- İSLAM HUKUKUNUN KAYNAKLARI
- Konunun Önemi: Yüce
dinimiz İslam insanlığın mutluluğunu amaçlayan, onlara dünya ve
ahretin saadet yolların gösteren kurallar manzumesidir. Dinimiz
insanlara hakkı, hakikati ve doğruyu tarif etmekle kalmaz, bu ilahi
kuralların ömür boyu hayata tatbikini yani emir ve yasaklara uygun
davranılmasını da ister. Arzu edilen mutluluğa ancak böyle
ulaşılabileceğini bildirir.
- Kapsam olarak dinimiz
itikat, ibâdet, Ahlâk ve muamelat kısımlarını içerir. Konumuz olan
İslam Hukuk yani İslam Fıkhı ise dinin ibadet, muamelat, hadler ve
cezalar kısımlarını içine alır.
-
Özellikle her insan, her Müslüman hareketlerini bu kurallara göre ifa
ve icra eder. Duyduklarının doğruluğunu fıkıh ölçülerine göre ölçerek
değerlendirir. Özellikle rehber ve önder durumunda bulunan ve halkla
iç içe yaşayan din görevlileri, hele cami görevlileri insanlarla
birlikte olmaları nedeniyle iletişim araçlarının hızlı bilgi akışı
içerisinde iyi ve kötü maksatlarla İslam'ın bütünlüğünü bozmaya
yönelik medyatik hareketlerde insanın kendilerine sordukları fıkıhla
ilgili suallerine verecekleri cevapların, isabet oranı, fıkıh
bilgilerinin sağlamlığına ve doğruluğuna bağlı olarak isabet oranları
yüksek olacaktır. İşte hem Müslüman insanımıza hem de değerli
meslektaşlarımız olan din görevlileri kardeşlerimize yardımcı olmak
üzere İslam Fıkhının kaynakları konulu tarafımızdan konusu ile ilgili
20 kadar eserden sahih ve muteber olarak hazırlanmış, sizlerin
bilgisine ve eleştirisine sunulmak üzere aşağıya çıkartılmıştır.
- Çalışmamızın amacını
böylece belirttikten sonra fıkıh ilminin üstünlüğü, lüzumu,
fakihlerin, âlimlerin ve onların yolunu takip eden amil bilginlerin
faziletlerini Kur'an ve Hazreti Muhammed S.A.V. efendimiz bildiriyor.
- Tevbe Suresi,122 Ayet-i
Kerimesi: “Müminlerin toptan hepsi sefere- savaşa- çıkmaları doğru
değildir. Onların her kesimden bir grup dinde (dini ilimlerde) geniş
bilgi elde etmek ve kavimleri savaştan döndüklerinde onları ikaz etmek
için geride kalmalıdırlar. Umulur ki sakınırlar” Tevbe 122 ayet-i
Kerime fıkıh ilminin önemi ve fakihin üstünlüğünü bildirmektedir.
- S.A.V Efendimiz Hazretleri
de: “Allahu Telala bir kimseye hayır, iyilik, murat ederse, onu dinde
fakih eder [buhari-Müslüm]” buyuruyor. Yine S.A.V. mealen “İki haslet;
(güzel huy) münafıkta birleşmez: biri güzel ahlak, ikincisi de dinde
fakih olmak”,”Bir fakih şeytana, bin abitten daha eşittir (daha
şiddetli gelir) [İbn-i Abidin-Enes R.Anh'dan]”
- Bu haberlerden
anlaşıldığına göre en faziletli ilim fıkıhtır. Çünkü suçun ve cezanın
ne olduğunu bilen, bilmeyenlere göre daha az suç işler ki, bunun için
yüce Allah C.C. “Allah'tan en çok ilmiyle amil âlimler korkar ”
buyurarak âlimlerin değerini açıklıyor.
- Şimdi fıkıh ilminin Allah
katındaki değerine kısada olsa değindikten sonra çeşitli fıkıh
ekolleri ve müçtehitleri tarafından yapılan tarifleri verelim.
FIKIH: Sözlük manası: bir şeyi bilmiktir. Efal ve harekâtın delalet
ettiği dini delilleri bilmektir. Şer'i ve fer'i delilleri detayı ile
bilmektir .[İbn-i Abidin cilt 1 Sh.34]
- Tarif: Fıkıh bir şeyi en
iyi ve detaylarıyla ve teferruatı ile bilmek ve anlamaktır. Dini
anlamda fıkıh ki İmam-ı Azam Efendimizin:
- “İnsanın amel, iş ve
hareket yönüyle kendinin lehinde ve aleyhinde (faydasına ve zararına
ki ) ki hükümleri bilmektir. Bunu biraz açarsak; insanlar “Başıboş ve
abes, faydasız, gayesiz yaratılmamışlardır Müminun 115” İnsanlar
akılları fikirleri cihetiyle diğer hayvanattan farklıdırlar.
- İnsanlardan zuhur eden her
söz, fiil ve hareketlerde dinden bir hüküm varid olmuştur. Fakat her
zaman bu hükümler her fiile göre mensus (hakkında nas olmalı) ve
musarrah (açık) değildir. İşte insanların hayatlarına tatbik ederek
uygulayacakları hükümleri derç eden ilme “Fıkıh İlmi” denir. Meselâ:
Beş vakit namaz, her Müslüman’ın yapması lüzumlu bir iştir. Yani
farzdır. Namazla ilgili bütün ahkâmı (vakitleri, farzları, vacipleri,
sünnet vb.) delilleriyle ortaya koymak fıkıh ilminin işidir. Bu ilimle
uğraşanlara “Fakih” denilir.
- Ömer Nasuhi Hoca
Efendinin, Hukuk-i İslâmiye Kamusu 1. cilt sh. 15 deki tarifine göre
fıkıh: Lugatta bilmek, anlamak, meselenin küllüne vakıf olmak, bütün
inceliklerine nüfus etmek, bir şeyi bilinçli ve akıllı bir halde
anlatmak, kapalı bir şeyin hakikatine (nazar-ı infaz) erişmek,
ulaşmak, kendisine hüküm taalluk eden (uyması gereken) gizli bir
delili bilmek, anlamak manalarına gelir. Islahata yanı, din
literatüründe insanın amel cihetiyle, lehine ve aleyhine olan
şer-i,dini hükümleri bir meleke, alışkanlık halinde bilmesidir. Başka
bir tarife göre, kişinin ibadat, ukubat (haklar ve cezalar) ve
muamelata kişinin kendisiyle, aile ferdinin, fertlere, ferdin topluma,
toplumun toplumlarda münasebetlerini ilgilendiren (medeni hukuk,
borçlar hukuku, ceza hukuku vb. gibi) müteallik, şer-i dini
hükümlerini mufassal (detaylarına varıncaya kadar ) bilmekten
ibarettir.
- Fıkıh öğrenmek: Kur'anın
fazlasını öğrenmekten daha eftaldir. (İbn-i Abidin 1. cilt sh.37.)
Yukarıda izahı yapılan fıkıh tariflerinin üçü de ufak ayrıntılar
dışında hepside aynı manayı ifade etmektedir. Netice itibarıyla,
İmam-ı Azam efendimizin kurallaştırdığı şekliyle fıkıh:”Amellerimize,
işlerimize taallük eden dini hükümleri (kuralları) delilleriyle bilip
kavramaktır. Yani kişinin lehinde ve aleyhindeki dini hükümlerin
toplamıdır.” Fıkhı bir hükme örnek verecek olursak:”Namaz farzdır.
Kur'an-ı Kerim'de ayetle sabittir. Kılınışı, fiili sünneti mütevatirle
sabittir. Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa S.A.V. 'Namazı
benim kıldığım gibi kılınız. Çünkü onu bana Cebrail A.S. öğretti'
buyuruyor. Namazları Pmeygamber Efendimiz S.A.V. gibi kılmak ümeti
üzerine farzdır.” Kimse akşam namazını iki rekâta indiremez. Sabah
namazını da dört rekâta çıkaramaz. İşte bunlar dinin ibadet kısmına
ait fıkhı bir hükmüdür. Ancak fıkıh hükümlerinin hepsi her zaman bu
kadar açık olmaz.
- Fıkhın Gayesi: İnsanları
(Müslümanları) hatadan korumak, dini kurallara uygun yaşamalarını
sağlamak, onların dünya ve ahret sorumluluğundan kurtaracak tarzda
hareket etmelerini temin etmek, yani mutlu etmektir. Fıkhın kuralları
bağlayıcıdır. Fıkhın hükümlerine (kararlarına) fetva denilir. Fetvalar
genel olarak ehlisünnet vel cemaat olarak kabul edilen mezheplere göre
her fakihin ait olduğu mezhebe göre fetva verilir. Böylece dört
mezhebin mensupları zaruret anında biri diğerinin hükmü fetvasıyla
amel edilirler. Muamelatta maslahata (faydalı alana) uygun olanı
İslami bir idareninki mezhepten birine göre zaruretten fetva ile karar
alırsa bu karar bağlayıcıdır.
- Fıkhın Kaynakları: Asli ve
Tali (ikinci derece) deliller olarak ayrılır.
- Asli Delilleri:
- 1-Kitap
(Kur'an-ı Kerim)
- 2-
Sünnet
- 3- İcma-i
ümmet
- 4-
Kıyas-ı fukaha
- Tali Delilleri:
- 1-İstihsan
- 2-İstishap
- 3-
Maslahat-ı mürsele
- 4-
Mesheb-i sahibe
- 5-
Şeriat-ı mengaplena
- 6- Örf
ve adet
- 1-Kitap: Asli delillerin
birincisi ve en önemlisi Kur’an-ı Kerim’dir..
- KUR'AN-I KERİM'İN TARİFİ:
Kur'an-ı Kerim Allah-u Teâlâ’nın kelamıdır. Abdullah'ın oğlu Hazreti
Muhammed S.A. Vesellem'in kalbine Cibril-i Emin Namus-u Ekber
vasıtasıyla Arapça lafzı ve gerçek manasıyla Muhammed S.A.Vesellem'in
Allah-u Teala'nın “Resulü” olduğuna delil, kanıt olması, insanlara
kanun olması, insanların onunla hak yolunun bulması için inmiştir.
