|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
|
|
Mahmut Selim GÜRSEL TAKDİM
Hayat Hikayesi
MUTAFA AMUCA'NIN CUVARASI
ÇOCUKLARIMIZ VE BİZ
SEN
OLMAYINCA
BAHAR GELİNCE
KİMLERİNDİR
DEMEDİLER Mİ?
AYIP
DEĞİL AĞLAMAK!
SERZENİŞ
|
|
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
TAKDİM
Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve
bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak
görülmelidir.
Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini
veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da
benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.
Bu
çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış
olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı
göreceksiniz.
Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir
kitaptır; onu okumamız gereklidir.
Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar
veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar
veremeyiz.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mehmet GÜNDOĞAR
-
1932 yılında Çorum
İline bağlı Çıkrık Köyünde doğmuşum. Çıkrık Köyü benim ata yurdumdur.
Babam,dedem,daha büyük dedelerim hep burada doğmuş,burada yaşamışlar.
-
Çocukluk yıllarımda babam,çiftçilik
yapardı. Ben de onun en yakın yardımcısıydım. Bu nedenle çiftçiliğin en
ince ayrıntılarını babamdan öğrenmiştim. İlkokulu köyümde Çıkrık Bölge
İlkokulunda bitirdim. O yıllar çevredeki okulu olmayan köylerden de,
okulumuza öğrenci gelirdi. Bu nedenle sınıflarımız kalabaydı. Her
sınıfın bir öğret meni vardı.
-
İlkokuldan sonra
Ladik Akpınar Köy Enstitüsüne gönderildim. 1951 yılında bu okulu
bitirerek öğretmen oldum. İlk öğretmenliğime Amasya'nın Kovay Köyünde
başladım. Birisi kız,dört çocuğum oldu. Hepsini yuvadan uçurdum.
-
1965 yılına kadar çeşitli köylerde
tek başına öğretmenlik yaptım bu okulların hem baş
öğretmeni,hem beş öğretmeniydim. 1965 de kıdem ve
başarılarımdan sıram geldiği için Çorum Merkez Bahçelievler
İlkokuluna atandım. Diyebilirim ki; öğretmenliğimin en güzel
yılları bu okulda geçti. Öğretmenliğimin ve çabalarımın meyvelerini bu
okulda görmeye başladım. Şu günlerde bile
duyup,başarılarıyla iftihar ettiğim öğrencilerimin hepsi de,bu okuldan.
Tabii,onların başarılarının nedeni kendi emeklerinin
karşılığıysa da, gene de bir zamanlar benim öğrencim olmalarından
haklı olarak kendime de bir gurur payı çıkarsam haksız sayılmam.
Yirmi yedi yıllık öğretmenken,şahsi birtakım nedenlerden ötürü
1978 yılı sonlarına doğru emekliye ayrıldım. Ama çok
mutsuz oldum. Zira bir türlü öğretmenliği üzerimden koparıp atamıyordum.
Tam on dört yıl gece rüyalarımda en az, haftanın dört
gününde bir yerlerde öğretmenlik yaptım.1980 yılında, yedek
subaylığımdan tanıdığım batıya (İzmir'e) göçüp yerleştim.
1990 lı yılların başında,Anadolu Üniversitesinin Eğitim
Açıköğretim Fakültesinin ön lisansını
tamamlayarak 1991 de öğretmenliğe tekrar döndüm. Bu yeniden
başlayış;benim için ikinci bir bahar oldu. ,23 Ekim
1996 tarihinde Karşıyaka Evrenpaşa İlkokulundan ikinci kez emekliye
ayrıldım. Böylece devletime otuz bir buçuk yıla yakın hizmet etmiş
oldum.
-
İlk okul
yıllarında köyümüzde amcalarımın arkadaşı, harbiye okulu öğrencisi
bir genç gelmişti. Ona hayran olmuş, subay olmayı; hatta pilot
olmaya heveslenmiştim. Ama kısmette öğret men olmak varmış. Tekrar
dünyaya gelme imkanım olsaydı,her defasında gene öğretmenliği
seçmekte hiç ikilem göstermezdim. Öğretmenlikten emekli olduktan
sonra, çeşitli işlere girdim, çıktım. Bakkallıktan, piyango bileti
satıcılığına,şehir içi otobüs servisi yazıhanesindeki telefon başı
beklemekten, restoranta kasa fişi kesmeye kadar farklı işlerde
çalıştım. Bunlardan hiçbirini öğretmenlik kadar onurlandırıcı değildi.
Sevemedim hiçbirini.
-
Öğretmenlik ; iyi
bir insan olmak,iyi bir insan yetiştirmek sanatıdır. Böyle onurlu
mesleğin bence dört tane anahtarı vardır: Sevgi, sabır, hoşgörü ve
özveridir. Eğer insan;çocuğu sevmiyorsa, sabırlı davranıp,hoşgörülü
davranamıyorsa,öğretmen olmasın derim. Tabii bunu söylerken
öğretmenin bilgi,kültür ve eğitimcilik kapasitesine değinmek
istemiyorum. Okulda okurken;Balıkesirli bir öğretmenimiz vardı. Meslek
dersi öğretmenimizdi Ziya Kozan. " Oğlum öğretmen olmayın, öğreten
olun !" derdi. İnsan öğretmenliği seçmişse " öğreten "olmalı. Zira
öğretmenlik" bir tanrı mesleğidir.”
