DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

İÇİNDEKİLER
Mahmut Selim GÜRSEL TAKDİM
Hayat Hikayesi
İSLAM HUKUKUNUN KAYNAKLARI

DİNİMİZDE SİSTEMLİ ÇALIŞMA VE HELAL KAZANÇIN ÖNEMİ1

ÇEVREMİZ VE BİZ
 
 
 
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TAKDİM           

Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak görülmelidir.

            Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.

            Bu çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı göreceksiniz.

            Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir kitaptır; onu okumamız gereklidir.

            Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar veremeyiz. 

Mahmut Selim GÜRSEL  

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Fikrettin ÇIPLAK

           01/01/1943 tarihinde Çorum Osmancık kazasının Kamil nahiyesinde doğmuşum. İlkokulu köyümde okudum. 1955 ders yılında Çorum'da yeni açılan İmam Hatip Okuluna girdim. Aynı okulun 4 yıllık bölümünde okudum. Annemin genç yaşta vefatı ile 1961 yılın bayında Kargı Hacıhamza'da imametlik görevine başladım. 1963 yılında askerlik için görevimden ayrıldım. Askerliğimi 1.Ordu Karargahında Askeri İstihbaratçı olarak yaptım. 1965 yılı askerlik dönüşü kısa bir süre Çorum merkez Üyük köyünde görev aldım. 1965 yılı sonunda Çorum Merkez Karakeçili Camisine sınavla naklen geldim. 
Bu arada İmam Hatip Okulunun lise kısmını dışarıdan bitirdim. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünü kazandım. Görevimi İstanbul'a naklettiremediğim için okula devam edemedim. Çorum Devlet Lisesini dışarıdan bitirdim. Lise diploması ile bazı fakültelere kayıt olduysam da görevimi bırakamadığım için devam şartından dolayı fakültelerden kayıtlarım silindi. Daha sonra Odtadoğu Amme İdaresi Sevk ve İdare Yüksek Okulunu 1976 yılında bitirdim. 
1969-1976 yılları arasında birçok Mesleki ve kültürel kurslara katıldım. Bu kurslardan en önemlisi olarak İmam Hatipte Arapça Hocamız olan eski Çorum
Müftüsü fıkıh alimi Mustafa ÖZER hoca efendiden Arapça tefsir,hadis,fıkıh gibi konularda uzun süreli dersler okudum. 
Karakeçili Camisindeki resmi imametlik görevimin yanında,Ulu camide fahri ve bilâ ücret 25 yıldan fazla zamandır fahri vaizlik yapıyorum. Yine Bir takım sosyal faaliyetlerin oldu. Din Görevlileri ve İmam Hatipliler  Derneklerinde yönetici olarak bulundum. 1976-1980 yılları arası İmam Hatip Lisesinde derslere girdim. Avrupa'nın Almanya,Belçika gibi yerlerde kısa süreli görevlerde bulundum. Avrupa'nın Almanya,Hollanda,Avusturya,Belçika, Fransa gibi yerlerini gezerek dolaştım. Gördüklerimi mahalli gazetelerde uzun süre yazarak Çorum halkına aktardım. 
Şu anda Çorumlu 2000 Dergimizin yazı ailesinde karınca kaderince hizmete katkımız olsun diye yazı veriyorum. 41'inci hizmet yılını bitiriyorum. Karakeçili Camisinde görevime devam ediyorum.
 Yayınevimizin  basılmış ve sanal yayınlanmış dergilerinde yazıları bulunmaktadır.

 