(Kendisine uyarak sımsıkı sarılan ibadet edenleri Allah-u Teala'ya
yaklaştırır. Kur'an okunması şekli lafzı ve manasıyla da ibadettir)
- Kur'an: İki kapak arasında
toplanmış, adına “Musaf” denen sahifelerden ibaret olup; Fatihe Suresi
ile başlayıp, Nas Suresi ile son bulur. Başlangıçtan günümüze kadar
tevatüren (inkarı aklen mümkün olmayacak sağlamlıkta) gelen kitap
haline ve şifahi ezberlenerek hıfzedilen, hiçbir harfi bile tebdil,
tağyir (değiştirilmeden) teksir ve taksir (Eklenti, fazlalık ve
noksanlıktan korunmuş) Kıyamete kadar Allah-u Teala tarafından
korunacak olan ilahi kitaptır. [Hukuki İslam iye Kamusu Cilt 1 Sahife
16]
- KUR'AN-I KERİM'İN
ÖZELLİKLERİ:
- 1- Lafız-söz ve manasıyla
mutlak kesin Allah kelamıdır.
- 2- Mutlak İlahi vahye
dayanır.
- 3- Arapça olarak
indirilmiştir.
- 4- Namaz içinde ve namaz
dışında okunması ibadettir,sevaptır.
- 5- Sözlerini ve manalarını
öğrenmek gereği ile amel etmek ibadettir.
- 6- Emir ve tavsiyeleri
bağlayıcıdır. İnkârı küfürdür.
- 7- Lafzı-sözleri ve
manalarıyla beraber hükmü kıyamete kadar bakidir. Tebdil, tağyir,
taksir ve teksir gibi arızalardan mesun ve mahfuz korunmuştur. Kur'an-ı
Kerim 114 Sure 6666 ayettir. Ayet sayısındaki itilaf ayetlerin ayet
olup olmadıklarından değil, bazı uzun ayetlerin 1. mezmi ayettir.
Besmele Kur'an dan bir Ayettir. Yoksa her surenin başında ayrı bir
Ayet midir? Huruf-u Mukattaa ( Elif-lam-mim, ha-mim, elif-lam-mim-sad
gibi) birer ayet midir gibi itilaflardan kaynaklanmaktadır. Yoksa
mevcut Kur'an ayetlerinin tamamının ayet olduklarında itilaf yoktur.
Kur'an ayetlerinin kelime sayısı 77,934 harf sayısı 1,027,000 dir.
Kur'an-ı Kerim hakkında yüzlerce cilt eser yazılmıştır. Burada geniş
kapsamlı bir konuyu birkaç sayfa ile anlatmak elbette mümkün değildir.
Konumuzu ilgilendiren Hazreti Kur'anın fıkıh açısından delil olma
niteliğindedir. Onun için Kur'anın diğer hususlarına değinilmemiştir.
Konumuzu ilgilendiği yönüyle Kur'an hakkında söyleyebileceğimiz onun,
Müslümanlar hatta insanlık için bir kurtuluş, hidayet rehberi olma
sı, Müslümanları bağlayıcı niteliğinin olmasıdır. Yüce Allah Kur'anın
lafzını, mana-larını geniş tefsirini okuyup anlayarak amel edenleri
övüyor. Al-i İmran suresi 113-114-115. Ayetlerinde “Gece saatlerinde
Allah'a secde ederek Kur'an Ayetlerini okurlar. Allah'a ve Ahret
gününe inananlar,iyiliği emreder, kötülükten men ederler. Hayırlı
işlere koşarlar. İşte bunlar iyi insanlardır. Onların yaptıkları
hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah takva sahiplerini
çok iyi bilir” Buyruluyor. Yine fıkıh açısından Kur’anın kayda değen
hususlarından birisi de dinde zorlama, zorluk olmadığı ve daima kolay
olanı tercih etmesidir. “Kur’andan kolayınıza geleni okuyun”,”Allah
sizin için zorluk değil kolaylık istiyor” emri ile zorlukları önlüyor.
Ayrıca lafzının ve manasının okunması, onunla amel edilmesine kat kat
sevap vereceğini bildiriyor. 10-70-700 katları bulan hadsiz sevap
veriyor. Hadisi Şerifte, Peygamber Efendimiz S.A.V. “Elif Lam Mim bir
harftir demiyorum. Ya Elif bir harf, Lam bir harf, Mim bir harftir
diyorum.” Yani Elif, Lam ve Mim’e en az 30 sevap verileceğini ifade
ediyor. Unutulmamalıdır ki; bu sonsuz sevap müjdesi Kur’ani bir
yaşayışın ürünüdür.
- Yoksa
içinde tefekkür, tezekkür bulamayan kuru bir sözü okur gibi Kur'a-ı
okumanın bu müjdeyi elde etmeye yetmeyeceği açıktır. Yine Kur'anın
insanların mutluluğu için koyduğu ve onu beşeri insanların yaptığı
hukuktan ayıran huzurun kaynağı olan bir özelliği de Kur'anın vicdani,
manevi ahret anlayışı içinde hareket tarzını içermesidir. İnsanların
yaptığı kanunlar kişinin, kişilerin ve toplumla olan ilişkileri
düzenler ve konulardaki hukuk düzenine aykırı hareketleri tespit ve
isabet ederse maddi cezalar verir. Yani; suçunu kanundan saklayan pak
temiz sayılır. Haksız olduğu halde kanun nazarında haklı çıkan
aklanmış sayılır. Daha açık bir ifade ile beşeri hukukun ilahi,
vicdani ve manevi yönü yoktur. İnsanların ahlaki yönüyle fazla
ilgilenmez. İşte huzursuzluğun, haksızlığın, adaletsizliğin ana
kaynağı budur. Ama Kur'an öyle değildir. İnsanların hem dünyevi, hem
de hukuki hayatını ilgilendiren kurallar ihtiva eder.
-
İnsanların vicdan ve uhrevi yönleri iye ilgilenen kurallar ihtiva
eder. Böylece sevap, günah mefhumunu Allah korkusu ortaya koyar.
Kanundan gizlense de Allah'tan kaçamayacağına inanan insanlara
öğütler. Nefes nefes ahrette hesaba çekileceğine inanan insanların
melekleşeceği, suç ve suça sebep olan ortamın böylece ortadan
kalkacağını bildirir. Demekki; Kur'anı beşeri hukuktan ayıran en
önemli husus günah-sevap-ahret suali-cennet-cehennem gibi insanların
vicdanlarını koruyan kuralları ihtiva etmesidir.
- Bütün dünyada yaşayan
huzursuzlukları, haksız ve adaletsizliklerin temelinde yatan ana sebep
Kur'anın bu manevi yönünün insanlara hakim kılınamayışı ve onların bi
anlayışın dışındaki yaşantılarıdır.
- Şer'i delillerin ikincisi
ve fıkhın kaynaklarından birisi de sünnettir. Sünnet: Peygamber
Efendimizden zuhur eden söz ve fiil ve tağrirleridir. Bu tarife göre
Peygamber Efendimizden zuhur eden sözleri, fiilleri, efal harekâtı ve
tağrirleri başkalarının yaptığı işleri söz ve fiilleri Peygamber
Efendimizin onaylamasıdır.
- Sünnetin İslâm Hukuku
Fıkhı açısından üç ana işlev görevi vardır ki; bunlar:
- 1-Te'yit yani Te'kid eder,
kuvvetlendirir.
- Hadisi şerifler Kur'an ayetlerini
aynı manaya gelen benzeri ifadelerde kuvvetlendirirler. Destekleye-rek
te'kid ederler. Aynı konuda, aynı manada hem ayet, hem de Hadis-i
Şerifin varlığı kabul edilir.
- 2- Sünnetin Tebyin,
açıklama görevini ifa eder. İleride geleceği gibi Hadisler, Sünnet,
fıkhın konusunu teşkil eden kapalı Ayetlerin açıklamasını yapar ve
Ayetin uygulanabilirliğini sağlar. Abdest, gusül, namaz, zekat, hac,
kurban vb. gibi konular Peygamber Efendimizin uygulamalarına uygun
olarak Müslümanlara ifa edilirler.
- Mesela:
Yüce Allah C.C. Kur'anın muhtelif yerlerinde (80-90 ayette) direkt
veya dolaylı olarak namazdan söz eder. Namazı dosdoğru kılınız, zekâtı
eksiksiz veriniz, haccı menakıbine uygun yapınız diye mutlak emirler
verir. Ama namazın vakitlerinin tayini, namazın nasıl kılınacağı,
rekâtlarının kaç olacağı, zekatın ölçü ve miktarını, cinsini, haccın
yapılışını bildirmez, açıkça anlatmaz. Bu hususla rın nasıl
yapılacağını Peygamber Efendimiz bize göstermiştir. “Ben namazı nasıl
kılıyorsam, siz de öyle kılın. Çünkü bunları bana Cibril A.S. öğretti”
buyuruyor. Zekâtta, hacda ve diğer hususlarda böyledir. Ebu Bekir R.A.
Peygamber Efendimizin zekât alma, emrine dayalı olarak zekât vermeyen
kabilelere harp açmıştır. Kur'anın bu emirlerini Peygamber
Efendimizin açıklayıp, uygulanır hale getirmesi olayına Sünnetin
Tebyini denir. Kapalı ayetleri açıkladığı için bu isim verilmiştir.
- 3- İnşa; Sünnetin önemli
görevlerinden üçüncüsü de inşadır. Yeniden hüküm koymasıdır. Kur'andı
bildirilmeyen bir hükmün Peygamber Efendimiz tarafından konulmasıdır.
Örneğin: Kur'anda nikâhı haram olanların sayıldığı Nisa Suresi 22-24
Ayetlerde (Maide 5. Ayeti ehli kitap kadınların nikâhını helal kılır)
saymadığı halde yeğenle, teyzenin. Hala ile yeğenin bir nikâhta
olmalarının haram olması hükmü Peygamber Efendimizin Sünneti ile
sabittir. Yani bir erkek hanımı ile hanımının yeğenini alamaz. Teyzesi
ile yeğenini nikâhı bir erkete birleşemez. Bu kuralı Peygamber
Efendimiz koymuştur. Kur'anda olmayan bir hükmün Peygamberimiz S.A.V.
tarafından konulmasına “İnşa” yani yeniden hüküm koyma denir. Demek
ki; emirlerin, nehiylerin, farzların, vaciplerin kaynağı, dayanağı
sadece Ayetler değil, Sünnetlerde olabilir.
- Demek
ki Peygamber Efendimiz S.A.V. efendimiz; dinde hüküm koymuştur.
Sünnete dayalı emir ve nehiyler içeren sünnetle, hadisler amel
zaruridir. Çünkü Peygamber Efendimiz S.A.V. “Bana itaat eden Allah'a
itaat etmiş, bana asi olan Allah'a asi olmuş olur” buyurmuştur.
Böylece sünnetin fıkıh açısından önemini anladıktan sonra, sünnetle
ilgili genel bilgilerden çok lüzumlu olanları sunalım.