-
Ta ; okul
yıllarından bu yana şiir yazmaya çalıştım. Hemen ,hemen her konuda
şiirler yazdım Bu şiirlerimin birkaçı ilk kez yedek subaylığım
sırasında Edremit'in Körfez Gazetesinde yayımlandı.1996 yılında
"Osmanlı Padişahları Kendini Anlatıyor" başlığı altında ders için
şiir diliyle padişahları konuşturdum. Diğer bazı şiirlerimle bi likte
Çorum Yenigün Gaze tesirde yayımlandı.
-
Kardeşim;Eğitimci
Yazar Muzaffer Gündoğar'ın teşvikiyle öykü ve roman denemelerine
başladım. 1997-1998 de ilk roman denemem "Nar Çiçekleri " Çorum Haber
Gazetesinde yayımlandı. Okuyucularım tarafından ilgiyle okunduğu
söylenildi. Bundan cesaret alarak," Şarapnel " isimli roman denememi
yaptım. Halen Çorum Haber Gazetesinde yayını sürmektedir. Bu arada
bazı öykülerimden bir kaçı da yayımlanmıştır. Yazdıklarımdan dolayı
bir ödül almışlığım yoktur.
İdealsiz kişi olmaz. Muhakkak ki;her insanın gerçekleşmesini istediği
bir ideali vardır. Benim idealim de yazdığım şiirlerimi, öykülerimi,
romanlarımı yayımlayarak kitap haline getirmektir.
-
Çıkarmış olduğunuz
"Çorumlu 2000" isimli derginizin bazı sayıları kardeşim Muzaffer
Gündoğar vasıtasıyla bana ulaştırıldı. Yaptığınız bu çalışmaları,
Çorum'umuz ve Çorumlu kardeşlerimiz açısından büyük bir değer
taşımaktadır. Bu çalışmalarınızı taktir ve övgüye değer niteliktedir.
Teşekkür eder,bu başarıyı daha uzun yıllar sürdürmenizi dilerim.
Yayınevimizin basılmış ve sanal yayınlanmış dergilerinde yazıları
bulunmaktadır.
|
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- MUTAFA AMUCA'NIN CUVARASI
- Mustafa amca orta halli
bir rençper (çiftçi) di. Geçinebilmek için hem rençperlik yapıyor ve
hem de çerçicilik. Bu köyde bağından çıkan üzümünü, bahçesinden çıkan
meyveyi, sebzeyi eşeğine yükleyip yakın kasaba ve kırsal köylerde
satanlara çerçi deniliyordu. Bu işin adına da çerçicilik!
- Bu iki işi birbirine
yardım etmezse, geçim zor olurdu. Köy insanının yüzde sekseninin
yaptığı iş buydu. Mustafa amca da bu işi yapıyordu.
- Köyün gençleri ona "AMUCA"
diye hitap ederdi. Bu hitap şekli Mustafa amcaya özgüydü. Yoksa
başkalarına normal dil konuşulurdu.
- Mustafa amca gariban bir
kişiydi. Hoş sohbet, sevecen, güler yüzlü biriydi. İlkbaharda
işlerinin ucu çıkınca bir başlar, kasımda kar yere düşene dek didinir
dururdu. Evindeki beş nüfusu geçindirmek kolay değildi.
- Kar
yağmakla işler bitmiyordu. Bu kez de lahana, pırasa, ıspanak, pekmez
gibi kış yiyeceklerini satmaya giderdi. İşleri bitmiyordu. Mevsimine
göre çift sürmek, ekin ekmek, tırpan biçmek, yığın yapmak, sap
getirmek, harman sürmek, bel tepmek, saman çekmek, bağ budamak, üzüm
satmak gibi işleri değişirdi ama onun değişmeyen bir işi vardı ki; o
hiç değişmezdi. Sigara içmek. Ucuz "Köylü sigarası" gece gündüz
yanındaydı. Ne marka olursa olsun, sigara içmek onun tek tutkusuydu.
- Yaz gelmiş, ekinler
yetmiş, orak ve tırpanla biçilerek, el ile yolunarak yığınlar
yapılmıştı. Şimdi bir de harman derdi vardı. Köyün sürülmemiş boş
düzlüğü olmadığı için, herkes harmanını köy önündeki arpalıklardan
harmana yetesi yeri süpürüp, salma su ile sularlar, tapanla da
düzeltirler, kururken de loğ taşıyla pekiştirilince beton gibi olurdu.
- Harman yapma işi yalnız
olacak bir iş değildi. Bu iş ortaklaşa imece ile yapılırdı. Mustafa
amca da harmanını böylece ortaklaşa yapmıştı.
- Harman kuruyunca acil
yerlerden başlayarak başak yığınlarını getirip sürmeye başladı.
Dövenini iki öküz ile bir eşeğe sürdürüyordu. Öküzler yorulunca birini
eşeği ile değiştirip dinlendiriyordu. Çünkü onlar uzak tarlalardan sap
getirmeye de sorumluydular.
- Hava sıcak olursa ancak
bir buçuk günde iki kağnı başağı tınaz haline getirebiliyordu.
Zenginler bu işi, iki üç düvenle, daha kısa sürede, daha çok iş
yaparak sürdürüyordu. Oysa Mustafa amcanın tek dövenle işi çok zaman
alıyordu.
- Sap getirme yerleri
uzaktı. Günde iki kağnı sap ancak getirebiliyordu. Bir, bir buçuk saat
uzakta tarlalar vardı. Bu tarlalardan sap getirmek, öküz ayağıyla iki
misli sürüyordu.
