|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
|
|
TAKDİM
Ali EMİROĞLU
İNSAN KENDİNE GÜVENİNCE
AKIL İÇİNE
GİRDİK
ALACA HÖYÜK
KÜLTÜR ŞENLİKLERİ
GÖRÜNÜRDE ÜÇ
YOL VAR
ŞEYTANIN AKLI
ERMİYOR
ALTINA
İMZANI AT!
ÇORUM
GÖÇ MEMLEKETİ
KİBARLAŞTIK
;FUAR (FOİRE) DEDİK
BİR İLİM KONGRESİ HİTİTOLOJİ
SEN AYIP BİLMEZ
MİSİN?
ÇORUM'DA
TURİZM
23’CÜ
ÇORUM HİTİT FUAR VE FESTİVALİ
BİLMEK
YAPMAK DEĞİLDİR
10
KASIM VE ATATÜRK
CUMHURİYET
ÇORUM'DA
TURİZM
TAŞ
YERİNDE AGIRIR
BAYRAMLAR
SÖZDE
SOYKIRIMI
KASTAMONU
MİLLETLER
HUY DEĞİŞTİRİR
BİR
MAKAMIN HASİYETİ
MENDERES
MANTIĞI
BİRADERİMİN
ÖNERİSİ
HERKESİN
YETKİSİ VARDIR2
TRAFİK
BİR BELA MIDIR ?
BİLGİ
VE PARA GEREKLİ
FRANSA'DA
RÖNESANS (Renaissance)
KARARIMI
VERDİM DEDİ
AĞIZDAN
BAKLALAR ÇIKIYOR
BİZİM
ÖZEL TEŞEBBÜSCÜLER
HAYYAM DEYİNCE
DÜNYA
GENİŞLEMEDEN VAZGEÇMEDİ
MANTIK
SEÇİMDE DE GEREK
ÜMİTLENDİRMEKTE
MEZİYETTİR
ÇEVRE YOLUMUZ
BİR
KÜLTÜR KAYBOLURKEN
BİR
MAYISIN KUTLANMASI
DOĞANIN
BAHARI
ÇORUM
ÇÖLLEŞECEK
MEDENİYET
BİR ALIŞKANLIKTIR
ÇEVRE
YOLUMUZ
HAYAT
KISA AMA...
AMERİKAN
ZENGİNLERİ
NEREDEN
BAKARSAN
MAKYEVELLİ
KİM OLUYOR?
YETİŞMİŞ
ADAMIN VARSA
ZORUNLU
MADDELER
HER
İŞ KIYMETLİDİR
GÖRÜNÜŞ
AYNI DA!!
SÖZÜ
YERİNDE KULLANMAK
BİR
KURUM YETMEYİNCE
TRAFİK
BİR BELA MIDIR?
BU
ESKİ DÜNYA
HATIRALAR
ÇAĞDAŞ
OLMAK
FİKİRLER
AYRIDA OLSA
İŞTE YAHUDİ DÜŞÜNCESİ HAKİM
ÇORUM’DA KÖTÜ MERDİVENLER
DURMAYI BİLİYORSA MİLLETLER
ÇORUM’LA İLGİLİ BİRİ İSİM
HAYIRLI BAYRAMLAR
ALIŞKANLIK DIŞILAR
CUMHURİYETİMİZ SON AŞAMADIR
AVRUPA’NIN BÜYÜK İLGİSİ
AKIL İÇİNE GİRDİK
AKIL KULLANILMAYINCA
BORÇ KREDİLERİ
HAVALARDA VAR BİR ŞEY
FETHİYE’DE LAZ HAKİM
YETER BE !
ARAFATSIZ DÜNYA
HATIRALAR
KADIN HAKLARI, İNSAN HAKLARI İÇİNDEDİR
TOPKAPI
SARAYI'NIN TOPU TÜRK
ULUS OLMAK ZORDUR
TÜRK KADINI BÖYLE OLUR
KADINLARIMIZIN GÜNÜ
KIBRIS’TA OLAN BİTENLER
SEN
AYIP BİLMEZ MİSİN?
ESKİ GÜZEL İSTANBUL
ÇARPICI BENZERLİKLER
DÜNYA ISINIYOR
ALIŞKANLIK
DIŞILAR
TÜRKİYE’NİN CENNETLERİ VAR
ÇAĞDAŞ MEDENİYET SEVİYESİ
AVRUPA’DAKİ TÜRK MİLLET VEKİLLERİ
LATİFE HANIM HAKKINDA
İŞİN YOKSA YAZIYA DEVAM
ERMENİ SORUNUNA BİR KATKI
AVRUPA MI ESKİ, ANADOLU MU?
İŞLER KARIŞIK GÖZÜKÜYOR
AKIL FİKİR VE İYİ NİYET
AMERİKA’NIN İKİ DEVRİ
KKKA
ÇARPICI BENZERLİKLER
ALIŞKANLIK DIŞILAR
ÇEKVA
SANATÇILAR KURULTAYI
BİZİM GÖĞÜS
HASTANEMİZ
|
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
TAKDİM
Bu sanal kitapta
bulunan çalışmalar; arkadaşlarımızla birlikte basılı olarak
yayımladığımız 53 sayı “Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih ve
Edebiyat” dergimiz ve 54’üncü sayıdan sonra da sanal olarak
yayımladığımız dergi ile “Sarı Çiğdem Şiir Defteri” dergimizde
yayımlanmış çalışmalardan derlenmiştir
Tarafımdan arkadaşıma bir ufak armağan olarak hazırladığım bu
sanal çalışmamda onların da çalışmalarını derli toplu olarak
sizlere sunmak amacı taşımaktadır.
Çalışmalarımın bir sanal kitaplık olarak sizlere ulaşması ve
sizlerinde bilgilenmenizi ve ilgileneceğinizi ummaktayım.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
Dr. Ali EMİROĞLU |
Yazarımız;Dr. Ali Emiroğlu, 27 Temmuz 2011 Çarşamba
günü saat 17.15’te Çorum Devlet Hastanesi’nde hayatını kaybetti. Merhuma
Rahmet Diler yakınlarına ve sizlere sabırlar dilerim!
Mahmut Selim GÜRSEL |
-
1921 yılı 15 Şubatta doğmuşum. Doğum
yerim Alaca-Höyük Köyüdür. İlkokulun ilk üç senesini
İmat Köyü İlkokulunda okudum. Son iki yılı Sungurlu'da devam
ettim. Ortaokulu Çorum Ortaokulunda,liseyi Yozgat’ ta bitirdim. Orta
tahsilim, parasız yatılı olarak devlet
tarafından karşılanmıştır. İstanbul Tıp Fakültesinden 1945
yılında mezun oldum. Askerlik hizmetinden sonra 4 yıl Urfa
Akçakale İlçesinde Hükümet Tabibi olarak çalıştım,orada bir
hastane kurdum ve açtım. Fethiye Hükümet Tabibi iken
ayrılıp Fransa'nın Lyon Üniversitesinde kalp hastalıkları
ihtisası yaptım. Dönüşte Ankara Üniversitesinde Dahiliye
Mütehassısı imtihanını geçirdim ve bu unvanı
kazandım.
-
1962 de Çorum Devlet Hastanesine tayin
edildim ve bu hastaneden emekli oldum. Halen
serbest hekimliği sürdürüyorum. Ben;ilkokuldan itibaren hep
hekim olmayı isterdim,isteğimi yerine getirdim. Hekim olmaktan da
şikayetim olmadı.
-
Hekimlik mesleği dışında hiçbir işte
çalışmadım. Sosyal faaliyetlerin hep içinde oldum ve olmaya
devam ediyorum. Hekimlik hayatım hep enteresan olay
larla doludur. Bunlardan kitaplar çıkartabilirim. Bunların ilgi
ile oku nacağını da sanırım. Bunların bir kısmı hekimlik sırlarıdır ve
bunlar gizli kalacaklardır. Hekim;mesleği bilgi sahibi olduğu olayları
açıklayamaz. Bunların açıklanması ahlak ve kanun önünde suç
teşkil ederler. Hekimlik deontolojisi saygı görmektir. Ben buları
iyi öğrendim ve iyi tatbik etmeye de gayret gösterdim. Hiç bir hekim
arkasından konuşmamışımdır. Onlarda benim için
konuştuklarına şahit olmadım. Avrupa Hekimlik ahlakı bu
doğrultuda tatbik sahası bulmuştur.
-
İlginç bir olayı
anlatmakta zarar görmedim. Bu yıl, 3 - 5 ay önce,çok güzel genç bir
köylü kızını ailesi muayene için bana getirdi. Kız hasta, beni
şöyle bir süzdü ve net olarak "ben bu doktora muayene olmak
istemiyorum,bu ihtiyar bir hekim" dedi. Ben buna hiç kızmadım.
Masadan kaldırdım ve sinirlenmeden giyinmesini
istedim. Kızın ailesini de teskin ettim. Bu bir hasta
hakkıdır ve saygı gösterilmesi gerekir.
-
Mesleğim bana hep itibar temin etti.
Mesleğime büyük saygı duyarım. Yukarıda
yazdıklarımı,genç meslektaşlarıma öğütlerim.
-
Yazı yazmaya,elbette amatör olarak hevesim
çocuklukta başlamıştı. Babam bazı sorular önerir,onları bana
yazdırır,okutur ve pek tatlı gülüm serdi. Yozgat Lisesinde "Yükseliş"
Dergisini organize ettik. Ben;edebiyat hocamızla tertipleyici idik.
Yükseliş'i Cumhuriyet Gazetesi parasız basardı. Yükseliş'te
benim yazılarım da çıkardı. Sonra;Tıp Fakültesinde ve
Hekimlik hayatımda çeşitli dergi ve gazetelerde yazmaya
devam ettim aynı yazının 3 - 5 dergide aynı anda
yayımlandığı da olurdu. Tamamı ile amatörce bir heves. Yazı yazınca, onu
okutacak,biraz da zorla okutacak muhitim de var. Çocuklarım,
torunlarım bir nebze de Vahit Benderli bunların
arasındadır.
Yazılarımdan, diğer yaptıklarımdan hiçbir ödül almış değilim. İdealim
vardır. İdeallerin yetişilmeyenler olduğunda büyük önder
işaretlemiştir. Benimkini izah etmek açıklamak istemiyorum. Hele
şu anda bunu herkes tahmin eder. Bir zihin jimnastiği için
onu okurlarıma bırakmak istiyorum.
-
Çok çalışmalarım var.
Yayımlamak beni korkutuyor. Hatta bazıların imha bile ettim.Ben
amatör yazarım. Yazarlık benim mesleğim değildir. Aklıma geleni yazar ve
yayımlarım.
-
Internet’te Yazarımız
http://corumlu2000.dergisi.info Çorumlu2000 Aylık Kültür Sanat ve Tarih
ve Edebiyat yazıları yayınlanmaktadır.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- İNSAN KENDİNE GÜVENİNCE
- Size, kendine cidden güvenen bir
insandan bahsedeceğim. kendisine güvenen ve güvenin dışında çok büyük
meziyetleri olan bu kadın amerika’nın eski Demokrat Başkanı Billy
Clinton’nun eşi Hillary Clinton’dur. Hillary Clinton kocası gibi
tanınmış bir avukattır. Kocası hovardalık avukatlığını da bizzat
üstlenen beklide dünyada ilk kadındır. Bayan Hillary Clinton bu gün
başkanlık yapar durumdadır. Kendisine çekilmesi tavsiye edenlere
şiddetle karşı çıkmıştır. O zaman birazcık gerilemiş durumu vardı. Şimdi
durumu değişmiştir. Bana göre daha ileride çalışmalarında daha da
değişecektir. Yine bana göre Hillary Clinton kocası gibi Amerika’nın
Başkanı olacak ve iyi de bir başkan olarak tarihe geçecektir.
- Yazıya devam etmeden önce kocasıyla
arasında geçmiş bir olayı size kendi kitabından nakletmek istiyorum. O
zamanlar Hillary Clinton’u anlamakta kolaylık göreceksiniz.
- Kocası Billy Clinton’un son valilik
altı yıllık seçiminde karı koca arasında şöyle bir konuşma geçiyor:
- “ Koca Clinton seçimlerden vazgeçerse
eşi Hillary Clinton’un seçime girip girilmeyeceğini koca tarafından
Hillary Clinton’a soruluyor” Verilecek cevap hakkında koca Clinton bir
fikri yok.
- “Hillary Clinton yavaş bir sesle eğer
Billy Clinton’un adaylığı sorun olmazsa onun yerine aday olabileceğini”
ifade ediyor. İşte bu cevabı duyan koca adaylığa karar veriyor. Siz
bunda bir kıskançlık göremezsiniz. Bunu gören Bayan Hillary Clinton ise
bu konudan hiç söz açmayarak kocası ile birlikte kocasının kazanması
için carla başla çalışıyor.
- Acaba Bill Clinton sözünde kalan
Hillary Clinton adaylığına devam etsi vali olacağına mutlak gözüyle
bakılabilir idi? Koca Clinton buna mutlak başkan adaylığı söz konusu
oluhca Hillary Clinton sessiz kalır mı idi? Bütün bu ihtimaller düşünmek
ve projeler üretmek için güzel şeylerde hakikatinde insan kati kanatlar
vermekten uzak kalıyor. Hillary’nin adaylıktan vazgeçmiş olacağını kim
bilebilir?
- Zaman geçti ve Hillary; New-York
senatörü oldu. Senatör olarak yaptığı faaliyetleri takip etmiş değil mi?
Kocasının yazdığı ikinci kitabında ameliyat olduğumu için henüz okumuş
değilim. Ancak; Hillary Clinton aile hayatında politika hayatında da çok
ciddi bir insan. Senatör olarak ta kendisine düşeni yapmış olması
gerekir. O zaman siyaset içinde ilerlemesi daha kolay olacaktır.
- Başlangıçta aynı partiden olan erkek
adayın biraz ileri gitmesi bazı demokratları şüpheye düşürmüş ve Hillary
Clinton’a adaylıktan çekilmesi tavsiye olunduğu söylenmiştir, Hillary
her adayın şansını sonuna kadar denemesi gerekli olduğunu söylemiştir.
Bu gün gazete haberlerinden öğreniyoruz ki; Hillary Clinton rakibini
geçmiştir. Sonuna kadar mücadeleye devam edeceğini açıklamış oluyor.
Bilgi birikimi ve denemeleri kendi yolunu açmıştır. Bana göre Hillary
Clinton arayı açacak ve parti adayı olacaktır. Bir kere aday olduktan
sonra asıl seçimlerde kendi iradesini ve maharetini gösterme imkanını
kolayca bulacaktır. Açıkça söylüyorum ve görüyorum ki; demokrat aday
olacak olan Hillary Clinton önümüzdeki devirlerin Amerikan Cumhurbaşkanı
olacaktır.
-
Hillary Clinton; iyi
bir başkan, büyük bir devlet adamı olacaktır. Büyüklük vasfının sadece
erkekler için icat edilmiş olduğunda icat edilmemiş olduğunu ispat eden
olaylardan birine vesile olacaktır. Amerikan halkının refahını arttırmış
olacağından binim hiç şüphem yok. Dünya milletleri de bu refah ve
saadetten hissesine düşeni alacaktır. Ben ümit ederim ki yapacağı
seyahatlerden bizim memleketimizde nasibini alacaktır. Ülkemiz için ne
hisler beklediğinin zaten bilincindeyiz. Ben inanıyorum ki; bir kadın
şefkatiyle insanlara ve milletlere bakacak ve hareket edecektir.
-
Billy Clinton ailesinde insanlar fazla
yaşamazmış. Mezar taşlarındaki yazılardan hemen hemen pepsinin 60 ve 68 yaş
arasında yazılı imiş. Bu küçük rakamlar eski başbakanın endişelerini artırmış.
Yine ümit ederim ki güzel anlayışlı ve büyük olacak olan kadın başkanın kendi
memleketi ve milletine olacağı kadar başka memleketlere ve milletine de
faydalı olsun.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
Başlıktan rahatça
anlaşılıyor ki, üniversite isteme yolunda,ilk defa akıl içine girdik. Cumhurbaşkanın
tespitine göre, 72 üniversite ülkenin üzerine yağmur gibi
yağarken,işe yaramamış politikalar,bundan sonra üniversiteler YÖK
iradesine ve kararına bırakılmışken,işe yarayacağı düşünülebilir mi ? YÖK
Çorum'u ve özelliklerini tanır mı ? Sayın Başbakan
Mesut Yılmaz Çorum'un Milletvekili olmaz ;bizi temsil etmeyi
istemiş olsa bile, zaten o balonda sönmüştür. Artık bu
dünyada kaptan, gemisini kurtarana deniyor. Türkiye'de ahlâk
anlayışı bu yoldadır.
Çorum ve Çorumlu
; sayın Prof.Ahmet Samsunlu'ya
teşekkür etmelidir ; Çorum'da hiç bir kurumun ve şahsın aklına
getirmediği, getiremediği, ilim adamlarımızın 75.Yıl kutlamaları içinde,
doğdukları yerde toplanma1arını ortaya cesaretle atmıştır.
Çorum ve Çorumlu; Sayın
Prof. Dr. Turan Ilgaz'da çok müteşekkir kalmalıdır. İlim
adamlarımızın toplanabilmesini, ismen takip ederek, güzel bir oluşumun
ortaya çıkmasını meydana getirmiştir .
Çorum ve Çorumlu;
Hayat Şırınga Müdürü Sayın Yaşar Demirtekin'e
de teşekkür borçludur. İlim adamlarımızın
toplantısını ilk baştan itibaren önemsemiş ve gereken Sponsor'lüğü Hayat Şırınga tarafından temin
edileceği vatında bulunmuştur .
Çorum ve
Çorumlu; Çorum doğumlu ilim adamlarımıza minnet hislerini
sunmalıdır ; ilim adamlarımız, Türkiye'de adet olmayan bir işi,
doğdukları şehirde meydana getirmişlerdir. İlim adamlarımız
,ilmi görüşlerini açıklamışlar; Çorum için çalışmaktan mutluluk duyacaklarını
beyan etmişlerdir. İçlerinden bir kısmı; verilecek görevi kabul
edebileceklerini de açıkça beyan etmişlerdir. Hepsi;Çorum için çalışmayı, görev
sayacaklarını da bilgimize iletmişlerdir.
Biz Çorumlular
;kendimize de teşekkür etmeyi ihmal etmiş olmamalıyız; çok
dalgalanmış bir zaman aşımından sonra, aklımızı kullanmayı
benimsemiş ve doğru yola girebilmişiz Akıl kullanmayı
adet edinmek,gelişmişliğin ve medeniyet anlayışının bir vasfıdır. İşin
bu noktada bırakılması düşünülemez. Bu akıl içi varlık devam
ettirilmeli ve bilgi alt yapı birikimine gidilmelidir. Bunların olmasın
işe şeytan karışır, demek ,akıl dışına çıkılmak demektir.
Bizim memleketimizde, Devlet desteği veya gözetimi olmadan hiç bir
iş yürürlükte kalamıyor ve başarı şansıda olmuyor. Şahsi servet birikimi
bile,bu fikrîlimizin işinde bulunuyor. Devletle ilişki
kurmadan, kimler zengin olabilmiştir bu memlekette ? İlim adamalarımızın
çalışmalarında, eğer kurulabilirse, üniversitemizde,Devletle
el ele olacaktır. Bunu nasıl temin edebiliriz ?
Burada,
ÇEKVA ile iş birliği yapılarak, Valimizin eminde bir sekreter
ya oluşturulmalıdır. Bu büro, iki akıllı
eleman ile bir odacıdan oluşabilir. İstanbul'da da, 10
kişilik ilmi bir komite kurulabilir .İlim adamlarımızın çalışmaları ve
düşünceleri bu sekreter ya da biriktirilir. Bu
vesikalar iki nüsha olarak tanzim edilip,biri ilim adamının adını taşıyan
dosyada, diğeri de,konu Dosyasında biriktirilir. Valinin
Başkan olması, soruna resmiyet kazandırır.
Üniversite işi ile meşgul olmak isteyen insanlar ve kurumlar,yeteri
kadar bilgiyi,vilayetteki bürodan,Valinin bilgisi içinde isteyebilirler.
Üniversite kurulması büyük bir iştir.YÖK karar altına almadan da, Millet
Meclisine sorun gelemez; gelse bile,eskiden olduğu gibi, sulandırılır ve
Çıkmaz sokağa girilir. Demokratik Kitle örgütlerimiz destekleyici
durumda kalırlarsa ;faydalı katkılar yapmış olurlar. Çok sesliliği bir
defada, akıl içinde, bir organizasyonla ortaya koymaya
çalışalım. Biraz Vali sözü,biraz da aklını kullanarak yükselmiş ilim adamı sözü
dinlemede,faydalar olduğunu söylemek istiyorum.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ALACAHÖYÜK KÜLTÜR ŞENLİKLERİ
- Alacahöyük, Çorum'un Alaca
ilçesine bağlı bir beldedir. Türkiye'de ilk Cumhuriyet ormanı bu
beldede kurulmuştur. Alacahöyük o zaman köydü ve muhtarı da Mehmet
Köse Çavuştu. Rahmetli ormanı, memleketinin Türkiye'nin ilk
Cumhuriyet ormanını açarken, hayatının en büyük gururunu duymuştu.
- İmat, Karamhmut, Kalınkaya ve Höyük,
kendi aralarında anlaşarak, belde olmaya karar vermişler ve o
zamanki Çorum Valisi ve halen Kayseri Valimiz bulunan Sayın Mustafa
YILDIRIM da yardımcıları olmuştu. Ben bu köylüyüm ama köylülerim
Sayın Mustafa YILDIRIM'I benden çok severler. Türk Halkı genel olarak
iyilik bilir ve kendisine hizmet edenleri unutmazlar. İlk yerel
seçimlerde Alacahöyük beldemiz, ilk beledi ye Başkanına ve Belediye
teşkilatına kavuşacaktır. Bekleriz ve dileriz ki, ilk Belediye
Başkanı ve meclisi, ilk iş olarak imar planı yaptırmayı kendilerine
iş edinirler. İmar planı olmadan yapılacak imar hareketi, beldeyi
köylülükten kurtaramaz.
- Alacahöyük Beldemizde, hemşehrimiz
Memduh DENKLİ'NİN öncülüğünde kurulan "Alacahöyük Kültür Ve
Dayanışma Derneği" üç yıldan beri, 27 Eylül günlerinde esasını Kültür
teşkil eden şenlikler yapıyor. Köy konağı önündeki Atatürk Büstünü de
aynı dernek yaptırmış ve resmi merasimle geçen yıl açmıştır. Köyde
bir de kültürel panel yapılmıştı. Genel olarak toplantıda beldenin
ihtiyaçları dile getiriliyor ve resmi görevlilere, yine orada
ulaştırılıyor. Yetkili yöneticiler de gereken cevapları veriyorlar.
Aklıma eski Atina'da yapılanlar geldi: Onlarda da aynı olaylar var.
- Bu yıl ki 27 Eylül Pazar günü,
köylülerim beni de davet etmişlerdi. Davete gittim ve adıma bir de
çiçek götürdüm. Çeşitli kurumlardan gönderilen çelenkler, açılış
saatinde Atatürk Büstünün önüne konuldu; Resmi merasimde başladı.
Öğrencilerin İstiklâl Marşından sonra , Alaca'nın genç Kaymakamı
Sayın İsmail FIRAT tarafından günün anlamını belirten özlü bir
konuşma yapıldı . Bundan sonra toplananlar, şenliklere devam etmek
için köy meydanına intikâl ettiler.
- Bir köyde olabilecek en büyük
kalabalık ortaya konmuştu.
- Ayrıca, şenliklere Ankara Mamak
Belediye Başkanlığı Kültür Müdürlüğü Gösteri Ekibi ile Türk Halk
Müziği Ekibi de katılmıştı. Ankara Çankaya Belediyesinin
Televizyon Ekibi ve sayın sunucusu da birlikte gelmişlerdi. Çorum
yerel basınımız orada idi ve hatta bir kısmı bir gün evvel gelerek
gece yapılan köy eğlencelerine misafir olmuşlardı.
- Burada araya girmek istiyorum: 1935
de, Atatürk bizzat cebinden verdiği iki bin lira ile başlatılan kazıyı
görmek istemişti. O zamanki Alaca Kaymakamı Necip Bey, iki ay gibi çok
kısa bir zaman içinde, bütün etraf köyleri de iştirak ettirerek, Alaca
- Çevreli Alaca - Höyük, Kıcılı ve Boğazkale yolunu yaptırmıştı.
Şimdi kullandığımız yol hala o yoldur.
- Atatürk gelmedi ama, rahmetli Afet İNAN köyümüze gelip kazıyı
gördü; kendisine gerek hafriyat heyeti Müdürü rahmetli Hamit Zübeyr
KOŞAY ve gerekse kazı Arkeologu, rahmetli Remzi Oğuz ARIK tarafından
gerekli bilgi verildi. Alacahöyük o sene bir Dünya olayı olmuştu.
- Halk tam anlamıyla bir yoksulluk
içinde idi. Çocukların ve hatta, yetişkin çağa gelmiş olan kız
çocuklarının elbiseleri lime lime idi. Bu elbiselerin parçaları
bir araya getirilerek dikilemez, yırtıklar yok edilemezdi. Rahmetli
Afet Hanımefendi, görüntüden çok üzüldü ve basın men suplarından
fotoğraf çekmemelerini rica etti. Ricasına basın mensupları saygılı
oldular ve gazetelerinde bu perişanlığın resimleri çıkmadı.
- Bu gün aynı yerde durum öyle değildi.
Topluluğu yapan insanların görüntüleri, Çorum veya Ankara'dakinden
farklı değildi. İnanınız ki, kadın ve kızların sayısı erkeklerinkinden
fazla idi. Giyim ve kuşamları tertemiz ve renkli idi. Aralarında
sıtma benizli ve karınlı kimse yoktu. Protokol sırasının arkasında ve
karşısında topluca oturmuşlardı ve yer bulamayanlar erkekler arasında
boş yerleri doldurmuşlardı. Kadın erkek ayrımı düşünülmüş değildi.
Gözlerinizin önünde, sizi rahatsız etmeyen medeni bir toplum görüntüsü
mevcuttu. Rahmetli Afet İNAN, bu topluluğu bu günkü haliyle görse,
kim bilir ne kadar mutlu olurdu. Rahmetli bu Atatürk'te milleti
için, yorgun, fakir milleti için bunu düşünmüştü.
- Dernek Başkanı sayın Memduh DENKLİ,
derneğin kuruluşu, karşılaştığı zorluklar, şimdiye kadar dernek
olarak yaptıkları ve bundan sonra yapacakları tasarımları kısa
olarak anlattı; dernek yönetim kurulu üyelerin halka tanıttı.
Köylülerimiz 60 yıl evvel asker mektubunu okutacak kimseyi
bulamadıkları köyde oluyordu bunlar.
- Sayın Memduh DENKLİ, beldenin eğitim
ve sağlık sorunlarını bizimle birlikte Kaymakamlarına da anlatmış
oldu. Bunlar yapılırken, devletin sorumluluklarını rahatsız edecek bir
tavır ve ifadelerinde itina ile çekinildi. Halkımızın ve hatibin
gözünde devlet ve demokrasi nosyonları yanlış olarak anlatılmış, tıpkı
Avrupa'nın demokratik ülkelerinde olduğu gibi, doğru olarak
algılanmıştı ve bu anlayış pek belirgin olarak göze çarpıyordu.
- Alaca'nın Sayın genç Kaymakamı İsmail FIRAT konuşmasında istekleri
cevaplandırdı. İsteklerin eğitimle ilgilileri neticeye bağlanmıştı;
kalanları içinde, daimi bir gayretin içinde olacağını ilave etti. Bir
ilçe Kaymakamı ile bir yöre halkının bu kadar birbirlerini yakın ve iç
içe olduğu her zaman ve her yerde görülür hallerden değildi. Bizim
gözlerimizde bu alışkanlığı pek edinmemiştir.
- Cumhuriyet kaymakamını biz böyle
anlıyoruz ve böyle görmek istiyoruz.
- Konuşmacılar arasında CHP Çorum
Milletvekili Sayın Ali Haydar ŞAHİN de vardı. Milli Eğitim Komisyon
Üyesi bulunduğunu hatırlatarak, Sayın Kaymakamdan ihtiyaçlarının
kendisine ulaştırılmasını diledi. Devlet yetkililerinin hizmet
isteklerini Meclis ve yüksek Bürokrasi nezdinde takip edip,
kendilerine bilgi vereceğini de ilave etti. Sayın Milletvekilimizin,
devlet yetkilileri için, sözcükleri itina göstererek seçmiş olması,
biz devlet nosyonuna saygılı olanlar için bir iftihar vesilesi oldu.
- CHP'nin Sayın İl Başkanı, Cengiz ATLAS
da yaptığı konuşmada, günlük sorunlara dokunurken, siyasi konuşma
yaptığı için adeta özür diler bir çekingenlik gösterdi. Siyasi
konuşmanın, gerek bu modern görünüşlü toplumun ve gerekse Genç
Kaymakamın huzurunu bozacağı endişesine düştü. Bize göre siyasi
konuşma, bilgi ve gerekli incelik içinde yapılır ve saldırgan tavır
sergilenmezse, her yerde yapılabilir. İnsanların hayatı, bütün zihni
meşgalesi politikanın kendisidir. Sayın Cengiz ATLAS, gereken bilgi
birikimi ve politikanın gerekli inceliklerine sahip bulunuyor. Bizce
politikayı dışlama yerine, onu gereken saygınlığa eriştirmek daha
uygun gelmektedir.
- Sayın Valimiz beldeyi eşleriyle
beldeye şereflendirdiler. Köylülerimiz Sayın Valileri Atıl ÜZELGÜN'Ü
ayakta selamladılar.
- Bende karşıla yanlar arasında oldum
ve
- -Bizim köye hoş geldiniz Sayın Valim!
Dedim. Sayın Valimiz:
- -Benimde köyümdür. Esprisiyle cevap
verdiler.
- Konuşmalarında:
- -Derneğin çalışmalarından duydukları
memnuniyeti işaret ettiler. Köyün Kaymakamlarından istediklerinin
hepsinin yerine getirilmiş olduğunu da halka müjdelediler. Bundan
sonra getirilecek acil ihtiyaçların ve derneğin çalışmaların takipçisi
olacaklarını temin ettiler.
- Sayın Valimizin konuşmaları ve yakın
ilgileri, topluluk tarafından içten sevgilerle alkışlandı.
- Bizde, Alacahöyük Beldemizdeki kültür
çalışmalarının ve şenliklerinin devamını diliyor, beldeye, ilimize,
kültürümüze ve turizme hayırlı katkılar yapmasını bekliyoruz.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- GÖRÜNÜRDE ÜÇ YOL VAR
- Bizim Çorum'un turizmini
geliştirmek, tanıtmak, işi yoluna koyup tavuğun altından altın
yumurtaları toplamak için, üç yol önümüzde ortaya çıkıyor. Devlet
eliyle, bu tesisleri kurmak, özel teşebbüsü göreve çağırmak veya bir
yabancıya mesela; 100 seneliğine Çorum turizmini kiralamak.
- Devlet eliyle bir şey yapılmasını
kimse istemez. Müslüman bir şehrin adamları olduğumuz için
Komünistlikten korkulur. Özel teşebbüs turizm için; Çorum'da ortaya
çıkmaz şehir içinde bile bu işler yoluna konmuş değil. Dıştan
kiralamak için aklı az, parası çok bir hovarda bulmak kolay
gözükmüyor.
- Ben; Göreme'yi bir kaç defa gördüm.
Bir Fransız aile ile konuşurken, alt yapının eksikliğinden
bahsetmiştim. Fransız aile, oldukça tatmin olduğunu söyledi. Yollar
yapılmış, temiz yatakları ve yemekleri olan otelleri var. Tiyatro ve
başka eğlence imkanları yok ama gelen turistin memleketinde bunlar
bolca var. Turist onun için de gelmiyor pek. Göreme'ye gelenler
mevcuttan memnunlar. Yabancılardan konuşuyoruz, yerli turistler
Göreme'de istenir değiller.
- Bizim Çorum'da bulunan eserler aynı
cinsten değiller. Ancak; bizdeki manzaralı güzel yerlere görülecek
tarihi eserlerin yerleri Göreme'den geri değil. Yabancı insanlara
buraları tanıtırsanız ve geldiklerinde onları rahat ettirirseniz
Çorum'un Göreme gibi olmaması için ortada sebep kalmaz. Hatta iki
gün, turistleri oyalayacak malzeme Çorum'da vardır.
- Benim Alacahöyük'te bir arsam var.
Arsayı kimseye vermem ama özel mezarlığımdan yer isteyen olursa
cinsine, nesline bakmaksızın yer veririm. Bu arsayı kendim
kıymetlendirmek istiyorum. Küçük kızıma bunu nasıl yapabileceğimizi
sordum.”-Benim çocuklar Alacahöyük'te oturup ta hayata
başlayamazlar” dedi. Alacahöyük bir köy, İstanbul büyük bir şehir.
Başkalarının İstanbul hayatını seyretmektense, Alacahöyük'te rahat
yaşamak istenmez mi? Kızımız istemedi.
- Bizim Alacahöyük'e her sene yirmi
bin turist gelirmiş. Her turistin bir çay içtiğini düşünürseniz,
hesabını yapmak biraz zor olur. Kim yapacak bu tesisleri? Tesisi
yapmakla da işler bitmiyor. İşlerin başlaması için de tesislerin
yapılmış olması gerekiyor. Bunların olması, kutlama haftalarıyla
temin edilebilir mi? Ya tesisleri yapın veya şu kutlamalardan
vazgeçin. İkisini bir arada görmemek adama tuhaf geliyor.
- Ben; Alacahöyük'te eski okulu
yerinden kaldırıp, yerine dört daireli bir motel yaptırmıştım. Bunu
sadece yalnız ben değil Operatör Rahmetli Terlemez'le yapmıştık.
Para bulduk, plan yaptırdık. Rahmetli Valimiz de o zaman başararak
Ankara'dan paralar buldu. İhale ücreti vermemek için Validen bu
paraları istedik. Bize ya yerseniz! Dedi. Ama bize kırıcı bir
şekilde söylemedi. Biz de yersek öderiz! Vali Bey dedik. Paraları
verdi, inşaatı bitirdik ve Valiye gösterdik. Şaka ettimdi dedi.
Şimdi kütüphanedir bu bina. Turizm için yapıldı ama işletecek kimse
yok. Halâ bine bu maksatla kullanılabilir. Sayın Valimiz
gittiklerinde bu binayı görmelidirler. Belki faydalı bir şey
bulabilir. Başlangıç olur.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- ŞEYTANIN AKLI ERMİYOR
- Bizim memleketimiz Türkiye’de, bazı
şeylere, cidden, insanların değil, şeytanın bile aklı ermez. Bu
yazıda, şeytan mı yoksa insan mı daha akıllıdır tartışmasını yapacak
değiliz. Bazı noktalarda, insanlarımız akıl bakımından şeytanı
sollamışlardır. İnsanlarımızın bir kısmı, şeytana taş çıkartır.
- Yılın son ayında enflasyon
hükümetimizin hedeflerini geride bıraktı. Yanlış anlaşılmamalıdır;
enflasyon istenilen, tutturulması gereken, hedefi çok geçti.
Hükümetimizin yetkili insanları bunun sebeplerini aradılar ve
buldular: Yiyecekler biraz fazla ileri gitmişler. Vatandaşlarımız da
hükümetimizin hedeflerini dinliyor değil. Cebinde para olmasa bile,
nasıl olsa kredi kartı var herkesin. Aklına gelen yiyeceği sepetlere
doldurmuşlar. Zahir, yeni kavun ve karpuz da almışlardır. O zaman
enflasyon yükselmiş. Bu itaatsız halka güvenip te program falan
yapılmaz. İnsanı da, iktidarları da, bu halkın nerelere bırakacağı
belli olmaz. Meclis dışından gayrı yerlere de bırakabilir bu halk.
- Herkes enflasyonla uğraşıyor.
Gazetelerde çıkan yazıları okuyanların az olacağını düşünerek, yetkili
insanlarımız radyo ve televizyona hücum ediyor. Sanıyorum ki, bizim
millet az okumuşluğunu, televizyon dinleyerek ve seyrederek
eksiklerini telafi ediyor. Herkes, gıda maddelerinin ve bu arada,
bilhassa, sebze fiyatlarının arttığını hep söylüyor.
- Dinlediklerimiz hep aynı sözler değil.
Başka insanlar, sebze yetiştiren yörelerimizin yetiştirici olan
insanlarının konuşmaları da bizlere ve bütün vatandaşlara ulaşıyor. Şu
pahalılık durumuna rağmen, Antalya pazarlarında domatesin kilosu 200
kuruş imiş. Şimdi ise bu fiyatlar, inişe geçmişler ve 160 kuruşa kadar
gerilemişler. Bu kadar emek vereceksin, alın teriyle yetiştirdiğin
kırmızı ve taş gibi domatesleri getirip pazarda 160 kuruşa satacaksın.
Bu paradan üretici para kazanıp ta karnını doyurabilir mi? Ekmeksiz
domatesle karnını doyuracak değil ya bunlar.
- Türkiye’yi bir kenara bıraktık. Bu
koca ülkenin sorunlarına akıl tüketecek değiliz. Şu bizim Çorum’a bir
bakalım. Alışverişimi kendim yaptığım için, sebze ve meyve
fiyatlarının kaç para olduğunu ben iyi biliyorum. Hemen hepsi, geçen
seneki fiyatların iki veya iki buçuk misli. Bir buçuk liraya aldığımız
domates dahi, bu sene iki misli fiyata satılıyor. Hemen bütün fiyatlar
böyle. Yabancı meyvelerin etiketleri üzerlerine konmadığı için,
onların adları gibi fiyatlarını da bilmiyorum. Bezen yediklerim de
oluyor. Bizim, yerli ve iyi tanıdığımız meyvelerimizin yerini
tutmazlar. Bir değişiklik, yeme zevkimizde de illa olması gerekmiyor.
Ben, şimdilik, her şeyin yerlisi ile iktifa ediyorum. Sizlere de
tavsiye ederim. Yabancı meyvelerin bazılarında meyve tadı bile yok.
- Asıl mesele bu yazdıklarım değil.
Yetiştirici ile tüketici arasında da bir sorun yok. Aslında,
yetiştiricinin eline bir şey geçmiyor. Tüketicinin soyulmuş olmasında,
yetiştiricinin bir dahili yok. Yetiştiriciden alınan mal, taşıyıcılar
tarafından satıcıya getiriliyor. Bu fahiş fiat farkı, taşıyıcı ile
satıcı arasında kayboluyor. Ekseriya, satıcı kendi malını kendi
taşımış olduğundan, satıcı ile taşıyıcı aynı adam veya aynı kurum
olmuş oluyor. Bunlar içinde, en az sıkıntıyı çeken de satıcı olduğuna
göre, düzen alın teri düşüncesinin dışına taşınmış oluyor.
- Bu sebzeler ve meyveler bu memleketin
topraklarında yetişiyor. Yetiştiren para kazanmalıdır ki, yetiştirmeye
devam etsin. Satıcı da aynı kaideler içinde olmuş olacaktır. Satıcı da
para kazanmazsa, bu işe devam etmez. Tüketici ise, kudreti nikbetinde
yemek zorundadır. Az da olsa, domates alacaktır. Pırasanın çok
satışının sebebi, ucuz olmasından ve zenginlerin de pırasa
yememelerindendir.
- Ticaret ile meşgul olan tanıdıklarım,
ticarete kaide getirilemeyeceği fikrini savunuyorlar. Pazar ekonomisi
gerekliliklerini sürdürecektir. Sürdürmesine karışmıyoruz amma, bunun
bir derecesi yok mudur? Köylü de ayak direyip buğdayını yalnız kendi
tüketme yoluna gitmiş olsa, acaba durum nasıl olacaktır?
- Serbest ekonomiye itiraz edecek
tarafımız yok. Dünya, bu düşüncenin dünyasıdır. Ancak, devletin bir
kontrol görevi olmayacak mıdır? Devletin bu görevi yoksa bu fahiş
sözcüğü dillerde niçin icat edilmiştir. İnsanlar yemek zorundalar.
Zorunlulukları kullanmak kanun içinde de değildir, ahlak içinde de
değildir. En dindar olanlar değil de, dindar görünenler de bu satıcı
esnafı içinden çıkıyor. Bazı eksikliklerimizin farkına varma
kapasitesinden uzakta bulunuyoruz. Sonra da, Allah’tan yardım
bekliyoruz. Allahın verdiği aklı kullanmak gerekmiyor mu? Hani,
diyelim ki, mantık insan icadıdır. İnsan da kendi icadını
kullanmayabilir
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
-
ALTINA İMZANI AT !
-
Sayın Meclis Başkanımız İsveç seyahatinde,İsveç Parlamentosu önünde
bir konuşma yapıyor. Bu nezaket konuşmaları,zama zaman her memlekette
olur. Bizi sorgulayan ülkelerden birinin meclisi önünde yapılan bu
konuşmanın,ülkemizin basınında yeterince yer almamış olması üzücüdür.
Konuşmanın ülkemizin basınında yeterince yer almamış olması üzücüdür.
Konuşma çok güzeldi ve hem de çok orijinal vasıflar taşıyordu. Bizim
basın için neyin çok ehemmiyet taşıyacağını bile kestirmekte bazen
zorlanıyoruz.
-
Meclis Başkanımız Sayın Arınç;İsveç Parlamentosunda sorgulanıyor.
Ermeni Soykırım olayının ne vakit kabul edileceğini soruyor. Terör
olaylarına da dokunuluyor. Yeni çıkacak kanunda ileri gidilmesini bile
soruyor.
-
Sayın Arınç’ta;işgal ettiği makamın şerefine yakışır şekilde soruları
cevaplandırıyor. Türkiye’nin soy kırım gibi bir suçu işlemediğine
kendisinin de inanmadığını,kendi arşivinin de açık bulunduğunu,her
devlet arşivinin de açılmasının gerektiğini,arşivleri yetkili
insanlarca tetkik edildikten sonra yine kendi kararların yetkili
tarihçilerce verilmesi gerektiğini anlatıyor. Parlamentodaki
milletvekillerinin,tarih yapma ve yazma yetkilerinin bulunmadıklarını
ilaveden de geri kalmıyor
-
Ayrıca Sayın Arınç;Türkiye’nin laik demokratik bir cumhuriyet olduğunu
ve insanların istedikleri inanca sahip olabileceklerini ekliyor.
Devletin,dininin olmadığnı ve her inanca eşit mesafede bulunduğunu
yapıştırıyor.
-
Atatürk;mezardan ayağa kalkmış olsa,başka türlü konuşamazdı. İsmet
Paşa’nın böyle bir imkanı olsa,o da aynı biçimde konuşurdu.
Bende,Sayın Arınç yanılıp ta beni müşavir olarak götürmüş olsa ve
yerine konuşmama da izin verse bunlardan başka düşünmez ve
konuşmazdım. Hani diyorlar ki;bu iktidarla bu muhalefet hiçbir noktada
anlaşamıyorlar ? Bütün bunlar ortadan silinmiş oluyor mu ? Sayın
Meclis Başkanımız bu konuşmalarına göre,laik bir insan olmuş oluyor mu
? Devlet kurucusu gibi konuşmuş olan bir insan laik değil midir?
-
Dışarıda;İsveç’te olan konuşmasına göre Sayın Meclis Başkanımız Arınç
en ileri bir laik insandır. İnsanlar laik olmazlar saçmasında da
benimseyeni değildir.
-
İnsanlar;Cumhuriyetçi olabildiklerine göre,kralcı olabildiklerine
göre,insanlar laikte olurlar. Laik insanların inançsız olduklarını
iddiaya kalkmak sadece cehaletin işareti olmaz,aynı zamanda
münafıklığın da işareti olur. Bu söylediğimiz anlamların
hepsi,insanlar içindir.
-
Dışarıda,bu kadar açık ve net konuşan,hiçbir şüpheye yer bırakmayan
Cumhuriyetçi görüntüye bürünen Sayın Arınç’ın şimdiye kadar içte
konuşmaları laik insan imajı veriyor mu idi ?
-
Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’i eşleriyle birlikte
bir dış seyahate uğurlarken;kapalı eşleriyle bulunmaktan nasıl
rahatsız olduğu hatırlardan silinir mi ? Müşkül durumda kalmasına ve
bunu itiraf etmesine rağmen,Sayın Arınç Cumhurbaşkanımızın
düşüncelerini paylaşmış mıdır ? Kendisi içteki konuşmalarında hiç
kendisinin laik olduğundan bahsetmiş midir ? Eşini,çağdaş kıyafet
giyinmeye davet etmiş olduğunu duydunuz mu ?
-
Tutulan yolun çıkar yol olmadığını Sayın Arınç anlamış durum
gösteriyor. Açık durum almaya cesareti var ise ve nede istek
sergiliyor. Bu iki inanç bir arada ne kadar taşıyabileceği de
anlaşılmaz bir soru olarak kalıyor.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇORUM GÖÇ MEMLEKETİ
- Hemşerisi olmakla öğündüğümüz Çorum’da her sene
nüfus azalmaktadır. Çorum’da azalan nüfusu köylerden gelen insanlar
tamamlamaktadırlar. Vilayet çapında düşünürsek,göç memleketiyiz
diyebiliriz. Niçin göç olduğunu ise uzun uzun izah etmeye gerek yok.
Çorum insanlarının beslenmekte yetenekli değil. Mevcut ekilen toprak
kardeşler arasında taksim edilince,her bireye düşen miktar
insanların beslenmesine kafi gelmiyor. Büyük şehirlerde oluşumuna
çalışan Çorumlu teşekküller göz önüne alınırsa,geleceğimiz pek iyi
sayılmaz.
- Ziraatın yeteneksiz olduğu Çorum’da hayvancılıkta
ehemmiyetini kaybetmiştir. Eski mezralar ekim alanlarına çevrildi.
Sulu ekim yapılmadığı için,başvurulan her çare ziraatın
yeteneklerini arttırmıştır. Meyvecilik ve sebzecilik içinde iklim
elverişli değil. Üst üste iki yıl bahçelerdeki ağaçların kaysı
verdiği bilinmiyor. Daha hangi meyvelerin tercih edilmesi gerektiği
hakkında bile,yeterince bilgi birikimi bulunmuyor. Meyvecilik,ticari
olma vasfını belki daha uzun yıllar alınmış olmayacaktır.
- Sanayi gelişmemiz tatminkar değildir. Bir sanayi
kolunun ham maddelerinden hiç olmazsa biri yerli değilse,sanayi
gelişmesinde ağırlaşıyor. Sanayi ağırca. Yalnız Çorum Merkez
İlçesinde gelişte gösterilmiştir. Belki biraz Sungurlu’da bir uyanış
düşünülebilir. Diğer ilçelerimiz bütün Türkiye çapında düşünülürse
fakirlik halini muhafaza etmeye devam ediyor.
- Maden yönünden Çorum fakir. Mevcut olan kömür
işletmeleri de hava kirliliği bahane ederek işletilmekten
vazgeçilirse,binlerce insan yine işsiz kalacaktır. O zaman;yine
alışılmış işlem işlemeye devam eder. Göç vazgeçilmez bir yol olarak
kalacaktır.
- İşi alımlık tartışmasına sürüklemeden,mevcut
toprakları korumaya çalışmak gerekiyor. İmkan nispetinde bu ekilir
toprakların;fabrikalar ve yerleşim alanları olarak kullanılmasından
vaz geçilmelidir. Koruma baştan temin edilmeli ve ikince olarak
ta;sulama işleri tanzim edilmelidir. Çorum’da barajlar kurulacak
nehir bulunmadığına göre;hemen Kızılırmak ve Yeşilırmak üzerine
sulama barajları kurma sevdasına kapılma yoluna gidilmemelidir.
Bütün göletler ıslah edilmeli ve yağmur sularının toplanması prensip
olarak kabul görmelidir. Yapılan göletler ne kadar küçük olursa
olsun,yine bir kısım arazinin sulanması elde edilebilir. Bu küçük
arazi parçalarının yeşillendirilmesi,ileride iklim değişimlerini de
davet edebilir. Bu göletlerin sulanan araziden maliyeti çıkarılır.
Bunlar büyük paralar isteyen tesislerde değildir. Ancak;faideli
oldukları da hem kabul edilmiş ve hem de gösterilmiştir. Mevcudun
hepsinden faydalanmak gerekiyor. Bizim burada kalmamız,başka yerler
düşünmemiz zorunludur. Bu topraklar dışı,bize men edilmiş kabul
edilmelidir. Bu taktirde,bu toprakları yaşanır duruma
getirmekten,buraları ağaçlayıp,yeşillendirmekten başka çaremiz
gözükmüyor.
- Göç devam ederse,ileride ;sanayi geliştirmemiz de
zorlaşır.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- KİBARLAŞTIK ;FUAR (FOİRE)
DEDİK
- Çorum Fuarı yaklaştı da bu yazıyı
onun için kaleme alıyoruz. Önce masamda hep bulundurduğum lügat
(sözlük) kitabını açtım ve bu sözcüğü buldum. Sözcük Fransızca.
Niçin Fransızca bir sözcük kullanıyoruz? Bunun kibarlaşmak için
olduğunu yazımın başlığında söyledim.
- Sözlükte fuar,Panayır: Sergi,Sürgün
(ishal),çok gürültülü yer,ahır gibi yer gibi anlamlar ifade ediyor.
Daha da ayıp sayılacak anlamlar veriliyor da ben sizi tiksindirmemek
içi onları yazıya nakletmedim. Hep okuyucular kibar olacak değil ya
? Benim de kibar taraflarım vardır.
- Eskiden yabancı ülkelerde
okuyanlarımız az iken,kendi sözcüklerimizi kullanıyor ve fuar
sözcüğünü panayır sözcüğü ile ifade ediyorduk. Panayırları
anlayanlarımız da yoktu. Sonra,her sahada olduğu gibi,Türkçe sözcüğü
kaba saba bularak bu yola gittik. Panayırların çeşitleri vardı
Türkiye’de. Hayvan Panayırları,Eşya Panayırları gibi hatta İt
Panayırı bile kurulabilir. İtler hakkında büyük bir sevgi selinin
uyandığı büyük şehirlerde görülmeye başladı televizyonlarda ve hatta
ilimizde. O zaman bu hayvanların adını taşıyan bir panayır niçin
kurulmasın ? eğer bu şimdilik zor ve büyük paralar istiyorsa,mevcut
panayırın bir köşesinde bir pavyon değil,bir stand değil pek ala bir
bölme açılabilir.
- Bizim halkımız ve okumuşlarımız
fuarı panayır olarak almıyorlar. Sözlük böyle demesine rağmen,okumuş
safsatasına uyarak ben de fuar olarak yazıya devam edeceğim.
İnanıyorum ki;bu Çorum Fuarının bilen birisine yaptırılmış bir planı
vardır. Yine gönülden dilerim ki;bu plan aynen tatbik ediliyordur.
Her aklına gelen,fuarın planına yeni şeyler eklemeye
kalkarsa,ileride yönetimi yüklenecekler için büyük güçlükler meydana
gelir. Plan pilav değildir. Plan yapılırken iyi düşünülmelidir.
Planı bir kişi ekibiyle yapar. Bu planı değiştirmek hem yasaktır ve
hem de ayıptır. Yetkili,başkasının yaptırdığı planı değiştirme
günahını işleyeceğine,kendisi yaptırdıklarının planını iyi
yaptırmalı ve ondan sorumlu olmalıdır. Bozulan her plan,daha
mükemmel hiç olmamıştır. Bu bir bilgi ve deneyim işidir.
Yöneticilikte öyle değil midir?
- Fuar;ilk önce park demektir.
Kurulacak fuar belirli bir zaman sonra kaldırılacağına göre,o
sahanın insanların dinlenmeleri için kullanılmasını,en akla yakın
gelen fikirdir. İzmir Uluslar Arası Fuarı bu maksat için kurulmuştu.
Şehrin ortasında,paha biçilmez bir park görevi görüyordu. İzmir
Fuarının bu yönünün eleştirildiğini hiç duymadım. Bin içine girme
gayretinde olduğumuz Avrupa şehirlerindeki fuarlarda da aynı şeyleri
gördüm. O ülkelerde fuar uzmanları var. Plan uzmanları olduğu
gibi;tanzim uzmanları da var. Fuar işi uzmanlaşmıştır demek
istiyorum. Bir şehrin her türlü ihtiyaç duyduğu yapı ve kurumları
fuarın içine yerleştirmek gerekiyor. Araziyi iyi kullanmak ve
gelişmeleri uzun yıllarda takip etmek ve zaman içinde Çorum’a bir
fuar alanı kazandırmak küçümsenecek bir hizmet değildir.
Yetkililere,Çorumlular hayır duaları ederler. Kötü bir eser
karşısında da size yöneltilecek itham ve sözcükleri hesap içi
saymalısınız!
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- BİR İLİM KONGRESİ HİTİTOLOJİ
- Hititler üzerinde yapılan ilim kongrelerinden biri
de Çorum'da,asıl Hitit Medeniyetinin merkezinde yapılmıştır. Yapılan
işin kararı doğru alınmıştır. Roma Medeniyetinin bir kongresini
Çorum'da yapılmış olsa,bundaki sebep sorula bilinir,ama Hititoloji
Kongresinin Çorum'da yapılmış olması sorun yaratmaz. Yaratmamıştır
da. Benim uzaktan izlememe göre,herkeste Çorum'dan memnun
ayrılmıştır. Çorum'un bir kongre şehri olmadığını onlar da biliyor.
Çorum'un kongre şehri olması alt yapısının bulunmaması da Çorum'da
Hititoloji kongresinin yapılmasına engel teşkil etmez,etmemiştir de.
Bununla yetinmekte usuldendir. Kongre şehri,her memlekette bir veya
ikidir. İlimde de tasarruf ön safa geçiyor.
- Çorum'un alt yapısı sadece kongrelere için
değil,normal turizm içinde eksiktir. Oteller yetersizdir. Otellerin
bir kısmında içki yasağı vardır. İçki İslâm inancında yasaktır.
Kendi inancınızın gereklerini turistlerden istemeye
kalkarsanız,kendinize güldürürsünüz. Şehir dışı lokantalarımızda
bunlar olmuş,kavgalar bile yapılmıştır. Daha pek çok yetersizlikler
bilgi içinde ve planlı olarak tamamlanmaktadır.
- Hitit Kongresinde pek eksik yoktu. Yüzü geçen ilim
adamının iştiraki,büyük bir katılımdır. Bunların ailelerini ve hatta
torunlarını da düşünürseniz büyük bir katılım Çorum'da görülmüştür.
Daha fazlasını da yukarıda söylemeye çalıştığımız sebepler
önlemiştir. Yerli ilim adamlarımızın ve bilhassa müze müdürlerinin
katılımı maddi imkansızlıklar tarafından önlenmiştir. Bir Konya
Müzesi o cebinden sarf ederek beş gün Çorum'da kongre takibi
yapamaz.
- İlim kongreleri ve hele Hititoloji gibi daha her
şeyi ortaya çıkarılamamış bir kuru ilmin kongresi halk indinde ilgi
uyandırmaz. Bu konuşmalar sadece ilim adamlarını için çekicilik
gösterir. Bir vatandaşın burada uykusu gelir. Söylenenler onun için
masal bile sayılmaz. Sadece bizim Türkiye'mizde böyle değil,Avrupa
ülkelerinde de durum böyledir.
- Ben Lyonn da gördüğüm bir “Kuduz Kongresi”ni size
anlatırsam sizde yazdıklarıma katılırsınız. Kuduz herkesi
ilgilendirir. Kuduz insanları öldürür. Hem kuduz ölümü pek acılı bir
ölümdür. Bunun kongrenin açılışına bende,tıp fakültesinde olan pek
çok insan katıldı. Halktan kimse yoktu. Kongre başkanı da bir Türk
hekim;İstanbul Belediyesi Hıfsızsıhha enstitüsü Müdürü idi. Kendisi
çok alkışlandı. Başkan Fransızca'yı;bir Fransızlardan iyi
konuşuyordu. Hoş geldin diyen Türk'lere de pek iltifat etmedi. Bende
hoş geldiniz demedim. İşte ilim kongresi böyle idi. Açılışlardan
sonra,kongreyi takip edenler yalnız ilgilenenlerdi ve elli rakamın
da üzerinde değillerdi.
- Çorum'da eksik olan duyuru idi. Buralara halk gelmez
ve gereksizdir de. Açılışa Çorumlulardan gelenler davet edilmeli
idi. Bizde davet açılışta değil de,kapanışta kokteyllerde yapılıyor.
O zaman;açılış daha gösterişle olabilirdi. Davetsizlik usul
değildir. Davetlilik usuldür. Davete icabet etmek usuldendir.
Davetsizliği usul yapanların,”katılım azlığından” şikayete hakları
yoktur,yaptıkları da yanlıştır.
- Genel olarak;Çorum Hititoloji Kongresi çok iyi
geçmiştir. Pek ince eleştirmenin de gereği yoktur.
- İlim adamları tabii adamlardır.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
SEN AYIP BİLMEZ MİSİN?
Bir şeyi fazla özerseniz, mutlaka arkasından
sevilmeyen bir şeyler ortaya çıkacaktır. Her tartışmayı kararında
bırakmayı bilmelidir. Sadece tartışmayı değil;hemen her şeyi kararında
bırakmalıdır,o zaman pek çok nahoş olan nesne ile karşılaşılmamış
olunur.
Bir ortamda,bir şey çok konuşuluyorsa,o konuşulan şey
yok kabul edilebilir. Siz,iffetli bir kadının iffetten bahsettiğini
gördünüz;duydunuz mu ? İffetli kadın için buna gerek var mıdır ?
Dindar da öyle değil midir ? İslâm’ı doya doya, laik
düzenin kendisine temin ettiği geniş saha içinde yaşayan dindarın
bundan söz etmesine gerek kalır mı ? Son bir iki sene içinde,
“medeniyet anlaşması, barışması, dostluğunun kurulması” gibi çeşitli
şekilde bazı nosyonlarla uğraşılır duruma geldik. Uluslar arası
konferanslar tertiplerine bile teşebbüs edildi ve yapıldı da. Ne
bekliyoruz bunlardan ? Ben hiç bir şey bekler olmadım. Bu kavga, bence
medeniyetler değil, dinler arasındaki kavga, dinler çıktığından beri
durmuş değildir. Bazı dinlerde de “sizden olmayanı öldürün” emirleri
din konuları arasında yer almıştır. Hiç bir sebep yokken, gerekli de
değilken, sen bayrağı aç ve dinler arasındaki kavgaları da
medeniyetler sözcükleri arkasına gizle ve şimdiye kadar varılamamış
bir anlaşma noktasını aramaya kalk ! Buna Fransızlar, mehtaba çıkmak
diyorlar. Türkçe’si, hayal içinde olmak demektir.
Dinler, barış temin edememişlerdir. Bizde söylendiği
gibi, dinler çimento görevi de görmemişlerdir. Avrupa içindeki; din
kavgalarını dinler önlemiş değildir. Kavgadan, öldürülmekten bıkmış
olan insanlar ve milletler, laik ilkeleri kabul etmişler ve din
kavgasından kurtulmuşlardır. Belki de bunu, medeniyet gelişmesi, din
kavgalarını sınırlamış ve bazı kıtalarda önlemiş denebilir. Bu küçük
ve eksantrik ülkenin başkanı da basın hürriyeti adıyla basit sayılacak
bir özür dileme isteğini ret etmiş. Şundan hiç politikacı olur mu ?
Türban sorunu mu bu ki;insan hakları başında yer alsın. Basit
saydığımız özür dileme keyfiyeti olsa,belki de bu geniş reaksiyon bir
kadar genişlik kazanmış olmayacaktır. Bir şey aksilik gösterince, hep
basiret bağlanır. Karikatür işi başka ülke basınlarında da yer aldı.
Demek oluyor ki, medeniyetler anlaşmaları konferansları devam ederken
bile, Hıristiyan alemde de bir bunalım yaşantısı devam ediyor.
Türkiye’yi kabul etmeyenlerin bu işi kullanmış olmadıkları
söylenebilir mi?
İşte bir kıvılcım, iki din sahasında da yayılma
işaretlerini taşıyor. Onlarda karikatür yayınlanması yaygınlaşırken,
İslâm aleminde de yakıp yıkmalar başlamıştır. Bu ülkelerin mallarına
boykotun bir anlaşılır tarafı olabilir, ama memleketinizde olan
binaların yakılmasının size ne fayda getireceğini insan düşünmez mi!
Bu binalar ilerde yeniden yapılacak ve paraları da yakan düşüncesiz
fakir memleketlerin vergilerinden ödenecektir. Ülkeye zarar veren
hiçbir hareket içinde akıl vardır denemez.
Bize ne oldu ? Medeniyetler barışının elçiliğini,
öncülüğünü yapıyor değil mi idik ? Ayrıca, Osmanlı Devrinde bile,
mevcut dinlerin aynı meydan etrafında birlikte ve dostça yaşandığı
olaylarıyla da öğünüp geliyoruz. Yeni yeni kiliseler izni bile
çıkarılıyor. Ayrıca, 55 Müslüman ülkenin tek laik olan ülkesiyiz. Bu
yazdıklarıma göre, bu laik olmayan ülkelerden birer adım olsun ilerde
olmaklığımız gerekirdi.
Bu 55 Müslüman ülkede reaksiyon var, konsolosluklar
yakılıyor ama, insan öldüren daha olmadı. Bizde, ileri olduğuna
inandığımız Türkiye’de, Trabzon’da papaz öldürüldü. Trabzon’daki bu
vatandaşımız olan ve kanunlarımızı koruması altında bulunan bu papazı
öldürmeye hakkınız olur mu ? Bununla neyi halledeceksiniz ? İlla, bu
yola soyunmuş Türk Başbakanını yalan mı çıkarmanız gerekiyor ? Nedir
sorun ?
Aslında benim gibi bir Türk ülkesinde yobazlığın
daniskasını yaşamış bir birikim sahibi Türk,böyle bir yazı yazması
gerekirdi. Kendi memleketini,memleketinin insanlarının zihniyetini
bilen insanların böyle yazması gerekmez mi ?
Gerekmez de,yine de insanın aklına “beklide” ile başlayan fikirler
geliyor. Bu deneyiminiz ne kadar çok olursa olsun,yine de düzelmiş
olmayı görme dürtüsü içimizden geliyor. Başka ÜLKEMİZ YOK Kİ;bundan
sonra oraya yerleşelim diyecek misiniz
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- ÇORUM’DA TURİZM
- Çorum;bizim doğum yerimiz olan
şehir. Orta Anadolu'da yer alır. Her ne kadar kuzey doğuda
gösterilse de iklim ve yer bitki örtüsü bakımından,Karadeniz
Bölgemizle bir ilgi göstermez. Karadeniz yeşilliği göstermeyen bir
şehir için,bizim düşüncelerimiz doğrudur sanıyoruz.
- Bir ülkenin bütün insanları turist
sayılabilir. Ana prensip olarak turist zengin insan demek değildir..
turist;görmek,gezmek isteyen insan demektir. Zengin genel olarak az
para sarf eder. Bir ülkede zengin insanların gelmesi,pek maddi katkı
yapmaz. Genel olarak bunlar özel misafir olarak gelirler ve
ceplerine de elleri pek uzanmaz. Diğer tanınmayan insanların normal
yaşamaları için sarf edeceklerini hesap ederseniz,eğer adetleri de
fazla ise,bunlar gelen şehir için büyük etki yapar.
- Çorum; turizm için yeterli vasıflara
sahiptir. Eski bir yazımızda tarihi kıymetlerimizi sıralamıştık.
Hatta Görme ile kıyaslamıştık ve eksik taraflarının olmadığını
yazmıştık. Turizmin Göreme'ye yaptığı etkilerinde Çorum'da
görülmediğini söylemiştik. Göreme esnafı,turizmden nasibini
almıştır. Gelenlerin çoğu da yabancılardır. Bütün Avrupa ülkeleri ve
bilhassa başta Fransızlar Göreme'yi tanır ve görmekte isterler.
Görünüşü ve mahiyeti değişik olmasına rağmen,Çorum büyük bir
medeniyetin varisi olduğunu ne memleket halkımıza ve nede
yabancılara gösterme becerisini gösterilememiştir. Elbette ki maddi
nasibini de alır duruma gelememiştir. Bu ileride gelmeyeceği
anlamını da ifade etmez.
- Çorum; eski Çorum değildir.
Türkiye'nin başka yerlerini aratmayacak kadar güzel otellerimiz
vardır. Gerek otellerimizde ve gerekse şehir içinde insanları
rahatlıkla götürebileceğimiz veya tavsiye edebileceğimiz lokantalar
açılmıştır. Servis hizmetleri oldukça mükemmeldir diyebiliriz. Ben
ve tanıdıklarım,otel ve şehir lokantalarımızdan şikayetçi değiliz.
Bizimde gelecek turistlerden daha az zevk sahibi insanlar olduğumuzu
pek söylenmedi. Yemek ikramında bulunduğumuz misafirlerimiz de,hep
iyi durumdan bahsetmişlerdir. Otel ve lokanta kültürümüz iyidir ve
zaman içinde daha da gelişecektir. İnsanlar yaptıkları işten para
kazanabiliyorlarsa,ekmek yedikleri mesleklerini daha da gelişmesi
için emek ve para sarf etmekten kaçınmıyorlar. Çorum
insanı,sanayideki başarısını sosyal hizmet kollarında da
gösteriyorlar. İtalyanlar,otelci millet oldukları ile öğünürler.
Çorum;Kayseri gibi,Denizli gibi sanayide başarılı illerimiz içinde
yerini almıştır. Bizim otel ve lokantalarımız Göreme'de olanlardan
geri olmamasına rağmen,onun derecesinde verim elde edilmemektedir.
- Turizmde esas tanınmaktır. Bu
tanınmak,dışarı için yaptığımız gibi dolar sarf ederek,toplantılar
yaparak,tanıtma şirketleri ile anlaşmalarıyla olmuyor. Gelenler
sizden,otelinizden ve şehrinizden memnun ayrılırlarsa tanınmanın
yolunu bulmuşsunuz demektir. Binlerce insan,kendisini mutlu eden
şeyleri,gittikleri yerlerde,memleketlerinde bahsedeceklerdir.
Bunlarda dinleyenlerin hafızalarında yer bulacaktır. Türkiye'de
leblebimiz tanınıyor. Bunları tanıtmak için ne gayretin içine girdi
Çorum ? Leblebiciler elde ettikleri kalite ile kendilerini
tanıttılar ve aranıyorlar.
- Çorum “Hatap Unu” bütün Türkiye'de
tanınıyor. Bu iş kalite işi. Kavukçular bu sırrı keşfetmişler. Hatap
unu bulamayan tüketiciler yine de bir Çorum unu arıyorlar. Bunların
hepsi bir kalite işi. Bir kaliteye erişince,onu titizlikle korumak
gerek.
- Çorum radyatörleri de aranıyor.
Hatta Çorum araba kaloriferleri de aranır duruma gelmiştir.
- Çorum turizmcileri de bu
saydıklarımı örnek almalar ve daime kalitelerini yükseltme yoluna
gitmelidirler. İnsanlar bir kere aldatılırlar. Bu kaide bilhassa
hekimler için geçerlidir.
- Çorum turizminde ön safta göz önünde bulundurulacak sorun,tarihi
yerlerimizin alt yapı hizmetlerinin tamamlanması düşünülür.
- Bizim görülecek yerlerimiz bir günde
tamamlanamaz. Özel gelenler için 2 veya 3 gün gerekir. Alt yapı
hizmetlerimizin olmadığı bir şehirde kimse iki üç gün kalmak
istemez. Bu yerlerin alt yapı hizmetleri ve bilhassa
yolları,öncelikle tamamlanmalıdır. Çorum'a gelen turistlerin 2 veya
3 gün kalmaları Çorum'un çehresini değiştirir.
- Turist geldiği yerde rahat etmek
ister. Temiz bir yatak ve güzel bir sofra turistin hemen hemen tek
isteğidir. Çorum fiyatlar bakımından pahalı sayılmaz. Ancak;aynı
hizmet için de herkes aynı parayı almalıdır. Fiyat çeşitliliği makul
ölçüler içinde olmalıdır. Turistin en istemediği şey,kazıklanma
korkusudur.
- Turizmde;turistin istekleri göz
önünde bulundurulur. Bu ana kaidedir. Sizin yerli ve alışılmış
adetleriniz turistin istekleri olmayabilir ve turistten bu adetlere
uyum istenemez. Turistler ve bilhassa yabancılar,yemekte bir kadeh
içki alırlar. Buna alışmışlardır. Siz içki yasağı koyarsanız turist
bir daha sizin lokantanıza uğramaz. Lokanta meyhane değildir. Bir
kadeh içki lokantayı meyhane yapmaz. Turist genellikle Müslüman
değildir. Bunları bütün hizmet yerlerini kapatarak Ramazan açlığına
mahkum ederseniz,turist sizden pek memnun ayrılmaz. Türkiye'de
herkes oruç tutar denemez. Siz Ramazanda bunları zorla oruçlu
durumuna sokuyorsunuz. Bu fahri din havariliği liginden Türkler vaz
geçmelidirler. Turistlerle birlikte yerli oruç tutmayanlar,Ramazanda
rahat bir nefes almalıdırlar.
- Bu yazıyı aklı olanlar için yazdım.
Ben aklını kullanamayanları ikna için bir gayretim yok.
- Saygılarımla.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- 23’CÜ ÇORUM HİTİT FUAR VE
FESTİVALİ
- Çorum'da ilk adıyla fuar veya festival icat
edildiğindi,pek basit olarak işe başlanmıştı. Bir çeşit eğlence
şeklinde idi her şey. Bu bile etkili olmuş olacak ki;kurucusu
Rahmetli Turan KILIÇÇIOĞLU pek neşelenmişti. “Ağabey ! Bu milleti
eğlendirmek,eğlenmeye alıştırmak lazım,galiba bir çok şeyi böylece
çözme imkanına ereceğiz” şeklinde konuşmuştu.
- Fuar sadece eğlenme işi değildir,elbette
ama,eğlencenin de yerinin olması gerekir. İnsanların hemen
hepsi,eğlenceden zevk almakta ve hoş vakit geçirme imkanları
bulmaktadır.