 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İSLAM HUKUKUNUN KAYNAKLARI
         Konunun Önemi: Yüce dinimiz İslam insanlığın mutluluğunu amaçlayan, onlara dünya ve ahretin saadet yolların gösteren kurallar manzumesidir. Dinimiz insanlara hakkı, hakikati ve doğruyu tarif etmekle kalmaz, bu ilahi kuralların ömür boyu hayata tatbikini yani emir ve yasaklara uygun davranılmasını da ister. Arzu edilen mutluluğa ancak böyle ulaşılabileceğini bildirir.
         Kapsam olarak dinimiz itikat, ibâdet, Ahlâk ve muamelat kısımlarını içerir. Konumuz olan İslam Hukuk yani İslam Fıkhı ise dinin ibadet, muamelat, hadler ve cezalar kısımlarını içine alır.
Özellikle her insan, her Müslüman hareketlerini bu kurallara göre ifa ve icra eder. Duyduklarının doğruluğunu fıkıh ölçülerine göre ölçerek değerlendirir. Özellikle rehber ve önder durumunda bulunan ve halkla iç içe yaşayan din görevlileri, hele cami görevlileri insanlarla birlikte olmaları nedeniyle iletişim araçlarının hızlı bilgi akışı içerisinde iyi ve kötü maksatlarla İslam'ın bütünlüğünü bozmaya yönelik medyatik hareketlerde insanın kendilerine sordukları fıkıhla ilgili suallerine verecekleri cevapların, isabet oranı, fıkıh bilgilerinin sağlamlığına ve doğruluğuna bağlı olarak isabet oranları yüksek olacaktır. İşte hem Müslüman insanımıza hem de değerli meslektaşlarımız olan din görevlileri kardeşlerimize yardımcı olmak üzere İslam Fıkhının kaynakları konulu tarafımızdan konusu ile ilgili 20 kadar eserden sahih ve muteber olarak hazırlanmış, sizlerin bilgisine ve eleştirisine sunulmak üzere aşağıya çıkartılmıştır.
         Çalışmamızın amacını böylece belirttikten sonra fıkıh ilminin üstünlüğü, lüzumu, fakihlerin, âlimlerin ve onların yolunu takip eden amil bilginlerin faziletlerini Kur'an ve Hazreti Muhammed S.A.V. efendimiz bildiriyor.
         Tevbe Suresi,122 Ayet-i Kerimesi: “Müminlerin toptan hepsi sefere- savaşa- çıkmaları doğru değildir. Onların her kesimden bir grup dinde (dini ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri savaştan döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdırlar. Umulur ki sakınırlar”  Tevbe 122 ayet-i Kerime fıkıh ilminin önemi ve fakihin üstünlüğünü bildirmektedir.
         S.A.V Efendimiz Hazretleri de:  “Allahu Telala bir kimseye hayır, iyilik, murat ederse, onu dinde fakih eder [buhari-Müslüm]” buyuruyor. Yine S.A.V. mealen “İki haslet; (güzel huy) münafıkta birleşmez: biri güzel ahlak, ikincisi de dinde fakih olmak”,”Bir fakih şeytana, bin abitten daha eşittir (daha şiddetli gelir) [İbn-i Abidin-Enes R.Anh'dan]”
         Bu haberlerden anlaşıldığına göre en faziletli ilim fıkıhtır. Çünkü suçun ve cezanın ne olduğunu bilen, bilmeyenlere göre daha az suç işler ki, bunun için yüce Allah C.C. “Allah'tan en çok ilmiyle amil âlimler korkar ” buyurarak âlimlerin değerini açıklıyor.
         Şimdi fıkıh ilminin Allah katındaki değerine kısada olsa değindikten sonra çeşitli fıkıh ekolleri ve müçtehitleri tarafından yapılan tarifleri verelim.    FIKIH: Sözlük manası: bir şeyi bilmiktir. Efal ve harekâtın delalet ettiği dini delilleri bilmektir. Şer'i ve fer'i delilleri detayı ile bilmektir .[İbn-i Abidin cilt 1 Sh.34]
         Tarif: Fıkıh bir şeyi en iyi ve detaylarıyla ve teferruatı ile bilmek ve anlamaktır. Dini anlamda fıkıh ki İmam-ı Azam Efendimizin:
         “İnsanın amel, iş ve hareket yönüyle kendinin lehinde ve aleyhinde (faydasına ve zararına ki ) ki hükümleri bilmektir. Bunu biraz açarsak; insanlar “Başıboş ve abes, faydasız, gayesiz yaratılmamışlardır Müminun 115” İnsanlar akılları fikirleri cihetiyle diğer hayvanattan farklıdırlar.
         İnsanlardan zuhur eden her söz, fiil ve hareketlerde dinden bir hüküm varid olmuştur. Fakat her zaman bu hükümler her fiile göre mensus (hakkında nas olmalı) ve musarrah (açık) değildir. İşte insanların hayatlarına tatbik ederek uygulayacakları hükümleri derç eden ilme “Fıkıh İlmi” denir. Meselâ: Beş vakit namaz, her Müslüman’ın yapması lüzumlu bir iştir. Yani farzdır. Namazla ilgili bütün ahkâmı (vakitleri, farzları, vacipleri, sünnet vb.) delilleriyle ortaya koymak fıkıh ilminin işidir. Bu ilimle uğraşanlara “Fakih” denilir.
         Ömer Nasuhi Hoca Efendinin, Hukuk-i İslâmiye Kamusu 1. cilt sh. 15 deki tarifine göre fıkıh: Lugatta bilmek, anlamak, meselenin küllüne vakıf olmak, bütün inceliklerine nüfus etmek, bir şeyi bilinçli ve akıllı bir halde anlatmak, kapalı bir şeyin hakikatine (nazar-ı infaz) erişmek, ulaşmak, kendisine hüküm taalluk eden (uyması gereken) gizli bir delili bilmek, anlamak manalarına gelir. Islahata yanı, din literatüründe insanın amel cihetiyle, lehine ve aleyhine olan şer-i,dini hükümleri bir meleke, alışkanlık halinde bilmesidir. Başka bir tarife göre, kişinin ibadat, ukubat (haklar ve cezalar) ve muamelata kişinin kendisiyle, aile ferdinin, fertlere, ferdin topluma, toplumun toplumlarda münasebetlerini ilgilendiren (medeni hukuk, borçlar hukuku, ceza hukuku vb. gibi) müteallik, şer-i dini hükümlerini mufassal (detaylarına varıncaya kadar ) bilmekten ibarettir.
         Fıkıh öğrenmek: Kur'anın fazlasını öğrenmekten daha eftaldir. (İbn-i Abidin 1. cilt sh.37.) Yukarıda izahı yapılan fıkıh tariflerinin üçü de ufak ayrıntılar dışında hepside aynı manayı ifade etmektedir. Netice itibarıyla, İmam-ı Azam efendimizin kurallaştırdığı şekliyle fıkıh:”Amellerimize, işlerimize taallük eden dini hükümleri (kuralları) delilleriyle bilip kavramaktır. Yani kişinin lehinde ve aleyhindeki dini hükümlerin toplamıdır.” Fıkhı bir hükme örnek verecek olursak:”Namaz farzdır. Kur'an-ı Kerim'de ayetle sabittir. Kılınışı, fiili sünneti mütevatirle sabittir. Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa S.A.V. 'Namazı benim kıldığım gibi kılınız. Çünkü onu bana Cebrail A.S. öğretti' buyuruyor. Namazları Pmeygamber Efendimiz S.A.V. gibi kılmak ümeti üzerine farzdır.” Kimse akşam namazını iki rekâta indiremez. Sabah namazını da dört rekâta çıkaramaz. İşte bunlar dinin ibadet kısmına ait fıkhı bir hükmüdür. Ancak fıkıh hükümlerinin hepsi her zaman bu kadar açık olmaz.
         Fıkhın Gayesi: İnsanları (Müslümanları) hatadan korumak, dini kurallara uygun yaşamalarını sağlamak, onların dünya ve ahret sorumluluğundan kurtaracak tarzda hareket etmelerini temin etmek, yani mutlu etmektir. Fıkhın kuralları bağlayıcıdır. Fıkhın hükümlerine (kararlarına) fetva denilir. Fetvalar genel olarak ehlisünnet vel cemaat olarak kabul edilen mezheplere göre her fakihin ait olduğu mezhebe göre fetva verilir. Böylece dört mezhebin mensupları zaruret anında biri diğerinin hükmü fetvasıyla amel edilirler. Muamelatta maslahata (faydalı alana) uygun olanı İslami bir idareninki mezhepten birine göre zaruretten fetva ile karar alırsa bu karar bağlayıcıdır.
         Fıkhın Kaynakları: Asli ve Tali (ikinci derece) deliller olarak ayrılır.
         Asli Delilleri:
1-Kitap (Kur'an-ı Kerim)
2- Sünnet
3- İcma-i ümmet
4- Kıyas-ı fukaha
         Tali Delilleri:
1-İstihsan
2-İstishap
3- Maslahat-ı mürsele
4- Mesheb-i sahibe
5- Şeriat-ı mengaplena
6- Örf ve adet
         1-Kitap: Asli delillerin birincisi ve en önemlisi Kur’an-ı Kerim’dir..
         KUR'AN-I KERİM'İN TARİFİ: Kur'an-ı Kerim Allah-u Teâlâ’nın kelamıdır. Abdullah'ın oğlu Hazreti Muhammed S.A. Vesellem'in kalbine Cibril-i Emin Namus-u Ekber vasıtasıyla Arapça lafzı ve gerçek manasıyla Muhammed S.A.Vesellem'in Allah-u Teala'nın “Resulü” olduğuna delil, kanıt olması, insanlara kanun olması, insanların onunla hak yolunun bulması için inmiştir. (Kendisine uyarak sımsıkı sarılan ibadet edenleri Allah-u Teala'ya yaklaştırır. Kur'an okunması şekli lafzı ve manasıyla da ibadettir)
         Kur'an: İki kapak arasında toplanmış, adına “Musaf” denen sahifelerden ibaret olup; Fatihe Suresi ile başlayıp, Nas Suresi ile son bulur. Başlangıçtan günümüze kadar tevatüren (inkarı aklen mümkün olmayacak sağlamlıkta) gelen kitap haline ve şifahi ezberlenerek hıfzedilen, hiçbir harfi bile tebdil, tağyir (değiştirilmeden) teksir ve taksir (Eklenti, fazlalık ve noksanlıktan korunmuş) Kıyamete kadar Allah-u Teala tarafından korunacak olan ilahi kitaptır. [Hukuki İslam iye Kamusu Cilt 1 Sahife 16]
         KUR'AN-I KERİM'İN ÖZELLİKLERİ:
         1- Lafız-söz ve manasıyla mutlak kesin Allah kelamıdır.
         2- Mutlak İlahi vahye dayanır.    
         3- Arapça olarak indirilmiştir.
         4- Namaz içinde ve namaz dışında okunması ibadettir,sevaptır.
         5- Sözlerini ve manalarını öğrenmek gereği ile amel etmek ibadettir.
         6- Emir ve tavsiyeleri bağlayıcıdır. İnkârı küfürdür.