- Ne olduysa bu son gidişte
oldu. Sap getirme yeri bir saat uzaktaki Uzun döşek mevkisiydi. Ara
uzak, yol sapaydı. Bazen toprağı yumuşak tarlalardan, bazen sel
yataklarından, bazen de taşlı araziden geçmek durumunda kalıyordu. Kum
da ve yumuşak zeminde kağnının tekerlekleri batıyor, dingili zor
dönüyordu. Bu durum, hem güç kaybına neden oluyor, hem zaman.
- Sabaha üç saat kala
kağnısını koştu. Boş kağnıyı öküzler inişli yollardan tarlaya çabucak
neşeyle indirmişti. Gökyüzünde yıldızlar pırıl pırıl parlaktı.
Sabahyıldızı doğmuş, Mustafa amcanın sigarasına göz kırpıyordu sanki.
- Kağnıya binmiş,
bacaklarını iki okun arasından sallamış, elinde kısa övenderesiyle
usta bir tır şoförüne benziyordu. Yığınların böğrüne varınca,
öküzlere:
- -Bovvaah! Dedi. Gariban
öküzler, kulaklarını kısarak durdular. Hayvansı hisleriyle
biliyorlardı ki; gidişleri, geldikleri gibi olmayacaktı. Zahmet ve
zorluk gene başlayacaktı. Bu korku ve endişeye geviş getirmeyi bile
bırakmışlar, bir robot gibi duruyorlardı. Başka zaman olsa yığındaki
başakları, söküp yemeye can atarlardı. Şimdi ise dönüp bakmıyorlardı
bile.
- Mustafa amca, ceketini
çıkarıp bir kenara fırlattı. Kağnıyı çevirip gidişe uygun bir
pozisyona getirdi, dayakladı. Kağnıyı durdururken rüzgârın yönünü de
düşünmek zorundaydı kişi. Zira rüzgârın zararından en az etkilenmek
amaçlanırdı. Urganları çıkardı. Eliceklele birlikte uygun bir yere
attı. Anadutu çıkardı, yığının üzerine koydu. Yığın tırmığı yığının
üstünde bırakılmıştı. Onu ayakaltından uzaklaş-tırdı. Anadutu
eline aldı.
- -Ya
Bismillah! Diyerek işe başladı. Dağınık desteleri, kağnının önündeki
ok arasına doldurmuştu. Göplerden başlayarak desteleri yığmaya
başladı. Bu yıl çok yağmur yağmıştı. Zamansız yağdığı için başaklar
uzundu ama buğday verimi azdı. Bire beş, on bile veriyordu. "Ama uzun
boylu saplarla kağnı yüklemek zevkli oluyor. Biraz da dökümlü olsa "
diye düşündü.
- Yarım saatte kağnı
yüklenmişti. Sabahın seher yeli yavaş yavaş kendini hissettiriyordu.
Şafağın ilk ışıkları, Emirbağı köyünün üstündeki çalıdan belirmeye
başlamıştı. Tan yeri ağarıyordu.
- Anadutu vura vura,
kağnının görünümünü düzeltti. "Güzel oldu" dedi, kendi kendisine.
Urganları çözdü. Halkasını okun ucuna geçirdiği kangalını önden arka
ya doğru fırlatıp, sonra ikincisini. Urganların uçları, sapın
üzerinden geriye doğru fırlayıp gittiler. Urgan atabilmek, el hüneri
isterdi. Bu bir deneyim meselesiydi. Bu iş Meksika kovboyunun sığır
yakalamasına benzemiyordu. Biraz içeriden, biraz dışarıdan atmak,
yolda sapın kayarak kağnının devrilmesine neden olabilirdi.
- Kağnının arkasına geçti.
Eliceğin birini dolama ağacına soktu. Urgana asılıp önce sağ urganı,
sonra sol urganı iyice gerdirdi. Kağnı hazırdı. Kağnıyı beş on adım
ileriye çekerek durdurdu. Tırmığı alıp, dağılan başak saplarını
topladı, yığında kalan sapların üzerine koydu. Anadutu kağnıya soktu.
Terlemişti. Ceketini sırtına giyindi. Çıkartıp bir sigara yaktı.
- Bugün kağnı pek havalı
görünüyordu. " kulaklı" yüklemişti. Genç delikanlıların yavuklusuna,
tam hava atacağı cinsteydi. Eğer sap, güzel yüklendiyse, ön taraftaki
urganların baskısıyla, tilki kulağı gibi bir görünüm meydana geldiyse,
kağnı "kulaklı" yüklenmiş sayılırdı. Böyle bir kağnının koşusu yiğit,
dingilide güzel gıcırdıyorsa, sahibinin yanına kurumundan varılmazdı.
Bu kağnı da, bu gün böyle yüklenmişti.
- Mustafa amca, o günleri
çoktan geçmişti. Sekiz on yıldır evli, çoluk çocuk sahibiydi.
Kağnısıyla şöyle, önünden, yanından bakıp göğüs geçirdi.
- - Ah
gidi sevdalı günlerimiz, ah! Dedi. Geçim derdi yüzünden, sevmeyi bile
unuttuk. Hatta sevilmeyi de. Bir idik iki olduk. İki idik beş olduk.
Şey ettiğim karısı, üzerine abamı atsam çocuk doğuruyor.