- Önceleri festival için güz ayları seçilmişti. Bizim
Çorum'un sert iklimi gece hayatını etkilediği için olacak galiba
ki;fuar ve festival Haziran ayına alındı. Bizim Haziran aylarımızda
gece hayatına izin vermez. Poyrazımızın yazın estiği
bilinirse,teşebbüs için Haziran veya Ekim olması bir şey
değiştirmez. Yalnız;dünya memleketleri fuar ve festivallerini genel
olarak Eylül ve ekim aylarında yapıyorlar. Burada;memleket ve
şehirler bu teşebbüslerinde kendi yetiştirdikleri ürünleri de esas
olarak gelenlere göstermek istedikleri arzusu vardır. Her ülkede
ziraat mahsulleri güz aylarında ortaya çıkarlar. Her ne kadar sanayi
ürünleri başta gelir durumda iseler de,yiyecek içecek ve kış
hazırlıkları yapacakların güz aylarında ortaya çıkmış olmaları olayı
vardır. Bir de insanların en az çalıştıkları aylar bu güz aylarıdır.
Tarlayı terk ederek festival veya fuar gezmeye gelenlerin adet
olmadığı bilinmelidir. Bizim için yine başlangıçta olduğu gibi,fuar
ve festivallerin Eylül ayına alınmasında faydalar düşünülür. Bundan
sonra ikide bir fuar tarihini değiştirme olayı üzerine gelinmelidir.
- Sayın Profesör Ahmet SAMSUN'LU hükümet üyeliğinde de
istifa ederek eline geçen bu fırsatı Çorum için kullanarak,eski
fidanlığın yerini Çorum için kullanarak,eski Yerini Çorum Parkı
yapmak üzere belediyeye kazandırmıştır. Bizim bundan haberimiz
olmadı. Hiç kimse bu hizmeti halkın bilgisine sunmadı ama,neler
olduğu hakkında yerel basınımıza da pek bilgi verilmedi. Sonradan
festival ve fuarın burada organize edilmeye başlandığını gördük.
Şehir parkı fikrinden de bahseden de olmadı. Bizim bildiğimiz
çimento tozundan dolayı fidanlığın bakanlıkça kaldırıldığı idi.
Sanıyorum ki;tasavvurlar hakkında sayın Profesörün fikri bile
alınmamıştır. Eğer öyle ise cidden ayıp ta edilmiştir.
- Buradaki plan hakkında yine büyük çapta fikrimiz
yok. Bilen bir yetkilinin basına bilgi vermesinden mutlu oluruz. Bu
sahaya bazı gereksiz binaların yapılır durumda olduğunu düşüyoruz.
Fuar bir şehrin çok ehemmiyetli tesislerinden birisidir. Onun
yerinin tespiti,içine konacak binaların seçilmesi ve bilhassa park
görünümünün bozulmaması gereklidir. Varsa bu düzenlemeye dikkat
edilmelidir. Bu tesiste yapılacak hataların telafisi her zaman imkan
içerisinde olmayabilir. Böyle tesisleri başlangıçta iyi
düşünmek,daha önce yapılanları etüt etmek gerekiyor. Bir tesis bozuk
yapıldı ise,genellikle öyle kalıyor. Eski Doğumevinin yerine
yapılmış ucubeyi bu gün değiştirebiliyor musunuz ? Bunu gördükten
sonra bari çok dikkatli olmak gerekiyor.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- BİLMEK YAPMAK DEĞİLDİR
- Dış kaynaklı kredilerin,başka bir adla
borçlanmaların mahiyeti hakkında bilgi daima olmuştur. Osmanlı
yönetimine verilen paralarda dış kredilerdi. Borç vaktinde
ödenmeyince, borçları güvenceye bağlamak için kurulan teşkilatın adı
idi “Duyunu Umumiye”. Türklerin dış krediler,yani dış borçlar
hakkında fikirleri yok denilebilir mi ?
- 1956 da;Fransız Başbakanı Mendes France,dış
borçların iki tarafı keskin bir bıçak olduğunu söylemişti. Borçları
akıl içinde yatırıma kullanırsanız,üretim fazlasıyla borçları
ödeyebilirsiniz. Cari hesaplara sarf edebilirsiniz,iflas yolunu
açmış olursunuz. Bunlar kitaplarda yen almış bilgilerdir, bizde halk
arasında “Borç yiyen,kesesinden yer” denmez mi ?
- Televizyonlarda konuşan aklı başındaki insanların
söyledikleri de bunlardır. Sakıp Sabancı;her fırsatta bunu
yeniliyor. En son on milyarın sözünü alan Derviş te alınanın borç
olduğunu,keşke almak durumunda olunmasaydı diyerek açıkladı. Bunun
yerinde kullanılması şartıyla faydalar olacağını açıkladı. Bunlarda
anormal hiçbir şey yok. Bunları bilmek ve söylemek için iktisat
fakültelerinde profesör olmaya gerek te yok. Ancak bu bilgiler
ışığında alınan paraların sarfı,sorumluluk bilmeyen ve geleceği
düşünmeyen siyasi iradenin elinde.
- 1950 den beri,siyasi iradeyi temsil edenlerden
Menderes, Demirel,Özal,Tansu Çiller,Yılmaz ve Ecevit,Menderes hariç
yaşayanlar arasında Erbakan Hocayı bunların arasına sokmak mümkün
değil. Dış borçlar bunlar zamanında alınmış ve bunlar zamanında
çarçur edilmiştir. Bu gün alınan borçlarda yine saydığımız
isimlerden bir kısmının eline teslim edilecektir. Acaba sayın Derviş
temennilerinin bu insanlar tarafından Başarılacağına cidden inanır
mı ? Kendisinin sarfta söz sahibi edileceğini sanmam. Yakında
kendisini de inandıracaklardır. Alışmışlık; telafisi zor bir
vasıftır.
- Bu saydığımız devlet adamlarımızın hemen hepsi daha
önce devletçidirler. Çorum’daki Şeker Fabrikası yapılalı kaç sene
oldu ? Bunun temelini rahmetli Özal atmadımı? Bu gün satılan devlet
fabrikalarının temellerini,öbür yazdıklarımız yaldızlı nutuklarla
atmadılar mı ? Aradan ne geçtiki bu gün satıyor sanılarak peşkeş
çekiliyorlar. Amerike küreselleşmeyi empoze etti. Bizimkilerin
küreselleşmeyi kavrayacak kültürleri de yok. Kültür gazete
makalesinden edinilemez. Istenilen,aslında paranın
küreselleşmesidir. Sende de o yok. Ne ile küreselleşeceksin ? Bilgi
ve akıl rehber olacağına,insanların köleleşmesini isteyen bir
zihniyetin gölgesine sığınılırsa ne Atatürk’ten bahsedebilirsin ve
ne de bağımsızlık nutukları atabilirsin. Ilmin, tekniğin ve bilginin
bu derecede ilerlediği bir dünyaya ayak uyuduramayanlar yok olmayı
veya köleleşmeyi kabulleneceklerdir. Dünyada hakim sınıfı 500
milyondur. Dünya bunlarlamı dünya olur ?
- Alınacam bu yeni borçta eskiler gibi olacaktır.
Ustalar yine faydalanacaklar, fakirler yine borçlananlar olacaktır.
Merhamet dilenerek bir devlet yürütülemez. Borçlar içinde aynı
sözler
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- 10 KASIM VE ATATÜRK
- 10 Kasım;Milletine,herkese nasip olmayacak
hizmetleri yaparak bir “Dahinin”,bir “Önderin”, ebediyete intikal
ettiği gündür.
- Bir insanın arkasından bir Millet ağlar mı? Ağlar
ki;Mustafa Kemal'in ölümü bunu bize göstermiştir. O'nun naşı
Dolmabahçe Sarayını terk ederken, tazim duruşunu heykel gibi yapan
Türk evladının, tüyü bile kıpırdamadığı halde, gözlerinden
yuvarlanan matem yaşlarının ifadesi bunu bize göstermiyor mu? İnsan
onu, o gurur tablosunu görürde Türk olmaktan nasıl gurur duymaz? O
askerin, o yiğit askerin resmi, heykelleştirilerek Anıtkabirin
ortasındaki meydana konmalıdır. Mehmetçik buna layıktır.
- Aynı tablo, lisenin son sınıfında bulunduğum
Yozgat'ta da olmuştur. Yozgat Valisi Baran'ın göz yaşları içinde
söylediği nutkunu, bizleri de göz yaşlarına içinde dinledik ve
izledik. Kız arkadaşlarımız günlerce matem havası içinde yaşadılar.
Demek;o devrin kızları ve kadınları, büyük Atanın naşı önünde
kendilerine yapılan hizmetlerin, toplum hizmetinin daha iyi
bilincinde idiler ve kadirbilirlik içinde idiler.
Kadınlardan,Mustafa Kemal düşmanlığı kimin aklına gelebilirdi ki?
- Mustafa Kemal önünde kadınlar, yerlisi-yabancısı,
hep dürüst kalmışlardır. Mustafa Kemal'in kendi kadınlarımız için
yaptıkları ve düşündükleri,yabancı kadınların da hayranlığını
çekmiştir. Kadınlar tarafından yazılan yabancı eserde, Ulu Önderin
Büyüklüğü hep konu olmuştur. Atatürk'ün hakkında, dışta her dilde
yazılan eserlerin bir kitaplıkta toplanması, bu kitapların yazarları
için bir gönül alma hizmeti olabileceği gibi, Milli Kültürümüz ve
Atatürk için de büyük bir hizmet olur. Atatürk için yapabileceğimiz
bir hizmet bizim görevimizdir ve ona olan borcumuzun ödendiğini
hiçbir zaman ifade etmeyecektir. Millet olarak ve birey
olarak,Atatürk'e hep borçlu kalacağımızın bilinmesi gerekir.
- Atatürk ölmüştür. Ölmeden kendisi de bunu iyi
şekilde ifade etmişti:”Bir gün benim naçiz vücudun elbette ki toprak
olacaktır;fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır”
cümlesi Onundur ve dedikleri de olmuştur.
- Bizim Atatürk sevgimiz, minnettarlığımın, Onun
fikirleri, Millet için düşündükleridir. Onlar bu günde geçerlidir ve
hep geçerli kalacaktır Atatürk'e layık olmak,bu fikirlerine saygılı
olmaktır; Onun fikirlerinin kadirşinaslıktır. Bunlar aynı zamanda
görevdir. Namuslu insanların görevidir bunlar. Bu namuslu ve
muktedir insanlar,Milletimizin içinde daime olacaklardır. Bunlardan
Millet olarak mahrum kaldığımız müddetçe Büyük Atatürk'ün fikirleri
yaşayacaktır, Milletin ve Cumhuriyetin ilelebet yaşamasının başka
bir yolu da yoktur. Atatürk düşmanlarına yanlızca acınır. Geri
zekalılık işaretlerini beyinlerinde taşıyan ve vicdanlarının sesini
yanlış düşünceleri üstüne çekmeyen bu insanlara acımaktan başka
elden ne gelir? Bu psikoz halidir. Ancak bu düşmanlıkta ve psikoz
halinde çıkarları olan insanlar ve fikirlerde vardır. Meydanın
bunlara bırakılması,akıl almaz bir kinin etrafa saçılmasının da
vesilesi olabilir. Atatürk dostları, Milletin bu iyi kalpli
insanları hep uyanık kalacaklar ve Atatürk düşmanlarına nerede
rastlarlarsa, onu Devlet düşmanlığı sayacak mücadele vaziyetini
alacaklardır. Atatürk düşmanlığı ile Cumhuriyetimizin düşmanlığı
aynı şeyler, aynı kavramlardır. Atatürk düşmanlığını karşılayanlar
Cumhuriyet düşmanlarını da karşılamış olacaklardır. Gelecek
nesillerimizin varlığı ve mutluluğu, Atatürk dostluğuna ve sevgisi
ile Cumhuriyetinin bekasına bağlıdır. Atatürk ve Cumhuriyet
düşmanlarını ikna etmeye çalışmakta bir cins ahmaklıktır. Bu
düşmanlıklar bilinçlidirler ve ancak ezilerek üstelerinden
gelinebilirler. Bunlarla mücadele,Milli görevdir.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- CUMHURİYET
- Biz;bizim Cumhuriyetten bahsedeceğiz . Cumhuriyetin
çeşitlerini araştırma gibi bir iddia peşinde değiliz.
- Bizim Cumhuriyet sokakta bulunmamıştır. Bizim
Cumhuriyet,bir Kurtuluş Savaşı sonucu ortaya gelmiştir. Cumhuriyetin
kurucusu Milli Kahraman, istese idi , Cumhuriyeti kurmadan eski
rejimin başına geçer ve onun Devlet Başkanı olmakta hiçbir sıkıntısı
da bulunmazdı. Demek ki; kurtarıcı,Kurtuluş Savaşını yaparken bile
bunu düşünmemiştir. Onun kafasın da doğan fikir,istiklalini
kaybetmiş bir devletin başına geçmek değil,yepyeni kurulmuş bir
Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı olmaktır. Yapılanlar bunlardır.
- Elbette ki;Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyeti tek
başına kurmamıştır. Bu iddia da olan kimsede yok. Kurtarıcının
etrafında olanlar,bir avuç denecek kadar azdır ve onlarında büyük
bir ekseriyeti asker kökenlidirler. Kalabalık,kalabalıktır ve akıl
içinde yönlendirilirse işe yarar. Aksine kalabalıklar,liderler
değil,peygamberler bile boğazlanmıştır. Toplum aklı bir medeniyet
seviyesi işidir.
- Kurtuluş savaşı kahramanlarına minnet borcumuz
vardır. Hepsinin önünde saygı ile eğiliriz. Hizmetleri ve vatan
severlilikleri erişilmezdir. Ancak hiçbirini kurtarıcı ile
kıyaslamaya kalkmayınız ve Vatan severlikleri erişilmezdir. Ancak
hiçbirinin Kurtarıcı ile kıyaslamaya kalkamayız. Beynimizde hem
onların yeri ayrıdır ve hem de Kurtarıcının. O Kurtarıcıya,onlarda
bizim duyduğumuz saygı ve minnettarlığı duymuşlardır. Hemen hepsi
“Devlet Mezarlığında” yerlerini almışlardır. Bazı Cumhur
Başkanlarımız da Milli Kahramanlarımızın yanında yerlerini
almışlardır. Birbirlerine yakışıyorlar da. Bazı Cum-hur
Başkanlarımızın orada yer almalarının korku sebebini anlamakta
zorluk çekiyoruz. Bir yükseklik payesini tarih onlara vermeyecektir.
Tarih yazılanları kıymetlendirecektir.
- Cumhuriyete minnet borcumuz vardır.
- Cumhuriyet bizi kulluktan vatandaşlık payesine
yükseltti. Kula kulluk etme aşağılık duygusundan Cumhuriyet bizi
kurtardı. Vatandaşız ve eşit insanlarız. Yaratanın yapmadığını yapan
ve kulluğu kendi seviyesinde-kilere reva görenlere nasıl katlanılır
? Bu bilgi ve inancı bize veren Cumhuriyette minnet duyulmaz mı?
- Cumhuriyet insanlarımıza fırsat eşitliğini de
getirdi. İltimasla yükselenler yoktur iddiasında değiliz,ama kendi
dirayeti ve kabiliyeti ile de her istediği yere yükselme imkanımız
da vardır. Aksini iddia edenler,kendilerinde kabiliyet eksikliğini
kabul etmek istemeyenlerdir.
- Aklımızı kullanmayı biz Cumhuriyete borçluyuz.
İnançlarımızı da,Devlete taşımamak şartıyla, bize bağışlayan ve
garanti altına alan Cumhuriyettir.
- İnsan haklarını Cumhuriyette
öğrenmiş değil miyiz?
- Fazileti Cumhuriyetle anlamış değil miyiz?
- Cumhuriyetin düşmanları vardır. Cumhuriyetin iç
düşmanları,dış düşmanları vardır. 52 İslâm devletleri arasında
yalnız Türkiye laiktir, yalnız Türkiye Latin Alfabesi kullanıyor,
yalnız Türkiye'de kadın erkek eşitliği vardır ve nihayet Türkiye
Avrupa Birliğine girme yoluna girmiştir. Şunları bilip de İslâm
devletleri arasında Cumhuriyet düşmanlığı yoktur demek mümkün müdür?
- Cumhuriyetin iç düşmanları vardır ve düşünülenin çok
üstündedir. 1950'den beri, inanç hürriyeti Cumhuriyetin düşmanlığı
üzerine gelişme göstermiştir. İnanç hürriyetini Cumhuriyet getirdiği
halde,en büyük düşmanlığı Cumhuriyetle görmüştür. Kimin ibadetine
karışılmıştır? Bu biline, Cumhuriyet inanç düşmanı olarak itham
edilmiştir. “İnsanlar göğsünü gere gere; Müslüman'ım diyebilmelidir”
kaba ve yakışıksız iftirayı, Cumhuriyete karşı, Cumhuriyetin en yüce
makamına gelenler yapabilmiştir.
- İçte ve dışta,eğitim yasası birliği bozularak, ikili
eğitimin yerleştirilmesi zihniyeti, Cumhuriyet düşmanlığı üzerine
gelişmiştir. Bütün ülke sathına yayılan ve vüsatı da henüz
belirlilikten uzak ölüm evlerinin mevcudiyeti,Cumhuriyet düşmanlığı
demek değil midir ?
- Ayrıca terörde Cumhuriyet düşmanlığının kendisi
olarak saymak ve düşünmek gerekiyor. Cumhuriyette eşitlik
olduğu,herkesin her yerde gelmesi esası kabul edildiği,kan ayrımının
ve hatta mesep ve din ayrımının ayıp olduğunu ve Cumhuriyetten
öğrenmemize rağmen,bunların arkasına sığınarak,Ülkeyi ve Milleti
parçalamak isteyen zihniyete Cumhuriyet düşmanlığı demezsek,hangi
sözcükle ifade etmeye kalkacağız.
- Kısaca ifade etmek istersek,Türkiye'de Cumhuriyet
düşmanlığı vardır ve artırmak içinde bütün yardımı,bilinçli ve
birazda bilinçsiz bütün yardımı görmektedir. Eğer bu düşmanlık ve
koruyuculuğu olmazsa idi,Cumhuriyet bizi,bu gün bulunduğumuz
noktadan daha ilerlere götürmüş olabilirdi.
- Cumhuriyeti korumak zorundayız.
- Her millet layık olduğu rejimle yönetilecektir. Biz
Cumhuriyet yönetimine layık insanlarız ve Milletiz. Bu tehlike ne
kadar büyük görünürse görünsün,onu yenecek kadar kudrete ve fazilete
Milletçe sahip bulunuyoruz. İçte ve dışta Cumhuriyet düşmanları
yenilecek, Cumhuriyetin fazilet yolu Millete açık tutulacaktır. Bu
inanca,her Cumhuriyetçi gibi bende inanıyorum. Bunların aksini
düşünen ve iddia eden Cumhuriyet düşmanlarına, taşıdıkları geri
zekalarından dolayı acıyorum.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇORUM'DA TURİZM
- Aslında,turizm dünya için ne ise, Çorum içinde odur.
Büyük genellemeye gitmeden,turizmin anlamını ve kıymetini
anlatabilmek için,herkesin tanıdığı bir bölgemizi "Göreme"yi örnek
göstermek istiyoruz. Burası tarafımızca da iyi tanınan bir yer.
- Evvela örnek gösterdiğimiz yerin özelliklerini ve
turizmin buraya getirdiği nimetleri anlatalım ki; Çorum için
düşündüklerimizi de kolaylıkla sıralıya koyabilelim.
- Göreme' de iki büyük nimet mevcut ve bu iki büyük
olay Göreme'nin turizmdeki yerini temin etmiştir.
Bunların birincisi: Mevcut tabiat olaylarıdır. Tıpkı Pamukkale gibi,
burada insan emeği bir sorun teşkil etmiyor. Asırlar,"Peri
Bacaları"nın teşekkülünü ortaya koymuştur. İnsanın bu tabiat olayını
seyri zevk bakımından doyurucu oluyor. Her insan bu zevki tattığına
ve güzellikten bahsettiğine göre, Göreme insanlar üzerinde müşterek
bir etki yaratıyor demektir.
- İkincisi: Göreme bir medeniyetin yerleştiği, burada
sıkıştığı ve nihayeti geliştiği bir yerdir. Hatırlanırsa;
Hıristiyanlık henüz azınlık devrinde, aynı dini kabul etmeyenler
tarafından ve bilhassa da İslâm'ın yayılması sırasında İsa Dinine
inananlar bu bölgeye sürgün edilmişler veya mecbur bırakılmışlardır.
Bu inancın sahipleri hayatta kalabilmek için kayaları oyup evler ve
kiliseler yaptıkları gibi, kayaları yer altında da oyarak 7-8 katlı
lojmanları yer altına yerleştirmişler ve bu gün ibretle gezdiğimiz
yer altı şehirlerini oluşturmuşlardır. Kiliselerin bir kısım aile
kiliseleri, bir kısmı da kilise okulları olarak kıymetlendiriliyor.
- Göreme her bakımdan doyurucudur. Göreme'nin bu
durumu beklenen ilgiyi görmüş ve yine beklenen refahı da
getirmiştir. Göreme kalkınmış denilebilir. Halkın mutluluğu
yaşantılarından ve bakışlarından öğrenilebiliyor. Çok otelleri var
ve bu otellerde turistler ağırlandığı gibi, halkımız da yaşamdan
istifade ediyor. İnsanlar mutludur Göreme'de.
- Bizim Çorum'un "Peri Bacaları" yok ama, tarihin tek
kara medeniyetinin "Eti Medeniyeti"nin kalıntıları var. Eti
İmparatorluğunun Baş Şehri ve diğer büyük yerleşim birimleri Çorum
hudutları içinde bulunuyor. Hattuşa Baş Şehir olmak üzere;
Osmankayası, Alaca-Höyük, Büyük Gülecek, Pazarlı, Kızılhamza Hüyük,
Eskiyapar, Oratköy,Yörüklü Hitit Medeniyetinin kalıntılarını taşıyor
ve 120 sene gibi bir zaman diliminde yayılmak suretiyle, kazılarla
ortaya konulmuşlardır. Bu kazılarda bulunan eserler ve bilhassa
tabletler Hitit Medeniyetinin hem tarihini ve hem de yaşam biçimini
ortaya koyduğu ve dünya literatürüne Çorum adını soktuğu
halde,turizm yönünden en küçük bir gelir temin ettiği söylenemez.
Hitit ören yerlerinin ziyareti için en basit im-kanlar bile
temin edilmemiştir. Boğazkale hariç,yemek yenilecek bir yeri
olmadığı gibi,bir tuvalet dahi yapılmamıştır. Buraları turiste nasıl
tanıtacaksınız ve turistlerden nasıl istifade edeceksiniz?
- Alacahöyük Müzesini senede 18 bin ziyaretçi
gezmektedir. Bunun bir kısmı şimdiki Anitta Oteli açıldığında yani
eski adı Turban adıyla açıldığında, bu turistlerden bir kısmını
barındırıyordu. Turistlerin Çorum'a ayak basmaları temin edilmişti.
Sonradan bu da kayboldu. Çorum'da yabancı turistin izi ortalardan
kalktı.
- Turistin yerlisi, yabancısı aynı şeydir. Turist
zengin demek değildir. Turist gezen ve bundan zevk alan insan
demektir. Rahat etmek ister turist. Kazıklanmaz istemez turist.
Turist yabani gözler tarafından rahatsız edilmekte istemez. Herkes
tarafından güler yüzle selamlanmak turisti mutlu eder. Turistin tek
gayesi, gezmek, görmek,dinlenmek ve rahatsız edilmemektir. Bunları
da asgari şartlarda yapılamayacak şeyler değildir. Bu az gelirli
gezginlerin adedi milyonları aşınca,ülkeye bıraktıkları milyarları
aşıyor. Maden kuyularında çalışmaktan daha kolay değil mi turizmden
kazanmak? Kolay,kolayda;birazcık medeni olmak ve anlayış sergilemek
gerekiyor. İşte Göreme bunu öğrenmiş. Çorumlu Göreme’ den başka
yaratılmış kul değil. Biraz gayretten yorulmaz Çorum halkı.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- TAŞ YERİNDE AGIRIR
- Başlık bir atalar sözüdür. Büyük ihtimalle bu atalar
sözü bizim olmalıdır. Dünya milletleri arasında toprakla, taşla
haşır neşir olan millet Türk Milletidir. Bu niçin söylenmiştir,bir
anlamı var mı? Bilemem.
- Fethiye'de pek çok tarihi yerler var. Bunlardan
Kumluova'da olan ve ismini yazarken zihnimde bulamadığım birinde
Fransız Prof. Metzuer kazı yapmaktadır. Daha evvel burada yapılan
kazılarda bulunan eserlerin hemen hepsi İngiliz kazıcılar tarafından
götürülmüşlerdir. Ağır olanlar da kestirilerek nakledilmişler.
Fransız profesör bunların yerlerine kopyalarını koymuş.
Bize;bunların bir gün yerlerine İngiltere'den getirilip
konacağını,eserlerin bulunduğu yerde kıymetlerinin artacağını,
medeniyetin ve insanlığın bunu gerektirdiğini söyledi. Bunları
yazdıktan sonra asıl meseleye geliyorum. Eskiler buna "sadet"
diyorlardı. Torunum bu sözcüğü sordu idi.
- Türkiye'de birçok yerlerde olduğu gibi bizde de
yerlerinden nakledilmiş eserler var. Alaca Höyük kabartmalarının
asıl taşları kestirilip, at arabalarıyla Çerikli'ye nakledildiğini
ve oradan trenle Ankara'ya götürüldüğünü ben biliyorum. Profesör
Metzguer'in söyledikleri burada da olacaktır. Eserler yerlerinde
anlam taşırlar ve bunların meraklıları,buralara gelerek etütlerini
yapacaklardır.
- Bizi ilgilendiren başka bir konu da: "Çorum Hasan
Paşa Kütüphanesi'nde" bulunan "El Yazması Eserlerin" başka bir
kütüphaneye nakledilmek istenmesidir. Sayın Kültür Müdürümüz Mümtaz
İdil'in dikkatini çekerim. Bu hikaye bir daha yaşanmış ve itirazlar
üzerine vazgeçilmişti. Bu El Yazması eserlerin, verilen beyanata
göre; bakımları ve muhafazaları zormuş ta, bunları birkaç yerde
toplamak daha avantajlı olacakmış. Bakımları temin edilecek ve
muhafazaları garanti altına alınacakmış (!)...
- Bu El Yazma Eserler Çorum Kütüphanesinde
toplanılmışlar ve şimdiye kadar çok iyi korunabilmişlerdir.
Eserlerin teşhirinde, bizim kütüphanemizde çok mükemmel durumda
bulunuyorlar. Rahmetli Vali Varinli'nin misafiri olarak Çorum'a
gelen hocamız Rahmetli Prof. Suheyl Ünver'le Çorum kütüphanesine
birlikte gitmiştik. Bu yazma eserlerden 8-10 tanesi kendisi
tarafından istenildi ve yine Rahmetli Kütüphane Müdürü Erdemli
tarafından hemen önüne dizilivermişti. Hoca bu çabukluktan çok
memnun olmuştu. Kendisi eski yazıyı ve Osmanlıcayı iyi bildiği için
gereken incelemeleri birkaç saat içinde yaptı ve pek memnun olarak
ayrıldı. O zaman hocamız; bu eserlerin yerinde bulunmasından
bahsetmişti.
- Bu eserlerin bakımı yerlerinde yapılabilir. Kültür
Bakanlığı seyyar bakım ekipleri teşkil ederek Anadolu'nun birkaç
ilinde bulunan bu yazma eserleri sırayla yapabilir. Bu bütün dünya
ülkelerinde geçerli. Türkiye 'de niçin bu uygulama yapılamıyor?
Yapılamaz mı? Yapılır elbette.
- Eserlerin daha iyi muhafazası sorunu ise ; aldatmaca
ve bizlere okunan bir masaldır. Dünyanın ve bu arada ülkemizin
hiçbir eseri çalınma tehlikesi dışında değildir. Eserlerin bir arada
olması,bu hırsızlık olayını kolaylaştırır bile. Birçok dağınık yer
için düşünülecek çalma olayı,bir araya toplanılmışlar için daha
kolaydır. Bunu hayatımız boyunca duyduk ve okuduk. Hırsıza kilit
olmaz. Çalınmak istenen eserlerin korunması için,her halde daha
mükemmel düzenlemeler kurmak ve iyi yetiştirilmiş,bir de iyi
doyurulmuş insanlar çalıştırmak faydalı olur sanıyoruz.
- Çorum Hasan Paşa Kütüphanesi bu eserleri
derlemiş,şimdiye kadar bakımını yapmış ve muhafazasını temin
etmiştir. Bahanelere inanmıyoruz. Bu düşünceler basit düşünceler.
Daha iyi, faydalı düşünceler üretmek varken, halkın elinde olan
kıymetli eserleri milli kuruluşlara aldırmanın ve almanın yolları
geliştirilerek,halkın elinde bulunan kıymetli eserlerin kazanılması
yolunu seçmek daha faydalı olur kanaatini taşıyoruz.
- Faydasız işlerle vakit kaybedilmemelidir.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- BAYRAMLAR
- Bayram;genel anlamda eğlenmek demektir.
Giyineceksiniz,yiyip içeceksiniz,çalışacaksınız ve felekten bir gün
veya günler çalacaksınız. Eğer bu anlayış tarzı
genelleştirilirse,bunun adı bayram olarak konulabilir. Genelleşme
olmaz ise,yapılan yaşam yine bayramdır ama, size özel olarak kalır.
- Bayramların cinsleri ve adları vardır. Cinsi ve adı
ne olursa olsun bayram tek insanın hareketi değildir. Bir insan tek
başına eğlenemez. Hatta tek başına eğlenmeye çalışan insan için tıp
içerikli düşünceler bile insanın aklına gelebilir. O halde bayram
denince, başkalarının da iştirak ettiği zevk alıcı hareketler akla
gelmelidir.
- Aile arasında kutlamalar ve bilhassa kadınlarımızın
zevkle tatbik ettikleri kabul günleri,birer bayram şenliği
sayılabilir. Bu kabul günlerinin karşısında değilim. İnsanlar
arasında dostluğun ve sevginin devamına hizmet ettiği kanaatini
taşıdığım için,teşvik edilmesi taraftarıyım. Avrupa'da bu aile
kabulleri,senede bir veya iki kere oluyor. Tanıdıkları dostlar çok
önceden davet ediliyor. O gün ailede yeme içme ve tanışma günü
oluyor. Bazen de çok yakın tanıdıklar akşama alı konarak,toplantı
yemekle de bitirilebiliyor. Bunu bir otelde veya lokantada yapan
zengin insanlarda bulunabiliyor. Bunların eleştirilecek bir tarafını
görmüyorum. Bizde biraz sıkça oluyor. Bizde de kadınlarımız çalışma
hayatına girince,kabul günlerimiz seyrekleşecek ve senede bir ikiye
inecektir. Kabul günlerinin ailelerce,karı koca olarak yapılmasının
sayısız faydaları olduğunu düşünürüm. Aile dostlukları,kadın
dostluklarının üstünde sayılmamalıdır.
- Her ülkede sayısız yerel bayramlar vardır. Bizde de
pek çoktur ve sürüp gitmektedir. Kiraz bayramının kime zararı var ?
Bu bayramlarda toplum oluşumunda hizmetler ifa ederler. Toplumlar
kolayına teşekkül etmemişlerdir, toplumlar oluştuktan sonradır
ki,insanlar rahata kavuşmuşlardır.
- Genel olarak milletlerin bayramları ya dini veya
milli bayramlardır. Milli Bayram Fransa'da yalnız Cumhuriyet
Bayramıdır ve 14 Temmuz da kutlanır. Cumhuriyet Fransa'da çok
numaralı olsa da,bayram tektir ve sözlüğün tam anlamında millidir.
Halk iştirak eder. Hatta bayramın resmi tarafı gölgede kalır denirse
hata yapılmış olunmaz. Orada kral taraftarları hala olmasına
rağmen,Cumhuriyet düşmanına rastlamak mümkün olmaz. Türkiye'de o
günü yaşadığı gün milletimiz için bir mutluluk olacaktır. Bu gün
ise,kısa zamanda geleceğini düşünmek ise bir hayal olarak
düşünülmelidir.
- Bizde resmi bayramlar çok. Devir değişmiş bir genç
devlet için bu normal karşılanabilir ama,23 Nisan,30 Ağustos ve 29
Ekim Cumhuriyet Bayramı dışındakileri tatilsiz geçirmek
gerekmektedir bir milletin hayatında,bayram tatillerinin
çokluğu,hizmet aksatıcı olmamalıdır.
- Dini bayramlarımız iki adet olduğunu herkes bilir.
Bayramlarımız tatilleştirilmek suretiyle millilikte kazanmışlardır.
Bunları değiştirmek ne gerekli ne de faydalıdır. Tatillerinden de
vaz geçilemez. Zaten vaz geçmeyi düşünende gözükmüyor.
- Dini bayramlarımızın ehemmiyetini kaybettiği sözleri
doğru değildir. İnsanlar yaşlandıkça,kendilerinin yaptığı
bayramların daha mükemmel bayramlar olduklarını sanıyorlar. Ramazan
ve Kurban bayramları şimdi nasıl kutlanıyorsa,benim bildiğim,75 yıl
öncede öyle kutlanıyorlardı. Hatta bugün eğlenme imkanları daha
fazla olduğundan,şimdiki bayramların eskilerden daha iyi
kutlandıklarını söylemek bile mümkün. Hatta,bazı insanlar uzak
yerlere seyahat yapma alışkanlıklarını edindiler. Bunları
bayramların lehine ve anlamında yazmak gerekir. Gittikleri yerlerde
yaptıkları bayramdır. Kurban Bayramını bile uzakta yapmak imkan
içidir. Kurban kesmek,sadece doğduğu evde gerekmez. Mademki dinin
bazı anlayışları yeniden yorumlanmak isteniyor;o zaman kurban
sorununu da yeniden yorumlamak gereklidir sanırım. Kurban
sorunu,hayvanları sürü ile kesme sorunu değildir. Acaba kurbanı
katletmeden de,bu dini Görevin ifa edilme şekli düşünülemez mi ?
Kurban parasını tahsis etmekle,dini görev yerine getirilmiş olmaz mı
? Bunu tetkik etmek din adamlarımızın görevidir.
- Fransa'da kutlanan bayramlar dini olmayıp eğlence
için hazırlık olur. Bizim bazı hallerde bayramlarımızın esasında
dini olması çok içtimaidir bence yağmur duası bile bir bayram
sayılabilir. Gerekli ibadet ve duadan sonra,orada yapılan netice
olarak eğlenmek ve yenip içmektir.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- SÖZDE SOYKIRIMI
- Sözde soy kırımı demek,büyük bir iftiraya,milletçe
karşı kalmak demektir. Bugün Milletimiz böyle iftiraların
karşısındadır. Ermeniler Türk soyu tarafından soy kırımına tabi
tutulmamıştır. Bir soyu kırıma tabi tutacaksın,Dünyanın elinde
tatmin edici bir delil bulunmayacak. Siyasi adamların bu kararına
bir gün tarih ve onu yazanlar gülecek.
- Biz Anadolu'ya,Ermeni Devletini yıkarak gelmedik.
Biz Bizans'ı yıktık. O zaman bu topraklarda yaşayan soylar,bilhassa
Ermeniler esir durumunda idiler. Bir bakıma biz onları esaretten
kurtardık da denilebilir. Bizim gerek Selçuklu,gerekse Osmanlı
dönemlerinde,hiçbir millete esir muamelesi yapılmamıştır. Herkes
inançları,kültürleri ve maddi varlıklarıyla insan olarak
yaşamışlardır. Hatta bu toplum içindi,zaman zaman,Türk soyu,bizzat
padişahları tarafından fetvalı kırımlara tabii tutulmuşlardır.
Ermeniler dahil her soy,saraya yakın akrabalıklar kurdukları halde
Abdülaziz'e kadar bir Türk kadını saraya gelin bile gitmemiştir. Bu
gün ise,şikayeti olmayan tek soyda yine Türk soyudur. Acayiplikler
içinde yaşamış oluyoruz.
- Tam bin yıl,Ermeni vatandaşlarımızla bir
arada,kardeşler olarak yaşadık. Din ayrılığı bile,bizi birbirimize
düşman yapmadı. Halbuki mezhep ayrılığı bile kendi soyumuz arasında
ne facialara sebep teşkil ettiğini bu devirde bile,zaman zaman
yaşamaktayız. Ermeniler ülkenin zenginleri ve sanatkarları idiler.
Milli Saraylarımızın hemen hepsi,Ermeni mimarlar tarafından
yapılmıştır. Karşılıklı bayram kutlamalarını bilmeyenlerimiz var
mıdır ? Bizim yaşantımızı en iyi hazmetmiş olanlar da Ermenilerdir.
Adlarımız ayrı olmasa,yaşantılarımıza bakarak Ermenileri Türklerden
ayırmak kolay değildir.
- Bu mutlu asırların sonunda,Abdülhamit'in padişahlığa
başladığı sırada,Ermeni soyu padişaha saldırgan olmuştur. 1009 veya
1904 de,padişahın arabasına bir Ermeni'nin bomba koyması
üzerine,Milli Şairimiz Tevfik Fikret,Ermeni bombacıya kasideler
yazmıştır. Şairin bu methiyeleri,Türk halkı tarafından yadırganmış
ta değildir. Hala halklar arasında düşmanlık yoktur.
- Daha sonraları Ermenilerin kurduğu silahlı
çeteler,Rusya ve bilhassa Fransa'lar tarafından himaye edilerek
silahsız Türk halkını katletmişlerdir. Bizim Türk soyu hiçbir zaman
silahlanma merakına düşmemişlerdir. Buna göre soy kırımını yapan
Ermenilerdir.
-
- Birinci Dünya Savaşında,Rusya ile savaşan
ordu,arkasında Ermeni çetelerinin tehlikesiyle karşı karşıya kalmış
ve Başkomutan Vekili tarafında bunların bölgeden
uzaklaştırılmaları,tehciri istenmiştir. Tehcir Dünyanın gözü önünde
ve Amerikan Kızılhaçının gözetiminde yapılmıştır.
- Tehcirden evvel Türk köylüleri de silahlanmışlar ve
karşılıklı köy basmaları ve adam öldürmeleri olmuştur. İnsan
tabiatı,bilerek ölüme başeğme eğiliminde değildir. Bin sene
kardeşlik ettiği kavmin katliamına dayanması mı gerekirdi ? Bunu bir
Tanrı buyruğu olarak kabul etmeli idi . bu olaylar biri önce,biri de
sonradan silahlanmış iki halkın mücadelesidir. Bu böyle
görülmelidir. Burada Devlet tarafından alınmış bir karar ve onun
vesikası yoktur. Bir vesika olmadan Osmanlı Devleti itham altında
bırakılmıştır. Bunun sebebi de İhtilaf Fırkasının İttihatçı
düşmanlığıdır. Bu ikili mücadele,halk mücadelesi,İtilaf Fırkası
tarafından Avrupa ve Dünyaya soy kırımı olarak iletilmiştir. Parti
düşmanlığı bizde o kadar yeni değildir.
- Gerek mücadele esnasında,gerek tehcir
esnasında,bilhassa hastalıklardan ve bakımsızlıktan insan kaybı
olmuştur. Ermeniler tarafından kayıp,büyük ihtimalle 250-300
civarında olmalıdır. Ermenilerin bizzat yaptığı Türk katliamının
miktarı bu mevcudu kat be kat geçer. Her yerde hep Türk zararlı
çıkmıştır. Türk kendi memleketinde,kendi Ermeni vatandaşları
tarafından katliama uğramış ve sahip çıkanı da bulunmamıştır.
- Soy kırımı,silahsız halka karşı yapılan katliamdır.
En son Almanya'da,Amerika'nın her bölgesinde,Cezayir'de,Güney ve
Kuzey Afrika'da,Filipinlerde uygulanan soy kırımı ile bunun
benzerliği yoktur. Arşivler her ülkede Türkiye'de açılmalı vesikalar
aranmalıdır. Bir soy kırımı olayı vesikasız olur mu ? Aksi
halde,tarih bilincinden yoksun olan bu gün siyası insanların
aldıkları kararların hesabı bir gün sorulur.
- Bizim soy kırılmakla kolay kolay bitmez
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- KASTAMONU
- Cumhuriyet Halk Partisi'nin "Halkla
Birlikte Sorunlara Çözüm Üretme" Bölge Kurultayından biri daha
Kastamonu'da 20 Mayısta yapıldı. Bu gurubu Bartın, Bolu, Çankırı
Çorum, Karabük, Kastamonu, Sinop ve Zonguldak oluşturmuştu. Bu bölge
kurultayına CHP nin Sayın Genel Başkanı Altan ÖYMEN, Genel Sekreter
Sayın Tarhan ERDEM, proje sorumlusu Sayın Prof. Yakup KEPENEK ile
birlikte hayli parti meclisi üyesi ve üniversitelerin güzide ilim
adamları toplanmışlardı.
- Toplantıda ilmi konuşmalar oldu. "ODUN"NUN
aday olup seçilmesi mümkün görülse, bu ayıbı sineye çekmek mümkün
olsa bile, Ülkenin ODUNLA değil ADAMLA yönetilebileceği hakikati
üzerine,herkesçe mutabık kalındı. Seçimlerde aday tespiti için pir
politika üretmenin gerekliliği vurgulandı.
- Bizde " Çorum Raporu"nu takdim
ettik. Dinleyenlerin dikkatle izledikleri izlediklerini de tespit
ettik. Bizim rapor tek konu üzerinde toplanıyordu. Çorum
Üniversitesiz kalmış ve bunun sebebinde Çorumlu anlamamıştı.
Üniversite açılması için dikkat edilmesi gereken kriteryumların ne
olduğunu Çorum'da anlayan olmamıştı. Bize öyle geldi ki; toplantıya
katılan kimse,çok kıymetli ilim kafalarına sahip olmalarına
rağmen,üniversite açılış kriteryumları hakkında bir Devlet fikrinin
varlığına gani değillerdi. Bunların elbette bir üniversite
misyonları vardı ama; Devletimizin bunu benimsediği söylenemezdi.
Hemen hepsi ve bu arada Sayın Genel Başkanımız, konuşmalar
karşısında CHP nin bir üniversite politikası üretmesinin zorunlu
olduğunu da kabul ettiler. Bu kanaatin oluşmasında, raporumuzun
etkili olduğunu düşünüyoruz . Genel Başkanımız da, isim zikrederek
bunu belirttiler.
- Bir yazıda bu kadarcık parti
propagandası yapılması da elbet gerekli olmuştur. Bu politikayı da
Çorum için yaptık. Daha başka şeyler söylemek istediklerimiz de var.
Biz Çorumlular çok öğünüyoruz. Bazen bu ölçüyü aşıyoruz. Türkiye'de
sanki tek il Çorum var. Hele bazıları " tek temiz il " gibi
benzetmelerine de fazlaca etmişiz. Bu öğün melerde bunların rolü
var. Az seyahat ettiğimiz için, bizden başka şehir yok sanıyoruz.
İçinizde Dr. Rıfat PATIR'I da iyi okumadığımız için, onun
ikazlarını da unutuyoruz. Türkiye' de başka güzel ve temiz iller
var. İşte bunlardan biride, bizim bölge kurultayı yaptığımız
Kastamonu'dur.
- Kastamonu tarihte isim bırakmıştır.
Büyük Atatürk Kastamonu'yu ziyaret etmiş ve "Şapka Devrimi"ni de
burada açıklamıştır. Demek ki; Kastamonu o zaman içinde,
memleketimizin güzel ve göze çarpan bir şehri idi. Kastamonu; güzel
bir plan içinde gelişmiştir. Bir Kastamonu mimari şekli var
denilebilir. Pencereleri,kapıları çeşitli etkinliklerin ifadesi
değil. Yüksek binalar yok. Binalar ve bunların teşkil ettikleri
mahallelerde tatlı bir uyum gösteriyor. Arazinin durumları çok iyi
kıymetlendirilmiş ve çok güzel imar şekilleri uygulanmış. Caddeleri
geniş ve genel olarak çift yol şeklinde imar yapılmış. Kastamonu'da
yeşil şehrin vasfını teşkil ediyor. Orman yer yer şehrin içine
sokulmuş ve şehrin içinde ormanın güzelliğini göre biliyor,
yaşayabiliyorsunuz . Yeşillik; yani ormanla şehrin birbirleriyle
kucaklaşması, Kastamonu için bir orijinalite. Bu ilin çok güzel
görünümler ortaya koyduğunu rahat tespit edebiliyorsunuz. Kastamonu
çok güzel bir Avrupa şehri terimi, Kastamonu için yakışık alıyor. Bu
şehri yapanların dışarıdan geldiklerini bir abesle iştigal olur.
- Kastamonu'yu bu şehrin mimarları ve
mühendisleri imar etmişler.
- Çorum'da hiçbir şey Kastamonu'nunki
ne benzemiyor. Binaların yüksekliği, ölçüsüzlüğü, pencere ve
kapıların Arap kokusu taşıması ve bilhassa yeşilliklerin şehri
kucaklamamış olması insanın içini karartıyor. Bir Çorum mimari tarzı
yoktur. Ev mimarisi Çorum'da Araplaşmıştır. Yeşilden uzaklaşılmış ve
bundan sonra da yakınlık aranacağı düşünülemez. Bu binaların hangi
asır da aynı hizaya gelecekleri düşünülemez. Mimar ve
mühendislerimizin Kastamonu'yu görmeleri ve tetkik etmeleri beni
mutlu eder. Fay dalı olur sanıyorum. Dünyada her ülkenin mimarisini
hemen tanımak mümkündür. Biz bun dan mahrumuz.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- MİLLETLER HUY DEĞİŞTİRİR
- Bu “huy” sözcüğü hem tam Türkçe ve hem de anlamı
açık. Bu sözcüğü kimseye izaha da gerek yok. Her şey açık,seçik
olmasına rağmen yine de insanın aklına takılan bir şeyler
sezinleniyor. Konuşmalar içinde,pekte kibar sayılmayacak bir durum
ortaya çıkar gibi oluyor. Kibarlık taslamak için,anlamı açık ve
seçik olan bir sözcüğün kullanılmasını terk edecekte değiliz.
Biz,edebiyat gibi pekte kibar sayılacak bir meslek tahsili de yapmış
değiliz.
- Tam 80 senelik adetlerimiz var. Biz;tarihimiz içinde
bu derece uzun bir dönem içinde savaşsız kalmadık. Savaş bir çeşit
edinilmiş adetlerimiz arasında bulunuyor. Yadırgayanımız da yoktu.
80 yıl savaşsız kalınca,savaş dışı kalınca savaşsızda yaşanılabilir
olunacağını öğrendik. Hiçte kötü olmadığını da öğrendik. Savaşta
kırılmayınca nüfus artımını da gördük. Hayatın daha tatlı geçmesi
için savaş olmayınca ülkede daha iyi eserler ve yaşam vasıtaları
yapmayı ve kullanmayı da öğrendik. Hangi aile içinde büyük baba ile
torun çocuklarının bir arada yaşadığı görülmüştür. İste bunlar
Cumhuriyetin nimetleri,bu nimetleri bahşeden Cumhuriyeti de Atatürk
kurdu. Bu çeşit düşünce herkesi memnun eder denmez ama,ne yapalım
ki;olaylar böyle. Kitaplar ve bilhassa tarih kitapları böyle
yazacak.
- Muhtemel Irak savaşı bu satırların yayınlandığı
tarihte belki çıkmış olacak. Bu Irak savaşı ile ülkemizin bir
ilişkisi yok. Bu bir Amerikan savaşı. Sebebi ne olursa olsun,tarih
bu savaşı bir Amerikan savaşı olarak yazacak. Bu savaştan hiçbir
çıkar elde edemeyiz. Çıkar elde etsek bile bu çıkarlar meşru ve
ahlaki olmaz. Lekeleniriz. Devletler ve insanlar indindeki
itibarımızı kaybedebiliriz. tarih içinde,bu çıkarları yanımızda
bırakmazlar. Benim kısa ömrüm bile,pek çok örnekleri bana
gösterildi. Milletlerin tarihi,insanlarınki gibi kısa olmadığına
göre,pek çok kıymet ölçülerini göz önünde tutmak zorundayız.
- İnanılır kalmak kadar kıymetli bir şey var mıdır ?
- Bu savaşa girmemeliyiz. Bunları Saddam Hüseyin
sevgisi için yazmıyorum. Bu diktatörün kendi milletine de bir yararı
olmadı. Bunun bertarafı,daha iye bir Irak rejiminin
kurulması,oradaki 3.5 milyon soydaşımızın emniyetini temin illa da
savaşla olmaz. Bunları dünyaya anlatarak savaşsız da çareler bulmak
mümkün. Savaşta insanlar ölüyor. Bu ölenler de bir daha geri gelmez.
Yeni insanlar doğar ama,bunlar ölenlerin kendileri değildirler. Bu
şehit olanlar da,şehit olmadan ölenler de dünyaya yaşamak için
geldiler. Yaşamak hakkı,insan haklarının en önde geleni değil mi ? O
zaman,savaştan kaçınmak gerekir. Kaçınmaya ön ayak
olamıyorsanız,savaş çığırtkanlığından hiç olmazsa kaçınmalısınız.
Savaş günahların en büyüğüdür. Atatürk'te savaş taarruza uğramak
dışında meşru değildir demedi mi ?
- Bu savaş 80 yıllık alışkanlığımızı.dolayısıyla iyi
huylarımızı değiştirir. Huysuz oluruz. Huyu bozuk olabiliriz. Bazı
çılgın heveslilerin yetişmemesine vesile de hazırlamış oluruz.
Cumhuriyet bize,temiz huylu,temiz mayalı bir millet hediye etti. Bu
huyun ve bu temiz mayanın bozulmamasında sayılmayacak kadar büyük
faydalar var. Avrupalı bir yazara göre “Millet bin senede olurmuş”
daha olmadığımız anlaşılıyor. Hiç olmazsa yolundan çıkmış olmayalım.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR MAKAMIN HASİYETİ
Bir makamın hasiyeti;Devletin hasiyetinden gelir. Bu
makam hasiyeti;Devletin hasiyeti gibi Kanunlarla korunur. Aslında
insanların hasiyet bilenleri,kendi Devletinin makamlarına ve
hasiyetlerine saygılı olacağından,Kanun müeyyidelerine bile ihtiyaç
olmaması gerekir. Bütün insanların böyle olmadığını,olamayacağını
bildiğimiz için,Kanunlar konmasını yadırgamıyoruz,her ülkede
yazdığımız anlamları benimsemişlerdir. Fikrimizin ehemmiyetini birkaç
örnekle takviye etmede fayda gördük.
Sadrazam Büyük Talat Paşa (küçüğü de var)
Nişantaşı’ndaki ve şimdiki İstanbul Valisinin oturduğu Sadrazam Konağı
değil,Sultanahmet'te bulunan kendi basit evinde oturmaktadır. Sebebi
sorulduğunda,büyük yere alışmak istemediğini ve Sadrazamlıktan sonra
bu muhteşem evden çıkmasının zor olacağını bildiği için oturmak
istemediğini söylemektedir. Evi basit seçmiştir ama,makamında Sadrazam
gibi gerekli merasimlere dikkatlidir.
Talat Paşanın bir sadaret kayığı vardır. Kayık
muhteşemdir de,paşa bu kayığa gerektikçe binmektedir. Çok defa gezinti
yapmakta olduğu sırada bazı gizli konuşmalar bu kayıkta cereyan
etmektedir.
Paşanın anası oğlunu çok sever. Paşada anasını çok
sever. Paşa eşini de çok sever ama,eşinin gösteriş için
yaptığı,yapacağı hiçbir olaya izin vermez. Paşa bu hususta hem ciddi
ve hem de sözüne sadıktır.
Paşanın hanımı;Üsküdar'da bir tanıdıklarının düğününe
gitmek ister. Kadınlığı tutar ve sadaret kayığına binmek ister.
Paşanın haberi olmadan buna imkan yoktur. Paşaya söylemeye
hanımefendinin cesareti yoktur. Paşanın annesine derin sevgi ve
saygısını kullanmak ister ve paşaya söylettirir.
- Oğlum! Şu kayığı ver de sadrazam anası olduğumu
bileyim. Üsküdar'a düğüne gideceğim. Der. Paşa anası için de aynı
paşadır.
- Ana! benim seni ne kadar çok sevdiğimi bilirsin.
Sana benimkinden daha görkemli bir kayık yaptırır emrine tahsis
ederim. Ancak bu kayık benim makamımdır. Onu Devletimiz bana tahsis
etmiştir. Bunu kimseye,sevgili anam sana bile veremem. Beni anlamanı
istiyorum. Der paşa.
Paşanın anası bu isteği senin karın istedi diyemez. Ne
anası ne de karısı paşanın makam kayığına binmeden ölmüşlerdir. Paşa
hasiyetli bir adamdı. Paşa oturduğu koltuğun ve makamın hasiyetini de
.kendisininkinden daha fazla kullanmasını bilirdi ve bildirmiştir de.
Benimde başıma geldi. Ben hekimim. Hekimin ne makamı
olacak ki ? Hekimden aslında ne paşa olur ve de ne başhekim. Hekim
hastaya bakandır. Paşa kılıç kuşanandır;paşa savaş yapar;hekim paşanın
savaşta yaraladıklarının yarasını tedavi eder. Bunu bilmeme rağmen,bir
zamanlar benimde bir makamım;bir masam ve bir tahta koltuğum vardı.
Paşa,Sadrazam koltuğuna ve makamına ne kadar kıymet verirse,bende
tahta koltuk ve masama o kıymeti verirdim. Çünkü;bu basitte olsa beni
Devlet atamıştı.
Bir gün müfettiş geldi. İthamlar dolu şikayetler
vardı. En büyük ithamda okuduğum “Ulus Gazetesi” idi. Müfettişin
geldiğini Kaymakamımız bana bildirdi. Müfettiş odaya girince ayağa
kalktım. Müfettiş Sabri Basa;pek selamıma aldırışa almayarak,masanın
sol yanından gelip koltuğumun bir ucundan tuttu. Ben öbür ucundan
koltuğu çekip elinden aldım ve odacıyı çağırıp;müfettiş beye karşımdan
bir sandalye vermesini söyledim. İplerde bir anda koptu. Müfettiş tam
90 gün kaldı. Hakkımda şikayetçi hariç hiç kimse kötü bir şey
söylemedi.
Ama;partili olan şikayetçi yüzünden çok çektim ve çok
tehlikeli anlarda yaşadım. Şikayet edene düşman olduğumu sanmayınız.
Şimdi arkadaşımızdır. Kendisine niçin kızıp,küsmediğime kendisi bile
hayret ediyor. Bu sorunu nerede açsa benim söylemem lazım gelenleri
olayı dinleyenler kendisine,şimdi bile söylüyorlar.
Sonra amca oğlu olan Hasan Basa Valimiz oldu. Ben
ailenin bilhassa anasının hekimliğini yaptım. Sayın Valimizin
Cumhurbaşkanı tarafından hediye edilen Havana purolarından çok içtim.
Amcazadesiyle olan sorunumuzdan hiç haberi olmadı. Valimiz benden pek
memnun ayrılmıştı.
Bu kadar yazıyı boşluk doldurmak için yazmadım. Ben
Devlete saygılı bir insanım. Devleti tanıyan herkes,ona saygılı olmaya
mecburdur. Koltuğunda oturup masasında iş yaptığınız makamlar
vatandaşlarımıza ve bana,yukarıdan bakmamız için verilmiştir. Makamı
Devlet vermiştir ama,onu kıymetlendirecek koltuklarda oturan
insanlardır. Bu insanın ilk görevi,tek görevi,mecbur olduğu görevi
Önüne gelen işi vaktinde ve eksiksiz
yapılmasıdır. Bu makam geçimimizi ve ayrıcalığımızı temsil ediyor. Bu
makamlar kimseye şan,şeref,otorite temin etmek için değil,sadece iş
yapmak için verilmiştir. Dürüst ve adalet içinde çalışmakta makam
sahibinin görevidir. Anasına kayığını vermeyen Sadrazam ne duygular
içinde yaşamışsa her makam sahibi de aynı duygular ve aynı
sorumluluklar içinde çalışmaya ve hareket etmeye mecburdur. Makamın
hasiyetini de tıpkı Talat Paşa gibi korumak zorundadır.
Makam;makamdır. Makamın büyüğü,küçüğü olmaz. Küçük
makam daha az hasiyetlide demek değildir. Küçüğün kıymetini
bilmeyen,büyük makam sahibi olamaz ve hem de yanlışlıkla olsa bile
onun kıymetini de bilemez.
Söylemek istediklerim,belki tam duyduklarımı ifade
etmedi. Olsun ! ileride Erdal İnönü'nün son cildi bitirince belki onun
üslubu içinde bu duygularımı daha iyi olarak bir daha ifade etmeye
çalışırım.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
MENDERES MANTIĞI
Mantık daima akıldan çıkar veya;mantığa akılla
ulaşılır. Bunun dışında teşekkül edecek mantık silsilesi hem insanı
yanlış yola götürür ve hem de nesillere mal olmuş kötü örnekler
arasına girer.
Menderes kızdığı zaman ağzından çıkanları kulakları
pek duymazdı. O mahcup görüntünün içinden,bu kızgınlıkların nasıl
ortaya çıktığında daima hayretle karşılanırdı. Mecliste yaptığı bir
konuşmada,kendisine sataşan CHP lilere “Erkekseniz,hırsızlık
yapmadığınızı ispat edin !” Demişti. Bu saçma tekerlemede o zamanın
aklı kısa Demokrat Partililerce dillere destan edildi. Her
münakaşada,aslan demokrat bir suçlamayı daima böyle bitirirdi
“Erkeksen yapmadığını ispat et !”
Normal insan mantığı içinde düşünülürse,insanların
hepsi aksi sabit oluncaya kadar hem namusludur ve hem de suçsuzdur.
Eğer birine bir suç yönetecekseniz,onu mahkemeye götürüp hakim önünde
kanıtlamak zorundasınız. Aksi halde,söyledikleriniz ve düşünceleriniz
bir iftira hududunu aşmaz. İftira ise suçtur. Karşı taraf sizi hakim
önüne çıkarır.
Menderes çok sevilen bir insandı. Söyledikleri de
kendisini sevenler tarafından doğru kabul edilirdi. Bu sakat mantık
silsilesi kendisinin ölümüyle bitmemiş ve uzun yıllar bu ispat etme
sorunu sürüp gitmiştir. Bugün Demokrat Partili olduğunu söyleyen pek
yok ama,o mantık yinede toplum içinde yer etmiş görünüyor. Hatta bu
gün içinde bulunduğumuz Bazı mantıksızlıkların esnasında Menderes'in
mantık silsilesinin etkisi vardır.
Bu mantıksızlık zinciri içinde Türban sorununa
getirmek istiyorum.
Sayın Doğramacı'nın empoze ettiği türban,inançla
ilgili değil. Türbanın sözlüklerde resimleri var. Sarık şeklinde
sarılıyor ve kadını daha güzel ve seksi göstermeye yarıyor. Sözlükte
Fransızcadır.
Bu türban sorunu;bizde mahkemeye götürüldü. Mahkemenin
ret kararı temyiz edildi. Temyiz,tasdik ettiği karar,başka bir mahkeme
tarafından Anayasa Mahkemesine götürüldü. Anayasa Mahkemesi de türbanı
inançsal bir simge kabul ederek reddetti. Daha sonra,Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine götürülen türban olayı,bu yabancı mahkeme
tarafından da,aynı gerekçeler serd edilerek red edildi. Bunun,bu
suretle Kanun yolunu tamamen kapanmış oldu. Yukarıda bahsi geçen
mantığın içine düşülmüş olur.
Türkiye'de olan bu istek ve ona bağlı olaylar,türban
sorunu Fransa'da da öne çıkarılmış ve hukuk yolunda Türkiye'de olanlar
olmuştur. Fransa'da da türban din simgesidir ve insan haklarından
sayılmaz.
Bunlarda daha isyan ederseniz,sizinle nasıl anlaşılır
? Cumhuriyetin medeni görüntüleriyle sizin yaptıklarınız arasında ilgi
kurulabilir mi ? Devlete saygılı olmayan zihniyetten hayır gelir mi ?
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİRADERİMİN ÖNERİSİ
Sıkıntılarım var. Bu sıkıntılar benden kaynaklanmıyor.
Benim resmi yaşım 83'tür. Babamın evimizde bulunan Kuran-ı Kerim'in
arka sayfasına yazdığı kayda göre de 85 yaşındayım. Bu yaşta bir
insanın etrafını taciz ettiği söylene bilir mi ? Söyleyenler ve
düşünenler var ki;rahatsızlığımız devam ediyor. İş adalete intikal
ettiği için,olay üzerinde daha fazla durmak istemiyorum. Adaletin
verdiği,vereceği kararı saygı ile karşılayacağım. Bir medeni insan
bundan başka ne yapabilir ? Adalet önünde haklarımı aramaktan da hiç
çekince duymuyorum. Adalet önünde hakkını aramayan insan için iki
nokta akla gelebilir. Bunlardan birincisi,hakkını kendisini bizzat
almak istemektir. Bu durumda adalet önünde hakkında vazgeçebilir.
Benim böyle bir karanlık düşüncem olamaz. İkincisi de;korkaklıktır ve
ilerisini,ileride başına gelecek belaları düşünerek sorunların
kapatılmasını ister. Ben adalet önünde hakkımı aramaktan korkacak
kadar cebin doğmuş değilim.
Çocuklarıma,torunlarıma ve yeğenlerime söylemekten hem
utanırım ve hem de doğru bulmadım. İki kardeşimi ayrı ayrı çağırıp
sormakla yetinmek istedim.
Küçük kardeşim: Mahkemeden başka ne yapacaksın ? Dedi. Bizde onu
yaptığımızı söylüyoruz.
İkinci kardeşimin söyledikleri
düşündürücü idi. Onun için,kendimden hiçbir şey katmadan,siz
okuyucularıma aktarmak istiyorum. Belki bu öğüdün sizin işlerinize de
yaradığı,yaracağı bile olabilir. Benim yaşlı biraderimin bana
tavsiyesi şöyleydi:
- Akıl vermemi istiyorsan,sana aynen
söylediklerimi yap. Önce diplomanı yak. Eğer yakmaya kıyamazsan,küçük
parçalara ayır ve sokağa at. İnsanların diplomanı çiğnemelerini
seyret. Sonra;bir müşteri bul evini sat. Evinin paralarını cebine koy
ve doğduğun köyüne gel. Biz köyde senin evinden daha güzelini altı ay
içinde sana yaparız. Bahçesini de güller ve süs ağaçlarıyla süsleriz.
Dedi. Benim yaşlı biraderim
Benim sorunum da burada yatıyor.
Ertesi gün olan bir olayı naklettikten sonra kardeşimin söylediklerini
cevaplamak istiyorum.
Biraderle konuştuğumun ikinci günü
sabahı şehre inerken,Çorum Özel hastanesine bir EKG yaptırdım. Bir
Avrupa ülkesinin tatlı hemşiresini dahi gölgeleyecek durumda olan
sevimli kızımız dediklerimi yaptı. Tansiyonumu da istedim,aynı anlayış
ve incelikle onu da yaptı. İşte tam bu sırada,benim eski hastam olmuş
bir kadın elimi zorlayarak öptü. Kendisini tanıttı. Alaca'nın
Sarısüleyman köyünden olduğunu,had kadoit geçirmiş. Ben bu kadını
tedavi etmişim. Sonradan bıraktığı kalp sekeli için Ankara'da cerrahi
müdahalesine yardımcı olmuşum. Hastamız evlenmiş ve çoluk çocuk sahibi
olmuş. Bir insanı bundan daha çok mutlu edecek bir olay düşünür
müsünüz ? Ben;bütün sıkıntılarımı bir anda aklımdan çıkarmış oldum.
Babamız:
İnsanlara yapılan hizmetle büyüklük
kazanılır. Derdi. Kardeşimin dediklerini yapmam zaten mümkün değil.
Kardeşim toplumu itham etme temayülü göstermek istiyor. Toplum;bana
bir saygısızlık yapmış değil. Yaptığım hizmetin bilindiğini de işaret
etmiş oluyorum. Bir şey içinde,yaşlı ama benden küçük olan kardeşime
teşekkür ediyorum. Bana kanun dışılıktan bahsetmesi de düşünülemezdi.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
HERKESİN YETKİSİ VARDIR2
Amme işi gören her insanın,kendi makamının gereğine
göre,az veya çok derecede yetkisi vardır. Yetki,yetkidir. Bunun azı
veya çoğu ayrı mütalaa edilmez. Hepsinin menşei kanunlardır. Bu
yetkiyi Anayasa verir. İş ehemmiyetli ise,yetki fazla olacaktır. Daha
az ehemmiyetli işler için,yetki azalacaktır. Fakat yetkinin esası
değişmeyecektir.
Küba için muhasara kararı verildiği zaman,genç Başkan
Kennedy;kimsenin ateş etmemesini emretmişti. Bu emri verecek tek
insanında kendisi olabileceğini açıkça söylüyordu. Ne dendi isi,genç
Başkan ikna olmadı. Nihayet etrafındaki yardımcıları “Herkesin bir
yetkisinin olduğunu ve bu yetkiyi kullanmak için şartlar teşekkül
edince,makam sahibinin yetkisini kullanabileceğini ve bu ateş etme
yetkisinin de silah kullanan insanların olduğunu,silah kullanma
şartlarının teşekkül etmiş olacağından bu yetki sahibi insanların
kendilerinin karar vereceğini,verebileceğini” Başkana anlatıyorlar.
Başkanın ikna olduğunu,insanların inanıp inanmadığını tayin zor
ama;Küba Krizinde silah kullanmaya ihtiyaç kalmamıştır ve ateş etme
yetkisi de,Amerikan yetkililerince kullanılmamıştır.
Amerika'dan verdiğimiz bu yetki örneği,başka
memleketlerinin mevzuatında da vardır. Bizim mevzuatımızda da aynen
bulunuyor. Yetkili Kanundan aldığı yetkileri kullanmak zorundadır.
Görevini yapmakta bir yetkidir. Görevini Kanunun emrettiği şekilde
yapmamakta bir suçtur. O görevin meşru düzen içinde yapılabilmesi
için,Meşru Kanun Yetkisinin kullanılması gerekiyor.
Makam sahiplerinin bu yetki ile gururlanmaları mümkün
ise de, o yetkiyi kulamla yetkisi olunmayacağından,kimsenin Kanun
Yetkisini kullanmadan kendisine bir büyüklük payı çıkartması mümkün
olmaz.
Bir başka yönden düşünce üretebiliriz. Her yetkili bir
Kanun emri yapmış olduğuna göre,her yetkili bir cins adalet dağıtıyor
kabul edilebilir. Hatta her yetkili,bir cins hakimlik yapıyor da
denilebilir. O zaman;yetki kullanma sorunu daha da ehemmiyet kazanır.
Yoksa;bütün yetkiler bir tarafa bırakılarak,her şeyi hakimin üstüne
bırakmak,bir cins yetki savsaklaması yapmak demektir. Bu yetki
kullanılacaktır. Yetki kullanılmaktan bir şikayet ortaya çıkarılırsa o
zaman,hakim ve mahkeme yolu açılacaktır. Çocuğun sınıf geçmesi,
sokaktaki sarhoşun gürültü çıkarması gibi bütün sorunların halledilme
yolu mahkeme değildir. Herkes görevini yaptığı zaman,zaten mahkeme ve
hakimin görevi oldukça azalmış ve normal sınırlar içine çekilmiş
olacaktır.
Türkiye'de bu gün amme görevi yapanlar arasında,yetki
kullanmadan çekinme veya kasıtlı olarak yetkisini kullanma hali var.
Bu keyfiyetin eleştirilmesi pek çok cepheden olabilir ve kitaplarda
yazılabilir. Bizim bu derece derinlere dalmamıza gerek yok. Yetki
sahipleri,bu yetkilerini iyi bilmek zorundadırlar. İyi bildikleri
yetkilerini de,gerektiği an kullanmak zorundadırlar. Yetki yalnız
görev yapmanın bir elemanıdır.
Şimdi Türkiye bu yetki meselesinden dolayı yine kritik
bir an yaşar duruma geldi. Dostumuz ve müttefikimiz dediğimiz ABD
yönetimi,askerlerimize torba takma olayını ciddi şekilde konuşmak bile
istemedi.
Bazılarımızın özür dileyeceği
hakkındaki tahminleri boşa çıktı. Askerlerimizin suçlu oldukları
imalarından bile Amerikan yönetimi çekinmedi. 11 kişilik bir subay
grubunun yapacağı ne gibi gizli faaliyetler olabilir ki ? Bunların ne
Türkmenleri silahlandırması ve nede savaş yapmaya bile lüzum
hissetmemiş Irak askerlerini kışkırtması düşünülebilir. Bahane
aranırsa her zaman buluna bilinir. Amerikan yönetimi bahanesini
buluyor ve inanılmasını da adeta emrediyor. Kabul etmek zorundasın. Ya
Amerikan tarafında olacaksın veya karşı kamptan sayılacaksın.
Tarafsızlık gibi bir düşüncenin sahibi olamazsın. İşte Amerikan
mantığı ve de isteği bu. Amerika ile yakın olmak istiyorsan bunları
kabul etmek zorundasın.
Amerikan yönetiminin takip ettiği yol meşru değildir.
Birleşmiş Milletler devre dışı bırakılmıştır. Nato işin dışındadır.
Amerika yönetimi,Irak işini kendisi tanzim etmek istiyor. Yeniden
oluşturma katkı istemiyor. Bunu yaparken de askerlerinin ölmesine razı
değil. Bu düzenlemeyi de ne zaman yapılabileceğini bilen yok. Düzenin
nasıl olacağını da bilen yok. Irak zenginliklerinin sonunu da
belirlilik gösterdiği yok. Amerika;kendi askerlerini ölümden koruyacak
başka asker gruplarına ihtiyaç duyuyor.
Bizim yöneticilerimiz bu isteğe
teslimler. Önündeki engeller olmasa sevinçlerini bile ilan emekten
çekinmeyecek gibiler. Ancak burada isteseniz de,istemeseniz de
sorumluluk ve meşruiyet sorunu ortaya çıkıyor. Bunları küçümseyecek
insanların akıl içinde oldukları düşünülemez. Bizim ordumuz
yalnız Vatan Müdafaası içindir ve Amerikan askerinin ölümden koruma
amacı değildir. Bunların hesaplarının sorulduğu,sorulacağı zamanlar
gelir.