- Genel manada sünnetler:
Sünnet-i Hüda ve Sünnet-i Zevaid diye ikiye ayrılır. Sünnet-i Hüda;
Peygamber Efendimiz S.A.V. tarafından ibadete taalluk eden söz, fiil
ve tagrirleridir. Sünnet-i Zevaid ise; Peygamber Efendimiz S.A.V.
tarafından zatına şahsi yaşayış, giyim, kuşam, yeme, içme gibi diğer
insanlarla müşterek olan, beşeri işlerdir ki, bunlar ibadet değil,
adet cinsindendir. Böyle olmakla beraber, Peygamber Efendimiz S.A.V.
gibi yaşamaya gayret etmek isteyenlere bir örnek teşkil eder. İbadet
içermediğinden onlar içermediğinden Zevaidi, fazlalık sayılmıştır (İlalvesiyle
Hukuk-u İslâmiy-ye Cilt 1. sh.16)
- Sünnetin fıkıhta delil
olması bakımından en önemli husus, Hadis-i Şeriflerin Kur'an-ı
Kerim'den sonra dinin ikinci ana kaynağı olması nedeniyle, Hadisi
Şeriflerin vürudu yani, Peygamberimizden zuhuru kesin olması şarttır.
Böyle olunca sünnet, hadis olduğu kesin olan bir sözün, fiilinin veya
tayinin inkârı Peygamberimizi inkar etmiş gibi bir yanlış anlayış
tarih boyu azda olsa bulunulmuştur. Açık ifade etmek gerekirse; İslâm
âlimlerinin muhaddislerin, hadis kritikçilerinin insanüstü
gayretlerini yok sayarak, İslâm düşmanlarının Hadis-i Şerifleri bir
takım bahanelerle yok sayarak sadece Kur'anla amel edilme gibi yanlış
bir anlayış tarih boyu az da olsa bulunmuştur. Bu tezi savunanlar,
aslında bilerek veya bilmeyerek İslâm'ın temeline dinamit
koyduklarının farkında değillerdir. Bu yanlış düşünceleri bertaraf
ekmek dinde delil olma bakımından Hadis-i Şeriflerin kuvvet
derecelerini bilmek ve ona göre amel etmek gerekeceğinden Hadis-i
Şeriflerin kısımlarına dinde delil olma sırasına göre açık anlamak
lazımdır. Bu konu en meşhur eser olan Sahihhi Buhari Tecvid-i Sahih'in
başlangıç bölümünü ve özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı
yayınlarından olanı tercih edilerek okunması gerek.
- Hadis İlimleri ve
Islahatları adlı esere göre; Hadis-i Şerifler dinde delil olma
bakımından ikiye ayrılırlar. Birincisi Makbul Hadisler, ikincisi
Merdud hadisler. Makbul olan sahih, merdud olan hadislere zayıf
hadisler denilir. Bu iki büyük kısmın şumülüne, ravilerin ve hadis
metinlerinin durumları ile, sıhhat ve zayıflık bakımından hadislerin
ahvalleri girer. Bazı hadis âlimleri hadislerine göre de, hadisler
Sahih, Hasen ve zayıf olarak üçe ayrılırlar. Buna göre Hasen Hadis;
Sahih Hadisten aşağı, Zayıf Hadisten de yukarı kuvvette bi Hadis-i
Şerif şeklidir. Yine Hasen Hadis Sahih sayılmaktadır. Zayıf Hadisde
ikiye ayrılıp kendileri ile amel edilen ve kendileriyle amel
edilmeyecek derecede zayıf olan hadisler denilmektedir. Zayıf
hadisleri kendisiyle amel edilen kısma Hasen Hadis demişlerdir.
- Zayıf
hadislerin ravileri kizb ve müttehimdemlen (yalanla itham
edilmektedirler) Bu yüzden zayıf olmaktadırlar. Büyük hadis âlimi El-Hazimi
Hafız (Hasan Basri Ezberbilen) hicri 584'de Bağdat'ta vefat etmiştir.
Hadisi şeriflerin yüz kadar çeşidi vardır. Her biri bir ilim dalıdır.
Hadis âlimleri bütün ömürlerini bu işe hasretmişler yine de tamamını
öğrenemedim demişlerdir.
- SAHİH HADİS: Söz ve
muallâk olmayan, isnadı Resül Ekreme veya sahabeden veya sonrakilerden
tabiinden- birine varıncaya kadar adl ve zabt sahibi kimselerin yine
kendileri gibi adil ve zabıt sahibi kimselerden
muttasıl-bitişik-senetlerle rivayet ettikleri hadis-i şeriflerdir.
Sahih hadisler dinde delil olması, Müslümanları bağlayıcı niteliği
olması, bazan Kur'an Ayetleri gibi, bazen ayet mesafesinde olan sahih
hadisin, sahih hadis olabilmesi için gerekli şartlar şunlardır:
- Sahih hadisin birinci
şartı müsnet olmaktır, yani Peygamber Efendimizden hadis-i şerifi
duyan ravi ile en son ravi arasındaki bütün raviler eksiksiz tam
rivayet etmiş olacaklardır. Ravi zincirinde hiç bir eksik
bulunmayacaktır. Sahih hadisin senedi muttasıl olacaktır. Böylece
hadisin Peygember Efendimizden suduru kesin olacaktır ki; böyle bir
hadis-i şerifin sahih hadis olduğunda şaibe kalmaz. Örneğin: Mürsel
Hadis senedinden bir sahabi düşmüş, eksik olan hadistir ki, sahih
değil zayıf sayılır. Amelde delil olur, itikatta delil olmaz.
- Sahih hadis sâz olmayacak,
yani doğruluğu kesin olarak bilinen sika bir ravinin yine kendisi gibi
sika ravilere muhtelif olarak yaptığı rivayettir. Örnek: Muuzib Cebel
R.A. diyor ki: Peygamber Efendimiz Tebrük Seferi sırasında güneşin
batıya meylinden önce (yani ögle vakti) yola çıktığında öğle namazını
ikindiye kadar tehir ederdi. Sonra ikisini birden (cemi tehir)
kılardı. Güneşin meylinden sonra yola çıktığında (ikindiye yakın) öğle
vakti çıkmadan öğle ile ikindiyi birlikte (cemi tagdim) ile kılardı.
Akşam namazından önce yolculuğa çıktığında akşam namazını tehir ederek
yatsı ile beraber (cemi tehir) kılardı. Akşam namazı vaktinde yola
çıkarsa akşam namazının ardından yatsı namazını kılardı. Akşamla
yatsıyı akşam namazı vaktinde cem ederdi. Buyurdular. Şimdi; bu
hadis-i şerif sahih bir hadis şerif ama, raviler arasında birinin
diğerine muhtelif şekilde rivayet eden bir ravi olduğundan İmam-ı Şafi
bu hadisi şerif-i sâz (yani zayıf) kabul ediyor, o zaman hadis-i şerif
sahih hadis seviyesine ulaşamıyor.
- Sahih hadis muallel
(illetli) olmayacak. Hadisin sıhhatinde zedeleyen gizli bir illet
olmamalıdır. Bunu ancak yüksek hadis âlimleri anlayabilir. Örnek:
Peygamber Efendimiz ”Ben günde 100 defa Rabb'ıma tevbe ve istiğfar
ederim” Buyurmuştur. Bu hadis-i şerif rivayet edenlerin arasında bir
Medineli bu hadisi Kufeli birisinden rivayet etmiştir. Malumdur ki;
Medineliler Kufelilerden rivayet ederlerse hata eder ihtimali vardır.
Çünkü Medineliden değil de Küfeliden hadisi duyması yanlıştır,
Medineliden duyması daha kolay ve daha aklidir. Bu hadis ilminde ufak
bir ayrıntıdır, ama hadiste illet üzerine ciltler dolusu eserler
yazılmıştır. Sahih hadislerin tespitine insan üştü bir gayret
gösterilmiştir. Görüldüğü gibi hadisi şerifler derlenirken kum içinde
altın kırıntıları ayıklar gibi hadisi şerifler titizlikle
ayıklanmıştır. Sahhih hadisler bu dikkatle ortaya çıkartılmıştır.
- Sahih hadisin senedindeki
raviler adl ve zabit sahibi kimseler olmak zorundadırlar. Hadiste
adalet; Allah’ın emrini harfiyyen yerine getiren, nehiyden, şiddetten
kaçınan doğru özler, sadık amil bir kişi demektir. Asla ağzından yalan
çıkmamış insanlar olacaktır. (at ile atı,it ile iti ) kandıran kişiden
hadis almayan ravilerin titizliği gibi
- Hadiste
zabt ise: akıl, fikir sahibi birinin hadisi şerifi anlayarak ve
kavrayarak bilinçli, şuurlu bir şekilde hadisi şerifi alarak öylece
nakletme yeteneğine sahip olacaktır.
- MÜTEVATİR HADİS: Aklın ve
adaletin yalan üzerine birleşmesi imkânsız gördüğü bir topluluğun,
senedinin başından sonuna kadar yine kendileri gibi bir topluluktan
rivayet ettiği sahih hadisi Mütevatir Hadis derin. Bir hadisin
mütevatir hadis olabilmesi için en az dört koldan dört kişinin ayrı
yollardan hadisi rivayet etmesi gerekir. Ravi sayısı ve rivayet adedi
ne kadar çoksa hadis o kadar güçlü olur. Dört adedi Nur Suresi, on
üçüncü Ayet delil gösterilerek tespit edilmiştir. Bir kimseye zina
isnadının sutubu için en az dört kişinin zina haline şahit olduklarına
yeminle teyit etmeleri gerekir.
- Mütevatir hadisin ravi
adedinin yukarıda sınırı üç yüze varanı vardır. Mütevatir hadisin
hadis olması kesin olduğundan mütevatir hadisin inkarı küfürdür. Dinde
delil olması bakımından ayetten farkı yoktur. Mütevatir hadislerden
bazıları şunlardır:
- Peygamber Efendimiz S.A.V'in
ibadetlere art fiil sünnetleri, namazın kılınışı, namazın cemaatle
kılınışı, haccın yapılışı, zekatın ödenme çeşitleri, Peygamberi mizden
şefaat umulması, mescitteki hurma kütüğünün inlemesi, mest üzerine
mest, İsra ve Miraç olayı, Peygamber Efendimizin parmaklarından su
akması, Katade'nin gözünün yerine takılması, az yiyecekle çok askerin
doyması, Peygamber Efendimizin üzerine hadis uydurdukların Cehennem
azabına duçar olacaklarına dair, duada ellerin yukarıya kaldırılmasına
dair Peygamber Efendimizin fiili sünneti,Niyet etme gibi
- Hadisler. Bu hadisler yüzlerce
sahabi tarafından rivayet edilmiş hadislerdir.