- Dedi. Kağnını önüne geçti, dayağı
çeldi. Öküzlere "ho!" Dedi.
- Seher
yeli inceden inceye esiyor, kağnı tarlanın yumuşak zeminine batarak
gittiği için dingili acıklı nağmeler üretiyor, Mustafa amca sigarasını
dudaklarında tüttürüyordu.
-
Tarladan yola çıkınca, öküzlerin önünü serbest bırakıp, yanı başına
geçti. Yeniden öküzlere "ho!" dedi. Övendire ile dürtükleyip onlara
gayret verdi, yorulmuş, beli ağrımıştı. Öküzler de ağır gidiyordu.
- - Çok yüklemişim herhalde.
Dedi. Bu gidişle harmana geç varacağız. Övendireyi arkasında yere
paralel tutarak, kollarını üzerine attı. Kağnı gıcırdıyor, seher yeli
esiyor, amca sigarasını tüttürüyordu duman duman.
- Uzun Döleğin bayırını
çıkınca, bir süre düzden girdi. Hafif bir inişten sonra, Porsukluğun
derenin ağzında kumdan yürüdü. Yar üzerinden tehlikeli geçişler
yapıldı. Kağnı takip edilmezse, hemen devrilme tehlikesi içindeydi. Ne
ise ki, Kuyucağın yavşanlığa çıkabilmişti.
- Öküzlere "do-vaah" dedi.
Kağnıyı dayakladı. Öküzleri dinlendirmek için böyle durulan yerlere
"soluk yeri" denirdi. Daha böyle üç ta ne, soluk yeri olacaktı.
Sigarasını yenileyip Mustafa amca da dinlenmeye geçti. Esen rüzgâr
sigaranın dumanını Davultepe'ye doğru alıp götürüyordu. Öküzler
yorulmuş solukları kızgın dumanlar halinde sabahın serinliğine
yayılıyordu.
- Mola bitince sigarasını
yeniledi. Dayağı çekip, yeniden "ho!" dedi. Yavşanlığın yolu sıkışmış
kumdu. Tekerler batmıyor tıkır, tıkır kolay dönüyordu. "Yol böyle düz
ve beki olsa ne kadar güzel olurdu" diye düşündü. "Öküzler yorulmaz,
bu kadar da zaman tüketmezdi." Dedi.
- Ortalık
ısınmıştı. Yanından birkaç kadın eşeklere binmiş, Kuyucağa, Bendaltına
gidiyordu. Mustafa amcayı gören kadınların gençleri, eşekten sıçrayıp
indiler. Ayıp sayılırdı. Besbelli ya sebze, ya meyve sulayacaklar, ya
da sebze toplayacaklardı.
- Düz ve beki yol çabuk
bitti. Üçköy'ün çayın sel yatağına girmişti. Gene tekerler kumda ağır
dönüyor, kağnı acı acı gıcırdıyordu. Seher yeli esiyor amca sigara
yeniliyordu.
- Zorda olsa çay geçildi
- Hacı velinin dereye
girildi. Hem hafif yokuşlu, hem de zemin yumuşaktı. Kağnının böyle
yanık yanık gıcırdaması, sinir bozucuydu. "Nasıl da unuttum mazıyı
yağlamayı" diye söylendi."Bu kadar bağırışın bu yüzden" dedi. Burayı
çıkarlarsa ana yola az kalacaklardı. O zaman biraz daha rahat
gidecekti.
- Güneş doğarken derenin
sonundaki düzlüğe vardılar. Burası Kovaönü bağlarının alt başıydı.
Mola için, kağnıyı durdurup dayakla dı. Öküzler ağızlarından beyaz
köpükler dökerken, burunlarından da boz dumanlar püskürtüyorlardı.
Güneş bir övendire boyu çıkmıştı.
-
Rüzgârda hızını artırmıştı. Her zaman böyle olurdu, güneş yükselirken
rüzgâr hızını artırırdı.
- Bentaltından, Kızılbel'den,
Gökyer'den sap yükleyen kağnıların sesleri, çeşit çeşit gıcırtılarla,
nağmeler çıkararak yüz, yüz elli metre uzaktaki ana yoldan geliyordu.
- Mustafa amca sigarasını
yenilemiş, yan üstü uzanmış, kafasını dirsek üstündeki eline
dayamıştı. İçi dökülmüş sigara çabuk bitmiş, izmariti fiskeleyerek
yenisini yakmıştı Güneşle birlikte hızlanan seher yeli, havalanan
izmariti kaptığı gibi, sanki minik bir ok misali kağnının saplarına
saplayıverdi. Bunu ancak güneş görmüş, rüzgarın bu soğuk şakasına
alayla gülümsemişti.
- Rüzgâr esiyordu. Öküzler
uzun yoldan gelmiş "Henşel" marka bir tren lokomotifi gibi soluyor,
burunlarından boz dumanlar püskürmeye devam ediyordu. Mustafa amca
sigarasını tüttürüyor, hayaller kuruyor, anayoldan kağnı gıcırtıları,
daha yanık ve daha dokunaklı geliyordu.
- Bir çıtırtı. O da ne? Bir
duman. Öküzlerde bir telaş, bir derbelenme... Bire aman sap kağnısı
yanmakta. Öküzler boyunduruktan kur tul maya çabalamaktalar.
- Mustafa amca yerinden
fırladı. Ceketini çıkardı. Alevlere vurdu, vurdu... "Püf ,püf ! Püf te
püf" Faydası yok. Bu sigaranın dumanını üflemeye benzemiyor. Bu kez
övendire ile vurdu, vurdu. Hayır! mümkünü yok. Kağnı yanıyor.
- Öküzleri bari kurtarsa!
Elini beline attı. Kamasını aradı. Hayır. Onuda yanına almamıştı. Oysa
olağanüstü durumlar için, çiftçinin belinde bir kaması olurdu. Zelve
kırılır, öküzlere bir şey olur, kesmek icap edebilirdi. Zelve
bağlarını kesmeye o bile yoktu.
- Ne ise ki öküzler can
korkusuna zelveye yüklenince, kırarak kağnıdan çıktılar, kurtuldular.
Sonra kağnının otuz adım uzağına kaçarak, durup yanmakta olan kağnının
alevlerine bön bön baktılar.
-
Şaşkınlıkları geçince, yolun kıyısına uzanan yeşil asma yapraklarını
yemeye başladılar. Hem yükten kurtulmuş, hem de birkaç aydır saman
yemekten usanmışlardı.
- - Aferin size de, dedi.
Mustafa amca. Bana kalaydınız, kebap olacaktınız. İyi ki Zelveleri
kırıp kendinizi kurtardınız. Başka zaman olsa, zelve kıran öküzü ya
satarlar, ya da kesip etlik yaparlardı. Günlük hayattaki bazı işten
kaytaran insanlar gibi makbul tutulmazlardı. Böyle öküzlere "Huylu"
damgası vurulurdu.
- Mustafa amca çaresiz ve
şaşkın, sigarasını aradı. Yaktı, ayakları üzerine çömeldi. Elleriyle
başını kavrayıp, gözleri yaşararak yangının seyrine daldı. Rüzgâr hâlâ
esiyor güneş: "Benim yapamadığımı sen yaptım" der gibi göz kırpıyor,
sanki gülümsüyordu.
- Bir saat sonra kağnıdan,
iki tekerin çelik çemberi ile, dayağı oka bağlayan iki karış
uzunluğundaki çelik zincirinden başka bir şey kalmamıştı. Çemberler
soğuyunca kalktı. Yeniden bir sigara yaktı. Çelik çemberleri omzuna
astı. Çelik zincirle övendireyi eline aldı. Öküzleri önüne kattı.
Harmanın yolunu tuttu. Rüzgârın hızı kesilmiş, hafiften esiyor, kağnı
yol ortasında kül olmuş yatıyor, sigara amcanın ağzında tütüyordu.
Güneş tepelerin üzerinde muzip, muzip gülümsüyor. Mustafa amca mah cup
mahcup yürüyordu harmana doğru.
- Ayşe yenge her zaman
olduğu gibi, bu gün de erkenden kalkmıştı. İlk işi oğlunu uyandırıp
kaldırmak oldu.
- - Kalk oğlum! Baban sapa
gitmiştir. Harmanımız boş kaldı. Başıboş hayvanlar gelip ekinimizi
yemesin. Etrafı dağıtmasın. Ben çorbayı pişirip geleyim.
- Güneş doğmamıştı daha.
Sekiz dokuz yaşlarında bir oğlan. Yatağın ortasında oturmuş, gözlerini
ovuşturuyordu.
- - Amaan dedi ağlamaksı.
İnsana bir dakika rahat vermezsin ki uyuyayım. Bıktım vallahi şu
işinizden.
- - Niçin öyle söylüyorsun
oğlum? Babanın canı yok mu? O ta gece yarısı gitmiştir sapa. O da
bizim gibi çabalıyor. Şimdi yorulup uykusuz kalacağız ki, kışın rahat
edelim.
- Baba çıkasın öyle
rahatlıkta. Durmak, dinlenmek yok. Nisan sonunda okullar kapanalı,
sabah uykusu yok. Gündüz akşama dek döven üstünde güneşin altında dön
Allah dön, toz ile samanı da cabası!
- - Haklısın oğlum. Ama
başka çaremiz mi var? Köylülerin, çiftçilerin kaderi bu! Böyle olmazsa
bir lokma ekmeği nereden buluruz?
- Oğlancık kalktı, harmanın
yolunu tuttu. Ayşe yenge çorbayı ocağa koymuştu. Karıştırıp pişirdi.
Acele ediyordu. Güneş doğmuştu. "Şimdiye gelmiştir harmana. Ama ben
hâlâ bir çorbayı bile pişirip yola çıkamadım." Diye düşündü.
- - Geç kaldık ellehem, kalk
kızım baban harmana gelmiş, acıkmıştır. Dedi.
- Kızını kaldırdı. Küçük
bebeğin altını açıp değiştirdi, temizledi, giyindirdi. Kızının
kucağına bıraktı. Ekmeği, lüzumlu şeyleri heybeye koydu. Eşeği çıkarıp
heybeyi üzerine koydu ve kızını bindirdi.
- - İyi tutun kızım düşme
ha! Diye tembihte bulundu. Kız altı yaşındaydı. Düşmezdi eşekten,
alışıktı. İçinde bir sıkıntı vardı. Harmana apar topar varıldı. Kocası
daha gelmemişti, biraz soluğu genişler gibi oldu. Sonra yeniden bir
sizi türedi içinde. Bir şeyler yakıyordu yüreğini ve bir yerlerini.
Ama neydi?
- - Bizim yolumuz sapa,
kimse görmedi demek ki. Diyordu çocuklarına.
- Güneş yükseliyordu. Çiğ
ıslaklığı kurumuştu. Büyük yabayı eline alıp sap döşeğini aktardı.
Çalı süpürgesi ile etrafı topladı. Karnını doyuran eşeği bir gölgeye
bağladı.
- Çocuklar acıkmış
sızlanıyorlardı.
- - Durun! Babanız şimdi
gelir. Sabırlı oluverin biraz. Dedi. Kız daha akıllıydı:
- - Biz anamla; babamızı
merak ediyoruz. Sense boğaz düşünüyorsun. Dedi.
- - Kardeşin doğru söylüyor.
Dedi Ayşe yenge. Normal zamanda bir buçuk iki saat sonra mezarlıkta
iki öküz göründü. "o ne bunlar bizim öküzler değil mi?" Dedi kendi
kendine Ayşe yenge. Öküzlerin arkasından Mustafa amca göründü.
Yürüyüşü yorgun ve bitkindi. Omzunda çelik kağnı tekerlerinin
çemberleri, elinde çelik zincir ve övendire geliyordu. Yürüyüşü aynen
ayağında demir laleler takılmış bir mahkûma benziyordu. Ayşe yenge:
- - Amanıın! O da ne, Kağnı
nerede? Diye fırladı. Araksını oğlan ve kız takip ettiler. Karşı
karşıya gelip yükünü paylaştılar. Karısı:
- - Ne oldu, kağnı nerede,
sap nerede? Diye merak ve korkuyla sordu Mustafa amcaya:
- - Yürüyün, harmanda
anlatırım. Dedi Mustafa amca bitkin bir sesle.
- Komşu harmandakilerin
meraklı bakışları altında kendini harman kulübesinin gölge sine
bıraktı. Ayşe yenge ve çocuklar merak, korku ve heyecan içinde
babalarına bakıyorlardı.
- - Battık. Battık kadımı
battık. Hem de gırtlağımıza kadar. Dedi. Korkutuyorsun beni, ne oldu
anlatsana, insanı merakta koyma sana? Dedi Ayşe yenge.
- - Bitti artık. Harman da,
rençperlikte! Kağnımız, emeklerimiz, umutlarımız da. Bir sigara
izmaritiyle yanıp kül oldu. Artık bundan sonra, ne kağnımız, ne de
harmanımız olacak. Ben onları beş kuruşluk köylü Sigarasının
izmaritiyle yakıp kül ettim. Artık kim senin yüzüne bakamam ben. Dedi.
- Sonra bütün olanları
ayrıntısıyla anlattı. Çocuklar ve Ayşe yenge ağlıyordu. Sonra Ayşe
yenge kendine geldi. Metin ve sevecen bir dille:
- - Haydi, haydi canımız sağ
olsun. Kağnısı olmayan açlıktan ölmüyor ya. Gel, gel üzülme. Bu yılda
bu harmandakiler ile idare ederiz. Gelecek seneye Allah kerim. Geceden
buyana açsın. Düşünme, çocuklar da açlar. Yemek buz gibi oldu. Cana
gelecek mala gelsin. Düşünme artık, gel otur! Dedi.
- O yıl Mustafa amca köyün
en erken harmanını kaldıran oldu. Bu kötü haber harman yerinden
başlayarak tüm köyde duyuldu. Kimi üzülerek, kimi içinden alay ederek
Mustafa amcayı teselli etmeye çalıştılar.
- Bir zaman bu olay köyde
söylendi durdu. Bir zaman Mustafa amca aşağılık duygusu ile ezildi.
Sigaraya yeni alışanlara daima şu uyarı yapılır oldu:
- - İç, iç. Mustafa amca
gibi bir gün, bir şeylerini yakarsın elbet.
- Aradan yıllar geçti. Her
şey gibi bu olay da unutuldu. Fakat Mustafa amca sigarayı unutmadı ve
bırakmadı. Sigara Mustafa amcanın kağnısını yakmakla kalmadı, en
sonunda o sigara ile kendisi de yandı. Gırtlak kanseri olup hayatı
noktaladı.
- Dostlarım şen ve esen
kalalar,
- Okuyup
kıssadan, hisse alalar.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇOCUKLARIMIZ VE BİZ
- Eğitim ve öğretim yılının
başladığı şu günlerde, bir konunun velilerimiz tarafından
anımsanmasını istedim. Aslında bu konu; çok kapsamlı olduğundan ben,
bir kısmını ele almak istiyorum.
- Her ana baba, çocuklarını
okusun, eğitilsin diye okula gönderirler. Çocukların okula gitmesi ile
iş bitmediği, çocuklarının mutlaka okulda ve okul dışında da takip
edilmesi gerekir.
- Çocuk
evden çıktıktan sonra okula gidiyor mu?
-
Derslerine gerektiği gibi yöneliyor mu?
-
Okulunda davranışı nasıl?
-
Arkadaşları ile uyumlu davranıyor mu?
- Okulda
verilen ödev ve görevleri yerine getiriyor mu?
- Okul
çıkışı eve vaktinde dönüyor mu? Vb. soruları veli olarak biz kendimize
sorup, çocuğumuzu takip etmememiz gerekir. Hele gündüzlerin kısalıp,
okulun paydos saatlerinin, dar akşama kalacağı günümüzde buna önemle
gereksinim vardır. Her türlü kötülüğün arttığı günümüzde, çocuğumuzun
başına neler geleceğini kestiremeyiz. Anne baba; çocuğunu sorgulamalı,
gecikmelerin ve diğer aksaklıkların hesabını çocuklarından onları
incitmeden bir arkadaş gibi sormalıdır.
- Çocuklar hayat tecrübeleri
olmadığından ince düşünemezler. Kötü, haylaz, denetimsiz çocukların
hal ve hareketleri ile onların yaşamı ilginç gelebilir. Bu çocukların
sözlerine aldanarak, onlara uyarlar. Kuytu yerlerde sigara içme,
ilerleyen alışkanlıkları sonucu narkotik bağımlılıklara kadar işi
götürebilirler. Bu gibi arkadaşlara kapılan çocuklar velilerinin
nerede kaldın? Sorusuna sudan sebepler bulurlar. “Arkadaşım hasta idi
ödevini evine verdim. Arkadaşıma uğradım. Alış veriş için geciktim”
gibi bahanelerle velilerini kandırırlar. Bu yalanlarla kandırılan
veliler ileride daha başka yalanlarla kandırılmaya çalışılır. Anne ve
baba bilmelidir ki; böyle gecikmelerin ardından gelen küçük yalanlar,
bir kötü alışkanlığın başlangıç tohumu olabilir.
- Çocuklarımız kendilerince
masum kaçamakların, ileride onları karanlık ilişkilere, hayatlarını
her türlü çıkmaz hale getireceğini bilemezler. Bizler bu duruma
çocuklarımızı ihmalimiz ve ilgisizliğimiz yüzünden getirdiğimizi asla
kabul etmeyiz ve kendimizi savunmaya çalışırız. “Kendi düşen ağlamaz”
deriz, bu ilgisizliğimizin, takipsizliğimizin sonucu, bunun müsebbibi
biziz, biz bu hale düşmesine sebep olduk demeyiz.
- Rahmetli babamın
babaannesi derdi ki:”Geceler tekin değildir oğul. İçinde neler
gizlidir bilinmez “. Ben babaanneye “Nine” derdim, bu hitabı annemden
almıştım çünkü annem babaanneye nine diye hitap ederdi. Ninem devamlı
bir hikâye anlatırdı:
- “Halamla, dedemden sonra
ninemin bir oğlu daha olmuş. Çocuk on iki, on üç yaşlarındayken bir
akşam köyde bir şey için komşuya gönderilmiş. Dönünceye kadar karanlık
bastırmış. Yolu caminin önünden geçiyormuş. Köyün mezara ölü taşınan
sal tahtası, yani tabutu cami duvarına dayalı, yolun görünen kısmında
dururmuş. Çocuk tabuta on beş, yirmi adım yaklaşınca durmuş. Korkmuş
tabutun yanından geçmeye. Yolun karşı yönünden de bir kadın gelip
karşısına dikilmiş. Kadın sormuş:
- - Sen
kimsin oğul? Demiş.
- - Ben
Dilber’in oğlu Mehmet’im. Diye cevaplamış çocuk.
- - Peki!
orada ne diye duruyorsun? Demiş kadın.
- -
Şurada duran sal tahtasından korkuyorum de geçemiyorum. Demiş çocuk.
- - Ben
de korkuyorum. O zaman sen oradan koş, ben buradan koşayım. Böylece
karşılıklı kaçar kurtuluruz. Demiş kadın.
- Çocuk
bulunduğu yerden, kadın karşıdan koşmuş. Ama ikisi de sal tahtası
tarafından geçmemeye çalışırken birbirleriyle çarpışmışlar. Çocuk
zayıf ve güçsüz olduğu için düşüp sal tahtasına doğru yuvarlanmış,
başını oraya çarpmış. Bir süre sonra çocuk başını tutarak eve dönmüş.
Olanları annesine anlatmış. İki gün yatakta baş ağrısıyla kıvrandıktan
sonra üçüncü gün ölmüş.
- Devir
icabı doktor yok, muayene yok. Neden öldüğünü bilen de, soran da yok.
Rahmetli ninem zavallı yavrum; ödü patladı da korkusundan ölüp gitti
der, aradan elli- altmış yıl geçmesine rağmen gözyaşlarını tutamayıp
ağlardı.”
-
Arkasından bize şu tembihi yapmayı ihmal etmezdi:”Aman ha!
Çocuklarınızı akşam karanlığı bastıktan sonra evinizden dışarı
çıkarmayın” Derdi. Çoğu zaman babamızın bizi, şu veya bu nedenle bir
yerlere göndermesine mani olurdu. O bizim koruyucu meleğimizdi.
- Tabii
bu tembihler altmış yıl önceki çocukları içinde ama gene de yararı
tartışılmaz doğruluktaydı. Zamanımızın çocukları ve gençleri şeytanın
boynuzunu, duyurmadan dibinden sökecek kadar zeki ve akıllı ama ”El
elden üstündür” demişler. Ne kadar akılları başlarında olsa da, onları
da baştan çıkartacak, daha akıllıları çıkabilir elbette.
- Sonuç
olarak şunu demek isterim: Zamanımızda ölülerden değil, dirilerin
şerrinden korkar hale geldik. Ninemin dediği gibi çocuklarımızın
başını gece değil, gündüz bile koyuvermeyelim.
-
Saygılarımla.
-
-
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- SEN OLMAYINCA
- Sevda çiçekleri ektin
gönlüme
- Bir teki açmadı sen
olmayınca.
- Bülbüller konardı konca
güllere
- Bir teki geçmedi sen
olmayınca.
-
- Mor dağlar başından
güneş gitmiyor
- Yağışlar olsa da bir
şey bitmiyor.
- Hasretin çekmeye gücün
yetmiyor
- Gönlüm öksüz kaldı sen
olmayınca.
-
- Hayalin saniye gözümden
gitmez
- Hasretin gönlümde acısı
bitmez
- Bahçemde gül açıp
bülbüller ötmez
- Hepsi öksüz kaldı sen
olmayınca.
- 31 Mart 1999 Karşıyaka
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- BAHAR GELİNCE
- Çözülür gönlümün,
buzları karı,
- Havalar ılıyıp bahar
gelince.
- Tükenir gönlümün, sabrı
kararı
- Tabiat süslenip, bahar
gelince!
-
- Çiçeklerle bezenir,
bahçesi bağı,
- Yeşile boyanır ormanı,
bağı,
- Canlanır gözümde
gençliğin çağı
- Şakırken bülbüller;
bahar gelince.
-
- Umutlar boy atar,
âşıklar uyanır,
- Hayaller tozpembe renge
boyanır.
- Her anı bir hançer
kalbe dayanır,
- Hıçkırık misali; bahar
gelince!
-
- Duygular kabarır; akan
sel gibi,
- Anılar vefasız, sanki
el gibi,
- Devrilip, dağıtan esen
yel gibi,
-
Çırpınır şu gönlüm; bahar gelince.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- KİMLERİNDİR
- Bir berbat zamanda çile
dolarız,
- Emek belli değil, pul
kimindir?
- Sam vurmuş örneği hemen
solarız,
- Mevsim belli değil, yel
kemlerindir?
-
- Vatandaş avlanır
vaatle, sözle.
- Bağrı yanıktır ateşle,
közle.
- Ulus kalkınır mı kavlak
öküzle?
- Çiftlik belli değil,
yol kimlerindir?
-
- Gün geçmez bir başka
çete türüyor
- İller ilçeye, köye
yürüyor.
- Yakıyor, yıkıyor birde
vuruyor,
- Suçlu belli değil dul
kimlerdir?
-
- Zengin atlarını düzde
oynatır,
- Fakir kazanını gizli
kaynatır,
- Bir çıkar olmazsa
sorulmaz hatır,
- Taraf belli değil kol
kimle
-
- Ulusçu geçinin bir
kısım sözde,
- Cehalet okunur, çoğunun
gözde
- Damgası yoktur ki
insanın yüzde,
- Ümmet belli değil, kul
kimlerdir.
- İzmir Karşıyaka
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- DEMEDİLER Mİ?
- Sana haber saldım, esen yellerle,
- Nasıl özlediğim, demediler mi?
- Baharda açılan, gonca güllerle,
- Nasıl özlediğin, demediler mi?
-
- Yıllar duvar ördü, yolaklarıma,
- Aylar zincir oldu, ayaklarıma,
- Mevsimler kelepçe, bileklerime,
- Gurbette tutsağım, demediler mi?
-
- Yokluğun zamansız, boynumu büker,
- Hasretin çeki taşı, bağrıma çöker,
- Ayrılan çaresiz, hasreti çeker,
- Sevenler bilirler, demediler mi?
-
- Zaman bu ömürden, neler almadı,
- Umudum tükendi, sabrım kalmadı,
- Sana söylemeye, imkân olmadı,
- Hâla sevdiğimi, demediler mi?
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- AYIP DEĞİL AĞLAMAK!
- Dönüşüyor git gide, yalnızlığa
günümüz,
- Yaklaşıyor demek ki; sonsuzluğa
ömrümüz.
- Beklentiler biterken, umutlar hep
sönmede,
- Sevilmeyi unuttuk, aşklar bile
ölmede.
-
- Her kağnı sesine, kol kaldırıp
oynamak,
- Hep mazide kaldı, ayıp değil
ağlamak.
- Çevremizde bir zaman dönüyorken,
şen yüzler,
- Şimdi hepsi yabancı, tanımazlar,
bilmezler.
-
- Debelenmek boşuna, varıyoruz son
uca,
- Er geç herkes varacak, kaçınılmaz
sonuca,
- Nerede kağnı sesine, kol kaldırıp
oynamak,
- Sonumuzu düşünüp, ayıp değil
ağlamak.
-
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
- SERZENİŞ
- Bana yar olmayan
sevgisiz güzel
- Gitsen ne yazar ki
gitme ne yazar.
- Ömrümü tükettim hep
azar azar,
- Bilsen ne yazar ki,
bilme ne yazar.
-
- Çağırdım sevdama koşup
gelmedin.
- Nasıl sevdiğimi görüp
bilmedin.
- Bir soru sormuştum
yanıt vermedin
- Versen ne yazar ki,
verme ne yazar
-
- Güllerim açmadı, bahçem
kurudu,
- Her otu, yaprağı hasret
bürüdü
- Güneş gazel etti,
rüzgâr sürüdü
- Görsen ne yazar ki,
görme ne yazar.
-
- Mor bulutlar gibi
savrulup ağma
- Kurak çöle düşsem bir
damla yağma,
- Bir güneş olsan da
üstüme doğma,
- Doğsan ne yazar ki,
doğma ne yazar.
-
- Sildim defterimden
anmak istemem.
- Hasretinle her gün
yanmak istemem.
- Nerede olursan ol,
bilmek istemem
- Gelsen ne yazar ki,
gelme ne yazar.
- 27 Mart 2000
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|