         7- Lafzı-sözleri ve manalarıyla beraber hükmü kıyamete kadar bakidir. Tebdil, tağyir, taksir ve teksir gibi arızalardan mesun ve mahfuz korunmuştur. Kur'an-ı Kerim 114 Sure 6666 ayettir. Ayet sayısındaki itilaf ayetlerin ayet olup olmadıklarından değil, bazı uzun ayetlerin 1. mezmi ayettir. Besmele Kur'an dan bir Ayettir. Yoksa her surenin başında ayrı bir Ayet midir? Huruf-u Mukattaa ( Elif-lam-mim, ha-mim, elif-lam-mim-sad gibi) birer ayet midir gibi itilaflardan kaynaklanmaktadır. Yoksa mevcut Kur'an ayetlerinin tamamının ayet olduklarında itilaf yoktur. Kur'an ayetlerinin kelime sayısı 77,934 harf sayısı 1,027,000 dir. Kur'an-ı Kerim hakkında yüzlerce cilt eser yazılmıştır. Burada geniş kapsamlı bir konuyu birkaç sayfa ile anlatmak elbette mümkün değildir. Konumuzu ilgilendiren Hazreti Kur'anın fıkıh açısından delil olma niteliğindedir. Onun için Kur'anın diğer hususlarına değinilmemiştir. Konumuzu ilgilendiği yönüyle Kur'an hakkında söyleyebileceğimiz onun, Müslümanlar hatta insanlık için  bir kurtuluş, hidayet rehberi olma sı, Müslümanları bağlayıcı niteliğinin olmasıdır. Yüce Allah Kur'anın lafzını, mana-larını geniş tefsirini okuyup anlayarak amel edenleri övüyor. Al-i İmran suresi 113-114-115. Ayetlerinde “Gece saatlerinde Allah'a secde ederek Kur'an Ayetlerini okurlar. Allah'a ve Ahret gününe inananlar,iyiliği emreder, kötülükten men ederler. Hayırlı işlere koşarlar. İşte bunlar iyi insanlardır. Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah takva sahiplerini çok iyi bilir” Buyruluyor. Yine fıkıh açısından Kur’anın kayda değen hususlarından birisi de dinde zorlama, zorluk olmadığı ve daima kolay olanı tercih etmesidir. “Kur’andan kolayınıza geleni okuyun”,”Allah sizin için zorluk değil kolaylık istiyor” emri ile zorlukları önlüyor. Ayrıca lafzının ve manasının okunması, onunla amel edilmesine kat kat sevap vereceğini bildiriyor. 10-70-700 katları bulan hadsiz sevap veriyor. Hadisi Şerifte, Peygamber Efendimiz S.A.V. “Elif Lam Mim bir harftir demiyorum. Ya Elif bir harf, Lam bir harf, Mim bir harftir diyorum.” Yani Elif, Lam ve Mim’e en az 30 sevap verileceğini ifade ediyor. Unutulmamalıdır ki; bu sonsuz sevap müjdesi Kur’ani bir yaşayışın ürünüdür.
Yoksa içinde tefekkür, tezekkür bulamayan kuru bir sözü okur gibi Kur'a-ı okumanın bu müjdeyi elde etmeye yetmeyeceği açıktır. Yine Kur'anın insanların mutluluğu için koyduğu ve onu beşeri insanların yaptığı hukuktan ayıran huzurun kaynağı olan bir özelliği de Kur'anın vicdani, manevi ahret anlayışı içinde hareket tarzını içermesidir. İnsanların yaptığı kanunlar kişinin, kişilerin ve toplumla olan ilişkileri düzenler ve konulardaki hukuk düzenine aykırı hareketleri tespit ve isabet ederse maddi cezalar verir. Yani; suçunu kanundan saklayan pak temiz sayılır. Haksız olduğu halde kanun nazarında haklı çıkan aklanmış sayılır. Daha açık bir ifade ile beşeri hukukun ilahi, vicdani ve manevi yönü yoktur. İnsanların ahlaki yönüyle fazla ilgilenmez. İşte huzursuzluğun, haksızlığın, adaletsizliğin ana kaynağı budur. Ama Kur'an öyle değildir. İnsanların hem dünyevi, hem de hukuki hayatını ilgilendiren kurallar ihtiva eder.
İnsanların vicdan ve uhrevi yönleri iye ilgilenen kurallar ihtiva eder. Böylece sevap, günah mefhumunu Allah korkusu ortaya koyar. Kanundan gizlense de Allah'tan kaçamayacağına inanan insanlara öğütler. Nefes nefes ahrette hesaba çekileceğine inanan insanların melekleşeceği, suç ve suça sebep olan ortamın böylece ortadan kalkacağını bildirir. Demekki; Kur'anı beşeri hukuktan ayıran en önemli husus günah-sevap-ahret suali-cennet-cehennem gibi insanların vicdanlarını koruyan kuralları ihtiva etmesidir.
         Bütün dünyada yaşayan huzursuzlukları, haksız ve adaletsizliklerin temelinde yatan ana sebep Kur'anın bu manevi yönünün insanlara hakim kılınamayışı ve onların bi anlayışın dışındaki yaşantılarıdır.
         Şer'i delillerin ikincisi ve fıkhın kaynaklarından birisi de sünnettir. Sünnet: Peygamber Efendimizden zuhur eden söz ve fiil ve tağrirleridir. Bu tarife göre Peygamber Efendimizden zuhur eden sözleri, fiilleri, efal harekâtı ve tağrirleri başkalarının yaptığı işleri söz ve fiilleri Peygamber Efendimizin onaylamasıdır.
         Sünnetin İslâm Hukuku Fıkhı açısından üç ana işlev görevi vardır ki; bunlar:
         1-Te'yit yani Te'kid eder, kuvvetlendirir.
 Hadisi şerifler Kur'an ayetlerini aynı manaya gelen benzeri ifadelerde kuvvetlendirirler. Destekleye-rek te'kid ederler. Aynı konuda, aynı manada hem ayet, hem de Hadis-i Şerifin varlığı kabul edilir.
         2- Sünnetin Tebyin, açıklama görevini ifa eder. İleride geleceği gibi Hadisler, Sünnet, fıkhın konusunu teşkil eden kapalı Ayetlerin açıklamasını yapar ve Ayetin uygulanabilirliğini sağlar. Abdest, gusül, namaz, zekat, hac, kurban vb. gibi konular Peygamber Efendimizin uygulamalarına uygun olarak Müslümanlara ifa edilirler.
Mesela: Yüce Allah C.C. Kur'anın muhtelif yerlerinde (80-90 ayette) direkt veya dolaylı olarak namazdan söz eder. Namazı dosdoğru kılınız, zekâtı eksiksiz veriniz, haccı menakıbine uygun yapınız diye mutlak emirler verir. Ama namazın vakitlerinin tayini, namazın nasıl kılınacağı, rekâtlarının kaç olacağı, zekatın ölçü ve miktarını, cinsini, haccın yapılışını bildirmez, açıkça anlatmaz. Bu hususla rın nasıl yapılacağını Peygamber Efendimiz bize göstermiştir. “Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın. Çünkü bunları bana Cibril A.S. öğretti” buyuruyor. Zekâtta, hacda ve diğer hususlarda böyledir. Ebu Bekir R.A. Peygamber Efendimizin zekât alma, emrine dayalı olarak zekât vermeyen kabilelere harp açmıştır.        Kur'anın bu emirlerini Peygamber Efendimizin açıklayıp, uygulanır hale getirmesi olayına Sünnetin Tebyini denir. Kapalı ayetleri açıkladığı için bu isim verilmiştir.
         3- İnşa; Sünnetin önemli görevlerinden üçüncüsü de inşadır. Yeniden hüküm koymasıdır. Kur'andı bildirilmeyen bir hükmün Peygamber Efendimiz tarafından konulmasıdır. Örneğin: Kur'anda nikâhı haram olanların sayıldığı Nisa Suresi 22-24 Ayetlerde (Maide 5. Ayeti ehli kitap kadınların nikâhını helal kılır) saymadığı halde yeğenle, teyzenin. Hala ile yeğenin bir nikâhta olmalarının haram olması hükmü Peygamber Efendimizin Sünneti ile sabittir. Yani bir erkek hanımı ile hanımının yeğenini alamaz. Teyzesi ile yeğenini nikâhı bir erkete birleşemez. Bu kuralı Peygamber Efendimiz koymuştur. Kur'anda olmayan bir hükmün Peygamberimiz S.A.V. tarafından konulmasına “İnşa” yani yeniden hüküm koyma denir. Demek ki; emirlerin, nehiylerin, farzların, vaciplerin kaynağı, dayanağı sadece Ayetler değil, Sünnetlerde olabilir. 
Demek ki Peygamber Efendimiz S.A.V. efendimiz; dinde hüküm koymuştur. Sünnete dayalı emir ve nehiyler içeren sünnetle, hadisler amel zaruridir. Çünkü Peygamber Efendimiz S.A.V. “Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş, bana asi olan Allah'a asi olmuş olur” buyurmuştur. Böylece sünnetin fıkıh açısından önemini anladıktan sonra, sünnetle ilgili genel bilgilerden çok lüzumlu olanları sunalım.
         Genel manada sünnetler: Sünnet-i Hüda ve Sünnet-i Zevaid diye ikiye ayrılır. Sünnet-i Hüda; Peygamber Efendimiz S.A.V. tarafından ibadete taalluk eden söz, fiil ve tagrirleridir. Sünnet-i Zevaid ise; Peygamber Efendimiz S.A.V. tarafından zatına şahsi yaşayış, giyim, kuşam, yeme, içme gibi diğer insanlarla müşterek olan, beşeri işlerdir ki, bunlar ibadet değil, adet cinsindendir. Böyle olmakla beraber, Peygamber Efendimiz S.A.V. gibi yaşamaya gayret etmek isteyenlere bir örnek teşkil eder. İbadet içermediğinden onlar içermediğinden Zevaidi, fazlalık sayılmıştır (İlalvesiyle Hukuk-u İslâmiy-ye Cilt 1. sh.16)
         Sünnetin fıkıhta delil olması bakımından en önemli husus, Hadis-i Şeriflerin Kur'an-ı Kerim'den sonra dinin ikinci ana kaynağı olması nedeniyle, Hadisi Şeriflerin vürudu yani, Peygamberimizden zuhuru kesin olması şarttır. Böyle olunca sünnet, hadis olduğu kesin olan bir sözün, fiilinin veya tayinin inkârı Peygamberimizi inkar etmiş gibi bir yanlış anlayış tarih boyu azda olsa bulunulmuştur. Açık ifade etmek gerekirse; İslâm âlimlerinin muhaddislerin, hadis kritikçilerinin insanüstü gayretlerini yok sayarak, İslâm düşmanlarının Hadis-i Şerifleri bir takım bahanelerle yok sayarak sadece Kur'anla amel edilme gibi yanlış bir anlayış tarih boyu az da olsa bulunmuştur. Bu tezi savunanlar, aslında bilerek veya bilmeyerek İslâm'ın temeline dinamit koyduklarının farkında değillerdir. Bu yanlış düşünceleri bertaraf ekmek dinde delil olma bakımından Hadis-i Şeriflerin kuvvet derecelerini bilmek ve ona göre amel etmek gerekeceğinden Hadis-i Şeriflerin kısımlarına dinde delil olma sırasına göre açık anlamak lazımdır. Bu konu en meşhur eser olan Sahihhi Buhari Tecvid-i Sahih'in başlangıç bölümünü ve özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarından olanı tercih edilerek okunması gerek.
         Hadis İlimleri ve Islahatları adlı esere göre; Hadis-i Şerifler dinde delil olma bakımından ikiye ayrılırlar. Birincisi Makbul Hadisler, ikincisi Merdud hadisler. Makbul olan sahih, merdud olan hadislere zayıf hadisler denilir. Bu iki büyük kısmın şumülüne, ravilerin ve hadis metinlerinin durumları ile, sıhhat ve zayıflık bakımından hadislerin ahvalleri girer. Bazı hadis âlimleri hadislerine göre de, hadisler Sahih, Hasen ve zayıf olarak üçe ayrılırlar. Buna göre Hasen Hadis; Sahih Hadisten aşağı, Zayıf Hadisten de yukarı kuvvette bi Hadis-i Şerif şeklidir. Yine Hasen Hadis Sahih sayılmaktadır. Zayıf Hadisde ikiye ayrılıp kendileri ile amel edilen ve kendileriyle amel edilmeyecek derecede zayıf olan hadisler denilmektedir. Zayıf hadisleri kendisiyle amel edilen kısma Hasen Hadis demişlerdir.