- AHET HABERİ VAHİD:
Mütevatir derecesine varmayan tek sahabi tarafından rivayet edilen
sahih hadislerdin. Haberi vahit hem ilim, hem de amel ifade eder.
Kendisiyle amel edilir. Hükme uyulur
- Genel olarak hangi
hadisler sahih hadislerdir:
- 1-Buhari ve Müslim'in
üzerinde ittifak ettiği hadisi şerifler
- 2-Sadece Buhari'nin
rivayet ettiği hadisler
- 3-Sadece Müslim'in rivayet
ettiği hadisler
- 4-Buhari ve Müslim'in
kitaplarında bulunmadığı halde, onların şartlarına uygun diğer
kitaplarda bulunan hadisler.
- 5-Buhari'nin şartlarını
taşıyan hadis-i şerifler
- 6-Müslim'in şartlarını
taşıyan hadis-i şerifler
- 7-Buhari ve Müslim'in
dışında kalan muhaddis ve imamların sahih kabul ettiği hadis-i
şerifler. Gibi.
- HASEN HADİS: Söz ve
illetten salim olarak, zaptı mükemmel olmayan, ravilece rivayet edilen
hadislerdir. Sahih hadisler kadar kuvvetli olmamakla beraber, dinde
delil ve hüccet olma bakımından istishada elverişlidir. Şartları
itibarıyla sahih hadis meselesinde bir hadi çeşididir. Hasen hadis
çeşidini ortaya atan büyük hadis âlimi İmam-ı Tırmizi'dir.
- ZAYIF HADİSLER: Kendisinde
sahih ve hasen hadislerin sıfatları bulunmayan hadisdir. Bunların
sayısı 381'e çıkaranlar vardır. Zayıf hadislerin en önemlileri
sırasıyla şunlardır:
- Mürsel: Senedinden bir
Sahabi düşen. Tabiinin Resüllullah S.A.Vesellemden direkt rivayet
ettiği hadistir. Kale Resülullah diye başlar. Dinde delil olmaz.
- Mühkati-Mudal-Müdelles-Muallel-Muzdarıb-Maklub:
Bunlar Buhari Hazretlerinin Bağdat ülemasınca sınavı sırasındaki
sorulan hadis şekli. Çeşitli hadislerin birbirine karıştırılması ile
ortaya çıkar.
- Mühker-Metruk-Mevkuf-Maktu
vb.isimlerini alar hadisler vardır. Genel olarak zayıf hadislerle amel
caizdir. Dinde delil olmaz. İnkârı küfür sayılmaz. Çünkü bu hadislerin
S.A.Vesellemden suduru kesin değildir.
- Bir de mevzuu yani uydurma
hadisler vardır ki; bunlara hadis denmez. İsmi üzerinde
uydurulmuşlardır, bu hadislerde çeşitli maksatlarla iyi ve kötü
niyetlerle uyduruldukları ve asıl hadislerin arasına sokulmuşlardır.
Dinde olmadıkları halde, dinde gibi gösterilmelerdir. Hadis âlimleri
bunları teker teker ayıklamışlar, birer birer tespit etmişlerdir. Bu
kadar sık ve titiz çalışmalara rağmen toplanan hadis kitaplarının
içinde az da olsa sahih hadislerin arasına sızmışlardır. Binde bir
oranında olması bile bu uydurma hadislerin varlığı İslâm ülkelerini
rahatsız etmiştir. Bu uydurma hadislerin, hadis olmadıkları için dinde
delil olmaları söz konusu değildir. Muhaddis alimleri uydurma
hadisleri temizliyoruz diye bazı sahih hadisleri bile gözden
çıkarmışlar, az da olsa bazı sahih hadisleri uydurma hadis
saymışlardır. Uydurma hadisler hakkında bilgi edinmek istiyenler M.
Yaşar Kandemir'in Mevzuu Hadisler ve Onları Anlama Yolları adlı eseri
okumalarını sağlık veririm.
- Hadisleri delil olma
bakımından derecelerine göre ayırıp onlarla ilgili kısa da olsa
gerekli bilgiyi verdikten sonra; konumuz olan İslâm Hukukunun Fıkıh
Bakımından Önemine geçelim. Kur'an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz S.A.Veselleme
mutlak itaati ve onun tavsiyelerine uyulmasını emrediyor. Durum böyle
olunca sahih hadislerin Müslümanlara delil ve huccettir. Bağlayıcı
niteliktedir. Çünkü bu hadislerin hadisi şerif oldukları kesin ve
gerçektir. Böyle olunca bu hadislerle amel etmekte vaciptir.
Peygamberimizin mütevatir derecesindeki sahih hadisini inkâr
Peygamberimizi inkardır ki bir Müslüman için bunlar düşünülemez.
- Peygamber Efendimizin
hadislerine uymamızın gereğini şu örnekle açıklayabiliriz: Sahabiden
Abdurrahman b. Teyd R.A. Hacta dikişli elbise ile ihrama girmiş birini
görür. Ona: Peygamber Efendimizin “Dikişli elbise ile ihrama
girilmeyeceğini emrettiğini, yani dikişsiz elbise giymesi gerektiğini
hatırlatmış ise de adam, itiraz ederek: Bana bu konuda bir ayet
gösterebilir misin demiş. Bunun üzerine Abdurrahman b. Zeyd R.A.
Peygamberimiz bunu bizzat böyle yaptı, dikişsiz elbise giydi ve
başkalarına da giymelerini emretti. Yüce Alla C.C. Peygamberine itaati
emreder. Haşır Ayeti 7 Surede 'Resülüm size neyi getirmişse onu
alınız. Sizi neden men etmişse onu terk ediniz' Buyuruyor. Demesi
üzerine adam itaat etti” Peygamber Efendimiz Haccın menasikinin
yapılmasını bize fiilen göstermiştir.
- Yani burada şer'i bir hükmün
sünnet-i tebiynle ortaya koymuştur. Konu önemli olduğu için bir örnek
daha sunayım: Büyük İmam Tavus (Tabiinin büyüklerindendir, malum fakih
ve hadis âlimi) Hicri 106 Hacta vefat etmiştir. İlkindi vakti ikindi
namazından sonra iki rekat namaz kılmış,bunu Abdullah b. Abbas R.A.
görmüş Tavus'a Peygamber Efendimiz ilkindi namazın dan sonra nafile
namaz kılmayı yasak etti bir daha bu namazı kılma demiş,Tavus'ta bu
Peygamberimizin mürekkit bir sünneti kabul edilir korkusuyla
kılmamıştır.
- Yoksa
kılardı demesi üzerine Abdullah b. Abbas R.A. Peygamber Efendimizden
ikindiden sonra nafile namaz kılınmamasını mutlak surette yasak
ettiğini ısrarla söyler ve Azhab Suresi 36. ayetti “ Allah ve Resulü
bir işe hüküm verdiği zaman Mümin erkek de ve Mümin kadında kendi
işlerinde aykırı hareket etme muhayyerliği yoktur. Her kim ki Allah ve
Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” Ayetini okur
ve Tavusu Allah ve Resulünün hüküm verdiği bir konuda istediği gibi
hareket etmek muhayyerliği yoktur der ve onu uyarır.
- Demek ki; Sünnetin varit
olduğu bir konuda Müminin muhayyerliği yoktur. Çünkü Sünnetinde Ayet
gibi kolaylığı vardır. Ayrıca o hükme seve seve içtenlikle ayırmakta
şarttır. Çünkü: Nisa Suresi 65 Ayet “Hayır (Ya Muhammed!) Rabb'in
hakkı için onlar Müminler arasında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem
yapıp sonrada verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan bir
teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar. “ Bu Ayetin nüzul
sebebi Peygamber Efendimizin hükmettiği bir hususta işaret için indiği
noktasında ittifak vardır. Zübeyr b. Avvam ensardan bir zattan önce
Hırra Çeşmesinden içmesine hükmetti. Bu hükme itiraz edilmesi üzerine
Allah C.C. bu Ayeti imal etti. Daha öncede ifade edildiği gibi Kur'an-ın
açıkça bir hüküm getirmediği yerde Sünnetin müstakil olarak kanun
koyma selahiyeti vardır. Sünnet Kur'an-ın tefsir ve izahını kendine
bıraktığı hususları da tefsir eder. Kur'an da müphem ayetlerini tefsir
etmesi, ibadet, muamelat, ukubet, helal ve haram gibi İslâm'ın
Hukukunun bütün mevzuatına şamildir. Ayrıca Sünnet; Kur'a-ın
ilavesidir. Çünkü; Peygamber Efendimiz :”Size sıkıca sarıldığınız
takdirde, sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Allah'ın Kitabı ve
benim Sünnetim” Buyuruyor ve böylece İslâm Dininin iki ana kaynağının
Kur'a-nı Kerim ve Resulallah S.A.V. sünneti olduğu bildiriliyor. Asıl
Kur'an-ı Kerim'de bulunsa bile Sünnetin teşrinde (hüküm koymada)
müstaleri olduğu Peygamber Efendimizin her Sünnetinin Kur'an da bir
aslının bulunduğu yine Kur'an tarafından bildirilmektedir. Nahl Suresi
89. Ayetinde “Her şeyi açıklayan bir kitap olarak gönderilmiştir” Yine
Enam Suresi 38. Ayetinde bildirildiği gibi “Biz o kitapta hiçbir şeyi
eksik bırakmadık” Demek ki; Sünnet dinde bir ilave değil Kur'an-ın
tebiyn,te'yid,te'kid ve teşri bakımından bir bütünleyicidir. Sünnetin
kesin delil olması ile ilgili bu açıklamaların dışında daha birçok
Ayet-i Kerim’de ve sahih Hadis-i Şerifler vardır. Bu durum karşısında
Sünnet bütün tafsili delilleriyle birlikte Kur'an-ı Kerim'e yönelmiş
ve Kur'anla iç içedir. Sünneti Kur'andan ayrı düşünmek, yani bir
birleriyle alakaları yok saymak İslâm'a en büyük iftiradır. Şimdiye
kadar hiçbir âlim Sünnetin getirdiği ile amel vacip olduğunu gösteren
Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim daha umumi Hadis-i Şerifler ise