Bir tümen değil bir ordu yollayarak Irak'taki Amerikan
askerlerinin topunu değiştirmiş olsak bile,Irak'ın yeniden
yapılandırılmasında Amerika Türkiye'yi söz sahibi yapmaz. Amerikan
yöneticileri uçsuz bucaksız bir sorumsuzluk denizi içinde yüzüyorlar.
Başları dönmüştür bunların. Bunların akıllarını başlarına ancak iyi
bir ders almaları gerekebilir. O zaman yönetimde zaten yerleri
kalmayacaktır. Bu gün yaptıkları suçtur. Bunlara yardım etmiş olanlar
ve etmiş olabilenler de suç işlemiş olacaklardır.
Birleşmiş Milletler veya Nato bu işe el koymadan
işlenmiş suça iştirak edeceklerini iyi düşünmeleri gerekiyor. Yeniden
yapılmayı Birleşmiş Milletler kabul ederse,herkes gibi bizde üzerimize
düşecek her katkıyı yaparız. Buna itiraz edeniniz olmaz. Amerika daha
yapacağı kanunsuz hareketlerden döndürülmüş olur. Dünya meşruiyet
çemberi içinde yeniden düşünülür ve bizde bu yolda katkılarımızı
yaparak iş rahatlığına kavuşuruz. Hükümetimiz ve Meclisimiz bilmelidir
ki;çıkarımız olsa bile,olmuş olsa bile,meşru olmayan bir zeminde karar
vermek ve işleme geçmenin hesabı bir gün sorulur. Hangi kuvvet sonsuz
kalmıştır bu alemde. Amerika’nın ki sonsuz olsun.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
TRAFİK BİR BELA MIDIR ?
Trafik sadece Türkiye için değil,bütün memleketler
için de bela olmazsa bile sorundur. Bu sorunu hiçbir ülkede
istenilmeyecek derecede düzenlenmiş değildir. Bir sürü yetişmiş
mütehassıs,trafik sorunu ile uğraşıp durmaktadır.
1955'lere kadar Belçika'da sürücü belgesi zorunluluğu
yoktu. Belçikalılara göre,kendi vatandaşları eğitimli insanlardı. Bu
eğitimli Belçikalılar,hem kendi hayatlarını,hem de otomobillerini
düşünmüş olacaklarından dikkatli davranmak zorunda idiler. Bunları
birde sürücü belgesi ile taciz etmenin anlamı yoktu. Yoktur
dediler,diyorlar ama ülkelerindeki otomobil sayısı düşündükleri
rakamın çok üzerlerine tırmanınca,sürücü belgelerini onlarda zorunlu
yaptılar. Hatta motosikletlere bile yaygınlaştırdılar.
Bizde motorlu vasıtaları çoğalmıştır. Bu çoğalış
Avrupa ülkeleri derecesinde değildir ve daha çok senelerde o
seviyelere erişmek mümkün değildir. Buna rağmen,trafik kanunu ve
cezaların ağırlaştırılmasıyla bunun sonuna gelinmez. Cezaların
caydırıcılık ettikleri de sınırlıdır.
Önceki akşamların birinde TV ekranlarında İç İşleri
Meclisi Komisyonu Başkanı ile eski bir Milletvekilinin konuşmalarını
izledik. Konuşmalar tek sözcükle korkunç idi. Hele biri;trafik
kaidelerini kontrolle yükümlü polislerinde trafik kaidelerini
bilmediğini iddia etti. Bazı şeyler söyledi ki;onları bende
bilmiyorum. Mübalağa olmuş olsa bile kontrol yetersizliği var intibaı
uyandırıyor. Sadece bunlardan yüksek miktarda trafik kazası olduğunu
da kabul etmek,işi basite irca etmek anlamı taşır.
Bizi hanımla yaptığımız otomobille Norveç
seyahatinde,yolda okula giden pek çok okul öğrencisine rastladık.
Dikkat ettik,bunlar sıkışınca,yolun kenarındaki beyaz çizginin üzerine
basıp dimdik Duruyorlar. Bu çizgide yaya zarar görürse ömür boyu
belinizi doğrultamıyorsunuz. Demek ki okul çocukları okulda trafiği
ders olarak görüyorlar. Bunun bizde olmamasının mazereti olamaz. Bizim
çocuklara da ders olarak trafik öğretmeliler ve bunu öğrenmiş olan
trafik öğretmenlerinden öğrenmelidirler. Trafik polis ve
amirleri,trafik bilseler bile öğretmenlik yapamazlar.
Trafik kazalarında yolların ve otomobillerin eksik
kontrollerinde amil olduğu yazılıyorsa da,en çok sürücü hatalarına
şahit olunuyor. Ben şahsen üç adet ağır trafik kazası geçirdim. Bunun
üçünde de ben alkol almıştım. Alkol alınca araba ile sürücü uçuyor
gibi bir şeyler oluyor. İşte Avrupa'nın yetişmiş insanları,alkol almış
olarak direksiyona geçmiyorlar. Bizim orada yaşayan adamlarımızda bu
ihtiyatı edinmişler. Stockholm'de lokantasında yemek yediğimiz bir
Türk'e bir kadeh rakı ikram edemedik “Direksiyonda olacağım” demiş
idi.
Bizde de alkol almanın bir cins cesaret verdiği inancı
var. Galiba bütün sorunlar burada yatıyor. Bunlar için ceza ne işe
yarar ? İnsanlara bu ihtiyatı verecekse,onu bulup sürücülere mal etmek
gerekiyor. Öbür tedbirlere de dikkat etmek gerekecektir elbette. Alkol
başta olmak üzere…
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİLGİ VE PARA GEREKLİ
Bir memleketin imarı için,önce bilgi ve ikinci olarak
da para gereklidir. Bilgisiz para işe yarasa,bütün İslam ülkelerinin
kalkınmış olmaları gerekirdi. Bunların hemen ekserisinde petrol
mevcut. Petrol para demektir. Bunların en zengini de Arabistan
olmalıdır. Arabistan'da hem petrol,hem de mevcudu bile hesap
edilmekten imkansız kalan hac gelirleridir. En geri kalan ülke bu
ülkedir. Demek ki; para bulup da bir şeyler yapmak için o şeyi
düşünecek kullanacak ve de devam ettirecek bilgiye ihtiyaç vardır.
Bilgi olmadan fikir olmaz,buluşu bir Türk Gazetecisi Uğur Mumcu'nun
değil midir?
Türkiye'de para yok. Türkiye borçlandırılmıştır.
Türkiye borçla yürütülmektedir. Türkiye'de toplanan vergilerin topu
borcun faizini karşılamaktan uzaktır. Türkiye'nin bu durumu göz önüne
getirilmeden hiçbir karar alınamaz. Her düşünen Türk için ilk
yapılacak işin bu borçtan ülkeyi kurtarmak olmalıdır. Bu mümkündür. Bu
önceleri yapılmıştır. Bunların yapıldığı devirlerde,Türkiye'nin
imkanları bu günküler kadar da değildir. O zaman 70 milyon insanı bu
hasiyet kırıcı durumlardan,bu borçtan kurtulmak gerekiyor. Bu
borçluluk devam ettiği müddetçe hiçbir tedbir ülkeyi ve milleti
bataklıktan kurtaramaz. Bataklığa saplanmak, gelişme yolu değildir.
Türkiye,Arap Müslüman memleketlerinde olduğu gibi,adam
eksikliğinden sıkıntıda değildir. Her sahada yetişmiş müspet insanlar
vardır. Bunlar ya imkan bulup kendilerini gösterecek durumda değiller.
Yahut partizanlık bunların kıymetlerinden ülke faydalanmasını önlüyor.
Buna parti tasallutu demiştik önceleri. Gelen gideni arattı. Ülke bu
parti tasallutundan kendisini kurtaramadı.
Yeni olarak Meclise getirilen Mahalli İdareler Kanunu
iyi etüt edilmiş değildir. Bunlar üzerinde dikkatle durulacak
sorunlar. Yetki paylaşımı iyi yapılmamıştır
memlekette. Önceleri Devlet Teşkilatında her Bakanlık,kendi
teşkilatının mahalli otoritenin emrinden çıkarma gayreti içine
girmiştir. Bunun için hiç sebep yokken,Genel Valilikler gibi veya
Genel Müfettişlikler gibi Valilerin otoritesinden kaçırılmak
istenmiştir. Validen uzaklaşma Devleti sadece zayıflatır. Öyle
olmuştur. Şimdi bunları toptan kaldırıyor,yerlerine neler
getirecekleri belirsiz. Mahalli İdareler takviye edilecekse mahalli
şehir meclisleri icat edecek veya mevcutlarının yetkilerini
arttırılacaktır. Para bulmakta mahalli hareket serbestliğini de
getirecek yekti düzenlemeleri faydalı olabilir. Mahalli İdareler ve
otoriteler kimin ne kadar vergi vermesi gerektiğini daha iyi
bilebilirler. Ancak;siyasi yetki takviyeleri,Amerikan usulüne
uygulanarak yapılırsa tehlikeler düşünülmelidir. Amerika'da da
eyaletlerin veya federe Devletlerin mahalli zararsız birliğe zarar
vermeyecek Kanunlar çıkarmaktan başka yetkileri yoktur. Almanlarda ki
federe durumu bu kadar değildir. Fransa'da ise federe sözcüğünü
diksiyonerden çıkarmayı isteyecek kadar aleyhtedir.
Bizim sorunlarımız var. 35 bin insan terör kurbanı
oldu. Bu ülkede federasyon ve ona yol açabilecek yolları denemez.
Türkiye'de her söylenen ve iddia edilenin sahibini dürüst kabul etmek
bile mümkün değildir.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- FRANSA'DA RÖNESANS (Renaissance)
- Fransa'da Rönesans'la Çorum'un insanlarımızın ne
ilgisi olur ? öyle düşünenlerimiz haklı olamazlar. Bu gün içine
girmek için gereksiz hokkabazlıklara bile katlandığımız Avrupa
Birliği bu yazdığımız Rönesans yoluyla bu duruma gelmiştir.
Rönesans'tan önce,özlemle beklediğimiz Avrupa,özlenecek cinsten
değildi. Oralara taşınıp,oraların vatandaşı olacak,onların hayatı
paylaşabilecek kimseler de yoktu. Bu gün fikirler ve şartlar
değişmiş olduğuna ve Avrupa'nın bizi celp eder durumda bulunduğuna
göre,Avrupa'yı Avrupa yapan Rönesans hakkında,insanlar Çorumlu da
olsa,bilgi edinmiş olmaları yadırganmış olamaz. Bunların ışığı
altında,bir deneme yapmaya kalkmış bulunuruz. Sayın ve çok muhterem
bulunan dostlarım.
- İki revolüsyon Orta Çağ'ın sonunu işaretliyor.
Rönesans'la birlikte entelektüel ve estetik revolüsyon reformla
birlikte Moral ve Dinsel revolüsyon;her ikisi de ayırt edilmeksizin
birbirlerine bağlıdırlar. Coğrafya durumu dolayısıyla Lyon şehri
büyük hareketin merkezine yerleşmiş bulunuyor ve kendisi bir
fermantasyon ve propoganda merkezine çevriliyor. Buradan,krallığın
güney sınırında bir hudut şehri olarak,İtalya'ya açılan yollar
kontrol edilebiliyor. Liyon;birinci derecede ticari şehir olarak
yabancı şehirleriyle ticareti anlaşmalar burada imzalanıyor. Kısa
zamanda büyük Pazar ve Avrupa'nın sanayi merkezi durumuna
çevriliyor. Tipografik sanat merkezi olarak yeni fikirler
geliştiriyor;çabuk yayılan matbaacılıkta,gelişmelere büyük katkılar
yapılıyor. Cenevre ile komşuluğundan dolayı,Protestanlığın
gelişmesinde aracılık görevi görülüyor. Bütün bu şartlar
içinde,espri pozisyonu aynı zamanda kritik ve liberal olarak onu
karakterize eder;öyle ki bu durumda Lyon rasyonalizminden bile
bahsedilebilir. Bunların en ileri temsilcisi Etienne Dolet'tir.
- İşte İtalya Savaşlarıyla karşılıklı etkileşimden
dolayı Fransız Rönesans'ı başlar. Ortaçağın kullandığı
disiplinden kurtulma arzusu,Avrupa'nın yenilenme hareketine bağlı
olarak,İtalyan Savaşıyla karşılıklı etkileşime girilince,Fransa
bundan bir netice çıkarma durumuna girmiştir. Bu hareket içinde
birinci gözlenen izlenim Hümanizm'dir olay Yunan-Latin antikitesi
etrafında cereyan edecektir. Platon,Aristo,Sokrat,Virgile'ler le
fikir başlar. Yeni entelligenzia Çiçeron'un örnek aldığı Simite bir
Latin'le izana girer. Hollandalı Erazm inceltilmiş espriye bir anlam
(ton) verir. Kendiside zaten eski Teolojik Skolastik düşmanıdır.
İtkisi çok büyük olmuştur. Yalnız bu etki,edebiyata inhisar etmiş
olarak popülariteden uzak kalmıştır. Onun karşısına ayacı,müsamahacı
(Tolerans) olan kilisede Sektarizm, darlık, skeriliteye dayanan
dinci olarak tanınan Rablai dikilmiştir. Ölü dil olan Latince'yi
tarayarak sağlam, renkli, argotik ve folklorik yenilikle
dolu,altında ilim ve geniş tarihi bilgi ile beslenen,herkesin
anlayabileceği bir dil ortaya çıkarılmıştır. Rablai'nin etkisi tipik
olarak Fransız'dır. Eserlerinde Lyon'da neşir hayatına girmiştir. Bu
eserler halen bile şehir için bir gurur vasıtası sayılır. Erasme ve
Rablais,Luter ve Calvin sanılıyor ki;devrin en ileri düşünen
kafalarıdır. Böyle birer beyine bunlar sahiptirler. İşte;benim de
ihtisasım için seçtiğim Lyon şehri bu ileri fikirlerin
düşünüldüğü,yazıldığı ve yayınlanıp yayıldığı bir merkezdir. Bu
fikirler üzerine özel olarak durmak istememde,biraz bunlardan ileri
gelmektedir. Eğer,bu boş şeylerle uğraşan Çorumlu olur mu ? Diye
etmeye kalkanınız olursa,ben onlara da katlanırım. Yaşım ilerledikçe
katlanma vasıflarımda gelişme göstermiştir.
- Hakikaten,Rönesans yeni fikir cereyanlarının
fışkırdığı ve her planda tatbik sahası bulduğu bir devreye tekabül
eder. Entelektüel,dinsel,politik,ekonomik ve sosyal. Bunların
hareket noktası,güneş sistemiyle Copernıc'tir. Copernıc Güneş
sistemini izah etmiş ve seyyarelerin (Gezegenler) münasebet ve
hareketlerini incelemiştir. Büyük gemiciler dünyanın her tarafında
yeni keşifler yapmış ve neşretmişlerdir. O güne kadar yaşananlarda
espri olarak ortaya konmuşturlar. Entelektüel alanda bunlar
olurken,Lyon'da maddi olarak büyük değişiklikler görülmüştür. Altın
ve servet akımı,büyük bankerlerin ortaya çıkışı (Almanya'da Fugger,Floransa'da
Medicis ve karşıtları,Chigiler,Stozzi'ler Vb. Birçok
spekülasyonlarda yapılarak korkunç servet birikimlerinin meydana
gelmiş olduğu görülmüştür.
- Bu fikriyata paralel olarak İtalya ve Fransa'da
büyük politik değişiklikler ve devletler arasında yeni anlaşma ve
birleşmeler ortaya çıkmıştır.
- İtalya'da birbirleriyle rekabet ve kıskançlık içinde
olan beş devlet vardı. Fransa'nın Napoli üzerinde hakları da
bulunuyordu. Papa'da zaman zaman Fransa ile münasebetler kurulmaktan
geri kalmıyordu. Bütün bunları bir yazı çerçevesinde eleştirmek zor.
İşaret etmekle yetiniyoruz. Yalnız;şunu iyi belirtmek gerekiyor
ki;bütün bu yabancı zengin akışı ve süslü üniformalar içinde askeri
birliklerin Lyon'da bulunuşu ve aileler içinde misafir edilişi,Liyon
kızları için espriler ortaya koymanın vesilesi olmuştur. İtalya
Savaşlarında Roma ve Napoli işgal edilince,bütün ordu Napoli
hastalığı denilen Frengi hastalığına yakalanmıştır. Ayrıca Papa'nın
sevgilisi de esir edildiğinden,sevgilisi içi Papa büyük sayılır bir
fidye ödemiştir. İşte buda bir atmışlık aşkın macerası olarak tarihe
geçmiştir
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
KARARIMI VERDİM DEDİ
KKT Cumhur Başkanı Sayın Denktaş;nihayet ağzındaki
baklayı çıkardı. Dörtlü müzakere safhasına başlamadan önce,kararımı
verdim dedi. Bu safha müzakerelere başlayıp başlayamayacağını,vakti
gelince yani,çok yakında açıklayacak. Herkesin bir hakkı olduğuna göre
Denktaş'da kendine göre karar sahibidir. Zorla müzakerelere devam
ettirilmez bir insan. Kırk senedir işin başında olan ve olayların
bütün safhalarını bilen bir insana böyle karar verdiren sebepler
olmalıdır. Bu sebepler vardır ve sayın Denktaş bize göre haklıdır.
Kıbrıs'ın önerileri de var. Menderes ve İsmet Paşa
zamanlarında da müzakereler olmuş ve anlaşmalar imza edilmiştir.
Bunların mahiyeti alışılmış usuller içendedir. Yadırganacak bir durum
da bulunamaz. Bu son Kıbrıs müzakere usulleri ise Dünya Siyasi
Tarihinde hiç görülmüş değildir. İki Kıbrıs adamları müzakere
edecekler. Anlaşamazlar ise garantör devletlerden Yunanistan ve
Türkiye devletleri müzakerelere iştirak edecekler. Yine
anlaşamazlarsa,boş kalan anlaşılmazlarsa boş kalan anlaşılamayan
noktaları Kofi Anan dolduracaktır. Bir müzakerenin mukadderatı bu
şekilde indirgenmiştir. Mantık işi olmayan bir tarz Dünya Siyasi
Tarihinde bulunamaz. Kofi Anan bir genel sekreterdir. Bu zat,şimdiye
kadar Dünyanın ikincikli sorunlarından hiç birinin çözümünde
görevlendirilmiştir. Zaten;görevi müddetince hiçbir Dünya sorununu
sonuca bağlamış değildir. Bu sorun çok küçük sayılıyor ki,halledilmesi
bir genel sekretere bırakılmış olunuyor.
Kıbrıs Rumlarının anlaşmamakta faydaları var. Kıbrıs
Rumları zaten anlaşmak istemedikleri için olayların çıkarılmasını
istemişler. Bizim asker oraya,anlaşmalardan alınan haklar
gereği,Kıbrıs Türkünü kurtarmak için gitmiştir. Şimdi Kıbrıs Rum'undan
anlaşma bekleye bilir misiniz?
Sizin ağzına bir bal çalınmıştır.
Kıbrıs Türkiye'nin önünde bir engel olarak tasvir edilmiştir.
Anlaşmalarda ve meşhur siyasi kriterler de olmasına rağmen,Avrupa
içine alınmamız için Kıbrıs sorununu önümüze getirmişlerdir.
İşledikleri hukuk suçunu kapatmak için de Kıbrıs kriterlerinden değil
ama, halledilirse Türkiye'nin girişine yardımcı olur deniyor. Bunları
insan kafasıyla düşünülüp de insanca bir karara varmak mümkün değil.
Bizi oynatıyorlar. Herkes bizi oynatıyor. Bu oynatanlar arasına Sayın
Denktaş'ta konmak isteniyor. O'da bu oyuna gelmek,emeklerini heba
etmek ve tarih önünde gülünç olmak istemiyor. Bizde zaten eski
yazılarımızda ya çekileceğini veya yeter artık diyeceği kanaatimizi
belirtmiştik. Ben olsam ikinci şıkı yeter artık demeyi tercih ederim.
Sayın Denktaş birinciyi tercih etmiş gözüküyor. Çözümsüzlük çözüm
değildir sözleriyle bir Devlet Başkanı dışlanamaz, irdelenmez, emir ve
disiplin altına alınmaz. Tarihi sorumluluğu kendisine unutturulamaz.
Tarih ileride Denktaş'ı suçlu bulmayacaktır.
Bu anlaşma sonuçlanacaktır. Bütün Osmanlı toprakları
üzerinde yaşayıp kalmış olan Türklerin akıbeti ne olduysa,Kıbrıs
Türklerinin akıbeti de o olacaktır. Kıbrıs Avrupa toprağı olunca
artık Türkiye etkisini kaybedecektir.
Yeni bir çıkartma olayı düşünülmez. Kıbrıslı
Türkler;ya temin edilen avantajlar için veya korkularından dolayı
Kıbrıs'ı terk edeceklerdir. Kıbrıs'a Avrupa ordusu da yerleşince bütün
Avrupa'yı karşınıza mı alacaksınız ? Gereği düşünün diyen
Başbakanımız,kendisi Kıbrıs'ın geleceğini düşünenlerden değildir.
Balkanlardaki Arap memleketlerindeki kalan Türkleri düşünüp
ilgilenemediğimiz gibi Kıbrıs kısa zaman içinde Türklerden
temizlenecek ve fiilen Enozis tahakkuk edecektir. Makarios yüz sene
için Kıbrıs'ta yapılacak bir şeyimiz kalmamıştır demişti. Kendi
fikrinde yanılmış olduğunu da Makarios'un ruhu sayemizde
öğretmiş,hissetmiş olacak.
Buna Devlet politikası denilemez. Otuz senede bir
sorun hal yoluna girmedi ise altmış sene sonra bir çare buluna bilinir
mi ? Acele hareketlerimizle işi toptan halledip,ülkeyi;kendi ülkemizi
tehlikeye atmış bulunuyoruz. Kıbrıs'ı bir avantaj olarak da bizi
kullandırtmazlar. Avrupalı politikacıları bizimkilerden daha usta ve
daha sebatkardırlar. O zaman içte durumunuz ne olacaktır ? Bu millet
sizi ne zaman kadar sizin her yaptığınızı tasvip eder durumda
kalacaklardır?
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
AĞIZDAN BAKLALAR ÇIKIYOR
Avrupalı insanların bize pıta tıp benzediği
söylenemez. Fiziki yönünden değil,yaradılış tek türlü olduğuna
göre,ilim diliyle söylersek gelişim tek yönlü olduğuna göre insan
şeklinin ana hatlarında değişiklik olmaz. Biz düşünce tarzını söylemek
istiyoruz. Buda küçümsenmeyecek kadar farklılıklar göstermektedir.
Tam elli sene önce Fransız Cumhurbaşkanı olan Sayın
Valeri Giscard D'estaigene;şimdi yaşının çok ilerlemiş olmasına
rağmen,Avrupa Birliğinin Anayasasını hazırlıyor. Kabul edilmiş değil
ama,edilmeyecek de denilemez. İşte bu insan namusluca konuşmuş:”Biz
Türkleri içimize almayacağımıza göre,niçin bunları umutlandırıyoruz ?
Niçin Türkler karşısında namuslu konuşmuyoruz ?” Diyebilmiştir. Biz bu
sözler söylendiğinde,Sayın eski Cumhurbaşkanını iyi anlamamıştık.
Şimdi anlıyoruz. Dedikleri de yavaş yavaş,ağızdan bakla çıkarır gibi
ortaya konulmaya başladı.
Almanya'nın Hıristiyan Muhafazakar Birlik Partisinin
Genel Başkanı olan kadın;bizim Başbakanımız Sayın Recep Tayip
Erdoğan'la konuştu. Konuşmanın sonunda müşterek basın toplantısı
yaptılar. Sayın Başbakan günah işlememek için inancı gereği kadının
yüzüne tam bakamadı. Almanyalı Sayın Genel Başkanın mimiklerini ve
gözlerindeki ifadesini iyi kıymetlendirdi denemez. Ancak kulaklarında
arızası olmadığına göre,kadının söylediklerini iyi tespit ettiğini
sanıyoruz. Alman;gizli kapaklı değil açıkça ”Türkiye'nin Avrupa içine
alınmasının şimdilik mümkün olmadığını,Avrupa kapısında özel bir
durumda imtiyazlı olarak bulundurularak;Avrupa'dan uzaklaşmanın
önlenebileceğini “ Söyledi.Bu durum,ağızdan bakla çıkartmaktan daha
ileri bir durum sayılmaz mı ?Sayın Başbakan: “Bizim anlayışımız
içinde,imtiyazlı ortak diye bir anlayışın olmadığını “tekrar etti
durdu. Heyecanlanmış olacak ki,başka başka bir söz de bulamadı.
Konuşma Türk televizyonunda oluyor ve iyi Almanca bilen biri
tarafından tercüme edilmiş bulunuyordu. Saklanacak bir tarafta
kalmadı. Kadın resmen,bizim en baş yetkilimize düşüncelerini
bildiriyordu.
Kadının konuşması şahsi değil,Avrupalının her
ülkesinde bu parti var. Galiba Sosyal Demokratlar yorulmuş
olduklarından,iktidarlarında bu insanların ve partililerin eline
geçeceğini düşünüyor. Böyle bir durum karşısında işin ehemmiyetini
kavramak zorlaşır mı ?
Alman Sosyal Demokratları da,başkaları da,daha yakın
zamana kadar Türkiye'nin entegrasyonu için ayak sürükler durumda
derler. Bizim anlayışımızda imtiyazlı ortaklık yok ama “Kıbrıs
Sorunu,Ermeni Sözde Soykırımı Kanunu,Ege Sorunu,Fır Hattı,Kıta
Sahanlığı,Kürt Sorunu” yoktu. Avrupalı istediği zaman sizin zaafınızı
kullanma sanatına sahip bulunuyor. Mademki talip olan sizsiniz. Bütün
bunlara katlanmak veya kabullenmek zorunda olduğunuzu da unutmamak
gerekecektir.
İktidarımız;Avrupa Birliğine çok hevesli gözüküyor.
Aslında bizde istekli bulunuyoruz. Ta Cumhuriyetin Kuruluş yıllarında
bile,daha Avrupa Birliği akıllarda,fikirlerdi yokken bizi
istikametimizi doğrudan koparmış ve batıya bağlanmamış
olduğundan,olaylar önünde büyük heyecanlara kapılır halimiz oluyor.
Niyetimiz,isteklerimizde Avrupa içinde olmaktır. Bunu istiyorsunuz da
tıpkı Avrupa'nın öbür devletleri gibi,kendimiz kendimizle
kalarak,onurumuz,adetlerimiz, dinimiz ve din ve vicdan
hürriyetlerimizle birlikte hasiyetimizle bu yere girmek ve orada
kalmak istiyoruz. Ne eriyip gitmeye,ne sınıf değiştirmeye ve ne de
kimsenin önünde boyun bükmeye niyetliyiz.
Avrupalıların isteklerine bakınca,bizi istemediklerini
anlıyoruz. Zorlamadan, Avrupasız da hatta Avrupa'ya rağmen ayakta
kalabileceğimize hem güveniyoruz,hem de kendilerine bunu söyleme
cesaretini kendimizde buluyoruz. Allah'ın korkusunu duyduğunu
söyleyebilen insanlar,şu iyi niyetlerimiz karşısında bizi eleştirme
hakkını kendilerinde bulunabilirler mi? Sonradan çıkınca hakkımız mı
artıyor? Boynuz sonradan çıkmaz mı? Kulaklardan daha kıymetli olduğunu
size kim söyledi?
Sonradan sözü kullanılınca,insan aklına başka şeylerde
geliyor. Arnavutlar en geç Müslüman olanlarmış. Onun için İslâm işinde
en heyecanlı ve en mutaarrız olanlarda onlarmış. Biz Türkler İslâm'ı
kabul etmekle pek geç kalmadığımız için,alışkanlıklarımız daha
derinleşmiş durum alınmıştır. Soğukkanlı kalmamızda kapasitemiz var
demektedir. Biz Cumhuriyetle birlikte Avrupa'yı medeniyetinin
kültürünü benimsediğimiz içim,giriş heyecanı taşımıyoruz. Avrupa'yı
daha iyi tanıdığımız şüphesiz. İktidarda bulunanların bu hevese yeni
düştüğünden,pek heyecanlı gözükmüyor. Bütün korkum,bunlar başarı elde
edemezlerse,bunu ne ile tevil etmeye çalışacaklardır. Kızıp ta tam
Avrupa düşmanı kesilmesinler. Avrupa'ya aldandık diye,insanlara ve
ülkelere düşman olma hakkımızın bulunmadığında idrakinde olmak
gereklidir.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİZİM ÖZEL TEŞEBBÜSCÜLER
Ülkemizde hiçbir zaman merkezi planlama olmamıştır.
Tam bir devletçilik görülmemiştir Türkiye'de. Hatta;Cumhuriyet
kurulduktan sonra,İzmir İktisat Kongresine kadar memleketimizde tam
bir özel teşebbüs rejimi geçerli kalmıştır. Bir para birikimi mevcut
olmadığından,bu gün en zenginimiz Koç'un bile oturacak bir evi
bulunmadığı devirlerde insanın yetişmediği işleri devletin yapması
kararlaştırılmıştır. Özel teşebbüsün önüne hiçbir zaman taş
konmamıştır.
Özel teşebbüse Devlet teşebbüsü yardımcı olarak
başlatılmıştır dememiz dahi mümkündür. Devlet teşebbüsünün bütün
nimetlerinden özel teşebbüs istifade etmiştir. Traktör ve
biçerdöverlerin dışarıdan içeri girmesi sırasında Devlet Ziraat
Kombinalarında yetiştirilen elemanlardan özel teşebbüs faydalanmıştır.
Bunun itirafını da yalnız Rahmetli Vehbi Koç yapmıştır.” Devlet
teşebbüsü olmazsa,biz çok daha yaya kalırdık” diyen Vehbi Koç'tur.
Bu gün,bir karma ekonomi düşüncesi vardı veya
olacaktır denemez. Bir ara hür teşebbüs adı da takılan bu insanların
kurumlarına ve kendilerine böyle bir şey kabul ettirilmez. Hiç
bilmedikleri işte yoktur bunların. Ancak arkalarından Devlet desteği
çekilince ortada kalıyorlar ve çığlığı bırakıyorlar. Devlet
imdatlarına yetişmediği zamanda yapmadıkları kanun ve ahlak dışı bir
şey kalmıyor. Fakir ve açlıkla pençeleşen bir Millet insanları bu
hesap kitap bilmeyen ve fakat yaşantılarından da bir şey eksilmeyen
hür ve özel teşebbüsçülerin de desteği olmaya devam edecektir. Bu
bitmez mi ? Bu istek ortadan kalkar mı? Bu fakir Milletin Devleti buna
yetişe bilir mi? Borç bulup da bu desteği yürütme zorunda mıdır bizim
Devlet?
Bu kadar kısa zamanda,bu kadar özel
okul ve üniversite Dünyanın hiçbir ülkesinde Olmamıştır. Bunlar
açılırken bir hesap kitap sorun olmadığından,açışları dahi Devlet
kredileriyle olmuş bu kurumlar,ilk zamanlar para da kazanmışlardır.
Hırsları da gözlerini bürüdüğünden,okul fiyatlarını arttırmayı yarışı
da aralarında sürülmüştür. Bu özel okul özel üniversitelerin
devletlerinkinin yanında hiçbir özelliği yoktur. Disiplin sorunu dahi
devletinkilerin seviyesinden geridir. İlim ilerlediği bu gün
düşünüleceği gibi,gelecekte de olmayacaktır. Bunlar, kurdukları bu
okul ve üniversitelerden pişman olacaklardır. Bunların hiç birine ne
para bakımından ve ne de ilim bakımından hazır değillerdir. Her şey
aşikar olduğu halde,güzel devletimiz çabalarına devam etmektedir.
On bin kabiliyetli fakir çocukları,paralarını
Devletten verilmek şartıyla özel okullara gönderilecekti. Devlet
desteği ile özel okul ve üniversite ayakta tutacağına Devlet bunu
kendi yapamaz mı ? artık komünist olma tehlikesi de söz konusu değil.
Komünistlik ortadan kalkmış olduğuna göre,bizim için bir tehlike
düşünülebilir mi ? Bu yol bitmez,fakirin özel teşebbüsü olmaz. Olsa
bile,desteksiz yaşamaz. Bu desteğin de sınırı yok olmayacaktır da.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
34 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
HAYYAM DEYİNCE
Ömer Hayyam deyince;en azından benim
aklıma sırasıyla;şarap,rubai ve İran gelir. Bu sıralama da gösteriyor
ki;şarap başta geliyor. İslâmiyet’te şarap haram, Hayyam da Müslüman.
O devirde,tanınmış devlet ve ilim adamlarının bile kafa hesabı
sorulmazken, Ömer Hayyam eceliyle ölmüştür. Bu durum,günah işlemiş
olduğu herkesçe bilinmiş olmasına rağmen, Ömer Hayyam’ın gerçek kudret
sahiplerince ve gerekse halkça sevildiğini gösterir. Hatta;dinci
yobazın bile kendisine sempati beslediği sanılar arasında bulunuyor.
Sayın Sadik Cennetoğlu, muhtelif kitap
ve sözlüklerden şarap hakkında bilgi toplamış. Araştırmış kitaplarının
adlarını bir tarafa bırakıyorum. Sizde başka mehazlardan şarap
anlamını araştırabilir ve bir listede ortaya koyabilirsiniz.
Belki;değişik başka anlamlarda bulunabilirsiniz. Cennetoğlu’nun
yaptığı listede şarap: şürbetmek, şarap içici,içilecek
şey,içecek,sarhoşluk veren mahut mayi,içki,üzümden yapılan maruf içki,hamr,
sühba anlamlarını taşıyor. Başka bazı kitaplarda ise;şarap:üzüm veya
başka meyvelerin sularının tahmür edilmesiyle elde edilen içki olarak
ta vasıflandırılmıştır. Başka kaynaklarda şarap bazılarında;sofrada
içilen bildiğimiz şarap,başka bir tasarımda sembol olarak kullanılan
şarap. Bu son şekliyle şarap,bir söz oyunu işini yapıyor. Sevgilinin
dudağı şarapla ifade edeler mi ? Edenler var. Edilirse,masumluk ortada
kalır mı ?
Tasavvufta şarap;Tanrıya karşı duyulan
derin sevgi,gönül coşkunluğu anlamına geliyor. Şarabın;Tanrı anlamına
da geldiği söyleniyor. Şarabı bir tasavvuf kavramı olarak ilk
kullananlar da İranlılar.
Şarap her milletin bildiği bir içki.
Şarap Hıristiyanlıkta kutsal,İslâmiyet’te haram. Her milletin dilinde
şarabın adı var. Şarap kelimesi Arapça ve Farsça’da kullanılıyor ve
Türkçe’ye de bunlardan geçmiş. Şarabı biz nasıl anlıyorsak,Rubaileri
okuduğumuz zaman Ömer Hayyam’ın da bizim gibi anladığı anlaşılıyor. O
kadar ki;adam,Hayyam “adımı şarap koyun” bile diyor. Ona şarap efendi
denirse pek mutlu olacağını yazıyor. O zaman,neden Hayyam’ı olduğu
gibi tanımaktan vaz geçip,şarap sözcüğünü mecazi anlamda kullandığını
kabul edelim. Bununla;Ömer Hayyam,günaha karşı korunamaz. Hele şarapın
yapılışını ondan dinledikten sonra,bu düşünce tarzı tam yanlış
olmalıdır. Kırmızı şarabın rengini tarif edişine bir
baksanıza:”Bembeyaz sevgili kadının yanaklarına” benzetmiyor mu
şarabın rengini ? Bunun tevil yolu yok. Ömer Hayyam şarap içmiştir ve
onun zevkini de en iyi bilen bir fanidir. Hiç şikayeti de olmamıştır.
Hele Ahret için söyledikleri de ortada olunca. Hayyam’ı şarap
günahından korumak için tevil yoluna gitmenin ne kadar abes olduğu
açık seçik ortaya çıkıyor.
Her dilde aynı anlamı veren (synonım)
sözcükler var. İyi işlenmiş bir dilde olmaması gerekir. Her sözcük bir
anlam ifade etmeli ve bunu herkes bilmelidir. Edebiyat içinde sözcük
oyunları var. Bunların doğruluğu da tartışılabilir. Ne demek
istiyorsanız onu açıkça demelisiniz. Sizin söylediğiniz bir sözün
başka anlamını niçin başkaları duşunupte bulsun. Bunları bizim
Abdullah Ercan iyi bilir de,bir defa felsefeye kafasını takmış,yürüyüp
gidiyor. İşte o zaman,bularda bana kalıyor.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
35 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
DÜNYA GENİŞLEMEDEN VAZGEÇMEDİ
Dünya sözcüğünden maksadımız; dünyadaki devletlerdir.
Yoksa dünyanın genişleyeceği veya daralacağı diye bir sorun yok. Hangi
devlet ki ayağı yer tutuyor,başka yapacak iş kalmamış gibi,hemen
etrafa genişleme sevdasına düşüyor. Kim bilir şuuraltında beklide
dünya bir gün dünya hakimiyetini hayal ediyordur. İnsanları Osmanlı
padişahı veya Napolyon ve nihayet Hitler'den bir farkı,farklı
düşünmek,birazı hududu aşan bir iyimserlik olmalıdır.
Şu bizim Avrupa bir senedir birbirlerini yiyen
devletlerden oluşmuştur. Son Cihan Savaşından sonra da Amerika'nın
etkisi ve baskısıyla,kendi aralarında bir birlik kurmaya kalktı.
Başarılı da oldu denebilir. Bu birlik yine bazı hayallerin etkisi
altında Türkiye'nin de iştahını kabarttı. Biz içeri girmek istiyoruz
ama;bizi içeri alma niyetleri var denemez. Her şeye rağmen biz
ısrarımızda devamlıyız. Hatta;bunun için bazı zararlı bağışlarda
bulunduğumuz bile söylenebilir.
İşte Avrupa! Kendi normal toprakları dışına bakmaya
başlamıştır. Kıbrıs,bir ara Roma'nın küçük Avrupalı devletlerin veya
şövalyelerin hakimiyeti altına girmiştir ama,Avrupa hakimiyeti altına
katiyen kalmamıştır. Hele Rum hakimiyeti Kıbrıs'ta hiç olmamıştır.
Kıbrıs'taki Rumlar Türkler gibi ve Fetyipe bölgesindeki Rumlar gibi
göçmendirler.
Kıbrıs Rumlarının Enosis isteklerini tabii karşılamak
düşünülse bile Avrupa'nın Kıbrıs hakimiyeti kurma isteği ve stratejik
noktalar bakımından Kıbrıs adasının kıymetli bulması,yalnızca
Avrupa'nın genişleme arzusunun işareti olabilir. İki İngiliz üssü
adada duruyor. Avrupa toprağı durumuna gelince Kıbrıs'ta Avrupalıda
üst kuracaktır. Burada Doğu Akdeniz hakimiyeti sorundur. Doğu
Akdeniz'den de yol ileriyi, Doğuyu, Orta Doğuyu ve Orta Asya'yı
gösterecektir. Bunları yazarken;Türkiye'nin bu genişleme siyaseti
olmamış olsa bile,kendisinin çevrilmesine izin vermemesi gerektiği
düşünülmez mi ? Bu Kıbrıs;Avrupa Birliği memleketleri veya İngiltere
için mühim olurda,Türkiye için ehemmiyetli olmaz mı ? Avrupa
Birliğinin daha ne olacağı belli değil. Bundan nasıl bir devlet
çıkacağını anlamıyoruz. Bu birlikten geri çıkmakta olduğuna
göre,şimdiye kadar alışmadığımız bir sitem geliyor demektir. Bizi
almış olsalar bile, ileride bir çıkarma sorunu olursa Kıbrıs strateji
bakımından kıymetini kaybetmiş mi bulunacaktır ? Halbuki bizi
almayacaklar, kendileri için gerekli bütün engelleri halletmek
istiyorlar. Bunlar sadece engellerde değildir. Bunların hemen hepsi
edinimlerdir.Bu edinimler, savaşsız elde ediliyor. O yola girilmiştir.
Devletler arasındaki münasebetlerde Milli olan
çıkarlar esas teşkil ederler. Ne ebedi düşmanlıklar ve nede ebedi
dostluklar söz konusu olurlar. Bin seneden beri; Avrupa'nın her
devletinin gayesi Türkleri geldiğimiz Asya bozkırlarına sürmektir. Bu
düşünceler Avrupalıların idealleri arasında yer almıştır. Hangi
antlaşmalar devletleri bağlamıştır? Kıbrıs'ı parça parça veya bütünlük
içinde Türkiye ve Yunanistan'ın rızası dışında veya onların dahil
olmadıkları yerlere girmelerini yasaklayan antlaşmalar ortadan
kaldırılıyor. Tam bir asır önce kiralamak haklarımızdan vazgeçtiğimiz
Kıbrıs yine siyahla ilgili duruma getirilmiştik. Şimdi gönlümüzde bu
haklarımızdan vezgeçiyor ve Kıbrıs'ı başka ellere teslim ediyoruz. Bu
ellerde bizzat Kıbrıs'ın yakınlarda sahibi olacak Yunanistan'ın
Başbakanı Simitis, dil sürçmesi bahanesi altında açıklamıştı. Bir
başbakan felç gelmeden dili sürçer mi ? Biz hiçbir şey görmeyecek
kadar gözlerimizi niçin bağlatmış bulunuyoruz ? Bu hataların karşılığı
ne olacaktır ? Dış destekler değil,dış vaatlerle bir devlet yaşamaya
devam ettirilebilir mi ? Türk insanının hepsi düşünmek zorunda değil
midir ?
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
36 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- MANTIK SEÇİMDE DE GEREK
- Çorum'da da vaktiyle bir belediye seçimi olmuştu.
Sonra;oyun bozuldu ve Belediye Başkanı olan zat görevinden istifa
ederek Milletvekili olmak istedi. Kanunlarımıza göre,Belediye
Meclisinin kendisine bir Başkan seçilmesi gerekiyor. Seçilmiş
Belediye Meclis Üyeleri akıl ve basiret içinde kalıpta bir Belediye
Başkanı seçmediler. Her grup ve adamları, kendilerini dev aynasında
gördüler. İç İşleri Bakanlığı da aralarında anlaşma kapasitesi
gösteremeyen Belediye Meclisini fes etti. Bence yanlışı da burada
yaptı veya yanlış burada yapıldı.
- Demokraside bir hak kullanılamıyorsa o zaman,hak
kullanamayan insanlara bir deneme daha yapılmaz. Mademki
Kanunlarımızı dışarıdan bir Belediye Başkanının seçiminde mümkün
görülüyor. O zaman anlaşamayan üyelerin üzerine bir Belediye Başkanı
tayin ederek de reyi tamamlama yoluna gidilmesi gerekirdi. Türk
Demokrasisi içinde büyük bir hata yapılmış olmazdı. Zaten Belediye
Başkanı da atanmış bulunuyor. Bir buçuk yıl için seçimi yenilemenin
bir anlamı yok idi. Borçlu bir Devletin Bütçesinden yapılıyor bu
masraflar. Hocam Sadi IRMAK güven oyu almadığı halde tam altı ay
Başbakanlık görevini yürütmüş idi. Devlette başımıza yıkılmadı.
- Seçimler yenileniyor. Yeni bir Meclis oluşturacak.
Anlaşamayan eski Belediye Meclisi Üyeleri için hiçbir sorumluluk
gözükmüyor. “Siz niçin anlaşamadınız ?”
- Denilmiyor, sorumsuz demokratik icraat
olur mu?
- Çorum her partinin seçim arabalarıyla dolu. Pek
toplantı yapıldığını işitmedik ama,caddede dolaşıyorlar.
Hoparlörlerden seslenmeler de işitiyoruz. Hemen bütün Genel
Başkanlar gelmiş durumda. Lüks ve süslü otomobiller görüyoruz fakat
halktan bir ilgi gözlemlenmiyor. Halk bu parti çalışmalarına da
ilgisiz. Arabalı ve süslü otobüsleri uzaktan olsa da pek seyredenler
gözlemlenmiyor.
- Görünüşe göre;Mahalli Seçim Ülkeye pek pahalı
olacaktır. Bu paralar nasıl bulunuyor? Eğer Devletin partilere
verdiği paralar sarf ediliyorsa yardımlar fazla geliyor demektir ve
kısıtlama yoluna gidilmelidir. Eğer bu paralar şahıs veya şirketler
tarafından veriliyorsa, bunları Devlete verdikleri vergilerle
denetime alınmalıdır. Bu kadar büyük paralar sarfının hesabının
sorulmasında ülkenin ve demokrasi ahlakının çıkarları olacaktır.
- Kim kazanacaktır? Her halde,işe yaramadıkları için
siyaset sahnesinden silinen partilerin Belediye Meclisinde
mevcudiyet göstereceklerini sanmıyorum. İktidar mensupları,mahalli
iktidarla,Devlet arasında uyum istiyorlar. Bunlar kazanırsa,elbette
Devlete yaptıkları işleri ve başarıları tekrarlayacaklardır. Memnu
iseniz bize hayır demek düşmez. Ya seçim kazanan diğer parti ? Kime
sorsam çalışıyoruz diyorlar. Allah emeğinizi boşa çıkartmasın dememe
rağmen bu yazım dergide yayınlandığında seçim bitmiş olacak.
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
37 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÜMİTLENDİRMEKTE MEZİYETTİR
- Biz son zamanların yaşanmasında,bir
daha bu duruma gelmiştik. Sabah erken kalkınca Körfez Savaşından
söze başlıyor ve yatıncaya kadar ondan kendimizi ayırt edemiyorduk.
Takâtsız da düşüyorduk. Milletçe iki kutupa ayrılmıştık.
Yarımız;zamanın Cumhur Başkanı Özal’ın direktifinde “bir koyup,üç
alma” sevda yoluna sevk edilmiştik. Bir kısmımız da aklımızı
kullanıyor ve macera yoluna girmeyi yeğliyorduk. Bir Genel Kurmay
Başkanımızın istifa edip fikrini ortaya koyması,biraz sükunete bizi
kavuşturmuş ve aklımızda başımıza toplamıştı.
- Şimdi aynı havayı yaşıyoruz. Avrupa
Birliğine girme sorunu yine bizi iki kısma ayırdı. Aslında
girmeyelim diyen hiç yok gibi. Türkiye bin yıllık tarihi
içinde,hiçbir sorun üzerinde Millet olarak bu kadar birleşmiş
değildi. Avrupalı olmak istiyoruz. Avrupa medeniyetinin içinde
sayılıyoruz ve kendimizin böyle olmasına rağmen,bazı noktalarda
anlaşıyoruz da denmez. Bunları yazıp,söyleyip gidiyoruz.
- Bu yazıyı aslında,Avrupa Birliği sorunu için kaleme
almak istemedik. Aklımız orada olduğu için,başka şeyler yazmak
isterken bile,kolayca bu yola giriveriyoruz. Sanıyorum
ki;çelişmelerimizden öyle kolayca da geçecek gibi değiliz. Bu yazıda
ben,Avrupa Birliği sorusundan daha ehemmiyetli bir değişimden
bahsetmek istiyorum: Bayın Tayyip Erdoğan “Türkiye’de Rönesans
hareketi devam edecek.” Dedi. Tek cümleden sonra sustu. Biz niçin
susalım ki;sözün devamını biz yürüteceğiz.
- Bu sözü,sayın Erdoğan’ın ağzından ilk defa duydum.
Rönesans :”Yeniden doğma “olarak anlatılır. On altı asırdan
Avrupa’da işaretleri görülmüştür. Orta Çağ zihniyetinden kurtulma
işaretini taşır. Esaslarını,eski Yunan esaslarından alınır. Bur
uyanıştır ve Dünya Devlet hakimiyetinin semadan indirilmesi,yer
üzerine oturtulmasıdır. Laik prensipleri kabul etmeden,bu
düşüncelerin hiç birisi gelişme imkanın bulamaz.
- Rönesans’tan önce,sonra hiçbir mücadele dinlere
karşı olmamıştır. Dinsizler görülmüştür de,din gereksizliği iddiası
görülmemiştir. Bütün mücadele,dinlere karşı değil,din adına dünyayı
idare etmek isteyen dincilere karşı olmuştur. Allah’ın vekili
(Hıristiyanlıkta) yerinde olanla,Allah’ın gölgesi sıfatını kendisine
takanlar (İslâmiyet’te) Allah adına inananları ve devletleri
yönetmek istemektedirler. Mücadelenin azametini taktir ediyorsunuz.
Kavgalarda milyonlarca insan bu hakimiyet davası için ölmüşlerdir.
İşte sorun,ancak Laic Prensiplerinin ekseriyet tarafından kabul
etmesiyle neticeye bağlanmıştır. Yetişişi,şimdiye kadar yaşayışı ve
istekleri din ağırlıklı olan bir liderin,bu Rönesans sözcüğünü
kullanmış olması,sizi ümide sevk etmez mi? Ümide kapılmaz mısınız?
Değişim dediğinin doğru olduğunu gördüğünüzü söylemez misiniz ? İşte
bunlar için bende ayrıldım ve Erdoğan için iyi ışıklı yolların
açılmış olduğu inancını içimde duydum. Gelecek içinde bu sözleri
teminat olarak kabullendim. Rönesans ve laiklik birbirinin
içindedirler.
- Yeni yılınız kutlu olsun.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
38 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇEVRE YOLUMUZ
- Çevre yolu; kuşak bulvarı (Boulvard
de ceinture) anlamında kullanılmaktadır bizde. Avrupa'nın büyük
şehirlerinin bir kısmında, Paris gibi, şehrin bu adı taşıyan bir
bulvarla çevrilidir; bu çevre bulvarının dışı şehir sayılmaz.
Bulvarın içinde kalan kısımda, yani asıl şehirde, herkes istediği
gibi at oynatamaz. Şehir planı yapılmış ve ilgili mercilerce tasdik
edilmiştir; orada belediye meclisi, canının istediği şekilde karar
alarak, binalara veya semte yeni yükseklikler veremez; şehir ana
karakterini hep korur.
- İstanbul'da, Boğaz köprülerinden
sonra yapılan çevre yolları, şimdi birer şehir caddeleri şekline
gelmişlerdir. Çevre bulvarını dışına inşaat izni vermemek kaydıyla,
İstanbul'un bir bulvara ihtiyacı vardır.
- Ankara'nın bir kısmı tamamlanmış
çevre bulvarı, eğer sözcüğün delalet ettiği anlama saygılı olunursa,
ülkenin ilk çevre bulvarı olacaktır.
- Çorum çevre yolumuz bir çevre
bulvarı değildir. Çevre bulvarına Çorum'un ihtiyacı yoktur. Bizim
ki sadece bir normal çift yönlü yoldur. Bu yolun dışına şehir
taştığından yol vasfını da kaybetmiş ve fonksiyonu ile Çorum için
tehlikeli bir durum almıştır. Şehir içinden geçen şehirlerarası çift
yol, o şehir için tehlikeli olmaz mı? Bizim bu şehirler arası
yolumuz, bana öyle geliyor ki; ileride Kuşsaray'dan önce başlayıp,
Şeker Fabrikasından sonra yola birleşerek çift yol olacaktır. O
zaman bu yol yine çevre bulvarı olmayacaktır. Akıl ve mantık, Çorum
ovasının buğday tarlaları olarak bırakılmasını emrediyor.
- Bir genç kaymakam, üç beş litre
benzin tasarrufu yapmak niyetiyle, valinin arabasını köprüden
dolaştırma yerine, çaydan geçirmiş. Valinin arabası çamura saplanmış
ve kurtarılması elbette ki köylülerin yardımıyla, tam yarım günü
almış. Dönüşte vali genç kaymakamı yanına alarak köprüyü dolaşmış ve
battıkları yer hizasına gelince vali arabayı durdurtmuş. Kaymakama:
bak kaymakam bey oğlum, eğer sana yapılan teklif, devlet parasını
sarf etmeyi gerektiriyorsa düşünmeden onu yap. Yakacağımız beş litre
benzini bu devlet valisinden esirgemezdi. Sen bana yarım gün
kaybettirdin. Bir valinin yarım günü beş litre benzin
karşılığımıdır? Kaymakam bey oğlum demiş vali. Elbette kaymakam da
anlamıştır.
- Bizim yukarıdaki beyin jimnastiğimiz, devlet parası sarf etmeyi
gerektirmiyor. Bu beyin jimnastiğinin kimseye zararı yok. Hatta bir
kısmınıza, eğer okuma zahmetine katlanırsa, beyin jimnastiğini de
yaptırmış olur. Bu bakımdan, bende bu teorik ve birazda ileriye
dönük temennileri yazıverdim.
- Asıl yazacağım, bu çevre yolunun
bitirilmesidir. Çevre yolu vasfını kaybetmiş olsa bile bu yol
bitmelidir. Bu yol yılan hikayesine dönmüştü. Bir çift yolu
bitirmekten aciz olan kudret sahiplerinin, Çorum Üniversitesini
başarmaları beklenemez.
- Bunlara, mademki beceremiyorsunuz,
üniversite işini bırakın demiyorum. Yanlış anlaşılmak istemem. Aciz
sözcüğümde; devlet temsilcileri için kullanmıyorum. Bazı kesimlere
göre kudret sahibi, sorumsuz olan kendi kurumlarıdır. Akılları böyle
gelişmiş.
- Bir çift yolun ihalesini CHP koalisyon Hükümeti zamanında Sayın
Çulhaoğlu yapmıştır. Bu yol, Köy Enstitüleri, Halk Evleri, Öğretmen
Okulları değildir ki, kapatasınız. Bu yol özelleştirme kapsamına
girmez. Bu yoldan kurtulmanın tek yolu, onu bitirerek, ondan
kurtulmaktır. Trafiğin en yoğun olduğu bölgede, basit bir yolun
yapımını bir şehrin başına bela edip sürüncemede bırakmak; ihmal
edenleri hayırla andırmaz insanlara. Artan maliyette, yine bu
milletin sırtına yük olarak bindiriliyor. Hiçbir ilimizin yolu,
bizim Çorumunkiler kadar ihmal edilmiş değil. Buna rağmen, ihmal
edenleri, politik yönden el üstünde tutan insanları da, aklı başında
olanlar normal olarak vasıflandıramazlar. Hak aramak ve haksızlık
karşısında dikilmekle fazilet kendisiyle ifade edilir. Fazilet
sözcüğünün vasfını değiştirmiş olmamalıyız.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
39 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- BİR KÜLTÜR KAYBOLURKEN
- Bir kültür,eğer koruması ve
geliştirilmesi bilinmiyorsa, tıpkı milletlerin kendileri gibi
kaybolabilir. Bu kaybolma yolunda olduğuna işaret ettiğim kültür,
bizim kültür Türk kültürüdür. Nasıl olduğunu, Çorum'dan bir
örnekle, size hikaye edeceğim. Eh! Okuma zahmetine artık
katlanmalısınız.
- Bir gün köyüme, Alacahöyük'e
gitmiştim. Dr. Hamit Zübeyr Koşay, kazı heyeti başkanı olarak
bulunuyorum. İkimiz olduğunuz zaman bana ismimle seslendi. "Ali"
derdi; başkalarının yayında, beni "arkadaşım" diyerek
şereflendirirdi. Hamit Zübeyr Koşay'a benim minnet borcum vardır.
- O gün, elimden tutup beni küçük bir
odaya götürdü. Odada bazı eşyalar sergilenmişti. Eşyalara pek
yakınlık duyamadım. Bunların bizim köyün eşyaları olduğunu, bunlar
için iki bin lira ödediğini, bunların kıymetlerinin pek yüksek
olduğunu ve kaybolmak üzere olan bir kültüründe son kalıntıları
olduğunu, yana yakıla bana anlattı. Ve dedi ki: Senin Vali ile
münasebetlerin varmış, Vali Beyefendinin sana olan bu sempatisini,
Türk kültürü için kullan.
- Bu kültürün son kalıntıları
kaybolursa, çok yazık olur. Valinin yetkileri geniş; emrinde olan
Milli Eğitim teşkilatından istifade ederek bu hizmeti
gerçekleştirebilir.
- Çorum'da, ülkeye örnek olacak bir
hareket başlatmış olur. Sende, seni yetiştiren millete borcunu bir
kısmını ödemiş olursun. Bende seninle iftihar ederim. Dedi. Dedi
demesine de, ben onun isteklerini başaracak beceriyi gösteremedim.
Hamit Zübeyr Koşay, Çorum'un etnografik eşyalarının toplatılmasını
ve bir bilim heyeti tarafından tasnife tabi tutulmasını istiyordu.
- Ertesi gün Vilayete gittim ve Valiye
bunları anlatmak istedim.
- Valimiz, Milli Eğitim Müdürümüzle
bir şeyler üzerinde çalışıyordu. Beni dinlediler ve sonra
birbirlerine bakışıp gülüştüler. Milli Eğitim Müdürü "Doktor,bir
okul yaptır da ona senin adını verelim" dedi. Vali bir şey söyledi.
Ben, hayatımda ilk defa, utancımdan terlediğimi ve çamaşırlarımın
bedenime yapıştığını hissettim. İsteğimin alaya alınacak bir tarafı
yoktu; bunu da bana, kültür işlerini ülkemizde en iyi bilen bir
insan yüklenmişti. Bu büyük insan, Alacahöyük de örneğini
göstermiş, derlemiş, bunların devamının teminini istiyordu. "Türk
Düğünleri" adlı derlemeyi de , ülkemizde galiba ilk defa bu zat,
Alacahöyük de yaptırmış ve kitaplaştırmıştı.
- Sonra ben, Fransa'da ihtisas için
kaldım.
- Bir aile beni,Lyon'a yüz km.
uzaklıktaki "Ortaçağ" köyüne davet etti. Bizde istenilip de
yapılamayanı, orada yapılmış olarak gördüm. Hamit Zübeyr Koşay'ın
bu köyü gördüğünü sanmam. O mantığını kullandı. Mantık Fransa'da
ayrı bir şey değil ki.
- Daha sonra şimal ülkelerine seyahat
yaptım. Yanımda karım, kızım ve damadım da vardı. Finlandiya'nın
kuzey bölgesinde bir şehirden geçtik. Burası bir sanayi şehri
imiş. 3000 fabrika olduğunu söylediler. İşte bu sanayi şehrinde
kurulmuş olan üniversitenin bütün öğrencileri ve hocaları, bizim
ilim adamlarımız Hamit Zübeyr Koşay'ın istediklerini yapmışlar.
Ekipler, illerinin bütün şehir ve köy evlerini birer birer
taramışlar. Tarihi olabilecek ne görürlerse, ya parasıyla veya
hediye olarak almışlar. Eşyalar hangarlarda dağlar gibi toplanmış.
Sonra bir ilim heyeti bunları tasnife tabi tutmuş. Seçilenlerden,
dünyada örnek olacak bir etnografya müzesi meydana getirmiş. Yani
onlarda, bir kültürün kaybolmasına izin verilmiş. Bu müzede
gördüklerimizi bir yazıya sığdırmak mümkün olmadığı gibi, bir fayda
da temin etmez. El değirmeni, nalın, sacayağı, dibek ve turşu
küpleri gördük. El örmesi çorapların çeşitlerine rastladık.
Kullanılan bakır tencerelerin hemen hepsi, bizim köy evlerinde
kullandıklarımızın aynı. Biz bunları hem Fransa'nın Orta çağ
köyünde ve hemen Dr. Orhan Günel'le yaptığımız Britanya
seyahatinde gördük. O zaman şunu bir neticeye bağlamak gerekiyor :
Acaba bunlar,yeri neresi olursa olsun,insanlığın zaman içinde fikri
gelişmesinin eseri mi, yoksa bunlar; dünyanın bir yerinde
keşfedilipte, zaman içinde bütün dünyaya yayılma işimi? Anadolu'da
yapıldı ise bu keşifler, Finlandiya'da, zamanı belli olmasa bile,
hangi yolla gitmiştir. Burada, Finlerin asıllarının Türk olduğunu
hatırlatmakta fayda var sanırım. Finliler dünyanın en güzel
insanları , halbuki Avrupa bizi şekilsiz,biçimsiz yaratıklar olarak
görürler ve gösterirler.
- Bu sistem yazışına döndü. Döndü
ama,acaba bu yazıdan bir şeyler çıkarılmak istenmez mi?
- Henüz bir şey bitmiş,kaybolmuş ta
sayılmaz.
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
40 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- BİR MAYISIN KUTLANMASI
- Bir Mayıs dünya işçilerinin
bayramıdır. Biz 29 Ekimi, Fransızlar 14 Temmuzu Cumhuriyet
Bayramlarını nasıl kutluyorsak; dünya işçileri de, mücadeleleri
sonunda kazandıkları işçi haklarının sevincini yaşamak için,bu günü
bayram olarak kabul etmişlerdir. Bir Mayısın bir bayram dışında
herhangi bir anlamla yüklenmesi, hiçbir şekilde tasvip edilmez. Bir
kavram kargaşası yaşamaktan başka,toplumlara bir şeyler getirmez.
- Ben altı yılda altı defa bir Mayısın
kutlanmalarını Avrupa'da izledim. Avrupa'da benim için bir Mayıs
günleri bir zulüm günü olmuştur da diyebilirim. Evde hapislikten
başka bir şey değil. O gün motorlu veya motorsuz ne kadar taşıma
vasıtası varsa hepsi, onu kullanan insanlar gibi istirahata
çekiliyor. Trenler, vapurlar, uçaklar, taksiler, metrolar hepsi
birden çalışmıyor. Bu vasıtaları kullananlar ve yardımcıları işçiler
bir bayram kutlaması için işlerini terk ediyorlar. Her türlü işçinin
çalıştığı fırınlar, marketler, lokantalar işçi bayramı için
kapatılıyor. Fransızlar bir Mayıs günü evlerinde bulunan
yiyeceklerle yetiniyorlar. "Bir günün beyliği beyliktir" gibi bazı
sözlerle kendi aralarında kullanıyorlar. Akşama kadar gülüp
eğleniyorlar ve yorulunca da yatıp uyuyorlar.
- Avrupa'da bir Mayıs kutlamaları
bundan ibarettir. Bundan daha etkili bir eylemde düşüneceğinizi
sanmam. Bir gün olduğunuz yere mıhlanıyor, ayaklarınızdan başka
hiçbir vasıta kullanamıyor, evinizde bulunan yiyeceklerden başka bir
yiyecek bulamıyorsunuz. İşçinin ne olduğunu insanlara bu kadar
kuvvetli anlatan hangi cins bir eylem olabilir?
- Yukarıda yazıldığı şekildeki bir
ortamda,insanları bir meydana nasıl toplayıp da eylem
yaptırabilirsiniz? Bu insanlar bu meydanlara nasıl gelecekler,nasıl
yiyip içecekler ve nasıl evlerine dönecekler? Bu şekilde yaptığınız
bir etkinliğin tesiri ne olabilir. Ayrıca, bir Mayıs istekler
üretmek için bir fırsatta vermez. Eskiden istekler yapılmış,
tartışmalar olmuş ve pek çokta kurbanlar verilmiş. Zaten bu bayram
kazanılmış,başkalarının kazandığı işçi haklarının anısına yapılıyor.
- Bir Mayıs İşçi Bayramının, Kominizim
ile uzaktan yakından bir ilişkisi de yoktur. Bu bayramın en çok işçi
bulunan kapitalist ülkelerde kutlandığı hatırlanırsa,bu anlam
yükleme yanlışlığından daha kolay kurtulunabilir.
- Benim gördüğüm kutlamalar hep neşeli
idi. Kimsenin tehdit havası estirdiğini hiç görmedim. Herkesin
birbirinin bayramını kutladığını, neşe ve sevincini ortaya döktüğünü
çok gördüm. Meydanlarda orkestralar da gördüm ama, izleyicilerinin
hep o bölgenin adamları idi. Uzaklardan gelme imkanları yoktu ki;
daha büyük kalabalıklar toplanabilsin.
- Bir Mayısta işçi, patron ayrımı bile
düşünülemez. Bir mayıs bir çalışanların kaynaşma günü olmalıdır.
İşverenler; kendiliklerinden iş yerlerini tatil etmelidirler ve
işçilerinin ücretlerini çalışmadan ödemelidirler. O günü bir işçi
ziyafetleriyle tamamlamış olmalarını da,onların patronluk şanından
olmalıdır.
- Ben; bu anlayışın takipçisi
olacağım. Nerede kutlama varsa davet edildiğim zaman desteğimi
esirgemek istiyorum. Bir Mayısın bayram olmasını isterim. Kendimiz
partide geniş olarak toplanmak ve bir Mayısın anlamını üyelerimize
anlatmak istiyoruz.
- Bir Mayısı;kin ve düşmanlık olarak
as la düşünmek istemiyoruz.
- Benim mesleğim hekimliktir. Bende
bir çalışanım ve bir Mayısta çalışmak istemiyorum. Hastanelerimizde
acil vakalar için tedbirler alındığına göre,hekiminde bir çalışan
olarak bir Mayısı kutlaması gerekir.
- Bizim parti içi eğitimlerini alçak
gönüllülük gösterip,izlemiş olursanız
söylediklerimizi,yazdıklarımızı daha kolay anlarsınız.
- Bayramların hiçbir cinsi kırıcılık
vasıtası olamaz. Hepsi insan içindir ve ilgili insanlarca
kutlanmalıdır.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
41 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- DOĞANIN BAHARI
- Aslında bahar denilince,hemen
her-kesin aklına, doğanın baharı, yani şu bildiğimiz bahar gelir.
- Bir kış bunaltıya girmişsinizdir.
Kışın bir mutluluk olduğunu, hele yaşam gücü sınırlı insanlar için
düşünmek pek olanaklı değil. İyi ve ısıtılmış bir eviniz yoksa,
yemek zamanında sofranız canınızın çektiği yiyeceklerle
donatılmamışsa, gidecek arzu edilir yerlere gidemiyorsanız, kışın
mutluluğundan nasıl bahsedeceksiniz? Fakir aile çocuklarının kar
topu oynamaktan zevk alması bile şüphelidir. Kayak merkezlerindeki
eğlenceli ve iç açıcı görüntülerin insanlara azap vermeden başka ne
tadı olabilecek! "Kış lanet bir mevsim der sem" bana yanlış
düşündüğümü söyleyeceklerin çok miktarda olmayacaklarını hesap içi
sayabilirim.
- Bahar öyle mi ya? Bakıyorsunuz
günler uzamış ve hava her an olmazsa bile çok zamanlar açık. Güneşi
zevkle seyrediyor ve zevkle ona bakabiliyorsunuz. Hele ağaçların
dallarını süsleyen yapraklar arasında süzülüp sizi sıcacık
kucaklaması doyulur şey midir?
- Kışın kalın elbiselerden
kurtulmuşsunuz ve ilk günlerden itibaren açan çiçek cinsleri de var.
Boz toprak örtüsünü ve yeşilin her cinsini göstermekten zevk alan
örtüsünü gösteriyor. Gezmekten, seyirden, temiz hava almaktan
mutlusunuz. Kanınız hareket ediyor. Canlılığınızı kendiniz bizzat
hissediyorsunuz. Başka insanlarda sizin gibi yapıyorlar ve baharın
mutluluğunu tadan insanlarda sizin gibi yapıyorlar ve baharın
mutluluğunu tadan insanlarla aynı hisleri paylaşıyorsunuz. Yerlere
henüz oturmak pek temkinli bir şey olmazsa bile, içinizden bu isteği
hissediyorsunuz. Tabiata yakınlık güzel bir şey. Tabiatı hem seviyor
ve hem de onunla bütünleşiyorsunuz.
- Kendi icat ettiğiniz bayramların ve
şenliklerin çoğu da baharın oluyor. İnsan bu;hem kendi yaratıyor ve
hem de kendisi onlara inanıyor. Ateş atlamanın ne kerameti olur.
İnsan kendi bunu ortaya koyuyor,sonra onu kutsallaştırıyor.
İnancının kimseye zarar vermediği müddetçe, bizde bu insan
icatlarının inanç kısımlarına saygılı oluyoruz. Her inanç içinde
aynı duyguları taşımıyor muyuz?
- İnsanlar; tabiatın baharını bütün
yaratıkların ve bilhassa insanların yaşamlarını bir dönemiyle
benzetişlerde bulunmuşlardır. Genç ölen bir delikanlı için "ömrünün
baharına doymadı" demezler mi? Bilhassa kız çocukları için de aynı
benzetiş yapılır. Tatlı olmasına rağmen,gerek bildiğimiz tabiat
baharı,gerekse ömrümüzün bir parçasını bahara benzettiğimiz dönemler
pekte doyurucu olmuyor. Tabiatın baharından söz etmeye devam
edersek,kısalığı ilk aklımıza gelmez mi? Toprak ve tabiatın diğer
varlıkları, güneş, ısı birden gelişimi hızlandırıp tabiatı istila
ediyorlar. Tatlı gelişim adeta yarışa çıkarak,tabiatı birden
dolduruyor. İnsan hangisine bakacağını, hangi yöne döneceğini,neyi
koklayacağını, hangi çiçeği bahçesi için düşüneceğini şaşırıyor. Tam
bir yerden fışkırmış demek daha doğru olur.
- Zevkine varmadığınız yeşillik ve
güzellik birden dünyayı dolduruyor ve kısa bir zaman sonra da tıpkı
uyandığı çabuklukla, kaybolup bozarıyor. Şunun bir ortası olmaz mı?
Uyanış ve gelişme bir sırayı takip etmez mi? Düşündükleriniz oluyor,
o güzelliklerle bürünmüş tabiat, kısa bir an sonra, bir bozkır
manzarası alıyor ve zevkimiz tamamlanma noktasını
bulmuyor,bulamıyor.
- Ben baharı her zaman sizler gibi
severim de, yazı ve sonbaharı daha tercih ederim. Bu iki mevsim daha
akıllı gibi geliyor insana. Onun meyvelerinden istifade ediyor ve o
güzellikleri de bizzat tadıyorsunuz.
- Ne yapalım, değiştirme gücümüz yok.
Tabiata tabiliğimiz devam edecektir. Aslında biz de tabiatın bir
parçasıyız ve onun için de kendi hissemize düşene katlanarak, sona
kadar kurulmuş düzen içinde kalacağız. Tabiata hakimiyetten
bahsediyorlar da, bu mümkün değil.Ona uymayı biz hakimiyet olarak
almak istiyoruz. Tabiata uyum sağlayamayanlar, zaten yaşam
devamlarını da devam ettiremiyorlar. İnsan nesli,oradan biraz daha
uyum ehli, keyfiyet bundan ibaret işte...
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
42 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇORUM ÇÖLLEŞECEK
- Ben "şom ağızlı" falan değilim.
Benim evliyalıkla da ilgim yok. Ben ; insanların eşit yaratıldığı
inancını taşıyorum. İnsanların eşit olarak yaratılmamış olması,hem
yaratanın yüceliği ile bağdaşmaz, hem de yaratılış mekanizmasına
uymaz.
- Müspet İlim öğrendim ve müspet
düşünmeye alıştım. Normal ve müspet bir insan olarak diyorum ki; "
Çorum ileride çölleşecek” Genellikle Orta Anadolu,güneyden ve
kuzeyden gelecek rutubet taşıyan bulutların kendisine yetişmesi
için,sıradağlarla engellenmiştir. Bulutlar bu dağ duvarını aşamadan
sularını terk ediyorlar. Batıdan gelecek bulutlar için de pek çok
kilometre uzaklık var. Bu bulutlar yetişebilirlerse bile , yağmur
yağdırma vasfını tam gösteremiyorlar. Bulutları durduracak rüzgarın
süratini kesecek kadar kesif ormanlar yok. Yağmur yağmayınca da
Anadolu'nun ortasında iyi mahsul almak zor. Bu yıllarda böyle
olmuştur. Vaktinde yağmamışsa yağmur "yağmur duaları" bile işe
yaramaz oluyor.
- Bu yılda böyle olmadı mı? Bu
insanlar yağmurun iyi yağdığı senelerin insanları değil mi? Yağmur
yağdıranın yanında ne günah işlediler ki bu insanlar, yaratandan
nasiplerini almadılar? Bence insanların günahkarlığı burada
yatmıyor. İnsanların günahı cehaletlerinde saklı. Yağmur yağdıracak
mekanizmayı yok etmişler vaktiyle. Erozyon artıyor ve ormanlar
yok edilmiş. Yeni orman yapımı ise merasimlerden ileri gidemiyor.
Erozyon sorunu ise,halk tarafından anlaşılmış bile değil.
- Orta Anadolu ağaçlandırılmadan, ne
cehaletten ve nede açlıktan kurtulur. Açlık var Orta Anadolu'da.
İnsanların sağlıklı olması için, çeşitli beslenmeleri ve her
gün,bilhassa yetişme çağında olanların,asgari 60 gram protein
almaları gerekir. Bu 60 gram protein, 250 gram ete eş değer taşır.
5 kişilik bir aile, günde bir buçuk kilo et tüketmelidir. "Çorum'
da bu oluyor." Denilebilir mi? Bunsuz yetişen insanların zekaları da
iyi teşekkül etmiştir denemez. Burada yaratanın ne kusuru olabilir?
Size aklınızı da vererek yaratmış. Siz o aklı kullanacak kadar onu
geliştirmemişseniz, yaratan ne yapsın ? İçimizde pek çok insan
eşitliği bile kendisine layık görmüyor. Erkek, gözünde başka
türlü bir yaratık kadınlarımız. "Eksik etek" olmayı bile isteyerek
kabulleniyor. Kendini toplum ve yaratan karşısında eksik gören ve
bundan şikayet etmeyen insanın inancı mı tam olacak?
- Ülke ağaçlanırsa, yağmur
yağacaktır. Orta Anadolu'yu tam olarak sulamak imkan içinde
görülmüyor. O zaman, ağaçlandırma sulamanın öncüsü olmalıdır.
Erozyon önlenir ve buğday ekilmeyen sahalar,bilhassa tepeler
ağaçlandırılırsa, Orta Anadolu tam olarak yeşillendirilebilirse,
yağmur artacaktır. Bu iş için elli yıl gerekli gibi geliyor bana.
Elli yıl bir millet için nedir ki?
- Çok anma günü yaparsanız,bu günler
kıymetini kaybediyor. Halk bunları kanıksıyor. Bizde iki dini
bayram dışında, bayramlarımızın hepsi resmidir. Dini bayramlarımız
da aslında resmileşmiş ve devlet tarafından tatil sayılmıştır.
Fransa da ise bütün bayramlar dini esaslıdır ve pek de tatil
verilmez;yalnız 14 Temmuz resmi Cumhuriyet Bayramıdır. Çok tatil
insanları tembelliğe alıştırır. Baksanıza "Çorum'un Sorunları" adlı
her yıl yapılan toplantı bile rağbet görmüyor. 16 izleyiciden
dolayı,toplantıyı yöneten Sayın Prof. Dr. Ahmet Samsunlu dahi
şikayetçi.
- Sorunlarımızın konuşulacağı
toplantıya,uzaklardan bilim adamları gelsin,sen evinden gidip de
izlemeyi dahi düşünme. Buyurun cenaze namazına,dense yakışık almaz
mı ? Bu akılla ne yapacaksın üniversiteyi? Bizim konumuz çölleşme.
Dağların ağaçlanması, anma günlerinde dikilen birkaç yüz ağaçla
mümkün olmaz. Bizim topraklarımız nankör değil, dikilen yeşeriyor
ve büyüyor da. O zaman dikmek ve dikileni de, hem dört ayaklı ve
hem de iki ayaklıların zararından korumak gerekiyor. İsrail böyle
ağaçlanmış ve vahalaşmış. Çorum daha henüz kumlaşmamış. Orada
ulaşılan başarıya, burada ulaşmak mümkün. Orman Bakanlığı değil ;
Orman Dikim Bakanlığı kurulmalı ve dikim başlı başına bir iş
olmalıdır. Bu ülke savurganlıktan vazgeçersek, hem para ve hem de
ağaç dikecek adamlar bulunur. Elverir ki çölleşmeyi ve Çorum'un
bu yolda olduğunu kabul etmiş olalım.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
43 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- MEDENİYET BİR ALIŞKANLIKTIR
- Çorumlular, eski Senatörleri alan
Dr. Zeki Arslan’ı tanırlar. Kendisi İzmirli idi. Uzun seneler
Sungurlu Hükümet Tabipliği yaptı. Sonra dahiliye ihtisası yaptı ye
İngiltere’de de göğüs hastalıkları üzerine ihtisaslaştı. Türkiye’de
tüberkülozu iyi bilenlerden birisiydi.
- Türkiye’ye geldiğinde, vereme pekte
ilgi duymamışların emrinde çalıştırıldı. Bu duruma üzülmüş olmalıdır
ki mesleğini bırakıp Senatör seçildi.
- Rahmetli Dr. Zeki Arslan,
SabuncuoğIu ailesinin kızları, Şefika Sabuncu ile evlendi ye Çorum’a
enişte oldu. Çorum’u severdi,Dr Zeki Arslan, kendisini hep
Çorumluların hizmetine vakfetmişti. Erinden geleni ve aklının
erdiğini Çorumluların esirgememiştir. Uzun yıllarda İngiltere’de
sefaretimizin sağlık müşavirliğini yaptı İngiltere’ye gelen Türk
hastalar tarafından da hep hayırla anılmaktadır. Ondan
dinlediklerimiz de oldu. Bu dinlediklerimizin bazılarını sizlerle
paylaşmak istedim.
- Çorum’dan Londra’ya gidenleriniz
varsa; eğer büyük mağazaları ziyaretten vakit ayırıp ta şehri
tanıyanlarınız olduysa bu büyük şehrin yeterince parklar; ye yeşil
alanları varmış. Bunlara giriş,çıkış, köpeklerle dolaşmaya onun
usulleri levhalardaki yazılarla belirtilmiş. Nerelerde köpeğinize
tasma takacağınız bile işaretli imiş. Bu levhalar üç yüz yıl önce
yerlerine konmuş. Aksini yapanlar için verilecek cezalar da yazılı
imiş. Demek ki;o zamanlar İngilizler arasında da nizam bozucular
bulunuyormuş. Bu gün itaatsizlik siz konusu değil;insanlar konan
kaideler sayesinde eğitilirmiş ve suç işlemez duruma getirilmiş.
- Bunlardan, İngilizlerin sokakta
eğitilmiş olduğu anlamı çıkarılamaz. Fakat,sokakta da eğitim
yapılmış oldur anlamı pekala anlaşılıyor. Eğitimin yeri aile ye okul
olmasına rağmen, İngiliz milleti her fırsatı,bu arada sokağı bile
eğitim vasıtası yapabilmiştir. Dr Zeki Arslan’in bütün
söylediklerini bir yazıda toplamak mümkün değil ki!
- Halen,en az motorlu taşıt araçları
olan ülkeyiz. Buna rağmen,trafik kazalarında dünyada başa
güreşiyoruz. Yollarımız çok mükemmel olmazsa bile, standart
yollardır ve dikkatli,akıllı olunursa,yollarımız,trafik kazalarının
baş sebebi olmaz. Trafik kaidelerine de uymadığımız da ortada Trafik
işaretlerine ve konan kaidelere alışmamışız. Alışma alışkanlığımız
hep ters istikamette. Demek ki;bazı şeylere alışmak için bile, bir
eğitim düzeyinde olmamız gerekiyor. Eğitimse yalnız okulla elde
edilebilir. Eğitim ailede başlar başlamasına da, aile eğitimli
değilse, çocuğu da eğitimsiz mi bırakalım ? Ailedeki eğitim eksik
kalsın, biz bu imkanlardan faydalanmamış olalım fakat okul eğitimine
ayak direnmenin af edilir,mazur gösterilir tarafı olabilir mi?
- Dr. Zeki Beye göre,İngilizlerin
yemek kıyafetleri resmi imiş. Kravatsız yemeğe oturulmazmış. Yatak
odası dışında pijama giyilmezmiş. İngilizce de ‘Sen” sözcüğü yokmuş
Bizde “Siz” sözcüğü pek kullanılır değil. İngilizlerin en çok
kullandıkları sözcükler arasında “Günaydın’,’İyi geceler” sözcükleri
bulunurmuş. Tartışmalar,hiçbir zaman kırıcı kavgalara yol açmazmış.
İngilizler onurlu insanlarmış ve başkalarının onuruna da saygılı
imişler Dr. Zeki Bey; İngilizler arasında yaşamanın bir zevk
olduğunu söylemişti, bir defasında.
- İngilizler üstlerine düşmeyen işlere karışmazlarmış. Ben bir
defasında, Norveç te buzulları görmeye gittim. Buzulun yanına
vardığımda, saat 22.00 sıralarıydı. İki küçük çocuk ve bir genç
çiftle karşılaştım. Fotoğraf çekmek için onlar bana, bende onlara
yardım ettim. Ben biraz erken ayrıldım. Kuytu bir yerde
dinlenirken,bu aile bana yetişti ye çocuklar,üşümüş olacaklar
ki,benim yanıma gelip oturdular çift bizi ayakta bekledi. Hangi
milletten olduğunu sorduğumda “Biz İngiliz’iz” dediler. Fakat onlar
bana hangi milletten olduğumu sormadılar Ben gururumu
takındım,onlara “Bende Türk’üm” demedim.
- Medeniyet başkasına zararlı,
rahatsız edici olmadan yaşamaktır. Buna kendisini alıştırmış olan
insanların kendileri de alışkanlıklarından rahatsız olmuyorlar.
Medeniyet ilim değil, medeniyet teknik değil, medeniyet kültür de
değil. Medeniyet belki bunların hepsi. Bir milletin içinde pek çok
medeni insan olur. Mühim olan,istenilen milletin toptan medeni
olmasıdır Bu alışkanlık zahmetli değil.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
44 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇEVRE YOLUMUZ
- Çevre yolu; kuşak bulvarı (Boulvard
de ceinture) anlamında kullanılmaktadır bizde. Avrupa'nın büyük
şehirlerinin bir kısmında,Paris gibi,şehrin bu adı taşıyan bir
bulvarla çevrilidir; bu çevre bulvarının dışı şehir sayılmaz.
Bulvarın içinde kalan kısımda,yani asıl şehirde, herkes istediği
gibi at oynatamaz. Şehir planı yapılmış ve ilgili mercilerce tasdik
edilmiştir; orada belediye meclisi,canının istediği şekilde karar
alarak,binalara veya semte yeni yükseklikler veremez;şehir ana
karakterini hep korur.
- İstanbul'da,Boğaz köprülerinden
sonra yapılan çevre yolları,şimdi birer şehir caddeleri şekline
gelmişlerdir. Çevre bulvarını dışına inşaat izni vermemek kaydıyla
, İstanbul'un bir bulvara ihtiyacı vardır.
- Ankara'nın bir kısmı tamamlanmış
çevre bulvarı,eğer sözcüğün delalet ettiği anlama saygılı
olunursa, ülkenin ilk çevre bulvarı olacaktır.
- Çorum çevre yolumuz bir çevre
bulvarı değildir. Çevre bulvarına Çorum'un ihtiyacı yoktur.
Bizim ki sadece bir normal çift yönlü yoldur. Bu yolun dışına
şehir taştığından yol vasfını da kaybetmiş ve fonksiyonu ile,
Çorum için tehlikeli bir durum almıştır. Şehir içinden geçen
şehirler arası çift yol,o şehir için tehlikeli olmaz mı ? Bizim bu
şehirler arası yolumuz, bana öyle geliyor ki ;ileride Kuşsaray'dan
önce başlayıp,Şeker Fabrikasından sonra yola birleşerek çift yol
olacaktır. O zaman bu yol yine çevre bulvarı olmayacaktır. Akıl ve
mantık,Çorum ovasının buğday tarlaları olarak bırakılmasını
emrediyor.
- Bir genç kaymakam, üç beş litre
benzin tasarrufu yapmak niyetiyle,valinin arabasını köprüden
dolaştırma yerine,çaydan geçirmiş. Valinin arabası çamura saplanmış
ve kurtarılması elbette ki köylülerin yardımıyla,tam yarım günü
almış. Dönüşte vali genç kaymakamı yanına alarak köprüyü dolaşmış
ve battıkları yer hizasına gelince vali arabayı durdurtmuş.
Kaymakama :bak kaymakam bey oğlum, eğer sana yapılan teklif,devlet
parasını sarf etmeyi gerektiriyorsa düşünmeden onu yap. Yakacağımız
beş litre benzini bu devlet valisinden esirgemezdi. Sen bana yarım
gün kaybettirdin. Bir valinin yarım günü beş litre benzin
karşılığımıdır ? Kaymakam bey oğlum demiş vali. Elbette kaymakam
da anlamıştır.
- Bizim yukarıdaki beyin jimnastiğimiz, devlet parası sarf
etmeyi gerektirmiyor. Bu beyin jimnastiğinin kimseye zararı yok.
Hatta bir kısmınıza, eğer okuma zahmetine katlanırsa, beyin
jimnastiğini de yaptırmış olur. Bu bakımdan,bende bu teorik ve
birazda ileriye dönük temennileri yazıverdim.
- Asıl yazacağım, bu çevre yolunun
bitirilmesidir. Çevre yolu vasfını kaybetmiş olsa bile bu yol
bitmelidir. Bu yol yılan hikayesine dönmüştü. Bir çift yolu
bitirmekten aciz olan kudret sahiplerinin,Çorum Üniversitesini başar
maları beklenemez.
- Bunlara,mademki
beceremiyorsunuz,üniversite işini bırakın demiyorum. Yanlış
anlaşılmak istemem. Aciz sözcüğümde; devlet temsilcileri için
kullanmıyorum. Bazı kesimlere göre kudret sahibi,sorumsuz olan kendi
kurumlarıdır. Akılları böyle gelişmiş.
- Bir çift yolun ihalesini CHP
koalisyon Hükümeti zamanında Sayın Çulhaoğlu yapmıştır. Bu
yol,Köy Enstitüleri,Halk Evleri,Öğretmen Okulları değildir
ki,kapatasınız. Bu yol özelleştirme kapsamına girmez. Bu yoldan
kurtulmanın tek yolu, onu bitirerek,ondan kurtulmaktır. Trafiğin
en yoğun olduğu bölgede,basit bir yolun yapımını bir şehrin başına
bela edip sürüncemede bırakmak;ihmal edenleri hayırla andırmaz
insanlara. Artan maliyette, yine bu milletin sırtına yük olarak
bindiriliyor. Hiçbir ilimizin yolu, bizim
- Çorumunkiler kadar ihmal edilmiş değil. Buna rağmen,ihmal
edenleri, politik yönden el üstünde tutan insanları da,aklı
başında olanlar normal olarak vasıflandıramazlar.
- Hak aramak ve haksızlık karşısında
dikilmekle fazilet kendisiyle ifade edilir. Fazilet sözcüğünün
vasfını değiştirmiş olmamalıyız.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
45 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
HAYAT KISA AMA...
İnsan ömrünün kısalığı hakkında herkes
fikir birliği içinde. Ortalama ömür bizde 65 yıl etrafında dönüyor.
Eskilerde daha da kısa idi. Garbi Avrupa ülkelerinde ve bilhassa şimal
ülkelerinde daha uzun. Uzun dedikse,bizdekilerin iki misli falan
değil; 84 yıl olarak kabul ediliyor. Bunlar aslında tatminkar olmaz.
Ömrün yarısını bir şeyler öğrenmek için sarf ettiğimizi göz önünde
tutarsanız,yaşamak için size kalan göz doldurucu olarak kabul edilmez.
Ömür kısadır ve insanlar için acınacak durum vardır.
Ömür kısa olunca,insanların bu kısa
ömür daha iyi,daha varlıklı ve daha renkli kullanılması gerekmez mi ?
Bizim memlekette bunları söyleyecek bir kişi çıkabilir ? Bizim
memleketimizin neyi eksik ki ? Hayatımızı daha imrenilir şekilde
geçirmiş olmayalım. Topraklarımız verimli,dağlarımız ve vadilerimiz
güzel,güneşimiz de bol. Daha mutlu yaşanılan memleketlerde bunlar bile
yok. Neden biz mutsuzuz?
Ülkemize bir bahane bulunmaz. İnsan
hayatını devam ettiren her cins imkan mevcut. Kendi kendimize yeter
durumda olduğumuz devirler olmuştur. Biz daha imkanlar yaratmak
istedik ve daha büyük çıkmazlara girdik. Daha iyi olmadık,daha kötü
durumlara düştük. Ülke aynı ülke ve yönetimde,ismen de olsa mutlu olan
insanların yönetimi. Gelip gördük ki;bizler hayatımızı bir türlü
düzene koyamıyoruz. Kabiliyetsiz insanlar tarafından yönetildiğimizi
kabul etmek zorundayız. Ben bir ömür “Nurlu ufuklar” nutukları
dinledim geldim. Bu ufuklardan karabulutlar hiç eksik olmadı. Savaş
gibi felaketler de görmedik,bunlara rağmen bu güzel ülke,mutlu olmadı.
Mutlu insanların yaşadığı ülke olmadı.
Ben insanlarımızın kabiliyetsiz
olduklarına inanmam. İnsanlarımızın yetişme şeklinde eksiklikler var.
Yetişmiş insanlarını arayıp bulma hasletine de sahip değiliz. Bizim
yetişmiş insanlarımız dışarıda,başka yabancı ülkelerde başarı
gösteriyorlar. Hatta bu insanların ülkemize gelmeleri ve görev
almaları onların başarılarını da devam etmelerini temin etmiyor.
Dışarıda başarılı,içeride başarısız olup çıkıyor. Dışta başarılı,içte
Türkiye'de başarısızlıkları alay mevzuu bile oluyor. Elbette ki;oda
mutsuzlar arasında yerini alıyor veya terki diyar edip gurbet hayatına
yeniden başlıyor. Yetişmişleri kullanma,yetiştirmeyi
bilme,yetiştirdiğini taktir etme. Nasıl mutluluğa ereceksin?
İnsanlara hizmet kutsaldır. İnsanlar
hizmeti değer. Medeni insanlar toplum hizmetlerinden zevk duyarlar. Bu
zevkin yerini tutacak başka bir şey de yoktur. Bu insanların toplum
içinde yer bulması,hizmetlerin taktir edilmesi gere-kir. Toplum
hizmetlerinden zevk almayanlarla, alanların arasında bir fark
bulunması gerekir. Toplum bu farkı kendisi benimseyecek ve yapacaktır.
Bu ayrımı yapamayan toplum,iyi hizmetlere layık olmaz ve
sefaletten,sıkıntıdan da kendisini kurtaramaz. Toplumu sevenle,toplumu
alay edeni bir tutarsan,alay edeni daha üstün tutarsan,hizmet insanı
yetişir mi ? Acındırmaya hakkın olur mu? Toplumun kendi
sorumluluğunu,tıpkı birey gibi anlamış olması gerekmez mi ?
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
46 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- AMERİKAN ZENGİNLERİ
- Amerikan zenginleri,kendi gençlerinden şikayet
ediyorlar: Paranız var,engin yaşa gelince kendinize ev
bulabiliyorsunuz. Yazları denize,kışları da dağ spor tesislerine
gidebiliyorsunuz. Evlerinizde her türlü dayanıklı beyaz eşya mevcut.
TV almakta müşkilatınız yok. Hemen hemen hepinizin sevgilileriniz
var. Acaba;daha neler istersiniz ? Dünya gençliği bunun çok azına
bile hasret çekiyor.
- Amerikan Başkanı John Kennedy bunları kabul ediyor
da,zenginlerin düşünce tarzına iştirak etmiyor. O da,zenginlere:
Sizlerinde evleriniz, kışlık, yazlık, sayfiyeleriniz,
otomobilleriniz, uçaklarınız, karılarınız ve metresleriniz var. Bir
telefon şirketinin geliri,20 ülkenin milli gelirinden fazla. Daha
fazla kazanmak için gayret içindesiniz. Bu parayı ne yapacaksınız ?
İşte Kennedy'in katledilişinin sebebi bu sözlerdir. Bu sözlerin
doğruluğu,hiçbir zaman ortaya konamayacaktır. Kennedy dünyanın fakir
milletlerine yardım edilmesi kanaatini taşıyordu.
- Başkanın Adliye Vekili olan kardeşi Kennedy,başkan
adayı oldu. Bir konuşmasında o da,fakir milletlerin durumlarına ve
Amerikanın servetine temas ett. “Dünyada fakir milletlerine yardım
edilmelidir,yoksa bu büyük serveti bize rahat yedirmezler” dedi ve
aynı anda kurşunu yedi.
- Bir Başkanın Ölümü adlı kitabın yazarı ve başkanı
ailesinin arkadaş ve dostu olan zat diyor ki:”Amerika'da büyük
zenginler,başkanlara istediklerini yaptırırlar. İstediklerini
yapmayıp ve zamana bırakanları da öldürtürler” Görülüyor ki;
paranın yapamadığı yoktur. Para Amerika'da katilliklerin bile
teşvikçisi olabilir.
- “Dünyayı pek yakında,30-40 şirket idare
edecektir,sözü doğrudur. Sayın Sabancı da bu sözü kullanmıştır. Ben
otuz veya kırk dünya şirketi içinde bir Türkün gireceğini
düşünmüyorum. Bu dünya büyük şirketleri sadece zengin değil,politize
de olmuşlardır. Bunlara Amerika'nın gizli devleti de demek
mümkündür. Yaptıkları işlerde hep gizli kalmıştır ve bundan sonra da
gizli kalacaktır.
- Dünyada şimdilik 182 devlet var. Büyük şirketlere
sahip devletlerin başında Amerikalara Rusya çağrılmıştır. G7 lere
Rusya çağrılmıştır. Şimdi G8 ler olarak anılıyorlar. Rusya'nın
çağrılışı daha politiktir. Rusya'yı idare etmek,komünizmi idareden
daha kolay ve daha az masraflıdır deniyor.
- Bu G8 lerin dışında ekonomik söz sahibi olunamaz.
Bunlarla rekabet edilemez. Bunlarla aşık atılamaz. Bunlar insanları
da,devletleri de eritirler. Bunlardan istifade etme aklı,akıl
değildir. Bunlar içinde kaybolacaksın. O zaman bu durumu görmek
istemiyorsan,”ayı ile yatağa girme” sözünü akılda tutmak zorundasın.
Sen istemezsen,onların şerrinden masun kalmak mümkündür.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
47 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- NEREDEN BAKARSAN
- Bizim ekonomik düzenimiz, neresin den bakarsan iç
açıcı değil. Daha doğrusu,her tarafı bozuk. 50 seneden beri nurlu
ufuklar edebiyatı,ülkeyi bu duruma getirenler daha ölmeden
bile,iflas etmiş durumda. Bir çare düşünebilecek kimsede
görünürlerde bulunmuyor.
- Biz Osmanlı Devrinde bir borç ve kapitülasyon
devrini yaşamış idik. Ülkemizde yabancı sefirler,devlet adamlarını
azarlamaktan çekinmezlerdi. Onların istekleri olmadan,bir kanun
bile,ne kanunu padişah fermanı bile çıkmazdı. İsmet Paşa Lausan
konferansı sırasında ise,İngiliz Hariciye Nazırından (Lord Cuson)
borç istemenin yollarını öğrenmişti. Borç istendiği zaman,parayı
alabilmek için,anlaşmaya konan maddeler birer birer geri alınacak ve
sonradan borç verilecekti.
- Bu ağır sözlere tekrar muhatap olmamak
için,1950'lere kadar ülke kendi yağı ile kavruldu. Hasiyetimizi
koruyarak, kalkınma yolunda bir mesafe bile alınmıştı. Çok partili
dönemle beraber,daha hızlı kalkınma sevdasına düşüldü. Borç almak
için her türlü çareye baş vuruldu. Ülke borçlandı ama,ülke
kalkınamadı. Bu günde açlıkla karşı karşıya kaldı.
- Bu hükümet,üç yıldır iş başında. Nurlu ufuklar
edebiyatını bunlardan da dinledik. Enflasyon tek haneli rakamlara
inecekti. % 29 seviyelerine indiğini bizzat Başbakanımız
müjdelediler. Birde baktık ki bir gecede ekonomi yıkıldı ve Türkler
%40 nispetinde fakirleşti.
- Bu bir ekonomik yol olmaz. Bunda bilgi var denemez.
Bir günde yıkılabilen ekonomiye ekonomi denemez. Eski birikimlerden
bahseden bir Başbakana artık inanılamaz. Bir devlet yönetimi bu
kadar basiretsiz olmaz. Hele hele ülkeyi düzeltmek için iş başına
öğünerek gelip de,üç yıl sonra ülkeyi batağa saplayan bir
iktidarın,bataktan tekrar çıkarılmasına izin verilemez. Ne yapar
iktidar ? Hiç şüphesiz eski yaptıklarını yapacaktır.
- Bildiklerini bu iktidar tatbik sahasına koymuştur.
Daha bildikleri olsa,onları da tatbik sahasına koyacaktı.
- Bu iktidarın bildikleri bunlardır.
Bu iktidarın deneyimleri bunlardır. Bunlarda işe yaramamıştırlar. O
zaman bir şeyler yapmak gerekir. Başka ülkeler neler
yapıyorlarsa,onları yapmak gerekir. Ülkeyi felakete sürükleyen bir
iktidardan keramet beklenemez. Keramet akıllı insanların bekleyeceği
bir şeyde değildir. Mürşit akıl değil midir? Şu yapılanlarda akıl
kokusu duyuluyor mu? Bu iktidarın yapacağı en iyi şey çekilmektir.
Çekilmek ve milletin kararlarına boyun eğmektir. Bocalamak akıl
değildir. İktidar yapabileceklerinin hepsi yapılmıştır. Takati
de,bilgisi de,deneyimi de budur iktidarın. İktidar bundan üzüntüye
kapılmamalıdır.
- 16 milyar dolar borç veriliyor. Bu
borcu alabilmek için,Milli iradeyi temsil eden meclise program dikte
ettirilebiliyor. Telekom satılacak ! Bankalar Kanunu istenildiği
gibi çıkacak! Sübvansiyonlar kaldırılacak ve işçiye sıfır artırma
yapılacak. Bunları bizim devletimiz kendisi düşünebilir,eğer ihtiyaç
varsa hepsini yapabilir. Yabancı bir para kurumunun bu dayatması bir
devlet istiklali ve hasiyeti nasıl bağdaştırılır?
- Ben bir başarı beklemiyorum. Dün bir gecede yıkım
nasıl olmuşsa,yarında aynı yıkım olabilecektir. Her krizden
çıkışta,bu günkü gibi tavizlerle olacaktır. Bu tavizlerin sonunda
siyasi olacaktır.
- Yine bana göre,bizim Milletimiz bu yıkımın altından
kalkabilir. Biz fakir bir ülke değiliz. Bizim imkanlarımızı ortaya
çıkartmak için,bir güven ortamının yaratılması gerekir. Her şeye
rağmen,Milletimiz Devletine bağlıdır ve saygılıdır. Türkler
Devletsiz yaşayamaz. Hem eleştirir ve hem de sahip çıkmasını
biliriz. 200 milyar dolar bir haftada temin edebiliriz. Bu iktidarla
bunun mümkün olması mümkün olmaz. Güven ortamı yaratılmalıdır. Bu
iktidar gitmeli,yeni bir çare bulunmalı ve Millete müracaat
edilmelidir. Başka bir yol düşünülemiyor. Milletin inandığı bir
yönetimi bulup ortaya koyacaksınız. Yeni insanları arayıp
bulacaksınız. Bunların hepsi bu ülkede vardır diyoruz. Ülkenin
göbeğini bu günkülerle kesilmeli. Bunlar uzaklaşmadan da yenisi
düşünülemez. Bu ülke batmaz ve bunlar devam ederse o korku
gelebilir.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
48 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
MAKYEVELLİ KİM OLUYOR?
Prof. Dr. Ünsal YAVUZ’UN Cumhuriyet Gazetesinde;16
Temmuz da çıkan yazısı,bana bu sorunu hatırlattı. Ben; Makyevelli’nin
“Prens” atlı kitabını okumuştum, iktidara gelme ve onu koruma
yollarını anlatır kitap. Bir nevi,gaye için,ahlak dışı olsa,her
vasıtanın kullanılabileceğini telkin eder kitap. Cumhuriyetteki
yazısında,siyasi partilerimizin her birinin,bu metotları,tıpkı
Makyevelli’nin telkini gibi en ince teferruatına kadar tatbik ede
geldiğini anlatmaktadır. Kimi dini,kimi kıyafetleri,kimileri de
Milletin batıl inançlarını veya tarihi olayları,kendileri için birer
Makyevelli sorunu yaparak kullandıklarıdır. Bizim partilerimiz
Makyevelli tahsil etmediler. Makyevelli’nin kitabını da tetkik ettirip
prensipler tespit yaptırmadılar. O halde;bu hassamız nereden geliyor
diyelim ?
Aslına bakarsanız Makyevelli; iyi bir müşahede yaparak
bu düşüncelerini düzene sokmuştur. İnsanların tabiatında,gayeye varmak
için takip edilecek yolun izleri vardır. Bazıları bu izleri
frenler;bazıları da frenleme ihtiyacını duymaz. Her insan;biraz
ileri,biraz geri Makyevelli metotlarını kullanır. Bunların sistematiğe
edilmesi ise,bir müşahede (gözlem) işidir.
Makyevelli ahlak dışı bir şey geliştirmiş değildir.
Bizim partilerimiz;her biri bir uğraşı alanı seçerek,onu Millet
üzerinde işliyorlar. İrtica kokan partilerde bu daha çok göze batıyor.
Yoksa partilerimiz yapacakları işleri sıraya koyarak Milletin önüne
çıkıyor değiller. Geri Milletlerin hemen hepsinde bu düşünceler hakim.
Medeni ülkelerde bu yol geçerli sayılmaz. Bu sonuçlarda insanlar
düşünür ve ayıp olanlarla,tatbik sahası bulmayacakları ayırt
edebilirler. Bu ülkelerde kimseler; Makyevelli metodu takip etmeye
soyunmazlar.
Makyevelli mütevazı bir hayat yaşamıştır. Sistematize ettiği ve
kitaplaştırdığı fikirleri tatbik sahasına kendisi koymamış,buna
tdeşebbüs etmemiştir. Şehrin basit bir katibi olmakla kalmıştır.
Prensin iktidara gelmesi için fikirler gözlemleyip sıralamalar yapan
insanın,bunları kendi siyasi başarısı için niçin kullanmaya kalkmadığı
da soru işareti olarak kalmaktadır. Genel olarak,düşünen insanların
düşündüklerini tatbik sahasına koyduklarını da biliyoruz.
Makyevelli’nin birkaç aşk macerası dışında,ahlak dışı
sayılabilecek bir hareketi görülmemiştir. Birkaç aşk mektubu
yazmanın,hangi memlekette suç sayıldığını gördünüz mü? Makyevelli;aldığı
maaşı ile iktifa etmiş,hiçbir zaman iktidarda olan insanlara yakınlık
göstermemiştir. Onlardan beklentileri olduğu da bilinmiyor. Belki de
yalnız bir merak dürtüsü onu,iktidar yolunda insanların nasıl hareket
etmeleri gerektiği üzerinde fikir toplamaya sevk etmiştir.
Şu yazdığım gözlemleri herkes yapmaya kendimizi
alıştırmış olarak, Makyevelli’ye taş çıkartacak olayları tespit
edebiliriz. Makyevelli Devlet yönetimi için bu gözlemleri düşünmüş ve
yapmıştır. Biz şahsi ve süfli çıkarlar için bunu yapıp geliyoruz. Bu
insanlar aramızda oldukça kalabalık bulunurlar. Gariptir ki;anamızda
namusluluk ve dürüstlük iddiasında olanlarda,ekseriya bunlardır.
Bunların yanında Makyevelli yaya kalır.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
49 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- YETİŞMİŞ ADAMIN VARSA
- Biz memleketimizde,1950’den beri nurlu ufuklar
edebiyatı dinledik. Kalkınmada hep önde olduğumuzu duyduk. Küçük
Amerika olacağımı da kulaklarımıza fısıldandı
değil;meydanlarda,binlerce kişinin önünde,yüzümüze karşı haykırıldı.
Ben;aklımla düşündüğüme inanmış olduğuma rağmen,acaba ben mi menfi
düşünüyorum diye içimde şüpheler uyandı. Bu gün artık herkes aynı
kanaate gelmiştir. Türkiye kalkınmış değildir. Türkiye açlıkla
pençeleşmektedir. Türkiye Osmanlıdaki denemelerine
rağmen,ödeyemeyeceği bir borç yükü altına girmiştir. Artık ortalarda
eskiden olduğu gibi,ağzı köpürerek ve bu köpüğü dinleyenlerin
üzerine saçarak alimce tavırlar içinde konuşanlar yok. Şimdi
herkes,suçları üzerine yükleyebilecek birilerini arıyor. Suçu
yüklenen bulunur mu bu ülkede ?
- Ben;İkinci Cihan Savaşından sonra,Avrupa’nın
yıkılmış halini gördüm. Savaş bittikten sekiz sene sonra
bile,şehirler enkaz yığını halinde duruyordu. Fransızların açıkta
kalan bir çok insanı,Hitler’in top evlerine yerleşmişlerdi. Mazgal
deliklerine pencere çerçeveleri yerleştirmiş ve camlar takmışlardı.
Bir buçuk metre kalınlığındaki duvarların içinde aileler yaşıyordu.
Çadırda yaşayanlar da vardı. Tek evi birkaç ailenin paylaştığı da
oluyordu. Dil öğrenmek için münasebetler kurmaya çalışıyor ve
gittiğim evlere çiçek demetleri götürüyordum. Üniversite dil
kurslarında bilinmiş olacak ki; çiçek yarine dört adet yumurta veya
iki adet biftek götürmem bile bana tavsiye edildi. Dediklerini
yaptım ve itibarımın arttığını gözlerimle gördüm. Fransa’da ziraat
memleketi olmasına rağmen halk açtı. İnsanlar kira ödeyemez durumda
idiler. Çalışmak işte kolay kolay bulunmuyordu. Ev inşaatlarına
nadiren rastlanıyordu.
- Bu durumdaki Avrupa ülkeleri kalkındı. Bu gün
oralara gitmek için insanlar, ölümlerine bile mal olacak maceralara
bile katlanıyorlar. Avrupa bu kadar merhametsizce yıkılmış olmasına
rağmen,nasıl oldu da nispeten kısa sayılacak bir zaman içinde,her
bakımdan mutluluk memleketi oldu ? Bunun cevabı o kadar zor
değildir. Ülkeleri insanlar kalkındırır. Para da gereklidir ama,para
bizdeki gibi bulunmuş olsa bile,o parayı adam gibi kullanacak
insanlar yoksa kalkınma temin edilemiyor. Parayı kullanacak yetişmiş
insanların bulunuşu,en az para kadar kıymet taşıyor. Gerek Fransa ve
gerekse bütün Avrupa ülkelerinde yetişmiş insanların hepsi
ölmemişti. İlk fırsatta bu yetişmiş insanlar,memleketleri için
yetişmişliğin ne demek olduğunu gösterdiler. Parasıyla yetiştikleri
memleketin hizmetine koştular. Başardılar.
- Biz Türkiye olarak,savaş hazırlıkları içinde
olduk;ama yıkılmadık. Evlerimiz,köprülerimiz ve büyük binalarımız
yıkılmadan kaldı. Savaşın hemen sonunda,ufak tefek yardımlar da
gördük. Daha sonraları borç alarak kalkınmayı da denedik. Bütün
bunlara rağmen,geldiğimiz nokta,gelişmemiş Asya ve Afrika
ülkelerinin hizasındadır. Açlıkla pençeleşiyoruz. Elbette bal tutan
parmaklarını yaladı. Alınan borçtan herkes kabiliyeti nispetinde pay
sahibi de olmuş. Artık bunları televizyon ekranlarından bile
rahatlıkla söyleniyor. Takibat falan da yok. İş yapan adam yok
ama,takibat yapacak tamı yok?
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
50 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ZORUNLU MADDELER
- Zorunlu maddeler tabiri her dilde
mevcut. Her dilde öncülük taşır bu maddeler. Yaşamak için,olmazsa
olmaz anlamı ile yüklüdür. Bunun için,hem bulundurulmasında ve hem
de fiyat sorununda ehemmiyet kazanır. Herkes için kıymet taşıyan
maddelerin lüks sözcüğü ve düşüncesiyle bir ilgisi yoktur. İnsan
haklarının başında gelen yaşama hakkı değil midir ? O zaman,yaşamak
için gerekliliği zorunlu olan bu maddeler,herkes için aynı
ehemmiyeti taşır. Bu zorunlu maddeler,hiçbir şekilde ticaret
sorunu,servet sorunu,kazanç sorunu olamazlar. Bunlardan da,bu
maddeler hayrına dağıtılacak anlamı çıkarılmaz. Her cins yönetici,bu
zorunlu maddelerin bulundurulmasına yardımcı olacak ve fiyat
işlerinde normal bir düzeyde tutacaktır. Herkes bu maddeleri
istismar vasıtası yapamaz. Fahiş karlar bu maddeler üzerinden
yapılmaz. Çünkü;bu maddeler insanların yaşaması için,cidden zorunlu
olan maddelerdir.
- İbn-i Sina'ya sormuşlar: Hastalar
ne yesin ? Büyük tıp alemi : Zenginler bildiğini,fakirler bulduğunu.
Demiş. Bizim memleketimizde daha bu İbn-i Sina metodu caridir. Bizim
sorunumuz hastalarla değil,normal olarak yaratılmış,sadece normal
yaşamak isteyen insanların zorunlu ihtiyaç maddeleridir. Bu maddeler
alınmazsa,insanlar hasta olacaklardır. Yaşam tehlikeye girecektir.
Yaşamak hakkı kutsal kabul edilmiş bir insan hakkı değil midir ?
- İnsanların bedeni,çalışma
şekillerine göre alacakları günlük kalori belirtilmiştir. Bunun
yarısı karbonhidrat,diğer yarısı da yağ ve proteinlerden oluşur. Ana
maddeler bunlardır. Bunların bulunduğu maddelerde belirtilmiştir.
Bütün gelişmiş ülkelerde,yaşamak için asgari olarak hesap edilen ana
maddelerin ham maddeleri,herkesin anlayacağı şekilde ismen tespit
edilmişlerdir.
- Ekmek,et,süt,yumurta,tereyağı esas
gıdalardandır. Fransız devleti jambonu dahi Ana gıdalarından
saymaktadır. Belki çikolata ve dondurmayı ana gıda maddeleri içinde
sayan devletler vardır. Biz ağzımızın tadını pek bilen millet
olmadığımız için,o kadar incesine gitmeyelim. Bizim esas olanları
ihmal edebilir miyiz ? ekmek alacaksınız. Ekmek yerine koyacağımız
bir bulgu henüz yok. Bu ekmekle yenecek ve tencerede pişirilecek
maddeleri de alacaksınız. Bu dediğimiz maddelerin hem bulunması ve
hem de fiyatlarının adam gibi normal ölçüde bulundurulması
gereklidir. Yöneticilerce onun bağlı olduğu devlet,bunları göz
önünde tutmak zorundadır. Bu insanlar yaşayacaklardır.
- Bu insanların ısınması,karanlıktan
kurtulması da ekmek kadar zorunludur. Bunların temini ve kontrol
edilmesi devlet olma vasfının gerekleridir. Devlet vatandaşları için
vardır deyince,buna da o devletin vatandaşları inanınca o devletin
görevlerini yapması gerekir. Serbest Pazar ekonomisi ve Küreselleşme
saçmalarıyla da bir ilgisi yoktur. Avrupa devletlerinde bunlar
vardır ve bu devletler serbest Pazar ekonomisi edebiyatı yapanlar
değil,bizzat yaşayanlardır. Bunları nasıl anlatacağız?
- Sokağı insanlara yasaklıyoruz. Biz
bunun taraftarıyız. Sokağa dökülmeyi men edince,onu itemeyince,o
zaman aklınızı kullanmak gerekecektir. Vicdanınız yoksa
bile,aklınıza danışacaksınız.
-
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
51 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- HER İŞ KIYMETLİDİR
- Her iş emek neticesidir. Emeğin de bir kıymeti
olmalıdır. Emeğin kıymeti vardır ;emek kutsaldır diyenleri
dinliyorsunuz. Nutuklarda ve yazılarında emek kutsaldır dedikleri
halde,bu insanların yetkili yerlere yerleştikleri zaman emeğin
istismarcısı oldukları görülüyor.
- İstismar kötü bir şey. Eğer emekte istismar yoluna
giderse,o da hem kutsallıktan sıyrılır ve hem de kötüler arasında bir
yere yerleşir. Emek dahil;kim olursa olsun insanları istismar edenler
kötüdürler.
- İnsan istismarını önlemek için,toplumlar ve siyasi
otoriteler bazı kaideler bulmuşlardır. İstismarla ilk uğraşan,onu
kendisi için meşgale seçen dinler olmuşlardır. Dinlerde insanlar için
mevcut olacaklarına göre,uğraştıkları arasına istismarı almaları
normal karşılanmalıdır. İnsanlık var olmalı,bu uğraşılar,çeşitli
adlarla ve çeşitli kurumlarda faaliyet göstermiş olmalarına
rağmen,önleyici olmakta yeterli olamamışlardır. İstismar tam önleyecek
bir usul de bulunamamıştır. İnsanlık aramalarında da vaz geçmiş
değildir. İnsanların birbirlerini istismarı;başka canlılar arasında
görülmüyor. Olsa bile insanlar arasındaki,insanlık sınırlarını bile
geçiyor.
- Şu Avrupa’da bu istismarı önleyen bulunmuş çareler
bizde bulunandan çok fazla etkinlik gösteriyor. Avrupa’da;hele büyük
bir şehirde yaşıyorsanız bunaldığınız an başvuracağınız yerler vardır.
Bunu bunalmak diye tasvir etmek bile doğru olmaz. Evinizde bir arıza
ile karşılaştığını zaman,yakın bir tanıdığınız yoksa işçi bulma
kurumuna müracaat ediyorsunuz. Onlarda bütün sanatkarların isimleri
adresleri var. Kurumu adı aynı zamanda iş bulma kurumudur. İstediğiniz
usta evinize geliyor. Yapılacak işi görüyor ve gerekli malzemeleri
tespit ediyor. İsterseniz malzemeyi kendiniz alıp getirebiliyorsunuz.
İsterseniz ustalar bunları temin ediyor. Faturasını size getireceğine
göre endişeleneceğiniz bir şey yok. Faturasız bir şey satılmaz
Avrupa’da. Buna uymadan da bizi Avrupa’nın içine almazlar.
Sahte,naylon fatura yok orada. Alırken de verirken de,aldıklarınızı
satarken de fatura önde geliyor.
- İşçi gerekli tamiratı yapınca da,saat üzerinden
hesabını yapıyor ve faturasını kesiyor. Vergi kaçakçılığı olur mu
memlekette ? Olmuyor da. İşçilerinde,bizdeki doktor ücretleri gibi
saat ücretleri belli. Yapılan iş para yönünden kıymetlendirilmiyor.
Hekimlikte de öyle değil,maktu olarak belirlenmiştir. İşçilerde saat
ücreti olarak belirlenmiştir.
- Bizde bu işi alaturka. Taktir yetkisi işçinin
kendisinde. Bir rakam söylüyor. Bunu ödemek sorundasınız. Fatura
istemeniz de adet olmamış. İstediğinizde de alabileceğini düşünülemez.
- Ne ticaretin ve ne de sanatın serbestisi bu değildir.
Yapılan işin ücreti o ülkede olmazsa bile,o şehirde aynı olmalıdır.
Bunların tespiti devlet veya mahalli otoriteler veya meslek odalarınca
yapılmalıdır. Bunların hiç biri yapılmıyorsa,hiç birisinin mevcut
olmasına ihtiyaç var denemez.
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
52 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- GÖRÜNÜŞ AYNI DA!!
- Arjantinlilerin halini gördükçe,bizim yetkilileri
telaş sardı. Arjantin'in durumunun ayrı olduğunu,bize benzemediği
edebiyatı yapılmaya başlandı. Durum niçin ayrı olsun. Arjantin de
bizim gibi enflasyon içinde yaşıyordu. Bu rejim altında engin daha
zengin olacak,fakir de her geçen gün daha fakir olacaktı. Bu genel
kaide değişir mi ?
- Zaman içinde bu genel kaide yerini buldu. Dengeler
bozuldu. Tıpkı bizde olduğu gibi. Devlet ödeyemeyeceği borcun altına
girdi. Devlet soygunuyla,bizde olduğu gibi Arjantin'de de büyük
ihtimal bir zengin sınıfı yetişti. Onlarda da az bir kesim lüks bir
hayatın içine gömüldü. Onlarda da,tıpkı bizde olduğu gibi bir ekmeğe
muhtaç olacak duruma geldi. En sonunda bıçak kemiğe dayanınca millet
sokaklara döküldü. Hangisini öldüreceksin,bir milletin hepsi
öldürmekle bitirile bilinir mi ? Demek ki;millet ölüp kurtulmaya karar
verdi. Bizde bazen bazı şeylerden baya gelmek için verip de kurtulalım
demiyor muyuz ?
- Bu olanlar bilinmeyen şeyler değil. Ben şu
Çorum'da,İngiltere'nin dış ticaret açığını kapatmak için,Dünya
Bankasından aldığı 2 milyar doların yarısını kullandığı,yarısını da
işler düzeldiği için geri iade ettiğini yazmadım mı ? Fransız
Başbakanı Mendes France'nin “Chuisire” adlı kitabında borç alınan
paranın akıllı kullanılmazsa, memleketi felakete,uşaklığa
sürükleyeceğini yazdığın size Türkçe'ye çevirerek bildirmedim mi?
Bunlar işe yarıyor mu ? Aldığınız borcun bir kısmını çaldırıyor,bir
kısmını da cari hesaplara aktarıyorsanız,bu borcun ödeneceğini de hiç
düşünmüyorsanız,bu işin çıkış yolu olur mu ? Bu geldiğimiz noktaya
demekki Arjantin de aynı yollardan geçerek gelmiş. Başka bir şey de
düşünülemiyor. Borç batağına girince kaidelenmiş usuller size,onlara
da tatbik edilecektir. Borç affı diye bir şey düşünülemez. Paranın tek
amacı daha büyümektir. Bunun içinde para,daha ve her zaman kazanmak
zorundadır. Paranın ana kaidesi budur. Bunun sonu ne olacaktır ? Bunu
daha düşünen olmamıştır.
- Arjantin milleti sokağa dökülmüştür
de,sorunlarla sokakta yoluna girecek midir ? Ben sanmam. Sokakta
sorunlar halladildiği görülmedi. O zaman akılla iyi düşünmek gerekir.
Demokrasilerde çareler de bitmeyeceğine göre,onun içinde de arayışlara
yönelmek gerekir. Seçimlerden önceki hükümeti yıkılışını düşünün.
Bir bankanın hortumlanması ortaya konmuş ve hükümet düşürülmüş idi.
Hükümet düşüren parti meclis dışı bırakıldı. Bu partilerin
yapacakları,eski yaptıklarının devamı olacaktı. Oldu da. Bir
insan,nasıl bildiği dışında düşününce üretemezse,partilerde öyle öyle
olacaktır, bunlar oldu da. O zaman,bu iktidarı ortaya koyan millet hiç
mi suç payı üstlenemez?
- Ayrıca;bizim kutretli bir ordumuz var. İyi organize
ordumuz,sokak hareketlerine izin vermez bu ordu. Sokak düşünenlerin
çok dikkatli olmalıdır. Sokakta kalına bilinir mi ? yapacak tek şey,bu
iktidardan uzaklaşmaktır. Onun yerinden kovmaktır. Bunlar seçimle olur
ve yol zorlanmalıdır. Akıl içinde yazdığımı sanıyorum.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
53 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- SÖZÜ YERİNDE KULLANMAK
- “Taşı gediğine koymak” sözü yerinde kullanmak
değildir. Biri espridir. Öteki Türkçeyi iyi bilme sorunudur. Bir
profesör için “Türkçeyi iyi bilmiyor” derin mi ? Denmemesi gerekir
ama,olayda meydanda.
- Sayın Belediye Başkanımız Arif Ersoy;Belediye
Meclisinde kendisini marjinal partilerin eleştirdiğini söyler. Sıfat
isminde kıymetlendirir. Eğer bir marjinal partiden söz
etseler,üzerimize almaz,işi sükutla geçiştirirdik. Marjinal sıfatı
çoğul isimleri kıymetlendiriyor,tavsif ediyor. Belediye Meclisinde üç
parti temsil edildiğine göre,Belediye Başkanınca bunun ikisi
marjinaldir.
- Sözlüğü açıp baktım. Elbette bu söz Fransızca. Bir
Fransızca sözlük açtım. Marjinal sözcüğü: “Sayfa kenarında olan (not).
İkinci derecede önem taşıyan (Sıradan,basit) .Kıyılarda bulunan.
Toplum dışı yaşayan.” Anlamlarını ifade ediyor. Toplumca benimsenmemiş
anlamında ben yüklüyorum. Görüyorum ki;marjinal sözcüğü ile ifade
edilmek istenen anlam ve nosyon o kadarda iç açıcı değil. Buna muhatap
olan her şahıs ve bilhassa parti,bunun karşısında sessiz kalamaz. Hele
bu partinin itham edene bir ödün zorunluluğu yoksa !
- Belediye Meclisinde üç siyasi parti temsil ediliyor.
Belediye Başkanını da bizim CHP nin Meclis Üyeleri eleştiriyor. Demek
ki;marjinal partilerden biri CHP olacaktır. Marjinal sözcüğü iyi bir
anlam taşımadığına göre de,ikinci parti,kendisini de mensup olduğu
Fazilet Parti parçaları olmaz. Biz bu ikinci partinin hangisi olduğu
üzerinde duruyoruz. Biz,bizi CHP yi söz konusu etmek istiyoruz.
- Eskiden beri;siyasi edebiyatımızda “marjinal” olarak
vasıflandırılan partiler hangileridir ? Biz eskiyi de bırakıp 1950
Demokratik hayata ciddi olarak geçtiğimizden sonraki partileri
eleştireceğiz. CHP nin,hiçbir partiyi bu itham altında tuttuğu pek
görülmemiştir. Daha çok Demokrat Parti,CHP yi “Solcu”,”Moskova
Yolcusu”,”Komünist Parti” olarak nitelemiştir. O kadar ki; muhalefet
lideri İsmet Paşa: “ Parti münasebetlerinin ve bu ithamların en çok
arttığı zamanları için fayda umarsa bazı hatıralarını ortaya
koyabiliriz” demişti. O zamanki Cumhurbaşkanımız Rahmetli Celal Bayar
ayardı ve meşhur “Yeşil Ordu” üyesi bulunmuştu. CHP yi komünistlikle
ithama kalkan demokratların çoğunun “Yeşil Ordu” hakkında bilgileri
yoktur.
- 1962 den sonra;Demokrat Partinin beşinci kalite
insanları söz sahibi oldular ve onlarda CHP lileri birer komünist
insanlar olarak vasıflandırırlar. İsmet Paşa “Ortanın Solu” dediği an
sayın Demirel'in hempaları “Moskova'nın Yolu” terimini siyasi
edebiyata kattılar. O zaman bizim liderimiz,şimdi sağ hükümet ve
iktidar lideri Ecevit,başı açık komünist vasıflandırıldı. Devlet kuran
bir parti,isterse hayalinde olsa Türk Devletini komünist olarak
kuramaz mı idi ? Bu beyin ve içindeki zeka fukarası insanlar,bu ince
noktaları düşünemezler. Ne Türkçe'yi o kadar iyi bilip telaffuz
ederler,nede nosyonları arasındaki farkın farkında olacak kadar kültür
birikimleri vardır.
- Daha sonra,dünyada eskiden mevcut olan ve marjinal
olarak vasıflandırılanlar siyasi
partilerden,kafatasçı,ırkçı,şeriatçı,dinci partilerden bizde de
kuruldu ve komünist itlam yaşantısına bunlarda katıldılar. Önlerinde
resmi bir komünist veya sosyalist parti olmadığı için hızlarını CHP yi
hedef alarak kesebildiler. Türkçede “dilin kemiği yok” denmez mi ?
İşte bunlar o sınıf insanların partileri.
- Adıyla ve programıyla tek yaşayan parti CHP dir. Bütün
sağ partilerimiz biraz şeriatçı,birazda kafatasçıdırlar. Bunların
içinde ileri gidenlerde olmuştur ve halen de varlardır. Şimdi Sayın
Belediye Başkanımızın mensubu olduğu parti dizisinin yerini
marjinallikten alırsak nereye koyacağız ? Alman eski Başbakanı:” Bu
parti dizisinde Refah Partisinin kendi partisiyle kıyaslanmasını,kendi
partisi için küfür kabul “Hıristiyan Demokrat Parti” dir.
Bizimkinin,yani Belediye Başkanımızın o zamanlarda mensup olduğu
partinin adı önünde “İslâm” sözcüğü olmamasına rağmen,Alman Başbakanı
tarafından küfür sözü ile vasıflandırılıyordu. Bu partinin Çorum
Belediye Başkanı Prof. Dr. Arif Ersoy da,CHP yi marjinal bir parti ve
onun Belediye Meclis Üyelerini de marjinal partinin üyeleri olarak
tasvir ediyor. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” derler. Bana öyle
ki;Belediye Başkanının bu ithamı bilinçlidir. Aklı sıra kendisindeki
ve partisindeki bazı vasıflardan sıyrılma sevdasındadır. Bunu da CHP
yi itham furyasına tutarak kurtulmayı istemiştir. Yanlış olan da
budur. CHP yi lekelemek isteyen her şahıs ve parti çarpılmıştır.
Bunların ve partilerinin bugün adları ve sanları var mı ? Aynı akıbet
sizler içinde geçerli olacaktır.
- CHP ye olan düşmanlık,program ve fikir düşmanlığı
değil Atatürk ve dolayısıyla Cumhuriyet düşmanlığıdır. Aslında CHP
düşmanlarını çarpanda CHP değil,cumhuriyetin kendisidir. Sayın arif
Ersoy “Atatürk ve Cumhuriyetle sorunum yok “ dese de,Cumhuriyet ve
Büyük Atatürk'ü vasıflandıran “Laique” laik sözcüğünü hayatında bir
defa telaffuz etmemiştir. Belediye Meclisindeki ithamı da
şuuraltındaki birikimin ortaya vuruluşudur. Kendisinden çok daha
kıymetli ve kaliteli insanların ithamları CHP yu ortadan kaldırmaya
yetmemiştir. Bu yanlış ve fakat alışılmış yolu denemeniz size bir
çıkar da sağlamayacak
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
54 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- BİR KURUM YETMEYİNCE
- Toplum olarak,başka bir deyişle Devlet
olarak yaşamak için kurumlaşmak gerekir. Kurumlaşmamış bir toplumda
her istek devlet Devlete yöneltilir. Üretimin büyük kısmı;Devlet
tarafından yapılırsa devletçilikten bahsediliyor. Bu gün bu temayülde
istenmiyor. İstenmiyor da,üretim yapılması istenmeyen bir devletin her
şeyin altında nasıl kalkacağı düşünülmüyor.
- Müslüman ülkelerde iftar yemekleri
edebi eserlerin bile meydana getirilmesine vesile olmuştur. Bazı
yazılarımızda bu noktaya değinmiştik. Bu iftar sofralarının özel
olduğuna da yer verdik. İftar bahşişlerine de değindik. Bilhassa mevki
sahibi Devlet Memurlarının bu noktada dikkatli olduklarını da
bildirdik. Devlet Memurları fakirleştikçe,iftar sofraları da
savsamıştır. Şimdilerde ise;insanlarımız Osmanlı insanı gibi zenginlik
ve cömertlikle öğünmeyi adetlerinden çıkarttılar. Hatta;zengin
olduklarını gizlemekte dikkat bile sarf diyorlar. İmanla,servetin
kimde olduğunu “Allah” bilir derler. İşte bizim yeni zenginlerimizde
bu yoldalar. Bunlardan hanedanlık beklenemez. Bizim Devletimizde
bunları daha fazla zengin ederse,daha iyi vergi alacağına ümit
bağlıyor. Bunlar boş düşünceler. Cumhuriyetin zengini,Osmanlı zengini
olamaz;çünkü onların zihniyetini taşımıyor.
- O zaman kurumlaşmak gerekiyor. Bazı
hayır dernekleri ve siyasi partiler Ramazana mahsus olmak üzere iftar
yemekleri tanzim ediyorlar. Bunların aleyhinde değiliz.
Yalnız;mürüvvetle bu iş yürümez. İyi niyetlerinin kurumlaşmaları ve
bunların kontrolünün de Devlet tarafından yapılmasına işaret etmek
istiyoruz. “Devletin hayır işlerine de mi karıması gerekli” diyenler
çok olacaktır. Devlet her şeye karışır. Düzenin görevlisi,toplumun
banisi de Devlettir. İnsanların iyi niyetleri yeterli değildir.
- Bizde “Sosyal Yardımlaşma Kurumu”
olarak bir resmi kurum ortaya getirildi. Bu kurumu Fak-Fuk Yok gibi
alay edici sözcüklerle küçük düşürme yoluna gidildi. Vilayetlerde
valiler ve ilçelerde kaymakamlar bu kurulun başına başkanları yapıldı.
Bu vali ve kaymakamlar,eskiden CHP’nin il ve ilçe başkanları idiler.
Belki bundan çekinilerek alay etme yoluna gidildi ama,vali ve
kaymakamlar o zamanda,bu işin başlarında faydalı oldular. Bu faydalık
daha mükemmel şekle sokulabilir.
- Bir fikir ne kadar çok dağılırsa,o
kadar kıymetinden kaybeder. Yardımlaşma işi de dağıldığı nispetinde
kıymetten düşer. Kimsenin özel yardımına karışan yok. Evinizi açıp da
Osmanlı hanedanları gibi iftar sofraları hazırlarsanız,hiç karışan
olur mu ? Ama işe herkesin karışarak genişletilmesini istiyorsanız,işi
düzene koymak zorundasınız.
- Çorum büyümüştür ve yardım
bekleyenleri de çoğalmıştır. Özel veya küçük kurumlar bunun altından
kalkamazlar. O zaman şehrin birkaç yerinde,güzel yemekhaneler açılmalı
ve herkesin yardımı o kuruma yapılmalıdır. Az yardım edenlerin
yardımları da katkıyı arttırmış olur. Bu suretle yemek işi kurumlaşmış
olur. Kontrol kolaylaşır. Ramazan dışında bu işin devam etme isteği
gelebilir. Öğrenci içinde,bu modern lokantalar düşünüle bilinir. Hep
fakülte açıyorsunuz,hep üniversite istiyorsunuz,işte bu isteklerinin
için,yemek evleri de birlikte düşünülmelidir. Biz;sadece bunu da akıl
yapar diyoruz.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
55 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- TRAFİK BİR BELA MIDIR?
- Trafik sadece Türkiye için değil,bütün memleketler
için de bela olmazsa bile sorundur. Bu sorunu hiçbir ülkede
istenilmeyecek derecede düzenlenmiş değildir. Bir sürü yetişmiş
mütehassıs,trafik sorunu ile uğraşıp durmaktadır.
- 1955'lere kadar Belçika'da sürücü belgesi zorunluluğu
yoktu. Belçikalılara göre,kendi vatandaşları eğitimli insanlardı. Bu
eğitimli Belçikalılar,hem kendi hayatlarını,hem de otomobillerini
düşünmüş olacaklarından dikkatli davranmak zorunda idiler. Bunları
birde sürücü belgesi ile taciz etmenin anlamı yoktu. Yoktur
dediler,diyorlar ama ülkelerindeki otomobil sayısı düşündükleri
rakamın çok üzerlerine tırmanınca,sürücü belgelerini onlarda zorunlu
yaptılar. Hatta motosikletlere bile yaygınlaştırdılar.
- Bizde motorlu vasıtaları çoğalmıştır. Bu çoğalış
Avrupa ülkeleri derecesinde değildir ve daha çok senelerde o
seviyelere erişmek mümkün değildir. Buna rağmen,trafik kanunu ve
cezaların ağırlaştırılmasıyla bunun sonuna gelinmez. Cezaların
caydırıcılık ettikleri de sınırlıdır.
- Önceki akşamların birinde TV ekranlarında İç İşleri
Meclisi Komisyonu Başkanı ile eski bir Milletvekilinin konuşmalarını
izledik. Konuşmalar tek sözcükle korkunç idi. Hele biri;trafik
kaidelerini kontrolle yükümlü polislerinde trafik kaidelerini
bilmediğini iddia etti. Bazı şeyler söyledi ki;onları bende
bilmiyorum. Mübalağa olmuş olsa bile kontrol yetersizliği var intibaı
uyandırıyor. Sadece bunlardan yüksek miktarda trafik kazası olduğunu
da kabul etmek,işi basite irca etmek anlamı taşır.
- Bizi hanımla yaptığımız otomobille Norveç
seyahatinde,yolda okula giden pek çok okul öğrencisine rastladık.
Dikkat ettik,bunlar sıkışınca,yolun kenarındaki beyaz çizginin üzerine
basıp dimdik Duruyorlar. Bu çizgide yaya zarar görürse ömür boyu
belinizi doğrultamıyorsunuz. Demek ki okul çocukları okulda trafiği
ders olarak görüyorlar. Bunun bizde olmamasının mazereti olamaz. Bizim
çocuklara da ders olarak trafik öğretmeliler ve bunu öğrenmiş olan
trafik öğretmenlerinden öğrenmelidirler. Trafik polis ve
amirleri,trafik bilseler bile öğretmenlik yapamazlar.
- Trafik kazalarında yolların ve otomobillerin eksik
kontrollerinde amil olduğu yazılıyorsa da,en çok sürücü hatalarına
şahit olunuyor. Ben şahsen üç adet ağır trafik kazası geçirdim. Bunun
üçünde de ben alkol almıştım. Alkol alınca araba ile sürücü uçuyor
gibi bir şeyler oluyor. İşte Avrupa'nın yetişmiş insanları,alkol almış
olarak direksiyona geçmiyorlar. Bizim orada yaşayan adamlarımızda bu
ihtiyatı edinmişler. Stockholm'de lokantasında yemek yediğimiz bir
Türk'e bir kadeh rakı ikram edemedik “Direksiyonda olacağım” demiş
idi.
- Bizde de alkol almanın bir cins cesaret verdiği inancı
var. Galiba bütün sorunlar burada yatıyor. Bunlar için ceza ne işe
yarar ? İnsanlara bu ihtiyatı verecekse,onu bulup sürücülere mal etmek
gerekiyor. Öbür tedbirlere de dikkat etmek gerekecektir elbette. Alkol
başta olmak üzere…
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
56 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- BU ESKİ DÜNYA
- Bu eski Dünya,Avrupa alışkanlıklarından öyle kolay
kolay vazgeçmez. Kendisini bu günkü dünya medeniyetinin yaratıcısı
olarak görüyor. Hiçbir medeniyetin durup dururken meydana çıkmadığı
hakikatini kabullenemez. Bu günkü medeniyetin ilk tohumlarının uzak
doğuda filizlendiğini de kendi kitaplara yazdırır ise de aklına kabul
ettiremez. Bütün bunlar bir büyüklük hissinin,bir megalomaninin
doğmasına sebep olduğunu söyleyenlere de kızar. Geri kalmış milletleri
sömürerek zengin olma yolunda,şekiller değiştirerek de olsa kullanmaya
devam eder.
- Birinci Dünya Savaşından sonra, Amerika Cumhurbaşkanı
Willson çabukça sinirlenerek,eski kıtayı kendi haline bırakarak, kendi
memleketine çekilmiş idi. İkinci Dünya Savaşından sonra Rousvelt ve
kendisini takip edenler sinirlerine hakim oldular. Avrupa Birliği
fikrini ortaya attılar ve içinde kalmakta istediler. Ayrıca yıkılmış
Avrupa'nın ve diğer ülkelerin bütün kuruluşlarına ortak oldular. Rus
tehlikesinin o anda mevcut görülmesi, Avrupa milletlerini daha fazla
ileri gitmelerinden ala koydu. Bugün Avrupa bu durumdan hiçte memnun
değil ama, Amerika' da Avrupa'ya yerleşti ve sinirlerine hakim
gözüküyor ve Avrupa'dan da ayağını çekecek gibi değil. Şu durumda
nasıl bir Avrupa Birliği kuracaksınız ve nasıl dünyaya yön
vereceksiniz ?
- Son olaylara dikkat gerekiyor. NATO ;Amerika'ya
yapılmış taarruzu bütün üyelere yapılmış kabul etti. Etti
etmesine,Afgan Savaşına Amerika ile birlikte yalnız İngiltere iştirak
etti. Bu yaklaşıma dikkat edilmelidir, Avrupa savsaklama yolundadır.
Yük Amerika ve İngiltere üzerine kalacaktır. Ayrılık
fikrinde,derinleşme yolunda boy gösterecektir. Avrupalı,Avrupalılığını
gösterecektir. Dünya hakimiyetinin kendisine ait olduğunu da her
fırsatta ifade etme imkanlarını kullanacaktır.
- Kore Savaşında böyle olmuştur. Ağırlık Amerikan ve
İngiliz ordularının üzerinde kalmıştı. Türk Devletinin katılımı da
düşünce dışı bir davranıştı. Amerikan Sefiri,Hariciye Vekilimiz
Köprülü'den yardım istediği zaman,rahmetli Köprülü heyecanlanmış ve
hemen bir tümenle katılmayı teklif etmişti. Amerikan sefiri sonradan
çıkan hatıralarında Türk Hariciye Vekilinin tümen hakkında fikrinin
olmayacağını ve onu bir tugaya razı etmek için bir hayli sıkıntı
çektiğini de yazmıştı.
- Biz terörü iyi tattık. Pek ağıra mal oldu bize
kimseden yardım görmedik. Terörü destekleyen dostlarımıza çok
rastladık. Elimizde bulunan vesikaları göstermeye bile cesaret
edemiyoruz. Vesikalar olmazsa Milli Savunma Bakanımız ağzından
Almanların terör desteği sözü çıkar mı idi ? Bizden şu durumda büyük
bir yardım beklenemez. Gine de dışarıda kalmak istemeyiz. Amerikan
Devletini destekliyoruz. Her halde 3. Ordumuzun yola çıkması da bizden
beklenemez. Amerika'nın Avrupa'da tek dostu Monaco Prensleği
kalmıştı,bir zamanlar Amerikalılar böyle serzenişte bulunmuşlardı.
Şimdi de İngiltere'den sonra en sadık dostun Türkiye kalacağı
varsayımını ortaya çıkarıyor. Bu Avrupalının alışkanlıkları ve iki
yüzlü politikasıyla ne terör önlenir ve nede sağlam bir dünya
düzeninin temelleri atılabilir.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
57 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
HATIRALAR
-
1949’da, Urfa’nın 60
km güneyinde bulunan Akçakale’de Hükümet Tabibi olarak görevliyim.
Görevimin ağırlığını veba mücadelesi teşkil ediyor. Veba hakkında
büyük bir bilgiye sahip değilim ama Bakanlığımızın oraya zaman zaman
gönderdiği, bilen insanlardan eksiklerimi tamamlamaya çalışıyorum.
-
O zaman,
Ceylanpınar’da bir köy, bir de çiftlik vardı. Bu çiftlikte de hekim
idim. Ayda iki defa beni aldırırlardı. Acil vaka olunca da, ayrıca
günlük gidiş-geliş olurdu. Üreme Çiftliği Müdürü Ferit Kayıran ile çok
iyi arkadaşlık ta kurmuştum.
- Bir gün, beni özel olarak çağırdılar. Amerikalı,
iki büyük gazetenin başyazarı olan bir misafiri vardı. Misafiri,
zayıf, uzun boylu, yaşlı, Türkçeyi iyi bilen bir insandı. Yanında,
Türklerden yardımcı olup olmadığını hatırlamıyorum. Safra kalabalıktı.
-
Gazetecinin
Türkiye’ye üçüncü gelişi idi. Bize, eski gelişlerini anlatmıştı.
Abdülhamit padişahı iyi tanıyordu. Bir iki defa huzura kabul de
edilmişti. Türk dostu olacak ki, Padişah kendisine iltifatlar da
etmişti.
-
Gazetecinin ismini
öğrenmiştim amma, zamanında not almak alışkanlığım olmadığından, şimdi
hatırlamam mümkün değil. Pek te zor bir ismi yoktu. Osmanlı
topraklarını, bütün Anadolu’yu katır sırtında dolaşmıştı. O zaman genç
olduğuna göre, söylediklerinin yapılmaması için bir sebep görmemiştik.
