek sürdü. Akşam yatakhanelere girdik,
yatağımız nöbetçi öğrenciler tarafından gösterildi. Yatakhanede
karyola yoktu, tahtalardan yapılmış iki katlı ranzalar vardı.
Yatağımız yumuşaktı acaba içersin de ne var diye söylendiğimizde
pamuktur sözünü duydum. İlk gün yumuşak bir yatakta yatmanın
mutluluğu vardı bizde. Sabah erkenden dan, dan /dan diye öten
bir ses duydum. Arkadaşlara sordum bu nedir diye. O’nun adı
kampana dediler. Cihaz kamyon kampanasından ibaretti. Yanında
kocaman uzunca bir demir çubuk var. Bu çubuğu kampanaya vurdukça
çok güçlü ses çıkıyor. Yaklaşık birkaç kilometreden kampananın
sesi rahatlıkla duyuluyor. Acele giyindik elimizi yüzümüzü
yıkamaya dışarı çıktık. Uzuncu bir borunun iki tarafına katılmış
su musluklarından sular akıyor, el yüz yıkaması burada
yapılıyordu. Yeni düzene alışacaktık. Gördüklerimiz çoğunlukla
ilklerdi. Yemekhane önünde yaklaşım bin öğrenci sınıflara göre
sıra olmuştu. Yemekhaneye önce büyük sınıflar alınıyordu. En
sonra yemek yemeğe yemekhaneye biz on arkadaş girdik. Tüm
masalar dolmuş biz on arkadaş son masanın etrafına dağıldık.
Masa ortasında bulunan temiz on adet alüminyum bardaklara yine
alüminyum demlik içersin de ki çaydan bize düşenini doldurduk.
Çayın şekeri mutfakta kararlaştırılmıştı. Biz kahvaltımıza yeni
başlamıştık ki büyük sınıflar çok tan çaylarını içmişler dışarı
çıkıyorlardı. Sabah kahvaltısında bize 300 gramlık ekmeğin
dörtte biri düşüyordu.
Yemekhane çıkışı
topluca yapımına yeni başlanın bir inşaatın karşısında tek sıra
saf dizildik. Üzerinde beyaz giysileri olan bir yönetici
düdüğünü öttürerek ustalar öne çıksın dedi. Ustalar dediği
kişiler öğrencilerdi. Daha sonra harççılar, gecgereciler,
tuğlacılar sözcükleri kullanıldı. Benim gibi küçük olanlar
tuğlacılar gurubundaydı. Tahta semerlere doldurduğumuz tuğlaları
inşaata ki ustaların yanına taşıyorduk. Öğle tatiline dek tuğla
taşıma işimiz sürdü. İlk gün bizi karşılayan tuğla taşıma
eylemini yadırgadığımı söyleyemem. İnşaatta kullanılan tuğlalar,
kireç, harç gibi malzemeler ham maddeden öğrencilerle kullanılır
hale getiriliyordu. Tuğlalar okula birkaç kilometre uzaklıktaki
tuğla ocaklarında imal ediliyordu. Burada öğrenciler çadırda bir
hafta on beş gün sıra ile nöbet tutarak tuğla üretiyorlardı
Aramızda bulunan arkadaşların bazıları böyle çalışmaya alışık
olmadıkları için okulu geri kaçarak köylerine dönmüşlerdi Benim
köyde aile fertlerinden başka hiçbir gelir getirecek kaynağım
yoktu.Birlikte kaçmayı istediler ancak ben onların görüşlerine
katılmadım.Onlar bir hafta sonra ancak köye ulaşabilmişlerdi.
Kaçak öğrenci arkadaşlarından birkaç tanesi bir yıl sonra yine
okula gelmişlerdi. Tuğla çekim işlemi tamamlanmış, binanın
tabanlarına mozaik dökülüyordu Mozaik işlemini gerçekleştirmek
öyle kolay değildi. Boyumuz küçük olduğu için bu işe de bizi
ayırdılar. Sabun büyüklüğündeki mozaik düzleme taşını saatlerce
ıslatılmış beton üzerinde sürüp duruyorduk. Ellerimiz şişmiş
tombullaşmıştı. Uzaktan görenler bizim kilo aldığımızı
söyleyerek espriler yaparlardı. Mevsimin yaz olduğunu
söylemiştim. Enstitü arazisinde bazı sınıflar çalışıyor, çeşitli
sebze yetiştiriyorlardı. Yetiştirilen sebzenin başında kabak
geliyordu. Mutfakta iki öğün kabak pişiriliyordu. Kısaca biz
kabak yemeğinden bıkmıştık. Sorunu kime açmalıydık. Acaba ters
bir tepki alır mı idik gibi sözcükleri geçirdik kendi kendimize.
Bir arkadaş sorunu müdür babaya götürelim dedi. Nasıl ? A4 dün
dörtte biri büyüklüğündeki kağıda ÖĞLE KABAK AKŞAM KABAK MÜDÜR
BEY BUNUN BİR ÇARESİNE BAK yazdık. Müdür sabah gelmezden önce
kapısına bir iğne ile tutturduk. Sorunumuzu müdüre
ulaştırdığımız için sevinçliydik. Ertesi gün sabah toplantısında
okul müdürü olayı anlatarak önerinizi okudum çocuklar. Bundan
böyle kabak yemeği devam edecek ancak günde bir kez dedi. Kendin
yap kendin işlet sonra devret modeli gibi bizde kendimiz
yetiştirip kendimiz tüketeceğiz fazlasını da satacağız dedi.
Müdür esprimizi çok beğenmiş, hatta sizinle iftihar ediyorum
demişti. Devletin o dönemdeki ekonomik durumunu da anlatan okul
müdürü, sizler geleceğimizi aydınlatan mumlar olacaksınız, çok
zor koşullarda da olsak bu tür bir gelişmeye mecburuz, kalkınma
durup dururken olmuyor şeklinde ekonomik durumumuzu açıklamaya
çalışmıştı.
Beş yıllık bir
dönemde birer kez olmak üzere Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali
Yücel’i ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u
yakından görerek görüşme olanağım oldu. Okulun Cumhuriyet
meydanında toplu halde üçer kişiden oluşan saf bir şekilde dört
yandan bir kare biçiminde dizilmiştik meydana. Yücel’i
öğrencileri teftiş ederken görmüş oldum. Özel bir giysisi vardı
üzerinde. Bizi müşfik bir davranış içersinde incelediğine tanık
oldum.
Köy Enstitüsü’nde
üçüncü yılımızdı. Kültür çalışmaları dışında tarım ve inşaat
çalışmaları sürüyordu. Bizim sınıfa tek katlı kapladığı alan
yüz metre kareden büyüktü. Okul yönetimi bu binayı
bitirdiğinizde yıllık izine gideceksiniz dedi.Bir hafta içinde
binanın yapımı tamamlandı. Gerekli sıva işlemi yapılırken okula
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç geldi. Öğretmenler
Lokali bitişiğindeki ağaçların gölgesinde öğle sıcağında okul
müdürü Ali Doğan Turan ile birlikte dinleniyorlardı. Mecitözü
Kastamonu Gölköy Enstitüsü ne öğrenci gönderiyordu.
Ben gurupta en küçük
öğrencilerden birisiydim. Arkadaşları kırmadım. Bana zarar gelse
de bu işi yapmalıydım diye geçirdim içimden. Elime aldığım
dilekçeyi ceketimin düğmesini iliklemiş olarak uzattım. Tonguç
dilekçeyi okurken okul müdürü sarardı, kızardı kendisini şikayet
ettiğimi sandı Dilekçeyi Okul müdürüne uzatan Tonguç çocuklar
çok haklı izine ayrılsınlar, izin bittiğinde de Akpınar Köy
Enstitüsü ne gitsinler. Ben dilekçe verdiğimizde 3.sınıfta
idim.4.sınıfta olanlarda vardı. Benim gibi olanlar iki, dördüncü
sınıfta olanlar Akpınar da bir yıl öğrenim göreceklerdi. Bizimle
birlikte onlarda çok sevindiler
Dostlar!
Köy Enstitüleri’nin
ikinci mimarı olan İsmail Hakkı Tonguç’un saptamasına göre bu
kurumlar ülkenin nerelerinde kurulmuştu.Kepirtepe
K.E.Lüleburgaz,Arifiye K.E.Adapazarında,Savaştepe K.E.Balıkesir
de,Kızılçullu K.E.İzmir,Ortaklar K.E. Aydın da,Gönen K.E.İsparta
da,Aksu.K.E.Antalya da,İvriz K.E.Konya,da Çifteler K.E.Eskişehir
de,Gölköy K.E.Kastamonu da,Akpınar K.E.Ladik de,Pamukpınar
K.E.Yıldızeli de,PazarörenK.E.Pınarbaşı nda, Hasanoğlan
K.E.Ankara da,Düziçi K.E.Adana Bahçe de,Akçadağ K.E.Malatya
da,Beşikdüzü, K.E.Vakfıkebir Trabzon da,Cılavuz K.E.Kars da,Pulur
K.E.Erzurum da,Dicle K.E.Ergani-Diyarbakır da.Anılan bu
kurumlarda Tonguç’a göre 16 bindir.bunların15 bin 400 öğretmen
geri kalanlar ise sağlık memuru olmuşlardır.
Saygı değer
izleyenler!
Köy Enstitülerinin
en büyük sıkıntısını çeken kişi olarak İlköğretim Genel Müdürü
İsmail Hakkı Tonguç,bu eğitim yuvalarında öğrencilerin hangi
becerileri edindiklerini kendi saptamalarından birlikte
izleyelim.
En çetin şartlar
içinde Köy Enstitülerinden birini kurup işleten müdür,bin iki
yüz den fazla öğrencisi bulunan bu kültür kurumunda yaratılan
yeni hayatı şöyle anlatır ”kirizma
yapanlar,at,davar.sığır,sürüleri güdenler,hayvanlara bakanlar,
sirke, yoğurt, peynir yapanlar, makarna, tarhana, bulgur,turşu
hazırlayanlar,araba sürenler,duvar örenler,bina kuranlar,taş
yontanlar beton dökenler,sıva sıvayanlar,tuğla pişirenler,kerpiç
dökenler,çatı kuranlar,plan çizenler,keşif name tanzim
edenler,kooperatif işletenler,demir dövenler,kaynak yapanlar,
tahtayı ve çeşitli maddeleri esere çevirenler,bağ dikenler,orman
ve bahçe kuranlar,ata,bisiklete binenler,motosiklet,traktör
kullananlar,türkü söyleyenler,mandolin,saz
çalanlar,okuyanlar,şiir yazanlar,kendi hazırladığı temsili
sahneye koyanlar,milli oyunlar oynayanlar,kitap ciltleyenler,
resim çekenler,sepet.kazak örenler,resim yapanlar,kazak
örenler,resim yapanlar,makine ile çorap işleyenler,iplik
bükenler,kumaş,bez,çarşaf,örtü dokuyanlar,çamaşır,elbise
dikenler,nakış yapanlar,milli nakışların örneğini alanlar,deri
pişirenler,pulluk ve traktörle tarla sürenler, nadas
yapanlar,tohum ekenler,orakla,elle,biçer döverle veya orak
makinesiyle ekin biçenler, çeşitli aletlerle harman yapanlar
,mahsulü ambarlara taşıyanlar,yüzlerce hayvanın kışlığını
hazırlayanlar,köprü kuranlar,yol yapanlar,kanal
açanlar,fizik-kimya-biyoloji,çocuk v iş
psikolojisi,ekonomi,kooperatifçilik okuyanlar,ders okutanlar,köy
etütleri yazanlar, motor, türbin,değirmen çalıştıranlar,hasta
arkadaşlarına bakanlar , kütüphane açanlar,memleket mesele ve
davalarını konuşanlar,,radyo dinleyenler,dünya olaylarına dair
fikir söyleyenle,kuru toprakların derinliklerinde su arayanlar,
kısa söylemek gerekirse bir gaye, bir fikir ve bir duygu içinde
toplanmış yüzlerce neşeli,kararlı,azimli, ve aydın delikanlı.
Köy Enstitüleri
Cumhuriyet tarihimizin unutulmaz eğitim kurumları olarak
beyinlerdeki yerini koruyacaktır. Her geçen gün genişleyen Köy
Enstitüleri çemberinden rahatsız olanlar bulunacaktır. Köy
Enstitüleri nin kuruluşundan kapanışlarına dek çeşitli
kademelerde görev alan tüm çalışanlara şükran borçlu olduğumuzu
belirtirken,ebediyete intikal edenlere Tanrıdan Rahmet
dilerken,yaşamlarını sürdüren bozkırın nasırlı ellerin sahibi
köy çocuklarına sevgi ve saygılarımı sunarım.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
HASTALARIMIZIN İLAÇ SORUNU
Zaman, zaman sağlık
sorunlarımızla ilgili cümlecikler kurduğumu anımsıyorum.İnsan
sağlığı en önde gelmektedir,Osmanlı İmparatorluğunun
unutulmazlarından olan Kanuni Sultan Süleyman,ömrünün sonlarına
yaklaştığı günlerde günümüze dek uzanan”HALK İÇİNDE MUTEBER BİR
NESNE YOK DEVLET GİBİ,OLMAYA DEVLET CİHANDA BİR NEFES SIHHAT
GİBİ.”tümceleri ile anılır.Bazı sağlıkla ilgilenen kurumlarda bu
tümceleri görmem mümkün.Yıllar önce ilimizde bir eczacı dostum
bu sözü yazmamı istemişti.Eczane faaliyetini durduruncaya dek o
yazı asıldığı yerde insanlara seslenmişti adeta.
Ülkemizde, nüfus
artışı sonunda insanlar kırsaldan kentlere zorunlu olarak göç
etmek zorunda kalmışlardı.Kırsalda yaşam , yani sağlık sorunu
biraz zor çözümleniyordu.Kentlere göç olayının nedenlerinden
birisi sağlık sorun değildi elbet. Cumhuriyetin ilk yıllarında
ülkemizde ki sağlık sorunlarının başında SITMA,TRAHOM,VEREM,FİRENGİ
geliyordu. Devlet belirtilen hastalıklarla unutulmaz bir
mücadeleye girişti. Hastalıkların başında SITMA
geliyordu.Sıtmayı kökünden kurutmak için az mücadele
edilmedi.Sağlık görevlileri kırsal alanda ev, ev dolaşarak KİNİN
adındaki ilacı dağıtıyordu.O dönemin ekonomik, sosyal, kültürel
durumunu göz önüne getirdiğimizde mücadelenin ciddiyetini biraz
daha iyi anlama olanağı buluruz.
Kentlerde sağlık
sorunlarının çözümünde yardımcı olabilecek DİSPANSERLER kuruldu.
Halk bu kuruluşlara yardımcı oldu. Çorum un orta bölümünde
VEREMLE SAVAŞ DİSPANSERİ yıllarca azımsanmayacak ölçüde
yardımcı oldu. Bu kuruluşun şimdide görev başında olduğunu, bazı
sağlık kontrollerini yataklı sağlık kuruluşlarına yakın bir
yerde sürdürdüğünü biliyorum. Bu sağlık kuruluşunun neden kentin
ortasından uzaklaştırıldığını bir türlü anlamış değilim. Dernek
binası yıkıldı. Bu yerde şimdiye dek çok katlı bir yapıt
yükseltilebilirdi.
Geçtiğimiz günlerde
sağlık sorunlarının başında İLAÇ konusu ele alınarak ilgililere
ve yetkililere uyarıda bulunuldu. Bazı ilaçların, sayıları
çoğalmasına karşın eczanelerde bulunmadığına geçtiğimiz hafta
bendeniz de tanık oldum. İnsan sağlığının bozulmasına neden
olarak en çok üzerinde durulan konu sağlıksız beslenme
gelmektedir. Zaman, zaman bu sorunlarla ilgili haberlere yerel
ve ulusal basın da yer verildiğini görüyoruz. Ama sağlığımızı
olumsuz şekilde etkileyen besin maddelerinin satışı nedense
SİGARA gibi önlenememektedir?
Ülkemizde tedavisi
uzun süren hastalıklarda belli ilaçların belirli zamanlarda
alınmazı zorunlu olmaktadır. Benzeri bir tedavi gören yakınım
için geçtiğimiz hafta içinde çalmadığımız kapı kalmadı.
Eczaneler, bizde bu ilacı bulmanız mümkün değil, tedavinin
yapıldığı sağlık kuruluşu yakının da bu ilaçların
bulunabileceğini, ilaç depolarında bakın belki onlarda bulunur
dendi. Tedavinin başlama saatine, yani sürdürülen tedavinin
başlama saatine öyle yaklaşılmıştı ki uzakta bulunabilecek bu
ilacın hastanın tedavisinin yapıldığı ile ,yada hastaneye
ulaştırılması olanaksızdı.