daha hususidir. Daha umumi olanı kapsadığı yani; Kur'an-ın sünneti
içine aldığında şüphe yoktur. Şimdi bu açıklamalardan sonra bazı
şahısların Sünneti Teşride müstakil sayıp, bazılarının da sayılmaması
önemli değildir. Eski âlimleri Kitabın Sünnete, Sünnetin de Kitaba
terk ettiği bir saha vardır diyerek Kur'an-la Sünnetin birleşmesinin
mürtefimi olduklarını vurgulamaları bir gerçektir. Bu doğru bir
sözdür. Çünkü;Yüce Allah C.C.: Nisa Suresi 80. Ayette tereddüde mahal
bırakmayacak şekilde açıklıyor. “Kim Peygamber S.A.Vesel lime itaat
ederse,muhakkak Allah'a iteat etmiş olur” Buyurduktan sonra Sünnetin
teşri tabi-yen ve teyit tebid bakımından öneminde şüphe yoktur. Çünkü
Hak Te'âlâ helali haram haramı helal kılma yani hüküm koyma bakımından
Sünnetle Kur'an arasında bir fark yoktur. (Hadis İlimleri ve İs.Sh.233)
- Bütün bunlara rağmen zaman
zaman Sünneti Kur'andan ayırmak Sünneti Kur'andan saymama gayretleri
gafletleri görüldüğü gibi son zamanlarda medyada TV lerdeki bazı dini
programlarda yok sayılmaktadır. Güya Sünneti yok sayarak Kur'an
Müslümanlığı, Kur’an gerçeği, Kur’anda ki Müslümanlık gibi sadece
Kur'anla amel edilmesinin propagandasını yapmaktadırlar. Gerçekten
sünnetleri yok sayarak sadece Kur'an-ı Kerim'le amel etmek pratikte de
mümkün değildir. Çünkü İslami kuralların hepsi Kur'an-ı Kerim'da ap
açık belirtilmemiştir. Mucmel, mübhem ve tüteşabih ayetler ancak
sünnetle açıklık kazanmıştır. Sünneti yok sayarsak yukarıda geniş
izahını yapılan namazı nasıl kılacağız? Orucu nasıl tutacağız? Zekâtı
nasıl vereceğiz? Hacı nasıl ifa edeceğiz? Bunların tamamı ve daha
birçok husus sünnetle teşri edilmiş, açıklanmış ve ibadetler bugünkü
şeklini Peygamber Efendimizin göstermesiyle vücut bulmuştur. Aslında
Peygamber Efendimiz sahibül mücisat olarak bu husus sanki 1500 sene
evvel görmüş gibi haber veriyor. Gayb perdesini aralayarak ilerideki
çağlarda Allah'ın Kitabı ile Resullulah'ın Sünnetlerini birbirinden
ayırma çabalarını bize bildiriyor ve bunu sapıklık olduğunu haber
veriyor. Peygamber Efendimiz Hz. Ebu Davut ve İbn-i Mece'nin rivayet
ettikleri:”Şunu kati olarak biliniz ki: Bana Kur'an-ı Kerim ve bir
misli daha verilmiştir.” , “Şu Kur'ana sarılınız. Onda helal olarak
ne görmüşseniz, onu helal kabul ediniz. Neyi haram olarak görmüşseniz,
onu da helal olarak kabul ediniz “ diyerek “bazı kimseler gelmek
üzeredir. Şüphesiz Allah Resulünün haram ettiği şey Allah C.C. haram
ettiği şey gibidir” buyuruyor ve İmam-ı Şafi de “İmamların bütün
söyledikleri sünnetin şerhidir. Sünnet de Kur'anın şerhi
açıklamasıdır” hasılı Kur'an ile Hadis Peygamber Efendimizin
söyledikleri
- Demek ki; Allah C.C. bir
şeyi farz kıldı deniyorsa; ancak Kitabullah ve Sünnet-i Resülullah
için kullanılabilir. Çünkü Allah C.C. Resulüne imanı kendine imanla
birlikte zikretmektedir. Aslında bu çalışmanın ana gayesi de bu
gerçeği vurgulamaktır.
- Netice: Sünnetin sahih
olan bütün çeşitleriyle, şer'i delillerinin ilanesi olduğu hüküm ifade
etme, onunla (sünnetle) amel etme bakımından yani; sünnetin insanlara
şer'i delil olmasında Kur'andan farklı olmadığı yukarıda izahı yapılan
delillerden anlaşılmaktadır. Daha fazla bilgi almak isteyenler;
Sünnetin Dindeki Yeri adlı ve bu konuları içine alan müstakil
eserlerle beraber ve özellikle Sahih-i uhari Tecridi Sarihin
başlangıçtaki hadis usulüne dair bölümü ile Hadis Usulünü inceleyen
Hadis İlimleri ve İzahları adlı eserleri okunmalıdır.
- Sahabelerden 1000'in
üzerinde hadis rivayet edenlerden bazıları:
- Ebu
Hureyre 5374 Hadis
-
Abdullah b. Ömer 2630 Hadis
- Enes b.
Malik 2286 Hadis
- Hz.
Aişe K.S. 2210 Hadis
-
Abdullah b. Abbas 1160 Hadis
- Cabir
b. Abdullah 1540 Hadis
- Ebu
Saidi 1170 Hadis Rivayet etmişlerdir.
- En muteber kaynak hadis
kitapları şunlardır:
- Sahih-i Buhari (Hicri
194-256) es Sehih'dir. İmam Muhammed Buharri Hazretleri;10 yaşından
küçükken hadis ezberlemeye başlamış, 50 sene gibi uzun bir zaman
içinde Buhari Şerifi derlemiş, meydana getirmiştir. Yüz bini sahih
olmak üzere üç yüz bin hadis derlemiştir. El Cami-us-sahih adlı
eserini yetmiş binden fazla raviden dinlenmiş ve on altı senede
tamamlanmıştır. Yani Buhari Şerifteki hadisler üzerinde ömrünü
tüketmiştir. Hicri 194 tarihinde Buhara'da doğmuş,256 tarihinde
Semerkant'tın Hartenk köyünde vefat etmiştir. İlmideki yüceliği ve
menkıbeleri dillere destan olmuştur. Bunlardan Matlup Hadisle ilgili
olanı meşhurdur.
- Sahih-i Müslüm (Hicri
204-261) Buhari'nin talebesidir Sahih-i Müslim de Buhari Şerif kadar
kuvvetli bir hadis kitabıdır. İmam Müslim bu eserini üç yüz bin hadis
arasından seçerek meydana getirmiştir.
- Tirmizi (Hicri 200-279)
Eserinin adı Süheh'dir. Hasen hadislerin ana kaynağıdır. İmam Buhari
ve Müslim'in sağlamlığını nakleden bir eserdir. Ayrıca İmam Tirmizi
hadisleri şerh etmiş,açıklamıştır.
- Ebu Davut (Hicri 202-275)
Sünen-i Ebu Davut,Fıkıh hükümleri için ana kaynaktır.
- Nese'i
(209-279) ,İbn-i Mace (209-273),İmam-ı Malik'in Muvatta-ı,Ahmet b.
Hambeli'nin Musned'i sayabiliriz.
- İcma-i
Ümmet: Şer'i delillerin kuvvet itibarıyla üçüncüsü icma-i ümmettir.
Peygamber Efendimizin vefatından sonra herhangi bir asırda, Müslüman
müçtehitlerin, şer'i bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir.
Tanımından anlaşıldığı üzere, her ittifak icma değildir. Ancak yüksek
ilim sahibi müçtehitlerin, âlimlerin her konuda değil ancak şer'i bir
konuda ittifaklarıdır. Peygamber Efendimizin vefatından önce şer'i
konuları çözüyordu. Bu çözüm ya ayetle veya mücmel ve müphem bir ayeti
teb'iyn açıklama ile veya teşri bir sünnetle oluyordu. Hükümlere delil
olacak esaslar böyle belirleniyordu. Yani; hükme delil olacak esaslar
böyle belirleniyordu, Peygamber Efendimiz vahye ve ilhama muhatap idi,
vefatı ile bu durum son buldu. Ama şer'i esaslar kıyamete kadar devam
edecektir. Zamanın teceddüdü (değişmesi) ile olaylarda değişiyor. İlim
ve teknolojinin gelişmesi yeni yeni hadiselerin doğmasına sebep oluyor
ve bu olaylar hakkında yeni hükümler verilmesi gerekiyor. İşte bu
sorunların çoğu icma ve kıyas yoluyla çözümleniyor. (*) yani icma ve
kıyas edilen şeriyyeden sayılıyordu. Yeni yeni zuhur eden olaylarla
ilgili hüküm varsa önce kitap (Kur'an-ı Kerim) onda yoksa sünnetle,
orada da yoksa Ashab'ın icma ile sünnete aykırı olmayan icma
olacaktır. Peygamber Efendimizin “ Benim ümmetim, delalet, sapıklık
üzerine ittifak etmez” hadisi şerifi icmanın sünnetten delilidir. Bir
asırda yaşayan müctehidlerin tamamı bir meselede ittifakına
Sahih,Açık,İcmai,muctehidi izamın bir kısmının ittifakına karşı diğer
bir kısmı sükutu halinde meydana gelen icma'ya sukutu icma denilir.
Sukutu icma'ı Hanefilerin dışındaki mezhep imamları kabul etmezler.
- İcmanın hükmü: icma,kitap ve sünnet
gibi dinde katiyet ifade eder. İcma ile sabit olan bir hükmün inkarı
küfürdür. Kıyas zan ifade eder. İcma yakın ifade eder. Kıyas rey
iledir. İcma bir senede istinat eder. Bu senet zanni olmalıdır. Kat'i
olursa kitap ve sünnet olur. İcmanın İslam'ın ana kaynaklarından
olduğuna şu ayetler delalet eder. Ali İmran suresi 10- ve 110.
ayetlerde:”Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı
bir ümmetsiniz. İyiliği emreder,kötülükten men edersiniz.” Bakara
Suresi 143. Ayet ve Tevbe Suresi 119. ayetler icma için delil
gösterilmişlerdir.
- 42. Sayıdan devam.
- KIYAS-I FUKAHA: Şer'i delilerin
dördüncüsü kıyastır. İlletlerin aynı olması nedeni ile hakkında nas
olmayan bir olayı,hakkında nas olan bir olaya müsavi eşit olay
hakkında verilen hükümdür ki;bu hükme kıyas-i denir. Örnek:
- “Alkollü içki emsallerinin
rakının,biranın,afyon,eroin,esrar,tiner ve benzeri sarhoşluk veren
maddelerin hakkında nas olan şarap üzerine kıyası gibi. Çünkü bu
maddelerin ortak niteliği alkol sarhoş etme özelliğidir.”
