DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

 
İÇİNDEKİLER
TAKDİM
Salim SAVCI
ÇORUMLU 2000'E NİCE YILLAR
KENDİ ANLATIMIYLA ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUĞU
O BENİM AĞACIMDI! (Mustafa Kemal ATATÜRK)       
ATATÜRK ADI NELERİ ANIMSATIR
ATATÜRK ULUSUM BENİ UNUTMASIN DİYOR!
ATATÜRK'Ü NİÇİN UNUTMAYALIM!
ATATÜRK ANIT MEZAR İSTEDİ Mİ?
ATATÜRK'ÜN AĞAÇ SEVGİSİ
2000 YILININ İLK YAZISI
OSMANCIKLI JAN. UZM. ÇVŞ. MUZAFFER KARACA’YI UNUTMAMAK İÇİN
CANDAN DOST Mahmut Selim GÜRSEL
PROF. BAHRİ SAVCI'YI ANIMSAMAK İÇİN BEYAZ TENLİSİ
PROF. BAHRİ SAVCI'YI ANIMSAMAK İÇİN AĞLAMAK YOK.
Prof. BAHRİ SAVCI HAYATA GÖZLERİNİ 7 YIL ÖNCE KAPANDI
Prof. Bahri SAVCI'YI UNUTMAMAK İÇİN
PROF. BAHRİ SAVCI'YI ANIMSATMAK İÇİN USLÜBUMDUR.
HİTİT ÜNİVERSİTESİ DİĞERLERİNDEN GERİ KALMASIN
BALTACI MEHMET PAŞA VE TARİH
KARAMANOĞLU MEHMET BEYİ NİÇİN ARIYORUZ?
MEHMETÇİK
GELİŞEN ÇORUM'DAN İZLENİMLER
MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI A’DAN Z’YE YENİLENMELİDİR
EĞİTİMDE EĞİTİM
BÖYLE ÖĞRETİM OLMAZ
ÖĞRETMENLİK İŞTE BUDUR “ÖĞRENCİSİNİ TANIMAK İSTEYENLERE”
ÖĞRETMEN OLDUK EĞİTİMİ UNUTTUK
GELECEĞİMİZ ÖĞRETMENLERİN ELİNDEDİR
ÖĞRETMEN SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE
MESLEK OKULLARINDAN AKTARMALAR
AMAN DİKKAT!
DÜNYANIN YEDİNCİ DİLİ TÜRKÇE
YASALAR BAKANLARI DA BAĞLAR
TEMİZ TÜRKÇE
HARFLERİMİZİN DOĞRU OKUNMASINI İSTEMEYE EVET
ANADİLİMİZ TÜRKÇE ÜZERİNE
ANADİLİMİZ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER AĞIRLIKLI YABANCI DİL-TÜRKÇE ÖĞRETİM
ANADOLU LİSELERİMİZ
SEVİMSİZ SÖZCÜKLERİ KULLANANLAR
AMAN BOYUNDURUĞA DÜŞMEYELİM
LÜTFEN BU YAZIYI OKUYUVERİNİZ!
YANLIŞ SÖZCÜK KULLANAN SUNUCU VARMIŞ
ÇANTASIZ EĞİTİM
İŞYERİ LEVHALARI
ANADİLDE YOZLAŞMA BÖYLE BAŞLAR
ANLAYAN VAR İSE BERİ GELSİN!
BİZDEKİ SATIRBAŞI İLKESİNİ KİM YOK EDİYOR?
KESME İŞARETİ NEREDE KULLANILMAZ?
TÜRKÇEMİZ ELDEN GİDİYOR MU?
YABANCILAR YERİNE TÜRKÇE SÖZLÜKLER KULLANALIM
YABANCI SÖZCÜK HAYRANLARINA
PES DOĞRUSU
BEN TÜRKÇE KURS İSTİYORUM!
ANADİLİMİZ TÜRKÇENİN ÖNEMİNİ BİLMEYENLERE
PES DOĞRUSU *
TÜRKÇEMİZE SAHİP ÇIKALIM
ŞU SIFATI; NASIL ŞO OLUYOR?
TÜRKÇEMİZDE KA HARFİ VAR MI?
K-H HARFLERİMİZİ DOĞRU OKUYALIM
BAZI SÖZCÜKLERİ HİÇ SÖYLENMEMELİDİR
TÜRK DİLİ ÜÇ YAZIM KILAVUZUNU TAŞIYAMAZ
NO SÖZCÜĞÜ
OKUL ÖNCESİ EĞİTİM
KİŞİLİK SAHİBİ ÇOCUK
ÇOCUK KALBİ
YAYIM VE YAYIN SÖZCÜKLERİ ÜZERİNE
HANGİSİ DOĞRU?
BİR ANNENİN ÖĞÜTLERİ
BU SATIRLARI GELEN MEKTUPTAN AKTARIYORUM:
SEVGİ SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE
ANLAMLI SÖZLER
İŞTE O KADAR
DEPREM SİGORTASI ÇÖZÜM DEĞİL
TEK DAMAR OLMAK ÜZERİNE
ÇOCUK KALBİ KİTABINI KİMLER OKUMALI
TRAFİK İŞARETLERE DİKKAT EDİNİZ!
TÜRKÇE HER ZAMAN ÖNE GEÇMELİDİR
GEL DE YAZMA BAKALIM
OSMANCIK-97 PİRİNCİNİN ÜRETİMİ VE SATIŞI ARTIRILMALI
BİZİM ÜLKEDE MASALA NASIL BAŞLANIR?
BU KEZ BU ATILIM BAŞARILI OLMALIDIR
GÜNDE NE KADAR OKSİJEN HARCIYORUZ?
SON GÜNLERİN SÖZCÜKLERİ FİYAT-EDER-AKÇE
KAĞIDIN İNSAN USUNA (AKLINA) GETİRDİKLERİ
KADINLAR GÜNÜ
BAĞIŞLADIM GİTTİ
MUSTAFA NECATİ NİÇİN UNUTULMUYOR?
AĞAÇ DA AĞAÇ
LİSE MEZUNLARINA MÜJDE
BARIŞ DA BARIŞ!
EYALET SİSTEMİNE Mİ GEÇİYORUZ?
ANLAYANLARA
ADRESLERDE POSTA KOTU YAZILMALIDIR
YAKIN VAR. BİR DE YAKIN VAR!
HATADAN DÖNMEK BİLE SAYGINLIK TOPLAR
KİTAPLARIN SATIŞINI SAĞLAYAN NEDENLER
YETİŞKİNLERE DÜŞEN GÖREV
VATANDAŞLIK NUMARASI ÇOK ŞEYİ ÇÖZÜMLER
BESİNLER AÇIKTA SATILMAMALI
SAYILAR ÜZERİNE ANLAMLI BİR SÖYLEŞİ
HER ZAMAN YASA ÖNE GELİR
AĞAÇLAR KONUŞABİLSEYDİ
OKUMANIN BİLİNÇLİ EYLEM OLMASINI KABUL EDENLERE
ÇOK İYİ OLUR
ÇALIŞKAN İNSANA İHTİYACIMIZ VAR
NE ZAMAN?
BU PARA KİMİN?
AKIL İNSANA NİÇİN VERİLMİŞTİR
HAYATIN TADI NEDİR?
SEVGİLER KARŞILIKLIDIR
SEVEBİLMEK
ANLAŞILMAYAN SÖZCÜKLER
KUMPANYA SÖZCÜĞÜNÜ İLMEYENLERE
ÇAMPINAR GAZETESİ İLGİ BEKLİYOR
ÜSTÜN ÖĞRETMEN
ETANOL İLE ÇALIŞAN OTOMOBİLLERE HAZIRLAN
SOMUN AMA HANGİSİ?
ÜLKEMİZİN ALDIĞI RÜZGÂRLAR
ANA ANNE SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE
KÖY KALKINMAYINCA ÜLKE KALKINMAZ
TEKNE KAZINTISI
SABIR

 

 
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TAKDİM

            Bu sanal kitapta bulunan çalışmalar; arkadaşlarımızla birlikte basılı olarak yayımladığımız 53 sayı “Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve Edebiyat” dergimiz ve 54’üncü sayıdan sonra da sanal olarak yayımladığımız dergi ile “Sarı Çiğdem Şiir Defteri” dergimizde yayımlanmış çalışmalardan derlenmiştir

Tarafımdan arkadaşıma bir ufak armağan olarak hazırladığım bu sanal çalışmamda onların da çalışmalarını derli toplu olarak sizlere sunmak amacı taşımaktadır.

Çalışmalarımın bir sanal kitaplık olarak sizlere ulaşması ve sizlerinde bilgilenmenizi ve ilgileneceğinizi ummaktayım.

Mahmut Selim GÜRSEL

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  • Salim SAVCI

  •  
    1.6.1926 tarihinde Çorum İli Osmancık İlçesi Seciğen (Çampınar) Köyünde doğdum. İlkokulun 1. sınıfını Osmancık Gemici ilkokulu,2 ve 3 sınıfını Seciğen Bölge İlkokulu,4.sınıfını Akmağden İlkokulu 5.sınıfını Sorgun-Akmağdeni-Secigen Bölge okulu 1936-1939 öğretim yılında mezun oldum. Orta okulu 1.sınıfı İzmir Kabataş   Ortaokulu,2 ve 3.sınıfını Balıkesir Gönen Ortaokulundan 1940-1941 de mezun oldum. Liseyi Balıkesir Necati İlköğretmen okulundan 1943-1944 mezun oldum. Artvin İli emrine İlkokul Öğretmeni olarak atandım. Yüksek Balıkesir Neafi Eğitim Enstitüsü  Fizik-Kimya bölümünü 1945-47 mezunuyum. 
    Merzifon erkek Orta Sanat Okulu ve Erkek sanat Enstitüsü fizik-kimya öğretmenliği ile 1947-1953 yılları arasında Müdür Yardımcılığında,1953-1855 yılları arasında, Muş Muhtelif Gayeli Ortaokul Müdürlüğü,1956 yılında Askerlik,Merzifon Astsubay Hazırlık Okulu fizik öğretmenliği,1956-1943 Ankara birinci Erkek Sanat Enstitüsü Müdür Yardımcılığı ve fizik kimya Öğretmenliği yaptım ve buradan emekli oldum. 
    İlkokul döneminde,okumayı düşündüm,bir meslek seçmeyi yönelmedim. Herkes okumanın önemini söylüyordu. Ben o yolda yürümeyi sürdürdüm. 
    Ortaokul elemelerinde derece aldığım için,ilköğretmen okuluna yatılı seçildim. Önce ilkokul,sonra lise öğretmeni oldum. Ama ilkokullarda hiç çalışmadım fizik-kimya öğretmeni olarak 27 yıl çalıştım. 1968 yılında kurduğum “Gül Yayınevi”nin başına geçtim,hala yayıncılık ve dağıtımcılık yapıyorum. 
    Yazdığım “Öğretmenim” kitabı ile öğretmenliğimin ilkelerini yazdım. Milli Eğitim Bakanlığınca öğretmenlere tavsiye edildi. Bence en önemli olay öğretmenliğimdir. 
    Ben öğretmenliği avantaj sağlasın diye yapmadım. Öğretmenliğin hakkını verdim. Çok övgü topladım. Öğretmen olarak her yerde bir değerim oldu. Gençlere öğretmenliği öneririm,ama şu şartla: 
    “Paranın tutsağı olmadan,öğretmenliğin hakkını vermek şartıyla. Çocuğu sevmeyenlere öğretmenliği önermem. Onlar geleceklerini başka yerde arasınlar. Öğrenciyi;veliyi müşteri sayan öğretmen olarak görmek istemem. 
    Mesleğimle bir sağlam bilgim olmuştu. Her okuttuğum dersin yardımcı ders kitabını yazdım. Fizik-Kimya-Fen Bilgisi-Fiziksel Bilimlere Geçiş,Kimyasal Bilimlere Geçiş,Elektrik Bilgisi,Endüstriyel Elektrik alanında 21 kitap yazdım. 
    Öykücülüğe beni iten dostum Prof. Dr. İbrahim Ethem Başaran’dır. “Öğretmenliğe Veda” kitabımdan dolayı öykü dene dedi,denedim. 26 yıl sonra öykülerim Gazi Üniversitesi Kastamonu Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalınca Lisans tezi oldu. 
    Öykülerimi,fıkralarımı,denemelerini,söyleşilerimi hiçbir yarışmaya yollamadım. Onların değeri varsa,görülsün istedim. O da 26 yıl sonra gerçekleşti. Bence ödül budur. Lisans Tezinin özetinde ise : 
    Halk arasından çıktı. Kısa cümle,sade,içtenlik dolu yalın halk dilini kullandı. Çevresindeki olayları;geçmişiyle,günüyle yazdı,geleceğe mesajlar verdi. Atasözlerini,özdeyişleri çok kullandı. Türkçe’yi savundu,savunuyor. Anadilimizin Canına Okuyanlar kitabı incelenmeye değer. 
    Gördüklerimi,dinlediklerimi,yaşıyormuşum gibi yazarım. Öykülerimde,söyleşilerimde olaylarda kişileri konuştururum. Geçmişten, bu günden,gelecekten mesajlar veririm. Daha çok düşündürürüm. Bazen de iğnelerim.
    Yazdıklarım 21 ders,yardımcı ders kitabı ile 24 fıkra,öykü,deneme,söyleşi kitaplarım vardır. Bunları kendi yayınevim olan Gül Yayınevi kanalıyla Ankara’da dağıtımlarını yapmaktayım. 
    1977 tarihinde Çınarcık Gazetesini yayımladım,4 yıl yaşattım,1985-1999 yılları arasında Çampınar gazetesini yayımladım. 06/DAN Salim Savcı ile köşe yazılarım,Çorum Haber Gazetesi,Keşan Önder Gazetesi,Aydın Mücadele Gazetesi,Yalova Haberci Gazetesi,Osmancık Haber Gazetesi,Şebinkarahisar Karahisar Gazetesi ve Çorumlu 2000 Dergisinde yazılarım halen yayınlanmaktadır. 
    46 yaşımdan sonra derlediğim öyküler,denemeler,söyleşiler Lisans Tezinde dile getirildi. Bir gün Çorum’dan öyküler ararsanız bunları;Çorum motifleriyle zevkle okunabilir inancındayım. Öykülere ben kendime değil;Çorum’uma mal ediyorum ve öyle görülmesini diliyorum. Okuyucularıma;sevgiler benden olsun. Sağ olunuz,var olunuz. Yayınevimizin basılmış ve sanal yayınlanmış dergilerinde yazıları bulunmaktadır.
    Yazarımız Salim Savcı 31 Mayıs 2020 tarihinde vefat etmiştir. Yakınlarına Baş sağlığı dilerim.

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     03

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİLGİ

    27 Mayıs 1998 Tarihinde Çorum’da bulunmaya GÜRSEL YAYINEVİ”Nİ açtığımda pek çok kültürel yatırımlar yapabileceğimi düşünmüştüm. Ne yazık ki bu satırları yazdığımda “Evdeki hesap çarşıya uymamıştı” Biraz düşününce bir dergi çalışmasına girdim. 25 Temmuz 1998 tarihi olan dağıtımı ise Ağustos Ayını bulan ilk sayımızı 2000 adet bastırdım. Bizzat kendi elimle dağıtım yaptım. Çorum dışına da PTT ile adreslerine ulaştığım hemşerilerimize gönderdim.
    Hiçbir cevap alamamıştım. Sadece bir mektup ve bir yazı ile beni onura eden  Salim SAVCI’DAN cevap gelmişti. Yukarıda yazdığım satırlar o günü tekrar yaşadığım için olsa gerek.
    Dergimizde ve yazarlarımıza da verdiğim sözü bir nebze olarak basılı olarak birkaç kitap yayımlamaya muvaffak oldum. Benim ve diğer yazar arkadaşlarımızın kitaplarını sanal olarak hazırlayarak okuyucularımıza sundum.
     
      
    ÇORUMLU 2000'E NİCE YILLAR
    14.08.1998 günü postadan cici bir dergi çıktı:
    ÇORUMLU 2000
    KÜLTÜR, TARİH, SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ
    YIL:1         TEMMUZ 1998     SAYI:1
    Sahibi: Mahmut Selim GÜRSEL /Gürsel Yayınevi
    Çorumlu olduğum için, ÇORUMLU adı bana bir mektup gibi geldi. 2000 oluşu da, çağdaşlığı müjdeledi. Gelecek kuşaklara da 2000 yılında ÇORUM’UN nerelerde olduğunu göstereceği için sevinç duydum.
    ÇORUM; sanayide, ticarette bir atılım yaptı, yapıyor. Kültür-Tarih-Sanat-Edebiyat alanında birikimlerini ortaya koymak zorundadır.
    İşte bunun şu anda öncüsü “ÇORUMLU 2000”dir. “ÇORUMLU 2000”i yaşatmamız gerek. İşte bu nasıl olacak?
    1977-1981 yılları arasında (5) yıl ilk kez “ÇINARCIK” Turistik gazetesini çıkardığım, 1984 yılından beri de Çorum ili Osmancık ilçesinin “ÇAMPINAR GAZETESİ”ni <*> yılda bir defa da olsa yayınladığım için, bir yayını yaşatmanın zorluklarını biliyorum.
    Hemşerimiz Mahmut Selim GÜRSEL; Çorumlu 2000’ne sahip çıkmasını diliyoruz.
    Hemşerimiz Mahmut Selim GÜRSEL, amacını yazdı. Çorum’a hizmet vermek istiyor. 1938 yılının “ÇORUMLU DERGİSİ”ni yaşatmak üzere yola çıkmış. İşte bu Çorumluluktur.
    Çorumlu 2000’i yaşamada işyeri sahiplerini ilan için, Çorum’u sevenleri abone için yardıma, bir Çorumlu olarak ben çağırıyorum. El verenlere saygılar, sevgiler.
                  <*> “Çampınar Gazetesi” 1984’den beri yaşatılıyor. Türkiye’nin ikinci, Çorum’un ilk köy gazetesidir.

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     04

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KENDİ ANLATIMIYLA ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUĞU
                Mustafa Kemal Atatürk’ün Çocukluğu kitabını yazmamın bir nedeni vardır. Anlatayım.
                Yıl 2001. işyerim olan yayınevimdeyim. Kapıdan bir kız çocuğu girdi, söz aldı.
                -Bana bir kitap armağan ettiğiniz için ben sizi tanıyorum. Beni anımsamak zorunda değilsiniz. Bir sorum var. Sorabilir miyim? Doğal olarak:
    -Evet. Dedim.
    -Öğretmenim ! Atatürk çocuk oldu mu?
                -Cici kızım. Atatürk’te senin gibi, benim gibi doğdu,büyüdü,okudu ve hepimizi önderi oldu.
                -Çok teşekkür ederim öğretmenim!
                Elinde tuttuğu bir sayfayı bana uzatarak bıraktı gitti. Bana verdiği kağıtta Atatürk’ün çocukluğuna dair bir yazı vardı. Bu bana verilen not sonradan ürününü vermiş ve yukarıda ismi geçen kitabın doğmasına sebep olmuştu.
                O cici kızın getirdiği yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum:
                “Atatürk’e bir toplantıda sormuşlar:
                -Siz çocukken herhalde üstünlükler gösteriyordunuz, Paşam!
                Atatürk, çocukluk arkadaşı Nuri Conker’e dönerek:
                Nuri! Ben çocukken nasıldım?
                Her çocuk gibi koşar, oynar, yaramazlık eder kargaları taşlardın.
                Atatürk; bunun üzerine kendisine soru sorana döner:
                Görüyorsunuz ki ben de her çocuk gibi idim hiçbir üstünlüğüm yoktu. Yalnız; benim bir üstünlüğüm vardı ki o da ”Türk Olarak doğmuş olmamdır!”
    Kaynakça: Atamız Atatürk Cevdet Yalçın 127.sh
     
    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     05

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    O BENİM AĞACIMDI! (Mustafa Kemal ATATÜRK)
             Mustafa Kemal Çankaya’da bir bağ evinde kalmaktadır. Çankaya ile Ulus’taki Meclis Binasına giden yol üstünde, bir tek salkım söğüt ağacı vardı.
             Mustafa kemal; bu salkım söğüdün önünden geçerken çocuklar gibi sevinir. Yanında kim olsa:
             -Bak, bak! İşte bu benim ağacım. Der. Akşam dönüşünde de bu konuşma yenilenir.
             Herkes bu salkım söğüde Mustafa Kemal’in ağacı gözüyle bakar.
             Günlerden bir gün, Mustafa Kemal, arabadaki konuğuna:
             -Bak, bak bu benim…” Der. Ağacın yerinde olmadığını görür gözlerine inanamaz. Şoföre:
             -Hemen dur. Der. Arabadan iner, yoldan geçen işçilere:
             -Buradaki ağaca ne oldu? Diye sorar. İşçiler:
             -Onu kestik Paşam! Derler.
             -Neden? Der. İşçiler:
             -Yolu genişletiyorduk. Mühendis beylerin buyruğuna uyduk. Cevabını verirler.
             Mustafa Kemal arabaya döner. Ellerini yüzüne kapatır, için için ağlar.
    -O benim tek ağacımdı. Diye.
    Nezihe Araz /Bir Zamanlar O Da Çocuktu. Adı Mustafa İnkılap Yayınları 1999

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     06

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ATATÜRK ADI NELER ANIMSATIR?
    Nerede Atatürk’ün adı geçse;bu ülkede yaşayan insanların aklına:
    Mustafa Kemal
    Gazi Mustafa Kemal
    Ulusal Kahraman Asker
    Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kurucusu
    Devrimlerin Yaratıcısı
    Büyük Önder
    Büyük Siyasetçi
    Bilimselliğin, Çağdaşlığı Savunan İnsan
    Uluslar arası Büyük İnsan
    Kendisini Türk Ulusuna Adayan İnsan! Gelir
    Yukarıdaki her söz için ciltler dolusu kitaplar yazıldı. Daha da yayınlanacaktır.
                Buna karşın; Atatürk’ü anlayanlar dün var, Bu gün de vardır, yarın da olabilecektir. Bu bile bir diriliştir, ileriye bakıştır. Dolayısıyla ATATÜRK’Ü sevmek, anlamak demektir.
    BİR İNSAN: Nereden geldiğini,
    Nerede olduğunu,
    Nereye ulaşabileceğini düşünüyorsa, bugünlere Atatürk’ün ve Şehit atalarımızın sayesinde erişile bilindiğini de bilir.
    Vatanına, Ulusuna, Bayrağına sahip çıkar. Birlikte olmaktan kıvanç duyar. İşte bu insan:
    Sen,
    Ben,
    O’dan başkası değildir.

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     07

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ATATÜRK ULUSUM BENİ UNUTMASIN DİYOR
    Prof. Afet İnan’ın: ATATÜRK’TEN HATIRALAR adlı kitabını açalım. İnan, bu anılarda, Atatürk’ün kendisine mezar yapılmak üzere iki yer belirlediğini yazar:
    1-Ulus İstasyon yolu üzerinde eski Büyük Millet Meclisi ile İstasyon arasındaki yuvarlak yeşillik.
    2-Çankaya Köşkü mermer havuzu.
    Birinci yer için ise şunları ekler:
    - “Bu yer iyi ve kalabalık yer. Fakat ben böyle bir isteğini Ulusuma vasiyet edemem” D er. Bu sözün söylendiği gece mezar için bir ilginç öneri yapılır:
    “ATATÜRK Ülkenin sınır boylarından getirilecek bir toprakta yatsın”
    “Bu öneri; Atatürk’ü çok duygulandırmıştı”
    ATATÜRK bir başka söyleşide şunları ekler. “Benim önemsiz (Naçiz) vücudum bir gün kuşkusuz (elbet) toprak olacaktır. Fakat TÜRKİYE CUMHURİYETİ sonsuza değin (ilelebet) yaşayacaktır (payidar olacaktır)”
    “Ulusum beni istediği yere yatırsın. Yeter ki beni unutmasın !”
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     08

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ATATÜRK’Ü NİÇİN UNUTMAYALIM?
    İçtenlikle gönülden seven kişi, sevilmek ister. Çünkü sevgiler karşılıklı olursa yaşar.
    Tek yanlı sevgi ölümlüdür. Zamanla kişiyi unutturur.
    Atatürk; Türk Ulusunu, Türk insanını canı gibi severdi. Ulusunun da sevdiğini biliyordu. Gezilerinde bu sevinci yaşıyordu. Dağılmış bir İmparatorluğundan dipdiri bir Türkiye Cumhuriyeti Devletini Türk Ulusuyla birlikte kurmuştu.
    Kendisi, nasıl olsa bir gün ölecekti, ama Türk Ulusu yaşayacaktı. Türk Ulusunun sürekli olarak yeni gelen bireyleri Atatürk’ü severse, Ulusun onunla yaptığı eserlerini unutmayıp onlara sahip çıkacaktı. Eserlerini gelişerek yaşayacaktı. Dünya ülkeleriyle durmadan ülkeleriyle yarışacaktı, onları geçecekti. Bu sonuca Atatürk içtenlikle inanıyordu. Bu nedenle de o “beni unutmayın” diyordu. Gelecek kuşaklara mesaj yolluyordu.
    Şu dünyada, dostumuzdan çok düşmanımız olduğunu vurguluyor. Bunu da yenmenin yolunun birbirimizi sevmemiz gerektiğine, unutulmamaya bağlıyordu.
    Gerçek şudur: Atatürk unutulmadı. Anılarıyla, devrimleriyle, eserleriyle yaşıyor. Sağda, solda uçlara kaçanların sıkıntıya düştüklerinde Atatürk’ten söz açmaları bunu gösteriyor.
    Anıtkabir’i görenler bir tarih yaşar. Ülkesiyle kenetleşir. Geleceğin daha mutlu günler getireceğine içtenlikle inanır.
    Kendi içinden doğan Atatürk’ün bir parçası olmakla onur duyar.  
     
     
     

     

     

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     09

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ATATÜRK ANITMEZAR İSTEDİ Mİ?
    Bugün; Anıtkabir’i görenler:
    Acaba Atatürk de bir anıt mezar yaptırılmasını ister mi? Diye düşünebilirler. Bunun cevabını biz verelim.
    Atatürk, ne yaptıysa, Türk Ulusu adına yaptı. Her şeyini Türk Ulusuna bıraktı. Kendisi için bir Anıt Mezar yaptırılmasını istemedi. Vasiyetine de böyle bir şey koymadı.
    Şimdi haklı olarak, bunları nereden biliyorsunuz? Diyebilirsiniz. Şimdi lütfen Prof. Afet İnan’ı dinleyelim: “Atatürk,1932 yılının yaz aylarında bir gün; Gazi Çiftliğinde Marmara Köşkünde arkadaşlarıyla bir akşam yemeğine oturmuştu. Sofrada söyleşi tarihe, mumya yapmaya geleneğine kaydı.
    Mustafa Kemal; bu geleneğin tarihte geçirdiği aşamaları benden sordu. Ben anlatmaya başlamıştım. Orada hazır bulunanların da işittiği gibi; Atatürk bana şöyle dedi:
    -Ağlama. Kuşkusuz bir gün bende öleceğim. Beni Çankaya’ya gömer, adımı yaşatırsınız.
    Atatürk; akşamüstü, Çankaya’ya dönerken de şunları ekledi:
    -Beni, Ulusum nereye isterse oraya gömsün. Benim analarımın yaşayacağı yer ise Çankaya olacaktır.
     
     
     
     
     
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     10

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ATATÜRK’ÜN AĞAÇ SEVGİSİ
                Atatürk’ün Ağaç sevdalısı olduğunu:
                Atatürk zamanında yaşayanlar örnekleriyle görmüştür.
                Bugün de tarih olan anılar,yazılı olarak kuşaktan kuşağa aktarılacaktır.
                Biz de burada bize anlatılanları aktaracağız:
                Atatürk Yalova’ya geldiği zaman Termal’de kendisi için yapılan bir evde kalır. Kuş  cenneti olan Termal’i çok sever. Kaplıcasından yararlanır. Termal’i Deniz Yollarının denetimine verir.
                Yine bir gün,Atatürk Termal’dedir. Her şeyden sorumlu olan kişi söz alır:
                - Gazi Paşam ( O zaman Atatürk’e böyle söylenmektedir) Şu çınar ağacı,sizin kaldığınız eve doğru büyüyor. Evinize zarar vermemesi için,bu çınarı kesmeyi düşünüyoruz. der. Aldığı yanıt:
                - Hayır. O çınarı kesmeyeceksiniz. Bu bina küçüktür. Tekerlek üzerinde bu binayı,bu güzel çınar ağacından uzaklaştırın. O çınar ağacı ömür boyu yaşasın. Buyurunca:
                - Buyruğunuza uyacağız Gazi Paşam. Denir.
                1976’larda bu durum bana Termal’de serada çalışan bir dost tarafından anlatılmıştı. Yıllar geçti.
                Cenazeme çiçek göndermeyiniz,bir ağaç dikiniz (Prof. Bahri Savcı) Sözü aklıma geldi. Anlattıklarını yazıverdim
                Ağacı sevenlere,
                Ağaç yetiştirenlere
                Sevgiyle sunuyoruz.
     
     
     
     
     
     
    .

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    11

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    2000 YILININ İLK YAZISI
                Anadilimiz olan Türkçemizi yeni yılın ilk günlerinde konu olarak seçmemin hedefi var, açıklayayım:
                ATATÜRK'ÜN el yazısıyla 2.9.1930'da yaptığı öğütleri:
                " Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”           
                                 GAZİ MUSTAFA KEMAL
     
                Dünyamızın ekonomisini ele geçirenler, kendi dillerinin de reklamını yapıyorlar, bu arada da Türkiye'de temsilcilik verirken kendi adlarının yazılmasını isteyebiliyorlar. Temsilciliği alan yabancı adı yazıyor, bunun Türkçesini yazmayı da akıl bile edemiyor.  Oysa iş-yeri adlarının Türkçe büyük boyutta yazılması gerekir. Temsilcilik ½ oranında yer alabilir. Bunu kim sağlayacak?
                Belediye ve hükümet.
                Çığ gibi artan yabancı sözlüklü işyeri sahiplerine ATATÜRK'ÜN yukarıdaki "önerilerini" bilirler ama, bir kez daha okumalarını rica ediyorum.
     
                Türkçemiz, zengin ve çok güzel fonetiği olan, okuması kolay olan bir dildir. Türkçemize sahip çıkamaz isek, bir gün anlaşmada bir yabancı dili herkesin öğrenmesi gerekir. Bu ise olanaksızdır. Türkçemiz yaşamalıdır, yaşatılmalıdır.
     
                Bir Fizik-Kimya Öğretmeni emeklisi olarak ileri yaşama karşın düşünebiliyorum. Civarımdaki insanlarımızın da böyle düşündüğünü görüyorum. Taban Türkçeye sahip çıkmış, Osmanlıca yaygınlaşmamıştır. Türkçemizin tabanı sağlamdır. Bu ülke insanları; ana dillerine sahip çıkacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
     
    - Boyunduruğa düşmemek elimizdedir.
    - Türkçemizi zenginleştirmek elimizdedir.
    - Ya bu hafifliğe ne demeli?
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     12

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    OSMANCIKLI JANDARMA UZM. ÇVŞ. MUZAFFER KARACA’YI UNUTMAMAK İÇİN ONUN ADININ:
    1. Bir okula,
    2. Bir mahalleye,
    3. Bir caddeye,
    4. Bir sokağa, vermek zorundayız. Yoksa yıllar geçen şehidimiz bal gibi unutulur. Gönlüm buna razı olmadığı için bu öneriyi yapıyorum. İlgililerden bu atılımı sabırsızlıkla bekliyorum.
    Şimdi de şehidimizi, bir kez daha tanıtalım:  Muzaffer Karaca Osmancıklıdır.
    Osmancık’ın Koyunbaba Mahallesine kayıtlıdır. Muzaffer Karaca; hemşerimiz Dursun Karaca ile Menşure Karaca’nın oğludur. Muzaffer Karaca’nın (6) yaşındaki kızı tüm Osmancıklılardan ilgi bekliyor. Eğer Karaca ailesi benden kitap isterse hemen çocuk kitapları göndermeye hazırım. 25 Ağustos’tan sonra Ankara’dan ayrılabilirim.
    Muzaffer Karaca’nın ordudaki görevi:
    1) 10 yıldır görevindedir. Van-Erciş’te görev yapmıştır. Sonra Mardin Kızıltepe’de görevlendirilmiştir. 15 Ağustos’ta ise buradan ayrılarak, Karabük-Safranbolu’ya gelecekti.
    2) Ama görevi başında, 29.7.2007 Pazar günü (bizler tatil yaparken) Mardin-Kızıltepe kırsalında teröristlerle çarpışmaya girdi. Orada şehit düştü.
    3) Şehidimizin cenazesi bayrağımıza sarılı olarak Osmancık’ımıza geldi. Tüm yürekleri yas, gözyaşı bağladı. Osmancık’ta, büyük bir katılım töreni ile toprağa verildi.
    “Şehitler ölmez – Vatan bölünmez in bilincindeyiz ama. Hemşerim Muzaffer Karaca’nın adının yaşatılmasını, bir Osmancıklı tutkunu olarak ilgililerden bekliyorum. Şu ileri yaşımda, bunu görerek ömür tüketmek istiyorum.
    Muzaffer Karaca; torunum sayılır. Onun yeni yerinde nur içinde yatmasını diliyorum. Başımız sağ olsun!
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     13

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    CANDAN DOST Mahmut Selim GÜRSEL
    Candan Dost Mahmut Selim GÜRSEL!   15.01.2001
    Derginizi aldım. Yazılarımın bittiğini öğrendim. Yazılar gönderiyorum.
    Elinizde yazı kalmadığı zaman; fıkralardan seçtiklerinizi yayınlayabilirsiniz.
    ÇORUMLU 2000 Dergimizin değerini anlamak gerek. Bunu görmek gerek. Ama bizlerin çoğu bakarız o kadar!
    Çorum EL YAZMA kitapların Çorum'da kalmaları gerekir. Bu bir kültürdür. Çorum'da kalmalıdır. Konya'ya nakledilmesi bir büyük hata olur.
    Yangın, su tehlikeleri için CD'ye alınabilir. Bunları ısrarla yazınız. Velidedeoğullarını ve daha başkalarını hizmete çağırınız.
    Bir gün gelecek, bizler gideceğiz. Ama ÇORUMLU 2000 yazarlarıyla Basın Tarihinde yerlerini alacaklardır. Hatta Eğitim Fakültesinde okuyanlara, Çorumlu yazarlar; mastır, doktora konusu olarak verilebilirler. Bizler güncel yaşantıya alıştık. Gelecekleri düşünenimiz az çıkıyor.
    Geleceğe ışık tutan GÜRSEL dostuma sağlıklar diliyorum.
    Gözlerinden öpüyorum.