Zayıf hadislerin ravileri kizb ve müttehimdemlen (yalanla itham edilmektedirler) Bu yüzden zayıf olmaktadırlar. Büyük hadis âlimi El-Hazimi Hafız (Hasan Basri Ezberbilen) hicri 584'de Bağdat'ta vefat etmiştir. Hadisi şeriflerin yüz kadar çeşidi vardır. Her biri bir ilim dalıdır. Hadis âlimleri bütün ömürlerini bu işe hasretmişler yine de tamamını öğrenemedim demişlerdir.
         SAHİH HADİS: Söz ve muallâk olmayan, isnadı Resül Ekreme veya sahabeden veya sonrakilerden tabiinden- birine varıncaya kadar adl ve zabt sahibi kimselerin yine kendileri gibi adil ve zabıt sahibi kimselerden muttasıl-bitişik-senetlerle rivayet ettikleri hadis-i şeriflerdir. Sahih hadisler dinde delil olması, Müslümanları bağlayıcı niteliği olması, bazan Kur'an Ayetleri gibi, bazen ayet mesafesinde olan sahih hadisin, sahih hadis olabilmesi için gerekli şartlar şunlardır:
         Sahih hadisin birinci şartı müsnet olmaktır, yani Peygamber Efendimizden hadis-i şerifi duyan ravi ile en son ravi arasındaki bütün raviler eksiksiz tam rivayet etmiş olacaklardır. Ravi zincirinde hiç bir eksik bulunmayacaktır. Sahih hadisin senedi muttasıl olacaktır. Böylece hadisin Peygember Efendimizden suduru kesin olacaktır ki; böyle bir hadis-i şerifin sahih hadis olduğunda şaibe kalmaz. Örneğin: Mürsel Hadis senedinden bir sahabi düşmüş, eksik olan hadistir ki, sahih değil zayıf sayılır. Amelde delil olur, itikatta delil olmaz.
         Sahih hadis sâz olmayacak, yani doğruluğu kesin olarak bilinen sika bir ravinin yine kendisi gibi sika ravilere muhtelif olarak yaptığı rivayettir. Örnek: Muuzib Cebel R.A. diyor ki: Peygamber Efendimiz Tebrük Seferi sırasında güneşin batıya meylinden önce (yani ögle vakti) yola çıktığında öğle namazını ikindiye kadar tehir ederdi. Sonra ikisini birden (cemi tehir) kılardı. Güneşin meylinden sonra yola çıktığında (ikindiye yakın) öğle vakti çıkmadan öğle ile ikindiyi birlikte (cemi tagdim) ile kılardı. Akşam namazından önce yolculuğa çıktığında akşam namazını tehir ederek yatsı ile beraber (cemi tehir) kılardı. Akşam namazı vaktinde yola çıkarsa akşam namazının ardından yatsı namazını kılardı. Akşamla yatsıyı akşam namazı vaktinde cem ederdi. Buyurdular. Şimdi; bu hadis-i şerif sahih bir hadis şerif ama, raviler arasında birinin diğerine muhtelif şekilde rivayet eden bir ravi olduğundan İmam-ı Şafi bu hadisi şerif-i sâz (yani zayıf) kabul ediyor, o zaman hadis-i şerif sahih hadis seviyesine ulaşamıyor.
         Sahih hadis muallel (illetli) olmayacak. Hadisin sıhhatinde zedeleyen gizli bir illet olmamalıdır. Bunu ancak yüksek hadis âlimleri anlayabilir. Örnek: Peygamber Efendimiz ”Ben günde 100 defa Rabb'ıma tevbe ve istiğfar ederim” Buyurmuştur. Bu hadis-i şerif rivayet edenlerin arasında bir Medineli bu hadisi Kufeli birisinden rivayet etmiştir. Malumdur ki; Medineliler Kufelilerden rivayet ederlerse hata eder ihtimali vardır. Çünkü Medineliden değil de Küfeliden hadisi duyması yanlıştır, Medineliden duyması daha kolay ve daha aklidir. Bu hadis ilminde ufak bir ayrıntıdır, ama hadiste illet üzerine ciltler dolusu eserler yazılmıştır. Sahih hadislerin tespitine insan üştü bir gayret gösterilmiştir. Görüldüğü gibi hadisi şerifler derlenirken kum içinde altın kırıntıları ayıklar gibi hadisi şerifler titizlikle ayıklanmıştır. Sahhih hadisler bu dikkatle ortaya çıkartılmıştır.
         Sahih hadisin senedindeki raviler adl ve zabit sahibi kimseler olmak zorundadırlar. Hadiste adalet; Allah’ın emrini harfiyyen yerine getiren, nehiyden, şiddetten kaçınan doğru özler, sadık amil bir kişi demektir. Asla ağzından yalan çıkmamış insanlar olacaktır. (at ile atı,it ile iti ) kandıran kişiden hadis almayan ravilerin titizliği gibi
Hadiste zabt ise: akıl, fikir sahibi birinin hadisi şerifi anlayarak ve kavrayarak bilinçli, şuurlu bir şekilde hadisi şerifi alarak öylece nakletme yeteneğine sahip olacaktır.
         MÜTEVATİR HADİS: Aklın ve adaletin yalan üzerine birleşmesi imkânsız gördüğü bir topluluğun, senedinin başından sonuna kadar yine kendileri gibi bir topluluktan rivayet ettiği sahih hadisi Mütevatir Hadis derin. Bir hadisin mütevatir hadis olabilmesi için en az dört koldan dört kişinin ayrı yollardan hadisi rivayet etmesi gerekir. Ravi sayısı ve rivayet adedi ne kadar çoksa hadis o kadar güçlü olur. Dört adedi Nur Suresi, on üçüncü Ayet delil gösterilerek tespit edilmiştir. Bir kimseye zina isnadının sutubu için en az dört kişinin zina haline şahit olduklarına yeminle teyit etmeleri gerekir.
         Mütevatir hadisin ravi adedinin yukarıda sınırı üç yüze varanı vardır. Mütevatir hadisin hadis olması kesin olduğundan mütevatir hadisin inkarı küfürdür. Dinde delil olması bakımından ayetten farkı yoktur. Mütevatir hadislerden bazıları şunlardır:
         Peygamber Efendimiz S.A.V'in ibadetlere art fiil sünnetleri, namazın kılınışı, namazın cemaatle kılınışı, haccın yapılışı, zekatın ödenme çeşitleri, Peygamberi mizden şefaat umulması, mescitteki hurma kütüğünün inlemesi, mest üzerine mest, İsra ve Miraç olayı, Peygamber Efendimizin parmaklarından su akması, Katade'nin gözünün yerine takılması, az yiyecekle çok askerin doyması, Peygamber Efendimizin üzerine hadis uydurdukların Cehennem azabına duçar olacaklarına dair, duada ellerin yukarıya kaldırılmasına dair Peygamber Efendimizin fiili sünneti,Niyet etme gibi
Hadisler. Bu hadisler yüzlerce sahabi tarafından rivayet edilmiş hadislerdir.    
         AHET HABERİ VAHİD: Mütevatir derecesine varmayan tek sahabi tarafından rivayet edilen sahih hadislerdin. Haberi vahit  hem ilim, hem de amel ifade eder. Kendisiyle amel edilir. Hükme uyulur
         Genel olarak hangi hadisler sahih hadislerdir:
         1-Buhari ve Müslim'in üzerinde ittifak ettiği hadisi şerifler
         2-Sadece Buhari'nin rivayet ettiği hadisler
         3-Sadece Müslim'in rivayet ettiği hadisler
         4-Buhari ve Müslim'in kitaplarında bulunmadığı halde, onların şartlarına uygun diğer kitaplarda bulunan hadisler.
         5-Buhari'nin şartlarını taşıyan hadis-i şerifler
         6-Müslim'in şartlarını taşıyan hadis-i şerifler
         7-Buhari ve Müslim'in dışında kalan muhaddis ve imamların sahih kabul ettiği hadis-i şerifler. Gibi.
         HASEN HADİS: Söz ve illetten salim olarak, zaptı mükemmel olmayan, ravilece rivayet edilen hadislerdir. Sahih hadisler kadar kuvvetli olmamakla beraber, dinde delil ve hüccet olma bakımından istishada elverişlidir. Şartları itibarıyla sahih hadis meselesinde bir hadi çeşididir. Hasen hadis çeşidini ortaya atan büyük hadis âlimi İmam-ı Tırmizi'dir.
         ZAYIF HADİSLER: Kendisinde sahih ve hasen hadislerin sıfatları bulunmayan hadisdir. Bunların sayısı 381'e çıkaranlar vardır. Zayıf hadislerin en önemlileri sırasıyla şunlardır:
         Mürsel: Senedinden bir Sahabi düşen. Tabiinin Resüllullah S.A.Vesellemden direkt rivayet ettiği hadistir. Kale Resülullah diye başlar. Dinde delil olmaz.
         Mühkati-Mudal-Müdelles-Muallel-Muzdarıb-Maklub: Bunlar Buhari Hazretlerinin Bağdat ülemasınca sınavı sırasındaki sorulan hadis şekli. Çeşitli hadislerin birbirine karıştırılması ile ortaya çıkar.
         Mühker-Metruk-Mevkuf-Maktu vb.isimlerini alar hadisler vardır. Genel olarak zayıf hadislerle amel caizdir. Dinde delil olmaz. İnkârı küfür sayılmaz. Çünkü bu hadislerin S.A.Vesellemden suduru kesin değildir.
         Bir de mevzuu yani uydurma hadisler vardır ki; bunlara hadis denmez. İsmi üzerinde uydurulmuşlardır, bu hadislerde çeşitli maksatlarla iyi ve kötü niyetlerle uyduruldukları ve asıl hadislerin arasına sokulmuşlardır. Dinde olmadıkları halde, dinde gibi gösterilmelerdir. Hadis âlimleri bunları teker teker ayıklamışlar, birer birer tespit etmişlerdir. Bu kadar sık ve titiz çalışmalara rağmen toplanan hadis kitaplarının içinde az da olsa sahih hadislerin arasına sızmışlardır. Binde bir oranında olması bile bu uydurma hadislerin varlığı İslâm ülkelerini rahatsız etmiştir. Bu uydurma hadislerin, hadis olmadıkları için dinde delil olmaları söz konusu değildir. Muhaddis alimleri uydurma hadisleri temizliyoruz diye bazı sahih hadisleri bile gözden çıkarmışlar, az da olsa bazı sahih hadisleri uydurma hadis saymışlardır. Uydurma hadisler hakkında bilgi edinmek istiyenler M. Yaşar Kandemir'in Mevzuu Hadisler ve Onları Anlama Yolları adlı eseri okumalarını sağlık veririm.
         Hadisleri delil olma bakımından derecelerine göre ayırıp onlarla ilgili kısa da olsa gerekli bilgiyi verdikten sonra; konumuz olan İslâm Hukukunun Fıkıh Bakımından Önemine geçelim. Kur'an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz S.A.Veselleme mutlak itaati ve onun tavsiyelerine uyulmasını emrediyor. Durum böyle olunca sahih hadislerin Müslümanlara delil ve huccettir. Bağlayıcı niteliktedir. Çünkü bu hadislerin hadisi şerif oldukları kesin ve gerçektir. Böyle olunca bu hadislerle amel etmekte vaciptir. Peygamberimizin mütevatir derecesindeki sahih hadisini inkâr Peygamberimizi inkardır ki bir Müslüman için bunlar düşünülemez.
         Peygamber Efendimizin hadislerine uymamızın gereğini şu örnekle açıklayabiliriz: Sahabiden Abdurrahman b. Teyd R.A. Hacta dikişli elbise ile ihrama girmiş birini görür. Ona: Peygamber Efendimizin “Dikişli elbise ile ihrama girilmeyeceğini emrettiğini, yani dikişsiz elbise giymesi gerektiğini hatırlatmış ise de adam, itiraz ederek: Bana bu konuda bir ayet gösterebilir misin demiş. Bunun üzerine Abdurrahman b. Zeyd R.A. Peygamberimiz bunu bizzat böyle yaptı, dikişsiz elbise giydi ve başkalarına da giymelerini emretti. Yüce Alla C.C. Peygamberine itaati emreder. Haşır Ayeti 7 Surede 'Resülüm size neyi getirmişse onu alınız. Sizi neden men etmişse onu terk ediniz' Buyuruyor. Demesi üzerine adam itaat etti” Peygamber Efendimiz Haccın menasikinin yapılmasını bize fiilen göstermiştir.
Yani burada şer'i bir hükmün sünnet-i tebiynle ortaya koymuştur. Konu önemli olduğu için bir örnek daha sunayım: Büyük İmam Tavus (Tabiinin büyüklerindendir, malum fakih ve hadis âlimi) Hicri 106 Hacta vefat etmiştir. İlkindi vakti ikindi namazından sonra iki rekat namaz kılmış,bunu Abdullah b. Abbas R.A. görmüş Tavus'a Peygamber Efendimiz ilkindi namazın dan sonra nafile namaz kılmayı yasak etti bir daha bu namazı kılma demiş,Tavus'ta bu Peygamberimizin mürekkit bir sünneti kabul edilir korkusuyla kılmamıştır.
Yoksa kılardı demesi üzerine Abdullah b. Abbas R.A. Peygamber Efendimizden ikindiden sonra nafile namaz kılınmamasını mutlak surette yasak ettiğini ısrarla söyler ve Azhab Suresi 36. ayetti “ Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman Mümin erkek de ve Mümin kadında kendi işlerinde aykırı hareket etme muhayyerliği yoktur. Her kim ki Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” Ayetini okur ve Tavusu Allah ve Resulünün hüküm verdiği bir konuda istediği gibi hareket etmek muhayyerliği yoktur der ve onu uyarır.
         Demek ki; Sünnetin varit olduğu bir konuda Müminin muhayyerliği yoktur. Çünkü Sünnetinde Ayet gibi kolaylığı vardır. Ayrıca o hükme seve seve içtenlikle ayırmakta şarttır. Çünkü: Nisa Suresi 65 Ayet “Hayır (Ya Muhammed!) Rabb'in hakkı için onlar Müminler arasında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonrada verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar. “ Bu Ayetin nüzul sebebi Peygamber Efendimizin hükmettiği bir hususta işaret için indiği noktasında ittifak vardır. Zübeyr b. Avvam ensardan bir zattan önce Hırra Çeşmesinden içmesine hükmetti. Bu hükme itiraz edilmesi üzerine Allah C.C. bu Ayeti imal etti. Daha öncede ifade edildiği gibi Kur'an-ın açıkça bir hüküm getirmediği yerde Sünnetin müstakil olarak kanun koyma selahiyeti vardır. Sünnet Kur'an-ın tefsir ve izahını kendine bıraktığı hususları da tefsir eder. Kur'an da müphem ayetlerini tefsir etmesi, ibadet, muamelat, ukubet, helal ve haram gibi İslâm'ın Hukukunun bütün mevzuatına şamildir. Ayrıca Sünnet; Kur'a-ın ilavesidir. Çünkü; Peygamber Efendimiz :”Size sıkıca sarıldığınız takdirde, sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Allah'ın Kitabı ve benim Sünnetim” Buyuruyor ve böylece İslâm Dininin iki ana kaynağının Kur'a-nı Kerim ve Resulallah S.A.V.  sünneti olduğu bildiriliyor. Asıl Kur'an-ı Kerim'de bulunsa bile Sünnetin teşrinde (hüküm koymada) müstaleri olduğu Peygamber Efendimizin her Sünnetinin Kur'an da bir aslının bulunduğu yine Kur'an tarafından bildirilmektedir. Nahl Suresi 89. Ayetinde “Her şeyi açıklayan bir kitap olarak gönderilmiştir” Yine Enam Suresi 38. Ayetinde bildirildiği gibi “Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” Demek ki; Sünnet dinde bir ilave değil Kur'an-ın tebiyn,te'yid,te'kid ve teşri bakımından bir bütünleyicidir. Sünnetin kesin delil olması ile ilgili bu açıklamaların dışında daha birçok Ayet-i Kerim’de ve sahih Hadis-i Şerifler vardır. Bu durum karşısında Sünnet bütün tafsili delilleriyle birlikte Kur'an-ı Kerim'e yönelmiş ve Kur'anla iç içedir.  Sünneti Kur'andan ayrı düşünmek, yani bir birleriyle alakaları yok saymak İslâm'a en büyük iftiradır. Şimdiye kadar hiçbir âlim Sünnetin getirdiği ile amel vacip olduğunu gösteren Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim daha umumi Hadis-i Şerifler ise daha hususidir. Daha umumi olanı kapsadığı yani; Kur'an-ın sünneti içine aldığında şüphe yoktur. Şimdi bu açıklamalardan sonra bazı şahısların Sünneti Teşride müstakil sayıp, bazılarının da sayılmaması önemli değildir. Eski âlimleri Kitabın Sünnete, Sünnetin de Kitaba terk ettiği bir saha vardır diyerek Kur'an-la Sünnetin birleşmesinin mürtefimi olduklarını vurgulamaları bir gerçektir. Bu doğru bir sözdür. Çünkü;Yüce Allah C.C.: Nisa Suresi 80. Ayette tereddüde mahal bırakmayacak şekilde açıklıyor. “Kim Peygamber S.A.Vesel lime itaat ederse,muhakkak Allah'a iteat etmiş olur” Buyurduktan sonra Sünnetin teşri tabi-yen ve teyit tebid bakımından öneminde şüphe yoktur. Çünkü Hak Te'âlâ helali haram haramı helal kılma yani hüküm koyma bakımından Sünnetle Kur'an arasında bir fark yoktur. (Hadis İlimleri ve İs.Sh.233)   
         Bütün bunlara rağmen zaman zaman Sünneti Kur'andan ayırmak Sünneti Kur'andan saymama gayretleri gafletleri görüldüğü gibi son zamanlarda medyada TV lerdeki bazı dini programlarda yok sayılmaktadır. Güya Sünneti yok sayarak Kur'an Müslümanlığı, Kur’an gerçeği, Kur’anda ki Müslümanlık gibi sadece Kur'anla amel edilmesinin propagandasını yapmaktadırlar. Gerçekten sünnetleri yok sayarak sadece Kur'an-ı Kerim'le amel etmek pratikte de mümkün değildir. Çünkü İslami kuralların hepsi Kur'an-ı Kerim'da ap açık belirtilmemiştir. Mucmel, mübhem ve tüteşabih ayetler ancak sünnetle açıklık kazanmıştır. Sünneti yok sayarsak yukarıda geniş izahını yapılan namazı nasıl kılacağız? Orucu nasıl tutacağız? Zekâtı nasıl vereceğiz? Hacı nasıl ifa edeceğiz? Bunların tamamı ve daha birçok husus sünnetle teşri edilmiş, açıklanmış ve ibadetler bugünkü şeklini Peygamber Efendimizin göstermesiyle vücut bulmuştur. Aslında Peygamber Efendimiz sahibül mücisat olarak bu husus sanki 1500 sene evvel görmüş gibi haber veriyor. Gayb perdesini aralayarak ilerideki çağlarda Allah'ın Kitabı ile Resullulah'ın Sünnetlerini birbirinden ayırma çabalarını bize bildiriyor ve bunu sapıklık olduğunu haber veriyor. Peygamber Efendimiz Hz. Ebu Davut ve İbn-i Mece'nin rivayet ettikleri:”Şunu kati olarak biliniz ki: Bana Kur'an-ı Kerim ve bir misli daha verilmiştir.” , “Şu  Kur'ana sarılınız. Onda helal olarak ne görmüşseniz, onu helal kabul ediniz. Neyi haram olarak görmüşseniz, onu da helal olarak kabul ediniz “ diyerek “bazı kimseler gelmek üzeredir. Şüphesiz Allah Resulünün haram ettiği şey Allah C.C. haram ettiği şey gibidir” buyuruyor ve İmam-ı Şafi de “İmamların bütün söyledikleri sünnetin şerhidir. Sünnet de Kur'anın şerhi açıklamasıdır” hasılı Kur'an ile Hadis Peygamber Efendimizin söyledikleri
         Demek ki; Allah C.C. bir şeyi farz kıldı deniyorsa; ancak Kitabullah ve Sünnet-i Resülullah için kullanılabilir. Çünkü Allah C.C. Resulüne imanı kendine imanla birlikte zikretmektedir. Aslında bu çalışmanın ana gayesi de bu gerçeği vurgulamaktır.
         Netice: Sünnetin sahih olan bütün çeşitleriyle, şer'i delillerinin ilanesi olduğu hüküm ifade etme, onunla (sünnetle) amel etme bakımından yani; sünnetin insanlara şer'i delil olmasında Kur'andan farklı olmadığı yukarıda izahı yapılan delillerden anlaşılmaktadır. Daha fazla bilgi almak isteyenler; Sünnetin Dindeki Yeri adlı ve bu konuları içine alan müstakil eserlerle beraber ve özellikle Sahih-i uhari Tecridi Sarihin başlangıçtaki hadis usulüne dair bölümü ile Hadis Usulünü inceleyen Hadis İlimleri ve İzahları adlı eserleri okunmalıdır.
         Sahabelerden 1000'in üzerinde hadis rivayet edenlerden bazıları:
Ebu Hureyre 5374 Hadis
Abdullah b. Ömer 2630 Hadis
Enes b. Malik 2286 Hadis
Hz. Aişe K.S. 2210 Hadis
Abdullah b. Abbas 1160 Hadis
Cabir b. Abdullah 1540 Hadis
Ebu Saidi  1170 Hadis Rivayet etmişlerdir.
         En muteber kaynak hadis kitapları şunlardır:
         Sahih-i Buhari (Hicri 194-256) es Sehih'dir. İmam Muhammed Buharri Hazretleri;10 yaşından küçükken hadis ezberlemeye başlamış, 50 sene gibi uzun bir zaman içinde Buhari Şerifi derlemiş, meydana getirmiştir. Yüz bini sahih olmak üzere üç yüz bin hadis derlemiştir. El Cami-us-sahih adlı eserini yetmiş binden fazla raviden dinlenmiş ve on altı senede tamamlanmıştır. Yani Buhari Şerifteki hadisler üzerinde ömrünü tüketmiştir. Hicri 194 tarihinde Buhara'da doğmuş,256 tarihinde Semerkant'tın Hartenk köyünde vefat etmiştir. İlmideki yüceliği ve menkıbeleri dillere destan olmuştur. Bunlardan Matlup Hadisle ilgili olanı meşhurdur.
         Sahih-i Müslüm (Hicri 204-261) Buhari'nin talebesidir Sahih-i Müslim de Buhari Şerif kadar kuvvetli bir hadis kitabıdır. İmam Müslim bu eserini üç yüz bin hadis arasından seçerek meydana getirmiştir.
         Tirmizi (Hicri 200-279) Eserinin adı Süheh'dir. Hasen hadislerin ana kaynağıdır. İmam Buhari ve Müslim'in sağlamlığını nakleden bir eserdir. Ayrıca İmam Tirmizi hadisleri şerh etmiş,açıklamıştır.