- Peygamber Efendimizden
sahih olan bir Hadis-i Şerifte:
- “Allah-u Teala alışverişi
helal, riba (faizi) haram kıldı.” Faizsiz buğdayı buğdayla, misli
misline bir kiloya bir kilo değişirseniz faiz olmaz. İlave fazlası ile
değiştirirseniz yani bir kiloya iki kilo gibi aynı cins buğdayı
değiştirir veya satarsanız fazlası (1 kilosu) faiz olur” buyruluyor.
Aynı cins eşyada eşit miktar satışı caiz, fazlalığı riba (faizdir).
Haramdır. Şimdi bu Hadis-i Şerif buğday hakkındadır. Ayrıca altın,
gümüş, tuz, hurma, arpa gibi bazı maddeler hakkında da aynen nas hadis
vardır. O zaman hakkında nas olmayan darı, mercimek, fasulye, pirinç
gibi yüzlerce maddenin satışı hakkında nas hadis yoktur. Şimdi
hakkında nas olmayan aynı cins mahsulün fazlalıklı satışı hakkında
hüküm nedir? Aynı cins ve özellikteki maddelerin satışının alış
verişinin fazlalığının haram olmasının sebebi.”Keyl mal cinsi aynı
cinsin fazlalıklarının satışıdır. Yani bankaya belli sürede 100 lira
koyup, yüz elli lira alınması misalindeki 50 liralık fazlalıktır. Bu
fazlalık cinsi aynı miktarı, aynı ölçüsü, fiyatı aynı, kalitesi aynı
olmak şartına muhalif olduğundan faizdir. Haramdır. Demek ki; haram
olmasının illeti keyl maddesi tabir edilen fazlalık kısmıdır. Aynı
cins maddenin mübayasında fazlalık haramdır. Şimdi kıyas bunun
neresinde? Hakkında nas olmayan darı, susam, pirinç, mercimek,
fasulye, nohut gibi bir takım yiyecekler ve diğer maddelerin bu
maddelerin satışındaki fazlalıklarda hakkında nas olan buğdaya kıyas
edilecek fazlalık kısmının faiz olduğuna hükmedilir. Bu hüküm
kıyastır. Yani bir kilo pirinci başkasına belli bir süre sonra ödemek
üzere ödünç verse ve iki kilo pirinç alırsak hakkında nas olmamasına
rağmen buğdaya kıyas ederek alınan bir kilo fazla pirincin faiz olduğu
ortaya çıkar. Çünkü buğdayla pirincin kendi cinsleri ile satışındaki
faize sebep olan illetin cinsi cinsine fazlalık aynı olduğundan pirinç
buğdaya kıyas edilir. Fazla olan kısmı haram olur ki buna kıyas
denilir.
- Demek
ki faiz olmaması için
-
1-Cinsleri aynı olmayacak,
-
2-Değerlerinde fazlalık olmayacak
- 3-
Kalite ve fiyatları eşit olmayacaktır. Kıyasta: üzerine kıyas edilenle
buğday asıl ile hakkında kıyas edilen pirincin arasında illet
benzerliği olmayacak ki o da fazlalıktır ve yahut bu sayılan
hususların tersi olursa o zaman faiz olur. Bu nedenle kıyas bir
hücceti şerriyedir. (dini bir delil) Ehli Sünnet nezdinde delildir.
Şia'da diğer bazı mezheplerde delil kabul edilmezler. (Mecellenin
İslâm Hukukunun Kanun Maddeleri)nin çoğu hadislerin kıyasıdır. Yani
hükümlerin çoğu kıyas üzerine bina edilmiştir. Böylece birçok sorunun
çözümü sağlanmıştır. Ayrıca kıyas Peygamber Efendimizin sünneti ile de
sabittir. Peygamber Efendimiz ashabı Güzinden Muaz ib. Cebel R.A.
Hazretlerinin Yemen'e Vali Kadı olarak görevlendirdiğinde kendisine
sormuş Ya Muaz işleri nasıl halledeceksin. Sana gelen davalarda neye
göre hüküm vereceksin? Demiş. Muaz:
- -
Allah'ın kitabıyla ya Resüllallah. Peygamberimiz:
- - Orada
bulamazsan ne yaparsın? Muaz:
- - Sizin
sünnetinizle hükmederim. Peygamberimiz:
- - Orada
da bulamazsan ne yaparsın? Diyince:
- -
Kitaba, sünnete ve kendi görüşümle hükmederim. Demiştir.
- Bunun
üzerine Peygamber Efendimiz Allah'a şükürler olsun ki Resulün elçisini
Resulünün razı olacağı şeye muvakkık kıldı diyerek Allah'a hamd etti.
Bu meşhur hadis kıyasın şer-i kaynak olduğuna delil kabul edilmiştir.
Ayrıca Peygamber Efendimiz ebu Musa el-eşari ile İbn-i meyud (Fakih
Sahabi) R.A. Hazretlerine hıyni hacette kendi reyleri ile amel ve
hareket etmelerini tavsiye etmiştir. (Usul-ü Fıkıh Dersleri. İlgili
bölüm) Ayrıca kıyasın dinde delil olması rema ile de sabittir.
Peygamber Efendimiz zamanında; Sahabeyi Kiram devrinde de rema-i
sukuti ile ashabın reyi ile hareketlerini zaman, onu ret veya kabul
telakki etmezler, böylece sukuti rema hasıl olurdu.
- KIYASTA
DÖRT ŞART VARDIR:
- 1- Asıl
nas olacak (buğdayın,buğdaya fazlalıklı mübadelesinin haram olduğu
gibi)
- 2-
Fer-i hakkında hüküm vereceğimiz madde örneği (pirinç)
- 3-
Hükmü asıl keyl muamelesi aynı esas maddede olacak
- 4-
İlleti camra (Fazlalık kısmı) Açıklaması: Pirincin pirinçle mübadele
değişiminde buğdayın buğdayla alışverişine kıyas edildiğinde, buğday
asıl=makisun aley üzerine kıyas edilen madde pirinç, FERR makıs
hakkında hüküm verilecek madde hükmü asıl fazlalık. İlleti haramiyet
aynı cins olması, bu durum kıyas demek ki aslında fer'e
nakledilmektir. Zamanımızda zuhur eden olayları Peygamber Efendimizin
hayatta iken hakkında hüküm verdiği asıl meseleye benzeterek gerekli
şartlar dâhilinde hâkime bağlamaktadırlar. Örneğin; Peygamber
Efendimizin zamanında okla vurulan bir insana ne ceza veriliyorsa,
zararı nasıl gideriliyorsa, zamanımızda da tabanca ile vurulan ama
ölmeyen bir vaka hakkında aynı hükmü nakletmektedir. Bu misalleri
çoğaltmak mümkündür.
- Kıyasla
yeni bir hüküm koyma yerine Peygamber Efendimizin zamanında hükmü bu
günkü olaylara nakletmektir. Şimdi bu izahtan sonra Kur'an, Sünnet ve
İcma, Katiyet, Kıyas ise Zihniyet ifade eder. Kıyasın şer'i delil
oluşu üç esasa bağlıdır.
- 1-
Kur'anda buna işaret eden ayet yoksa
- 2-
Hadisten bir delil
-
3-Sahabenin reyi vardır. Kıyas bu sayılan esaslar üzerine yapılır.
Yani bunlar asıldır.
- FER'İ DELİLLER: İstihsan;
bir şeyi güzel görmektir. Açık kıyasın terki ile, gizli kıyası
tercihtir. Yani gizli kıyas demektir. Manası bir işi iyi görme
anlamına gelir. İstihsan isi; açık bir kıyastan, gizli bir kıyasa veya
kurallı bir hükümden çüz'i terk etmektir. Yani açık olan veya
masraftan faydadan dolayı olabilir, önceden satış anında söz edilmeyen
ve sonradan ortaya çıkan bir husus hakkındaki hükümdür. Satılan bir
tarlanın suyu satışa dâhil değildir. Satılmamış sayılır. Çünkü
tarlanın satışı anında tarlanın suyundan söz edilmemiştir. Ayrıca
icara verilen tarlanın suyundan başkalarından başkaları da
faydalanırlar.
- İhtisan müretehitin bir
meselede özel delil sebebiyle o meselenin benzerinde verdiği
hükümlerden vaz geçip başka bir çözümü benimsemektir. İstihsan:
genelde hakka niyet, hüsniyet, hakkın kötüye kullanılması, kolaylık
gibi kuralları göz önüne alarak verilen bir hükümdür.
- ISTISHAB Geçmişte bir
şeyin hükmü ne ise onun değişikliğini, ortaya çıktığı görününceye
kadar devam eski hükme uymak onu tatbik etmektir.(İbkama kan ala makan)
yani; mazideki bir halin devamı mevcut olduğu müddetçe hüküm devam
eder. Hükmün gerekçesi değişirse hüküm de değişir. Örnek: Kocası
kaybolan bir kadının belli bir süre geçtikten ve bir haber alınmamışsa
4-5 sene gibi bir zaman içinde ortaya çıkmamışsa, hanımın müracaatı
üzerine hâkim hanımı kaybolan kocasından istishaben boşar, kadın
serbest kalır. Burada boşanmaya sebep kadının zararının ödenmesi
boşanarak başka birisi ile evlenme imkânının hanıma tanınmasıdır.
- Yine istishabın bir yönü
de: Eşyada asl olan ibahadır. Yanı; hakkında haramdır diye hüküm
bulunmayan bir şeyin yenmesi, içilmesi, kullanılması vb. helaldir.
İstishabın başka bir şekli ”Beraeti zimmet esastır” yani; bir kişi
dünyadaki bütün insanlar tarafından suçlu sayılsa bile hakkında
mahkemece hüküm verilmediği müddetçe suçsuzdur. Mevkuftur, ama mahkum
değildir.
- MESALİHİ MÜRSELE (İSTİSLAH) :
Mezheplerin fayda teorisine dayalı, şeri delilerin
tarifi:Şeriatın,dinin hakkında hüküm koymadığı ne ilga kaldırdığı,ne
de ibka (baki bıraktığı) ettiği hakkında hüküm olmayan bir mesele
üzerine verilen hükme İztislah veya Mesalihi Mürsele denilir.