     

     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     14

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    PROF. BAHRİ SAVCI'YI ANIMSAMAK İÇİN BEYAZ TENLİSİ
    Prof. Bahri Savcı, 2 Kasım 1997'de İstanbul'da gözlerini hayata kapadı. İstanbul Küçükyalı Mezarlığına kaldırıldı. Aylar geçiyor, yıllar da geçecektir. Ama bu satırların yazarı O'na ait anıları ara sıra yazacaktır.
    Prof. Bahri Savcı, bilim adamı idi. Anayasaları, özgürlükleri, demokrasileri biliyordu, onları dile getiriyordu. Bildiklerini, inandıklarını çekinmeden yazıyordu. Yazılarında ki kavramları bilenler O'nun yazılarını kaçırmıyordu. Ama sevmeyenler de eksik değildi. Kızanlar bile vardı.
    Bir  dönem  geldi.  Yazılarından dolayı, Ankara'da Dışkapı'da gözaltına alında. Eşi Sudiye Savcı, Prof. Seha Meray'ı, Prof. Bahri Savcı'nın yeğeni Salim Savcı'yı alarak görüşmeye gitti. İlgililerin cevabı  şu idi:  "Baba, anne, eş ve çocukları ile görüşebilirler" dediler. Salim Savcı'nın görüşme dileği olamazla kapatıldı.
    Prof. Seha Meray araya girdi:
    - Albayım sizi anlıyoruz! Şu Salim Savcı, Bahri Savcı'nın öz yeğenidir. Ailede bu yeğenini okutan, velisi olan Bahri Savcı'dır. Bir önerim var. Önce şu Salim Savcı'nın yüz çizgilerine bakınız, gidip Bahri Savcı'yı görünüz. Simada benzerlik bulabilirseniz sizi bekleyeceğiz. Yine de teşekkür ediyoruz. Dedi.
    Albay gitti, hemen döndü, gülüyordu:
     -Bahri Savcı, yeğeninin beyaz tenlisi, bu da onun esmer tenlisidir.
    Buyurun, görüştüreyim dedi. Böylece Görüşme gerçekleşti.
    Prof. Bahri Savcı, yasa adamı idi. Yasalara saygılı olarak yaşadı. 2 Kasım 1997'de hayata gözlerini kapadı. Nur içinde yatsın!
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    15

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    PROF. BAHRİ SAVCI'YI ANIMSAMAK İÇİN AĞLAMAK YOK.
    Prof. Bahri SAVCI, bir toplantı da konuşurken ağladı. TV'ler bu görüntüyü yayınladı.
    Bir söyleşide sordum:
    -Bahri  Ağabey, bir  toplantıda konuşurken ağladınız. Ağlamanızın sebebini öğrenmek istiyorum dedim.
    -Toplantı  çok kalabalıktı. Salonda önler, koridorları öğrenciler doldurmuştu. Çoğu da çantası veya kitap üzerine oturmuştu. Bu ilgi beni çok duygulandırdı, ağlayıverdim. Hemen de kendimi toparladım. Olan oldu.
    -Bahri Ağabey, Savcı'lardan  ikinci  ağlayan da var.
    -O da kim?
    -Kim olacak Salim SAVCI. Ankara Ulus Endüstri Meslek Lisesi, uzun yıllar çalışan emeklilerine bir yemek verdi. Beni de çağırdılar. Sıram geldi, konuşmaya başladım.
    "1940'larda Ulus'ta gezerken, bu binanın önünden geçerdim. Öğretmenleri, ön bahçe de  otururken görürdüm. Ne şanslı öğretmenler derdim. 1956'da o şanslılar arasına katıldım, 1973 de buradan emekli oldum. Şimdi o şanslı öğretmenler sizlersiniz"  dediğim zaman ağlamaya başladım. Kendimi zor toparladım.
    -Öyle  ise Savcı'lara bundan sonra ağlamak yok dedi. <*> Bu söz ailemizde, bir deyim oldu. Prof. Bahri SAVCI'NIN cenazesinde de sık sık söylendi. İnanır mısınız, ağlayan ağlayamıyordu.  Bu da  Bahri  SAVCI'YA olan  saygıydı, sevgiydi,ona olan bağlılıktı.
     
    <*> Bu konuşma Prof. Bahri SAVCI'NIN eşi Sudiye SAVCI yanında olmuştu.  Ağlama  yok deyince, ağlamayı kesen

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     16

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    Prof. BAHRİ SAVCI HAYATA GÖZLERİNİ 7 YIL ÖNCE KAPANDI
                Prof. Bahri Savcı:
                Sındırgı’da doğdu:1914
                İstanbul’da Öldü: 02 Kasım 1997
                Bu başlığı okuyunca,2 Kasım günü anımsayanlar arasında:
                Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi
                Savcı’ların soyu gelir.
                Osmancık- Çampınar Prof. Bahri Savcı İlköğretim okulunda 02 Kasım’da bir anma töreni yapılır.
                Dünyaya gelen; bir yaşam  sürdürür,bir gün de bir nedenle bu dünyadan ayrılıp gider.
                Prof. Bahri Savcı;83 yıl yaşadı. Yaşamın her gününü çevreyle değerlendirirdi. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde Anayasa konusunda önde gelen insanlardan oldu. Şimdi İstanbul’da Küçükyalı’da ağabeyi Avukat Sabri Savcının yanında yatıyor. Prof. Bahri Savcı; kürsüsünün hakkını verdi,1960 Anayasa’sının Meclis dışında, Meclis içinde oluşmasına katkıda bulundu. Bu 1960 Anayasası sürekli olarak anımsanmaktadır.
                Prof. Bahri Savcı’nın ölümünde; hakkında yazı yazanlar:”Hocaların Hocası” diyerek Prof. Bahri Savcı’yı ebedileştirdiler, nur içinde yatsın dilediler.
                Prof. Bahri Savcı, babasının mevcudiyeti dolayısıyla Sındırgı’da doğdu. İlkokulun ilk iki sınıfını Gönen’de okudu. İlkokulu Edremit’te bitirdi. Gönen’e geldi. Sağlığını kazandı, savaş dolayası ile beşinci sınıfı bir kez daha Gönen’de okudu. Oradan mezun oldu.
                Prof. Bahri Savcı, gönen Reşadiye Mahallesi No:21’de yaşadı. Anne soyu itibariyle Gönenlidir. Baba soyu ise Çorum-Osmancık ilçesi Çampınar (Eski adı Seğen) köyünden Mehmet Savcı’nın küçük kardeşidir. baba soyu esas alınırsa, Prof. Bahri Savcı Osmancıklıdır.
                Seciğenli kurtuluş savaşı muhtarı Mehmet Savcı tarafından Prof. Bahri Savcı’nın babası Halil Savcı’da,ağabeyi Mehmet Savcı’yı çok sevdiği için oğlunun adını Mehmet Bahri koymuştur. Ama Mehmet adı nüfus dairesinde kalmış, Bahri adı öne çıkmıştır.
                Prof. Bahri Savcı’nın eşi Sudiye Savcı’dır. İstanbul’da yaşıyor.
                Prof. Bahri Savcı’nın kızı Zeynep Savcı evlidir,İstanbul’dadır.
                Prof. Bahri Savcı’nın oğlu Hasan Ali Savcı İstanbul’dadır.
                Şimdi de Prof. Bahri Savcı hakkında yazılanlar dışında anlatılar alıyorum:
                1.Behi yani bu satırları yazan Salim Savcı’yı okutanlar: Avukat Sabri Savcı,Ormancı Halil Savcı,Anayasa Prof. Bahri Savcı ile Dr. Hasan Hulki kızı Nigar Savcı gelir.
                2. Prof. Bahri Savcı’nın yaşam öyküsünü:
                a) Kim Kimdir? Kitabının 90-92. sayfasında
                b) Benim yazdığım Savcıların Soyu kitabının 48-5 sayfasında
                c) Prof. Bahri Savcı’nın Yaşam Öyküsü /Kendi kaleminden; Prof. Bahri Savcı İlköğretim Okul Kitaplığında Çampınar Prof. Bahri Savcı Kütüphanesinde bulabilirsiniz.
                3- Prof. Bahri Savcı söyleşilerinde daha çok gençleri dinlerdi,onların görüşlerini değerlendirirdi.
                4-Kendisine nasılsınız? Diye soranlara:
                -Yaşlılıktan başka rahatsızlığım yok. Derdi.
                5- Çampınar Prof. Bahri Savcı İlköğretim okulunun açılış törenine katıldı. O zaman ki Vali Mustafa Yıldırım ile kurdeleyi kesti. Sayın Mustafa Yıldırım Prof. Bahri Savcı’nın öğrencisi olduğunu açıkladı.
                6-Çampınar Köyü makinecı Osman Savcı; Prof. Bahri Savcı için:
                a) Prof. Bahri Savcı Kitaplığını kurdu
                b) Prof. Bahri Savcı Ormanı için iki binden fazla ağaç diktirdi.
    7- Prof. Bahri Savcı’nın kendine özgü özdeyişleri:
    “Cenazeme çiçek göndermeyiniz,bir ağaç dikiniz”
    Üstün nitelikleri olar Prof. Bahri Savcı adıyla Çampınarlı gurur duyuyor.
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     17

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    Prof. Bahri SAVCI'YI UNUTMAMAK İÇİN
    Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları. Sayfa 6'da Prof. Cem EROĞUL'UN yaptığı söyleşiden: "Savcı  soyadını  taşıyan erkekler için genelleştiriyorum. Çünkü hepsi uysal tabiatlı. O kadar ki, ben kendi kendimize takılıp, SAVCI erkekleri kılıbıktır diyorum" diye yazılıdır.
    Bu kitabı okuyunca Edremit Ören'de yazlıkta bulunan Prof. Bahri SAVCI ağabeyimi telefonla aradım.
    -Bahri Ağabey, Cem Beyle yaptığınız söyleşide SAVCI erkeklerine kılıbıktır diyorsunuz. Ama sizin evde, yengem Sudiye Hanımın değil, sizin sözleriniz geçen. Öyle ise siz kılıbık değilsiniz.
    -Öyle ise ben neyim?
    -Siz kalbi ılıksınız.
    -Buda gazel bir söz. Dediler, gülüştük.
    Bu konuşmadan sonra kendi aramızda kılıbık sözü KALBİ ILIK'A bıraktı.
    Tüm insanları severdi. Herkese kalbi ılıktı.
    Nur  içerisinde   yatsın.
    Ölüm tarihi;  2 Kasım 1998
     
     
     
     
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

       18

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    PROF. BAHRİ SAVCI'YI ANIMSATMAK İÇİN USLÜBUMDUR.
    Ölümünden yıllar önce Prof. Prof. Bahri SAVCI ile söyleşiyoruz:
    -Bahri Ağabey! Konuşmalarınız çok sade ve güzel. Ne söylediğiniz anlıyorum, zevkle dinliyorum. Ama yazdıklarınızı zevkle okuduğumu söyleyemem. Bazı kısımları anlamada kök söküyorum. Neden, konuştuğunuz gibi yazmıyorsunuz?
    -O benim yazı üslubumdur. Onu değiştirmek istesem bu yaştan sonra değiştiremem. Yalnız sana bir açıklama yapayım. Branşımda konular seçerim. Geçmişimizdeki halife-sultan anlayışından, ondan sonraki tarihsel gelişmelerden yola çıkarım. O zamanı, deyimleriyle yazarım. Parantez içerisinde de açıklama yaparım. O günlere ait köklü bilgisi olmayanları benim yazılarım sıkabilir. Söylediğin bu olsa gerek.
    Özgürlük, demokrasi kavramı gelişerek bu günlere ulaştı. Bu arada Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana olanları da yansıtırım. Yani, yeni sözcükler de kullanırım. Bu bile okuyucuları sıkabilir.  Biraz düşünmek isteyenler pek çok gerçekleri görebilirler.
    Ama yazılarımda bir çizgi vardır.
    -Bu günle nerelerden başlayarak geldik?
    -Bu gün neredeyiz?
    -Yarın nerelere ulaşacağız?
    İşte benim yazıların bilimsel çizgisi budur. Hiçbir zaman duygusallığa düşmem, düşünmeyi severim. Kişiliklere saygı duyarım. Özgürlüğü, demokrasiyi, sevgiyi, bilimselliği, çağdaşlığı savunurum.
    Halen yazılarımı okumada sıkıntın var ise; yazılarıma giren kavramları öğreniver. Üslubuma alışırsın.
    -Deneyeceğim, sonra da size bilgi vereceğim.
    Prof. Bahri SAVCI  haklı çıktı. Şimdi her yazısını zevkle okuyorum.
    Nur   içerisinde yat,ailemizin Bahri Ağabey.

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      19

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    HİTİT ÜNİVERSİTESİ DİĞERLERİNDEN GERİ KALMASIN
                Ülkemizde:
                1- 60 devlet üniversitesi,
                2- 25 vakıf üniversitesi,
                3- 6 KKTC’de üniversite var.
                Şimdi de üniversiteye bağlı bölümleri sayalım:
                Tüm fakülte sayısı: 584
                Yüksek okul sayısı: 242
                Meslek Yüksek Okulu sayısı: 384
                En
    stitü sayısı: 205
                Araştırma merkezi sayısı: 329
                Şimdi de Çorum Hitit Üniversitesi’ni ele alalım:
                Fakülte sayısı: 4
                Yüksek okul sayısı: 1
                Meslek Yüksek Okulu sayısı: 3
                Enstitü sayısı: Bendeki özetle yok
                Araştırma merkezi sayısı: Bendeki özetle yok
                 Her ilçeye meslek yüksek okulları açılması şarttır. Demek ki (3) ilçede bu okul var.
                Ya diğerleri?
                Ümitle bekliyoruz, çünkü Çorum, bir atılım içindedir. Hizmet vereceklere saygılar.
     
     
     
     
     
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      20

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BALTACI MEHMET PAŞA VE TARİH
    Baltacı Mehmet Paşa adı nerede geçer, O’nun nereli olduğunu bilen çok azdır. Ama Baltacı Mehmet Paşa’nın Purut’ta Rus Çariçesi Katarina (esas adı çamaşırcı Marta) ile bir çadırda bir araya gelmeleri, Katerina’nın sayesinde Rus Ordusunun Prut bataklığından kurtardığı bugüne dek söylenip gelmiştir. Oysa gerçek bu değildir. Uydurulan efsane öyküler hep hayal ürünüdür. Tarih konuşturmaya başlanmıştır. Bunu da Tarihçi Sayın Murat Baradakçı ile Gazeteci Sayın Erkan Afyoncu, Hürriyet Tarih Dergisinde açıkça ortaya koymuşlardır.
    Çorum Haber Gazetesi 26-27 Aralık 2002 sayılarında gerçekleri aynen aktarmıştır.
    Baltacı Mehmet Paşa’nın hemşerileri Osmancıklılar, bu gerçeği öğrendiler. Baltacı Mehmet Paşa’ya sahip çıktılar. Heykelini diktiler. Bu yeterli değildir. Baltacı Mehmet Paşa için lehte-aleyhte yazılan tüm yazıları toplamalıdır. CD’lere geçirilmelidir. Osmancık Kalesinin üzerinde bir müze veya kütüphane kurulmalı, Çorumlu, Osmancıklı Baltacı Osman Paşa tüm yönleri ile kamuoyuna, turistlere tanıtılmalıdır. Dahası da var. Baltacı’nın kemikleri Limni Adasından Osmancık’a getirtilmelidir.
    Bu girişime Osmancık Belediyesi Başkanının öncü olacağına inanıyorum. Hele yine sevgili hemşerimiz, Sayın Sakin Karakaş’ın bu çalışmada öne geçeceğini görür gibiyim.
    Baltacı Mehmet Paşa’ya tüm Çorumlu ve Osmancıklıların sahip çıkacağına inanıyorum.
     
     
     
     
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     21

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KARAMANOĞLU MEHMET BEYİ NİÇİN ARIYORUZ?
                Anadilimiz Türkçeyi bir aşk düzeyinde seven yazarlarımız var. Onların adlarını saymayacağım. Çünkü onlar bu eylemi dillerini sevdikleri için yapıyorlar. Bu satırların yazarı da her gün artan bu topluluğun içindedir.
                Türkçemizi o denli kirletenler var ki, ülkemizde bir ikinci Karamanoğlu Mehmet Bey çıkmasını, tüm TV (TEVE doğrusu, TİVİ uyduruğu)’ler, yazılı basının bir bölümü de bekliyor demekten kendimi alamadım. Bağışlanmam dileğiyle!
                Köylerimizdeki şiveler, Ankara’ya, işyerlerine girmişti. Şimdi de harflerimizin okunuşunu bilmeyenler çığ gibi!
                Yeni seçim, bir yeni atılım demektir. Yeni Cumhurbaşkanından, Başbakandan, milletvekillerimizden Türkçemize, SAHİP ÇIKMALARINI diliyorum.
                Niçin? Onu da yazayım:
                -Yeni kuşaklar, sonra bizi acı acı eleştirebilirler!
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     22

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    MEHMETÇİK
    Mehmetçik; sözcüğünü bilmeyen yoktur amma, bir de Türk Dil Kurumu sözlüğünden aktarma yapalım: Mehmetçik öz.a. sevgi duygusu ile Türk askerine verilen ad. Sayfa: 818
    Her erkek Türk vatandaşı, askere çağrıldığı zaman; anasında, babasından, akrabalarından ayrılarak vatani görevine koşarak gider. Birliğine teslim olur. Eğitimini alır, o artık çakı gibi askerdir. Her vatandaş onu Mehmetçik diye kalbine basar. Ona ait ninniler, türküler söyler. Mehmetçiğini, göğsünü kabartarak sevgiler içerisinde yaşatın.
    Mehmetçik, sınır boylarında, iç güvenlik isteyen yerlerde görev alır. Sorumluluğunu bilir. Bir çatışmada gözünü kırpmadan görevini yapar. O görev sırasında ölürse o şehitlik mertebesine ulaşır. Onu seven tüm insanların kalbi cayır cayır yanar. O Mehmetçiği, bayrağa sarılı olarak, son yolculuğuna çıkarır. Tüm gözler yaşlıdır. Ağlayanlar çoktur. Buna karşın her Türk:
    Vatan bölünmez, şehitler unutulmaz! Der. Sonra da onu toprağa verir.
    Eğer bugün yaşıyorsak, bu yaşamayı tüm şehitlerimize borçluyuz. Şehitlerimizin nur içerisinde yatmalarını Allah’tan diliyoruz.
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     23

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    GELİŞEN ÇORUM'DAN İZLENİMLER
                Elinizdeki ÇORUMLU 2000 DERGİSİ sahibi değerli hemşerim Sayın Mahmut Selim GÜRSEL'İN önerisine uydum. Yazar Sayın Selahattin AYDEMİRİ de yanımıza alarak, dostumuzun arabasında yerimizi aldık. Gelişen Çorum'u görmek üzere yola koyulduk. Şimdi sıra ile gördüğüm yerleri yazacağım:
    1-Çorum parkları (Piri baba ve Büyük Park )
                2-Devlet hastanesi ve tesislerini gördük,
                3-Çimento Fabrikası ve tesisleri önünden geçtik,
                4-Sarı Bayır'a çıktık. Oradan Çorum'un genel görünümünü izledik.
                5-Sarı Bayır'dan Çomar Barajına geçtik. Asfaltlanan baraj çevre yolunu gördük. Barajın suları sakin idi. Bu arada baraj çevresinde oturma yerlerinin azlığını söylemeden geçemiyeceğim. Yerlerde oturanlar bu tespitimi doğruluyordu.
                6- Binevler'e doğru yol aldık. Cici cici villalar gördüm
                7-Özel Lise önünden geçtik,
                8-Buhara evleri görmeye değerdi. Geniş caddeler, ferah aralıkla,5-6-7 katlı binalar ve bahçeleri.
                9- Buhara Evler deki; Özel Hastanenin 24 saat hizmet vermesi bir Çorumlu olarak göğsümü kabarttı.
                10- Bu arada Çorum'daki pazarların adı geçti, aktarıyorum:
                a)Pazartesi Pazarı
                b)Çarşamba Pazarı
                c)Yeni Kent  (Cuma Pazarı)
                d) Cumartesi Pazarı
                e)Araba Pazarı
                11- Yolumuz Yeni Kente ulaştı. Sonradan adı Mimar Sinan Mahallesi olan mahallenin üst tarafında bulunan Sanayi girişinden Çorum'u gördük. Çorum'un çok gelişmişliği ben dile getirdim.
                12- Hıdırlık Parkı (Sit alanı)nı da yeni haliyle görmüş oldum. Parkın altında tarihi kalıntılar olduğunu ta çocukluğumda duymuştum.
                Ne mutlu, Çorumluyum diyebilenlere!
                Çorum'a ait gördüklerimi yazdım. Çorum'a, Çorumluya hizmet verenlere saygım daha da arttı. Şimdi bu izlenimlerimi Ankara'da işyerimde Çorum'u sevenlere anlatacağım.
                Çorum; göz dolduracak denli büyümeye ulaşmış. Çorum'a hizmet verenlerin tümüne sevgiler yolluyorum. Bundan sonra da hizmet vereceklere şimdiden teşekkürlerimi sunuyorum.
                Çorum için ileri geri şeyler söyleyenler olur. Varsın söylesinler. Bunun örnekleri başımdan geçti. Hiç mi hiç alınmadım. Bakınız onlara ne söyledim?
                Dostum, Çorumlu için burada söylediklerini her yerde söyle. Siz Çorumluyu iğnelerken Çorum'u yüceltiyorsunuz. Benim size teşekkürüm olur. Dediğimde; bunu söyleyen kişinin sapsarı kesilen yüzünü görmenizi isterdim!
    Tüm Çorumluların Bayramını kutlarım
                Değerli hemşerim Sayın Mahmut Selim GÜRSEL Bey. Bu yazı, derginiz için yazılmıştır. Size çok şey borçluyum. Sağlıklar dilerim. Salim SAVCI

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     24

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI A’DAN Z’YE YENİLENMELİDİR
                Millî eğitim Bakanlığından söz açılınca,hemen anımsanan bir şey vardı. O da MİLLÎ sözcüğüdür.
                MİLLÎ sözcüğünde son (İ) şapkalıdır,( Î) dir. Eğer MİLLİ yazacak olursak, milli toprak anlamına gelir. Bu gerçeği bilenler (İ) ye (Î) diye şapka koyarak yazarlar.
                Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde MİLLÎ sözcüğü yerine Milli sözcüğünün kullanıldığını görebilirsiniz. Hayret demek gerekir.
                Millî sözcüğü iki Bakanlığımızın adında da vardır.
                Millî Savunma Bakanlığı: Bu Bakanlığımız kuruluşundan beri siyasi görüşlerin etkisinde kalmamıştır. MİLLÎ adını çok güzel kullanmış, yaşatmıştır, yaşatıyor da.
                Millî Savunma Bakanlığı; okullarına öğrencilerini kendi seçer, okutur, yetiştirir, künyesini alır. Başarısına göre rütbeler verir. Kurmayları belirler. Onları da yetiştirip ordu saflarına katar.
                Orgenerallik düzeyine yükselenler, kıdemlerine, yeteneklerine göre Genel Kurmay Başkanı olurlar. Büyük saygı toplarlar.
                Genel Kurmay Başkanlarından siyasal hayata atılanlar azdır. Çoğunluğu emekli olarak, gerektiğinde yardıma hazır olurlar. Bu da onların saygınlığını gösterir.
                Millî sözcüğünü alan ikinci Bakanlığımız: Millî Eğitim Bakanlığıdır.
                Millî Eğitim Bakanlığımızda Millîdir. Ama seçilen Bakanlar bir siyasal partiye sahip oldukları için; Millî Eğitim Bakanlığının ana prensipleri ve amaçları yanında, partilerin programları da dinlemek zorunda kalırlar. Millî Savunma Bakanlığındaki gibi bir durum yaşatmazlar ama Millî oluşlarını da sürdürürler.
                Millî Eğitim Bakanlığı okullarında
                Eğitimde,
                Öğretimde yapar. Ama son zamanlarda öğretim öne geçmiştir, eğitimi daha çok ana, babalar yüklenmiştir. Öğretmenler ise eğitime önem verirler ama öğrenciler üzerlerindeki etkisini tam olarak bilemezler. Oysa eğitimin başta gelmesi beklenir.
                Millî Eğitim Bakanlığında öğretimin de çok başarılı gittiği iddia edilmez. Buna karşın öğretmenler ellerindeki olanakları kullanarak en iyi biçimde müfredat programını yürütmeye çalışırlar.
                Millî Eğitim Bakanlığı açılan resmi ve özel okullarda eğitimin, öğretimin tam anlamında yapılmasını ister. Bu okulları davetler, raporlarını verir. Kesinlikle eksikliklerin giderilmesini ister.
                Önümüzde tek partili, çoğunlukta olan bir hükümet vardır. Onun da, genç bir Bakanı var.
                Yeni Bakanın, Millî Eğitim sorunlarının, tabandan mı? Tavandan mı? Alacağını zamanla göreceğiz.
                Eğitim, öğretim diyenler çeşitli yorumlar yapabilirler. Bu hak onlarındır. Ama bazı gerçekler vardır. Onları da atlamak gerekir.
                Millî Eğitim sorunlarına tabana dayanarak bir sonuca varmak isterseniz, bireysellik ön plana çıkar. Çıkmaz da gelir, insanın karşısına oturur. Ama bu sorunları, tavandan okursanız nerede,ne gibi eksiklikler olduğuna tanık olursunuz. Yetkilileri toplayarak, Millî Eğitim Bakanlığı amacında kararlar alabilirsiniz. Bu nedenle yeni Bakanın önce Millî Eğitim Bakanlığının Merkez Örgütünü çok sağlam esaslara oturtması gerekir.
                Kız ve erkek kavramlarının kalktığı, kız ve erkek okullarına karşı cinsten öğrenci alındığına göre, yeni yapılanma şarttır.
                O saman ne olur? Bu yeni yapılanmaya göre; bu genel müsteşarlık, bir meslek müsteşarlığı kurulabilir. Daha olmaz ise, iki genel müdürlüğe gidilir. Buna göre de yeni işleve, çalışmalardan iyiler seçilir. Bu duruma da fazla gücenen çıkmaz. Çünkü hizmet, Türk insanını çocuklarına verilecektir.
                Yeni Bakan; Millî Eğitim Bakanlığını kurarken, Talim ve Terbiye Kurulunun kuruluş amaçlarına göre yapılanmasını sağlamalıdır.
                Talim ve Terbiye Kurulu; en yetkili, en yetenekli kişilerden oluşturulmalı, başkana da üç aday göstermeli, Bakanlıkta birisini göreve çağırmalıdır.
                Talim ve Terbiye Kurulu; geçmişte yapılanları analiz etmeli, yeni amaçlara göre bunları biçimlendirmelidir. Her hususta, Bakan; Talim ve Terbiye Kurulunun görüşünü alıp hareket etmeyi amaç bilmelidir.
                Talim ve Terbiye Kuruluda; geçmişteki noksanlıklar hesaba katılarak yapılandırılmalıdır.
                Ders kitabı seçme, başvuru kitapları yayınlama koşullarına daha çok açıklık getirmeli, ders kitabı olarak seçilen kitapların sayısı onu aşmamalıdır. Aksi halde, ders kitabı seçtirenler, okullarda, okul aile birliklerinde, hatta öğretmenlerle anlaşma kapılarını aralamalıdırlar. Ayrıca da gereksiz yatırım yapılmamalıdır.
                Her okulda seçilen ders kitabı da; öğretim yılından bir ay önce branş öğretmenleriyle iki müfettişten oluşan kurullarda karar bağlanmalı, üç öğretim yılı, aynı okulda, aynı kitap okutulabilmelidir.
    Öğretmen, bireysel olarak beğendiği kitapları sınıf kitaplarını aldırabilmeli, kesinlikle öğretmen kitap seçmede taraf tuttu denilmesinden korunmalıdır.
                Öğretmen; öğreticidir. Öğreticiler bunu bilmeli, başka şeylere adının karışmasına izin verilmelidir.
                İlköğretim okullarına yeni bir ruh verilmelidir. Söylemek istediğimiz şudur:
                1953 ‘de Nevşehir-Muş-Mustafa Kemal Paşa’da muhtelif gayeli ortaokullar açılmıştır. Bunlar (4) yıl yaşatılabilmişlerdir. Ortaöğretim Genel Müdürlüğü işi Erkek Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğüne bırakıla vermiştir. Orası da;bu üç okulu Erkek Sanat Enstitüsüne çevirerek,geleceğin okulları olan “Muhtelif Gayeli Ortaokul”ların kapatılışına dair bir rapor olmadan bu yola gidilebilmiştir.
                Muhtelif Gayeli Ortaokullarda ilk yıllarda:
                1-Genel Kol (Ortaokul programını uygular)
                2-Teknik Kol (Erkek Sanat Ortaokulu Programını okutur)
                3-Ev Kadınlığı Kolu ( Kız Sanat Ortaokulu programını okutur)
                Öğrenci bir kolu beğenmez ise, öteki kola geçebilir.
                Muhtelif Gayeli Ortaokullar yaşasaydı:
                Yapı kolu, Motor Kolu, Turizm Kolu, Otelcilik Kolu,Sağlık Kolu... ve dahaları açılabilirdi.
                Muhtelif Gayeli Ortaokullarının mimarı rahmetle andığımız Reşat Tardu idi. O görevden ayrıldı. Sahip çıkan azaldı.
                Muhtelif Gayeli Ortaokullardan esinlenerek açılan İlköğretim okullarına, Muhtelif Gayeli Ortaokulların çalışma yollarını uygulayabilirsek, öğrenciler ilköğretim okullarında yeteneklerine göre öğretim yapma,ileriyi  seçme hakkına sahip olacaktır.
                Muhtelif Gayeli Ortaokullar hakkında bilgi isteyenlere en geniş açıklamayı Muş Muhtelif Gayeli Ortaokulu eski Müdürü olarak hizmet verdim.
                Bugüne dek, soran olmadı.* Ama sağlık olsun.
                İlköğretim Okullarıyla, zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarıldığını sağırlar bile duydu. Ama zorunlu öğretimi burada durdurmak kalkınmakta olan ülkemiz gerçekleriyle çelişkiye düşer. Nitekim Millî Eğitim Bakanlığımız, ortaöğrenimi de dört yıla çıkararak,zorunlu eğitimin on iki yıla çıkarılışının kapısını açmıştır. Millî Eğitim Bakanlığını kutlamak gerekir.
                Ortaöğretim okulları bugün şöyledir:
                Liseler (Deneme, Süper Lise, Anadolu Lisesi,Genel Lise)
                Fen liseleri
                Meslek Liseleri (Endüstri Meslek,Anadolu Meslek,Kız Meslek,İmam Hatip,Turizm ve Otelcilik Meslek,Yapı Meslek,Ticaret Meslek....liseleridir.)
                Liselerin bu denli isimler adında açılması yerine bunları ÇOK AMAÇLI LİSELER demek gerekir. Yabancı dil ağırlıklı olan kollar fazla ders saatleri ayırabilir. Ama önce öğrenciye; Türkçemizi iyi öğretmemiz gerekir. Hele; şimdi lehçelere, etnik anadillere dek açılma olursa bunun önemi ortadadır.
                Fen liselerinin sayısı arttırılmalı, elde olanlar en iyi biçimde yürütülmelidir. Fen liselerinden diğer liselere kaçışın nedenleri üzerinde durmalıdır. Fen lisesini bitirenlere burslar verilerek bilim adamı olma yolları açılmalıdır.
                Millî Eğitim Bakanlığında Ortaöğretim okulları arasında MESLEK LİSELERİ önemli bir sorundur. Çünkü meslek liselerinde lise programları anlamında yürütebilmek olanaksızdır.
                Meslek liselerine devam edip, üniversite sınavlarına katılan öğrencilerin; ana ve babalarıyla şiddetli biçimde tartışlarını bilmeyen yoktur. Bu durumda; meslek lisesindeki, lise sözcüğüne de gerek yoktur. Bunların hepsi meslek okuludur. Şimdi onlar da dört yıl oluyor. Ama lise farkı eksikliği giderilmedikçe bu çocuklarımız üniversitelerin her dalına devam edebilirsininiz demek insafsızlık olur.
                Meslek okulu, meslek öğretmeli, buralara devam eden öğrencilerin önlerinde meslek yüksek okullarını, bölgelerde yatılı açarak çoğaltılmalıdır. İsteyenlerin de meslek yüksek okullarına girişleri sağlanmalıdır.
                Bunları yazmak bir marifet değildir. Biz gerçekleri sergiledik. Sorulular, ülkenin geleceğini düşünerek, bizim meslek liseleri sorunumuzu çözmeleri gerekir
                Millî Eğitim Bakanlığında A’dan Z’ye dek değişiklik yapılması gerektiğini anlattık. Millî Eğitimimizin sorunları biliniyor ama bunları bir kez daha anımsamakta yarar olduğuna inanıyoruz:
                1- İl Millî Eğitim Müdürlüklerinin seçimi yeniden saptanmalı, ilin teklif ettiği üç isimden birisini bakanlık seçmelidir.
                2- İlçe Millî Eğitim Müdürlüklerinin seçiminde aynı yöntem uygulanmalıdır.
                3- Müfettişlerin seçiminde Bakanlık karar vermelidir. Kişinin özgeçmişi, başarıları göz önünde tutulmalıdır.
                4- Bakanlık merkez örgütüne alınacak kişiler; Milli Eğitim Müdürleri, Müfettişler, Talim ve Terbiye Kurulundan seçilmelidir.
                5- Okullardaki öğrenci kolları, demokratik esaslara göre kurulmalı, öğrencilerin katılımı sağlanmalı, her ayın sonunda aylık genel kurulla seçimler çalışmasını sergileyebilmeli, gerekirse o kolu yöneten öğrenciler değiştirilmelidir.
                6- Ev ödevleri yönetmenliği yeniden ele alınmalı, öğrencilerin ev ödevi yapması sevgisi kazandırılmalıdır.
                7- Okul aile birlikleri çalışmalarında emekli öğretmenler Bakanlıkla işbirliği yapılması yoluna gidilmeli. Her ay yetkin emekli öğretmenlere konferanslar verdirilmelidir.
                8- İlköğretim okullarında tek renk önlük giyilmesi yerinde bir harekettir. Bunu serbest bırakırsak, iyi gelirli ile,geliri iyi olmayanları karşı karşıya getirebiliriz. Geliri zayıf olan öğrencilerin aşırı istekleri olur. Bu da velileri perişan eder.
                9- Okul öncesi, ilköğretim okullarında, öğretmenlerin bile “hocam” sözcüğüne sıcak baktıklarını gördüm. Oysa öğretmenler, üniversite öğretim üyeleri değildirler. Her konuyu derinlemesine öğrenmiştirler. Öğrendiklerini; bir program dâhilinde en iyi öğretebilirler. Yenilikleri izlerler, eksiklerini kaynaklara dayanarak öğretebilirler, bir bilgiyi; çok güzel öğretebilirler. Dolayısıyla bu insanlara öğreten insan;”öğretmen” sayılırlar.
                Bir de “başöğretmen” sözcüğümüz vardı. Yalnız 24 Kasımlarda anımsanır. Oysa öğretmenlerin oluşturduğu, öğretmenler kurullarının seçtikleri üç adaydan birisi seçilirse bu kişiye verilecek unvan müdür değil başöğretmen sözcüğü olmalıdır. Müdür sözcüğü, okulları yönetenlerin çok hoşuna gidip, odalarını bir görün demek zorunda kalıyorum.
                Yazımıza burada nokta koyuyoruz.
                Belki de bilinenleri sıraladık. Bildiklerimiz de olsa bir yeni başlangıçta anımsaması yararımıza olur diyoruz. Okuyup düşünenlere bile bir canlılıktır diyoruz.
                Nice yeni yıllar dilerim.
    *Bu yazım Ankara’ya ulaşır mı ulaşmaz mı onu da bilmiyorum.
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     25

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    EĞİTİMDE EĞİTİM
    Dün de, bugün de, yarın da önemini yitirmeyen bir konumuz vardır. O da EĞİTİM'DİR.
    Bugün eğitimin amacı, bizde, Türk Vatandaşı yetiştirmektir. Her ana, baba, öğretmen bunun için gece, gündüz demeden kafasını bu yönde yorar. Olanakları kullanır. Milli Eğitim Bakanlığı da bu yolda çalışır. Ama zamanla:
    Eğitimimizin başarısı azaldı.
    Eğitimimizin niteliği bozuldu.
    Daha iyi öğretim yolları arandı. Anadolu liseleri, fen liseleri, süper liseler, kolejler açıldı. Bazı dersler yabancı dil ile verilmeye başlandı. Zamanla yeteri kadar öğretmen bulunamadı. Bu derslerin Türkçe okutulması yerinde görüldü.
    Yabancı dille eğitim yapan okulların öğrencileri; üniversitelerin birinci sınıfında istenilen yabancı dilin başarısını gösteremediler. Hazırlık sınıfları kuruldu.
    Yabancı dil bir araç idi. Amaç ise Türkçemizdi. Araca önem verildi, çeşitli nedenlerle istediğimiz sonucu alamadık. Şimdide şöyle düşünmeye başladık. Her okulda dersler Türkçe okutulsun. Ama öğrenci bunun yanında bir, iki yabancı dil öğrensin.
    Yabancı dili amaç olarak alan öğrenci; Türk Vatandaşının ilkesine uysa da,  Türkçesini kirletmede nerede ise yarış ediyor. Başka ülkelerin olanaklarını bulunca da hiç acımadan, ülkesinden kopup gidiyor.
    Nerede kaldı bizim Türk Vatandaşı yetiştirmemiz?
     
     
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      26

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BÖYLE ÖĞRETİM OLMAZ
                Bir dershane olan olayı aktarı-yorum:
                Öğretmen bir soruyu tahtaya yazar. Seçeneklerden hangisinin doğru olduğunu düşünerek bulun der.
                Bir öğrenci söz ister.
                - Öğretmenim bu soru ....... Yayınlarının soru bankasındaki 39. Sorudur. Cevabı (C )  dir der.
                Öğretmen, diğer öğrencilerin de düşünmesini ister . Herkes (C ) de birleşir.
                Bu öğrencinin beynine yazık! Bir kitaptaki soruları ezberleyip aklında tutabiliyor. Hayret doğrusu,!
                Her öğrenci böyle yapmayabilir. Ama öğretim sisteminde bir kusur var. Işte bu kusur giderilmedikçe özel derslere koşan öğrencilerin emekleri boşa gider.
                Bana anlatılan bu öğrenciyi merak ederim
                - Acaba seçme sınavını kazanabildi mi?
                - Ama hiç sanmıyorum.
                Sınıfta, dershanede nerede olursa olsun, bir soru sorulabilir. Ama bunun doğru olan seçeneği neden doğrudur, diğerleri neden doğru değildir diye anlatılmalı ki,öğrenci ezbercilikten kurtulsun. Beyin işlerliğini yapabilsin. Öğrenci doğru olanı seçebilsin.
                Bu yazıyı neden yazdım?
                - Seçme sınavına hazırlanan öğrencilerin gözlerini dört açıp, neden doğru Neden yanlış? Öğrenebilsin aksi halde havanda su dövmüş olurlar.
                -Seçme sınavı sonuçları da bunu vermiyor mu ?
     
     
     
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     27

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÖĞRETMENLİK İŞTE BUDUR “ÖĞRENCİSİNİ TANIMAK İSTEYENLERE”
                Beni tanıyorsunuz, ben emekli Edebiyat Öğretmeniyim. Bir anımı dile getireceğim. Olayın iki bölümü var.
                YILLAR ÖNCESİNDEN:
                Yılını anımsamıyorum. Evden çıktım, lise yolunu tuttum. Okula geldim. Öğretmenler odasına girdim. Meslektaşlarımla selamlaştım. Ders zili çaldı. Öğretmenler odasından çıktım. Ceketimin önünü ilikledim. Koridorda yürüdüm. Lise I. Sınıfa girdim. Öğrencilerim ayağa kalkarak beni selamladılar.
                - Günaydın çocuklar dedim öğrencilerime oturmalarını söyledim. Kürsüye doğru yürüdüm. Elimdeki iki kitabı masanın üzerine koydum.
                Sınıf başkanı yoklama yapmaya başladı. Elindeki çizelgeden sıra ile öğrencilerin numaralarını okudu. Her öğrenci, saygıyla ayağa kalktı, buradayım dedikten sonra yerine oturdu.
                Yoklama arasında, bir ara sınıfa genel olarak baktım. Ön sıranın sağında oturan şişmanca kızın, gözlerimin içine baktığını gördüm. Kız öğrencime doğru yaklaştım. Öğrencim ayağa kalktı:
                - Öğretmenim size bir şey söyleyebilir miyim?
                - Evet! Kızım, seni dinliyorum.
                - Öğretmenim, sırası değil ama annemin önerisine uydum söyleyeceğim. Ben, bu gece sizi rüyamda gördüm. Beni konuşturdunuz. Not defterinizi çıkardınız. Bana on numara verdiniz. Çok sevindim. Ama uyanıverdim.
                - Kızım, yılların öğretmeniyim. Not defterimi, ceketin iç cebinde taşırım. Ama onu kesinlikle ortaya çıkarmam, sayfalarını karıştırıp öğrencilerimi üzmem. Çünkü öğrencilerimi not ile korkutmayı sevmem. Öğretmenlik anlayışımla bağdaştıramam.
                - İlk kez, not defterimi yerinden çıkartıyorum. İşte numaranı buldum. Sözlüde verdiğim beş numarayı da on yaptım. Yalnız senden bir ricam var. Bu notun hakkını ver. Sıkıntın olursa, yanında olduğumu da hatırından çıkarma.
                Bir gün öğretmenler odasındayım. Söyleşi başladı:
                Lise birinci sınıfta, ön sırada oturan bir şişmanca kızımız var. Bu kızımızın dersleri zayıftı. Nasıl olduysa, kendisine güveni geldi. Başarısı durmadan artıyor.
                Benim dersimde de bu kızımız başarılı oldu. Hepinizden bir ricam var. Bu kızımızla ilgileniniz.
                Genel kanı; kız öğrencinin başarılı olduğunu ortaya koydu.
                Ben duramadım, öğrenciyi anlamaktan, öğrenciye görelikten söz açtım. Rüya olayını anlattım.
                Disiplin, otorite savunucusu olan öğretmenler, verilen beş numara on yapılmaz dediler. Sert çıkışlar yaptılar.
                Bir kısım meslektaşlar ise, bu olayın bir iyi öğretmenlik olayı olduğunu söylediler. Benden yana oldular. Kendimi savunmaya kalkmadım. Herkesin görüşüne saygı duyarım dedim, konuşmamı noktaladım.
                Öğretmenler odasındaki bu konuşmadan sonra bu öğrencimi çağırdım:
                - Kızım benim derste başarılı oldun. Diğer öğretmenler de, öğretmenler odasında başarını dile getirdiler. Çok memnun oldum. Seni kutlarım.
                - Öğretmenim, o olaydan sonra kendime güvenim geldi. Bu başarıyı size borçluyum. Teşekkür ederim.
                - Kızım ben öğretmenim. Öğretmenlik görevimi yaptım. Başarı senindir. Bunu böyle bil!
                YILLAR SONRA:
                Aradan yıllar geçti. Ankara'da Kumrular Caddesinin Necatibey Caddesiyle bitiştiği noktadayım.
                Karşıdan bir hanım ile bir genç kız geliyor. Kız koşarak geldi. Karşımda durdu:
                - Öğretmenim beni tanıyabildiniz mi?
                - Yıllar geçti anımsayamadım.
                - Ben lise birinci sınıfta size rüyasını anlatan kızım. Sizlerin sayesinde liseyi bitirdim. Hukuk Fakültesine devam ettim. Diploma aldım. Şimdi avukatım dedi. Ellerime sarıldı. Ellerimi saygıyla iki kez öptü. Hanım efendi yaklaştı:
                - Bey, ben avukat kızın annesiyim. Veriniz elinizi öpeyim.
                -Hanım efendi, size el öptürmem. Size saygı duyarım.

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      28

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÖĞRETMEN OLDUK EĞİTİMİ UNUTTUK
                Milli Eğitimimiz bir zamanlar; hem öğreten, hem de eğiten idi. Bunu da seçerek yetiştirdiği öğretmenlerle yapıyordu. Ama öyle bir zaman geldi ki; öğretmen yalnız öğreten durumunda kaldı, eğitimden vazgeçmedi ama; ana ve babaları safına çekemedi. Baktı ki; sorunlar çıkıyor, sınıfta eğitimi kurdu, gerisini anaya, babaya, çocuğa bıraktı.
                Oysa öğretmen, her dönemde: ÖĞRETEN, EĞİTEN kişi olmalıdır.
                Bir gerçek olayı anlatacağım:
    ,           Ankara'da okullardan birisinde öğretmen olan kişi şöyle konuşuyor. Ben; öğretirim. Sizlere verilmesi gereken bilgileri, sizler sınıfta konuşsanız da anlatırım. Tekrar yaparım. Sınıfın havasını bozanlara da rica yollu söylerim. Sözümü geçiremez isem, sorun yaratmam.  Beni dinleyenler okur, yolunu alır. Dinlemeyen, öğrenmeyen geri kalır. Onlar da sonunda çöpçü bile olamazlar. Öğrenirseniz sevinirim. Çöpçü olmak istiyorsanız, isterseniz verilen, bilgileri dinlemezsiniz.  Kendi düşen ağlamaz, bunu da bilin.
                Bu meslektaşımın konuşmasından çok huzursuz oldum. Çöpçü de bir insandır. Bir mesleğin elemanıdır. Bizim sokakta ki çöpçülerle her sabah selamlaşırız. Beni göremezlerse kapıcıya sorarlar. Onlara saygımız olmalıdır. Bir hizmet, hiz,mettir.
                Biz öğretmenliği böyle anladık, uy-guladık. Saygı topladık.  Dilerim  milattan sonraki öğretmenler de öyle olsunlar.
     

     
    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     29

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    GELECEĞİMİZ ÖĞRETMENLERİN ELİNDEDİR
                Ana, baba ile başlayan eğitim; öğretmenlerin ellerinde biçimlendirilir, çocuklarımızı geleceğe hazırlar. Öğretmensiz eğitim, bir düştür. Bunu düşünmek bile, çağımızdan ne denli gerilere düştüğümüzü sergiler.
                Bir Kurtuluş Savaşı’nı nasıl kazandığımızı nasıl kazandığımızı biliyoruz. Ama Türk insanı ümitsizliğe düşmedi, birbiriyle kenetleşti, Anadolu’yu işgal edenleri, bu günkü sınırlarımızın arkasına itti. Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. İşe de eğitimle başladı.
                Arap alfabesi, Türkçenin yapısına uymuyordu. Onun yerine 29 harfi kolay yazılabilir, okunabilir alfabemizi kabul etti. Okuma yazma bilmeyenlere ULUS okulları açtı. Bununla yetinmedi; alfabeyi çok çabuk ve iyi öğreten öğretmenleri devreye soktu. Öğretmen yetiştirmek için de Öğretmen Okullarını, daha sonra Köy Enstitülerini açtı. Bu arada politika işin içerisine girdi, Köy Enstitüleri kapatıldı. Mevcut olan Eğitim Enstitülerinin sayısını çoğalttı. Milli Eğitim Bakanlığı bu Enstitülerde 99-66-33-13 (inanınız aynen böyle oldu) herkesten öğretmen olur dedi, onları yetiştirdi. Baktı ki bu da yürütülemiyor, bu işi üniversitelerin eğitim fakültelerine aktardı. Ama beklediği gerçekleşmedi. İstediği öğretmenlerin yetiştirilmesini istedi. Eğitim fakültelerimiz bilim adamı yetiştirmesine başlayınca işler karıştı. MEB sınıf ve ders öğretmeni istiyordu. Gelenler ise bilim yapma öğretimi görmüşlerdi. Bunlardan kendisini yetiştirenleri de MEB özel dershanelere kaptırdı, elindeki öğretmenlerle yetinmeye başladı.
                Bu kez; ekonomik sıkıntı öğretmenlere ikinci iş arattı. Her öğretmen de bunu bulmakta. Tanıdıktan, politikaya dek basamaklar kullanıldı.
                Oysa öğretmene, başarısına göre yaşayabileceği para verilmeliydi. Öğretmelerin, okul dışında bir ikinci iş yapanlar da izlenmeliydi. Gerekirse öğretmenliğine son verilmeliydi. Ama öğretmenlerin maaşları, ek çalışmaları, ek ders ücretleri onlara bir iyi yaşam sağlamalıydı ki, öğretmen, öğretmenliğini tam olarak yapabilmiş olsun. Sonuç olarak öğretmenleri sekiz saat okula bağlamalı, öğretmenlerin ikinci bir işe girmelerinin önlenmesi ama, çok yüksek maaş ödenmesini dile getirdik.
                Şimdi de bize anlatılanları aktaralım:
                Üniversiteyi bitirdim. Branşımla ilgili iş bulamadım. Mecburen öğretmen oldum. Öğretmenliği aç kalmamak için yapıyorum. Ayıp olacak ama mesainin bitmesini bekliyorum. Kendimi ikinci işime yönlendiriyorum. Gece 22-23’te evime yorgun olarak geliyorum. Ders hazırlama gibi bir yola mecbur kalırsam girişiyorum sınıf dergilerinden, sınıf ders kitaplarına paralel hazırlanan kaynak kitapları takip ediyorum. Yaptığım işi ben de yerinde bulmuyorum. Bakanlık bana emeğimin karşılığını vermiş olsaydı, benim oralarda, buralarda para kazanmama ne gerek vardı? Bakanlık, benden tam öğretmenliği yapmamı istiyorsa size aktardıklarımı bilmeli.
                Üniversiteye, büyük bir ümitle girdim. Orayı bitirdim. İş bulamadım. Mecburen öğretmenliğe başladım. Şimdi her kes beni eleştiriyor. Oysa eleştirilecek yer ME Bakanlığı dır. İyi elemana çok iyi para verirse, bu eleştiriler ortadan kalkar.
                Ben köylüyüm. Köyümde ilköğretim okulu var. Taşımalı eğitimle çalışıyor. Öğrenciler taşımalı ama öğretmenlerimiz de taşımalı oldu. Mesai ile okula geliyorlar. Dersleri sona erince arabalara binip, köyden uzaklaşıyorlar. Oysa; öğretmenlerin biz velileri de eğiteceği söyleniyordu. Öğretmenler taşımalı olunca bunu yapmaya zaman bulamıyorlar. Ben ise köyde oturan, bizlere ışık tutan öğretmenler bekliyorum.
                Sizlerde öğretmenleri dinleyecek olursanız; daha da acı durumlarla karşılaşabilirsiniz. Buna karşın; öğretmen de öğretmen diyorum.
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     30

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÖĞRETMEN SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE
                Milli eğitim Bakanlığında çalışma var. Öğretmenlere kıdemlerine, başarılarına göre adlar verilecektir. Buna göre:
                Stajyer Öğretmen
                Öğretmen
                Uzman Öğretmen
                Baş Öğretmen; adı gündeme geliyor.
                Medreselerdeki öğretim üyelerine HOCA dendiği için,Üniversitelerimizde de öğretim üyelerine;Yardımcı Doçent,Doçent,Profesör deniyor,daha çok herkes hocam sözcüğüne sıcak bakıyor.
                Hocam sözcüğü, yüksek öğretimden aşağıya indi, ilköğretim ile ortaöğretim okullarında kullanılmaya başladı. Oysa ilk ve ortaöğretimdeki öğretmenlere öğretmen denilmesini savunanlar arasında, bu satırların yazarı da vardır.
                Hatta; ilk ve ortaöğretim okullarındaki yöneticilerin, öğretmen kurullarınca seçilmesini,o okulun yöneticisine de başöğretmen denilmesini savundum.
                Milli Eğitim Bakanlığının öğretmenleri dört gruba ayrılması yerinde bir hareket olacaktır. Böylece ilk ve ortaöğretimde kullanılan hocam sözcüğünün pabucu dama atılacaktır.
                Hocam sözcüğünü isterlerse yüksek okullarımız kullanmayı sürdürsünler. Ama ilköğretim ve ortaöğretim okullarında öğretmen adının kök salmasını dileyelim.
                Başöğretmen sözcüğünü ATATÜRK için kullanıyorduk. Bundan sonra da Atatürk'e İLKBAŞÖĞRETMEN diyebilelim. Gerekirse daha iyi bir yeni ad da bulma gayreti içinde olalım.
                Öğretmen; öğreten kişidir. Ulusal düşünür. Her çocuğu bağrına basar, yarınlara hazırlar. Laiktir, demokrattır, bütünleştiricidir, paylaştırandır.
     
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     31

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    MESLEK OKULLARINDAN AKTARMALAR 
                Ne derece doğrudur bilemem? Anlatılanlara inandım, yazıyorum. (27) yıl emek verdiğim, Erkek Sanat Enstitülerinin yerini alan Endüstri Meslek Liselerinden aktarıyorum:
                *Ben yılların öğretmeniyim. Dersini dinlemeyen öğrenci olmaz idi. Şimdi aynı öğretmenim ama öğrencilerimin bir kısmı ders dinlemiyor, konuşuyor. Rica ediyorum, bir süre susuyor. Aynı hareketler sürüp gidiyor. Ben dersimi anlatıyorum, tekrar ediyorum. Sorunuz var mı diyorsun? Cevap alamıyorum. Demek ki anladılar diyorum. Yazılı yapıyorum. Bir sınıfta zayıf almayan beşi geçmiyor. Bir numara da alsalar sınıfta kalmıyorlar.
    *Öğrencilerim, bölme, çarpma, çıkartma, toplama işlemini yapamıyor. Hepsinin elinde hesap makineleri var. İşlemleri onunla yapıyorlar. Üniversite giriş sınavlarında hesap makinesi da yok, sonuç alamıyorlar. On yıldır bu okulda; sınavları kazanan olmadı.
    * Teknik dersler öyle de, uygulamalı dersler iyi mi sanıyorsunuz? Gerçi ananın, babanın zoruyla gelmiş. Sanat öğrenmeyi düşünmüyor. Bir lise diploması olsun diyor.
    * Ben çıraklık okulunda da çalıştım. Onlar: sanat öğrenmek istiyorlardı. Durmadan şunu da, şunu da yapalım diyorlardı. Bana kalırsa; Teknik Liseler kalsın. Endüstri Meslek Liselerinin tamamı "Çıraklık Okulu"na çevrilsin.
    1946-1973 yılları arasındaki öğrencilerim bir varlık imiş. Şimdiki durumu okudunuz. Geliniz de; içiniz kararmasın? Yazık oldu Erkek Sanat Enstitülerine denmesin?
    Sonuç: Liselerle yarıştık. Yaya kaldık. Bu sonuç belli idi!
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      32

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    AMAN DİKKAT!
                Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan her birey; etnik grubu ne olursa olsun TÜRK VATANDAŞIDIR.
                Türk Vatandaşı; Vatan olan toprağa, bayrağa candan bağlıdır. Vatanı ve Bayrağı için canını da,kanını da vermekten çekinmemiştir,çekinmez de!
                Etnik gruplardan olan vatandaş; evinde, çevresinde bir anadili var ise onunla konuşur. Ama Türkçesine sahip çıkar.
                AB ye girebilmemiz için; konulan ilmelere uyuldu. Etnik yayınların dillerinde, lehçelerinde radyolardan TV (Tİ-Vİ değil) (TE-VE dir)den yayın yapılmasına başlandı. Bazı etnik gruplar, azınlık kabul edilmelerine yol açan bu yayınlara karşı çıktılar. Bazıları ise azınlığa düştüklerini göremediler, sevindiler.
                Azınlığa düşmenin en korkuncu Yugoslavya’da görüldü. Azınlıklar birbirlerinin hoşgörüsünü yürütemediler, dağıldılar, birer devlet oldular, huzura da kavuşamadılar.
                Biz Türkler Kurtuluş Savaşında, bu toprakların sahibi olarak varımızı, yoğumuzu ortaya koyarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk. Özgürlükçülüğün önderi olduk!
                Her Türk vatandaşı; evinde, çevresinde anlaşabildiği dil ile yaşan. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın onuruna ulaşsın, onu savunsun, birlikteliğimize gölge düşmesin.
                Okullarımızda, Devlet Dairelerinde Türkçemiz kullanılacaktır. Türkiye Cumhuriyetinin anadili de bal gibi TÜRKÇEDİR. Gerçek Türkçe akıcı bir dildir. İnsanın dudaklarını, yüz çizgilerini konuşurken sevimsizleştirmez.
     
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     33

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    DÜNYANIN YEDİNCİ DİLİ TÜRKÇE
    Avrupa Birliğinin ilk kuruluşunda ortak dil Fransızca olarak benimsendi. İngilizler Avrupa Birliğine girerlerse ortak dile İngilizcenin de eklenmesini isterler diye üyeliğe alınması geciktirildi. İngiltere'nin o zamanki başbakanı, İngilizcede ısrar etmeyeceklerini bildirince üyeliğe alındı. Ama zaman İngiltere'nin lehine gelişti. Ortak dile İngilizce de eklendi. Fırsatı yakalayan Almanya, İtalya, İspanya da dillerinin ortak dil olmasını istiyorlar.
    Günü birinde Türkiye'yi de Avrupa Birliğine alırlarsa, Türkçe de ortak dil olma özelliğini kazanacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Çünkü Türkçenin bilgisayar dilinde de uyumlu, mantık dili olduğu söyleniyor. Hatta Hollanda da; öğrenciler Türkçeyi yabancı dil olarak alabiliyorlar.
    Bu açıklamadan sonra;
    Türkçe; dünyanın yedinci dili olmaya adaydır sözü çok ümit vericidir.
    Ankara Üniversitesi Türkçe Öğretim Merkezi (TÖMER) Başkanı Sayın Mehmet Hergirmen/Yabancı Dilde Öğretim: Türkiye'nin Büyük Yanılgısı Prof. Dr.
     
     
     

     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     34

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YASALAR BAKANLARI DA BAĞLAR
                Arap alfabesinden (abecesinden) 1928 Kasım Ayında 1353 Sayılı Yasa ile Lâtin Alfabesinden (abecesinden) esinlenerek 29 harften oluşan TÜRK ALFABESİ (ABCESİ)  ve rakamlarının yazılışı kesinleşmiş, hatta harflerin okunuşu da verilmişti.
                Bugünde bu yasa geçerlidir.
                Bu yasanın baş savunucusunun da Millî (İ şapkalıdır) Eğitim Bakanlığı olması gerekirken (ke) harfinin okunuşu ke,(h) harfinin okunuşu he diye öğretildiği halde,yazım kılavuzlarının bazısında:
                (k) ke diye okunduğu halde (ka),
                (h) he diye okunduğu halde (ha) diye vermişler.
                Bu yetişmiyormuş gibi; 4. sınıf TÜRKÇE ders kitabında:
                Temel harflerin sonuna: Q,W,X
                Küçük harflerimizin sonuna: q,w,x eklenmiştir.
                Bu gerçeği de Star Gazetesi 03/10/2004 günlü sayının onuncu sayfasında nedense en alttan açıklamıştır. Star bir olumlu not, bir de olumsuz not almış olmaktadır.
                AB’ye gireceğiz. Küreselleşmeye uyacağız deniliyorsa:
                TD Kurulu ile TD Derneği temsilcileri,
                Üniversiteden yetkili kişiler,
                Yazılı ve görüntülü medyadan bu konuda söz sahibi olanlar bir araya getirilip, tek yazım kılavuzuna geçilir. Herkes de buna uyar. Halen yürürlükte uygulanan:
                İMLÂ – YAZIN- BLOK SİSTEM
                Yazım kılavuzları da kaldırılmış olur. Nerede o günler.
                Yazarlar bile, istedikleri, benimsedikleri kurallara uysa da güzelim Türkçemizin canına okumuş oluruz.
                Çok güzel bir dil olan Türkçeye de yazık olur.
     
     
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     35

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TEMİZ TÜRKÇE
    İnsanoğlu kirletmeyi sever. Kirlettiği alanları sıralayalım:
    1. Hava tabakası: Havayı kirlettik. Hatta ozon tabakasını bile deldik.
    2. Denizler, akarsular: Kıyılardaki kentlerin lağımlarını kıyıdan 2-3 km denize salıverdik. Akarsularımız da aynı kirlilikten bir türlü arınamadı.
    3. Toprağı da kirlettik: Zehirli atıkları varillerde toprağa gömdük.
    4. Şimdi de anadilimizi kirletmeye başladık:
    a) Yasa ile kabul edilen, okunuşları verilen harfleri tarzanlaştırdık. Örnek Türkçede (H) harfi var. (HE) diye okunur. H’yi HA diyenlerimiz hala var oğlu var!
    b) Harflerimizi batıya özenerek Te’yi Ti, Ve’yi Vİ, (N’yi) En diyenler o denli çoğaldı ki TV (TEVE doğrusu)lerimizin adları da acayipleşti.
    c) Tek yazım (imla) kılavuzuna ulaşamadığımız için, satırbaşını kaldırdık, her yazara göre nerede ise yazım kılavuzu oluşturmaya başladık.
    Bunları niçin yazdık?
    -Bir seçime giriyoruz. Partilerimize, milletvekili adaylarımıza, sade vatandaş sorsun istedik.
    İnşallah havanda su dövmemiş oluruz! 
     
     
     
     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     36

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    HARFLERİMİZİN DOĞRU OKUNMASINI İSTEMEYE EVET
    Geçen yıl bir Pazar günü TEVE (TİVİ değil) kanallarından birisinde bir açık oturum var idi. Oturumu yöneten ile o günkü CHP (CE HE PE) Genel Başkanı Sayın Altan ÖYMEN de CHP adı geçtikçe CE HA PE diyorlardı.
    Sayın ÖYMEN ayrıca gazetecidir de! Alfabe (Abece') mizdeki harflerin nasıl okunması gerektiğini bilir. Ama havaya uyup bizim kibar H (HE) harfimizi, Araplar gibi HA diyebiliyordu. İşte bu olmadı. Atatürk'ün Partisi HE harfini bilir, HA'yı tanımaz. Ama HE'nin önüne a gelirse HA diye okunur. Onu eskiden köylülerimiz ha'yı ne anlamda kullanırlardı?
    Kente inince de kullanmazlar idi. Ama şimdi öyle mi?
    Türkçemizi farkında olmadan kaba kullanıyoruz. Alfabemizdeki (Abecemizdeki) okunuşları unutur oluyoruz.
    Bu yazımızı Sayın Altan ÖYMEN'E ulaştırılmasını dilerim. Göreceksiniz CEHEPE diyecektir. Nitekim Sayın Erdal İNÖNÜ'DE, CEHAPE diyordu. İki kez telefon ettim, ayrıca yazı da yazdım. CEHEPE demeye özen gösterdi. Sayın Altan ÖYMEN'İN de bu inceliği göstereceğine inanıyorum.
    Diyeceksiniz ki; telefon etseydiniz, bu yazıyı yazmasaydınız. Olmazdı. Niçin? Oturumdakiler de bal gibi CEHEPE'Yİ CEHAPE olarak söylüyorlardı. Bu sitemim onlar içinde geçerlidir.
    Çorumlu 2000 Dergisi sahibi candan dost Sayın Mahmut Selim GÜRSEL Bey Ankara'ya geldiğinde bu tip yazıları sürdürmemi istemişti. Söz tuttum. Gerisi okuyanlara !...
     
     

     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     37

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ANADİLİMİZ TÜRKÇE ÜZERİNE
    Türk insanının Devleti TÜRKİYE CUMHURİYETİ'DİR. Bu Devletin, sınırları içerisinde bir VATAN vardır. Bu Vatan denilen toprakta, TÜRK Vatandaşı huzurlu yaşar. TÜRK Ulusunun bir bireyi olmakla çalışır, övünür, güvenir. Ulusuna, Devletine sahip çıkar. Neşede, tasada ortak olur. Birliğini, bütünlüğünü savunur. Her türlü iletişimi sağlamak için anadili olan TÜRKÇEYİ kullanır. Anadili olan TÜRKÇEYE çok önem verir.
    Tarihte; ilk kez TÜRKÇEYE sahip çıkan Karamanoğlu Mehmet Beydir. Osmanlı Türk olduğu halde, Osmanlıcaya sahip çıkmıştır. Osmanlıca; saray dili, medrese dili, hükümet dili olarak yaşamıştır. Taban ise, TÜRKÇESİNİ unutmamış onu yaşatmayı bilmiştir.
    TÜRKÇE; sınırlarımız içinde yaşayanın sanlarımızın, yazılı, görüntülü, sesli yayınlarının iletişim kaynağıdır. Bu nedenle her Vatandaşın Türkçeye sahip çıkması, sözcükleri bozmadan okuması, söylemesi, yazması gerekir. Dünya üzerinde yaşayan insanlar; havayı, suyu kirlettiler. Biz de boş durmadık, havamızı, suyumuzu kirlettik. Şimdi biz, bir de anadilimiz olan TÜRKÇEYİ kirletmeye başladık. İşte örnekler:
    Harflerimizin okunuşu, yasasında verildiği halde, batı dillerinde okuyoruz. (N=En,T=Tİ,V=Vi,C=Sİ... gibi)
    Sözcüklerimizin adını batı dillerinin alfabesi ile yazıyoruz. (Ş=Ch, Ç=Sch...gibi) 
    İş yerlerimizin adını batı dillerinde ki gibi yazıyoruz. (Color,Bykara,Biyo... Gibi) 
    Yazın kılavuzu var. İmlâ kılavuzuna uymuyor. Bizler de onlara uymuyoruz. Bir karmaşadır gidiyor. 
    Şiveler, argolar başını aldı gidiyor. Kötü sözler de cabası. Bunlardan daha fazlasını sizler de biliyorsunuz. Ama anadilimizi sevenler durmadan, bu satırların yazarına yaz, yaz. diyorlar. Sizler de boş dur mayın yazın, kusurluları uyarın, ne olur 
    TEK YAZIM KILAVUZU 
    Başka ülkelerin, anadilinde kaç yazım  (imlâ)  kılavuzu vardır, bilmiyorum. Ama bizde iki tane var.
    Yazım Kılavuzu (Eski Türk Dil Kurumu ve Türk Dili Derneği)
    İmlâ Kılavuzu (Yeni Türk Dil Kurumu)
    Dahası var. Onu da yazmadan geçemem:
    Batıdan gelen blok sistem, satırbaşını bilmeyen sistem. (TV'lerde,yazılı basında,daha çok ÖSS gibi sınav kitaplarında.  Türkçe - Edebiyat adlı kitaplarda bile var)
    Şimdi doğru oturalım, doğru düşünelim. Bu iki kılavuz neden bire indirilemiyor? Milli Eğitim Bakanlığı bile bu yazım kılavuzuna az, imlâ kılavuzuna çok uyumluk gösteriyor. Ama o da "İlköğretimi, İlk Öğretim" yazmıyor.
    Bu iki kılavuz; birlikteliği ne zaman sağlayacak?
    Seçme sınavına giren öğrenciler hangisine uyacak?
    Yazarlar da kendi aralarında anlaşıp birisine ne zaman uyacaklar? 

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     38

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ANADİLİMİZ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER AĞIRLIKLI YABANCI DİL-TÜRKÇE ÖĞRETİM
    Yabancı dilde eğitim yapan üniversitelerimiz var. Nedeni şu imiş:
    - Türkçemiz, bilimsel öğretim yapmak için yeterli değilmiş.
    - Türkçe sözcük sayımız yeteri kadar olmadığı için yabancı dilde eğitim-öğretim yapılması fazla abartılmamalıymış.
    - Bilimsel kitaplarımız azdır. Bilimsel kitaplar yabancı dillerle yazılmıştır. Ana kaynaklara ulaşabilmek için, yabancı dilde eğitim-öğretim yapılması gerekirmiş. Kısaca bu savları aldık. Yetkililer daha da çok savlar ekleyebilirler.
    Yabancı dilde öğretim yapan üniversitelerimizi bitiren öğrencileri de dinleyebilirsiniz:
    - Yabancı dilde öğrenim gördüm. Ama o dili tam anlamıyla anlayamadım. Dalımdaki kitapları okuyorum; işime yarayan bilgileri alıyorum ama ben bunları değil, mezun olunca bana işveren arıyorum. Adamım olmadığı için bulamıyorum. Gözümü dış ülkelere gitmeye dikiyorum.
    - Dış ülkeye gittim. Öğrendiğim yabancı dil bana yetmedi. Uyum sağlayamadım, yurda döndüm şimdi iş arıyorum. Ailemin desteği ile yaşıyorum ama bu durum beni çok üzüyor. Yıllardır verdiğim emeğin karşılığı bu mu diye kahroluyorum?
    - Yabancı dilde öğretim yapan üniversiteden mezun oldum. Dış ülkeye gittim. Bende bir şey varmış. Onu gördüler. Bana sahip çıktılar. O ülkenin insanı oldum. Anayurdumu, babamı, annemi arıyorum. Artık ülkeme dönemem.  Olasılıklar ortadadır. Bu görüşlerden sonra düşünmemiz gerekiyor.
    - As beyinler batıya göç ediyor. Ülkemize dönmüyor.
    - Gidenlerin bazıları dönüyor. Mutsuz oluyor.
    - Gidemeyenlerin gözü batıda kalıyor.
    Bu gençler bizim. Biz bunlara Anadilimiz ile öğretim verip, iyi bir yabancı dil öğretebilseydik, bunlara sahip çıkabilseydik, bu denli bir batı hayranı olmazlardı. As beyinler de bizde kalırdı. İyi de olurdu.

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     39

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ANADOLU LİSELERİMİZ
    Bazı dersleri yabancı dilde öğreten ortaöğretim okullarımız var. Bunların genel adları: ANADOLU LİSESİ.
    Çeşitleri ise:
    - Anadolu Lisesi (Genel liseler)
    - Anadolu Teknik Lisesi
    - Anadolu Meslek Lisesi
    - Anadolu Ticaret Meslek Lisesi
    - Anadolu Öğretmen Lisesi
    - Anadolu İmam Hatip Lisesi
    Daha da olabilir bunları da siz ekleyiniz.
    ANADOLU adı bu liselere yakışmıyor. Çünkü Anadolu insanı Türkçe konuşur. Anadolu Lisesi deyince Türkçeye ağırlık veren lise anlamamız gerekir. Böyle lisemiz var ise, onlar anlamındadır. Ama çocuklarımız Anadolu Lisesini bitiriyor. Bir lisan öğreniyor. Yabancı dilde öğrenim yapan üniversitelerin giriş sınavlarında nerede ise %40 'ı kaybediyor.
    Demek ki, yabancı dilde öğretim; liselerimizde yürümüyor. Çünkü yabancı dil okutan kaliteli öğretmen bulamıyoruz. Hiç olmadığı zaman o ders Türkçe okutuluyor.
    Her lise ve dengi okullarda yabancı dil ağırlıklı olsun, yabancı dil iyi öğretilsin ama tüm dersler Türkçe okutulsun. Türkçenin önemi iyice anlaşılmış olsun.
    Yabancı dil bilen insanlar yetiştirmek için, bu işe ilköğretim okullarından başlamalıyız. Çok iyi yabancı dil öğretmenleri bulmalıyız. Yeteri kadar yabancı dil öğretmeni yok ise; onları yetiştirmeliyiz. Eğitim Fakültelerinde, Milli Eğitim Bakanlığı ihtiyacı olan öğretmenleri karşılamalıdır.
    Bu diziden sonra:
    - Yabancı dile önem verilmeli. İlköğretim okullarından itibaren iş ciddi tutulmalı. Ama ilk-orta-lise ve üniversitelerimizde Türkçe öğretim yapılmalıdır. Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU'NU dinlemede yarar var. (Cumhuriyet-Atilla İLHAN/ Söyleşi:26.05.2000-Sayfa 12)
    Hazırlayan Erdal ODABAŞ Çakır Köyü B.S.İ. Okulu Sınıf Öğretmeni
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      40

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SEVİMSİZ SÖZCÜKLERİ KULLANANLAR
                Ankara'dasınız.  Bir geçitte sıraya girmişsiniz. Yeşilin yanmasını bekliyorsunuz. İlerinizde iki kızımız var. Giyimleriyle, konuşmalarıyla hava basıyorlar. Konuşmalarını sürdürüyorlar. İki kızımızın konuşması hoşuma git miyor. Ama izi bende kalıyor.
                İşyerime gelince hemen  TÜRK  DİL KURUMU SÖZLÜĞÜ’NÜ açıyorum. Bu sözcüklerin anlamlarını aktarıyorum: (Sayfa 396)
                FALAN: Ad.Ar. /  Söylenilmesi istenilmeyen yada gerekli görülmeyen bir özel adın yerini tutar.
                Yinelenmek istenilmeyen şeyleri, genel olarak anlatmaya yarar.
                FİLAN: Önem verilmeyen, hafif senen şeyler için kullanılır.
                Bir zamanlar sözcük dağarcığı yeterli olmayan insanlarımız köyünde bu sözcükleri kullanırdı, kente inince kullanmazdı. Köylerimiz, kentlerin kıyı obalarına geldi, sözcükler de onlarla birlikte kentlere indi. Şimdi ise Başkentin merkezinde boy veriyor.
                Bu iki kızımızın falan, filan diye konuşmasını içime sindiremedim. Beni dinleyenler olurmuş gibi, kaleme sarıldım, hiç olmaz ise bu yazıyı okuyanlara aktardım.
    Bu kızlarımızın şöyle konuşmalarını isterdim:
    - Adını söylemek istemiyorum.
    - Adını yinelemek de istemiyorum
    - Sözü geçen kişi bildiklerin gibi! Diyebilirlerdi.
    Böyle konuşmuş olsalardı; hem kendileri, hem de TÜRKÇEMİZ kazanırdı.
                Her insanın kendisine karşı bir saygınlığı olması gerekir.  Konuştuğu anadili de bu saygıdan dolayı özen göstermesi; bugün de, yarın da gereklidir diyorum.
                Yoksa biz mi ÇAĞIN GERİSİNE düştük?
     
     
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     41

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    AMAN BOYUNDURUĞA DÜSMEYELİM
                Anadolu'ya göç ederek gelen; TÜRK-MENLER, OĞUZLAR; BAYATLAR  ve daha çokları TÜRKÇE lehçeleri farklı da olsa sahip  çıkmışlar, TÜRKÇEYİ  halk arasında; atasözlerini, özdeyişleri, deyimleri, güzel sözlerini; sazıyla, fıkralarıyla,efsaneleri ve masallarıyla canlı tutabilmeyi başarmışlardır. İçlerinden bir Karamanoğullar mı çıkarmışlar ama aynı kökten gelen Osmanlı'lar Karamanoğullarını ortadan kaldırıvermişlerdir. Saraya mahsus Osmanlıca (Türkçe, Farsça, Arapça karışımı)'yı kabul etmişler, İmparatorluk kademesinde olanlar da kabul ettirmeyi bilmişlerdir. Ama Osmanlıca, tabana inmemiş, sarayın hegemonyasında yaşayıp gitmiştir.
    Osmanlı İmparatorluğu param parça edilmiş iken, içerisinden bir MUSTAFA KEMAL ATATÜRK çıkmış, halk ile kaynaşmış, hiç yoktan bir ordu kurmuş, TBMM Hükümetiyle KURTULUŞ SAVAŞINI, Kuvay-i Milliye Ruhu ile kazanmıştır.
    Yeni kurulan TÜRKİYE CUMHURİYETİ, Anayasamızın başındaki Devrimleri yapmış, ilkeleri kabul etmiştir. Bugün var isek her şeyimizi Kuvayi Milliyecilere, Kurtuluş Savaşını başlatanlara borçluyuz. Bazan içimizden farklı görüşler savunanlar dara düşünce Devrimleri, İlkeleri dile getirerek birlikteliği, bütünlüğü korumaya çalışmışlardır.  Türk insanı; her konuda, her görüşü dinler, kendi yapısına uyana sahip çıkar. Nitekim ANADİLİMİZ olan TÜRKÇEYE de sahip çıkmıştır.
                Bugün harflerimizi batı dillerinde okuyanlara karşı  (Sh=Ş'yi,Ti'ye karşı T'yi,Vi'ye karşı V'yi,İn'e karşı N'yi, Aş'a karşı H'yi,Hı- hı ya karşı Evet ti … daha pek çoğunu sizler biliyorsunuz)  dilimize uyanları kullanıyor, kullanmaktadır, kullanacaktır. TÜRKÇE'MİZİ bozmaya çalışanlar hiç uğraşmasınlar; tabandaki Türk insanı, diline sahip çıkmayı bi-lir. Köyden gelip gecekondulara gelen vatandaşlarımız da, birgün lehçe farkını bırakıp, Türkçeyi daha güzel konuşacaktır.
    Bunun iyi örnekleri pek yoktur. Türkçeye sahip çıkanlar sağ olsunlar, var olsunlar.
    Aman;boyunduruğa,kündeye düşmesinler .
               
     
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     42

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    LÜTFEN BU YAZIYI OKUYUVERİNİZ!
                29 harfli güzel Türkçemizi; yanlış kullananlar, onu kirletenler,yabancı harfleri onların diliyle okuyanlar, TEVELERE, basında yabancı sözcük kullananlar artarken,Türkçeye  sahip çıkanlarda günden güne çoğalıyor. Bunların öncüsü de var:
                ANADOLU ÇAĞDAŞ EĞİTİM VAKFI (ANAÇEV)
                ANAÇEV; Sayın Cumhurbaşkanımızın himayesiyle kurulu bilimsel yuvarlak masa toplantısı düzenleyicisi.
                3 Mart 4 Mart 2003 Ankara Ticaret Odası Konferans Salonunda herkesi bekliyor.
                Şimdi ANAÇEV'DEN çok anlamlı olan cümlelerini sıralıyorum:
                DOĞRU TÜRKÇE KONUŞ Kİ ANLAŞALIM!
                DİLDE YABANCILAŞMA Kİ ÜLMENDE BAĞIMSIZ OLASIN!
                Alfabemizde:”Q,X,W” harflerinin olmadığın anımsıyor musunuz?
                Osmanlılar Türkçeye sahip çıkmamış, kendisine göre Osmanlıcayı getirmiş ama tabana inememiştir. Taban ise Türkçesine sahip çıkmıştır. Şive farkları da olsa, taban Türkçesinin yaşamasını sağlamıştır.
                Vatandaşlar, veliler, öğretmenler ve kurumlar ANAÇEV'İN görüşünde birleşirlerse, bir de öğrenciler bu özeni gösterirlerse Anadilimiz daha güçlenecektir.  Kirletenler azalacaktır.
    C HARFİMİZ KE OKUMAKTAN NE ZAMAN VAZ GEÇECEĞİZ?
                Türkçe Alfabemizde:
                T harfi TE, V harfi VE okunur. Ama bazı harflerimizi Tİ, Vİ okuyanlar da vardır. Onlardan Türkçe harflerimizi, yasanın kabul ettiği biçimde okumalarını istemek hakkımızdır.
                Bu yozlaşmanın içerisinde elektronik posta adreslerinde de bir gariplik yaşayıp gidiyor.
                Örnek: [com.tr.] Türkçe okursak: com nokta te re nokta diye okumamız gerekir.
                Ama pek çok TV te ve (ti vi söylenmesi ve okunması da yanlıştır) TEVE'lerimizde [com] sözünü KOM diye okuyorlar. Oysa CE harfimizin K=KE olarak okunmaması gerekir. Bir yabancı dilde okumak istediğimiz COM olur KOM.
                [com] com nokta diye okuyanlar da var.
                ATV (A TE VE)'de Esra CEYHAN'LA A'dan, Z'ye de elektronik posta adresi Türk Alfabesine göre okunuyor. Hatta böyle okunması gerektiğine dair açıklamalar yapılıyor.
                Bu yazıyı yazmama neden, bir ilköğretim okulu sekizince sınıf öğrencisidir. Bu kız öğrenci bana ara sıra uğrar. Yerel basında yazdığım dil ile ilgili yazılarımı alıp gider. Şöyle der:
                - Türk Alfabesini yanlış okuyanlara karşı yazılmış olan yazılarınızı zevkle okuyorum. Arkadaşlarıma da okutuyorum. Ne olur, bu yazılarını sürdürün!
                işte bu yazı da böyle oluştu. Üzerinde düşünülmesi dileğiyle!

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     43

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YANLIŞ SÖZCÜK KULLANAN SUNUCU VARMIŞ
                Sayın Recai TÜNERİ; Kızılay'da bir kitapevinde çalışıyor. Fotokopi işlerini anlamında yürütüyor. Geçen gün, şöyle konuştu:
                - Sizin 06/DAN yazılarınızı dikkat ederseniz hep ben fotokopi yaparım. Çünkü her yazının bir fotokopisini de alırım, o gece okurum. Türkçeyi bozanları iğnelersiniz. Bu durumda hoşuma gider.
                Geçer akşamın birinde; SHOV (ŞOV yazılması gerekir ama biz TEVE'NİZ ile güzel (Ş) harfini kullanmaz (SH) kullanır) TEVE'DE “BİRİ BİZİ GÖZETLİYOR” dizisi var. Onu izliyorum. Dikkat ettim, erkek sunucu üzerine basa basa ÜZRE diyordu. Oysa ÜZERİNE demesi gerekirdi. Hemen sizi anımsadım.
                Sizden bir ricam var. Bu durumu da yazabilir misiniz?
                Hiç merak etmeyin. Adınızı bile vererek yazacağımı söyledim. Çok memnun oldu.
                Bir TEVE'MİZ (TİVİ yanlıştır) adındaki (Ş)'yi (SH) olarak verirse, sunucusu da üzerine sözcüğünü de ÜZRE diyebiliyor. Bu sunucu, sunuculuğa dek yükseldiğine göre, Türkçeyi iyi kullanıyor demektir. Bu titizliği ÜZERİNE yerine ÜZRE yi kullanmasıyla göstermesini istemek, onun,bunun,sizin de istediğiniz olmalıdır diyerek bu yazıyı noktalıyorum.
     
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     44

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÇANTASIZ EĞİTİM
                Elde, sırtta taşınan çantaların sakıncaları konuşuluyordu, yazılıyordu. Bunları biz de tekrarlayalım:
                Sırt çantaları çocuklarda bel ve sırt ağrılarına neden olur.
                Çanta taşıyanlarda, sırt eğriliklerinin oluştuğu görülür.
                Bu sakıncaları gören Milli Eğitim Bakanlığı ÇANTASIZ EĞİTİM'E geçilmesine doğru yol açıyor.
                Çantasız eğitim deyince, çantanın tümden kalkacağını sanmayın. Öğrencinin yine çantası olacak, ama çanta okulda kalacak.
                Çantasız eğitim, tekli eğitim yapan ilköğretim okullarının ilk üç sınıfında uygulanacak, zamanla da genelleştirilecek.
                Çantasız eğitim, bir önemli konuyu birlikte getiriyor. Bu ise ev ödevi konusudur. Bundan sonra öğrencilere ev ödevi verilmeyecek, ev ödevleri okullarda sınıflarda yapılacak.
                Şimdi çok önemli bir konu karşımıza çıkıyor:
                Öyleyse öğrenci evde ne yapacaktır?
                Bakanlık: öğrencilerin, boş zamanlarını oyun, sosyal, sportif,resim,müzik alanlarında değerlendirileceğine inanıyor. Bu ise ana ve babaya çok büyük yükler getirmeye adaydır. Aile gelir durumuna göre bunları ayarlayabilirler. Ama sade vatandaşın çocukları ne yapacaktır ?
                Şimdi ne olacak? Görebileceklerimizi sıralayacağım.
                Evde bilgisayar var ise, öğrenci onun tutsağı olacaktır.
                Evde T V (TEVE TİVİ değil) olacağı için kanallar arasında kumanda aletini çalıştıracaktır.
                Daha tehlikesi; öğrenci kahveleri ile Internet kahvehaneleri oluşacaktır. Yorumu okuyuculara bırakıyorum.
    TEK TİP FORMALAR KALDIRILIYOR
                Milli Eğitim Bakanlığı; öğrencilerin kılık kıyafetlerine ilişkin yönetmenlikte değişiklik yapmaya kararlıdır. Yeni yönetmenlikte:
                Önlük ve tek tip kıyafet dönemi sona erecektir.
                Belirli kurallara uymak suretiyle:
                Serbest düzen başlayacaktır.
                KIZ ÖĞRENCİLER:
                İlköğretim okullarındaki kız öğrenciler, renk ve model bakımından sade, temiz, düzgün ve ütülü pantolon, etek, elbise ile isteğe ve mevsimine göre uzun ya da yarım kollu kazak,hırka,süveter,bluz,gömlek,normal topuklu ayakkabı veya çizme giyebileceklerdir.
                Kız öğrencilerin okulda başları açık olacak, saçları temiz ve düzgün taranmış olacaktır.
                ERKEK ÖĞRENCİLER:
                İlköğretim okullarındaki erkek öğrenciler renk ve model bakımından sade, temiz, düzgün ve ütülü pantolon, isteğe ve mevsime göre uzun veya yarım kollu gömlek, tişört, ceket, kazak, süveter, hırka giyebileceklerdir.
                Erkek öğrenciler, kolsuz, çok açık yakalı, gömlek, şort, streç ve zincir, kolye gibi ziynet eşyaları takamayacaklardır.
                İlköğretim okullarının ilk üç sınıfında, tek tip önlük giyilmesi kaldırılıyor. Getirilen giysi serbestliği; gelir durumları iyi olan aileler için sorun değildir. Bir yerde gösteriş olur. Ama sade vatandaşlarımızın çocukları anaları, babaları zorlayacaktır.
                Analar, babalar daha fazla kazanç elde edebilmek için; zamların boy verdiği bu ortamda ne yapacaklardır ? Diye merak ediyorum.

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     45

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    İŞYERİ LEVHALARI
                Hangi kentte olursanız olun, çarşıya çıkın. İşyeri levhalarını inceleyin. Şaşırıp kalırsınız. Ben hangi ülkedeyim? Diye kulağınızı çekersiniz. Çünkü çoğunluk yabancı adları seçmiştir. Bu bir özentidir. Türkçemizi bozmaktadır. Türkçeye vurulan, en büyük boyunduruktur. Türkçemize giren bir virüs şöyle gelişti:
                İşe önce turistik bölgeler girdi.
                Büyük kentler nasibini aldı. Başkent Ankara Kızılay'da boy verdi
                Bu salgın, Ankara'nın varoşlarına dek yayıldı.
                Bütün iller, ilçeler devreye girdi.
                Şimdi sıra köylerde,turistik yaylalarda !...
                “ANADİLİMİZİN CANINA OKUYANLAR” kitabım 1994'de yayınlandı. Bu nedenle çok mektup, telefon alırım. Bu nedenle de Türkçemizi bozanları iğnelerim. Buna karşın bu virüs, Osmancık’ımıza da uzandı. Bir iş yeri yabancı dilde ad alarak faaliyete geçti. Bu haberi sayın hemşerim Sakin Karakaş ”Osmancık Haber”de işledi. Hatta benden de söz edip üzüleceğimi dile getirdi. Hele Sayın Karakaş'ı aradım. Bu konu üzerinde duralım dedim. O günden beri,”Osmancık Haber”de bu konuyla ilgili Sayın Orhan Güçlü, Sayın Mehmet Özata, Sayın Osman Savcı da yazılar yayınladılar. Bu bir başlangıçtır. Aşı tutacaktır. Türkçeyi bozanlara en büyük tepki öğrencilerden gelecektir. Henüz, öğretmenler bu konularda öğrencileri aydınlatmada gecikiyorlar ama bunu da ileri günlerde yaşayacağız.
                Bir yazımda dile getirdim. Her ilde, ilçede öğretmenler dernekleri var. Bu işin öncülüğünü yapabilirler. Bunu da beklemek genç kuşağın hakkıdır. Yetişkinlerinde bir görevidir.
                Türkçeye öğrencilerin, emekli öğretmenlerin sahip çıkmasını öneririm.
                Bir işyeri açan kişi şu yolu inceler:
                İllerde Vergi Dairelerinin istediği belgeleri verir, bir izin alır. Bu izin; Ticaret Gazetesinde yayınlanır.
                İlçelerde bu işi Mal Müdürlükleri yürütür.
                Her işyeri, bir vergi numarası alır, faturasında bunu da açıklar.
                İllerde ve ilçelerde her işyeri açan kişi; Belediyeden izin almak zorundadırlar. Bu işlem olmadan Vergi Dairesi işlem yapamaz.
                Özetleyecek olursan; yeni işyerimizin adını Belediyeye, Vergi Dairesine bildirmek zorundayız. Yasaları bilmiyorum ama bazı belediyelerin yabancı dilde ad kullanmalarına izin vermiyormuş. Bu takdir Belediyeye ait ise sorun yok. Yasada boşluk varsa, yani bir yasa veya genelge yayınlanır. Aklımıza gelen öneriyi yazmak isterim.
                İşyeri adı kesinlikle Türkçe olmalı, bu ad büyük levha ile işyerinin dış cephesine asılmalıdır. (Belediyeler bundan yıllık gelir alırlar)
                İşyeri sahibi, turistleri de düşünerek yabancı ad kullanacak ise,bu adlar camekanlara,daha küçük harflerle yazılabilir.
                İşyeri, bir yabancı işyerinin Türkiye Şubesi olursa bu adı da ancak yasa ile kullanabilir.
                Türkiye'yi sevenlerin düşünebilmeleri için bunları yazıverdim. Çünkü konu anadilimiz TÜRKÇEDİR.
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     46

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     ANADİLDE YOZLAŞMA BÖYLE BAŞLAR
                Öteden beri, benimle söyleşenlerin kullandıkları, hoşa gitmeyen sözcükleri konuşurken, önümdeki arkası yazılmış kâğıda not ederim. Huyum bu! Beğenmezseniz bağışlamanızı dilerim.
                Son aylarda; söyleşiye gelenlerin konuşmalardan beğenmediğim sözcükleri değil, heceleri aktarıyorum:
                “Hıhı, hı, ha, ya, yo… Dahası da var ama onlar argoya kaçıyor, onları aktaramadım.
                Saydığım kullanılmasını, konuşan kişiye yakıştıramadım hecelerin hepsi: “Evet, Anladım” anlamında kullanılıyor.
                Türkçemize yakışmayan bu heceleri kullananlara, bir kitabı armağan ettikten sonra konuya giriyorum. Açıklama yapıyorum. Karşımdaki kişi, saygıyla dinliyor, hemen ekliyor:
                Öğretmenim! (Hoca sözcüğü üniversiteler için kullanılabilir) söyledikleriniz de yerden göğe kadar haklısınız. Ama ben ve ailem, arkadaşlarım, hatta öğrencilerim böyle konuşuyor. Alışkanlık oldu. Sizinle konuşurken dana dikkatli olacağım. Diyor.
                Söyleştiğim kişiden: Herkesle konuşurken dikkat edeceğim cevabını alamıyorum. Düşünüp kalıyorum.
                Dediğim şudur:
                Anadilimizi yozlaştırırken bu heceleri konuşma dilimizden çıkartalım. Çünkü,Türkçe bizim anadilimiz. Anamız gibi saygınlık bekler.
     
     
     
     
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     47

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ANLAYAN VAR İSE BERİ GELSİN!
                Ankara; Cumhuriyetimizin Başkentinin en işlek yeri de Kızılay'dır.
                Kızılay Alanı; adını KIZILAY binasından alır. Eski bina yıkıldı. Bir yenisi yapıldı. Ama bu bina, hiç de hoş değil. Sağdan bakınca bina sola, soldan bakınca sağa doğru eğiklik gösteriyor. Bunlar bir yana üç yıldır boş duruyor.
                Binanın çevresi levhalarla çevrilmiştir. Onlar üzerinde de reklam levhaları yer almaktadır. İşte bu levhalardan birisi:
                “vadaaaaa!”
                Vad adının ne anlamına geldiğini bulamadım. Ya sondaki beş tane a'ya  ne denir.
    ! nida işareti de unutulmamış.
                Bu “vadaaaaa!” yazısını okuyunca, acaba ben mi çağın gerisinde kaldım diyorum? Yanlış yolda olmadığıma inandığım için Türkçemizi bozanları bağışlayamıyorum. Başlıkta ki gibi:
                Anlayan var ise beri gelsin! Diyorum.
                Bunu yazanların ellerini eşek arılarının sokmasını da ekliyorum.
                Türkçemizi bozanlar, bir gün utanacaklardır. Bu günlerde uzak olmamasını diliyorum.
                Bu yazım gibi pek çok yazım yayınlandı. Beni eleştiren olmadı. İyi yapıyorsun diyen de çıkmıyor. Yoksa ben mi havanda su dövüyorum (!)
     
     
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     48

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİZDEKİ SATIRBAŞI İLKESİNİ KİM YOK EDİYOR?
                Sıklıkla yazıyorum: Uygulamada tek yerine üç yazım kılavuzu var:
                Eski T.D. Kurumu'nun Yeni Türk Derneği'nin Yazım Kılavuzu
                Yeni T. D Kurumu'nun İmlâ Kılavuzu (Yazım İmlâ oluyor)
                U.S.A. hayranı yazarların kullandığı, bazılarının yavaş yavaş kullandığı Blok Sistem.
                Bu girişten sonra konuya geçelim:
                Bir partimizin Genel Başkanı Ankara Belediye Başkanlığına soyunuyor. “Sevgili Gençler” diye bir bildiri hazırlıyor. Ankara' nın göbeğinde herkesin eline tutuşturuyor.
                Bir dostum benim, yazım kılavuzları hakkındaki yazılarımı bildiği için eline gelen bilgiyi bana getirdi sağ olsunlar.
                Bildiri blok sistemle yazılmış. Önemlileri de siyahla yazılmış. Ama bildiride satır başlıkları yok edilmiş. Tepem yine attı. Bu siyasal kuruluşa telefon ettim. Otomatiğe bağladılar. O numarayla bu partimizin Genel Merkezine ulaşamadım. Tekrar 118'i aradım. Bu kes faks numarası verdiler. Üçüncü kez 118'i aradım. Bir numara verildi. Genel Merkezdeki yüksek öğretimli olduğunu söyleyen gence derdimi anlattım. Genç; bu bildiriyi okumamış. Satır başından söz ettim. Biz Türkiye'de yaşıyoruz. Bizim yazım kılavuzumuz var dedim. Bilmiyorum diye ekledi ama bu bildirinin kaleme alındıktan sonra, bilgisayara aktarmış olacağını, ortadaki program gereği satırbaşının kalkmış olacağını anlattı. Yine tepem attı. Partimizin Başkanının tanırım. Bildiride imzası olduğuna göre, satırbaşının ne demek olduğunu bildiğini söyledim. Genç; cevap veremedi, kem küm etti. Buna karşın, dileğimin iletilmesini rica ettim. Ricamı, ilgiliye ileteceğini söyledi. Bana da teşekkür ederim.
                Tüm sınav kitapları (ilk, orta,lise,lise vb.) blok sistemidir. Bazı gazetelerimi ile yazarları da böyle yazarlar.
                Benim gibi olanların da aklı bu işe yetmez.
                O zaman; başlıktaki soruyu sormak bana;size,onlara herkese  düşüyor.
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    49

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KESME İŞARETİ NEREDE KULLANILMAZ?
                Yazılarım; yukarıdaki başlık ile yerel basında:
    Çorum- Çorum Haber,
    Keşan- Önder,
    Aydın- Mücadele,
    Osmancık- Osmancık Haber,
    Sorgun- Sorgun Postası,
    Sungurlu- Sungurlunun Sesi,
    Şebinkarahisar- Şebinkarahisar Gazetelerinde yayınlanır. Bu gazeteler de işyerime gelir. Dostlardan, iş için gelenlerden okuyanlar vardır.
    Bir dosttan mektup aldım. Aynen aktarıyorum:
                “Çorumluyu Çorumlu diye kesme işaretiyle ayırıyorsunuz. Oysa Çorumlu 2000 Dergisi doğru yazıyor.
    1993 Türk Dil Kurumu İmla Kılavuzundan aktarıyorum:
    Özel adlardan türetilen isim, fiil (mastar) ve sıfatlarda kesme işareti kullanılmaz.
                Türklük, Türçe, Aydınlık, Bolulu gibi. Ancak; sonunda okunmayan harfler bulunan yabancı özel adlardan sonra getirilen ekler kesme işaretiyle ayrılır: Lille'li ,Bordaux'lu gibi.
                Yazılarımın yayınlandığı gazetelerin ve dergilerin okuyucularından içtenlikle özür diliyorum. Bundan sonda ÇORUMLUYU, ÇORUMLU diye yazmayacağım.
    Eleştirilmek, esasında çok güzel bir olay!
                Doğal olarak anlayanlar için!...
     
     
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     50

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TÜRKÇEMİZ ELDEN GİDİYOR MU?
                24.04.2002 Tarihli Osmancık Haberde iki yazı var:
                “Söz Harmanı /Türkçem Elden Gidiyor/Sakin KARAKAŞ”
                “06/DAN Salim Savcı/Adımızı söylemeyi Biliyor muyuz ?”
                Bu yazılardan Sakin Karakaş’ın yazısını bulup okuyun derim.
                Büyük kentlerimizin, ilçelerimizin, ilçelerimizin ana caddelerini kaplayan işyeri levhalarına bakacak olursanız.
                Ben Türkiye’de miyim? Diyeceğiniz gelir. Türkçemize bu denli kıyanları eleştirirsiniz, ayıplarsınız. Ama o orada kalır. Türk alfabesini bilmeyenlere, yabancı dildeki alfabede buluşurlar. Bu durumun; şimdi de Osmancık’a geldiğini Sayın Sakin Karakaş haber veriyor. Hepimizi uyarıyor. Hatta; bu durum adımdan söz ederek üzüleceğimi söylüyor. Gerçektende çok üzüldüm. Ama yılmıyorum.
                Sayın Sakin Beyi telefonla aradım. Konuştuk, dertleştik. Aman sorun; kişisellikten toplumsallığı doğru gidiyor. Yabancı dille iş yeri açana Mal Müdürlüğü, hatta Belediye niçin yol göstermiyor?
                Belediye Başkanımız Sayın Avni Kılıç’i da iki kez aradım. Yerinde bulamadım. Ricam şudur: Yasada, iş yeri sahiplerine hak verilmiş ise, onları ikna eder de bu yabancı adlardan vazgeçirelim diyorum.
                Şimdi Türkçesini seven herkese bir görev düşüyor. Bu ve buna benzer kullanımlara yaklaşmayalım, onlara geleceğin tehlikesini anlatalım. Öyle bir gün gelir ki; ana dilim şudur diyen, o adı kullanmaya kalkışırsa, Türkçemiz çok yara alır. Ayrıca iş yeri levhaları çok soğukluk çeker. Müşteri toplayalım derken. Müşteriden olur.
                Her ilde, ilçede öğretmenler, derneklerimiz var. Onları göreve çağırsak ayıp mı olur acaba?
                Nice ayıpları yapanlar var. Bu satırların yazısı olarak Osmancık’ımı çok sevdiğim için el ele verelim diyorum.
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     51

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YABANCILAR YERİNE TÜRKÇE SÖZLÜKLER KULLANALIM
                Kızılay’ın merkezinde bir bayan berberinde geçen bir durumu anlattığı gibi aktaracağım.
                Kış dolayısıyla bayan berberin iş yeri kapısı kapalıydı. İlkbahar geldi. Camekânlı kapı açık kaldı. Müşteriler geldi, işini bitirdi gitti. Yalnız gelişte ve gidişte kokular saçan bayanlar (Bay bay diyerek) iyi günler yerine de, yine görüşme dileğiyle, bir başka deyimle Allah’a ısmarladık yerine istinasız BAY BAY demişler. Belki sizin oralarda BAY BAY sürüp gidiyor olabilir.
                Bu gözlemi bir dostum bana aktırdı. Ben de sizlere aktarıyorum. Ama huzursuzum. Nedenini açıklayayım:
                Biz Türk’üz. Türkçe konuşuruz. Türkçemize giren sözcüklerin Türkçesini buluncaya dek onu da kullanırız. Fakat bu sözcüğün Türkçesi var ise, bunu kullanmak her vatandaşa düşer. Çünkü Türkçemizi güzelleştirmeyi düşünmemiz gerekir.
                Bayan berberinin adı, kuvaför (Yazım kılavuzu böyle diyor) Tabelada ise kuaför olarak yer alıyor. Belediyelerin, Türk Dil Kurumu ile Türk Dil Derneğinin, Vergi Dairelerinin bu ismin Türkçesinin yazılmasını isteme hakkı var sanıyorum. Öyle ise bu karmaşa neden yaşanıyor?
                Bayan berberine gelen genç, orta yaşlı bayanların da istinasız BAY BAY demelerine bir anlam veremiyorum. Çünkü bunun yerine geçecek sözcüklerimiz var.
                İş yerine geldiniz diyelim. İyi günler veya merhaba diyebilirsiniz.
                İş yerinden ayrılıyorsunuz diyelim. Bay bay yerine, görüşme dileğiyle veya Allah’a ısmarladık diyebiliriz.
                Hele şu (görüşürüz) sözcüğü yok mu? Görürsün ha! Anlamına gelmiyor mu?
                Bu yazıyı okuyunca; Anadilimizin örselenmesi sizi sıkmıyor ise LÜTFEN TÜRKÇEMİZE düşünelim demeden geçemiyorum.
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     52

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YABANCI SÖZCÜK HAYRANLARINA
                TV (Tivi değil Teve'dir)'ler bile harflerimizi başka dilden okurken, bazı yayınlarımız da  “Paşa”yı ” Pasha” yazarken, insanlarımız boş durmuş mu? O da sözcüklerimizi bozuyor.  Hatta kullanmasını sevmediğimiz yahu sözcüğü, Ankara'nın gözbebeği olan Kızılay'da giyimiyle, elinde cep telefonuyla hava basan gençlerimiz arasında yavu, yav oluveriyor. "Yavu" yu, "yav"ı ilk duyuyorsanız yahu yerine geçtiğini biz anlıyoruz ama Türkçeyi seven bir yabancı anlayamıyor. Yanındaki Türk'e soruyor, öğreniyor.
    Türkçemizde, sevilmeyen sözcüklerin, bunların iyileri ve yaşayanlarının olduğunu son zamanlarda sık sık yazıyorum. 06/dan Salim SAVCI 312- 625 60 25 numaralı tele faksla:
                - Ne olur, duygularımızı yazın? Benim hoşuma gidiyor. Diyorlar.
                Belki de bu ilgi olmazsa, bu tip yazılarım azalacak.  Ama durmadan çoğalıyor.
                İşyerlerinin isimlerinin Türkçe olmasını Belediyeler izliyor sanıyorum. Nitekim Kızılay'da bir kitapevinin adı TİLL idi, bir baktık PEN olmuş.  Demek ki bir uygulama var. Ama bu çoğalmıyor.
                Kızılay'da bir dönerci var. Adı yabancı sözcük! Mal sahibine sordum, aldığım cevap şudur:
                - Bey, bu yabancı sözcük işimizi artırdı. Şimdi iki döner takıyorum. Gençler yabancı adları seviyorlar. Diyor.           
                Türkçemizi sevenler pek çok. Bunun tabanı Türk insanı.  O, Osmanlıcaya karşın Türkçeyi yaşatmış. Yine yaşatıyor. Ben de buna inanıyorum.
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     53

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    PES DOĞRUSU
                Durmadan yazıyorum. Yayın hayatında iki yazım imla kılavuzu  var:
                1- Eski T.D.Kurumunun yeni T. Dil Derneğinin Yazım Kılavuzu
                2- Yeni T.D.Kurumunun İmla kılavuzu
                İsteyen, istediğinden yararlanıyor. Onu kullanıyor. Birliktelik bozuluyor.. Türkçe’miz boyunduruktan kurtulsun derken,bir değil iki boyundurukla karşılaşıyor.
                Bu da yetmiyormuş gibi birde blok sistem boy veriyor. Nerede ise tüm sınav kazanma kitapları blok sistem kullanıyor. Dahası var. Beğendiğiniz gazete ve dergilerin bazısı da blok sistemine yer veriyor. Türkçemizde var olan satır başı kavramın da canına okunuyor. İş bununla da bitmiyor. Bir yeni blok sistem daha türedi. Satırbaşı yok ediliyor. Blok sistem sağda (bize göre) boy veriyor. Satırbaşını kaldıran iki blok sistem daha da yaygınlaşırsa diye endişe duyanlara ben de katılıyorum.
                Milli Eğitim Bakanlığı,Yazım (İmla ) Kılavuzu işini çözümlemeli,Türkçe’miz perişan edilmemeli!
                Tek yazım kılavuzunu getirebilenlere şimdiden teşekkürler.
     
     
     
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     54

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BEN TÜRKÇE KURS İSTİYORUM!
    Anayasada yapılan değişiklikte; vatandaşlarımızın, evlerinde, o yörede konuştukları dil ve kurslar isteklerini basından öğrendiğim gün, BEN DE TÜRKÇE KURS İSTİYORUM diyen kişi çıkar mı? Diye düşündüm. Çıkacak kişiye de rastladım. Bu sade vatandaş:
    Ben Çerkez’im. Evde Çerkezce konuşuyoruz. Ama dışarıda Türkçemize sahip çıkalım. Çeşitli kurslar isteyenler çıkabilir. Ben de “Türkçe Kurs” istiyorum. Sonra diğerlerini diyordu.
    Öyle gözüküyor ki; Tatarca, Pomakça, Lazca, Bingöl Kürtçesiyle, Siirt Kürtçesiyle, Mardin Kürtçesiyle kurs isteyenler olduğu gibi yerel şivelerle kurs isteyenler çıkacaktır.
    ANADİLİMİZİN CANINA OKUYANLAR kitabım çok ilgi görmüştür. Telefonlar, fakslar, mektuplar gelir. Bu nedenle de Türkçeyi bozanları, bir başa deyişle de kirletenleri iğneler oldum.
    Şivelerin de işe girebileceğini düşününce insanın tüyleri diken diken oluyor. Ama inancımız şudur:
    Türkçemizi orasından, burasından kemirenler, gün gelecek sınavları kazanabilmek için en güzel Türkçeyi öğrenmek zorunda kalacaklardır.
    Bir endişem daha var. Politikacılar, halkın karşısına geçip oranın şivesiyle konuşurlarsa buna ben şimdiden pes derim. Ama Türkçeyi severler asla pes etmeyeceklerdir.
    Bu da böyle biline.
     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     55

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ANADİLİMİZ TÜRKÇENİN ÖNEMİNİ BİLMEYENLERE
                Çocuklarımıza, bir yabancı dilin öğretilmesinin zamanını ayarlamada bir sıkıntımız var. Yabancı dile, okul öncesinden başlanmasını savunanlar neden ise çoğaldı. Oysa biz çocuğumuza Türkçemizi iyi öğretemez iken Türkçemizin canına okuyan yolda olanları hoşgörüyle karşılıyoruz. İşte bu olmaz. O zaman Türkçemiz yara alır. Bugünkü gibi, caddelerimizin levhalarını okuyamaz hale geliriz. Dahası var. Bu karmaşa bizi, ileride Hindistan’da olduğu gibi bir yabancı dilin tutsağı yapar. Ayrıca da, şu Ortadoğu bizim varlık göstermemizi engelleyenlere çok güzel bir fırsat vermiş oluruz.
                Bunları herkes biliyor. Ama susanımız çok. Yazık olan da budur.
                Bir yabancı dil ile öne geçtiğini sanan kişi, Türk olan bizi bunu Türkçe ile anlatmak zorundadır. Türkçeyi iyi bilmez ise bunu nasıl yapar?
                Size Keşan Önder Gazetesinin Almanya’dan köşe yazarı Sayın Kemal Petriçli’nin 05,02,2002 ÖNDER’DE yayımlanan yazısından alıntı yapmak istiyorum.
                Ne diyor Petriçli?
                “Kırk yıldır Avrupa’da yaşadığım halde anadilimden bir zerre kopup yabancı dile önem verip eğilmedim”
                “Önce çocuğumuza Türkçemizi iyi öğretelim.
                Yabancı sözcüklerin Türkçelerini arayalım, bulalım, kullanalım.
                Türkçemize; onu, bunu,şunu dinlemeden öncelik verelim”
    “Okumak için,
    Ders almak içi,
    Anadilimizin değerini anlamak için, güzel bir derstir. Doğal olarak anlayana!.”
    Sağ ol PETRİÇLİ. Size sevgiler, saygılar yolluyorum. Dilerim sizin, benim özlemim gerçekleşsin, gelişsin!
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    56

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    PES DOĞRUSU *
                Elimde bir hazır besin pazarlaması yapan bir broşür var.
    İnegöl COMBO (İnegöl köfte + patates kızartma)
    Tavuk COMBO(Tavuk döner + patates kızartma)
    Et döner COMBO (Et döner + patates kızartma)
    İnegöl AYKOM (İnegöl köfte + Ayran)
    Tavuk AYKOM (Tavuk döner + Ayran)
    Et döner AYKOM (Et döner + Ayran)
                Şimdi şapkanızı önünüze alın, acı acı düşünün.
                Bu işyerine telefon edildi. Alınan cevap şudur:
                - COMBO menü; menü demektir. AYKOM ise ayranlı demektir. Menü de Türkçe olmadığı için değişiklik olsun dedik. COMBO oluverdi. Müşterilerimiz bunu sevdi.
                - Sayın işletmeci. Türkiye'de yaşıyorsunuz. Bunları: Patates kızartmalı, ayranlı olarak söyleyebilirdiniz. Türkçemizi de bozmamış olurdunuz. Ana dilimiz Türkçeyi yitirirsek, Hindistan gibi bir anlaşma dili ararız. Onlar İngilizceyi seçmişler. Şimdi sıra bizde mi olsun diyorsunuz?
                - Bey! Bu hususta bizi uyaran olmadı. İlk kez sizden tepki aldık. Ama insanlarımız değişiklik ardında koşuyor. Bizim caddeye geliniz. Türkçe iş yeri adı bulamazsınız!
                - Sayın işletmeci, değişiklik uğruna lütfen Türkçemizi bozmayın. Geleceğimizi düşünün.
                - Haklısınız ama ben para kazanmak zorundayım.
    *İşyerinin adını yazamadım. Hoş görün
     
     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     57

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TÜRKÇEMİZE SAHİP ÇIKALIM
                Ankara'da; Kızılay-Kavaklıdere-Çankaya'yı gezin. İşyerlerinin levhalarına bir göz atın. Okuduğunuz işyeri adlarının TÜRKÇE olmadığını göreceksiniz. Kendinize:
                Ben neredeyim? Diye sormak zorunda kalacaksınız.
                Yabancı sözcük kullanmak bir moda oldu. Başını aldı gidiyor. Oysa; Belediyelerin, Valiliğin, hatta Bakanlıkların, Milletvekillerinin bunları görmeleri gerek.
                Ankara Ticaret Odası; ATO bir gazete çıkarır. Abonelerine gönderir.
                74. sayıyı elinize alınız:
                Ankara Ticaret Odası SOSYAL TESİSLERİ diye haberi okudunuz. Türkçe olduğu için sevindiniz.
                Ama gazetenin sol yanında: TWİN TOVERS diye okuyacaksınız. Sosyal tesisler adının, imrenme mi nedir? Bilinemiyor TWİN TOVERS olduğunu öğreneceksiniz.
                Sade vatandaş; SOSYAL TESİSLER adını beğenir, ister. Ama bunun yabancı dildeki TWİN TOVERS'İNE pek ilgi duymaz. İlgi duyanlar var diye TÜRKÇE’MİZİ KİRLETMENİZ sizce uygun düşer mi?
                Toplantıya katılanların adlarını yazmıyorum. Ama:
                -Bu TWİN TOVERS'DE neyin nesi? Diye soran oldu mu diyen var mıydı diye merak ediyorum?
                Anadilimiz Türkçenin önemi, değerini bilmez isek bir gelecekte anlaşabilmek için Hindistan gibi bir yabancı dil aramak zorunda kalabiliriz. Bu da biz Türkler için çok acı olmaz mı?
                Bu ülke bizim, bu anadil bizim!
                Hayır diyebilir misiniz?
               

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      58

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ŞU SIFATI; NASIL ŞO OLUYOR?
    Ankara’da Kızılay’da kaldırım taşları üzerinde (burada kitap satışı yasak ama) kitap satan vatandaşı dinlemeye var mısınız?
    - Oğlum; şo (şu demiyor) kitabı al, şo (şu demiyor) ağacın altına koy, kısmeti açılsın. Diyor. Selam verip adama yaklaşıyorum.
    - Hemşerim; şu demiyorsun, şo diyorsun neden?
    - Bey; işte bu çocuk şuyu bilmiyor. Onun dilinden konuşuyorum.
    - Ama biz şoyu köyde kullanırdık. Şehirlerde kullanmazdık.
    - Evet bey; köyler köyde minnacık kaldı. Bizler hepten şehirli olduk ama; köylerdeki konuşmayı sürdürüyoruz.
    - Türkçemiz yazım olmuyor mu?
    - Bana yazık değil mi? Köylerde bize imkan vermediler. Bizde kentlerin yolunu tuttuk. Burada kitap satmak yasak ama (50) metre uzakta (4) adamımı var. Onlar ıslık çalınca ben toz duman olurum.
    - Bir önerin var mı?
    - Şu gençlik Parkının duvarına küçük küçük odacıklar koysunlar. Bizler de satışımızı kaçak yapmayalım. Hem kira, hem de vergi verelim.
    - Bu dileğinizi ilgili yere ilettiniz mi?
    - Adamın yoksa seni dinleyen olmaz. Bunu da böyle bil.
    Sade vatandaşın görüşü hoşa gider, gitmez ama, Kızılay’ın ortasında bu komik durumun önlenmesi düşünülmez mi? Diyorum. Buraya noktayı koyuyorum
     
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      59 

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TÜRKÇEMİZDE KA HARFİ VAR MI?
    Ara sıra telefonla arayanlar olur. Onlara kesinlikle cevap veririm. En son telefon çaldı:
    -Efendim, siz k K (ke okunur), ka okunmaz diyorsunuz. Ama TV (TEV) (TİVİ değil)’lerde sorumlu kişilerin:
    CEHEPE yerine CEHAPE, MEHEPE yerine MEHAPE diye söylediklerini duyuyorum. Okula giden oğlum ile kızım:
    -Baba, yine bir çam devrildi diyorlar.
    Lütfen beni aydınlatınız. Saygılar.
    Türk alfabesi (ABECESİ) 1.XI.1928 yılında (79yıl önce) (1353) sayılı yasa ile kabul edilmiştir. Her harfin okunuşu da yasada vardır.
    14. harfimiz K,k (ke okunur)
    Bu açıklamaya göre; K,k harfine;
    - Ke
    - Ka diyerek. Doğru söyleyenlere, yanlış söyleyenlere siz de tanık olacaksınız.
    -Yine birisi, bir çam devirdi diyeceksiniz.
    Ağzınıza sağlık!

     

     

     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     60

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    K-H HARFLERİMİZİ DOĞRU OKUYALIM
                Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla, harf devrimi yaptık. Arap alfabesi kaldırıldı, Latin kökenli (29) harfli TÜRKÇE ALFABESİ (ABEC'si) yasalarla kabul edildi, her harfin okunuşu da belirlendi.
                (29) harfin içerisinde, K ile H harfimizi, Arapçadan gelen alışkanlıkla KE yerine KA;HE yerine HA kullananlar dün var idi,bu günde vardır,yarın da olacağa benzer.
                Hangi alanda diye soracak olursanız yanıt verelim. Siyasal alanda.
                Şimdi de örnekleri açıklayalım:
    En yaşlı parti Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisidir.
    Yazışmalarda, konuşmalarda CHP diye geçer. CEHEPE Okunması CEHAPE diyenler olur. Kasten söylenen de çıkabilir. Oysa CHP deki H harfinin okunuşu HE'dir, HA değildir.
                Adalet Kalkınma Partisi de kısacası AKP diye yazanlar, görüntüleyenler vardır. Ama okuyanlar AKEPE diye söyler. Oysa AKP ise, AK adının söylenmesine çalışır. AKEPE, AKAPE diye söylenmesine gönül bile kayır.
                KE harfini KA, He harfini HA diye söylemediğiniz gün, alfabe (ABECE)'mize sahip çıkmış oluruz. Her okuyandan, her vatandaştan da harflerimizin yasadaki okunuşuyla okumalarını beklemek, bizim de, sizin de, onların da hakkıdır.

     

     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     61

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BAZI SÖZCÜKLERİ HİÇ SÖYLENMEMELİDİR
                Bir söyleşili aktarmaya çalışacağım:
                - Dostlar; demokrasinin olduğu ülkede, herkes doğal olarak hakkını, yasalar içerisinde kullanabilir. Bu çok seslilik bile o ülkeye, canlılık getirir. Sorumlular uyanır. Bir hak söz konusu ise o da zamanla verilebilir.
                - Dostum; çok yuvarlak konuştun. Bunları herkes biliyor. Görüşünü açıkça söylesen iyi olur.
    - Yasalara göre herkes toplantı yapabilir. Görüşlerini açıklayabilir. Bunun örneğini Ankara Sıhhiye de gördük. Gösteri yapanlar; bordolarını yaktılar.
    - Bordoyu yakmak bir eylemdir. Karşıyı uyarmaya yarayabilir.
    - İşte burada, bir sorumlu kişi kalktı; okulların açıldığı günlerin heyecanı ile “bordo yakın, kendinizi yakın” öğrenciler sizi bekliyor. Dedi.
    - Dostum, bu sorumlu kişi özür diledi ama bence, bu yakın sözcüğü ölçüşüz bir sözdü. Söylenmemeli idi.
    - Sizler onu, bunu bırakın da beni dinleyin. Bu sorumlu kişiyi, o makama getiren kişi, hemen o kişinin işine son vermeliydi. Çünkü o makam:
    - Velinin, öğrencilerin, öğretmenlerin gözünde her şeydi!
     
     
     

     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     62

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TÜRK DİLİ ÜÇ YAZIM KILAVUZUNU TAŞIYAMAZ
                Başlığı okuyunca; belki de hayret edeceksiniz. Ama gerçek bu!
                Şimdi bu üç yazım kılavuzunu (bazılarına göre imla kılavuzu) sıralayalım:
    1- Atatürk'ün kurduğu Türk Dil Kurumunun (T.D.K.) yayınladığı, şimdi Türk Dil Derneğinin basımını yürüttüğü YAZIM KILAVUZU
    2- Yeni T.D. Kurumunun basımını yaptığı okullara önerdiği; İmla Klavuzu
    3- Günlük yaşamımızda basımı olmayan; bazı yayın organlarının T.V. (Tivi değil) TEVE'lerin tüm test kitaplarının uyguladığı BLOK SİSTEM
                Blok sistem nedir? Diyebilirsiniz. Türkçedeki satır başını kaldıran hiç de hoş olmayan yerlerde kesme yapan sistem.
                Türkçemizde üç tane YAZIM KILAVUZU, (İMLE'DA YAZIM OLSA) fazladır. Türkçeyi bozmak için yeterlidir. Nitekim:2003-2004 öğretim yılında DERS KİTABI olarak okullara giren kitaplarda pek çok yazım kusuru görülmüştür.
                Bir örnek verelim:
                Kılavuzun birisi; ÖNSÖZ'Ü, ÖNSÖZ yazar,
                İmla Kılavuzunda ise ÖN SÖZ diye ayırır,
                Öğretmen is;biz ÖNSÖZ diye öğretiyoruz der.
                Buyurun işin içerisinden çıkabilirseniz çıkın.
                TEK TİP YAZIM KILAVUZUNA geçmenin zamanı gelmedi mi acaba!

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      63

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    NO SÖZCÜĞÜ
    Bu satırların yazarına sorulan soru:
    No; size ne anlatıyor? Oldu. Cevabini şöyle verdim:
    No; Nobilyum elementinin simgesidir.
    Bir de adreslerde çok kullanıldığını görüyorum. Ama; bir sözlüğe bakmak gerekir. Dedim. Türk Dil Kurumu Sözlüğünü açtım.
    No: Kim. Nobilyumun simgesi sayfa 885.
    Bunun dışındakileri aradım. Bir şey bulamadım. Hemen kapı numaraları aklıma geldi. Orada da No’ya rastlamadım. Bulduklarım şunlardır.
    Numara: a,Fr./1. Bir şeyin, bir dizi içindeki yerini gösteren sayı;
                Numara: a ve s.
    1-Numarası olan (Yerler numaralı gibi)
    2-Belli numarası olan (İki numaralı ev gibi)
    Numara sözcüğünü “ Fransızcadan almışız. Kapı numarası yerine de No: kısaltmasını oturtmuşuz. Bal gibi, hepimiz de kullanıyoruz.
    Türk Dil Kurumu sözlüğünde Numara yerine Nu: kısaltmasını almış. Ama bunun Nu:2 gibi yazılmasını Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu istiyor. Bu yanlışlığı gördükleri için, onları kutlamak gerekir.
    Yorum yapmadan sunuyorum.

     

     

    ,

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    64

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİ
    1974’de başlayan; öykü-fıkra-söyleşi kitaplarıma ara vermemin, apaçık bir nedeni vardır. Açıklayayım:
    İlerde, ilçelerde oturan anne ve babalar çocuklarını kreşlere, anaokullarına göndermek için çok çalışıyorlar. Bu nedenle; kreşlere, anaokullarına giden öğrencilere sayısız oranda okul öncesi kitapları sunuluyor. Bunların başında da masallar geliyor.
    Öyle bir gelişme oldu ki; her çocuk; annesinden, babasından, evdeki yetişkinlerden her akşam masal istiyor. Bu istek karşısında; 2006’dan itibaren masallar yazdım. İlk masalımın adı: Bana Bir Masal Anlatır Mısınız? Oldu. Geçen günlerde bir gazetenin haberini veriyorum:
    Okul öncesinde okulda kaldık!
    -Yetişkinlere saygıyla sunuyorum.
    -% 4.5 size de büyük acı veriyor mu?
     
     
     
     
     
     
     
     
     
    .

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     65

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KİŞİLİK SAHİBİ ÇOCUK
    Bir süre önce görüştüğü bir baba geldi. Armağan ettiğim bir kitabından söz etti. Oradan, buradan konuştu. Oğlunun değişik bir çocuk olduğunu söyledi. Hemencecik de ekledi:
    -Oğlum ilköğretim okulu dördüncü sınıfına gidiyor. Her akşam eve geldiğinde, okulda, sokakta olanları anlatıyor. O olaylar karşısında nasıl hareket ettiğini söylüyor. Benim görüşümü istiyor. Bende açıkça söylüyorum. Söylediklerimin bazıların yerinde buluyor. Bazılarına da karşı çıkıyor. Beni sinirlendiriyor. Sizin görüşünüzü almak istiyorum.
    -Bey, bir ara oğlunuzun değişik çocuk olduğunu söylediniz. Bu değişikliğin ne olduğunu tam olarak açıklamadınız. Demek ki çocuğunuz bir kişiliğe erişebilirse iyi olacak. Bunun içindir ki, her zaman onu dinleyen olabiliniz. Çözüm arayınız, dedim. Şöyle söyledim:
    -Atatürk’ü bilirsiniz ama O’un çocukluğunu bildiğinizi pek sanmıyorum. Atatürk’ün evdeki adı Mustafa’dır. Mustafa’nın okuma çağı gelir. Baba Ali Rıza Bey, ana Zübeyde hanımı ikna edemez. Mustafa mahalle molla okuluna devam eder. Molla okulunun geleneklerine göre, Mustafa hoca efendiye teslim edilir. Hoca efendi; sopanın, falakanın ne işe yaradığını anlatır. Çocuklar durgunlaşırlar. Mustafa’nın kaşları çatılır. Eve gelir. Okulda olanları bir bir babasına, annesine anlatır hocayı ve okulu sevmediğini söyler. Ana Zübeyde Hanım önemsemez. Baba ise Şemsi Efendi Okulunun iyiliğini anlatır. Mustafa bu konuşmanın sonunda ekler:
    -Anneciğim ben hocanın okuluna gitmem der. Anne şaşırır kalır. Mustafa’nın Şemsi Okuluna devamına razı olur. İşte burada, Mustafa’nın görüşü iyiden yana açıktır. Çocuk kişiliğini gösterir.
    Sizin çocuğunuz da bir Türk çocuğudur. Belli olmaz sizinki de bir yerlere gelebilir. Dedim. Bir kitap daha armağan ettim.
    Baba neşe içerisinde çekip gitti. Bu nedenle diyorum ki; çocuklarınızı dinlemeyi biliniz.
     
     
     
     
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     66

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÇOCUK KALBİ
    Dünya çocuk klasikleri arasında yer alan:
    Çocuk Kalbi – Edmondo De Amicis’in eseridir. (100) temel eser arasında M.E.B.’ca tavsiye edilmiştir.
    Çocuk Kalbi kitabını aslına uyarak, kendi anlatımımla dile getirdim. (220) sayayı buluyor. Şimdi bu kitaba yazdığım önsözü aktaracağım:
    Önsöz
    Çocuk Kalbi’ni okuyanlar:
    -Annenin, babanın, öğretmenin önemini, tam anlamında, çok güzel bir anlatımla öğrenebilirler.
    -Babanın, annenin, ablanın yazdığı mektuplar, aile bağlarının nasıl kök saldığına tanık olurlar.
    -Hele, sınıflarda öğrenciler aylık öykülerle, bir ulusun kurtuluş savaşında geçen gerçek olaylarla örnekleriyle okurlar, onların bıraktığı vatana, bayrağa sahip çıkarlar.
    Çocuk Kalbi’ni okumamış olanlar:
    -Baba, eksiklerini tam olarak bilemez.
    -Anne, anneliğini tam anlamında yapamaz.
    -Öğretmen, öğrencisinin ne denli önemli bir varlık olduğunu tam olarak kavrayamaz.
    Kısaca söylersek; Çocuk Kalbi kitabı, her evin rafında bulunursa, okuyacak kişiyi bekler.
    Tüm iyilikler, geleceğimizin garantisi olan çocuklarımızın olması dileğiyle, sevgilerimle!
    Yanına Hazırlayan / Salim Savcı
    Bu kitabın bakımını yüklenecek kişilere, kurumlara en büyük kolaylığı göstereceğim. Türkiye dağıtımını da yürüteceğim. Sevgilerimle!
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     67

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YAYIM VE YAYIN SÖZCÜKLERİ ÜZERİNE
                Bu iki sözcüğün adı geçince; onu bilsek dahi, bir sözlüğe bakmaktan geçemeyiz.
                YAYIM ve YAYIN sözcükleri de bu türdedir. Türk Dil Kurumu eski basım kımızı iki kitap en çok beğenilendir. Ora başvuralım!
    YAYIM: Türk Dil Kurumu Sayfa 1294. Yayım
    a)Kitap, gazete gibi okunacak şeylerin basılıp dağıtılması (açıkçası üretilmesidir) Herhangi bir şeyin, yapılan radyo TV TEVE’ (TİVİ değil) ler aracılığıyla dinyleyenlere, izleyicilere ulaştırılması. Eski adı “Neşriyat”
    Yayım b) Basılıp satışa çıkartılan kitap, gazete gibi okunan ya da radyo,TEVE’ler aracılığı ile halka sunulan duyulum.
    Yazarların, okurların bunları bildiğini varsayıyorum ama yazmadan da vazgeçemiyorum. Neden? Yanlış kullananlar çoğalıyor da ondan!
    Yayından türetilen YAYINEVİ sözcüğü var.
    Millî Eğitim Bakanlığı Kitap İnceleme Kurulu ile Yeni TÜRK DİL KURUMU Sözlüğü YAYIN EVİ diye ayrılmasını istiyor. Oysa Millî Eğitim Bakanlığının Kızılay’da bir satış merkezi var. Tabelasında YAYINEVİ yazıyor. İkili bir görüş hiçte hoş olmuyor.
    Yine bununla paralel yanlış kullanılan bir sözcük var:
    MİLLÎ (i şapkalıdır) Ulusal anlamına gelir.
    Milli derseniz milli toprak anlaşılır.
    Burada da kusur önce Millî olan bakanlığımızda başlıyor. Lütfen levhaları bir inceleyiveriniz. Okul başlıklarının yazıların bir göz atıveriniz.
    Türkçe; bizim anadilimizdir. Ana sütü gibi ak ve kusursuz olmalıdır.
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     68

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    HANGİSİ DOĞRU?
    Sabah Postası dedik. Yazmak istedik doğrusunu yazdık.
    Sabah Postası yazılışını gördük. Bu iki sözcük ne zaman bileşik sözcük oldu diye düşünüp kaldık.
    Yazıdaki bölümü okuyunca, bu da nereden çıktı? Diyebilirsiniz. Açıklama isteyebilirsiniz. Size hak veririm. Evet! Açıklama yapmam gerek.
    Devlet yardımıyla yayınlarını sürdüren habercileriyle, yorumcularıyla öncülük yapan TV (Te Ve),(Ti Vi) değil, kanallarını hepimiz biliyoruz.
    Kanallardan birisi her sabah SABAH POSTASI’NI yayınlıyor. Ama programı hazırlayanlar, bir yanlışlığı görememişler. Program geldiği gibi yayınlanıyor. Sabah Postası diye ekranlara (perdelere) veriliyor. Sabah Postası adı bileşik sözcük olmuş, haberimiz yok.
    Bereket versin biraz sonra ekranda doğrusu da veriliyor.
    Sayın Jülide GÜLİZAR bunu görmüş olsa, bu yayını hazırlayanları kibarca, içtenlikle uyarır. Oysa TV’LER de çalışan her kişinin bir GÜLİZAR olması gerekir.
    Bu yazı yerel basında 8 yerde yayınlanacaktır. İnanınız Ankara’ya ulaşacaktır. Belki de bu yazar havanda su dövmüş diyeceksiniz. Oysa su bir hayat demektir. Dilimize de hayat vermeli; hepimize (sen, ben,o yok) düşmez mi ?
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     69

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR ANNENİN ÖĞÜTLERİ
    Bu kez, bana gelen bir annenin mektubundan önemli gördüğüm öğütleri sıralıyorum:
    -İnsan, canlıların en gelişmişi, hem de en akıllısıdır. Yavrum, sana da verilen akılı, daima üretimi artırmak için kullan.
    -Şu evrendeki her canlıyı, cansızı sevmeyi bil. Seversen sevgi toplarsın. Sevilemezsen, bir kenara itilirsin. Kenara itilen o toplumdan kopar. İnsanları da sevemez olur.
    -Şu evrene bir bak. Canlının, cansızın, makrosu (en büyüğü), mikronu (en küçüğü) vardır.
    Doğanın bir dengesi olduğunu unutma. Çevreci ol. Çevrene sahip çık. Oksijen üreten yeşil yapraklı bitkileri, ağaçları yetiştir.
    -Yavrum, bunların tümü sana okuduğun derslerde verilir. Ama ben bunları, birleştiriverdim.
    -Sen sen ol! Paylaşmayı bil yavrum!
    Bu yazıyı her okuyan; annesinden başka öğütler de dinlemiştir. O öğütlerin de dinlenmesi dileğiyle..
     

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     70

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BU SATIRLARI GELEN MEKTUPTAN AKTARIYORUM:
    “İlerimizin adları, aynı zamanda çoğunlukla il merkezi oluyor. Dört ilimizin adı ile il merkezi aynı değil. İnanın ben bu farkı biliyorum ama arkadaşlarımın çoğu bilmiyor.
    Hatay= Antakya
    İçel= Mersin
    Kocaeli= İzmit
    Sakarya= Adapazarı
    Seyhan= Adana
    Hatay; bir bağımsız devlet iken ülkemize katıldığı için onun adının Hatay olarak kalması, il merkezinin de Antakya olması aynen yaşatılmalıdır. Bu tarihi görevdir.
    İçel adı; Kocaeli adı, Sakarla adı o yörelerde ilgi toplayabilirler ama Mersin, İzmit, Adapazarı adına hayır diyen olmayacağını sanıyorum.
    Bu dileğimin coğrafyacılara ulaşmasını diliyorum.
    Dahası da var. En son iller haritasında İçel, Seyhan adı yoktur. Hatay, Kocaeli, Sakarya adları vardır.
    Bu da bunun tuzu, biberi oluyor. Herkes bir telden çalıyor. Oysa bu adlar, yasada böyle ise böyle yaşatılmalıdır.
    Birlik, beraberlik deriz, mangalda kül bırakmayız.
    Yalan mı?
    Birliktelik bu mudur?
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     71

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SEVGİ SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE
    Sevgi; sözcüğünü bilmeyen yoktur. Buna karşın TDK sözlüğünü açalım.
    Sayfa:1042’den okuyalım:
    SEVGİ: A) İnsanı bir şeye; ya da bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu. Olduğuna bir nokta koyalım.
    Bir deyişe göre de sevgi: Sevgi beslemekle, sevgi duymakla başlar.
    İnsanoğlu; canlı ve cansızlar arasında yaşar. Onlardan birisine duyarlı olmasına çalışır. Dolayısıyla onu sevmeye başlar.
    Sevilen canlı; insan veya hayvan olabilir. O da bunun karşılığını davranışıyla, konuşmasıyla, çeşitli sesler çıkartarak sergiler. İşte bu ortam; bir sevgi ortamıdır. İnsanları mutlu eder. Buna karşın insanoğlu, sevgisinin var olduğunu bilir ama çeşitli nedenlerden etkilenir, sevgisizliğin örneğini de verebilir. Ama insan; en gelişmiş canlı olduğu için ne yapıp yapmalı, ırk, cins, din, renk, mezhep farkı gözetmeden bireylere yaklaşabilmelidir. İşte bunun gerçek adı İNSANLIKTIR.
    Gördükleri, dinledikleri, okuduklarıyla bir doğru çizen insanı herkes sever, hatta sayar bile.
    Ana, baba, öğretmen, hatta her birey, bir öğreticidir. Bir yerde de eğitimcidir.
    Öğreticilerin, eğitimcilerin sevgi ortamını yaratmalarını beklemek yerine, herkes bu güzel duyguya sahip çıkmalıdır. Çünkü sevgisiz hayat; yağmur almayan tarlaya benzer. Fark, fark yarılabilir, ürün vermez olabilir.
    Ürün almak istiyorsak, yağmur gibi her alana sevgi yağdırmamız gerekir diyoruz.
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     72

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ANLAMLI SÖZLER
    1974 yılından bu yana bana gelen mektuplardan alıntılar yapıp bir kenara koymuştum. Onlar dile geldiler, yayınla bizleri dediler. Bu isteğe uydum, işte aktarıyorum:
    - Dostun yok ise, en yoksul insan sensin.
    - Ah ile gelen vah ile gider.
    - Hiçbir şey, hayat kadar tatlı değildir.
    - Kendine karşı saygılı olamıyorsan, kimseden saygı bekleme!
    - Neş’e ile güneşin girdiği yer aydınlıktır.
    - Bilgisini kötüye kullanan insan, en kötü insan sayılır.
    - Kusurlarımız, en iyi deneyimlerimiz olmalıdır.
    - Çalışmayı seven, kötülük yapmaya fırsat bulamaz.
    - Her gerçek, bir yanlıştan doğar.
    - Veren el, alan elden üstündür.
    - Sevilmek istiyorsanız, sevimli olunuz.
    - Öğretmen emekli de olsa öğretmeyi sever.
    - Her eleştiri bir uyarıdır, bir diriliştir.
    - Çiğ bir şey ye ama, çiğ bir şey söyleme.
    Bu anlamlı sözler:
    “Dost söylerse güzel söyler” kitabımın bundan sonraki basımına girecektir.
    Gerçekte dost acı söyler ama o da güzeldir.
    Doğal olarak anlayana!.

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     73

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     İŞTE O KADAR
    Teknolojinin  ürünlerini kullananlar; bilimin  değerini  bilir gözükürler. Bilimin ortaya  koyduğu  gerçekleri de  göremezlikten gelirler.
    Bu saptamayı nereden çıkardığımı açıklamam  gerek. Öyle  ise; bilimin sesi kulağınızda kalsın.
    Cep telefonlarının: Uçaklarda, Otolarda, Tıbbi  aygıtlar (cihazlar) üzerindeki etkisi kesindir. İnsanoğlu 15 yıldır bu etkileri izliyor.
    Bunlar ise: Baş ağrısı, Kulak kanseri, Karmaşık rüyalar, Beyin tümörlerinin oluşmasıdır.
    Bu  etkileri bilenler; çok büyük kapsamlı çalışmalara başladılar. Avrupa Birliği  ile  iletişim  enstitüleri  bu alana 8 milyon marklık bütçe bile ayırdı.
    Şu  anda  dünyada  (400)  milyona yakın  insan  cep  telefonu  kullanıyor. Bu sayıda durmadan artıyor. Bu  iş; sigaraya benziyor. Etkileri bilinir, sigara da içilir.
    Çok önemli konularda cep telefonu kullanılmalıdır. Hayat kurtarma söz konusudur.   Ama  şöyle  kullananlara ne diyelim?
    Ankara'da Kızılay'da bir bankamatik sırasındayız. Önümüzde bir cici kız, iyi giyimli bir genç var. Her ikisi de cep telefonu kullanıyor. Kızın konuşmalarını iletiyorum.  Karşısının ne  konuştuğunu  bilemiyoruz  ama; kızımız: "ee.., Ha ,hı ,hı, hı, ya..." gibi  kısa  heceler  kullanıyor. Tek cümle konuşuyor. Genç ise: "bir hiç için beni arama, aramandan  bıktım. Cebine acı" diyor.
    Örnek  ortada.
    Karar sizindir.
    Ben  ise  bilimi  dile  getirdim işte o kadar.
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     74

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    DEPREM SİGORTASI ÇÖZÜM DEĞİL
                Dünyanın oluşumunu gören yok. Ama bilimsel olarak bu oluşumu biliyoruz.                     Çekirdeği magma tabakası onun üzerinde katmanlar var. Magma tabakasının kanıtı ortada! Yanardağlar bunu doğruluyor. Sönmüş yanardağlar olduğunu bilim söylüyor, biliyoruz.
    Magma tabakasında olan değişmeler, yanardağlar dolayısıyla dünya üzerine atılıyor. Bu lavlar bir süre sonra sert parçalara dönüşüyor. Zamanla da toprak oluyor.
    İnsanlar boş durmuyor. Yer kürenin katmanlarındaki petrolü, doğal gazı sağlıyor. Ne de olsa boşluklar oluşuyor. Yerküre de kırılmalar, çökmeler, kaymaları zamansız olarak görüyoruz. Kırılmalar, çökmeler, kaymalar da fay hatlarıyla varlığını gösteriyor. Deprem de oluyor. Zamanı belli değil. Önceden kestirilmesi şimdilik olanaksız!
    Deprem dünyanın hemen hemen her yerinde olabiliyor. Şiddetleri, ülkemizde de yıkımlar yapıyor, can alıyor. Depreme karşı tek önlem; yeni yerleşim yerlerinde depreme dayanıklı yapılar yapmak. Yapı gereçlerini, kumundan, çimentosundan, kirecinden kaliteli olarak da seçmek şart!
    Bunun yanında deprem sigortasını düşünmek hayalcilik olur. Bu sigorta da; devlet, belediye, inşaatçı, tasarımcı işe girecek. Siz en iyi yasayı da çıkarsanız, bizim insanımız onunda boşluklarını bulur, bizleri uyutur. Bir yerleşim yeri yerle bir olunca da bunu hiçbir sigorta şirketi ödemez.
    Depreme alışmalıyız, alışacağız. Ama depreme dayanıklı yapılar yapmalı, canımızı kurtarmayı bilmek gerek!
    Deprem sigortası yaptırdım diye hayale kapılmamak gerek.
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     75

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TEK DAMAR OLMAK ÜZERİNE
    Gelenler, gidenler olduğu için Ankara-Kızılay P.T.T.’sine her gün uğrarım. Rastlantı bu ya, çok beğendiğim memurenin yanında İzmirli Melahat... hanım efendi ile tanıştım.
    Yaptığımız söyleşide; tüm insanların, daha çok bayanların TEK DAMAR OLMAYA ÇALIŞTIKLARINI ekledi. Şöyle söyledi:
    ”Tek damar olmak Allah vergisidir. Ye, ye ama asla kilo alma!” dedi. Bu uyarı beynime saplanıp kaldı. İşte yazıverdim.
    “Tek damar olmak” isteyenlere sunarım. Soru sormak isterseniz adres veriyorum: Melahat Yılmaz - 2124/1 sokak No: 5 Bayraklı / İzmir
    Sağlıkla tek damar olmanızı dilerim.
     
     

     

     

     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    76

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÇOCUK KALBİ KİTABINI KİMLER OKUMALI
    Dünya Çocuk Klasikleri arasında yer alan:
    ÇOCUK KALBİ-Edmondo De Amicis’in eseridirb (100) Temel eser arasında M.E.B.’ce tavsiye edilmiştir.
    Çocuk Kalbi kitabını aslına uyarak, kendi anlatımla dile getirdim. (220) sayfayı buluyor. Şimdi bu kitaba yazdığım önsözü aktaracağım:
    ÖNSÖZ
    ÇOCUK KALBİ’Nİ okuyanlar:
    -Annenin, babanın, öğretmenin önemini, tam anlamında, çok güzel bir anlatımla öğrenebilirler.
    -Babanın, annenin, ablanın yazdığı mektuplar, aile bağlarının nasıl kök saldığına tanık olurlar.
    -Hele, AYLIK ÖYKÜLER’LE, bir ulusun kurtuluş savaşında geçen gerçek olaylarla örnekleriyle okurlar, onların bıraktığı vatana, bayrağa sahip çıkarlar.
    ÇOCUK KALBİNİ, okumamış olan:
    -Baba, eksiklerini tam olarak bilemez.
    -Anne, anneliğini tam anlamıyla yapamaz.
    -Öğretmen, öğrencisinin ne denli önemli bir varlık olduğu tam olarak kavrayamaz.
    Kısaca söylersek; ÇOCUK KALBİ kitabı, her evin rafında bulunursa, okuyacak kişiyi bekler.
    Tüm iyilikler, geleceğimizin garantisi olan çocuklarımızın olması dileğiyle, sevgilerimle.
    Bu kitabın basımını yüklenecek kişilere, kurumlara en büyük kolaylığı göstereceğim. Türkiye dağıtımını da yürüteceğim.
    Sevgilerimle
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     77

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TRAFİK İŞARETLERE DİKKAT EDİNİZ!
    Bir zamanlar Ankaralı; otobüs, dolmuş, taksi duraklarında hemen diziye girerdi. Sıranın kendisine gelmesini beklerdi. Herkes de bu geleneğe uyardı.
    Yer Ankara Kızılay. Her burası zaman insanlarla dolu ve hareket halinde. Trafik lambaları karşısı insanlar yığılmış. Kırmızıda yayalar duruyor, sarıyı görünce yayalar ok gibi fırlıyor, yeşil süresince kurala uyuyor. Uymadıkları bir kural var. Ben yaşadığım bir olayı size aktaracağım.
    Trafik lambalarının bulunduğu yolda yaya geçidinde gelen ve gidenlere oklarla yol gösterilmiş. Gidilen taraf sağ taraf okla yön gösteriyor. İşte bu okları görmeyenler var.
    Yaya yolunun sağında yürüyen bir yaşlı kişi bastonunu basa basa yürüyor. Karşısında ise iki kızımız var. Yüksek sesle konuşuyorlar hem de yürüyorlar. Bu ara bastonlu kişiye çarpıyorlar. Adam söz alıyor:
    -Hanım kızım, şu asfalta bak. Ne görüyorsun? Kızlardan çarpanı:
    -Sarı oklar görüyorum. Yaşlı adam:
    -Ama; benim yürüdüğüm okun karşısındasın. Oysa senin okun, sana göre sağdadır. Diyor. Çarpan kız:
    -Dayı; işine bak. Beni engelleme. İşte o kadar.  Yaşlı adam:
    -Kızım; hanım diyerek değer verdim. Verdiğim değeri pul ettin. Aman bu defalık olsun. Biz geldik gidiyoruz. Sizin çocuklarınız bunu yapmasın.
    Trafik kurallarını hiçe sayanlara ithaf olunur.
     
     
     
     
    ,

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     78

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TÜRKÇE HER ZAMAN ÖNE GEÇMELİDİR
                Türkiye Cumhuriyeti'nin ana dili Türkçedir. Anayasada da böyle yazılıdır.
                Türkçenin dışında yabancı dil bilenleri, her vatandaş saygıyla, sevgiyle karşılar. Onlardan da; yabancı dillerdeki bilgilerden toplumumuz yararlanmalarını bekler.
                Sınırlarımız içerisinde genelde Türkçe konuşulur, yazılır. Buna karşın, bir yabancı dil bilenler, bilgiçliklerini sıralar, yabancı sözcükleri kullanır. Daha da ileri gidenler (29) harfli alfabemizin (ğ) yumuşak ge dışında, bilgiçlik tasladıkları dilde söylerler, bu yetişmez derler, yazılarında sergilerler.
                Milli Eğitim Bakanlığının kabul ettiği ders kitaplarında, bir yabancının adı geçerse, parantez içinde Türkçe okunuşu da kesinlikle verilir. Buna karşın, yazılı ve görüntülü basınımız bu ilkelere uymamakla neredeyse direnirler.
                Her yıl yapılan uluslar arası bir müzik yarışması var. Adını yazdığı gibi verirsek; ERUROVİSİON dur. Okunuşu ise (Örüvizyon) oluyor.
                Bu yılki, bu müzik yarışmasına bir Türk bayanı Sayın Sevtap Erener katılıyor, seçilen anadil İngilizce!
                Oysa bu yarışmaya Anadilimiz Türkçe ile katılmamız gerekirdi. Neden ise, Türkçemiz dışlanmış seçilmiştir.
                Eurovision (örovizyon) yarışmasını kazanacağız sanılmasın. Türkçemizin değerini bilmeye, onu yüceltmeye, gereksinim var.
                Bir gözlem aktarmak diliyorum:
    Türkçe konuşan bir sunucunun yüz, ağız, dudak mimiklerine bakınız, sevgi doludur.
                Bir de yabancı dildeki sunucuyu dinleyin; dudakların perişanlığını görün. Bir kuralı uygulamamız gerekiyor. Her yabancı sözcük kullanan lütfen onu Türkçe okunuşunu da yazıversin veya söyleyiversinler.
                Belgeç: Türkçedir. Belge geçen anlamındadır. Ama faksın okunuşu Türkçe, yazılışı FAX'TIR. Oysa bizde (X) simgesi çarpı yerine geçer. İks (X) diye bir harfimiz yoktur. [Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul, zurna az]( Bu Yazı Yarışmadan önce yazılmıştır M.S.GÜRSEL)
     
     
     
     
    .

    .

    ,

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     79

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    GEL DE YAZMA BAKALIM
                İşyerime gidip gelen bir lise mezunu var. Bu yıl üniversite sınavlarına girdi, kazandı. Bir üniversiteye de kaydını yaptırdı.
                Bu genç en son geldiği gün, cep telefonuyla konuştu. BABA demedi,”BUBA” dedi. Bir çalışanım duramadı:
    -Babayı bilirim ama bu buba da nereden çıktı?
    -Biz evimizde İstanbul şivesiyle konuşmayız. Yerel şivemizle konuşuruz. Baba yerine buba deriz.
    Ben duramadım söz aldım:
    -Sevgili genç! Liseyi bitirdin, lise kültürü aldın. Üniversite sınavını da kazandın. Seni kutlayanlardan biri de ben oldum. Şimdi ne diyorsun? Biz evimizde İstanbul şivesiyle konuşmuyoruz diyorsun. Oysa yerel şiveler o yörelerde kalır, yaşar. Ama okuyanlar kitaplardaki TEVE (TV)'lerdeki, basındaki şiveye göre yazarlar, konuşurlar. Böylece Anadilimi yüceltmiş olurlar. Siz bu görüşe karşı çıkıyorsunuz. Okullarda, yaşamınızda, sınavlarda şivenizle hareket ederseniz, başarınız ne olur?
    -Bey amca! Ben oralarda istenilen Türkçeyi kullanırım. Evde ise öyle hareket edersem; DİL KIRMA derler, beni frenlerler. Ben de yerel şive kullanırım.
    -Sevgili genç! Herkes yerel şivesiyle konuşursa Türkçemizin durumu ne olur? Hiç düşün mü? Söyleşimiz burada sona erdi. Ama bir lise mezunundan bu konuşması hoşuma gitmedi. Gel de bunu yazma.
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     80

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    OSMANCIK-97 PİRİNCİNİN ÜRETİMİ VE SATIŞI ARTIRILMALI
                Pirinç adı geçince dünyada Çin; ülkemizde Tosya adı öne geçer. Biz ülkemizde üretilen pirinçlerden öne geçen “Osmancık-97” pirincinden söz açmak istiyor.
                Osmancık-97 pirincine geçmeden, Tosya Pirincinden bilgi aktarmak gerekir. Osmancık yöresinde, ilk kez pirinç fabrikası Tosya'da kurulmuştur. Bu yörede yetiştirilen pirinçler, Osmancık'ta yetiştirilenler de dâhil Tosya Pirinç Fabrikasına gönderilmiştir. Piyasada da Tosya Pirinci adıyla çıkmıştır.
                Osmancık pirinci öne geçiyor. Son 15-20 yıl arasında Osmancık'ta yılda ortala-ma 15-20 bin ton pirinç üretilmeye başlandı. Üretimde, bu yörede adı geçer oldu. Osman-cık; kendisine özgü pirinç üretmeye başladı.” Osmancık-97 pirinci”
                Osmancık 97 Pirinci 1995 yılı öncesinde Osmancık Riba ve Kros adlı iki tür pirinç üretiliyordu. 1995 yılında Riba ve Kros pirincinin verimini artırmak için girişimler yapıldı. Bu türden yüksek verimle Osmancık-97 pirinci üretildi.
    Osmancık eskiden pirinçten bire (35) verim alınırken,1955'den sonra Osmancık-97 Pirincinden bire (75-80) ürün alınmaya başlandı. Ünü de her yere ulaştı.
    Osmancık-97 Pirincinde emeği geçen bir hemşerimiz var. Osmancık Belediyesi Ziraat Mühendisi Serdar Kurşun'dan söz etmek eksiklik olur. Belki de ona sorsak, ben bana düşeni yaptım diyecektir. Ama Osmancık'ımızın adını ünlendirecektir.
    Bu arada Kurşun soyadı beni sardı. Çünkü ben; Şemsettin Kurşun adlı bir öğretmenin öğrencisiyim. Emeği geçen öğretmenimi şükranla anıyorum.
    Gördüğüm ve izlediğim bir durumu yazmadan geçemeyeceğim: Ankara'da Kızılay'da Toprak Mahsulleri Ofisi Marketi var. Bir zamanlar Osmancık-97 Pirinci satılıyordu. Şimdi satılmaz oldu. Sordum: “Biz geleni satarız” cevabını aldım. Demem olur ki; Ankaralı Osmancık-97 Pirincini tanıdı ama bulamıyor.
    Yine Ankara'da Toprak Mahsulleri Ofisi karşısında bir market var. (reklamı olur diye adını yazmadım) Bu market, çeşitli yerlerden gelen pirinci fiyat da indirerek “Gönen Pirinci” diye satıyor.
    Gönen adı da benim için önemlidir. Çünkü ben Gönen Ortaokulunun ilk mezunuyum. Oradaki başarımla Balıkesir Necati Bey Öğretmen Okuluna gittim. Balıkesir Necati Bey Eğitim Enstitüsünden Fizik, Kimya bölümünde okudum, Fizik Kimya stajyer öğretmen olarak orada başladım. Bu nedenle Gönen'e Osmancık gibi saygı ve sevgim vardır.
    Burada belirtmek istediğim şudur. Ankara piyasasına Osmancık-97 Pirinci gelsin istiyorum. Bu nedenle Osmancık'taki pirinç fabrikalarına büyük görevler düşüyor. Fiyatlar normale çekilsin, üründen kazanma yollarını araştırsınlar. Niçin? Osmancık'ımız için, Osmancık-97 için.
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     81

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİZİM ÜLKEDE MASALA NASIL BAŞLANIR?
    21 ders, yardımcı ders, kaynak kitabından sonra, (47) yaşımdan sonra (24) adet öyküler, fıkralar, söyleşiler, denemeler yazmıştım.
    2006 yılından itibaren de, okul öncesi çocukların başucu kitapları olan masal yazdım. Adını da:
    Bana bir masal anlatır mısınız? Koydum.
    Kitapta: 232 masal vardır. Kitap 420 sayfadır. Birinci hamura basılmıştır. Mukavva kaplı renkli bir kapağa sahiptir.
    Bu kitabımı okuyanlardan, beni görmeye gelenler var. Çoğunun sorduğu şey: Bizim ülkede masal giriş bölümüdür. Şimdi onlara aşağıda açıklayacağım iki örneğin fotokopisini veriyorum. Kız, erkek olan bu çocuklardan:
    -Çok teşekkür ederim! Sözünü istiyorum. Dünyalar benim oluyor.
    Bu arada sevgili hemşerim Muzaffer Gündoğan’dan masal yazmasını, denemesini bekliyorum. Çünkü öykü okuyan azalıyor? Masal arayan çok. Onlar okumasalar da masalları okutmasını biliyorlar.
     
     
     
     
     

     

     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     82

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BU KEZ BU ATILIM BAŞARILI OLMALIDIR
                Milli Eğitim Bakanlığı 2004-2005 yılına:
                Mesleki Eğitimde Öğretim Sisteminin Güçlendirme Projesi (Kısaca MEGEP) ile giriyor.
    MEGEP 30 ilde 104 pilot okulda uygulamaya başlıyor.
    Alınacak sonuçlara göre, gelecek öğretim yılında MEGEP yaygınlaşacaktır.
    Milli Eğitim Bakanlığımızın 1953-1954 öğrenim yılında 3 okulda:
    Muş Muhtelif Gayeli Ortaokulu
    Nevşehir Muhtelif Gayeli Ortaokulu
    Mustafa Kemalpaşa Muhtelif Gayeli Ortaokulları denemesi olmuştur. Bu denenenin sonucu alınmadan, bu okullar Erkek Sanat enstitüsüne çevrilerek uygulamaya son verilmişti.
    Milli Eğitim Bakanlığı bu kez 30 ilde 104 pilot okulda 4 yıllık lise düzeyinde bir denemeye girişiyor. Bu atılımı kamuoyunun yeteri kadar benimseyip, benimsemeyeceğini bilemiyoruz. Ama çok geniş kapsamlı bu girişimi,bu satırların yazarı Muş Muhtelif Gayeli Ortaokul Müdürlüğü yaptığı için o günkü heyecanıyla yaşatılmasını diliyor.
    Başarının bir belirginliği vardır. O da; inanarak sebatla uygulamanın yürütülmesidir. Çünkü; bu kez kesin sonuç almak zorundayız.
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      83

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    GÜNDE NE KADAR OKSİJEN HARCIYORUZ?
                Son zamanlarda BENİ DİNLE KESEBİLİRSEN KES adlı öykümle ilgili yazılar geliyor. Bunlardan birisi çok hoşuma gitti, aynen aktarıyorum:
                “Ağaçları çok severim. Nerede ağaçlarla ilgili bir yazı okusam, o kişiye saygı duyarım. Bunlardan birisi de sizsiniz.
                Beni Dinle Kesebilirsen Kes öykünüzü 1992 yılında okudum. Orada bir çam ağacını konuşturdunuz. 7. paragrafta çam ağacı çok şeyler söylüyor. Bu öykünüzü TVLER görmüyor mu? Demek ki görmüyorlar. Ben görsünler istiyorum. Yeşil yapraklı bitkilerin oksijen kaynağı olduğunu sık sık dile getirsinler istiyorum.
                Bu mektubu niçin yazdım? Onu da anlatayım. Geçenlerde bir yerde ağaçla ilgili bir yazı okudum. Bir insan günde yedi ortalama büyükteki ağacın verdiği oksijeni harcıyorlarmış. Dolayısıyla yaşıyormuş.
                Bunlardan yedi sayısına öncelik verelim. Her insanın ömrü boyunca yedi ağaç yetiştirmesini diliyorum. Si ne dersiniz?
                Ankara/Adımı lütfen vermeyiniz
                Bu sade vatandaşın herkesin yedi ağaç dikmesine bende canı gönülden katılıyordum.
                1-Doğum Günü İçin
                2-İlköğretimi Bitirdiği Gün İçin
    3-Liseyi Bitirdiği Gün İçin
    4-Yüksek Okulu bitirdiği Gün İçin
    5-İşe G,irdiği Gün için
                6- Nişanlanma Günü İçin
                7-Nikâhlanma Günü İçin
                Daha fazlasını dikenlere yaşatanlara selamlar,sevgiler diliyorum. Gönülden sevgiyle kucaklıyorum.
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     84

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SON GÜNLERİN SÖZCÜKLERİ FİYAT-EDER-AKÇE
                Son günlerde bana sorulan bir soru var.
                Bir mala vereceğim para:
                Bazı iş yerlerinde fiyat sözcüğü ile
                Bir kısım satıcılar ise eder sözcüğü
                Yeni yeni de akçe sözcüğü ile isteniyor
                Cevabım şu oluyor:
                Fiyat (Fiat söylenilmek şartıyla, çünkü o bir oto markası) kullanılanlar çoğunlukta oluyor. Bu ise yaşlı kuşaktır.
                Fiyat sözcüğü Türkçe olmadığından dolayı ben eder sözcüğünü kullanırım diyor.
                Köyden, gecekonducular orada da,Kızılay’da iş yerlerinde de gelenler bu…kaç akçe diyorlar.
                Akçe sözcüğü bana daha sıcak geldi ama herkesin bu sözcüklerden birisini kullanacağı kesindir.
                Akçenin AK hecesi bazılarının hoşuna gidebilir. Bildiğimiz Ak… yok iken, akçe yaşıyordu.
                Bu sözcük konuşan bir kuşaktan söz ediliyor. Öyle ise sözcük dağarcığından gelişmesi için görüşler sergileyebilirsiniz. Ama bu satırların yazarı Türkçe Sözcüklerin kullanılmasını savunur. Kitaplarında, yazılarında bu niteliğe uymaya çalışır.
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     85

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KAĞIDIN İNSAN USUNA (AKLINA) GETİRDİKLERİ
                Bu yazıyı yazmama neden olan söz:
                - Dikkat ettim, kâğıtların arka yüzlerini de kullanıyorsunuz. Ya çok cimrisiniz, ya da bildiğiniz bir şey var.
                Evet. Ta öğretmenliğimden bu yana, bir kâğıdın iki yüzünü de kullanırım. Çünkü bu tüketim ağaca dayanır. Kâğıdın ana maddesi selüloz’dur. Selüloz’un kaynağı da ağaçtır.
                Kâğıdı en iyi kullanmakla bendeki ağaç sevgisini coşturdu. BENİ DİNLE KESEBİLİRSEN KES adlı öykü kitabını yazdırdı. O kitaptan bir kısım aktarabilirim:
                Ağaç deriz, orman deriz mangalda kül bırakmayız.
                Ama ben, sen, o,ağacın da, ormanın da canına okumaktan geri durmayız.
                Orman sevgimiz bir gerçek.
                Ah! Birde onu koruyabilsek (Kitabın önsözüdür)
                Bu yazıyı hazırladım. Buraya nokta koymuştum.  VİRGÜL adlı dergi adresime geldi. 72. sayfada: her kâğıda kitap basılmaz! Diyor. 22 tür kâğıt olduğunu sıralıyordu:
                Ambalaj kağıdı, biletlik kağıt, duvar kağıdı, iskambil kağıdı, kağıt helvası, kağıt para, karbon kağıdı, kitap kağıdı, krepon kağıt, kurutma kağıdı, mektup kağıdı, nota kağıdı, nüfus kağıdı, ozalit kağıdı, resim kağıdı, saman kağıdı, sigara kağıdı, tuvalet kağıdı, zımpara kağıdı.
                Ağacı, ormanı sevenler, dünya ormanlarının nasıl yok edildiğini okuyarak, TV lerden izleyenler görürler, kahrolurlar. Çünkü o ağaçlar havadaki %18 oksijeni sağlarlar. Canlıların yaşamalarını gerçekleştirirler. Şu söğüde ileteyim:
                Cenazeme çiçek göndermeyiniz. Lütfen bir ağaç dikiniz.  (Prof. M. Bahri Savcı. Siyasal Bilgiler Anayasa Prof. İdi)
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      86

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KADINLAR GÜNÜ
                Kadın, erkek ayrılığı belki de insanoğlunun dünyaya gelişinden beri vardır. Bu ayrımı dünyada en aza indirenler de Türkler olmuştur.
                Eğitim ile öğretimin geri kaldığı ülkelerde bu fark çok büyüktür. Bu farkı görenler; kadınlar gününün kurulmasında öncü olmuştur. Tüm ülkelerde de ilgi görmüştür. Bizde de kadınlar günü kutlanmaktadır. Kim kutluyor derseniz? Ekonomik bağımsızlığa erişmiş hanımlarımızdır. Diyelim; kadın erkek eşitliği sağlansın bu kutlamaya da gerek kalmasın. Dilemek kolay yoldur. Uygulamadan bunu yapmak zordur ama insanoğlu zoru başarabilecek tek varlıktır.
                Bu girişten sonra; ülkemizde eski ve yeni kadınlar diye bir ayrım akla gelmektedir. İsterseniz önce, eski kadınlarımızın niteliklerini sıralayalım:
                1-Evin temel direği olurlar, ağır başlıdırlar.
                2-Evin içerisinde onların sözü geçer. Ev dışına ait konularda da uyarılarını yaparlar. Sorumluluğu erkeğe bırakırlar.
                3- Az konuşur, fakat çok dikkatlidirler. Çocukların yanında erkekleriyle iyi örnek olmayı bilirler. Hiçbir şeyi gözlerinden kaçırmazlar.
                4- Omuzlarına yüklenen yükü bilirler, Fazla yakınmazlar, beklemesini bilirler. Sabırlıdırlar.
                5- Vefalılardır, güvenirlidirler. Olanaklarına göre gözleri toktur.
                6- Analıklarının değerini bilirler, dayanıklıdırlar, kolay pes etmezler.
                7- Haksızlığa tahammülleri yoktur. Evin düzeni ile mutlu olurlar.
                8- Zamanla kötülükleri unutabilirler. Kendilerine yapılan iyiliklere karşılık vermeyi ihmal etmezler (*)
                Bu arada eski kadınların nitelikleri yansıtırdı. Yeni kadınlarımızın hakkında yemeyelim. Çeşitli yazarlardan görüşler aktaralım. Yeni kadınlarımızın Türk aile sistemine yaraşan niteliklerine önem vermelerini isteyelim. Kim için dersiniz? Yavrularımı için diye ekleyelim.
                Yeni kadınlarımızın özelliklerine ait saptanan görüşleri sıralayalım:
                1- Şimdiki kadınlarımız, her şeyden önce toplum içerisinde yerlerini düşünüyorlar.
                2- Kendi bakımlarına çok önem verirler. İncecik kalmaya çalışırlar.
                3- Giyimlerini ortama göre şık biçimlerde gerçekleştirirler.
                4- saçları ile ciltlerinin bakımına çok önem verirler.
                5- Bulundukları yerde kendi havalarını dalgalandırmayı bilirler.
                6- Bireysel eğitimlerine önem verirler.
                7- Erkeklerinin arkalarında olmak yerine yanında olmaya çalışırlar.
                8- Ön planda kendilerini tutmasını bilirler.
                9- Ekonomik bağımsızlıkları var ise harcamayı severler.
                10-Yaşam standartlarına önem verirler.
                11- Çevreleriyle aralarına mesafe koymamı bilirler.
                12- Güçlükleri göğüslemeyi pek severler.
                13- Başkalarından vefa beklemeyi öne almazlar.
                14- Geride bıraktıklarıyla hayıflanmayı sevmezler.
                15- Tüketim çağına uyumluluk gösterirler.
                Yeni kadınlarımızdan vitrin güzeli olmak isteyenleri bu özelliklerin dışında tutmak gerekir.
                Eski kadınlar ile yeni kadınlara ait görüşleri aktardık.
                Her kadınımızın beğendiklerini öne çıkarmalarını diledik. Şunu da unutmayalım. Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.
     (*)Bu görüşler, çeşitli yazarların saptamalarından alınmıştır.
     
     
     
     
     
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      87

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BAĞIŞLADIM GİTTİ
                Sizlere bu kez; bir markette müşteri ile kasiyer kızın söyleşisini aktarmak istiyorum. Benden önceki ak saçlı müşteri kasiyere yaklaştı:
                -Hanım kızım iyi günler. Nasılsın?
                -Bey amca, çok müşteri bize çatar. Siz bir başkasınız. Teşekkür ederim. Siz nasılsınız?
                -Hanım kızım, ben kendimi gençlere göre ayarlarım. Onlar iyi olunca ben de iyi olurum. Hele senin gibi gülen insanlar olursa mutluğum artar.
                -Benden sonraki müşteri, parayı sayan kıza:
                -Burada sıradayım. Gözün kör mü?
                -Bey amca evet. Amca ile konuştum ama çalışma azmi kazandım hiç merak etmeyin size yardımcı olurum.
                -Yardımını istemiyorum. Görevini bil. Dedi. Ak saçlı adam dayanamadı:
                -Bey; bu gençlere çatmak doğru değil! Onları yüreklendirmek gerek. Dilerim bundan sonra öyle yaparsınız. Dedi. Bu bey, ile ak saçlı adam yan yana geldiler. Bey ak saçlı adamın ellerine sarıldı:
                -Bağışla beni öğretmenim.
                -Bağışladım gitti 51 Ali sen misin? Nasılsın?
                -Evet! Benim öğretmenim. Öğretmenim emekli olmuşsunuz ama burada da öğretmenlik yaptınız. Verin elinizi öpeyim.
                Yorumu size bırakıyorum.
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     88

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    MUSTAFA NECATİ NİÇİN UNUTULMUYOR?
    Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, o günden bugünlere değin pek çok Milli Eğitim Bakanı gelmiş. (1) Bunların çoğu unutulmuş. Ama unutulamayanlar da var. İşte bunlarda biri, Mustafa Necati...
    Mustafa Necati, ulusun ve onun çocuklarını çok seven, herkesi kardeş gören, “Kardeş” sözcüğünü sık sık kullanan saygın bir kişidir.
    Mustafa Necati’nin sözlerinde içtenlik vardır. Engelleri yenme isteği vardır. Ülkesine, bu vatanın insanlarına yaraşan işleri yapmayı bir borç bilir. Birlikte çalıştığı tüm insanlara, değerlerini fazlasıyla verir. “Öğretmenlerin gönüllerini kucaklayan, bir Bakan olarak gösterilir. Her yılın birinci günü, bu nedenle, içtenlikle, saygıyla anılır.
    Mustafa Necati bir insandı. Fazla yaşamadı. Genç yaşta hayata gözlerini yumdu. Onun adını yaşatmak isteyenler çıktı. Balıkesir İlk öğretmen Okulu, modern bir yapıya kavuşmuştu. Fırsat doğdu. Mustafa Necati’yi unutmayanlar okulun adını: Necatibey İlk öğretmen Okulu koydular. İyi de yaptılar. Ellerine, dillerine sağlık.  O zamanlar, İlk öğretmen Okullarına, ortaokulların birincileri, ikincileri, öğretmenler kurulunca seçilerek alınırdı. En seçkin öğretmenler bu okullara kaydırıldı. Balıkesir Necatibey İlk öğretmen Okulu da böyle bir kadroya ve öğrenciye kavuştu. Bu okula gelen öğretmenler, ne yapacaklarını bildiler. Gece gündüz demeden çalıştılar. Kedilerini öğrencilerine adadılar. Onları, ülkenin beklediği öğretmen olarak yetiştirdiler. Birer Atatürkçü ve Anayasacı olarak yurdun dört bir yanına saldılar.
    Her Necatibeyli, gittiği okulu inceledi. Çalışma yöntemini ortaya koydu. Söz ve öz birliği sağlamayı bildi. Bilimsel otoritesini kurdu. Öğrencisinin hak ve hukukunu savundu. Kimsenin adamı olmadı. Herkese eşit işlem yaptı. Öğrencisine hakettiği numarayı verdi. Baba rolüne çıkmadı. Bu nedenle eleştirildi. Ama o, çalışmasını hiç aksatmadı. Her zaman öğrencilerin, velilerin yanında olmayı bildi. Böylece gönüllere girdi.
    Mustafa Necati’nin Kızılay-Mithatpaşa Caddesinde olan evi restore edildi. Bir işyerine kiraya verilecekti, verilemedi. Bu bina, şimdi boş duruyor. Bu binanın:  Mustafa Necati Müzesi olmasını Milli Eğitim Bakanlığı da düşünüyor deniliyor. Seçime girmeden, bu müzenin açılmasını dileyen yüz binlerce insan halen yaşıyor. Bunlardan biri de, bu satırların yazarıdır.
    Mustafa Necati, adı unutulmasın! Saygılarımla. 
     
    (1) O günden bu güne pek çok Milli Eğitim Bakanı geçti sözümü bir eski bakan yerinde bulmamıştı. Ama gerçek ortada diyeceğim. O Bakana da saygılar.
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     89

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    AĞAÇ DA AĞAÇ
    Kâğıdın ana maddesi selüloz'dur. Bu ise ağaca dayanır. Ne denli çok kâğıt harcasak, o denli de dünyada ağaç eksilmesi olur. Oysa bir ağaç her şeyden önce oksijen üreten kaynaktır.
    Ağaç da ağaç deriz ama ağacın da canına okumaktan geri kalmayız. Bu böyle gelmiş, böyle gidiyor diyemeyeceğiz. Gelecek kuşakları düşünmek zorundayız.
    Medyadaki gazetelere bakınız, o denli çok sayfalı gazeteler veriliyor ki hepsini okuyan bir kişi bile çıkmaz. Sonra; her şey magazin açısından alınıyor. Tüketicilik körüklenip duruyor. Gazeteler kendi aralarında bu konuyu görüşmeyi düşünemiyorlar. Beklide düşünenler var. Onlar yandaş bulmamış olabilirler.
    Türkiye ormanlarından kesilen ağaç miktarı kâğıt gereksinimi karşılamaktan uzak olduğu için ithal kağıt gereksinimi artacağını söylemek bir bilgi eksikliği olur.
    Teknolojinin gelişmesiyle, romanlar, öyküler basılı yayınlar CD'lere alınabiliyor. Ağaçların kesilmesini teknoloji önleyebilse, dünyamız daha çok ağaca kavuşabilecektir. Soluduğumuz hava da daha çok oksijen taşıyabilecektir. Dileyelim bu günler uzak olmasın.
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      90

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    LİSE MEZUNLARINA MÜJDE
                Geçmiş yıllara bakınca; eğitim ve öğretimde bir yerde hata yaptık. Bunu da LİSE ile MESLEK OKULLARI'RI Lise adında birleştiriverdik. Ne oldu? Meslek Okullarının hepsi lise adını aldı. Bunu isteyen İmam Hatip Okulları idi. Meslek Okulları da, her nedense lise adında yarar gördüler. Meslek Okulları Meslek liseleri oldular ama Üniversite Giriş Sınavlarında gerilerde kaldılar. Çünkü lise kültürü eksikliği var idi. Bunun giderilmesi düşünülemedi. Meslek lisesini bitirenler, bir sanatı da iyi öğrenmedikleri için, çırakların önüne geçemediler. Bu gerçekleri herkes gördü, üzerine gidilemedi, bizim meslek okullarımız da yara aldı. Şimdi bir fırsat doğuyor:
    Liseyi bitirenlere soruyorlar. Bir meslekleri olmadıkları için bir işe giremiyorlar. Şimdi ise liseyi bitirenler, meslek okulu diploması almanın yolunu arıyorlar.
    Muş Teknik ve Endüstri Meslek Lisesinin yayınladığı 8. sayısı olan SANATIN RENGİNDEN aktarmalar yapıyorum:
    Lise mezunlarına, kalfalık ve ustalık belgesi sahiplerine 1,5 yılda Endüstri Meslek Lisesi (Daha doğrusu Meslek Okulu) diploması verilebilecektir.
                Telafi eğitimden kimler yararlanabilirler?
                1-Genel liseleri bitirenler.
                2-İlk Öğretim Okulu (8 yıl) mezunu usta ve kalfalar.
                3-Mesleki ve Teknik Lise mezunu olup, farklı bir dalda eğitim yapmak isteyenler.
                Bir örnek verelim: Kişi Endüstri Meslek Lisesi elektrik Bölümünü bitirmiştir. Yapı bölümüne baş vurabilir. Ya da Kız Meslek Lisesi Çocuk Gelişimi mezunudur, Yapı Ressamlığına başvurabilir. Aynı koşullar Ticaret Meslek Liselerinden diploma alanlar için de geçerlidir.
    Sanatın Rengi gazetesinin 8. sayısının tüm liselere ulaşmasını diliyorum. Bilgi için; Müdür, Hayrettin Yalçıner. Tel:0-436-212 1 607 Faks:0-436-212 5 411
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     91

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BARIŞ DA BARIŞ!
                Her ulusun:
    Sınırları içerisinde bir VATAN vardır.
    ANADİLİNİN savunucusudur.
    BAYRAĞI vardır.
    BİR İSTİKLAL MARŞI vardır.
    Bunları Türkiye Cumhuriyeti için söylersek:
    Sınırlarımızın çevirdiği VATAN üzerinde yaşıyoruz.
    Türkiye Cumhuriyeti'nin anadili TÜRKÇE'DİR.
    Atalarımızın kanını taşıyan AL RENKLİ AY YILDIZLI BAYRAĞIMIZ vardır.
    Her gün T.V. (TEVE) (TİVİ değil)'lerden dinlediğimiz İSTİKLAL MARŞIMIZ vardır.
    Bunları bilmeyen Türk Vatandaşı yoktur. Buna karşın niçin yineliyoruz? Anlatalım:
    Türkiye Cumhuriyeti; Kurtuluş Savaşına başladığımız günlerdeki gibi,”Kuva-i Milliye” ruhuyla, her vatandaştan birlektilik bekliyor. Cins, ırk, dil, din, mezhep, parti farkı göstermeden yan yana gelmeye mecburuz. Çünkü savaş ülkemizin sınırlarında, tüm şiddetiyle söküp gidiyor. Nerede ise bizi de içine almaya çalışıyor.
    “Yurtta barış, dünyada barış” sözüyle, barışın öncüsü olabilecek durumdayız. Sorumluluklarımızın öncü olmasını diliyoruz. Niçin? Savaşın gerçek yüzünü, her gün,her saate, TEVE'lerden izliyoruz. Barış da barış diyoruz.
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

      92

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    EYALET SİSTEMİNE Mİ GEÇİYORUZ?
                Yerel yönetimlere önem verilmesine hayır diyecek bir vatandaş bulamazsınız. Ankara'da siyasilerin arkasından koşmaktan vatandaşın kurtarılması için yerel yönetimlere, kontrolü da elden bırakmadan hizmet etme hakkı verilmesi her vatandaşı sevindirir.
                Yerel yönetimlere eyalet sistemi getirmek isterlerse, bizim ülkemiz çağdaşlığı ister ama eyalet sisteminin getireceği durumlar onu korkutabilir. Her il, bir eyalet gibi davranırsa, ellerindeki olanakları paylaşmaya evet demeye bilirler. Bu nedene ülkemiz eyalet sistemine eğitimle, öğretimleriyle, sanayisi ile esnafıyla, memuruyla köylüsüyle hazırız diyebilir miyiz?
                Kasancı yüksek olan illere akın başlarsa, bunu önlemek de sorun olabilir. Gerçekte köyler boşalmıştır. Şimdi sıra illere, ilçelere gelirse, büyük kentleri büyük sorunlar bekliyor demektir.
    Yukarıdaki görüşleri çok kişi biliyor. Bina karşın, gelecek kuşağımızın insanları olacak çocuklarımızı düşününce bunları yenilemek zorunda kalıyor.
                Zorunlu eğitimi 11 yıla çıkaralım. Her çocuğumuza lise kültürü verelim. Ondan sonra yeteneklerine göre onları yetiştirelim. Ortaöğrenimdeki şu lise kavramını sulandırmayalım. Meslek okullarını lise sayarsanız (bareminde olabilir) oralara devam eden yavrularımızın geleceklerini karartabilirsiniz.
                Meslek okulu meslek öğretir. Lise; lise kültürü verir. Bunu da böylece ele almamız gerekir diyorum.
                Bu dilek, bir emekli öğretmenin dileğidir. Bu sese kulak vereceklere şimdiden kucaklar dolusu selam.
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     93

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ANLAYANLARA
                Size bu kez yaşanmış bir olayı aktaracağım:
                Ankara içi otobüslerinden, bir durakta inmek isteyen kişi:
                - Dur, inek. Der
                Otobüs sürücüsü kızıyor:
                - İnek sensini ekliyor
                Bu yolcunun:
    - İnecek var.
    - Durakta inmek istiyorum demesi gerekirken, evinde konuştuğu gibi inmek istediğini, inek sözcüğüyle ifade ediyor. Otobüs sürücüsü kızıyor, küplere biniyor.
    Öyle görünüyor ki; şiveler işe girecektir.
    - ………lılar; gelirik, giderik diyecek.
    - ………lılar; gelirkene,giderkene diyecek. Bunlar belki de fazla tepki toplamayacak, o kişinin hangi ilden olduğunu belli edecektir.
                Kitaplarda okuduğumuz gibi konuşmak TÜRKÇEMİZ için şarttır. Aksi halde sınavlarda elenip gideriz. Gülenler de olur. O da; bunun tuzu biberi sayılır.
    Bu yazıyı burada noktalamıştım. Bir tanıdık geldi. Yazdığımı okumak istedi. Verdim okudu.
    Bunları yazmakla bir yere varacağınızı sanıyorsanız aldanırsınız. Şimdi köyler; gecekondularda da kent merkezlerine, iş yerlerine girdi. Ne demek istediğimi anladınız mı bilmem?
    Ben anlayamadım. Anlayanlara sevgiler.
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     94

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ADRESLERDE POSTA KOTU YAZILMALIDIR
                Yukarıdaki başlıkta köşe yazıları hazırlarım. Şu anda bunları (7) yerel gazeteye gönderirim. Bundan dolayı, bu gazeteler de bana gelir. Her gelen gazete bana, bir yaşama sevinci verir.
                Bana gelen (7) gazeteden üçünde:
                Keşan/Önder/22.800 KEŞAN
                Çorum/Çorum Haber/ 19.200 ÇORUM
                Aydın/Mücadele/09101 AYDIN diye postalanır.
                Posta kotu uygulaması, ileri olan ülkelerde çok kullanılır. Çünkü; adresler optik okuyucu ile okunur, ayrım işi kolaylaşır.
                Bizde de P.T.T'miz posta kotlarının adreslere yazılmasını istir. Ama büyük merkezlerde bile optik okuyucu olmadığı için, posta kotu yazımını da P.T.T'ler gerekli uyarıyı vatandaşa yapmazlar.
                Posta kotu uygulamasıyla ilgili birkaç kez yazılarım yayınlandı. Orada, kendimden söz etmeyi sevmediğim halde, kendi adresimi posta kotlu vermiştim. (örnek: 06/440 gibi)
                Durup dururken bu yazıyı yazmadım! Bir liseli öğrenci:
                Sizden iki kez kitap istedim. Kitaplar geldi. Her defasında posta kotunuzu yazdığınızı gördüm.
                Bir ricam var. Bir kez daha yazsanız dedim.
                Sevgili liseli öğrenci, ricanı kabul ettim. İşte yazdım.
                Sağ ol, var ol !
                (Anlayan sivri sinek SAZ ! ….AZ) gibi geldi bana !
     
     
     
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     95

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YAKIN VAR. BİR DE YAKIN VAR!
                Yakın sözcüğü son zamanlarda gündeme geldi. Acaba hangisi sorusu öne çıktı. Bu nedenlerle, bir sözcüğü açmak gerekti. Türk dil kurumunun (kırmızı kapıl) sözlüğünü açalım. Oradan aktarma yapalım:
                Yakın: s. Az bir ara ile ayrılmış olmak (Zamanda ve yerde) s.1268
                Yakın: ar. Koymak, sürmek (Kını yakın, yakı yakan) s.1270
                Ama bir de Yakmaktan, emir olan yakın sözcüğü var. Onun anasından: yakmak, -ar. (Yanmasını sağlamak, yanmasına yol açmak, tutuşturmak) s.1270
                Bizim konumuz ise yakmaktan emir olan yakın. Yakın sözcüğünü ele alınca, düşüncemiz gerekiyor. Kimse ormanların yakılmasını istemiyor. Buna karşın, yakın diyenler olmalı ki; ormanlarımız cayır cayır yanabiliyor.
                Savaşlar dışında, bir yeri yakın emri çok az veriliyor. Birileriyle; uyumlu ve dengeli yaşamayanlarımız var. Onlar da karşılarındakinin mal varlıklarını yakın emri ile yakabiliyorlar. Kitapların da yakıldığı da bir gerçek! Bazı dinlerde ölülerin yakılması kutsal sayılıyor.
                Bunların dışında “kendinizi yakın” sözlüğü, hemen hemen hiç kullanılmıyor. Ne yazık ki; son zamanlarda “kendini yakın” sözcüğü kullanıldı. Sorumlu olan özür diledi, konu da unutulup gitti. Oysa, o sayın kişi; oturduğu sandalyeyi bırakabilseydi adı, öğretmenlik mesleği de unutulmayacaktı.
    Bu kez de biz bir soru soralım: Öğretmen kendisini niçin yakmaz?
    Öğretmen: bir ülkenin geleceğini hazırlayan kişidir. Öğretmen: toprak gibi, su gibi, güneş gibi hep vermeyi düşünür.
    Öğretmen; her şeyden önce öğrencisini düşünür.
    Öğretmen: çağdaştır, demokrattır, laiktir, yas tutmaz, her zaman ülkesini düşünür, mesleğine sahip çıkar.
    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     96

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    HATADAN DÖNMEK BİLE SAYGINLIK TOPLAR
                Sizlere; bir ders kitabının kapağını aktarmak istiyorum:
                İlköğretim okulları sınıf: 7 “VATANDAŞLIK ve İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ” (DİKKAT KAPAK RESMİ) ABD'nin simgesi olan “ÖZGÜRLÜK ANITI”
                Bilinen Vatandaşlık Bilgisini adı, VATANDAŞLIK EĞİTİMİ” olarak değiştirildiyse, İnsan Hakları adının ders kitabının kapağına gelip oturmasına gerek kalmazdı. Şimdi bilinen anlamı şudur:
                Siz istediniz, işte biz de yaptık. Oluyor.
                Bizim Vatandaşlık Bilgisine önem vermemiz Cumhuriyetimizin gereğidir. İsviçre'den önce kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren biz değil miyiz?
                Diyeceksiniz ki; İnsan Hakları konusunda, uygulamalarda eksikliğimiz var. Bu noksanlık her ülkede de yaşanıyor. Ama biz azimliyiz. Yola girdik, aşama aşama en üst düzeye çıkacağız.
                “Vatandaşlık bilgisi” adına son zamanlarda İnsan Hakları Eğitimi sözlüğünü eklemişiz. Buna hiç gerek yok idi. Buz bunu vatandaşlık bilgisi dersinde pek ala işliyorduk. Yine öyle olmasında yarar vardır.
                İlköğretim Okulunun 7. sınıfta okutulan ders kitabının kapağına ait bilgileri, baş tarafta anlattık. ABD'nin simgesi Özgürlük Anıtı yerine;
    Vatan: sınırları çizilmiş Türkiye Haritası,
    Vatandaşlık yerine: Dede, büyük anne, baba, anne, oğlan, kız resimleri
    Özgürlük yerine: Bayrağımıza yer verebilirdik,
    Hatadan dönmek bile saygınlık toplar. Bu da böyle biline!
     
     
    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     97

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KİTAPLARIN SATIŞINI SAĞLAYAN NEDENLER
                Bir kitabın öğrenciler tarafından okunmasında:
                1-Kitabı tanıtan reklamlar, söyleşiler,
                2-Kitabın Milli Eğitim Bakanlığınca tavsiye edilmesi,
                3-Öğretmen tavsiyeleri,
                4-Velilerin okunması gereken kitapları seçmesi gelir.
                5-Reklamlar, söyleşiler: Basılı ve medya
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     98

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YETİŞKİNLERE DÜŞEN GÖREV
                Öğretmenini görev başında olanı ile emeklisi, Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturan sayın kişinin konuşmalarını, demeçlerini, genelgelerini özenle değerlendirir. Her şeyden önce de; kullandığı sözcüklere bakar. Yaşlanmış sözcükler yerine; herkesin kullandığı Türkçe sözlüklere yer vermesini bekler.
                Oysa uygulamada çok değişik durumlar görülür. Ders kitaplarında kullanılması istenilen sözcükler yanında eskilerin kullanıldığı hayretle görür. İsterseniz örnekler verilebilir:
                Yanıt yerine cevap gelip oturur, bağdaş kurar. Beşlik simit gibi sırıtır kalır.
                İlgi sözcüğü yerine alaka sözcüğü kullanılır. A-la-ka diye hecelenir. Oysa tüm okullarda alakayı kullanana rastlanmaz. Herkes ilgi sözüne sahip çıkar.
    Günlük Türkçemiz içerisine giren Arapça, Farsça, Osmanlıca sözcükler vardır. Bazıları bunların kullanılmasını, dilde zenginleşir sayabilirler. Oysa dildeki zenginlik herkesin kullandığı, bildiği sözcük olmalıdır ki, herkes diline daha çok özen göstersin.
    Şurası unutulmamalı ki; çoğunluk etkinliği kullanır. Onun Arapçasını kullanmaz. Dahası da var. Bir zamanlar, bir profesörümüz unutulmuş sözcükleri kullanırdı. Oysa onun çocukları ve torunları o sözcükleri kullanmıyorlardı. Yaşlanan kişi, kim olursa olsun, gençlerin kullandığı sözcükleri kullanırsa, o yaşlı kişiye duyulan saygı artar.
                Milli Eğitim Bakanlığı önümüzdeki yıla yetiştirmek üzere derslerin müfredat programlarını değiştireceğe benziyor. Yeni ders kitaplarında kullanılacak dilin arı Türkçe olmasını dilemek hakkımızdır. Çünkü; genç kuşaklar bizden bunu bekler,ama söylemeyebilir. Onlar söylemeden yapmak yetişkinlerin görevidir.
     
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     99

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    VATANDAŞLIK NUMARASI ÇOK ŞEYİ ÇÖZÜMLER
                Her bilginin, bilgisayarlara verdiğini bilmeyen kalmadı. Durum böyle iken, her vatandaşın:
                Bir vatandaşlık numarası var.
                Bir de vergi numarası var.
                Bu yetmiyor, kimlik belgesinin numarası isteniyor.
                Ayrıca da hangi meslek grubundaysa, oraya ait belge vermesi gerekiyor.
                Çevre Vergisi (Halk buna ÇÖP Vergisi) numarası vardır.
                Emlak vergisi numarası kesinlikle istenir.
                Bu denli hesap numarası işleri zorlaştırıyor. Bunun yerine:
                Vatandaşlık Numarası olsun yeter. Çünkü o kişinin tüm işlemleri bu numara ile çözümlenebilir.
                Bu yazımın, ilgililerce okunup, okunmayacağını bilemiyorum. Ama bu dileğin tabana da, tavana da ulaşmasını diliyorum. Çünkü bu denli çok hesap numarasından ben bıktım. Sizler de bıktıysanız, ilgili yerlere bir dilekçe gönderiverin. Belli olmaz, aşı tutar. O aşı da sizin de payınız olur.
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    100

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BESİNLER AÇIKTA SATILMAMALI
                Kent Başkent Ankara! Satış yeri, Ankara'nın en işlek bölgesi Kızılay!
                Kızılay'da metro girişine on metre uzaklıkta bir simitçi var. Burada simit, çörek, börek, poğaça satılıyor.
                Simitçinin dört ayaklı camekânı eksik değil. Ama camekânın yanında dört tabla var. Camekândakilerin dört katı, bu tablalar üzerinde. Üzerinde örtü yok. Simit ve benzerinin üstü açık. Müşteri bekliyor.
                Günlerden cumartesi. Saat 09.00. hen nedense müşteri yok. Simitçi gence yaklaştım:
                - İyi günler delikanlı. Eleştiriye açık isen bir şey söylemek istiyorum.
                - Sizi dinliyorum dede!
                - Yavrum! Gördüğümü söyleyeceğim. Camekânında boş yer olduğu halde, onun on katı tabla üzerinde. Üstlerinde de bir örtü yok. Oysa yakınlarından vızır vızır insanlar geçiyor. Yerden tozlar kalkıyor. Bunlar simit ve benzerlerinin üzerine konuyor. Ayrıca; Kızılay alanına bak. Orada araçların egzozları bir bulut oluşturmuş. Onlardan da gelenler var.
                - Dayı, dayı! O simitlerin üzerine düşen o tozlar bir vitamindir. İşte bir müşteri geliyor. Hemen toz ol, git!
                - Ben gidiyorum ama tozlar, simitlerin üzerine düşüyor.
                - Bu ve benzeri olayları sizler de biliyorsunuz.
                Hele okulların çevrelerinde olanları bilmeyen yok.
                Öyle ise ne yapalım?
                Birlikte düşünelim.
                Her iş yerinde, satıcı elemanın bilmesi gerekenler vardır. Bunlar oradaki çalışanlara, işverenlerce öğretilir. Buna karşın; simitler üzerine düşen tozlara vitamin diyenlere de rastlanır.
                Her mesleği yürütmenin bir değeri vardır. Bu değeri korumak, orada çalışanlara düşer.
                Meslek Eğitim Merkezi (Çıraklık Okulları) var. Meslek gruplarında çalışanları eğitiyorlar. Sonra da bir çıraklık, ustalık belgesi veriyorlar.
                Belki simitçimizin ustalık belgesi vardır. Ama satış yapan gencin çıraklık belgesi olduğunu sanmıyorum. Öyle ise ne yapalım?
                Her serbest iş yerinde çalışanlara kurslar açalım.
                Meslek bilgisi yanında, sağlık kurallarına uymalarını öğretelim.
                Üstü açık besin satanların sicilini tutalım. Üç kez uyarı yapalım. Sonunda da iş yerinin bir süre kapatılmasını sağlayalım.
                Üstü açık besin satışının sağlık açısından getireceği sonuçları radyolarla, TV (Te Ve) (Ti Vi değil),afişlerle söyleşilerle açıklayalım. Gerekli uyarıları yapalım.
                Belediyeler, Valilikler, Kaymakamlıklar; üstü açık besin satışıyla ilgilenmeli, önlemlerini almalı.
                Ne zamana kadar?
                Tozlar vitamindir denilmediği günlere dek.
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     102

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SAYILAR ÜZERİNE ANLAMLI BİR SÖYLEŞİ
                Birkaç dostum bir araya geldi. Zaman yitirmeden söyleşiye geçtiler:
                Belki bıyık altından güleceksiniz ama ben son günlerde birden ona dek olan sayılara ilgi duydum. Bir sayısı, tekliği deyimlediği için, onu sevmiyorum. Çünkü, yaşadığımız ortama bir göz atın. Her düşünce iki boyutludur. Örnek vereyim: iyi-kötü, güzel-çirkin, olumlu-olumsuz, uzun-kısa, şişman-zayıf gibi. Bu ikilileri de sevmediğimi görünce, beğendiğimi bulabiliyorum. Dolayısıyla düşünce gücüm artıyor.
                1930'larda yol parası veremeyen köylü; altı çocuk yaparak bu vergiden kurtuluyordu. Ben altıncı, tekne kazıntısı adıyla anıldığım için, altı sayısını sevmiyorum.
    Bana sorulmadı ama ben rakamlardan (7) sayısına oy veriyorum. Bunun nedeni var mı?
    Doğal olarak var. Her insan, her gün (7) ağacın ürettiği oksijeni harcıyor. Bu nedenle (7) sayısının hayat kurtarmasını dilerim.
                Dilemek yeter mi?
                Doğal olarak hayır. Ama biz insanız. Bize; yaşamamızı sağlayan bu ağaçların değerinin bilinmesini, unutulmamasını yeğlerim.
                Benim; rakam seçme huyum yoktur. Ama şu (7) ağaç sözü, benim de hoşuma gitti. Hayatta kaldığım sürece, yılbaşlarında evime kesilmiş çam sokmayacağım. Orman idaresinden, saksıda çam alıp onu süsleyeceğim. Ondan sonra da onu bahçeye dikeceğim.
                Dostum sizin bu kararınızı ben de benimsedim. Dilerim herkes de böyle davransın.
                Bu konuşmaların benzeri dün var idi, bugün vardır, yarın da olacaktır. Ağaç da ağaç diyorum. Ağaç dikenleri, ağaçları yaşatanları içtenlikle kutluyorum.
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     103

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    HER ZAMAN YASA ÖNE GELİR
    Nüfus Cüzdanı (Kimlik Belgesi)'na baktığımızda:
    Soyadı önce,
    Adınız sonra yazılıyor.
    Kimlik Belgesi verme işlemini İçişleri Bakanlığı'na bağlı Nüfus Müdürlükleri tarafından yapılıyor.
    Resmi bir işlem olduğu için, çok kişi, soyadının isimden önce gelmesini savunabiliyor. Nitekim bir gazetede yayımlanan bir yazımda:
    Adımızı Yazmayı Biliyor muyuz? Diye yazmıştım.
    Can dost; Sayın Ali Dündar o yazıyı okumuş. Telefonla beni aradı. 21,06,1934 yılında bu konuda yayımlanan 2525 Numaralı Yasadan söz etti:
    2525 numaralı yasa insanların, adlarıyla beraber soyadlarının kullanılacağını bildirir. Soyadı önce yazılacak diye bir öncelik yoktur. Dedi. Böylece gerçek yasayı öğrenmiş olduk.
    Sayın Ali Dündar'a yardımı olduğu, düzeltme yaptığı için teşekkür ediyorum.
    Bir bilgisayarcıya sordum. Aldığım cevap şudur.
    Bir kişi hakkında bilgisayardan, bir konuda bilgi almak isterseniz, o kişinin adlarının çok benzeri olduğu için, soyadıyla ararsınız. Soyadı da çok ise, baba adını,ana adını,doğum tarihi ile bilgisayara girmek gerekebilir.
    Soyadını önce kullanacağına ait kesin bir bilgi yoktur. Böyle bir yasayı da bilmiyorum.
    Anladığımıza göre: Yasa esastır. Uygulamadaki kolaylık yasayı ortadan kaldırmaz.
    Sağ ol candan dost Ali Dündar.
  •  
  •  
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     104

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    AĞAÇLAR KONUŞABİLSEYDİ
    Uzun yıllar yaşayan bitki deyince herkesin aklına ağaç gelir. Ağacın dalları odun olur. Gövdesi ise kereste yapılmaya elverişlidir. Ham keresteye tomruk (kütük) adı verilir ama o kütükten nice kereste çeşitleri üretilir. Birçok sanat dalları doğar.
    Ağaçlar çok çeşitlidir. Burada yeşil yapraklı bitkilerden, ağaçlardan söz etmek istiyoruz. Yeşil yapraklı bitkilerin dilleri olsaydı bakınız bizlere neler söylerdi?
    Ben yeşil yapraklı bir bitkiyim. Güneş ışığında havadan karbondioksit alırım. Özümleme (fotosentez) yaparım. Havaya oksijen salarım. Havadaki %18 oksijen oranını bizler sağlarız. İnsanoğlu; sen bu sayede dünyada yaşayıp gidersin.
    Oksijen suda erir. Sudaki canlıların yaşaması bile bizim üreteceğimiz oksijenle olur. Hemen şunu da ekleyeyim, bir insanın günlük oksijen gereksinimi 7 ağaç karşılarız.
    Ben ağacım. Yeşilliğin kaynağıyım. İnsanlar yorulurlar, dinlenmek isterler. Benim yeşilliğim, yorgun insanların dinlenmesini sağlar. Bunun için ağaçların yaşaması gerek.
    Biz ağaçlar; topluca olunca orman oluştururuz. Oksijen üretiriz, yaylaları ağaçlı duruma getiriniz. Ormanlar, yağmur bulutlarını çeker. Yağmurların sel haline gelmesini önleriz. Tarlalarınızı, bağlarınızı, bahçelerinizi, evlerini koruruz. Toprağın verimli kısmı üst tabakasıdır. Ekim bu alana yapılır. Toprak erozyona uğrarsa, ekim toprağı azalır. İşte biz ormanları oluşturursak, erozyonu önleriz. Ormanlar olarak, o ülkenin zenginlik kaynağı sayılır. Ormanları artırarak kesim yaparsanız sizlere servetler kazandırırız.
    Biz ağacız. Yaşadığın şu ortama bak. Elindeki kâğıt (kitap, dergi= benim. Mezarındaki sapma tahtası bile, bazı yerlerde benim. Bizler ağacız. Meyvelerimizi yersiniz.
    Yapraklarımdan, tohumlarımızdan yararlanırsınız.
    Tüm bunlardan sonra bin güzel söz ile yazıya son veriyoruz.“Cenazeme çiçek gönderme, ama bir ağaç dik. Prof. Bahri Savcı”
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     105

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    OKUMANIN BİLİNÇLİ EYLEM OLMASINI KABUL EDENLERE
                Her canlı; dünyaya gelir, yaşar, yerine bir kuşak bırakır. Gün gelir, bir nedenle bu dünyadan ayrılır gider.
                En gelişmiş canlı insandır. O da doğar, bebek adını alır, bebek büyümeye başlar. Çocukluk dönemine girer. Çocuğun ilköğretim okulunu bitirişine dek sürer. İlköğretim okulu bitince adı gence çıkar. Gençlerden herkes çok şeyler bekler. Hatta geleceklerini gençlere emanet ederler. Bunun en iyi örneğini ATATÜRK vermiştir.
                Bebek, çocuk, genç de yaşadığı ortamda durmadan çok şeyler öğrenir. Öğrenirken şu yolu izler:
                Dinleyerek öğrenir,
                Gözleyerek neden, niçinleri anlamaya çalışır
                Öğrendiklerini; araştırır, inceler, dener, sınar, yeteneklerini durmadan geliştirir. Bu yol uzundur. İnsan yavrusu bu kez, kendisinden önce gelenlerin yazılarını (denemelerini, öykülerini hatta masallarını) okur. Okumasını da sürdürür. Yüksek öğrenimini bitirince branşındaki kitaplara ağırlık verir. Kitap okumaya başlar hatta, gazeteyi bile evdekilerin ısrarıyla alır. Yalnız başlıklara baktığını okur.
                Yeteri kadar okuyamayanlar da boş durmazlar. Çevreleriyle ilgilenirler. Gördüklerinden, dinlediklerinden yararlanırlar. Başarılı olmadıkları zaman, kendilerini okutmayanları suçlarlar.
                Okuyup bir düzeye erişenler. Taban derler. Tabanının düzeyine inmeye çalışırlar. Ellerine geçen olanakların hatırı için, vatandaşları şartlandırmaya kalkabilirler. Bu durum hiç hoşa gitmez ama çıkarların hatırı için yaşatanlar olur. Dileyelim; kimseyi aldatmadan yaşamanın yolunu bulalım. Okumanın öneminde birleşelim.
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     106

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÇOK İYİ OLUR
    Bir insan, bir hayvan oksijensiz yaşamaz. Canlılar, solunumla havada bulunan % 18 oksijenden yararlanırlar.
    Bugün, bilinen bir gerçek vardır. Her insan günde 7 ağacın verdiği oksijeni harcar, yaşamını sürdürür. 7 ağacı kesecek olursak, bir insanın kullanacağı oksijen miktarını yok etmiş oluruz. Oksijen üreten ağacın önemi, bugün de yarın da unutulmaz. Bu ise yeşil yapraklı bitkiler sayesinde oluşmaktadır.
    Yeşil yapraklı bitki; güneş ışığı altında havadan karbondioksit alır, özümleme yapar, havaya oksijen salar.
    Demek oluyor ki; dünyada oksijen üreticimiz yeşil yapraklı bitkilerdir.
    Ağaç üzerine çok söz edilir. Bunlardan birisini aktarıyım.
    “ Cenazeme çiçek gönderme, ama bir ağaç dik. Prof. Dr. Bahri Savcı” cümlesidir. Çiçek, ağacın verdiği bir üründür. O çiçek, o ağacın geleceğini hazırlar. O bir canlı varlıktır. Onu dalından koparıp; çelenk, buket, sepet, demet yapabiliyoruz. Her halde, bu dünyadan göçene; sen de bir çiçektin demek için olsa gerek.
    Öyle görülüyor ki, çiçek harcamamızı azaltacağız. Yapacağımız bir görev vardır.
    Çiçek veren ağaçları, ağaççıkları (bitkileri) daha çok yetiştirmek olmalıdır.
    Bunları hepimiz biliyoruz ama anımsatmada yarar vardır.
    Son zamanlarda ki; sel baskınları, toprak kaymaları bunu göstermektedir.
    Bu yazıda geçen 7 sayısı dolayısıyla:
    Her yaş günlerinde, nişan günlerinde, düğünlerde, asker çıkarmalarında 7 ağaç dikelim.
    Onları yaşatalım. Fena mı olur?
    İyi olur. Hem de çok iyi olur.
     
     
     
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     107

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÇALIŞKAN İNSANA İHTİYACIMIZ VAR
                Herkesin bildiği ZEKA sözcüğünü ele alalım. Türk Dil Kurumu Sözlüğünden anlamını okuyalım:
                “ZEKA a. Ar (..)- İnsanın düşünme,akıl yürütme,nesnel gerçekleri algılama,yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tümü”
                bir de ZEKİ sözcüğümüz var. Onun anlamı:
                “ZEKİ s. Ar (..)  
                1. Anlama, kavrama yeteneği olan
                2. Çabuk ve kolay kavrayan,
                3,Zeka varlığı gösteren.
                Şimdi Zeki sözcüğünü ele alalım,1943'lerde Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu öğrencilerine konuşan İsmet İnönü'yü dinleyelim:
                “- Türkiye’mizin, zeki insanlara değil; çalışmayı direnerek seven çok çalışkan insanlara ihtiyacı vardır. Sizler, öğretmen olacaksınız, yurdumuzun dört bir yanında hizmet vereceksiniz. Sizlerden çok çalışmanızı bu ülkenin insanları özlemle bekliyor.”
                İsmet İnönü'nün bu konuşması bugün de aynen yaşıyor. Zeki geçinen insanların ne dolaplar çevirdiğini gördük, okuduk, biliyoruz. O insanlar, bu ülke için, çalışmayı direnerek seven insanlar olması, bize nerelere getirdi? Bir düşünün.
    Şu anda ülkemizde un var, yağ var, şeker var ama helvayı yapıp herkese yedirebilmeyi düşünen, becerebilen insanımızı arıyoruz.
                “Türk Ulusu, büyüktür. Her zaman içerisinden bu ülkeyi çağdaş ortama taşıyan insanları çıkarabilir. Bu bir ümittir. Ama tarihte örnekleri vardır.
                Zeki olduğunu kabul eden insanlarımız da, içimizden birisidir. Onun da zekasını ülkemiz için kullanmasını bekliyoruz. Daha açığı candan diliyoruz.
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     108

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    NE ZAMAN?
                Anadolu insanına çoğuna göre:
                -Doğru demek:
                Araştırmaktır,
                Düşünmektir,
                İnsanın aklını kullanmasıdır.
                -Batı demek
                Araştırmaktır,
                İncelemektir,
                Karşılaştırmaktır.
                Her olanağı düşünmektir.
                İnsanın aklını kullanıp, çağdaş olabilmesidir.
                İşte bunları özetleyerek yol göstere ATATÜRK'TÜR.
                EN GERÇEK ÖNDER BİLGİDİR, BİLİMDİR sözüyle bize her zaman ışık tutmuştur.
                BİLİM ise; fendir, tekniktir, teknolojidir.
                BİLİM yolundan gidecekseniz; yavaş yavaş yol alsanız da çağdaşlığı yakalayabilirsiniz.
                Kalıp öğretim, yuvarlak cümle bilimi yer bitirir. Öyle bir gün gelir ki KARGAŞA ortamı doğar. Bu ortamda:
                İnsan değerini arar.
                Ekonomi rayına girmek için anlayanı bekler.
                Para,para,para öne geçer.
                Ben,ben,ben diyenler palazlanır
                Biz diyenlerin gözü açılır ama ne zaman?
    BAŞI BOŞ SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE
                Bir dede ile torununun söyleşisini aktarıyorum:
                - Dede, TV (TEVE doğrusu,TİVİ yanlışı)'de başı boş köpeklerin sorun olduğu söyleniyor. Bu köpeklerin kafatası içerisinde beyinleri yok mu ki başı boş köpek diyorlar?
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     109

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BU PARA KİMİN?
                Bana anlatıldığı gibi aktarıyorum:
                - Kızılay’da merkezi bir yerdeki bankaya gittim. Cebimdeki banka cüzdanını çıkardım. İşimi bitirdim. İş yerime vardım. Cebimdeki paranın yerinde olmadığını gördüm. Bankaya döndüm. Cebimdeki parayı burada düşürdüğümü sanıyorum, bulunan bir para var mı?
    - Efendim, demet halinde bulunan bir para var. Tutunak tuttuk, bir zarfa koyduk, kasaya aldık.
                -  Efendim, o para benim kaybettiğim paradır. Miktarını anımsayamıyorum ama, bu paranın benim olduğuna dair kesin kanıt verebilirim. Ben uzakta olayım. Para demetini alınız. Atatürk fotoğraflarının hepsi bir yöndedir. Eğer böyle bir durum yok ise, o para benimdir demeyeceğim!
                - Bey, zarfı açtım. Para demetini aldım. Gerçekten Atatürk fotoğraflarının hepsi bir yöndedir. Müdür beye gidelim. Ona göre hareket ederiz.
                Memur beyle müdür beyi gördük. Bir tutanakla parayı aldım.
                Atatürk fotoğrafını bir yönde koymamın titizliğinin karşılığını almış oldum.
                Bu satırların yazarı da, bu beyin titizliğine uyar. Paraları böyle verenlere teşekkür eder. Bir kitabını da o kişiye verir. Aynı titizliği, beni tanıyan memurlarda da görüyorum, memnun oluyorum.
                Kâğıt paraları, ceplerinde harmanlayanlara bu yazıyı sunuyorum.
               
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     110

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    AKIL İNSANA NİÇİN VERİLMİŞTİR
    Soru sormayı seven dost, bu kez soruyu başkalarına sormuş, onlardan aldığı cevapları sıralamış, elinde bir kâğıt ile geldi. Kâğıdı uzattı. Gereken ilgiyi gördü.
    Dostun sorusunu başlık yaptım. Kâğıttakileri de buraya aktarıverdim:
    -Akıl insana, birbirleri ile didişsinler, birbirlerini üzsünler diye verilmemiştir.
    -Akıl insana, hayvanlık yapmasınlar, insan olsunlar diye verilmiştir.
    -Akıl insana, önce kendisini, sonra insanları sevsin diye verilmiştir.
    -Akıl insana, her şeyi düşünsünler diye verilmiştir.
    -Akıl insana, doğayı; sonra evreni tanısınlar diye verilmiştir.
    -Akıl insana, her davranışında, paylaşmayı bilsinler diye verilmiştir.
    -Akıl insana, her konuda dengeli davranmayı bilsinler diye verilmiştir.
    -Akıl insana, yapacağı işleri düşünebilsin diye verilmiştir.
    -Akıl insana, içgüdülerine göre hareket eden hayvanlardan farklı olduklarını anlasınlar diye verilmiştir.
    -Akıl insana, yaşayabilmek için doğadan nasıl faydalanması gerektiğini öğrenmesi için verilmiştir.
    -Akıl insana, insan olduğu için verilmiştir.
    -Akıl insana, sorunlarını çözsün diye verilmiştir.
    -Akıl insana, dünyada yaşayabilmesi için verilmiştir.
    -Akıl insana, doğru ile yanlışları anlaması için verilmiştir.
    -Akıl insana, doğru dürüst yaşayabilmesi için verilmiştir.
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     111

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    HAYATIN TADI NEDİR?
    İnsanı tanıyalım diyen dostu yakaladım:
    -Dostum, sizce insanın en belirgin özelliği nedir?  Bunu öğrenmek istiyorum dedim.
    -Bana göre SEVMEK'TİR Cevabını aldım.
    -Öyle ise, bu konudaki görüşlerinizi öğrenmek isterim.
    -Sevmeyi anlatabilmek için, en kendimi ele alacağım. Ta çocukluğuma dek ineceğim.
    -Ben, sevmeyi aile ocağında öğrendim. Önce onlar beni sevdiler, ben de onları sevdim.
    Daha sonra çevremdekileri sevmeye başladım. Bu da yetmedi; oyuncaklarımı, hayvanları, bitkileri, her şeyi sever oldum.
    Gün geldi obamı, kentimi, okulumu tanıdım, bana hizmet verenleri sevmeye başladım.
    Bu duygular içerisinde hayat yarışına çıktım. Şimdi;canlı,cansız her şeyi, olumlu, güzel,iyi olan her şeyi seviyorum, seviyorum?!
    -Hayatın tadı da bu olsa gerek. Ne mutlu size!
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     112

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SEVGİLER KARŞILIKLIDIR
    Hayatın tadı sevmektir diyen dost yine geldi.
    -Dostum, her gelişimde sevgi, sevmek, sevilmek üzerinde duruyorum. Sizi de konuşturuyorum. Ama bana niçin; bu konular üzerinde duruyorsun, demiyorsun?
    -Söylediğimi var say.
    -Öyle ise dinle dostum. Ben geniş kapsamlı aile ( Büyükbaba, büyükanne, oğul, gelin, elti, kayınbirader ve torunlar) içerisindeki yanında sevdiklerini görmedim. Büyükler yanında insan çocuğunu severse ayıp olurmuş dediler, beni ancak, odalarına aldıkları zaman sevdiler.
    İşte ben sevgiyi böyle öğrendim, böyle yaşadım. Büyümeye başladım. Sevdiğim insanlar da sevgimi içimde tutarak gösterdim.
    Zaman geldi, sevgimi belli ettim. Sevgimi beğendiklerimden esirgemedim. Sevgi toplamaya başladım.
    Bugüne dek de, bu eksikliğimi size bile açıklayamadım. Ama şimdi; sevgimi konuşmalarımla, hareketlerimle belli ediyorum. Her kesin de böyle davranmasını istiyorum.
    -Benden de mi?
    -Doğal olarak sizden de! Zaten, beni seven bir insan olmasanız. Ben buraya, bu denli gelip gidemem, kazandığım dostluğu sürdüremem.
    -Sevgiler karşılıklıdır. Sevginin karşılığını vermek ise içtenliktir, insanlıktır.
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     113

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SEVEBİLMEK
    Beni konuşturmak isteyen dost, yine karşımda!
    -Oraya, şuraya gidiyorum, hoş geldin diyorlar. Biraz sonra işlerine dalıyorlar. Bir git demedikleri kalıyor. Buraya geliyorum, ilgi görüyorum. Gidiyorum, beynime yükler biniyor.
    Bunlardan birisi; SEVİLEBİLMEK'TİR. Görüşlerinizi almaya geldim.
    -Dostum, sevilebilmenin yollarını benim bildiğim kadar, sizinde bildiğinizi sanıyorum.
    Yinelememi istiyorsan varım.
    -Yinelemek de canlılık demektir. Açıklamanızı bekliyorum.
    -Her konuda, çevremizin, ülkemizin yararları vardır. Bireysel yarar yerine toplumun yararını düşünürsek, bu davranışımız hoşa gider. Bizi sevenler çoğalabilir. Biz de sevilmeyi yaşamış oluruz. Toplumumuzun Sevinçlerine, tasalarına ortak olduğumuz gün, sevilebilmenin ne denli güzel bir duygu olduğunu öğreniriz.
    Her konuya sevgiyle yaklaşabilirsek, herkes bizim sevgiyle dolu olduğumuza tanık olur, bizi sayar, sever, biz de sevilebilmenin tadını almış oluruz.
    Duvarları yıkmak kolaydır. Her konuyu sevgi ortamında, enine, boyuna konuşabiliyorsak, konuştuklarımızdan ders alanlar olur. Davranışlarıyla sevilebildiğimizi anlarız, mutlu oluruz.  
     
     
     
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     114

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ANLAŞILMAYAN SÖZCÜKLER
    Cumhur Başkanı T B M Meclisinde bir açılış konuşması yaptı. Ama bu konuşma basında aynen yer almadı. Pasajlar iletildi.
    Bazı politikacılarımız, açılış konuşmasında geçen şu sözcüklerin anlaşılmadığını söylemişlerdir.
    Yönelimli: Eğilimli
    Düzenek: Mekanizma
    Ölçüt: Kriter
    Savaşım: Mücadele
    Erek: Hedef, amaç
    Olağanlaştırmak: Normalleştirmek
    Bunları herkes anlayıverdi.
    Erim: Vade sözcüğünü bilmeyenler çıktı.
    Cumhurbaşkanı Türk Anadilinin gelişmesine açık olduğunu vurgulamıştır. Beklenen de bu idi.
    Osmanlıca, Arabça, Farsça sözcüklerden yaşayanları kullanmıştır. Ama unutulanları kullanmamıştır.
    Öğretmen yerine muallim demesini,
    Öğrenci yerine talebe demesini,
    Okul yerine mektep demesini boşuna beklediler. Birkaç yeni sözcüğü de öğrenme zahmetine katlanmadılar, anlaşılmayan sözcükler var” diyerek durumlarını sergilediler. Bu bile Türkçenin kökleşmesi için bir uyarıdır. Uyaranlar sağ olsun.
    İşyerleri adlarını yabancı dilden seçenler, sanmasınlar ki Türkçeyi bozabiliriz? Ona güçleri yetişmez. Çünkü tabandaki sade vatandaş, Türkçesine sahip çıkar.
    Gazetelere şöyle göz atıversinler; %70 Türkçe sözcükler kullanılıyor. Bu az başarı mıdır?
    Lütfen biraz da siz düşünün!
     
     
     
     
     
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     115

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KUMPANYA SÖZCÜĞÜNÜ İLMEYENLERE
                01.06.2001 günü Ankara'da Kızılay'da Ankara'nın en yaşlı süpermarketi GİMA'NIN kapısında bir levha var:
                2001 KUMPANYASI diyor. Benim hemen kaşlarım çatılıyor, oradaki bir gence bu sözcüğü soruyorum.
    Çeşitleri arttırmışlar, azıcık da fiyatları indirmişler, kumpanyalarını bizlere duyuruyorlar, diyor. Bu kez ben söz alıyorum:
    - Yavrum, o senin dediğin KAMPANYA'DIR diyorum. Genç atılıyor:
                - Ne fark eder? Ha kumpanya olmuş, ha kampanya olmuş diyor. Aradaki farkı anlatmak istiyorum, genç başını çelip gidiyor.
    T.D. Kurumu sözlüğünü açalım:
    KUMPANYA: 1- Daha çok yabancı sanayi, ticaret ortaklı 2- Tiyatro topluluğu (Sayfa 758)
    KAMPANYA: Politika, ekonomi, kültür gibi alanlarda belirli bir süredeki etkinlik dönemi (Sayfa 632)
                En ünlü bir kuruluş, bu iki sözcüğün doğrusunu yazamıyor. *Türkçemizin de canına okuyor. Yazıklar olsun.
     
                *Anadilimizin Canına Okuyanlar Salim Savcı Kızılay Adem Yavuz Sk. 11/B Gül Yayınevi Tel:0-212-418 75 41
     
     
     
     
     
     
     
     
    .
    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     116

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÇAMPINAR GAZETESİ İLGİ BEKLİYOR
                Çampınar Gazetesi 1984 yılında, bir bayram toplantısında köylünün dileği karşısında, bir gazete yayınlamanın zorluğunu Salim Savcı anlattı. Ama köylü, ısrar etti. Çampınar Gazetesi'nin çıkarılmasına karar verildi. Bu iş Salim Savcı'nın sırtına sarıldı. Salim Savcı, bu gazeteyi üç ayda bir çıkartırken, yılda bir yayınlamaya başladı. Bu yayın hayatı 1999 yılına dek sürdürdü. Mevcut sayıları ciltlendi, Prof. Bahri Savcı Kütüphanesine verildi.
                Çampınar Gazetesi, ilk köy gazetesidir. Köyün sorunlarını dile getirir. Her konuyu Çampınarı'ın geleceği açısından ele alır.
    Çampınarlılar ÇAMVAK’FI kurdular. Çampınar Gazetesi ÇAMVAK tarafından yayınlanmaya başladı. Her ay yayınını sürdürüyor.          Çampınar Gazetesi'ni ÇAMVAK Başkanı, Çampınar Köyü Muhtarı olan Osman Savcı yaşatıyor. Gazete ülke çapında ilgi topladı.
    Övgüler sürüp gidiyor.
    Çampınar Gazetesinin tüm haberleri; Osman Savcı'nın Çampınarlı olma aşkıyla bilgi sayada yazılışından, basılışına, dağıtımına dahi elinden çıkıyor.
    Osman Savcı, kızının düğünü için Avustralya'ya gidince her şey aksıyor. Çünkü hiç kimse gazetenin yayınlanmasında sorumluluk almıyor. Yazı gönderenler de kendisine düşeni yaptıklarına inanıyorlar. Sorunlar Osman Savcı'nın önünde kalıyor. Osman Savcı yılmıyor, yine de varım diyor. Ama gazeteye yardım bekliyor. Hem de dört gözle!
     
     
     
     
    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     117

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÜSTÜN ÖĞRETMEN
    KEMAL ÜSTÜN’Ü YAKINDAN TANIYANLAR ARASINDA:
    Köy Enstitüsü çıkışlılar,
    Cumhuriyet Gazetesi Okurları,
    Keşan Önder Gazetesi okurları,
    Devrim Şehidi Öğretmen Kubilây (Kubilây arkadaşıdır) kitabını okuyanlar,
    Ankara’da Gül Yayınevi gelmektedir.
    KEMAL ÜSTÜN’ÜN KİŞİLİĞİ:
    Adındaki Kemal gibi olgun ve saygıdeğer,
    Öğretmenlik, Eğitim Başılık, Okul Müdürlüğü yapmış, soyadı gibi üstün işler başarmıştır.
    Çağdaştır, lâiktir, demokrattır, Atatürk Devrimlerinin, İlkelerinin, Türk Dilinin savunucusudur.
    Ladik Akpınar Köy Enstitüsünde, Hasanoğlan Köy Enstitüsünde, Bursa Necatibey Kız Eğitim Enstitüsünde müdürlüklerinde bulunmuş, öğretmen, veli ve öğrencilerin hayranlığını kazanmıştır, kalplere girmiştir.
    EMEKLİLİK HAYATI:
    Evinin dört duvarı arasında kalmamış, yazılar yazmış, insanlarıyla olan bağını sürdürmüştür.
    Keşan Önder Gazetesinde son zamanlara dek köşe yazısı yazmıştır. Eğitim, öğretim, Atatürk Devrimlerine yazılarında yer vermiştir.
    GÜL YAYINEVİYLE OLAN İLGİSİ:
    Bu ilgi, Bursa’da olduğu zaman kendisine gönderdiğim “Bu Çocuk” kitabıyla başlamıştır.
    Benim Keşan Önder Gazetesine yazı yazmamı sağlamıştır.
    Ankara’ya her gelişinde, Gül Yayınevine uğramıştır. Çalışanların hazırladığı öğle yemeğini dostlarıyla yemiştir. Bu sofraya da bir isim vermiştir “Bizim Sofra”. Ben de bu
    “Bizim Sofrayı” öyküleştirdim. Bizim Sofrada yemek yiyenlerin, her zaman kalbinin ılık olduğunu dile getirdim. Kalbi ılık deyimini Kemal ÜSTÜN çok sevmiştir.
    KEMAL ÜSTÜN İLE TANIŞMAM:
    Merzifon Erkek Sanat Enstitüsünün Ladik Akpınar Köy Enstitüsüne düzenlediği gezi ile başlar.
    Kemal Üstür, Hasanoğlan Köy Enstitüsüne gelir. Bir iki kez de orada yan yana geldik.
    Bursa Necatibey Kız Enstitüsünde Müdür iken, ona “Bu Çocuk “ adlı kitabımı göndermiştim. Bu olaydan sonra yazışmalarımız sürekli olmuştur.
    ACI HABER:
    Ankara’dan dostum Sayın Müslüm Peköz’ün telefonu ile Kemal Üstün’ün hayata gözlerini kapandığını öğrendim.
    Kemal Üstün’un kızı Birsen’i telefonla arayarak başınız sağ olsun dileğimi sunduğumda; 28 Ekim 2002 Cumartesi günü Karaca Ahmet Mezarlığında ikindi namazıyla cenazenin kalkacağını öğrendim. Telefonla dostlara acı haberi ulaştırdım.
    Kemal Üstün ile ilgili A4’de sığan yazıları aşağıdaki adrese gönderebilirsiniz, bunları alfabetik bir fihristle, bir kitapçık haline getireceğim. Ailesinden gelecek fotoğrafları da ekleyeceğim. ÜSTÜN ÖĞRETMEN KEMAL ÜSTÜN adıyla yayınlamayı düşünüyorum. Her yazı gönderenden, basım katkısı istenebilir. Belki de buna gerek kalmaz.
    Aydın Öğretmen Seyfettin Aydın, Mehmet Bertan, Prof. Dr. Bahri Savcı diye üç kitapçığın yayınına öncülük ettim. Bu kez de varım diyorum.
    Öğretmenlerin öğretmeni olan Kemal Üstün’ün nur içinde yatmasını diliyorum. Onun adı belli olmaz, bir okula verilerek yaşatılabilir.
     
     
     
     
     
               
     
     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     119

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ETANOL İLE ÇALIŞAN OTOMOBİLLERE HAZIRLAN
                Ford; otomobillerin babası Hanry Ford, petrolün daha kolay sağlandığını görünce, bitkisel yakıtla çalışan otomobil yapma eylemini ertelemek zorunda kalmıştır. Daha açığı ise, bu fikri engellenmiştir.
                Bugün petrol, yeraltından kuyular açılarak çıkartılıyor. Zamanla da o kuyudan çıkartılan petrol azalınca, yeni yeni kuyular açılıyor. Milyarlar yatırılıyor. Gün gelecek, petrol rezervleri azalacaktır.
                Geleceği düşünen bilim adamları boş durmuyor. Şu alanlara eğiliyor:
                Güneş enerjisinde,
                Rüzgâr enerjisinde,
                Daha çok hidroelektrik santrallerinden
                Gelgit olaylarıyla deniz sularının hareketlerinden
                Hidrojenden,
                Bor’dan enerji üretmeye başlıyor.
                Bilim adamları; Hanry Ford’un bitkisel yakıt görüşü üzerine eğildi. Etanol ile çalışan otomobil de yaptı.
                Çiftçilere gün doğacağa benziyor. Çiftçiler eskisi gibi tarım artıklarını yakma alışkanlığından vazgeçecek. Saman, ot, pirinç sapları, ağaç ve ağaç artıklarını toplayacak. Etanol üretilmek isteyenlere saçacak. İyi de para kazanacak.
                Saman ve benzeri artıkların ana maddesi selülozdur. Bunlar, şarap ya da bira yapar gibi işlemlerden geçiri işlemlerden geçirilerek, etanola ulaşılacak. Otomobiller etanol ile çalışacak, egzoz gazı da çıkarmayacaktır, çevre de kirlenmeyecektir.
                Bu yazıyı neden yazdım? Anlatayım. Geçen gün bir dostum geldi; fal ile rüya yorum kitaplarının çok sattığını söyledi. Şaşırdım kaldım. İnsanlarımız, bilimsel düşünmeyi bırakınca; o yöne yönelmişler sanıyorum. Oysa bilimsel alanda çok güzel şeyler var. Çok güzel olaylar oluyor. Gazetelerin verdikleri BİLİM TEKNİK’LERİ lütfen bir inceleyiverin.
                Yukarıdaki satırlarımızda Etanol ile çalışan otomobillerin ana maddesi selüloz olduğunu söyledik. Saman ve benzeri atıkların çiftçilere bol kazanç sağlayacak dedim.
                Bu kez; en temiz bir yakıttan söz etmek istiyorum.
                Yakıtın adı: Sodyum bor hidrat. Sodyum ile bor’un hidrojenle birleşmesinden elde ediliyor.
                Sodyum bor hidrat, katalizörlerle tepkimeye giriyor. Ortaya hidrojen gazı çıkıyor. Sodyum bor hidrat %7’ni oluşturuyor. Bu yakıtın en belirgin özelliği:
                Alev almıyor,
                Patlama yapmıyor,
                Havayı kirletmiyor.
                Bu buluşa dair bilgileri araştırabilirsiniz.
                Benim üzerinde durmak istediğim nokta şudur:
                Dünyadaki bor kaynaklarının çoğuna Türkiye sahiptir.
                Boru, bor olarak değil de, işlenmiş olarak verebilirsek gelecek günler Ülkemize büyük kazançlar sağlanacaktır.
                Üniversitelerimizde kimya bölümleri var. Oradaki öğretim üyelerine büyük sorumluluklar düşüyor. Bunu da beklemek her vatandaşın hakkıdır. Kitaplardaki bilgilerin hayata geçirilmesi onların görevidir.
                Kendisini Dünyaya tanıtan Ülkemize diğer yollarında açılmasını diliyorum.
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     120

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SOMUN AMA HANGİSİ?
                Türk Dil Kurumunun sözlüğünü açtım:
                Somun :(j).a.Yun. Yuvarlak şişkin ekmek /Sayfa 1073
                Somun: ajt: Ucuna somun takılıp sıkıştırılan, iri başlı vida /Sayfa 210
                Somun sözcüğü sanırım çok kişiye, yuvarlak şişkin ekmeği anımsatacaktır. Oysa ben, ikinci anlamından söz etmek istiyorum.
                Bir dostum var. Emekli Tesviyeci Teknik Öğretmendir. Emekli oldu, ona:
                - Emekli oldun, ne yapacaksın? Siz boş durmazsınız. Dedim. Yanıtı:
                - Birleştirici olduğu için somun, cıvata satacağım. Oldu. Neden dedim?
                - Siz de sanat Enstitüsünde çalıştığınız için somun ve cıvatanın önemini bilirsiniz. Somun ve cıvata, birleştirmeye yarar. Piyasada da aranan bir gereçtir. İşte ben onu yapacağım diyorum.
                Birleştirici olmak çok hoşuma gitti. Bu gün bu ülkede, en çok buna gereksinimimiz var.
                Birleştirici olmada çoğunluğu kazanırsak:
                Sınırlarımız içindeki bu Vatan Cennet olur.
                Vatan üzerinde kurduğumuz Cumhuriyet sonsuza dek yaşar.
                Bu Cumhuriyetin Ulusu, o Ulusun bireyi olan bizler daha çok birbirimizi severiz, sayarız, değerlere sahip çıkarız.
                Bu ülkenin nimetlerinden yararlanan herkes bu son bölüme hayır diyebilin mi?
                Birleştirici olanlara, olmak isteyenlere sevgiler benden olsun.
     
     
     

     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     121

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÜLKEMİZİN ALDIĞI RÜZGÂRLAR
                Yukarıdaki başlık ile yazdığım yazılar:
    ÇORUM; Çorum Haber,
    OSMANCIK; Osmancık Haber,
    KEŞAN Önder,
    SORGUN; Sorgun Postası,
    AYDIN; Mücadele,
    ŞEBİNKARAHİSAR; Şebinkarahisar Gazetesi olmak üzere altı yerde yayınlanır. Bazı yazılarım da ÇORUMLU 2000 Dergisinde yer alır.
    Bazı dostlarım, bu uğraşımı yersiz bulurlar. Magazin haberler; gazetelerde, T.V (Teve)’ler de duygu da katarak yayınlanıyor. Bunları sevenler için, benim yazılarım solda sıfır kalabilir. Ama buna karşın gördüklerim, gözlediklerim, okuduklarımın izleri bende kalır. Bende bunları söyleşi biçiminde okuyanlara sunarım.
                 Bu girişten sonra; bana gelen bir mektuptan söz etmek istiyorum:
                “Her gün, saat başı da olabilir, ülkemizin hava durumu dile getiriliyor. Yurdumuzun rüzgârlarının adları söylenir: Karayek, Poyraz, Lodos, Keşişleme denilir. Çok kişi bu kavramları ilkokul dördüncü sınıfta okumuştur ama, bilmeyen de son zamanlarda pek çoktur.
                Hava durumunu anlatırken, bu rüzgârların adlarını söylerken Türkiye haritası üzerinde bunu gösteriverseler diyorum. Bir haritaya da yazıyorum “
    Bu okuyucunun dileğini yerine getirdim. Bilenler de olsa bilmeyenlere sunulur. Karayel yıldız poyraz lodos kıble keşişleme kara sözcüğünden hareket ederek “Kara ”sözcüğünü okuyunca kara kara tablolar çizeceğimi beklemeyiniz. O bile bir beceridir. O durum bende yoktur.
    “Kara” sözcüğünü bilmeyen de yoktur diyeceğim. Karşıtı “ak”ı herkes sever de “Kara”yı duyunca hemen duraklar, bir soluk alır.
    “Kara”, sözcüğü, bir büyük yelpazede çok yerlere girmiştir.
    İnsanlardan ele alalım:
    Kara Murat.
    Diğer alanlardan örnekler verelim:
    Karaborsa,
    Karapara,
    Daha fazlasını sizler de bulabilirsiniz. Sözü burada keselim bizlere düşenleri bir düşünelim.
    Ben,ben deyip bencil olmayalım. Paylaşmayı bilelim.
    Ben, ben diyenlerin durumu dün de, bu gün de gördük. Yarın da göreceğimiz kesin.
    Sevgiyle, saygıyla birbirimize yaklaşalım. Yaşadığımız toprağa, Anavatana iyice bağlanalım. Dış tehlikenin TÜRKİYE üzerinde döndüğünü görebilelim.
    Bir sonuca varabiliriz:
    Kara kara düşünmemek için, sen, ben, o yok. Biz varız.
    Kendi yararlarımızı düşündüğümüz kadar; herkesin ve ülkenin yararlarana düşünelim.
    Şu Orta Doğuya bir bakınız! Çevremizde bir dost devleti göremezsiniz. Öyle ise biz, bizi anlayabiliriz. Amaca doğru, el ele, karanın karşıtı olan ak kavramına doğru yol alabiliriz.
    Tarihte bunu aldık, yine de almaya adayız.
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     122

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ANA ANNE SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE
                Bana gelen mektuptan aktarma yapıyorum:
                Alfabemizin harflerini, bazı sözcüklerimizi yanlış söylemeler, yanlış yazanları iğneliyorsunuz. Bu durum hoşuma gidiyor. Çünkü Anabilim TÜRKÇE’Yİ çok seviyorum.
                Bir tanıdığımın evinde; çocuklarından bundan sonra ANNE yerine ANA diyeceksiniz demişler. Hemen sizi anımsadım. Siz ne diyorsunuz?
                Böyle durumlarda kaynak aranır. T.D. Kurumunun sözlüğünü açtım. Oradan aktarma yapalım:
                ANA a. Çocuğu olan kadın, anne, TDK Sözlüğü s:53
                Yavrusu olan dişi hayvan.
                Dince aziz tanınan kimi kadınlara verilen saygı sanı (Fatma Anamız)
                ANNE a. Çocuğu olan kadın, ana,valide, TDK Sözlüğü s:59
                Ana ile anne sözcükleri tam anlamıyla yerleşmiştir. Aile geleneklerine uyarak ana, anne sözcüğünü kullanabilir. Bana soracak olursanız ben ANA sözcüğünü daha çok kullanırım.
                Yukarıda bir sözcük daha geçti. O da Validedir. İşte bu sözcüğe hayır diyenleri coşkuyla kullanırım.
     
     
     

     

     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     123

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KÖY KALKINMAYINCA ÜLKE KALKINMAZ
                Yazımın başlığını nereden aldığımı açıklamak istiyorum:
    İKİ HEMŞEHRİNİN KARŞILAŞMASI
                Çorum’un çok yakından tanıdığı değerli hemşerim Sayın İsmet Çenesiz bir gün önceden haber vererek 30.06.2004 günün Ankara’daki iş yerime geldi. Yazılarından tanıdığım Sayın İsmet Çenesiz ile kucaklaşarak tanıştık. Söyleşiye başladık. Çeşitli konularda görüş alışverişi yaptık. Bu arada değerli hemşerim Sayın İsmet Çenesiz iki kitap armağan ettiler
                Yüreğimin Sesi Şiiler 208 Sayfa. Gül resimli cici bir kapak
                Hayallerimdeki Köy-Sefa Köy öykü 96 sayfa Kapak Bağ Evi
                Ben de kendilerine kitaplar verdim. Öykücülüğümle ilgili yazıları da ekledim.
                Hayalimdeki Köy Sefa Köy gerçeklere dayanan bir öyküdür. Her köyün kalkınabilmesine; köy ileri gelenleri (ağalar),köy muhtarları, köy öğretmenleri, köy imamı (Hoca sözcüğü üniversitede kullanıldığı için imam sözünü seçtim) dörtlüsünün yer aldığı, gerçek olaylarla aktarılıyor. Çok beğendiğim cümleyi alıyorum:
                “Köy Kalkınmayınca Ülke Kalkınmaz” Sayfa 41
                Şimdi sıra ile:
                Ağalar
                Muhtarlar
                Öğretmenler
                İmamlar konusunu işlemek istiyorum. Ama bunu dünün, bu günün, geleceğin dörtlüsü olarak ele alacağım.
    A-DÜNÜN DÖRTLÜSÜ
                1-Ağalar: eskiden her köyde sözü özüne uygun, varlığı yerinde insanlar var idi. Köylü bunlara ağabey sözcüğünden alınan “ağa” sözcüğünü verirdi.
                Ağa; mal varlığıyla övünmez, eline, diline, hatta beline de sahip çıkar. Köylünün köydeki devlet dairelerindeki işlerini takip eder. Her konuda köyün, köylünün yararını düşünürdü.
                “Hayalimdeki köy-Sefa Köy” Öykü kitabında bunun en önemli örnekleri yer almaktadır.
                2-Muhtarlar: Eskiden her köy, devlet dairelerinde muhtarların adıyla anılırdı. Muhtarlar; köy sorunlarını çözerken tarafları dinler, onları barıştırırdı. Devlet dairesinde köyün sorunlarını izler sonuca ulaştırmaya çalışırdı.
                “Hayalimdeki köy-Sefa Köy” Öyküsünde muhtarın diğer üçlüyle nasıl iyi, olumlu örnekler verdiğini bulacaksınız.
                3-Öğretmenler: Eskiden her köy, köylerinde ilkokul açılması için ağasıyla, muhtarıyla, imamıyla canla başla çalışırdı. Köyde ilkokulun açılmasını gerçekleştirdi. Köylü dayı ben okuyamadım, oğlum, kızım okusun isterdi. Öğretmenler gelirler, köye yerleşirler köyün çocuklarına okuma yazmayı öğretir, köylülerin okuması olması için okuma, yazma kursları açarlardı. Köylü öğretmenim derdi. Öğretmene inanırdı. Öğretmeni içtenlikle severdi, sayardı, saygıda kusur işlemezdi.
                “Hayalimdeki köy-Sefa Köy” Öyküsünde köy öğretmeni ne denli başarılı olduğunu göreceksiniz.
                4-İmamlar: eskiden köy imamı, köy için çok şey ifade ederdi. Köylü imamını sever, dini konularda bilmediklerini imamdan öğrenirdi. İmam da camide, toplantılarda köylünün safında olurdu. Bunun iyi örneğini verirdi. Ağalarla, muhtarlarla, öğretmenlerle birlikte hareket ederdi. Bunun en iyi örneğini verirdi.
                “Hayalimdeki köy-Sefa Köy” Öyküsünde imamın ne denli köylünün yanında olduğunu göreceksiniz.
    B-BU GÜNÜN DÖRTLÜSÜ:
                1-Ağalar: Bir zamanlar ağalar köylerde çok söz sahibi idi. Şimdi köylü okur, yazar oldu. Gazetelerden TEVE (tivi) değil den çok şey öğrendi. Ağalardan daha çok şey biliyor, işlerini yürütüyorlar. Ağaları hatır için dinliyorlar.
                Ağaların yerini bazı köylerde, yüksek öğrenim görüp köye yerleşen kişiler doldurdu. Ama onlarında dönemi sona eriyor. Çünkü köylü, her şeyi kendi açısından değerlendiriyor. Yalnız ve yalnız kendisine inanıyor.
                2-Muhtarlar: Şimdiki muhtarları köylü, kendi görüşünde olanlara yer vererek seçiyor. Her konuda kendi yararını düşünüyor. Olmazsa karşı bile çıkabiliyor. Buna karşın, muhtarın yeri inkâr edilemez. Köylü kendisini anlayan muhtarı arıyor. Bulduğu da oluyor. Bulmadığı da oluyor.
                3-Öğretmenler: İlköğretim okullarının sekiz yıla çıkmasıyla pek çok küçük köylerde okullar kapatıldı. Merkezi yerlerdeki ilköğretim okullarına taşımalı eğitim girdi. Öğretmenlerde köylerden kentlere taşındılar. Taşımalı öğretmen oldular. Öğretmenler yalnız okullarını bildiler, sınıflarını bildiler. Köylülerden uzak düştüler. Yalnız köylülerle çocukları için görüşmeye başladılar. Hatta öğretmenler aldıkları maaş kadar öğretmenlik yaptılar, yapıyorlar.
                4-İmamlar: İmamlar, camilerdeki görevlerini yapıyorlar. Köylülerden dini bilgi almak isteyenlere yardım ediyorlar. Hatta tatillerini kullananlar oluyor. Vakit namazlarını, bu işten anlayan köylüler yürütüyorlar. Camilerin temizliğinde de aksamalar oluyor.
                İmamlar da köyde oturmamaya başladılar. Bu köylünün hoşuna gitmiyor.
    C:GELECEĞİN DÖRTLÜSÜ:
    1-Ağalar: Köylerdeki ağaların, söz sahibi olmaları yerini Kalkınma Vakıfları doldurabilir. Çünkü vakıflarda kişiler yoktur. İlkeler ve amaçlar vardır. Vakıflar iyi yönetilebilirse, köyler için çok yararlı olabilirler.
    2-Muhtarlar: Köylerdeki muhtarlar yüksek öğrenim görmüş olmaları düşünülmelidir. Yalnız seçilen kişi, köylünün safına inebilmeli, köyün yararında birlikteliği sağlamayı bilmelidir. Hatta muhtarların vakıf toplantılarına dinleyici olmasında yarar vardır.
    3-Öğretmenler: Köylerimizdeki öğretmenlerin neredeyse çoğunluğu üniversite mezunudur. Öğretmenleri iyi bir maaşla köylerde oturmak şartıyla lojman kirasız verilmelidir. Öğretmenler arasında seçilen bir kişinin vakıf toplantılarına katılması sağlanmalıdır. Dahası da var. Köy öğretmenlerine sözleşmeli öğretmen alınmalı, her yıl sözleşmeleri yenilenmelidir.
    4- İmamlar: Köy imamlarının eski saygı değerliliği kazandırılmalı, imam olanağı getirilmeli, vakıf toplantılarında imamlarında bulunması sağlanmalıdır. Köy imamı, bilgisiyle ön saflara geçirilmesidir.
                Bu yazıda, dünü,bu günü,geleceği düşünerek dörtlü için görüşle sergiledik. Diyelim bu gibi öneriler öne geçsin.
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     124

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TEKNE KAZINTISI
    İnsanoğlu bu! Doğar, büyür, kendisini tanır. Büyüdüğünün görülmesini ister, ister oğlu ister.
    Yaş otuzu aşar. İniş başlar. Ara sıra geriye dönmeyi düşünür, dönemez. Anılar karşısına dikilir. Aklı geleneklere takılır. Bazılarını anımsar. Anlatmaya kalkar. Dinleyenler bulunur. Coşar da coşar! Biz de öyle yapalım. Ta; 1930’lara değin inelim. Secigen köyüne varalım. Azgın Ağanın evinde olup bitenleri dinleyelirn.
    Azıgın’ın:
    - Yavrum Celâl, şu büyük ocağa, büyüklerinden bir meşe kütüğü koy. Ara sırada çam yarmaları atmayı unutma dediği duyulur.
    Akşam sofrasının hazırlıkları baş1ar,yer sofrası kurulur. Azgın, erkekler sofrasında, üç oğlu, iki kızı ile yemeği yer. Sofradan kalkar. Celal’in getirdiği leğende, ibrikten dökülen suda elini, ağzını yıkar. Verilen havluyu kullanır. Arkası yastıklarla bes1enenmiş, kalın minderine çekilir. Herkesin yerini almasını bekler Odunların yanışını, alevlerin yükselişini izler.
    Söz yayladan açılır. Hayvanlara ait bilgiler verilir. Yapılan işler gözden geçirilir. Onunla, bununla yarışı1maz. Kusurlar saptanır. Azgın dinlemede kalır. Biraz sonra bir sonuca varılır. Öneriyi ortaya koyar. Öneri benimsenmiştir.
    Söz, sözü kovalat Tarla, tapan işlerine öncelik verilir. Güzlük iş1eri,bahar işleri sıralanır. Görüşler ortaya konur, konuşulur, en iyide birleşi1ir. Söz gelir, komşuların düğününde düğümlenir. Celal’in anası söz alır:
    - Ağam, komşu1ar erken davrandılar, yapılarına uyan kızı buldular. Oğlanın, kızın olurunu aldılar, yavrularını evlendirdiler. Gelin sahibi oldular. Yarın da torun torba sahibi olacaklar. Tekne kazıntıları büyüdü, büyüyor. Evlenme zamanları geldi. Onu da baş göz edelim. Ay ışığında yolumuzu bulalım. Bu konuda ne düşünüyorsun?
    - Gözüm, çok iyi edersin, iyi de söylersin. Elimizde birkaç hayvan var. Onları satalım. Elimiz biraz para görsün. Yılın kamburu sırtımızdan insin. Çıkalım yola,varalım amcamıza, sen hiç tasalanma.
    - Ağam, bugün varız, yarın yokuz! Geçen ömürden gider. Erken kalkan yol alır. Geç kalanı yel bile alır. Kimseyle yarışmayalım ama yelin önüne düşmeyelim. Torunu torbayı zamanında görelim.
    - Gözüm; acele etme, acele işe şeytandan önce o, bu karışır. İnsan yanılır. Aklımıza uyalım. Der başka konuya geçilir. Söy1eşi sürdürülür.  Tekne Kazıntısı, konuşulanları dinlemiştir. Günler geçer. Evlenmesiyle ilgili bir uğraşı göremez. Dayısı Emmicik’in karşısına dikilir:
    - Dayıcığım! Babamla anam, evlenmem için bir ara konuştu1ar. Birkaç hayvan satalım dediler. Hayvanlar satıldı. Evlenme işim yoluna girecek derken unutuldu, daha açığı uyutuldu. Ne yapmamı önerirsin?
    - Tekne Kazıntısı! Bizim bir geleneğimiz var. Bir genç evlenmek istiyorsa, isteğini anasına açar. Anası öne geçer. O işi sonuca götürür. Anan bu işi bildiğine göre beklemen gerek. Yok! Ben bekleyemem diyorsan, sana düşen bir iş var. Bu gece, her fırsatını bul, babanın pabucunu, evin eşiğine çak.. Gerisini bana bırak.
    - Baban pabucunun eşiğe çakıldığını görsün. İnan şuna, evde rahat oturamaz, oğlan evlenmek istiyor der. Haftasına varmaz nişanlanırsın, hem de bir öpücüğümü alırım ha!
    -Dayıcığım! Buna karşın bir gelişme olmazsa ne yapayım?
    -Olur! Tekne Kazıntısı, olur ertesi sabah olur. Azgın erkenden kalkmıştır. Abdestini almıştır. Sabah namazına oturmuştur. Azgın’ın eşi, bir hoştur. Azgın’ın çevresinde dönüp durmaktadır. Namaz biter.
    -Ağam; benim uyarılarıma kulak vermedin, bak ne oldu? Şu eşiğimize baksana
    -Gözüm; eşiğe bir şey olmamış, her şey yerli yerinde. Senin, benim pabuçlar da kuzu kuzu yan yana duruyor. Bundan ne çıkar?
    - Ağam Pabuçlar bir kaldırıversene
    - Aaa!. Pabuçlar kalkmıyor. Bunlara ne o1muş? Hem de çivilenmiş. Hayret. Bunu kim yapmış?
    - Kimin yapmasını istersin? Tekne Kazıntısı Celal!
    - Bir yaşıma daha bastım. Anladım gözüm, anladım. Bu akşam Çerkezlere gidelim, Ayşe’yi Celal’e isteyelim.
    - Bu işi pabuçları eşiğe çaktırmadan yapsak olmaz mıydı Ağam?
    - Gözüm, olurdu ama kız babasın gönlünü yapmak kolay şey mi? Evlenme işini açtıktan beri boş durmadım. Senden öğrendiklerime göre, yapımıza uyan kız buldum. Dün bile oradaydım. Oradan, burada konuştuk. Çerkez’in eşini razı ettim. Çerkez’in de dalını biraz eğdim. Bu gece gideriz. Eğilen dala yapışırız. Meyveye el atarız. Biz ortaya çıkınca, kimse Ayşe’yi istemez. Bu iş de olur biter Daha olmaz ise Çerkez’e;
    -Keten gömlek terlice, Azgın Koca bu gece burada yerlice deriz. Kınayı un ederiz.
    Düşündüğün şeye bak!
     
     
     
     
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     125

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SABIR
                İki elti konuşuyor:
    - Bacı, bugün öğleye ne pişireceksin?
    - Elti; üç erkek kardeşin bir araya oturduğu bu evde pişse pişse bulgur pilavı pişer. Bir tencere pilav yaparız. Koyarız önlerine. Buda mı tasa?
    - Bacı,iyi düşünmüşsün. Taze fasulyeli, bol domatesli bir pilav olsun. Yanına da taze soğan verelim. Bu öğünü savalım. Akşama Allah kerim!
    İnce yapılı elti, saat 11.00'e doğru, sofra bezini serdi. Üzerine büyük sofra masasını çekti. Taze fasulyeleri, domatesi önüne koydu. Hepsini bol suda yıkadı. Masanın üzerine serdi.  Bıçağı eline aldı. Taze fasulyeleri küçük küçük doğradı. Tencereyi indirdi. Üzerine bir kaşık yemek tuzu serpti. Yanmakta olan ocağın üzerine koydu. Odunların başlarını birleştirdi. Yanmayı hızlandırdı. Taze fasulyeyi azıcık haşladı. Domatesleri büyücek, büyücek tencereye doğradı. Bir süre karıştırdı. Salçalı suya pilavın suyunu aşıladı. Tuzunu ayarladı. Yemek suyunun kaynamasını bekledi. Salçalı su, ortasından beyaz beyaz köpüklendi. Bir süre sonra da iki yana büm büm kıvrılmaya başladı. Yemek suyu kaynamıştı.
    İnce yapılı elti gitti, bir tepsi bulgur getirdi. Yavaş yavaş bulguru suya saldı. Elindeki kaşığı tencerenin ortasına dikti. Kaşık durmadı, yana doğru yatmaya başladı. Elti, biraz daha bulgur ekledi. Ortaya yine kaşığı dikti. Kaşık selam durmuştu. Kaşığı çıkardı. Ateşin yanmasını bekledi. Zaman geçti. Kaşığın tabağına azıcık yemekten aldı. Az piştiğini gördü.  Ocağın odunlarını çekti, yanmanın hızını kesti.  Bir süre daha yemeği ocakta bıraktı. Elti, yemek pişti dedi. Tencereyi, ocağın önüne, kül üzerine bıraktı.
    - Pilavın pişme işi bitti. Bulgur, tarlasına gidip gelsin. Bu pilavı yiyen bir pişman, yemeyen bin pişman olur. Allah verede, çocuklar dilini ısırmasa, dedi. Odanın kapısı açıldı.
                - Anne, ne pişirdiniz? Yemek hazır mı?  Karnım zil çalıyor. Bizimkiler, beni gönderdi. Haber bekliyorlar.
                - Yavrum, sebzeli bulgur pilavı yaptım. Bulgur tarlaya gidip gelmesini bekliyorum.  Biraz beklemeniz gerek.
                - Anne, beklemezsek ne olur?  Sabrımız kalmadı.
                - Yavrum, yemek yine bulgur pilavı olur ama tam olmaz. Bu kez pilav olur ama tadı tam olmaz. Bu kez pilav sizi sarmaz. Bundan önceki pilavları ararsınız. Ben de, bir pilavı iyi pişiremedim diye kendimi yerim.
                Kapı aralandı. Torunlar yavaş yavaş odayı doldurdu. Şu konuşmalar duyuldu:
                - Bizimkiler, acıktığınızı biliyorum. Sebzeli bulgur pilavı yapmış.  Bulgurun tarlaya gidip gelmesi gerekiyormuş. Boş yere sabırsızlanmayın. Beklememiz gerek.
                - Bulgur hangi tarlaya varıp gelecekmiş?
                - Buzağı çukuruna.
                - Çocuklar, bulgur odadan çıktı. Pabucunu giydi. Merdivenden indi.  Kanatlı kapıyı dışarıdan kapattı.  Caminin yanına vardı. Osman’ların cevizinin önünden çaya ulaştı. Değirmeni geçti. Kızılyardan Ceviz Dedeye kayıyor. Yukarıköy yoluna saptı. Yol alıyor. Buzağı Çukuruna ulaştı.
                - Ağabey, bu bulgur, ya yürümeyi bilmiyor?  Ya da yol almaya niyeti yok. Koşarak gitse olmaz mı?
                - Bulgur, acele ederse, ayağı taşa takılır. Düşebilir. Bir yeri incinirse gecikebilir. Bizi fazla bekletmemek için, dikkatli yürüyor.
                - Ağabey, bulgur döndü mü? Şimdi nerede acaba?
                - Evet kardeşim, bulgur geri döndü. Aynı yoldan geliyor.
                - Sarıyara gelmiştir sanırım.
                - Nerede?  Daha yeni Ceviz Dereye geldi. Su içiyor.
                - Ağabey, bu bulgur amma da, canını seven bir şey, gelecek gelecek ama bizde de sabır bitecek. Su içmeden de yapamıyor. Balık mı yedi bu?
                - Anne, yeter artık. Aç kapağı, dağıt şu pilavı.
                - Yavrum, çocuksunuz. Mideniz sağlam. Bu pilavı da öğütür. Ağız tadı ile pilav yemek var iken, beklediniz, az daha bekleyin. Niçin sabırsızlanıyorsunuz?
                - Anne, midemiz boşalmış.  Ağzımıza kara sular doluyor. Bastıralım onu. Bu pilavı midemiz de pişiririz.
                - Hayır yavrum olmaz. Ağız tadı ile yenilmeyen bir pilav yaparsam, benim anneliğim nerede kaldı? Siz şu sofraya geçin, oturun. Taze soğandan yufka ekmeğine bir dürüm yapın. Bakarsınız, pilav önünüze gelmiş. İşte bakın, pilav üç tepsiye geldi. Yemenizi bekliyor. Çocuklar, dürümleri yaptılar. Kaşıkları paylaştılar. Pilava daldılar. Şimdi de onları dinleyelim:
                - Ufaklık, önünden ye,  saygılı yemeyi bil!
                - Bizim ki, biraz yavaş ol. Arkandan atlı gelmiyor. Boğazına aldıracaksın. Yemek sindire sindire yenir.
                - Ağabey, şu kızların yemek yiyişine bak. Mübarekler çim çim ediyorlar. Böylediydi dersiniz. Bu gidişle bu kızlar, kocalarının evinde aç kalırlar. Bir deri, bir kemik olmaktan kurtulamazlar.
                - Akıllı, kızlar öyle yer. Onların nazik ve kibar olması gerekli! Sanki senin de öyle olman gerekmez mi? Karakuş gibi, tabağa saldırmak iş değil. İnsan gibi, yemek yemeyi bilmeli. Avurdunu şişirmek, ağzını şapırdatarak yemek, aç gözlü olmak insanı utandırır. Ayıptır.
                - O ayıp, bu ayıp deyinceye dek, yöntem budur deseler olmaz mı?
                - Büyükler öneriyi yaparlar. Sonunda da ayıptır derler. Bunun anlamı öneriye ay-nen uy demektir.
                - Çocuklar; söz kırk boğumdur. Sanki diğerleri öyle değil midir? Ölçülü konuşmalı, ölçülü yemeli, ölçülü olmalı ki; insanın seveni olsun.
    - Ağabey, hepiniz haşlarsınız. Bu durum, ölçülü olmadığımızdan mı?
    - Doğal olarak öyledir. Çevrene bak. Ölçülü olmaya çalış. Çocuğuz, bazı kusurlarımız olacak. Bir kusuru ikilemez isek, iyi olur.
    - Çocuklar, ben size bir şey söyleyeyim mi?  Bulgurun tarlaya gitmesi gelmesi bir öyküdür. Yemeğin pişmesi için zaman gerek. Bunu bizlere anlatmamın zor olduğunu görmüşler.  Bu öyküyü uydurmuşlar. Dolayısıyla sabırlı olmayı öğretiyorlar. Bakınız, bu konuda dedem ne der:
                “ Sabır iyi şeydir. Sabırlı olan, zaman kazanır. Ne yapacağını, ne yaptığını bilir. Doğruyu eğriyi görür. Kendisini küçük düşürmez. Değerini korumayı bilir. Azimli olur. Varım dediği zaman vardır. Onu hesaba katmadan edemezsiniz. Sabırlı olan kişi kim olursa olsun, istediği şeye ulaşır. Yeter ki; insanoğlu biraz sabretmeyi bilsin. Bulgurun bile aş olabilmesi için tarlaya gidip, geleceğini unutmasın”
     

    BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

    ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     
     
     
     
     
     
     
     
     

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

     

    BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

    Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
     
    Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
     Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.