Tanıdıkları,tanıdık
olmayan insanları ilaç için rahatsız ediyor,sorunu çözmeye
çalışıyorduk.Bir telefonlaşma trafiği başlattım.Yöre illerde ki
arkadaşlarımı harekete geçirdim.Çorum da ki eczanelerde ve ilaç
depolarında adını daha sonra yazacağım ilaç yoktu.Yöre illerde
koşuşturma sürerken,Samsun dan olumlu bir haber aldım.Eczanenin
adını ve telefon numarasını Samsun da ki yakınıma
ulaştırdım.İlacı bulunduran firma sabaha kadar ilacı
bekletebilirim aksi halde yardımcı olamam der. Koşuşturmanın
hangi koşullarda yapılabildiğini düşünebiliyor
musunuz.Koşuşturma ilacın alınması ile son buldu. Kemoterapi
alan hasta ikametinden 200 km. uzakta. Bu hastanın ve bu hasta
yakınlarının çektiği sıkıntı ve geçirdikleri bunalımı bilmem
anlayabildiniz mi?
Ekonominin her şeyin
önüne geçtiği dünyamızda BLE0CİN 20 mg ilacın tedavi alınan
hastane yakınındaki ilaç depolarında ve eczanelerde
bulundurulması devletimiz için bir sorun olmamalıdır. Olağanüstü
hallerde hastaların yani insanların yataklı sağlık kurumlarına
ulaştırılması için ambulansların önemi kadar, o kurumda hastanın
tedavi olabilmesi için de ilaca ihtiyaç vardır sanıyorum. Son
zamanlarda ithal ilaçların depo ve eczanelerde bulunamaması
sanırım insanlarımızı ve sağlık çalışanlarını olduğu kadar
yöneticilerimizi de olduğunca ilgilendirmektedir.
Sağlık Bakanımızın
konu ile ilgileneceğine içtenlikle inanıyorum. Sizinle yeni
yılın başında böyle bir yazı ile buluşmak istemezdim; ama ne var
ki yaşanan olay düşündürücüdür diyor, okurlarımı ve sorunun
gidericilerini saygı ile selamlıyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ
24 Kasım Öğretmenler
Günü nedeniyle geçmişimize, hele yakın tarihimizde bir gezinti
yapmak istedim. Umarım benim bu gezi me sizde katılır davetime
hayır demezsiniz.24 Kasım tarihinde ne olmuştur ki Öğretmenler
Günü olarak kutlanmaktadır.
Konuyu izninizle
biraz açalım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan sonra
ülkede bazı yeniliklerin yapılması bir kaçınılmazdı. Bugüne dek
çok yazıldı çizildi amma yine de yazmak yine de çizmek
gerekliliğini bir türlü yaşamımızdan uzaklaştıramıyoruz.
Okulların açılışı
günlerinde eğitim ve öğretimle uğraşan yetkililerin ülkede hala
okuma-yazmadan mahrum vatandaşlarımızın bulunduğundan söz
edilmesi, bazı rakamlar öne çıkarılması doğal olarak
görülmektedir. .Bu rakamlar hemen her yıl birbirine yakın
şekilde öne çıkarılmakta, hala okur yazar onanından
bahsedilmektedir. Yani sorun çözümlenmemiş, yada
çözümlenememiştir.
Altı yüz yıllık bir
Osmanlı İmparatorluğu döneminde sınırlarımız içersindeki
insanlarımıza okuma-yazmayı yüzde elli oranında her nasılsa bir
türlü öğretememişiz. Bu gerçeği öncelikle herkesin kabul etmesi
gerekir. Okuma-yazmadan mahrum bırakılmış insanlar ülkeleri için
he ölçüde yararlı olabilirler. Okur-yazar olmasa da insanımızın
ülkeyi savunma da, yada kurtarma da ne ölçüde başarılı oldukları
hepimiz tarafından bilinmektedir. Ancak barışta okuma-yazma
yanında yenilikleri öğrenmek ve öğretmek sonsuza dek sürecektir.
Değerli okurlarım:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu sırasında görev alan
başta Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşlarının bu ulus
için neleri göğüsledikleri unutulmaz birer gerçektir. Ulusun
bağımsızlığa kavuşturulması sonunda genç cumhuriyetin bir yol
haritası yapması kaçınılmaz olmuş, nüfusun büyük çoğunluğunun
okuma-yazma becerisine öncelikle ulaştırılabilmesi için Arap
Harfleriyle öğretimin yerine Latin Alfabesinin kabulü
gerçekleştirilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk yeni harflerin
öğretilmesinde kendisi kara tahtanın başına geçerek uygulamayı
başlatmıştır. Harf Devrimi dediğimiz bu eylem 1928 yılında
gerçekleştirilmiştir. Yani cumhuriyetin kuruluşundan beş yıl
sonra. O dönem koşullarını bir göz önüne getirelim. Harf Devrimi
kiminle, yada kimlerle ulusun öğrenimine kazandırılacak.
16 Mart 1848 de
kurulmuş bulunan Muallim Mektepleri sayı bakımından çok
az.Öğretmen Okullarının Harf Devrimini Anadolu insanına
kazandırması o günlerde mümkün değildi.Öğretmenler nüfusça
kalabalık yerleşim birimlerinde görev alabiliyorlardı.Ülkenin en
ücra köşelerine dek ulaşılması için yeni bazı atılımların
yapılması gerekiyordu.Ülkenin birkaç yerinde askerliğini onbaşı
yada çavuş olarak yapan başarılı askerler için altı aylık
kurslar düzenlenmiş,çok sayıda ki bu gençler köylere,bilhassa
kendi köylerine yakın yerleşim birimlerinde EĞİTMEN olarak
görevlendirilmişler,1932 yılında kurulan HALKEVLERİ ile de
geceleri öğrenim verebilecek HALK DERSANELERİ ,17 NİSAN 194O da
kurulan KÖY ENSTİTÜLERİ ile kısa sürede ülkenin her yerinde bir
okuma-yazma seferberliği gerçekleştirilmiştir. OKUMA-YAZMA
SEFERBERLİĞİNDE görev alan o yüzlerce EĞİTMENİN ,binlerce KÖY
ENSTİTÜSÜ mezunu köy çocuğu öğretmenlerin hizmetlerini unutmak
mümkün mü?
12 Eylül Dönemi
sonrasında ki yönetim Atatürk’ün 100.doğum yılı nedeniyle 24
kasım tarihini Öğretmenler Günü olarak kabul etmiştir.O tarihten
bu yana kutlanmakta olan her 24 Kasım Öğretmenler
Gününde,eğitimin önde gelen mensupları tarafından günün anlamı
ile ilgili konuşmalar gerçekleştirilmektedir.
24 Kasım Öğretmenler
Günü nedeniyle bazı kalemler nedense bir türlü Okuma-Yazma
seferberliğinde görev almış EĞİTMENLERİ ve KÖY ENSTİTÜSÜ’nden
mezun öğretmenleri unutuyoruz.Eğitmen ve köy enstitüsü mezunu
öğretmenlerin bu eylemde ki başarılı hizmetleri zaman geçmiş
olsa da, onlardan geride kalan neslin birkaç sözcükle olsun
ONARE edilmesi gerekir diye düşünüyorum. 24 Kasım Öğretmenler
Günün nedeniyle yılda bir kez olsun hatırlanan elleri öpülesi
öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ kutluyor,ebediyete intikal
eden tüm eğitimcilerin manevi huzurlarında saygı ile eğilir
şükranlarımı sunarım!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
Ladik Akpınar Köy
Enstitüsü nde 64 yıldan beri ayakta kalan yapıtlar
Cumhuriyetin
kuruluşu sonrasında neler yapabiliriz düşünü ile
gerçekleştirilen en önemli eylem 1928 de yapılan HARF
Devrimi’dir.
Mustafa Kemal
Atatürk ve arkadaşları Anadolu da yaşayan ve nüfusun yüzde 80.
ni oluşturan insanların kısa yoldan aydınlanma sının zorunlu
olduğu bilinci ile girişimlerini çok yönlü olarak sürdürürken
bazı yerleşim biriminde eğitim çalışmalarını başlatmışlardı. Köy
Öğretmeni yetiştirme konusunda model arayışına geçilir bir
yandan da yeni bir yasa oluşturma çabası geciktirilmeden 22 Mart
1926 da “Maarif Teşkilatına Dair Kanun”un olanaklarından
yararlanarak Erkek Muallim Mektebi ile Köy Muallim Mektepleri
açılmış bunlarla beş altı yıl kadar bir eğitim öğretim
uygulaması yapılmış, yeterli görülmediği için kapatılmışlardı.
Köy Öğretmeni
ihtiyacını gerçekleştirebilmek için 1926 yılında yeni bir proje
olan orduda çavuş ve onbaşı rütbesi ile terhis edilmiş köy
Gençlerinden yararlanarak köye EĞİTMEN yetiştirme uygulamasına
geçilmiş, pratik bir süre olan altı ay sonrasında bu gençler
köylere eğitmen olarak atanmışlardır. Eğitmen yetiştiren
yerleşim yerleri arasında Eskişehir, Kastamonu illerinin görev
aldıkları görülür.Atatürk köy çocuklarının ilköğretimden
geçirilmesinin başka yolları da bulunabilir düşünü ile “Köy
Enstitüsü” adındaki eğitim ve öğretim kurumlarının deneme
çalışmalarına Kızılçullu ve Gölköy de başlatılır.
Deneme çalışmaları
sonunda ilköğretmen okullarının yanında birde Köy Enstitülerinin
açılması gerçekleştirilir.17 Nisan 1940 da TBMM si 3803 Sayılı
kanun ile resmen tescil edilmiş olur. Köy Enstitüsü ne beş
yıllık öğrenimden geçmiş ilkokul öğrencileri kabul edilerek, beş
yıllık bir öğrenim sonucu buralardan köylere öğretmen
yetiştirilmeye başlanır. İlk kez 14 olan Köy Enstitüsü sayısı
sonradan 21 e çıkarılmıştır. Köy Enstitülerini yurt ölçeğinde
hemen her üç ilde bir görmek mümkündür. Çorum Kastamonu Gölköy
Köy Enstitüsü ne bağlanmış, ancak daha sonra Mecitözü ilçesi
Ladik Akpınar a alınmıştır. Bu satırların yazarı da üç yılını
Gölköy de iki yılını da Akpınar da tamamlayarak 20 yıl mecburi
hizmeti onaylamış, öğretmenliğini Çorum ili sınırları içersinde
sürdürmüştür. 1945 yılında Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü’nden
Samsun-Ladik Akpınar Köy Enstitüsü ne nakil işlemimiz Gölköy e
bir inceleme gezisine gelen İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı
Tonguç un bir emri ile gerçekleşmiştir.
1944 yılı
depreminden sonra okulun yatakhane ve benzeri gibi ihtiyaçlarını
karşılamak için tahta barakalar inşa edilmiştir. Burada
öğrenciler inşaat işleri dışında tarımın tüm dallarında
çalışmışlar bilgi ve beceriler kazanmışlardır. Geçtiğimiz hafta
sonunda gittiğim Samsun dan Çorum’a dönerken 64 yıl sonra Ladik
Akpınar Köy Enstitüsü nün bugünkü halini görme isteğimi kırmayan
gençlerime sonsuz sevgilerimi ve şükranlarımı sunarım. Hava
koşulları hiçte iyi değildi. Yöreye giderken tipili-fırtınalı
bölgelerden geçerek ulaştık.
Ladik İlçesi 3
kilometre uzakta görünüyordu. Ladik ilçesine yolculuk yapanlar
ilçeye 3 kilometre uzakta yolun sağında bir tabelaya rastlarlar.
Bu tabelada AKPINAR 1940 ile Anadolu Öğretmen Lisesi ibarelerini
görürler. Ladik e uzanan karayolundan ayrıldıktan birkaç metre
sonra “AKPINAR KÖY ENSTİTÜSÜ” sınırlarına girmiş olursunuz.
Burada göze hemen bir çeşme ilişmektedir. Bu çeşmeden yıllar
önce sayamadığım kadar su içmişimdir. Çeşmenin önünde “BİRİZ”
yazısı unutamadığım sözcüklerden birisi olmuştur bu uzun
yaşantımda.
Çeşmeye en yakın taş
bina kütüphane idi. Halen bu bina dimdik ayakta hizmet
vermektedir. Girişte solda yeni binalar inşa edilmiş öğrenciler
burada öğrenimlerini sürdürüyorlar. Bir gurup öğrenci kar
fırtınası altında yürürken benimle karşılaştılar. Tanıtım
yaptıktan sonra görüşlerini aldım. Çok sevindim onlarda çok
sevindiler. Bizde bir gün böyle okulumuzu ziyaret eder miyiz
diye birbirlerine sorular yönelttiler. İdare binası,
dersliklerden bir bölümü; halen ayakta! Yatakhane olarak
kullandığımız tahta barakalar sökülmüş. Hafta başı ve sonlarında
tüm öğrenci ve öğretim üyelerinin tören için katılım yaptıkları
geniş paket taşlı yol yerinde duruyor. Spor sahası olarak
kullandığımız arazinin ortasından karayolu geçirilmiş. Köy
Enstitüsü biraz içerde kalmış. Okulun girişinde bulunan BİRİZ
çeşmesi halen faal. Bu ad okulun ilk Müdürü Nurettin Biriz dir.
Onun döneminde hizmete açıldığı için bu ad verilmiş, ondan sonra
okula atanan Enver Kartekin ve Kemal Üstün ile Enver Metinel de
çeşmenin yaşatılmasını sürdürmüşler. Kartekin,Üstün ile Metinel
i tanıyorum.Onlara ve onlardan sonra Akpınar da görev alan tüm
yöneticilere bu adı korudukları için teşekkür ediyorum.Biriz
sözcüğü sevilmeyecek bir sözcük mü ki korunmasın.Bugün hep
birlik ve beraberlikten yana değilmiyiz. Çabalarımız onun için
değil mi?
Köy Enstitülerinden
mezun olan köy çocukları yurdun çeşitli yörelerinde öğretmen
olarak çalıştılar. Onların diplomalarında 20 yıl mecburi hizmet
sözcükleri yer alır. Ülkede 20 yıl mecburi hizmetli kaç kişi
bulunmaktadır? Köy Enstitüsü döneminde Akpınar Köy Enstitüsünden
917 köy çocuğu öğretmen olarak mezun olmuştur.
24 Kasım Öğretmenler
Günü dolayısı ile ülkemizde Cumhuriyetin unutulmayan Kuruluşları
Köy Enstitüleri ni bir kez daha içtenlikle, bu kuruluşlarda ilk
günden son gününe dek görev alan tüm yurtseverleri saygı ile
anıyor, ebediyete intikal edenlere Tanrıdan Rahmet diliyorum.
Nur içinde yatsınlar.
Saygılarımla.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
ANAYASA ÇALIŞMALARI
SÜRERKEN
27 Mayıs 1960 da gerçekleştirilen askeri darbe döneminde
ilimizin bir köyünde ilkokul öğretmeni olarak görevli idim.
O yıllarda köylerde beş yıllık bir eğitim
öğretim gerçekleştiriliyordu. Çoğu yerleşim biriminde öğretmen
beş sınıfın eğitim öğretiminden sorumlu idi.
Yalnız bir sınıfın eğitimi o yıllarda ancak
okul yeni açılmışsa bulunuyordu.
Çoğu kez öğretmen birden çok
sınıfla uğraşmak ve onları yetiştirmekle sorumlu idi. yalnız
tek sınıf okutan öğretmen o döneme göre çok şanslı idi. O
dönemde köyde görev alan bir eğitimci olarak tek sınıfla
uğraşmak bana nasip olmadı. Kısaca öyle bir şans beni bir
türlü bulmadı.
Kırsal alanda görev yüklenmek için
yetiştirilen köy çocukları köylerde o yıllarda yeni, yeni
görev alıyorlardı. Köyde görev alan öğretmen için okulun hemen
bitişiğinde birde lojman bulunuyordu. Öğretmen o günün
şartlarına göre modern bir yapıda ikame etmeliydi. Okulların
çoğu köylü tarafından yapılmıştı.
Nüfusun %80 ‘i köylerde yaşıyordu. Köyde ikame
eden halk tüketim için ne gerekli ise kendisi üretmek zorunda
idi. Kısaca insanlara toprak çok yakındı. Her ürün doğalın
sağladığı koşullarda olgunlaşıyordu. Kırsal alanda yaşayan
insanımız toprakla uğraşmak zorunda idi. Kırsalda çok toprak
sahibi olanlara ağa adı verilmişti. Ağalar köyün genellikle
söz sahibi olan kişisi idi. Köyde devletin bir kolu olan
muhtar ile öğretmen yasaları uygulamada güçlüklerle
karşılaşıyordu. Çoğu yerde muhtar, öğretmen ,imam birlikteliği
çok iyi sonuçlar veriyor, o yerleşim biriminde yaşayanlar
sorunsuz bir yaşam sürdürüyordu.