         Ebu Davut (Hicri 202-275) Sünen-i Ebu Davut,Fıkıh hükümleri için ana kaynaktır.
Nese'i (209-279) ,İbn-i Mace (209-273),İmam-ı Malik'in Muvatta-ı,Ahmet b. Hambeli'nin Musned'i sayabiliriz.
İcma-i Ümmet: Şer'i delillerin kuvvet itibarıyla üçüncüsü icma-i ümmettir. Peygamber Efendimizin vefatından sonra herhangi bir asırda, Müslüman müçtehitlerin, şer'i bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir. Tanımından anlaşıldığı üzere, her ittifak icma değildir. Ancak yüksek ilim sahibi müçtehitlerin, âlimlerin her konuda değil ancak şer'i bir konuda ittifaklarıdır. Peygamber Efendimizin vefatından önce şer'i konuları çözüyordu. Bu çözüm ya ayetle veya mücmel ve müphem bir ayeti teb'iyn açıklama ile veya teşri bir sünnetle oluyordu. Hükümlere delil olacak esaslar böyle belirleniyordu. Yani; hükme delil olacak esaslar böyle belirleniyordu, Peygamber Efendimiz vahye ve ilhama muhatap idi, vefatı ile bu durum son buldu. Ama şer'i esaslar kıyamete kadar devam edecektir. Zamanın teceddüdü (değişmesi) ile olaylarda değişiyor. İlim ve teknolojinin gelişmesi yeni yeni hadiselerin doğmasına sebep oluyor ve bu olaylar hakkında yeni hükümler verilmesi gerekiyor. İşte bu sorunların çoğu icma ve kıyas yoluyla çözümleniyor. (*) yani icma ve kıyas edilen şeriyyeden sayılıyordu. Yeni yeni zuhur eden olaylarla ilgili hüküm varsa önce kitap (Kur'an-ı Kerim) onda yoksa sünnetle, orada da yoksa Ashab'ın icma ile sünnete aykırı olmayan icma olacaktır.  Peygamber Efendimizin “ Benim ümmetim, delalet, sapıklık üzerine ittifak etmez” hadisi şerifi icmanın sünnetten delilidir. Bir asırda yaşayan müctehidlerin tamamı bir meselede ittifakına Sahih,Açık,İcmai,muctehidi izamın bir kısmının ittifakına karşı diğer bir kısmı sükutu halinde meydana gelen icma'ya sukutu icma denilir. Sukutu icma'ı Hanefilerin dışındaki mezhep imamları kabul etmezler.
İcmanın hükmü: icma,kitap ve sünnet gibi dinde katiyet ifade eder. İcma ile sabit olan bir hükmün inkarı küfürdür. Kıyas zan ifade eder. İcma yakın ifade eder. Kıyas rey iledir. İcma bir senede istinat eder. Bu senet zanni olmalıdır. Kat'i olursa kitap ve sünnet olur.  İcmanın İslam'ın ana kaynaklarından olduğuna şu ayetler delalet eder. Ali İmran suresi 10- ve 110. ayetlerde:”Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder,kötülükten men edersiniz.” Bakara Suresi 143. Ayet ve Tevbe Suresi 119. ayetler icma için delil gösterilmişlerdir.
42. Sayıdan devam.
KIYAS-I FUKAHA: Şer'i delilerin dördüncüsü kıyastır. İlletlerin aynı olması nedeni ile hakkında nas olmayan bir olayı,hakkında nas olan bir olaya müsavi eşit olay hakkında verilen hükümdür ki;bu hükme kıyas-i denir. Örnek:
         “Alkollü içki emsallerinin rakının,biranın,afyon,eroin,esrar,tiner ve benzeri sarhoşluk veren maddelerin hakkında nas olan şarap üzerine kıyası gibi. Çünkü bu maddelerin ortak niteliği alkol sarhoş etme özelliğidir.”
         Peygamber Efendimizden sahih olan bir Hadis-i Şerifte:
         “Allah-u Teala alışverişi helal, riba (faizi) haram kıldı.” Faizsiz buğdayı buğdayla, misli misline bir kiloya bir kilo değişirseniz faiz olmaz. İlave fazlası ile değiştirirseniz yani bir kiloya iki kilo gibi aynı cins buğdayı değiştirir veya satarsanız fazlası (1 kilosu) faiz olur” buyruluyor. Aynı cins eşyada eşit miktar satışı caiz, fazlalığı riba (faizdir). Haramdır. Şimdi bu Hadis-i Şerif buğday hakkındadır. Ayrıca altın, gümüş, tuz, hurma, arpa gibi bazı maddeler hakkında da aynen nas hadis vardır. O zaman hakkında nas olmayan darı, mercimek, fasulye, pirinç gibi yüzlerce maddenin satışı hakkında nas hadis yoktur. Şimdi hakkında nas olmayan aynı cins mahsulün fazlalıklı satışı hakkında hüküm nedir? Aynı cins ve özellikteki maddelerin satışının alış verişinin fazlalığının haram olmasının sebebi.”Keyl mal cinsi aynı cinsin fazlalıklarının satışıdır. Yani bankaya belli sürede 100 lira koyup, yüz elli lira alınması misalindeki 50 liralık fazlalıktır. Bu fazlalık cinsi aynı miktarı, aynı ölçüsü, fiyatı aynı, kalitesi aynı olmak şartına muhalif olduğundan faizdir. Haramdır. Demek ki; haram olmasının illeti keyl maddesi tabir edilen fazlalık kısmıdır. Aynı cins maddenin mübayasında fazlalık haramdır. Şimdi kıyas bunun neresinde? Hakkında nas olmayan darı, susam, pirinç, mercimek, fasulye, nohut gibi bir takım yiyecekler ve diğer maddelerin bu maddelerin satışındaki fazlalıklarda hakkında nas olan buğdaya kıyas edilecek fazlalık kısmının faiz olduğuna hükmedilir. Bu hüküm kıyastır. Yani bir kilo pirinci başkasına belli bir süre sonra ödemek üzere ödünç verse ve iki kilo pirinç alırsak hakkında nas olmamasına rağmen buğdaya kıyas ederek alınan bir kilo fazla pirincin faiz olduğu ortaya çıkar. Çünkü buğdayla pirincin kendi cinsleri ile satışındaki faize sebep olan illetin cinsi cinsine fazlalık aynı olduğundan pirinç buğdaya kıyas edilir. Fazla olan kısmı haram olur ki buna kıyas denilir.
Demek ki faiz olmaması için
1-Cinsleri aynı olmayacak,
2-Değerlerinde fazlalık olmayacak
3- Kalite ve fiyatları eşit olmayacaktır. Kıyasta: üzerine kıyas edilenle buğday asıl ile hakkında kıyas edilen pirincin arasında illet benzerliği olmayacak ki o da fazlalıktır ve yahut bu sayılan hususların tersi olursa o zaman faiz olur. Bu nedenle kıyas bir hücceti şerriyedir. (dini bir delil) Ehli Sünnet nezdinde delildir. Şia'da diğer bazı mezheplerde delil kabul edilmezler. (Mecellenin İslâm Hukukunun Kanun Maddeleri)nin çoğu hadislerin kıyasıdır. Yani hükümlerin çoğu kıyas üzerine bina edilmiştir. Böylece birçok sorunun çözümü sağlanmıştır. Ayrıca kıyas Peygamber Efendimizin sünneti ile de sabittir. Peygamber Efendimiz ashabı Güzinden Muaz ib. Cebel R.A. Hazretlerinin Yemen'e Vali Kadı olarak görevlendirdiğinde kendisine sormuş Ya Muaz işleri nasıl halledeceksin. Sana gelen davalarda neye göre hüküm vereceksin?  Demiş. Muaz:
- Allah'ın kitabıyla ya Resüllallah. Peygamberimiz:
- Orada bulamazsan ne yaparsın? Muaz:
- Sizin sünnetinizle hükmederim. Peygamberimiz:
- Orada da bulamazsan ne yaparsın? Diyince:
- Kitaba, sünnete ve kendi görüşümle hükmederim. Demiştir.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Allah'a şükürler olsun ki Resulün elçisini Resulünün razı olacağı şeye muvakkık kıldı diyerek Allah'a hamd etti. Bu meşhur hadis kıyasın şer-i kaynak olduğuna delil kabul edilmiştir. Ayrıca Peygamber Efendimiz ebu Musa el-eşari ile İbn-i meyud (Fakih Sahabi) R.A. Hazretlerine hıyni hacette kendi reyleri ile amel ve hareket etmelerini tavsiye etmiştir. (Usul-ü Fıkıh Dersleri. İlgili bölüm) Ayrıca kıyasın dinde delil olması rema ile de sabittir. Peygamber Efendimiz zamanında; Sahabeyi Kiram devrinde de rema-i sukuti ile ashabın reyi ile hareketlerini zaman, onu ret veya kabul telakki etmezler, böylece sukuti rema hasıl olurdu.
KIYASTA DÖRT ŞART VARDIR:
1- Asıl nas olacak (buğdayın,buğdaya fazlalıklı mübadelesinin haram olduğu gibi)
2- Fer-i hakkında hüküm vereceğimiz madde örneği (pirinç)
3- Hükmü asıl keyl muamelesi aynı esas maddede olacak
4- İlleti camra (Fazlalık kısmı) Açıklaması: Pirincin pirinçle mübadele değişiminde buğdayın buğdayla alışverişine kıyas  edildiğinde, buğday asıl=makisun aley üzerine kıyas edilen madde pirinç, FERR makıs hakkında hüküm verilecek madde hükmü asıl fazlalık. İlleti haramiyet aynı cins olması, bu durum kıyas demek ki aslında fer'e nakledilmektir. Zamanımızda zuhur eden olayları Peygamber Efendimizin hayatta iken hakkında hüküm verdiği asıl meseleye benzeterek gerekli şartlar dâhilinde hâkime bağlamaktadırlar. Örneğin; Peygamber Efendimizin zamanında okla vurulan bir insana ne ceza veriliyorsa, zararı nasıl gideriliyorsa, zamanımızda da tabanca ile vurulan ama ölmeyen bir vaka hakkında aynı hükmü nakletmektedir. Bu misalleri çoğaltmak mümkündür.
Kıyasla yeni bir hüküm koyma yerine Peygamber Efendimizin zamanında hükmü bu günkü olaylara nakletmektir. Şimdi bu izahtan sonra Kur'an, Sünnet ve İcma, Katiyet, Kıyas ise Zihniyet ifade eder. Kıyasın şer'i delil oluşu üç esasa bağlıdır.
1- Kur'anda buna işaret eden ayet yoksa
2- Hadisten bir delil
3-Sahabenin reyi vardır. Kıyas bu sayılan esaslar üzerine yapılır. Yani bunlar asıldır.
         FER'İ DELİLLER: İstihsan; bir şeyi güzel görmektir. Açık kıyasın terki ile, gizli kıyası tercihtir. Yani gizli kıyas demektir. Manası bir işi iyi görme anlamına gelir. İstihsan isi; açık bir kıyastan, gizli bir kıyasa veya kurallı bir hükümden çüz'i terk etmektir. Yani açık olan veya masraftan faydadan dolayı olabilir, önceden satış anında söz edilmeyen ve sonradan ortaya çıkan bir husus hakkındaki hükümdür. Satılan bir tarlanın suyu satışa dâhil değildir. Satılmamış sayılır. Çünkü tarlanın satışı anında tarlanın suyundan söz edilmemiştir. Ayrıca icara verilen tarlanın suyundan başkalarından başkaları da faydalanırlar.
         İhtisan müretehitin bir meselede özel delil sebebiyle o meselenin benzerinde verdiği hükümlerden vaz geçip başka bir çözümü benimsemektir. İstihsan: genelde hakka niyet, hüsniyet, hakkın kötüye kullanılması, kolaylık gibi kuralları göz önüne alarak verilen bir hükümdür.
         ISTISHAB Geçmişte bir şeyin hükmü ne ise onun değişikliğini, ortaya çıktığı görününceye kadar devam eski hükme uymak onu tatbik etmektir.(İbkama kan ala makan) yani; mazideki bir halin devamı mevcut olduğu müddetçe hüküm devam eder. Hükmün gerekçesi değişirse hüküm de değişir. Örnek: Kocası kaybolan bir kadının belli bir süre geçtikten ve bir haber alınmamışsa 4-5 sene gibi bir zaman içinde ortaya çıkmamışsa, hanımın müracaatı üzerine hâkim hanımı kaybolan kocasından istishaben boşar, kadın serbest kalır. Burada boşanmaya sebep kadının zararının ödenmesi boşanarak başka birisi ile evlenme imkânının hanıma tanınmasıdır.
         Yine istishabın bir yönü de: Eşyada asl olan ibahadır. Yanı; hakkında haramdır diye hüküm bulunmayan bir şeyin yenmesi, içilmesi, kullanılması vb. helaldir. İstishabın başka bir şekli ”Beraeti zimmet esastır” yani; bir kişi dünyadaki bütün insanlar tarafından suçlu sayılsa bile hakkında mahkemece hüküm verilmediği müddetçe suçsuzdur. Mevkuftur, ama mahkum değildir.
MESALİHİ MÜRSELE (İSTİSLAH) : Mezheplerin fayda teorisine dayalı, şeri delilerin tarifi:Şeriatın,dinin hakkında hüküm koymadığı ne ilga kaldırdığı,ne de ibka (baki bıraktığı) ettiği hakkında hüküm olmayan bir mesele üzerine verilen hükme İztislah veya Mesalihi Mürsele denilir.
         Din ne haram diyor, ne de helal diyor. O meselede dinde hüküm yok. Örnek: evlenmek. İslâm'da vacip (Evlenmediği zaman günaha düşme tehlikesi varsa) o kimsenin evlenmesi vacip olur veya sünnet veya mübah veya haramdır. (Evlenme ehliyeti yokluğu) yani;evlilik meşru bir iştir. Burada istislaha konu olan, şimdi bu evliliğin kayda geçirilmesi, evlenme memurunun kaydı şartımıdır, değil midir? Şarttır. Çünkü bunda tarafların faydası maslahatı, iyilikleri vardır. Demek ki; İslâm Devleti evlilikten kayda geçenleri, bu kayıt olaylarının dinde delili maslahatı mürseledir. Tarafların haklarını korumak amacına yöneliktir. Ancak diğerleri gibi istislahta ana delilere aykırı olmaz. Yani öz olarak insanların, insanlığın yararına olan, ancak şer'i kaynaklarda hak olan hüküm bulunmayan olaylar ve işler hakkında genelde bir delile dayalı olarak hüküm verilir. İnsanlığın işlemesini kolaylaştırmak için yapılır. Yararlı bir iştir. Hazreti Ömer R.A. bu delile dayanarak Devlet İdaresinde birçok yenilikler yapmıştır. Hapishaneler kurmuş, emniyet ve asayiş hizmetleri, bayındırlık ve ulaştırma alanında yenilikler getirmiştir.
Bu delilin üç şartı vardır:
1- Gerçekten konan hükümle bir fayda, umumi veya umumun zararı önlenmiş olmalıdır.
2- Temin edilmek istenen fayda ferdi değil, umumi olmalıdır. Bir şahsın yararı için hüküm konulmaz.
3- Bu hüküm İslam'ın genel prensiplerine, naslara (Ayet, Hadis gibi) aykırı olmamalıdır. Örneğin Endülüs Emevi Devleti Halifesinden birisi Ramazan günlerinde kasten sık sık orucunu bozar, her orucu bozulduğunda bir köle azat edermiş. Ben orucu kasten bozuyorum ama cezasını da üzerime düştüğü şekilde ödüyorum demiş. Bu durumu alışkanlık haline getiren Halifeye karşı Endülüs Kadısı bir fetva vererek kefaretin gayesi suçu önlemeye yönelik zorlamadır, yani caydırmadır. Halifeye köle azat etmek kolay geliyor, size zor gelen kefalet kısmını yapmanız yani 60 gün birde tutmadığınız oruçla 61 gür oruç tutmanız lazım diye fetva vermiş, o zamanın İslam uleması Endülüs kadısının bu fetvasına karşı çıkmışlar. Çünkü bu fetva nassı Kur'ana açıkça aykırıdır demişlerdir. Kur'anda sırasına göre kefalet önce köle azad etmek olduğuna göre halifeye verilen ceza önce köle azat etmek olduğuna göre, halifenin iki ay oruç tutması açık nassa aykırıdır. Yani buradaki maslahat, fayda, ayete aykırıdır. Öyle ise hüküm ifade etmez.
         SAHİH ÖRF: Şer'i bir delile aykırı olmayan, helâlı haram, haramı helal saymayan, insanların gerek söz, gerek iş, gerekirse terk ettikleri veya takip ettikleri yoldur. Örf gelenekleri köklü adetlerdir.
         Örnek: Et ve Balık: ikisi de ettir. Ama balığa balık denir, et denmez. Bir balıkçı dükkânına varıp ta bana bir kilo et ver denmez. Bana bir kilo balık ver denir. Ama balığın da bir et cinsi olduğunu herkes bilir. Bu sözlü örf misalidir. Şimdi buradan dinde delil olan örf nasıl çıkıyor: Bir kimse et yemem diye yemin etse ve et cinsinin arasında bir ayrımda belirtmemişse (şu eti, bu eti gibi) ama tutarda balık yerse yemini bozulmaz. Çünkü örf haline gelmiştir ki kimse balığa et demez. Balıketi der. İşte burada halka mal olmuş,Kur'ana, Sünnete ters düşmeyen bir örf adete göre hüküm verilir. Bu misallerdeki örfe sözlü örf denir. Bunlar sözlerde ifadesini bulan örflerdir.
         İkincisi Fiili Örftür. Bedeli belli olan bir malın parasını bakkala bırakıp malı alıp gitmek gibi! Ekmek, tuz, sigara gibi!. Fiyatı herkes tarafından bilinen mallarının bedelleri dükkâncıya verilerek, tereklerden malları alıp gitmek! Dükkâncının parayı alması! Sukutu veya dükkâncı dükkânda olmazsa bile fiyatı herkesçe malum (sigara, kibrit gibi) olan malın bedelini masaya koyup malı almak fiili örfe misaldir. Elbette ki bu durum her zaman yapılacak bir hareket değildir. Karşılıklı satıcı ve alıcının birbirlerine aşına olanların arasında olabilecek bir hadisedir.
         Üçüncüsü Fasit Örftür: Yani; nassa aykırı örftür. Dinin delil kabul etmediği örftür. Örneğin: Bugün düğünlerde İslâm ahlakına aykırı işler adet haline gelmiştir. İçki, dans ve ileri seviyede israfta adeta adet haline gelmiş olabilir. Ama Allah'ın Kitabıyla yasaklanmış olan içkinin düğünlerde içilmesi adet haline gelse bile kıymet ifade etmez. Yani fasit. Geçersiz örf üzerine hâkim bina edemez. Örfe bağlı hâkimler zamanın ve adetin değişmesiyle örflerde değişir. Zamanın ve örfün değişmesiyle, örfler değişir. Tamamen ve örfün değişmesiyle bu örfe dayalı hükümde ortadan kalkar. Mecelle maddesi zamanın değişmesiyle örfe dayalı ahkâmında değişmesi inkâr edilemez bir gerçektir. Örfe dayalı hükümlerden teamül hukuku meydana gelir. Mesela dini bir özelliği olmamakla beraber iyi bir örnek olması bakımından iki tatil günü ardında kalan bir çalışma gününü de tatile tabi edilerek o günü de tatil oluyor. İşte bu teamül haline getirilmiş bir hadisedir. İşte bu hükümler örfe dayalı olarak verilen hükümlerdir.
         Şeriati meh gableha: İslâm öncesi şeriatın delil olması geçmiş ümmetlere ait bir hüküm bize de verilmiş teşri kılınmışsa bizim için bağlayıcı delildir. Oruç gibi. “Ey inananlar oruç sizden önceki milletlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” Geçmiş ümmetlerin nesh edilmiş hükümleri bizi bağlamaz. Örnek: Eski milletlerin şeriatında kirlenen bir elbise kesilip atılırmış. Şimdi ise yıkanıp temizleniyor. Birde geçmiş ümmetlere farz kılınan, ama bize farz kılınıp, kılınmadığı açıkça belli olmayan, yani ortada kalan hükümlerin durumu. Örneğin: Kısas ayetlerinden bir tanesi “Cana can, buruna burun, göze göz, dişe diş gibi” bu Ayetin hükmü geçmiş ümmetlerde de vardı. Acaba bu hükümler bizleri bağlar mı? Bütün anlattıklarımızı Hanefi Meshebi Mezhebine göre ifade ettiğimize göre. İmam-ı Azam Hazretleri bu ayet bize de delildir diyor ve böylece bu ayet bizleri de bağlıyor. O zaman, bu ayetin hükmünce amel etmek bizlere farz olur. Demek ki; eski kavimlerin, Yahudi ve Nasraniler Tevrat ve İncil, Zebur gibi kitaplarda bulunan ama Kur'anda da aynısı mevcut olan fakat nesh edip edilmediği belli olmayan, bizler hakkında da emredici ilgi açıkça bildirilmeyen eski şeriatlara dair hükümler mezhebimiz Hanefi'ye göre bizleri de bağlayıcı nitelikleridir. Bu konu diğer mezheplerin arasında da itilaf konusudur.
         Sahabe sözlerine bir örnek vermek gerekirse: Hazreti Ayşe R.A annemiz emzirmede müddet hususunda “Bir cenin anne karnında iki seneden fazla kalmaz” Hadisini delil kabul eder ve emzirme için iki seneyi yeterli görür. (Böylece sütkardeşliği tahakkuk etmez)
         Yukarıda izahları yapılan fer'i (ikinci derecede)deliller dinde yüksek İslam bilgisine, ilimde rusuh kesbetmemiş kazanmış. Müretehid âlimler tarafından kurallaştırılmıştır. Fer'i delilerin her mezhep imamı tarafından delil olarak kabul etmedikleri bir bir gerçektir ama hızlı gelişen olaylara çözüm getirecek hükümlerin verilmesi de İslâm’ın evrenselliği ve kıyamete kadar ahkâmının çan olması özelliğinin bir gereğidir. Yani bu delillere göre hüküm vermek zaruridir.  Fer'i delilerin adedi bunlarla sınırlı değildir. Burada sayılmayan bazı fer'i deliler de vardır. Aslında fer'i deliller bir biriyle içiçe bulunan delillerdir. Adı az farklarda birbirlerinden ayrılırlar. Fıkıh İlmi en çok ihtiyaç duyan bir ilim ve hukuktur. Ancak hüküm verebilecek çok yüksem seviyeli ilim sahibi ve ilim mevhibeye muhatap olmuş müctehidlere ihtiyaç vardır. Çünkü İslâm Fıkhı beşeri hukuktan da en geniş daha kapsamlı daha umumidir. Hem dünyevi, hem uhrevi hükümleri ihtiva etmesi bakımından son derece önemlidir. Böylesine önemli bir ilmi üç beş sayfada eksiksiz anlatmak elbette mümkün değildir. Ancak sizlere kısa da olsa fıkıh ilmi hakkında bir nebze bilgi aktarabildiysek ne mutlu bize.
(*) Usul-ü Fıkıh Dersleri Bü. Haydar Efendi.
 