- Din ne haram diyor, ne de
helal diyor. O meselede dinde hüküm yok. Örnek: evlenmek. İslâm'da
vacip (Evlenmediği zaman günaha düşme tehlikesi varsa) o kimsenin
evlenmesi vacip olur veya sünnet veya mübah veya haramdır. (Evlenme
ehliyeti yokluğu) yani;evlilik meşru bir iştir. Burada istislaha konu
olan, şimdi bu evliliğin kayda geçirilmesi, evlenme memurunun kaydı
şartımıdır, değil midir? Şarttır. Çünkü bunda tarafların faydası
maslahatı, iyilikleri vardır. Demek ki; İslâm Devleti evlilikten kayda
geçenleri, bu kayıt olaylarının dinde delili maslahatı mürseledir.
Tarafların haklarını korumak amacına yöneliktir. Ancak diğerleri gibi
istislahta ana delilere aykırı olmaz. Yani öz olarak insanların,
insanlığın yararına olan, ancak şer'i kaynaklarda hak olan hüküm
bulunmayan olaylar ve işler hakkında genelde bir delile dayalı olarak
hüküm verilir. İnsanlığın işlemesini kolaylaştırmak için yapılır.
Yararlı bir iştir. Hazreti Ömer R.A. bu delile dayanarak Devlet
İdaresinde birçok yenilikler yapmıştır. Hapishaneler kurmuş, emniyet
ve asayiş hizmetleri, bayındırlık ve ulaştırma alanında yenilikler
getirmiştir.
- Bu
delilin üç şartı vardır:
- 1-
Gerçekten konan hükümle bir fayda, umumi veya umumun zararı önlenmiş
olmalıdır.
- 2-
Temin edilmek istenen fayda ferdi değil, umumi olmalıdır. Bir şahsın
yararı için hüküm konulmaz.
- 3- Bu
hüküm İslam'ın genel prensiplerine, naslara (Ayet, Hadis gibi) aykırı
olmamalıdır. Örneğin Endülüs Emevi Devleti Halifesinden birisi Ramazan
günlerinde kasten sık sık orucunu bozar, her orucu bozulduğunda bir
köle azat edermiş. Ben orucu kasten bozuyorum ama cezasını da üzerime
düştüğü şekilde ödüyorum demiş. Bu durumu alışkanlık haline getiren
Halifeye karşı Endülüs Kadısı bir fetva vererek kefaretin gayesi suçu
önlemeye yönelik zorlamadır, yani caydırmadır. Halifeye köle azat
etmek kolay geliyor, size zor gelen kefalet kısmını yapmanız yani 60
gün birde tutmadığınız oruçla 61 gür oruç tutmanız lazım diye fetva
vermiş, o zamanın İslam uleması Endülüs kadısının bu fetvasına karşı
çıkmışlar. Çünkü bu fetva nassı Kur'ana açıkça aykırıdır demişlerdir.
Kur'anda sırasına göre kefalet önce köle azad etmek olduğuna göre
halifeye verilen ceza önce köle azat etmek olduğuna göre, halifenin
iki ay oruç tutması açık nassa aykırıdır. Yani buradaki maslahat,
fayda, ayete aykırıdır. Öyle ise hüküm ifade etmez.
- SAHİH ÖRF: Şer'i bir
delile aykırı olmayan, helâlı haram, haramı helal saymayan, insanların
gerek söz, gerek iş, gerekirse terk ettikleri veya takip ettikleri
yoldur. Örf gelenekleri köklü adetlerdir.
- Örnek: Et ve Balık: ikisi
de ettir. Ama balığa balık denir, et denmez. Bir balıkçı dükkânına
varıp ta bana bir kilo et ver denmez. Bana bir kilo balık ver denir.
Ama balığın da bir et cinsi olduğunu herkes bilir. Bu sözlü örf
misalidir. Şimdi buradan dinde delil olan örf nasıl çıkıyor: Bir kimse
et yemem diye yemin etse ve et cinsinin arasında bir ayrımda
belirtmemişse (şu eti, bu eti gibi) ama tutarda balık yerse yemini
bozulmaz. Çünkü örf haline gelmiştir ki kimse balığa et demez.
Balıketi der. İşte burada halka mal olmuş,Kur'ana, Sünnete ters
düşmeyen bir örf adete göre hüküm verilir. Bu misallerdeki örfe sözlü
örf denir. Bunlar sözlerde ifadesini bulan örflerdir.
- İkincisi Fiili Örftür.
Bedeli belli olan bir malın parasını bakkala bırakıp malı alıp gitmek
gibi! Ekmek, tuz, sigara gibi!. Fiyatı herkes tarafından bilinen
mallarının bedelleri dükkâncıya verilerek, tereklerden malları alıp
gitmek! Dükkâncının parayı alması! Sukutu veya dükkâncı dükkânda
olmazsa bile fiyatı herkesçe malum (sigara, kibrit gibi) olan malın
bedelini masaya koyup malı almak fiili örfe misaldir. Elbette ki bu
durum her zaman yapılacak bir hareket değildir. Karşılıklı satıcı ve
alıcının birbirlerine aşına olanların arasında olabilecek bir
hadisedir.
- Üçüncüsü Fasit Örftür:
Yani; nassa aykırı örftür. Dinin delil kabul etmediği örftür. Örneğin:
Bugün düğünlerde İslâm ahlakına aykırı işler adet haline gelmiştir.
İçki, dans ve ileri seviyede israfta adeta adet haline gelmiş
olabilir. Ama Allah'ın Kitabıyla yasaklanmış olan içkinin düğünlerde
içilmesi adet haline gelse bile kıymet ifade etmez. Yani fasit.
Geçersiz örf üzerine hâkim bina edemez. Örfe bağlı hâkimler zamanın ve
adetin değişmesiyle örflerde değişir. Zamanın ve örfün değişmesiyle,
örfler değişir. Tamamen ve örfün değişmesiyle bu örfe dayalı hükümde
ortadan kalkar. Mecelle maddesi zamanın değişmesiyle örfe dayalı
ahkâmında değişmesi inkâr edilemez bir gerçektir. Örfe dayalı
hükümlerden teamül hukuku meydana gelir. Mesela dini bir özelliği
olmamakla beraber iyi bir örnek olması bakımından iki tatil günü
ardında kalan bir çalışma gününü de tatile tabi edilerek o günü de
tatil oluyor. İşte bu teamül haline getirilmiş bir hadisedir. İşte bu
hükümler örfe dayalı olarak verilen hükümlerdir.
- Şeriati meh gableha: İslâm
öncesi şeriatın delil olması geçmiş ümmetlere ait bir hüküm bize de
verilmiş teşri kılınmışsa bizim için bağlayıcı delildir. Oruç gibi.
“Ey inananlar oruç sizden önceki milletlere farz kılındığı gibi size
de farz kılındı” Geçmiş ümmetlerin nesh edilmiş hükümleri bizi
bağlamaz. Örnek: Eski milletlerin şeriatında kirlenen bir elbise
kesilip atılırmış. Şimdi ise yıkanıp temizleniyor. Birde geçmiş
ümmetlere farz kılınan, ama bize farz kılınıp, kılınmadığı açıkça
belli olmayan, yani ortada kalan hükümlerin durumu. Örneğin: Kısas
ayetlerinden bir tanesi “Cana can, buruna burun, göze göz, dişe diş
gibi” bu Ayetin hükmü geçmiş ümmetlerde de vardı. Acaba bu hükümler
bizleri bağlar mı? Bütün anlattıklarımızı Hanefi Meshebi Mezhebine
göre ifade ettiğimize göre. İmam-ı Azam Hazretleri bu ayet bize de
delildir diyor ve böylece bu ayet bizleri de bağlıyor. O zaman, bu
ayetin hükmünce amel etmek bizlere farz olur. Demek ki; eski
kavimlerin, Yahudi ve Nasraniler Tevrat ve İncil, Zebur gibi
kitaplarda bulunan ama Kur'anda da aynısı mevcut olan fakat nesh edip
edilmediği belli olmayan, bizler hakkında da emredici ilgi açıkça
bildirilmeyen eski şeriatlara dair hükümler mezhebimiz Hanefi'ye göre
bizleri de bağlayıcı nitelikleridir. Bu konu diğer mezheplerin
arasında da itilaf konusudur.
- Sahabe sözlerine bir örnek
vermek gerekirse: Hazreti Ayşe R.A annemiz emzirmede müddet hususunda
“Bir cenin anne karnında iki seneden fazla kalmaz” Hadisini delil
kabul eder ve emzirme için iki seneyi yeterli görür. (Böylece
sütkardeşliği tahakkuk etmez)
- Yukarıda izahları yapılan
fer'i (ikinci derecede)deliller dinde yüksek İslam bilgisine, ilimde
rusuh kesbetmemiş kazanmış. Müretehid âlimler tarafından
kurallaştırılmıştır. Fer'i delilerin her mezhep imamı tarafından delil
olarak kabul etmedikleri bir bir gerçektir ama hızlı gelişen olaylara
çözüm getirecek hükümlerin verilmesi de İslâm’ın evrenselliği ve
kıyamete kadar ahkâmının çan olması özelliğinin bir gereğidir. Yani bu
delillere göre hüküm vermek zaruridir. Fer'i delilerin adedi bunlarla
sınırlı değildir. Burada sayılmayan bazı fer'i deliler de vardır.
Aslında fer'i deliller bir biriyle içiçe bulunan delillerdir. Adı az
farklarda birbirlerinden ayrılırlar. Fıkıh İlmi en çok ihtiyaç duyan
bir ilim ve hukuktur. Ancak hüküm verebilecek çok yüksem seviyeli ilim
sahibi ve ilim mevhibeye muhatap olmuş müctehidlere ihtiyaç vardır.
Çünkü İslâm Fıkhı beşeri hukuktan da en geniş daha kapsamlı daha
umumidir. Hem dünyevi, hem uhrevi hükümleri ihtiva etmesi bakımından
son derece önemlidir. Böylesine önemli bir ilmi üç beş sayfada
eksiksiz anlatmak elbette mümkün değildir. Ancak sizlere kısa da olsa
fıkıh ilmi hakkında bir nebze bilgi aktarabildiysek ne mutlu bize.
- (*) Usul-ü Fıkıh Dersleri Bü.
Haydar Efendi.
-
- Kaynakça:
- Kur'an-ı Kerim Arapça Ayet Metni
- Kur'an-ı Kerim ve Türkçe açıklaması
H.Karaman ve heyeti
- Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih 1.
cilt ve hadis metinleri
- Hadis İlimleri ve ıslilahları
- Mülteğa-tül ebhur
- Hukuk-u İslâmiye Kamusu
- İbn-i Abidin
- İslâm Hukuk Tarihi
- Elitgan fi uhimil Kur'an
- Bolu Vaizlik Kurs Notları
- İslâm Ansiklopedisi
- Mevzu Hadisler
- Tac'ül usul
- Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle
- Diyanet Vakfı İlmihali
- İslâm İlmihali
- Usul-ü Fıkıh Desleri
- Sünnetin Teşriindeki yeri
-
Sahih-i Müslüm
-
|
- ÇEVREMİZ VE BİZ
- Canlıların yaşaması;
kendilerine yararlı olan maddeleri kendine çekmek, zararı dokunmayan
nesneleri de kendisinden atmak mümkün olmaktadır. Canlılar denince
insanlar ve hayvanlar değil, tabiat, ağaçlar, bitkiler, otlar ve hatta
toprakla ilâhi doğal denge kanunlarına tabiidirler. Havasız kalan
canlılar ölür. Susuz kalan ağaçlar ve bitkiler kurur. Zehirli atıklar,
gazlar, zirai ilaçlar hayvanatı ve böcekleri öldürür. Denizlerde,
sularda yaşayan balıkları yok eder. İşte bunlar Yüce Allah'ın koyduğu
ilâhi tabii dengenin bozulmasının zorunlu bir sonucudur. Bu yazımızda
canlıların yaşamını tehdit eden çevre kirliliği, havanın, suyun
kirlenmesi, bilinçsiz kullanılması nedeniyle ağaçların, toprağın
kirletilip yok edilmesi olayının nedenleri, zararları ve çarelerini
anlatacağız.
- ÇEVRE
- İnsan veya başka bir
canlının hayatı boyunca karşılıklı ilişkilerini sürdürdüğü dış
ortamdır. Hava, su, toprak, ağaçlar, bitkiler bu çevrenin fiziksel
unsurlarıdır. Tabiatta canlıların kendi aralarında ve çevreleri ile
olan ilişkileri sağlıklı gelişmesine imkân veriyorsa doğal denge
sağlanmış demektir. Aksi halde çevre sorunları karşımıza çıkar.
- ÇEVRE SORUNLARI
- İnsanların doğal çevre
üzerindeki olumsuz zararlı etkileri, doğal kaynakların aşırı, dengesiz
ve yanlış kullanımı sonucu ortaya çıkan tahribata denir. Son yıllarda
ulusal ve uluslar arası bilimsel kuruluşlar tabiatın ve doğal dengenin
ekolojik yapısının korunması için uzun çalışmalar yapmışlar, tabiatın
kirlenmesinin nedenlerini, zararlarını ve çarelerini tespit
etmişlerdir. Buna göre çevre sorunları dört bölümde incelenir.
- HAVANIN KİRLENMESİ
- Hava kirlenmesinin ana
sebebi; yakıtlardan çıkan zehirli gazlar, dumanlar, sanayi
tesislerinin çıkarttığı tozlar ve pis kokulardır.
- HAVANIN KİRLENME NEDENLERİ
- a)
Soba, kalorifer, mutfak ve fabrika Bacalarından çıkan dumanlar havayı
% 50-70 oranında kirletmektedirler.
- b)
Motorlu taşıtların çıkarttığı egzoz gazları havayı % 10-20 oranında
kirletmektedirler.
- c)
Taşıma ve sokak tozları, yıkılan inşaatlar, çöpler havayı % 5-10
arasında kirletmektedirler.
- d)
Diğer sebepler % 5-10 oranında havayı kirletmektedirler.
- Hava kirliliğinin ne kadar
tehlikeli olduğunu anlamak için bir misal vermek gerekirse:
İngiltere'nin Londra şehrinde 1952-1954 yıllarında kirliliğin sebep
olduğu havasızlıktan 5-6 gün içinde 4 bin kişi can vermiştir. Yine
Amerika'da Dorna olayları adı altında bilinen bir hadisede insanlar
hava kirliliğinden dolayı toplu olarak, kitle halinde ölmüşlerdir.
Böylece bu büyük tehlikenin korkunçluğu anlaşılmış çareler aramaya
başlamışlardır.
- SUYUN KİRLENMESİ
-
Canlıların yaşaması için suyun önemi tartışılamaz. Yüce Allah C.C. bu
gerçeği ifade için Enbiya Suresi 30. Ayette mealen “ Biz her şeye su
ile hayat verdik” demektedir.
- SUYUN KİRLENME NEDENLERİ
- a)
Endüstri tesislerinden atılan zehirli maddeler.
- b)
Çeşitli zirai mücadele ilaçları,böcek ve yabani ot ilaçları
- c)
Sun'i gübreler
- d)
Deterjanlar
- e)
Büyük şehirlerin dağlar gibi yığılan çöpleri ve kanalizasyon
akıntıları ile yer altı ve yer üstü sularını kirletmekte,kullanılmaz
hale getirmekte.
- Denizlerin kirlenmesinde
en büyük etken dev tankerlerle petrol taşımacılığının verdiği
zararlardır. 1 litre petrolün 1 milyon litre suyu içilmez hale
getirdiği hesaplanmıştır.
- 1969 yılında Almanya'da
Ren Nehrine düşen içi zehirli kimyasal madde dolu bir fıçının nehre
düşmesi sonucu 40 milyon balık ölmüştür. Suyun kirletilmesinin de ne
feci sonuçlar doğurduğu bu örnekten anlaşılmaktadır.
- YERİN, TABİATIN KİRLENME
-
Toprağın planlanan gayelerin dışında kullanılması, çeşitli mücadele
ilaçları ve atıkların toprağı zehirlemesi, erozyonla verimli
toprakların denizlere akması, ormanların yok edilmesi ve ağaçların
ihmali, tarım arazilerinin inşaat sahası olması, bozuk gecekondu ile
düzensiz kentleşme, şuursuz gübreleme toprağı ve canlıları özellikle
hayvan cinslerini toplu halde öldürüp yok etmektedir.
- GÜRÜLTÜ KİRLENMESİ
- Tabii dengeyi bozan ve son
yıllarda hissedilir derecede hastalıklara neden olan gürültü
kirliliği; ilmi araştırmalarca doğal dengenin bozulmasının
nedenlerinden birisi olarak gürültüyü göstermektedirler.
- Özellikle stresin ana
kaynağı gürültüdür. Havanın kirlenmesi; insanların kavgacı, sinirli,
iştahsız, çalışmaya isteksiz ve yorgun olmalarına neden oluyor.
Kesinlikle akciğer ve deri kanseri yapıyor. Suyun kirlenmesi,
sayılamayacak kadar hastalıklara sebep oluyor ve ani ölümlere yol
açıyor. Tabiatın kirlenmesi; hayvanların özellikle kuşların, yararlı
böceklerin topluca ölümüne sebep oluyor. Böylece tabiatın hayat
dengesi bozuluyor. Tetbirler alınmazsa dünya bir gün yaşanmaz hale
gelecektir.
- Böylesine ciddi zararlara
sebep olan çevre sorunları için alınacak tedbirleri şöyle
sıralayabiliriz.: Hava kirliliğini önlemek için,havanın birinci
düşmanı karbondioksit yani yakıtların çıkardığı zehirli, öldürücü
gazlardır. Çaresi güneş enerjisi gibi gazsız enerji teminidir. Sanayi
tesislerinin dumanlarını zararsız hale getirmek için bacaların yüksek
ve filtreli yapılması, ısınmada dumansız yakıt kullanılması, egzoz
gazının önlenmesi, özenle toprağın ağaçlandırılmasının sağlanması,
yeşil alanların çoğaltılması, şehirleşmede binaların yüksek olmayıp
rüzgâr akımını sağlayacak şekilde yapılması. Suyun kirlenmesini
önlemek için: Sanayi artıklarını ve çöplerin sulara dökülmesine mani
olmak, bunun için yasal ve ekonomik tedbirleri almak,kanalizasyon
sularının temiz sulara karışmasını önlemek,pis su arıtma tesisleri
kurup sayılarını çoğaltmak,denizlerde petrol taşımacılığını sıkı
kontrol altına almak,içme suyu kaynaklarının çevrelerini kesinlikle
ağaçlandırmak, denizleri,körfezleri,koyları ve nehirleri atık ve
zehirli atıklardan korumaktır. Tabiatın, yerin kirletilmesini önlemek
için tarım arazilerini kesinlikle yerleşim alanı yapmamak, zararlı
böcek ilaçların kullanılmasını sıkı denetlemek, doğayı kirletmeyen
deterjanlar kullanmak, çöpleri yok edecek çöp arıtma fabrikaları
kurmak. Erozyonu araziyi ağaçlandırarak önlemek. Ağaçsız kullanılmayan
bir karış toprak bırakmamak. Gürültü standardını tespit edip, gürültü
çıkartan araçları bu standarda bağlamak.
- Buraya kadar havanın,
suyun ve tabiatın kirlenmesinin zararları ve bu zararları önlemek için
alınacak tedbirleri anlattık. Bunların hepsi Yüce Dinimiz açısından
son derece önemli tedbirlerdir. Hiçbir sistem İslâm Dini kadar insan
hayatına ve sağlığına böylesine önem vermemiştir. Sevgili
Peygamberimizin şu mübarek sözlerini birlikte ve dikkatle okuyalım.
”Cüzamlıdan, bulaşıcı hastalıktan, aslandan kaçar gibi kaçınız.
Tükürük ve balgamınızı caddelere ve sokaklara atmayınız. Yoldan gelip
geçenlere eza verecek, onları incitecek zararlı şeyleri yoldan
kaldırınız. Bunlar olgun imandan bir cüzdür. Bunu yapmayanların
imanları tam ve olgun değildir. İnsanlara sıkıntı veren şeyleri
kaldırmak sadakadır. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararlı
olanlardır. Bunu yapanlar Allah'ın rızasını kazanır ve Cennetine
girerler”
- Görüyor ki; çevre
sorunları genelde İslâm'ın yasak ettiği işleri yapmaktan
kaynaklanmaktadır. Dinimiz temizliği dinin yarısı, imanın parçası
saymıştır. Her türlü hastalık ve zarar buna riayet etmemekten ileri
gelmektedir. Buna göre dünyada herkes pis olabilir, pis yaşayabilir;
ama Müslüman asla pis olamaz. Havayı, suyu ve tabiatı kirletemez, pis
yaşayamaz. Yüce Allah C.C. Bakara Suresi 195. Ayette mealen:”Kendi
ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız, herkese iyilik ediniz,
Allan iyilik edenleri sever” buyuruyor. Bu ayet bizlerin uyacağı en
güzel kural olmalıdır.
- Kaynaklar:1- Kur'an-ı Kerim ve
Türkçe Meali Alisi Ö.N.Bilmen 2-Tecrid-i Sarih 3- Sahih-i Müslüm
4-Yeni Hutbeler
-
|