Şimdi de, Osmanlı devrinden pek te farklı durumda değildik. Yollarımız
topraktı. Kendisinin bir jeep arabası vardı. Bu zamanda, önde giden
bir arabaya yetişirseniz, tozundan kurtulup ta bir kaza yapmadan onu
geçmeniz mümkün olmazdı. Zaten bize, Türkiye’de en mahir insanların
şoförler olduğunu da söylemişti. Güzel rakı içiyordu, güzel sohbeti de
vardı. Biz de, Türkçeden başka dil biliyor değildik. Onun Türkçesi,
benim Fransızcamdan çok iyi olduğu için, Türkçe konuşmuş olması
yakınlığımızı da temin etmişti.
-
Sofra gece yarılarını
geçinceye kadar sürdü. Kadehi boşaldıkça, kendisi, espriler yaparak,
tekrar doldurulmasını istiyordu.
-
Veba hakkında
bilgiler istedi. Bilgilerimi aktardım. Hem sorumlu ve hem de yetkili
idim. Devletimiz her imkânı, o zamanki kısıtlı durumuna rağmen, temin
etmişti. Emniyetimizi temin etmek için de, ilçenin normal jandarma
teşkilatı dışında, bir bölük jandarma daha memur edilmişti. Her
fırsatta, vebanın Suriye’den geldiğini anlatmaya çalışıyorduk.
Arkadaşlarım da beni teyit ediyorlardı.
-
Odanın duvarında bir
sivrisinek, hem de sıtmayı taşıyan cinsinden olanı, bizim dikkatimizi
çekmedi amma, Amerikan gazetecinin dikkatini çekmişti. Bize
sivrisineği işaret etti. Sıtmayı bunun atıştığını da söyledi. Hafif
alaycı bir tebessümle, “bu sinek te mutlak Suriye’den gelmiştir” dedi.
Tebessümüne, biz de gülerek karşılık vermek zorunda kalmış idik.
-
Gece sonunda bizimle
vedalaştı. Kendisini pek yakın bulmuştuk. Onun da bizi yakın bulduğu
açık seçik ortada idi. Ufak tefek saçmalarımızı da görmek istemiyordu.
Suriye’yi yerli yersiz ithamımızı da öyle karşılıyordu. Sabah
erkenden, kahvaltıyı galiba yine beraber yaptıktan sonra, bizden ve
devlet çiftliği müdürü Kayıran’dan ayrılmış idi. Yolculuk, yine
Güneydoğu ve Doğu Anadolu idi. Osmanlı devrinde iki defa katır
sırtında yaptığı geziye, üçüncü defa, Cumhuriyet devrinde, bir
Amerikan jeep ile devam edecekti.
-
Bu tesadüfü de,
konuştuklarımızı da, ben, belki bir yazıda okurlarıma aktarmış
olabilirim amma; olay tamamen hafızamdan çıkmış durumda idi. Bir ömrün
bütün olaylarını kafanızda nasıl taşıyacaksınız! Unutma fiili olmasa,
bana öyle geliyor ki, insanlar, hele çok okuyan insanların beyinleri
çok çabuk yorulmuş olacaklardır. İşleyen demir ışıldar, denirse de,
gereksiz ve pek çok kullanılan demir, ışıldamaya devam etmiş olsa
bile, eskimeye devam edecektir. Eskiyen her şey de, bir gün işe
yaramaz olacaktır. Unutmak ta Allah’ın insanlara bir lütfü olmalıdır.
Şu bizim insanlar, Allah’ın lütuflarına hep kayıtsız kalmışlardır.
-
Dün akşam, rahmetli
Velidedeoğlu hemşerimizin bir yazısını okurken garip bir tedai olayı
bu hatıraları kafamda canlandırdı. Velidedeoğlu’nun yazısında da,
bizim Amerikanı’nın hikâyesinin aynına benzeyen taraflar vardı. Belki
de aynı olayı Velidedeoğlu da yaşamış olabilir. Kendisinin tanıdığı
gazeteci de, belki aynı adam idi. Adamın adı, onun yazısında da yoktu.
Makalenin altındaki tarih ise 1949 idi.
-
Aynı tarihte, 1949
Ağustos ayında, rahmetli Velidedeoğlu, İstanbul Hukuk Fakültesi’nin
hem hocası ve hem de Dekanı olarak, Van ilimize bir seyahat yapıyor.
Van’da bir ilçede, eski, büyük bir Rus kışlası tamir edilerek öğretmen
okulu haline getirilmiş. Sevgili hocamız, bu öğretmen okulunu ziyaret
etmeyi düşünmüş. O zamanlar, ziyaret edilebilecek binaların topu okul
binaları idi. Ayrıca, herkes okul sevdalısı bulunuyordu. Velidedeoğlu
da profesördü ama, o kadar yaşlı da değildi. Hatırlatmak isterim ki,
kendisi lise öğrencisi iken, ben de, artık koşup yürüyen bir çocuk
imişim. Bu hatırlatmamla, Velidedeoğlu’nun genç bir hoca ve çok genç
bir dekan olduğunu işaretlemek istiyorum.
-
Hocamız, bu öğretmen
okulunda, yaşlı, uzun boylu ve oldukça zayıf olan bir Amerikan
gazeteciyle tanışıyor. Gazeteci, Amerika’nın iki büyük gazetesinin
başyazarı. Türkiye’ye gezmek için gelmiş. Yanında bir kurmay binbaşı,
bir de tercümanı var. Velidedeoğlu, bizim tanıdığımız gazeteciye çok
benzer bilgiler veriyor da, Amerikalının çok iyi Türkçe bildiği
hakkında bilgi vermiyor. Belki de Türkçe konuşmadılar.
Velidedeoğlu’nun bildiği yabancı dilleri, Amerikalı gazeteci de
biliyordu. Bilinen müşterek dille anlaşmış olmaları da çok muhtemel.
-
Gazeteci,
Velidedeoğlu ile pek açık konuşuyor. Her şeyde geri kaldığımızı,
yollarımızın pek berbat olduğunu, otel ve bunun gibi işler hakkında
bilgisiz olduğumuzu çekinmeden Velidedeoğlu’na anlatıyor. Hukuk
Fakültesi hocası ve Dekanı olarak, kendisine büyük saygı duyduğunu da,
Velidedeoğlu anlatıyor. Tanışmışlıktan, ikisi de memnunlar.
- Gazeteci, bir şeyimizin çok mükemmel olduğunu
söylemekten de geri duymuyor: Adliye teşkilatımız ve çok adil
hâkimlerimiz...
-
Demek oluyor ki,
gazeteci Türkiye’yi iyi tanıyor. Adalet mekanizmamızın ve
hâkimlerimizin de, bütün imkânsızlıklar içinde adalet dağıtmış
olmalarına rağmen, imrenilecek durum gösterdiğini iyice tespit
etmiştir. Türkiye’ye eskiden gelmemiş, Türkiye’yi iyi etüt etmemiş
insanların bu tespitleri yapmaları düşünülemez. Adalet ve hâkimler
üzerinde konuşulmuş olması ise, Velidedeoğlu’nun hem profesör ve hem
de dekan olmasıdır. Fakülteyi, yeni bitirmiş bir hekimle, Türk
hekimliği hakkında böyle tespitler konuşacak değil ya!
-
Bu yazıyı, gevezelik
etmek için yazmadım. Sene 1949 ve bir Amerikanı’nın adalet sistemimiz
ve hekimlerimiz için düşündükleri de meydanda. CHP de henüz iktidar
partisi. Bir yabancının tespitlerini bile, bizim Başbakanımız tespit
etmiş değil. Her şeyi kendisinin başlattığını söylüyor. Adalet sistemi
ve hâkimlerimiz için tek takdir kelimesinin ağzından çıktığını
duydunuz mu? Kendisini iktidara getiren ilk seçim kanununu CHP
yapmıştır. Adalet teminatını getiren CHP idi.
-
O zaman, bütün
okumuşlar, adli teminat nutukları atarlardı. Bunu yapmaya, memur
olmamıza rağmen, biz de yeltenirdik. Bizi, bu noktadan şikâyet edene
rastlamadık. Bunlardan dolayı da, yeri değiştirilen bir memur olmadı.
Bir dâhiliye vekili, İstanbul’da gazetecilere, kendisinden korkup
korkmadıklarını sormuştu. Gazeteciler, korkmadıklarını söylediler.
Bakan kendisi ise, vallahi, kendisinin gazetecilerden korktuğunu
söylemişti. Demokrat Parti veya öbür sağ parti iktidarların da,
gazetecilerden korkan bir bakana rastladınız mı?
- Adli teminat CHP’nin eseridir. Düşünce doğru
çıkmıştır. O gün bu gün, adli teminattan şikâyetçi olan kimseye
rastlanmamıştır. Hâkimlerin adalet anlayışından ve tatbik
şekillerinden şikâyetçi olan kimse ortaya çıkmamıştır. Şu teminatı,
idare amirlerine verelim, diyenler görülmemiştir.
-
1982 Anayasasında da,
Cumhurbaşkanının yetkilerini artıran bazı maddeler, adalet
mekanizmasının ve hâkimlerin siyasallaştırılmaması
için konulmuşlardır. Yüksek hâkimler ve savcıların bir kısmının
Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesinin sebepleri arasında bu endişeler
bulunmaktadır. Biz de aynı düşüncedeyiz. Adalet mekanizması ve
hâkimler ve bu arada savcılar siyasallaştırılırsa, ülke yaşanmaz hale
gelir. Adalet mekanizması ve hâkimler, biz insanlar için de bir
teminattır. Bu teşkilat ve hâkimleri, mutlak tarafsız kalacaklardır.
Yaşarken güvenilecek tek mekanizma budur. Aksini düşünmek, “ihkakı
hak” anlayışına yol açmak olur. Bu yolu açmak, kim açarsa açsın,
vatana ihanet olacaktır.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
58 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇAĞDAŞ OLMAK
- Çağdaş olmak,çağı yakalamak anlamında
kullanılamaz. Tesadüfen biz 21. asra girerken,hayatta bulunuyoruz. Bu
bize bu tesadüf bize, bu devir bize medeniyet adamı veya milleti
olduğumuz hakkını vermez. Çağın medeniyetini yaşıyorsak, ancak o zaman
çağdaşlıktan bahsedebiliriz. Şu asırda orta çağı bile yaşayamayan
Milletler varlığı ortada bulunurken, bunların çağdaşlıktan,çağdaş
hayattan,çağdaş medeniyetten bahsetmeye hakkı olamaz.
- Medeniyet evrenseldir. Medeniyetlerin
birbirlerine etkileri vardır. İlk medeniyetlerin Uzak Doğuda, Çin'de
görüldüğü biliniyor, bu doğu menşeli medeniyetin, denizleri ve deniz
kenarlarını takip ederek Orta Doğuya, yani Mısır, Asur, Mezopotamya,
Girit, Batı Anadolu, Yunanistan ve İtalya yolunu takip ettiği artık
kitap bilgisidir. Bu saydıklarımızın varisi de bu gün Avrupa
müşterek medeniyetleridir. Bu gün kullandığımız teknik de, bu Avrupa
medeniyetinin eseridir. Avrupa milletlerine kızıyoruz ama, hakikat
budur. Bizim,millet olarak bu medeniyete büyük bir katkımız
görülmüyor. Atatürk' ün "Muasır medeniyet" dediği de bu medeniyettir.
Bir medeniyetin sahibi,bir de teknik yaratmış ise,kendisini sizden
farklı görmesi ve sizden kuvvetli olduğunu söylemesi de,biraz normal
karşılanmalıdır.Aynı medeniyetin sahibi sayılan memleketler arasında
bile, teknik ve onunla biriktirilmiş zenginlik,neticeyi almakta amil
olmaktadır ve olmuştur.
- Avrupa milletleri,bu medeniyetlerini
dünya milletleri ile paylaşmaya,onlara yardımcı olma yerine,kendi
rahatları için kullanmaktadırlar.
- Amerika’nın önderliğinde birleşiyorlar
ve bir Avrupa birlik devleti kurmak istiyorlar. Kendileri bu gayretin
içindeler. Kendilerini birleştirirken de,yakınlarında ve uzaklarında,
kendilerine zararlı olabilecek kudretli bir devlet istemiyorlar. Bu
düşüncelerinden dolayı, Avrupa devlet ve milletlerini suçlamanın bir
anlamı olamaz. Avrupa medeniyetini, erişemeyeceğimiz derinliklere
saklanmış değildir. Onlarla baş edebilmek,varlığımızı koruyabilmek ve
hatta,bizi içlerine almaya onları mecbur etmek için onların evrensel
olan ve hatta,bizi içlerine almaya onları mecbur etmek için, onların
evrensel olan bu medeniyetlerini anlamak, benimsemek, onlar gibi olmak
zorunluluğu var.
- Buna ayak direnirsen,adama varlığını
kurutmazlar. Baskı karşısında da bir şey yapamazsın, Kürt terörünü
bitirirsen,karşına din terörünü çıkarırlar. Tek yol devrim falan
değil, bu Avrupa medeniyetinin mutlak kabulüdür. Medeniyeti
kabullenmeden, onun tekniğini alamazsın. Başka bir medeniyetin sahibi
millet,o medeniyetin tekniğini kullanabilir mi?
- Onunla mücadele,varlığını korumada
yaya kalırsın. "Biz Doğulu,doğu medeniyetinde kalalım da, Avrupa’nın
yalnız tekniğini alalım" budalaca fikirleri,bize bir şey kazandırmaz.
- Ana hatlarıyla medeniyet tektir. Bu
gün,bir doğu medeniyetinden de bahsedilemez. Her gelenek, her yaşam
tarzı, bir medeniyet demek değildir. Avrupa medeniyetinin dışında
kalmış milletlerin topu, petrollerine, toprak altı zenginliklerine ve
tabiat güzelliklerine rağmen, iptidailikten, tabi olmaktan,
sürünmekten, feodal toplum anlayışından kendilerini kurtarmış
değillerdir.
- Sentezi, mentezi yok. Avrupa evrensel
medeniyetini, bunun içinde aklın hakimiyetini ve kıymetini
kabulleneceksiniz. Aklı kullanmak, Allah'a karşı gelmek değildir.
Tabiatın sırlarını ortaya koymayı, yaratan; kullarına yasaklamış
değildir. Bu natür sınırlarını ancak akıl bulmaktadır. Hiç aklını
kullanmasını bilen insan, kendi gibi yaratılmış başka bir insana
kulluk eder mi?
- Bu medeniyeti kabul ettiğiniz an,
ulus devletin faydalarını,tekamüldeki rollerini daha kolay anlamak,
kavramak imkan içine girecektir. Parçalanmanın bir Avrupa gizli oyunu
olduğu daha kolay anlaşılacaktır. Yok olmanın yolunun ayrılık
fikirleri olduğu,daha kolay anlaşılacaktır.
- Türkiye de her bölücü insan,bir mozaik
edebiyatı ortaya koyuyor. Düşünceleri sureti haktan gösterme yolunu
seçiyor. Kendini akıllı,başkalarını aptal (abdal değil) sanıyor.
Yaptığı ihaneti böylece gizlediği izlenimin veriyor.
- Milletler de eşitlik esastır.
Fertlerin kanun önünde eşitliği esastır. İnsanlar her teşebbüs
ettiğini kazanır anlamı çıkarılamaz bundan. Ama;yol budur. Bu yolda
bir tıkanıklık,bir hainlik,bir gizli kapaklı politika varsa;ben
sizinle mücadeleye,her türlü mücadeleye katılırım. Aksi durum bir
iftiradır ve ayıptır.
- Gürültüye pabuç bırakılmaz...
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
59
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- FİKİRLER AYRIDA OLSA
- Demokratik bir ortamda elbette ki;
insanlar ayrı düşünecekler ve ayrı hareket edeceklerdir. Bu demektir
ki; insanlar robotlar değillerdir ve şahsiyetlerini, fikir
özgürlüklerini koruyacaklardır. Bu özellik bütün yaratılmış
insanlar için geçerli ise de; Allah'ın yarattığı her insanın kendi
beynine ehemmiyet vermesi, onu geliştirdiği, onu yücelttiği anlamı da
çıkartılamaz. Eğer öyle olsa,insanlar arasındaki farklar azalırdı
sanırım.
- Bu yukarıda yazdıklarımıza inanmakla
birlikte, yinede insanlar bazı düşünüşler üzerinde birleşmiş olması
gerekiyor. Buna eskiler "asgari müşterekler" diyorlardı. Her ne kadar
fikir özgürlüğünüzü korusanız bile,bazı şeyleri öteki insanlar gibi,
en azından onların bir kısmı gibi düşündüğünüz kabul edilmiş
olmaktadır. Şimdikiler buna "fikir grupları" diyorlar.
- "KİLİM DERGİSİ"NİN çıkaranları bir
fikrin takipçisi olmuşlar. Bunlar bir araya gelmişler, düşünmüşler ve
Türk Ülkesinde, güzel bir dilimiz olmasına rağmen,insanlarımızın
ticaret yerlerine yabancı isimler koyduklarını ve bunu resmen de
tescil ettirmiş olduklarını tespit etmişler. Hem bu tespit
Çorum'da olmuş. Çorum nere, Amerika veya Kanada nere?
- Bizim Çorumluların yabancı dil
bilenleri azdır. Bir şehirde 20 - 25 tane insanın yabancı dil bilmesi
hiçbir işe yaramaz. Bu yabancı dil bilimi belki zaman zaman onların
işlerine yarasada, Çorumluların dükkanına yabancı bir isim seçmesine
gerektirmez.
- Bu yabanca dillerden, iş yerlerimiz
için neden sözcükler seçiyoruz? Bunun bir anlamı yok,seçenlerde
anlam aramak için seçmiyorlar. Daha çok modaya uyuluyor. Bu modanın
kendisi de saçma. Hiç bir medeni insan ticarethanesine yabancı bir
isim seçmez. Bu insanların yabancıları da bunu yapmazlar. Bu garip
moda da zaten bizim ülkemizde moda teşkil ediyor. Sanıyorum ki;az
gelişmiş diğer ülkelerde de bu yabancı modacılık mevcut ve bir özellik
olduğu kanaati de yaygın. Bence hem abes ve hem de biraz ayıpta.
İnsanlar eğer mutlak taklit etmek istiyorlarsa daha uygun bir
hareket ve alışkanlığı Taklit etmelidir. Mesela: İngilizler akşam
yemeğine pijama ile oturmazlar ve sabahları da tıraş olmadan sokağa
çıkmazlar. Mutlak yabancı aşığı iseniz,bunlar taklit edilemez mi?
- İşte; " asgari müşterek" bunlardır.
Dil birleştirici bir unsurdur; üzerinde durmak,onu iyi kullanmak,
geliştirmek ve yabancı sözcükler karıştırarak bozulmamasına sebep
olmamak gerekir. Kültürü yapan en önde gelen unsurda dildir. Türkçemiz
iyi bir dil. Türkçeyi iyi konuşan insanları dinlerseniz,müzikal bir
ahenk bulmakta zorluk çekmezsiniz. En müzikal dil İspanyolca imiş.
Benim dil üzerine geniş bir bilgim yok ama; Türkçe ile medeniyet ve
kültür yapılacağı inancındayım. Türkçenin edebiyat dili olduğu
mutlak. Türkçe ile ilim de yapılır, felsefe de yapılır. Okullardan
felsefe Türkçe ile yapılamadığı için kaldırılmış değil,
kaldıranların mantalitesi felsefe ile bağdaşmıyor da ondan.
- Bizim Kilim Dergisinin gençlerini
kutlarım. Bizde kendilerini destekliyoruz. Biz gibi, bütün düşünen
insanların bu güzel hareketi desteklemesi gerekir. Dil müşterek
varlığımız olduğuna göre her Türk ve Türkçe konuşan her
insan,dilimizin korunmasında kendisini görevli saymalıdır.
- Bu teşebbüsü, Belediye Meclis
grubumuza da ilettik. Bu güzel fikrin Belediye Meclisinde
sahiplenmesini ve ikna yoluyla, ruhsat verirken insanlarımızın
uyarılmasını Belediye Meclis Üyelerimizden istedik. Hukukçularımızdan
da Kanuni bir zorunluluk getirilip getirilmeyeceği, sorunun
incelenmesini istedik. Nüfusa çocuğumuzu yazdırırken, abes isimler
koymanıza Kanun izin vermiyor. Nüfus Memurları da bunun üzerinde
hassasiyet gösteriyorlar. Aynı Kanun belki de iş yerlerinin ad
seçimlerinde öncülük edebilir. Yabancı dil derken ayrım yapmıyoruz.
Türkler dillerinin sahipleri olmalıdırlar. Ölülerimize yaptığımız
duaları bile Arap dilinden seçmenini bir anlamı olmaz. Arapça okunan
bir dua daha etkili değildir. Ayıp her yerde ayıptır. Diline sahip
çıkmayan bir millet, dinine de sahip çıkamaz.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
60 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- İŞTE YAHUDİ DÜŞÜNCESİ HAKİM
- Bu yazıyı okuyacakların hepsi;Yahudi ile bir Türk
arasında geçen hadiseyi yada daha doğrusu hikayeyi iyi bilir..
hikayeyi Mübarek Ramazanda bana yazdırıp da bazı insanların iğbirarını
üzerime yöneltmeyiniz. Yahudi demiş ki “Paşam ! Biraz sen,biraz da
gayret benden olsun;şu hançeri kenara bırak”
- Hep biliyoruz ki;müzakereler AB ile aramızda
başlamıştır. Müzakerelerin şartları da peşinden yazılmış ve bize kabul
ettirmiştir. Müzakerelerin sonuçları AB dostlarımızın arzuları içinde
olacaktır. Uçları da açıktır. Açık sözcüğü üzerinde tartışmayı nasıl
yapacaksınız?
- Bu müzakere sözcüğüne göre,Türk müktesebatı yani
bürokrasisi AB müktesebatına uyulacaktır. Bunlar 25 devlet
müzakerelerinde belirlenmiştir. Onların hepsinde maddeler aynıdır. O
zaman;bizde tarama işi çabuk bitmiş olacaktır diyebilirsiniz de iş
sizin dediğiniz gibi bitmeyecektir. Öbür AB devletlerinde olmayan
maddeler ortaya getirecektir. Başlamıştır da.
- AB’nin genişlemesinden sorumlu üyesi olan Olli Rehn
acele memleketimizde geldi. Bizim yetkililere tam olarak ne
konuştuğunu bilmiyoruz ama;basın toplantısında bazı ip uçlarını da
ortaya koymaktan geri kalmadı. AB için geçerli olan bütün
normları,standartları ve değerleri AB müktesebatı ile birlikte tam
anlamıyla kendine uygulayacağını belirtiyor. Bu sözcüklerin hepsi
karmaşık kavramlardır. Avrupa memleketlerinde bile aynı anlamı
vermezler. Bundan çıkartılacak anlam,bizim için yeni isteklerin ve
kösteklerin önümüze konacağı keyfiyetidir. Bu anlamların hepsi her
şahsa ve hatta millete göre tefsir farkı gösterir. Biz böyle
anlamı,müktesebat anlamı içinde düşünülemez,bunlar keyfidirler.
- Basın toplantısında,soru kendisine yöneltilmiş
olmadığı halde,misafir konuşmacı söz arasına giriyor. Sayın Abdullah
Gül’ün itina ile söylemekten kaçındığı bir soruya ortaya kendisi
atıyor. Demek ki;bu sorun ikisi arasında kapılar arkasında konuşulmuş.
- Rehn;görüşmelerinde gümrük birliği protokolünü sayın
Gül’le ele aldıkları,Gül’ün bu sorunu ve protokolün onayının Türkiye
tarafından hiç geciktirmeksizin TBMM de tasdik ettirmesinin gerekli
olduğunu açıkladığını bildiriyor. Bu protokol ise malların bütün
Avrupa Birliği ülkelerinde yani;25 ülkede serbest dolaşımını istiyor.
Şu söz karşısında sizin Güney Kıbrıs Rum Devletini tanımadığımızı
söylemenizin veya beyannamede bildirmenizin anlamı kalıyor mu ? Bunun
AB ile aramızda anlaşacağımız Türk müktesebatı ile ilgisi var mı?
- İşte Yahudi mantığı asıl burada başlıyor. Bunların
hepsi hükümetle AB yetkilileri arasında sıralanmış ve karar bağlanmış.
Gıdım gıdım ortaya getirilerek Türk kamuoyu bunlara alıştırılmak
isteniyor. Zaten kamu oyu diye bir şeyimizde yok. 1950 den beri bizim
toplum,iktidarın her dediğini alkışlamakla kabul edip geliyor. Anlama
işi çok geç oluyor. Toplum bunları anlattığı zamanda,iktidar partisi
toptan alıp kenara unutulmaya terk ediyor. Yerine denenecek yeni bir
parti gelir.
- Sayın misafirimiz,hakikate daha işaret koyuyor,serbest
dolaşım işi öbür yirmi beş ülke kısıtlama olmaksızın tatbik sahasına
konmuştur. Bizde sayın Rehn’e göre 2020 ye kadar serbest dolaşım zaten
ertelenecektir. 2020 de Avrupa’nın iş durumu ve ekonomik kapasitesi
uygun olmazsa,dolaşım devamlı olarak da ertelenecek yani,ortada madde
olmaktan çıkartılacaktır. Bu ne demektir ? Türkiye AB içine alınmakla
birlikte serbest dolaşım ve ondan bekledikleridir. Ben dahi ona
hevesleniyorum. Doğduğum memlekette reçetem kabul edilmeyip aklım ve
bilgim başımda iken mesleğimin icrasına imkan vermeyen bir
memlekette,doğduğum memlekette işsiz oturacağıma,gidip AB ülkelerinin
birinde adam gibi mesleğimi icra ederim. Benim şu söylediğimi
Türkiye’de anlatacağım,anlatabileceğim bir makam veya şahıs var mı ?
- O zaman,herkesin kakı olan bir hak sana tatbik
edilmiyorsa,ortalığa çıkıp eşit şartlarla AB içine girdiğinden
bahsedebilir misin ? Bunun sana tatbik edilen yolun,imtiyazlı
ortaklıktan farkı kalır mı ? İktidar ve bu günkü iktidar bu halkın
üzerinde hep durmuşlar ve imtiyazlı ortaklığı reddetmişlerdir.
Halbuki,olanlardan anlıyoruz ki;imtiyazlı ortaklığı kamu oyundan gizli
olarak kabul etmişlerdir. Şimdi işler bir alıştırma işidir.
- İşin iç yüzü anlaşılmış olsa,durum değişecektir.
Halkımız serbest dolaşım istiyor. Bunun olmayacağı kendisinden
gizleniyor. Kendisi alıştırılmak isteniyor. İnsanlara doğru söylemek
zorundadırlar.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
61 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇORUM’DA KÖTÜ MERDİVENLER
- Bir yazıya böyle başlık olur mu ? Beklide;yazdıklarım
arasında en iyi başlığı teşkil ediyor. Yazıyı sabırlıca okuyup
bitirenler ne dediklerimi anlayacaklar ve bana hak vereceklerdir.
Başlığına bakıp ta yazıyı okumaktan vazgeçenler hatalı
olmayacaklardır.
- Merdiven;insanlar için vazgeçilmez bir şeydir. Eve bir
eşik atlayarak girseniz bile,bodruma merdivenlerden inecek ve yatak
odalarına merdivenlerden çıkacaksınız. Apartman devrinde yaşadığınıza
göre,merdivenlerden uzak kalmamız mümkün değil. O zaman,bu kadar
gerekli olan merdivenlerin insanlar tarafından kolayca kullanılır
olması gerekir. Ayrıca;merdivenler bazen inip çıkan insanlar için
büyük tehlike kaynağı da olabilirler. İşte yazı biterken bu
söylediklerimin hepsini de cevaplarını da bulmuş olacaklardır sayın
okuyucular.
- Çorum’da merdiven durumların ben hep düşünmüşümdür,
bir yere girerken veya çıkarken hep merdivenlere gözüm kayar. Çorum’da
çok güzel ve rahat merdivenler vardır. Veli Paşa’ların meşhur
evlerinin ve otellerinin merdivenleri;planlarını benim damadımın
yaptığı kendi evimin merdivenleri;Turgut Özal’ın adını taşıyan binanın
merdivenleri;Çorum Hükümet eski binanın merdivenleri,güzel merdivenler
arasında zikredilmektedir. Ben;bunları inip-çıkarken tetkik
etmişimdir. Ayağınızın burnuna basarak merdiven basamaklarını
ayarlamanıza gerek kalmadan yürüyebilirsiniz.
- Çorum’da çok kötü çizimleş,ölçüye getirilememiş ve her
an tehlike yaratacak şekilde bir gün ölümlere sebep olacak merdivenler
de var. Şu saat kulesinin yayındaki PTT’nin merdivenleri,Tedaş’ın dış
merdivenleri,Yetmiş beş yıl kültür binasının izah edilemez bir
zihniyetle çizilmiş meydan merdivenleri ve de benim büro olarak
kullandığım şimdiki yerimin merdivenleri. Bu izah ettiğim kötü
merdivenlere örnek gösterilebilirler. Bu koca binaların merdivenlerini
yapanlara söz kar etmez ama,bunları teslim alanların idraklerine
şaşmamak elde olur mu ? Bunların ekserisi kamu binaları. Yapıldıktan
sonra fen heyetleri tarafından tetkik edilip kabul gören ve resmileşen
binalar. Dıştaki merdiven şekli ve ölçülerine dikkat etmemiş kabul;fen
heyetinin betonarme hesaplarına dikkat ettiğini düşünüle bilir mi ?
İşte,yer sarsıntılarında önce yıkılıp giden ve hikayesi unutulmaz acı
kaynağı olarak kalan;kamu binalarının durumları bunlar.
- Bu ölçüsüz merdivenlerin birinden,bir gün bir
yaşlı,bir şişman,bir uzun boylu mutlaka düşecektir. Nasıl
neticeleneceğini de Allah bilir. İçki içenlerin saydığımız bu kötü
merdivenlerden çıkamayacakları düşünülmez ki. Bir sarhoş düşerse iyi
oldu mu diyeceksiniz ?
- Sayın Vali’miz bu binaları ziyaretlerinde,ilgili
yetkilileri ikaz edip,bu merdivenlerden bir daha çıkmak istemediğini
söyleseler,bu kötü merdivenlerin hepsi,üç günde yeniden ölçü içinde
yapılabilirler. Ucube Kültür Sitesinde ise bütün merdivenleri yok eden
yeni bir oluşum düşünmek gerekir. Bu sözde kazanılmış bu acayip
bina,Çorum için ayıp olmaktan kurtarılmalıdır.
- Şimdi yazımım asıl can noktasına geliyorum. Okuyunca
zihnimiz açılacak ve Çorum’daki kötü merdivenlerin düzeltilmesinin
gereğine inanacaksınız. Yazacaklarımız;Hiyyary’nin kocası Charles’in
babası,Monica’nın sevgilisi ve baş belası ve ABD eski Başkanı Bill
Clinton’un başından geçmiş bir olaydır. Başkanın başına gelen
olay;Çorum’da yaşayan birisinin başına da gelebilir.
- Amerikan Başkanı Bill Clinton;bir akşam çok sevdiği
karı koca bir aileye misafir gidiyor. Bu gittiği ev Beyaz Sarayın
uzağında.
- Başkan herhangi birisinin evine misafir gidecek değil
ya ! Sofra kuruluyor. Yenilip içiliyor,zaman unutuluyor. Zamanı
unutmak demek,yaşamaktan mutlu olup uçmak demektir. Saat bir olunca
Başkan işin farkına varıyor. Beyaz Saray’a dönmek için kalkıyor. Ev
sahibi önde,ev sahibesi arkada,Başkan ortada merdivenden birlikte
inilecek ve Bill Clinton saraya uğurlanacak. Ev sahibi merdivenin
ortasına gelmiş;Bill Clinton adımını birinci basamağa atarken iyi
tutturamıyor ve ikinci basamağa basıyor. Vücudu Allahlık. Gecede her
halde Hasan Zahir suyu içmediler ya. Başkan düşmüyor ama;herkesin
duyabileceği kadar şiddetli bir ses sağ bacağının adalelerini içinde
hasıl oluyor. Kuadrseps adalesi cart diye yırtılıyor. Şu anda bir
insan Başkan’da olsa yürüyebilir mi ? O da yürüyemiyor. Gereken
tedbirler alınıyor. Tedavi tam altı ay sürüyor. Helsinki’ye gitme işi
tehlikeye bile giriyor.
- İşte durum bu. Merdiven ne ki denmemeli. Clinton’un
başına gelenler de;karısını bir Çorumlu gibi evde bırakıp,ikisinin de
tanıdığı bir dostuna misafir gittiği için;Aha uğradı şeklinde tefsir
etmemeli;merdiven rahat olmalı.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
62 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- DURMAYI BİLİYORSA MİLLETLER
- Dünya yaratılalı beri diye söze başlayarak işi
karıştırmak istemiyorum. Dünyada insanların hakimiyet kavramları
teşekkül edeli beri diyerek yazıya başlamak daha uygun düşüyor. İşte
bu müddet içinde milletler bir birlerine hakimiyet kurmaktan geri
kalmamışlardır. Hakimiyet kurmalarında pek çok sebepleri olacaktır. Bu
hevesten insanları ve milletleri vazgeçirmek mümkün olmamıştır. Dünya
hakimiyetini bir elde toplamak imkanı da görülmemiştir. Yakın tarihte
Osmanlı padişahının ve Napolyon’un sözleri vardır. İkinci Cihan Savaşı
sırasında Wandell Wilki “Tek Dünya” adlı kitabı kaleme almıştır.
Hiçbir şey kökten değişiklik göstermiş değildir.
- Bu hakimiyet anlayışından dolayı,geçen bin yılı,Avrupa
devletleri kavga ile tamamlamışlardır. Doyasıya birbirlerini
boğazlamışlardır. O zamanlarda da insan haklarını düşünenler varsa
da,etkili olma imkanı bulunmuyordu. Bu son Cihan Savaşı unutulmaz
hatıralar bırakmış olacak ki;insanlık değişiklikler düşünmek zorunda
kaldı. Avrupa birleşmesi fikri buradan doğdu. Fikir;kendiliğinden
doğdu denilemez. Fikri Amerikalılar empoze ettiler. Avrupa
Devletlerinin Amerika’ya benzer şekilde birleşmelerini uygun gördüler.
Fikir aslında bizzat Avrupa’nın fikri değildir. Rus tehdidi
olmazsa,belki bu fikirde doğmuş olmayacaktı.
- Fikir doğmuştur. Geçen zaman içinde,fikir üzerinde
oldukça kafa yorulması da yapılmıştır. Bir AB teşekkül eder yola
girmiştir. Cidden bu AB teşekkül eder ise yepyeni bir düşünce teşekkül
etmiş olacaktır.
- Dünyadaki politik durumun değişmiş olması düşünülemez.
Yalnız,her şey eski düşüncelerin kaybolacağına işaret eder durumda
değildir. AB nerede duracaktır? Bütün dünyayı içine alması mümkün
olmayacağına göre hudut neresi olmalıdır? Bu hudut Japonya’yı da içine
alacak şekilde genişletilebilir mi ? Normal olarak Rusya hudutları
kabul görürü mü?
- İnsanların ayranları kabarınca,bazen gözleri hudut
tanımak istemiyor. Ukrayna hududu yeterli görülmemiş ve renkli bir
devrimle,Ukrayna AB cephesine geçirilmiştir. Bu işte daha önce
yakınımızda Gürcistan’da da yapılmıştı. Sonra;Beyaz
Rusya,Kırgızistan’da da yayılım başladı. Özbekistan’a gelince işler
karşılık gördü. Sessizlik birden değişti ve Budapeşte’de zaman içende
yapılan tatbikat ortaya çıkıverdi. Göstericiler KADAVRALAŞTILAR.
- Avrupa’nın hayal içinde olduğu belli. Avrupa
kendisinde olan her şeyin üstünde ve doğru olduğu inancını taşıyor.
Biz;Avrupa’yı ve medeniyetini küçümsüyor değiliz. Bu medeniyeti kabul
edenler içerisinde bulunuyoruz. Ancak;her şeyde benimki doğru
zihniyeti kabul görür bir şey değildir. Benim de,sizinde,tarih içinde
beğenilir şeylerimiz olmuş olması gerekir. Bizimkilerin toptan
reddettiği yerde,bizde nasıl yer ayrılmış olabilir ? Bunlar hep birer
düşünce tarzıdır ve bunları insanların zihninden söküp atmak imkan
içinde olamaz. Bu düşünceler Türkiye içinde gerekli sayılmış
olduğundan bazılarımızın oldukça deneyim sahibi olduğumuz doğrudur.
Avrupa’nın bizden bir şey beğendiğine rastlayan kimse var mıdır ?Bizde
işe yarar bir şey olmazsa,binlerce yıldır ileriye götürdüğümüz toplumu
ayakta tutmam mümkün olur mu idi ? Eğer Avrupalı aklını kullanmayı
bilip de,tabii hudut sayılan Rus sınırlarında durmasını bilse idi,bu
içinde bulunduğumuz bin yılı da çok mutlu olarak geçirme imkanı
bulurdu. Akıllıların,az akıllıları kullanacağı kaidesi yine hakim
olacağından,hiç savaş içine sürüklenmeden daha bin yıl Avrupalı aklın
ve medeniyetinin nimetlerini yaşamış olurdu.
- Bu günkü yöntemle,dünyayı demokrat yapıp,demokrasiyi
yaygınlaştırmak mümkün olmaz. Bosna;Afganistan ve Irak’ta varılan
neticeler emniyet vermiyor. Bu yol dogru sayılsa bile,tatbikatı
Dünyaya yayılışı beş yüz seneyi geçer. Bu zamanda bizim AB içine
girişimize benzer bir şey olur. Kimin ölüp,kimin kalacağını akıllar
kavramaktan aciz kalır. Yani,tutulan Avrupa ve Amerika’nın yolu tatmin
edici değildir. İşgal edilen ülkelerdeki durumlar, insanların
yaşamları,eskiyi arattıracak vaziyettedir. Amerikan ve Avrupa
düşmanlığı da kendilerinin bile anlamayacağı duruma tırmanmıştır.
- Bizce gidilen yol sakattır. İnsanlar adalet ve eşitlik
içinde yürümeyi isterler. Gidilen yol korkutucudur. Dünya birliğini bu
yolla temin etme imkanı yoktur.
- Daha ileri gidersek,yine bize göre: Üçüncü Dünya
savaşının temelleri atılma yolundadır insanlık. Bir defa endişeler
ortaya çıktı ise,insanlara bunları unutturmak mümkün olmaz. Her
fırsatta,öncülerinin önüne taşlar yığılması fikri hakim olacaktır.
Bütün Dünya ile başa çıkacak bir kuvvetin bugün ortalıkta olduğunu da
kabul edecek kimse yoktur.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
63 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇORUM’LA İLGİLİ BİRİ İSİM
- 4 Ekim 2004 tarihli Cumhuriyet Gazetesi;gazete ile
birlikte “Mimarlık ve Kent” adını taşıyan bir de ek verdi. Cumhuriyet
Gazetesinin verdiği eklerin hepsinde bir ciddilik vardır. Bende
öbürlerinde olduğu gibi,bu eki de gözden geçirdim. Bir dostumun resmi
bir köşeye konulmuştu. Behruz Çinici. Sayın Çinici nin Çorum’la ilgisi
var. Mimarlık literatürüne girmiş birde eseri var. Bin Evler
Mahallesi. Sayın Mimar Çinici’nin eseridir. Zaten bizlerde kendisini o
vesile tanıdık ve dostluk kurduk.
- Sayın Çinici 2004 yılı Sinan Ödülünün sahibi olmuş.
Cumhuriyet Gazetesi de ekine bu münasebetle Sayın Çinici’nin resmini
koymuş. Kendisini “Usta Mimar” olarak da tasvir ediyor. Çinici’ye
yakışan bir sıfat olduğundan şüphe edilemez. Ancak;Çinici kendisini
başka bir isimle tasvir eder. Bence kendisini tasvirinde daha büyük
isabet var. Onu ben yazmak istemiyorum. Kendisi o sıfatı söylendiği
zaman yüzünde derin bir memnuniyet tebessümü beliriyor. Ben yazınca,o
etkiyi temin edememekten çekinirim.
- Sayın Çinici’nin yaptığı ve tatbik sahasına koyduğu
eserler ve planları resmin altına sıralamışlar. Merakınızı uyandırmak
için bunları ben buraya almak istemedim. Merakı uyananlar;Cumhuriyetin
bu ekini temin edip,okumalı ve kitapları arasına koymalıdırlar.
Ekte;başka isimler ve başka eserler üzerinde geniş bilgi veriliyor. Bu
ek kitaplığınızda büyük bir yer tutmaz;hatta kitaplığınız süsler de.
Jaqueline Onasis’in evini kitaplarla süslemiş olduğunu da ben
yazmamıştım.
- Resmin altında Çinici eserlerinin listesi arasında
bizim Bin Evler’in ismi yok. Eminim ki Çinici bu ismi kendisi vermek
istememiştir. Halbuki yaptığı ve bugün içinde oturduğumuz mahalle ve
ev planlarını çok severdi. Bizim Bin Evler Planı uluslar arası ilgi de
görmüştü. Yine eminim ki;Bin Evler Planının bozulmuş olması Çinici’yi
üzmüş olmalıdır. İnsan kendi eserinden soğutulur mu ? Çorum için bu
imkan içindedir.
- Benim damadım da mimardır. Bin Evlerde bulunan evimiz
için belediyeye gitmek zorunda kalmıştı. Damadım Temel Doğan Bin
Evlerden bahsedince yetkili ve mimar olan şahıs “Aman ağabey; bin
Evler’de Bin Evlik mi kalmış ki !” demiştir. Bu zat Çorum şehir planı
ve dolayısıyla şehrin güzelliğini ve tamamiyetini korumakla yükümlü
bir insandır. Bu şahsa ve zihniyete daha fazla yetki tanınırsa
şehre,onun güzelliğine ve şehrin tamamiyetine yapacağı kötülük
yetkisinin arttığı nispetinde daha da artmış olacaktır. Bunlardan
dolayı Başbakan eleştirilirse günah olmaz mı ?
- Sayın Çinici’yi ve eski Valilerimizden Sayın
Celalettin Tüfekçi’yi geçen sene kış aylarında Çorum’a davet etmiştim.
Vali ve Çinici’de dostturlar. İstanbul’a gidersem birlikteliğe bende
iştirak ederim. Sayın Valimiz Tüfekçi,yazın gelmeyi arzu etmişlerdi.
Gelemediler. Davetimi yenileyeceğim ve ikisini de Çorum’a gelmelerine
çalışacağım. Her ikisinin de Çorum’da pek çok dostları var. Çinici
eserini Bin Evlerin plan bozulmasını görünce üzülecektir. Üzüntü neyi
değiştirir ! Türkiye’de bunlar da alışmanın yolların aranması
gerektiğini bizzat tatmış ve görmüş olmalıdır. Her şeye ortak
vatandaşlarımızdır.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
64 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- HAYIRLI BAYRAMLAR
- Övünülecek derecede iyi gelişmiş bir Ramazan daha
geride bıraktık. Bayram kutlamalarına da çok geniş şekilde hak
kazanmış bulunuyoruz. Ramazan Bayramı hepimize ve Milletimize uğurlar
getirsin.
- Övünülecek şekilde bir Ramazan geçirdiğimiz sözü
doğrudur. Bütün hayatım boyunca,Ramazan devamınca,ülkemizin şu veya bu
kesiminde,bizzat din ve oruç adına yakışıksız olaylar olduğuna şahit
olunduğunu görmüşümdür. Bunu yapanlar,yaptıkları ayıp
hareketlerle,kendilerinden daha üstün Müslüman oldukları yanılgısı
içinde bulunmuşlardır. Sonuç hiçte öyle değil.oruç ve ibadet şahsi bir
olaydır. Kimsenin kimseye iman öğreticiliği yapmasına gerek yoktur.
- İşte bu sene Ramazan Ayını Tokat’taki oruç tutmayanı
suya atma olayı hariç,olaysız geçirdik. İnsanlarımız oruç
tutanlarımız,tutmaması gerekenlerimiz ve de tutmak istemeyenlerimizin
iyi bir bayram idrak etmeleri,her yönden haklarıdır. Bende,Ramazan
ayını kutladığım gibi Bayramını da bütün içtenliğimle kutluyor ve
insanlarımıza sağlıklar diliyorum.
- Geçenler unutulduğu için bilhassa yaşlılar,geçmiş
Ramazan aylarının ve bayramlarının çok daha mükemmel oldukları
hikayesini anlatmaktan ger durmazlar. Çocuklar ve gençler şuurlarında
kendilerine bir cins öğünme hissesi de çıkarmaktan geri kalmazlar. İş
hiçte öyle değil. Ramazan ayları ve bayramlar birer varlık gösteri
durumunda anılırlar. İftar yemekleri para ile verilir. Bayram
donanımları da par ister. Geçen dönemlerin maddi imkanları bu
günkünden ileri olmadığına göre,bu geçmişin şimdikinden daha mükemmel
olduğu düşünülemez. İnsanlarımızın geleneklerine ve inançlarına bir
eksiklik geldiği de akla gelemez. Yeni Ramazanlar ve yeni Bayramlar
eskilerinden daha mükemmel olmaktadır, hele bu yıl İstanbul’da yapılan
yeni imkan gösterileri eskileri kat kat geride bırakmıştır. Fesahe
tertiplerini beğenmeyeni görmedik. Gelecek Ramazan ve Bayramlar daha
mükemmel olacaklardır. İnsanlar inançları ve görgüleriyle birlikte hep
ileriye,mükemmele ve doğruya doğru gideceklerdir.
- Ramazan geçtiği için bir noktaya da temas etme
cesaretini kendimde buluyorum. Korku nereden geliyor? Demek korku var
ki yazıyı yazarken bile ona dokunmaktan kendimi alamadım. Bir ülkede
düşüncesizler olursa;korku da olacaktır. Hele Müslümanlık derece
yarışı önlenememişse bu korku hep olacaktır.
- Ramazanlardaki pek güzel düşünülmüş iftar yemeklerinde
tıpkı oruç ve diğer ibadetler gibi şahsidir. Devlet parasıyla,dernek
parasıyla,sivil toplum örgütlerinin parasıyla,sendika parasıyla cömert
iftar yemekleri verilemez. İftar yemekleri birer sosyal düşünce
aksettirirler. Saydıklarımız bu sosyal yönlerini başka türlü
gösteriyorlar. Özel keselerin açılması gerekir. Vergi mükelleflerinin
ve aidat ödeyenlerin iznini almadığımıza göre yaptıklarınız doğru
olmaz. Bunu bir başkan bile vaktiyle yapmıştı. Biz iyi
karşılamamıştık.
- Dini bayramlar her dinde vardı. Sümerlerin dinlerinde
de böyle ibadetler ve bayramlar var. Her dinde,İslamiyet’te olduğu
gibi bu dini bayramlar coşku ile kutlanır. Şimdiye kadar bu dini
düşünüşün isabetsizliğinden bahseden olmamıştır. Herkesin birlikte
kabul ettiği nosyonlar ise,topluma mal olmuşlar ve tenkit dışına
çıkmamışlardır.
- Çorum’da bir doçentimiz dinin sosyal bir kurum
olduğundan,yazısında bahsetti. Bir sayın profesörümüz dinin insan için
olduğunu,insan için geldiğini anlattı. Diyanet İşleri Başkanımız
olayları din bakımından tefsir ederken dikkatli olunması gerektiği
noktasına işaret etmişlerdir. Ben bunları iyi işaretler olarak
alıyorum. Bunların olduğu ülkede dinle barışılmak saçmasından
bahsedilemez. Milletin insanları dini ile barışıktır. Milletin
insanları dini inançlarının siyasi ve bir başka çıkar için
kullanılmasını istemiyorlar. Bunlardan cesaret alınamaz, bunlarla
övünülemez.
- Tekrar ediyorum: Yeni Ramazan ve Bayramlarımız
eskilerinden daha mükemmeldirler. Geleceklerdekiler de bu
günkülerinden daha ili ve mükemmel olacak gibi gözüküyorlar.
Temennilerimizde bu yoldadır. Bu düşünceler içinde bütün Millet
Fertlerimizin
- Bayramını,Bayramınızı içten kutluyorum.
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
65 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ALIŞKANLIK DIŞILAR
- İnsanların alışkanlık dışıları hep anormal olarak
karşılanır. Bir bayram bizim alışkanlıklarınız içinde evde geçirilir.
Hele dini bayramlar söz konusu olursa;bunlarda
başkalarının,yakınlarınızın da alışkanlıkları yer bulmak isterler.
Genel olarak,bütün memleketlerde,dini bayramlarda aile buluşmaları
adet olmuştur. O zaman siz bu alışkanlık dışında olmanız
bile,başkalarının,yakınlarınızın alışkanlıklarını da hesap içi sayarak
bazı zorlukları karşılamak durumundasınız. Biz bir şeyi ehemmiyet
vermeyerek,içinizden geldiği gibi yaşayarak normal ölçüler içerinde
olduğunuzu kabul ettiremezsiniz. Toplum içinde yaşamış olmanın
gerekliliğini yerine getirmek zorundasınız. Bunları yazıyorum
ki;Kurban Bayramı ve Yıl Başı Tatilini bahane ederek evlerinden
uzaklaşmak isteyen insanların hareketleri normal değildir.
- Ben;bu size verdiğim nasihatlerin içinde olamadım.
Evimden ayrılıp çocuklara gittim ama;ben aslında doğrusunu yaptım. Ben
yalnız bir evde oturuyorum. Bayram ve yılbaşı tatilinde çocuklarımı
yanıma çağıracağıma,yol sıkıntısına yalnız ben katlanıp,onların yanına
gitmiş oldum. İyi de ettiğimi söyleyebilirim. Bizim çocuklardan küçük
kızım hariç,hemen hepsi ya çalışıyor yada tahsilde bulunuyorlar.
Tatilin başladığı akşam,onları yola düşürmek bir baba düşüncesi ile
bağdaşamaz. En azından ben böyle düşünüyorum. Yaşlı bile olsam,bir çok
insanın rahatı için,ben bazı şahsi sıkıntılara katlanabilirim. Galiba
normal düşünen çoklarınız da benim gibi yapmış bulunuyorsunuz.
Ayrıca,yollardaki trafik canavarına yalnız ben muhatap olmuş bulundum.
- Benim düşüncelerimde olmayanları da gördüm. Yine az
sayılamayacak insan’da tatil geçirip sözüm ona kafasını dinlemek için
otel ne kadar lüks olursa olsun,tek odaya hapis olarak;nasıl
pişirildiğini bilmediğimiz yemekleri tüketmenin ne zevki olacağını ben
bilmiş değilimdir. İnsanlardan bunu da tercih edenler olduğuna
göre,demek ki;bunlardan da zevk alanlar bulunmaktadır. Milletin adını
reddetmenin bile insan hakları arasında bulunduğunu iddia eden
insanların yaşadığı bir devirde;eski alışkanlıklardan sıyrılarak
dilediği gibi yaşamak isteyen insanların zevklerine karışmak
istediğimiz de yoktur. Biz sadece fikirlerimizi okurlara intikal
ettirmek istedik. Hiç olmazsa,maddi imkansızlıklar yüzünden evinde
kalanlar içinde düştükleri üzüntünün ölçüsünü de kaçırmış olmasınlar.
- Meteorolojik uyarılara rağmen;İstanbul’da havalar
şikayet edilecek kadar değildi. Yılbaşı eğlencelerini biz evimizde
yaptık. Çorum’dan götürdüğüm hindiyi gereği gibi pişirdikten
sonra,yemesinde de gereken kaideleri ihmal etmedik. Geç saatlere kadar
kendi aramızda eğlendik. Televizyon değişiklikleri de bizi meşgul
etti. Canlı eğlenceler kadar zevk aldığımızı söyleyebilirim. Sabah
kalktığımızda da cüzdanlarımızın boşalmadığının farkında idik. Onun
rahatlığını duyanlar bilir. Bir gecelik eğlencenin parası,insanın bir
aylık kazancı olan ülkede eğlenmekten bahsedilemez. Aksine parayı
ödeyenler eğleniyor değiller,onlar eğlenenleri seyrediyorlar. Bunlara
eğlence demek bile hata olur kanaatim var.
- Size gezdiğimiz yerlerin yalnız isimlerini vereceğim.
Eğer fırsat bulur İstanbul’a gitmek isterseniz,tıpkı bizim gibi şu
gördüğümüz yerleri sizde görebilirsiniz. Sabancıların Atlı Köşkü ve
sergilenen Picasso Sergisi;aynı yerde bizzat köşkte tertip edilmiş
olan Sakıp Sabancı Koleksiyonu,Boğaz’ın Anadolu yakası gezintisi ve
Çengelköy’de çay içimi,Haliç’te Min Türk adı verilen ve Anadolu’nun
her yerinden toplanmış şaheserlerin minyatürlerinin bulunduğu
park;yine Haliç’te sol cenahta bulunan Feshane ve şaheser park,sağ
cenahta Rahmi Koç adına tertiplenen makine parkı,vakiniz olursa bir
günde Pier Loti Tepesi.
- Görüyorsunuz ki;bir tatili dolduracak kadar benim
gördüğüm yerleri yazmış bulunuyorum. Buraların her birinde bir tam
günü rahat geçirebiliyormusunuz. Bu arada,güzelliğin ne anlama
geldiğini de görüyorsunuz. Para olunca,bilgili insanlar da bulununca
neler yaratıldığını da rahatlıkla görüyorsunuz. Adamlar bilgi sahibi
olmayınca para insanı soytarıya çevirebilir.
- her akşam haberlerinde,trafik kazalarını takip ettik.
Hiçbir ülkede trafik kazalarının bizdeki kadar acımasız olduğunda
görüyorsunuz. Bunlar için artık ne yolları ve nede trafik kaidelerinin
öğretilmediğini,öğretilmemiş olduğunu bahane edemezsiniz. Bunların
dereceleri içine gireceğimiz AB ülkelerinden farklı değildir. Güzel
yollar yapılmıştır. Polis teşkilatımızın da hatalarına rağmen,canla
başla çalışıyor. Siz;kanun emri dışında kalmaktan izah edilmez vahşi
bir zevkin içinde iseniz,sizi yaratanın bile faydası olmaz. İnsan
yaratılmanın sorumluğunu tanımaz mısınız?
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
66 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- CUMHURİYETİMİZ SON AŞAMADIR
- Cumhuriyet adı altında, dünyanın her
türlü spekülasyonu yapılmıştır. En koyu diktatörlüklerin bile adı,
cumhuriyet olarak nitelenmiştir. Bizim cumhuriyetimizi, spekülatif
cumhuriyetlerden, demokratik vasfıyla ayırt etmemiz gerekmektedir.
Öbürleri, zaman içerisinde, yer yüzünden kayboldukları halde, bizimki
75 yaşını, şanına yakışır şekilde kutlanır olarak görmüştür.
- Ben; Fransız Devletinin 14 Temmuz
Cumhuriyet Bayramlarını bir çok seneler gördüm; bu 75.yıl kutlamaları,
Fransız milletinin kutlamalarından hiçte daha az görkemli değildi.
Cumhuriyetimizin millete mal olduğunu sokakta gördük.Cumhuriyet
Milletin Bayramı idi.
- Cumhuriyetle ulus, kulluktan
kurtulmuştur. "Ulus kurtarılmıştır" demeye dilim varmıyor; eğer Büyük
Atatürk Türkiye dışında herhangi bir ülkede doğsa, bir ulusu,kulluğa
alışmış bir ulusu,bu zilletten kurtarma kudretini kendisinde zor
bulurdu. İçinden çıktığı millette bu vasıf mevcut; Atatürk'ün
büyüklüğü,milletindeki kabiliyeti sezip, ona yol göstermiş
olmasıdır. İşte; Tanrının lütufu burada gizli.
- Bizim ulusumuz, en basit rejimlerden,
en yüksek devlet şekline, imparatorluk şekline kadar, hepsini
yaşamıştır. Hiç birisinin yönetimi altında milletimiz
Cumhuriyetimizdeki kadar mutluluk görmemiştir. 75 yılı savaşsız
geçirdik ve çoğaldık. Anadolu'da hiçbir devirde 65 milyon insan
yaşamadı. Anadolu hiçbir devirde Cumhuriyetteki kadar imar görmedi ve
hiçbir devirde, Anadolu'da insanlarımız, Cumhuriyet altındaki kadar
birbirine eşit olmadı. Eksikler,hırsızlıklar, mafyalar, çeteler yoktu
demiyorum; bunlar olmasa daha ileride olacağımızdan hiç şüphem olmadı.
Her şeye rağmen, ben cumhuriyeti tercih ediyorum.
- Yüzüncü kutlama yaşını da,barış
içinde milletimin kutlamaya erişmesini içten diliyorum.
- Bütün devrimler Cumhuriyetin Bayrağı
altında yapıldı. Türk topluluğunu seyreden bir yabancı, onun
görünümünün Avrupa topluluğu görünümünden ayırt edemez. Çağdaş
toplumun kıyafetinde çağdaş, göze hoş görünür olur. Kıyafetin
medeniyetle ilgisi yoktur tezi, saçmadır. Kıyafeti yaratan
medeniyettir;medeni olmayan bir toplumun yarattığı kıyafet, kendi
buluşudur ve toplumun kafası gibi, medeniyetle ilgisi yoktur. Yeni
yazıyı eskiye çevirmek isteyecek bir budalayı artık Türkiye'de
bulamazsınız. Hangi devrimden bu millet vazgeçer ki?
- Dünyada 52 Müslüman ülke mevcut.
Bunların yalnız biri, Türkiye Devleti demokratik ve laik bir hukuk
devleti olarak yaşamına devam ediyor. Türkiye'nin petrol gibi tabii
bir zenginliği de yok. Şöyle Baktığımızda, en medeni ve ileri
görünümlü ve en varlıklı görünen memleketimizdir. Bizim
kabullendiğimiz medeniyetin kurucuları ise, çok büyük bir varlık
içinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Petrolü olan İslâm ülkelerini
yönlendiriyorlar ve kontrolleri altında tutuyorlar. Bunları göre göre
batıl yolda ısrar etmenin ayıp olduğunu artık anlamak gerekir.
İnancın, medeniyetle bir ilgisi yoktur. İnancımızı medeniyet sayarak
yolunuza devam ederseniz, yolda kalacağınızdan şüpheniz olmamalıdır.
Medeniyeti ve dolayısıyla devlet yönetimini inancın dışına çıkarıp,
hayatınıza devam edeceksiniz. O zaman Mahmut II için "Gavur Mahmut"
tabirini kullanmanın ayıp olduğunu da öğrenip, bunu yapanları
eleştireceksiniz.
- Cumhuriyeti korumak bir ahlâk
sorunudur. Geldiğimiz devirlerle şimdikini karşılaştırıp, farkı
görmemek bir körlüktür. Eksiklerin,hatta ihanetlerin olması ve
bunların köstekçi görülmesi ayrı şey,medeniyeti ve cumhuriyeti inkar
yine başka şeydir. Milletimiz bu nankörlüğü kabul etmeyecektir.
- Cumhuriyeti koruyacak kudret
kendisinde bizzat vardır. Eskiler kendisinde mündemiçtir, derlerdi. Bu
yabancıları, zaman içinde unutturmakta Cumhuriyetin eseri olacaktır.
Bu gün Cumhuriyet ayrılıkçılık ve dincilik tehdidi altındadır. Bu bir
ayıptır ve inanan Müslümanlar bundan ıstırap duymaktadırlar. Kurtuluş
Savaşında bu ikilem ortaya konulmuş ve dini kullananlar değil, dine
içten inananlar galip gelmişlerdi. Benim kanaatim, yine öyle
olacaktır.
- Cumhuriyetin 75 Yıl kutlamalarındaki
coşku, bu inancımızı doğruluyor.
- Cumhuriyeti tehlikenin eşiğine
getirdikten sonra, kırk haramiler hadisesi gibi, uyanmanın artık
anlamı olmalıdır. Cumhuriyeti,siyasi amaçları uğruna tehlikeye
atanlar, daha erken tanınmalı ve karşılarına dikilmelidir. Bunları
anlayışlarını ve utanmalarını beklemekte, ahmaklıktır. Milletimi bu
bunlardan tenzih etmek istiyorum ama, artık uykuda kalmamasını da
diliyorum.
-
-
-
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
67 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- AVRUPA’NIN BÜYÜK İLGİSİ
- Avrupa Birliği ülkelerinin
memleketimize büyük ilgisini anlamakta,bazen değil her zaman zorluk
çekiyoruz. Tarih içinde edindiğimiz bilgilere göre milletler
birbirlerine ancak çıkarları varsa yardım ederler. İnsanlık adına
iyilik ettikleri pek görülmemiştir, hatta; müstemleke devirlerinde,
işgal ettikleri memleketlere bile insanca muamele ettikleri pek
görülmemiştir. Hindistan’da İngilizler, bazı güzel parklara
Hintlilerin girmesini yasaklamışlardır. Parkların kapısına ise
“Hintliler ve köpekler giremez” levhaları bile koymuşlardır. Önceki
yazılarımızın birinde bu çirkin levhalanmış durum için İsmailiye
Tarikatının lideri Ağa Han’ın şikayetleri ve teşebbüslerinden bile
bahsetmiştik. Ağa Han Türk asıllı olup büyük bir İngiliz hayranıdır.
- Avrupa milletinin bizimle ilgilendiği sorunlardan
birisi çok ehemmiyet vermedikleri birisi Türkiye’de yaşayan mahalli
dil ve lehçelerdir. Biz bunların hangileri olduğunu biliyoruz. Yerel
dillerin neler olduğunu bilmeyen insanlar var mıdır Türkler arasında ?
O zaman;bunları saymakla yer kaplamış olmayalım.
- Tıpkı bizde olduğu gibi,her ülkede resmi dil olduğu
gibi,çeşitli mahalli dil ve lehçelerde vardır. Bilhassa ABD de,
Otokten halk olan Kızılderili insanların dilleri ve lehçeleri vardır.
Bunlar Amerika’nın bu ilk sakinleri bu gün Amerikan vatandaşları
bulunuyor, ayrıca ABD nin göç aldığı milletlerin sayısı pek
kalabalıktır. Her milletin miktarları milyonlarla açıklanır. Bu
milletlerin hepsinin dilleri olmasına rağmen ABD de resmi dil yalnızca
İngilizcedir. Bizdeki sorunların hepsi onlarda daha kalabalık
şekillerde bulunduğu halde,bize empoze edilen mahalli dil ve
lehçelerin geliştirilmesi diye kendilerinin bir sorunu yoktur.
- Avrupa ülkelerinde da aynı sorunları var. Avrupa’nın
her ülkesinde olan bu durum somut olarak görülmüyor. Her ülkenin bir
resmi dili var. Eğitim ve her cins yayın bu dille yapılır. Bu demektir
ki;o ülkede insanların hepsi resmi dille gelişmiştir,yükselmiştir.
Fransa’daki Brötenyalılar içinde durum aynıdır. Bunların gelişmiş
medeniyetleri, edebiyatları, değişik mimarisi ve resmi mevcut. Bir ara
ilk eğitimin kendi dilleriyle olmasını istediklerinde, bütün Fransa
ayağa kalkmıştı. “Devleti parçalamak mı istiyorsunuz?” Denmişti. Şimdi
Fransa’da aynı ciddiyeti koruyor. Brötanya da resmi dil Fransızcadır.
Bunu değiştirmeye Fransız Devletinin niyeti yoktur. Fransa AB
üyesidir. Bu durum Fransa’nın kurucu üye olması için bile sorun
olmamıştır.
- Avrupa Devletleri ve birliği bizim Avrupa sevdamızı
kullanıyor. Kıbrıs yeterince bu niyetleri ortaya koymuştur. Şimdi
Yunanistan’la aramızdaki bütün sorunları bitirmek isteniyor. Bu
sorunlarımızın bir kısmı Yunanistan’la aramızda savaş sebebi olarak
belirlenmişti. Biz;bu sorunların hep böyle kalınmasını istiyor
değiliz. Ancak;bu sorunlar adalet içinde ve gelecekte bize felaket
getirmemek şartıyla bitirilmesini istiyoruz. Avrupa içine gireceğiz
diye hayati çıkarlar gösteren sorunlarımızı halletmeye isteklide
değiliz. Avrupa içerisine girsek bile bu sorunların bir kısmı
hayatiyetliğini kaybetmez. Bir müzakere tarihi koparacağız diyerek
bunları görmezliğimizin bir anlamı yoktur.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
68 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- AKIL İÇİNE GİRDİK
- Başlıktan rahatça anlaşılıyor ki,
üniversite isteme yolunda, ilk defa akıl içine girdik. Cumhurbaşkanın
tespitine göre, 72 üniversite ülkenin üzerine yağmur gibi yağarken,
işe yaramamış politikalar, bundan sonra üniversiteler YÖK iradesine
ve kararına bırakılmışken, işe yarayacağı düşünülebilir mi?
- YÖK Çorum'u ve özelliklerini tanır
mı? Sayın Başbakan Mesut Yılmaz Çorum'un Milletvekili olmaz; bizi
temsil etmeyi istemiş olsa bile, zaten o balonda sönmüştür. Artık bu
dünyada kaptan, gemisini kurtarana deniyor. Türkiye'de ahlâk anlayışı
bu yoldadır.
- Çorum ve Çorumlu; sayın Prof. Ahmet
Samsunlu'ya teşekkür etmelidir; Çorum'da hiç bir kurumun ve şahsın
aklına getirmediği, getiremediği, ilim adamlarımızın 75.Yıl
kutlamaları içinde, doğdukları yerde toplanma1arını ortaya cesaretle
atmıştır.
- Çorum ve Çorumlu; Sayın Prof. Dr.
Turan Ilgaz'da çok müteşekkir kalmalıdır. İlim adamlarımızın
toplanabilmesini, ismen takip ederek, güzel bir oluşumun ortaya
çıkmasını meydana getirmiştir.
- Çorum ve Çorumlu; Hayat Şırınga
Müdürü Sayın Yaşar Demirtekin'e de teşekkür borçludur. İlim
adamlarımızın toplantısını ilk baştan itibaren önemsemiş ve gereken
Sponsorluğu Hayat Şırınga tarafından temin edileceği vatında
bulunmuştur .
- Çorum ve Çorumlu; Çorum doğumlu ilim
adamlarımıza minnet hislerini sunmalıdır ; ilim adamlarımız,
Türkiye'de adet olmayan bir işi, doğdukları şehirde meydana
getirmişlerdir. İlim adamlarımız, ilmi görüşlerini açıklamışlar; Çorum
için çalışmaktan mutluluk duyacaklarını beyan etmişlerdir.
İçlerinden bir kısmı; verilecek görevi kabul edebileceklerini de
açıkça beyan etmişlerdir. Hepsi;Çorum için çalışmayı, görev
sayacaklarını da bilgimize iletmişlerdir.
- Biz Çorumlular; kendimize de teşekkür
etmeyi ihmal etmiş olmamalıyız; çok dalgalanmış bir zaman aşımından
sonra, aklımızı kullanmayı benimsemiş ve doğru yola girebilmişiz. Akıl
kullanmayı adet edinmek, gelişmişliğin ve medeniyet anlayışının bir
vasfıdır. İşin bu noktada bırakılması düşünülemez. Bu akıl içi
varlık devam ettirilmeli ve bilgi alt yapı birikimine gidilmelidir.
Bunların olmasın işe şeytan karışır, demek ,akıl dışına çıkılmak
demektir. Bizim memleketimizde, Devlet desteği veya gözetimi olmadan
hiç bir iş yürürlükte kalamıyor ve başarı şansıda olmuyor. Şahsi
servet birikimi bile, bu fikrîlimizin işinde bulunuyor. Devletle
ilişki kurmadan, kimler zengin olabilmiştir bu memlekette? İlim
adamalarımızın çalışmalarında, eğer kurulabilirse, üniversitemizde,
Devletle el ele olacaktır. Bunu nasıl temin edebiliriz?
- Burada, ÇEKVA ile iş birliği
yapılarak, Valimizin eminde bir sekreter ya oluşturulmalıdır. Bu
büro, iki akıllı eleman ile bir odacıdan oluşabilir. İstanbul'da da,
10 kişilik ilmi bir komite kurulabilir .İlim adamlarımızın çalışmaları
ve düşünceleri bu sekreter ya da biriktirilir. Bu vesikalar iki nüsha
olarak tanzim edilip, biri ilim adamının adını taşıyan dosyada, diğeri
de, konu Dosyasında biriktirilir. Valinin Başkan olması, soruna
resmiyet kazandırır. Üniversite işi ile meşgul olmak isteyen
insanlar ve kurumlar, yeteri kadar bilgiyi, vilayetteki bürodan,
Valinin bilgisi içinde isteyebilirler. Üniversite kurulması büyük bir
iştir.YÖK karar altına almadan da, Millet Meclisine sorun gelemez;
gelse bile, eskiden olduğu gibi, sulandırılır ve Çıkmaz sokağa
girilir. Demokratik Kitle örgütlerimiz destekleyici durumda
kalırlarsa; faydalı katkılar yapmış olurlar. Çok sesliliği bir defada,
akıl içinde, bir organizasyonla ortaya koymaya çalışalım. Biraz Vali
sözü,biraz da aklını kullanarak yükselmiş ilim adamı sözü
dinlemede,faydalar olduğunu söylemek istiyorum.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
69 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- AKIL KULLANILMAYINCA
- Her şeyde;rehberin akıl olması gerekir. Elimizde tek
imkanımız var. Yaratan büyük bir nimet olarak aklımızı bize ihsan
etmiştir. Aklımız beynimizin içinde bulunuyor. Hayvanların her
cinsinde beyin mevcutta,akıl mevcut diyemiyoruz. Eğer bu akıl,yaratan
tarafından konmuşsa,yaratanımıza çok şey borçluyuz. Eğer akıl beyin
içinde zamanımıza gelmişse, geleceğin insanlarının çekeceği var
demektir. Bu yaratıkların hepsinin beyni içinde akıl
gelişirse,insanların bazı cins hayvanların emri,hakimiyeti altına
gireceği düşünülemez mi ? Bunları çözme yoluna girmiş biyoloji
ilimlerinden bir şeyi henüz tanımıyoruz.
- Şu ermeni tehcir sorunundan dolayı,şimdi herkes bizi
sıkıştırıyor durumda. Aklına esen,sabah erken kalkan,meclisinde sözde
Ermeni soykırımı hakkında bir kınama kanunu çıkartıp karşımıza
dikiliyor. Özür dile ve neticelerine katlan! Türkiye’nin yerini harita
üzerinde tanımaktan aciz insanların memleketleri bile bunu yapıyor. AB
parlamentosu son kozu oynadı. Eğer Türkiye içine girerse,çıkartılan
sözde soykırım yasasını otomatik olarak tanımış olacak. Ardından tam
85 sene geçmiş ve bu olayları bilen insanların hepsi ölmüş. Elde
inanılır bir vesika yok. Sorgulama yeniden devam ediyor.
- Bu olay,tehcir olayı,herkesin gözü önünde,Amerikan
Kızıl Haçı nezaretinde ülkenin bir yerinden bir başka yerine bu
insanların nakli olayıdır. Bunlar devlete isyan etmişler,orduyu
arkasından tehdit etmişler ve silahsız yerli Müslüman Türk
Halkı,organize ve silahlı olarak katliam tatbik etmişlerdir.. bu
söylediklerimize itiraz edenlere,bu olayın bin senelik hayatında niçin
olmamış olduğu sorulmalıdır.
- Ermenistan küçük bir devlet. Rusların ve İngilizlerin
bir uydu devleti bile denilebilir. Fakirlik dolayısıyla,şimdiki
Ermenistan bir milyon Ermeni göç etmiştir. Türkiye’de bile gizli göç
olduğu söyleniyor. Ermeniler yaşam mücadelesi veriyorlar. Halbuki bu
Ermeniler,birlikte yaşadığımız bin yıllık hayatta,hem Türkiye’nin hem
de Dünya’nın en zengin insanları olarak yaşadılar. Hiçbir şikayetleri
olmadı. Saraya kadın vermede,Türklerden ileride oldular. Şeytana
uymasalar müşterek vatan içinde yaşayıp gider olacaktık. Sonra onların
hak sanatları ve hem de politika hayatları vardı. Devletin hariciye
teşkilatı onların elinde bulunuyordu.
- Bu Ermeni sorunu işgal esnasında İstanbul’da kurulan
mahkeme delil yetersizliğinden reddedilmiştir. Sonra Malta’da bir
mahkeme kurulmuş yine delil yetersizliğinden ret edilmiştir. Ayrıca bu
sorun ne Sevr ve nede Lozan esnasında müzakere gerekli görülmemiştir.
O zamanların hepsinde Türkiye kimseyi tehdit edecek durumda değildir.
Türkiye 1950 den sonra demokratik hayatın içine girince,Ermeni sorunu
tekrar hayatiyet kazanmış ve Türkiye sorgulanır duruma getirilmiştir.
Bu sorgulama dönemleri tekrarlayan kronik bir durum almıştır.
- 38 hariciye mensubumuz,Ermeni militanlarınca ve
pervasız şekilde katledilmiştir. Bu katil olayı ülkelerde,tıpkı Talat
Paşa mahkemesinde olduğu gibi üstünkörü mahkemeler yapılmış ve bu
olayları suç saymayanlar bile olmuştur. Bir suç,bir başka suçla
karşılanmayacağına göre,sözde soykırım olayı olmuş olsa bile ne Talat
Paşanın ve ne de hariciye mensuplarımızın katledilmeleri hukuk dışı
düşüncelerle bertaraf edilmez. Suç şahsidir.
- Niçin bu Ermeni katilleri susmuştur? Üç beş serden
geçti,onların metotlarıyla onların karşısına çıktığı için mi pabucun
pahalı olduğu anlaşılmıştır. Şirretlik başka türlü nasıl önlenecektir
?
- Ermeni şımarıklığı Azerbaycan’da kendisini
göstermiştir. Bir milyon Azeri göç ettirilmiş,ülkenin beşte biri işgal
edilmiştir. Hem Türkiye ve hem de Azerbaycan Ermenilerle anlaşma
yolları arıyorlar. Kıbrıs’ta zaten uyuşma yolu aramaya çalışıyoruz.
Böyle anlaşma yolu arama yolu bulunur mu ? Ermenilere göre bu arayış
100 sene sürebilir. Ermenistan’da bu sorun başıma bela oldu diyecek
bir cumhurbaşkanı çıkmaz. Azerbaycan’ın topraklarının bir kısmı
resmen Ermeni topraklarına katılmıştır. Topraktan istifadeyi
Ermeniler yapıyorlar. Göçebe hayatını Azeriler yaşıyorlar. Bizde
Ermenilerden anlayış bekliyoruz. Ahmaklığın sınırı yok ki ?
- Ben diyorum ki;bizim devlet,devlet adamlarından hep
yoksun,yoksun olduğu zaman sorgulanıyoruz. Cumhuriyet döneminin en çok
sorgulandığı zamanında şimdi içinde bulunduğuz zamandır. Devletin
kudretli olması bir şey değiştirmiyor. O kudreti gerek barışta ve
gerekse savaşta ehliyetle kullanacak devlet adamlarına da ihtiyac
bulunuyor. Bu yazdıklarımız her devlet için geçerlidir.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
70 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- BORÇ KREDİLERİ
- Bu yazıları okuyanlarımızın yanlış bir düşünce içinde
sürüklenmelerini istemem. Ben tıp tahsili yaparken,bize özel olarak
ekonomi dersi de vermediler. Özel ekonomi dersleri ABD’de varmış. Her
meslekten insanlar buraya yazılıp kendilerine yetecek kadar ekonomi
bilgisi edinirmiş. Bizden ABD’de ekonomi tahsili yapanların ekserisi
de böyle imiş. Yoksa ABD’de yarım yamalak bir İngilizce ile en zor
tahsil olan ekonomi fakültesini bitirip de memlekete dönenler
düşünülmemelidir. Bunlar olsa bile çok az sayıda olacaktır ve beklide
Amerika’dan geri gelmek istemeyeceklerdir. Bu insanlara orada ihtiyaç
olduğu bilinmelidir. Ben bu yazdıklarımı kitaplardan okudum. Sonrada
üzerinde düşünce bana ilgi çekici olarak gözüküyorlar. Bu bilgileri
sizlerle paylaşmak istiyorum. Maksadım bundan ibarettir.
- Bu yazdıklarımı da Amerika’nın eski Başkanı Bill
Clinton’nun kitabında okudum. Clinton kendiside benim gibi ekonomi
tahsili yapanlardan değil. Oda bunları başka mütehassıslardan
öğrenmiş. Bu öğrendiklerinin tatbik emrini de vermiş. Bunların
faydalarını da bizzat tespit etmiş. Clinton için doğru olanların,bizim
için yanlış olacağı niçin düşünülsün ?
- Clinton’dan önce Başkanları Reagan ve Baba Bush
zamanında Amerikan Devletinin bütçe açıkları rakamlara sığar cinsten
değiller. Reagan zamanında bütçe açığı tam 990 milyar dolar. Bush
Başkan olunca bu açık ok gibi fırlayıp üç katına çıkıyor. Bu ne
demektir ? Tam üç buçuk kat borçla kapatılıyor.
- Bu bütçe açıkları borçla kapatılmadığına göre her yıl
bütçe açığı borçları için ödenen faiz tutarı,milli savunma ve sosyal
yardım kuruluşlarına ayrılan paradan sonra olmak üzere üçüncü bütçe
rakamlarını teşkil ediyor. Amerika böyle bir yol tutturmuş gidiyor.
Görünüşte o kadar kötü değil. Büyüme hızı Reagan zamanında 2.5,Baba
Bush zamanında 3.5 olarak belirleniyor. Ayrıca insanlarda yaşantısında
pek şikayet edenlere rastlanmıyor. Herkes biraz mutlu gibide
gözüküyor.
- Bu ekonomik hareketliliği temin eden bol kredilerin
bulunuşu,otomobil,ev satın alma,çeşitli tüketim kredileri insanların
iştahını açınca para dolaşımı artıyor. Bilhassa özel teşebbüse açılan
bu krediler iş hayatının açıldığı intibaını bile veriyor. Bir cins
zenginlik görüntüsü de alınıyor. Bunların olabilmesi için milli
gelirde artmış olması gerekiyor. Vergi artırımına gidilmediğine göre
bu mali zenginlik dolayılı yollardan edinilen vergi birikiminden
oluyor. Başka,bizim alıştığımız tabirlere göre dolayılı vergilere
başvuruyor. Bu dolayılı vergiyi verenlerde zenginler değil,orta ve
fakir sınıf ödüyor. Ekmek ve su parasını hangi sınıf çok
kullanıyorsa,o sınıf daha fazla vergi ödeyecektir. Vergiyi daha çok
ödeyen sınıfta daha çok fakirleşecektir. Daha fazla fakirleşen sınıf
insanlarının isi hem kendilerinin ve hem de çocuklarının geleceği
kararmış,karartılmış olacaktır. İşte bunların etkilerinin görünür
duruma gelmesi Clinton’nun Başkanlık seçimleri sırasında ortaya
çıkmıştır. Clinton’un aldığı tedbirler ise eski başkanların aldıkları
tedbirlerin tam aksidirler. Bütçe açığı azaltılacak ve bunun için
gereken tedbirler alınacaktır. Masraflar kısılacaktır. Masraflar
kısılırken eğitim ve sağlık gibi ana hizmetlere kredi eksikliği
hissettirilmeyecektir. Tüketim kredileri azaltılacaktır. Bunun ortaya
getireceği özel kesim hareketi yavaşlatılması,faiz tasarrufun
kalkınmaya aktarılmasıyla telafisi temin edilecektir. Bu cins kalkınma
kımıldanması geçici değil kalıcı olacaktır. Bill Clinton bu yolla işin
içinden çıkmayı başarmıştır da. Kendisinden öncekilerin yaptıklarına
Keiynes isimli ekonomi ustasının fikirleri öncülük etmiş bulunuyor.
- Bu keiynes ismi bizde ilk önce Ecevit tarafından
kullanıldı. Ecevit ismi kullandığında izahat vermekten çekindi.
Clinton bu işi hukuk tahsili yapmış olmasına rağmen biliyor. Keiynes
fikirlerinin getirdiği tehlikeleri ölçülebilecek kadar olgunluğa sahip
bulunuyor.
- Aslında bu Keiynes fikirleri isimden bahsedilmeyen
Rahmetli Turgut Özal tarafından kullanılmadı. O zaman Çorum’da az
nispette olanları iyi hatırlıyorum. Herkes para içinde yüzüyordu.
Mesleği olsun,olmasın teşebbüslere giriştiler. Bunların çoğu battı ama
asıl mesleği olanların da gelişmesine engel oldular. Herkes istediği
tüketim teşvik kredisini bulabiliyorlardı. Bunlara paralel olarak da
bütçe açıkları artmaya devam etti. Bütçe açıklarının kapatılması da
tıpkı Amerika’da olduğu gibi hep borçla kapatılıyordu. Bu keiynes
fikirlerinden Türkiye geçmiş değildir. Hem bütçe açıkları ve hem de
dış ticaret açıkları düşüncesiz şekilde devam ediyor. Bizim tıpkı
Amerika’da olduğu gibi ödemek zorunda olduğumuz faiz miktarı nerede
ise devletin gelirlerini yutacak seviyeye gelmiştir. Borç ve bütçe
açıklarının giderek artmasına dikkat edenlerde yok. Devlet
yönetenlerin başka imkanlarının veya alternatiflerinin de olmadığı
anlaşılıyor.
- Bu iş nerede bitecek ? Bizim ABD gibi büyük varlığımız
da yok. Kimsede borcundan vazgeçecek değil. Siyasi baskılarda tıpkı
borç baskıları gibi artmaya devam ettiği gibi görünüyor. Bizde
bunlardan,bu açıklardan ve faizlerden ülkeyi kurtarmak için ortaya
soyunmak isteyen de yok.
- ABD’de dolar düşüyor. Amerikan borcunu ödemek için
bunun bir hareket tarzı olduğunu düşünülebilir mi ? Bizde bunları da
her yıl geriye gittiğidir. Bu ülkede bende yalnız değilim. Bekliyoruz
!
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
71 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- HAVALARDA VAR BİR ŞEY
- Hava sözcüğü; ileri gidilirse başka anlamlar da
verilebilir. Biz dilci olmadığımıza göre,ikide bir sözcüklerin
anlamına takılarak bizi okuyanların akıl ve fikirlerini kurcalamaya
kalkmamalıyız. Burada;hava dedim mi,şu kokladığımız hava,atmosfer ve
onun değişiklikleri anlaşılacaktır. Mecazi anlam aslında
gereksinimdir. Sözcüğü ne anlamda kullandığınız ise,o anlamda
kalmalıdır.
- Türkiye’de görüyoruz ve Dünya ülkelerinde olanları da
TV ekranlarında seyrediyoruz ki,iklimde izah edilmez değişiklikler
var. Kutuplarda buzullar eriyor. Büyük buz dağları,sıcak iklimlere
doğru hareket eder durumda. Bir çok ülke yine izah edilmez şekilde kar
altında, Türkiye’de bunlar arasında bulunuyor.Eskiden göz nuru döküp
öğrendiği Amazon ormanları yanmış,büyük kısmı ortadan kalmış. Dünya
ozon tabakası delinmiş. Cenup Asya’da deprem eski ölçüleri aşmış ve
denizleri Tsunami adı altında dalgalaştırıp adaları ve sahilleri
merhametsizce çarpmış. Daha pek çok şey varda,ben şu yazıyı yazmaya
başladığım anda,ancak alıma bunlar gelebildi. Bunlarda az şeyler
değil. küçükken bunlar yoktu,Pek yaşlı sayılmam ama,bu değişiklikleri
aklıma getirince,yaşım bile beni bazen korkutuyor
- Neler oluyor? İnsanların çok büyük !ir kısmına göre,Allah’ın
dedikleri ve istedikleri oluyor insanlar buna kalben
inanıyorlar.Halbuki bu insanların hemen hepsi,Allah’ın bu Dünyayı altı
günde yarattığını,sonrada arka üzeri yatarak hem dinlendiğini ve hem
de seyrettiğini söylerler.
- Bir kısım insan,sayıları birincilerden çok azda olsalar,oluşumun
devam ettiğini düşünüyor ve söylüyorlar. Oluşumun devam etmesi
demek,bir anlamda,yaratılışın devam etmesi demektir, Demek ki
oluşum,başka anlamda yaratılış daha tamamlanmış,bitmiş değildir.
- Aslında bu insanların hepsi doğru
söylüyorlar ve aynı şeyi söylüyorlar da, niyetleri değişik. Aziz Nesin
ölmemiş olsa,bu iki cins insanı kavgaya bile sokabilirdi.
İnsanlar,birbirlerini dinleyip anlamadıkları için kavga ederler
İnsanların birbirlerini dinleyip anlamaya çalışmaları için,yetişme
tarzlarının aynı,bilgi birikimlerinin aynı esas üzerinde olması
gerekir, Bu ise imkansız ve hiç bir zamanda o imkan bulunmayacak.
- Köydeki kardeşimle konuşuyorum
telefonda. Havanın çok soğuk olduğunu söyledim. “Ağabey bırak ta
olsun. Toprak susuzluktan yarık yarık oldu” dedi. Yağdı da ben mi
önledim ? Soğuk olmak ayrı şey yağmamak ayrı şey. Satılmış’la bunları
tartışacak değiliz. Yağmıyor işte. Türkiye’nin her yerine
yağıyor,Çorum’da yağmur ve kar yok. Benim çocukluğumda 30 değil 60
santim kar görürdük. Saçaklarda bir metre sarkar durumda olurdu.
Bunların hiç birisi yok. Bunların Amazon nehri.Amazon
ormanları,buzulların erimesiyle de ilgisi yok. Orta Anadolu genel
olarak yağışsız geçer ama,bu senelerde olduğu gibi hiç görmedik. Artık
Ruslar Atom bombası denemeleri falanda yapmıyorlar. İran,daha deneyim
yapmadı. O zaman,bizim Çorum’da yağışın 80 sene içinde,bu kadar
azılmasının sebebi nedir ? Cumhuriyetin bir uğursuzluğunu düşünmek
için,cidden hayasız olmak gerekir topraklara Cumhuriyet hep hayırlar
getirmiştir.
- Burada ne felsefe yapmaya ve ne alimli
taslamaya gerek var. Ben tıp öğrencisi iken, bir iki defa sömestri
tatilinde köye geldim. Hacılar Hanından kamyona binilir, oraya harhar
üst kısmında olan bir yoldan atla giderdik. Bu kısımların hepsi
ormanlıktı. Şimdi ormanlar sökülmüş ve yerine ekilecek tarlalar
çıkarılmış . Yağmur toprak götürdüğü için,mahsul alınır toprakta
kalmamış. Erozyon olmuş demek istiyorum. Buğday olmuyor,yağmur
yağmıyor ve Çorum çölleşme yolunda oldukça yol almış gözüküyor
- Daha1önce de,bir Alman ilim
adamı,yetmiş sene içi de Orta Anadolu’nun çölleşeceğini söylemişti. Bu
yetmiş senenin yarısı geçmiştir. Bu Alman alimin sözünü dinlemeyen
yöneticiler de,astım hastalığı getiriyor diye kayak ağaçlarını idare
kurulu kararları gereği kestiriyorlar. Tıp kitaplarında böyle bir
bilgi yok. Aslında her ağaç poleni astım tahriki yapar. Polen astıma
iyi gelmediği için,bütün ağaçları kesmek imkanı olur mu? Kavağın
elmadan farklı bir yanı yok olsa,bunu alimler yazar ve kitap okuyan
hekimlerde bilir.
- Bunları ziraat mühendislerinden deği1 tıp doktorlarından sormak
gerekir. İdare heyetinde doktor üye de var. O zaman ne yapacağız ? bir
de şu ülkede yetki kısıtlılığından bahsediliyor.
- Size bu yazdıklarım hem akıl içinde ve hem de ilim içinde.
dinleyeceğinizi sanmam. Ne için yazıyorum? Rahatlamak için. Bu Orta
Anadolu’nun ekilmeyen bütün boş yerleri ağaçlandırmadan ne yağmur
yağar ve nede şiddetli soğuk iklim durur. Ozon tabakası delinmesiyle
de ilgisi yoktur.
-
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
72 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- FETHİYE’DE LAZ HAKİM
- Fethiye’yi ve orada yaşamış yaşlıca hakimi, hakimin
Karadenizli olduğunu bilmeyenler; benim yazacaklarımı kafadan
yarattığımı ve hikayeciliğe başladığımı sanırlar.
- Herkes mesleğinde başarı için gayret
sarf ederlerse isabetli olur ve başarı şansıda bulur. Hikaye yazmak
edebiyat işidir. Bu kadar yaşı hekimliğe sarf edipte şimdi hikayeci
olmaya kalkışılmaz. Yazacaklarım doğru ve yaşanmış olaylardır. Hakim
de doğrudur, hakimin anlattıkları da doğrudur. Eğer hakimin
anlattıklarını kendisi bir araya getirmişse işte o hikayecilik
olabilir. Hakimin edebiyata olan aşinalığını bilmiyorum.
- Karadenizli olan ve “Laz” lakabı ile anılan hakimin
adını unuttum. Bunları bir hata olarak kabul ederim. Olay sizleri
ilgilendireceğini düşünerek sizlere nakletmek istiyorum. Zaten kimse
Fethiye’de hakimi adı ile anmazdı. Hakim lakabı ile meşhur olmuştu.
- Hakim; orta boylu, kelli felli, beyaz saçlı, çabuk
yürümeyi seven bir zat idi. Altmış yaşlarında vardı. Herkes gibi
evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş, bunları yetiştirmiş, ev bark
sahibi etmiş, kendisinin eşiyle yalnız kalıp da tam huzura kavuşacağı,
kendi kazancını kendisi için sarf edeceği zaman gelince, karısı ölmüş.
İnancımıza göre Allah’tan gelene karşı gelinmez. Hakim de boynu bükük
oturmuş. Ölüm sahası kendisinin karar vereceği saha değil. Kendisi
zaten hukuk hakimi idi.
- Hakimin aklına, tanıdıkları; belki de kendi çocukları
yeniden evlenmesi fikrini sokmuşlar. Yarı acılarını, yarı da
isteklerin etkisinde kalan haki, yeniden evlenmeye karar vermiş.
Evlenmişte. Bir insan ve hele yaşını başını almış bir hakimin
evlenirken bunları göz önünde bulundurmaz mı? Bizim Laz hakim sanki
ilk defa evleniyormuş gibi hareket etmiş. Kendisine göre çok genç,
boylu, poslu, herkesin güzel vasfını esirgemeyeceği bir kadınla
evlenmiş. Evlenmişler ve acılarını unutarak mutlu da olmuşlar ki iki
çocuk daha yapmışlar. Çocuklar sık sık hastalanırlar ve doktorları da
benim. Fethiye’de o zaman çocuk mütehassısı yoktu. Ben oldukça işe
yaradığımı hatırlarım.
- Hakim Yaşını, başını almış bir insandı. Bana öyle
geliyor ki; dairede işini bitiren hakim,doğruca evine geliyordu. Eşini
ve çocuklarını görüyor ve beklide ufak tefek mutfak işlerine de
yardımcı olmak istiyordu. Hakimin şehir kulübünde pek görmezdik. Bazen
tek başına kordonda veya Fethiye’nin tek caddesinde gezdiği
görülürdü.
- Genç eşi de elbette gençliğinin gereği,kabul günlerine
gitmek için kocasının eve gelişini dört gözle beklerdi. Yazlığım bu
nakli mazi fiilin şeklini, şuhudi mazi olarak düşünmelisiniz. Beni
bunları ev içinde bilmiş ve görmüş olmam mümkün değil. Çocuklar hasta
oldukça eve çağrılırdım veya hasta muayenehaneme getirilirdi. Benim
kadeh arkadaşım değildi. Anlattık ya;hakim kimse ile içli,dışlı
değildi. Ben;hakimin en çok gördüğü insanlardan birisi idim. Hasta
olmadığı zaman da muayenehanemde çay içilir, ufak tefek çekiştirmeler
de yapardık. Hasiyet ölçülerini ikimizde bilirdik.
- İşte bu muhterem hakim, bir akşamüzeri iki çocuğunu da
hasta olarak muayenehaneme getirdi. İfadesine göre eşi, kabul gününe
gitmiş ve o çıktıktan sonra iki çocuğun da aynı anda denilebilecek
şekilde ateşi çıkmıştı. Altmışın üstünde yaşı olan bir insanın hem de
günün yorgunluğunun üstünde olarak iki adet çocuğu kollarında
taşımının ne olduğunu yaşamış olanlara bunları anlatmak zordur. Onun
için,işin bu kısmını kısa keserek asıl soruna gelmek istiyorum. Bana
geldiğinde; bu aklı selimi olan hakim, kendi kendisine küfrediyordu.
Küfürlerini buraya yazmaya kalksam,benim aklımdan şüphe etmeye
kalkarsınız. Kendi hakkımda şüphe uyandırma istemem. Şu kadarına
işaret edeyim ki; hakim bir Laz’ın yapabileceği bütün küfür cinslerini
bizzat kendisinden esirgemiyordu. Kan ter içinde kalmıştım. Kendisiyle
meşgul olacağıma hekimliğin gerekenini yaptım, çocuklara iyi bir
muayene tatbik ettim. Kitapta okuduklarımın hiç birisini ihmal
etmedim. Çocuklar anjin olmuşlardı. İkisinin de ilk tedavilerini
yaptım. O zaman pencilin’i çok kullanıyorduk. Şimdi de inançlarım
değişmedi.
- Çocuklar rahatlayıp muayene masasının üzerinde
uyudular. Hakimde sinir buhranlarından kurtuldu. O zaman; benim sormuş
olmama rağmen kendisine yaptığı küfre, küfürlü cevap teşkil edecek bir
hikaye anlattı. Hikayenin aslı şu:
- “Üç Türk ölmüşler. Üçü de gerekli olabilecek evrakı
müsbiteyi üzerlerine alarak Ahrette Canab-ı Hakkın karşına gelmişler.
Allah’ımız gereken soruları bu Türk ve Müslüman olanlara sormuş.
- Birincisi: Yaşını, dünyada bıraktıklarını söyledikten
sonra evlendiğini, iki çocuk yetiştirdiğini, karısı ölünce bir daha
evlenmediğini, Tanrıya ifade etmiş. Cenab-ı Hak da Cennete
götürülmesini ve Hz. Peygamberimize komşu edilmesini söylemişler.
- İkincisi de; soranlara cevap vermiş ve evlenme imkanı
bulamadığını açıklamış. Tanrı fazla ilgilenmeyerek, cehenneme
götürülmesini emretmiş. Burası demokratların tabiri ile ‘Mahkeme-i
Kübra’ dır. Dünyada olduğu gibi yalancı şahit de peydahlanmaz. Tanrı
her şeyi bilir. Adam da itaat ederek Cehenneme yollanmış.
- Sıra üçüncüye gelince; adam gurur içinde birinci
evliliğinden iki çocuk büyüttüğünü, karısı ölünce ikinci defa
evlendiğini ve iki çocuğu da ondan olduğunu söyleyince: Allah’ımız bu
kulu Cehennemin ikinci katına götürün emrini vermiş.
- Tanrı emrine karşı gelinmez. Yalancı şahidi el verse
bile kullanamaz. Emre itaat edip giderken birden geri dönüp, ötekilere
olanları tekrar ettikten sonra bu Tanrı kararının sebebini öğrenmek
istediğini söylemiş. Cenab-ı Hak da azarlayacağına kuluna kırmadan
izah etmeyi tercih ediyor:
- Birinci kulum evliliğe ve çocuk yetiştirmeyi biliyor.
Dünyada çektiği belli. Tanrı kullarına ikinci cezayı reva görmez. Onun
için onu Cennete yolladım diyor. İkinci kulumun evlenmediğini ve hiç
eza çekmediğini,çekmenin ne demek olduğunu öğrenmesi için Cehennem
cezasına çarptırdım. Üçüncü kulum ise;birinci defa denediği halde
ikinci defa evlenip yine çocuk yapma yoluna gitmiş. Bu kulumun dünyada
ıslah olmadığını ve bu sebeple Cehennemin ikinci katına koyduğunu
açık seçik ifade ediyor.”
- Elbette ki Müslüman ölülerde cezalarını çekiyor.
- Hakim sükunet bulunca, bu hikayeyi anlattı ve
kendisinin ikinci evlenmem düşüncesine benzeyip benzemediğini sordu.
Doğru düşündüğünü söyleyecek halim yok ya.
- Aslında hakim yaşama bağlı bir insandı. Evliliğinde
ikinci evliliğinde çocuklarının dahili olmuş olmasıydı. Eşenden,
çocuklarından ve ev yaşantısından da mutlu görünümü vardı. Ancak; bir
sıkıntı anında nasıl konuşulacağını iyi bilen bir şahsiyete sahipti.
Bütün bunları evliliğinden ve eşinden şikayet etmek için söylemiş
değildi. Bunun bir espri olarak alınacağını da idrak edecek durumu
vardı. Her konuştuğu insana göre konuşmasını değiştirme ve ayarlama
kültürüne de sahipti.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
73 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
- YETER BE !
- Bu AB giriş sorunu asaplarımızı bozdu. Benim rüyama
bile girdiği geceler oluyor. Demek ki;bir noktada Vietnam Sendromu
anlayışı içinde,ABD bile haklı çıkıyor. Zavallı Amerikan askerlerinden
bu sendroma müptela olanların neler çektiği düşünülmeyi değer ve
insani duygulardır. Amerikalı her noktada sivri ve haksız olmaz ya (!)
- Önceki yazımızda Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları
konseyinin,şartlı müzakere tarihi vereceğine işaret etmiştik. Bizde
evliyalık filan yok. Görünen köy kılavuz istemez de onun için böyle
serbest konuşuyoruz. Ve demiştik ki:”İşi oluruna
bırakalım;müzakerelere devam edilsin. 15 sene sonra nesiller de
girişecektir. Ak Parti de asla iktidarda olmayacaktır. 15 sene Türkiye
için pek çok iktidarlara vesile olacaktır. Ümidimiz ve temennimiz
gideceklerin akıl ve fikir içinde ve demokratik şartlarda gitmiş
olmalarıdır. CHP hep kalıcı olmayacaktır. Yeni Kenan’lar gelmeyeceğine
göre,onu kapatacak da bulunmayacaktır. Bunun böyle olması gereklilik
gereğidir. Gereklilik demek,çağdaşlık demektir. Ortaçağ kafasıyla
çağdaşlık olmaz,devamlılık ta olmaz.
- Biz Türkler;AB hayallerinin bize getireceği avantajlar
hayalinden biraz uzaklaşıp hayata normal gözlerimizle bakmamız
gerekiyor. Hayallerimizin pek çoğu,herkes gibi normal şart ve zaman
içinde AB’ye girmiş olsak bile olmayacaktır. Onların fert başına düşen
yıllık geliri ile bizimkisi arasında beş ila on misli fark vardır. Bu
farkı kaldırmak için bütün Avrupalıların sırf insani maksatlar içinde
bize kese açıp hizmet bekleyecekleri hayali olmaz ve bunu düşünmek
ayıptır da. Herkes;refaha kendi gayretleriyle ve memleketinin
imkanlarını kullanarak erecektir. Ayrıca;memleketin imkanını aklıyla
kullanacaktır. Sen aklını rafta bırakıp,hislerine ve inancalarınla
yola çıkarsan,hayallerin hiçbir zaman hakikat olmayacaktır.
Avrupalılar mutluluklarına benim yukarıda yazdığım düşünceleri takip
ederek gelmişlerdir. Buna hayır diyen olabilir mi ? İnsan olunca,o
zaman elinde tek imkan akıldır. İzan bile akıldan sonra gelir. Başka
bir imkanı yok ki ! Bunu da kafatasına ben değil,seni,hepimizi yaratan
koydu. İşte bunun için akıl kullanmak farzdır diyen ben,sağlam zemine
basıyorum.
- Söylediğime inanılmasını istiyorum. AB sorunu,AB
sendromu olmuştur. Hayatımızın safhasında da bizi karmaşaya
sürüklemiştir. 15 sene sonra bizim nüfusumuzun dörtte biri hayatını
terk etmiş olacak. Hele yaşlıların bu yazdığımda dikkate alarak
kendilerini yıpratmaktan uzak durmalıdırlar. Sorunlarımızın her biri A
Birliğinin sorunundan ayrı olarak ele alınıp,hal çareleri aranmalıdır.
Bu sorunlarımızın hiç birinin AB sorununa bağlanması istenmektedir.
Sorunlar yerinde durmazlar ya ? Bunlar halledilecekler ve zamanı
gelince AB sorunu iyi veya kötü bir noktaya getirilecektir. İlla
içinde olacağımız zehabından ve ayıbından kendimizi kurtarmak
gerekiyor. Daha önce de demiştik ki :”Biz bu Vatan üstünde,bin seneden
beri Avrupa’ya ve Avrupalıya rağmen varlık gösterip geliyoruz”
Zaten;dayanaksız yaşama vasfını kaybedersek bunu bulacağımız bir çare
yoktur.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
74 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ARAFATSIZ DÜNYA
- Arafat; Dünya için yaratılmış altı
milyar insandan biri. Bu altı milyar insan Arafat’ın ismini, kimliğini
ve ne yaptığını tanıyor. Hangimiz AB devletlerinin herhangi birisinin
başkanının isimi biliyoruz? Arafat; küçümsenecek bir şahsiyet
değildir. Tarihteki yerini de almıştır.
- Arafat Filistinli ama Kahire’de doğmuş
ve orada yetişmiş. Hayatının bir kısmında Mısır’da mesleğini
kullanımına ayrılmış. Demek ki; oraya ailesi göçmen olarak gitmiş.
İnsan göçmen bile gitse, asıl memleketini unutmaz. Arafat bunlardan
biri!
- Arafat terörist mi? İşine gelmeyenler
için öyle. Akıl ve vicdanıyla düşünenler içinse vatansever ve
idealist. Bu son sıfat ağır basmıştır. Keyfi koyduğumuz isimlerin
tutacağını temin edemezsiniz, edememişsinizdir.
- Elli yıl mücadele öyle hafife alınacak
ve iğneleyici tebessümle karşılanacak bir şey değil. Siperde başladığı
işi Devlet Başkanlığında noktalanmıştır. Bir milletin doğuşunu
tamamlamamış olsa bile Dünyaya tanıtmıştır. Bir hükümet kurmuştur.
Dünya liderleri her taraftan kendisine saygı ile karşılamıştır. Devlet
son safhasına gelmiş olsa bile geri dönülemeyecek bir noktaya
getirmiştir. Filistin Devleti kurulacak ve bir gün Dünya Devletleri
arasındaki yerini alacaktır. Filistin Devletinin kurucusu olarak
Arafat tarih sayfalarındaki yerini alacaktır. Kaç faniye bu şeref
nasip olmuştur? Bu şeref hangi düşünülür servetle kıyaslanabilir?
- Arafat’ın düşmanları, sevmeyenleri de
oldu. Her mücadele adamının böyle düşmanları istemeyenleri vardır.
Herkes kendi kabiliyetini ölçer durumda olmaz. “O olurda, ben niçin
olamam?” Diyenleri olmuştur. Hayatına kastedildiği de düşünülmemiş
olamaz. Her mücadele adamı için akla ilk gelendir bunlar. Yarın hepsi
yazılacaktır. Castro’ya yapılanlar, Arafat’tan esirgenmiş olamazlar.
- Son elli senelik Arap Alemi tarihini
bilenler iktidara gelenin mevcudu yıkarak ortaya geldiği tespit
ederler. Arafat için böyle bir şey yoktur. O mevcut bir devleti ele
geçirmek isteyen değil, devleti bizzat kurmak için yola çıkandır. Bu
bakımdan; Mustafa Kemal’e yakınlık gösterir, Mustafa Kemal mutluluğuna
erişememiştir. Bu da kendi kusuru değildir.
- Bir gribal enfeksiyon böyle mi biter? Bittiği görülen
olaylardandır. Ancak son söylenenler, bir karaciğer yetmezliği
olduğuna ve komanın da karaciğer koması sayıldığına göre hastalığın
basit bir grip olduğu düşünülmez. Karaciğer yetmezliği ise
bilgilerimiz içinde hastalık değil semptomdur. Sebebi bilmiyoruz.
Karaciğer yetmezliği teşhisi konunca işin sonuna gelindiği tıbben
kabul edilir. Raporun iç yüzünü bilmiyoruz ve beklide hiç
bilmeyeceğiz.
- Gerek Fransa’da ve gerekse Kahire’de
olan merasim görüntüleri bizim TV ekranlarında pek basit gösterildi.
Her iki merasimde görkemli ve içtendi. Uçağın Kahire Hava Alanına
inişi insana heyecan veriyordu. İnişte projektörle aydınlanmış olan
uçağın süzülüşü ve merasim yerinde oluşu cidden görülmeye değerdi.
- Kahire Hava Alanında naşın indirilişi
de görülmeye değerdi. Eşi siyahlar giymişti. Medeni bir kıyafet
biçiminde idi. Uçağı ve kendisini karşılayanlar Mısırlı yetkililerin
eşleri de öyle idi. Başları açık ve saçları taranmıştı. Eşi ağlamaktan
kendisini alıkoyamadı. Yorgunluğu yüzünden okunuyordu. Herkes Başkan
Kennedy’in annesi olamaz ki! Ölen oğlunun tabutu önünde dimdik durmuş
ve ağlamamıştı. “Lady ! Siz hiç ağlamadınız ?“ Sorusuna “Kennedy’ler
ağlamaz” demişti. Biz doğuluların hissiyatı onlarınkinden ayrılıyor.
Ağlamanın rahatlatıcı etkisini de tadanlardanız. Bilgimizden
bahsediyorum. O kadar eksik te bizim olsun.
- Şimdi ne olacak? Ne bileyim ben!
Dağılıp gitmek hem ihanet olur, hem de yazık olur. Arafat bunları hiç
af etmez.
- Burada gösterilecek yetki yarışı
değil, feragat yarışıdır. Büyük olmak için illa baş olmakta gerekmez.
Birleşip tek lider tarafında toplanırsa Filistin Milletinin sızlanması
da temin edilir. Çalışanların hepsi de büyük olur ve tarihte yerini
alır.
- Aksi düşünülürse Filistin Milletine,
Devletine ve Arafat’a ihanet edilmiş olunur. Hepside unutup gider.
Arafat yine de unutulmaz.
- İşte hesap her yönüyle ortada.
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
75 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- HATIRALAR
- 1949’da, Urfa’nın 60 km güneyinde
bulunan Akçakale’de Hükümet Tabibi olarak görevliyim. Görevimin
ağırlığını veba mücadelesi teşkil ediyor. Veba hakkında büyük bir
bilgiye sahip değilim ama Bakanlığımızın oraya zaman zaman gönderdiği,
bilen insanlardan eksiklerimi tamamlamaya çalışıyorum.
- O zaman, Ceylanpınar’da bir köy, bir
de çiftlik vardı. Bu çiftlikte de hekim idim. Ayda iki defa beni
aldırırlardı. Acil vaka olunca da, ayrıca günlük gidiş-geliş olurdu.
Üreme Çiftliği Müdürü Ferit Kayıran ile çok iyi arkadaşlık ta
kurmuştum.
- Bir gün, beni özel olarak çağırdılar.
Amerikalı, iki büyük gazetenin başyazarı olan bir misafiri vardı.
Misafiri, zayıf, uzun boylu, yaşlı, Türkçeyi iyi bilen bir insandı.
Yanında, Türklerden yardımcı olup olmadığını hatırlamıyorum. Safra
kalabalıktı.
- Gazetecinin Türkiye’ye üçüncü gelişi
idi. Bize, eski gelişlerini anlatmıştı. Abdülhamit padişahı iyi
tanıyordu. Bir iki defa huzura kabul de edilmişti. Türk dostu olacak
ki, Padişah kendisine iltifatlar da etmişti.
- Gazetecinin ismini öğrenmiştim amma,
zamanında not almak alışkanlığım olmadığından, şimdi hatırlamam mümkün
değil. Pek de zor bir ismi yoktu. Osmanlı topraklarını, bütün
Anadolu’yu katır sırtında dolaşmıştı. O zaman genç olduğuna göre,
söylediklerinin yapılmaması için bir sebep görmemiştik. Şimdi de,
Osmanlı devrinden pek te farklı durumda değildik. Yollarımız topraktı.
Kendisinin bir jeep arabası vardı. Bu zamanda, önde giden bir arabaya
yetişirseniz, tozundan kurtulup ta bir kaza yapmadan onu geçmeniz
mümkün olmazdı. Zaten bize, Türkiye’de en mahir insanların şoförler
olduğunu da söylemişti. Güzel rakı içiyordu, güzel sohbeti de vardı.
Biz de, Türkçeden başka dil biliyor değildik. Onun Türkçesi, benim
Fransızcamdan çok iyi olduğu için, Türkçe konuşmuş olması
yakınlığımızı da temin etmişti.
- Sofra gece yarılarını geçinceye kadar
sürdü. Kadehi boşaldıkça, kendisi, espriler yaparak, tekrar
doldurulmasını istiyordu.
- Veba hakkında bilgiler istedi.
Bilgilerimi aktardım. Hem sorumlu ve hem de yetkili idim. Devletimiz
her imkânı, o zamanki kısıtlı durumuna rağmen, temin etmişti.
Emniyetimizi temin etmek için de, ilçenin normal jandarma teşkilatı
dışında, bir bölük jandarma daha memur edilmişti. Her fırsatta,
vebanın Suriye’den geldiğini anlatmaya çalışıyorduk. Arkadaşlarım da
beni teyit ediyorlardı.
- Odanın duvarında bir sivrisinek, hem
de sıtmayı taşıyan cinsinden olanı, bizim dikkatimizi çekmedi amma,
Amerikan gazetecinin dikkatini çekmişti. Bize sivrisineği işaret etti.
Sıtmayı bunun atıştığını da söyledi. Hafif alaycı bir tebessümle, “bu
sinekte mutlak Suriye’den gelmiştir” dedi. Tebessümüne, biz de gülerek
karşılık vermek zorunda kalmış idik.
- Gece sonunda bizimle vedalaştı. Kendisini pek yakın bulmuştuk.
Onun da bizi yakın bulduğu açık seçik ortada idi. Ufak tefek
saçmalarımızı da görmek istemiyordu. Suriye’yi yerli yersiz ithamımızı
da öyle karşılıyordu. Sabah erkenden, kahvaltıyı galiba yine beraber
yaptıktan sonra, bizden ve devlet çiftliği müdürü Kayıran’dan ayrılmış
idi. Yolculuk, yine Güneydoğu ve Doğu Anadolu idi. Osmanlı devrinde
iki defa katır sırtında yaptığı geziye, üçüncü defa, Cumhuriyet
devrinde, bir Amerikan jeep ile devam edecekti.
- Bu tesadüfü de, konuştuklarımızı da,
ben, belki bir yazıda okurlarıma aktarmış olabilirim amma; olay
tamamen hafızamdan çıkmış durumda idi. Bir ömrün bütün olaylarını
kafanızda nasıl taşıyacaksınız! Unutma fiili olmasa, bana öyle geliyor
ki, insanlar, hele çok okuyan insanların beyinleri çok çabuk yorulmuş
olacaklardır. İşleyen demir ışıldar, denirse de, gereksiz ve pek çok
kullanılan demir, ışıldamaya devam etmiş olsa bile, eskimeye devam
edecektir. Eskiyen her şey de, bir gün işe yaramaz olacaktır. Unutmak
ta Allah’ın insanlara bir lütfü olmalıdır. Şu bizim insanlar, Allah’ın
lütuflarına hep kayıtsız kalmışlardır.
- Dün akşam, rahmetli Velidedeoğlu
hemşerimizin bir yazısını okurken garip bir tedai olayı bu hatıraları
kafamda canlandırdı. Velidedeoğlu’nun yazısında da, bizim
Amerikanı’nın hikâyesinin aynına benzeyen taraflar vardı. Belki de
aynı olayı Velidedeoğlu da yaşamış olabilir. Kendisinin tanıdığı
gazeteci de, belki aynı adam idi. Adamın adı, onun yazısında da yoktu.
Makalenin altındaki tarih ise 1949 idi.
- Aynı tarihte, 1949 Ağustos ayında,
rahmetli Velidedeoğlu, İstanbul Hukuk Fakültesi’nin hem hocası ve hem
de Dekanı olarak, Van ilimize bir seyahat yapıyor. Van’da bir ilçede,
eski, büyük bir Rus kışlası tamir edilerek öğretmen okulu haline
getirilmiş. Sevgili hocamız, bu öğretmen okulunu ziyaret etmeyi
düşünmüş. O zamanlar, ziyaret edilebilecek binaların topu okul
binaları idi. Ayrıca, herkes okul sevdalısı bulunuyordu. Velidedeoğlu
da profesördü ama, o kadar yaşlı da değildi. Hatırlatmak isterim ki,
kendisi lise öğrencisi iken, ben de, artık koşup yürüyen bir çocuk
imişim. Bu hatırlatmamla, Velidedeoğlu’nun genç bir hoca ve çok genç
bir dekan olduğunu işaretlemek istiyorum.
- Hocamız, bu öğretmen okulunda, yaşlı,
uzun boylu ve oldukça zayıf olan bir Amerikan gazeteciyle tanışıyor.
Gazeteci, Amerika’nın iki büyük gazetesinin başyazarı. Türkiye’ye
gezmek için gelmiş. Yanında bir kurmay binbaşı, bir de tercümanı var.
- Velidedeoğlu, bizim tanıdığımız
gazeteciye çok benzer bilgiler veriyor da, Amerikalının çok iyi Türkçe
bildiği hakkında bilgi vermiyor. Belki de Türkçe konuşmadılar.
Velidedeoğlu’nun bildiği yabancı dilleri, Amerikalı gazeteci de
biliyordu. Bilinen müşterek dille anlaşmış olmaları da çok muhtemel.
- Gazeteci, Velidedeoğlu ile pek açık
konuşuyor. Her şeyde geri kaldığımızı, yollarımızın pek berbat
olduğunu, otel ve bunun gibi işler hakkında bilgisiz olduğumuzu
çekinmeden Velidedeoğlu’na anlatıyor. Hukuk Fakültesi hocası ve Dekanı
olarak, kendisine büyük saygı duyduğunu da, Velidedeoğlu anlatıyor.
Tanışmışlıktan, ikisi de memnunlar.
- Gazeteci, bir şeyimizin çok mükemmel olduğunu söylemekten de geri
duymuyor: Adliye teşkilatımız ve çok adil hâkimlerimiz..
- Demek oluyor ki, gazeteci Türkiye’yi
iyi tanıyor. Adalet mekanizmamızın ve hâkimlerimizin de, bütün
imkânsızlıklar içinde adalet dağıtmış olmalarına rağmen, imrenilecek
durum gösterdiğini iyice tespit etmiştir. Türkiye’ye eskiden gelmemiş,
Türkiye’yi iyi etüt etmemiş insanların bu tespitleri yapmaları
düşünülemez. Adalet ve hâkimler üzerinde konuşulmuş olması ise,
Velidedeoğlu’nun hem profesör ve hem de dekan olmasıdır. Fakülteyi,
yeni bitirmiş bir hekimle, Türk hekimliği hakkında böyle tespitler
konuşacak değil ya!
- Bu yazıyı, gevezelik etmek için
yazmadım. Sene 1949 ve bir Amerikanı’nın adalet sistemimiz ve
hekimlerimiz için düşündükleri de meydanda. CHP de henüz iktidar
partisi. Bir yabancının tespitlerini bile, bizim Başbakanımız tespit
etmiş değil. Her şeyi kendisinin başlattığını söylüyor. Adalet sistemi
ve hâkimlerimiz için tek takdir kelimesinin ağzından çıktığını
duydunuz mu? Kendisini iktidara getiren ilk seçim kanununu CHP
yapmıştır. Adalet teminatını getiren CHP idi.
- O zaman, bütün okumuşlar, adli teminat
nutukları atarlardı. Bunu yapmaya, memur olmamıza rağmen, biz de
yeltenirdik. Bizi, bu noktadan şikâyet edene rastlamadık. Bunlardan
dolayı da, yeri değiştirilen bir memur olmadı. Bir dâhiliye vekili,
İstanbul’da gazetecilere, kendisinden korkup korkmadıklarını sormuştu.
Gazeteciler, korkmadıklarını söylediler. Bakan kendisi ise, vallahi,
kendisinin gazetecilerden korktuğunu söylemişti. Demokrat Parti veya
öbür sağ parti iktidarların da, gazetecilerden korkan bir bakana
rastladınız mı?
- Adli teminat CHP’nin eseridir. Düşünce
doğru çıkmıştır. O gün bu gün, adli teminattan şikâyetçi olan kimseye
rastlanmamıştır. Hâkimlerin adalet anlayışından ve tatbik
şekillerinden şikâyetçi olan kimse ortaya çıkmamıştır. Şu teminatı,
idare amirlerine verelim, diyenler görülmemiştir.
- 1982 Anayasasında da, Cumhurbaşkanının
yetkilerini artıran bazı maddeler, adalet mekanizmasının ve hâkimlerin
siyasallaştırılmaması için konulmuşlardır. Yüksek hâkimler ve
savcıların bir kısmının Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesinin
sebepleri arasında bu endişeler bulunmaktadır. Biz de aynı
düşüncedeyiz. Adalet mekanizması ve hâkimler ve bu arada savcılar
siyasallaştırılırsa, ülke yaşanmaz hale gelir. Adalet mekanizması ve
hâkimler, biz insanlar için de bir teminattır. Bu teşkilat ve
hâkimleri, mutlak tarafsız kalacaklardır. Yaşarken güvenilecek tek
mekanizma budur. Aksini düşünmek, “ihkakı hak” anlayışına yol açmak
olur. Bu yolu açmak, kim açarsa açsın, vatana ihanet olacaktır.
-
-
-
-
|
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
76 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- KADIN HAKLARI, İNSAN HAKLARI
İÇİNDEDİR
- Biz, insanlar dahil bütün
canlılarda, yaratılış farkı bilmiyoruz. Kromozom etkisini icra
etmektedir. Yaratılış farkı olmayan insanların, edinilmiş haklarının
da eşit olması gerekir. Biz buna inanıyoruz.
- En azından medeni milletlerde, bu
gün artık kadın haklarında eksiklik söz konusu değildir. Kanun
önünde, insanlar eşittirler. Memleketimizde de bir çok medeni Avrupa
milletlerinden önce, insanlarımız eşit sayılmışlardır. Türk
kadınının hak eksikliği söz konusu değildir. Kadınlarımız bu
haklarını kullanıyorlar mı? İşte sorun burada düğümlenmektedir.
- Bizim ülkemizde, daha medeni kanun kabul edilmeden önce bile,
kadın erkek eşitliğine saygılı olan büyük bir insan kesimi vardı.
Ben, böyle bir aileden geliyorum. Babam, bir sorun olunca, anama
sorardı. Başka bir şahısla da bir iş kararlaştırırken, bir de ev
sahibesine sormayı adet edinmişti. Babamın bu sözü, bazen şaka
konusu bile olurdu.
- Medeni kanun kabulünden sonra da, bu
kadın erkek eşitliğinin eksikleri tamamlanmıştır. Hangi hak kullanma
seviyesine gelmiş, o idraki edinmiş kadın hakları kullanmıyor?
Kadın, hangi işte başarısızlığını ortaya koymuştur? Başbakan da
yaptığınız bir ülkede, hala kadın hakları eksikliğinden
bahsedilemez. Kadından Devlet Başkanımız olmadığını bahane edeniniz
varsa, İsmet Paşa’nın kız torunu Gülsüm Meclis’te Milletvekilidir.
Kendisini Cumhurbaşkanı seçerse meclis, hem bu eksiklik giderilir ve
hem de Cumhurbaşkanlığı tartışması kökünden bertaraf edilmiş olur.
- Kanun eksikliği yoksa, o zaman,
kadınlarımız, haklarının bilincinde olmalıdırlar. Haklarının
bilincinde olmayan kadınlarımıza, su taşıyarak değirmen kurulamaz.
Haklar kullanılırsa hak olurlar. Kullanılmayan, kullanmaktan
çekinenler haklar lüks olurlar. Bunların, o zaman hiç bir kıymeti
kalmaz.
- Kadına şiddet sorunu, kadın
haklarıyla ilgili değildir. Kadınlarımız için söylenmiş sözlerin en
güzelini ismet Paşa kafasından çıkarmıştır. Der ki İsmet Paşa, “Kız
çocuklarını okutmamış milletler, oğullarını ebedi öksüzlüğe mahkum
ederler.” Demektir ki, şiddet, yetişmemenin, okumamanın, cahil
kalmanın bir işaretidir. Dikkat edilirse, kadın döven insanların
hemen pek büyük bir nispeti cahildir. Kadını döveceksin, sonra
kucaklayıp öpeceksin! Bunun adını Türkçe olarak yazmış olsam, yaşıma
ve başıma yakıştıran olmayacaktır.
- Müşahedem şu ki, yanılmalar hariç,
okumuş bir kadın, cahil bir erkekle, ne kadar yakışıklı ve zengin
olursa olsun evlenmiyor. Bunlar arasında, dayaktan, zulümden
bahsedildiğini de duymuş değiliz. Varsa bile azınlıktadır. Bill
Clinton da annesini öldürürcesine döven üvey babasını bıçakla
boğazlamaya kalkmıştır. Biz yine de, eğitimle bu edepsizliklerin
azalacağını sanıyoruz. Yine de vakalar olursa, onlara da uygun
sıfatlar seçmekte aciz kalmayız. Ancak, erkekler de, kadınlar da
toptan eğitilerek, birbirlerine saygılı olmaları temin edilmelidir.
Evlenme, bu düşünceden sonra insanların aklına gelmelidir. Haklarını
iyi kullanmaları ve şiddetten tam kurtulmaları için, genç neslin
bütün kız çocukları, İsmet Paşa’nın da tavsiyesi içine girerek
eğitimi kabul etmelidirler. Eğitimin, kızların gözlerini açarak,
onları ahlaksız yola sürükleyeceği, gericilerin haince uydurdukları
bir yalandır. Eğitilmiş kız çocuklarının, erkeklerin zevk aleti
olmadıkları, istemedikleri, çok büyük hukukçularımızın görüşleriyle
sabittir. Ne kötülük gelirse, bunu cehaletten bekleyeceksiniz.
Kadınlarımız bunların dışında kalamazlar.
- Yetişmiş kadınlarımız çağdaş
olacaklardır. Kendi tatbikatı olan çağdışçılığın da bir çağdaşlık
olarak kabul görmesini isteyenlerden, ülkeye de, kendi cinslerine de
bir fayda beklenemez. Bu dikleşme, bu dayatma, hem kendilerinin
yaşanmamış hayatlarına, hem de aklını iyi kullanmayan başka
kadınlarımıza sadece zarar gelecektir. Buna da kimsenin hakkının
olmaması gerekir.
- Ben, yine, kadınlar günümüzde, bütün
kadınlarımıza saygılarımı sunuyorum. Kendilerini, haklarını
kullanmaları için iş başına davet ediyorum. Hakların kullanmak
istemeyenlerin haklara ihtiyaçları yoktur. İnsanlığın da onlara
ihtiyacı yoktur.
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
77 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- TOPKAPI SARAYI'NIN TOPU TÜRK
- Ben, bu Topkapı Sarayı müzesini iyi tanırım. Devlet
memurluğuna buradan başladım. 14. derecedendim; elime, aylık olarak
31 lira geçerdi. Günde bir lira dışında kendime para sarf etme
imkânım yoktu. Bu şartlar altında tıbbiye bitirmişimdir. Bunların
hepsini torunuma anlatmadım.
- Çarşamba günü müzenin açık olduğunu öğrendiğimizden,
kahvaltımızı evde yaptıktan sonra, torunumun otomobili ile sarayın
dış kapısına, bir gün önce arabayı koyduğumuz yere geldik. Dış
kapıdan içeri araba bırakılmıyor. Dış kapı, meşhur Alman Çeşmesi’nin
yanındaki büyük kapıdır. Buradan saray avlularından birincisine
girilir. Eskiden bu kapı açıktı ve birinci avluda, gece bile
insanlar dolaşabilirlerdi.
- Birinci avluyu yürüdük. Yollar eskiden stabilize
idiler. Bu yollar şimdi güzel yapılmışlar. Ancak, eskiden görünen
büyük çınar ağaçlarında azalmalar var. Elli sene bile, bazı
eksilmelerin sebebi olabilmiş.
- İkinci kapıdan bilet alarak ve kontrolden geçtikten
sonra, içeri, ikinci avluya giriyorsunuz. Bütün turistler, bu
işlemlere alınmış görüntüdeler. Avlu çok kalabalık. Ziyarete,
turistler pekte bilgisiz olarak başlamıyorlar. Büyük ihtimalle,
nazari bilgi edinmiş durumdalar. İlk ziyarete, sağda bulunan
mutfaklardan başlıyorlar. Mutfak deyip de küçümsemeyiniz; Osmanlı
mutfakları, birçok devletin kral saraylarından daha haşmetli. Hele
gezerken gördüğünüz çiniler, müzelik olarak elde edilmiş
sanılmamalıdır. Bu malzeme içinde, Osmanlı sarayının mensupları,
aşçılar ve hizmetçiler dâhil, yemek yemişlerdir. Bu sergilen
- en porselenler, Osmanlı sarayının kullandığı eşyalardan
kalanlarıdır. Yemek takımları da sergilenmiş değiller. Hele
kazanları görmeniz mutlak gereklidir. Hacı Bektaş’ta bulunan
kazanlar gibi şeyler. Zaten Hacı Bektaş külliyesini de yaptıran,
Osmanlı devletidir.
- İkinci avlunun sol tarafında da “Kubbe altı” adıyla
anılan Fatih’in yaptırdığı divan toplanma yerleri vardır. Biz,
torunumla, bu kısmı dönüşte gördük. Padişahın divanı izlediği
kafesli yerin haşmeti, hala insanları etkiliyor. Kubbe altının
arkasındaki kulenin yapılış tarihini, sarayı hemen her gün gören
Aruz şairi Yahya Kemal Beyatlı’dan dilemiş ve vaktiyle sizlere de
bir yazı ile iletmiştim.
- Üçüncü kapının önünde torunumla durduk. Selim III
padişahın naaşının konduğu yeri bizim Özgür’e gösterdim. Kapıyı
geçince de, Padişah’ın sefirleri kabul ettiği salonu gezdik. Burayı
görmeden, Osmanlı Padişahının haşmetini anlamanız mümkün değildir.
O, büyük devlet büyükelçilerinin kabul edildiği havayı ancak salonu
görünce kavramak mümkün oluyor.
- “Muayede salonu” denen bu salonu geçince, hemen
önünde Ahmet III. Kütüphanesi var. Restorasyon yeni bitmiş ve
açılmış ama, içerdeki kitaplar toplattırılmış. Burada üçüncü
avludayız. Sağda hazine dairesi, solda emanetler dairesi ve Hareme
gidilen yol mevcut. Üçüncü avlunun önündeki binalar yönetimde
kullanılıyor. Muayede salonunun batıya doğru önünde, “Enderun
mektebi” mevcut. İşte, koca imparatorluğu yöneten tarihe geçmiş
sadrazamlardan çoğu, yabancılardan toplanmış çocuklar olarak burada
yetiştirilmişlerdir.
- Hazine dairesine girince, Kaşıkçı Elması’nı
görmemezlik etmemelisiniz. Aslında, hazine sözcüğü, bizimki için bir
anlam taşıyor. Osmanlı padişahları, savaşlarda sıkıştıkça paranın
kıymetini düşürmüşler ve içinde yemek yedikleri altın takımları
satmışlardır; ama, tarih kıymeti olan hiç bir esere
dokunmamışlardır. Osmanlı Padişahlarının tarih saygılarında şüphe
yok. Bu eserleri evlerinde dahi kullanan padişah yok. Onun için de,
bu padişahlar tarih yapmışlardır. Saray eşyalarını evlerinizde
kullanmakla ne devlet adamı olunur, ne de tarih yapılabilir. O
koltuklardan inince, hepiniz benim gibi olacaksınız. Ben sizlerin
çoğundan; yani, kendini devlet adamı sananların çoğundan daha aklı
selim sahibiyim. Hiç olmazsa, sonu hiç olan yerlere gelmeye
heveslenmedim ve mesleğimin sahibi olarak kaldım. İsterseniz siz,
bırakıldığımı söyleyebilirsiniz!
- Mecidiye köşkü önünde torunumla oturduk ve birer
tost yedik. Altta büyük bir lokanta var. Torunuma, yattığım yeri,
ders çalıştığım kulübeyi ve dördüncü avludaki köşklerin kimlere ait
olduklarını gösterdim ve bildiklerimi aktardım. Bağdat köşkü
restorasyon halinde olduğu için göremedik. Harem ve arabalar
dairesini de göremedik. Gün, her şeyi görmeye yetmiyor. Siz görmeye
giderseniz, iki gün ayırmalısınız. Bura sizindir sizin! Burada
gördüklerinizin hepsi Türk’tür. Mimarisi Türk’tür ve içinde
oturanlar da Türk’türler. Türk’ü küçümseyenlerin de bu saraya
uğramalarını tavsiye ederim. Belki utanmayı öğrenirler.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
78 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ULUS OLMAK ZORDUR
- Bu dünyada, adam gibi, kimseden
korkmadan yaşamak için, ulus olmak zorunluluğu vardır. İnsanlık
olmasa bile, şu içine girmek için çok fedakârlıkları göze aldığımız
Avrupa milletleri, ulus olmakta karar kılmışlardır. Böylece
benliklerini bulmuşlar, böylece geçmişlerine sahip çıkabilmişlerdir.
Geleceklerini de, böylece, ulus olarak garanti altına
alabilmişlerdir.
- Bunları okurken, AB ülkelerinin
nüfus kompozisyonlarının bizden farklı oldukları düşünülmemelidir.
Onlar da karışıktır. Onların da soylarında çeşitli yerlerden,
çeşitli soylardan gelen insanlar vardır. Çeşitli dil konuşulur.
Renkleri bile birbirine uymazlık gösterir. Fransa da öyledir. İtalya
da öyledir.
- Öyledir de, bu ülkelerde birer
millet, yani birer ulus teşekkül etmiştir. Bu ulusların adları
vardır. Bu ulusların birer resmi dilleri vardır. Bu ulusların
müşterek medeniyetleri vardır ve bu medeniyetler, o milletin adı ile
anılır.
- Herkesin kökeni, dili, dini ayrılık
gösterdiği halde, kimse, milletin bütünlüğünü bozacak iddialar
peşinde olmazlar, olamazlar.
- Bu memleketlerin hepsinde, büyük
sorun, sadece insan hakları ve insan eşitliğidir. Azınlık adı
altında anılan bir kesim insan da yoktur. Eğer, o memleketin
vatandaşı oldunuz ise, o memleketin insanı sayarsınız. O memleketin
vatandaşı olmayanlar azınlık değil, yabancıdırlar.
- Biz bunları niçin yazıp duruyoruz?
Türkiye’nin sorunlarını iyi bildiğimizi düşünerek, güya bir
gayretin, ikaz edici bir gayretin içine girmek, içinde bulunmak
istiyoruz. Ümit bu ya, belki bir hizmet bile yapmış olabileceğimizi
düşünüyoruz. Yazdıklarımızı eleştirenler de olmuyor. Sokakta
rastladıkça, tanıdığımız insanlardan takdirkâr sözler bile
işitiyoruz. Ümmetçiliğin daha iyi olduğunu bize söyleyen görmedik.
Ayrıcalık hakkının da hak olduğunu kimseden işitmedik. Fakat bunlar
Türkiye’de düşünülüyor. İnsanların düşünmeyenleri ümmetçilik
edebiyatı yapıyor. Tarikatçılık bu esaslar üzerine kurulmuştur.
Ayrıcalık ise, kimsenin itirazı olmayacak şekilde ortada bulunuyor.
Ülkenin bir kısmı, ne pahasına olursa olsun, koparılmak isteniyor.
40 bin kişi, bu düşünce olduğu için, bu ayrılık düşüncenin kurbanı
olmuştur.
- Ayırıcı düşünce, her defasında dış
kaynaklı teşviklerin eseridir. Osmanlı ülkelerinin dağılmasının
sebebi budur. Arkada hep yabancı vardır. Ermeni sorunu arkasında hep
emperyalist devletler ve Çarlık Rusya’sı olmuştur. Kürt isyanlarının
hangisinin arkasında Avrupalı yoktur? Amerika bu fikirde değil
midir? Amerika’dan, silahlanmış bir Kürt isyancı grubunun yok
edilmesi beklenir mi? Adamlar bunları kendilerine gaye etmişler ve
zamanında bütçelerine tahsisat bile koymuşlardır.
- Ümmetçilik yerli istektir.
Ümmetçilik bir gaye taşırsa da, bu gaye Türkler için olamaz. Bu gaye
Arap milliyetçiliği için düşünülebilir. Ümmetçilik Arapları bir
araya getirmiş değildir ki, biz Türklerin asimile edilmesinin
vasıtası olsun? Nasıl ki, laiklikle İslamiyet’in bir arada olmasını
anlamayan insanlar bu memlekette çoksa; ümmetçi olmadan da Müslüman
olunmayacağına inanan insanlar çoktur. Bunları, şimdilik yanılgı
içinde kabul etmekle yetinmek gerekiyor.
- Ortada deneyimler var.
Hıristiyanlıkta da ümmetçilik vardır. Bu gün bu fikir toptan
reddedilmiştir. Fransız, Fransız kalarak; Alman, Alman kalarak ve
hatta Bulgar, Bulgar kalarak Hıristiyan kalınacağını
göstermişlerdir. Biz de, Türk kalarak, Türk olarak Müslümanlığımızı
aslında göstermiş bulunuyoruz da; bu hakikati anlamayan kalın
kafalıları ikna etmek mümkün olmuyor.
- Ümmetinden olduğuna inandığınız hiç
bir Arap kesimi Türkleri sevmiyor. Türkleri Avrupalılar da sevmiyor.
Eskimolar da çok azlar, bizi sevmiş olsalar bile etkileri olmaz.
- Hala Avrupa içine girmeyi düşünmek istiyorsanız, Avrupalı
milletler gibi ulus olmak ve ümmet dışına çıkmak zorundasınız.
Şahsiyet böyle kazanılır. Şahsiyeti olmayan insanlar, günlük
işlerinde başarılı olsalar bile, gelecekleri karanlıktır. Milletler
de aynıdırlar.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
79 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- TÜRK KADINI BÖYLE OLUR
- Bir Pazar sabahı bahçemizi düzene sokan Sayın Latif
Sevilmiş’le Sayın eşleri Fatma Sevimli bizi ziyarete gelmişlerdi. Bir
şeyler hazırlamakta eli çabuk olan hanımefendi’nin hazırladığı
kahvaltıyı birlikte yaparken;Haber Türk TV ekranlarında bir kadın
konuşmalara davet edilmiş olduğunu görüyoruz. Hemen karar veriliyorku,
konuşmak için davet edilen hanımefendi bizim 1952 Avrupa Güzelimiz
olan Günseli Başar’dır. Programın adı da wikeend. Bu İngilizce
sözcüğün Türkçe anlamını konuşmanın sonlarına bizzat güzelimizden
öğrendik.
- 1952’de ben genç 30 yaşında doktordum. Günseli
Başar’da o zaman her halde 20’sinden yukarı değil. Tahminimize göre
Günseli Başar’ın yaşı bu dinlediğimiz anda 75 olmalıdır. 20 yaşında
Avrupa güzeli olmuş bir genç kızın güzelliğini 74 veya 75 yaşında bir
kadının duruşunda izlemek mümkün olur mu? Güzel oldu diye. Tabiat
hangi varlığa kanunlarının gereklerini tatbik etmekten geri kalmıştır.
Başkaları bazı yaşlarda nasıl oluyorlarsa,sizlerde;Günseli Başar’da
öyle olacaktır. İnsan;büyük kıyamet atfettikleri bazılarını gördüğü
kalmasını istemektedir. Hatta kendisi için düşünmediğini bile Günseli
Başar için düşünüyor. Nasıl olurda Avrupa Güzelimiz böyle bir duruma
düşebiliyor ? Diyebiliyorlar. Bizim tartışmalarız da da bunlar oldu.
Ayrıca;Günseli Başar’ın yüzündeki yara izlerinden kendisinin bir
trafik kazası geçirmiş olduğunu öğrendik.
- Zamanında pek çok sevdiğimiz,şimdi de
görüntülerinden pek çok intibalar edindiğimiz ve konuşmalardan pek çok
şeylerde öğrendiğimiz Gürseli Başar hiçte yaşını gösteriyor değildi..
giyinişi de yaşı ile uyum gösteriyordu. Günseli Başar olduğunu
söylenmese de bir üniversite profesörünü dinliyormuşum gibi bir
düşünce içinde idim. Bir profesör kadar da konuştuklarına hakim durum
sergiliyordu.
- Bazı eski kıymetlerimizin yaptığı gibi; Günseli Başar
rejim konusunda kendisini isteklerine terk etmiş değildi. Çok normal
bir kilo gösteriyordu. Bu kiloyu korumak için bir gayret içinde olduğu
da söylenemezdi. Günseli Başar gençken ne alışkanlık edindi
ise,şimdiki şaşında onun devamını sağlamış durumda idi. O intibaım var
ki,sayın güzelimiz ömrü boyu çok muntazam bir hayat yaşamış olmalıdır.
Görüntüsü de yapmacık bir şey göze çarpar değildi.
- Konuşmasının sonlarına doğru Milli Kültür sorununa
geldi. İşte o zaman sevgili Günseli’nin Milliyetçiliği de tuttu.
Kendisini davet eden ve programın yöneticilerini de sorumlu tutar bir
tavırda “Şimdi yaptığımız programın adı,niçin hafta sonu konuşmaları
değil de weekend’dir dedi. Programı yönetenlerin böyle bir soru ile
karşılaşacakları akıllarına gelmemiş olduğundan soru karşısında donup
kaldılar. Kendilerine göre verdikleri tevil dolu izahat hiçbir şekilde
sorunun karşılığı olamazdı. Yüzlerinde açıklık kazanan pembelik
derecesini açmış ve kırmızılım durumu kazanmıştı.
- Bir Türk kanalı, Türkçe bir programa bir eski güzellik
kraliçesini davet etmiş, kurum bundan bir şeyler bekliyor. Davetlinin
de memnun kalması isteniyor. Hatta;birazda minnettarlık işaretleri
verilsin isteniyor. Şimdiye kadar bunlara alışılmış. Halbuki Günseli
Başar düşüncelerini mertçe, bilgi içinde ve de nezaket içinde ortaya
koyuyor. Bu ismin niçin İngilizce seçildiğini soruyor. Buna verilecek
hangi mantıklı cevap olabilir ki?
- Bir Milletin dili müşterek kıymettir. Bu kıymetin
korunması ve yabancı sözcükler hangi taraftan veya milletten gelirse
gelsin korunması gerekir. Bir dil korumazsa tıpkı çevre gibi kirlenir
ve artık kullanılmaz,kullanılmış olsa bile anlaşılmaz hale gelir. Buna
hakkımız olabilir mi?
- Çorum’da bu dil kirliliği vardır. Konuşmalarda da
vardır,yazmada da mevcuttur. Dükkan levhalarının yarıdan fazlası ya
Arapça veya İngilizce olarak yazılmışlardır. Ne insan hakları,ne
demokratik haklar ve ne de iştah kabartması bu hakkı insanlara
tanıtır. Bir ara Kilim Dergimsinin başlattığı kampanya faaliyetinin de
neticeleri sıfırlaşır.
- Arapçayı hele hele İngilizceye bu aşırı düşkünlüğün
sebebi yoktur. Müslüman olmuş, Arapçaya yakınlık isteğini
körükleyemez. İslâm olunca insanlar Peygamberlerin getirdiği dini
kabul etmiştir ama Arap manasını ve medeniyetini kabul etmek
zorunlulukları yoktur.
- Hele İngilizce sevdasına kendisini kaptıran yalnız ve
yalnızca cehaleti ve kendi kültürüne saygısızlığı ifade eder.
- Günseli Başar’ı tekrar tekrar kutlamaktan kendimi
mutlu hissederim.
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
80 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- KADINLARIMIZIN GÜNÜ
- Kadın günü; yalnız bizim kadınlarımız
için değildir. Dünya bunu kabul etmiştir. Aynı Dünya, bir erkekler
günü kabul etmiş değildir. Bunları işitince; dünya kadınlığının
sorunlar karşısında kalmış olduğu akla geliyor. Bu düşünce doğrudur
da. Bütün dünya milletleri arasında, kadınların bazı haklarının,
erkekler tarafında göz önünde tutulmadığı veya haksızlık vasıtaları
arasında erkeklerin bulunduğu zehabı uyanıyor.
- Biz, her ne kadar, kadın erkek ayırımı
yapmanın ayıp olduğunu kabul etmiş isek de, sözümüz ve niyetlerimiz
her an ve her yerde geçerli oluyor iddiasında bulunamıyoruz. Bütün
dünyadan gelen kadın şikayetleri,haksızlıkların devam ettiğini
gösteriyor. Günlerde yapılan konuşmaların ve alınan kararların da bir
etkisinin olduğu görülmüyor. Belki;bir gün de olsa kadın sorunlarını
dile getirmeler,sorunların unutulmamasını temin ediyor. Biraz
ilerlemenin vasıtası da oluyor denebilir. Kadın günleri kabul etmenin
zararlarını görmedik ve yapılmasının karşısında da olduğumuz iddia
edilmemelidir. Kadınlarımızın yanında ciddi olarak bir kısmımızın
bulunduğunu da teyit etmek isteriz.
- Kadınlar derken,”Türk Kadını”nın
toplumda ayrı bir yeri olduğunu da belirtmek istiyoruz. Bizim Türk
kadın”larımız (Bu cümleleri, Türk olduğunu söylemekten utanmayanlar
için yazıyoruz) erkeklere hep eşit olarak kalmışlar ve yaşamışlardır.
Din değiştirmemiz olmadan önce,hakanlarımızın eşleri de hakan
yetkilerine sahip bulunuyorlardı. Antlaşmalara onlar da, geçerli
olması için, imza koyuyorlardı.
- Müslüman olduktan sonra da,Türk
Kadın”ları eski alışkanlıklarını terk etmiş değillerdir. Şimdi bile,
Türk Köylerinde, kadının adı “Ev Sahibi”dir. Öyle anılır ve ev erkeği,
bir sorun karşısında, ev sahibine danışayım demekten çekinmez. Kadın
istemediği anda da, ev sahibinin rızası olmadığını da söylemekten ve
işten sarfı nazar etmekten geri kalmaz. Yazının tam ortasında, Mustafa
Kemal’in bir hatırası da benim hatırımda canlandı. Kurtuluş savaşında,
bizim ordu Sakarya nehri arkasına çekilme kararı verdiği anda,
Ankara’da öğretmenler kongresi toplanmış imiş. 8–10 kadın öğretmen de
çağırılmış. Mustafa Kemal, Cepheye hareket etmeden önce,kongrede
bulunmuş, bir konuşma da yapmış. Kadınların ayrı oturtulmuş olmasına
kızan Paşa, yetkiliye önce, kadınların çağırılışı için teşekkür
etmiştir. Ancak, arkasından: “Bu kadınlarımızı niçin ayrı oturtunuz
ve araya da mesafe koydunuz; kendinize itimadınız mı yok, yoksa
kadınlarımızın iffetinden şüpheniz mi var ?” Sorusu yöneltmiş.
- Daha cumhuriyet meydanda yok, Vatanın
kurtarılacağı da şüpheli. Mustafa Kemal Paşamız, tek büyük cümle ile,
İslâmiyet’in tesettür sorununu, geleceğin Türk Kadını fikirlerini ve
erkeklerimizin de ne zihniyete kendilerini hazırlamaları gerektiğini
itiraz edilemez şekilde anlatmış oluyor.
- O günün Mustafa Kemal’i, Cumhuriyeti
kurunca, Türk Kadını hakkındaki düşüncelerini ortaya koymuş ve gereken
yenilikleri de yapmıştır. Kadın haklarını ilk defa sorun yapan ve
realize eden devlet adamımız.
- Kadınlarımız; Mustafa Kemal Paşa’yı
yanıltmış değillerdir. Her iş ve düşünce kolunda, kendilerinin
aldıkları işleri, tıpkı erkekler gibi, bazen onlardan da iyi olarak
başarıya götürmüşlerdir.
- 25 senedir, 1980 el koymasından sonra,
yavaş yavaş, kadınlarımıza bakış açısı değişikliğe uğramıştır. Bazı
çevrelerde, Mustafa Kemal’in ve bizim de iştirak ettiğimiz görüşlerden
vazgeçilmektedir. Kadınlar, eskiden olduğu gibi, yine erkeklerin
arkasında ve onların emrinde kalmaları gerektiği fikri gelişim
göstermektedir. Kadınlar da, bazı kesimlerde belirgin olarak, gönüllü
olarak, bu nahoş görüşe sahip çıkar görünmektedir. O zaman, Mustafa
Kemal Paşa’nın sözü aklımıza geliyor. Biz erkekler mi kendimize
inancımızı kaybedip, kendimize, nefsimize hakim olmaktan çıktı; yahut,
kadınlarımız mı iffet duygularından yoksun kaldılar ki, kendilerine
vasiye ihtiyaç duyar duruma sokuyorlar? Yoksa ikisi birden mi oldu?
- Ben, bir değişiklik olduğuna inanıyor
değilim. Kadınlarımızın iffetini koruyacak vasilere ihtiyaçları
olmadığı gibi, biz erkeklerin de kadınlarımıza saygı duymayacak kadar
vahşileştiğimiz düşünülemez. Devir değişince, kadınlarımızın bir kısmı
da, politikanın istismar vasıtası olmuştur. Başarı da kazanılmıştır
deme cesaretini de gösteriyorum.
- Bütün dünyada, kadın erkek insanların
kıyafetleri çağdaş kıyafettir. Kadın erkek herkesin başı açıktır.
İnsanlar, birbiri karşısında yere değil, birbirine bakarlar.
Kadınlarımızı yere bakıtacak bir eksiklik yoktur. Hele bunun bir inanç
sorunu olduğunu iddia, aslında tamamı ile siyasi çıkar için uydurulmuş
safsatadır.
- Bunları söyledikten sonra,
kadınlarımıza etraflarına bakmalarını tavsiye ederim. Türk kadınlığı,
açıkça, seçikçe,başörtüsü ile inanç bahanesi altında iki kısma
bölünmüş durumdadır. Kanun emirlerine itaati saygı gereği saymayan
siyasi kesimlerimiz,inanç üzerinde iddialarını yürütmektedirler.
Onlara göre, tesettür bir inanç sorunudur ve tesettüre girmeyenlerde
inanç yoktur.
- Sevgili kadın arkadaşlarımız,
analarımız, bacılarımız, çocuklarımız; iddia bir inanç sorunu
değildir, bir siyasi çıkar sorunudur. İki kesimin bir arada yaşaması
düşüncesi ise, ilerde hiç saygı gösterilmeyecek bir yalan iddiadır.
Cumhuriyetten beri bu iddia, bazen gizli ve bazen yarı açık,şimdi ise
açıktan açığa sürdürülüyor. Çok yakında,daha kötü ayrıcalıklarla
karşılaşmamak için,sizlerin düşünmesi gerekiyor. Düşününce,gerekenlere
de teşebbüs etmeniz icap ediyor. Hür bir ülkenin kadınları olarak ve
hür kadılar olarak kalmak istiyorsanız. Sorumluluklarınızın da
bilincinde olacaksınızdır.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
81 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- KIBRIS’TA OLAN BİTENLER
- Kıbrıs’ta olan bitenleri;göz önüne
getirince mantığın arkasına sığınıldığı görüntüsü karşısında
kalınıyor.
- Kuzey Kıbrıs Türk devleti ilan
edilmiş ve bu yeni Türk devletini yalnız Türkiye tanımıştır. Başka
tanımak isteyenleri de Amerika önlemiştir. Türkiye de tanımış
olmasa, KKTC devletliğini ilan edebilirdi. Devlet olmak için illa
başka devletlerin tanımış olması gerekmez.
- Devlet olmanın vasıfları vardır:
- Bir devletin önce bir toprak parçası
olması gerekir.
- Bir millet olması da gerekir ki,
devleti ilan etmiş olasınız.
- Bu vasıfların ikisi de Kuzey
Kıbrıs’ta vardır. Toprak küçük diye devlet kurulamaz kaidesi de
yoktur.
- Kuzey Kıbrıs Türk Devletinin
kendisini koruyacak bir ordusu yoktur. Orada bulunan kırk bin
kişilik Kolordu, Türkiye’nin kolordusudur. Kıbrıs’ta başlatılan
katliamı da önleyen yine bu kolordudur. Bu kolordu Kıbrıs’a, işgal
maksadıyla değil, çağırılmış olarak gitmiştir. İsmet Paşa Başbakan
iken, kabinede arkadaşlarım vardır ve onların anlattıklarına göre,
Kıbrıs Türk davasını yönetenler, takatlerinin bittiğini
söylemişlerdir. Yardıma gelinmediği takdirde, hepsinin öleceğini de
beyan etmişlerdir. Bu durum karşısında gerekli kararlar, toplantı
halindeki hükümetçe alınmış ve bizzat İsmet Paşa tarafından sayın
Denktaş’a bildirilmiştir. Bildirmeyi takip eden dakikalarda da,
hazır olan ve dışarıda bekleyen askeri heyet, heyeti vekile önüne
çağırılarak, görevlerinin yapılması bizzat İsmet Paşa tarafından
tebliğ edilmiştir. Takip eden dakikalarda da bombardıman
başlatılmıştır.
- Olayı bizzat başlatan İsmet
Paşa’dır. Tamamıyetini, temin eden de, yine zamanı gelince, Ecevit
olmuştur. Bizim Kolordu, Kuzey Kıbrıs’a, bir anlaşma ve bir ahenk
içinde gönderilmiştir. Meşruiyette kazanmıştır. Kolordumuz orada
meşruiyet dışı bulunuyor değil.
- Kuzey Kıbrıs’ta bir devlet var. Bu
devleti biz; Türkiye bizzat tanımıştır. Bu yeni Türk devletinin
korunmasını da Türk kolordusu yapmaktadır. Bu ne demektir ?
Gerektiğinde, eğer gerekirse, bu kolordu yabandan geleceklere karşı
ve belki de Rum Kıbrıs’ından yapılacak bir taarruza karşı, Kuzey
Kıbrıs’ı koruyacaktır. Daha ileri gidersek, Kuzey Kıbrıs için,
Türkiye bir savaşı, nereden gelirse gelsin kabul edecektir. Türkiye
kendisini sorumluluk, hem de büyük sorumluluk altına sokmuştur.
- Herkesin anlayacağı şekilde tekrar
edecek olursak, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk devletinin sorumluluğunu
taşımaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Devletine kimsenin sataşmamasının
sebebi de böylece ortadadır.
- Şimdi, bir geçit sorunundan dolayı,
sayın Cumhurbaşkanı M. Ali Talat müstakil bir devlet olarak
yetkisini kullanıyor ve kolordunun muhalefetine rağmen, geçidi
kaldırıyor. Halbuki asker, buranın askeri bölge olduğunu ve geçidin
kalkmasının zararlı olduğu fikrini müdafaa ediyor. Sayın Talat buna
aldırmıyor. Bizim Hükümet başkanımız da, müstakil bir devletin
istediği kararı alabileceğini ve Türkiye sorumluları olarak, saygı
duymamız gerektiğini söylüyorlar. Asker istemeyecek; sayın Talat
istediğini yapacak ve sonunda Kuzey Kıbrıs’ta huzur var
diyeceksiniz. Bunlara inanmak herkes için mümkün olur denemez.
- Ya, bu kolorduyu KKTC’nin emrine vereceksiniz, veya bu
kolordunun beyanlarına saygılı olacaksınız. Bu Kolordu zararlı
diyorsa, onun dediğini kabul etmek zorundasınız. Kuzey Kıbrıs’tan
sorumlu bu kolordudur. Bu Kolordu olmasa, Kıbrıs kuzeyinde, sayın
Talat dahil, hiç kimse rahat gece geçiremez. Zaten, şimdiye kadar
kimse de kalmazdı.
- Kuzey Kıbrıs Türk Devleti
müstakildir. Ne sayesinde buradaki Türk kolordusu sayesinde. O
zaman, bu kolordunun dediklerini yapacaksınız. O zaman, bu kolordu
üzerinden bir devlet saygınlığı yaratmaya kalkmayacaksınız. KKTC’nin
saygınlığını yapan, oradaki Kolordudur.
- Kimse, öküz altında buzağı
aramamalıdır. KKTC’yi müstakil yapan, saygın yapan, dokunulmaz yapan
bizim Kolordumuzdur. Bu Kolordunun dedikleri kıymetlendirilmelidir.
Olmaz dedikleri olmamalıdır. Yapılamaz dedikleri, yapılmamalıdır.
Hele bu kolordunun küçümsenmesi, beni fevkalade rahatsız eder.
Birbirine bağlı olayları, birbirinden ayıramazsınız. Bunun başka
türlü izahı da olabilirse de, kırıcı olmamak için onları yazmak
içimden gelmedi. İstediği kararı alma hakkı olan bir devlet, ordusu
olan ve gerektiğinde o orduyu kullanan devlettir.
- Koruyan ordu benim, devlette karar
alma hakkı senin!
- Bu anlayış yanlıştır.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
82 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- SEN AYIP BİLMEZ MİSİN?
- Bir şeyi fazla özerseniz, mutlaka arkasından
sevilmeyen bir şeyler ortaya çıkacaktır. Her tartışmayı kararında
bırakmayı bilmelidir. Sadece tartışmayı değil;hemen her şeyi kararında
bırakmalıdır,o zaman pek çok nahoş olan nesne ile karşılaşılmamış
olunur.
- Bir ortamda,bir şey çok konuşuluyorsa,o konuşulan şey
yok kabul edilebilir. Siz,iffetli bir kadının iffetten bahsettiğini
gördünüz;duydunuz mu ? İffetli kadın için buna gerek var mıdır?
- Dindar da öyle değil midir? İslâm’ı doya doya, laik
düzenin kendisine temin ettiği geniş saha içinde yaşayan dindarın
bundan söz etmesine gerek kalır mı ? Son bir iki sene içinde,
“medeniyet anlaşması, barışması, dostluğunun kurulması” gibi çeşitli
şekilde bazı nosyonlarla uğraşılır duruma geldik. Uluslar arası
konferanslar tertiplerine bile teşebbüs edildi ve yapıldı da. Ne
bekliyoruz bunlardan? Ben hiç bir şey bekler olmadım. Bu kavga, bence
medeniyetler değil, dinler arasındaki kavga, dinler çıktığından beri
durmuş değildir. Bazı dinlerde de “sizden olmayanı öldürün” emirleri
din konuları arasında yer almıştır. Hiç bir sebep yokken, gerekli de
değilken, sen bayrağı aç ve dinler arasındaki kavgaları da
medeniyetler sözcükleri arkasına gizle ve şimdiye kadar varılamamış
bir anlaşma noktasını aramaya kalk! Buna Fransızlar, mehtaba çıkmak
diyorlar. Türkçesi, hayal içinde olmak demektir.
- Dinler, barış temin edememişlerdir. Bizde söylendiği
gibi, dinler çimento görevi de görmemişlerdir. Avrupa içindeki; din
kavgalarını dinler önlemiş değildir. Kavgadan, öldürülmekten bıkmış
olan insanlar ve milletler, laik ilkeleri kabul etmişler ve din
kavgasından kurtulmuşlardır. Belki de bunu, medeniyet gelişmesi, din
kavgalarını sınırlamış ve bazı kıtalarda önlemiş denebilir. Bu küçük
ve eksantrik ülkenin başkanı da basın hürriyeti adıyla basit sayılacak
bir özür dileme isteğini ret etmiş. Şundan hiç politikacı olur mu ?
Türban sorunu mu bu ki;insan hakları başında yer alsın. Basit
saydığımız özür dileme keyfiyeti olsa,belki de bu geniş reaksiyon bir
kadar genişlik kazanmış olmayacaktır. Bir şey aksilik gösterince, hep
basiret bağlanır. Karikatür işi başka ülke basınlarında da yer aldı.
Demek oluyor ki, medeniyetler anlaşmaları konferansları devam ederken
bile, Hıristiyan alemde de bir bunalım yaşantısı devam ediyor.
Türkiye’yi kabul etmeyenlerin bu işi kullanmış olmadıkları
söylenebilir mi?
- İşte bir kıvılcım, iki din sahasında
da yayılma işaretlerini taşıyor. Onlarda karikatür yayınlanması
yaygınlaşırken, İslâm aleminde de yakıp yıkmalar başlamıştır. Bu
ülkelerin mallarına boykotun bir anlaşılır tarafı olabilir, ama
memleketinizde olan binaların yakılmasının size ne fayda getireceğini
insan düşünmez mi! Bu binalar ilerde yeniden yapılacak ve paraları da
yakan düşüncesiz fakir memleketlerin vergilerinden ödenecektir. Ülkeye
zarar veren hiçbir hareket içinde akıl vardır denemez.
- Bize ne oldu? Medeniyetler barışının elçiliğini,
öncülüğünü yapıyor değil mi idik? Ayrıca, Osmanlı Devrinde bile,
mevcut dinlerin aynı meydan etrafında birlikte ve dostça yaşandığı
olaylarıyla da öğünüp geliyoruz. Yeni yeni kiliseler izni bile
çıkarılıyor. Ayrıca, 55 Müslüman ülkenin tek laik olan ülkesiyiz. Bu
yazdıklarıma göre, bu laik olmayan ülkelerden birer adım olsun ilerde
olmalığımız gerekirdi.
- Aslında benim gibi bir Türk ülkesinde yobazlığın
daniskasını yaşamış bir birikim sahibi Türk,böyle bir yazı yazması
gerekirdi. Kendi memleketini,memleketinin insanlarının zihniyetini
bilen insanların böyle yazması gerekmez mi?
- Gerekmez de,yine de insanın aklına
“beklide” ile başlayan fikirler geliyor. Bu deneyiminiz ne kadar çok
olursa olsun,yine de düzelmiş olmayı görme dürtüsü içimizden geliyor.
- Başka ÜLKEMİZ YOK Kİ;bundan sonra
oraya yerleşelim diyecek misiniz ?
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
83 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ESKİ GÜZEL İSTANBUL
- Her eskinin güzel olduğu söylenemez. Hele “Eskinin
kıymeti olsa;bit pazarına nur yağardı” sözünü doğru yorumlayanlar
için,bu söz çok doğrudur. Eski eskidir ve arkeologlar dışında kimse
bununla meşgul olmaz. Tarih,gelenek,eski hatıralar söz konusu edilince
bile,eskiye verilen kıymet o kadar büyük değildir. Ancak;İstanbul söz
konusu olunca akan sular durur. Ben daha yaşıyorum,dünyayı terk etmeye
de hiç niyetim yok. Ben İstanbul’un eski güzelliğini bilenlerdenim.
İstanbul’u dile getiren Şair Yahya Kemal ile de tanıştım. Size bir
yazımda bahsetmiştim. Çok güzel bir sarışın kadına,Topkapı Sarayının
Kulesinin tarihçesini Fransızca anlatıyordu. Beni durdurdu ve bana da
hikayesini zorla dinlettirdi. Böyle zora can kurban,demeyiniz. Saat
16.00 olur ve siz tıbbiye dersinden aç dönersiniz,tarih ve Yahya
Kemali gözünüz görür mü?
- Size yine bir yazıda anlatmıştım ki:bizim Osmancıklı
Turgut İstanbul’un güzelliği karşısında dersleri unutmuş ve doktor
sınıfını bir türlü aşamamıştı. Köprüden geçerken “Ali şu köprüdeki
insanlara bak! Şu güzel İstanbul bırakıldığında gidilir mi ?” Demişti,
aslında köprünün üzerinde 35-40 kişi vardı. Turgut bu kalabalığa bile
hayrandı. Hekim olamadı. Hekimlerin çalıştığı bir hastanede muhasebeci
olabilmişti.
- İstanbul’un 550 000 nüfusu vardı. İstanbul savaşın
bütün ızdıraplarını çekiyordu. Lokantalarının camları boyanmıştı
ki;dışarıdan içeri görünmesin. Anadolu’dan gıda gönderilmesi
yasaklanmıştı. O zamanın iktidarı zamanımızdaki gibi yasakçı aleyhtarı
değildi. Onların da hakları vardı. İstanbul’un boşaltılması
isteniyordu. Bundan da başarılı olundu 50 000 nüfus azaltıldı idi.
Almanların taarruzu beklenir durumda idi.
- Mecidiyeköy’de,bahçelerde ders çalışır
ve parasız dut yerdik. Saat 19 da şişliden kalkacak son tramvay’ın
kaçırılmamasına da dikkat ederdik. Bebek içinde aynı durum söz konusu
idi. Bazen da Boğaz ve Salacak durağımız olurdu. Her sebepte bir
tanıyanımıza da rastlayabilirdik. İstanbul güzeldi. Gürültü yoktu.
İnsanların İstanbullu oldukları kıyafetlerinden, yükseklerinden ve
konuşmalarından belli idi. Büyüklük, çokluk, yükseklik her zaman
güzellik ifade etmezdi ki. Maçka sırtlarında koyun sürülerinin
otladığını bile görmek bile, bazı insanları heyecanlandırırdı. Şimdi
buraların hepsi yüksek katlı binalardan oluşan semtler olmuşlar.
İstanbul bir bina denizi olmuş. Bunun ne güzelliği olacak! Amerika’dan
kopyalanmış gökdelenler de caba.
- İşte o güzellikler içinde yaşayan ve
Topkapı Sarayında hem oturup hem de çalışan ben,bu bayram tatilini
geçirmek için İstanbul’a çocuklarımın yanına gitmiştim. Tatilimi
geçirdim geçirmesine de,duygularımı siz bana sormalısınız. İstanbul
yaşanır olmaktan çıkmıştır.
- Avrupa’nın her ülkesine girince mimarisinden,ülke
değişikliğini görüyorsunuz. Belçika’nın mimari tarzı,İsviçre’ninkine
benzemiyor, bir stil benzerliği,hepsinde karakteristik vasıf olmazsa
da,her ülkenin mimarisi kendi damgasını taşıyor. Türk şehirleri ve
bilhassa Çorum için böyle bir düşünce öne sürülebilir mi? Niçin bu
durum böyle ? Bin senedir ülkeye hakim olmadığımızın işaretidir
bunlar.
- Eski Türk mahalleleri ve Beyoğlu’nda da Gayrimüslim
olanların mahalleleri hariç yeni gelişen İstanbul semtlerinin hiç
birinde Türk damgası vurulacak bir vasıf yok. Göklere doğru çok
yükseliş izah ise,normal beyin fakülteleriyle mümkün olmaz. İnsanlar
çok yükselince,yaratana daha yakın olamazlar.
- İstanbul’un en berbat yanı da ıslahı mümkün olmayacak
trafik sorunudur. Hangi büyük şehir bu sorunu halletmişler ?
Derseniz,kimse halletmemiştir. Ama hiçbirinde İstanbul’daki kadar
berbat etmemiştir. Köprü yapılınca,yapılacağı anlaşılıyor,trafik
sorunu daha da içinden çıkılmaz olacaktır. Sebebi basit:
- Bütün ülke mevcut köprülerinden
İstanbul’a geçiyor. Aslında İstanbul’da mevcut tek caddeye geçiliyor,
boğaza paralel olan ve Maslak denilen .bu büyük cadde;İstanbul’la
Anadolu yakasından akan trafiğe cevap veremez. Başka caddeler açılması
da şehrin kuruluşuna göre işe yaramaz. O zaman hiçbir köprü sorunu
halletmez. Tüp geçit İstanbul’un uzak semtlerine doğru kanalize
edilirse belki bir fayda beklenebilir. Ne yaparsanız yapın,yer altı
taşımacılığı tamamlamadan,İstanbul’u rahatlatamazsınız.
- İstanbul yaşanır olmaktan çıkmıştır.
Çorumluların yerlerinde oturmaları akıllılık işi olur. Bu
gidişle,Çorum’un da yaşanmaz hale gelmesini görmeden kalan hayatımızı
burada geçirmemiz daha uygun olur.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
84 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇARPICI BENZERLİKLER
- Her insanın hayatında çarpıcı
benzerlikler olabilir. Tıpta tıp birbirine benzeyen insanlara
rastladığımız olmuyor mu? Hatta fiziki benzerlikler değil, hareket ve
hatta mukadderat benzerliklerinden bile bahsedilen olaylar vardır.
Eğer kekim iseniz bu benzerlikleri gördüğünüz zamanlar insanlar
arasında büyük yaş farkları yoksa yumurta ikizleri bile aklınıza
gelebilir.
- Vaktiyle, damadı şahriyari ve
Osmanlı’nın Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın kendi yazdığı hatıratını
okurken üzüntü duyulacak sahneler vakıf olmuştum. İttihat ve Terakki
erkanı yenildikten ve partilerini fes ettikten sonra çıkarken, daha
Karadeniz’i bitirmeden içeriği bitirilmeden istişarelerde
bulunuyorlar. Partinin hareketin lideri Talat Paşa devirlerinin
dolduğunu ve artık kalan ömürlerinin bir köşeye çekilip geçmeleri
gerektiğini söylüyor. Söylüyor da söyledikleri tutuluyor değil. Daha
Kırım Yarımadasına çıkar çıkmaz Enver Paşa gruptan ayrılıp maceranın
yeni yollarına kendisini bırakıyor.
- Enver Paşa hayaller peşinde. Orta Asya
ülkelerine gidip bir ordu teşkil etme fikri ağır basıyor. Kendinin
Anadolu’ya kabul edilmeyeceğine artık inanmıştır. Dediklerini de
yapıyor.
- Orta Asya ülkelerinde düşündüklerini
de bulmuş değil. Türkistan’da muhtemelen olan bir olayı anlatmak
istiyorum. Bir mutekelibe, kendi nüfusunu göstermek için, Enver
Paşa’yı bir köyden başkasına, grubun önünde yürüterek davul, zurna
eşliğinde teşhir ediliyor. Bizim gururlu paşamız bir şeyi olmadığından
bu görgüsüzlüklere ve hayırsızlıklara boyun eğiyor. Kendisi en önde ve
gözleri yaşlı; ağladığını göstermemek için her türlü gayreti
gösteriyor ama, ağladıklarını kendisinin çevresinde de bir beis
görmüyor. Ağlamak Enver Paşaya yakışır mı? Yakışmamış olsa Enver
Paşa’nın ağlamaması gerekliydi.
- Vakıa Medam Kennedy Cumhurbaşkanı
olan oğlunun tabutunu selamlarken ağlamamıştır, ama madam Kennedy
istisnadır ve istisnalar kaideyi bozmaz. İnsanda olan her türlü
hareket ve hassasiyet normal karşılanmalıdır. İrade ile bunların
önlenmesi de birer istisnadırlar. İnsan cinsi ve medeniyet seviyesi ne
olursa olsun zaman zaman müşkül anlar yaşayabilir. Bu yaşantılar
anlarında en son çareleri ağlamaktır. Ağlamanın bir meziyet olduğunu
kabul eden olmuş olsa bile, tabiat olayı yok sayılamaz. İnsan
ağlayınca deşarj olur ve rahatlar.
- Enver Paşamız için bu okuduklarımı
benim hatırıma getiren Napolyon’un görevine son verdikten sonra Elbe
adasına nakli sırasındaki yolculuğu sırasındaki başına gelenleri
yazıldığı kitabı okumam olmuştur. Kitap bana damadım tarafından hediye
edilmişti. Yazarı da Chateaubrand’dır.
- Napolyon İmparatorluk makamında iskat
edilmiş,o sırada müttefikler tarafından Paris işgal edilmiş durumda.
Napolyon Fontenbleau’da kendisine sadık kalan kıtalarıyla birlikte. Bu
yeri (ben gördüm) Fransız Krallarının kışlık saraylarının bulunduğu
yerdir ve Paris’e 90 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. İşte burada
Napolyon bir son nutukla askerlerine veda ediyor.
- Napolyon müttefik devlet
temsilcilerinden, kendisinin yolculuk esnasında emniyetinin temin
edilmesini istiyor. Kendisine sadık kalmış askerlerini de yolculukta
kullanmak istemiyor. Dahili savaşı devamda da artık fayda görmüyor.
Müttefik devlet başkanlarından Elbe Adasına kendisine tahsis edilmiş
verasetini de kabullenmiştir.
- İstekler müttefik devlet başkanları
tarafından kabul ediliyor. İçlerinden birinin yaptığı yol haritası
gereğince dört araba içinde imparator yola çıkıyor. Son nutkunda irat
ettiği askerleri tarafından alkışlanıyorsa da ondan sonra bilhassa
Liyon şehrini takip eden yol boyunca halkın reaksiyonu düşmanlığa
dönüşüyor. İmparator kahrolsun, zalim kahrolsun evazeleri tabilik
kazanıyor. Halkın hücum edip kendisini tepelenmesi bile düşünülür
duruma geliyor.
- Napolyon hem zehirlenebileceğinden ve
de hem de hücumla öldürülebileceğinden korku içinde önceleri kendi
azığı dışında bir şey yiyip içmiyor. Arabasında görünmekten kaçıyor.
Bir defa hücuma uğramış ve kapanan araba kapılarını kırmak mümkün
olmamış. Ondan sonra Napolyon kendi yerine başkasını bindirip kendisi
koruyucu görevine bile talip olmuştur. İmparator olduğunu göstermek
için kıyafet ve şapka değişikliği dâhil her türlü teşebbüse tevessül
etmiştir. Bütün bu olanlarda müttefik devletlerin görevli temsilcileri
tespit etmişler ve sonradan neşredilmiştir. Bunları yaparken tarafsız
kalmış olabileceklerini düşünüle bilinir mi?
- Napolyon bu küçük düşürücü hisleri
hakim olmamıştır denile bilinir mi? Bunlar da insan oldukları
düşünülmelidir. Napolyon kendisini hep gizlemiş ve kendisini
imparatorun hizmetinde görevli olarak ta göstermiştir, bu yolla,
halkın ve görevlilerin düşüncelerini öğrenme imkanını da bulmuş ve
görmüştür. Yetkililerin yazdıklarına göre acınacak durumda olan
Napolyon için yapılanlar kendilerinin bile reaksiyonlarını çekmiştir.
Ayıp değil mi?
- Şu korumasız eski liderlerimize yatıklarımız?
- Diyecek durumumuz bile bu yetkililer
görmüş ve yazmışlardır. Bütün bunlar arasında kafası iki eli arasında
Napolyon’nu hep ağlar olarak tasvir etmişlerdir. İmparator ağlar mı ?
Ağlar ki Napolyon da ağlamıştır. Napolyon’nun Enver Paşadan ne farkı
var ! Enver Paşa Allahuekber Dağlarında 90 bin Türkün öldürülmesine
aldırış etmemiştir. Napolyon Rusya Seferi dönüşü yerleri donmuş ölü ve
yaralılar üzerinden top arabalarını geçirmiştir. Savaş bunları
gerektirir sözü insanların, insanlık vasıflarını unutturma vasıtası
olamaz.
- Bir yerde Napolyon’un odasını birlikte
hazırlamaya çalışan bir bakıcısının Napolyon hakkında düşündüklerini
dinledikten sonra, Napolyon’da uyanan korku derecesini
sınırsızlaştırmıştır. Ondan sonra, herkese bir şeye olan itimadını
kaybetmiştir.
- Kader birliği gösteren bu iki insan
için ben fikrimi açıklarsam, ikisinin de kapasitelerini ve akıllarını
işgal ettikleri makamları için yeterli bulmam. İkisi de mantık taşımış
olamazlar. İkisinde kalıcı hizmetleri yoktur. Bu ikisini de bu yerlere
getiren insanların mantıklarında olgunlaşmış insan mantıkları olarak
kabul etmem.
- Ben kimim?
- Ben sadece benim!
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
85 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- DÜNYA ISINIYOR
- Dünyanın ısındığında şüphe yok. Bütün
ilgili âlimler, bu söylediklerimiz üzerinde duruyorlar ve gerekli
tedbirleri de almak istiyorlar. Âlimlerin aldıkları tedbirlere uyanlar
olduğu gibi, bu tedbirlere kıymet vermeyen büyük devletler de var.
Neticeyi beklemekten başka çaremiz bulunmuyor. Dünya yönetiminde,
âlimler söz konusu olmadıkları için, başka da yapacak bir çaremiz
bulunmuyor.
- Dünyanın ısınmasına söyleyecek bir
şeyimiz yok ta, bizim, bu yıl, 2008 senesinde, Orta Anadolu’da ve
bilhassa, yaşadığımız ilimiz olan Çorum’da, gördüklerimiz, alimlerin
söyledikleri ve yazdıklarıyla bağdaşmıyor. Yağmur sıkıntımız olmadığı
gibi, sıcakların çoğalması diye de bir sorunumuz bulunmuyor. Haziran
ayının ortasında bile kalorifer yakanlarımız olduğuna göre, bu durumun
izahı nasıl olacaktır? Aslında, bu söylediklerimizi, ilimizin büyük
çapta değişmiş olduğunu, Dünya âlimlerini yalanlamak için söylüyor
değiliz.
- Benim çocukluğum zamanları düşünüyorum. Çorum havalisi, bu günlere
göre, daha çok ağaçlı idi. Bu Hacılar Hanı havalisi tamamen ormanlarla
kaplı idi. Bizim köyün ormanlarla kaplı arazisi de öyle idi. Zaman
içinde, bu kalmış ormanlar birer birer ortalıktan kaldırıldılar.
- Bu ormanla kaplı dağ ve tepeler ağaçsızlaşırken, önceleri bol olan
yağmur ve kar yağması da azalmaya başladı. Ben yaşımı yarıladığımda,
ormanlar bitmişti ve yağış ta hissedilir şekilde azalmıştı.
- Bizim Çorum’un Sıklık Boğazı’na dikim
başladığı sıralarda, hemen her tarafa ağaç dikimi başladı. Bir
taraftan ağaç dikimi başladı, öbür taraftan da, yakım için linyit
kömürü teşvik edildi. Hele kömür ithali de başlayınca, bizim
insanlarımız da, ağaçları kesip yakma yerine, ülkeden çıkarılan ve
dışarıdan ithal edilen kömür yakımına çabuk alıştı. Odun yakımından
kömür yakımına geçişin bir sebebi de, köylerin boşalmasıdır.
Çorum’dan, büyük bir kesim Almanya’ya gittiği gibi, Batı Anadolu’ya da
göçenler oldu. Batı Anadolu’da seyahat edenlerimiz, eğer bu işle
uğraşırlarsa, hemen her köşede Çorumlu insanlara rastlamaktadırlar.
Bunların göç etmelerinin iyi olduğunu söylemek istiyorum ama,
Anadolu’nun boşalmasına mukabil, Batı Anadolu’nun nüfus bakımından çok
yüklenmiş olduğunu da gözlerimizle görüyoruz.
- Uzaklara gidemeyen köylülerimiz de,
şehirlerimizin etrafını doldurdular. Bu gün, köylerin tam boşalmış
olduğunu söylemek bile mümkündür. Sağlık ocakları ve okullar için sarf
edilen bütün paralar da, tamamen boşa gitmiş oldu.
- Bizim ülkemizde olanlar, Avrupa
ülkelerinde olanların tam tersidir. Avrupa köyleri boşaltılıp ta,
büyük şehirlerin yüklenmesi oralarda olmamıştır. İnsanlar, doğdukları
yerlerde barınma imkânlarını memleketlerinde bulmuşlardır. Bu
bakımdan, Avrupa köyleri imar görmüş ve bazı yatırımlar, şehirlerden
uzakta, köylerde yapılmıştır. Yüz evi ancak bulan bir Fransız köyünde,
elli işçi çalıştıran fabrikalar yapıldığını ben gördüm. En tanınmış
mobilya fabrikaları bile, şehirlerde değil, köylerde yapılmıştı. Küçük
çapta hastaneler bile, özel teşebbüs tarafından köylerde kurulmuştu.
Plansızlığımızın cezasını daha çekmeye başlamadık ama, ilerde mutlak
çekeceğiz. Batı Anadolu, bütün kıyı, yerleşim birimleri haline
gelmiştir.
- Çorum’da ve bu arada Orta Anadolu’da,
iklim değişikliğinin, iyilik istikametinde değişimin ikinci bir sebebi
de, küçük göletlerin çok olarak yapılmış olmasıdır. Yine ben çocukken,
Sungurlu’da bu gün şehirleşen kesimin büyük bir kısmını seller
basardı.
- Hayvanların ve de adamların sel suları
tarafından götürüldüğünü seyretmişizdir. Bu sellere bu gün
rastlamıyoruz. Tehlike arz eden yağış alanlarının büyük kısımları
öletlerle tehlikesiz hale getirilmiştir. Göletlerle sadece tehlike
önlenmemiş, gölet sahaları ağaçlandırılmış ve tutulan su sayesinde,
hava rutubetlendirilmiştir. Çorum’da bile, gece rahat nefes alışınızın
sebebi göletler ve havanın rutubetlendirilmesidir.
- Bazı ülkeler, bu gölet işine öncelik
tanıdılar ve büyük barajları sonraya bıraktılar. Zaten barajların ve
göletlerin ana hedefi de sulamaktır. Bizim köyle bir sıralamamız
olmasa bile, mahalli yönetimlerin gayretleri, bu programı
tabiileştirmiştir. Eğer, gölet yapılan yerler için bu düşüncede devam
edilirse, hem ağaçlanma artacak ve hem de iklim değişikliği arzu
edilen istikamette devam edecektir.
-
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
86 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ALIŞKANLIK DIŞILAR
- İnsanların alışkanlık dışıları hep anormal olarak
karşılanır. Bir bayram bizim alışkanlıklarınız içinde evde geçirilir.
Hele dini bayramlar söz konusu olursa;bunlarda
başkalarının,yakınlarınızın da alışkanlıkları yer bulmak isterler.
Genel olarak,bütün memleketlerde,dini bayramlarda aile buluşmaları
adet olmuştur. O zaman siz bu alışkanlık dışında olmanız
bile,başkalarının,yakınlarınızın alışkanlıklarını da hesap içi sayarak
bazı zorlukları karşılamak durumundasınız. Biz bir şeyi ehemmiyet
vermeyerek,içinizden geldiği gibi yaşayarak normal ölçüler içerinde
olduğunuzu kabul ettiremezsiniz. Toplum içinde yaşamış olmanın
gerekliliğini yerine getirmek zorundasınız. Bunları yazıyorum
ki;Kurban Bayramı ve Yıl Başı Tatilini bahane ederek evlerinden
uzaklaşmak isteyen insanların hareketleri normal değildir.
- Ben;bu size verdiğim nasihatlerin içinde olamadım.
Evimden ayrılıp çocuklara gittim ama;ben aslında doğrusunu yaptım. Ben
yalnız bir evde oturuyorum. Bayram ve yılbaşı tatilinde çocuklarımı
yanıma çağıracağıma,yol sıkıntısına yalnız ben katlanıp,onların yanına
gitmiş oldum. İyi de ettiğimi söyleyebilirim. Bizim çocuklardan küçük
kızım hariç,hemen hepsi ya çalışıyor yada tahsilde bulunuyorlar.
Tatilin başladığı akşam,onları yola düşürmek bir baba düşüncesi ile
bağdaşamaz. En azından ben böyle düşünüyorum. Yaşlı bile olsam,bir çok
insanın rahatı için,ben bazı şahsi sıkıntılara katlanabilirim. Galiba
normal düşünen çoklarınız da benim gibi yapmış bulunuyorsunuz.
Ayrıca,yollardaki trafik canavarına yalnız ben muhatap olmuş bulundum.
- Benim düşüncelerimde olmayanları da gördüm. Yine az
sayılamayacak insan’da tatil geçirip sözüm ona kafasını dinlemek için
otel ne kadar lüks olursa olsun,tek odaya hapis olarak;nasıl
pişirildiğini bilmediğimiz yemekleri tüketmenin ne zevki olacağını ben
bilmiş değilimdir. İnsanlardan bunu da tercih edenler olduğuna
göre,demek ki;bunlardan da zevk alanlar bulunmaktadır. Milletin adını
reddetmenin bile insan hakları arasında bulunduğunu iddia eden
insanların yaşadığı bir devirde;eski alışkanlıklardan sıyrılarak
dilediği gibi yaşamak isteyen insanların zevklerine karışmak
istediğimiz de yoktur. Biz sadece fikirlerimizi okurlara intikal
ettirmek istedik. Hiç olmazsa,maddi imkansızlıklar yüzünden evinde
kalanlar içinde düştükleri üzüntünün ölçüsünü de kaçırmış olmasınlar.
- Meteorolojik uyarılara rağmen;İstanbul’da havalar
şikayet edilecek kadar değildi. Yılbaşı eğlencelerini biz evimizde
yaptık. Çorum’dan götürdüğüm hindiyi gereği gibi pişirdikten
sonra,yemesinde de gereken kaideleri ihmal etmedik. Geç saatlere kadar
kendi aramızda eğlendik. Televizyon değişiklikleri de bizi meşgul
etti. Canlı eğlenceler kadar zevk aldığımızı söyleyebilirim. Sabah
kalktığımızda da cüzdanlarımızın boşalmadığının farkında idik. Onun
rahatlığını duyanlar bilir. Bir gecelik eğlencenin parası,insanın bir
aylık kazancı olan ülkede eğlenmekten bahsedilemez. Aksine parayı
ödeyenler eğleniyor değiller,onlar eğlenenleri seyrediyorlar. Bunlara
eğlence demek bile hata olur kanaatim var.
- Size gezdiğimiz yerlerin yalnız isimlerini vereceğim.
Eğer fırsat bulur İstanbul’a gitmek isterseniz,tıpkı bizim gibi şu
gördüğümüz yerleri sizde görebilirsiniz. Sabancıların Atlı Köşkü ve
sergilenen Picasso Sergisi;aynı yerde bizzat köşkte tertip edilmiş
olan Sakıp Sabancı Koleksiyonu,Boğaz’ın Anadolu yakası gezintisi ve
Çengelköy’de çay içimi,Haliç’te Min Türk adı verilen ve Anadolu’nun
her yerinden toplanmış şaheserlerin minyatürlerinin bulunduğu
park;yine Haliç’te sol cenahta bulunan Feshane ve şaheser park,sağ
cenahta Rahmi Koç adına tertiplenen makine parkı, vakiniz olursa bir
günde Pier Loti Tepesi.
- Görüyorsunuz ki;bir tatili dolduracak kadar benim
gördüğüm yerleri yazmış bulunuyorum. Buraların her birinde bir tam
günü rahat geçirebiliyor musunuz. Bu arada,güzelliğin ne anlama
geldiğini de görüyorsunuz. Para olunca,bilgili insanlar da bulununca
neler yaratıldığını da rahatlıkla görüyorsunuz. Adamlar bilgi sahibi
olmayınca para insanı soytarıya çevirebilir.
- her akşam haberlerinde,trafik kazalarını takip ettik.
Hiçbir ülkede trafik kazalarının bizdeki kadar acımasız olduğunda
görüyorsunuz. Bunlar için artık ne yolları ve nede trafik kaidelerinin
öğretilmediğini,öğretilmemiş olduğunu bahane edemezsiniz. Bunların
dereceleri içine gireceğimiz AB ülkelerinden farklı değildir. Güzel
yollar yapılmıştır. Polis teşkilatımızın da hatalarına rağmen,canla
başla çalışıyor. Siz;kanun emri dışında kalmaktan izah edilmez vahşi
bir zevkin içinde iseniz,sizi yaratanın bile faydası olmaz. İnsan
yaratılmanın sorumluğunu tanımaz mısınız?
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
87 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- TÜRKİYE’NİN CENNETLERİ VAR
- Herkesin, yazın tadını çıkarmak için
tatil yeri aradığı bir mevsimde, ben bir bahçenin başını bekleyecek
durumda değilim.
- Bir günde eşyalarımı toparlayıp
arabama yerleştirdim. Bunları yaparken de, bir şey unutmamak için çok
dikkat ettim. Ancak, insan bir şeye çok dikkat ederse, bilinmelidir ki
hata yapacaktır; ben de onu yaptım ve en çok gerek duyacağım
kulaklığımı unuttum. Yalnız olduğum zaman kulaklık ihtiyacı duyuyor
değilim ama, Aktur veya Fethiye’de komşularla birlikte olduğumuz
zamanlar ihtiyaç duymadığım da söylenemez.
- Bu yolları 1953 yılında, ilk defa ve
çocuklarımla birlikte olarak araba ile geçmiştik. Geçtiğim bu yollar,
diğer Anadolu yollarından farklı değildi. Bilhassa, Sivrihisar’dan
itibaren olan kısım yeni yapıma alınmıştı. Tiraj belirlenmişti ve
toprak hafriyatı yeni yapılmıştı. Bir araba yoldan geçtiği zaman,
arkadan başka bir arabanın onu yakından takip etmesi mümkün olmazdı.
Gündüz gözüne, öndeki arabanın arkasından yolu takip etmeniz mümkün
olmazdı. Bu yolu bir de, çamur halini düşünün. Ben çamur halinde de bu
uzun yolu takip etmiş idim. Bu gün bunlar, ancak çok acı birer hatıra
olarak benim hafızamda kalmışlardır. Bu bakımdan, bu yolların eski
hallerini görmemiş olanlar, kendilerini bize göre daha mutlu
yaratılmış insanlar olarak kabul edebilirler.
- Ankara ile Sivrihisar arasında, Avrupa
standartlarına uygun bir yolumuz var. İşin tuhaf yanı, bu yolda sürat
tahdidi yok gibi bir şey. Ben de gidişata uydum ve arabamın takatine
rağmen, süratli giden arabalara uymak zorunda kaldım. Sivrihisar’dan
sonra, herkes daha temkinli idi. Böylece ve normal koşullar içinde
yola devam ettik. Ankara ve Sivrihisar arasındaki yola benzer başka
bir yola da bir daha rastlamak imkanını bulamadık. Yer yer bozuk
yerler tek yola dönüşümler ve de yol tamiratlarıyla karşılaştık. Demek
istiyorum ki, bizim gideceğimiz yere kadar aynı tertip bir yola
kavuşmak için, daha en azından on yıl kadar beklememiz gerekecektir.
Benim acelem yok ama, acelesi olanlar için bu yılları saymak bile bir
sorun olabilir. Avrupalı olmak, öyle kolayına kazanılacak bir vasıf
değildir. Avrupa demek, her şey gibi, yolların da standart hale gelmiş
olması demektir.
- Beni erken geldiğimi görenler, benim
yarış yaptığım şüphesine düştüler. Ben cidden yarış yapmadım. Yorulmuş
olsam, oracıkta kalabilirdim. Bu araba, küçük ve motoru da takatsiz
olmasına rağmen, cidden insanı yormuyor. Zaten hareket etmeden de,
geldiğimde sofrayı hazır bulmak istediğimi biliyorlardı. Düşündüğüm
gibi de oldu. Sofraya oturdum ve her günkü alıştım bir kadehimi de
yudumlamaktan geri kalmadım. Yalnız; bu kadeh, Dünyanın cennetlerinden
birinde, Datça’nın Aktur sitesinde içiliyor. Yemek sonunda da, Türk
insanına bu Dünya cennetini kazandıran büyük idealist insan Özer
Türk’e dualar ettim; Şuna da işaret etmeliyim ki, çok önceleri
devletimizin aldığı bir doğru karar bozulmadan tatbikata devam
edilmektedir. Muğla’nın bu güzel ilçelerinde arazi envanteri yapılmış
ve nereye ne cins tesis yapılacaksa tespit edilmiştir. Bu dikkatli
tatbikattan dolayı, kimse, mülkiyet hakkını toplum zararına
kullanamıyor. Böylece, plan tatbiki sahası buldukça, dünyada
yaratılan, insanların yarattığı cennetler de ortaya çıkıyor. Bunların
kıymetini şimdi tam idrak etmemiş olsak bile, bizi takip edecek
nesillerimiz de, tıpkı benim yaptığım gibi, bu cennetlerin
bozulmamasına gayreti geçmiş herkese hayır dualar edeceklerdir. Ne
kainat ve ne de dünya, yalnız bizim için yaratılmış değillerdir.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
88 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇAĞDAŞ MEDENİYET SEVİYESİ
- Ülkesini,büyük Atatürk’ün istediği istikamette,çağdaş
medeniyet seviyesine değil,onun üstüne çıkaracağız.
- Bu cümle son zamanlarda pek çokları tarafından
söylenir oldu. Tıpkı Laik sözcüğü gibi. Yukarıya aldığımız cümlede
bunu telaffuz edenlerin bir kısmı tarafından pek iğreti olarak
söyleniyor. Yani;bu cümle bazı iddiacıların ağzına yakışmıyor demek
için her türlü durum mevcuttur. Hele televizyon ekranlarında pek
sırıtıyor. Söyleyenlerin dudakları bir araya gelmiyor gibi bir durum
var. Ağzına yakışmayan bu modaya uymak isteyenler,yasak savmak
isteyenler olduğu gibi gelecek korkusu içinde olanlar da var.
Mevlana’ya uysalar ya,oldukları gibi görünseler veya göründükleri gibi
olsalar. Hiçbir gereksiz gayretin içinde olmayacaklardır. Kendileri
rahat da olacaklardır.
- Çağdaş medeniyetten ne anlıyorsunuz ? Tarifler hep
bize yaptırılmaz ya. Bu defada siz ortada bulunun. Böyle bir soruyu
biz sormuş olalım. Cevap veremeyeceğinize göre cevabını yine biz
verelim.
- Bize göre medeniyet tektir, ortaçağında bir medeniyeti
vardır. Sümerlerinde ileri bir medeniyeti vardı. Şimdiki cari olan
medeniyette,Avrupalıların eleştirel aklı,inançlarının üstüne
yerleştirip kullanarak buldukları medeniyettir. Biz ise İkinci Mahmut
Padişaha verilen cevapta uyduğu, olduğu şekilde aklımızı,inancımız
aklından çıkarmaya ve kullanmaya, alışmaya bir türlü başarı
gösteremediğimiz için çağdaş medeniyete alışkanlık edinemedik. Bundan
dolayı çağdaş medeniyet tabirini pek iğreti kullanıyoruz.
İnanmadığımız, mimiklerimizden belli oluyor. Hep geçmişin ve
Osmanlının hayranlığı içindeyiz. Aslında Osmanlı hayranlığı demekten
Arap hayranlığını kast ediyoruz, bizim Osmanlı hayranlığımıza karşı
Osman Oğullarının tanıdığımın temsilcileri çok daha namuslu davranarak
aileleri üzerine verilecek kararın kendilerine bırakılmasını
isteyeceklerdir. Söylemlerinden ben anlıyorum ki;onlar bile Osmanlı
olmanın isteklisi değiller. Bu iddiaya sahip çıktıkları da ta baştan
beri görülmemiştir. İddianın sahipliğine tenezzül etseler hayatlarını
kazanmak zorunda kaldıkları vinç altı çalışmalarının altında can
verenleri olmazdı.
- Lafla peynir gemisi yürümez. Lafla çağdaş medeniyet
içine girilmiş olunmaz. Onun şartlarını kabul etmeden,ona sahiplik
iddiaları ortaya atılmaz. İnanmamışlılık görüntüleri zaten buradan
geliyor.
- Çağdaş medeniyetin şartları açık seçik ortada: Çağdaş
medeniyet bir yaşama biçimi olduğuna göre, onun bütün şartları
benimsenecektir. Düşünce tarzı benimseneceği gibi, hariç görüntüleri
de benimsenmiş olacaktır. Çağdaş medeniyetin hukuk anlayışı,ahlak
anlayışı, ilim anlayışı, görünüm anlayışı, sosyal düşünüş anlayışı
var. Bizim bunlardan işimize yarayanları benimseyip, işimize
gelmeyenleri itelemeye hakkımız yok. Medeniyet gerekleri ve esasları
ne ise herkes gibi bunları almamız gerekiyor. İleride aynı esaslar
içinde icatlar yaparak, bu medeniyete katkılarda bulunmamız gerekiyor.
- Çağdaş medeniyet; potin, kısa don, pantolon, gömlek,
kravat, şapka ve paltoyu kendisi için kıyafet olarak seçmiştir.
Kadınlarında özel çağdaş kıyafetleri vardır. Başörtüsü, erkekler
içinde, kadınlar içinde geçerli değildir. Hele kapalı alanlarda başın
kapalı oluşu ret edilmiştir, sizin uğrunda gayret içinde olduğunuz ve
hatta büyük gelecek tehlikeleri göze aldığınız kıyafetlerin ne
inandığınız dinle,ne de çağdaş medeniyet anlayışı ile ilgisi yoktur.
Bunlar uğrunda kanun dışı hareketlere tevessül eden din adamlarının
başlarına gelecekler olacaktır. Bunda anlaşılmamış insanlardan
da,çağdaş medeniyetin diğer umdelerine adaptasyon beklenemez.
- Görüntü yakıştırmak içindir. Görüntü inanç işareti
olmaz,yapmak isteyenlerde bütün dünyada önlenmiştir. Buna ayak
direyenler çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkamayacaklar. İnsan
görmüş olsa bile inanası gelmiyor.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
89 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- AVRUPA’DAKİ TÜRK MİLLET
VEKİLLERİ
- Bu bizden olan milletvekillerini
televizyon ekranlarından izledim. Her biri bir Avrupa memleketinin,
hem de batı Avrupa memleketlerinin parlamentolarının üyesi
bulunuyorlar. Almanya, Belçika, Hollanda, Danimarka bunlar arasında.
Asılları bizden olan bu Milletvekilleri ve Senatörler, aslında
Kıbrıs’a gelmişler ve Kıbrıs Türklerini aydınlatma görevlerini
yüklenmişler. Bunlar bir kısmı gelmişken Türkiye’de de Haber Türk
Televizyonunda bir çık oturuma katılmışlar.
- Bunlar, artık bulundukları
memleketlerin vatandaşlarıdır. Almanya’nın, Belçika’nın “Türk Asıllı
Milletvekilleri ve Senatörleri”. Bu demektir ki, bunlar artık bu
memleketlerin insanlarıdır. Yani, Alman, Belçika, Hollanda ve
Danimarkalı insanlar. Sadece bunların asılları Türk. Bizde öyle mi?
Bin senedir bir milletin adamları, bir devletin vatandaşları olarak
yaşayan bizim insanlarımızın sapıtmış olmaları, kendilerini etnik
kökenlerinden sayıp mensup oldukları milletin ve devletin adını
isimlerine kondurmak istiyorlar. Ülkeyi yöneten insan da kalkıp,
milletin asıl rüknüne nasihatte bulunuyor: “Sen, ne mutlu Türküm deme;
öteki de kalkar, ne mutlu Kürdüm der” diyor. Bu bizimki etnik köken
dalkavukluğu değil mi?
- Bizim misafirlerimiz olan ve asılları
bizden olan milletvekilleri ve senatörler, bulundukları milletin
içinde Türk insanı olduklarını mı, yoksa bulundukları memleketin
insanı olduklarını mı söylüyorlar? Bunlar, “Ne mutlu ki Alman’ım” mı
diyorlar; yoksa, “ne mutlu Türk’üm” mü diyorlar?
- Yaşadıkları devletlerin Başbakanları,
kendi asıl vatandaşlarına, bizim Başbakanımızın tavsiyelerini
yapabilir mi? Alman Başbakanı kadın, Merkel, çıkıp ta Almanlara,
Almanlığınızla öğünüp de Türklere örnek olmayınız, diyebilir mi?
- Türk asıllı milletvekillerinden ve
senatörlerden ekranda tanıdıklarımız, Avrupalı olarak yetişmişler.
Ülkenin dillerine vakıflar. Partilere girmişler ve Başbakanlarının
oyuna yakın oy almışlar. Demektir ki, o milletin adamları da bunlara
oy veriyor.
- Aslı bizden olan bu insanlar,
medyamızın pireyi deve yaparak, Avrupalıları ve bizzat kendi
milletimizin insanlarını yanlış şartlandırdığının bilincindeler.
- Bu insanlarımız, Avrupalı sokaktaki
insanların, Türkiye’nin haritada yerini bile bilmeyebileceklerini
kabul ediyorlar. Ancak, Avrupalı yönetim kurum ve adamlarının,
- Türkiye’yi ve isteyeceklerini çok iyi bildiklerini de söylüyorlar.
- Bu insanlar, bizim yönümüzün,
Osmanlı’dan beri hep Avrupa medeniyeti olduğunu kabul ediyorlar.
Avrupalının dışında bir yön aramanın mantık dışı olacağını da
söylüyorlar. Ayrıca, bizim Avrupa’ya olduğundan çok, onların
Türkiye’ye ihtiyaçları olduklarının da farkındalar. Türkiye’nin ana
çizgiden ayrılmayacağını da biliyorlar. O zaman, bu karışıklıktan
istifade etmek istiyorlar. Ne kadar taviz alırlarsa, onu kâr
sayıyorlar. O zaman, pazarlıkta, bizim de iyi hesaplar içinde olmamızı
tavsiye ediyorlar.
- Kuzey Kıbrıs Türk devletinin var
olduğunun bile, halkın bilgisi dışında olduğunu söylüyorlar. Bunlar,
bir esas sayılacak noktaya da dikkat çekiyorlar. Onlara göre, bu gün
Avrupa’da çaplı sayılacak politika adamlarının yokluğunu
bildiriyorlar. 30 sene önce, Yunanistan’la Türkiye AB içine davet
edildiği zaman, iş başında olan politikacı ve büyük bürokratların bu
gün olmadığını açıklıyorlar. Türkiye ile kısır çekişmenin bir yönünü
de, bu adam eksikliğine bağlamak niyetlerini açıklıyorlar.
- Daha şikayet edecek noktaları da var.
Aslı bizden olan genç neslin, gerektiği kadar yetişmediğini, iyi dil
öğrenmediğini söyledikten sonra; yetişmemiş insanların yetişmişlerle
nasıl boy ölçüşüp de eşitlik sağlayabileceklerini ortaya getiriyorlar.
Orası Türkiye değil ki, cahil kalmış beyinler, sırf oy avcılığı
yüzünden, kendini yetiştirmişlerden daha kıymetli sayılmış olsunlar.
- Bu son şikayetleri, beni tanıyan
bütün yabancılardan işittim. Bizim insanlarımızın, dil öğrenmemekte,
başlarını kapamakta, komşu yerliye iyi gözle bakmamakta ayak
dirediklerinden şikayet etmişlerdi.
- Bizim kendi ülkemizde kıymetli sayılan
bu başıbozukluğun Avrupalılar yanında makbul sayılmasını istemeye
hakkımız olur mu? Orada isteyemediğiniz isteklere burada, kendi
memleketinizde niçin sarılıyorsunuz?
- Neleri kanıtlamak istiyoruz biz?
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
90 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- LATİFE HANIM HAKKINDA
- Latife Hanım; İzmir zengin
tüccarlarından Muammer beyin kızı, Ziya Uşaklıgil’in yeğeni,
Atatürk’ün eşi olup, hayatını yaşamadan ölen bir azizedir. Latife
Hanım, bir Vecihe’nin ablası, bir Vecihe’nin de teyzesidir. Latife
Hanım’ın daha çok akrabaları da vardır. Merak edecekler, sayın bayan
Çalışlar’ın yeni çıkmış Latife Hanım adlı kitabını alarak, daha
geniş bilgi sahibi olabilirler. Ben, bu kitabı okudum. Bazı
noktaları, aynı kitabı okumuş olan kızım Esen’le de tartıştık.
Anlayacağınız üzere, pekte mutabık kaldık denemez. İşte, ben
fikirlerimi bunun için yazıyorum; yoksa niyetim, edebi yönden
kitabın eleştirisi olmayacaktır. Latife Hanım için kitaplar
yazılıyorsa, benim veya sizin için de, Latife Hanım hakkındaki
düşüncelerimizi ortaya koymakta hiç bir mahzur yoktur. Mahzur da
mania demektir. Zaten ikisi de Türkçe sözcükler değiller.
- Latife Hanım kitabında eleştirecek
bir şey yok. Büyük emekler verilmiş bir eser. Aileden büyük
yardımlar görüldüğü anlaşılıyor. Bu kadar uzun zaman sonra,
Amerikan, İngiliz ve Fransız basınında o zaman çıkmış yazılara
ulaşmak, öyle kolay olmazdı. Ailenin hemen hepsi yabancı dil
bildiklerinden, o zaman ellerine geçen gazete ve dergilerin
saklanmış olduğu anlaşılıyor. Böylece, Latife Hanım ailesinin de,
geniş anlamda tarihi ortaya konulmuş oluyor denebilir.
- Latife Hanım’ın çok iyi yetiştiği
üzerinde çok duruluyor. Babası da iyi yetişmiş bir insandır. Evde
iyi yetişen bir baba olunca, çocuklarını kendisinden geri
bırakmayacağı hakikati, burada da ortaya çıkıyor. Kitapta, Latife
Hanım’ın 8-9 dil bildiği yazılı. Benim okuduğum başka eserlerde, üç
dili iyi bildiği anlatılıyor. Latife Hanım’ın yetişmesi üzerinde de
tartışılacak bir durum yok. Ama, bu dilleri, hariciye mensuplarına
taş çıkartacak kadar iyi bildiği izahı, biraz mübalağa kokusu
veriyor. 23 yaşında bir kız, bu kadar yabancı dili hatasız okuyup
yazıp, konuşamaz. Ayrıca, çok dil bilmek, çok ta bilgili olmak demek
değildir. Latife Hanım, çok üstün vasıflar göstermiş olsa, Mustafa
Kemal’in karısı olmaya imkan bulabilir mi idi?
- Kitapta, dikkatimizi çeken bir husus
ta, Latife Hanım’ın Mustafa Kemal’le tanışma şeklidir.
- Bizim okuduğumuz kitaplarda, hep
Latife Hanım’ın, gidip Mustafa Kemal’i görmek istediği, şeklindedir.
Hatta, Mustafa Kemal, önce, kendisini kabul etmek istememiştir.
Israr üzerine, kabul etmiş ve ilk sırada daveti kabul de etmemiştir.
Mustafa Kemal, her kız tarafından yapılan daveti kabul edecek bir
insan da değildir. Latife Hanım da ilk görüldüğünde yıldırım gibi
insanları çarpıp kendisine aşık edecek kadar güzel bir kadın da
değildir. Mustafa Kemal Paşa, Afganistan sefaretindeki resmi
kabulde, bunu açık olarak ta söylemiştir. Ancak, Latife Hanım’ın çok
anlayışlı olduğunu da söylemekten çekinmemiştir. Bizim kanaatimiz
da, Latife Hanım’ın dil bilen, görgülü, zeki, anlayışı yüksek, biraz
da boyu kısa olan bir hanımefendi olduğudur. Mustafa Kemal Paşa’ya
eş olmasında da bizim için bir mahzur yoktur. Bize göre yoktur da,
mahzur bulanlar da olmuştur. Kızını bu itinalarla yetiştirmiş olan
babası rahmetli Muammer Bey, kızına, açıkça, bu evlilikten
vazgeçmesi gerektiğini söylemiştir. Bir baba yetiştirdiği kızının
özelliklerini tanımaz mı? Kendisi de çok iyi yetişmiş baba, Mustafa
Kemal Paşa’yı da görünce, onda bazı özellikler görmüş olacak ki, bu
evliliğin sürdürülemeyeceğinin bilincine varmıştır. Hatta şayet geri
baba evine dönerse, ondan, Mustafa Kemal’den hiç bahsetmemesi
gerektiğini de Latife Hanım kızına hatırlatmıştır. Babanın
dediklerinin ortaya çıktığını gördüğümüze göre, bu vasıfların neler
olduğu hakkında bilgi aramamıza pekte gerek kalıyor değil. Evlilik
çok kısa sürmüştür. Bu kısa sürenin de, huzur içinde gittiği
söylenemez. Mustafa Kemal gibi bir insan, köşkten ayrılıp, eski
ziraat mektebinin köhne odalarında huzur aramaya çalıştığını da
kitaptan öğreniyoruz. O zaman, bizim tahminimizin doğruluğu da
ortaya çıkıyor. Çok kısa bir evlilik, o da huzur içinde geçmiş
değil.
- Bu evlilik kısa sürmüş, Muammer
Bey’i düşüncelerinde haklı çıkarmış, kızını mutsuz etmiş koca bir
dahiyi de yalnızlığa sürüklemiştir.
- Eğer bu evlilik mutluluk getirse
idi, bütün bu saydıklarımız olmayacaktı. Ayrıca, belki de, tarihimiz
başka türlü, şüphesiz daha iyi yönde yürümüş olacaktı. İşte biz,
kitap vesilesiyle, bu menfi düşüncelerin sebeplerini, kendimize
göre, kısaca, Velidedeoğlu’nun nasihatlerine uyup bir beyin
jimnastiği yaparak, eleştirel bir fikir jimnastiği ile ortaya
koymaya çalışacağız. Yoksa kimin daha haklı veya daha haksız
taraflarının olduğu üzerinde duracak değiliz.
- Şimdi biz, İngiliz Başbakanı Lloyd George tabiri ile her yüz
senede bir, Kemani Nubar ve büyük devlet adamı İsmet Paşa’nın
sözüyle beş yüz senede bir defa doğan bir dahinin evlilik hayatının
devam etmemesi üzerine fikir yürütüyoruz. Bunun için, büyük bir ilim
adamımızı da ortaya getirdik; onun nasihatlerine uyarak bir de beyin
jimnastiği yapmış olacağız. Biraz abartmalı isteğin peşinde olmuş
olsak bile, tuttuğumuzu ele getirmeye çalışacağız. Yine bunun için,
fikrimizi kuvvetlendirme bahanesiyle, Ağa Han’ın hatıratından
hatırımızda kalan bir olayı da burada bahse getireceğiz. Bütün
düşüncemiz, bu dahimizin ve rahmetli Latife Hanım’ın mutsuzluğunun
sebeplerini yakalıya bilmemizdir. Bunları bulmamız bir şey
değiştirecek değil; ama, hiç olmazsa, bir olayı doğru tahlil
etmedeki tutumumuzu ortaya koyarak, insani bir rahatlama hissine
kavuşmak istiyoruz. Bunları yapmakla da, ömrümüzün kısalacağına
inanmıyoruz.
- Ağa Han’ın oğlu Ali Han’la, büyük
sinema aktristi Rita Havyort sevişiyorlar. Onlar, şimdiki modayı o
zaman bulup yakalamışlar. Rita, Ağa Han’ın bir evinde misafir.
- Ağa Han, evlenme isteklerine evet diyor; ama, tıpkı Latife
Hanım’ın babası Muammer beyinki gibi, onun içi de rahat değil. Ağa
Han’a göre oğlu Ali Han genç, içi hayat dolu ve hayatın tadını
bizzat yaşayarak çıkarmak istiyor.
- Halbuki, gelini Rita, sahnede
yorulmuştur. Ağa Han, bu durumlara, gelinin ve oğlunun gözlerine
bakarken karar verebiliyor. Gelini Rita, sakin bir köşede dinlenmeli
ve kendine gelmelidir. Şu durumda, bir evlilik ahengi nasıl temin
edilebilecektir?
- Bizimkilerde de, Mustafa Kemal
hayata atıldığı günden beri cepheden cepheye koşmuştur. Kurtuluş
savaşı da tepeye tüy dikmiştir. Mustafa Kemal, Kurtuluş savaşındaki
yorgunluğunu, belki de hiç bir savaşta hissetmemiştir. Evlenme
kararı, kurtuluş savaşı sonunda veriliyor. Hatta, karar, hiç
dinlenme imkanı ve zamanı bulunmadan verilmiştir de denebilir.
Ayrıca, Mustafa Kemal, “Bundan sonra ne yapacaksınız?” diyen bir
gazeteciye, “birbirimizi yiyeceğiz” diyerek, sanki bir kahin gibi,
gelecekte olanları bile açıklamıştır. Yani, gelecekte de Mustafa
Kemal için, bir dinlenme, bir kendini dinleme mümkün olmayacaktır.
İşte Latife Hanımefendi, böyle bir vatan adamıyla evlenmeye talip
olmuştur. Olmuş olduğuna bir şey demiyoruz da, bunun bir sorumluluk
olduğunu düşünmesi gerekmez mi idi? Babası Muammer beyin düşündüğü
gibi, kızının da düşünmesi gerekmez mi idi?
- Unutmadan yazmalıyım ki, Rita ve Ali
Han evliliği mutluluk getirmemiş ve ayrılışla sonuçlanmıştır. Ali
Han’ın sonradan rastladığı ve sevdiği kadın, evli bile olmadan Ali
Han’ı mutlu edebilmiştir.
- Mustafa Kemal ile Latife Hanım
evliliğinde bir uyumsuzluk, bir anlayış eksikliği var. Evlilik
yürütülemediğine göre, bunu kabul etmek zorundayız. Bunun izahını
yapmaya çalışırken, tıpkı İpek Hanımefendinin yaptığı gibi, biz de
bir suçlu arıyor olmayacağız. Evlilik niçin yürümedi? Okuduklarımıza
ve dinlediklerimize göre, bunun sebeplerini aramaya çalışıyoruz.
Belki, işin sonunda, bir şahsi kanaatimizi da yazabiliriz. Ona da,
eleştirel bir anlam vermemeye gayret göstereceğiz.
- Evlenme sırasında, ne Latife
Hanım’ın ailesi ve ne de Mustafa Kemal, adetlere ve göreneklere
aykırı en küçük bir eksiklik yapmamışlardır. Cehiz, dokuz devede
taşınmışsa, Mustafa Kemal’in armağanı da özel vagonda
gönderilmiştir.
- Evlilik, ilk aylarında tamamen
normal seyrini takip ediyor. Latife Hanım Mustafa Kemal’i seviyor;
Mustafa Kemal de karısının yanında bulunmasından gururlu. Mustafa
Kemal ailesinin yakınlarında olanların yazdıklarından, bunları biz
de böyle anlıyoruz.
- Galiba, kırgınlıkların, bilhassa
Mustafa Kemal kırgınlığının ortaya çıktığı zaman, Fikriye Hanım’ın
sanatoryumdan gelmesi olmuştur. Fikriye Hanım hastadır. İyi
düşündüğü söylenemez ama, nihayet bir kadın hissiyatı ile yüklüdür.
Hastalık psikolojisini de eklerseniz, yaptıklarının hafifleyeceğine
siz de belki katılırsınız.
- Mustafa Kemal, Latife Hanım’ın
Fikriye Hanım’a gösterdiği tavrı tasvip etmemiştir. Latife Hanım
kıskançlık göstermeyip de, Fikriye Hanım için merhametli davranmış
olsa, Mustafa Kemal iki evlilik istemeyeceği gibi, karısına karşı da
çok takdirkar durumlar sergileyecek idi. Ben, şahsen, Mustafa
Kemal’i kalbi çok yufka bir insan olarak düşünürüm. Fikriye Hanım’a
reva görülen muamele, Mustafa Kemal’i hem üzmüş ve hem de kırmıştır.
- Hep, ana göre yazacağımdır. Okuduklarımı ve dinlediklerimi
yazımda yardımcı kabul etmiş olsam bile, yazdıklarım benim şahsi
kanaatlerimdir
- Yine bana göre, aile hayatını
zedeleyen sebeplerden birisi de, Latife Hanım’ın, Mustafa Kemal Paşa
kocasına hitap şeklidir. Mustafa Kemal, hiç kimse tarafından, küçük
adıyla çağırılmasını istemezdi. Annesi bile, “Paşa oğlum” derdi.
- Paşa dahil, bütün Arapça sıfatları
yasaklayan Mustafa Kemal, kendisine “Paşam” denmesinden hoşlanırdı.
Bu istek İsmet Paşa için de ve hatta, bizim askerlerimizin hepsi
için söylenebilir. Hiç birisi, ben paşa değil, generalim dememiştir.
- Latife Hanım, “Kemal” diye hitap
edermiş. “Kemal Paşam” dese, belki de Mustafa Kemal, bu isim
sorununu kafasına takmış olmazdı. “Bana Kemal deme” diyerek,
karısını ikaz etmeyi düşünmemiştir. Bunu onuruna yakıştırmamıştır.
- Aile huzuru için bozucu olarak kabul
edilen bir üçüncü sorun da, Mustafa Kemal Paşa’nın sofralarıdır.
Yine benim okuduklarıma ve yakın olanlardan dinlediklerime göre,
Mustafa Kemal Paşa’nın üç cins sofrası vardır:
- Bunlardan birincisi; devlet
işlerinin konuşulduğu ve hükümet üyelerinin çoğunlukta olduğu
sofralardır. Demek ki, hükümet adamlarıyla birlikte, bazı bilen ve
bilgisine güvenilen insanların da davet edildiği sofralardır bunlar.
Bu sofralarda içki ikramı olmazmış. Bizzat Latife Hanım da bu
sofralara iştirak etmekte imiş. Başbakan İsmet Paşa, bu hükümet
toplantılarında mutlak bulunurmuş.
- Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci cins
masası, sohbet masaları imiş. Bu sofralarda bazı hükümet üyeleri ve
bilhassa ismet Paşa bulunmuş ama, genel olarak davetliler dışardan
olurmuş. Bu masalarda içki de ikram edilirmiş. Masada, zıvanadan
çıkan olursa, bu adabı hazmetmeyenler bulunursa, onlar da usulü
gereğine uyularak dışarı alınırmış. Bu masalara eşi Latife Hanım
mutlak iştirak edermiş. Hatta başka kitaplarda ad verilmeden
zikredilen olayı bizzat muhatabı da Latife Hanım olduğunu, İpek
Çalışlar’ın kitabından öğrenmiş bulunuyoruz.
- Mustafa Kemal Paşa’nın üçüncü cins
sofrası, yakın arkadaşlar sofrasıdır. Burada, hükümet adamları hiç
bulunmamıştır. İsmet Paşa, bu sofralara hiç iştirak etmemiştir. Bu
sofralarda oturanlar da, Mustafa Kemal Paşa’nın yakın özel
arkadaşlarıdır. Hiç birisinin, Paşaya bir saygısızlığı olmamıştır.
Latife Hanım’ın bizzat işaret ettiği gibi, içkiyi de bir kadehle
sınırlamaktadırlar. Hiç birisi, “Paşam yeter!” diyecek kadar ileri
gidecek kimseler de değildir. Bu sofralara, benim koyduğu ad
yakışıklıdır da, yazılması yakışık almaz.
- Aslında, Mustafa Kemal, bu son sofralarda, yalnızlığını
yaşamaktadır. Arkadaşlarını da psikologlar yerine koyarak düşünmek
doğru bir hareket olmaz. Mustafa öldüğünde, en çok ıstırabı bu yakın
sofranın adamları duymuşlardır.
- Latife Hanım, bu son sofralardan
şikayetçidir. Latife Hanım, Mustafa Kemal’den bu sonraları, son
sofraları bırakmasını istemektedir. Ben de, “Keşke bu son sofralar
olmasalardı” deyip gelmişimdir. Mustafa Kemal’i bu sofralardan
ayırmak için, neler yapılması gerektiği üzerinde kimse zihin
yormamıştır.
- Mustafa Kemal niçin bu son sofralara
bağımlı. Demektir ki, bu büyük insan, bu sofralardan, son
sofralardan zevk almaktadır. Demek ki, bu sofralarda dinlendiğini
sanmaktadır. Demek ki, bu sofralar, kendisini oyalıyor. Yine, o
demektir ki, Mustafa Kemal’in bu sofralara ihtiyacı var. Bu son
sofraların kendisine taşıdığı zararların da bilincinde değil. Yahut
böyle kabul edelim. Siz de, Latife Hanım da aynı kanaattesiniz. O
zaman, bu Mustafa Kemal Paşa’yı zararlı kabul ettiğiniz, benim de
mesleğim gereği kabul ettiğim zararlı sofralardan usandırmak için
çareler aramak aklınıza gelmez mi?
- Bu sofralardan daha çekici bir ortam
yarattınız da, Mustafa Kemal mi uymak istemedi. Eğer öyle ise, başka
bir ortam yine hazırlamanız gerekirdi. Göreviniz, bu ortamı
buluncaya kadar, bu çalışmalara devam etmiş olmanız idi. Hiç imkan
yoktu deyip, işin içinden çıkamazsınız. Bu yola giderseniz, kimseyi
ve hele Mustafa Kemal’i eleştirmeye hiç hakkınız olamazlar. Belki,
düşüncelerinin seviyesi, seviyeleri bu idi. Daha yüksek düşünce
seviyesi aramak, size ve kimseye yasaklanmış değildi.
- Siz, Latife Hanım için, her şeyi
mükemmeldi diyorsanız, ben fikrinize iştirak etmem. Dediğiniz doğru
olsa, Mustafa Kemal bu evliliği bozacak duruma gelmezdi. Mutlu
olurdu; uzun yaşardı ve memleketimiz için daha pek çok işler yapmış
olurdu. Erken ölmese, belki de, bu gün yaşadığımız devrin icapları
artık Türkiye’de bulunmaz olurdu. Anadolu’daki üçüncü Türk devleti
de, bu kadar kısa zamanda sorgulanır duruma gelmezdi.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
91 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- İŞİN YOKSA YAZIYA DEVAM
- Demokrasiyi Türkler keşfetmiş
değildir. Biz, yaptıklarımızı Avrupa’nın yaptıklarından esinlenerek
yapıyoruz. İhtilalımızda de, inkılâplarımızda da Fransız ihtilalının
ve Fransız devrimlerinin izleri vardır. Anayasamızdaki “Laik”
ilkeler kayıtları da, Fransız Anayasası’ndan alınmıştır. Bunların
hepsinin sebepleri vardır.
- Aslında, bütün Avrupa demokrasisinin
yaptığı da aynı kaynaktan alınmıştır. Böylece, hem Avrupa
ülkelerinde ve hem de bütün Avrupa ülkelerinde “Parlamenter
demokrasi” usulleri teşekkül etmiştir. Devlet başkanları,
Cumhurbaşkanı adı altında, meclisler tarafından seçilmişlerdir.
General De Gaull’e kadar da, Fransa’da Cumhurbaşkanı, Fransız
Meclisi tarafından seçiliyordu.
- Cumhurbaşkanı seçiminde zorluk
oldukça da, meclis kendisini yeniliyordu. Bunlar yine olmaktadır. Şu
komşumuz Yunanistan’da bile tatbik edilen usuller bunlardır. Şimdiye
kadar, bu sistemden şikâyet edenlere de rastlamamışızdır. Yalnız
Fransa, kendisine mahsus yeni bir sistem yaratarak, Cumhurbaşkanı’nı
halka seçtirmektedir. Bundan memnun olduğu da şüphelidir.
- Dedik ki, Fransa, yeni bir sisteme
göre formalitesini ayarlayarak, Cumhurbaşkanını halka seçtiriyor.
Yeni bir sistem hazırlamış ve Anayasa ona göre değiştirilmiştir. Bu
değişiklikte, akşamdan sabaha olmuş değildir.
- Türkiye’de olan sistemimiz
söylediklerimizin aynıdır. Şimdiye kadar 10 Cumhurbaşkanı bu sistem
içinde seçilmiştir. Şimdiye kadar bir şikâyet yaşamış da değiliz.
Hatta, meclis tıkanmamış ve kendini fesih etme durumuna da
gelmemiştir. Bu durumla ilk defa karşılaşıyoruz. Karşılaşmışlar ne
yaptılarsa, bizim sistemimiz de aynı olduğuna göre, seçimlere gidip,
Cumhurbaşkanını yeni gelecek meclise seçtirmektir.
- Türkiye’de, şimdi, bu
söylediklerimiz ve Avrupa’da olduğunu anlatmaya çalıştıklarımız
olmuyor. Cumhurbaşkanını milletin seçmesi isteniyor. Anayasa
değişikliği de, sanki bir türban kanunu gibi, birkaç gecede
çıkarılıvermek isteniyor. Bunlarda içtenlik var denebilir mi?
Bunları bilgi ile yorumlamak mümkün olabilir mi? Bunlarda iyi
niyetin kokusu vardır denebilir mi?
- Biz, Cumhuriyet kuruluşundan beri,
başkanlık sisteminin de aşıkı bulunuyoruz. Avrupa ülkelerinde
başkanlık sistemi yoktur. Başka ülkelerde heveslenmiş değildirler
Biz, bunların çok heveslisi görünüyoruz. Amerika’daki başkanlık
sistemini öğrenebileceğimiz bir kitap ta Türkçe olarak yayınlanmış
değildir. O zaman, neyimize güvenerek başkanlık sisteminin peşine
takılıyoruz? Hiç şüphe etmeyiniz ki, az bilgili oluşumuzun peşine
takılıyoruz. “Cehaletimiz” demek en doğrudur da, insanın söylemeye
dili varmıyor. Nasıl, “Bekâra karı boşamak kolaydır!” demek adet
olmuşsa, cahile de rejim değiştirmek kolaydır. Kulak dolgunluğu
birkaç kelimeyi, cahil âlimlik sanmaktadır!
- Amerika’daki Başkanlık sistemi,
Amerika’da başlangıçta kurulmuştur. Bunun iyi bilinmesi gerekir. Bu
sistem, Amerika için alışkanlık yaratmıştır. Sistem diyoruz,
sistemden bahsedince, bütün devlet anlayışının bu istikamette
yönlendirilmesi ve bu yönlendirmenin kanunlarla düzenlenmesi
gerekir. Bu iş kolay olsa, şimdiye kadar bazı ülkelerin de bunları
benimsemiş olması gerekirdi.
- Cumhurbaşkanımız, bu
söylediklerimizin bilincindedir. Yaptıkları da hem yetkisi ve hem de
ahlak anlayışımız içindedirler. Cumhurbaşkanımız, bir sistem
değişikliğinin gerekli olmadığı fikrindedirler. Akşam geç vakit
kızanlar, sabah erkenden sistem değişikliğine giderlerse, evlerinin
yollarını bile şaşırabilir. Yanlış eve girenlerin tarifi,
Türkçemizde anlaşılır şekilde açıklanmıştır. Bunları, söylendiği
gibi yazıya naklederek, hiç yok yerden düşüncesi az insanların
kinlerini üzerimize çekmek niyetinde değiliz.
- Fikrimizi açıklayarak yazıyı
bağlamak istiyoruz. Sistem değişikliğini biz de istemiyoruz.
Avrupalılar, nasıl ki, Demokratik Parlamenter sistemi devam
ettirmekte fayda görüyorlarsa, bu faydaları biz de kendi
memleketimiz için düşünüyoruz. Sistem değişikliğini Mustafa Kemal
yapmıştır. Mustafa Kemal’den dağlar kadar uzak bulunuyorsunuz. Bari,
yaptıklarını bozmayın da, onları anlama gayreti gösterin.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
92 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ERMENİ SORUNUNA BİR KATKI
- Aslında bu katkıyı ben değil, rahmetli Çorumlu
hemşerimiz Hıfzı Veldet VELİDEDEDOĞLU yapmıştır. Ben onun
katkılarını okuyucularımıza bir daha aktarmaktan başka bir iş yapmış
olmuyorum.
- Ermeni sorununu yaratan amil, Birinci Dünya
Savaşıdır. O zamana kadar, Ermenilerle aramızda sorunlar olmuştur
da, yeni bir devlet isteğini ortaya koyan bir durum mevcut değildir.
Abdülhamit’e atılan bomba olayında bile, Ermeni devleti sorunu
bulunmuyor.
- Birinci Dünya Savaşı devam ederken, İtilaf
devletleri, savaşın politikası gereği, çeşitli çarelere
başvurmuşlardır. Türkiye topraklarında yaşayan Ermenilerden
yararlanma imkânlarını aramışlardır. Bir taraftan Çarlık Rusya’sı,
öbür taraftan İngiliz ve Fransızlar, Ermenileri kullanmak için,
düşünür göründükleri müstakil Ermeni devleti fikrini ortaya
atmışlardır. Zaten, bir müddetten beri, yeni ıslahat düşünceleri
içinde, Ermeni sorunu kullanılmaya başlanmıştı. Aynı düşünce yine
çıkarları içinde, İngiliz ve Fransız hükümetleri düşünüyorlardı.
Yalnız, bu üç müttefik devlet, bu aynı işi düşündükleri zaman,
birbirlerinin çıkarlarını gözetmeyi de asla ihmal etmiyorlardı.
- Aslında, Rusya, kendi topraklarında yaşayan
Ermenileri de ihtiva eden bir Ermenistan kurmayı hiç bir zaman
düşünmemişlerdir. Nispeten muhtar bir Ermenistan düşünülmüş olsa
bile, bunu, ancak Osmanlı İmparatorluğundan birinci cihan savaşında
aldıkları topraklar üzerinde düşünmüşlerdir. Bu muhtar Ermenistan’da
Kilise malları düzenlenecek, dini istiklal tanınacak ve dilleri
serbestçe kullanılacaktır. Görülüyor ki, tam bir bağımsız
Ermenistan, Osmanlı’dan alınan topraklar üzerinde bile söz konusu
değildir. Osmanlı’dan işgal edilen topraklarda yaşayan Ermenilere
dediğimiz muhtariyet tanınmış olacaktır. Rusya’da yaşayan
Ermenilerin bu dediğimiz muhtar Ermenistan’a katılması düşünce
dışıdır. Onlar, Gürcüler, diğer Müslümanlar ve bizzat Ruslar gibi
aynı hukuku paylaşan insanlar olarak Rus vatandaşları olarak
kalacaklardır.
- Bu söylediklerimiz ve yazdıklarımız ise, Osmanlı
Ermenilerinde asırlardan beri vardı. Ermeniler bir cins imtiyazlı
bir kavim olarak Osmanlı vatandaşı bulunuyorlardı. Yabancı dil
bilmelerinden dolayı da, Osmanlı Devletinin hariciyesi tamamen
Ermenilerin ellerine tevdi edilmişti. Kısaca bir defa daha ifade
etmek istersek, Ermeniler Osmanlının en rahat, en hür, en sadık ve
aynı zamanda da en faydalı insanları idiler. İsyan ediyorlardı da,
ayrılık sahneleri sergilemiyorlardı. İttihat ve Terakki’nin de bile,
çok ileri kademelerde Ermeni insanları vardı. Talat Paşa’ya yakın
olanlar da vardı. Ermenilerden devletin saklayacak bir şeyi de
yoktu.
- Rusların Ermenileri kandırmaları ve gereği gibi
kullanmalarına benzer şekilde, Avrupa’nın emperyalist güçleri de
Ermenilerden faydalanmayı düşünmüşlerdir. Ermenilerin büyük
Ermenistan’ın kısımları olarak düşündükleri Adana ve Kilikya’da
Fransızların da çıkarları vardı. Bu bilinç içinde, Rusya ve
İngiltere durumu idare ediyorlardı. Hiç bir şey yokken, Karadeniz ve
Akdeniz’e açılacak büyük bir Ermenistan kurulmasını bu emperyalist
devletler isterler mi? Zaman zaman ister görünmüşler ve
politikalarını yürütmüşlerdir. Tam açıklık içinde konuştukları da
yoktur. Ermenilerden ise, bunların kötü niyetlerini anlayan
olmamıştır. Anadolu Ermenilerinden küçük bir kısım bu işe alet
olmuştur. Büyük kitle memnuniyetlerini dış Ermenilere anlatma
imkânlarını bulamamıştır.
- Bir Ermeni, müteşebbisi olan Dr. Zavriyef, Çarlık
Rusya hariciyesinin tasvibi ile de, Avrupa’da bu bağımsız Ermenistan
işini takiple görevlendirilmiştir.
- Çok zengin olup hayatını Avrupa’da zevk âlemlerinde
geçiren Bogos Nubar Paşa ise, görevli doktora yardım görevini
yüklenmiştir.
- Bu iki Ermeni, Rus hariciye nazırı Sazanof’un
bilgisi içinde bu gayretlerine devam etmişlerdir. Ne Rusya’dan, ne
de İngiliz ve Fransızlardan, tam bağımsız Ermenistan vaadi aldıkları
da olmamıştır. Olayların hepsinin baş sebebi oldukları halde, hiç
bir işe yaramadıklarını da ölmeden ikisi de görmüştür.
- VELİDEDEOĞLU, bu bilgileri, Çarlık Rusya’dan sonra
idareyi ele alan Sovyetler hükümetinin, Çarlık Rusya hariciyesinin
gizli muhaberatına dayanarak yazdırdığı “Türkiye’nin taksimi” adlı
kitaptan nakletmiştir. Kitap, 1924’de neşredilmiştir. Bu kitabın
yazılmasına tahsis edilen heyetin yazım başkanlığını “Adamof”
yapmıştır. Kitap bir çok dillere ve bu arada Türkçeye çevrilmiştir.
Türkçe çevirmeni, Babaeskili Hüseyin Rahmi’dir
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
93 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- AVRUPA MI ESKİ, ANADOLU MU?
- Biz Türklerin Avrupa karşısında sıkılganlıklarımız
var. Başka bir sözcük kullanmak içimden gelmedi. Her ileri şeyin
Avrupa olduğu düşüncesinin sahibiyiz. Bunun doğru taraflarının
olduğu da bilgimiz içindedir.
- Ancak, şu bizim Anadolu da yabana atılacak bir ülke
sayılmaz. Üzerinde, tam otuz bin yıldır insanların yaşadığı tespit
edilmiştir. Avrupa insanları için, bu kadar uzun yıl düşünmek imkânı
yok gibi. Yokta diyemiyoruz; çünkü elimizde yazılı vesika yok. Yazı
olmadan da, yazılı vesika beklemek abes olur!
- Alacahöyük’te bulunan medeniyet eserleri,
Hitit’lerden daha eski. Taş devrinin eserleri, kazı sahasında, Hitit
devrinden önceye ait mezarlarda bulunmuştur. Taş devrinde demir
madeni de bulunmuştur. Altın ve gümüşün ise, çeşitli eserleri bu gün
elimizde, Ankara’da, Anadolu medeniyetleri müzesindedirler.
- Asur ticaret erbabının Anadolu’dan silinmesini
takiben, Hititler Anadolu’nun ortasında yer alıyor. Hititlerin
“hiyeroglif” yazıları da var, Sümerlerden gelen çivi yazıları da
var. O zaman, Hititler, iki yazılı millet oluyorlar.
- Hititlere ait ilk çivi yazılı tabletler Hattuşaş
(Boğazköy’de) bulunmuştur. Daha sonraları, bizzat bizim
arkeologlarımız tarafından yapılan kazılarda, (Maşat Höyük, Kuşaklı
ve bilhassa Ortaköy-Çorum) pek çok çivi yazılı tabletler gün ışığına
çıkarılmıştır. Bu tabletler, saray ve mabet kitaplıklarına ait
bulunmaktadırlar. Yani bunlar, Kültepe’dekiler gibi halkın özel
yazışmaları değil, bizzat devletin resmi vesikalarıdır. Böylece de,
ehemmiyetleri daha da belirlidir. İşte bu son bulunan tabletleri
okuyup gün ışığına çıkararak insanların yetişmesine de, Çorum’un
fahri hemşerisi olan Sedat Alp öncülük etmiştir. Ölümünde sessiz ve
bilgisiz kalan Çorum’un ve halkımızın nasıl bir büyük hata işlemiş
olduğunun farkında mısınız?
- Ben sanmıyorum ya, Sedat Alp için, bu unutkanlıktan
ve ihmalden üzüntü duyanlarımız olsun. Ümit ederim ki ben yanılmış
olayım. Pek çok Çorumlu, bu bilgisizlikten, uyanınca çok üzülmüş
olsun. O zaman, yeni kurulan üniversitemiz bünyesinde, bir Sedat Alp
bölümü açarak, bu hatalarını düzeltme imkânları da mevcuttur. Ben
sadece yapılacakları hatırlatmış oluyorum. Bu görev bana düşmez mi?
Ben var ya ben; ben Çorumluyumdur!
- Anadolu’da yapılan son Tarih Kongresinde (12-17
Eylül 1994), Rusya Bilimler Akademisi doğu tarihi başkanı büyük alim
Vasilyev Dimitri, çok mühim bir noktaya temas etmiş. Bu âlim, bizim
şimdiye kadar yapa geldiğimiz bir hatayı da düzeltmiş. Şöyle ki, biz
Türkler, şimdiye kadar, Göktürk yazılarının yalnız Orhon
kitabelerinde olduğunu sanıyorduk. Her kitapta karşımıza bu
çıkıyordu. 2007 yazında, Datça Aktur sitesindeki kızımın evinde
misafir iken, eski ihtilalcilerimizden rahmetli Muzaffer Özdağ’ın
eşi de, aynı bilgiyi bana söylemiş ve Türklerin de medeniyete
katkısı olarak bir yazıları olduğunu hatırlatmıştı. Bu hatırlatmayı
da, yine Orhon Abideleri ve kabartmaları olarak göstermişti. İşte
Sayın Rus âlimi Dimitri hem Özdağ Hanımefendinin ve hem de benim ve
bir çoklarımızın bilgilerimizin zenginleştirilmesinin de vesilesi
olmuştur.
- Bu Sayın Dimitri, Sayan ve Altay dağlarından
Sibirya’nın içlerine kadar uzanan gezilerinde, 300 kadar Göktürk
yazısıyla yazılmış mezar ve kaya kitabeleri tespit etmiştir. Gümüş
ve seramik kaplar, silah parçaları, dokumada kullanılan ağırşaklar
da bunlara eklenmelidir. Yol kenarında dikilen taşlardaki
kabartmalarda, oradan kimlerin geçtiği, kaç kişi olduklarını, ne
maksatla geçtikleri yazılı imiş. Dimitri, bunların okunmasından,
Türkler için nelerin çıkarılabileceğine de işaret etmiş. Bu abide ve
kabartmalara göre, Türk halkı arasında, kalabalık bir kesimin
okuryazar olduğunun kabul edilmesi gerektiğini de bildirmiş. Bu
tesbit, tarih bakımından çok önemlidir de, demiş bu sayın ve büyük
Rus alimi Dimitri.
- Başka bir alim, W. Bathold ise, bu Göktürk
yazısının, Türkler tarafından bulunmuş olabileceğini düşünmüş.
Muazzez İlmiye Çığ da aynı düşüncede. Ben de böyle düşünüyorum. O
demektir ki, yazı icat etmede yetenekli olan Sümerlerle bir
yakınlığımız olması ihtimal içine iyice giriyor. Göktürk yazısı,
Türkçe dillere en uygun gelen yazı imiş. Elin adamları daha bizim
için ne yapsınlar? Türbanın, eski Türklerde olduğunu söyleyip
sahtekarlık yapamazlar ki! Şunların, ülkeye olmasa bile, bizim köye
birer heykelini dikme teklifini yapsam, dine, yani İslam’a aykırı
diye ayağa kalkacaksınız. Ben sizinle başa çıkamam. Ama sizinle başa
çıkacaklar bu ülkede olacaktır.
-
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
94 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- İŞLER KARIŞIK GÖZÜKÜYOR
- Bir memleketin işleri sorun olunca,
herkesin, iktidar olsun, muhalefet olsun, asker olsun, sivil olsun,
isterse sade bir vatandaş olsun, herkesin oturup enine boyuna, akı
içinde bu memleket sorununu düşünmesi gerekir. Bu vatan herkesindir
ve başka vatan da yoktur. Artık palayı çekerek yeni bir vatan edinme
hevesine kimse kalkamaz. Şimdilik, elimizdeki vatanla iktifa etmek
zorundayızdır. Bu ikazları adece biz yapıyor değiliz, aklı eren ve
Türklere düşman olmayan her yabancı da yapmaktadır. Bu iktidar, AKP
iktidarı seçilmiştir ve seçim iherkes meşru olarak kabul etmiştir.
Kimsenin, dağa çıkalım dediği görülmemiştir. Devletin yönetim
biçimi, yalnız yönetim biçimi, AKP iktidarına teslim edilmiştir.
“Buyurun efendiler iktidar koltuğuna” denmiştir.
- Dört yılı da iktidar partisi
devirmiştir. Artık yıprandığı da herkes tarafından görülüyor.
Beşinci sene içinde de çok ehemmiyetli memleket sorunları
sahnededir. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim yapılacaktır.
Bunlar sadece seçimlerdir. Başka pek çok dış ve iç sorunlar
çözülmemiştir ve çözüm beklemektedir. Çözümsüzlüğün çözüm olmadığı
sözlerini de, AKP siyasi edebiyata getirmiştir. Biz, bunları AKP’li
sayın Başbakan’dan öğrendik. Daha önce, böyle bir şey hiç
duymamıştır. Çözümsüzlük çözüm değildir. Beş senenin içinde, bu
iktidar hangi sorunları çözmüştür? Çözülen bir sorun gösterebilir
misiniz? Geçen zaman düşünülürse, her iktidar, AKP iktidarı kadar iş
başında kalmıştır. Devletin devamlılığı göz önünde bulundurularak,
geçen iktidarlar böyle büyük bir söz etmemişlerdi.
- Beş yıldır bir sorunu olsun çözüme
ulaştıramayan, buna muktedir olamayan bir iktidar, artık büyük
iddiaların iktidarı olamaz. Foya milletin önüne serilmiştir. Bundan
sonraki meydan konuşmalarında, böyle bir iddia ortaya sürülemez.
İktidar eskimiş ve inandırıcılığını kaybetmiştir.
- İktidar herkesle, devletin her
kurumu ile kavgalıdır. İktidar, kendisini devlet yerine koyarak,
herkesin ve her devlet kurumunun kendisine itaat etmesini
istemiştir. Adaletin kanunları tatbik ettiğini, bizzat Başbakan
konuşmuştur. Halbuki, Anayasamızda bunların izahı, bir hekimin
anlayabileceği şekilde bile yazılıdır. İktidarın devlet içinde yeri
bellidir.
- Hareket serbestliği de, bu
göstergeler içindedir. Ona da kimse karışmamıştır.
- Cumhurbaşkanı ile kavgalı, muhalefet partileriyle dünden
kavgalı, Adalet cihazını benimsemiyor, sayın Başbakan. Gerekirse,
Anayasa Mahkemesi’ni bile kaldırabileceklerini söyleyiveriyor.
Anayasa Mahkemesi için, bu memleketin bir ihtilal geçirdiğini
düşünmüyor; belki de bilmiyor. Asker sözünden yüzünün ekşimediğini
söyleyecek kimse var mıdır, bu memlekette? Köylüyü, işçiyi, sivil
toplum örgütlerini, sakatları, gece evinde soba yanmanları, hepsini
bir tarafa bırakalım, zenginler kulübünün bu iktidarı tasvip etmiş
olması sorunları halletmez. Bu kurum, hangi iktidarın yanında
olmamıştır? İhtilalde, askerin istediği altın yardım katkısını da
ilk yapan bu grubun kendisi ve adamları idi.
- Bir şey daha ortaya çıkıyor. Ben
beni bileli, Mit teşkilatımızın, var olduğunu sandığı endişeleri,
açıktan açığa, kamuoyuna bildirdiği görülmemiştir. Mit bunu bir
görev bilerek yapmıştır. Mit, bu görevini, daha önceleri hükümete
yapmamış olamaz. Yapmıştır ve bir reaksiyon görmemiştir. Belki
etkisi olur diye, bir de kamuoyuna açıklama yapıyor. Mit,
kamuoyundan fayda bekliyor da denebilir. Mit’in bunu bir görev
olarak yapmaya kalkmasının anlamı büyük olmalıdır. Bu biraz da
kulakların açılmasını açıkça istemek demektir.
- Bazı ulus devletlerinin sahneden
silineceklerinin bildirilmesinin anlamı nedir? Malta için bu söz
söylenebilir mi? Bu iş Malta için olsa bile, Mit’i bu kadar yakından
ilgilendirir mi?
- Bu iş karışıktır. 1980’de, Anayasa’ya, seçimlerin beş senede
yapılacağı yazılmıştır. Bu bir kanun emridir. Bu emirde, beş seneden
önce seçim yapılmayacağı anlaşılmaz. Şimdiye kadar kimse
kullanmamıştır. Dünyada da, iktidarlar hep dört senede seçime
gitmektedirler. Beş sene kanunda yazılıdır da, değişmez olarak
alınamaz. Hele, bir dayatma vasıtası hiç olamaz. Bizler her halde,
hiç düşünmeye alışmamışlara düşünmelerini söyleyip duruyoruz.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
95 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- AKIL FİKİR VE İYİ NİYET
- Başlıkta bir araya getirdiğimiz üç
nosyon, bazı çetrefil noktalarda anlaşmak için, tartışmalarımızın
esasını teşkil etmeleri gerekir. Bunlardan uzak kalınınca, herkes
gibi, bizim vatandaşlarımız da bocalayacaklardır.
- Bir yazarımız, Yugoslavya’da bir
münasebette bulunurken, verilen resepsiyona bir gazetecimiz de
davetli bulunuyor. O zamanın Devlet Başkanı ve Yugoslavya’nın
kurucusu Tito, eşi ile birlikte, herkesle çok nazik bir şekilde
ilgilenirken, bizim gazeteciye de rastlıyor. Tito ve sayın eşleri,
gazetecimize iltifatlarda bulunuyorlar. Türk olduğu anlaşılınca da,
Tito sözlerini Atatürk’e getiriyor. Atatürk’ü sevdiğini söyleyen
Tito, yeni Türk Devletinin kuruluşu, eğer, kendisininki gibi,
federatif olsa idi, daha akıllıca bir şey yapılmış olacaktı, gibi
fikir beyanında bulunuyor. Gazetecimiz Ali Sirmen de, bunu zamanın
göstermesinin daha iyi olacağını söylüyor.
- Ali Sirmen, bizim, Fethiyeli Mehmet
Yerguz’un Fransa’dan arkadaşıdır. Mehmet Yerguz, herkesle, sıradan
kimselerle arkadaş olacak bir genç değildi. Arkadaşımın, Nevzat
Yerguz’un oğlu olduğu için, ben Mehmet’i çocukluğundan beri iyi
tanırım. Siz de, Ali Sirmen’i yazılarından tanıyorsunuz. Zaman Ali
Sirmen’in doğru düşündüğünü göstermiştir. Tito’nun Federal Devlet
yok olmuş, yem olmuş, Atatürk’ün Üniter Devleti yaşamaya devam
ediyor. Kimin daha haklı olduğunun tartışılmasına ihtiyaç kalır mı?
- Allah’ın verdiği akıl
kullanılmayınca, insanlar arasında fikir ve iyi niyet te olmayınca,
tartışmada, odan ortaya çıkacak mücadelede devam edecektir.
- Eski yazılarımızdan bazılarında,
Dünyada her şeyin söylenmiş ve hatta düşünülmüş olduğunu
söylemişimdir. Yine de ısrar ediyorum. Eski söylenenler, yeniden
ısıtılıp ortaya getirilmektedir. Ancak büyük kafa sahibi bazı
istisna insanlar, insanlara yol gösterebiliyor. İşte bizim
Türkiye’de pek te itibar bulmuş olmayan büyük insanımız, bu
hakikatları görmüştür. Devleti de federal değil, üniter sistem
üzerine kurmuştur. Devletin ayrışmasından güya çıkar bekleyenler
ise, Federal sistem heveslerini canlı tutmak istemektedirler.
- Pek çok ülkede; çeşitli insan
grupları, çeşitli etnik köken sahibi insanlar yaşamaktadırlar.
İnsanlar, niçin ayrışmayı, ufalmayı, gelecek tehlikelere
zayıflayarak muhatap olmayı isterler de; etnik kökenlerini dağılmış
olduğu ülkelere yakınlık göstermezler? Bizim kürtler için bu sözüm
geçerlidir. Suriye, Türkiye, Irak, İran ve Ermenistan’da yaşıyan
kürt ekalliyetinin insanları, bu beş ülkenin birbirine yakınlığını
ve hatta, federe devlet olmalarını istemezler?
- Bu devletlerin geçmişleri ve tarih
içinde birer medeniyetleri var. Bunlar etnik edildiklerinde, hem
tarihlerinin ve hem de medeniyetlerinin de birlik noktaları vardır.
Bu var olan vasıflar, bu devletlerin ayrışmalarından çok, bir
birlerine yakınlaşmalarının yardımcısı da olurlar. Eski Osmanlı,
şimdiki İngiliz milletler topluluğu bu maksada uygun teşekküllerdir.
Sanıyorum ki, böyle birliktelikler, insanların daha mutlu
olmalarının, daha varlıklı olmalarının sebebi de olacaktır.
Savaşlar, servet yok eden vasıtalar olduklarına göre; savaşların
oldukları bölgelerde zenginlik görülmeyecektir. Fakirliğin mutluluğu
ise, romanlara konu olmaktan öteye geçmiş değildir.
- Halkın ve hatta milletin yol
göstericileri aydınlardır. Kürt aydınları ve bunlarla birlikte
Ermeni aydınları oturup düşünmelidirler. Ayrılık taraftarı her aydın
düşünmelidir. Bu gün olduğu gibi, Osmanlı’da olduğu gibi, bir
devletin sahibi olarak, barış içinde yaşamay ve zenginleşmeye mi
devam etmelidirler; yoksa, Mareşal Tito gibi ayrışmanın öncülüğünü
yaparak, yeni efendilere uşak olma yolunu mu tercih ederler?
Bunların düşünceleri kendilerine aittir.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
96 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- AMERİKA’NIN İKİ DEVRİ
- Ben, ABD’nin iki devrini de
tanıyorum. Aslında, Amerika’nın kendisi de pek eski değil. Keşfiyle
birlikte, topu yarım bin yılın içinde. Bunun bir kısmı da kavga ile
geçmiş. Kıtanın asıl sahipleri, sonradan gelenlerin taarruzuna
uğramış ve hayat mücadelesi yapılmıştır. Biraz sonra da, gelenler
birbirleriyle mücadeleye tutulmuşlardır. Ancak, ABD kurulunca,
insanlar hem zengin olmuşlar ve hem de millet, yani ulus olma
gayreti içine girmişlerdir. Amerika’daki bu yeni devletler, pek te
dışarı ile, hatta geldikleri asıl milletleriyle bile
ilgilenmemişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da, Avrupalı
devletlerin hodbinlikleri karşısında, biraz da kırgın olarak tekrar
kıtalarına dönmüşlerdir. Kıtalarında kalmak, Amerika’nın ana
politikası olarak kalmıştır.
- İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra,
niçinse, Amerikan milletlerinden bizim Birleşik Devletler diye
andığımız Amerika, ikinci defa tehlikeden kurtardığı Avrupa’yı terk
etmek istememiştir. Hatta savaş esnasında, Avrupa’nın geleceği
konuşulurken, Fransa’nın durumu ne olacağı sorulduğunda, onu üç-beş
sene kendilerini idare edeceklerini açıklayarak, niyetlerin de
ortaya koymuşlardı. Fransa’nın Amerikan aleyhtarlığı bundandır.
- Rusların deneyimsiz ve düşüncesiz
hareketleri de, Amerika’nın Avrupa’da kalmasına yardım etmiştir. Rus
tehlikesi, Amerikalılar tarafından istedikleri gibi kullanılmıştır.
NATO’nun teşekkül etmiş olmasının sebebi de budur.
- Şimdi iyi anlıyoruz ki, Amerika’nın
Avrupa’da kalmak istemesi, Avrupa’yı korumak iyi niyeti değildir.
NATO’yu organize etmek suretiyle, Avrupa’yı ordusuz bırakmıştır.
Avrupa, artık Amerika için, bir tehlike olmaktan çıkmıştır. Bu defa,
Amerika Cumhurbaşkanları, biraz da Osmanlılaşarak, Dünya
hâkimiyetine oynar duruma gelmişlerdir. Burada, Demokratları
Cumhuriyetçiler derecesinde ateşli görmesek bile, onların niyetleri
aynıdır. Bill Clinton’ın kitabındaki üslup dikkatle izlenirse,
derecesi az olmakla birlikte, Bush edasını taşımaktadır. Amerikalı,
Amerikalı olduğunu göstermiştir.
- Latin Amerika ile Kanada’yı hesap
içi saymayalım. Kuzey Amerika, cidden zengin bir ülkedir. Yeraltı ve
yer üstü servetleri, hiç bir ülkeninkilerle kıyaslanmaz. İnsanları
varlıklıdırlar. Amerika’da olan hayat standardı, başka ülkelerde
görülmüyor.
- Amerika’nın akıllı insanları, memleketlerinde kalarak, hiç
olmazsa büyük bir ülkeyi mutlu etmek isteyemez mi idiler? Kanada,
onlardan daha az varlıklı sayılmaz. Kendi hallerine bırakılmış
olsalar, Latin Amerika da kurtulmuş olabilir. Amerika Birleşik
Devletleri, bunların elinden tutmakla bir şey de kaybetmiş olmaz.
Dünyanın beş kıtasından biri, en son keşfedileni, mutluluğa erişmiş
olur. En azından biz böyle düşünüyoruz.
- Teknik gelişimi ve Amerika’nın,
ikinci büyük savaş sonu, bütün Avrupa’nın yıkılmış kurumlarına
ortaklıkla onların zenginliklerine ortak olmuş olmaları, iştahlarını
kabarttı. Amerika, Dünya devleti olmak değil, Dünya hâkimiyetini
kurmak yolunu seçti. Bunun vasıtasının da silah olduğu kanaatlerini
sergilemiştir.
- Vietnam’daki başarısızlık ve
Amerikan kayıplarının 60 bini geçmiş olması, Amerika’yı uyardı
sanmıştık. Yanıldığımızı anlıyoruz. Amerika’nın Dünya hakkında büyük
deneyimi yok. Dünyayı hâkimiyeti altına alacağını sanıyor. Her insan
için bu hayal tatlıdır. Hayal tatlıdır da, getirisi ve götürüsü bir
hesap işidir. Bir insan ölümü göze alınca, başka insanları da
öldürüyor. Canlı bomba Ortadoğu icadıdır. Irak savaşını kayıp
vermeden bitirdim sanan Amerika, savaşı bitti ilan ettikten sonra,
verdiği kayıp üç bini geçmiştir. Bu rakam orada kalacak ta değildir.
Amerika, mevcut devletleri parçalayarak, kendini dinleyecek yeni
peyk devletler kurmaktadır. Bunların sadakatine da inanmaktadır.
Bunun hakkında deneyim eksikliği vardır. İngilizlerin Hindistan’dan
çıkacağı akıllarına gelmiyordu. Onun için, bazı parklara, köpeklerin
ve Hintlilerin giremeyeceğini levhalara da yazmışlardı. Dünya, etme
bulma dünyasıdır, deyip durmuyor muyuz? Dünya, Amerikalılar için
başka olacak değildir.
- Dünya, bana göre, ikiye ayrılmıştır. Zenginler ve fakirler.
Nüfus ta artmaktadır. Bu zengin ülkeler ve de Amerikanlar, Dünya
nüfusunun çokluğunu bahane edip te nazariyeler kurmaya kalkarlarsa,
insanlık şaşırmamalıdır. Bu yeni Dünyanın insanları, geri kalmışları
geri zekâlı olarak görüyorlar ve kaybedilmelerinin insanlık için
eksiklik olmayacağını da kabul ediyorlar İnsanlık uyanmalı ve bu
zihniyeti taşıyanlardan da uzak durmalıdır. Bu büyük tehlike, ancak
ve ancak, dünyayı geliştirmekle olur. Ümmetçilikle bu olmaz;
Ulusalcılıkla bu olur.
- Ramazan Bayramınız Kutlu olsun.
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
97 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- KKKA
- Hastalığın asıl adı KKKA harfleriyle
belirlenen “Kırım Kongo Kanamalı Ateşi”dir.
- Bu hastalık, aslında, 12. asırda, İsmail El -Cürcani tarafından
izah edilmiş olduğu söylenmektedir. Memleketimizde tanınma tarihi
2002’dir. Daha önce görüldüğü bildirilmemiştir. Yabancı ilim
adamları, hastalığın daha önce de olabileceği ve Türklerin atlamış
olabileceklerini iddia etmektedirler. Ancak, hep yabancılar doğru
söyleyecekler de değillerdir. Bu hastalık, kanamalı ağır bir
hastalıktır. Ağır ve kanamalı bir hastalığın teşhisi her yerde
yapılamayacağına göre, bu cins hastalar daha büyük hastanelere
nakledilmektedir.
- Buna göre, Türk hekimlerinin atlamış olmaları mümkün görünmüyor.
Bu hastalık, hekimlerimiz tarafından 2002 senesinde görülmüş ve
bilinmiştir.
- Bu hastalığı, Cumhuriyetin “Bilim
Teknik” yayınlarından esinlenerek yazdım. Bu yazıyı, daha çok
Cumhuriyet düşmanlarını düşünerek kaleme aldım. Onların da bir gün,
akıllarını başlarına toplayıp bizim gibi müspet olacaklarını
düşündüğüm için, canları cehenneme, demek içimden gelmedi. Onların
bizim için “Canları cehenneme” dediklerini biliyorum ama ben yine de
insaflı olmak istiyorum. Bize, “canları cehenneme” denmez. Biz,
büyük yaratıcının emirlerini belki tam yapanlar değiliz ama kendisi
de şahittir ki, biz, ne kendisini ve ne de gönderdiği yüksek anlamlı
emirlerinin hiç birini kullanmadık; ne çıkarlarımız, ne de politika
kazançlarımız için hiç bu yola sapmadık. Bu Cumhuriyet düşmanları,
bu yazıyı okuduktan sonra, bir daha durup düşünmezler mi?
- Kene, bütün Dünyada mevcut ve 8 yüz
biraz da küsur çeşidi varmış. Bu tehlikeli virüsü hepsi taşıyor
değil. Şu anda, Türkiye’de çok sayıda virüs taşıyan cinsi var.
Bunların hepsinin hastalık yapma vasıfları da aynı değil.
Türkiye’nin etrafı, bu cins virüs taşıyan kenelere dolu durumda.
- 1945 savaşlarında, bu hastalık
Kırım’da da görülmüş. 200 Rus askerinin öldüğü yazılıyor. Stalin, 30
ayrı bölgeden, Kırım’a 30 ilgili mütehassıs göndermiş ve bu
hastalığı tetkik ettirmiş. İşte hastalığın başına, “Kırım” sözcüğü
böyle konmuş. Daha sonra, Amerikalıların Kongo’da gördüğü hastalıkla
bir arada etüt edilmiş ve yukarıda yazdığımız isim ortaya çıkmış.
Uzunca, İspanyol adları gibi ve akılda tutulması da zor. O zaman,
gereksizleri silip, sadece kene hastalığı olarak anılması daha doğru
olur sanırım. Böyle bir isim de teklif ediyorum ki, benim için,
mesleği üzerinde hiç yazı yazmadı denmesin.
- Keneler toprakta yaşıyorlar. Her cins hayvan ve kuşlar
tarafından kene nakli mümkündür. Sulak ve ıslak topraklarda kene
üremesi daha kolay olurmuş. Sıcak mevsimlerde kene hayatiyet
gösteriyor. Kış aylarında kene donuyor. Dünyanın ısınıyor düşüncesi,
kenenin artmış olabileceğini düşündürüyor. Başka böceklerin, insana
yakın parazitlerin hastalık virüsü taşıdığı bilinmiyor. Bu gün
elimizde tek delil kenedir. Bu kenenin virüs taşıması ve insanı
ısırdığı yerde de virüsü insan vücuduna aktarması gerekiyor.
- Dünyada kene cinsleri yaygın. Hemen
her ülkede mevcut. Memleketimizde, Orta Anadolu’nun kuzeyinde,
Karadeniz’in de güneyinde yaygın bulunuyor. Trakya’da var. Türkiye
keneleri daha çok Balkan ve Rusya kenelerine yakın. Buna göre,
kenelerin Arap ülkelerinden veya İran’dan geldiği düşüncesi yanlış
gözüküyor.
- Hastalığın teşhisi basit. Kanamayı
önleyen kan elemanlarının kandaki miktarları azalıyor. Lökositler ve
Trombositler azalmış olacaklardır. Bizim ülkede, kati teşhis,
Hıfzıssıhha Enstitüsünde konurmuş. Biliyorsunuz. Bu güzel enstitüyü
Refik Saydam kurmuştur. Refik Saydam sağ partilerden değildir. Bu
sağ partilerin böyle halk sağlığı hizmeti veren bir kurumları var
mıdır? Niçin bu halk sağ partilere bolca verdiği oyunu Refik
Saydam’ın partisinden esirger? Refik Saydam az dinli, sağ partililer
de dindar. Cenabı Hak bazan bazan yarattığı insanlara görünse de,
hakikati şöyle bir gösteriversek.
- Kene hastalığının tedavisi yok.
Palyatif tedavi yapacaksınız. Onun endkasyonunu da, Refik Saydam
Enstitüsü veriyormuş. Demek ki, Türkiye’de bazı kurumlar, Cumhuriyet
kurulalıdan beri Türk halkının yanındadırlar. Halk bunu bilmese
bile, daha sonraları bilecektir. Bu zamanın uzak olmadığını
görüyoruz.
- Kene hastalığının aşısı da yok.
Bulgarların yaptık dedikleri aşıyı yalnız kendileri
kullanıyorlarmış. Tedavisi yok dedik ama, ilk erken zamanlarda
“Ribavirin” Antiviral ilacı etkili olabilirmiş. 800 kene cinsinden,
yalnız 30 adedi virüs taşırmış. Kene mücadelesi faydasız sayılıyor,
yalnız keneden korunma yapılmalıdır. Kene, ısırmışsa, usulüne uygun
çıkarılmalıdır. Sabunlu su tercih edilmelidir.
-
-
-
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
98 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇARPICI BENZERLİKLER
-
Her insanın
hayatında çarpıcı benzerlikler olabilir. Tıpta tıp birbirine benzeyen
insanlara rastladığımız olmuyor mu? Hatta fiziki benzerlikler değil, hareket
ve hatta mukadderat benzerliklerinden bile bahsedilen olaylar vardır. Eğer
kekim iseniz bu benzerlikleri gördüğünüz zamanlar insanlar arasında büyük yaş
farkları yoksa yumurta ikizleri bile aklınıza gelebilir.
-
Vaktiyle,
damadı şahriyari ve Osmanlı’nın Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın kendi yazdığı
hatıratını okurken üzüntü duyulacak sahneler vakıf olmuştum. İttihat ve
Terakki erkanı yenildikten ve partilerini fes ettikten sonra çıkarken, daha
Karadeniz’i bitirmeden içeriği bitirilmeden istişarelerde bulunuyorlar.
Partinin hareketin lideri Talat Paşa devirlerinin dolduğunu ve artık kalan
ömürlerinin bir köşeye çekilip geçmeleri gerektiğini söylüyor. Söylüyor da
söyledikleri tutuluyor değil. Daha Kırım Yarımadasına çıkar çıkmaz Enver Paşa
gruptan ayrılıp maceranın yeni yollarına kendisini bırakıyor.
-
Enver Paşa
hayaller peşinde. Orta Asya ülkelerine gidip bir ordu teşkil etme fikri ağır
basıyor. Kendinin Anadolu’ya kabul edilmeyeceğine artık inanmıştır.
Dediklerini de yapıyor.
-
Orta Asya
ülkelerinde düşündüklerini de bulmuş değil. Türkistan’da muhtemelen olan bir
olayı anlatmak istiyorum. Bir mutekelibe, kendi nüfusunu göstermek için, Enver
Paşa’yı bir köyden başkasına, grubun önünde yürüterek davul, zurna eşliğinde
teşhir ediliyor. Bizim gururlu paşamız bir şeyi olmadığından bu
görgüsüzlüklere ve hayırsızlıklara boyun eğiyor. Kendisi en önde ve gözleri
yaşlı; ağladığını göstermemek için her türlü gayreti gösteriyor ama,
ağladıklarını kendisinin çevresinde de bir beis görmüyor. Ağlamak Enver Paşaya
yakışır mı? Yakışmamış olsa Enver Paşa’nın ağlamaması gerekliydi.
-
Vakıa Medam
Kennedy Cumhurbaşkanı olan oğlunun tabutunu selamlarken ağlamamıştır, ama
madam Kennedy istisnadır ve istisnalar kaideyi bozmaz. İnsanda olan her türlü
hareket ve hassasiyet normal karşılanmalıdır. İrade ile bunların önlenmesi de
birer istisnadırlar. İnsan cinsi ve medeniyet seviyesi ne olursa olsun zaman
zaman müşkül anlar yaşayabilir. Bu yaşantılar anlarında en son çareleri
ağlamaktır. Ağlamanın bir meziyet olduğunu kabul eden olmuş olsa bile, tabiat
olayı yok sayılamaz. İnsan ağlayınca deşarj olur ve rahatlar.
-
Enver Paşamız
için bu okuduklarımı benim hatırıma getiren Napolyon’un görevine son verdikten
sonra Elbe adasına nakli sırasındaki yolculuğu sırasındaki başına gelenleri
yazıldığı kitabı okumam olmuştur. Kitap bana damadım tarafından hediye
edilmişti. Yazarı da Chateaubrand’dır.
-
Napolyon
İmparatorluk makamında iskat edilmiş,o sırada müttefikler tarafından Paris
işgal edilmiş durumda. Napolyon Fontenbleau’da kendisine sadık kalan
kıtalarıyla birlikte. Bu yeri (ben gördüm) Fransız Krallarının kışlık
saraylarının bulunduğu yerdir ve Paris’e 90 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır.
İşte burada Napolyon bir son nutukla askerlerine veda ediyor.
-
Napolyon
müttefik devlet temsilcilerinden, kendisinin yolculuk esnasında emniyetinin
temin edilmesini istiyor. Kendisine sadık kalmış askerlerini de yolculukta
kullanmak istemiyor. Dahili savaşı devamda da artık fayda görmüyor. Müttefik
devlet başkanlarından Elbe Adasına kendisine tahsis edilmiş verasetini de
kabullenmiştir.
-
İstekler
müttefik devlet başkanları tarafından kabul ediliyor. İçlerinden birinin
yaptığı yol haritası gereğince dört araba içinde imparator yola çıkıyor. Son
nutkunda irat ettiği askerleri tarafından alkışlanıyorsa da ondan sonra
bilhassa Liyon şehrini takip eden yol boyunca halkın reaksiyonu düşmanlığa
dönüşüyor. İmparator kahrolsun, zalim kahrolsun evazeleri tabiilik kazanıyor.
Halkın hücum edip kendisini tepelenmesi bile düşünülür duruma geliyor.
-
Napolyon hem
zehirlenebileceğinden ve de hem de hücumla öldürülebileceğinden korku içinde
önceleri kendi azığı dışında bir şey yiyip içmiyor. Arabasında görünmekten
kaçıyor. Bir defa hücuma uğramış ve kapanan araba kapılarını kırmak mümkün
olmamış. Ondan sonra Napolyon kendi yerine başkasını bindirip kendisi koruyucu
görevine bile talip olmuştur. İmparator olduğunu göstermek için kıyafet ve
şapka değişikliği dâhil her türlü teşebbüse tevessül etmiştir. Bütün bu
olanlarda müttefik devletlerin görevli temsilcileri tespit etmişler ve
sonradan neşredilmiştir. Bunları yaparken tarafsız kalmış olabileceklerini
düşünüle bilinir mi?
-
Napolyon bu
küçük düşürücü hisleri hakim olmamıştır denile bilinir mi? Bunlar da insan
oldukları düşünülmelidir.
-
Napolyon
kendisini hep gizlemiş ve kendisini imparatorun hizmetinde görevli olarak ta
göstermiştir, bu yolla, halkın ve görevlilerin düşüncelerini öğrenme imkanını
da bulmuş ve görmüştür. Yetkililerin yazdıklarına göre acınacak durumda olan
Napolyon için yapılanlar kendilerinin bile reaksiyonlarını çekmiştir. Ayıp
değil mi?
-
Şu korumasız
eski liderlerimize yatıklarımız?
-
Diyecek
durumumuz bile bu yetkililer görmüş ve yazmışlardır. Bütün bunlar arasında
kafası iki eli arasında Napolyon’nu hep ağlar olarak tasvir etmişlerdir.
İmparator ağlar mı ? Ağlar ki Napolyon da ağlamıştır. Napolyon’nun Enver
Paşadan ne farkı var ! Enver Paşa Allahuekber Dağlarında 90 bin Türkün
öldürülmesine aldırış etmemiştir. Napolyon Rusya Seferi dönüşü yerleri donmuş
ölü ve yaralılar üzerinden top arabalarını geçirmiştir. Savaş bunları
gerektirir sözü insanların, insanlık vasıflarını unutturma vasıtası olamaz.
-
Bir yerde
Napolyon’un odasını birlikte hazırlamaya çalışan bir bakıcısının Napolyon
hakkında düşündüklerini dinledikten sonra, Napolyon’da uyanan korku derecesini
sınırsızlaştırmıştır. Ondan sonra, herkese bir şeye olan itimadını
kaybetmiştir.
-
Kader birliği
gösteren bu iki insan için ben fikrimi açıklarsam, ikisinin de kapasitelerini
ve akıllarını işgal ettikleri makamları için yeterli bulmam. İkisi de mantık
taşımış olamazlar. İkisinde kalıcı hizmetleri yoktur. Bu ikisini de bu yerlere
getiren insanların mantıklarında olgunlaşmış insan mantıkları olarak kabul
etmem.
-
Ben kimim?
-
Ben sadece
benim!
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
99 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ALIŞKANLIK DIŞILAR
İnsanların alışkanlık dışıları hep
anormal olarak karşılanır. Bir bayram bizim alışkanlıklarınız içinde evde
geçirilir. Hele dini bayramlar söz konusu olursa;bunlarda
başkalarının,yakınlarınızın da alışkanlıkları yer bulmak isterler. Genel
olarak,bütün memleketlerde,dini bayramlarda aile buluşmaları adet
olmuştur. O zaman siz bu alışkanlık dışında olmanız
bile,başkalarının,yakınlarınızın alışkanlıklarını da hesap içi sayarak
bazı zorlukları karşılamak durumundasınız. Biz bir şeyi ehemmiyet
vermeyerek,içinizden geldiği gibi yaşayarak normal ölçüler içerinde
olduğunuzu kabul ettiremezsiniz. Toplum içinde yaşamış olmanın
gerekliliğini yerine getirmek zorundasınız. Bunları yazıyorum ki;Kurban
Bayramı ve Yıl Başı Tatilini bahane ederek evlerinden uzaklaşmak isteyen
insanların hareketleri normal değildir.
Ben;bu size verdiğim nasihatlerin içinde
olamadım. Evimden ayrılıp çocuklara gittim ama;ben aslında doğrusunu
yaptım. Ben yalnız bir evde oturuyorum. Bayram ve yılbaşı tatilinde
çocuklarımı yanıma çağıracağıma,yol sıkıntısına yalnız ben
katlanıp,onların yanına gitmiş oldum. İyi de ettiğimi söyleyebilirim.
Bizim çocuklardan küçük kızım hariç,hemen hepsi ya çalışıyor yada tahsilde
bulunuyorlar. Tatilin başladığı akşam,onları yola düşürmek bir baba
düşüncesi ile bağdaşamaz. En azından ben böyle düşünüyorum. Yaşlı bile
olsam,bir çok insanın rahatı için,ben bazı şahsi sıkıntılara
katlanabilirim. Galiba normal düşünen çoklarınız da benim gibi yapmış
bulunuyorsunuz. Ayrıca,yollardaki trafik canavarına yalnız ben muhatap
olmuş bulundum.
Benim düşüncelerimde olmayanları da
gördüm. Yine az sayılamayacak insan’da tatil geçirip sözüm ona kafasını
dinlemek için otel ne kadar lüks olursa olsun,tek odaya hapis olarak;nasıl
pişirildiğini bilmediğimiz yemekleri tüketmenin ne zevki olacağını ben
bilmiş değilimdir. İnsanlardan bunu da tercih edenler olduğuna göre,demek
ki;bunlardan da zevk alanlar bulunmaktadır. Milletin adını reddetmenin
bile insan hakları arasında bulunduğunu iddia eden insanların yaşadığı bir
devirde;eski alışkanlıklardan sıyrılarak dilediği gibi yaşamak isteyen
insanların zevklerine karışmak istediğimiz de yoktur. Biz sadece
fikirlerimizi okurlara intikal ettirmek istedik. Hiç olmazsa,maddi
imkansızlıklar yüzünden evinde kalanlar içinde düştükleri üzüntünün
ölçüsünü de kaçırmış olmasınlar.
Meteorolojik uyarılara rağmen;İstanbul’da
havalar şikayet edilecek kadar değildi. Yılbaşı eğlencelerini biz evimizde
yaptık. Çorum’dan götürdüğüm hindiyi gereği gibi pişirdikten
sonra,yemesinde de gereken kaideleri ihmal etmedik. Geç saatlere kadar
kendi aramızda eğlendik. Televizyon değişiklikleri de bizi meşgul etti.
Canlı eğlenceler kadar zevk aldığımızı söyleyebilirim. Sabah kalktığımızda
da cüzdanlarımızın boşalmadığının farkında idik. Onun rahatlığını duyanlar
bilir. Bir gecelik eğlencenin parası,insanın bir aylık kazancı olan ülkede
eğlenmekten bahsedilemez. Aksine parayı ödeyenler eğleniyor değiller,onlar
eğlenenleri seyrediyorlar. Bunlara eğlence demek bile hata olur kanaatim
var.
Size gezdiğimiz yerlerin yalnız
isimlerini vereceğim. Eğer fırsat bulur İstanbul’a gitmek isterseniz,tıpkı
bizim gibi şu gördüğümüz yerleri sizde görebilirsiniz. Sabancıların Atlı
Köşkü ve sergilenen Picasso Sergisi;aynı yerde bizzat köşkte tertip
edilmiş olan Sakıp Sabancı Koleksiyonu,Boğaz’ın Anadolu yakası gezintisi
ve Çengelköy’de çay içimi,Haliç’te Min Türk adı verilen ve Anadolu’nun her
yerinden toplanmış şaheserlerin minyatürlerinin bulunduğu park;yine
Haliç’te sol cenahta bulunan Feshane ve şaheser park,sağ cenahta Rahmi Koç
adına tertiplenen makine parkı,vakiniz olursa bir günde Pier Loti Tepesi.
Görüyorsunuz ki;bir tatili dolduracak
kadar benim gördüğüm yerleri yazmış bulunuyorum. Buraların her birinde bir
tam günü rahat geçirebiliyormusunuz. Bu arada,güzelliğin ne anlama
geldiğini de görüyorsunuz. Para olunca,bilgili insanlar da bulununca neler
yaratıldığını da rahatlıkla görüyorsunuz. Adamlar bilgi sahibi olmayınca
para insanı soytarıya çevirebilir.
her akşam haberlerinde,trafik kazalarını
takip ettik. Hiçbir ülkede trafik kazalarının bizdeki kadar acımasız
olduğunda görüyorsunuz. Bunlar için artık ne yolları ve nede trafik
kaidelerinin öğretilmediğini,öğretilmemiş olduğunu bahane edemezsiniz.
Bunların dereceleri içine gireceğimiz AB ülkelerinden farklı değildir.
Güzel yollar yapılmıştır. Polis teşkilatımızın da hatalarına rağmen,canla
başla çalışıyor. Siz;kanun emri dışında kalmaktan izah edilmez vahşi bir
zevkin içinde iseniz,sizi yaratanın bile faydası olmaz. İnsan yaratılmanın
sorumluğunu tanımaz mısınız?
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
100 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇEKVA SANATÇILAR KURULTAYI
- ÇEKVA (Çorum Eğitim Kültür Vakfı) 16 Nisan Çarşamba
günü Çorum'da Kültür Salonunda yıllık tekrarlanması geleneği içinde
bir kurultay tertip etti. Çorumlu sanat uğraşanları davet
edilmişlerdi. Bu arada;ben ve bazı Çorumlular da davet edilenler
arasında bulunuyorduk. Kurultay;ÇEKVA Başkanı Sayın hemşehrimiz Prof.
Dr. Ahmet Samsunlu tarafından açıldı. Sayın Vali,Belediye
Başkanı,Garnizon Komutanı da davete onur vermişlerdi.
- Sayın Samsunlu'nun açılış konuşmasını dikkatle
dinledik. Derneğin faaliyetleri hakkında geniş bilgi verdiler.
İzmir,Ankara ve Antalya şubelerini açılış safhasında olduğunu da
bildirdiler. Çorumlular dışında,Çorumluları seven bir çok insanlarında
yardımcı ve katkıcı olduklarını söylediler. Bütün verilen bilgilerden
mutlu olduk. Kültür münasebetlerinin yapılacağı,birleştirici etkinin
büyüklüğünü bilmeyen yoktur. Bizim Çorum halkımızın da bu cins
katkılara ihtiyacımı açıktır. Hatta;bütün illerimizin bu cins
faaliyetlere ihtiyaçları olduğunu kabul etmek de bir hata yapılmış
olunmaz. Geniş kültür sahibi ülkelerde bu yolda yürümüştür.
Münasebetlerinin bu yolda gelişmesi,dostluk ve sevginin gelişmesinin
de vesilesi olunuyor.
- Sayın Samsunlu'nun konuşmasını takiben Sanat Lisemiz
öğrencilerinin sundukları müzik gösterisi,her türlü övgünün üzerinde
idi. Kız ve erkek müzik grubu aynı cins giyinmişlerdi. Giysileri
siyahtı. Gerek renk ve gerekse biçimler kendilerine çok yakışmıştı. Bu
medeni görünüşleriyle medeni sayılan,ileri ülkelerin çocuklarından hiç
geri yanları yoktu. Boylu,boslu idiler sülün gibi olmuşlardı,bu
çocuklarımızın yeme adabı bildiklerini de gösteriyordu. Üç
parça çaldılar. Bunlar Türk zevkini ifade ediyor-lardı;ama bu zevk
garp tekniği içinde tertip edilmiş ve ifade anlamını bulmuştu. Bunu
dinlerken de medeni bir milletin çocukları olduklarını kabul etmek
duygusu içimizde uyandı. Kendilerine ve hocalarını çok taktir ettik ve
alkışladık da. Bu yolun genişletilerek devamını da Türk Kültür ve
Sanatının ne kadar ihtiyaç olduğunu da gözlerimizle
gördük,kulaklarımızla duyduk. İşte Devlet Kurucumuzun dediği “Çağdaş
Medeniyet Seviyesi” kavramını da böylece bir daha anımsamış olduk.
- Güzel şiirler de dinledik. Şairler;kendi eserlerini
kendileri okudular. Saz Halk Şairlerimizi de dinledik. Güzel bir gün
geçirdiğimizi söylemek istiyorum. Her iştirak edene söz ve imkan
verilmedi ama,onlarında bir gün sanatlarını sergileme yolu açılmış
oldu.
- ÇEKVA Genel Başkanı Prof. Dr. Samsunlu hemşehrimiz,katılımın
biraz yeterli olmadığı hislerini taşıyordu. Bana göre az da değildi.
Her ülkede sanat dostları bundan pek fazla olmaz. Ayrıca kurultay ilk
defa oluyor. Tertip gününü Çarşamba olması da azlığa sebep olmuştur.
İş,güç zamanı hesap işi saymak gerekiyor. Zamanla bunların telafi
edileceğini sanıyorum.
- ÇEKVANIN başarısını kutluyorum. Dileklerimi de var.
Önce:Çorum'da daha görkemli bir bina temin edilmelidir. Bu bina bir
apartman dairesiyle temin edilmiş olmaz. Ayrıca ÇEKVA Çorum
Üniversitesi için bir teşebbüs yapmıştı. Çorumlu Üniversite
mensuplarının müşterek hareketlerini Çorum Üniversitesi için
birleştirmekte biz büyük fayda bekliyoruz. Bu teşebbüse devam
edilmelidir.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
101 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİZİM GÖĞÜS HASTANEMİZ
Bizim Göğüs Hastanemiz, şehrin
ortasında kalmıştır. Aslında, bu hastane şehrin ortasına yaptırılmış
değildir. O zaman, hastane şehrin dışında idi. Çorum’un etrafı
mezarlıklarla çevrilmişti. Çorum şehrinin mezarlıkları aşarak bu
derece genişleyeceğini rüyalarda bile göremez, düşünemezdiniz. İşte
böyle bir anda, Çorumlu olmayan bir doktor, Abdurrahman Soyarslan, hem
Çorum Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ni ve hem de Verem Dispanseri’ni
yaptırmış ve işletmeye açmıştır. O zaman içinde, şimdiki zaman içinde
ve gelecek zaman içinde, bu iki sağlık kurumunun yaptığı hizmetler
küçümsenemez. Fakat Çorum’da, her devirde, bu ehemmiyetli hizmetleri
istemeyenler ve kendi kafalarına göre yanlış bulanlar olmuştur. Bu
gidişle, Çorumluların bazılarında, bu çirkin düşünce tarzı hep
bulunacaktır. Bu düşünmeyi bilmeyen zavallı insanlar, kendi yanlış
mantıklarını, her devirde, devrin yetkili adamlarına taşımaya
çalışacaklardır.
Araya sıkıştıralım ki, Göğüs
Hastanesi’ni yaptıran bu büyük insan, kendisine bir ev satın almadan,
otel köşelerinde ölmüştür. Bakanlıkta bir Genel Müdür makamına da
tayini yapılmış olduğu halde, bir ev satın alamamıştır. Tasarruf
ettiği paralarını da, bir tüccar yapıcı iç etmiştir.
Dedik ki, Çorumlu bazı muzır
insanımız, böyle hayırlı işlerin karşısındadırlar. Ta, başlangıçta,
daha rahmetli Menderes Başbakan olarak Çorum’u ziyaret ettiği anlarda,
bu muzır insanlardan Çorum’da vardı. Bunlar, o zaman da devrin iktidar
partisinin üyeleri idiler. Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nin yerinin
yanlış seçilmiş olduğunu, şehir içinde, mikroplu hastaları barındıran
bir hastanenin bulunmasının yanlış olduğunu kendisine anlatmışlar ve
tavırlarını da koymuşlardır. Bu hastane şehir dışına çıkarılacak ve
burası okul olacaktır.
O kadar ileri gidilmiştir ki, resmi otorite sahipleri, o zaman da
seslerini çıkarmaktan çekinmişlerdir. Rahmetli Menderes bu hastaneyi
görmek istemiş ve gitmiştir. Daha kapıdan girerken, yardım edenlerin
levhasını kapının yanında görünce, “Ben dediğinizi yapmak isterim ama,
bu yardım edenlerin ruhları buna razı olmazlar; bunun için, bu Hastane
burada kalacaktır” demiştir.
Hastane yerinde kalmıştır da, bu muzır
insanlar, iddialarında vazgeçmemişlerdir. Sonradan, Başhekim olarak
uzun yıllar burada hizmet veren Abdurrahman öztürk ise, biriktirdiği
dernek parasıyla, hastane bahçesini genişletmiş idi.
Bu hastanenin, Göğüs Cerrahisi haline
çevrilmesi teşebbüsleri de, bizim de düşüncemiz içinde idi, ise de,
başarılı olmamıştır. Bu hastane, siyasi şahsiyetlerce pek makul
sayılmamıştır.
Çorum’da, bezen benim de yaptığım
gibi, herkes aklının erdiği işlerle uğraşmıyor. Bezen bezen, hiç ehil
olmayan insanların, akıl ve kültür isteyen işlere de karıştıkları
görülüyor. Kan Bankası için de, böyle siyasi müdahaleler olmuştu. Ona
da ses çıkaran olmamıştı. Bizim yazdıklarımız ise, bir işe
yaramamıştı. O gün bu gün, Kan Bankası beklenilen düzene erişmemiştir.
Kan Bankası yönetimi ise, pek çok işlerden daha da zordur.
Şimdi de, Çorum Göğüs Hastalıkları
Hastanesi, yine siyasi bir sorun yapılmıştır. Bu Hastanenin yerinden
kaldırılması isteği yine uyanmıştır. Sebeplerin niceliği bilinmiyor
ise de, şehir içinde mikrop saçan insanların bir hastanesinin olması
istenmemiş olması çok muhtemeldir. Hâlbuki her ülkede, bu hastaneler
şehirlerin içlerinde bulunmaktadır ve ulaşım için bu durum zorunlu da
görülmektedir.
Bize ulaşan bilgilere göre, bu defa da
niyet bu değildir. Hastane şehrin ortasında kalmıştır ve yeri de
oldukça geniştir. Lojmanların işgal ettikleri yerleri de düşünürseniz,
arsanın büyüklüğü ve yerin iyiliği dikkati çekmektedir.
Son zamanlarda, Çorum’da daha beş
yıldızlı otel yapımına da heveslenenler, vardır. Galiba, bu niyeti
olanlara arsa temini için, sözde kudret sahibi insanlar harekete
geçirilmişlerdir. Şehrin tam ortasında, geniş bahçesiyle, yirmi katlı
bir beş yıldızlı otelin buraya dikilmesi kötü müdür? Bu düşünce,
saygılı kalınması gereken birçok telakkiyi gölgede bırakmaz mı? Bir
de, buradan elde edilecek gelirden ayrılacak pay düşünülürse, bu
teşebbüs sahiplerine hak verilmez mi?
Ben hak vermem. Yapılan bir eser, hele
halk tarafından yardım edilmişse, yapıldığı gaye için kullanılmalıdır.
Bu gün, beş yıldızlı otel için arsa yoksa, şehir planını yapıp ortaya
koyanlarda günah aranmalıdır. Pilavdan önce plan prensibi benimsense,
bu zorlukların hiç birisi bu gün olmazdı!
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|