Kaynakça:
Kur'an-ı Kerim Arapça Ayet Metni
Kur'an-ı Kerim ve Türkçe açıklaması H.Karaman ve heyeti
Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih 1. cilt ve hadis metinleri
Hadis İlimleri ve ıslilahları
Mülteğa-tül ebhur
Hukuk-u İslâmiye Kamusu
İbn-i Abidin
İslâm Hukuk Tarihi
Elitgan fi uhimil Kur'an
Bolu Vaizlik Kurs Notları
İslâm Ansiklopedisi
Mevzu Hadisler
Tac'ül usul
Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle
Diyanet Vakfı İlmihali
İslâm İlmihali
Usul-ü Fıkıh Desleri
Sünnetin Teşriindeki yeri
Sahih-i Müslüm
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

DİNİMİZDE SİSTEMLİ ÇALIŞMA VE HELAL KAZANÇIN ÖNEMİ
         Kainatta görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen ne kadar varlık varsa;yüce Allah hepsini insanlar için,insanları da kendisi için yaratmıştır. Bizleri bir imtihan ve mücadele yeri olan bu fani dünyaya çıkarmıştır.
         Bulunduğumuz yerden geriye dönüp ömrümüzün çocukluk, gençlik ve yaşlılık devirlerine baktığımızda hayatımızın büyük bir uğraş içinde geçtiğini ve bu uğraşın ömür boyu devam ettiğini görürüz. Bugün dünyaya yön veren ve onu istedikleri gibi yöneten milletler bulundukları muasır medeniyet sayesinde planlı, programlı, bilgi ve teknolojiye dayanan azimli çalışmaları sonunda ulaşmışlardır.
         Bırakınız insanları; hayvanlar bile rızklarına ulaşmak için çalışıp çabalamaktadırlar.  Karıncalar, arılar, böcekler yani uçanlar ve sürüngenler harıl harıl durmadan çalışıyorlar. Hem kendi yaşamlarını sürdürüyorlar hem de insanlara fayda sağlıyorlar. Bunun içindir ki Yüce Dinimiz İslâm çalışmaya, helalden kazanmaya, insanlara faydalı olmaya büyük önem vermiştir. Hatta o kadar ki; yaşamanın şartı çalışmaktır demek suretiyle tembelliğin dinimizde yeri olmadığı bildirilmiştir. Kur'an da Necm Suresi 39 ve 40 Ayetlerde Yüce Yaratıcımız “ İnsanın çalışmasından başkası yoktur ve ona çalışmasının karşılığı tamamen verilecektir” buyurulmak suretiyle insan hayatının devamı için çalışmanın şart olduğu bildirilmiştir. Sevgili Peygamberimizin de “Dünya için hiç ölmeyecekmiş gibi, ahret için de hemen ölecekmiş gibi çalış” demek suretiyle çalışmanın dinimizdeki önemini ifade etmiştir.
         Sevgili Peygamberimizin sadece insanlara emirler veren bir komutan değil, bizzat harbe iştirak eden bir askerdir. Sadece çevresine öğütler veren bir bilge kişi değil, söylediklerini tatbik eden, dediğini yaşayan, insanlara örnek bir önderdir. Çalışmaya ve çalışanlara daima önem vermiş, onları övmüştür. Sahih Hadis kitaplarımızda bildirildiğine göre Resurullah Efendimiz bir muharebeden dönerken yolda mola verip dinlenmek ve gölgelenmek için uygun bir hurmalık gördüler. İzin almak için sahibini aradılar. Bahçe sahibinin işinde çalışması nedeniyle üstü başı çamur, yüzü gözü toz toprak içinde idi. O haliyle peygamberimizin elini sıkmak isteyen çiftçinin çamurlu ellerini Peygamberimiz tutup Havaya kaldırdı. Orada bulunanlara “ İşte bu çamurlu eller; öpülecek ellerdir. Bu eller ailesinin, çoluk çocuğunun rızkını kazanmanın için çalışarak nasırlaşmış mübarek ellerdir” buyurdular. Böylece çalışarak helalinden kazanmanın büyük ibadet olduğunu bildirdiler.
         Yine Peygamber Efendimiz :”Dinimizde çalışmayıp tembel oturmanın, başkasına yük olmanın, hele hele dilenmenin haram ve suç olduğunu “bildirmiştir. Mübarek bir sözlerinde ”şu çalışmayıp ta tembellik eden, kolayından para kazanmak için dilenen insanlar, dilenmenin ne kadar kötü bir iş olduğunu benim kadar bilmiş olsalardı, utançlarından etleri, kemikleri dökülür ayrılırdı” buyurmuşlardır. İslâm'ın Yüce Peygamberi tembelliği böylesine yereken onun kutlu arkadaşları sahabeleri de Resurullah gibi çalışmaya gereken değeri vermişler, tembelliği yermişlerdir. İslâ'mın adalet abidesi Halife Hz. Ömer “Bir vakit namazından çıkarken tembelliği nedeni ile çalışmayıp dilenen, kendisine el açan birisini görünce elindeki değneği kaldırıp dilencinin eline indirmiş “ Bana bak ben Ömer bin Hattab’ım, yani geçimini temin etmek için sırtında odun çekerek çalışan ve çoluk çocuğunu besleyen ama asla dilenmeyen bir oduncunun oğluyum. Bir daha dilendiğini görmeyim. Haydi, iş ara, çalış ama asla dilenme” deyip genci cami avlusundan uzaklaştırmıştır.    İslâm Dini kadar tembelliği yeren, çalışmayı öven, ilerlemeye, yükselmeye değer veren başka bir din ve sistem yoktur. Durum böyle olunca Müslümanlar yediden yetmişe çalışıp, çabalayıp helalinden kazanmalı, özellikle genç kardeşlerimiz geleceğimizin teminatı olmaları nedeniyle daha çok gayret göstermelidirler.
         Dünya bu günkü medeniyet seviyesine, insanların bitmek tükenmek bilmeyen azimli çalışmaları sayesinde varmıştır. Unutmamalıyız ki; Allah ilmi isteyene, zenginliği dilediğine verir ama asla oturana, yatana, boş durana vermez.
         Bizler Müslümanlar olarak verimli iş gücüne dayalı, sistemli, planlı ve programlı olarak daha çok çalışmalı, israf etmemeli, kazancımızı güzel Vatanımızın Yüce Milletimizin yani insanlarımızın yükselmesi için yatırıma dönüştürmeliyiz. Müreffeh milletler seviyesine ancak böyle ulaşabiliriz. Allah Milletimize, Devletimize zeval vermesin. Birlik ve dirlikten ayırmasın. Hoşça kalın aziz kardeşlerim.
 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇEVREMİZ VE BİZ
         Canlıların yaşaması; kendilerine yararlı olan maddeleri kendine çekmek, zararı dokunmayan nesneleri de kendisinden atmak mümkün olmaktadır. Canlılar denince insanlar ve hayvanlar değil, tabiat, ağaçlar, bitkiler, otlar ve hatta toprakla ilâhi doğal denge kanunlarına tabiidirler. Havasız kalan canlılar ölür. Susuz kalan ağaçlar ve bitkiler kurur. Zehirli atıklar, gazlar, zirai ilaçlar hayvanatı ve böcekleri öldürür. Denizlerde, sularda yaşayan balıkları yok eder. İşte bunlar Yüce Allah'ın koyduğu ilâhi tabii dengenin bozulmasının zorunlu bir sonucudur. Bu yazımızda canlıların yaşamını tehdit eden çevre kirliliği, havanın, suyun kirlenmesi, bilinçsiz kullanılması nedeniyle ağaçların, toprağın kirletilip yok edilmesi olayının nedenleri, zararları ve çarelerini anlatacağız.
ÇEVRE
         İnsan veya başka bir canlının hayatı boyunca karşılıklı ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır. Hava, su, toprak, ağaçlar, bitkiler bu çevrenin fiziksel unsurlarıdır. Tabiatta canlıların kendi aralarında ve çevreleri ile olan ilişkileri sağlıklı gelişmesine imkân veriyorsa doğal denge sağlanmış demektir. Aksi halde çevre sorunları karşımıza çıkar.
ÇEVRE SORUNLARI
         İnsanların doğal çevre üzerindeki olumsuz zararlı etkileri, doğal kaynakların aşırı, dengesiz ve yanlış kullanımı sonucu ortaya çıkan tahribata denir. Son yıllarda ulusal ve uluslar arası bilimsel kuruluşlar tabiatın ve doğal dengenin ekolojik yapısının korunması için uzun çalışmalar yapmışlar, tabiatın kirlenmesinin nedenlerini, zararlarını ve çarelerini tespit etmişlerdir. Buna göre çevre sorunları dört bölümde incelenir.
HAVANIN KİRLENMESİ
         Hava kirlenmesinin ana sebebi; yakıtlardan çıkan zehirli gazlar, dumanlar, sanayi tesislerinin çıkarttığı tozlar ve pis kokulardır.
HAVANIN KİRLENME NEDENLERİ
a) Soba, kalorifer, mutfak ve fabrika Bacalarından çıkan dumanlar havayı % 50-70 oranında kirletmektedirler.
b) Motorlu taşıtların çıkarttığı egzoz gazları havayı % 10-20 oranında kirletmektedirler.
c) Taşıma ve sokak tozları, yıkılan inşaatlar, çöpler havayı % 5-10 arasında kirletmektedirler.
d) Diğer sebepler % 5-10 oranında havayı kirletmektedirler.
         Hava kirliliğinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak için bir misal vermek gerekirse: İngiltere'nin Londra şehrinde 1952-1954 yıllarında kirliliğin sebep olduğu havasızlıktan 5-6 gün içinde 4 bin kişi can vermiştir. Yine Amerika'da Dorna olayları adı altında bilinen bir hadisede insanlar hava kirliliğinden dolayı toplu olarak, kitle halinde ölmüşlerdir. Böylece bu büyük tehlikenin korkunçluğu anlaşılmış çareler aramaya başlamışlardır.
SUYUN KİRLENMESİ
Canlıların yaşaması için suyun önemi tartışılamaz. Yüce Allah C.C. bu gerçeği ifade için Enbiya Suresi 30. Ayette mealen “ Biz her şeye su ile hayat verdik” demektedir.
SUYUN KİRLENME NEDENLERİ
a) Endüstri tesislerinden atılan zehirli maddeler.
b) Çeşitli zirai mücadele ilaçları,böcek ve yabani ot ilaçları
c) Sun'i gübreler
d) Deterjanlar
e) Büyük şehirlerin dağlar gibi yığılan çöpleri ve kanalizasyon akıntıları ile yer altı ve yer üstü sularını kirletmekte,kullanılmaz hale getirmekte.
         Denizlerin kirlenmesinde en büyük etken dev tankerlerle petrol taşımacılığının verdiği zararlardır. 1 litre petrolün 1 milyon litre suyu içilmez hale getirdiği hesaplanmıştır.
         1969 yılında Almanya'da Ren Nehrine düşen içi zehirli kimyasal madde dolu bir fıçının nehre düşmesi sonucu 40 milyon balık ölmüştür. Suyun kirletilmesinin de ne feci sonuçlar doğurduğu bu örnekten anlaşılmaktadır.
YERİN, TABİATIN KİRLENME
Toprağın planlanan gayelerin dışında kullanılması, çeşitli mücadele ilaçları ve atıkların toprağı zehirlemesi, erozyonla verimli toprakların denizlere akması, ormanların yok edilmesi ve ağaçların ihmali, tarım arazilerinin inşaat sahası olması, bozuk gecekondu ile düzensiz kentleşme, şuursuz gübreleme toprağı ve canlıları özellikle hayvan cinslerini toplu halde öldürüp yok etmektedir.
GÜRÜLTÜ KİRLENMESİ
         Tabii dengeyi bozan ve son yıllarda hissedilir derecede hastalıklara neden olan gürültü kirliliği; ilmi araştırmalarca doğal dengenin bozulmasının nedenlerinden birisi olarak gürültüyü göstermektedirler.
         Özellikle stresin ana kaynağı gürültüdür. Havanın kirlenmesi; insanların kavgacı, sinirli, iştahsız, çalışmaya isteksiz ve yorgun olmalarına neden oluyor. Kesinlikle akciğer ve deri kanseri yapıyor. Suyun kirlenmesi, sayılamayacak kadar hastalıklara sebep oluyor ve ani ölümlere yol açıyor. Tabiatın kirlenmesi; hayvanların özellikle kuşların, yararlı böceklerin topluca ölümüne sebep oluyor. Böylece tabiatın hayat dengesi bozuluyor. Tetbirler alınmazsa dünya bir gün yaşanmaz hale gelecektir.
         Böylesine ciddi zararlara sebep olan çevre sorunları için alınacak tedbirleri şöyle sıralayabiliriz.: Hava kirliliğini önlemek için,havanın birinci düşmanı karbondioksit yani yakıtların çıkardığı zehirli, öldürücü gazlardır. Çaresi güneş enerjisi gibi gazsız enerji teminidir. Sanayi tesislerinin dumanlarını zararsız hale getirmek için bacaların yüksek ve filtreli yapılması, ısınmada dumansız yakıt kullanılması, egzoz gazının önlenmesi, özenle toprağın ağaçlandırılmasının sağlanması, yeşil alanların çoğaltılması, şehirleşmede binaların yüksek olmayıp rüzgâr akımını sağlayacak şekilde yapılması. Suyun kirlenmesini önlemek için: Sanayi artıklarını ve çöplerin sulara dökülmesine mani olmak, bunun için yasal ve ekonomik tedbirleri almak,kanalizasyon sularının temiz sulara karışmasını önlemek,pis su arıtma tesisleri kurup sayılarını çoğaltmak,denizlerde petrol taşımacılığını sıkı kontrol altına almak,içme suyu kaynaklarının çevrelerini kesinlikle ağaçlandırmak, denizleri,körfezleri,koyları ve nehirleri atık ve zehirli atıklardan korumaktır. Tabiatın, yerin kirletilmesini önlemek için tarım arazilerini kesinlikle yerleşim alanı yapmamak, zararlı böcek ilaçların kullanılmasını sıkı denetlemek, doğayı kirletmeyen deterjanlar kullanmak, çöpleri yok edecek çöp arıtma fabrikaları kurmak. Erozyonu araziyi ağaçlandırarak önlemek. Ağaçsız kullanılmayan bir karış toprak bırakmamak. Gürültü standardını tespit edip, gürültü çıkartan araçları bu standarda bağlamak.
         Buraya kadar havanın, suyun ve tabiatın kirlenmesinin zararları ve bu zararları önlemek için alınacak tedbirleri anlattık. Bunların hepsi Yüce Dinimiz açısından son derece önemli tedbirlerdir. Hiçbir sistem İslâm Dini kadar insan hayatına ve sağlığına böylesine önem vermemiştir. Sevgili Peygamberimizin şu mübarek sözlerini birlikte ve dikkatle okuyalım. ”Cüzamlıdan, bulaşıcı hastalıktan, aslandan kaçar gibi kaçınız. Tükürük ve balgamınızı caddelere ve sokaklara atmayınız. Yoldan gelip geçenlere eza verecek, onları incitecek zararlı şeyleri yoldan kaldırınız. Bunlar olgun imandan bir cüzdür. Bunu yapmayanların imanları tam ve olgun değildir. İnsanlara sıkıntı veren şeyleri kaldırmak sadakadır. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararlı olanlardır. Bunu yapanlar Allah'ın rızasını kazanır ve Cennetine girerler”
         Görüyor ki; çevre sorunları genelde İslâm'ın yasak ettiği işleri yapmaktan kaynaklanmaktadır. Dinimiz temizliği dinin yarısı, imanın parçası saymıştır. Her türlü hastalık ve zarar buna riayet etmemekten ileri gelmektedir. Buna göre dünyada herkes pis olabilir, pis yaşayabilir; ama Müslüman asla pis olamaz. Havayı, suyu ve tabiatı kirletemez, pis yaşayamaz. Yüce Allah C.C. Bakara Suresi 195. Ayette mealen:”Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız, herkese iyilik ediniz, Allan iyilik edenleri sever” buyuruyor. Bu ayet bizlerin uyacağı en güzel kural olmalıdır.
Kaynaklar:1- Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Alisi Ö.N.Bilmen 2-Tecrid-i Sarih 3- Sahih-i Müslüm 4-Yeni Hutbeler
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

 
 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.