Askeri müdahale sonrası köylere gönderilen bir
yazı ile “Köyü Kalkındırma ve Güzelleştirme Dernekleri”
oluşturulması istendi. Sanırım bu olay kırsal alanın
dernekleştirilmesinde atılmış ilk adımlardan birisiydi.
Köy sokakları değişik dönemlere göre kişilerce
yapılan müdahale ile daraltılmış, kağnı ve araba köy içerisine
giremez hale gelmişti. Motorlu taşıtların köylere dek
ulaşmasından sonra dar sokaklar kendiliğinden sorun oluyordu.
Köylü motorlu taşıtını evinin önüne kadar gelmesini arzuluyor,
ancak yolların dar oluşu bu eylemi engelliyordu. Oluşturulan
dernekler sanırım ilk hamle olarak köy içi yollarını düzene
koymada görev almışlardır.
Müdahale sonrası köylerin çoğunda muhtarlıklar
öğretmenler tarafından yürütülmüştür. Derneklerin kuruluşunda
ve işleyişinde öğretmenin en önde görev aldığını görüyoruz.
Muhtar, öğretmen, imam üçlüsü deyimi 27 Mayıs Devrimi ile ülke
çapında uygulamaya konulmuştur. Muhtarın tek başına yapamadığı
çoğu eylem bu birlik sayesinde gerçekleştirilmiştir
Ben müdahale sonrası muhtarlık yapmadım. Yöneticilere
muhtarın olumlu çaba içerisinde bulunduğunu bildirdiğimden
herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Muhtarla işbirliği
içerisinde oluşumuzu köylü günlük hayatında yaşıyordu.
O dönemde gerçekleştirdiğim dernek sayesinde
köyde mera, otlak, sulama sorunu gibi bir sorun yaşanmadı,
Meralar eylemlerle genişletildi. Hayvancılığın önü açılmış
oldu bir bakıma.
Kalkınma ve güzelleşme Dernekleri sayesinde
köy mezarlıkları bir düzene kondu, mezarlığın etrafı taş
duvar yada dikenli tellerle çevrilerek koruma altına alındı.
Mezarlıklarda hayvanların görülmesi olayına son verildi, bu
arada mezarlıklar köyün yanı başında birer küçük ormana
dönüştürüldü.
27 Mayıs 1960 ile 9 temmuz 1961 arasında
ülkenin akil insanlarından bazıları Milli Birlik Komitesi
tarafından görevlendirildi. Anayasa Hazırlama Komisyonunda
hemşerimiz Hıfzı Veldet Velidedeoğlu da görev aldı.
Anayasa oylaması öncesi Çorum’a gelen Hıfzı
Veldet Velidedeoğlu saat kulesi etrafında ki meydanda
düzenlenen tanıtım mitinginde uzun bir konuşma yaparak “HALK
OYLAMASINA SUNULACAK BU ANAYASA ÇOK MODERN VE ÖZGÜRLÜKLERİN
SUNULDUĞU BİR ANAYASA’DIR. BU ANAYAYA’NIN HENÜZ DÜNYADA BİR
BENZERİ YOKTUR. BİRAZ MÜREKKEP YALAMIŞ BİR HEMŞERİNİZ OLARAK
BU ANAYASA YA BEYAZ OY VERMENİZİ İSTİYORUM” DEMİŞTİ.
VELİDEDEOĞLU, kendisinin parlamenterlikte gözü
bulunmadığını, bir gün öyle bir arzum olursa bana bu meydanı
hatırlatmanızı diliyorum dedi. Velidedeoğlu zaman, zaman
Çorum’a uğradı. Kendisine senatörlük önerisi götürüldüğünde
saat kulesini anımsatmıştı.
9 Temmuz 1961 de yapılan anayasa oylamasında
Çorum 61 anayasasına hayır dedi. Sanırım kırmızı oyların
çoğunlukta olmasına en çok Velidedeoğlu üzülmüştü.
Çorumlu Hıfzı Veldet Velidedeoğlu‘na
hizmetlerine karşılık şehir parkına adını vermişti. Genç kuşak
parka Yunus Emre adının verilmesini bir gün gündeme getirirse
sonuç ne olur diye bir düşünmemiz gerekmez mi.?
İsim değişikliği çok değişik tepkileri yaratır.1950 ile
1960 yılları arasında dünyaya gelen çocukların adı Menderes
iken 60 sonrası değiştirilmiştir. Bu çeşit eylemler
insanlara hiçbir zaman puan kazandırmaz. Yaptığımız bir eylem
ömür boyu yakınlarımızı olumsuz etkilememeli diyor, okurlarımı
saygılarımla selamlıyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
ZİRVE KÖYE 53 YIL SONRA YAPILAN BİR GEZİ
Bugün sizinle
yine zaman tünelinde bir yolculuk yapacağız. Bir zamanlar sağlığımız
el verdikçe ,ya da görev gereği ilimizin doğal güzelliklerini görme
fırsatı buldum.1950 li yılları ilk yarısını tamamlayıp ikinci yarıya
başladığımız yıllarda kutsal görevimiz olan askerliğimizi
yaptık.Kutsal görevimizin ilk altı ayını Ege Bölgesinde,ikinci altı
aylık kısmını da Marmara Bölgesinde tamamladık.
Yaş gurubumuz
arkadaşlarla bir araya geldiğimizde genellikle askerlik anıları, ya
da hastane anıları anlatılır. İlginç olanları uzun yıllar
hafızlarımızdan silinmez.
Geçtiğimiz
kış aylarında bir öğrencim ev ziyaretinde bulundu. Eşi ve bir
yavrusu ile , yıllar sonra hocasını hatırlayan karı-koca,bu akşam
hocamıza gidelim derler.Geç sayılmayan bir saatte kapı zili
çaldı.Rahatsızım,bacaklarım çok rahatsız çabuk açamadım için çok
üzüldüm. Genç olsaydım hemen birkaç saniyede kapı açılırdı muhakkak.
Yalnız olduğumu biliyorlardı. Hocamızla bir kış gecesi
değerlendirmesi yapar, anılarımızı tazeleriz demişler ve ziyareti
gerçekleştirmişler. Böyle bir ziyarete bir değer biçmek hiçbir zaman
mümkün olmaz. Kısaca ziyaretin getirdiği huzur ve güven insan için
çok önemli. Öğrencilerimin ikisi de ihtiyarlamışlar,saçları ağarmış
her ikisinin de Söz dolaştı durdu benim 1956 Aralık ayından 1957
Mayıs ayına kadar öğretmenlik yaptığım zirvede ki köy Devletoğlan
ageldi.öğrencim seninle o zirvede ki köy olan Devletoğlan a
önümüzdeki yaz birlikte bir gezinti yapar anılarımızı tazeleriz
dediler.Kısaca belirtmek gerekirse ben böyle bir öneriyi hemen
olumlu yanıtladım.Sağlığım izin verirse gideriz birlikte
Dedim.Öğrencim Ömer Yüksel,öğretmeni ile yıllar sonra zirvedeki köye
gitmeyi bekler oldu.Kısaca ikimizde bekler olduk dersem yanılmış
olmam.
Kış mevsiminin
öncüsü olan soğukların hemen sonrasında bir Pazar günü kapının zili
saat 12.00 sıralarında çalındı. Gelen öğrencimin oğlu idi. Yukarı
çık dediysem de,bekliyorlar dedi. Arkasından da hocam hazırlanın
köye gidiyoruz. Kışlık giysilerle donattık kendimizi kısa süre.de
aşağıya inerek araca bindik.Yerleşmemiz bir iki dakika gibi
bir zamanımızı aldı. Eskiden araca çabucak biner yolumuza devam
ederdik.Vücutta kan azalır,kaslar yorgun olursa böyle
oluyor.Beklettiğim için üzgün olduğumu birkaç kelime ile
belirttikten sonra aracımız zirveye doğru yol almaya
başladı.Kaymakçı yokuşu kısa sürede geçildi.Çorum-Merzifon-Amasya
yada Çorum –Amasya yolu da diyebiliriz.Uzun yıllardır trafik
kazalarının meydana geldiği Çorum-Mecitözü-Amasya,yada
Çorum-Merzifon-Amasya Kavşağı da diyebiliriz.
Gazeteci olunca
insan biraz kavşakları başka türlü de yorumlayabiliyor. Kavşaklar
bazen yolcularını yanıltabiliyor. Yanılanlar arsında komşu illerin
valili de oluyor.
Bakanlarımız genellikle Karadeniz Bölgesi illerine giderken bu
kavşağı kullanırlardı. Tarihini hatırlamam mümkün değil amma, olay
henüz bugün ki gibi beynimde saklı diyebilirim: Bakan Ankara’dan
Amasya’ya gidecek Yukarda belirttiğim iki güzergahın hangisini
kullanacak?
Güvenlik
açısından her iki güzergahta da tedbir alınması gerekiyor. Amasya
Valisi, Bakanın Merzifon üzerinden Amasya ya geleceğini tahmin
ediyor ve Merzifon a doğru yola çıkıyor. Merzifon a bir ki kilometre
kala, yapılan bir anonsla bakanın Mecitözü üzerinden Amasya ya
gideceği belirtiliyor. Sayın Vali hemen dönüş yapıyor. Geri
döndükten sonra Amasya-Mecitözü karayoluna hızla devam ediyor. Bunu
neden anlatma hissettiğimi belki vurgulamayı istediğim nedeni kolay
bulasınız düşünü ile kaleme alınmıştır. Bakan Amasya ya çok yakın
bir yerde karşılanabiliyor. Bir yurttaş olarak oluşan görüntüleri
bir kere değerlendirmeye tabi tuttuğunuzda bir zaman kaybına
uğrandığını, ekonomik kayıp, karşılamaya yetişememe heyecanı. Olay
giden içinde , karşılayan içinde bir sorun haline geliyor. Kavşakta
ki düzenleme çok güzel olmuş, artık, sanırım alt ve üst geçişler
oldukça burada trafik kazası olmaz, canlar yitirilmez diye
düşünüyorum. Kavşağın tüm güzergah yolcularına hayırlı olsun
diyorum. Kavşağın Çorum a uzaklığı 14 ya da15 km kadar. Trafik bu
yörede çok rahatlamış bir durumda.
Kavşaktan
Mecitözü ne doğru alırken Elvançelebi Beldesinden geçtik. Beldenin
yol güzergahı tarafındaki konutların bakımı iç açıcı değildi.
Evlerin önünde traktörler,binek araçları bulunuyordu.Konutlara biraz
onarım için harcama yapılabilir,görüntü güzelleştirilebilirdi diye
düşünüyorum.Elbette o konutların sahipleri de güzel bir binada
oturmak isterler amma,ekonomi onları ancak bu kadar ayakta
tutabiliyor sanırım.
Ana yoldan
Söğütyolu köy yoluna sapıyoruz. Burada da traktörlerle, binek
araçları var.Duvarlar beyaz.Eldeki olanaklarla konutlar
güzelleştirilmeye çalışılmış.Köyün pek göç vermediği izlemini
verdi bize.Traktörlerle bazı köylünün yol boyundaki tarlalarda ekim
yapışları bizi sevindirmedi değil.Fırsatı iyi değerlendirmesini
biliyorlardı.Köy içersinden geçerken öğrencime burada Talat
Doğan diye bir eğitmen bulunduğunu bu eğitmenin Harf Devrimi
sonrasında okuma-yazma seferberliğinde büyük yükleri
omuzladığını.halkında onu unutmadıklarını seziyorum dedim.
Öğrenciminde benden daha çok övgü dolu sözler kullanması beni
olduğunca memnun etti.
Her yıl 24
kasımda kutlanan Öğretmenler Gününde eğitmenlerin de öğretmenler
gibi Harf Devriminde görev aldıklarını dikkate alınmaması
konusu beni olduğunca etkilemektedir dedim.Onlarında bugüne
ulaşılmasında büyük görevleri olmuştur.Vefa borçlu olduğumuzu
unutmamamız gerekir diye düşünüyorum. Harf Devrimi ile
Eğitmenlerin yükümledikleri görevleri konuşurken aracımız
Devletoğlan Köyüne girmişti bile.Öğrencim Yüksel,eski okulun yerini
gösterdi.Yeni okul biraz daha uzak bir yerde yapılmış.
Köy meydanı
gibi bir yerde aracımız durdu.Etrafımızı alan yurttaşlar hoş
geldiniz sözcüğünden sonra birbirlerine bunlar kim,köye neden
gelmişler,ne istiyorlar gibi sözlerle birbirlerinin sezintilerini
belirtiyorlardı.Küçük yerleşim birimlerinde köye gelip gidenler
geriden yada uzaktan sorgulanmaktan kurtulmazlar.Köye giden kendi
kimliğini önce tanıtacak,daha sonra onlardan yaşantıları ile
ilgili bilgi alabilecek..Sana güvenmez ise köylü sorununu hiç dile
getirmez.Köylüler.sözünde durmayan insanları hiç sevmez dersem
sanırım yanılmış olmam.
53 yıl önce bu
köyde beş ay öğretmenlik yaptığımı, beni buraya bir öğrencimin
getirdiğini, onunda benim gibi emekli olduğunu, anılarımızı
tazelemek için geldiğimizi anlattım. Benim öğretmenlik dönemimde
buraya çok kar yağıyordu.Şimdi öyle yağış oluyor mu diye sorduğumda
yurttaşın “eskisi gibi buralara kar yağmıyor.Obruk Barajı
tamamlandıktan sonra yörede iklimlerin değişime uğramaya
başladığını,yağan karın çok kısa zamanda eridiğini görüyoruz” dedi.
Devletoğlan
Köyünün de çok göç vermediğini,Çorum ve yöresine göçenlerin köyle
olan bağlarını koparmadıklarını köye gelerek tarıma devam
ettiklerini söylediler.Yol kenarlarında modern tarım araçlarını
görünce Devletoğlan Köyü halkının bundan sonra daha çok gelir
sağlayacak türde tarıma önem vereceklerini öğrenince sevincim
biraz daha arttı.
Aracımızın
etrafındaki yurttaşlardan izin isteyerek orman kenarında ki
bir çeşme yada pınar diyelim.O na yakın yerde bulunan fındık ağacı
gölgesinde çayımızı yudumlarken.piknikçilerin bu güzel yerleşim
birimine uğramalarının kesilmeyeceğini,köy kenarındaki çam ve meşe
ormanının köye ayrı bir güzellik verdiğini söylemeden
geçemeyeceğimi anımsatmak isterim.
Zirvenin hemen
yamacında yapılan pikniğin başka bir yanının bulunduğunu
hissetmemenin mümkün olmayacağını anımsatmak gerekir diye
düşünüyorum. Devletoğlan Köyü Çorum un en yüksek yerleşim
birimlerinden birisi. Kırklar Tepesinin hemen yamacında.Çam ve meşe
ormanları insana öyle bir ferahlık veriyor ki anlatması çok
zor.Hafif bir rüzgarın çıkardığı hışırtı kulaklara öyle bir
güzellikle kıvrılarak uzanıyor ki ,kulak zarı sanki insana bu
değişik sesi devamlı duymak isterim diyor gibi kendi kendine
mırıldanıyor.
Çam ve Meşe
ormanlarının güzel korunduğunu görmek beni ayrıca
sevindirdi.Sakın Kesme “SAKIN KESME YAŞ AĞACA BALTA VURAN EL
ONMAZ” sözü burada önemli bir etki göstermiş,Ormanın içersinde rahat
yürüyüş yapamazsınız.Her yanı irili ufaklı ağaçlarla donanmış bir
orman.Yöre köylerini ve Devletoğlanlıları kutlamak gerekir diye
düşünüyorum. Kırklar Tepesinin yamacından ayrılıyoruz. Dönüş
yolculuğunu Fakıahmet köyünden geçerek yapmak istedim.Burada AB
projelerinden birinin uygulandığını duymuştum.Buraya kadar gelmişken
birde yeni Fakıahmet Köyünü görelim dedim.Köye yaklaşırken
konutların yükseldiğini gördüm.Gerçekten Fakıahmet liler çok
akıllı davranmışlar. Onları kutlamak lazım.Yolculuğumuz sürüyor,çam
ormanları,meşe ormanları öyle bir güzellik vermiş ki güzergaha.Aracı
olanların bu güzergahta bir yolculuk yapmalarını salık veririm.
Fakıahmet Köyünden araçtan inmeden ilerliyoruz.Bu köyü Devletoğlan
da öğretmenken bir kez 1957 mayıs ayında görmüştüm.Evler tek
katlı.Yıpranmış kerpiç duvarlardan ibaret olan bir yerleşim
yeriydi.Şimdiki çehresi çok değişik. Aracımız her iki yanı ormanla
kaplı yolda ilerlerken, Hıdırlık Köyü Göletinin yanından
geçiyoruz.Piknik için gölet kenarında çadırlar kurulmuştu.İnsanlar
göletin ve etrafındaki temiz orman havasını almak için nelere
katlanıyorlar demekten kendimizi alamadık. Mecitözü üzerinden
Çorum’a döndük. Yolculuğumuz bir saat sürdü. Güzellikleri görmek
unutulur cinsinden değil.
Yıllar önce bir
şairimiz şöyle demişti.
ORDA BİR KÖY
VAR UZAKTA
O KÖY BİZİM
KÖYÜMÜDÜR.
GİTMESEKTE;GÖRMESEKTE
O KÖY BİZİM
KÖYÜMÜZDÜR.
Çok güzel bir
dörtlük. Sanırım bu dörtlük bize çok şey anlatıyor. Okurlarımın bu
dörtlüğü kendilerine göre yorumlayacaklarını umuyor beni sabırla
dinledikleri için onlara saygılar sunuyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
BİRDE SEÇİM
BARAJIMIZ VAR
Yazılı ve görsel yayın organlarının son yıllarda kutup
bölgesinde bulunan buz dağlarının inanılmaz bir şekilde
erimeye başladığı, bu olgunun yer kürede hava koşullarının
değişimine neden olacağı belirtiliyordu. Bilim dalı ile
ilgilenen insanların düşün ve görüşleri her nedense
insanımızın pek ilgisini çekmiyor. Biz yer küredeki
meteorolojik değişimleri ancak yaşadıkça öğrenmeyi tercih
ediyoruz.
Üç çeyrek yüzyılı geçen bir ömür içersinde dünyanın yağmur
yağışını görmemiş ya da yaşamamış bölgelerinde geçtiğimiz
yıl felaketle sonuçlanın yağışların oluşması yöre
insanlarını ve dünyayı şaşkınlığa çevirdi. Orta Anadolu
Bölgesinde Ocak ayında gök gürültüsü sesinin şimdiye dek
duyulmamış olmasının verdiği bir alışkanlığın, yağmur yağışı
öncesi duyulan gök gürültüsü sesleri duyanları olduğunca
etkilemiştir.
Geçtiğimiz yılın son aylarında Çorum un zirve köylerinden
birisine 53 yıl aradan sonra yaptığım bir geziyi ve
anılarımı aktarmıştım. Bu zirve köy halkı meteorolojik
olayların her yıl değişime uğrama nedenlerini çok kısa
olarak il sınırları içersinde ve yörede yapılan barajların
su toplamasından kaynaklandığını, önümüzdeki yıllarda
değişimi daha çok görebileceklerini belirtmişlerdi.
Geçmişten günümüze taşınan çok güzel öğütler vardır. Baba,
ihtiyarlamış hatta ölümcül bir yatağa düştüğünü görünce tek
oğluna seslenerek “Bak oğlum ben yakında bu dünyadan göç
edeceğe benziyorum. Sen daha çok küçüksün geçimini sağlamada
acemisin.Ben dünyamı değiştirince yapacağın ilk iş komşu
amcana her sabah bir göz atacaksın. O tarlaya gidiyorsa
sende gideceksin, evden ellerinde çapa ile çıkarlarca sende
çapayı alıp bahçeye gidip ekilenleri çapalayacaksın”.
Babanın çok kısa ve öz örnek öğüdü bana göre yurdumuzun çoğu
yerleşim biriminde uygulanmakta, teknolojideki değişim ve
gelişmelerden bir türlü yararlanmaya ayak uyduramayışımız
sonucudur ki bir felaket sonrası suçu hemen bir başkasına
yükleriz. Asıl suçlu biziz başkası değil. Bu topraklar
üzerinde yaşayanların bir vatandaşlığı, bir yurttaşlığı
bulunduğunu, yirmi birinci yüzyıla gelmişiz hala
okur-yazarlıkla uğraşıyoruz. Şu okur-yazarlık konusunu ne
zaman bitireceğiz? Bana göre, asıl sorunumuz eğitimde
insanımıza biraz ilgisiz oluşumuzdan kaynaklanıyor.
Bencillik bizi bazı gelişmelerde olduğunca etkiliyor. Bilim
adamlarının uyarılarına artık uymamız gerektiğini
bilmeliyiz. Hava raporları hemen her gün en çok üzerinde
durulan bültenleri oluşturuyor. Radyo ve televizyon
yayınlarında oluşacak durumlarla ilgili bilgiler yüzde
olarak ellinin üzerinde doğruluk kazanmış durumdadır.
1970 li yılların ikinci yarısında o dönemde adı Yeşilköy
Meteoroloji istasyonuna Milliyet Gazetesi muhabiri olarak
gitmiş, hava durumlarını gösteren haritalar üzerinde verilen
bilgilere tanık olmuştum. O zaman uzayda Londra ile
Hindistan arasında ki mesafedeki hava oluşumunu bir kareden
büyütülerek hareket edildiğini görünce çok etkilenmiştim.
Bir karelik fotoğraf için devletin ödediği ücreti de
öğrenmek istemiştik, ancak ilgili bunu ilerde öğrenmeniz
mümkün diyerek sorumuzu yanıtlamıştı.
Geçen gün bir yerel gazetede çayımı yudumlarken, konuşurken
kulağıma Çorum da ki barajların hava değişimine neden
olduğu, artık çok soğuk bir iklimin geçmişte kaldığı
belirtilirken ikinci bir espri kulağımı tırmaladı. Nedir o
diye sorduğumda “BİRDE SEÇİM BARAJIMIZ VAR” dendi. Doğrusunu
isterseniz bu espriye şapka çıkarılır.
Anadolu ya ve Anadolu insanına bakışımız artık değişmelidir
diye düşünüyor okurlarımı saygılarla selamlıyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
ENSTİTÜLERİ”
Bugün 17 Nisan 2010.günümüzden tam
yetmiş yıl önce TBMM de kabul edilen bir kanunla halk ile kentliler
arasındaki bozuk dengeyi eşitlemek için Köy Enstitüleri adı altında
yeni bir Eğitim ve Öğretim Kurumu kurulmuştur.
Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan
döneminde yani 1936 yılında köy halkına pratik bilgi vermek amacı
ile köy eğitmeni projesinin uygulanmasına başlanır.Askerliğini
onbaşı yada çavuş olarak yapan gençler,Tarım Bakanlığı”nın işbirliği
le ,modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme
Çiftliği “nde bir süre eğitildikten sonra köylere
gönderilir.Amaç,köye hem bir öğretmen hemde modern tarım araçları
ve yöntemlerini sağlamak.Uygulama umulanın üzerinde başarılı
olmuştur.Uygulama için gerekli olan bütçe olanakları yeterli olmasa
da,projenin sağladığı üretim olanakları uygulamayı olumlu yönde
sürüklemektedir.
İsmail Hakkı TONGUÇ yönetiminde
başlatılan uygulama olumlu gelişme gösterince 1937 ve 1939
yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi
geliştirildi. Kırsal kesime uygulanan bu eğitim projesi daha sonra
KÖY ENSTİTÜLERİ için uygun koşullar yaratmıştır.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel
TBMM de yaptığı konuşmada,Köy Enstitülerinin
özelliğini,diğerlerinden bazı farklılıklarının bulunduğunu
vurgulayarak “Biz bu müesseselere köy öğretmen okulu demedik.Çünkü
evvelce bu isimde müesseseler vardı.Bunları yani Köy Enstitüleri ni
onlara bağlamak istemedik.”Yasa karşıtları Köy Enstitüleri ni
kentten uzak kalmış yeni bir sınıf yaratacağı konusunda kuşkularını
belirtmişlerdir.Bakan Yücel iddiaların hayalden ibaret
olduğunu,enstitülerin genellikle kent yakınlarında kurulacağını
,uygulamanın sonunda karşıt görüş sahipleri yanıldıklarını
anlayacaklardır.”demiştir.Bir iş okulu olması nedeniyle köylünün
emeğinin uygulama ile sömürüleceğini belirten karşıtlarla mücadelede
başarı gösteren Yücel,15 yıl gibi bir süre içersinde Türkiye de ki
öğretmen açığının kapatılacağını ,eğitim ve öğretimde yeni bir
hamlenin yapılması gerektiğini ısrarla vurgulamış ve 17 Nisan 1940
da tasarı yasalaşmıştır.
Köy Enstitüleri geniş arazi üzerinde kurulmaya başlamış, köye
öğretmen yetiştiren bu müesseselerin kuruluşunda köy çocukları çok
büyük görevler üstlenmişlerdir.Devletin bu eğitim ve öğretim
yuvalarını kendi olanakları ile tamamlaması mümkün
değildir.Öğrenciler çeşitli iş dallarında fiziki gelişimine göre
görev almışlardır.Yeni yapılacak olan bir yatakhane yada derslik
için gerekli olan,kireç,tuğla,kiremit,kapı,pencere üretimi usta
öğreticilerle birlikte öğrencilerce üretilmiştir.Enstitüye yakın
bir yerde kiralanan yeterli bir alanda tuğla üretimi
gerçekleştirilmiştir.
Kireç yapımı için önce taş
ocaklarından taş sökme,sökülen taşların fırınlarda yakılması daha
sonra söndürülmesi olayı kimya dersi için en güzel bir deney
olmuştur.Köy Enstitüleri nde öğretmen adayları kültür derleri
yanında çeşitli iş dallarında görev alarak okulda kullanacakları
barınakları kendileri yaparak,devlete önemli ölçüde mali destek
sağlamıştır.
Yurdun çeşitli yörelerinde kurularak
sayıları artan köy enstitüleri çevresinde ki köylerde ufakta olsa
derslikler inşa etmişlerdir.Bazı yerleşim birimlerinde öğretmen
lojmanları yapılmıştır.Enstitüler yalnız kendi sahası içinde değil
yörede de sosyal yardım çalışmalarını üstlenmiştir.Meydana gelen
depremlerde ise acilen yöreye yardım ekipleri gönderilerek tahta
barakalar yaparak deprem zedeleri barınaklara
kavuşturmuşlardır.Yardımlaşma Köy Enstitüleri arasında da
gerçekleştirilmiş,köye dönecek öğretmenin karşılaşacağı sorunları
kendi kendine çözümlemesi becerisine ulaşması sağlanmıştır.
1942-1943 Öğretim Yılında Köy
Enstitülerine öğretmen,bölge okullarına yönetici,gezici
başöğretmen,İlköğretim Müfettişi yetiştirmek için Hasanoğlan Köy
Enstitüsünde Yüksek Köy Enstitüsü kurulmuştur.
Zamanla sayıları 21 e yükselen Köy
Enstitülerinden 1944 den itibaren yılda 2000 öğretmen mezun
etmeye başlamıştır.. . Köylere gönderilen öğretmene tarım araç ve
gereçleri ile üretimden yararlanmak üzere,bağ,bahçe ve bir miktar
tarla verilmiş,okulların bitişiğinde uygulama bahçeleri
oluşturulmuştur.Öğretmenin okuldaki iş bölümüne göre mezun olduktan
sonra kullanması için marangoz yada demirci için gerekli körük,örs
gibi araçlar sağlanmıştır.Kültür derslerinde yararlanması için
öğretmene,mezun olurken belli oranda kitap,ansiklopedi de
sağlanmıştır.Bunan yanında beşinci yıl tamamlanmadan öğrenciler
trenle diğer bölgelere düzenlenen gezilerle komşu yöreler hakkında
bilgi sahibi yapılıyorlardı.
Köy Enstitüleri modeli daha başında iken ülkeye bu kurumlar
16400 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen
yetiştirmiş olmasına karşın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel
,karşıtları tarafından mecliste zaman ,zaman topa tutulmuştur.
1928 de ki Harf Devrimi,Köy Enstitülerinin verdiği mezunlarla
kırsal alanda başlatılan okuma-yazma seferberliği kısa sürede ülkede
okur-yazar insan sayısının armasını sağlamıştır.Bu alanda köy
eğitmenleri ile köyden yetişen öğretmenlerin kırsal alanda açtıkları
halk dershaneleri ile yeni yönetime umulandan çok katkı sağlamıştır.
Köy çocuklarının beş yıl gibi bir süre içinde öğretmen olmaları
kentlerde yaşayanların ilgisini çekmiş,önce yalnız köy ilkokulundan
mezun olan çocukların alındığı okullara,sonradan köy ilkokulundan
diploma alanların yararlanması sağlanmış,böylece köy çocuklarının
kontenjanlarına ortak olunmuştur.
Ülkede çok partili hayata geçiş,Köy
Enstitülerini karalama ile başlamış,adeta karşı tarafta etkili
olabilmek için bu eğitim yuvaları akıl almaz suçlamalarla karşı
karşıya kalmış,dönemin yazılı basını ise kentsel alandaki
vatandaşları Köy Enstitüleri gerçeği konusunda yeterince
bilgilendirememiştir.
14 Mayıs 1950 de yapılan
milletvekili seçimleri sonucu Demokrat Parti iktidar olmuş,ilk
meclis toplantısında Atatürk Devrimlerinin yara aldığı
gözlenmiş,.Okulları kapatacağız propagandasının sağladığı başarı
sonrasında Köy Enstitüleri dönemi kapanmıştır.Birkaç dakikalık bir
zaman tüketimi sonrasında sanırım Köy Enstitüleri nin başarıları
konusunda azda olsa bir bilgi sahibi oldunuz.
Kırsal alanda yaşayan biri olarak
bende Köy Enstitüsünde beş yıllık bir Eğitim ve Öğretime tabi
tutularak 1947 yılında kırsal alanda öğretmenliğe başladım. Köy
Enstitüleri olmasa idi benimde bir eğitimci olmam mümkün değildi.20
bin dolayındaki köy çocuğunun Köy Enstitüleri sayesinde Türk Eğitim
emekçileri ordusuna katılması bir başarıdır.
Sözlerimi bağlamadan bir konuya değinmek istiyorum.Köy
Enstitülerinin kuruluş döneminde Çorum”a gelerek incelemelerde
bulunan İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı TONGUÇ, Kastamonu Gölköy
Köy Enstitüsünde ilk Çorumlu öğrenciler kadrosunu
oluşturmuştur.Enstitünün ilk mezunlarından olan Şakir Demir
Mecitözü”nün Kışlacık Köyünde üç yıl öğretmenlik yaptıktan sonra
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne alınmış, Hacı Uçak yine Mecitözü
nün Çıkrık Köyünde görev almış,yakalandığı hastalıktan
kurtulamayarak çok genç yaşta yaşamını yitirmiştir.
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı
Tonguç un Çorumdaki bir eğitim kurumuna adının verilmesi geçte olsa
bir vefa borcudur diye düşünüyorum Okurlarıma saygılar sunuyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
TEKNOLOJİYE NEDEN AYAK UYDURAMIYORUZ?
Günümüzün kuşağı her nedense gelişen
teknolojiye rağmen bürokrasiden vatandaşı kurtaramıyor yada kurtarmak
istemiyor.Bu sorumuza bürokrasinin her kademesinde görev alanlar yanıt
verebilirler.Belki ufak gibi gözükse de banim.yaşımdakiler için büyük bir
sorundur.
Hemen her konutta sabit başta olmak üzere
çoğunlukla cep telefonu bulunmaktadır.Cep telefonlar için düşünmüyorum amma
sabit telefonlara değinmeden edemeyeceğim.
Hemen her ay muntazam elimize ulaşan sabit
telefon faturaları şimdi bizi terk ettiler.Biz ,yani sabit telefon aboneleri
bundan böyle sabit telefon faturasından mahrum bırakıldık.Hani eskilerin bir
deyimi hemen buracıkta aklıma geldi.Nedir diye belki merak edersiniz.”İPİN UCU
KİMİN ELİNDE İSE” deyimi çok geniş bir açılımı gerektirir.Ben açılım için
okurlarımı kendi düşünleri ile baş başa bırakmayı yeğliyorum.
Abone olurken yani bir sabit telefona
kavuşurken 39 yıl önce PTT ile bir sözleşme yaparak sözleşmenin altına bir
imza attık.Tabi bu sözleşme şimdi kurumun elinde olmalı,eğer yok ise kurum
kendine göre yorumladığı bir sözleşmeyi imzalaması için abonmanına imzalatması
gerekmez mi.Hani eskiler yazılı sözleşmeleri değerlendirirken “SÖZÜM SENET
EFENDİ” deyimini kullanırlardı.Belki o dönemde böyle bir deyim etkili yada
tepkili olabiliyordu amma günümüzde geçmişte ki uygulamalara bir sünger
çekildiğine tanık oluyoruz.Aklımda kaldığına göre sözleşmede kiminle yada nere
ile görüşme yaptığım,görüşmenin kaç dakika yada saniye sürdüğünü belirten
açıklamalar vardı.Bunların tümü yok olmuş,sözleşmelerde sorumluluk yalnızca
abonmana yüklenmiş,kurumun sorumluluğu ortadan kaldırılmış.İşte onun için
diyorum ki :İpi ve teli elinde bulunduran kişi yada kuruluş istediği gibi
abonmanından yazılı bir belge almadan onun haklarını eylemi ile ortadan
kaldırabilir mi?Kurum bu yetkiyi nereden ve nasıl alabiliyor diye bir soru
yöneltmek gerekiyor.Hani biz bir hukuk devleti idik.Kişinin hukuku nerede
kaldı.Aklımıza geldiği gibi işlem yapmaya başlarsak yolculuğu birlikte ne
kadar sürdürebiliriz.?
Koyu biraz dağıtmaya başladık,ininizle tekrar
başa dönmek istiyorum.Eski adı ile PTT’nin dağıtım bölümünde çalışan bir
görevli zarfı bana uzatırken,hocam kapı numaranı değiştir,yoksa zarflar yada
yazılar eline zamanında gelmez mağdur olursun dedi.Görevlinin uyarısına uyarak
ilgili kuruma giderek ilgi memura kapı numaram değişti,onu düzeltmek için sizi
rahatsız ediyorum dedim.Görevli kişi bana senin söylemenle kapı numarasını
düzeltemeyiz.Düzeltmemiz için sizin BELEDİYE DEN kapı numaralarının
değiştirildiğini gösteren bir belgeyi bize ulaştırman gerekiyor dedi. Bakın
bana bu yaşta ne gibi görevler yükleniyor.38 yıl bana ikamet görevi yapan
konutumun numarası bulunduğum sokakta bir arsanın hala arsa olarak kalması ve
buraya bir numara vermek için bulunduğum sokaktaki tüm kapı numaraları
değişti. Bu konutlarda oturan yurttaşlar hemen her gün aynı sorunu
yaşıyorlar.Bir gurup görevli konutlara yeni numara verirken kendilerine çok
sayıda yurttaşın mağdur olacağını,halbuki halen arsa olan yere bir BİLA NO
verilmesiyle sorunun çözümleneceğini 38 yıllık haberleşmeye yeniden başlamanın
zor olacağını anlattım ancak verilen emri yerine getirdiklerini
söylediler.Bence yapacak bir eylem kalmamıştı
Saygı değer okurlarım,
Açılım yaptığımız iki konu kişisel gibi
görünse de aslında toplumsal bir konudur..
Yetkililer, bürokrasiyi azalttıklarını iddia ederken görevliler yapılan
açıklamaları ya duymazdan geliyorlar, yada vatandaşa biraz asfaltta yürü
diyorlar. Ben kısaca böyle bir yorum yapabiliyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
KENTLER
GİDEREK YAŞANMAZ HALE GELİYOR
Kentler giderek yaşanmaz
hale geliyor başlığı ile moralinizi etkilemek istemem.
Şimdi kendi kendimizi bazı soruların yanıtlarını
vermek için zorlamayalım. çok uzağa gitmemize gerek
yok. Dünyaya olarak gittiğimiz iş yerimize bugün ne
ile gidiyoruz? Elbette kendimize ait olan bir oto ile.
Kentin iki ana caddesinden geçip iş yerimize gidecek
isek kaç dakikamızı almaktadır. Konutumuz ile
iş yerimiz arasında ki uzaklığı sanırım saptamışızdır.
Eğer bugüne dek saptamamış isek, saptamanızı öneririm.
İkametten iş yerine olan uzaklığı kaç dakikada
aldığımızı hesaplamamız gerekir en azından. Bizi
bekleyen müşterilerimizin olacağını aklımızdan hiç
çıkarmamalıyız. Mademki bir iş yerimiz vardır, öyleyse
bizim belli saatlerden belirlenmiş bir saate kadar iş
yerimizde bulunmamız gerekmektedir. Eğer zamanında
ikametten çıkıp iş yerimize ulaşırsak kendimize ve
karşımızdakilere saygınlığımız artar. Ama bunun
tersini düşünür ve uygularsak bir gün kapımızı açan
insanların sayısında önemli bir azalma olduğunu ister
istemez fark ederiz. Sanırım bu değişikliği hiç
birimiz arzu etmeyiz.
İş
yeri bizim ekmek kapımızdır. O kapıyı her zamankinden
daha çok korumalıyız, yada kollamalıyız diye
düşünüyorum. Bugün bir iş yerine sahip olamayan
binlerce hatta milyonlarca insan vardır. O insanlarda
bizim gibi kutsal görevimiz olan askerliklerini ifa
etmiş kişilerdir. Devlete karşı olan yükümlülüklerini
yerine getirmektedirler. Ama ne var ki bu ülkede
yaşayan büyük bir bölüm insan işsizdir. Sabahın erken
saatinden akşamın geç saatine dek gücüne göre bir
şeyler yapmaya çalışan insanların gayreti hepimiz de
neden olamamaktadır. Neden bu ülkenin nimetlerinden
paylaşım yaparken yalnız kendimizi düşünürüz?
Paylaşımı arzu etsek de bir türlü eyleme
geçemeyişimizin bin değerlendirmesini yapamıyoruz
belki.
Acılar, tatlı günler neden hepimizi etkilememektedir.
Tatlı günleri paylaşımda gösterdiğimiz birlikteliği
acıları paylaşmada neden gösteremiyoruz? Biraz olsun
kendimizi sorgulayamıyoruz. Her nedense bize öyle bir
duygu ve düşünce beynimizde yer almamıştır. Acıları
paylaşmada biraz uzaktan bakmayı tercih etmiyor
muyuz?
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın demiyor muyuz?
Tehlike bize doğru yaklaştığında ise sesimizi duyurmak
istemiyor muyuz? Güzellikleri yaşamak için nelere
katlandığımızı bir hatırlayalım. Hatırlayalım ki
geleceğimize bir çeki düzen verelim. Gelecekte rahat
bir düzen içersin de yaşayabilmek biraz da bizim
elimizde değil mi? Eğer bugün bir şeylerden mahrum
bırakılmış isek, bunda bizim eylemimizi sorgulamamız
gerekmez mi?
Kutsal askerlik görevimiz dışında bazı kutsal
görevlerimizin de olduğunu, onları kullanmada neden
yeterince eylemde bulunamıyoruz. Paylaşım derken
iyileri kötüleri, güzellikleri çirkinlikleri birlikte
paylaşamıyoruz. Neden güzelliklerin yalnız ve yalnız
bizim için olmasını arzuluyoruz. Bu eylemimizi
sorgulamak hiç içimizden geçmiyor mu? Karşılaştığımız
bir zorluğu yalnız yok edemediğimiz zaman birlikteliği
hemen aklımıza getiriyoruz? Aynı havayı teneffüs
ettiğimiz ülkemizde nimetlerin paylaşımında neden
yalnız kendimizi düşünüyoruz.
Her
yanı ayrı bir güzelliklerle donatılmış ülkemizin
üzerinde geçmişte çok kara günlerin yaşandığını neden
unutuyoruz. Bu günlere gelirken verdiğimiz ölüm-kalım
savaşını neden unutuyoruz. Bugün ki sınırlarımızı
çizebilmek için hainlere verdiğimiz dersleri gelecek
kuşağa da yansıtmamız gerekmez mi? Gelecek için
atacağımız her kişisel adımımızda kendimizi
sorgulamamız gerekmez mi?
Bugün iş yerimize giderken kendimizde bir öz güven
duyabiliyor muyuz.Böyle bir ortamın oluşmasında bizim
bir katkımız olup olmadığını değerlendirmeye
,sorgulamaya alıyor muyuz. Kısaca kendimizi
geleceğimiz için bazı eylemler için hazırlıyor
muyuz.Yoksa kapı aralığından izlemeyi mi tercih
ediyoruz. Sanırım beğenmediğimiz eylemlerin bizim hal
ve hareketlerimizden kaynaklandığının bilincine varmak
gerekir diye düşünüyorum. Bana dokunmayan yılan bin
yaşasın demiyor muyuz? Tehlike bize doğru
yaklaştığında ise sesimizi duyurmak istemiyor muyuz?
Güzellikleri yaşamak için nelere katlandığımızı bir
hatırlayalım. Hatırlayalım ki geleceğimize bir çeki
düzen verelim. Gelecekte rahat bir düzen içersinde
yaşayabilmek biraz da bizim elimizde değil mi? Eğer
bugün bir şeylerden mahrum bırakılmış isek, bunda
bizim eylemimizi sorgulamamız gerekmez mi?
Kutsal askerlik görevimiz dışında bazı kutsal
görevlerimizin de olduğunu, onları kullanmada neden
yeterince eylemde bulunamıyoruz. Paylaşım derken
iyileri kötüleri, güzellikleri çirkinlikleri birlikte
paylaşamıyoruz. Neden güzelliklerin yalnız ve yalnız
bizim için olmasını arzuluyoruz. Bu eylemimizi
sorgulamak hiç içimizden geçmiyor mu? Karşılaştığımız
bir zorluğu yalnız yok edemediğimiz zaman birlikteliği
hemen aklımıza getiriyoruz? Aynı havayı teneffüs
ettiğimiz ülkemizde nimetlerin paylaşımında neden
yalnız kendimizi düşünüyoruz.
Her
yanı ayrı bir güzelliklerle donatılmış ülkemizin
üzerinde geçmişte çok kara günlerin yaşandığını neden
unutuyoruz. Bu günlere gelirken verdiğimiz ölüm-kalım
savaşını neden unutuyoruz. Bugün ki sınırlarımızı
çizebilmek için hainlere verdiğimiz dersleri gelecek
kuşağa da yansıtmamız gerekmez mi? Gelecek için
atacağımız her kişisel adımımızda kendimizi
sorgulamamız gerekmez mi. Bugün iş yerimize giderken
kendimizde bir öz güven duyabiliyor muyuz? Böyle bir
ortamın oluşmasında bizim bir katkımız olup
olmadığını değerlendirmeye, sorgulamaya alıyor muyuz?
Kısaca kendimizi geleceğimiz için bazı eylemler için
hazırlıyor muyuz? Y oksa kapı aralığından izlemeyi mi
tercih ediyoruz. Sanırım beğenmediğimiz eylemlerin
bizim hal ve hareketlerimizden kaynaklandığının
bilincine varmak gerekir diye düşünüyorum Kırsal
alanda yaşamakla kentlerde yaşamı sürdürmenin aynı
değerde ya da aynı güz ellikte olduğunu düşünemeyiz.
Kırsal alandan güzelliklerin bulunduğunu umduğumuz
kentlerimiz gerçekten insanların yaşamlarında bir
güzellik bir kolaylık sağlayabiliyor mu? Kırsal alanda
ki nimetlerle, külfetlerin kentsel alanlarda değişim
gösterdiğini, onlara ayak uydurmanın pek kolay
olmadığını peşinen kabullenmemiz gerektiği
düşünündeyim. Bazı nimetlerin paylaşımında belki
beraberlik sağlanıyor, ancak kişisel nimetlerin
paylaşımında birlikteliği gözetemiyoruz. O nedenle
Kentlerde çeşitli sorunların çözümlenmesi için
insanların uzun kuyruklarda beklediklerine tanık
oluyoruz. Tabana kuvvet deyip kuyruklar sizin olsun
dostlar diyemiyoruz. Bir gün muhakkak onlarla
birlikte olmak, aynı zorluğa göğüs germek zorunda
kalıyoruz.
Geçen bir bankaya bir işlem için gittim. Hava soğuktu
banka müşterilerinin rahat etmesi için yeterince
bekleme koltukları koymuştu. Bende bir yer buldum
oturdum. Elimdeki numaranın ne zaman sayaçta
gözükeceğini beklemeye başladım. Oturanlar kadar da
ayakta kalanlar vardı. Ayakta kalanlar kendilerine
sıranın ne zaman geleceği konusunda yavaş, yavaş
seslenmeye başladılar. Bir tanesi daralmış olacak ki
ben ne zaman işimi bitirip köye gideceğim demeye
başladı.
Kentler büyüdükçe sorunlarda ister istemez büyüyor.
Hizmet alanları yoğunluğa göre verilmeye çalışılıyor.
Ama nedense bazen kentlerin belli hareketli olan
bölümleri diğer yerlere göre hizmet için öne geçiyor.
Geçtiğimiz yıllarda bir arkadaşım bulunduğu yörede ki
hizmetlerin kendilerine ulaşmaması sonucu “ÇAMUR
İÇERSİNDEYİZ” dercesine ayağına çizme giymiş, eylemi
kent yöneticilerince dikkate alınmıştı. Politikacılar
eskiden kırsal alana ayrı bir değer verirlerdi. Şimdi
kırsal alanda yaşayanların azınlıklar haline gelmesi
sonucu hizmetlerin akışını da ister istemez
etkilemektedir
Kentlerde ki yaşantıları ve çok değişik insanlık
manzaralarını ister istemez izlemekteyiz. Kentlerin
çözümlenmeyen sorunları arttıkça, insanların
hareketleri de elbette artacaktır. Bazı eylemlerin
görülmesi, ya da dikkate alınması için gösterilen
tepkilere ve etkilere kulak asmak gerekir diye
düşünüyorum.
İnsanımıza güzel bir hizmet için yola çıkan her bireye
önemli görevler düştüğü kanısındayım. Hizmet için söz
veren yöneticilerimiz neden hizmetleri veremediklerini
insanımıza açıkça söylerlerse kentlerde ki yaşamın
bugün kinden daha rahat olabileceği inancımı
yineliyor, okurlarıma saygılar sunuyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
NEDEN 10 KASIMLAR
Bugün 10 Kasım 2009, günlerden Salı.
Ulusumuzun kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurtarıcısı Mustafa Kemal
Atatürk’ü 10 kasım 1938 Perşembe günü saatler 9’u beş gece
kaybettik.Hayatı boyunca rahat bir gün yada saat yaşamayan,hep ulusu
için düşünen,onu dünyanın olumsuz koşullarından kurtararak mutluluğa
kavuşturabilme çabasını gösteren o yüce insan elbette unutulmamalı.
Onu kaybettiğimiz gün daha sekiz ya da
dokuz yaşlarındaydım. Yağmurlu bir gündü, okullar açılalı çok
olmamıştı, mevsimi önce yaşayan ağaçların sarı yaprakları okulumuzun
yolunu süslediği günlerde onları eze, eze yeni bir şeyler öğrenmek
için koşarak gittiğimiz okulumuza, o irfan dolu yuvamıza öğle yemeğini
yedikten sonra döndüğümüzde okul bahçesinde değil okulun girişindeki
büyük salon da toplanmıştık. Hemen tüm arkadaşlarımızın giysileri
ıslanmıştı, ama bu ıslaklık bizim hiç ama hiç umurumuzda değildi. Biz
okulumuza gelmiştik ve tören sonrasın da derslere girmek için
sınıflara koşar adımlarla dolarak öğretmenimizi bekleyecektik. Hemen
her gün aynı yaşamın içinde olduğumuzdan bugün salonda ki toplantıya
bir anlam verememiştik. Beynimiz henüz küçücüktü her olup biteni henüz
anlayamıyor değerlendiremiyorduk. Öğretmenlerimizin neşesi her gün ki
gibi yoktu. Onların bu durgunluğuna bir anlam veremiyorduk. Gözlerimiz
henüz kapısı kapalı olan öğretmenler odasından okul müdürümüz
çıkmamış, onu bekliyorduk. Koca salon iki yüz ya da daha fazla bir
öğrenci gurubu ile dolmuştu. Yere iğne düşmeyecek bir kalabalıkta,
öğretmenlerimizin bir kısmı salonda henüz yerlerini almışlardı ki,
müdür kapıda göründü. O da çok durgun bir ortam içersinde önce salona
ve bize bir göz gezdirdi. Üşümüşsünüzdür çocuklar sizi fazla bekletmek
istemem bu ıslak elbiselerinizle dedikten sonra gözlerinin
yaşlandığını, sesinin titrediğini algılayarak, olanları kendisinden
öğrenmek istiyorduk. Müdürümüz öğretmenlerimize göre biraz kıdemli
yani yaşlıydı.
Çocuklar size bir üzücü haberi vermek
zorundayım. Dedi ve gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Titrek bir
sesle,”ULUSUMUZUN KURTARICISI; DEVLETİMİZİN KURUCUSU GAZİ MUSTAFA
KEMAL ATATÜRK’Ü “ bugün sabah saat dokusu beş geçe kaybettik.
Ulusumuzun başı sağ olsun diyebildi. Müdürümüzden sonra
öğretmenlerimizden birisi Atatürk hakkında dilinin döndüğü kadar
yüreğinin el verdiği süreç içinde o büyük insanı bize birkaç satır
sözcüklerle anlatmaya çalıştı. Saygı duruşu ile sonuçlanan tören
sonrasında dersliklere sıra ile girerek sıralarımızda ki yerimizi
aldık. Salonda söylenenlerden olduğunca etkilenmiştik. Öğretmenimiz
kapıda görünür görünmez ayağa kalkarak onu tüm sınıf olarak
selamlamıştık. Oturun çocuklar, masasının bulunduğu yerde yerini alan
öğretmenimiz bize o büyük insanın hayat hikâyesini bizim
anlayabileceğimiz sözcüklerle süsleyerek anlattı ders boyunca.
Derslikte sobalar yanmıştı. Dışarısı yağmurlu olduğu için okul müdürü
hizmetlilere sobaları biz evden okula dönmezden önce yaktırmış,
dersliklerin ısınmasını sağlamıştı. Dördüncü ders sonuna kadar
giysilerimizdeki ıslaklıklar kalmamış, derslikte buharlaşmıştı.
O günleri hatırlayalım hep birlikte. Bugün ulaştığımız teknoloji
ile hayal edemediğimiz haberleşme olanaklarına sahip olduk.10 Kasım
1938 de Atatürk’ün ölüm haberi çok kısa bir süre içinde tüm yurda
iletilmişti. Anımsadığım kadarı ile köyler o günlerde birbirine
paralel bağlanmış telefonlara sahipti. Bakır devreler o dönem mevcut
değildi. Ama devlet her yerleşim biriminde bir telefon bulundurmayı o
yokluğa rağmen sağlamıştı. İşte onun için “ DEVLETİN ELİ KOLU UZUN “
sözü o dönemlerden günümüze ulaşmıştır.
10 Kasım 1938 de okur-yazar sayımız
çok azdı, bugün ise okumamış-yazmamışlarımız azdır. Genç cumhuriyetin
kısa dönemde ülkemizde neleri gerçekleştirdiğini Atatürk’ün 10.yıl
nutkunu kendi sesinden dinledikten sonra O’nun izinden gitmeye bir kez
daha karar vermek zorundayız diyor okurlarımı selamlıyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
TEKNOLOJİ VE HABERLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ
Teknoloji geliştikçe insanlar biraz daha rahat
birbirlerini tanıma olanağı bulmaya başladı. Geçmişe bir göz atacak olursak
büyüklerimiz bayram yada yılbaşı tebriklerini günler öncesinden hazırlar,
sayıları bir düzineden fazla olunca da ya bir lastik yada bir iple zarflar
bağlanır postaya verilecek günü beklerdi. Haberleşme merkezleri olan PTT
anılan günler arifesinde dolar taşardı.
Son birkaç yıldan bu yana sayıları ya da firma
adları sıralanamayacak kadar çok olan üretme merkezlerinde üretilen çok
değişik modellerle cep telefonları, yalnız konuşmak için değil fotoğrafçılık
da yapmaya elverişli duruma getirilince çekiciliği biraz daha dikkat çeker
oldu.
Şehir içersinde ki taşıt araçlarında yolculuk
yaparken çoğu kez ellerden birinin direksiyonda meşgul iken diğeri telefonla
haberleşmeye yardımcı oluyor. Çoğu kez uyarılara rağmen araçlarda hareket
halinde iken telefonla görüşme bir türlü son bulmuyor. Yasalar can kaybını
önlemek için yapılıyor ancak çok az sürücü duyarlı oluyor. Bu sorunun
giderilmesi için yasak yasalarından ziyade üretici firmalar yenilikler
getirmeli belli bir orandaki kapalı yerlerde görüşme kısıtlanmalı ancak o
zaman hareket halinde görüşmenin önüne geçilebilir. Teknoloji uzmanlarına,
bilim adamlarına bu konuda çok önemli görevler düştüğünü vurgularsak yanılmış
olmayız.
Haberleşmek elbette önemli bir konudur.
Vatandaşın bu önemli kişisel eyleminin önüne geçilmesi düşünmeyi bırak akla
bile getirilmemeli. Haberleşme özgürlüğü en önde gelen özgürlüklerdendir diye
düşünüyorum. Uzun yılları haberleşme ile uğraşan bir basın duayeni olarak
bugün getirilen kolaylıklar biraz dikkatimizi çekmiyor değil. Ulusal basınla
muhabirliğimiz dönemlerinde saatlerce öncelik tanınmasına rağmen haber
yazdırabilmek için telefonun ahizesini ne zaman kaldırabileceğiz diye
beklerdik. Bazen bu birkaç saatimizi alırdı.
1979 yılının 30 Ağustos unu 31 Ağustos a
bağlayan gece saat 22.45 sıralarında batıdan gelen ani bir yağış Çorum ve
yöresinde çok sayıda can ve mal kaybına neden olmuştu. O tarihte telefon
görüşmesi yapabilmek için biz önce Merzifon ilçesinin kuzeyindeki tavşan dağı
tepesinde bulunan radyo linklere ulaşmamız gerekiyordu. Telefon hatları
koptuğu için ne batıya nede doğu yönlerine çıkış yapılamıyordu.
Çorum’daki can kaybına neden olan yağışı
Ankara ya ulaşarak TRT yardımı ile ülkenin yöneticilerine, kamuya, kısaca tüm
insanlığa duyurmak gerekiyordu. Kentte telefonla haberleşme tümden durmuştu.
Yalnız itfaiyenin telefonu çalışıyor. Onlarda nereye yardıma koşabileceklerini
kestiremiyorlardı. Sabahın aydınlığında ilk olarak valimiz rahmetli Sayın
Nevzat Şensoy’u aradım. Can ve mal kaybının büyük olduğunu tahmin ettiklerini
Samsun ve Ankara yolunun otuzuncu kilometresine dek kontrollerin yapıldığını,
haberleşme yapılamadığını, durumu Ankara ya bile ulaştıramadıklarını söyledi.
PTT de 03 ü arayarak ilgili memureye Ankara ya ulaşmak için bütün yönleri
denemesini istedim. Biraz sonra karşıma Tosya’daki memur arkadaş çıktı.
Haberleri önce aktardım oda TRT ye aktardı. Bunları neden anımsatıyorum
sizlere. Haberin büyüğü, küçüğü olmaz. Haber bize küçük ve değersiz
gözükebilir ancak karşımızdaki için öyle olmayabilir. Geçtiğimiz Salı günü
siyasi partilerin parlamentoda ki gurup toplantılarını tv 3 den izlerken saat
tam 14.00 de televizyonun görüntüsü kayboldu yalnız bir iki saniye sesler
geldi daha sonra görüntüde giderek CANLI YAYIN yerine REKLAMLAR girdi.
Yaklış 3 yada 5 dakika sonra tekrar Canlı yayına geçti. Alışık olmadığım bir
olayı FLAŞ-FLAŞ-FLAŞ mesajı ile yerel yazılı basına ilettim.
Gurup konuşmasını CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu yapıyordu. Konuşmanın son günlerin en önde gelen konusu
konuşulurken yayının gitmesi ve araya reklam girmesi şahsen benin dikkatimi
çekti.Yardımcı olabilmek için kısa bir bilgiyi ulaştırmayı görev bildim.Konu
üzerine de durulması gereken bir konudur. Her canlı yayın arasına böyle
habersiz reklam girebiliyor mu? Yoksa Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun en önemli
notlarını. Engellemek için yapılan bir girişim mi idi. Orası beni
ilgilendirmez.Eğer bir televizyon istediği anda istediğini konuşturmazsa ona
bir çözüm bulmak gerekir diye düşünüyorum. Yalnız vatandaş değil yayım
organları da duyarlı olmak zorundadır. RTÜK bu konuda ne diyecek ya da ne
türlü bir uyarıda bulunacak. Özgürlükler, hele haberleşme özgürlükleri olur
olmaz böyle kısıtlanırsa yöneticilerimizin işi biraz zorlaşıyor demektir.
Tekrar etmekte yarar görüyorum, özgürlüğün de
bir noktaya kadar olabileceğini, o noktanın korunması gerektiğine inananlardan
olduğumu belirtiyor, okurlarıma saygılar sunuyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Bir
sonraki sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
|
YALNIZLIĞIN SAATLERİNİ YOLCU EDERKEN
Yaşadığım sürece ramazan ayı
bazen kış, bazen de yaz mevsimine denk geldi.Kışın oruç tutmak
yaza göre çok kolay.Yazın gündüz saatleri bir hayli yer
tutuyor.Mide talepte bulunmasa da insan sıcağın etkisi ile
susuyor.Vücut zaman zaman su çıkardığı için kilo da
verebiliyorsunuz.
Ben ramazan ayının
faziletlerini anlatmayacağım. Bugüne dek görevlilerden çok kez
dinledim. Dinlemek yeterli değil asıl görev söylenenleri
yerine getirmek. O nedense biraz zor oluyor. Hele yaş
ilerledikçe hastalık belirtileri hemen her gün rahatsızlıkları
birbirine devrediyor.
1940 lı Haziran ayı ramazana
denk gelmişti. Mecitözü ilçesine 20 km uzaktaki bir köyde
öğretmendim. Köy muhtarı. Bir ihtiyar heyeti üyesi ile
tanıklık için Çorum Ağır Ceza Mahkemesi ne gelmemiz gerekti.
Bir gün öncesinden öğle ile ikindi arasında ki bir zamanda
yaya olarak köyden Mecitözü ilçesine hareket ettik. İlce ile
bulunduğumuz köy arasındaki uzaklığı yarısı tamamen rampa
çıkışı, yarısı da iniş rampası idi. Ben gençtim ancak
yanımdakiler askerliklerini yapmışlardı. Yaşları bana göre çok
farklıydı. O zaman şimdi ki gibi telefon edip bir taksi
çağırma olanağı yok. Yanımıza içecek ve yiyecek almamıştık.
Akşam ilçeye varacağımızı hesaplamıştık sanırım. Yaklaşık 10
km yi tırmanırken Haziran sıcağında bir hayli yorulmuş ve
terlemiştik. Susuzluğumuz konusunda yapacağımız bir şey yoktu.
Akşam ezanı okunacak bizde suya kavuşacaktık. İki merkezin tam
ortasında zirvede bir çeşme sularını şırıl şırıl akıtıyorken
çeşme başında bir uygun yere oturduk. Çok yorulmuştuk. Birkaç
kez nefes alıp ciğerleri rahatlattıktan sonra sıra avucumuza
aldığımız serin suları yüzümüze defalarca çarpmak oldu.
Serinlemiştik, bundan sonra iniş rampa başlayacaktı.
Adımlarımızı biraz uzattık sanırım. Akşam öncesi ilçede
bulunan bir hana ulaştık. Açık lokanta yoktu. Fırından ekmek
ve bakkaldan peynir, zeytin alarak iftarı zamanında
yapabildik.
Çok yorulduğumuzu söylememe
gerek yok sanırım. Açıklamalarımdan durumumuzu anladınız
elbet. Erkence odamızda uykuya daldık dersem yanlışlık yapmış
olmam. Sabah Çorum’a gidecek ilk otobüste yer almak
gerekiyordu. Gecenin belli saatinde sahura kalktık ve gereğini
yerine getirdik. Bir süre sonra ortalık aydınlanmış bizde
otobüsün bulunduğu mahalle varmıştık. Kalkış saati öncesi
biraz beklemiş olsak da ön sıralardan yer kapmıştık.
Tanıklık yapacağımız Adliyede
erkenden bulunduk. Görevliler henüz gelmemişlerdi. Sabah
güneşi altında duvarın dibine çöktük öylece duruşma saatini
bir süre bekledik. Oturulacak bir yer yoktu diyebilirim.
Mübaşir adımızı seslice
bağırdıktan sonra duruşma salonuna girdik. Görevli kolumuzdan
tutarak duracağımız yere bizi sürükledi diyebilirim. Biz bir
eşya gibiydik o görevliye göre. Hâlbuki biz yaşımız icabı
oturulacak ya da ayakta beklenecek yeri bilecek bilgi ve
beceriye sahiptik. Görevlinin kolumdan tuttuğunu anımsadıkça
bugün bile ne oluyoruz diyebiliyorum. Ben ilkokul sonrası beş
yılda öğretmen olmak için okumuş bir insandım. Kısaca benim
okuma-yazma öğrettiğim kişi bulunduğu yer icabı kolumdan tutup
çekebiliyordu.
Yaklaşık 60 ya da 70 km lik
bir yol almıştık birkaç saatte. Tanıklık için bir ücret
almadık verende olmadı. Bu olayın yorumunu o dönemin
ekonomisine göre bir değerlendirme yapmak gerekir
kanısındayım. Tanıklık için ufak bir kâğıttan ibaret olan
belgenin görevi yerine getirilecekti. Biz sade bir vatandaş
olarak görevimizi yapmıştık. Verilen bu görevi severek yerine
getirdikten sonra köyümüze döndük. Kısa bir tanıklık için 48
saat yuvamızdan ayrı kalmıştık. Yaşadığımız saatler için hiç
mi hiç yakınmadık.
İnsanoğlu yaşadığı yıllara
göre biçimlenebiliyor. Ana ve babadan oluşan bir aile giderek
genişliyor, daha sonra eski yıllara dönüşüm başlıyor. Yalnız
kaldığın gençlik yılları gibi ihtiyarlıkta da aynı yaşam
biçimi ile biçimleniyorsun.
Çocukluğumu anımsıyorum da.
Yurt Bilgisi kitabında insanlar yalnız yaşayamaz başlığı ile
bir yazı kaleme alınmıştı. Aynı yazı uzun yıllar kendini o
kitabın sayfalarında kalmayı başardı. Yerine benzeri yazılar
yazıldı, ancak yenilerden ben pek değişik bir ifade bulamadım.
Ya da bana öyle geldi.
Yaşadığımız saatleri yalnızca
yolcu ederken cepten bir vızıldı geldi kulağıma. Yaklaşık 41
yıl önce diploma vererek ilkokuldan mezun ettiğim bir öğrencim
kendisini tanıtarak nasılsınız diye sorunca birkaç saniye
yanıtsız beklemek zorunda kaldım. Ses aynı küçüklükteki sesti.
Öğrencim bisikleti ile bayram tatilini değerlendirmek üzere
Alacahöyük ile Hatuşaşaş a gitmiş ve orada bir arkadaştan sağ
olduğumu öğrenerek telefon açmış. Ben beklerim derken o bugün
gelemem yarın gelebilirim dedi. Yirmi dört saat bekledim.
Bisikleti ile geldi beni buldu. Yılların hasretliği vardı
ikimiz dede. Ben konuları anlatırken öyle bir dinleyişi vardı
ki. Bu çocuk okuyacak demiştim. Görünce ne kadar sevindim
bilemezsiniz. Öğretmenliğin bu en güzel yanı böyle yaşantı
anları!
Öğrencim TSK de görevli bir
albay. Halen görevine devam ediyor. Araç alacak gücü var ama o
aracı değil bisikleti tercih etmiş ziyaret için. Bu tür
yaşantıyı belgelemek için elinde yeterince cihazlar mevcut.
Ona birkaç anımı anlattıktan sonra yolcu ederken aynı yıl
mezun ettiğim bir arkadaşında halen görevde bulunduğunu onunda
albay rütbesinde olduğunu söyleyince inanırsanız biraz daha
dinçleştim.
Birkaç saat karşılıklı
anlatımlarımız oldu gözlerimiz sulandı. Kalbimiz biraz
hızlandı. Ama ne var ki mutluluk vardı diyebilirim. Ramazan
Bayramının son gününde konutuma gelen mutluluğu unutmam mümkün
değil. Yıllar gelip geçiyor. Ramazan boyunca çok güzel sözler
sarf edildi görevlilerce. Hemen her bayram öncesi benzer
sözleri dinledik. Bir kısmını uyguladık bir kısmını hiç ama
hiç dikkate almadık
Ekonomi bizi bir birimizden
öyle güzel uzaklaştırıyor ki. Kimimiz otobüsle, kimimiz özel
otomuzla, kimimiz uçakla, kimimiz hızlı trenli yuvamızdan
tatil yörelerine uzaklaşabiliyoruz. Benim gibi yaşlılarda
evlerde eş ve dostlardan gelen telefonları yanıtlıyor. Ben bu
konuda bir yorum yapmak istemem, her cepte ve her evde telefon
bolluğu varken yine de eş ve dostlar nasılsın diyemiyoruz.
İnanırsanız bu oluşum beni çok düşündürüyor.
Gençler, yaşlılarınızı sakın
ola unutmayın. Telefon etmek bana göre yeterli bir olgu değil.
Saygı ve sevgi ziyaret
muhakkak öne alınmalıdır diyor saygılar sunuyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
- GÜNEYDEN İZLENİMLER
- Bakmak mı yoksa görmek mi ?
- İlk bakışta ikisinin de aynı şeyleri
bize hatırlattığını sanırız.Aslında beraberlik yok benzerlik vardır.
Bu cümlenin açılımını yapmayı okurlarıma bırakıyorum.
- Beni tanıyanlar kendilerine böyle
bir görev verişimi pek yadırgamazlar. Onlarla ara sıra buna benzer
tartışmalara girişimiz olmuştur.
- Nereden nereye geldik demek için
henüz erken sayılabilir. Ancak biraz mürekkep tüketmiş bir kuşağın
kırıntısı olarak sizleri birkaç dakika güzel ülkemizin güney
sahillerine götürmeyi arzuladım. Görebildiğim kadarı ile size güzel
dakikalar sunabilirsem ne mutlu bana. Sizinle Çorum’da 71 yıllık bir
beraberliğimiz var. Bu uzun sürede acılı ve tatlı günlerimiz oldu.
Onlara birlikte göğüs gerdik. İz bırakmayanları değil de bırakanları
yansıtmayı yeğlemişimdir. Sanırım konuyu biraz dağıtacak gibiyiz.
Bırakalım geçmişi de geleceğe bir bakalım mı diyeceğiz yoksa
yaşadığımız dönemle birlikte geleceğe de bir göz atmakta yarar
vardır diye düşünüyorum.
- Klavyenin tuşlarına vururken hep
Çorum’u öne çıkarmayı amaçlamışımdır. Sorunlarını kişisel sorunum
gibi görmüşümdür. Çorum’u yurt içinde ve yurt dışında tanıtabilmeyi
yeğlemişimdir. Benim duygularımı paylaşan ve karınca kaderince diyen
ve sorunları göğüsleyen tüm Çorum severleri kutluyorum.
- Yıllardan buyana aynı adı kullanarak
hizmetini sürdürmekte olan seyahat firmasını sanırım sizde
anımsadınız. Ben siz okurlarım için bu firmayı kutluyorum. Biz,
böyle Çorum’u tanıtmaya çaba gösteren bir kuruluştan daha fazla
tanıtım için yararlanabiliriz. Nasıl ve ne zaman yararlanılmalı onu
kent yöneticilerine bırakıyorum. Onlarında bir bildiği vardır
sanırım.
- Çok önceleri Çorum ile Çorlu
karıştırılırdı. PTT bile Çorum yerine bazı mektupları Çorlu ya
gönderirdi. Askerde ki Mehmet, para havalesinin yanlış gönderilmesi
sonucu zaman ,zaman mağdur olabiliyordu.Benim bir mektubum Kastamonu
Gölköy yerine Ordu’nun Gölköy’üne gitmiş günler sonra beni
bulabilmişti.
- Nereden nereye geldik. Artık Çorum ,
Çorum olarak anılıyor. İlimizin geçmişte tanıtımı için çaba gösteren
kişi ve kuruluşlara okurlarım adına teşekkür etmek istiyorum.
Yaşlandıkça, yolculuk çekilmez oluyor. Uçakla ulaşmak olanağı
olmayınca otobüsle yolculuk etmek bir zorunluluk oluyor. Bizde öyle
yaptık Akşam saatlerinde kaptanımız kornasını öttürdü. Ayrılık saati
geldi eller sallandı, güle güle git de gel dercesine Duygulanmadım
dersem inanmayın. Beni uğurlayanlara sezdirmemeğe çalıştım. Bir gece
yolda olacaktık. Çorum-Ankara arasında bir dinlenme tesisinde yarım
saat mola verildi. Otobüs de yolcu çok az. Şehirlerarası otobüslerde
yer bulmak için günler öncesinden girişim yapılıyordu. Ben bu tür
bir olayı çok yadırgadım doğrusu. Otobüs kilometrelerce gitmek
zorunda, gideceği yerde bekleyenleri var, dönüş yapacak. Turizm
mevsimi olmasına rağmen, insanlar yaşadıkları mekânı birkaç
günlüğüne bırakamıyorlar.
- Gece yarısı Başkent Ankara ya
ulaştık. Kaptanımız burada da yarım saatlik bir istirahat verdi.
Peronların bulunduğu sahada yok denecek sayıda yurttaş
geziniyordu.Nedeni konusunda gerekli değerlendirmeyi okurlarıma
bırakıyorum.
- Nihayet sabahın ilk dakikalarında
aracımız Toros Dağlarının yamaçlarında Ak Denize doğru hızla yol
alıyor. Her kilometre geçişte ılık bir hava akımının yüzümüze değin
uzandığını hissediyoruz. Kıvrımlarda dolaşırken bazen doğuyu, batıyı
şaşırıyor insan, Güneşin batıdan doğmuş gibi gözükmesi insanı
şaşırtıyor. Nihayet güneşi doğudan görme olanağı buluyoruz. Böyle
durumlara bir yön sapması da yaşanabiliyor denilebilir. Çam
ormanlarını geride bırakırken karşımızda Antalya’yı görüyoruz. İlk
bakışta kentin doğu ve batıdan sonra Kuzeye yani Toros Dağları
yamaçlarına doğru uzandığını fark ediyoruz.Birkaç yıl sonra
Antalya’nın bir bölümünü çam ormanları arasında görürsek
şaşırmayalım.
- Yaklaşık 12 saatlik bir yolculuk sonrası aracımız şehirlerarası
terminaline giriyor. Terminal de birkaç otobüsün Alanya ya hareket
için terminalde yolcu arayışında olduğunu görüyoruz. Firma
yetkililerinin yolcu sayısını artırma çabaları olumlu bir sonuç
vermiyor. Onlarda diğerleri gibi yeni umutlara doğru diyerek kontağı
çeviriyor. Hayırlı yolculuklar. Gidip de gelmemek, gelip de görmemek
var düşünü ile içtenlikle sallanan elle ve gözyaşları. Anılara yeni,
yeni görüntüler eklendi, bir başka görüntüye girebilmek umudu ile
gideceğimiz yerin terminaline ulaşıyoruz. Torunlarımı özlemişim
birkaç gün ayrılık olsa da. Sabahın erken saatinde dedelerini bekler
buldum kapı arkasında. Hasret gidermek öyle birkaç saniye ile
tamamlanamıyor. Yolculuk konusunda bilgiler aldılar, bizde dilimizin
döndüğü kadarı ile anlattık gördüklerimizi. Siz olsaydınız başka bir
sonuçla mı karşılaşırdınız? Hayır! Benim gördüklerimi ve
hissettiklerimi hissederdiniz. Çünkü biz Anadolu insanının bugüne
taşıdığı duygulara birlikte sahibiz. İşte onun içindir ki biz doğu
ile batıyı, kuzey ile güneyi bir bütün olarak görüyoruz. Elbette
duygu ve düşünlerimiz benzer olacaktır.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Önceki Sayfaya gitmek için tıklayınız |
Kitap içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
TARİHİ MEKÂNLAR
Yurdumuzun çoğu yerinde tarihi mekanlara rastlamak mümkün, giderek
yeni mekanlarla buluşmuş olmak ise insana ayrı bir güç
veriyor.Gezerken bacaklarınız biraz daha dinçleşiyor.Genç insanlar
için anlattıklarım belki abartılmış olarak kabul edilebilir.
Değerlendirmeyi okurlarıma bırakıyorum.
Akdeniz kıyılarının tarihi mekanlarında diğerlerine göre başkalıklar
var.Akdeniz kıyılarında ticari mekanlara ulaşmak için ipek yolunun
Anadolu’daki başlangıcı Antalya olarak kabul edilirse ikinci durak
olarak Antalya’ya bağlı Alara yerleşim birimini görmek
mümkün.Burada konaklayan ipek yolu tacirleri burada ki ALARAHAN da
birkaç gün dinlendikten sonra yollarına devam edebiliyorlarmış.ALARAHAN
da yolcuların kalacakları, hayvanların sırtındaki ticari metanın
konulacağı ve hayvanların kalacağı mekanlar bir çatı altında.
İnsanların kaldıkları odalardan hem eşyalarını hem de hayvanlarını
kontrol edebilmek için ufak fakat duvar içinde uzanan uzun
pencereler yapılmış. Handaki güvenliğin dışında hanın korunabilmesi
güvenlik altına alınması için hana birkaç yüz metre uzakta ki tepeye
birde kale inşa edilmiş, askerler buradan hem ALARAHAN’I hem de hana
uzanan ulaşım mekânlarını sürekli gözetim altında tutarlarmış.
Akdeniz kıyılarına inip de ALARAHAN ve ALARA KALESİ’Nİ görmeden
gelmek biraz kaybedilmiş bir zenginliktir denilebilir.
ALARAHAN’IN yöresine bir güzellik ve sağlıklı bir hava sağlayan buz
gibi serinliğe sahip akarsuyun katkılarını hissetmemek mümkün değil.
ALARA KALESİ, ALARAHAN, Toros yamaçlarından güneye uzanarak Ak
Denize dökülen Alara Akarsuyu. Bu üçlü öyle güzel seçilmiş ki.
Tarihi
mekânın seçilişi ve yapılışı o dönemin hükümdarı Alaaddin Keykubat’
a ait olduğu yapıtların girişindeki yazıtlardan anlaşılmaktadır.
Çeşitli dillerde kaleme alınan yazıtlar yöreyi gezen bir komisyon ya
da kurul tarafından kaleme alındığı sanılıyor. Ufak onarımlar
geçiren ALARAHAN kapalı mekanında çeşitli türde eğlencelerin
yapılabilmesi için düzenlemeler yapıldığı rahatlıkla gözlenebiliyor.
Kısaca ALARAHAN ve çevresi önemli bir turizm bölgesidir.
Anlatımları uzatmamak için size ALARAHAN ve yöresinde yapılan
çekimlerden birkaç kareyi görüşünüze sunmak istiyorum.
ALARA KALESİ,
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek
için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
|
|
OYMAPINAR BARAJI
- Yine size, Toros Dağlarından çıkarak
Manavgat’ta denize dökülen akarsu görülmeye değer,Bu akarsu üzerine
DSİ tarafından yapılan OYMAPINAR BARAJI’ndan birkaç kare görüntü
sunmak istiyorum. OYMAPINAR BARAJI öncelikle enerji üretmek için
inşa edilmiştir.Baraja Manavgat Çayından başka ufak sayılacak türden
akarsularda katkıda bulunmaktadır.Barajın oturduğu alan çok
geniş,ben size ne kadar geniş bir alanda gölün oluştuğu üzerinde
değil de barajın yapımında görev alan teknik elemanlarla işçilerin
unutulmaması gerektiği üzerinde durmak istiyorum.yapım sonrasında
yöreye giden yerli ve yabancı turistler emeği geçenleri hayırla
anarlar.
- Yapım çok zor koşullarda
gerçekleştirilmiş, ancak ortaya eser çıkınca gücü bir kat daha
artmıştır. Masmavi bir gölü görüyorsunuz. Etrafı kayalar ve
ormanlarla çevrili. Yöreye apayrı bir güzellik veriyor. İnsan yörede
kaldığı birkaç dakikanın adeta tükenmesini istemiyor. Aşağıda ki
yani sahildeki ısı ile baraj yöresindeki ısı farkı bir hayli
fazla.İnsan rahat bir nefes alma olanağı buluyor.Kısaca ciğerler
bayram ediyor yörede. Ciğerlerin bayramına gözler önceden başlıyor.
İnsanın gözleri yöredeki doğal yapıya, insanın da meydana getirdiği
eserle bir başka güzellik olgusu unutulmazlığı getiriyor.
- Oymapınar Barajını yerli ve yabancı
turistler öğle sonu izlemeyi yeğliyorlar. Çok sayıda araç baraj
yöresine akın ediyor. İnsan yöreden ayrılmak istemiyor.
- Baraja gitmek için giriş kapısında
kimlik bırakılır, dönüşte alınırdı. Şimdi uygulama değişmiş yöre
belediyesi girişlerde bir miktar bağış alıyor ve kişinin eline bir
fiş veriyor. Çoğun sanacak bir miktar değil. Barajı birkaç bölümden
izleme olanağı var. Bir yandan baraj gölünü izlerken bir yandan da
barajdan bırakılan Manavgat Çayı’nın köpüren sularını görmeniz
mümkün. Baraj gölü planlandığı oranda etrafındaki varlıkları izliyor
ve kendine özgü bir güzellik katıyor.
- Oymapınar Barajı’nın enerji üreten
bölümü kayalar arasında yani altında. Güvenliği yapılırken
düşünülmüş, kısaca her şey dört dörtlük diyebiliriz. Barajın
açılışını yapan dönemin başbakanı Demirel’in barajla ilgili
sözlerini unutmak mümkün değil. Demirel’e durup dururken barajlar
kıralı denmemiştir. Tüm emeği geçenleri kutlamamak bencillik olur
diye düşünüyorum.
-
-
|
|
|
DİKKAT ! BU
BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
DEĞİRMEN DERE PİNİK YERİ
Ak Denizin serin suları kıyılardaki
ısıyı azaltmaya yetmiyor. Bilhassa tatil günleri sahilden Toros
Dağlarının yamaçlarındaki serinlikleri arıyor insan. Serin bir yer
bulabilmek için aracın gaz pedalına uzun süre basmaktan kaçınmıyor
sürücüsü.Manavgat’dan yaklaşık otuz kilometre uzaklıkta bulunan
Değirmen Dere piknik yeri Manavgat-Seydişehir Karayolu’nda iken
aracınızı sola sapan sanki patika gibi olan stabilize yolda
yeşillikler arasında ilerledikten sonra ufak bir akarsuyun üzerine
zamanında kurulmuş bir su değirmenini göreceksiniz. Güneşi çok az
görebilirsiniz. Ağaçların yaprakları güneşin ışınlarını toprağa
bırakmıyor. Akarsu boyu insanı o kadar rahatlatıyor ki insanlar
araçları ile burayı tercih ediyorlar. Çorumlu olarak biz oksijeni
bol olan su boylarındaki piknik yerlerini durup dururken tercih
etmiyoruz.
Değirmen Piknik yerini biraz açmakta
fayda var. Neden değirmen dere denmiş? Dere bir değirmeni
çalıştıracak oranda olduğu dönemlerde buğdayı un yapmaya uygun.
Bunun dışında yalnız çevreye su serinlik sağlıyor.
Zamanla deredeki değirmen çalışmaz
olmuş, ancak yöreye gelen insanlara bir su değirmeninin nasıl
çalıştığı konusunda bilgi verecek kadar önemli bölümler devamlı
çalışır halde. İnsanlar faal olmasa bile bir zamanların en önemli
icatlarından olan su değirmenlerini görmek istiyor. Bilhassa
çocuklar büyükleri soru yağmuruna tutuyorlar. Dere sakin bir şekilde
akış ta bulunduğundan su içindeki balıkları çocuklar izlemeyi
bırakamıyorlar. Derenin bazı bölümlerine yapılan gölcüklerden
istenildiği zaman ziyaretçilere taze balık sunulabiliyor.
Piknik yerinde suyun öbür kıyısına geçebilmek için çok ilginç
köprüler yapılmış, çocuklar dereden değil de defalarca köprülerden
karşıya geçmeyi tercih ediyorlar. Yöreyi çocukların sevdiği kadar
büyüklerinde sevdikleri belli ki kilometrelerce yol alınarak burası
bulunabiliyor. İnsan burada zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyor.
Yolunuz bu yöreye düşer ise Değirmen Dere Piknik yerini görmeyi
sakın kaçırmayın derim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
UNUTULMAYAN
İFTAR SOFRALARI
İnsan yaşamında unutulmayan ne
kadar da çok anılar vardır. İnsan hayatı bir bakıma anıların bir
birini kovalaması değil midir? Acılar, tatlılar, gurbetlerde geçen
zamanlar, okul çağındaki arkadaşlıklar, mahallede birlikte merhaba
dediğimiz yaşıtlarımızla çocukluk günlerimiz. Kısaca bir ömür
diyebiliriz.
Unutulanlar yanında birde
unutulmayanlar vardır yaşamımız da. Unutulmayanlar herhalde hangi
yaşta olursak olalım bizi iyiden iyiye etkilemiştir. İki mahalle
arkadaşı yıllar sonra birbirlerini gördüklerinde nasıl bir duygu
içinde bulurlar kendilerini. Bu bir anlık duygusal anılar arzu
edildiğinde tekrarlanır ve geçmişe bir merhaba denir sanki.
Unutulmayan anılar yaşamımızın sürecini gösterir bir bakıma. Her
insanın unutulmayan anıları vardır, ancak bazılarının ki değişik
olduğu içindir ki değerlidir. Unutulması mümkün değildir.
Yazımızın başlığını nerde ise
unutacaktık. Sizi sıkmamak için bazen değişik konuları da almayı ve
birlikte yorumlamayı arzu edişimdendir.
Çocukluk günlerimize doğru bir
gezinti yapalım isterseniz. Mahallede ki arkadaşlarımız bayramlarda
güzel elbiseler, ayakkabılar giyerler bunları komşulara ve
yaşıtlarına göstermeyi, kendi giysilerinin yaşıtlarındakinden bir
ayrı görmeleri ne kadar güzel bir duygudur. Bazen güzel duyguların
hiç umulmadık anlarda bizi yakalaması, ya da bizim onu yakalamamız
unutulması mümkün olmayan anılardır. Bunların bir ekonomik yorumunu
yapmak öyle kolay olacak cinsten değildir. Biz ekonomik yönünü
bırakalım da işin duygusal yanına bakarak konumuza dönelim diyorum.
Bir acı kahvenin hatırının
kırk yıl sürdüğü söylenir, ne derece doğrudur pek bilemiyorum. Bu
deyimin yorumunu siz okurlarıma bırakıyorum. Birazda siz bu tür
konulara girerek arkadaşlar arasında tatlı dakikalar geçirin.
Benim unutamadığım öyle anılar
var ki, bunların çoğu çocukluğumda ki dönemlerle ilgilidir.
Sizinle birlikte bin dokuz yüz
otuzlu yıllara doğru bir gezinti yapalım. Ben o tarihlerde bir
Avrupa ülkesinin küçücük vatandaşı idim. Çok sevdiğim amcam iki kez
yakalandıktan sonra anavatana kaçarak ulaşabilmişti. O devamlı
hayalimde idi. Acaba nasıl kaçtı, uzun bir yolculuğu yalnız
yürüyerek nasıl yaptı, kurttan, kuştan, düşmandan kendini nasıl
korudu? İşte böyle sorulara kendimce yanıt bulmaya çalıştığım bir
dönemde On bir ayın sultanı dediğimiz ramazan ayında babam hadi
oğlum bugün seninle birlikte camiye gideceğiz, orada belki
arkadaşların ve babaları ile birlikte bir iftar yemeği yiyeceğiz.
Annen iftarlıklarımızı hazırlıyor. Sende akşam için kendine bir çeki
düzen ver, temiz elbiselerini giy, annenin hazırladığı yemekleri ve
tatlıları birlikte camiye giderken götüreceğiz. İftar kandili
yandığında iftarı oradaki komşular ve senin arkadaşlarınla birlikte
bozacağız! Dedi. Babadan gelen böyle bir buyruk sonucu nasıl olurda
insan etkilenmez. O saatten sonra akşamı zor ettim diyebilirim.
Bulunduğuz yerleşim biriminde biz Türkler azınlıkta idik. Ramazan
ayında iftar yemeğini Türkler cami avlusundaki son cemaatte birlikte
yerdik. Çocuklar ayrı sofralarda değil, her çocuk babası yanında yer
alır; koca çınar ağacı tepesindeki fenerin ışıklarının gözükmesi ile
birlikte gelen yemeklerin sıra ile tepsiler içinde sofraya konulması
ayrı bir güzellikle duygusal anlar birbirini kovalıyordu.
Büyüklerden bazıları aile
bireylerini yanlarında göremedikleri için kendilerini mutsuz,
gurbetçisi bulunmayan ailelerin mutluluklarına katılmak onları da
mutlu ediyordu. Benim amcamda anavatanda olduğu için ben hep onu
gözümün önüne getirip, ne var yani o da bizimle olsaydı derdim.
İçimi çekerdim. Her halde iç çekmenin ne olduğunu sizler çok iyi
biliyorsunuz.
Konuyu biraz daha açmak
gerektiğine inanıyorum. Avrupa ülkesinde azınlıkta bulunduğumuz bir
yerleşim biriminde olduğumuzu anımsatmıştım. Türklerin birbirlerini
koruyup kollaması en önde gelen kurallardan biriydi. Yalnız
hissettikleri bir Türkü ele geçirdiklerinde akla gelmeyen
işkencelere tabi tutuyorlar, insanlar koca karı ilaçları ile aylar
sonra ancak işlerine bakabiliyorlardı. Ekonomik güç birliği
gerekliydi ve bu en güzel Ramazan aylarında iftar sofrasın da
gerçekleştiriliyordu. Herkes durumuna göre yemek hazırlar bir iki
tepsi içinde iftardan önce cami avlusunda yerini alırdı. Çocuklar
kandil fenerinin çınarın tepesine çıkmasını dört gözle bekliyordu.
En çok hoşumuza giden yapılan tatlı çeşitlerini yerken çenemize
doğru akan tatlı parçası sularıydı. Arada bir kolumuzla çenemizi
silmeyi de ihmal etmiyorduk. Eve döndüğümüzde annemiz götürdüğümüz
kapların gelip gelmediğini kontrol eder birde aferin çekerdi. Bu bir
ay Ramazanda aynı şekilde sürdürülürdü. Yabancılar bizim bu tür
hareketlerimizi kendileri yapamadıkları için mutsuz görünüyorlardı.
Anadolu’ya göç edişimiz bin
dokuz yüz otuz sekiz de Ağustos ayında oldu. Anadolu da geçirdiğimiz
ilk bayramda evimize yakın bir köy odası bulunuyordu bizde babamla o
odaya giderek bayram yemeğine katıldık. Annem bizi elimiz boş
göndermedi bayram yemeğine. Geldiğimde bana anlattırdı. Bende Avrupa
da olanlara benzediğini, insanların mutlu olduklarını bize
gösterilmesi gereken ilgiyi gösterdiklerini; bizi mutlu ettiklerini
anlattım.
Sevgili okurlarım, Anadolu’nun
en güzel köşelerinden birinde yaşıyorsunuz. Bende sizin gibi aynı
havayı teneffüs ettim bugüne dek. İnsanoğlu ufak tefek yanılgılı
anlar yaşayabilir, onu yanılgılardan en yakınları ve komşuları
kurtarabilirler. Anadolu insanının misafirperverliğini başka
ülkelerde bulamazsınız. Birlik ve beraberlik, ekonomik dayanışma,
sevgi ve saygıya yer verme insanları mutlu eder diye düşünüyorum.
Bir yabancı düşünürün “DİL”
konusunda söyledikleri yıllar sonra da olsa tazeliğini korumaktadır.
Onun için izninizle diyorum ki arı dilli değil bal dilli olunuz.
Size ömür boyu sağlıklı, başarılı bir yaşam diliyorum.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
- Çile bülbülüm, çile
Derdim var fax ileMahmut TUNABOYLU
-
- Bir kaç gündür bilgisayarımın faksı
ile başım beladaydı.
- Gelen faksları ya da öteki iletileri
alıyordum ama ben dışarı bi şey gönderemiyordum.
- Bu yüzden de iki günlüğüne
yazılarımdan mahrum kaldınız.
- Sağ olsun -bilisayarla ilgili hemen
her derdime koşan- Ö. F. Ç. -ki kendisi memleketin en yakışıklı TV
spikeridir ve genç kızlar onun sayesinde TV haberlerini
izlemektedir- dün eve geldi de beş dakikada beşiktaş -ki kendisi
aynı zamanda azılı bir Beşiktaşlıdır- yapıp gitti...
- Yoksa iki gündür bilgisayarın
başında güya arızayı gidermek için çabalamaktan kurdeşen
olacaktım...
- İnsanın seveni olması ve o kişinin
bilgisayardan anlaması ne iyi bi şey.
- Şunu anladım ki insanın hayatta üç
tane dostu olsun sırtı yere gelmez.
- Bunlardan biri doktor olmalı...(Ne
olur, ne olmaz. İnsanın her an kendisine ihtiyacı olabilir)
- İkincisi teknolojiden
anlamalı...(Çağımız artık bunu gerektiriyor)
- Üçüncüsü de şöyle iyi bir lokanta
işletmeli...(İnsan parasız kalınca bedava yiyip içebilmeli. Bir
dostuna hesabı düşünmeden ziyafet çekebilmeli)
- Gerisi boş!
- S. Ö. beyin dediği gibi:
- "Kuru kuru kurban
olayım. ben ne anladım bu işten!" devri geçti!
- Şimdi devir iş bilip,
ona göre kılıç kuşanma devri.
- Mesela bakınız
değirmenciliğe soyunan acemi Don Kişot'a!
- Kendisi nasıl
kiralıyor tükenmez kalemini doktor kısmına!
-
- Maalesef alışmadık
popoda - ki siz kıç da diyebilirsiniz, çünkü malum yerin Türkçe adı
öyle. Ben entellektüel olduğum için gavurcasını söyledim- don
durmuyor!
- Bunu şundan
söylüyorum;
- Biz, yani alışmadığı
için poposunda don durmayan takımı bilgisayarı 30'undan sonra
keşfettik.
- Ve fena halde korktuk!
- Çünkü bize küçükken
aletlerle oynamanın sakıncalı olduğu öğretilmiş;
- "Lan oolum, oynama
onunla, sakat olacak!" denilmiş; bir de üstüne sırf uyarı olsun diye
-ve Nasrettin Hoca'nın testiyi kırmadan önce çocuklarınızı mutlaka
şamarlayın- öğüdüne uyularak bi güzel şamarlanmışızdır.
- O bakımdan, bizim kuşak teknolojiden hep
korkmuştur.
-
- Fakat maşallah
bakıyorum da şimdiki veletlere -yani çoluk çocuk- teknoloji filan vız
gelmekte, tırıs gitmekte.
- Bilgisayarlar, cep
telefonları, televizyonlar -onlarla ilgili aletler-, falanlar,
filanlar sanki vücutlarının bir parçası gibi.
- Korkmadan, çekinmeden
ellerine alıyorlar, içini açıp bakıyorlar, altından girip üstünden
çıkıyorlar.
- Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de o aletler
için programlar üretip, dizayn ediyorlar. Kimse ne ellerine vuruyor,
ne de "Oynama oolum şununla, sakat olacak!.." diye enselerini
şamarlıyor.
- Tam tersine:
- "Oğlum, yavrum, aslan
evladım, çükünü yediğim, gel şu numarayı cep telefonumun hafızasına
yazıver. Ben şeyedemiyorum.Deden kurban olsun sana" filan gibi laflar
dolanıyor ortalıkta.
-
- Yani demem o ki,
hakketen şimdiki çocuklar harika.
- O bakımdan, zamanında
bu lafı söylediği için çok haklı Aziz Nesin Usta!
-
- Yazımı noktalamadan
önce bi şey daha:
- Yahu bu DSP'lilere
benim aklım ermiyor.
- Sizin eriyor mu?
- Zırt-pırt kongre
yapıyorlar ve tüm kongreler olaylı geçiyor.
- Birbirini suçlayan
suçlayana.
- İşin tuhafı, herkesin
birbirini 'Sosyal demokrat ya da demokratik solcu olmamakla'
suçlaması!
- Yahu erenler, nedir
bu sosyal demokratlık?
- Demokratik Solculuk?
- Kim icad etti
bunları?
- Az çok felsefe bilen
biri bu söylemlerin gerçekte sağcılık olduğunu bilir!
- Ee?
- Bu vatandaşların
sağcılıkta yarıştığını sanmıyorum.
- Peki nedir mesele?
- Paylaşılamayan şey
sosyal demokratlık mı? Yoksa iktidar postu mu?
-
- Kimsenin kimseye
kızmaya hakkı yok.
- DSP'de oyunun kuralı
bu.
- Kim Genel Merkeze
yakınsa koltuğa o oturur.
- Bu kadar basit.
- Yok seçimler
demokratik değilmiş, yok bilmem neymiş!..
- Geçin bunları gözüm,
geçin!
- Sanki başka
partilerde durum farklı mı?
- Uyanın artık yahu!..
- Bu memekette her
alanda dikey bir örgütlenme vardır.
- İşlerin düzelmesi
için, bu rezilliklerin yaşanmaması için mutlaka yatay örgütlenmeye
ihtiyaç vardır.
- Bu da ancak sürü
psikozundan kurtulmakla,
- Lider takımını 'Baba'
yerine koymamakla gerçekleşir.
- Onları baba, başbuğ,
değişmez lider, karaoğlan, yağızoğlan, ana...yerine koymayı
sürdürürseniz, başınıza gelenlere de katlanmak zorundasınız!
-
- Son Söz:
- Köse dağına kar
yağdı,
- Bu yazı beni fena
baydı!..
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
- İLETİŞİMDE
RADYOYU İHMAL ETMEYELİM
-
İnsanoğlunun
haberleşmeye verdiği önemi, tarihin hiçbir döneminde bugün ki gibi
kolayca bulduğu söylenemez. Haberleşme de postacıların geçmişte
sağladığı hızlı iletişimle ilgili çok
-
Fıkralar
anlatılır. Önce yaya yapılan haberleşmeler, tepelere yakılan
ateşler, haber çantasına çıkışta konulan taşların bir süre atılarak
hızın ve çabukluğun sağlanması unutulacak cinsinden değildir. Yaya
postacılık daha sonra atlı postacılığa dönüşmüş, devlet vatandaşına
gere duyduğunda onlarla ulaşmıştır. Yörelere göre postacılığı,
haberleşme türlerini görme olasılığına ulaşabiliriz.
-
Radyo
yayıncılığı önce İstanbul’da daha sonra Ankara da daha sonrada
batıda ki büyük yerleşim birimlerinde görmekteyiz.Bu gelişime
tarihsel olarak bakarsak, değişim batıdan doğuya doğru gelişme
göstermiştir.Her ne kadar beğenmesek de medeniyet denilen olguda
öyle gelişme göstermiştir.Onun için biz gözümüzü hep batıya
çevirmişiz..Olguyu yakalama çabası ve hızını düne göre bugün de
hızını sürdürmekteyiz.
-
Sizinle birkaç
dakika şöyle bir geçmişe yolculuk yapalım. Umarım bu yolculuk
sonrası oluşan yorgunluğu üzerinizden tabi öyle oldu diye
atabileceksiniz.Konumuz radyo yayıncılığı,Cumhuriyet sonrasına bir
göz atarsak,radyo yayıncılığı batıdan doğuya hızla ulaşmıştır.Gün
ışığında ulaşılamayan yörelere ORTA DALGA İSTASYONLARIYLA ulaşılmaya
çalışılmış,Özellikle doğu bölgelerimizde gün ışığında dinlenemeyen
bölgeler için 1960 sonrasında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in emir ve
direktifleriyle Erzurum’a UZUN DALGA.RADYO İSTASYONU
kurulmuş,böylece batıdan doğuya tüm yurtta başkent Ankara’dan
yapılan radyo yayınları dinlenir olmuş,vatandaş güçlü radyo
aramaktan kurtarılmıştır .Bugün yerleşim birimlerinin küçüğünde
büyüğünde kurulmuş radyo istasyonlarını görmekteyiz.Müzik ruhun
gıdası deyip akla hayale gelmeyen müzik türlerini insanımıza monte
etmeye çalışıyoruz.Öncelikle eğitme yer vereceğimiz yerde onu en
altlara çekmişiz.Bu radyo yayınlarını yapan yöneticilere biraz
,eğitimi öne çıkaralım dendiğinde vatandaş öyle yada böyle istiyor
denmektedir.Aslında vatandaşın eğitim yozlaşmalığını istediği yok.
-
Bu satırların
yazarı, henüz radyonun ancak büyük yerleşim birimlerinde bulunduğu
dönemlerde iki aylık maaşını bir kulaklığa vererek Ankara’dan
yapılan UZUN DALGA RADYO YAYINLARINI dinliyor, yurtta ve dünya da
olup biteni öğrenme olanağı buluyordu. Radyo yayıncılığının giderek
geliştiği dünyada ve ülkemizde her nedense uzun ve kısa dalga radyo
yayınlarının yerini FM yayınları almıştır. Kuveyt Savaşı sırasında
Amerikalılar yörede olup bitenleri öğrenmek için kullanımdan
kaldırılan kısa dalga üretimine geçmişlerdi. Sıkıntılı ve
olumsuzluklar sonucu pille çalışan radyoların imdada yetiştiğine
tanık olmuşuzdur. Geçtiğimiz kış ülkemizde meydana gelen bir
helikopter kazasında hayatta kalan tek basın mensubu elindeki
cihazın bataryası bitinceye kadar bağırmış ancak yörede onun
çığlığını enerji olmadığı için duyan olmamış ve yardımına
koşamamıştır. Benzeri olayları gelecekte.yaşamayacağız güvencesini
verebilecek bir güç yada kuvvet bulunmamaktadır.Teknolojiyi iyi
dönemler için değil kütü ve zor dönemlerde cevap verebilecek duruma
getirmeliyiz diye düşünüyorum.
-
Uzun Dalga
radyo yayıncılığından vazgeçmiş olmayı bir türlü kabullenemiyorum
dersem beni kınamayın.Doğa koşullarının olumsuzluklarını yaşayan bir
kişi olarak,bazı konularda elimizin kolumuzun bağlı kalmasını
arzulamadığımdandır.
-
Radyo
televizyon gibi değil,herkesin son model teknolojik cihazlarla
donatılması imkansız.Toplumun bir bölümünü değil tümünü düşünmek
zorundayız.
-
TRT nin FM
yayınları nın bir bölümü Çorum’da bir türlü rayına oturmamıştır.TRT
nin Radyo 1 haber bültenlerini sağlıklı dinlemek mümkün değil.Haber
bülteninin başında yada birkaç saniye sonra yayın birden
gitmekte,bir süre sonra tekrar gelmektedir.Sanki birisi haber
bültenini okuyan spikerin elinden haber kağıdını çekip almasına
benziyor..TRT radyo 1 ÇORUM’DA sağlıklı bir şekilde dinlenmiyor
diyebiliriz.İlgililer yada yetkililerin bu konunun bir süre
izlenmesini ve gereğinin yapılması için girişimlerini bekliyoruz
Televizyon yada telefon henüz her çocuğun elinde yok.Çocukların
rahatça TRT Radyo 1 den yapılan yayınları dinleyebilmesi geleceğimiz
bakımından çok önemli olduğuna inanıyor,okurlarıma saygılar
sunuyorum..
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |