DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

İÇİNDEKİLER
Mahmut Selim GÜRSEL TAKDİM
Hayat Hikayesi
İKİ ZAMAN DİLİMİNDE ÇORUM
ÇORUM'A DOĞAL GAZ
62’NCİ SAYI ÇORUMLU 2000 DERGİSİ
ÇORUM VE TURİZM
BİR FESTİVAL DAHA
SOSYAL PATLAMA OLMAZ!
OSMANLI KALESİ VE ARAPLAR
ESKİ RAMAZANLARA KÜÇÜK BİR GEZİ …
BAYRAMLARIMIZ
23 NİSANLAR
1 MAYIS
HALK ÜNİVERSİTESİ: BASINIMIZ
TESTİNE SU DOLMUYOR
TAHSİLDAR
BÖYLE OLMAMALIYDI
PİR SULTAN ABDAL
GARGİA'YA MEKTUP
SALİM SAVCI
TERÖRÜ YONTMAK
TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA  TERÖR DESTEKÇİLERİ VE ÜÇ MAYMUNLAR
KULUM OSMAN
G E N Ç L E R

 

 
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TAKDİM           

Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak görülmelidir.

            Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.

            Bu çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı göreceksiniz.

            Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir kitaptır; onu okumamız gereklidir.

            Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar veremeyiz. 

Mahmut Selim GÜRSEL  

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Selahattin AYDEMİR

 
1Temmuz 1949 Ankara doğumluyum. Evliyim. İki oğlum var. İlk orta liseyi Ankara'da bitirdim. İki defa üniversite tahsilimi yarıda bırakmak zorunda kaldım. Okumakta ki ısrarımdan vazgeçmedim.
Üçüncüsünde Açık Öğretim Fakültesi İŞLETME bölümü ön lisans mezunu oldum.
Hayata memur olarak atıldım. Merkez Bankası İstanbul Karaköy Şubesine veznedar olarak tayin edildim. Oturduğum yerden kalkmadan 25 sene para sayarak ömrümü geçiremeyeceğimi anladım.
Başka memuriyete, Emekli Sandığına geçtim. Evrak memurluğunun da bana göre bir iş olmadığına karar verdim. Aylık bağlama ve mevzuat servis şefi iken istifa ederek serbest iş hayatına atıldım.
Benim hayatım normalden çok fazla hareketli geçti. Çok iş değiştirmek mecburiyetinde kaldım.  Ancak ana hatları ile hayatımı şu şekilde özetlemem mümkün.
Yedi sene devlet memurluğu. ( veznedar ve aylık bağlama şefi  / Ankara ve İstanbul )
On iki sene Esnaflık  ( Perakende ve toptancılık  / Ankara ve İstanbul  )
İki sene yurt dışı    ( Saha amiri ve depo şefi   /  Libya   )
On sene  özel sektörde:
1-  Marsa Margarin sanayi-  Anadolu  yakası Bölgesi ve satış sorumlusu  / İstanbul  )
2-  Ekşioğlu  Tema Gıda -    Pazarlama Müdürü      / İstanbul  )                
3-  Erksan oto egzoz-Radyatör  Satış ve Pazarlama sorumlusu   / Çorum  )
Bu hızlı, inişli ve çıkışlı iş hayatım  esnasında :
Sevenler Konut Yapı Kooperatifini kurdum.  On yılda bitti   ( 1987- 1997 )
Özel sağlık sigortası kurdum.  On iki sene devam eti.   ( 1978-  1990 )
ESER Piyasa Danışmanlık şirketini kurdum. ( Altı  ay    ) Yönetim Geliştirme Merkezi
(Management Development Center)  tarafından  beş defa Satış ve Pazarlama  kurslarına katıldım.
Acil Tıp Derneği   ilk yardım ve kurtarma kursu gördüm. Paramedik üyeyim.
ÇEKVA vakfı (Çorum)  ve Doğa Savaşçıları  (İstanbul) üyesiyim. 
1997 de SSK dan emekli oldum.
1999 yılında Çorum'a yerleştim.
         Şimdi, yıllarca biriktirdiğim şiir- hikâye roman ve tiyatro eserlerimi teker teker toparlayarak yayına hazırlıyorum. Bir kısmını KENT HABER gazetesinde ve Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi yayınladım. Halen bu yayın organlarında makale yazılarım yayımlanmakta.
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İKİ  ZAMAN DİLİMİNDE ÇORUM
         Belki bilir,belki de bilmezsiniz. Ben Çorumluların damadıyım. Çorumlu değilim fakat Çorum'a damat olmuş birisiyim. Tuhafıma giden iki ayrı zaman dilimi içinde Çorum'da yaşanmış iki olayı anlatacağım. Birinci olay çok yakınlarda meydana gelmiş olup öbür olay ise eşimin babası ile  gerçek bir hayat hikayesi. Sözü uzatmadan yakın zamanın gerçek hikayesi ile başlayayım.
         Bir ay kadar önce Çorum'un bir mahallesinde bir Çorumlu bir fırına gelerek fırında oturan şahıstan 5 ekmek ister. Fırında oturan zat 5 ekmeği verirken ekmeklerin parasını tabii olarak ister. Ekmeği isteyen zat:
         - Arkadaş param yok. Evde çocuklarım aç. Sana para vermeyeceğim diyince,fırında oturan adam şaşırır ve ekmekleri almak için adamın yanına kapıya çıkar. Fakat ekmeği alan adam fırındaki şahsa bıçak çekerek oradan uzaklaşır.
         Fırındaki adam,fırına hemen birini bularak adamı uzaktan takip eder ve oturduğu evin yerini öğrenir. Fırına geri döner,fırın sahibine haber vererek:
         - Falan yerde oturan kişi 5 ekmek aldı,parasını vermedi. Bana da bıçak çekti der. Durum o mahallin karakoluna bildirilir. Karakolda çalışan bir komiser ile birkaç polis suçlanan kişinin kapısını çalarak içeriye girerler.
         Girerler fakat,girdiklerine bin pişman olurlar. Yerde bir masanın üzerinde fırından alınan ekmekler,el ile parçalanmış olarak birkaç çocuğun elinde. Masada sudan başka bir katık ta yok. Komiser durumu görünce fırın sahibinin gözüne bakar. Cebinden bir miktar para vererek polisin birisine buna biraz bir şeyler alında gelin diyerek verir. Fırın sahibi ise donup kalmıştır. Mahcup evden çıkarken;fırıncı ekmeği gasp eden kişiye:
-        İş bulana kadar benim fırından istediğin kadar ekmek ücretsiz alabilirsin der....
 
Gelelim bundan 5 yıl öncesi Çorum'a ve bu iki olayın sonucunu siz okuyucularımıza bırakıyor ve ikinci olayı anlatıyorum :
 
         Benim ve Osman Alapala'nın kayınpederi olan 1909 doğumlu Mustafa Bakan vefat etti ve sesiz sedasız ebedi istirahat karına defnedildi. Sessiz sedasız,çünkü ne fabrikaları vardı,ne mağazaları,ne de  siyasi tanınmışlığı... Ne boy boy vefat ilanları verildi,ne mahalli basında ölüm haberi çıktı,ne de hakkında yazılar yazıldı.
         Fakat olayın geriye doğru bu güne göre 18 yıl öncesinin bir sessizliği daha var ki;sessiz kalmamalıydı. Ben sizlere bu sesiz yılların 13 yılını duyurmak istiyorum:
         Rahmetli,zamanında dürüst bir esnaf,yardımsever bir insan,hak-hukuk bilir namuslu bir vatandaş olarak yaşadı. İnsanlık yapılması gereken yerlerde insanlığını yaptı. Hiç kimse ile tartışmadan, mahkemeleşmeden, sessiz sedasız ama alacaklısını istetmeden, borçlusundan istemeden Saat Kulesinin tam karşısında 40 yıl kasaplık yaptı. Ne zaman ki;Saat Kulesinin etrafı genişletilirken dükkanı istimlak edildi ve yıkıldı,Kasap Mustafa'nın da meslek aşkı,şevki de yıkılıp gitti. Bundan sonra Paşa Hamamını,Güpür Hamamını ve Yeni Hamamı işletti. 1983'te İstanbul'da geçirdiği trafik kazasında bir ayağını kaybetti. Kulaksız sokaktaki mütevazı evinden dışarı çıkamaz oldu. Ne hemen evinin karşısında kendine bakan Kulaksız Camiine namaza gidebildi,ne Tıkı'nın Kahvesine eski dostları ile sohbete,ne de Yeni Hamamda çalışmaya.
         Çorumlular bunu duyunca bakın ne yaptılar:
         Yıllarca hiç aksatmadan birileri onu her Cuma camisine götürdü. Mutlaka her gün birileri ziyaretine geldi. Hayrettir ki;13 yıl vefat ettiği güne kadar bir gün dahi mütevazı evi boş kalmadı. Eski dostları,yeni dostları,yakın komşuları,uzak komşuları,yaşlılar,gençler,kadın,erkek herkes bu insanı ziyaret etti. Kimi sıkılmasın diye yanında oturup sohbet etti,kimi Kur'an okudu,kimi Mevlit okudu. Kimi elini öpüp hayır duasını aldı. Kimi yardım için geldi bir şeyler getirdi. Bazı yaşlı eski dostları da sürekli uğramaları ve ilgilerini kesmemeleri için evlatlarına vefat etmeden vasiyette bulundu. Bu harika bir olaydı. Anadolu insanımızın ananevi komşuluk değerlerine,insanlığına bakın. Bir de yukarıdaki birinci hikayemizdeki bu günün Çorumlularına...
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇORUM'A DOĞAL GAZ   
Herkesin bildiği gibi bu çağın en önemli iki sorunu var. Biri on bin yıldır var olan GEÇİM SIKINTISI. Öteki yeni icat ASRî bir sorun.  İcat dedim çünkü bu sorunu biz insanlar icat ettik. Tabiatın doğasında böyle bir sorun yok.
Evet bu yeni icat dert ÇEVRE KİRLİLİĞİ. Elli yıl evveline kadar sadece bilim adamlarının bildiği bir problem idi. Bugün bütün dünyanın birinci sorunu. İlkokul çocukları bile biliyor. Çünkü çevre kirliliğini ana karnında bebekler bile yaşıyor
Bu tarihten sonra insanlığın en büyük tehlikesi budur.
Düne kadar damlı ve ocaklı evlerde yaşıyorduk. Çalı çırpı, odun ve tezek ile yemek pişiriyor ve ısınıyorduk. Sonra kömür girdi hayatımıza. Daha dayanıklı daha kalorili. Hızla ilerleyen teknolojiye büyük katkı. Kömür, sadece evler de kullanılır bir nimet değil. Dev fabrikalar, dev gibi gemiler, elektrik santraller, tirenler hep kömürle çalışıyor. Kömür büyük kolaylık ve yarar sağlarken çevreyi önlenemez biçimde kirletiyor. Evvela isi ve dumanı var. Katranı asfalta yarıyor ama atığı var. Dağlar gibi külü çıkıyor. İnsan oğlu durmadı mazotu icat etti. Kömürden iyi ama mazotun kullanıldığı alan o kadar çoğaldı ki çıkardığı atık zehirli gazlar atmosferi kapladı. İnsanoğlu durmadı elektriği soktu devreye. Ancak o da çok pahalı ve her yerde kullanılmıyor. Yerine aküler koymak gerekiyor. Aküler ve piller en büyük çere belası. İçinde ki ağır metaller tabiatta erimiyor. Yağmur suyu ile dere ve denizleri bile mahvediyor. Uzun vadede tek kelime ile felaket!
Atom enerjisi ve güneş enerjisi o kadar yaygın değil. O halde insanoğlu köşeye mi sıkışıyor?
İlâhi adalete bakın ki doğayı kirleten bizlere çareyi yine DOĞA sunuyor. DOĞAL GAZ.
Çorum son yılların havası en kirli şehirleri arasında. Hele kışın rüzgâr esmediği zaman şehrin üstüne baca dumanları kâbus gibi çöküyor. Nefes almak bile tehlike oluyor. Bu yüzden Çorum'un behemehal (mutlaka- ne olursa olsun) doğal gaza geçmesi gerekir. Sayın yetkililerimizi Çorum halkı adına bu hususta elini çabuk tutmaya davet ediyorum. Mecliste dördü iktidar beş vekilimiz var. Bir çok mesele için gayret ettiklerini görmekteyiz. Ancak altı ay KASIM GÜNLERİNDE (eskilerin kış mevsimi) Çorum da solunacak hava kalmıyor.
Yapılacak iş, evvela biz insanoğlu çevreyi kirletmeyeceğiz. Her aile adam başı her yıl birer ağaç dikecek. Her yıl yetmiş milyon ağaç ile akciğerlerimizi kanser olmaktan kurtaracağız.  Sonra :
İnsanoğlu daha iyisini icat edene kadar DOĞAL GAZ için tam gaz.
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

62’NCİ SAYI ÇORUMLU 2000 DERGİSİ    
         Çocuklarımızı neden severiz. Onlar bizden bir eserdirler. Bizden sonra var olurlar. Yani bunun anlamı bir müddet daha dünyada yaşarız. En güzel eser hiç şüphesiz ki evlatlarımız.
         Ancak insanoğlunun eserleri çocuklar ile sınırlı değil.  Ağaç dikmek, yazılı bir eser vermek, vakıf, dernek ve devlet kurmak ta birer insan eseridir.        Bunlardan herhangi biri ile kıyamete kadar anılma şansınız var demektir.
         Bugün konumuz  ÇORUMLU 2000 dergisi. Bu da bir insan eseri. Çorumluya has dergi. Eliniz deki baskı ile 62 nci sayısını çıkarmış bulunuyor. Bir başarıdır bu. Mahmut Selim Gürsel tek başına çalışan bir kahraman. Yardımcısı da, yazıhanesi de yok. Tek başına yazıyor. Yazı topluyor. Matbaada kendi uğraşıyor. Evinde harmanlıyor. Katlıyor. Diziyor. Kabını geçiriyor. Kestiriyor. Dağıtıyor.  Kârı marı yok. Haybeye emek. Para ile ayda beş tane dergi sattığı yok. Çünkü kitapçılarda dergisi yok.
         Çorumlu 2000 dergisi 1998 de ilk çıktığında hedefi en azından 2000 yılı olsa gerek ki 2000 yılını isminin sonuna eklemiş. Bu derginin adı Çorumlu 2000 ama iki bin yılını zor görür diyenler olmuştur belki. Olmuştur çünkü bir dergi çıkarmanın zorluğu malum. Mahmut Selim Gürsel ilk sayısında duyduğu azmi hiç kaybetmemiş. Ofset 4 renkli baskısı tek renkli üçüncü hamura düşmüş ama O yılmamış.  İlk çıktığı heyecanla 2004 yılını ve 62 nci sayıyı bulmuş.
         Emekleri sadece bu dergiden ibaret kalmamış, bu arada üç beş tane (1) Çorum'a ait kitap kazandırmış, Çorum'a ait CD hazırlamış, Dergiyi Internet'e taşımış, Sarı Çiğdem diye bir şiir dergisini her nasılsa 16 sayı çıkartmış, şu anda da çıkartamamakta, Çorumluya ne gibi başka hizmetleri var diye acaba merak ediyorum? Doğrusu tebrikler.
         Benim anlayışa göre Çorum halkı daha doğrusu okuru bu dergiye lâyık olduğu ilgiyi göstermemiş. Göstermemekte. Bir edebiyat dergisi olmasına rağmen ortaokul lise ve yüksek okul öğrencileri bu dergide çok az. Kırk tane dergi olsa neyse. Asıl astarı Çorum'da yayınlana tek bir dergi.  Otuzdan fazla okul var Çorumda. Bu dergi yüz sayfa çıkması gerekir. Daha çok hikâye, daha çok şiir ve daha çok yazı olması gerekir. Birde üstüne sağlık Fen ve Edebiyat Fakültesi açıldı ilimize,ayrıca;bu fakültenin bu dergiden haberi de yok. Olsa birkaç öğretim görevlisini görme imkanımız olurdu. Kanımca genel olarak okumayan ulus oluşumuzun maalesef Çorumda da bir tezahürü yaşanıyor.
         Bütün bu şartlara rağmen iki nokta ile ayakta duruyor bu dergi. Biri Mahmut Selim Gürsel'in azmi, biri reklam desteği yapan dostları. Yoksa derginin satıldığı falan yok. (Mahmut Selim Bey bu ifademe darılabilir. Kusura bakmasın ben bir şey yazarken gerçekleri de vurgulamayı bir görev bilirim.) Halk bu dergiyi tanımıyor. Ancak Çorum Belediyesi ve İlçe Belediyeleri satın alarak ilgili beş on birime dağıtmalı. Valilik ve kaymakamlıklar satın alarak ilgili birimlerine dağıtmalı ki böyle bir dergi yaşasın. Çorumlu 2000 böyle bir destek görüyor mu görmüyor mu bilmiyorum ama görmeli. (2)
         62 nci sayının bir özelliği var dostlar.  Kendi çapında küçük Çorum Basın Tarihi açısından bir rekor kırdı ÇORUMLU 2000. Çünkü böyle bir dergi ilk defa ÇORUMLU adıyla Nisan 1938 de basılmış. 1946 da 61 ncı sayı ile ne olmuş ise olmuş son bulmuş. Çünkü 61 ncı sayı akan bir nehrin ortası. Her konunun devamı gelecek sayıya kalmış iken basılamamış. Alaman harbi mi, parasızlık mı belli değil. 
         Kütüphaneye gidip bu dergiyi inceledim. Tarihî bir kıymet. Taze bir bebek tutar gibi karıştırdım sayfalarını. Çorum Halkevi Dil, Tarih ve Edebiyat Komitesi tarafından çıkarılmış. Devlet desteği var. Çorum Vilâyet Matbaasında basılmış. Karton bulurlarsa kabını kartona basmışlar, bulamazlarsa sarı kâğıda basmışlar. Son yıllarında kağıt kalitesi düşmüş. Tam bir edebiyat dergisi değil ama Tam bir Çorumlu
dergisi. Tam bir Yeni Türkiye Dergisi.
         Sekiz sene var olan ÇORUMLU DERGİSİ tarihi bir belge. O tarihlerin gayri müsait şartlarında harika  bir başarı. Bu dergiden biraz bahsetmek isterim doğrusu.
         Çorumlu dergisinde şiirler var. Aşıklar, ozanlar var. Halk oyunları, çocuk oyunları var. Sağlık yazıları var,  ziraat yazıları var. Tavukçuluk var. O zamanın büyük dertleri sıtma, Uyuz, verem için uyarılar var. Eğitimsel  bilgiler Var.  Çorum türkülerinin  besteleri ve ata sözleri var. Tarihî gerçeklerden piyesler var. O ay ölenlerin listesi var. (3)
         Sayfaları karıştırırken halkın CUMHURİYET ile pek çok şeye ilk defa sahip olmasının ve ilk defa görmesinin heyecanını yaşıyorsunuz. Çoruma münhasır bir dergi olmasına rağmen yazarların kaleminden akan mürekkep bir bakıma tüm ülkenin sorunlarını dile getiriyor. Anlıyorsunuz ki tüm ülkede her şey ilk. Belki çok illerde bunun emsali bir dergi yok. Yukarıda arz ettik. 2004 yılında bile bizim toplum dünya ölçülerinde okur-yazar değil. O zaman için bu dergi gerçek bir başarı. Bugün bizim onlardan bir eksiğimiz var. O ZAMAN Kİ HEYECAN YOK.
         Cumhuriyetten önce Çorum ikinci sınıf kaymakamlık imiş. Vilâyet olmuşlar. Hastane yapılmış. Orta okul yapılmış. Fennî ziraat yapılması ve fennî  tavukçuluk yapılması büyük bir gelişme. Bu meyanda yazılar var. 
         Çorumlu Dergisinin son sayısına kadar baktım ve yanlış anlamadıysam 1946 yılında hala Çorum'da lise yok. Vali, Belediye Başkanı ve orta okulun müdürü  ZİYA ATAMAN bey dergide birkaç kere Çorum'un mutlaka LİSEYE kavuşması gerektiğini
yazmış. O zamanlar Çorum'da Katolik, Protestan, Kıptî, Ermeni ve Rum vatandaşlarımız varmış. Türk, Kürt diye ayrı bir zümre yok. Müslüman diye topluca anılıyorlar.
         Sekiz sene ömrü olan  ÇORUMLU  Dergisinde yazan öğretmen, ziraatçı, doktor, mühendis, şair olan yazar kadrosunu Hakka
Kavuşanları rahmetle; sağ olanları şükranla anıyorum. Kıyamete kadar anılmaları için isim isim aşağıda sıralamak istiyorum.
         Vali Süreyya Yurdakul,Nuri  Uğur - Derginin mes'ul müdürü ,Berdi Bilginer - Eczacı ve derginin mes'ul müdürü,H.Abdullah ERCAN Avukat, şair, yazar, emekli Senatör (halen sağdır-mart 2004 ),İhsan Sabuncuoğlu Noter,Enver Ertüzün  Y.Z.Müh.,Neşet Köseoğlu,Ziya Ataman   Orta Ok.Müd.,Fahrettin Ünsal, Macide Ataman ,Eşref Ertekin Kütüphane Memuru,Sadi Leblebicioğlu Öğretmen,Lütfi Ünsal Öğretmen,Tevfik Berkal  Doktor,Sıtkı Aktan,Kemal Demirer Öğretmen (Çorum Belediye Başkanı-Milletvekili),Nazmi Tombuş Belediye Başkanı,Hikmet Turhan Dağlıoğlu ,Ş. Halit Koçak,Bahri Muyak ,Ziya Gürel,Abiden Varol,H.F.Turgal,Mediha Meyan Edebiyat  Öğr.
         ÇORUMLU dergisi (1938- 1946) ile ÇORUMLU 2000 dergisini (1998-2004 ) 61 şar sayılarını aşmaları ve aradaki tam bir ömürlük fark itibariyle şöyle bir mukayese edeyim istedim. Çok detaya girmedim ama epey ayrıntı verdim ve kanaatimi bildirdim. İlerlemiş miyiz? Daha mı geri düşmüşüz kararı okuyucuya bırakıyorum.  Mesele iki derginin mukayesesi değildir. Mesele  iki kuşağın kıyas edilmesidir. Bu karşılaştırmayı en iyi yaşı yetmişten yukarı olan ağabeylerimiz bilir.
         Onların anıları da bizim için bir tarih. Bir köşe taşı. Lütfen anılarını yazsınlar. Kimse YAPI TAŞI olarak kullanmasa bile, toprak olması da mümkün değil.  İhtimal ki 65 sene sonra birileri çıkar bu yapı taşı yerde ne duruyor der alır bir dergide kullanır.
         Dünün ve bugünün üreten insanları Allah sizden razı olsun.
 
 
(1) a) Çorum1997, b) Çorum'da Yatan Meşhur Yatırlar c)Çorum 2000 d)Menakıb-ı Koyun Baba (Basıma hazır)
(2) Benim Liberal Demokrat Parti İl Başkanı olduğumu bilenler “Hani siz Devletçi değildiniz? Yazılarında niye Devlet Desteği istiyorsun ?”  diye sorabilir.  Bizim Liberal politikamızda basın yayın, turizm ve san'attan hiç vergi yok. Zaten kamu kurumları sistem ne olursa olsun böyle kültür hizmetlerini mutlaka desteklemeli. Ta ki halk gerekli okuma bilincine gelene kadar.
(3) Dergide Şühûd ül hal başlığı ile yayınlanan isimler gördüm. Sözlükte karşılığı şahitler olarak yazıyor. Ölenler mi? Şehitler mi? Şahitler mi? Bilemedim.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 06

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇORUM VE TURİZM
         Allah gani gani rahmet eylesin atalarımız üçyüz sene evvel, beşyüz sene evvel çimentonun demirin o olmadığı o dönemde öyle camiler, hanlar, hamamlar, köprüler, kemerler, medreseler yapmışlar ki bugünün insanı halâ bunların mimarisine hayran oluyorlar. İş hayranlık ile kalmayıp dış dünya insanları bunları görmek için memleketimize akın akın geliyorlar. Yerlere yatarak, zum yaparak en ince detaylarına kadar resimlerini çekiyorlar. Bunlar İslâm eserleri.
Birde tarihin daha derinliklerine ait tarihsel kalıntılar var. Bu hususta MEDENİYETLER BEŞİĞİ olarak Anadolu dünyanın en zengin toprak parçasıdır. Ve biz bu toprakların SON SAHİBİYİZ. Bu tarihsel kültür merakı yabancıları celbediyor. Lahitleri, heykelleri, mağaraları, surları, kaleleri görmek istiyorlar. Geçmiş insanların medeniyetlerini (uygarlıklarını) öğrenmek istiyorlar. İş istemekle kalmıyor. Akın akın ülkemize geliyorlar. Bunlar Hititlerin, Hattuşaların mirası.
Bitti mi  ?
Hayır.
40 ncı paralelin üstünde yaşayan insanlar 365 günün 300 günü güneş göremiyorlar. Baltık Denizine kıyı ülkelerde insanlar senede kaç gün denize girebiliyorlar sanıyorsunuz? Bunlar Ege ve Akdeniz sahillerimize tatil, dinlenme, deniz ve güneş akın akın geliyorlar.
Bitti mi ?
Hayır.
İnsanlar komşu veya uzak insanların halen devam ettirdikleri yaşantılarını da merak ediyorlar. Nasıl giyinirler, neler yerler nasıl eğlenirler gibi. Bu amaçla da ülkemize akın akın geliyorlar.
Şimdi bu genel durumdan ÇORUM için nasıl bir sonuç çıkarmalı?
Çorum, medeniyetler beşiği Anadolu'nun önemli kalıntılarına sahip önemli bir Anadolu şehri. Ama gerek yerli turistimiz gerekse yabancı turistler Çorum'a Otuz ile atmış km yaklaşıp ALACAHÖYÜK' e  BOĞAZKALE' ye geliyorlar. Geziyorlar. Çorum'a uğramadan gidiyorlar.
Bu insanları bir şeyler yaparak
Çorum'a çekmeli.
Evvelâ ÇORUM KALESİ ikâmetgâh olmaktan çıkarılmalı. Restore edilerek turizme açılmalı. Şu anda Çorumluya bile tabu orası. Çorum Kalesi birilerine mahsus özel mülkiyet olmamalı. 
Çorum'da şehir içinde bir Müze var. Geçen sene yedi yeğenimi özellikle götürüp gezdirdim. Zengin bir müze. [1]
Bir saat kulesi (Çan saati) var. tarihî bir değer. Yarın eğer turist gelecek olsa acaba buraya küçük bir ücretle çıkılamaz mı?
Ayrıca yakın ilçelerde HAMAMÖZÜ, HAMALIÇAYKÖY, GÖLÜNYAZI, İNCESU KALYONU gibi turistlerin hayran olacağı değerlerimiz var. Buralara yazın özel minibüs veya otobüs konabilir.(2) Bunun için Çorum'da bir tek kişi veya kuruluşun aklı, gücü imkânı yetmez. Bir KÜLTÜR VE TURİZM  HEYETİ OLUŞMALI. Broşürler basılmalı. Uluslar arası çalışan acenteler ile temasa geçilmeli. Sonra beklemeye başlayacağız. Akıbet gelecekler.
Çorumda yerli ve yabancı turistler için, iskender ve kebap yiyecek temiz ve kaliteli lokantalar var. Sulu yemek lokantalarımız var. Biraz daha emekle daha canlı ve cazip olabilirler. Ancak mesele iyi yemek yapmakla bitmiyor. Sunum da önemli. Çorum'da bulunan restoranlar yerel milli kıyafetler giymiş garsonlar ile hizmet verecekler. Yemekten eğlenceye kadar her türlü hizmeti veren otellerimiz zaten bu hizmete hazır.  ilimizin otantik yerleri, yerel özelliklerimizi yansıtan yanıç, mantı, çatal aşı, keşkek, su böreği, has baklava yapacak-lar. Ortada sallanan bir yayıktan ayranı müşteriye git kendin doldur diyecekler. Yerel giysiler ile hizmet verecekler.
Kârakeçili mahallesinde yeni açılan yeni bir yer var. Çay, kahve ve nargile Sunuyorlar. (3) Gayet güzel bir dekorasyonu var. İşte size otantik bir köşe. Burada bir turistin Türk kahvesi içmemesi mümkün değil.
25 sene evvel televizyonlar Siyah Beyaz iken Uğur Dündar SAFRANBOLU evlerini gezip bir program yapmıştı. Turizm bilinci gelişmemiş halk evlerini göstermiyordu. Uğur Dündar bilindik adam olmasa belki de sen kimsin de evlerimize bakacaksın diye dayak bile yiyebilirdi.
Yani o zamanlar henüz kafamız turizmi almıyordu. Şimdi oralara turlar yapılıyor. Çünkü
Para kazanıyorlar. Evlerinin maketlerini Yapmışlar, yöresel bir şeyler yapmışlar satıyorlar. Yani para kazanıyorlar.
Biz niye yapmayalım?  Düşünsenize bir çok dükkan (Kalenin civarında ve çarşıda) binlerce saat kulesi maketi yapmış satıyor. Mini bir Kale Maketi bütün dükkanlarda müşteri bekliyor. Boğazkale ve Alaca Höyük ten bir çok mini resim ve heykeller dükkanlarımızda. Bunları kim yapacak? Çorumdan birileri. Al sana iş.
Çoruma gelecek gurupları yöresel kıyafetler ile ve oyunlar ile karşılayabiliriz. Hitit Gıda' nın olduğu bina ( VELİ PAŞA HANI) otele dönüşse eski o han kokusu tekrar canlandırılsa. Çorum ve ilçelerde ki  KONAKLAR iki yıldızlı otele çevrilse. Çorum'un imar verilmeyen ve eski eser sayılan binaları ve hatta bir sokak tamamen bu amaca göre restore edilse. Al sana iki yıldızlı pansiyonlar. Hem yıkılmaktan kurtulurlar hem sahipleri para kazanır. Hem tümden Çorum.
O halde ne yapmalı?  Vatandaş sahibi bulunduğu eski konağı restore edemiyor. Parası yok. zaten şu anda sanırım devlet parası olana bile restore izni vermiyor. Veriyorsa ne şartlarda bile-miyorum. Devlet kendi yapamıyor parası yok. VE TARİH ÇÜRÜYÜP GİTMEKTE. Parasız gariban mülk sahibi de yıkılsın da ortada tarihî marihi eser kalmasın. Olsun boş arsa. O zaman arsa olarak belki para eder diye beklemede.
Bazı işler örgüt(teşkilat) işidir. Kendi gücü yeten yapar. Yetemeyen için benim teklifim şudur:  Belediye veya Vilayet bünyesinde veya denetiminde bir birim oluşturacak. Ve Çorum denetiminde bir birim oluşturacak. Ve Çorum halkından bir miktar turizm harcı alınacak. Böylece Turizmin alt yapısı için kaynak bizden çıkacak. Tüm halk ilerde gelirden temettü alacak. Bunun manevi tarafı da var. Tüm Çorumlu bu yapılara sahip çıkacak. Manen bunları kendi malı görecek. Sahiplenme ve benimseme duygusu toplumsallaşacak. Ayrıca bir yöreye gelen yerli veya yabancı turist bütün yöre halkına bir şeyler bırakır. Konaklama ve mağaza alış verişlerinin yanında, benzin alması, umumi tuvalete gitmesi, ayakkabı boyatması bile Çoruma gelirdir.
Bakırcılarımız neler yaratmaz o zaman? Leblebi zaten Allah'ın emri.
Yine hep lafı yapılan ama teşkilât ve organize edecek kişi olmadığından İNCESU KALYONU yüz milyon sene önce olduğu gibi halâ boşa akıyor. Ben gittim kanyona köy içinden geçiş bile yok. Yöre halkı hem fakir. Hem işletme bilmiyor. İşte İl olarak Çorum aydınına ve Çorum Zenginine burada vebal var.  Ön duvarı iki metre yükselse al sana bir şelâle. İçi temizlenip on tane kayık konsa 500 metre gidip gel. Al sana para. Manzara muhteşem. Kanyonun ön görünümü bir modern bir mimari ile cennete dönemez mi? Önünde geniş bir alan var. İncesulu kardeşlerimiz yazın beş ay sadece yanıç ile ayran satsa hatırı sayılır para kazanırlar. Daha neler olmaz, neler?
Turizmin güzelliği ve özelliği, birincisi o yöreye o tabiat güzelliği dünyanın oluşumunda kendiliğinden olmuş. İnsan eli ile olacak iş değil. İkincisi bir kere yatırım yapıyorsun bir daha sadece bakım oramım. Hepsi bu. (Yol- otel- pansiyon-dükkân buna dahil)
Daha birçok fikirler üretilebilir. Benim acizane aklım bu kadar eriyor. Gerekirse bizzat hizmet etmeye de hazırım.
Peki sonra ne olacak?
Bundan sonrası çok kalay. Çin ata sözü diyor ki  “Sen işini iyi yaparsan seni gelir dağ başında bile bulurlar”
Örümcek gibi biz ağımızı örelim. Göreceksiniz kendiliğinden ağımıza neler gelecek neler?
 
[1] Sayın Çorum Müze müdürümüze:
Hamamlıçayköy'de kaplıcanın önünde Rumlardan kalma bir mermer yazı, bir de mermer bir kaide var. Kaide gibi olan mermer taş şimdiden köşesi kırılmış. Kırığı yanında duruyor. İlgilenilmezse seneye önce kırığı kaybolur. Öbür seneye bir arkadaş büyük parçayı ahıra duvar malzemesi yapar. Sayın Müze müdürümüzden onu müzeye almasını istirham ediyorum.
(2) Özel demekten kastımız. Bildiğimiz kasaba taşımacılığı değildir. Turist taşımacılığının bazı özellikleri vardır. Bütün arabaların içi halı kaplı olur. Kesinlikle tertemiz olur. Sigara içilmez. Mikrofon bulunur. Minibüste en fazla beş altı kişi taşınır. 25 lik tabir edilen midibüslerde 10 veya 15 kişi taşınır. Otobüslerde 25 veya kırk kişi taşınır. Camlar büyük olur İçinde rehber bulunur. vs. vs.
(3) İsim isim tek tek bu gibi güzel yerlerin hepsini sayamıyorum. Ama yarın böyle bir aktivite için bir toplantı olursa hepsinin mutlaka katılmasını önemle tavsiye ederim. Kimse beni niye anmamışlar adım niye geçmemiş diye darılmasın. Zira ben hepsini bilmiyorum. Zaten henüz tek tek zikredilme aşamasında değiliz. Asla kimseyi kimseden ayırt ediyor değiliz. Sayın hemşehrilerimiz bunu böyle bile.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 07

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR FESTİVAL DAHA
Bu yıl festival üç gün evvel başlıyor. Zira Dünyaca ünlü bilârdo şampiyonumuz sayın Semih Saygıner  Çorum'a geliyor ve üç gün süren bir bilardo turnuvası var. Iskata tutmasını ve topa vurmasını bilen herkesin katılmasını tavsiye ederim.
Gençler piyango gibi bana çıkmaz diye bakmayın. Koşun adını yazdırın. Siz de katılın. Katılın ve elenin. Ama o cesareti göstermek bile bir medeni cesarettir.  İlla kazanmak gerekmez.
Ben gibi top ile ıskatayı birbirine zıt iki geometrik şekil (küre ve kiriş) sananlar da seyretmeye ve alkışlamaya gitmeli. Biliyorsunuz elsiz ayaksız, yensiz yakasız bir yuvarlağa dans ettiren bu eller elli yılda bir çıkıyor. Altı milyar içinde bir elin parmakları kadar az olan bu cevher bizim çocuğumuz.
         Çorum'a bir SEMİH SAYGINER geliyorsa Çorumlu bunun gereğini yapmalı. Göreyim sizi gençler. Tek bir vuruşu bile kaçırmayın.
         Yine festival etkinlikleri içinde bir piyano ustası geliyor Çorum'a. Aman haa Çorumlular bunu kaçırmayın! TULUYHAN UĞURLU.  Ruhunda ki engin ve karmaşık  fırtınalar, parmaklarından sel olup piyanonun tuşlarında girdaplaşan bir virtüöz o. Durmadan kaynamakta olan bir yanardağ Tuluyhan Uğurlu.  Dahası var. Hala genç bir piyanistimiz o. Ruhundan fışkıran lavlar şimdiden dünyanın yarısına yayılmış. Ya gelecek yıllarda bu parmaklar ne sesler doğuracak?
         Şöyle festival programına baktım.  Gayet dolu. Fatma Nefsun Duman hanım eğitimsel bir konuşma yapacak. En büyük eksiklerimizden biri biliyorsunuz eğitim. (Konu: Özgüvenin Geliştirilmesi)
Erzincan'dan, Amasya'dan, İstanbul'dan gelen etkinlikler var. Aşıklar şöleni, uçurtma şenliği, tenis turnuvası, Satranç turnuvası var.  Fuar alanında yüzlerce dükkan olacak.
Şimdi festivale bir başka gözle iki taraftan bakalım. 
Birincisi her zaman böyle büyük etkinlikler ister istemez organizasyon açıkları verirler. Şunun busu, bunun osu ya unutulur, ya şu gelmez, ya bu  gitmez. Yani bu zorluğu biliriz. Biliriz de her yıl tekrarlanan periyodik olaylarda hata sıfıra yaklaşabilir. Bu yüzden halk olarak yetkililerden hataların sıfıra en yakın yerde kalmasını istirham ederiz. Geçen sene duyulmayan etkinlikler oldu. Zekai Tunca'ya mahcup olmaktan son anda kurtulduk. Bu yüzden program tam metin olarak yayınlansa bile her gün o günün etkinliği tekrar duyurulmalı. Tüm basın anlaşarak aynı sayfada bunları yayınlasa herkes aynı şeyleri aynı yerde görse ve okusa.(nasıl olur acaba?)
İkinci boyut halkın ilgisi meselesi. Sayın Çorumlular lütfen sizde basında yayınlanan festival programlarını bir zahmet kesiverin.  İmsakiye gibi bir yere asıverin.  Taa lisede bir hocamız bize şöyle nasihat etmişti.
“ Çocuklar ülkeye yararlı insan olmak için meraklı ve dikkatli insan olun. İlgili insan olun. Okuyan insan olun.”
Galiba büyüklerimizin sözlerini tutma zamanı geldi. Festival hayatımızda bunun için küçük bir fırsat.
Tüm Çorum halkının ilgisine ve bilgisine ve dikkatine sunulur. 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 08

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

SOSYAL PATLAMA OLMAZ!
         EVVELA atalarımızın yaptığı gibi yapayım. İşe dua ile başlayayım. Ey vatandaşlar! Ey Türk halkı !  tarihinde düştüğün en kötü ekonomik dönem olan bu günlerde sana, metanet ve sabır temenni ediyorum.  Hazır bulunan herkese mahsus selamlarımı sunar, büyüklerin ellerinden,   küçüklerin   gözlerinden öperim.   .... !  Allah hepimizin yardımcısı olsun. Amin.
İşimiz resmen ve  gayri resmen  Allah'a kaldı arkadaşlar. Tek silahımız dua. Bu yüzden riyasız içtenlikle dua ettim. Sözlerime dua ile başlarım. Vallahi ciddiyim. Billahi çok ciddiyim.   
         Çünkü,  hakikaten inanarak söylüyorum.İşimiz Allah'a kaldı. Cenabı Hakkın işleri de olursa mucize ile olur. Olmazsa daha çekeceğimiz var demektir.  İnanın MUCİZEYE KALDIK .. !     Çünkü bu akılla, bu kadar akılla,  bu düzenle bu iş mümkün değil düze çıkmaz.  Bu adamlarla olmaz demek pek hoşuma gitmiyor. Ama devletçi düzeni savundukları müddetçe evet asla bu liderlerle düze çıkmamız mümkün değil.
         İster iktidar ister muhalefet bence aynı. Değil mi ki devletçi düzendir. Değil mi ki LİBERAL ADIMLAR atmıyorlar. Mümkünü yok olmaz. Olmaz.  Olmaaaaz.    
         Bu adamların bu anlayışla  bu  ülkeye rahatlık getirmeleri mümkün değil.  Olmaz. Olmaz.olmaz.
Olmaz da yoksa SOSYAL PATLAMA MI  OLUR?
         Hayır  o da olmaz.
        
         Çünkü halk bitti.  İktidar bitti.  Resmen hayaletler  ülkesi olduk. Kriz iktidarı takmıyor.  İktidar, krizin  farkında değil.
        
         İktidar diyor ki :
         Türk  halkı sağ duyuludur. Benim ülkemde sosyal patlama olmaz.
         Olmayan ! sosyal patlama  neymiş bir bakalım.
         Halk aç. Halk işsiz. Emekli maaşları yetersiz. Bir emekli tekrar çalışmazsa aç. Gençler, gelecek hayali kuramıyor. En ufak bir pozitif ümitleri yok. Kapağı yurt dışına atıp bir daha ülkeye dönmemekten başka akıllarına hiçbir şey gelmiyor.
 İş- aş- eş bulurum. Yurt yuva kurarım. Çoluk çocuğa kavuşurum diyemiyor.
Yirmi beş/ otuz yaşına  gelmiş ( eskilerin tabiri ile- özür dilerim) kazık kadar adam olmuş, asgari maaşla emekli olmuş baba ocağından ayrılamıyor.aylak aylak geziyor gençler!  ....!      Evlenemiyor. İş bulamıyor. Koca herif olmuş babasından harçlık almanın veya alamamanın  ıztırabı ile kahroluyor.
Bir genç kızın ağabeyi hiç sebepsiz yere  intihar ediyor. Sevgilisi üzülme ben varım. Seni bu acılarla bırakmam. Yanındayım diyor. Ertesi gün o da intihar ediyor.
Dün iş güç sahibi olanlar bugün  boş geziyor veya intihar ediyor.. !
Protesto olan senetler, ödenmeyen çekler rekor kırıyor. Hakimler boşanma davalarından baş kaldıramıyor.  Yirmi yıllık  karı koca ayrılıp kadın çocuklarını alıp  baba evine dönüyor.  Bir esnaf “ kaldır hancı boş kadehi neyleyim” der gibi bomboş kalan kasasını başbakanın kafasına fırlatıyor. Bir kamyon şoförü yakıt alamayacak hale düşüp tankerini başbakana al senin olsun diye hediye ediyor. Bir aile  üç çocuğunu birden
“ Günlerdir kursaklarına iki lokma veremedik. Perişanız. İçimiz kan ağlıyor. Yoksa biz de bir ana babayız ama çocuklarımıza ekmek alacak paramız yok. Ne olur çocuklarımıza iyi bakın” diyip cami kapısına bırakıp kaçıyor.
 Hırsızlık cumhuriyet tarihinde görülmemiş şekilde artıyor. Üç bileziğe tamah edip üç aylık evli gencecik gelin öldürülüyor. Fuhuş almış başını gidiyor. Hastaneler psikolojik hastalarla dolu. Hastaneler beslenme yetersizliğinden dolayı hastalanan bebeklerle dolu. Vatandaş reçetesinde yazılı ilaçların yarısını alıyor.
 Türk parası, gavur parasıyla beş para
 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 09

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

OSMANLI KALESİ VE ARAPLAR

         Geçen sene Afganistan'da ki Buda heykelleri yıkılırken bunun ne kadar  Aptalca bir hareket olduğunu yazmıştım. Kendini Müslüman'ı sanan ve başkalarını imanı kıt, dini zayıf zavallılar olarak gören bu zavallıların Budanın heykelini kırmakla yaptıkları hatayı hem turizm yani döviz geliri açısından hem iman açısından eleştirmiştim. Ey Talibancılar demiştim sen ona tapmadıktan sonra bir yerlerde birinin yaptığı bir heykelden kime ne? Bir taş yığını taa dağlarda durup duruyor. Haşa Cenabı Allah'ın bir rakibini alt ediyormuşçasına tekbirler getirerek cansız taş yığınını topa tutmak en kibarcası komik bir davranış. Kendi kendime merak ettim. Bu Müslüman kardeşlerimizin bu cansız heykellerden neden korkarlar ki ?  Yoksa Afgan bazı kardeşlerimiz bu heykellerin heybetine kapılıp tapası mı geliyor? Böyle bir şey yoksa üç bin yıl evvel yapılmış gayrı Müslim bazılarının taptığı veya kutsal saydığı bir yapıyı yıkmak niye? Yerleşim merkezi dışında taa dağlardaki bir heykel imanınızı mı zayıflatıyor. Taa bilmem nerede ki Müslüman halktan birileri tapınıyor ve halkınızı buna tapmağa mı teşvik ediyor da korkuyorsunuz.? Dağda durup duran bir heykelin ne zararı var.? Bombalayıp yıkınca putperestlikten mi kurtuldunuz veya ona tapanları veya kutsal sayanları İslâm'a mı döndürdünüz? Kısacası Afganistan ne kazandı yıkımdan?Onlar da Gayri Müslim illerinde bulunan camilerimizi topa tutarak yıkarsa ne yaparız? Diye sormuştum.“Ve put insanın içinde olur”.  diyerek ehl-i hakikatin bir kelamını nakletmiştim. Tabi çok ciddi bir turizm gelirinden yoksun kaldıklarını da eklemiştim. Şimdi o bağnaz ve yobaz kafa der ki gavurun parası da eksik olsun be. Ben onların parasını da kullanmam. Gavurun tarihî heykelleri de, ibadethaneleri de, parası da mekruhtur der. Öte yandan Avrupa bankalarında dolar hesapları açar. Biz gayri Müslim camiadan bir kötü tepki olur mu diye endişe ederken; o kötü hareket yine bir Müslüman ülkeden geldi. …

         HALBUKİ, bu kale artık bizim Kalemiz değildir. Arapların da değildir. A geri zekalı Suudlar. Bu kale dünya kültür mirasıdır. Bütün tarihi yapılar tüm insanlığın ortak malıdır. Üstelik bu kalenin Müslüman olan bir insan için özel önemi olması gerekir.Çünkü yapılış amacı, Kâbe'yi korumaktır. Ne var ki böyle bir tarihi kale kimin ülkesinde ise bu o ülke için bir ören zenginliğidir. Tarihi mirasların dini, dili, ırkı olmaz. Onlar aklı olan, bütün insanların kıymet vereceği etnografik, değerlerdir. Bırakın Osmanlıların yapmış olmasını velev ki putperestlerin yaptığı bir kale olsaydı gene korunması gerekirdi. Aklı ve parası olan ülkeler bunları restore ediyor. Turist çekiyor. Para kazanıyor. Bu paralarla sokak çocuklarını sokaktan kurtarıyor. Kırk türlü halk hizmeti görüyor.

         Üzüntümüz bu kadarla bitmiyor. Duyuyoruz ki;Osmanlı İmparatorluğuna karşı Arapları kışkırtan  İngiliz ajan LAWRENCE' in evini restore etmeyi biliyorlar. Beş yüz sene kendilerine itibarlı muamele eden ve tebaa mantığı ile hiçbir ayırım gözetmeksizin hizmet veren Osmanlılara karşı bu dönemde yaptığı teşekkür, Türk askerlerinin içme sularını zehirlemektir. Binlerce Mehmetçik Arapların zehirlediği kuyulardan içtikleri sudan öldüler. Ki o Mehmetçikler sayesinde İslamiyet dünyada ayakta kaldı. Arap bendendir ben Arap'tan değilim buyuran YÜCE PEYGAMBER'in sekiz yüz sene evvel buyurduğu o harika keramet içeren;“ Kostantinapolis fetih olunacaktır. Onu fetheden emir ne güzel emir, onun askeri ne güzel askerdir”.  sözü katledilmiştir. Bu  kelam-ı mübareke biz nail olalım diye taa Arabistan kalkıp İstanbul'u  fethetmeye gelen ve asıl vasfı sadece ordu komutanı olan EYUP EL ENSARİ'yi, biz, o toprakların insanı diye salt asker görmeyip onu velileştirirken; onların

yediği şu naneye bak !

         Maalesef dilimiz varmasa da bu kale yıkımı Türklere husumetin bir  göstergesidir.

         Aramızda şöyle bir fark var.Biz, Araplara saygılıyızdır. Biz Arapları daha fazla Müslüman sanırız. Biz o toprakları kutsal sayarız. Kur'an dili Arapça bunların ana dili diye onlara gıpta ederiz. Bu saygımızdan ötürü, kendi ülkemizde aynı seccade, aynı tespih, aynı yüzükler, aynı kadifeler imal edildiği halde,yüzüne bakmayız. Korelinin,Çinlinin,Hintlinin, Tayvanlının ve hatta Yunanistan'ın (yani Hıristiyanların)imal ettiğini bildiğimiz tespih, seccade, takke veya yüzükleri, hacdan geliyor diye kutsal sayar elimize yüzümüze süreriz. Bizde daniskası üretilir ama Hintlilerin, İngilizlerden alıp Suudilere sattığı dört çizgili kadifeyi elimize, yüzümüze sürer, “Mis gibi Kâbe kokuyor” deriz .Onlar,Yunanlıdan hatta Kıbrıslı Rumlardan alış veriş yaparlar. Müslüman Türklerden alış veriş etmezler. Türklerin Arabistan'dan tutunda Trabulusgarb'a kadar bu coğrafyada İnsanlara nasıl davrandığını oralarda  ne gibi han- hamam-Kervansaraylar şifa haneler- medreseler inşa ettiğini eyalet anlayışı ile nasıl liberal bir sistem uyguladığını anlatamayacağım. 1880 1910 yılları arasında Araplarının Türklere yaptığı zulmü, hainliği anlatmayacağım.Ama Osmanlı döneminde başlatılan ve yarım kalan HİCAZ DEMİR YOLUNU anmadan geçemeyeceğim. Bu hususta çok emek verilmiş olmasına rağmen yüz sene önce ne yapılmışsa aynen kalmış. Bir çivi bile çakmamışlar. Suudiler de akıl olsa bu harika projeyi hayata geçirirdi. Senede bir ay hac bir hafta umre var. Ayrıca yıl boyunca ticari amaçla, gezi amaçlı, turist amaçlı bu demir yolu kullanılırdı. Senelerce Müslümanlar otobüslerle çok zor şartlarda hacca gidip geldiler. Halbuki tirende yatma şansı var. lokanta var. tuvalete var. Bu bir insanlık görevi. Bu Müslümanlara hizmet anlayışı. Ama aşiret beyinli ilkel Arap'ta bizde ki manevi terbiye yok. Vahabilik ile Türkiye Müslümanlığı arasında meşrep ve zevk ediş farkı var. Anadolu İnsanı olarak bizler,ALP ERENLERİN, MEVLANALARIN, HACI BEKTAŞI VELİLERİN manevi terbiyesini almışız. Bize din büyüklerimiz “ illa halka hizmet- illa halka hizmet” buyurmuşlardır. Çünkü halka hizmet hakka hizmettir.  Bu tiren yolu halka hizmet olacaktı olmasına ama bedava olmayacaktı. Suriye'si Irak'ı Arabistan'ı para kazanacaktı. Ne var ki Müslümanlar rahat edecekti. Ne yaptı Suud'lar. Osmanlı hangi hizmete başladı ise hepsini terk etti. Biz Türklerin bunları anmak hiç hoşuna gitmez ama beş sene evvel bir gazete ellenmeyen ve çürümeye terk edilen Osmanlı yatırımlarını fotoğraflamıştı. Vallahi yüreğimiz yandı. Sırf Türkler yaptı diye çürümeye terk etmişler. Fabrikalar, istasyonlar, demir yolları, vagonlar çürümüş gitmiş.

         Nedenini nihayet şimdi anladık. En azından ben fakir şimdi anladım.Demek ki sırf kinlerinden el sürmemişler. Halbuki böyle şeylerin garazı kini,intikamı olmaz. Yatırımın dini,ırkı olmaz. Biz Türklerin böyle ağlanacak, sızlanacak çok şeyimiz var. Peki ne yapalım?

Gerçi bizde sivil toplum bilinci yok ama ben yine de derim ki;

         1- Hacca gidecek kardeşlerimiz bir iki yıl gitmemeli. (zira muazzam döviz kazanıyorlar) Biz hacı olma huşu ve huzuru ile gidiyoruz. Onlar yolunacak müşteri geliyor diye bakıyor.)Para almadan bir bardak su bile vermiyorlar. Adres bile söylemiyorlar.

         2- Bunu mutlaka yapmalıyız. Zaten yıllar önce yapmalıydık. Kurbanlarımızı vekil tayin ederek kendi ülkemizde kesmek.Biliyorsunuz ki; yüz yıllarca orada kesilen milyonlarca  kurban kızıl güneşin altında hemen kurtlanıyordu. Bütün kurbanlar,insan kursağına gitmeden kokmasın diye alel acele dozerlerle toprağa gömülüyordu.Telef olup gidiyordu. Son yıllara kadar bu böyle idi.       

         Ayrıca hiçte usule  uygun kesilmiyordu. Maksat Kabe'de bir koyun kesmek idi. Evet bu cümleyi atlamayalım. Sadece orada KESMEK. EVET ORADA KESMİŞ OLMAK. Maksat hayvanı orada keşmiş olmak. Bu çok önemli illa orada keseceksin. Sonra ne  olursa olsun. Değil üçte tamamını kurtlanmadan  çok acele kamyona at  gidip bir çukura atsın. Maalesef söylemesi acı ama maksat hayvanı öldürüp bırakmak. Sonrası hacca giden hacılarımızı hiç ilgilendirmiyor. Hiçbiri yaptığını ettiğini sorgulamıyor. Ayrıca kesimler hiç usule uygun olmuyor. Çünkü,kasaplar adam gibi kurban kesmeğe kalksa, yüzmeğe kalksa  yetişmesi mümkün değil. Kes boğazını at, kes boğazını at. Daha hayvan can çekişirken Arap'ın bırakıp gittiğini hacılarımızdan çok duyduk. Nerede burada Allah rızası? Yüz binlerce kurban insan kursağına gitmedikten sonra niye kesilsin? C. Allah “kes boğazını at, kes boğazını at ben o zaman daha çok razı olurum”diyor mu? Acaba bu razına mucip olur mu? Madem dinimiz cevaz vermiş.Bütün hacılarımız kurbanlarını kendi mahallesinde evinde kestirebilir. Benim insanım aç. Herhalde  C. Allah   komşusuna  hayır edenden daha çok razı olsa gerek.  İçi kinle dolu Araplara usulsüz kestirerek ve hayvanı telef ederek ne hayır gelecek? Dahası var. Bir Arap kasabı vekil ediyorsun. Arap kasap sana bir deri veya kuyruk gösterip kurbanını kestim diyor. Bu hususta duyduklarımız da hiç ferahlatıcı değil.Bizim Temiz kalpli iyi niyetli TÜRK HACILARININ TEK GÜVENCESİ VAR. “ VEBALİ BOYNUNA.”

         O halde bundan böyle sadece Türkiye değil Arabistan'a uzak bütün Müslümanlar kurbanlarını ülkelerinde kestirmeli. Sanki Habeşistan, Uganda,Malezya,Pakistan çok mu zengin?

         Sonuç olarak : Bu Osmanlı Kalesinin yıkımı bize şu dersi veriyor. Maalesef bizim dost sandığımız Araplarda öyle kin var ki tarihi yapılarımızdan bile intikam alıyorlar. 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 10

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ESKİ RAMAZANLARA KÜÇÜK BİR GEZİ …
         Çorumlu 2000 okurlarına sayın hemşehrilerime şu mübarek Ramazanda Ramazanla  ilgili ne yazsam diye düşünüyordum. Ben nerde o eski Ramazanlar diyenlerden değilim. Bugünün de bence kendine göre bir güzelliği var. Hele biz bugün Ramazanın elimizden geldiğince gereğini yapalım. İlerde bizi de neydi o  günler diye anarlar. İşte ben şimdi bunu yapıyorum. Geçmiş Ramazanlardan  küçük bir anı sizlere  sunuyorum.
         Geçmişe özenmek babından değil geçmişi  anmak ve bilmek bakımından. 1 aralık Cumartesi günü Çekvada yapılan SANAT  DOSLARI toplantısında sayın Şahin Ertürk; eskiler yazmasalardı, biz bugün nasıl öğrenecektik ? Keşke çok  daha fazla anı ve kitap yazsalardı. Biz de kendimize ait önemsiz de olsa anılarımızı yazarsak, hele de kitaplaştırırsak gelecek kuşaklar bunları okur şu, şu, şu,sahalarda yararlanırlar" dedi.
         İşte,Balıkhane Nazırı Rahmetli Ali Rıza Bey  1900 lü yıllardan bizlere bakın  neler aktarıyor : Ramazan geldiğinde Türk halkında ve devlet  adamlarında bir ay süren mühim değişiklikler olur.  Halk bu ayı çok sever üç aylar girdikten itibaren Ramazan hasretle beklenmeğe başlanır. Ramazan ayında ibaretler de, giyim kuşam da  ve yeme  içme adetleri de ayrı bir mana kazanır.  Ahbap dost ziyaretleri olur. Dini vaazlar yapılır. Gece sohbetleri olur. Ramazana mahsus  zevk ve sefalar , özel eğlenceler olur. Zengin konak sahipleri evlerini önünde mehter çaldırırlardı. 1845  inkılabından sonra bu adet kaldırılmıştır. Ramazanda camilerin önü birer sergi yeri haline gelirdi.
Minarelerde kandiller ( mahya) yanar. Bu adet ilk defa II. Selim (Sarı Selim saltanatı 1566- 1574) zamanında  başladı.  Yatsı namazından   sonra    yapılan    vaazlara padişahlarda bizzat katılırlardı.  II Mahmut ve Sultan Hamit gibi bazı padişahlar da zaman zaman  tanınmış şeyhleri saraya davet ederek sohbet ve  ayinler yaparlardı.  Ramazanda ve kandillerde top atılması adeti ilk defa  II.Sultan Mahmut  zamanında ( Saltanatı,1808-1839 ) başlamıştır.
         Önceleri ferman şöyledir:  Mevlit geceleri şehirde ev ve dükkanların önünde kandil asılacaktır. Rumeli  Hisarında Muvakkithane (1) önünde beş pare top atılacaktır.
         Birde Ramazan başlamadan önce hükümet tembihleri  ilan olunurdu.  Şimdi bunlardan iki tane örnek verelim.
         Birinci ferman :Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra ilk ramazan  tenbih ilanıdır.Serasker Hüsrev Paşa, İstanbul kadısına göndermiştir.
         “ Ramazan münasebetiyle ibaret için padişahımız  inşaallah aralık aralık  İstanbul camilerine gelecektir. Bu günlerde halkın her zamandan daha fazla  saygılı olması icabeder. Esnaf ve halk askerlere mahsus yaka ve yenleri kırmızı ve zırhlı elbise giyerek kılıç takmamalıdır.  Herkes evinin ve dükkanlarının önünü temiz tutmalı, çöp ve hayvan leşi atmamalıdır. Konak ve evlerin kapılarına uzun  yıllardan beri çamur sıçrayarak, kapılar çamurdan birer kapı haline gelmiştir. Pencere önlerinden top top örümcekler  sarkmak tadır. Bu kapılardan  konak ve ev sahipleri ve  hizmetçiler girip çıkmaktadırlar. Silip süpürmeyip böyle acayip ve  yakışıksız bırakmaları mazallahı Taala kalplere sıkıntı verir . Temizlik imandan gelir sözü Müslümanlığın  şiarı olduğundan  kapı ve pencerelerde ki  çamur ve örümcekler temizlenmelidir. Padişahımız cami içinde ve sokakta iken edeple hareket etmelidir. Padişahımız bir yerde otururken veya yolda yürürken önünden geçmiyelim  Yahut saparak başka yoldan gidelim demeyelim.Gerek atlı gerek yaya herkes padişahın önünden ırz ve edebi ile geçip gitmelidir. Padişahımız camide iken veya bir yerden bir yere  giderken rastlayanlar gözlerini dikerek bakmamalı,  geçip gidecekse gitmeli, yoksa bulunduğu yerden biraz geri çekilip ellerini kavuşturup önüne bakarak beklemelidir.Saygısızlık edeni görürsem haklarında şiddetli  cezalar tertip ederim. Ramazan aylarında Cuma günlerinden başka hiçbir gün  arzuhal (2)  vermemelidir. Sende ( İstanbul Kadısı) mahalle imamlarını (3),  muhtarlarını, hanlarda yatıp kalkan bekar takımı için  hancılar kâhyasını Çağırıp tenbihlerimi bildiresin.”
          İkinci ferman: Tanzimatın ilanından sonra yayınlanmıştır.
         “ Padişahımızın camileri teşrif buyuracağı umulduğundan herkesin edep  dahilinde hareket edeceğinden şüphe etmiyoruz.  Herkesin intizamla camilerde ve diğer yerlerde vakit geçirmelerine diyecek  yoktur. Ancak çarşı içinde Beyazıt ve Şehzadebaşında Doğruyol ( bir ana cadde  sayılır) üzerinde ki dükkanlarda halkın birikmesi  yasaktır. Geceleri büyük   caddelerde ve sokak ortalarında iskemle  veya  iskemlesiz , halkın gidip  gelmelerine mani olacak şekilde oturmaları yasaktır.
         Arabalar arasında dolaşıp arabalı ve arabasız gelen  geçen kadınlara insanlık terbiyesine aykırı hareket eden olursa  cezalandırılacaktır.  Arabalar da Beyazıt ve Şehzadebaşında durmayıp gezecekler dir. Halkın ve hele kadınların elbiselerine dair evvelceilan edilen kararlar bilin-diğinden bu tenbihlere ihtimamla  uyula-caktır.
         Dini vazifelerini yapmak ve vaazlarda bulanmak  isteyen kadınlar Sultan Ahmet ve Şehzadebaşı camileri öteden beri onlara ayrılmıştır.  Kadınlar başka büyük  camilere gitmeyeceklerdir.
Namaz vaktinden başka erkeklerin camiye girmeleri  yasaktır.  Kadınlar açık saçık kıyafetlerle gezmeyecekler saat on birden sonra sokaklarda kadınlardan kimse kalmayacaktır.
         Kadınlar eşya almak için çarşı içinde dükkan ve mağazalara girerek alış veriş etmeyeceklerdir.  Alacağı ne ise dükkan önünde edep ile durup istediği  şeyi alacak ve hemen evine dönecektir.
         Geceleri kimse fenersiz gezmeyecektir.  Saz ve karagöz oyunlarına gidenler edepleri ile gidip oturacaklardır.  Ne zaman olursa olsun kumar oynamak yasaktır. Ev ve  kahvelerde toplanıp oynayanlar, mahalle aralarında halkın huzurunu  kaçıranlar  cezalandırılacaktır. Hakiki mazereti olmayanlar oruca devam edeceklerdir. Özrü olanlar çarşıda açıkça oruç bozmayacaklardır. Temizliğe her zaman riayet etmek lazımdır. Sokak ortalarına süprüntü döküp bırakmak, etrafı kötü kokutacağından büyük,küçük ev  ve dükkan sahipleri temizliğe dikkat edeceklerdir.  Sokaklarda fişek atmak,mehtap yakmak (!) Halkın huzurunu kaçırmak yasaktır. İşbu tenbihlere aykırı hareket edenler olursa  cezalandırılmaları kararlaştırılmıştır”.
 
(1) Muvakkithane : Ekseri camilere yakın yerlerde  kurulan doğru vakti  gösteren bir mahaldir.
(2)  Arzuhal:  Bizanslılardan Türklere geçmiş bir  adettir. Fetihten önce  İstanbul halkı Pazar günleri İmparatorları kiliseye  giderken yazılı olarak  isteklerini alırdı.  Bu adet Cuma günleri Türk  padişahlarına da geçti. Bir  görevli bu arzuhalleri toplar padişaha arz ederdi.
(3) O zamanlar hükümet tarafından halkı her hangi  bir tebligat  yapılacağı zaman mahalle imamlarına haber verilirdi. Genellikte  akşam ezanına doğru   bekçiler ellerinde sopaları yere vurarak “Tenbih var akşama camiye buyurun” diye sokakları gezerlerdi.akşam namazından sonra  imam efendi tenbihi halka  duyururdu.
 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

11

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BAYRAMLARIMIZ
Noldu bu gönlüm,noldu bu gönlüm
Der-ü gamınla doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm,yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm
 
Yan ey gönül yan,yan ey gönül yan
Yanmada oldu derdime derman
Pervane gibi,pervane gibi
Şem'ine aşkın yandı bu gönlüm
 
Gerçi ki yandı,gerçeğe yandı
Rengine aşkın,cümle boyandı
Kendinde buldu,kendinde buldu
Matlubunu hoş buldu bu gönlüm
 
Bayram'ım imdi,Bayram'ım imdi
Bayram ederler,yar ile şimdi.
Hamd-ü Senalar,Hamd-ü Senalar
Yar ile bayram kıldı bu gönlüm.
 
 
Yazıma Hacı Bayram Veli Hazretlerinin bir şiiri ile başladım. Zaten Hazretin başka bir şiiri yoktur. Gerek de yoktur. Zira böyle bir şiirden öncekilerin değeri yoktur. Böyle bir şiir yazıldıktan sonra başka şiir yazmaya gerek yoktur. Hacı Bayram Veli Hazretlerinin kemalinin zirvesi olan bu şiir aslında Kurban Bayramında anılmalı idi.
Olsun ben gibi bir ham bu kadar bir hata yapıversin. Kurbana da Allah Kerim başka bir şey yazarız. Bir anımla yazıma devam edeceğim:
İstanbul'da bir bayram ertesi bir dostun mekânına gittim. Selam verdikten sonra GEÇMİŞ BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN dedim.
O zaman yetmiş yaşlarında bir zat daha ben oturmadan ayakta iken bana şunları söyledi. “ O nasıl bayramdır ki geçer? Sen nasıl bir adamsın ki bayramın üç günde biter? Bayram gönlünde Allah’ı bulmaktır.
Buldunsa bu bayram hiç geçer mi? 
Allah'tan gayri geçirdiğin günler zaten bayram değildir. Takvim yapraklarına göre üç gün mü bayram ettin sen? Hakki bulmayan adam nasıl bayram eder? Hem haktan gayri olacaksın, hem bayram edeceksin. Bunun neresi bayram a oğlum? Onunla degilsen karanlıktasın. Zulüm içindesin.
Bayrama bir kere erdin mi artik o bayram ebedidir. Bayram hiç geçer mi oglum?”
Mealinde üç dört dakika öyle şeyler söyledi ki donup kaldım. Bir anıdır diye burada anıyorum. Elbette bu sayfalar bu tür konulara girilecek yer değil.
Şimdi asıl konuma dönmek istiyorum.
Dostlar,
Adı, Ramazan Bayramı, Şükür Bayramı, Şeker Bayramı ve Fıtır bayramı olarak anılan bu mübarek ayda ben ŞÜKÜR BAYRAMI ve FITIR  BAYRAMI babından bir şeyler paylaşmak istiyorum sizinle. Tabi bunu bir dost, bir arkadaş olarak yapacağım. Sakın kimse beni dinen bilgiçlik taslıyor sanmasın. Böyle bir hayalim bile yok. Ben şeriat ehli değilim. Şer'en yetkili de değilim. Hiçbir sıfatım ve vasfım yok. Gayem sizinle bu satırlar arasında arkadaşça sohbet etmek.
Dostlar evvela şükür için biraz  düşünelim. Şükür laf ile ağızdan her yemekten sonra “Çok şükür Ya Rabbi” demek değildir. Şükür sana verilen -< veya alın terinle kazandığın >- nimetlerden fakirlere vermendir. Şükrün gereği budur. Bol besili yemekler yiyip geğire geğire “Soframızda her şey var. Hamdolsun Allah'ım” lafı sadece bir laftır. Nimetin şükrü Keyfince sadaka vermek de değildir. Kapına gelip dilenene vermek de değildir.  Bayram gününe iki saat kala cüzi bir fitre vermek de değildir.
Ya nedir? Evvela kararınca ve kuralınca ZEKAT VERMEKTİR. Tutamadığın oruçların için bir tam gün yemek parası (bu yıl 3500,000 tl.) vermektir. Eğer hali vakti yerinde ise kanun bunu üç buçuk milyon demiş bile olsa  4500.000- 5000,000 vermektir. Bir yoksulun karnını doyurmuş olmaktan haz ve mutluluk duymaktır. Allah'a karşı bir borç ödemiş olmaktan ziyade bir garibi doyurmuş olmaktan saadet duymaktır. Bunun için büyüklerimizin örnekleri çoktur. Hz. Ömer günlerce çocuklarını doyuramayan kadından haberdar olamadığı için kendini suçlamıştır. O hanıma bizzat hizmet etmiştir. Hz. Ali bir sahabe borç istemek için kapısına gelmesi üzerine aynı şeyi yapmış ben nasıl senden haberdar olmadım da seni ayağıma getirttim diye o yoksuldan af dilemiştir.
Çağ aynı çağ. Fakirler hep var. Elinde ayağında olanlar için Şükür Bayramı böyle olmalı. Bu aylarda (Bayram girmeden) bir şeyler yapmalılar ki -<Birkaç fakire bir şeyler yapabildim. Onları sevindirdim. Sana şükürler olsun Allah'ım bana imkanı verdin. Ya ben de yoksul olsaydım. Ya ben de bu mübarek ayda yok mu kapımı çalacak bir varlıklı kul diye kapılara bakanlardan olsaydım.>- diyerek iyi durumda olmasının Allah'ın bir lutfu olduğunu bilmeli ve bu bilinç ile şükretmelidir. Varlıklanmamalıdır. Benliklenmemelidir.  Fakirin aldığı yardım ile duyduğu mutluluğu bizzat duymalı ve buna vesile olduğu için şükretmelidir. Huzur duymalıdır.
Şükrün başka bir cephesi daha vardır. Bu da halimiz her ne ise YANİ FAKİRSEK DAHİ Allah'a hamd etmektir. Zira varlıklı olmanın sınırı çizgisi yok. Fakirler de şükreder ve hamd eder. Mutlaka onlardan daha fakir birileri vardır. Ben bir ekmek buldum. Bazıları yarım ekmek ile geçiniyor diyerek halinden şikâyet etmemelidir. Daha
 doğrusu isyan etmemelidir. Öyle fakirler var ki bunu hepimiz biliyoruz. Yarım ekmeği de yok. Elbette böyle bir kardeşimiz şikâyet edecektir. Buna Allah'a sitem etmek denir. A-ma isyan etmemelidir. Niye bazıları bu kadar zengin diye haset etmemelidir. Biz ekmek bulamıyoruz onlar şöyle yapıyor, böyle yaşıyor demek bir Müslüman'a yakışmaz.
Daha zoru var arkadaşlar. Böyle bir mübarek ay gelir de Allah esirgesin çok ciddi darda bir vatandaşımızı kimse hatırlamaz. Kimse halin nedir diye sormaz. İşte burada sabretmek Allah'a güven duyarak dua etmek gerekir.
         Dostlar bir Şükür Bayramı geldi. Fıtır Bayramı geldi. Ramazan Bayramı geldi. Ve sağ olanlar için çok Ramazanlar gelecek. Gerçek ten bayram etmek ve bayram saadeti yaşamak için yoksul insanları bulup hiç değilse bayramlarda onları mutlu edelim. Ve onların bu mutluluğunu sevincini tadalım. Yaşayalım. Bayram o zaman bayram olur.  yoksa kendi çocuklarımıza yeni şeyler almışız, sofralarımızda envayı çeşit rızık dolu. Karnımızı tekmilen doyurmuşuz. Bu insan olanın bayramı değil. Çünkü hepimizin sahibi ve her şeyin sahibi O dur. Bir anda her şey elimizden uçup gider. Bayram Allah'ın verdiklerini Allah'ın kulları ile paylaşmaktır.
Evet dostlar bir şeyler yapacaksak yukarıda arz ettik bayram üç günle sınırlı olmaz. O yoksul bayramdan sonra ne yapacak? Bayramı içimizde yaşayabilmek için dışımızda ki dünyaya kayıtsız kalmayacağız. Ve bu sürekli olacak. Başta yakın akrabalarımıza karşı, komşularımıza karşı ve gerekiyorsa daha uzaklara kadar.
Hepinizin bildiği bir şer'i kuralı arz edip hepinize gerçek bayram saadetleri diliyorum.
Biliyorsunuz. Zekat borcunuz varsa oruç tutarak ödeyemezsiniz. Ama mazeretinizden dolayı oruç borcunuz varsa birilerine para verebilirsiniz.
         Bu dinimizin ne kadar sosyal bir din olduğunu göstermeye yetmez mi?
         Ramazan Bayramınız kutlu olsun !
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 12

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

23 NİSANLAR
1984 yılında Libya'da görmüştüm. 12-14 yaşlarında çocuklar her yıl bir ay boyunca trafik polisliği yapıyordu. Hem de pek çok noktada. Asıl görevli polis kaldırımda sadece seyrediyordu.  duruyordu. Çocuklar resmen kavşakta adam gibi görev yapıyorlardı. Dünyada ilk çocuk bayramı olan ülkeyiz diye öğünüyoruz. 23 Nisanlarda çocuklarımızı sembolik olarak bir buçuk dakika makam masalarımıza oturtuyoruz. Sonra iki fotoğraf çektirip çocukları postalıyoruz.
Dikkat ettiniz mi o kadar devletçi kafa yapımız var ki; çocuklarımızı hep devlet makamlarına oturtarak “İşte bak büyük adam oldun” diyoruz. Yani ya vali olacak çocuklarımız ya belediye başkanı. Sanki hayatta başka işler yok.
Emniyet müdürlüğü ve karakollar hiç aklımıza gelmez. Çocuklarımıza asayiş bilincini aşılamanın önemi yok mu? Hastaneler ve çeşitli fabrikalar aklımıza gelmez. Hastaneleri sadece  sağlığımız bozulunca mı hatırlamalıyız? İş dünyasına ait yüzlerce meslek var.
Çocuklarımız babalarının ve yakın çevrelerinin dışında hayatta başka bir iş var mı bilmiyorlar. Bir çocuğumuz askere gidene kadar (*) hiç torna tezgâhı görmüyor. Bir çocuğumuz askere gidene kadar hiç tuğla ocağı görmüyor. Bir çocuğumuz askere gidene kadar hiç devlet dairesinden içeri adım atmamış oluyor.  Bir çocuğumuz ağacın nasıl biçildiğini, öteki çocuğumuz demirin nasıl kesildiğini hiç görmüyor.
23 Nisanlar çocuklarımızı hayata hazırlamak için bir deneyim bayramı, görgü bayramı olmalı. Madem ki yarınlarımızı onlara bırakacağız, madem ki dünyada ne meslek varsa yarın bunları bizim çocuklarımız devam ettirecek; o halde onların isabetli meslek seçimi yapmaları hem kendileri için ülke için en yararlı olacaktır. 
İşte 23 Nisanlar bunun için güzel bir fırsat.
Mesela:
Neden okul disiplin kurullarında gözlemci olmasınlar? Disiplin bilincine sahip olurlar. Özel işyerlerinden tutunda resmi işyerlerine kadar bütün kurumlarda çocuklarımız 1 Nisandan başlayarak 23 nisana kadar üç hafta bizzat gözlem yapmak amacıyla çalışmalılar. İş yeri yönetim bilinci edinmeliler.
Çünkü ülkemiz de bütün özel ve devlet kurumlarında alt kademe ile üst kademe arasında  ANLAYIŞ FARKI vardır. (hala bu böyle) Ve hep çatışma vardır. Neden? Çünkü hayata daima ilk kademeden, alt kademeden başlayan herhangi bir personel ÜST KADEME BİLİNCİNE - YANİ YÖNETİM BİLİNCİNE SAHİP olmadığından ya hatalar zinciri ile yetişecektir veya her davranışı emir ve talimatla olacaktır. Halbuki bence alt kademe, üst kademenin de bilincini eğitim ve öğretim ile (belli bir oranda) almış olursa İDARİ YÖNETİM sürekli emir komuta gereği değil personelin kendi bilinçli iradesi ile daha kolaylaşacaktır.
         Yani birbirlerini anlayabildikleri için görevlerinde başarı sağlamaları daha kolay ve çatışmasız olacaktır.
Çağımızın en büyük değişikliği, devletçi yani baskıcı ve emrederek yönetim sisteminin terk edilerek daha özgür, daha şeffaf, daha liberal anlayışın devreye girmesidir.
         Bunun sağlanması, birçok kısıtla-malar ile belli çerçeveye sıkıştırılmış ve şartlanmış olarak veya baskılar altında silik kişilikli gençler yetiştirerek olmaz.           Bilakis bilgili, görgülü, hür düşünen, korkmadan konuşan, kendi çizgilerini keşfedecek kadar kendini bilen ve kendine güvenen çocuklar olmaları gerekir. Eğitim ve öğretim safhasında bilinçli ve kişilikli, özgüvenini kazanmış gençler yetiştirebilirsek yarın onlar iş hayatına atıldıklarında daha bilinçli daha kişilikli ve daha güvenli insanlar olurlar.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 13

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

1 MAYIS
         Yazıma başlamadan önce şunu belirteyim ki ben  1 Mayıslara karşı bir insanım. Çünkü 1 Mayıs Türk ve İslam tarihine ait bir olay değildir. Resmi tatil yapılmaksızın Cumhuriyetle 1 Mayıs Bahar Bayramı olarak resmiyet kazanmıştır. Ancak bana sorarsanız sadece takvim yapraklarında kalmıştır. Ama kimse 1 Mayısta bahara ait olmak üzere bir bayram yapmaz. Çünkü halkın BAHAR BAYRAMI hıdrellezdir.
         Şimdi biraz geçmişe inelim: Bunun aslı Milli geleneklerimizde 21 Marttır. Ve üç bin yıldan fazladır kutlanır. Yani Şamanistliğimizden beri kutlanır ama ben ne adla anıldığını bilmiyorum.  21 Martın Türk millî tarihine  geçmiş bir adı  belki vardır. 21 Mart Türklere ait bir kutlama da değildir. Çünkü astronomik bir olaydır. Güneş Yengeç dönencesinde bir gün durur ve geri döner.  Kürre-i arzın her yerinde herkes, kendince kutlar. Türk halkı buna gün dönümü der ve senede iki defa olur. İkincisi 21Eylüldür. Gün bir daha döner. Bu iki günün özelliği gece ve gündüz eşittir.
         21 Mart kışın bittiği, kısa günlerin bittiği, kuzey yarım kürede tabiatın canlandığı bir tabiat hadisesidir. Bizim tarihimizde NEVRÛZ olarak anılır Farsça'dan gelmedir. YENİ GÜN demektir. (İhtimaldir ki Timur ile dilimize girmiş olsa gerektir. ) Bir de İslâmiyetin gelmesi ile kültürümüze HIDRELLEZ dediğimiz halkın BAHAR Bayramı olarak gerçek anlamıyla kutladığı bir gün vardır ki; 5 veya 6 mayısa denk gelir. Hızır ve İlyas adlı iki Peygamberin buluşması ile ilgili bir menkıbesi vardır. Cumhuriyete kadar
Halk bu tarihi BAHAR BAYRAMI OLARAK kutlamıştır. Kırlara çıkarak, hatta hediyeleşerek.
         Peki  1 Mayıs'ın İşçi bayramı ile ne alakası var.? Türk ve Müslüman olarak bence hiçbir alakası yok. Zaten bizde de 1972 den önce böyle bir kavram ve bayram yoktu. Taa Amerika'da maden işçilerinin elde ettiği bazı hakların yıldönümü olan 1 Mayısı, Rusya resmî işçi töreni olarak (Ben bayram demiyorum) kutlar. Bütün Warşova paktı ülkeleri de devlet emri veyönlendirmesi ile bunu kutlar. Bizi hiç ilgilendirmezdi.
         1972 lerden sonra Madem ki Rusya'da böyle bir tören var. Aynısını bizim Devrimci örgütler de kutlamağa başladı. Bu kutlamalar otuz sene, adına bayram deseler de bayramla alakası olmayan mitingler olarak yapıldı.
         Katılımcılarının çoğunun işçi bile olmadığı,hiç birinin elinde Türk bayrağının
bulunmadığı,katılımcılarının sağa sola çok ciddi zararlar verdiği tahripkâr ve tehditkâr mitinglerdi. 1 Mayıs alanlarına Türk bayrağı ile yanaşmanız veya bir tane ATATÜRK posteri taşımanız mümkün değildi. Rus bayrakları,Stalin ve Lenin posterleri boy gösterirdi. 1 Mayıslarda alanlarda, milleti topluca isyana- iş bırakmaya- veya belli yönlere kanalize edebilme gayret ve amaçları vardı. Hatta değil Türkiye tüm dünyada ogün alınan bir kararla tüm işçilerin genel greve gitmeleri veya çalıştıkları fabrikalara el koymaları teşvik edilirdi. 
         Elbette böyle bir “1 MAYIS” benim ne bayramım olurdu,ne mitingine katılırdım. Halbuki 1972 den 1974'e, ve 1986dan 1993'e kadar ben de bir işçi idim.
         Uzatmayalım ve detaya girmeyelim.  Zaman Türk toplumunun lehine işledi. İşçiler nihayet son yıllarda daha kapsamlı, daha kardeşçe “1 MAYIS “lar yapmağa başladı. Evvela artık RUS Bayrakları yok. (Nasıl olsun ki o bayrak Rusya'da bile tedavülden kalktı.) Elin Milli adamlarının dev gibi posterleri de yok oldu. (Nasıl olmasın ki o adamları kendi ülkeleri bile suçlu ilan etti. Heykellerini parçaladı.) Öyle veya böyle. Değil mi ki bu kutlamaları başka ulusların adı- sanı- bayrağı-posteri olmadan,  beyni ve ruhu  tamamen kendi öz değerleri ile dolu benim insanım yapıyor. Saygı duyarım.
         Tekrar söylüyorum. Hiç taraftar olmadığım halde bu gelişmeyi beğeniyorum. Çorum'da yapılan tören için halkımızı kutlarım. Partileri kutlarım. Hepsi kardeşçe kol kola katılarak kutladılar. Haberlerde gördük ki Türkiye'de aynı şey olmuş.  Demek ki olabiliyor-muş. Birileri ipi kendi tarafına çekmeğe çalışmazsa birlik ve berberlik oluyormuş. O halde tertip komitelerine bir görev düşüyor.  Tüm çalışanları kucaklayan birlik içinde geniş kapsamlı ve katılımlı 1 MAYISLAR istiyorsanız bu törenlere siyasi amaçlıları,bölücüleri almayacaksınız.
         Ancak halâ görüyoruz ki her şeyi istismar etmek için bahane arayanlar işçi hakları ile alakası olmayan PKK yandaşlığını burada da sergiliyor. Eğer bu tür siyasi ve bölücü eylemler ile bu törenlere gölge düşürülmezse, etrafa yani milli varlıklara zarar verilmezse ( bir çiçek dahi milli varlığımızdır!),belli guruplar 1 Mayıs'ı kendilerine mal etmezlerse ve yasalara saygılı olunursa neden halkın tüm kesimlerinin katılımı ile bayram coşkusu içinde kutlanmasın. 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 14

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

HALK ÜNİVERSİTESİ: BASINIMIZ
         Çoktandır kafamda bu konu var. BİR ZAMANLARIN DEĞERLİ BASINI! Şimdi bunu söylemekte zorlanıyoruz. Tabii ulusal basını kastediyorum. Yerel basına şimdilik sözüm yok. Eksikleri çok ama imkânları yok. Şu haliyle yaptıkları bir kahramanlık sayılır. Zoru başarıyorlar. Bir gün yerel basınımıza da yapıcı  olmak üzere bir şeyler yazmak istiyorum.
         ULUSAL BASIN. ...   Ben elli yılımı büyük kentlerde geçirdiğim için bu ifadeyi hiç kullanmadım. Buraya gelince duydum. ULUSAL BASIN. Haklılar. Ben basın deyince yerel veya ulusal diye ayırt etmeden hepsini basın olarak bilirdim. Gene de öyle.
         Basın basındır ama Ulusal basın ile yerel basın arasında dağlar var. Basın sektörü (ulusal basını kastediyorum.)gazetesi, hafta-lık, aylık mecmuası, dergileri ile ayrı bir dünya. Eğer sırf negatif tarafını ele alırsak başka bir camia. Ben işleyiş ve içerik (keyfiyet) olarak bakmayacağım. Negatif tarafına da dokunmayacağım. Şu anda konum değil. Dışarıdan göründüğü şeklini konu edeceğim. Bizim zamanımızda veya o zamanlar diye söze başlarlardı büyüklerimiz. Ben de yaşlanmış olsam gerek BİZİM ZAMANIMIZDA diyerek başlayacağım yazıma. Dün ile bugünü mukayese edeceğim. Karar sizin.
         Ne demiştik Efendim?  “Bizim zamanımızda basının değeri vardı. İtibarı vardı. Okuyucusu vardı.” Dedik. Yani şimdi yok-mu ? Yok. Şimdi basının müşterisi var. Adamlar tencere, tabak, ışıldak satıyorlar. Modası geçmiş tapon fotoğraf makineleri, depolarda çürüyecek malzemeleri bedavaymış gibi resmen satıyorlar. Senelerdir kaç firmanın tapon mallarını bizlere sattılar bilmiyorum.
         Bizim zamanımızda gazete alıcıları okuyucu idi. Zücaciye müşterisi değil. Gazete okunmak için alınırdı. Herkes belli gazeteleri ciddi ciddi takip ederdi. Yazarlara itibar vardı. Yazarlar da sorumluluk vardı.Ya şu spor sayfalarına ne demeli ? Sporu fazla okumazdım. O zaman nasıldı bilmiyorum. Ama bu günü hiç beğenmiyorum. Bakıyorum manşet şöyle:“ Filan takım. Falan takımı parçaladı” “ Filan takım falan takımı  çimlere gömdü” sanki bir kavgadır yapılan. Daha maç yapılmadan kullanılan ifadeler sanki arenaya iki boğa salınıyor. Birinden biri diğerini öldürecek. İfadelere, manşetlere bakıyorum SPORTMENLİKLE hiç alakası yok. Hakemler için söylenen sözler. Neredeyse cinayeti teşvik ediyor. Sonra ne bu spor terörü diye sızlanıyoruz.         
         Hele bir magazin denen bölüm var. Bu kelimeyi kullanmak istemem ama bazıları resmen YALAN MAKİNESİ. Bütün yeni evlileri ayırmak için olmadık dümeni çeviriyorlar. Tuzak sorularla insanları birbirine düşürüyorlar.”O sana böyle demiş sen ne diyorsun?” diye inatla üstüne gidiyorlar. O kişi kibarlık ediyor. “O benim büyüğümdür. Olabilir diyor.” Magazinci zibidi buradan sansosyonik bir kavga çıkmayacağı için, üsteliyor. Yırtınıyor. Nihayet. Ağzından bir olumsuz cümle kapıyor. Orgazm oluyor. Sırıtarak doğru  ötekinin şahsın kapısına. Ayıp nedir, utanma nedir bilmiyorlar. Açık saçıklık, teşhircilik aldı yürüdü. Normal saatlerde bakılan kuşaklarda bile seksi fazla çağrıştıran sahneler gösteriliyor. (Meselâ, Tarkan'ın öpüşmesi gibi. Bu öpüşme gece kuşağı programına girer. Defileler veya barlarda, gazinolarda bayanların boş bulundukları oturuşlarını teşhir etmeler gibi.)
         Gelelim promosyon işine. Basın vermez mi? Verir. Verir ama mesleğine ait  verir. Nedir o ? Kitap verir. Kültür eki verir. Sanat sayfası verir. Ama bardak, çanak ile bası-nın ne alakası var ? Okuyucu kitlesini, müşteri kitlesine çevirmenin ne gereği var. Zamanında basının kitap ve kültür ekleri ile evlerimiz kitapla dolmuştu. Halka az biraz okuma alışkanlığı aşılanıyordu. Basın gene bunu yapmalı. Basın ekinden başka ek vermemeli.
         Burada adını anmayı bir borç bilirim. HAYAT YAYINLARI VE ŞEVKET RADO. Büyük hizmetleri oldu Türk Ulusuna. Hem de çok büyük. Haftalık HAYAT MECMUASI. Magazinel ama seviyeli SES MECMUASI. Hayat Büyük  Ansiklopedi (Altı cilt). Hayat Küçük Ansiklopedisi(tek cilt). Hayat Büyük Türk Sözlüğü.Yıllarca süren gayet kaliteli Hayat Tarih  Mecmuası(aylık). Bu eserlerin Türk toplumuna kazandırılmasında emeği geçen sayın ŞEVKET RADO VE YILMAZ ÖZTUNA'nın hakkını ödeyemeyiz.(İnşaallah sağdırlar. İçimden Allah Rahmet eylesin demek gelmiyor) HİSAR, ÇAĞRI gibi Edebiyat dergileri vardı. Hep liseliler alırdık. Okurduk. Gençlik okurdu. Şimdi dolu dolu adam gibi EDEBİYAT kelimesini  bile yozlaştırıp YAZIN diyorlar. Dev gibi bir dünya olan EDEBİYAT dünyasını içi boş bir YAZINA döndürmeğe çalışıyorlar. Ne kadar hafif ve uyduruk bir kelime.     
         Kafiye uyak olmuş, paralel, koşut. Biz sesli harf ve sessiz harf  derdik daha alfabenin başında sesli ve sessiz kelimesinden neden rahatsız oldularsa ünlü ve ünsüz yapmışlar. Sesli ve sessizi değil daha çok meşhur olanı ve olmayanı çağrıştırıyor.
         Basına bir şeyler olmuş. Basın eğitici, öğretici ve haber verici  olmaktan çok, sansasyonik manşetçi bir basın olmuş. Hele görsel basın! (Görsel kelimesi yeni kelime olmakla beraber uymuş.)Yani televizyonlar. Yani kanallar. Bazılarını ayırıyorum. Ama bazıları bu halka ihanet ediyor. Neden mi? Milleti kendi sansosyonik emellerine
yönlendiriyorlar. Sabah başlıyorlar akşama kadar “ KULAKLARINIZA   İNANAMA-YACAKSINIZ”  “İNANAMAYACAĞINIZ OLAYLAR”. “ŞOK OLACAKSINIZ” Her haber bizi ŞOK! ediyor. Sonra akşam oluyor ŞOK olacaksınız dediği, abartılmış istisna bir haber. Halkın genelini hiç ilgilendirmeyen bir iç sayfa haberi.   
         Sonra aynı görüntüleri defalarca veriyorlar. Anladık yahu kör değiliz. Ne bu Allah aşkına! Gördük işte. Bir daha, bir daha,bir daha. Yeter ya hu, adamı deli etmeyin diye bağırasınız geliyor. Bir kere erinmedim saydım bir konserde,sahnede Tarkan'ın ayağı kaydı. Olay bu. Ayağı kaydı.hepsi bu. İsmi lazım değil o kanal tam ON YEDİ KERE  gösterdi. Bir daha, bir daha, bir daha,bir daha.
         Dikkati çeksin diye olmadık zumlamaları yapıyorlar. Halka kızmayın. Bakma arkadaş demek kolay. Halk ister istemez takılıyor. Yani halk takılır. Bu meret camekân insanı çekiyor. Daha akademik konuşalım. Hareketli cisimler gayrı ihtiyarî dikkati kendine çeker. İnsan (veya hayvan fark etmez) göz, duran nesneye değil hareket eden nesneye bakar. Bu doğal bir olgudur. Medya bütün insan psikolojilerini, insanları kendilerine alet etmeğe kullanıyor. Çünkü bu mesleğin de uzmanları var. Halkı cezbetmenin bin türlü  yolunu kullanıyorlar.                 
         HALK ÇOK AMA ÇOK UYANIK OLMALI. Bu kanallara bakmayarak tepki  vermeli. Kahvede veya komşuda esip yağacağına, eline kağıdı kalemi alıp beğenmediğini yazmalı. Yazmalı ki onlar da HALK BUNU İSTİYOR.  BU HALK UYANIK. NE  VERİRSEN YUTMUYOR desin kendini toparlasın. Ama susarsak, ne verirlerse küfür  ederek dahi olsa yutarsak. Onlar asla BİZE GÖRE HİZMET VERMEZLER. ŞİMDİYE KADAR OLUDUĞU GİBİ KENDİLERİNE GÖRE çalışırlar.         
         Devletin cezalandırıp ekran kapatması değil, halkın iradesi ile halk karartması gerekir. Halk artık eskisi gibi değil. İşte bu bir canlı örnek arkadaşlar. İrade sizde. Kumanda sizde. Bütün güç parmağınızın ucunda. ÇOK MU ZOR?         
         Bunu yazarken zorlanıyorum ama. Madem konu açıldı. Yazacağım. Yedi yıldır, sekiz yıldır süren bir dizi var. (Kişisel kana-atimi arz ediyorum.)  BİZİMKİLER diye bir dizi var. Ben bakmıyorum. Niye mi ? Türk toplumunu  yansıtmıyor. Ölen Hakim baba ve oğlu Şükrü'nün ailesi hariç bütün roller istisna. Bütün roller abes. Kapıcısından, yöneticisine, Dunkofun'dan katiline kadar, bütün roller istisna ve abes. Tek tek yazmama gerek muhasebe müdürünün kişiliksizliği ve boynuz kırmaktan başka laf etmeyen topal kayın peder rolleri ile bu halka ne verilir ?
         Ama halk bakıyor. Evet maalesef halk bakıyor.             
Halkın seviyesini yükseltici eserler vermezseniz,  halk bunlara mahkum olursa ne yapsın ? Halbuki; O sakallı biracı arkadaşa, içkinin kötü olduğu imajını verecek rol verilemez miydi ? Almanya görmüş aile, kırk yaşında kocaman çocuklara yedi kere beş diyeceğine adam gibi mesleklerinde hüner sahibi olsalar, dürüstlük örnekleri sergileseler daha iyi olmaz mı? Mesela bütün hareketleri abuk subuk olan kayınpederin çok sigara içtiği için ayağı kesilmiş olsa ne olurdu. Hadi cami- cemeat- din-iman- hoca imam göstermiyorsunuz bari bunu yapın.      
         Birde AZ SONRA illeti sardı tüm kanalları. Aynı haberi yirmi kere AZ  SONRA DEDİKTEN SONRA ve insanı bunalttıktan çok sonra yayınlıyorlar. Maksat seni ekrana yapıştırmak. Dahası var. Bitmedi. Normal haber okurken, sanki acil ve o an bir haber gelmiş gibi ( çünkü eskiden alt yazı son haber demekti. Şimdi aldığımız bir haber filan derlerdi.) başlıyorlar alt yazı gezmeğe. Konu ne ? Bir sonra ki haber. Yahu adamı deli etmeyin. Bakıyoruz işte. Ne lüzum var kardeşim.? Haber mi dinleyelim? Yazı mı okuyalım? İnsanları neden şaşırtıyorsunuz ?         
Saniyesi bile dünya para olan bu kanallar saçma sapan ve kendilerine küfür ettirerek zamanı hunharca harcıyorlar.             
Haber dediğin bir zamanlar TRT yapardı. Önce özetleri verirsin. Sonra adam gibi sırayla okursun. Hepsi bu.
         Karşılıklı konuşma,yani diyalog bulamazsınız. Baba oğul, ana kız iki arkadaş adam adam bir konuda biri pozitifleri biri negatifleri  konuşmazlar. Monolog bir toplum olup çıktık. HERKES KONUŞUYOR. KİMSE DİNLEMİYOR. 
         İşte canlı misal. Capcanlı misal. Ateş hattı. Programın sunucusu dahil kimse  kimseyi dinlemiyor. Kimse daha cümlesini tamamladığı vaki değil. NİYE ? BİZE HİÇ DİYALOG AŞILANMADI Kİ ? Nasıl büyüdük biz ? Ya bize birileri bir şeyler dikte etti.
         Ya biz birilerine bir şeyler dikte ettik. Ya  kavga ettik. Ya da dinlenmeyeceği için sustuk. (küstük) Yine dikkatimi çeker, aslan televizyonlarımız aynı filmi otuz beşinci kere
gösterir, zaman israfı değildir. Lüzumsuz nice konular, konuklar izlettirirler zaman israfı değildir. Bir akademisyen çağırırlar, spiker veya sunucu beş dakika içinde üç defa sözünü keser.Lafa girer soru sorar. En ayıbı ve en çok yapılanı ise vaktimiz sınırlı. Kusura bakmayın diyen spiker bir ilim adamını susturur. Cümlesini tamamlatmaz. Vaktin yoksa çağırma.
         Çağırırsan vaktini de ayarla. Bir bilim adamı bir davayı iki cümle ile nasıl anlatsın. Bu saygısızlık maalesef devam etmekte.
         Ulusal basın. Ulusal falan değil. Hiç inanmayın. Geçen sene l8 MART'TA Hürriyet ve Sabah gazetelerini inceledim. Çanakkale zaferi ile ilgili tek satır yoktu. Üşenmedim. İstanbul'da ki arkadaşlarımı aradım. Belki İstanbul baskıları bir şeyler yazmıştır diye. Hayır. Hayır. Ulusal basın 18 Martta, günün tarihi bölümünde Manş denizinde boğulan bir denizciyi anıyordu.  Türk halkını ilgilendirmeyen Almanya'dan bir olay  yazmışlardı. Çanakkale'de ölen 250.000 şehidimizi anmamışlardı bile. İşte ULUSAL BASIN! Böyle gayri millî basın yere batsın.
         Dizilere biraz dönelim: Evet kalite arttı. Çekimler düzeldi. Artistlerimiz harika. İyi de kardeşim. Bütün dizilerde dikkat ediyorum. Dönmesinden( afedersiniz çift cinsiyetlisinden), sarhoşu, ayyaşı ne ararsan var. Kulağı küpeli erkeklerden, süper mini eteklisine kadar, yabancılara mahsus adetlerden tutunda dil ve görenek yanlışlarına kadar her şey var. Ne yok biliyor musunuz? Hiçbir dizide camiden çıkan bir insan yok. Veya evinde olsun namaz kılan bir dede, büyükanne yok. Bu akşam CUMA GECESİDİR DİYE, Kur'an açıp okuyan bir rol yok. Saygın bir cami hocası yok. Nasihat eden bir imam yok. Çoğunda cami görüntüsü bile yok.(TGRT-STV- KANAL 7 hariç) Halbuki yabancı dizilerde sofra duaları vardır. Papaz saygındır. Kilise kutsaldır. Demiyorum ki; bir film, bir dizi her sahnesinde bunların hepsini  kullansın. Demiyorum ki her filminiz dini olsun.         
 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

15

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TESTİNE SU DOLMUYOR
Bizim Dinar Kazası'nın Suçıkan köyünde Ümran Ana derler bir kadın yaşarmış. Köyde Onu sevmeyen yokmuş. Kimseye kötülüğü olmayan, kimseyi kırmayan hoş sohbet bir kadınmış. Kimin bir derdi olsa, çağırılsın ya da çağırılmasın koşar gider. " Şöyle edelim böyle edelim" der bir şeyler yapabilmek için çırpınırmış.
Ümran Ana çok konuşur ama çok tatlı konuşurmuş. Sevecen, cana
yakın, fedakâr ve hep güler yüzlü bir kadınmış. Yani tam KADIN ANA. Hiç
kendi derdinden bahsetmez. Hiç kendi için yakınmaz, daima birileri için dertlenir dururmuş. Birinin kızı mı evlenecek tasası Ümran Anayı tutarmış.
Birinin çapası mı gecikti, patatesi mi sulanamadı, Ümran Kadının derdidir.
Onun kapısını çalar, bunun yolunu keser, yardıma çağırırmış. Ümran  Ananın bir özelliği de ki anlattığı bazı anılarının yaşamayı arzuladığı hayal ürünü şeylermiş. Ne var ki genci yaşlısı asla bunu yüzüne vurmaz. Aynı şeyleri tekrar anlatsa bile,
"Ya öyle mi? Essah mı? Deme gız
Ümran Ana? Diye saygıyla dinlerlermiş.
Babası çok bilgili çok okumuş bir çiftçi imiş. Babasından yüzlerce evliya menkıbesi, tarihî hikâyeler, halk hikâyeleri dinlemiş olduğundan her konuda herkese anlatacak bir kıssadan hissesi bulunurmuş. Anlatırken araya espriler serpiştirir gerçekten yaşamış gibi heyecanlanır, bazen duygulanıp gözleri dolar, bazen katıla katıla gülermiş. Bu içten heyecanı dinleyenleri etkiler, onlar da aynı duygularla sevinirler, üzülürlermiş. Sadece ilgi odağı olmak gibi çocukluktan kalma kaprisin şekil değiştiren bir uzantısıymış, bu ilginç hayalî hatıralar.
Aslında O da köy halkı da bütün hayatı bu köyde geçen Ümran Ananın anlattıklarının hayal mahsulü olduğunu biliyorlarmış.Ancak hoş sohbet, temiz kalpli, gülen ve herkesi güldüren bu tatlı ve yaşlı teyzelerini bilhassa çocuklar ve gençler zevkle dinlerlermiş. Kimse " Bunu geçen gün anlatmıştın Ümran Ana" veya " Bunu ben duymuştum" gibi sözlerle saygısızlık etmezmiş. Zaten Ümran Ana her anlatışta bambaşka bir lezzette anlatır dinleyenleri bıktırmazmış. Bu yüzden aynı hikayeyi ikinci, üçüncü kez dinlemek kimseye sıkıntı vermezmiş. Bilakis gençler Onu gördüler mi etrafını sarar;
- Ümran Teyze ne olur hani o çarşıda eşeğinin yularını çeken delikanlı vardı ya onu anlat. " Ha o mu şey" diye başladı mı uzata uzata, jest ve mimikleri ile olayları sahneleyerek dakikalarca anlatırmış.
O yakışıklı delikanlı nasıl aniden önüne çıkıvermiş. "Benimle evlen eşeğin olayım, seni sırtımda gezdireyim güzelim" demiş. O da kamçıyı sırtına vurunca "Aahh  kalbim" demiş."
Ümran Ana on yıl evvel neyi nasıl anlatmışsa ne eksik ne fazla aynen
anlatırmış.
- Bolpoturlular, sana görücü gelmiş. Adamları geldiğine geleceğine. Pişman etmişsin. Hadi onu anlat, dediler mi, önce kendi lafa başlamadan basar kahkahayı sonra,
- Sormayın çocuklar bir alemdi o gün der. Bolpoturluların "küçük oğlumuz" dedikleri Ayı Davut'un daha oturur oturmaz sandalyeyi nasıl kırdığını, yerden on dakikada kalkamadığını oğlanın üstüne kahveyi mahsus nasıl döktüğünü olmadık sakarlıklar yapıp dünürcülerin;"Bundan avrat olmaz" deyip nasıl apar topar kalktıklarını, giderken, getirdikleri şekerleri:
         -" Bunu unuttunuz dünürcüler" deyip analığın koltuğuna nasıl sıkıştırdığını kahkahalarla anlatırmış. Bazan da sohbet acılı ve kederli bir yöne kayarmış. Bunlardan her anlattığında onu ağlatan, askerde şehit düşen kocası imiş. O zaman nur yüzü gamlanır, gözleri dolar, iki gözü iki çeşme ağlarmış. Onu kaç defa cennette gördüğünden başlar, hep onunla beraber olduğunu anlatırmış. "Bir daha niye evlenmedin Ümran Ana pek genç yaşta dul kalmışsın" diyenlere;
-Tövbe de gız. Ne deyon sen? Heç Şehit garısı bir daha koca alı mı? Delimin sen?Diye çıkışırmış. Yine bir gün köy pınarının başında, çoluk çocuk genç kızlar, yeni gelinler, su doldurmak için birikmişler. Kimi helkeyle gelmiş, kimi testiyle, kimi çam bardakla.
 En önde Ümran Ana. İki kocaman testi getirmiş su dolduruyor. Fırsat bu fırsat, pınar başında vakit bol. Gençler fırsatı kaçırır mı?
- Şu nasıl olmuştu Ümran Teyze?
- Bu nasıl olmuştu Ümran Ana? diye etrafını sarmışlar. Ümran Ana hiç kırar mı gençleri ? Ne sordularsa başlamış anlatmağa.
Bu arada akşam ezanı okunmuş. Köylü camiye girmiş. Namaz bitmiş. Camiden çıkmağa başlamışlar.
Ümran Ana:
- Eee kızlar bu kadar yeter lafı uzattım galiba destim de dolmuştur za'ar. Amanın kızlar oda ne! Su boşa akıyo ! A gahpeler iki saattir niye demeyonuz. Sizi donguzlar sizi. Bir daha size heç bişi anletmecem gahpeler sizi.
Ümran Teyze anlamış ki deminden beri neş'eyle kıs kıs gülerek dinlemelerinde ki hikmet   meğer testisi yana yatmış, su hep boşa akıyormuş. Ümran Ana kendini hikâyesine öyle kaptırmış ki, hiçbir şeyin farkında değilmiş.
Çeşme başındakileri bir gülme krizi tutmuş ki camiden çıkanlar durup onlara bakmaktan kendilerini alamamışlar.
 Mutar emmi iki adım yanaşıp ne olduğunu anlamağa çalışmış. O da fark etmiş ki su boşa akıyor. İyilik olsun diye sanki kimse farkında değilmiş gibi :
- Gız Ümran Gadın görmeyon mu ? Destin dolmeyo. Demiş.
Demiş ama demesiyle ikinci bir kahkaha tufanı daha kopmuş. Çeşme başında bir gülme kıyametidir kopmuş. Kızlar yerlere yatarcasına gülmekte iken camiden çıkan erkekler hayret ve şaşkınlık içinde bakıyormuş. Muhtar bu kahkahalara bir mana verememiş. Canı sıkılmış.
- Bu gadın milletine de heç laf edilmeyo, Fesübhanallah diyip başını sallayrak uzaklaşmış.
Ancak çeşme başında ki bu gülme krizi günlerce köyde günün konusu olmuş.Güleninden, aval aval bakanına, akıl vereninden, testiyi düzeltmeyenine kadar Suçıkan köyünde günlerce konuşulmuş. O kadar konuşulmuş ki, o günden sonra biri çok konuşursa;
- "Testin dolmayacak haa" derler veya biri bir işten geç dönerse;
-" Ne o, hayrola destini dolduramadın mı? "
Veya birine, kuru sıkı atıyorsun, amma palavracısın diyeceklerine kibarca ;
- " Suyun boşa akıyor " derlermiş.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 16

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TAHSİLDAR
         Tahsildar Tahsin Efendi, geniş alınlı, pala bıyıklı, kara kaşlı, kara gözlü,engin bakışlı,burnu hafif kemerli,  geniş çeneli, gülünce inci gibi dişleri olan babayiğit bir adamdı. Yaz kış gocuk giyer, yana devrik kasketi başından hiç çıkmazdı. Kulağa pek hoş gelen davudî sesi, sanki onun ağzından değil de yüreğinden geliyormuş hissi verirdi dinleyenlere. Oturuşunda bir asalet, kalkışında bir sahavet vardı. Eşine çok az rastlanan ayakları, alnı ve yeleleri beyaz, her tarafı siyah Küheylân adında, bir atı vardı. İsmi gibi tam bir küheylandı. Yanından bir an bile ayrılmayan köpeği de kara idi Tahsin Efendinin. 
Tahsilat için köylere geldiğinde, kendisi köy odasında veya kahvede otururken; ahıra çekilen, su ve ot verilen Küheylan ile kendisi arasında haberleşmeyi sağlayan bu köpeğin adı Kurnaz idi. Kurnaz mızıklandımı Tahsin Efendi hemen birini yollar atına baktırırdı. Ya saman torbası düşmüştür, ya ipi dolanmıştır, ya yanına uyuz bir hayvan sokulmuştur. İki hayvan arasında ki haberleşme hissiyatı ve Tahsin Efendi irtibatı, üçlü bir sacayağıdır sanki. Bu üçlü köyü terk edip gittiklerinde bile arkalarından, Kurnaz şöyle etti, Küheylan böyle yaptı diye günlerce konuşulurdu. 
Tütünün elle sarılarak içildiği; saatin, sadece meydan kulelerinde bulunduğu o zamanda Tahsin Efendi, sigarasını sarıp üzeri işlemeli sarı tabakaya dizen ve şimendiferli çift kapaklı gümüş zincirli cep saati taşıyan müstesna insanlardan biridir. Bir de Devlet-i Aliyye-yi Osmaniyye'nin verdiği şimşir kabzalı horozu ve arpacığı altın kaplamalı altı patlarlı tabancası olan tek adamdır. Jandarma kumandanında bile yoktur bunlar.
Derler ki: Kaymakam bey bu tabancaya iki tabanca bir mavzer vermiş, üstelik bir de seni evereyim demişte;"Devlet-i Aliyye-yi Osmaniyyenin verdiğini, ya Padişah Hazretleri geri alır; ya ölüm " demiş, vermemiş. Bir keresinde bir densiz:
         - Ya Padişah Hazretleri isterse? Diye sormuş: Bir anda kara bulutlar inmiş köy odasına. Soran da pişman olmuş amma sual bir kere çıkmış ağızdan. Tahsin Efendi için geçiştirilecek sual değildir bu. Tahsin Efendi toparlanır. Sol dizinin üstünde ki sağ ayağını bir iyice sıkar. Pala bıyıklarını burar üç beş kez. Kocaman elleri titrer çenesinde gezerken. Herkes susmuş, Tahsin Efendinin ağzından çıkacak sözlere kulak kesilmiştir. Tüm bedeniyle bir seda çıkar ağzından:
         - Pek çetin sual ettin be evlat! … Efendimiz Hazretlerine ne diyek ki? ...  Boynumuz gıldan ince ...  Emme maazallah ki Efendimiz hazretleri istedi. ... Hemi ...Hazirun sokranır. "Bakma ağam sen bu densize”
         - Durun canım der Tahsin Efendi... Belkim Allah söylediyo ... Olur a dünyalık hali hemi? ...O vakıt ha bu başın bu omuz üstünde yeri galmaz. Söz temsil gaymıkam beye
mi verecem silâhı ? ...  Verirem helbet. Emme şarjörü çıharıram ağzında bir dene mermi goyaram.
- Niye o?
- Niye olacak! Alnıma dayaram. Tetiği çekerem. Biz vazifemizde gusur ittik mi zatim öldük say evlat ! O gün Yereren Köyünün ( 1 ) köy odasını, köyün ağası ve muhtarı, İbişlerin Mevlüt Ağa özel olarak hazırlattı. Temizletti. Hökümattan Tahsildar Tahsin Efendi gelecekti. Köyün mutat olayları yaşandı. Akşam namazı kılındı.
Akşam yemekleri yendi. Kambur Hasan'ın kıraathanesinde toplanıldı. Tahsildar Tahsin Efendiden bahsedildi. "Ulubey Köyünde işi uzadı zaar  yoksam ki gelirdi" dendi. Sohbetler edildi. Yatsı ezanı okundu. Kambur Hasan'ın Kıraathanesi boşaldı. Köylü ayak üstü yarın için hayır dualar etti. Kimi evine, kimi yatsı namazına gitti.Rabiül ahirin son dördüydü o gece. Gökte ki yarım ay biraz nur yüzünü
gösterse de, birbiri ardınca koşuşan karabulutlardan sıyrılıp yere inemiyordu bir türlü.
Köy karanlığa gömülmüş, sokakta köpek seslerinden başka ses kalmamıştı. Ezelî mursamazlığıyla zaman, kimseyi dinlemeden akıp gidiyordu. Akşam kokusunun iyice yok olup, gece sessizliğinin dağı taşı sardığı andı. Birbiriyle havlama yarışından bıkan köpeklerin de sustuğu saatler yaşanıyordu. Ağaçların aldığı soluğun bile duyulacağı o sessizlikte, Bir el silah sesi duyuldu. Tek bir el.Köylük yerde olağandı bu. Kimse merak etmedi.Köyün yarısı derin uykudaydı, duymadı. Duyan uykusunu bölmedi. Uykuya dalacaklar istifini bile bozmadı. Şöyle sağdan sola dönüverdiler hepsi bu. Gözlerine uyku girmeyen çobanlar, emzikli anneler, gece boyunca patates veya mısır sulayanlar ve çobanlar ve çoban köpekleri uyanıktı. Silah sesini onlar da duydu. Onlar da merak etmedi. Zaten bir el silâh sesinin nesi merak edilecekti ki? Peş peşe silâh atılmamıştı ki. Maazallah karşılıklı atışma değildi. Alt tarafı tek bir el silâh sesi. ..." Çocuklardan birinin yaramazlığı zaar" diye düşünüldü. Çocuklardan birinin yaramazlığı diye düşünüldü çünkü silâh sesi pek yakından veya köyün içinden gelmişti. Merak edilecek bir şey değildi. Tarlalarda ki karaltılar patates sulamaya devam etti. Havlaşmaktan yorulan köpekler gözlerini açıp, kulaklarını diktiler sonra umursamadan kedi uykularına devam ettiler. Çobanlar davarları ıslıkladı. Emzikli annelerin başı düştü. Tümden köy halkı derin bir uykuya daldı. …
         Yaz mevsiminin rüzgârlı bir gecesiydi bu gece. Her zaman yıldızların parlaklığıyla yaz gecelerinin göğü ışıl ışıl iken, bugün ay ile bulutlar kavga ediyorlardı semada. Ay ısrarla yere inmek istiyor; bulutlar, inatla mani oluyordu. Ağaçlar rüzgârın gereksiz yere sert esişine karşı çıkıyor, niye telâşe ediyorsun arkadaş der gibi dallarıyla direniyorlardı. Sanki birileri sabah olsun istemiyordu.... 
Anadolu insanının hayatı doğa ile iç içe ve doğaya tâbidir. Anadolu insanı doğanın bir parçasıdır. Güneşten önce uyanır, güneşten sonra işi bırakır. Anadolu insanı rüzgârla savrulur, yağmurla yağar, bulutla gezer, kuşla uçar. Ona göre, dağın taşın, kurunun yaşın, kurdun kuşun hep ayrı bir dili vardır. 
Gözüyle, burnuyla, kulağıyla yani tümden vücuduyla konuşur doğa ile köylük insanı. Köylü de tabiat saatinin çarklarından biridir. Birbirini izler her şey. Birbirine tâbidir her şey.
Elektriğin olmadığı ve insanların elektriklenmediği mutlu ve huzurlu bir hayattır bu. Yatsı ezanı ile yatarlar sabah ezanları ile kalkarlar. Yani Anadolu İnsanında bir ömür de iki ezan arasıdır, bir gün de. Namazını evinde kılan, camide kılan veya kılmayan hiç kimse güneşi üstüne doğdurmaz. Kadın, erkek, kız, kızan gün ışımadan kalkar. Önce yüzünü gözünü oğuştura oğuştura taa avlunun öte yakasında ki tuvalete gider. Çıkışta kuyudan bir  kova su çeker. Buz gibi suyla yıkar yüzünü. Demire su vermektir bu. Su verilen bu demir, sabahın huzur bahşeden feyizli rüzgârıyla öyle bir ateşlenir ki; gün boyu, bin kere toprağa eğilir, bin bir kere göğe dikilir de kırılmaz artık.
Ancak o sabah, bu mutluluk bu feyiz yaşanamadı. Zira müezzin, ezan biter bitmez:
- Ey ahali bu sabah Çavuşların Ömer Ali Armutlu bağ yolu üzerinde Tahsildar Tahsin Efendinin cesedini bulmuştur. Allah Rahmet Eylesin diye üç defa nida eyledi.
Sabahın alaca karanlığında ses iki misli gitti. Anahtar deliklerinden hızla geçti, yorganların içine girdi. Kulaklara battı adeta. Duymayan kalmadı. Köylü camiye doluştu. Köy bir anda karıştı. Geceleyin merak etmedikleri bir el silâh sesi sabahleyin beyinlerinde patlamıştı.
- Kim görmüş?
- Nerede görmüş?
- Ne zaman görmüş?
- Vurulmuş mu?
- Essah mı?
- Başkası olmasın?
- Düşmanı mı vardı?
- Kan davası olmasın?
- Hökümat adamının düşmanı mı olur len?
- Vah vah pek babayiğit adamıdı.
- Yoh yoh bir yanlışlık vardır.
- Allah İrahmet eylesin.
- Allah çoluğuna çocuğuna sabır versin.
- Ne çoluğu çocuğu len ırahmetlik bekarıdı.
- Ya essah bekârıdı he.
Muhtar "Atları koşun" diye bağırıyordu. "Ali İhsan sende Ulubey'e kop (2) cendermeye habar et. Haydi durma emmim. Kop kop." Bir anda yedi sekiz atlı meydanda toplandı. Çavuşların Ömer Ali öne düştü. Cesedin yanına geldiklerinde atın, sahibini başında beklediğini gördüler. Kamçısını belinde, kaymakamlara veremediği altın işlemeli silahını yerde buldular. Sanki sırt üstü uzanmış yıldızları seyreder gibiydi. Sağa sola bakınırken az ilerde köpeğinin de cansız yattığını görünce,
- Aha şu masumdan ne istediniz a gahpe soyları dediler. Biri atı tutarak kenara çekti. Severek teselli etmeğe çalıştı. Askerde sağlıkçı olan Musa hemen Tahsin efendinin nabzına baktı.
- Ohoo ne nabzı! Arkadaşlar buz gibi olmuş! Muhtar inanmak istemiyordu.
- Bir daha bak oğlum! Ağzına ayna tut. Elini galbine goy.
Aha emmi gel bak ! dirildecek değelem ya!  Nazif amca askerde çavuştu. Baş ucuna çöktü. Dizlerini yere koyup bir şeyler yaptı. Göz yaşları ile :
- Nafile Muhtar Emmi, geden getmiş. Başınız sağ olsun ağalar. Mevlüt ağa yutkundu halâ kabullenemiyordu.
- Bir de sen bak Rıza, şehre neyim götürürük. Tohtur buluruk. Rıza cevap vermedi. Boğazı düğümlenmişti. Kendini zorlayarak:
-Şöyle açılın arkadaşlar. İzleri bozmayın. Soygun olabilir dedi. Geri açılın.
- Cenderme gelene kadar heç bi şeye ellemen. Hava iyice aydınlanmıştı. Öteyi beriyi iyice inceleyen Nazif Çavuş birden bağırdı.
- Tahsin Efendinin çantası yok. Paralar evet paraları almışlar.
- Vay anasını be!
- Eşkıya işi bu.
- Köylü "tüh vah " derken Ulubey Köyünden yola çıkanlar görünmüştü bile. Toz bulutu hızla  yaklaşıyordu. Herkes kenara çekildi. Yol kenarında ki otlakta duruyor izlere basmamağa çalışıyorlardı.
- Kumandan bu işi çözer.
- Çözse neye yarar geden geri mi gelecek ?
- Alçaklar devletin parasına da almışlar!
- Allah yedirir mi ülen size ?
- Çoluğunuzdan çocuğunuzdan çıkar inşaallah ! Yarısı Jandarma, yarısı sivil atlı kafile kısa zamanda geldi. Daha attan inmeden "Selamün aleyküm ağalar" dedi gedikli başçavuş. Herkes ayrı ayrı " Aleyküm selam gumandan" diye karşıladılar selamı. Kumandan ilk görenden bilgi aldı.
- Ne zaman gördün Ömer Ali? Hele tek tek anlat.
- Gumandanım patatesi suladım. Ayakların buydu.(3) Çoban yıldızı aha şuraya geldiydi. Köye dönecektim gari. Her zaman köye nah şu aradan keseden giderik. Ha bu benim köpek. Zati gece boyu hep uludu durdu cenabet. Acı acı havladıydı. Eve gidecek sıra Garatazı iyicenem huysuzlandı. Git len, gitmez. Gel len gelmez. Artık ezanlar okunacak nerdeysem. Garatazı geri tarlaya girdi öte geçti, susaya (4) gidiyor. Yolu uzatacak. Allah var ya kumandanım içime doğdu bu hınzır böyle itmezdi ya, var bir hikmet dedim. Peşine seğirttim. Silâhı elime aldım içime bir gorhu geldi. Her yer garanlıh. Susaya vardım. Köye geliyem. Önümde bir at gediy. Garatazı seğirtip ata doğru koptu. Az gettim ki at meğerim duruyor. Garatazı başıma  bir iş açtın ki ; bunun hesabını sana sorarım  dedim.. Tabancama mermiyi sürdüm ata yaklaştım. At boş. Daha yaklaştım, sabısı (4) yerde. Bildim Tahsin Efendi. Akşamılak bir ses duydumudu emme ... ne bilem?  Goştum köye vardım. Halil  Emmi ezana çıhıy.(6) Ona dedim. Halil emmi minareden köye duyurdu. Vallah gumandan hepsi bu. Bek yandım bek ! Kumandan:
- Hepinizin başı şağ olsun arkadaşlar. Dün akşam beraberdik.. Köy odasında kahve içtik. Sohbet ettik. Meğer son sohbetiymiş. Ben "Pala otur hele" dedikçe pala bıyıklarını bura bura , " Yolumdan etme beni gumandan" diye itiraz etmişti. Dalgın ve durgun bir
hali vardı. Durup dururken , "Hakkını helâl et kumandan. Gidip gelmemek, gelip bulamamak var." dedi. Cümle kahvedekilerden helallık diledi. Pala, ağzını hayra aç, diye çıkıştım.
Allah Allah ! Allah Allah. Biri:
- Gumandanım para çantasını almışlar" dedi. Biri:
- Gumandanım Gurnaz'ı da vurmuş yezitler" dedi .Rıza Çavuş:
- Durmadan izleri bozman, izleri bozman. Diyordu. İki köyden de adamlar geliyor, kalabalık artıyordu. Kumandan:
- Şöyle açılın arkadaşlar zabıt tutalım dedi. Eğildi Tahsin Efendiyi inceledi. Sağa baktı, sola baktı. Biraz ilerde cansız yatan köpeğe doğru yürüdü. Eğildi köpeği inceledi. Etrafı dolandı.
Tabakasını çıkardı. Bir sigara sardı. Çakmak taşını birbirine birkaç kere vurup kavı (6) tutuşturdu. Sarma sigarasını yaktı. Mırıldandı:
- Görünürde köpekte kan izi yok. Askerlere :
- Kaldırın hayvanı dere yatağına gömün. Dedi . Atmayın öyle ortalığa haa ! Diye uyardı. İki asker köpeği tutup kaldırınca altından deri çanta çıktı. Herkes şaşırmıştı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Köpekte hiçbir yara bere yoktu. Herkes kafasından;
- Peki bu hayvan neden öldü?
- Bak mübareğe sen çantayı eşkıyadan saklamış.
- Tahsin Efendi ölünce kahrından ölmüş zaar.
- Emme sadık hayvanmış haa!  Sessizliği Nazif Emmi'nin hıçkırıkları bozdu.
- Ülen bi köpek kadar olamadık be, yuf len bize! Komutan, Nazif Emminin omzuna dokundu. Boğazı düğümlendi. Herkesten fazla metin olması gerekiyordu. Mevlüt ağaya yaklaştı.
- Muhtar bir kurşunla iki can gider mi senin aklın aldı mı bu işi?
- Valla gumandan oğlum, bunca yıllık muhtaram görmediğim galmadı. Emme bu işi annamadım evlat. Kumandan zabıt katibi iki askere döndü.
- Yaz oğlum dedi:  İki asker yere bağdaş kurup çantalarını dizlerine aldı. " Zabıttır.24 Rabiülahir 1339 perşembeyi cumaya bağlayan gece.Yatsı namazı sularında Ulubey Köyünden ayrılan müteveffa, Tahsildar Tahsin Efendi Yeregiren köyüne 1 km kala Armutlu Bağda yol üzerinde Çavuşların Ömer Ali tarafından ölü bulunmuştur. Kırbacı belinde; altın kaplamalı silahı yerde bulunmuştur. Bir mermisi noksan çıkmıştır. Yapılan tetkikatta sağ şakağında kurşun yarası görülmüştür. Kendi kendini vurmuş olma ihtimali vardır. Yirmi metre ötesinde köpeği ölü bulunmuştur. Köpekte hiçbir kurşun veya darp yarası yoktur. Para çantası köpeğin cesedinin altından çıkmıştır. Köpeğin neden öldüğü anlaşılamamıştır. Atın hiçbir yarası yoktur. Yolda ve tarlalarda başka atların veya insanların izlerine rastlanmamıştır. Herhangi bir kavga, boğuşma izi görülmemiştir.  İşbu varaka her iki köy muhtarı nezaretinde ve görgü şahitleri huzurunda yazılmıştır. Allah Rahmet eyleye"
Tahsildar Tahsin Efendinin ölüm olayı kayıtlara böyle geçti ve Kurnaz'ın ölümü sır olarak kaldı. Kimse, Tahsin Efendinin tahsilat
olarak kaldı. Kimse, Tahsin Efendinin tahsilat çantasını atın terkisinden düşürdüğünü, bunu fark eden köpeğinin atın önünü keserek Tahsin Efendiyi uyardığını, uyarıyı anlamayan Tahsin efendinin sinirlenerek köpeğine şiddetle bir iki kırbaç salladığını, canı yanan köpeğin koşarak geri gelip çantanın üstüne yattığını, can havliyle kaçıp giden köpeğin gelmediğini merak eden Tahsin efendinin onca yolu geri gelip köpeğini yolda yatar bulduğunu, "neden
gelmedin hınzır hayvan" diyerek tekrar kızıp kırbacını salladığını, ama  köpeğin yattığı yerden kımıldamadığını ancak kırbacın acısıyla inlediğini Tahsin Efendinin "benle alay mı geçiyorsun" diyerek daha çok kızdığını, attan inerek köpeğine tekmeyle vurduğunu, köpeğin altından düşürdüğü para çantası çıkınca her şeyi anlayıp pişmanlıktan çılgına döndüğünü ve o çılgınlıkla tabancasını çekip kendini vurduğunu bu yüzden öldüğünü ve sadık köpeğinin son bir hamle ile tekrar çantanın üstüne gelip orada son nefesini verdiğini kimse öğrenemedi.
 
(1)Yeregiren'in köy diliyle söylenişi.
(2)Koş koş
(3)Donmak, çok üşümek
(4)Şose yol. O zaman şehirler arası ana yol.
(5)Sahibi
(6)Çıkıyor
(7)Çakmak taşlarının kıvılcımı ile tutuşabilen yumuşak bez.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 17

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BÖYLE OLMAMALIYDI
         Yüce Peygamberimiz ilim için, (o tarihte dünyanın en uzak noktası olan) Çin'de bile olsa gidin alın buyurmuş. Maksat-ı Muhammedi'ye din ilmi olsa hemen oracıkta bizzat kendi var ve vaaz ettiği Müslümanlık var. Din ilmi için bize Çin'i göstermesi mümkün değil. O halde neden taa Çin'in yolunu göstersin. Demek ki bu ilim dünya ilmidir. Bu ilim fizik, kimya, tarih, cebir, tıp, nebatat ve hayvanat ilmidir. Ve demek ki dünya ilmi de çok ama çok önemlidir.
Ama maalesef bazı din alimliğine soyunanlar, ilim yalnız ve yalnız din ilmidir demişler. (Buna şeyhler de dahil) Dünyayı boş ver demişler. Bir lokma bir hırka demişler. Resim heykel müzik yasaklanmış. Toplum neredeyse sadece dinî ilim tahsiline terk edilmiş. Ve zamanla toplum da bu anlayış tamamen denecek kadar hakim olmuştur.
Buna mukabil elin gavuru müthiş bir icat ve keşif çalışması yapmış. İlm-i dünyada almış yürümüş. “İlmi isteyene veririm” buyuran yaratıcı elin gavuruna (1)vermiş te vermiş. (Bu arada dinlerini de asla terk etmemişler)
Bunun neticesinde akla gelebilecek ne konu varsa hepsinde çalışmışlar. Sürekli daha iyisini daha üstününü yani daha sağlıklı ve daha verimlisini bulmuşlar. Kullanmışlar. Bizi sollayıp geçmişler. Sonra bu gelişmişliğin ürününü bizlere satarak ekonomik zenginliğe kavuşmuşlar. Uzatmayalım. Bunun bütün artı getirilerinden yararlanmışlardır.
Bir tek ve minicik misal. Nitekim elin gavurunun (Hani biz asırlarca onları hep böyle ifade edip küçümsedik ya) yaptığı belgeselleri Allah'ın yarattığı dünyayı tanımak için pür dikkat izlemekteyiz. Deniz altında ve toprak üstünde hayvan haşarat ve börtü böcek dahil uzaya ait belgesellere kadar hepsini bilgi açlığı içinde izlemekteyiz.
Çünkü insanın yaradılışında bilmek ve öğrenmek iştiyakı, iman gibi mevcuttur ve ihtiyaçtır.
         Onlar elin gavuru idiler. Biz ümmet-i Muhammed idik ve çok ama çok yüce ve şanslı idik. Böyle soyut bir imtiyaz ile yetiştik.
         Ancak ilm-i İlahiyi Hz.Muhammedin işaret ettiği manada algılayamadık. Dünya ilmi olan ve olacak olan hiç bir şeye itibar etmedik. İçimizden böyle genç beyinler çıktığı zaman onlara itibar etmedik. Fırsat vermedik. İmkân tanımadık. Kızdık. Dövdük. Karışma Allah'ın işine sen adam gibi çobanlığını yap dedik. (Bu cümleyi özellikle söylüyorum. Çünkü tüm dünyada mucit ve kaşifler hep amatördürler. Onların farkı onlar bu çalışmaları yaparken kimse onlara meselâ şimşek nasıl çakıyor diye araştırma yaparken karışma Allah'ın işine diye mani olmamıştır. Tarihe fazla inmeyelim. Daha dün Prof.Dr.Ziya Uzel'i kansere ilaç buldum dedi diye neredeyse asacaktık)
Yani demek istediğimiz şudur ki; gerek yüce Peygamberin emri ve gerekse yüce kitabımızın emri yerine getirilmemiştir. İlim kadın erkek herkese farz iken kadınlar çarşafa sarılmış ve çarşıya bile çıkarılmamıştır. (2) Yani toplumun kafadan % ellisi cahildir. Hem de tam cahil. Yalnız dikkatinizi çekerim cahil bırakılan bu insanlar analarımızıdır. Yani toplumun % yüzünün anası cahil olmaya mahkum edilmiştir.
Zahir ilmi yani dünya ilmini ret etmişiz. Bu yüzdendir ki geri kalmışız. Elin gavuru (2) asırlar evvel atı almış Üsküdar'ı geçmiş, geri dönmüş köprü yapmış. Tekrar geçmiş.
Bütün bunların neticesidir ki elin gavuru (1)Müslüman bir devlet olan Irak'ı iki üç haftada baştan başa işgâl edivermiştir. Kahramanlar kahramanı lideri bir anda ortadan toz olmuştur. Ülkesini elin gavuruna
terk etmiştir. Erkekçe çarpışıp ölmeyi bile becerememiştir. Muhafız alayı, top sesleri gelecek kadar düşman yakın iken soyunup-dökünüp , don gömlek yani eşkem köşkem uykuya dalmıştır. Çünkü Irak'ta halk külliyen cahildir. En tepede ki Saddam'ın dört karısından hangisi üniversite mezunu sorun. Anası demiyorum. Çünkü biliyorum ki anası cahil bırakılmış bir hanım. (Tabi burada onların asla suçu yok)
Gelelim Iraklı generallere. Anaları demiyorum, hanımlarını soruyorum. Acaba kaç generallerinin hanımı üniversite mezunu sorun.
Uzatmak istemiyorum.
Bir Müslüman olarak Saddam'ın halinden çok utandım!
Halbuki..
Saddam denen yaratığı hiç sevmem. Türk düşmanıdır. Stalin hayranıdır. Zalimdir. Canidir. Katildir. Ruh hastasıdır. Tam manasıyla ilk çağda yaşayan ilkel acımasız vicdansız ve hatta mantıksız bir kabile reisi tipidir. Her türlü cezaya müstahaktır. Hayatının hiçbir dönemi Müslüman'a yakışır bir hayat değildir. ...   ....   ...........
Bütün bunlara rağmen değil mi elin gavuru (1) onu böcek gibi bir çukurdan çıkarıp dünyaya rezil etmiştir. Utandım. 
İslam ülkeleri bu kadar geri kalmamalıydı.
Bir Müslüman ülke lideri bu kadar küçük düşmemeliydi.  Utandım. ...
 
 
(1) Elin gavuru ifadesini benimseyerek kullanmıyorum. Bu ifade hem yanlıştır, hem çirkindir. Ben bütün insanları Allah'ın kulu görürüm.
(2) Bırakın halâ cehalet denizinde yüzen Arap ülkelerini bizim ülkemizde de Cumhuriyetten önce kızların okutulması yasaktı. Belki kanunen bir yasak yoktu ama kızları okutmak adeti yoktu. Bu yüzden bu ülkede yakın bir tarihe kadar büyük ithalat ve ihracat adamlarımızın, general, genel müdür, millet vekili, bakan, başbakan ve hatta bazı Cumhurbaşkanlarımızın bile hanımları sadece okur yazar veya cahildiler. Kimse bu gerçeğe gocunmasın benim annem okur yazar bile değildir. Biz Cumhuriyet sayesinde bu hususta bütün İslâm ülkelerini çoktaan solda bıraktık. Cumhuriyetten sonra hızla gelişen Türkiye, Avrupa ile yarışan bir ülkedir. Ancak gönül isterdi ki tüm İslâm ülkeleri de Türkiye gibi olsaydı. Olsaydı da bir İslâm ülkesi bu hallere düşmeseydi.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

   18

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

PİR SULTAN ABDAL
Pir Sultan Abdal, çocukluğumda radyodan türkülerini dinleyerek aşık olduğum bir zattır.  Pir Sultan Abdal Allah yolcusu bir derviştir. Hacı Bektaş Veli yolundan gelen bir insanı Kamile (mürşide) bende olmuştur. