|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
|
|
|
TAKDİM |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
|
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
TAKDİM
Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve
bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak
görülmelidir.
Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini
veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da
benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.
Bu
çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış
olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı
göreceksiniz.
Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir
kitaptır; onu okumamız gereklidir.
Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar
veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar
veremeyiz.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Emine
SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU |
- 20.01.1974 yılı Gaziantep doğumlu
olan Emine Sevinç Öksüzoğlu; sahne sanatları ve Tiyatro oyunculuğu üzerine
eğitim gördü. Gaziantep Devlet Tiyatrosu Onat Kutlar Sahnesi’nde, sahne
yönetmenliği de yapan Öksüzoğlu, Türkiye genelinde birçok oyunlar
sahneledi. A.Ü. TÖMER Gaziantep şubesinde Sahne Sanatları, Diksiyon,
Diyafram ve Tiyatro oyunculuğu üzerine öğretmenlik yaptı. Uzun seneler
sahne tozu yutmasına rağmen, çok sevdiği Edebiyat’tan hiç bir zaman ayrı
kalmadı.
- Şiirleri, öyküleri, edebiyat ve felsefe
üzerine yazıları, yerel ve ulusal olmak üzere yazılı ve görsel basında yer
aldı. Bazı yerel ve ulusal yayın organlarının kültür sanat ve edebiyat
sayfalarında sanat yönetmenliği yaptı. Birçok edebiyat antolojilerinde ve
“Yaşayan kadın şairlerimiz” isimli ansiklopedi de şiirleri ve sanat
yaşamı yer aldı. Ayrıca 2007 yılında yayımlanan, 10 ciltlik “Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi” nde eserleri ve sanat
yaşamı yer aldı.
- 13.04.1997 yılında “Mustafa Kemal Atatürk
ve Şiir” konulu üç boyutlu resim ve şiir sergisi açtı. Bu sergi ulusal ve
yerel basında uzun bir süre yer aldı. Şiirlerinden bazıları ses sanatçısı
ve bestekâr Sayın Gül Kansu tarafından bestelendi. Birçok şiiri farklı
dillerde çevrilerek ses bulmuştur. Ünlü şair Naser Feiz tarafından
Farsça’ya çevrilen şiirleri, Tahran’ın önde gelen sanat ve edebiyat
dergilerinde yayımlanmış ve ilgi ile karşılanmıştır. Özellikle Azerbaycan
da “Güneş Yüzlü çocuklar” isimli öykü kitabından yola çıkarak, “Güneş
Çöhreli Gız” adı verilen Emine Sevinç Öksüzoğlu’nun şiir ve öyküleri büyük
beğeni toplamıştır. Şiirleri usta kalem Can Yücel başta olmak üzere,
şairler ve eleştirmenler onun eserleri hakkında görüş ve yorumlarını
belirterek, “İnsani duyarlılığı yoğun olan Öksüzoğlu, şiiri kendisi için
değil kâinat için yazıyor” dediler. Öksüzoğlu; katıldığı konferans,
sempozyum ve panellerde Edebiyat, Şiir ve Felsefe alanında konuşmalar
yapmıştır.
- 21 Nisan 1996 yılında 4. Dünya Şairler
Gününün ve 26 Nisan 1997 yılında da 5. Dünya Şairler Gününün
organizasyonunu yaptı. Sevgi, barış, kardeşlik ve dostluk çağrısıyla, yurt
içi ve yurt dışından birçok şair ve yazarı aynı çatı altında toplayarak,
görkemli bir organizasyona imza attı. Güneydoğunun incisi olan
Gaziantep’in tanıtımına, dünya çapında katkıda bulundu. Bu başarılı
çalışmalarından dolayı kendisine bestekâr Gül Kansu tarafından
“Gaziantep’in Altın Kızı” adı verilmiştir.
- 02.11.1996 yılından bu yana, hemen hemen
her yıl Tüyap kitap fuarı başta olmak üzere, yurt içi ve yurt dışında imza
günlerine, şiir resitallerine ve konferanslara davet edilmiştir.
- 10.03.1997 yılında Kosova’da yayın yapan
Bay (Balkan Aydınları ve Yazarları) Kültür ve Sanat Dergisi tarafından
“Kültür Elçisi” olarak ödüllendirilmiştir.
- 26.04.1997 yılında da İstanbul Ana kültür
sanat ve edebiyat dergisi tarafından, Türk edebiyatına yapmış olduğu üstün
hizmet ve başarılı çalışmalarından dolayı plaketle onurlandırılmıştır.
- Türk Edebiyat dünyasında önemli yer tutan,
Türk Edebiyat’ına ve Türk Şiirine hizmet vermiş usta kalemlerin
onurlandırıldığı, “Emine Sevinç Öksüzoğlu Kültür Sanat ve Başarı Ödülleri”
her yıl büyük bir törenle sahiplerine verilmektedir. Gerçek anlamda edebi
kariyeri olan ve Türk Edebiyat dünyasına ciddi anlamda hizmet vermiş
kişilere takdim edilen bu ödüller, her yıl dört ayrı kategoride verilmekte
olup, bu kategoriler sırası ile;
- “Gaziantep Altın Fıstık Türk Edebiyatı Üstün Hizmet
Madalyası”
- ve Gaziantep Özel el işi Nakkaşe. (Her yıl bir
kişiye)
- “Emine Sevinç Öksüzoğlu Türk Dünyası Edebiyat Üstün
Hizmet Ödülü”(Bir kişiye)
- “Emine Sevinç Öksüzoğlu Türk Dünyası Edebiyat Şeref
Ödülü” (Bir kişiye)
- “Emine Sevinç Öksüzoğlu Usta Kalem Başarı Ödülleri”
(Üç kişiye)
- Takdim edilmektedir.
- 02.02.1997 yılında Türkiye Şair ve Yazarlar
Derneği Gaziantep şubesinin kurucu başkanlığını yapan Emine Sevinç
Öksüzoğlu’nun, yurt içinde ve yurt dışında almış olduğu bir çok plaket,
şilt ve ödülü mevcuttur. Ağustos 2008 de kısa adı Gasat olan Gaziantep
Sanat Topluluğunu kurarak, bu topluluğun Yönetim Kurulu başkanlığını
başarı ile yürütmektedir.
- İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eserleri
Sahipleri Meslek Birliği), Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği, Türkiye
Yazarlar Birliği ve Türkiye Şairler Birliği üyesi olan Öksüzoğlu; Evli
ve bir kız, bir erkek olmak üzere iki çocuk annesidir.
- YAYIMLANMIŞ ESERLERİ :
-
- “Sevgiler Günışığında” (Şiir)
- Ağustos 1996 - Gaziantep Gürsel Yayınları
-
- “Bahar Tomurcuğum” (Şiir)
- Mart 1997 - Adana Aykırısanat Yayınları
-
- “Yeşil Gözlerinde Kaybolan Dünya” (Düz yazı / Öykü
/ Şiir)
- Eylül 1998 - Ankara Ürün Yayınları
- 1998 Moskova Kremlin Kitap Festivalinde 1.lik ödülü
ile taçlanmıştır.
-
- “Üşümüş Kar Taneleri” (Şiir)
- Eylül 2007 – Gaziantep Sanko Holding Kültür Hizmeti
Yayınları
- Ahmet Tufan Şentürk Türk Şiirine Hizmet Ödülü
kapsamında Seçici Kurul Özel Ödülüne layık görülmüştür.
-
- “Güneş Yüzlü Çocuklar” (Öykü)
- Eylül 2007 – Ankara Ürün Yayınları
-
- “Düşler Sokağı” (Şiir)
- Nisan 2008 – Ankara Ürün Yayınları
-
- “Mitolojik Öykülerle Zodyak Kuşağı” (Felsefe)
- Nisan 2008
-
- “İnsanoğlunun Mitolojik Öyküsü” (Felsefe)
- Nisan 2008
-
- “Zamansız” (Şiir)
- Azerbaycan Vector Uluslar arası İlim ve Edebi Eserler
Araştırma Merkezince yayımlanmıştır.
- Temmuz 2008
-
- “Hoşça kal Can Azerbaycan” (Şiir)
- Azerbaycan Vector Uluslar arası İlim ve Edebi Eserler
Araştırma Merkezince Azeri diline çeviri yapılmıştır.
- Yayın aşamasında.
- Internet’te Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih Ve
Edebiyat Dergisi’nde
http://corumlu2000.dergisi.info dergimizde vve
http://saricigdem.dergisi.info dergisinde yayınlanmaktadır.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
EDEBİYAT DÜNYAMIZDAN HOŞ
SEDALAR
Sevgili kadim dostum, pek
muhterem Sn. Abdullah Satoğlu Beyefendinin 2. cildini çıkarmış
olduğu “Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” isimli bu kitap, derin
araştırmalar sonucu doğmuş ve okuyucusu ile buluşmuştur. Kitapta
30 tanınmış edebiyat, fikir, kültür ve sanat adamının eserleri
hakkında örneklemeler ve değerli bilgiler bulunmaktadır. Kitabın
içinde yer alan bu değerli şahsiyetlerden tanıdığım ve usta
kalem olarak adlettiğim bazı kalem arkadaşlarımı görmek beni son
derece mutlu etti. Ayrıca kitaptan okuduğuma göre, kitabın basım
aşamasında olduğu süreçte bazı değerli üstatlarımızın kitabı
göremeden hayata veda ettiklerini öğrendim. İşte bu okuduğum
satırlar yazımın ana başlığını “Edebiyat Dünyamızdan Hoş
Vedalar” olarak koymama vesile oldu.
Ancak bana sorarsanız onlar
şahsen aramızdan ayrılmış olsalar da, arkalarında bıraktıkları
değerli eserleri ile daima gönüllerde yer alacaktır,
yaşayacaktır.
Kayseri’nin yetiştirdiği değerli
gazeteci, şair, yazar, kültür ve folklor adamı araştırmacı,
mümtaz insan Abdullah Satoğlu; “Edebiyat dünyamızdan Hoş
Sedalar” isimli bu kıymetli eserini son derece büyük bir
titizlik içinde hazırlamış. Kitapta kimi anlatıyorsa, yazının
baş sayfasına anlatılan kişinin fotoğrafını koymuş olması,
kitabın daha kolay okunur ve anlaşılır olması bakımından kitaba
ayrı bir ahenk katmış. Anlatılan portrelerde şiirlerinden
seçilmiş örneklere yer verilmesi, beraberinde yer alan yazılarda
lirik bir hava estirmiş.
Anlatımlarında son derece sade,
temiz ve arı bir dil kullanan Satoğlu, bu güzel çalışması ile,
Türk Edebiyat Dünyasına son derece önemli bir eser
kazandırmıştır.
Sevgili dostum, değerli kalem
arkadaşım Abdullah Satoğlu’nun güzel kişiliği, her daim gülen
yüzü, misafirperverliği, beyefendiliği, insani yönünün
kuvvetliliği, duyarlı yüreği, sevgili ve saygılı davranışları
ile çevresinde son derece sevilen ve sayılan bir insan olduğu
gözle görülür bir gerçektir. Bu gerçek duruş, gelecek kuşaklara
muhterem bir kişilik içinde eserlerini büyük bir özenle
bırakacaktır.
Bu gönül dostunu, mana da ve
madde ayrı ayrı tanımak lazımdır diye düşünüyorum. Manada
tanımak için; şiirlerini okumak, zaten onun ruh âlemi içine
girmek demek olduğundan pek zor değildir. Maddede tanımak için
ise; bu kadar da zahmete gerek yok. Ne kadar faal, ne kadar
hareketli, ne kadar atılgan olduğunu, bu meziyetleri kadar da
insan sevgisi ile dolu olduğunu ve dost olduğunu bilmeyen yoktur
herhalde; çünkü o, bazen Yunus yüreğini taşır yüreğinde, bazen
bir Evliya Çelebi olur yazılarında, bazen Molla Fenari olur aziz
inancıyla, bazen de küçük bir çocuk olur yüzündeki gülüşüyle,
ama her şeyden önce o Türk Edebiyat dünyasının ağabeyidir,
kalemi kırılmaz güçlü ve muhterem bir edebiyatçıdır.
Birbirinden değerli birçok güzel esere imza atmış
Satoğlu’nun bu kitabını okurken, ufkum ve gönlüm aydınlandı. İyi
ki varsın, iyi ki yazıyorsun… Eline, yüreğine, gönlüne sağlık…
“Edebiyat Dünyamızdan Hoş
Sedalar” Akçağ yayınlarında gün yüzü görmüş olup, 2. hamur
kâğıda, ofset baskı tekniği kullanılarak 176 sayfadan
oluşmaktadır.
“Edebiyat Dünyamızdan Hoş
Sedalar” kitabını sizde okumak istiyorsanız; Tuna Cad. No:8/1
Kızılay adresinden ya da 0312. 432 17 98 numaralı telefonu
arayarak temin edebilirsiniz.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- BABA İLE OĞUL’UN KADERİ
- Vatani görevini yapmak üzere, henüz yeni doğmuş
olan oğlu Hakkı’ yı ve çok sevdiği karısı Hacer’i bırakıp gitmek
zorunda kalmıştı. Onları böyle bırakıp gitmek istemiyordu, ama
çaresiz mecburdu. Çünkü vatan borcu namus borcu idi!
- Mustafa; askerliğini doğuda yer alan, Şırnak
ilinde yapacaktı. Yüreğinde bir sıkıntı sürekli onu boğuyor,
neredeyse nefes alamayacak kadar daralıyordu. İlk günler çok zor
geçiyordu. Ara sıra eşi ile oğlunun fotoğraflarına bakıp, bir
çocuk gibi kendini avutuyordu.
- Oğlu Hakkı ve karısı Hacer gözünde tüter olmuştu. Sık sık
mektup yazıyor, hasretini böyle dindirmeye çalışıyordu. Hele
Hacer den mektup aldığı zamanlar, mektubu öpüyor, kokluyor,
tekrar tekrar okuyordu. Hacer de Mustafa’dan gelecek bir mektup
ümidi ile sürekli postacının yolunu gözler olmuştu. Kocasından
gelen her mektup ta, adeta bir bayram çocuğu gibi seviniyordu.
Mektubu okurken oğlu Hakkı’nın da dinlemesi için yüksek sesle
okuyor sonra da oğlu ile konuşuyor, ona uzun uzun
babasını anlatıyordu. Günler günleri, haftalar ayları kovaladı
durdu. Sayılı gün geçmek bilmiyordu sanki.
- 1985 yılının soğuk ve çetin
geçtiği bir kış günü, Cudi dağındaki teröristler için bir
operasyon düzenlenmişti. Bu operasyonda Mustafa da yer
alıyordu. Mustafa sanki şehit olacağını hissetmiş gibiydi.
Kağıdı kalemi bir kez daha eline alıp, karısına ve oğluna bir
mektup yazdı. Mektup öyle bir mektuptu ki, okuyanın yüreği
yerinden kopuyordu adeta. Operasyona katılmadan önce, oğlu ile
karısının fotoğraflarına bir kez daha bakıp, fotoğrafları cebine
koydu.
- Hacer o gece kâbus denecek kadar
kötü bir rüya görmüştü. Sabah uyandğında; “Hayır olsun inşallah”
diyerek rüyayı kötüye yormak istemedi. Sürekli kocasına dualar
ediyor “Allah’ım onu sen koru.” diyordu.
- Mustafa ise katıldığı
operasyonda “Allah’ım eğer bana bir şey olursa, oğlumu ve karımı
sana emanet ediyorum, senden başka kimsem yok, sen kudret
sahibisin, yaratansın, onları koru yarabbi.” diyerek, karısı ve
oğlu için sürekli dualar ediyordu. Atılan kurşunların ardı
arkası kesilmiyordu. Kurşun sesleri Mustafa’nın kulağında tınılı
bir ses oluşturmuştu sanki. Her geçen dakika da, ölüme biraz
daha yaklaştığını hissediyor gibiydi. Zaten bu çatışmada, bu
kurşun yağmurunun arasından sağ çıkabilmek mucize gibi bir şey
olmalıydı.
- Ertesi gün Hacer’in kapısı acı acı çaldı. Hacer kapıyı
açtığında, karşısında bir Jandarma ile rütbesini bilmediği bir
asker duruyordu. Hacer o an anlamıştı sanki
- -Mustafa’m! Mustafa’m! Ona bir
şey mi oldu yoksa?” Diye sorabildi. Yüreğinde büyük bir acı
vardı. Nedense bu acının adını bir türlü koyamıyordu. Kapıdaki
Jandarma ve asker:
- -Yok, Yok! Kocanıza bir şey
olmadı. Feryat figan etmeyin lütfen, sadece sizi ona götürmek
için geldik. Hemen hazırlanırsanız iyi olur!
- Hacer hemencecik üzerine bir
şeyler giydi, oğlunu da battaniyesine sarıp, askerlerle birlikte
İl Jandarma’ya doğru yola çıktılar. Yol bir türlü bitmek
bilmiyor, uzadıkça uzuyordu. Hacer yol boyunca oğluna sıkı
sıkıya sarılıp ağladı. İl jandarmaya gelindiğinde Hacer’i
yüksek rütbeli olduğunu düşündüğü, fakat kim olduğunu bilmediği
bir asker karşıladı. Hacer’in sakinleşip, rahatlaması için
onunla konuşuyor, sorular soruyordu. Hacer ise; yöneltilen bu
sorular karşısında, utana sıkıla cevaplar veriyordu. Bir an da
tüm cesaretini toplayıp:
- -Buraya neden getirildiğimi
anlamadım, kimse bir şey söylemiyor, yoksa Mustafa’ma kötü bir
şey mi oldu?”
- Karşısında oturan asker bir
Hacer’e, bir de kucağındaki bebeğe baktı. Sonra da başını önüne
eğerek:
- -Üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm.
Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Bunu söylemek benim için
gerçekten çok zor. Bu gibi durumlarda ne yapılır, nasıl söylenir
onu da bilmiyorum. Ne yapacaksınız kader işte. Takdir-i ilahi.
Başın sağ olsun bacım! Duydukları karşısında adeta dünyası
başına yıkılmıştı Hacer’in. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor, göz
yaşlarını tutamıyordu. Kapı çalındı ve bir asker selam vererek
odaya girdi. Masaya bir paket bırakıp odadan dışarı çıktı.
Masada oturan yüksek rütbeli asker, Hacer’e bir peçete uzattı.
Ardından gelen paketi vererek:
- -Kocanızın üzerinden çıkanlar ve
özel eşyaları. Bir kaç şehidimiz daha oldu, hepsi için resmi bir
tören düzenlenecek. Törende siz de bulunursunuz. Hacer;
perişan bir haldeydi. İl jandarma’ya ait resmi bir araç Hacer’i
evine bıraktı. Yol boyunca kocasını ve birlikte yaşadıkları
günleri düşündü. Geride bıraktıkları acı tatlı anıları, bir film
şeridi gibi geçti gözünün önünden. Sonra oğlu Hakkı’yı düşündü.
Onun babasız büyümesi içini acıtıyordu.
- Bu zamanda nasıl bakacaktı ona
tek başına? Şu saatten sonra oğluna hem ana, hem baba olacaktı.
Oğluna sıkı sıkıya sarılıp, öpüp kokladı, bağrına basıp, hıçkıra
hıçkıra ağlamaya devam etti. Gözyaşları dinmek bilmiyordu bir
türlü. Yüreği bu acıya dayanamıyordu. Evine gelir gelmez,
kocasının üzerinden çıkan, özel eşyalarının bulunduğu paketi
açtı. Bir kaç kıyafeti, karısına ve çok sevdiği oğluna mektup
yazdığı kalemi, Hacer ile oğlu Hakkı’nın bulunduğu bir fotoğraf
çıktı paketten. Hacer kocasının kıyafetlerini öpüp kokluyor,
eşinin asker kıyafeti ile çektirdiği fotoğrafını eline alıp
ağlıyordu. Ertesi gün cenaze töreni vardı ve kocası toprağa
verilecekti. Hacer bunca acıya nasıl dayanacaktı?... Ya o her
şeyden habersiz minicik yavrusu, hiç baba sevgisi tatmadan
nasıl büyüyecekti?... Hacer çok çaresiz ve yalnızdı…Allah’tan
gelen bu ölümü kabullenmekte çok zorlanmıştı. Yüreği yangın
yerinin küllerine dönmüştü. Adeta kolu kanadı kırılmış, oğlu ile
bu dünya da yapayalnız kalmıştı. Şu an da tek varlığı oğlu idi.
Hiç değilse onun için ayakta kalmalı, en azından kendine daha
iyi bakmalıydı.
- Cenaze töreni olmuş bitmiş,
Mustafa’sını ebedi yolculuğuna uğurlamıştı. Bu onun hayatındaki
en acı günüydü. Bu acı yüreğine kor olup düşmüştü. Cenaze
töreni sonrası evine geldiğinde, postacı eşinin ona şehit
olmadan önce yazdığı mektubu getirdi. Hacer mektubu okudukça
yüreğindeki yangın daha da büyüyordu. Sürekli ağlıyor, kendini
ağlamaktan geri koyamıyordu. Gözleri neredeyse fal taşı gibi
şişmiş ve kıpkırmızı olmuştu. Bu acıya nasıl direnecekti
bilmiyordu. Onsuz bu hayatın yükünü bir başına nasıl
taşıyacaktı?... Dahası çok sevdiği kocası, Mustafa’sı
olmadan nasıl yaşayacaktı?... Düşündükçe çıldıracak gibi
oluyor, üzerine çöreklenen bu sıkıntıdan bir türlü kendini
kurtaramıyordu. Her geçen günün bu acıyı hafifleteceği bir
gerçekti. Ama asıl önemlisi, bu günler nasıl geçecekti?... Hacer,
minicik oğlu Hakkı ile bu acımasız dünyanın ağır yükünü
kaldırabilecek miydi?...
- Günler haftaları, haftalar
ayları, aylar yılları kovalamış. Zorlu geçen 19 yılın ardından
Hakkı büyümüş genç, yağız bir delikanlı olmuştu. Tek şey hariç,
her geçen gün onlardan çok şey götürmüştü; o da kocası
Mustafa’nın acısı, bu gün gibi yüreğinin orta yerinde duruyordu
Hacer’in. Tek yaşama gücü, mutluluğu, her şeyi, canı-ciğeri,
oğlu Hakkı idi. Hayatını ona adamış, onun mutluluğu ve okuması
için adeta saçlarını süpürge yapmıştı. Hayatın getirdiği
acımasız ve ağır yaşam koşulları, onları sefaletin ve
yoksulluğun içinde yoğurmuştu. Gün ne getirdiyse onunla
avundular. Bir gün buldularsa, bir gün bulamadan gün geçirdiler.
- Hacer kocasından bağlanan şehit
maaşıyla kıt kanaat geçiniyordu. Bu nedenle küçük bir iş yerinde
temizlik işçisi olarak işe girmiş, burada az bir maaşla
çalışıyordu. Oğlu ise; ancak liseyi bitirebilmiş, girmiş olduğu
üniversite sınavını kazanamamıştı. Hacer bu duruma çok üzülüyor,
oğlu üzülmesin diye ona belli etmemeye çalışıyor ve sürekli ona
moral veriyordu. Ne de olsa, oğlu onun dünyada ki her şeyi,
kıymetlisi, tek varlığı ve tek yaşama gücüydü.
- Günlerden bir gün Hakkı’ ya
asker ocağından çağrı mektubu geldi. Hakkı üniversite sınavını
kazanamadığı için, askerliğini yapıp aradan çıkartmak istiyordu.
Annesi ile bu durumu konuştu, fakat annesi bu duruma her ne
kadar karşı geldiyse, Hakkı annesini dinlemek istemedi. Çünkü
çalışmak, annesine yardımcı olmak istiyordu. Evde boş boş
oturmak çok ağırına gidiyordu, lakin hangi iş yerine başvuruda
bulunduysa işe alınmamıştı.
- Bu durum Hakkı’nın moralini
iyice bozmuştu. Her şey üst üste geliyor, bütün aksilikler bir
an da yaşanıyordu. Her ne kadar Hacer oğlunu ikna etmek için
uğraşsa da, sonuç olumsuz oluyordu. Hakkı asker olup, vatani
görevini yapmak, vatan borcunu ödemek istiyordu. Bu konuda
annesinin sözünü dinlememiş, kararını çoktan vermişti bile.
- Nihayet Hakkı’nın ana ocağından
ayrılıp, asker ocağına gideceği gün gelmişti. Acemi birliğini
Manisa Kırkağaç’da yapacaktı. Asker olmanın verdiği gurur ve
heyecanla, gözü yaşlı annesinin elini öpüp, hayır dualarını
alarak yola çıktı.
- Hacer oğlundan ayrı kalmanın
acısını, yüreğinin taa orta yerinde hissediyordu. Oğlu için
sürekli Allah’a dualar ediyor, sık sık oğluna mektup
yazıyordu. Aldığı her mektupta derin bir “ohh” çekip, biraz
olsun yüreğindeki sızıyı dindirmeye çalışıyordu. Bir
yandan Hakkı’nın asker kıyafeti ile çektirip, kendisine
gönderdiği fotoğrafa bakıyor, bir yandan da mektubu okurken
gözyaşlarını tutamıyordu. Oğlunun kokusunu hissetmek için,
mektubu öpüp kokluyor ve fotoğrafı baş yastığının
altına koyup, öylece uykuya dalıyordu. Bu ona çok huzur
veriyordu.
- Hakkı acemi birliğini bitirmiş,
annesinin yanına dönmüştü. Ana ile oğul uzun uzun sarılıp,
hasret giderdiler. Hacer sağ salim oğluna kavuştuğu için çok
mutluydu. Ne de olsa kaygıları, onca endişesi boşa çıkmıştı.
Hakkı’da annesini çok özlemişti. Askerlik anılarını annesine
anlatarak, hasret gidermeye çalışıyordu. Bu kısa izin
dönemindeki bütün gününü, çok sevdiği annesi ve arkadaşları ile
geçirmişti.
- Güzel günler su gibi geçmiş,
Hakkı’nın usta birliğine gitme vakti gelmişti. Yalnız bir sorun
vardı, Hakkı usta birliğine Şırnak’a gidecekti. Oğlunun Şırnak’a
gitmesinden dolayı, Hacer’in yüreğine bir sıkıntı gölü dolu
vermişti. Yüreği neredeyse nefes bile alamayacak kadar
daralıyor, boğuluyordu. Gece olunca uyumak için girdiği
yatağında, bir türlü gözüne uyku girmiyor, sabahlara kadar
sürekli oğlunu ve şehit verdiği kocasını düşünüyordu.
- Uyuduğunda ise; kabus denilecek
kadar kötü rüyalar görüyordu. Ne de olsa, kocası Mustafa’da
Şırnak’ta askerliğini yaparken şehit düşmüştü. Oğlunun da babası
ile aynı kaderi yaşamasını istemiyordu. Bu düşünce Hacer’i çok
korkutuyordu. Hacer bunları düşündükçe daha da bir fenalaşıyor,
yüreğinde sönen yangın, adeta yeniden alevleniyor, içini
yakıyordu.
- Çok mutsuzdu, çünkü çok sevdiği,
tek yaşama gücü olan oğlundan yine ayrılacaktı. Üstelik bir de,
kocasını şehit verdiği topraklara gönderecekti oğlunu. Sonunda
ayrılık günü gelip kapıya dayanmıştı. Oğlunun acısı şimdiden
çöreklenmişti yüreğine.
- Hacer oğlunu otobüs terminalinde
yolcu edip uğurlarken, hem acı acı ağlıyor hem de onu bir daha
göremeyecekmiş gibi sıkı sıkıya sarılıyor, onu bırakmak
istemiyordu. Hacer’in bu denli ağlaması, Hakkı’yı çok üzüyor,
annesinin daha fazla göz yaşı dökmemesi için, ona moral vermeye
çalışıyordu. Ancak Hacer, yüreğinde yeniden alevlenen bu yangına
dur diyemiyordu. Sanki bu acıyı kocası Mustafa’yı şehit
verdiğinde de, yıllar önce bir kez daha yaşamıştı. Bu nedenle
olmalı ki; aynı acıyı bir kez daha yaşayacak gücü yoktu.
- Hakkı otobüse binip, Şırnak’a
doğru yol almaya başlamıştı. Hacer ise; gözyaşları içinde,
oğlunun arkasından uzun uzun el sallayıp, dualar okudu. Günler
geçmek bilmiyordu.
- Her geçen gün, yüreğindeki
sıkıntı biraz daha büyüyor, neredeyse nefes almak ta bile
zorlanır hale geliyordu. Kendince dualar okuyup, Euzu besmele
çekip, rahatlamaya çalışıyordu. Oğlundan gelen her mektup ta
derinden bir “ohh” çekip, Allah’a şükrediyordu. Hakkı annesine
yazdığı bu mektubunda, okuyanın içini sızlatan ve yürek dağlayan
bir şiirle mektubunu bitirmişti.
- ŞEHİTLER ÖLMEZ Kİ, ÖLMEZ Kİ ANNE!!
- “Anne bu bir ayrılık değil kavuşma
- Bir oğlun babasına kavuşması gibi bir şey
- Sen demez miydin ki, benim oğlum büyüyecek, askere gidecek
- Aslanlar gibi vatanını bekleyecek
- Vakit geldi, gidiyorum anne vatanı beklemeye
- Anne ağlarsan sadece sevinçten ağla
-
- Ancak böyle dayanırım gözyaşlarına
- Dün gece nöbetteydim
- Gece ilk defa bu kadar güzel ve anlamlıydı
- Vatanı bekliyordum
- Sen rahat uyu anne
- Gözün arkada kalmasın anne
- Eğer büyük görev gelirde vatan için can verirsem
- Gözyaşların hüzünden değil, sevinçten gururdan olsun anne
- Şehitler ölmez ki, ölmez ki anne”
- Oğlun Hakkı
-
- Hacer mektubu okuduktan sonra:
“Hakkı’mın kokusu var bu mektup ta” diyerek öpüp kokluyor,
bağrına basıyordu. Nedense gelen her mektuptan sonra bile,
Hacer’in içindeki sıkıntı geçmek bilmiyordu. Sanki kalbine bir
bıçak saplanmış gibiydi. Öyle ki; oğlundan aldığı mektuplar
bile, bu sıkıntıyı geçirmiyordu.
- Yağmur çisil çisil yağıyordu.
Adeta mavi gök eriyor, bahar oluyordu. Toprak kokusu güllerle
buluşmuştu. Oysaki mevsim henüz yaz’dı. Daha dün’e kadar güneş
durduğu yerden ayrılmadan, yerküreyi sıcacık sarıyordu. Yol
kenarındaki ağaçlar ise; aralıklı olarak asker gibi dizilmiş
doğayı seyrediyordu. Birden bire bardaktan boşanırcasına
yağmurun böyle yağmasına bir anlam verememişti Hacer.
- Penceresinin önünde durup,
dışarıda yağan yağmuru seyretmeye başladı. Uzun bir süre, yağan
yağmurun penceresinin camına vurarak yere düşmesini seyretti.
Sonra aklına, kocası Mustafa’nın şehit haberini aldığı gün
geldi. O gün de böylesine deli bir yağmur yağmıştı ve hava çok
soğuktu. Hacer’in gözlerinden iki damla yaş süzülüverdi
yanaklarına.
- Birden bire akılına oğlu Hakkı
geldi. Uzun uzun oğlunu düşündü. Koynundan oğlunun fotoğrafını
çıkartıp, onu sevdi ve oğlu ile konuştu.
- Tam o sırada kapı çaldı. Hacer
kapının çalması ile birlikte kendine geldi. Başındaki eşarbını
düzeltip, fotoğrafı yeniden koynuna koydu ve kapıyı açtı.
Karşısında bir jandarma eri ile, rütbesini bilmediği bir asker
duruyordu. Hacer sanki yıllar önce yaşadığı o anı, yeniden
yaşıyor gibiydi. Gözleri yine yaşla dolmuştu. Ağlamamak için
kendini ne kadar tutmak istiyorsa, gözyaşları da o kadar sel
olup akıyordu. Ancak kapısındaki askerler daha hiç bir söz
söylemeden, onların yüzüne bakıp:
- -Biliyorum, oğlum da şehit oldu
değil mi? O da babası gibi bu vatan uğruna gözünü kırpmadan
canını feda etti. Askerler ne yapacaklarını, ne diyeceklerini
bilmez bir haldeydiler. Sadece askerlerden biri:
- -Başınız sağ olsun anacığım.
Takdir-i ilahi. Bu cennet vatana hepimiz can kurban. Oğlunuz
Allah’ın sevgili kuluymuş ki; şehitlik mertebesi ile
onurlandırıldı. İnanın bana, diyecek bir söz bulamıyorum. Hacer
son derece sakin ve metanetliydi. İçindeki bu anlamsız
sıkıntının artık adını koyabiliyordu. Beyninde şimşekler
çakıyor, bağrına taş basıyordu. Oysaki kocası Mustafa’nın şehit
haberini aldığında, bu kadar metanetli ve sakin olamamış,
gözyaşları içinde feryat figan etmişti.
- Askerler hiç bir şey
söyleyemiyor, ne yapacaklarını bilmez bir halde, kapıda öylece
Hacer’i izliyorlardı. Hacer ise ağıt yakar gibiydi, yüreğinde
ne varsa tek tek söylüyor ve ağlıyordu. Ama nafile, giden geri
gelmiyordu. Bir an askerlere bakara:
- -Benim Hakkı’m babasının
oğluydu. İçimde hep bir sıkıntı vardı zaten. Demek bunun
içinmiş, demek Hakkı’mın ölüm haberini alacakmışım da ondanmış.
Rabbim sizin acınızı sevdiklerinize göstermesin. Bu acı hiç bir
şeye benzemiyor, yürek yakıyor evladım.
- Koynundan oğlunun fotoğrafını çıkartıp uzun uzun baktı.
Sonra da:
- -Sen de beni yalnız bıraktın
oğlum. Tek dalımdın, canımdın, umudumdun. Yaşama sevincimdin,
mutluluğumdun. Şehit karısıydım, bir de şehit anası oldum.
Babanın ölüm haberini aldığım gün de böyle yağmur yağıyordu,
senin ölüm haberini aldığım gün de yağmur yağıyor. Bu yağmur
gibi, Allah rahmetinizi bol etsin. Mezarınız nur’la dolsun, Bu
nasıl bir kadermiş böyle ki, baba oğul aynı kaderi yaşadınız.
- 14. 07. 2006 /
ANKARA
-
-
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ERTELENMİŞ DÜŞLER'İN ŞAİRİ
ŞEVKİ DİNÇAL
- Senden başka yar bilmem ömür boyu gözüme
- Bak de yeter bakarım başım gözüm üstüne
- İster aşk denizine ister hicran gölüne
- Ak de yeter akarım başım gözüm üstüne
- Türk şiirinde bir usta isim
Şevki Dinçal. O şiirlerine yüreğini akıtmış, şiirlerini sevgisi
ile damıtmış bir şair. Şiirleri ile olduğu kadar, son derece
enteresan yaşamı ile de dikkatleri üzerine çekmektedir.
- 1952 Sivas / Sarkışla doğumlu
olan şairimizin, çocukluk yaşamı sokaklarda geçmiş. Bir sokak
çocuğu olarak büyüyen ve hayatına kendi elleri ile yön veren,
yaşamı herkese ibret olacak bir usta isim. Polis Akademisi'nden
1973 yılında mezun olarak İzmir Emniyet Müdürlüğü' nde komiser
yardımcısı olarak göreve başlamış. İzmir-Şanlıurfa-Ankara ve
Bursa illerinde Emniyetin çeşitli kademelerinde görev yapmış.
1997-1999 yılları arasında 2 yıl Bilecik İl Emniyet Müdürü
olarak çalışmış. Yurt dışında mesleği ile ilgili olarak çeşitli
kurs ve seminerlere katılıp, ülkesi için özveri ile çalışıp
büyük başarılar göstermiş. Halen Emniyet Genel Müdürlüğü emrinde
üst düzey görevini Emniyet Müdürü olarak sürdürmekte, evli ve 1
erkek çocuk babasıdır.
- “Ertelenmiş Düşler” şairin en
çok ses getiren kitaplarından biridir. O büyük bir ustalıkla
kaleme aldığı şiirlerini sevgi ile yoğuruyor, aşk ile dokuyor.
Kısacası Şevki Dinçal şiiri iyi biliyor.
-
- “Ertelenmiş Düşler” isimli kitabından, sayfa 60
- “Mutluluk” isimli şiirinden.
-
- Tenine kaç çiçek esansı sinmiş
- Kokladıkça sarhoşluğum ondandır
- Kaç mehtap sevgiyle aşk ile inmiş
- Mutluluk yüzüne baktığım andır.
-
- Türk şiirinin beyefendi ismi
Şevki Dinçal, yaşamında elde ettiği başarılar kadar, şiirde de
son derece başarılı bir isimdir. Yalın dizeleri sevgi, dostluk,
barış, özgürlük, doğa izleklerini oluşturuyor. Öznel, güncel
olaylar içtenlikle işlenmiş şiirlerinde. Duygular geniş bir
yelpazede, bir bir gün ışığına çıkıyor. O şiiri iyi biliyor,
güzel nakşediyor kalemiyle. Yer yer karamsar, yer yer iyimser,
boyun eğen, kimi kez başkaldıran şiirlerde her şey sevgi için.
Beklenti, düş kırıklığı, özlemlerin dile getirilişinde;
anılarında, özdeyişlerinde çok şeyin yalan, yalnızca sevginin
gerçek olduğunu düşünerek, kapılarınızı karamsarlığa kapatıp
sevgiye açıyorsunuz.
- “Ben Seni Sevdim Ya” diyen
şairimizin bir diğer kitabının adı. Şiirin evreninde dolaşmak ve
şiirin içinde yer almak, birbirine çok yakın anlamlar taşıyan
iki cümle. Şevki Dinçal için söylenebilecek sözcüklerin en
güzelleridir. Çünkü şiirin evrenine ulaşmak için şiirin içinde
olmak gerekir. Şairimiz tam isabetli bir noktadadır. Şiirin
teması ağırlıklı olarak sevgi, aşk, insan ve doğadır. Sevgi
deyince şairde, her türlü sevgi yüreğinde saklıdır ve sevgiyle
doludur. Onun aşkı Yunus aşkı gibi yüksek ve derindendir. Suya,
yağmura, insana, sanata, doğaya, arkadaşa. Çiçekten böceğe her
türlü aşk vardır şiirlerinde.Yani aşk yelpazesi çok geniştir.
-
- “Ben Seni Sevdim Ya” isimli kitabından, sayfa 7
- “Ben Seni Sevdim Ya” isimli şiirinden.
-
- Ben seni sevdim ya ötesi yalan
- Bilmesen ne olur bilsen ne olur
- Alıştı gözlerim akan yaşlara
- Silmesen ne olur silsen ne olur
-
- Şiirlerinde yalın Türkçenin mis
gibi kokuları tütmekte. Arı saf bir şiir dili var. Anlaşılır
sözcükler ile şiirler daha da bir güzelleşmiş durumda. O’nun
şiirlerini okuyan herkes kendisinden bir parça bulur. O
şiirleriyle, anlaşmazlıkla şiirin şiir olacağını savunanlara da
yanıt vermiş oluyor. Doğanın kanunu olan aşkı, insanı giz
tutarak sözcüklerde nasıl anlatabilir. Şair o az dille bilinen
sözcüklerle ancak anlatılır. O Türk şiirine mührünü basmış usta
bir kalem, usta bir şair...
- “Ben Seni İki Kişilik Sevdim”
şairimizin bir diğer kitabı. Adeta kelimelerle vals yapan,
sözcükler arasında ustalıkla köprü oluşturan ve şiirlerine bir
mimar edasıyla hükmeden bir şairle karşı karşıyayız. O ne büyük
ustalıktır ki; yer yer şiirlerinde sevgiyi sunarken
okuyucularına, yer yer bir an da köpürüp kızan bir sevgili
olabiliyor. Bu ne büyük bir şiir aşkıdır ki; sevdiklerini
şiirlerine konu edebiliyor. Öyle ki oğlu için yazmış olduğu
“Sorma Bana Oğlum” isimli şiir bunun için en büyük örnektir.
-
- “Ben Seni İki Kişilik Sevdim” isimli kitabından, sayfa
154,155,156
- “Ben Seni İki Kişilik Sevdim” isimli şiirinden.
-
- Ben seni hep iki kişilik sevdim
- Düşlerimiz ayrı olsa da gecelerimiz birdi
- Gök kubbenin yıldızları altında
- Aynı havayı soluyor aynı sulardan içiyorduk
- Aynı zaman içinden birlikte geçiyorduk
- Hayalinle yatıyor seninle uyuyordum
- Aşkımın ötesinden sesini duyuyordum
- O ses ki sen uzakta olsan bile yüreğime yakın kaldı
- Mutluluğun yolunda
- Ben seni hep iki kişilik sevdim
-
- "Söz uçar yazı kalır" demiş
atalarımız. Kitap, yazılı bir kaynaktır. Sözle söyledikleriniz
unutulabilir, belki hatırlanmaz bile. Ancak, yazılanlar
kalıcıdır. Kitap gelecek kuşaklara bırakılabilecek en büyük
mirastır bir yazar için. Bundan bin yıl sonra bile bir kitap
şairinin adını yaşatır. Çünkü şairler yaşadıkları çağın en büyük
tanığıdırlar. Şevki Dinçal'da çağının en büyük tanığı olarak,
geleceğe çok nadide eserler bırakacak bir usta isimdir.
- “Aşk Ve Ötesi” Şairimizin bir diğer yapıtının adıdır. Daha
önce yukarıda da belirttiğim gibi, aşkı şiirlerine ilmek ilmek
dokumuş bir isim Şevki Dinçal. Satır aralarına gizlediği yaşamı
onun şiirlerine ışık tutmuş, yol gösterici bir rehberi olmuş.
Onca yaşadıklarına rağmen hayata sıkı sıkıya bağlanmış. Her daim
hayatta yaşadıklarını kaleme alarak, büyük incelik ve ustalıkla
şiire aktarmış.
-
- “Aşk Ve Ötesi” isimli kitabından, sayfa 100
- “Ömrü Yoksa Bu Aşkın” isimli şiirinden.
-
- Gece gündüz demeden seni düşünüyorum
- Öyle çaresizim ki gönül şaşkın göz şaşkın
- Ya gel bitsin hasretim ya da bırak ne olur
- Koparılmış gül kadar ömrü yoksa bu aşkın
-
- Hatta ülkemizde okuyan
insanımızdan çok yazan insanımızın var olduğunu biliyoruz. Hatta
öyle bir toplum olduk ki, okumadan yazar çoğunluğu sağlayan bir
toplumda yaşıyoruz. Ancak bu çoğunluk içinde şair ve yazar
olarak adını duyurabilmek, gelecek kuşaklara kalıcı eserler
bırakabilmek çok zor bir durum. Ne var ki, Şevki Dinçal
beyefendi bu zoru çoktan aşmış ve adını Türk Şiirine kabul
ettirmiş, kitapları ile gelecek nesillere güzel şiirler
bırakabilecek bir şairimizdir.
- “Sessiz Sesim” Şevki Dinçal
beyefendinin, şiirde ben de varım dediği kitaplarından birinin
adıdır. Bu kitabı okurken şiirin ruhani derinliklerinde
kaybolmamak mümkün mü?Gönül çağlayanından akıp gelen aşk, sevgi
ve her temadaki şiirleri o kadar sıcak ve gizemli ki…O’nu
okurken duygu dolu, esrarlı içli aleminin deruni ufuklarında
seyrana dalıyor insan. Şair adeta tüm ruhunu şiirlerine dökmüş,
yüreğindeki haykırışları okuyucularına sunmuş. Bu kitapta
topladığı şiirlerinde dikkatimi çeken bir diğer unsur da, hece
ölçüsü ve serbest vezinle yazılmış şiirlerini aynı kitapta
toplamış olması idi. Şiirsel yolculukta farklı boyutlara
ulaştırıyor okuyucularını. İnanıyorum ki dizelerin
sıralanışındaki ahenk ve akış, sizi gözlerinizi kırpmadan devama
zorlayacaktır...
-
- “Sessiz Sesim” isimli kitabından, sayfa 125
- “Yağmurlar Dursun Sözünde” isimli şiirinden.
-
- Yağmurlar son defa dursun sözünde
- Sevgi toprağında çatlasın tohum
- Benim için bir kez yansın özünde
- Açılan güllerden dem alsın ruhum
-
- Şevki Dinçal beyefendi,
yaşadıklarının gölgesinde kalmayıp, kendisi nereye giderse
gölgeyi o tarafa yönlendirmiş bir isimdir. Belki de şiirde bu
kadar başarılı olmasının sırrı da bu olsa gerek. Çünkü o
yaşıyor, yaşadıklarını ilmek ilmek dokuyup şiirle buluşturuyor,
sonra da okuyucularına sunuyor. Her şeyden önce büyük bir yürek
taşıyor ve o yürek şairimize bu güzel dizeleri yazdırıyor.
- “Arayış” diyen şairimiz, bir
solukta okunan şiirleri ile başarılı bir yapıt sergiliyor
okuyucularına.. Şiirlerinde sevgi ne kadar ağır basarsa, o kadar
da duygu çiçekleri gönül bahçesinde açar. Günleri şiire gebe…
Şevki Dinçal, şiiri bir arayış içinde olan ve şiirle iletişim
kurmak, yaklaşmak, bir şefkat yüreğiyle sığınmak, ısınmak
istiyor. Ne kadar güzel…Şiirlerinde bir beklentiyi, sevgiyi,
barışı, nefretten uzak kalmayı yeğliyor, daha doğrusu sevgi
görüşünün ürünlerini buluyoruz bu kitabında. Bu görüş çok net
çıkıyor karşımıza. Hiç zorlanmadan dizeleri yerli yerinde
oturtuyor. Hiç sınır tanımadan özgürce dolaşıyor şiir. Yalın,
süs-müs yok, duygu dolu dizeler...
-
- “Arayış” isimli kitabından, sayfa 11
- “Arayış” isimli şiirinden.
-
- Duydum beni çağıran mutluluğun sesini
- Yol yürüdüm iz sürdüm hissettim nefesini
- Sevgi şölenlerinde nice aşkla tanıştım
- Sabrım o sonsuzluğun kaldırdı peçesini
-
- Sevgili Dinçal; şiiri iyi
biliyor. Kendine özgü ve hayat yaşamı içinde sevgi taşıyıcısı
oluyor. Yer yer şiirlerinde duygusallığından umutsuzluğa
kapılıyor, karamsarlığıyla karşı karşıya kalıyor. Ölü bir beden
ya da bir iskelet oluyor. Ama yine de ümidini kaybetmiyor.
Genelde sevgiyle nakşediyor şiirlerini. Belli bir başarı
çizgisine ulaşmış olması, bize bundan sonra ki çalışmalarının
daha da farklı olacağı hakkında umut veriyor...
- “Hüzün Sokağında Aşk” sevgili
kalem arkadaşım Şevki Dinçal beyefendinin en farklı, göze çarpan
yapıtlarından biridir diyebilirim. Bu kitabında her kıta arasına
bir motif döşemesi yapılmış, okuyucunun ruha olduğu kadar, göz
zevkine de hitap edilmiş...
- Bilirsiniz ki; bir şairin bütün şiirleri aynı düzeyde
olamaz. Bir kitabı bazı şiirler kurtarır; çünkü şair sanatçılık
damgasını asıl o şiirlere vurmuştur. Şevki Dinçal beyefendi de;
duygulu, içten bir insan ve şair arkadaşımızdır. Onu yakinen
tanıyor olmam bana bu satırları yazarken hiç zorlamaya düşmeden
yazmama vesile oluyor. Şiirleri umut veriyor ve her an yeni,
özgün ürünler doğuracağına inanıyorum...
- “Hüzün Sokağında Aşk” isimli kitabından, sayfa 37
-
- Ey hayaller ötesi ey zamanlar öncesi
- Senin adınla dolu artık gönül güncesi
- Kim bilir sen de bir gün sevmeyi öğrenirsin
- Senin de yüreğinden duyulur aşkın sesi
-
- Şiir dostum, sevgili arkadaşım
Şevki Dinçal beyefendinin kaleme aldığı şiirlerinde, arı, duru
ve yoğun duygular içinde kaleme alınmış olması, her insanın iç
dünyasında tezahür edebilen acılar, özlemler, arayışlar,
haykırışlar, baş kaldırılar göze çarpmakta. Şiirlerinde estetik
ve mesaj önemli yer tutmakta. Her insanın yaşayabileceği,
hayallerin ve yaşadığı hayat kesitlerinden pasajlar bulmak
mümkün. Zaten şiirin kalitesi halkımızın anlayacağı nitelikte
olanıdır. Şairimiz de bu dili şiirde ustaca kullanmış. Bu
çalışmalarının devamı daha da kalitede eserler çıkartacağının
bir işaretidir...
- “Mevlanaca” şairin tasavvuf
aleminde gezinti yaptıran, son derece güzel şiirlerinin
toplandığı kitabının adıdır. Güzel gören, güzel düşünür, güzel
yazarmış. Şevki Dinçal da güzellikleri görüp, düşünmüş ve ustaca
kaleme almış bir şairimizdir...
- Bazı insanlar vardır; uzun
yaşamak için değil, doğru yaşamak için çalışıp çabalarlar.
- Bazı insanlar vardır; başkaları ile ilgilenir, çok kısa
zamanda dost bulur, dost kazanır.
- Bazıları da; başkalarının kendisi ile ilgilenmesini bekler
ve hayatı boyunca dost bulamaz.
- Bunları yazmakla nereye varmak istediğimi, ne demek
istediğimi, Şevki Dinçal beyefendiyi benden daha iyi tanıyanlar
gayet basit anlamışlardır diye düşünüyorum. İyilik, doğruluk,
dost kazanmak, mertlik, kadir bilirlilik ve alçak gönüllülük
meziyetlerine şiir kitapları ile doğru yaşamak için çalışıp
çabaladığını da bizlere göstermiştir. “Mevlanaca” isimli kitabı
ile; sevgi ekmiş, sevgi biçmiş adeta...
-
- “Mevlanaca” isimli kitabından, sayfa 45
- “Mevlanaca” isimli şiirinden.
-
- Şu hayatın gözlerine
- Bak bakalım Mevlana'ca
- Bin ırmağın suyu ol da
- Ak bakalım Mevlana'ca
-
- Bu gönül dostunu, mana da ve
madde de ayrı ayrı tanımak lazımdır. Mana da tanımak için;
şiirlerini okumak, zaten onun ruh alemi içine girmek demek
olduğundan pek de zor değildir.
- Madde de tanımak için ise; bu
kadar da zahmete gerek yok. Ne kadar faal, ne kadar hareketli,
ne kadar atılgan olduğunu, bu meziyetleri kadar da insan sevgisi
ile dolu olduğunu ve dost olduğunu bilmeyen yoktur herhalde.
Hele ki Mevlana üzerine yazılmış bu kadar şiirlerinden sonra ne
denilebilir ki!...
- “Yokluğa Adanmış Aşk” şairin
Eylül 2008 de gün yüzü görmüş bir diğer kitabı. Şiir; insan ve
onun içinde yer aldığı toplumun sürekli beslediği, geliştirdiği,
birikimlerini kuşaktan kuşağa aktardığı bir sevgi dağarcığı, bir
sevgi seli, bir iletişim aracıdır. İnsanlar arasında sevgiyi en
güzel anlatan; söz olursa şiir, nağme olursa şarkıdır. Gerçeğin
ta kendisi ve evrenseldir. Güzelliği, sevgiyi simgeleyen en
etkili iletişim aracıdır şiir. Bu aracı en güzel şekilde
kullanan Şevki Dinçal beyefendi ise; aşk' a dair neler adamamış
ki şiirlerinde?...
- Kendini şiir dünyasına kabul ettirmiş bu usta isim;
şiirlerinde neyi konu ediyorsa, okuyucusunun o konunun
derinliklerinde adeta kayboluşuna zemin hazırlıyor olması da
dikkat çekici bir diğer unsurdur. Şiirin tadını okuyucusuna öyle
tattırıyor ki, okuyucu şiirlerinden vazgeçemiyor. Şiir tadını
zedelemeyen, serbest ve hece vezniyle harmanladığı şiir
kitabında kendi mesajını veriyor okuyucuya sevgili Dinçal. Zaten
şiir mesaj demektir... İyi veya kötü mesaj...
-
- “Yokluğa Adanmış Aşk” isimli kitabından, sayfa 122,123
- “Yokluğa Adanmış Aşk ” isimli şiirinden.
-
- Ah benim dalgın gönlüm
- Dağınık duygularda arama yarını
- Rengi ıslak bakışlarla
- taşımaz kendini uzağa gözler
- Hep aynı düşmez
- güne zamanın gölgesinde
- Suskunluğu giyinse de
- dilde eğlenmez sözler
-
- Şevki Dinçal... Aşk şairi.
- Şevki Dinçal... Mevlana şairi.
- Şevki Dinçal... Arayışların şairi.
- Şevki Dinçal... Ertelenmiş düşlerin şairi.
- Şevki Dinçal... Sessiz seslerin şairi.
-
- Daha başka ne söylenebilir ki
onun için.... Onu tanımaktan son derece gurur duyduğum sevgili
kalem arkadaşımın bu güne kadar yayımlanmış yapıtları ise
şunlardır:
-
- Şiir Kitapları
- Sır Defteri
- Sır Değil Artık
- Damladan Deryaya
- Rubailer
- Ertelenmiş Düşler
- Arayış
- Aşk ve Ötesi
- Sessiz Sesim
- Hüzün Sokağında Aşk
- Melekler Aşk Acısı Çeker mi
- Ben Seni Sevdim Ya
- Ben Seni İki Kişilik Sevdim
- Mevlanaca
- Güncel Anı
- İçimizdeki Yarın
-
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- KAMBUR FATMA
- Güneydoğudaki bir şehrin, küçük ve şirin bir
mahallesiydi burası. İnsanların birbirine yardım ettiği, güzel
ilişkilerin kurulduğu, büyüğün küçüğü sevdiği, küçüğün büyüğü
saydığı güzel bir mahalleydi. Komşuluk ilişkileri öyle güzeldi
ki; sanki bir aile gibiydi mahalle halkı. Herkes birbirinin
derdine koşar, yardımcı olurdu. Bu mahalle de yaşayan, gerçekte
de kambur olan, ve adını sırtındaki kamburundan alan, kambur
Fatma adında yaşlı, hiç evlenmemiş ve kimsesiz bir hanım
yaşardı.
- Bu hanımla mahallede ki tüm çocuklar dalga geçer,
alay ederlerdi. Mahallenin bir başından diğer başına kadar taş
atarak kovalar, sonra da Kambur Fatma’nın canını acıtarak onu
hırpalarlardı. Kambur Fatma bu duruma çok üzülse de bir şey
demez, olanları çocukluklarına verirdi. Yalnız mahallede Hatice
adında öyle bir kadın vardı ki; o kambur Fatma’yı hiç sevmez onu
her gördüğünde yüzüne tükürür, kamburuyla dalga geçer ve alay
ederdi. Çocuğunu da bu konuda sıkı sıkıya tembih eder, onunla
dalga geçmesini söylerdi. Oğlu Hasan da annesinin sözünü
dinleyerek arkadaşlarını etkileyip, kambur Fatma ile aşağılayıcı
davranışlarda bulunurlardı.
- Mahalleli Hatice’ye her ne kadar
kambur Fatma’ya böyle davranmaması gerektiğini söylese de, o
buna aldırış etmez alaycı tavırlarıyla komşularını hiçe sayıp,
yine bildiğini okurdu. Kambur Fatma’nın ihtiyaçları ise
mahalleli tarafından karşılanır, ona olan sevgilerini
gösterirlerdi.
- Günler günleri, kovaladı durdu.
Aradan epey bir zaman geçti. Gel zaman git zaman, kambur Fatma
ile dalga geçip, yüzüne tüküren Hatice hastalanıp, yatağa düştü.
Çok acılar çekiyordu. Ağrıları yüzünden nefes bile alamaz hale
gelmişti. Hatice’nin kocası Mahmut, sonunda Hatice’yi şehirdeki
hastaneye götürdü. Röntgen filmleri çekildi, kan ve idrar
tahlilleri yapıldı. Sonuç itibari ile Hatice böbrek
yetmezliğinden dolayı son derece acı içinde kıvranıyordu. Acilen
uygun bir böbreğe ihtiyacı vardı. Yoksa belli bir zaman sonra
böbrek iflas edecekti. Hatice ölümün o soğuk nefesini
hissetmeye başlamıştı bile. Hatice’nin kocası Mahmut, karısının
çektiği acılara dayanamıyordu. Gün geçtikçe gözlerinin önünde
karısı eriyip bitiyor ve Mahmut hiç bir şey yapamıyordu. Çünkü
karısına böbreğini vermek istemiş fakat doktorlar çıkan tahlil
sonuçlarının uygun olmadığını belirtmişlerdi.
- Mahmut mahalledeki komşularına
uygun bir böbrek aradıklarını, bulunmadığı takdirde karısının
öleceğini söylemişti. Ne var ki; kim böbreğini vermek istediyse
sonuçlar negatif çıkıyordu. Mahmut’un ümidi iyice azalmıştı.
Hatice ise dinmek bilmeyen acılar içinde kıvranıp duruyordu.
Hatice acılar içinde inledikçe, Mahmut bir şeyler yapamamanın
ezikliği içinde üzüntüden kahroluyordu. Karısını çok seviyordu,
ne de olsa oğlunun annesiydi. Hatice hasta yatağında yatarken,
Sürekli oğlu Hasan’ı ve kocasını düşünüyordu. “Eğer ölürsem
oğluma kim bakar, kim ona annelik eder. Mahmut’uma kim aş
pişirir, kim onun çamaşırlarını yıkar” diye düşünüp
hayıflanıyordu. Özellikle oğlu Hasan gözünün önünden gitmiyordu
bir türlü. O annesinin bir tanesiydi, kıymetlisiydi, canıydı,
ciğeriydi çünkü.
- Mahmut’un ve Hatice’nin ümidi
iyice kesilmişti ki; günlerden bir gün mahallenin ileri
gelenlerinden olan, Emine teyze adındaki yaşlı bir hanımla
kambur Fatma, Hatice’nin hastanedeki odasına girdiler. Onları
Hatice’nin kocası Mahmut “hoş geldiniz” diyerek karşıladı.
Hatice’nin konuşacak dermanı olmadığından hiç seslenmedi, sadece
konuşulanları dinleyebildi.
- Emine teyze Mahmut’u dışarı
çağırarak konuşmak istediğini söyledi. Kambur Fatma, Emine
teyze ve Mahmut odadan dışarı çıkıp, kapı önünde konuşmaya
başladılar. Emine teyze Mahmut’a, kambur Fatma’nın böbreğini
vermek istediğini söyledi. Mahmut şaşkınlık içerisinde, sonucun
negatif çıkacağı ümidi ile kabul etti. Doktorla konuşup
tahliller için gün alındı. Emine teyze ile kambur Fatma tahlil
günü hastaneye birlikte gittiler. Tahliller için gerekli
işlemler yapıldı, sonuçlar için beklenmeye başlandı. Mahalleden
bir çok kişi Hatice’ye geçmiş olsun ziyaretine gelmişlerdi.
- Doktor elindeki tahlil sonuçları
ile birlikte odaya girdi.
- “Eveeet… Hadi bakalım gözünüz
aydın. Sonuçlar pozitif çıktı. Uygun böbreği bulduk. Kurtuldun.
Seni yarın ameliyata alıyoruz.”
- Herkes büyük bir şaşkınlık
içinde, mutlulukla birlikte nasıl olduğunu anlamadan,
merak içinde sevinip Hatice’ye moral verdiler. Emine teyze,
kambur Fatma ve Mahmut hiç kimseye bir şey söylemediler. Çünkü;
Fatma böbreği verenin kendisi olduğunun bilinmesini istemiyordu.
Mahmut onları yolcu ederken Emine teyzenin elini öpüp,
başına koydu.
- “Çok teşekkür ederim. Sağ olasın
teyzem, var olasın.”
- Emine teyze ise gülümseyerek;
- “O teşekkürü bana değil,
Fatma’ya yap oğlum.”
- Mahmut kambur Fatma’ya duygu
dolu, ağlamaklı gözlerle bakarak;
- “Sağ olasın bacım, Allah senden
razı olsun, Allah’ta senin yüzünü güldürsün, Hatice’m önce
Allah’ın sonra da senin sayende yaşayacak.”
- Mahmut’un yüzünde büyük bir
sevinç, ve sesinde mutluluğun ifadesi vardı. Çünkü karısı
sağlığına kavuşacak, eski mutlu günlerine döneceklerdi.
- Nihayet o mutlu gün gelmişti.
Hatice ameliyat olacak, o inanılmaz acılardan kurtulacaktı.
Dahası oğlu annesiz, kocası onsuz kalmayacaktı. Ameliyat
olup bitmişti. Hatice narkozun etkisi ile baygın bir şekilde
yatağında yatıyordu. Kambur Fatma ise böbreğini verdiğinin
bilinmesini istemediğinden, başka bir odaya alınmış, orada
yatıyordu. Emine teyze, kambur Fatma’nın başucunda onun ayılması
için bekliyordu. Hatice kendine gelmişti. Kocası Hatice’nin
ellerini tutarak;
- “Kurtuldun Haticem… Çok şükür
Allah’ım karım kurtuldu.”
- Birkaç gün sonra kambur Fatma
taburcu edilip evine gönderilmişti. Emine teyze kambur Fatma’yı
hiç yalnız bırakmamış, hastane de ona bakmıştı. Ne de olsa
onun hiç kimsesi yoktu.
- Aradan biraz zaman geçmiş,
Hatice’de iyileşmişti. Doktor Hatice’yi de taburcu edip evine
göndermişti. Hatice gün geçtikçe daha da iyileşiyor, yaşadığı
bu ikinci hayatın tadını çıkartmaya çalışıyordu.
- Havanın güneşli olduğu,
güllerin, kırmızı karanfillerin açtığı güzel bir gündü. Güneş
tüm asaletiyle, gökyüzünde nazlı bir gelin gibi ışıklarını
saçıyordu. Çocuklar sokakta oyunlar oynuyorlardı. Mahalleden
bir kaç kadın ise, köşe başındaki kaldırım taşına oturmuş koyu
bir sohbet ediyorlardı. Kambur Fatma Emine teyzesinin yanına
gidiyordu. Ona götürmek için, yol kenarında dikili olan
güllerden, kırmızı karanfillerden koparıp, bir demet yapıp eline
aldı. Bu sırada Emine teyze de tam karşıdan geliyordu. Hatice
ise penceresinin camından dışarı uzanarak, kambur Fatma ile eski
günlerdeki gibi dalga geçiyor, alay ediyor, uzaktan ona
tükürükler savuruyordu.
- Kambur Fatma bu olan bitene hiç
seslenmiyor, bir Hatice’ye bakıp, bir de elindeki güllere
bakıyordu. Bunu gören Emine teyze daha fazla dayanamayıp
Hatice’ye çıkıştı.
- “Hiç Allah’tan korkun yok mu be kızım, ayıp bu yaptığın. Sen
ona o kadar hakaret edip, laf söylüyorsun, yüzüne tükürüyorsun,
o sana hiç sesini bile çıkartmıyor. Ne istiyorsun Allah’ın
garibinden? Eğer bu gün yaşıyorsan, onun sayesinde yaşıyorsun.
O sana böbreğini vermeseydi, şimdiye kadar çoktan toprak
olmuştun kızım. Senin bu yaptığına nankörlük denir. Onun
yaptığını kimse cesaret edip de yapamazdı. O sana canının
yarısını verdi. Sakın bir daha görmeyeyim ona kötü
davrandığını.”
- Hatice büyük bir şaşkınlık
içindeydi. Davranışından dolayı çok utanmıştı.
- “Bilmiyordum Emine teyze, yemin
ederim ki bilmiyordum.”
- Emine teyze yumuşak bir ses
tonuyla;
- “Fatma o kadar onurlu ki, senin
istemeyeceğini düşünerek, böbreği verenin o olduğunun
bilinmesini bile istemedi.”
- Hatice tarifi edilmez bir duygu
içinde, Emine teyze ile kambur Fatma’nın yanına doğru geldi.
Kambur Fatma’nın yüzüne bakıp, bir zamanlar hiç sevmediği yüzüne
tükürükler savurduğu bu kadının ellerini aldı ve öptü.
- “Bundan böyle sen benim
kardeşimsin, yaptıklarım için senden binlerce kez özür
diliyorum, lütfen affet. Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum,
çok şaşkınım. Ama senin sayende Hasan’ım annesiz kalmayacak bunu
bilmeni isterim. Ben sana çok kötü davrandım, sen bana can
verdin. Çok pişmanım.”
- Olanlardan dolayı Emine teyze
çok mutlu olmuştu. Çünkü o mahallenin büyüğüydü. Bir kırgınlık,
bir dargınlık olması onu çok üzüyordu. Yüzünü derin bir
gülümseme sarmıştı. Bu tebessüm dolu ifade ile onları
izliyordu. Hatice kambur Fatma’nın boynuna sarılıp ağladı.
- “Beni affettin mi Fatma? Söyle
hadi affettin mi kardeşim?” diye ısrarla sordu.
- Kambur Fatma hiç konuşmadı. Bir Emine teyze’ye baktı, bir
de Hatice’ye. Sonra da; elindeki gülleri Hatice’ye verdi,
gözlerinin içine bakıp gülümsedi. Onu çoktan affetmişti bile.
Zaten ona hiç kırılmamıştı…
-
-
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
AZERBAYCAN EDEBİYATI
Türk edebiyatlarının, büyük
tarihe ve geleneklere sahip bir kolunu da Azerbaycan Edebiyatı
oluşturmaktadır. Azerbaycan Edebiyatı’nın tarihi, onu yaratan
halkın tarihî gibi eski ve zengindir. Azerbaycan Türklerinin bin
yıllık tarihleri boyunca geçtikleri mücadelelerle dolu hayat
yolu, yaşadıkları sevinçli ve kederli dönemler, elde ettikleri
bilgi ve tecrübeler, inandıkları manevî ve ahlâkî kanaatler tüm
yönleri ile bu edebiyatta yansımıştır. Son derece elverişli
coğrafî mevkide, Asya ile Avrupa’nın kapısında yerleşen,
tabiatının güzelliği, topraklarının verimliliği, doğal
kaynaklarının zenginliği ile seçilen Azerbaycan, zaman zaman
kanlı savaşlara sahne olmuş, muhtelif zümre ve kavimler bu
ülkenin topraklarından geçmiştir. Bu, bir taraftan Azerbaycan’ın
kültür servetlerine acımasız darbeler indirmiş, binlerce
edebiyat ve medeniyet abidesinin ebediyen mahvına neden
olmuştur, öbür taraftan ise, farklı dillerde konuşan, farklı
dinlere inanan, farklı kültür geleneklerine sahip olan muhtelif
toplulukların Azerbaycan’da olması, bu eski Türk yurdunun özgün
ve tekrarsız bir edebiyat oluşturmasına imkân sağlamıştır.
Azerbaycan tarihinin, özellikle
de kültür tarihinin en eski dönemleri hala yeterince bilinmese
de, burada zengin kültür katlarının, hem de birbirini etkileyen,
birbirinin gelişmesine neden olan kültür katlarının varlığı
kuşkusuzdur. Farklı dillerde eser veren, farklı kültürlerin
etkisini taşıyan Azerbaycan Edebiyatının bin yıllık tarihî de bu
kültür katlarının genişliği ve zenginliği hakkında fikir
vermektedir. Şimdiki Azerbaycan topraklarındaki ilk siyasi kurum
Manna Devleti, üç bin yıl önce kurulmuştu. Tarihî kaynaklar,
Urartu ve Asurî devletleri ile bazen barış, bazen de savaş
şartlarında yaşayan Mannalıların, ekonomi ve kültür açısından
zamanın gelişmiş halklarından birisi oldukları hakkında bilgi
verirler.
Mannalılardan kalmış bazı kültür
abideleri de bu fikri doğrulamaktadır. Kuşkusuz, Mannalıları
yahut daha sonra MÖ. VII yy. Azerbaycan’da devlet kurmuş
Midiyalıları, çağdaş Azerbaycan Türklerinin ecdatları saymak
ilmî ve tarihî açıdan doğru değildir. Burada önemli olan,
Azerbaycan’ın en eski dönemlerden beri dünyanın kültür
merkezlerinden biri olarak öne çıkmasıdır. Bu gelenek ülkenin
bütün tarihî boyunca devam ettirilmiştir.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- AZERBAYCAN HALK EDEBİYATI
- Diğer dünya halkları gibi
Azerbaycan Türklerinin de yazılı edebiyatlarının temelinde
şifahî edebiyat yahut halk edebiyatı vardır. Gerek dil, gerekse
konu açısından yabancı etkilerden her zaman uzak kalmış olan
halk edebiyatı, onu yaratan, muhafaza eden ve gelecek nesillere
ulaştıran milletin iç dünyasını, hayata bakışını, yaşam
felsefesini herhangi bir yazılı kaynaktan daha sağlıklı
yansıtır. Diğer taraftan, halk edebiyatındaki mitoloji
unsurları, rumuzlar, tarihî olaylarla çağrışımlar, onların en
eski dönemlerin yadigârı olduklarını, halkın hafızasında bin
yıllar boyu yaşayarak günümüze ulaştıklarını göstermektedir.
- Azerbaycan Halk Edebiyatı şekil
ve tür açısından çok zengindir. Burada, bir satırlık, ama bir
satırında büyük manalar taşıyan atasözlerinden, büyük hacimli
destanlara kadar, halk yaratıcılığının en farklı örnekleri
vardır. Uzun asırlar boyu derlenip toplanmadığından, araştırıcı,
incelemeci nazarlarından uzak kaldığından, halk edebiyatı
numunelerinin büyük bir kısmı unutulmuştur. Derlenenler, kitap
şeklinde yayımlananlar, âlimlerce incelenenler, belki de halkın
yarattıklarının binde biridir. Ama deryada damla gibi görünen bu
binde bir de, halkın hayatım tüm ayrıntıları ile, tüm renkleri
ile anlatmaya yeterlidir.
- Halk yaratıcılığımızın en eski
türlerinden biri Emek yahut Zahmet nağmeleridir. Her halkın
şifahî edebiyatında tesadüf olunabilen bu nağmeler, insanın
söylediği ilk şiir, bestelediği ilk şarkı olarak
adlandırılabilir. Halk edebiyatının diğer örnekleri, özellikle
de bayatılar (maniler) ve âşık yaratıcılığı ile mukayesede
zahmet nağmeleri edebî yönden basit gözükür. Ama bu basitliğin
arkasından ilkinlik, en eskilik durmaktadır.
- Emek nağmelerinin Azerbaycan
Halk Edebiyatında en çok yayılmış türleri Holavarlar ve Sayacı
sözlerdir. Azerbaycan folklorcularının bir kısmının fikrine göre
“holavar” terimi “Ho” hayvan ve “var” yani “git” sözlerinin
birleşmesinden türemiştir. Bu manada holavar, hayvanı işe
çalışmaya çağıran nağmelerdir. Prof. Dr. Azad Nebiyev ise bu
meseleye farklı bakmaktadır. Onun fikrine göre, “Çin, Hind ve
İskandinav halklarının folklorundaki “ho”, mukaddes öküz (inek)
toteminin adı olmuştur. Türk halklarının Azerbaycan, Özbek,
Uygur vb. folklorundaki merasim nağmelerinin ekseriyetinde
“ho”lar, mukaddes varlık, mutluluk simgesi gibi terennüm olunur.
“Holavar” mukaddes varlık hakkında mahni manasını taşır.”
- Emek nağmelerinin geniş yayılmış
numunelerinden olan Sayacı sözleri ise, göçebe hayatının başka
bir alanı ile koyunculukla ilgilidir. Sayacı sözlerinin menşei
hakkında da farklı mülâhazalar mevcuttur. Bu folklor türünün
halk arasında yayılmış örneklerini ilk defa derleyerek
yayımlayan Feridunbey Köçerli, (18631920) sayacı sözünün Fars
dilinde ki “saye”, yani “kölge” sözünden alındığına ihtimal
verir. Fars dilinde bu sözün mecazî manası “himaye etmek”,
“savunmaktır”. Fars dilinden Azerbaycan Türkçesine de geçen
“saye” sözü Kafkasya Türkleri arasında “bolluk”, “bereket” vb.
manalarda kullanılmaktadır. Buradan da “sayacı sözlerinin”,
yahut “sayacıların” halk arasında “bolluk getiren”, “bereket
getiren” vs. anlamlarında kullanıldığı anlaşılıyor. Sayacılar da
âşıklar ve dervişler gibi halk arasında gezerek dolaşır ve kendi
şarkılarını söylerdi. Sayacı sözleri orijinal müracaatlarla
başlar:
-
- Salammelik, say beyler,
- Bir birinden yey beyler,
- Saya geldi, gördünüz?
- Salam verdi, aldınız?
- Alnı tepel qoç quzu
- Sayacıya verdiniz?
- Sefa olsun yurdunuz,
- Ulumasın qurdunuz.
- Ac getsin avanınız,
- Tox gelsin çobanınız.
-
- Bunun ardınca sayacı, ev
hayvanlarını, özellikle de koyunu vasfeder, ondan bolluk ve
bereket simgesi gibi söz açar:
-
- Qoyunlu evler gördüm, Qurulu yaya benzer.
- Qoyunsuz evler gördüm,
- Qurumuş çaya benzer.
- Qoyun var kere gezer,
- Qoyun var küre gezer,
- Geder dağları gezer,
- Geler evleri bezer.
- Azerbaycan folkloru bir insanın
doğuşundan, mezara konulmasına kadar, hayatının tüm aşamalarını
yansıtır. Bu açıdan folklor örnekleri, halk edebiyatı numuneleri
çok konulu ve çok çeşitlidir. Emek nağmeleri insanı çalışma
anında, iş sürecinde tasvir ediyorsa, merasim nağmeleri de, onun
şenliklerini ve törenlerini, çocuk folkloru aile ocuk sevgisi
ile ilgili duygularını, tapmacalar (bilmeceler) aklını, zekâsını
nasıl geliştirdiğini, atasözleri geçmiş nesillerin ilim ve
idraklerinin tecrübesinden hangi yollarla behrelendiğini, efsane
ve esatirler tarihe, düne bağlılığım, latifeler, dünyayı,
olayları gülerek anlamak arzusunu vs. açıklamaktadırlar.
- Kuşkusuz, halk arasında en fazla
popüler olan merasim nağmeleri de Azerbaycan şifahi edebiyatının
en eski örnekleri sırasındadır. Belli bir alanda çalışan meslek
adamlarının emek nağmelerinden farklı olarak merasim nağmeleri
her evde, her ailede bilinir, tanınır. Çünkü bu nağmeler her
Azeri Türkünün kutladığı bayramlarla, katıldığı törenlerle
ilgilidir. Ecdadlarımızın arzu ve umutları, kaygı ve
beklentileri, aynı zamanda onların dünyayı anlamak isteği bu
nağmelerde akseder, Folklor uzmanları Azerbaycan Türkleri
arasında yayılmış halk merasim nağmelerini ikiye ayırırlar.
Bunların bir kısmını, mevsim merasimleri ile bağlı nağmeler,
ikinci kısmını ise maişet merasimleri ile bağlı nağmeler
oluşturmaktadır. Yeni gün anlamına gelen Nevruz, eski
Azerbaycanlıların tasavvurunda, dünyanın yenileşmesi, doğanın
tazelenmesi, kışın sıkıntılarından sonra tabiatın yeniden
canlanması olarak anlaşılıyordu. Nevruzla ilgili imevsim
nağmelerinde, bu halk bayramının getirdiği iyimserlik hissi,
hayata, geleceğe güven duygusu önemli yer tutmaktadır:
- Novruz, Novruz bahara, Güller,
güller bahara, Novruz gelir, yaz gelir, Neğme gelir, saz gelir.
Bağçamızda gül olsun, Gül olsun, bülbül olsun. Bağçalarda gül
olsun, Gül üste bülbül olsun. Mevsim nağmeleri içerisinde
eskiden beri Azerbaycan Türkleri arasında çok yayılmış, Xıdır ve
QoduQodu merasimleri ile ilgili olarak yaratılmış nağmelere de
sık şekilde tesadüf olunmaktadır. Xıdır, Xıdır Nebi, yahut Xıdır
İlyas hakkındaki nağmelerde yeşillik, barbahar ve bereket
arzusu, gıda ve ruzi isteği esas yer tutar. Ebedî hayat simgesi
olan Xıdır, zor duruma düşenlerin, darda kalanların kurtarıcısı
ve yolgöstereni gibi takdim olunur.
-
- “Xanım ayağa dursana,
- Yük dibine varsana,
- Boşqabı doldursana,
- Xızırı yola salsana.”
-
- Maişet merasimi folkloru
vasfıhaller, ağılar, nişan ve toy nağmeleri vs.den oluşmaktadır.
- Vasfıhaller kuruluş açısından
bayatıları ha tırlatmaktadır. Adından da anlaşıldığı gibi,
burada halin vasfı, durumun açıklanması esastır. Vasfı hallar
daha çok genç kızlar ve kadınlar arasında yayılmıştı. Nevruz
bayramı arefesinde, gelen yeni yılın nasıl olacağı, kimin ne
beklediği vs. hakkında vasfıhallar vasıtası ile fal açılarak
bilgiler alınırdı. Azerbaycan folklorunun ilk tetkikçilerinden
yazar Yusuf Vezir Çemenzeminli bu merasimi şöyle tas vir eder:
“Xalqımız arasında Novruz bayramına bir ay qalmışdan başlayaraq
çerşenbe axşamı vasfıhal salmag kimi bir adet vardı. Qadın ve
qızlar top lanaraq bir badya su qoyar ve hereden bir nişan
alaraq suya salardılar. Badya başında oturan qadın tesadüfen
eline keçen nişanı sudan çıxarıb bir vasfıhal söyler, bu qayda
ile fala saxardılar. De meli, nişan verenin üreyinde bir niyyet
olar ve niyyetinin baş vereceyini ve ya vermeyeceyini söy leyen
vasfhaldan duyardı”. Mesela birini seven kız için, böyle bir
vasfıhalın okunması uğur ala meti idi:
-
- Oturmuşdum sekide,
- Üreyim seksekide,
- Yardan üç alma geldi,
-
- Bir qızıl nelbekide. Ağılar da
halk edebiyatının en eski ve etkili örneklerindendir. Tarihî
kaynaklardan da belli olduğu gibi, eski Azerbaycanda yuğ olarak
adlanan merasim mevcut idi. Ölen kahramanlar için yuğlama
merasimi yapılırdı. Bu merasimde yuğçular ölen kahramanın
sıfatlarını anlatırlardı. Yuğ ve yuğçu sözü Azerbaycan
Türkçesinde değişikliğe uğrayarak ağı ve ağıçı şeklini almıştır.
Halk edebiyatındaki ağılara hem nesir, hem de şiir şekillerinde
tesadüf etmek mümkündür. Nesirle olan ağılarda daha çok ölen
adamın keyfiyetleri anlatılır, bayanlardan oluşan kısa şiirlerle
söylenen ağılarda ise bu ölümün doğurduğu ıstırablar, onun
yakınlarına, çocuklarına etkisi vs. tasvir edilir. Azerbaycan
ağıları onu yaratan halkın, özellikle de Azerbaycan kadınlarının
iç dünyası, onların kardeş, er, evlat ve anababa sevgisi
hakkında açık fikir verir. Hacim açısından küçüklüğüne rağmen,
her ağı insan hislerinin, insan duygularının derinliğini ve
sonsuzluğunu açığa çıkaran dolgun bir eserdir:
-
- Bostanda tağım ağlar,
- Basma, yarpağım ağlar. Ne qeder sağam, ağlaram, Ölsem
torpağım ağlar.
-
- Keder ve derd üzerinde köklenmiş
ağılardan farklı olarak nişan ve toy nağmeleri şenliği, şuhluğu,
esprili havası ve oynaklığı ile seçilir. Azerbaycan halk
edebiyatında nişan ve toyun bütün aşamaları ile bağlı şiirler,
nağmeler mevcuttur. Bunların arasmda, elçilerin gelmesi, nişan
getirilmesi, gelinin eline kına yakılması, gelinin oğlan evine
getirilmesi, gelinin ve damadın tarifi vs. merhaleleri ve
onlarla ilgili nağmeleri hatırlatmak mümkündür. Aynı zamanda bu
nağmeler hal mizahının, alaycılığının tüm inceliklerini
yansıtır. Mesela, elçilik yahut nişan için gelen oğlan tarafının
nezaketli davranışları, onlarm okudukları nağmelerden de
bilinir:
-
- Quda, gelmişikbiz size,
- Hörmet ediniz bize,
- Bu gün qızımız sizdedir,
- Sabah aparırıq bize.
-
- Kızın ata anasmın rızası
alındıktan ve toy merasimi gerçekleştikten sonra ise, onlarm
okudukları nağmelerin tonu ve mazmunu tamamen değişir:
-
- Verdim bir dana, Aldım bir sona,
- Ay kız anası, Qalyanayana
-
- Yeni yuvasma sevdiği oğlanın
evine getirilen geline müracaatla okunan nağmeler ise inceliği,
samimiliği, ile seçilir:
-
- Anam, bacım qız gelin, Elayağı düz gelin.
- Yeddi oğul isterem,
- Birce dene qız, gelin.
-
- Toy merasimi sona erer, yeni
aile kurulur, genç ataananın ilk çocuğu dünyaya gelir. Çocuk
folklorunda, babaananm çocuklarının sağlam ve mutlu büyümeleri
ile bağlı arzuları var; çocukları eğitmek, onlarm akimi,
zekâsını geliştirmek, niteliklerini inkişaf ettirmek için zaman
zaman halk bilgilerine, halk tecrübesine dayanarak ortaya
konulan oyunlar ve nağmeler, bilmeceler ve yanıltmacalar da var.
Analık sevgisini, evlat mehebbetini ifade eden laylalar ve
okşamalar Azerbaycan çocuk, folklorunun en yaygın
numunelerindendir. Bu beşik nağmeleri en munis, derunî hislerin
ifadesidir.
- Laylalar ve okşamalarla
birlikte, Azerbaycan çocuk folklorunda, arzulamalar, beslemeler,
nazlamalar, azizlemeler, eğlendirmeler vs. gibi çocuk hayatı ve
anaçocuk münasebetleri ile ilgili diğer numuneler de mevcuttur.
Mesela, beşikte yatan küçük oğlunu yahut kızını okşayan ana onun
nişanı, düğünü vs. ile ilgili nağmeler okur:
-
- Elinde var def,
- Üstüde sedef,
- Kırmızı köynek,
- Geler qızımçün.
-
- Küçük yaşlı çocuklar arasındaki
oyunlarla ilgili folklor numunelerinin çeşidi de Azerbaycan halk
edebiyatında oldukça geniştir. Buraya sanamalar, düzgüler,
acıtmalar, çatdırmalar, bahisleşmeler vs. dahildir. Sanamlalar
ve düzgüler çocukların hafızalarını geliştirdiği gibi, dilin
zenginliklerini açıklayan yanıltmacalar da, onlarm konuşma ka’
biliyetlerinin gelişmesinde önemli rol oynar. Biri birine
benzer, ama farklı manalara sahip sözlerden oluşan yanıltmaçlar,
aynı zamanda halk edebiyatında dil unsurlarının ne kadar
başarılı bir şekilde kullanıldığı hakkında fikir verir: “Getdim
gördüm bir derede bir berber bir berberi ber ber beğirdir.
Dedim, a berber bu berberi niye ber ber beğdirdirsen? Dedi bu
berber ber ber beğiresi berberdir”. Ve yahut: “Bu mis ne pis mis
imiş, Bu mis Kaşan misiymiş” gibi yanıltmaçlar, yalnız çocuk
konuşmasının gelişmesinde, onlarm düzgün telaffuz kurallarını
öğrenmelerinde değil, ayni zamanda çocuklarda bir humor hissinin
oluşmasmda da önem taşımaktadır.
- Türk halkları arasında bilmece,
tapışmak, cummak vs. adlar altında tanınan tapmacalar da
Azerbaycan Halk Edebiyatının, özellikle de Azerbaycan çocuk
folklorunun geleneksel ve yaygın şekillerinden biridir.
Tapmacalar halk hayatının hemen tüm alanlarını ihata eder.
klasik Azerbaycan şiirlerindeki muamma ve loğaz, aşık
edebiyatındaki bağlama ve gıfübend gibi şiir şekillerinin
meydana çıkmasına halk edebiyatındaki tapmacaların da büyük bir
etkisi olmuştur.
- Azerbaycan Halk Edebiyatının
mühim bir kısırımı atasözleri ve darbimeseller oluşturmaktadır.
Halkın tarihî tecrübesini aksettiren atasözlerimiz, diğer Türk
boylarının atasözlerinden fazla farklı değildir. Bu da yalnız
soyumuzun ve dilimizin değil, tarihî bilgi ve tecrübelerimizin
de aynı olduğunun bir işaretidir. Türk millî kültürünün muhteşem
numunelerinden olan “Kitabı Dede Korkut” destanlarının
atasözleri ile açılması, halkın bu zekâ ve idrak numunelerine
her zaman büyük önem verdiğini göstermektedir. Nesîmî, Fuzûlî,
Vakif vs. gibi orta çağ Azerbaycan şairlerinin eserlerinde de
bol bol işlenen atasözleri, yalnız asırlar boyu smavdan
geçirdikleri gerçeklerin değil, hem de onun tarihinin,
manevîahlâkî kanaatlarınm ifadesidir. Azerbaycan atalar
sözlerinin toplanmasına ve tetkikine XIX. yy.’m ikinci
yarısından sonra başlanmıştır. Bütün hayatını bu zengin halk
hazinesinin yazıya alınmasına vermiş folklor uzmanı Ebülkasım
Hüseynzade’nin tahminen yetmiş yıl zarfmda on binden fazla
atalar sözleri toplaması Azerbaycan Halk Edebiyatının diğer
alanlarda olduğu gibi bu sahada da zenginliğini, verimliliğini
göstermektedir. Azerbaycan atalar sözlerinin büyük ekseriyeti
manzumdur. Dâhilî kafiyelerden ibaret atasözleri ile bir sırada
iki, bazen dört mısradan oluşan atasözlerine rastlamak
mümkündür.
- Diğer halkların edebiyatlarında
olduğu gibi Azerbaycan Türklerinin halk edebiyatında da şiir ve
nesir türleri birlikte kullanılmıştır. Ancak şiir türleri daha
fazladır. Sözlü edebiyatın bu türleri içerisinde en yaygın olanı
bayatılar (maniler)dır. Azerbaycan folklorcuları arasında
bayatıların menşei ile ilgili farklı fikirler mevcuttur.
Tetkikatçıların büyük ekseriyeti bu popüler halk edebiyatı
türünü Bayat adlı Türk boyunun adı ile ilgili göstermektedirler.
Bayatlar eskiden beri Kuzey Azerbaycan sınırları
içerisinde yaşamaktadırlar ve bazı rivayetlere göre Türk
dünyasının büyük söz ustası Fuzûlî de bu boydandır. Bayatıların
“kadim”, “eski” manalarını bildiren “boyat” sözünden türediğini
ve bununla da bu poetik türün en eski zamanlardan beri halkın
manevî hayatına dâhil olduğunu savunan edebiyatçılar da vardır.
- Bayatı halk edebiyatından yazılı
edebiyata da geçmiştir. XVI. yy. Azerbaycan klasik şiirinin
tanınmış temsilcilerinden birisi olan Şah İsmayıl Hatai aynı
zamanda güzel, düşündürücü bayatılar şairidir. XVII. yy.
Azerbaycan şairlerinden Mehemmed Emani’nin de kendi
yaratıcılığında bayatıya önem verdiği bilinmektedir. Azerbaycan
halk edebiyatında müellifli bayatıların en olgun ustası ise,
XVII. yy. da yaşamış Sarı Aşık olmuştur. Şiirlerinin birinde
“Külli Qarabağın abiheyatı, Nermü nazit bayatıdır, bayatı” diyen
XVIII. yy. büyük Azerbaycan şairi Molla Penah Vaqif, bayatıdan
bir güzellik, incelik ve olgunluk simgesi gibi söz ediyordu.
- Bayatılar da diğer halk
edebiyatı örnekleri, özellikle de atalar sözleri gibi halkın
tarihini, bu tarihin önemli olaylarını yaşatmakdadır. Mesela,
-
- Apardı tatar meni,
- Qul edib satar meni,
- Yarım vefalı olsa, Axtarıb tapar meni
- bayatısı hiç şübhesiz ki,
Azerbaycan’ın Mogoltaralarm yönetimi altına geçtiği XIIXIV yy.
eseridir.
- Azerbaycan folklorunun başka bir
şiir türü halk mahnıları, musiki ile bedii sözün birleşmesinden
türemiştir. Onlar sevgi ve kahramanlık mahnıları olarak iki
kısma ayrılmaktadırlar. Sevgi mahnıları derin ve ince lirizmi,
hislerin samimiliği ve kıvraklığı ile seçilir. Kahramanlık
mahnılarında ise adından da anlaşıldığı gibi, mücadele, savaş,
haksızlıklara karşı barışmazlık ahvaliruhiyyesi öne
çıkarılmaktadır. Sevgi konulu halk mahnılarının bazıları
diyalogdeyişme şeklindedir. Halk mahnıları popülerlik açısından
atalar sözleri ve bayatılarla aynı seviyededir. Buraya kadar
üzerinde durduklarımız Azerbaycan halk edebiyatının lirik
türleridir. Şiirle birlikte epik tür, yahut nesir de, bu
edebiyatta yaygındır. Nağıllar, destanlar, qaravelliler,
rivayetler, efsaneler, esatirler, latifeler vs. millî
folklordaki nesir türlerini oluşturmaktadırlar.
- Her Azerbaycan Türkü, çocuk
yaşlarından başlayarak Azerbaycan nağıllarmın çekici ve sihirli
dünyasının içine girer, bu dünya ile büyür. Azerbaycan
nağıllarında onu yaratan ve yaşatan halkın millî özellikleri,
gelenek ve görenekleri, örf ve âdetleri, geçimi dünya görüşü,
insanlarla münasebeti, manevî özgürlük uğrunda mücadelesi ön
plana çıkar. Azerbaycan nağılları, zaman zaman yazılı edebiyatın
faydalandığı zengin kaynaklardan biri olmuştur. XII. asrın büyük
Azerbaycan şairi Nizami Gencevi’den başlayarak Azerbaycan
Edebiyatının bütün büyük simaları kendi yaratıcılıklarında
nağıllara sık sık müracaat etmiş, nağıllardan aldıkları
konularda, yeni devirle, yeni meselelerle sesleşen eserler
yazmışlardır. Bu açıdan millî folklorun diğer türleri ile
mukayesede nağılla daha büyük bir çapta yazılı edebiyatın
malzemesini oluşturmuşlardır.
- Nağıl toplayıcıları ve
araştırıcıları, dünya folklorunun da tecrübesine dayanarak
Azerbaycan nağıllarını muhtelif, yönlerden tasnif etmişlerdir.
Mesela, bu sahanın ilk araştırıcılarından biri olan yazar Yusuf
Vezir Çemenzeminli nağıllarımızı üç gruba ayırmıştır: eski
tasavvur ve ayinlerle ilgili nağıllar; tarihî nağıllar ve çocuk
nağılları. Çağdaş folklorcular ise derlenmiş ve araştırılmış
daha fazla nağıl örneklerini göz önünde tutarak Azerbaycan
nağıllarının konu açısından daha geniş tasnifini vermişlerdir.
Buraya hayvanlar hakkında nağülar, sihirli nağıllar, tarihî
nağıllar, ailegeçimle ilgili nağıllar ve satirik (mizahi)
nağıllar dahildirler.
- Hayvanlar hakkındaki nağıllar
mana açısından daha evvelce sözü edilen sayacı sözlerine benzer.
Bu nağıllarda halkın tarihî gelişme merhalelerinde totem olarak
kabul ettiği, bu veya başka açıdan kutsallaştırdığı hayvanlarla
ilgilidirler. Mesela, Azerbaycan’da yılanın bir totem olarak
alındığı çok sayıda nağıllar vardır. Diğer taraftan,
Azerbaycan’da yılan pirlerinin, yılan tapmaklarının varlığı da
bilinmektedir. Tarihçiler bunu Azerbaycan’ın en eski nüfusunun,
özellikle de Midiyalılarm yılana tapınması ile ilişkili
göstermekdedirler. Diğer taraftan, yılan dünya folklorunda
idrak, zekâ simgesi olarak alınmıştır. Bu, yılanla ilgili
Azerbaycan nağıllarında da gözükmektedir. Mesela, “Ovçu Pirim”
nağılmda yılan Ovçu Pirim’in ağzına tükürür ve bundan sonra
Pirim tüm hayvanların dilini anlar. Azerbaycan nağıllarında
yılanla birlikte canavar, horoz, it, öküz, inek vb. hayvanlar da
totem olarak geçmişlerdir.
- Sihirli nağıllar da ortaya çıkış
açısından eski nağıllardandır. Bu nağıllarda insanın mitolojik
varlıklara, doğanın dağıtıcı kuvvetlerine karşı mücadelesi yer
alır. Adından da anlaşıldığı gibi, Azerbaycan sihirli
nağıllarında kahramanlar sihir, cadı, efsun ve mitolojik
yardımcılarının sayesinde devler, ejderhalar, periler,
cadıkarılar, tılsımlar vs. ile mücadele ediyorlar. Bu
nağıllardaki hadiseler, ekser hallerde, zulmet dünyasında, yerin
altında, periler ve devler ülkesinde ve diğer fantastik
mekânlarda geçer. Sihirli nağıllar tüm fantastik süsüne rağmen
aslında halkın sevmediği, barışmadığı kuvvetlere karşı mücadele
ruhundan ve isteğinden kaynaklanırlar.
- Tarihî nağıllar ise, adından da
anlaşıldığı gibi, Azerbaycan tarihinin ayrı ayrı olayları,
şahsiyetleri yahut da faaliyetleri, bu ülke ile ilgili olmuş
insanların hayatı ile ilgilidir. Azerbaycanda İskender, Dara Şah
Abbas ve başka tarihî şehsiyetler hakkında nağıllarm varlığı bu
folklor türünün yalnız halk fantazisine değil, aynı zamanda
tarihî gerçekliklere dayandığını göstermektedir. Maişeti
nağıllar konusu nağıllarm daha büyük bir bölümünü oluşturur. Bu
nağıllarm konusu, gündelik hayattan gerçek mücadeleden
alınmıştır. Maişet nağıllarının esas kahramanları halkın
arasından çıkmış adamlardır. Çoban, nöker, işçi, köylü vb.
meslek adamlarından oluşan bu kahramanlar maişet nağıllarında
bir kural olarak, nağılın başlangıcında zayıf, kuvvetsiz,
zavallı adamlar gibi tasvir olunurlar. Ama içerisine girdikleri
hayat şartları, farklı olaylar onları sanki yeniden yetiştirir.
Onlar hem aklî, hem de fizikî açıdan kuvvetlenir, karşılarına
çıkan zorlukları başarı ile geçerek nağılın sonunda ülke yöneten
bir padişah, akıllı bir vekil, adaleti ile tanınan yönetici
seviyesine yükselirler.
- Esas kahramanlar Keçel, Koşa vb. olan satirik (mizahî)
nağıllarda ise, halk gülüş yolu ile kendi düşmanlarına karşı
mücadele verir. Bu nağıllarm kahramanları en zor durumlardan,
akılları, hazırcevaplılıkları ile kurtulabilirler; özlerinden
kat kat kuvvetli düşmanı akim, sözün kudreti ile yenerler.
Yüzyıllar boyu, halkın yediden yetmişe her temsilcisi için hayat
mektebi olmuş nağıllarm, Azerbaycan folklorunda kendi
gelenekleri, üslûp özellikleri meydana gelmiştir. Her bir nağıl
peşrev yahut nağılbaşı ile başlayıp, nağılsonu ile biter.
Nağılbaşılar diğer dünya halklarının nağıllarının da esas üslubî
özelliklerindendir. Ama Türk nağıllarının (Azerbaycan, Özbek,
Türkmen vs.) başlangıcındaki nağübaşlarm özelliği ve farkı,
onların kural olarak humoristik karakterde olmasındadır. Diğer
taraftan, nağılbaşı nağılın mazmunu, konusu ile bağlı kalmaz.
Mesela, “Hamam hamam içinde, xelbir saman içinde, deve delleklik
eyler, köhne hamam içinde. Hamamcının tası yox, baltacının bal
tası yox, Orda bir tazı gördüm, onon da xaltası yox. Qarışqa
şıllaq atdı devenin budu batdı, milçek mindim çay keçdim,
yabaynan dovğa içdim, heç bele yalan görmemişdim” vs.
- Azerbaycan Halk Edebiyatında
efsaneler, esatirler ve rivayetlerin de çok sayıda örnekleri
vardır. Hayvanlar, kuşlar, yer adları, kaleler, boy halk, nesil,
totem adları, sema cisimlerinin adları, tarihî olaylar ve
şahsiyetler, dinî unsurlar yanında, Azerbaycan efsanelerinin her
birisinde halkın fikir ve amaçları, onun geçmişini anlamak ve
geleceği bilmekle ilgili istek ve çabaları esas yeri tutar.
Azerbaycan efsane ve esatirlerinin halk arasında toplanmasına
yirminci yüzyılın başlarmda başlanmıştır. Arif Acalov’un
esatirler, Sednik Pirsultan’m ise efsanelerle ilgili toplama ve
derlemeleri, tetkik ve değerlendirmeleri bu folklor türlerinin
de Azerbaycan halk edebiyatındaki yaygınlığını, farklı örneklere
malik olduğunu ortaya koymuştur. Azerbaycan epik folklorunun
halk arasında popüler olan türlerinden biri de latifelerdir.
Latifeler aynı zamanda Türk folklorunun konu ve kahraman
açısından ortak türüdür. Türk halklarının ortak bir gülüş, mizah
kahramanı var.
- O, farklı Türk boyları arasında Molla Nesreddin, Nasrettin
Hoca, Nesreddin Efendi, Hoca Nasır Efendi vs. adlarıyla tanınan
ve anılan büyük mizah ustasıdır. Azerbaycan folklorunda Molla
Nesreddin gibi tanman bu idrakli insanla ilgili yüzlerle latife
yazıya alınmıştır. Molla Nesreddin sevinç anlarında da, keder
dakikalarındada, toyda da, yasta da her zaman halkın yanında
olan, her zaman ona destek veren, maceraları ile onu güldürerek
düşündüren ve düşündürerek güldüren büyük bir ustadır. Ama Molla
Nesreddin Azerbaycan latifelerinin yegâne kahramanı değildir.
Behlül Danende, Aptal Kasım gibi gülüş ustalarının da çok sayıda
latifeleri yazıya alınmış ve halk arasında yayılmıştır. Ayrıca,
Azerbaycan’da her bölgenin kendi mizah kahramanları olmuştur ve
onların gelenekleri şimdi de yaşamaktadır.
- Diğer halkların sözlü edebiyatlarında olduğu gibi,
Azerbaycan Halk Edebiyatında da bu edebiyatın zirvesini
destanlar oluşturmaktadırlar. Destanlar Azerbaycan folklorunun
halk arasında yaygın ve hacim açısından büyük türlerinden
biridir. Destan kelimesi Azerbaycan Edebiyatında bin yıllar boyu
kullanılmıştır. Bilindiği gibi, Nizami Gencevide “Hamseye” dâhil
olan eserlerini “destanlar” olarak adlandırmıştır. Azerbaycan
destanları hem şiir, hem de nesrin unsurlarını taşımaktadır.
Başka sözle söyleyecek olursak, destanlarda nesr ve nazm
parçalan birbirini takip eder; fikir ve mana açısından birbirini
tamamlar. Destanm nesr parçaları olayları, durumları anlatırken,
şiir parçaları daha fazla kahramanların lirik his ve
düşüncelerinden, onların heyecan ve ıstıraplarından söz
açarlar.
- Asırlardan beri malum olan, halk
arasmda geniş alanlara yayılmış, derlenmiş Azerbaycan destanları
halk edebiyatı ile ilgili tetkiklerde kahramanlık ve sevgi
destanları olarak tasnif edilmiştir. Bu destanların arasındaki
farklar da her şeyden önce onların adlarında kendini gösterir.
Halkın farklı tarihî dönemlerde kendi bağımsızlığı, egemenliği,
insan hakları, toprağının ve yurdunun, kadının ve akrabalarının
hür yaşamı için verdiği mücadeleler esasen kahramanlık
destanlarına yansımıştır. Bundan farklı olarak sevgi destanları
daha fazla aşk romanlarını hatırlatmaktadırlar. Bu destanlarda
sevgilisine kavuşmak için mücadeleye başlayan genç aşığın
ıstırapları, sevgi yolunda karşılaştığı zorluklar, verdiği
savaşlar vs. esas konuyu oluşturmaktadır. Ancak, kahramanlık
destanlarında sevgi sahnelerinin, bunun aksine olarak sevgi
destanlarında kahramanlık ve savaş sahnelerinin olması da
doğaldır. Destan diğer halk edebiyatı türlerinden farklı olarak
hayatı daha geniş boyutlarda, daha çeşitli ölçülerde
aydınlattığından, tabii ki, burada insan hayatının daha farklı
sahneleri göz önüne alınabilir.
- Azerbaycan Halk Edebiyatında “Kitabi Dede Korkut, Koroğlu,
Molla Nur, Kaçak Nebi, Kaçak Kerem, Settarhan” vs. kahramanlık
destanları yaygındır. Bu destanlar farklı tarihî dönemlerin
eseri olduğu gibi, onlarda akseden olaylar, tarihî gerçekler de,
Azerbaycan halkının hayatının farklı devirleri ile ilgilidir.
Mesela, Kitabi Dede Korkut’ta Azerbaycanlıların, daha geniş
anlamda ise Oğuz Türkleri’nin X.XI. yy. hayatı söz konusudur.
Koroğlu destanı Kafkasya’da ve Azerbaycan’da XVI.XVII. yy.’da
cereyan eden tarihî olayların edebî ürünü olarak meydana
çıkmıştır. “Kaçak Nebi, Kaçak Kerem, Sattarhan” vb. kahramanlık
romanları ise, Azerbaycan Türklerinin Rus ve İran zulmüne karşı
teşkilatlanmış bir halde mücadele verdikleri XIX.XX. yy. edebî
ürünleridir.
- Türk Halk Edebiyatının ve Türk
lehçelerinin muhteşem abidesi olan Kitabi Dede Korkut tam olarak
bin yıl önceki AzerbaycanTürk hayatının ansiklopedisi olarak
adlandırılabilir. İlim alemine ilk kez, 1815'te Alman
şarkiyatçısı Henrif fon Dits’in tetkikatıyla çıkan bu eser
Azerbaycan’da ilk defa 1938'de yayınlanmıştır. Prof. Hemid
Araslı’nm hazırladığı bu neşir bütünlükle Türkiye’de yayınlanan
Orhan Saik Gökyay neşrine dayanmakta idi. Azerbaycan halk
edebiyatı araştırıcılarının Kitabı Dede Korkut destanı ile
ilgili tetkikleri ise 192030 yıllarına tesadüf etmektedir.
Stalin’in eski Sovyetler Birliği’nde 1937'de başlattığı “Büyük
terör” de zarar gören edebî eserlerden birisi de Kitabı Dede
Korkut destanları olmuştur. Pantürkizm tebliği ve milletçiliği
ileri sürülerek bu edebî abide yasaklanmış, onunla ilgili
tetkikleri olan araştırmacıların bazıları da cezalandırılmıştır.
Destanın 1950 ‘de Bakü’de, akademisyen V. V. Bartold’un
çevirisinde Azerbaycan alimleri tarafından yayınlanması eski
Soyvet yönetimi arasında gerçek bir hiddet fırtınası doğurmuştur
Kitabı Dede Korkut destanları üzerindeki yasak, Stalin’in
ölümünden sonra kaldırılmış, bu destanla ilgili yalnız
Türkiye’de Azerbaycan’da değil diğer Türk Cumhuriyetlerinde
(Türkmenistan, Kazakistan), yabancı ülkelerde (ABD, İngiltere,
Hindistan vs.) bir sıra dikkati çeken araştırmalar ortaya
çıkarılmıştır. Rus dilinin yanısıra destanın tam metni
İngilizce, Almanca, İtalyanca, Hırvatça, Litva vs. dillere
aktarılmıştır.
- Kuşkusuz, Kitabı Dede Korkut
Oğuz Türkleri’nin ortak edebî abidesidir. Bu fikri kabul etmekle
birlikte, destanın tetkikatçılarnın çoğu onun ortaya çıkış yeri
olarak Azerbaycan üzerinde dururlar. Rusya’da bu destanın en
tanınmış araştırıcılarından olan V. V. Bartold sonuçta şöyle bir
neticeye gelmiştir: “Bu destan çok çetin ki, Kafkasya muhitinden
dışarıya formalaşabilirdi”. Gerçekten de destandaki olayların
büyük bir kısmı şimdiki Azerbaycan’ın sınırları içerisinde
gelişir. Destanın farklı boylarında Gence, Berde, Nahçıvan,
Şerur, Dereşam, Derbend, Göğce Gölü vs. gibi bugün de coğrafî
açıdan Azerbaycan’a bağlı bölgelerin adı geçer. Destan
kahramanları bü bölgelerin vatandaşlarıdır, onların yakın
komşuları ise, Gürcü, Abhaz ve başkalarıdır. Destanların
tanınmış Türk araştırıcılarından Muharrem Ergin de onların hem
dil, hem de tarihî coğrafî açıdan Azerbaycan’la ilgisi fikrini
kabul eder. Muharrem Ergin’in fikrince Türklüğün ortak edebî
habidesi, ortak halk destanı olan Kitabı Dede Korkut
Azerbaycan’la daha sıkı şekilde bağlıdır.
-
-
-
-
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ANKARA
-
- Ankara
- Yabancı yüreğimin mahsun yarası
- Esir alınmış duyguların yalnız hatırası
- Karanlık gökyüzünü yırtan öksüz gülüş
- Ve bitmeyen endişeli bekleyişin adı
- Ankara
- Sevdalar ülkesi memleketimin soğuk kenti
- Soluğuma karışan bu yalnız ve ölü hava
- Boğuyor beni ruhuma yapışan karbon monoksit kokusu
- Ve kasıklarımda biriken endişeli ağrılar topluluğu
- Ankara
- Yaşamın içinde büyüyen bir rüya kenti
- Islak ruhuma dar gelen yalnız sokaklar
- Hapsolmuş düşüncelerin yalnız kadını
- Ve kırmızı gecelerde terkedilmiş genç sevdalılar
- Ankara
- Yaşam gün yüzünü görmeden acı ile buluşur caddelerinde
- Geçit vermez kurtuluşu olmayan keşmekeşlikler
- Ruhumu acıtır oysaki kör olası sefil ayrılıklar
- Ve sende esir kalmıştır seni yazan kalemler
- Ankara
- Bir katilin kaleminden kan kustum bu gece
- Bu gece nezarete düştü sana haykıran yüreğim
- Mor düşler kurdum gezinirken caddelerinde
- Ve sana leylalandım bir yosmanın memesinde
- Ankara
- Gezindi gözlerim mülteci fahişenin bedeninde
- Seni aradım sandım her köşe başında delice
- Bilirim Ankara’da kar, Ankara’da yağmur
- Ankara’da soğuk, Ankara’da ayaz var
- Ve bilirim yüreğimde sen ellerimde kelepçe var
- 10.03.2008 / ANKARA
-
-
-
-
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BEN İSTANBUL’UM
Seni özlemekten vazgeçmedim İstanbul
Buruk yalnızlıklara köle oldu bekleyişler
Frezya kokulu yağmurlar ıslattı düşlerimi
Ben sen oldum sen de ben İstanbul
Denizin kadar büyük yüreğim var bedenimde
Tarihin izlerini taşıyan haykırışlarım var sesimde
Ne varsa aşktan sevdadan yana sen de
Hepsi benim benim işte İstanbul
Sen de güneş doğmasa da ay yıldızlı yarınlara
Benim gözlerim güneş olur sana İstanbul
Hırçın ruhun ağlasa Ayasofya’dan Sultanahmet’e kadar
Benim yüreğim kanar Kızkalesi’nde İstanbul
Çamlıca’da özgürlük tadında bir yudum çayım olsan
Eyüp Sultan’da arş’a kalkan ellerim olsan
Yar diye sarıldığım deniz gözlü şehzadem olsan
Haliç diye bağrına bas beni asil İstanbul
Tebessümün ardındaki gizli çaresizliktir duruşun
Ne anılar bıraktım yerle gök arasında kucağına
Şubat’ı soludu dudaklarım son kez yanağında
Şairce ölüyorum işte
Ben İstanbul’um İstanbul benim aslında
23. 01. 2009 / GAZİANTEP
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- GAZZE AĞLAMASIN
-
- Körpecik serçeler ki can veriyor feveran ederek
- Kan kokulu idam sehpasında gül açıyor bedenler
- Melekler bile dua ediyor arş-ı göğüsleyerek
- Ölüm damıtan huzmelerinde dirilerek can bulsun
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- Her fecir vakti umutlar karanfil koksa da Gazze de
- Esrik şarkılar söylenirmiş dudaklarda çaresizce
- Yetim kalıyor hayatlar geceyi korkutan gözlerde
- Bu çığlıklar ki kâinatta yalan olarak kalmasın
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- Peykanlarından süzülen güller yıldızlar kadar parlak
- Düşlerin sükûtunda çocuklar bakıyor ağlayarak
- Taş atan ellere ölüm busesi kondu haykırarak
- Kor suretinde harabe olmuş hayatlar bir son bulsun
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- Kıyamet günüdür yanağa dokunan ölüm busesi
- Sulh’e sıkılan her kurşun sesi şehitlik mertebesi
- Özgürlüğe hicret ediyor sevdalı minik yürekler
- Bezgin çığlıklar gün ışığında süveydama yar olsun
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- Kâğıdım mezar ve kalemim kefen oldu bana Gazze
- Müsvette ağıtlar yakılır ölüm yağan gecelere
- Yalvaran bakışlar var harabe olmuş şehla gözlerde
- Şakaklara düğüm atmış ölüm çığlıkları olmasın
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- Puslu korkular ukdelerinde gizlenir ya gecenin
- Zişan zirvelerdedir çocukça kurulan tüm hayaller
- Ki talan edilmiş hayatlar gibidir üryan yürekler
- Ölüme gebeyim dostlar ıssız mezarım hazırlansın
- Susturun silahları da ne olur Gazze ağlamasın
- 27. 01. 2009 / GAZİANTEP
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- HOŞÇA KAL CAN AZERBAYCAN
-
- Bir sevda masalıydın yüreğimin en dipsiz köşesinde
- Bir güz mevsimiydin yüzümün gölgesinde
- Sahipsiz ve zamansız düşlerin durağıydın gönlümde
- Can canımsın Azerbaycan’ımsın bedenimde
- Umudun acımasız gecesinde ay gömülüyor sarıya
- Ne de güzel yazılır şiirler Şairler diyarında
- Kardeş ülkem özgürlüğüm sevdiğim vatanımsın
- Sözün özü güneşimsin can canımsın Azerbaycan
- Buğulu camlarda gözyaşlarımı siliyorken
- Gözümdeki hüzün sana olan özlemimden
- Anlamsızlıklar içinde düşlerim kaybolurken
- Yarım kalmış şiirimsin can canımsın Azerbaycan
- Kim bilir kaç yürekte kaç sevda da yer aldın
- Kim bilir kaç fersah ötelerde özlenen yaşamlardın
- Şimdi soğuk ellerim ya üşüyorum ya ölüyorum
- Ki bakıyor yüzüm toprağa hoşça kal can Azerbaycan
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- GÖKYURT’UM KERKÜK’ÜM
-
- Küçük bir çocuğun gözlerinde
- Kanla yazılmış bir şiirdir bu
- Kirpiklerinde sarhoş gözyaşları ve sen korkuyorsun
- Hayatın acımasız kapısından bir yudum barut içiyorsun
- Bilir misin küçüğüm
- Bu şiiri binlerce yıl önce kan kokulu eller yazdı
- Tarihin yanılmaz vicdanında
- Kardeş kardeşi öldürmezdi oysaki
- Kavganın sebebini unutmadık biz
- Unutmadık kelimelerde öldürülen sevgileri
- Kan kokulu ellerin yazdırdığı bu şiiri
- Düşler sürgünüydü aslında hepsi
- Vücudunda sigara söndürülen
- Tüm kemikleri kırılıp, kafa derileri yüzülen
- Sonrasında ağaçtan kazıklarla öldürülen
- Kırık bir şiirin kahramanları kaldı gözlerimde
- Avucumda minik bir menekşe büyüyor sessiz sedasız
- Bir zamanlar çocuktuk, barıştık, mutluluktuk biz
- Yorulmaz savaşçılardık büyük adamlar gibi
- Bu şiiri kanla yazdıranlar utansın şimdi
- Geleceği silahların gölgesinde saklı kalmış çocuklar
- Şehitler, kadınlar, kardeşler ve analar
- Sizin dünyanızda yer almasın zamansız ağlayışlar
- Ve bu ağlayışları utansın yeni fark edenler
- Gözyaşlarımı hapsediyorum Gök yurt’um Kerkük’üme
- Sessizce yol alıyorum küçük bir çocuğun bedenine
- Bayraklar kaldırıyorum barış adına, dostluk adına
- Gök yurt’um Kerkük’üme selam olsun benden yana
- 06.11.2007 / ANKARA
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- OTUZBEŞİNCİ YAŞIM
-
- “Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder” demiş şair
- Ömrüm gözyaşı olur eylül bulutuna dair
- Bir kalem kırılır oysaki yolun yarısında
- Adım yazar “taht misali o musalla taşında”
- Bir mevsim-i hazan yaşadım şu fani dünyada
- Avuçlarımdan çarmıha gerildim her rüyada
- Lal-ü aşka adadığım yüreğim şimdi esir
- Mesture nidalar ki ruhuma ediyor tesir
- Sürüklendi düşlerim Kevser havuzuna doldu
- Küskün yüreğim sana fecr vaktinde tutsak oldu
- Nutfetimin özüne bir çift göz köleydi sanki
- O gözler ki bana katre katre aşk sundu belki
- Hicran mevsiminde ki otuz beşinci yaşım bu
- Özgürlük muştusu şakağımdan akan soğuk su
- Hezarenlerle yudumladım çileli yılları
- Acziyet ufkunda dolaştım mecalsiz yolları
- Mütebessim umutlar yeşeriyor yüreğimde
- Kıyama durmuş eller ümitle açılır ben de
- Tevekkülle tefekkürle dualar ediyorum
- Hüzün fezasında kanatlanıp da uçuyorum
- Kadim zamanlardan gelmiş iz düşümü dünümsün
- Meftun zamanlarda tutsak ettiğim bu günümsün
- Ruhumun sükûtunda gizli kalan yarınımsın
- Rüveyda sulardaki otuz beşinci yaşımsın
- Bir vaveyla kopardım ki dün gece düşlerimden
- Darağacındaki gölgeme kor düştü ecelden
- Sesim yankılanmaz oldu dilim tutuldu hemen
- Ki ölüyorum gece vakti ellerim üşürken
- “Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder” demiş şair
- Ömrüm gözyaşı olur eylül bulutuna dair
- Bir kalem kırılır oysaki yolun yarısında
- Adım yazar “taht misali o musalla taşında”
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ZAMANSIZ
Aykırı şiirin ilk satırındayım henüz
İsmin dilimde titriyor daha söylenmeden
Bedenimi örseleyen aşk tutmuş dilimi
Söyletmiyor söylenmesi gerekeni nedense
Ve sen susuyorsun böyle zamansız
Yaşanmamış hüzünler ısmarladım gözlerime
Uzaklardan bir sıla ezgisi doluyor yüreğime
Yüreğimin üşüdüğü zamanlarda geliyorsun düşlerime
Aşkın bütün iklimlerinde sevdim seni delice
Ve sen gülüyorsun böyle zamansız
Gözlerinden gözlerime taşıyor zamansızlığım
Uçarı bir kuş tadında çeviriyorum yönümü rüzgâra
Tatlı bir esinti eşliğinde yarım yamalak mırıldanıyorum
“Seni seviyorum seni seviyorum”
Ve sen gidiyorsun böyle zamansız
Çoban yıldızlarından yakamozlar yapıyorum senin için
Aynaya her baktığımda kendimle yüzleşiyorum
Mazimden ne kalmışsa düne dair bir kez daha anıyorum
Yavaş yavaş siliniyor siluetin gözlerimden
Ve ben ölüyorum böyle zamansız
19. 07. 2007 / ANKARA
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÖLÜMÜN SOĞUK YÜZÜ
-
- (Sevgili Anneannem Emine Doğan’a)
- Hayatın bir başı bir sonu olduğu gibi
- Her şeyin ve herkesin bir sonu vardır
- İşte gün kararmak üzere
- Günün de sonuna geldik anneanne
- Gün geceye gebe kaldıkça
- Soğuk bir gölge düşüyor yüzüne
- Işık yansımıyor artık düşlerine
- Başka başka boyutlara yol alıyor ruhun
- Gecenin karanlığıyla ruhun gidiyor bilinmez uzaklara
- Ve o bilinmezlikte buluşacaksın annen ve babanla
- Karanlıktasın ama kararsız değilsin
- Ses bekliyor çığlıkların sessiz bir gemide
- Her taraf boşluk hız alıyorsun dibe doğru
- Tutunamıyor adımların gidiyorsun durmadan
- Yaşamın boyunca hiç mutlu olamadın belki
- Belki de içten bir gülümseyişe sancı çektin senelerce
- O güzel gözlerin kör karanlık gecelere mahkûm kaldı
- Sen güzel gülüyordun ama
- Gözlerin karanlığa mahkûm etmişti seni bir kere
- Yirmi yılın geçti karanlık puslu bakışlarda
- Sen de bir gün görmedin
- Sen de mutlu olamadın be anneanne
- Hatırlıyorum da
- Gözlerin aydınlık günler kadar güzel bakardı
- Karanlık senden korkar ışık sana kucak açardı
- Gençtin yiğittin dağlarla güreşirdin
- Biz de çocuktuk o zamanlar
- Koyunları otlamaya götürürdük birlikte
- Biz ablamla papatya toplardık
- Sen de o papatyalardan taç yapardın saçımıza
- Son bir kez göremedim
- Bir yaz güneşinden ödünç aldığın yüzünü
- Öpüp koklayamadım bana taç yapan pamuk ellerini
- Şimdi mahcup ay ışığı örtüyor o yorgun bedenini
- Gözlerim kapanır kapanmaz gözlerin yaklaşıyor gözlerime
- Gözlerin ne de güzel bakıyor anneanne
- Sen yaşarken farkına varamadığım güzelliğimsin
- Bakışında huzur bulduğum Atam
- Canımın canı, anamın anasısın
- Bizleri bırakıp gitmek istiyor yorgun bedenin
- Buza dönmüş o gül yüzün pamuk ellerin
- Sevgi dolu bir bakışla son nefesini verdin
- Ve “ölümün soğuk yüzü” gelmiş yüzüne anneanne
- 13. 06. 2007 / ANKARA
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
KİTAP TANITIMI
EDEBİYAT DÜNYAMIZDAN HOŞ SEDALAR
|
-
Sevgili
kadim dostum, pek muhterem Sn.
Abdullah
Satoğlu
Beyefendinin 2. cildini çıkarmış olduğu
“Edebiyat
Dünyamızdan Hoş Sedalar”
isimli bu
kitap, derin araştırmalar sonucu doğmuş ve okuyucusu ile
buluşmuştur. Kitapta 30 tanınmış edebiyat, fikir, kültür ve sanat
adamının eserleri hakkında örneklemeler ve değerli bilgiler
bulunmaktadır. Kitabın içinde yer alan bu değerli şahsiyetlerden
tanıdığım ve usta kalem olarak adlettiğim bazı kalem arkadaşlarımı
görmek beni son derece mutlu etti. Ayrıca kitaptan okuduğuma göre,
kitabın basım aşamasında olduğu süreçte bazı değerli üstatlarımızın
kitabı göremeden hayata veda ettiklerini öğrendim. İşte bu okuduğum
satırlar yazımın ana başlığını
“Edebiyat
Dünyamızdan Hoş Vedalar”
olarak
koymama vesile oldu.
Ancak bana sorarsanız onlar şahsen aramızdan ayrılmış olsalar da,
arkalarında bıraktıkları değerli eserleri ile daima gönüllerde yer
alacaktır, yaşayacaktır.
-
Kayseri’nin yetiştirdiği değerli gazeteci, şair, yazar, kültür ve
folklor adamı araştırmacı, mümtaz insan Abdullah Satoğlu;
“Edebiyat dünyamızdan Hoş Sedalar” isimli bu kıymetli eserini son
derece büyük bir titizlik içinde hazırlamış. Kitapta kimi
anlatıyorsa, yazının baş sayfasına anlatılan kişinin fotoğrafını
koymuş olması, kitabın daha kolay okunur ve anlaşılır olması
bakımından kitaba ayrı bir ahenk katmış. Anlatılan portrelerde
şiirlerinden seçilmiş örneklere yer verilmesi, beraberinde yer
alan yazılarda lirik bir hava estirmiş.
Anlatımlarında son derece sade, temiz ve arı bir dil kullanan
Satoğlu, bu güzel çalışması ile, Türk Edebiyat Dünyasına son
derece önemli bir eser kazandırmıştır.
Sevgili dostum, değerli kalem arkadaşım Abdullah Satoğlu’nun güzel
kişiliği, her daim gülen yüzü, misafirperverliği, beyefendiliği,
insani yönünün kuvvetliliği, duyarlı yüreği, sevgili ve saygılı
davranışları ile çevresinde son derece sevilen ve sayılan bir
insan olduğu gözle görülür bir gerçektir. Bu gerçek duruş, gelecek
kuşaklara muhterem bir kişilik içinde eserlerini büyük bir özenle
bırakacaktır.
Bu gönül dostunu, mana da ve madde ayrı ayrı tanımak lazımdır diye
düşünüyorum. Manada tanımak için; şiirlerini okumak, zaten onun
ruh âlemi içine girmek demek olduğundan pek zor değildir. Maddede
tanımak için ise; bu kadar da zahmete gerek yok. Ne kadar faal, ne
kadar hareketli, ne kadar atılgan olduğunu, bu meziyetleri kadar
da insan sevgisi ile dolu olduğunu ve dost olduğunu bilmeyen
yoktur herhalde; çünkü o, bazen Yunus yüreğini taşır yüreğinde,
bazen bir Evliya Çelebi olur yazılarında, bazen Molla Fenari olur
aziz inancıyla, bazen de küçük bir çocuk olur yüzündeki gülüşüyle,
ama her şeyden önce o Türk Edebiyat dünyasının ağabeyidir, kalemi
kırılmaz güçlü ve muhterem bir edebiyatçıdır.
Birbirinden değerli birçok güzel esere imza atmış Satoğlu’nun bu
kitabını okurken, ufkum ve gönlüm aydınlandı. İyi ki varsın, iyi
ki yazıyorsun… Eline, yüreğine, gönlüne sağlık…
“Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” Akçağ yayınlarında gün yüzü
görmüş olup, 2. hamur kâğıda, ofset baskı tekniği kullanılarak 176
sayfadan oluşmaktadır.
“Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” kitabını sizde okumak
istiyorsanız;
Tuna Cad. No:8/1 Kızılay adresinden ya da 0312. 432 17 98 numaralı
telefonu arayarak temin edebilirsiniz.
Emine Sevinç Öksüzoğlu
- Edebiyat
Araştırmacısı
- Şair
Yazar
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
İÇİMİZDEKİ KERKÜK” ÜN SESİ ŞEMSETTİN KÜZECİ...
“Türk oğlu Türk aslım benim
Oğuz boyu neslim benim
Şan şöhretli ismim benim
Ben Kerkük'lü bir Türkmen'im”
O Türk dünyası edebiyatının önem arz
eden isimlerinden biri. Yaralı Kerkük'ün duyulmaz sesini duyuran
elçisi. Yaşamının büyük bölümünü edebiyatla geçirmiş, edebiyatı
yaşam tarzı olarak kabul etmiş usta bir kalem. Türk dünyasında
tanıdığım özü söz bir, güler yüzlü, misafirperver, adam gibi adam
diye tabir edebileceğim nadir beyefendilerdendir. Kendisini ve
ailesini yakinen tanımış olmam bana bu satırları yazarken hiç de
zorlama sözcüklere yer vermeden kaleme almamı kolaylaştırıyor. O
usta bir kalem olmasına rağmen, çok iyi bir eş, çocukları ile
dünyanın en iyi arkadaşı olmayı başarmış bir baba...
Kerkük'ün büyük edebiyat adamı,
Şemsettin Küzeci beyefendinin sanat yaşamını, onun bu güne kadar
yayımlanmış eserlerini siz değerli okuyucularımla paylaşmak
istiyorum...
Şair, Yazar Şemsettin KÜZECİ;
Türkiye’nin Lozan’da kaybettiği, adıyla ve sanıyla Türk, suyu ve
toprağıyla Türklük kokan, atalar diyarı Kerkük’te doğdu (1965).
Musul Üniversitesi- Beden Eğitimi Fakültesi Mezunudur(1989). 5 Yıl
Kerkük’te lise öğretmenliği yaptı. Kerkük Televizyonu Bağdat
Türkmence Radyosunda Gençlik ve Spor programları hazırlayıp sundu
(1992–1995). Şiir ve yazılarını Irak- Bağdat’ta yayınlanan Yurt
Gazetesi, Kardeşlik ve Birlik Sesi dergilerinde yayınladı.
1999 yılında ITC Türkiye
Temsilciliğinde Basın Yayın ve Enformasyon Şb. Müdürü olarak
çalıştı.(1999–2002). Şimdi ise Kerkük ve Irak Gazetesini Türkiye
Temsilcisi ve Türkmeneli TV’de program yapımcısıdır. www.avrasyagundemi.com
ve www.kerkukgazetesi.com web gazetelerinin imtiyaz sahibi ve Yazı
işleri müdürüdür. 2005–2008 yılları arasında G.Ü. İletişim Fakültesi
Radyo TV ve Sinema Bölümünden Yüksel Lisans yaptı.
Irak, Türkiye, Azerbaycan ve Avrasya
Yazarlar Birliği üyesi,
Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği
Eşbaşkanı, (Azerbaycan)
Irak Türkmen Edebiyatçılar Birliği
Uluslararası koordinatörü,(Kerkük)
Işık Edebiyatçılar Gurubunun kurucu
üyesidir. (Kerkük)
Merkezi Azerbaycan’da bulunan (VEKTOR”
International Secientific Center/
Beynelxalq Elm Merkezi)’ nin Irak
temsilcisidir.
Türk Dünyası Genç İletişimciler
Birliği Kurucu Genel Başkanı,
Türkiye ve Türk dünyasında Irak
Türklerini birçok uluslararası konferans, bilgi şöleni ve
toplantılarda temsil etti. 70’e yakın Hizmet, takdir, teşekkür, Onur
belgesi, plaket ve ödül almıştır. 03 Temmuz 2006 tarihinde; Irak,
Azerbaycan ve Türkiye ile ilgili yapmış olduğu ilmi ve edebi
çalışmalarından dolayı, VEKTOR tarafından kendisine Fahri Doktor
Payesi verildi.
YAYIMLANMIŞ ESERLERİ:
1.Şehit Şair Kemal Ömer BEG. Kerkük, 1992
2.İki Gönül. İstanbul, 1997-Ortaklaşa(Sami Tütüncü)
3.Suçum Türk Olmaktır. Ankara, 2000
4.Türkün Sesi. Azerbaycan, 2001-Ortaklaşa(Ekber Qoşalı)
5.Kerkük Soykırımları. Ankara, 2004
6.Fuzuli. Ankara, 2004
7.Hoyratlarım. Azerbaycan, 2004
8.Türkmeneli Edebiyatı. Ankara, 2005
9.Kerkük Şairleri. 1. Cilt. Ankara, 2006
10. Şehit Muazzam Kasapoğlu, Kerkük, 2007
11. Kerkük Şairleri. 2. Cilt. Ankara, 2007
“Gecem gündüzüm acı
Vatan başımın tacı
Derdimin yok ilacı
Tek suçum Türk olmaktır.”
“Suçum Türk olmaktır” diyerek yaralı
Kerkük'ün sesini neredeyse dünyaya duyurmuş bir edebiyat adamıdır. O
eserlerinde Türk olmanın gururunu, Kerkük'ün yürekleri dağlayan
yarasını büyük ustalıkla kaleme almıştır. Kerkük'te yaşayan
Türkmenlerin yaşadıkları çileleri, işkenceleri, Irak yönetimi
tarafından her türlü kötü muameleye maruz kalan Türkmenlerimizin
durumunu anlatmaktadır. Onlar zorlu günler yaşayarak Türk olmanın
bedelini fazlası ile ödemişlerdir. Ustaca kaleme aldığı “Suçum Türk
Olmaktır” isimli bu kitap bizim ne kadar rahat ve güzelliklerle dolu
bir ülkede yaşadığımızı bizlere bir kez daha anlatmaktadır.
Evet sevgili Küzeci; bizim ve siz Türkmenlerin suçu Türk olmak
değildir. Türk olmak bizim gururumuzdur, onurumuzdur, şerefimizdir.
İşte bu nedenledir ki; sizin acınız bizim de acımızdır...
Şemsettin Küzeci; bu iki önemli
Antoloji kitap içerisinde 70 Kekük'lü şairin isimleri, fotoğrafları,
öz geçmişleri ve beraberinde şiirlerine yer vermiştir. Bu iki önemli
Antoloji kitaplar son derece muntazam ve titiz hazırlanmış bir
çalışmanın ürünüdür. Tarihimizin bir olduğu ve gelecek
günlerimizinde bir olacağı, öz kültürümüzü yansıtan ve yaşatan bu
değerli şair kardeşlerimizin eserlerini derleyerek hem Türk
dünyasına, hem de Irak Türk edebiyatına çok değerli yazılı kaynak ve
arşiv olacak kitaplardır...
“Kerkük Şairleri” isimli bu iki
ciltlik nadide eser, Irak Türkmen şairlerinin ele alındığı son
derece emekli ve güzel araştırma kitaplarıdır. Yurt sevgisi ile dolu
yüreği, onun Vatanı bildiği topraklara olan özlemi, bir çok
çalışmalarına yansımıştır. Irak'ta ve Kerkük'te yetişmiş aydınlar,
Türklük uğruna bir hayli mücadeleler vermişlerdir ve halen de
vermeye devam etmektedirler. Kerkük her daim içimizdeki kapanmayan
yara olmuştur. Bana göre Türkmenler yaşadıkları ile tarihi bir
sınavdan geçmişlerdir. Elbette ki bu süreç bir hayli zor ve üzücü
olaylarla tarihe yazılmıştır.
“Ben Kerkük'lü ozanım
Canla şiir yazarım
Susturmayın ezanım
Kerküklüyüm, Türkmenem
“Kerkük Soykırımları” isimli bu
kitabında sevgili Küzeci; Irak Türklerinin uğradığı katliamları
hatta katliamdan daha çok bir soykırımı andıran olayları, toplu
idamları, işkence edilerek öldürülen insanları ve insanlık dışı
uygulanan vahşeti kaleme almıştır. Türkmenlerin başlarından geçen
olayları ve sonuçlarını tüm ayrıntıları ile ele almıştır yazar.
Türkmeneli topraklarında yaşanan olayları, dünü ve bu günü ile konu
edilen yapıt, geniş bir araştırma kitabıdır.
Türk dünyasının usta ismi Şemsettin
Küzeci; Kerkük ile yüreğinde güller açtırmış, bir umutla vatanına
dönüş yapacağı günü bekliyor. Bir umut işte... Onun yüreği sevda
acısı çeker gibi, vatan acısı yaşıyor. Sevdalısını bekleyen bir yar
gibi, vatana dönüş yapacağı günü bekliyor adeta...O Ata yurdum
dediği Kerkük için öyle çok şiirler kaleme almış, öyle çok kitaplar
yazmış ki, onun bu vatan sevgisini ve özlemini birkaç kelime ile
anlatabilmek mümkün değil. Bakın sevgili Küzeci'nin şu dizeleri
sanırım bizlere daha çok şey anlatacaktır...
“Bir acı yüzünden yurttan göç ettim
Dilim severken büyük suç ettim
Atamın emeğin erken hiç ettim
Bilmedim bu gurbet çok çok acıymış
İnsana en yakın kardeş, bacıymış.
Döneceğiz bir gün ata yurduna
Varacağız halkın tek umuduna
Can azizim vatan kurban adına
Bitecek bu gurbet güller açacak
Dağılır karanlık sökünce şafak.”
Yazarımızın bir diğer kitabı ise;
“Türkmeneli Edebiyatı” ismini taşımaktadır. Kitapta 1991 ve 2003
yılları arasında Irak'ın kuzey bölgesinde oluşturulan “Güvenlik
Bölgesi” adı verilen bölgede yaşayan Türkmenlerimizin, Türkiye
Türkçesi ile açtıkları okullar, Tv ve Radyo istasyonları, gazeteler,
dergiler, bazı eğitim ve yayın organları ile Türkmeneli Edebiyatına
bir çok önemli değerler kazandırmışlardır. Kitapta aynı zamanda
Şiirler, öyküler, düzyazı örnekleri, masallar, hoyratlar, yer
almaktadır. Kitapta tüm bunların varlığı; yazarın sanki bir hasret
giderme, adeta yüreğindekileri dökerek bir dertleşme, bir varoluş
mücadelesini okuyucuya hissettirmektedir. Önemli bir arşiv kitabı
olarak, herkese önemle tavsiye edebileceğim bir yapıttır...
“Kerkük için arzular al al kana boyandı
Ne gül kaldı ne çiçek, ne dağ başında karlar
Ne güvercin ne kumru, ne millet seven erler
Kıyım aştı haddini bıçak göğse dayandı"
Şemsettin Küzeci beyefendi; Türkmen
edebiyatının varlığını koruyarak, her katıldığı toplantıda Kerkük'ün
sesini duyurmaya çalışarak, tüm zorluklara, direnişlere göğüs
gererek, vatansever ve aydın kişiliği ile güzel bir örnek teşkil
etmektedir...
Halk şiirinin bir türü olan
Hoyratlar, Şemsettin Küzeci beyefendinin kaleminde ahenk bularak,
okuyucuları ile buluşmuş. “Hoyratlarım” yazar için son derece önem
arz eden bir kitap. Yazar bu kitabında adeta yeşeren milli
duygularını, bir kurtuluşun öyküsünü kaleme alır gibi aktarmış
şiirlerine. Yaşadığı sıkıntı ve acı dolu günler, yüreğindeki
direniş, sınır tanımayan milli görüşü onun hoyratlarını
oluşturmuş...
“Kerkük'üm mert Kerkük'üm
Milleti sert Kerkük'üm
İçine yadlar girip
Çekiri dert Kerkük'üm”
Kerkük Hoyratlarında yaygın olan iki
ses vardır. Şemsettin Küzeci beyefendi hoyratlarında bu iki sesi en
güzel şekilde kullanan ustalarımızdandır. Açıklayacak olursak;
X x = H h ( Hırıltılı he ) yerine
Q q = K k ( Arka damak K'sı ) yerine
Örneğin:
“Bizi vuran felekti (r
İçimizde ğem1 ekti
Görme üzde gülürüğ
Hasret çeken ürekti (r)”
Şemsettin Küzeci beyefendi ile Sami
Yusuf Tütüncü beyefendinin müşterek yapıtı olan “İki Gönül” iki
yüreğin aynı düşünceleri paylaşması sonucu doğmuş bir kitaptır.
Yılların hasreti ile pekiştirdikleri duygularını, Türkmenlerin alev
alev yanan yüreklerine bir avuç su serper gibi serptiler bu
kitapla...
“Türkün Sesi” isimli güzel yapıt;
Şemsettin Küzeci beyefendi ile Ekber Qoşalı beyefendinin müşterek
yayımladıkları bir kitap. Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği
tarafından yayımlanmış olup, araştırma, inceleme ve tanıtım
yazılarından oluşmaktadır. “Türkün sesi” ilk olarak 1999 yılında gün
yüzü görmüş olup, 8. baskısını yapmıştır ve her kütüphanede
bulunması gereken önemli bir kitaptır.
İkinci Uluslar arası Fuzuli Şiir
yarışması ve Türk Dünyası Şiir Şöleni için Sevgili kadim dostum,
kalem arkadaşım Şemsettin Küzeci beyefendi tarafından hazırlanmış
güzel ve emek verilmiş bir kitaptır.
“Neşe sevinç ekmişim ben
Türlü hasret çekmişim ben
Dağı dağdan sökmüşüm ben
Niçin gözüm nemli bu gün
Yaşıyorum gamlı bu gün.”
Kerkük'ün sesi Şemsettin Küzeci
beyefendinin kaleme aldığı bu kitap; bir Türkmen şehidin yaşam
serüvenini anlatıyor. Şehit Muazzam Kasapoğlu'nun düşünceleri,
tutuklanması, mahkeme salonlarında geçen günleri, şahadeti, acı
haberi ve son olarak Şehit Muazzam Kasapoğlu için kimler ne dediler
bölümleri yer almaktadır.
Şehit Şair Muazzam Kasapoğlu hakkında yazarımız şu bilgileri
aktarmaktadır kitabında:
Şehit Muazzam KASAPOĞLU; 1958
yılında Kerkük’ün Musalla mahallesinde doğdu. İlk, orta ve lise
öğrenimini Kerkük’te bitirdi. 1978‘de Süleymaniye Üniversitesi Tıbbi
Araştırmaları Enstitüsüne kabul edildi.
Şehit Muazzam; küçük yaşlarından
beri edebiyat meraklısı idi. Bu merak Şehidin hayatını ciddi bir
şekilde etkileyerek, kendisinde milli duygu hissini uyandırdı. Hele
Türkmen halkının uğradıkları sıkıntıları, genç yaşta algılaması
Muazzam’ın bir siyasi mücadele içine girişimine neden oldu. Dayısı
Şehit Gazi TERZİ’den de etkilenerek ortaokuldaki arkadaşlarıyla
birlikte “Türkmen Talebe Teşkilatı”nın çalışmalarında aktif bir genç
olarak arkadaşları tarafından olmazsa olmazlardan birisi haline
geldi.
Bu teşkilattaki arkadaşları: Erşet
MUHTAROĞLU, Sami TÜTÜNCÜ, Kasım KAZANCI, Sadettin Ali, Kemal FETTAH,
Şehit Niyazi Sıddık KASAPOĞLU ve başkaları…
Yaşının küçük olmasına rağmen 1970 yılında Kerkük’te Şehit
edilen Mehmet Remzi Fatih SAATÇİ’nin Kerkük’te düzenlenen protesto
yürüyüşüne katıldı. 1971‘de Irak “Türkmen Talebe Teşkilatı”nın
boykotunda büyük rol oynayarak Musalla Ortaokulun sorumlusu olarak
organizasyonda bulundu. 1975 yılında Şehit Rüştü Reşat MUHTAROĞLU’
nun kurduğu “Irak Türkmen Kurtuluş Hareketi”ne katıldı. Hareketin
“TURGUT” hücresinde çalışmalarını Şehit İzzettin Celil TERZİ, Sabah
Aziz BEKİR ve Erşet MUHTAROĞLU ile birlikte hareketin askeri
kanadında siyasi faaliyetlerini yürüttü.
TUTUKLANMASI:
07.12.1979 yılında Saddam rejiminin
adamları, Şehit Muazzam KASAPOĞLU’nu Süleymaniye’ de tutukladılar.
Devrim ve Baas Partisini eleştiren broşür ve yayınlar dağıtmak, Irak
Türkmen Kurtuluş Ordusu Teşkilatına üye olmak, Devletin ve Baas
Partisi’nin muhtelif kuruluşlarına karşı askeri operasyonlar
düzenlemek ile suçlanan şehidimiz, ABD’lilerin de Irak’lılara
yaptıkları işkence okulu haline gelen Abu Ğrep Cezaevi’nin Özel
Hükümlüler koğuşuna konuldu.
Bir süre sonra Askeri Devrim
Mahkemesi Başkanı Savcı Müslim Hadi EL- CENABİ’ nin başkanlığında
hazırlanan rapora dayanarak Devrim Mahkemesinde yargılanmasını
kararlaştırıldı.
MAHKEME SALONU:
Şehit Muazzam’ın Devrim Mahkemesinin
İddia Makamınca kendisine yöneltilen sunalara karşı bağırarak şöyle
dedi:
“Biz, Türkmenler Siyasi, Sosyal,
kültürel haklarımızı sonuna kadar savunacağız. Bize vaat ettiğiniz
ölümü dört gözle bekliyoruz.”
Bunları dedikten sonra mahkeme
heyetince Şehit Muazzam KASAPOĞLU; 10 yıl ağır hapis cezasına
çaptırıldı.
ŞAHADETİ:
Şehit Muazzam KASAPOĞLU; 10 yıl
aldığı hapis cezasının 8 yılını bitirdikten sonra 1986 Af kararıyla
hapisten çıktı. Hapisten çıkar çıkmaz dava arkadaşları Sabah Aziz ve
Erşet MUHTAROĞLU ile birlikte Irak Yüksek Öğretim ve Öğrenim
Bakanlığına öğrenimlerini tamamlamak için başvuruda bulunduk. Ancak,
Bakanlığın Hukuk Dairesi Müdüründen aldıkları ” Sizler siyasi
tutuklularsınız. Öğrenime dönemezsiniz. Cevabı onları hayal
kırıklığına uğrattı. Bu cevaba sessiz kalmayan Şehit Muazzam
KASAPOĞLU gönderdiği yazılı cevapla “Bizleri hapisten çıkardığınıza
hiçte memnun kalmadık.” Demiş…”
1986 yılından itibaren Saddam’ın emniyet güçleri tarafından
takibat altına alınan Muazzam ve arkadaşları Kerkük’ün Kerame
Emniyet Müdürlüğünde Yarbay Nezhan HALAF tarafından bizzat
gözetleniyordu. Bu durum uzun süre devam etti.
1991 yılında 1. Körfez Savaşında
askerliğe çağırıldı. Ne garip…
“Öğreniminizi tamamlamaya engel
oluyorlar. Ancak askerliğe çağırıyorlar. Kastedilen haklarınızı
kendi istekleri doğrultusunda verip alıyorlar…”
Askerliğe çağırıldıktan sonra
Bağdat’ın Kâzımiyye Beşinci Askerlik Şubesi tarafınca iki kez
tutuklanır. Daha sonra ailesiyle haberleşmesi kesilir. Bu arada Irak
ordusu Kuveyt’ten çekilmeden önce “ Bobyan” Adasına gönderildiği
öğrenilir.
ACI HABER
1990 yılında Kuveyt’i işgal eden,
Irak Ordusu 1991‘de ABD ve Müttefikleri olan 30 ülkenin ortaklaşa
düzenledikleri operasyon sonucu Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmayı
başarmıştı. Ancak, ABD güçleri Saddam’ı yok etmeye başlattığı
Operasyonu yarım bıraktı. Kuveyt’ten Kut’a kadar saldırısını
sürdüren ABD ve Müttefikleri Kut’tan sonra geri adım attı. Dönemin
T.C. Başbakanı Tansu ÇİLLER bile bugüne kadar neden ABD’nin
Bağdat’ta kadar girmediğinin nedenini anlamamıştı… İşte tam o zaman
Şehit Muazzam KASAPOĞLU’ nun ailesine Irak yetkililerince acı haber
verilir: “ Oğlunuz Muazzam Şehit düştü. Gelin cesedini teslim alın”
Şemsettin Küzeci beyefendinin
Profesör Gazanfer Paşayev beyefendiye Fahri Irak Vatandaşlığı ve
Irakşinas Ünvanı takdim töreni ile ilgili resim ve haber metni aynen
aşağıdaki gibidir...
İlk Protokol konuşmasını yapan
Gazanfer Paşayev Kürsüye çıkmadan önce sunucular tarafından Dr.
Abdüllatif Benderoğlu ile birlikte Irak ile Azerbaycan arasında
kültürel ilişkilerin pekiştirilmesindeki tarihi köprü oluşturan kişi
olarak anons edildi. Konuşmasında: “Gazanfer Pşayav; gece’de ilk
olarak sahne alan Azerbaycan’ın halk sanatçısı Balaoğlan Eşrefov’un
okuduğu şarkılar Şemsettin Küzeci’nin amcası Abdulavahit Küzeci’ye
ait olduğunu dile getirerek konuşmasına başladı. Bu şarkılar beni
bir daha gençliğime götürdü. Gençlikten talihimi “Bilmirem haralıyam
toprağım daşım garip” diyen Irak Türkmenleri, bunların sembolü
Kerkük şehridir. Kerküklülerle tanıştığım günden beri benim bir
günün yoktur ki, onlarla hayalen oturup durmaktayım. Bu bir
hakikattir. Ben bunu samimiyetle söylüyorum. Bu sahadaki Irak
Türkmenlerinin büyük adamları beni ruhlandıran, şuurlandıran
telesdiren bazen de mecbur eden adamlar göz önünden gelip geçiyor:
Onlardan Şakir Sabır Zabit, Ata Terzibaşı, Sinan Sait, Benderoğlu ve
birçok başkaları hemişe benimle bir yerde oluplar. Hayalen veya
ismen. Azerbaycan’da beni bu işe sevkeyliyen her şeyden evvel Resul
Rıza olmuştur. Halk şairimiz çok büyük bir şahsiyet ansiklopediye
devrini kuran yaradan onun esasını koyan. Resul Rıza ile benim
birinci Kitabım 1968 yılında “Kerkük Bayatıları kitabım çıkıp. Benim
onlarca makalem çıkmıştır. Hacı Haciyev Radyoda ve Nahit Haciyev
(bugün burada aramızda) televizyonda benim çok
Profesör Gazanfer Paşayev’e Fahri
Irak Vatandaşlığı ve Irakşinas Unvanı çalışmalarımı teşkil
edirdiler. Anca kitabımın Resul Rıza ile çıkmağı bana bir ilham
verdi bana bir kol kanat verdi. Ben işimi devam ettirdim. Ve birçok
kitaplar çıktı. Son Kitap ise Kerkük’ten teze gelmiş, “Ağlan çox
Gülen Hanı” adında Resul Rıza’nın kitabıdır ki, Benderoğlu bu kitabı
çap ettirip. Ben ve Benderoğlu birlikte onu tercüme eylemişiğ ve
giriş makalesini birlikte yazmışığ. Bu da 40 yıllık zahmetin
soncudur ki o vakitten biz kitaplar yazırığ ve çap eyliriği.
Bunların yanında Azerbaycan ile bağlı yeni kitaplar çıkıp yoldadır
yakında elimize yetişir. Bizim görkemli halk yazıcımız Elçin
Efendiyev’in “Mahmut ve Meryem” eseri Kerkük’te çıkmıştır. Bizim
alakalarımız hemişe muhkem olup ve bu devam ediri. Soruşabilirsiz ki
bu niye beledi; Bu mehebbettendir, doğmalıktandır ve yakınlıktandır.
Bu zal buna cevap veririri. Oturanlar kadar ayak üste insanlar
vardır. Bundan büyük mehebbet olur mu?
Gazanfer Paşayev konuşmasını bitirdikten sonra onu
sahnede tuttuk. Onu büyük bir Sürprizimiz vardı. Ankara’da Bakû’ye
geldiğimde Başta Gazanfer Paşayev ve Azerbaycan halkına içimizdeki
Türkmeneli ( Irak Türkmenleri) nin sevgisini “Size Selam Getirmişem”
şiirinden ilham alarak ve dört kıtalı bir şiire dökerek ve
Azerbaycan Sanatçısı İlham Aleskerov’un bestelediği bir makam ile
Gazanfer Paşayev’e armağan atik.
GETİRMİŞEM
Profesör Gazanfer Paşayev’e
Kerkük’ün kalasından
Öz Türkmen balasından
Mor sümbül lalasından
Mehebbet getirmişem
Azerbaycan soyundan
Oğuz, bayat köyünden
Dicle Fırat suyundan
Dad feryad getirmişem
Fuzuli nefesinden
Kerbela havasından
Küzeci’nin sesinden
Min hoyrat getirmişem
Kerkük, Tebriz, Marağa
Xudam salma ırağa
Vatanım Qarabağa
Men evlat getirmişem
Söz: Şemsettin KÜZECİ
Eveet... sevgili okuyucularım;
sizlere Türkmeneli edebiyatının, Kerkük'ün önemli isimlerinden bir
aydınımızı ve kitaplarını tanıtmaya, anlatmaya çalıştım. Sizlerde bu
değerli edebiyat adamının kitaplarını temin edip, okumak
istiyorsanız işte iletişim adresi:
Şemsettin KÜZECİ P.K. 285 Yenişehir
Ankara-Türkiye
Telefax: 312.334 90 84
www.kerkukgazetesi.com
YAZARIN DİĞER ÇALIŞMALARI
"ERTELENMİŞ DÜŞLER"in Şairi ŞEVKİ DİNÇAL / Emine SEVİNÇ
ÖKSÜZOĞLU
"Düşünce Okyanusu Mevlana" Celal Oymak-Nevin Balta / Emine
SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
"Düşler Köpüğünde" ve "Sevil Mısırlıoğlu" / Emine SEVİNÇ
ÖKSÜZOĞLU
"Gönlümden Gönlüne” - Dursun Yeşil / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
“Türk Dünyasından Bir Usta Kalem” - Prof. Dr. Elçin İskenderzade
/ Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
“Sırça Yürekte”te Bir “Yalgın” Şair - Münevver Düver / Emine
SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
Türk Edebiyatında Bir Usta Çınar-İsa Kayacan / Emine SEVİNÇ
ÖKSÜZOĞLU
"Sevdan Yüreğimde Saklı" - Hüseyin Güler / Emine SEVİNÇ
ÖKSÜZOĞLU
"Daracık Düşler" Mehmet Turan Yarar / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
“Yüreğim Sende Kalmış” ancak “Sensiz de Yaşanırmış” - İsmet Bora
Binatlı / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU /
“Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” Abdullah Satoğlu / Emine
SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
KİTAPLARIN DÜNYASINDAN MERHABA / Emine Sevinç Öksüzoğlu
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- KADIN
-
- Gözlerin kömür karası silinmez gözlerimden izi
- Dudakların bal damlası gitmez dudaklarımdan lekesi
- Ellerin taşır yankılanan gecede çaresizliğin izlerini
- Ödünç gülüşler gül açar masum yanağında yazık ki
-
- Gece aşk kokar eyy kadın çöl ateşi gezinir bedeninde
- Titrek mum alevidir çıplak vücudunun gölgesi
- Suçlu gülümsemeler köle olur kiralık aşklarda
- Ve saçların aşk doğurur rüzgâr kokunu savurdukça
-
- Kadınca duygular buz tutmuştur en karanlığında gecenin
- Sevgisizliğe kanıyorken yüreğin çölleşiyor ümitlerin
- Çıkmaz yüreğimden kelebek yalnızlığındaki bakışların
- Kısır düşüncelerde iz bırakmıştır katran karası çarşafın
-
- Aç koynunu ve tüm acılarını dök geceye eyy kadın
- Ay ışığında aksesuardır kısacık eteğin ucuz içkin
- Süzüldün alemlere efkar sarmış gözlerde filizlendin
- Hüzne boyadın hayallerini gecelere düştün kadın
-
- Sokak lambaları aydınlatır bir yosmanın ayak izini
- Pavyon kaldırımlarında acılar güldürüyor yüzünü
- Asılı kalmış sevdalar selamlarken gökyüzünü
- Hıçkırığın örtsün gecenin dile gelmiş melodisini
-
- Yediveren çiçekleri açsın göğsünün orta yerinde
- Tanımadığın adamlar var her gece çıplak koynunda
- Tamamlanmayan eksikliktin erkeklerin bakışında
- Değilmi ki ağzında küfür bir fahişe tadında
-
- Düzensiz kurulmuş hayatta nihayetinde bir anasın
- Resmini çizersin üşüyen yüreğine çocuğunun
- Serzenişlerde hayallerin kahrı ağır gelir yaşamın
- Gecelerin arasında kaybolur çorak gözyaşların
-
- Bu gece kalemim sana köle oldu eyy kadın
- Çalınmış aşklarda ıslandı yazdığım satırlar
- Can havliyle görülen düştün sütliman rüyalarda
- Yüreğinden tutulmuş sevdaydın mısralarımda
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
LEYL-İ GECELERDE
YUSUF
Ey Yusuf
Onbir yıldızı güneşi ve ayı perde ettin gözlerine
Geceler seyre daldı ay ışığında gezinen rüyanı
Yorum babandan geldi umut gülümserken yüzüne
Ve yüzün güneşlendi babanın sözlerinde
Ey oğul
“Şeytan insan için apacık bir düşmandır” bilesin
Bilesin ki İbrahim ve İshak gibi Tanrı seni seçecek
Gün şavkını vururken herkes secdeye gelecek
Onlar ki üşümediler seni derin kuyuya atarken
Onlar ki düşünmediler geçmişini yok edip geleceğini
çalarken
Ölüm gözlerinde kaybolmuş yanık kokulu zaman külüydü
Gömleğindeki kan yalan babandaki sabır sevginin gücüydü
Ey Yusuf
Kardeşlerin seni mahkûm etti sancılı bekleyişlere
Birkaç dirhemlik maldan öte değildin artık
Esir düştün köle oldun satıldın Mısır pazarlarında
Gözlerinin feri düştü hükümsüz akan Nil suyuna
Bir kadının sözlerinde leyl-i gecelerde düştün
zindanlara
Rüyalar perde oldu göz kıyılarındaki gelecek yaşamına
Nice kadınlar bir bıçaklık yaşam sundu güzelliğin
karşısında
Ve büyülendi Züleyha rüzgâr giyinmiş zamanlarda
Ey Züleyha
Kalbinin acılarını akıtma ruhunun ırmağına
Vahayı terk et değmesin saçların ağustos sıcağına
Terlemesin gözlerime değen nur kokulu avuçların
Kelamın hükümsüz kalmasın sözcükler arasında
Yakup karanlığında dem aldı sevgilerin en güzeli
Mısır’ın ruhu döküldü şaha vuran Nil sularına
Çığlıksız ter döktü bedenler Yusuf’un huzurunda
Diz çöktü kardeşler arsız bakışların gölgesinde
Gözleri ağardı Yakup’un vahanın siluetinde
“Ah Yusuf’a olan tasam” dedi gök kubbenin altında
Yusuf’un kokusu sarmıştı Mısır’ın dört yanını
Ve Yakup gömleğinde bulmuştu gözlerinin ferini
Ey Yusuf
Leyl-i gecelerde hüküm sürdü Züleyha’nın sevdası
Sözlerinden önce yüzün gül açtı karanlık yüreklerde
Gelecek zamanlara yazıldı sözlerin alacası
Leyl-i gecelerde Yusuf Züleyha’ya sevdalandı
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÜŞÜMÜŞ KAR TANELERİ GÖNDERİYORUM
SANA
-
- Üşümüş kar taneleri gönderiyorum sana
- Ağarmış saçlarımdaki dökülen umutlarımı
- Kapına bıraktığım yarım yamalı sevdalarımı
- Ve bir de
- Sandıkta sakladığım düşlerimi
-
- Üşümüş kar taneleri gönderiyorum sana
- Yaşanılmış sevdaların aklığını
- Avucumda sıkı sıkıya tuttuğum
- Ve bir de
- dirhem dirhem satın aldığım hayallerimi
-
- Üşümüş kar taneleri gönderiyorum sana
- Buza dönmüş ayaz bir Mart akşamı
- Ve bir de
- Yüreğimi gönderiyorum sana
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
2009 YILI KÜLTÜR SANAT VE BAŞARI ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULACAK
Türk
Edebiyat dünyasında önemli yer tutan, Türk Edebiyat’ına ve Türk
Şiirine hizmet vermiş usta kalemlerin onurlandırıldığı,“Emine Sevinç
Öksüzoğlu Kültür Sanat ve Başarı Ödülleri” Edebiyat Araştırmacısı
Şair Yazar Emine Sevinç Öksüzoğlu hanımefendi ve Şair Yazar GASAT
Ödül Kurulu Başkan Yardımcısı İsmet Bora Binatlı beyefendinin
katılımı ile, Azerbaycan Bakü'de düzenlenecek büyük bir törenle
sahiplerini bulacak.
Bu yıl
yedincisi verilecek olan bu ödüller, gerçek anlamda edebi kariyeri
olan ve Türk Edebiyat dünyasına ciddi anlamda hizmet vermiş olan
kişilere takdim edilmektedir.
GASAT
“2009
yılı Emine Sevinç Öksüzoğlu Kültür Sanat ve Başarı Ödülleri” nin
sahipleri ve ödül alacağı dallar, ödül kurulu tarafından şöyle
tespit edilmiştir:
“Emine
Sevinç Öksüzoğlu Türk Edebiyatı Onur Ödülü” İstiklal Şairi Sn.
Bahtiyar Vahabzade beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
“Gaziantep Altın Fıstık Türk Edebiyatı Üstün Hizmet Madalyası” Ve
Gaziantep Özel el işi Nakkaşe “Uluslararası VECTOR İlim ve Edebiyat
Eserleri Araştırma İnceleme Merkezi olarak değerli katkı ve
çalışmalarından,Azerbaycan Türk Dünyası Edebiyatına yapmış olduğu
üstün hizmetlerden dolayı; Prof. Dr. Sn. Elçin İsgenderzade
beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
“Emine
Sevinç Öksüzoğlu Türk Edebiyatı Şeref Beratı” Beynelhalk sanat
dergisi olarak Bakü’de yayımlanan BAYATI dergisindeki değerli
hizmetlerinden ve İlmi çalışmalarından dolayı;Prof. Dr. Sn. Elçin
İsgenderzade beyefendiye takdim edilecektir. (Azerbaycan)
“Emine
Sevinç Öksüzoğlu Türk Dünyası Edebiyat Şeref Ödülü” Yaşamının büyük
bölümünü Azerbaycan Türk Dünyası Edebiyatına adayarak, sayısız
çalışmalara ve kitaplara imza atmıştır. Azerbaycan Türk Dünyası
Edebiyatındaki üstün hizmet ve değerli çalışmalarından dolayı;
Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Sn. Anar Rızayev beyefendiye
takdim edilecektir. (Azerbaycan)
“Emine
Sevinç Öksüzoğlu Türk Dünyası Edebiyatı Üstün Hizmet Ödülü”
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BENİM İÇİN DE AĞLA
“Benim İçin de Ağla” isimli şiir
kitabı İsmet Bora Binatlı beyefendinin, Ankara Ürün Yayınları
arasında günyüzü görerek okuyucuları ile buluştuğu yeni kitabının
adıdır. Kitabın adı her ne kadar “Benim İçin de Ağla” ise,
okuyuculuların yüzünü güldüren, son derece başarılı bir kitap olarak
elimizde.
Bir hüzün bulutudur yalnızlık denen
illet
Şeytan tasallutundan ruhum bizar bu
gece
Eyyub’un duasını bana bir daha
dinlet
Bu gurbet odaları bana mezar bu gece
İsmet Bora Binatlı; ufku son derece
geniş olan ve özgün temler üzerine şiirlerini kaleme alan,
şiirlerini adeta bir mihenk taşı gibi sağlam cümleler üzerine kuran
değerli bir şairdir. Şiirlerinde hiçbir zorlama sözcüğe yer
vermeden, okuyucuları ile güçlü bir bağ kuran Binatlı, şiir dilini
iyi biliyor. Şiirlerindeki mistik boyut ve duyguyu, son derece
kuvvetle okuyucularına sezdiriyor. Bu da şairin şiirdeki ustalığını
apaçık ortaya koyuyor.
Sayfa:23
Bayıra tırmanan kağnı misali
Gıcırtı başladı inceden ince
Kaç şekle giriyor dünyanın hali
Kaç kağnı geçiyor vakti gelince
Binatlı; şiirlerinde ahengi sağlamak
için bildiğimiz geleneksel unsurlardan vazgeçmemiş. Şiirlerinde
genel olarak yalın bir üslup göze çarpmakta ve bu bakımdan
şiirlerinde dil sapmaları görülmemektedir. Türkçeyi çok güzel
kullanmakta ve dilbilgisi kurallarına uyma konusunda hassasiyet
duymaktadır. Konuşma dili unsurlarına fazla yer vermemekte; daha çok
gelişmiş yazı diline yaslanmayı tercih etmektedir. O kendine özgü
bir şiir yolu oluşturmuş ve yolda emin adımlarla ilerlemekte.
Sayfa 40:
Saçının her teline bir günah
ekliyorum
Bunca yükü çekmeğe gücün var mı
bilemem
Suya hasret çöl gibi dönmeni
bekliyorum
Kalbi kırılan benim, sen gelmezsen
ben gelmem.
İsmet Bora Binatlı; “Benim İçin de
Ağla” isimli şiir kitabında, manevi değerlerden vazgeçmeden, Türk
millî yapısı karşısında olağanüstü heyecanlanarak ve bu heyecanını
hamasî bir yaklaşımla, büyük bir yiğitlik, kahramanlık, özgüven
duygusuyla yansıtmış şiirlerine. Şiirlerinde yeri gelmiş genç bir
delikanlı olmuş aşkı yaşamış, yeri gelmiş “Uyan Ey Müslüman” diyerek
öğütler vermiş. Bazen Mevlana’ca, bazen de Yunus’ça şiirler sunmuş
okuyucularına.
Sayfa 17:
Bir ayağı Konya’da Hak üzre kavi
basar
Nefsini kor torbaya, darağacına asar
Böyle vasi bir gönül bilinmez ki
nerde var
Odur başların tacı, O Hazreti
Mevlana.
Şiirlerinde nesnel görüntü belirgin
biçimde sunulmuş. Ancak bazı şiirleri var ki; nesnel görüntünün
hemen hemen hiç olmadığı, hayalî bağlamda öznel görüntüler hâkim
olduğu şiirleri cesurca kaleme almış şair. İsmet Bora Binatlı’nın
Türk şiirindeki yazım dili ve üslubunun zenginliği yanı sıra, şiirde
hitabet üslubunu belirgin biçimde hissettiriyor okuyucularına. Çünkü
onun amacı, okuyucu ya da dinleyiciyi duygulandırmak ve
heyecanlandırmaktır. Şair; yukarıda vurguladığım tanımların yanı
sıra, kafiye, redif ve vezin sistemlerinden faydalanarak şiirlerini
ahenkli kılmayı başarmıştır.
Sayfa 53:
Son limana demirler derler aşkın
gemisi
Unutulur her sevgi, öyle diyor
kimisi
Kaldırdım gözlerimi kapatan yoğun
sisi
İçimde yarım kalmış bir sevginin
tadı var.
İSMET BORA BİNATLI KİMDİR?
İsmet Bora Binatlı’yı tanımak için
öncelikle şiirlerini okumak, anlamak ve onun ruhani derinliklerine
inebilmek gerekmektedir. İsmet Bora Binatlı’ya kendini anlatmasını
rica ettik, bakınız bizimle neler paylaştı:
1944 yılının sıcak bir Ağustos
sabahında doğup, babamın gurbette olması sebebiyle 7 ay sonra nüfusa
kaydım yapılmış. Erzurum’un soğuk ve uzun kış gecelerinden birinde
henüz 14 aylıkken ,annem doğum sırasında ölünce öksüz kalmışım. Üvey
annem ve ondan olan 4 kız kardeşim, annemin benimle birlikte geride
bıraktığı 6 çocuk ve o da benim gibi 1 yaşlarında yetim kalmış olan
büyük ağabeyim, onun eşi, çocukları, babamın 90 yaşındaki annesi ile
birlikte 16 kişi aynı evi aynı sofrayı aynı çileyi paylaşarak, kâh
babamın ticari faaliyetlerinin iyi olduğu dönemlerin refahını, kâh
iflas dönemlerinin yoksulluğunu birlikte yaşayarak nasıl bir bütün
olduğumuzun bilincine vardık.
Aynı sofrada aynı tastan birlikte
çorba kaşıklamanın, paylaşımcılıkta etkili bir yanı var mı üzerimde
bilmiyorum, ama ben kendimi bildim bileli maddi imkânlarımı,
sevinçlerimi, sıkıntılarımı ve hatta sırlarımı paylaşmaktan hep zevk
aldım. Bazen iyi mi ettim diye de kendime sormadım değil. Uzun ve
soğuk kış gecelerinde, 2400 rakımda gaz lambası ışığında ve
kalabalık bir ortamda çalıştığım dersler hep kafama girmiş olmalı ki
liseyi bitirinceye kadar daima başarılı bir öğrenci oldum.
6 yaşımdan itibaren karınca
kaderince çalışarak aile bütçesine veya okul masraflarıma katkı
sağladım. Yüksek öğrenimim sırasında da işçilik/memurluk gibi
faaliyetlerle meşgul olurken bir yandan, diğer yandan tahsilime
devam ettim ve yine 4 yılda mezun olmak bahtiyarlığına eriştim.
Çocukluğumda rahmetli babam bütün ev
halkına imamlık yapıp sabah namazını kıldırırken sesim biraz iyi
diye bana müezzinlik yaptırırdı. Arkadaşları ile sohbet ederken bizi
yanından uzaklaştırmaz ve dolaylı şekilde eğitilmemizi sağlardı.
Dürüst olmayı, vatanı, milleti, bayrağı sevmeyi, iman etmeyi, komşu
hakkının kul hakkının ağırlığını ve özellikle de miri malı üzerinde
ne kadar hassas olunması gerektiğini öğretti bize yaşantısından
örnekler sunarak.
15 yıl müfettişlik, 4 yıl müsteşar
yardımcılığı, 5 yıl Holding denetim kurulu üyeliği, 2 yıl başbakan
danışmanlığı ve 14 yıldır sürdürdüğüm bir işveren sendikasının genel
sekreterliği sırasında edindiğim tek servet; yüksek öğrenimlerini
tamamlattırdığım 3 kız evladı oldu ve yüce Rabbimin bana hediye diye
lütfettiği üç erkek torun. Çocuk yaşımda kalem kâğıtla ve basınla
tanıştım. 10 kitap yayımladım iyi ya da kötü. 7 kitap münderecatını
gazetede tefrika ettirdim. Duygusal bir insanım ve okuduğum
kitapların sahife aralarında saç tellerimle gözyaşlarım saklıdır.
İnsanları severim ve her ne kadar bir kısmından kazık yemiş olsam da
bu duygumu kolay değiştiremem. Büyüklerin yanında konuşmak terk-i
edeptir demişlerdi hep sıkılırım konuşacağım zaman. Liseli
yıllarımda kılık kıyafetimden utandığımdan sözlü imtihanlara kalkmak
istemezdim. Hâlâ o sıkıntı yüzünden elim ayağım dolaşır topluluk
karşısında konuşurken.
Okumadan yattığım gece yok gibidir.
Geriye dönüp baktığımda öğrendiklerim kalmış elimde ama ne yazık ki
öğrenemediklerimin yanında zerre miskal bile değilmiş. Sevdalı
yüreğim, sılaya dönüş gününün özlemi, ancak hesapta açık verecek
olma ihtimalinin korkusu arasında çırpınıp durmakta. Bu günüme
şükürdeyim ve şükrün bilincindeyim elhamdülillah.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
GİRİŞİMCİ SANAT, EDEBİYAT VE BİLM ADAMLARI
TOPLULUĞU GASAT ALMANYA BAŞKANLIĞI TOPLANTISI YAPILDI
12-16 Ağustos 2009 Tarihleri
arasında Gasat (Girişimci Sanat, Edebiyat Ve Bilim Adamları
Topluluğu) Almanya Başkanı Sayın Necati Tüysüzoğlu beyefendi
başkanlığında gerçekleştirilen, Gasat Almanya Başkanlığı Toplantısı
Bodrum Gümüşlük’de yapıldı. Toplantı, Gasat’ın Ülke ve İl
Başkanlarının katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Toplantıya iştirak
edenler arasında;
Gasat Genel Başkanı Emine Sevinç Öksüzoğlu
Gasat Ödül Komisyonu Başkanı İsmet Bora Binatlı
Gasat Danışma Kurulu Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız
Gasat Almanya Başkanı Necati Tüysüzoğlu
Gasat Antakya İl Başkanı Sevil Mısırlıoğlu
Gasat Tekirdağ İl Başkanı Hüseyin Güler
Gasat Adana İl Başkanı Münevver Düver
Gasat Onursal Üyesi Faruk Anbarcıoğlu
Gasat Üyesi Serap Yüksel
Gasat Üyesi Sacide Yaylaz
Türkiye Şiir Birincisi Mine Sevinç
Program; toplantıda alınan kararlar,
faaliyet raporlarının sunulması, 2010 yılı içinde yapılması
planlanan programın okunması ve 2010 yılı “Gasat Kültür Sanat,
Edebiyat ve Bilim Ödülleri” nin kimlere verileceği hususundaki
yapılan görüşmelerle devam etti. Bu yıl içinde kutlanması düşünülen,
Gasat’ın 13. Kuruluş Yıldönümü Balosu içinde neler yapılması
gerektiğine ilişkin fikirler sunuldu. Gasat Almanya Başkanlığı
toplantısında, Gasat Genel Merkezin takdim ettiği Başkanlık
madalyaları verilirken, tüm katılımcılara Türk Edebiyatına ve Türk
şiirine yapmış oldukları üstün hizmet ve Gasat’daki değerli
çalışmalarından dolayı “Teşekkür Belgesi” takdim edilmiştir.
16195512 Üye No ile GASAT Onursal Üyesi olarak atanmasına oy birliği
ile karar verilen Sayın Faruk Anbarcıoğlu beyefendiye ise; Gasat
Onursal Üye Madalyası takdim edilmiştir. Bunun yanı sıra;
“Türk Edebiyatı Üstün Hizmet Ödülü”ne Necati Tüysüzoğlu
beyefendi layık görülürken, Sevil Mısırlıoğlu hanımefendi “Usta
Kalem Başarı Ödülü” ne, Hüseyin Güler beyefendi ise, “Türk
Edebiyatına Katkı Ödülü” ne layık görülmüşlerdir.
Gasat Almanya Başkanı Sayın Necati
Tüysüzoğlu beyefendinin hazırlamış olduğu “Avrupa’dan Dünyaya Türk
Şiirleri Antolojisi” nde Edebiyatçı üst kurulda yer alan, Emine
Sevinç Öksüzoğlu, İsmet Bora Binatlı, Mehmet Nuri Parmaksız ve Sevil
Mısırlıoğlu’na “Avrupa Antoloji Yayınları” nın hazırlamış olduğu
“Sertifika” Necati Tüysüzoğlu beyefendi tarafından takdim
edilmiştir.
Programın ilerleyen saatlerinde
Antakya il Başkanı Sayın Sevil Mısırlıoğlu’nun Antakya’dan getirerek
konuklara ikram ettiği yöresel kabak tatlısı ile ağzılar
tatlanırken, Gasat Ödül Komisyonu Başkanı, Türk şiirinin parlayan
yıldızı Sayın Mehmet Nuri Parmaksız beyefendi başkanlığında
yönetilen şiir dinletisi ile kulaklara ve ruha hitap edildi.
Gasat Almanya başkanlığının
düzenlemiş olduğu toplantı içinde, “Sanatçılar Sokağı” nda açılan
resim sergisi gezilerek, ressam Murat Külcüoğlu beyefendi ile resim
üzerine sohbet edildi, fotoğraflar çekildi. Elbette ki deniz
unutulmadı. Konuklarımıza ikram edilen yöresel yemekler ve tadların
yanı sıra, tatil yapma olanağı da sağlayan Gasat Almanya Başkanı
Sayın Necati Tüysüzoğlu beyefendiye teşekkürlerimizi sunuyoruz.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|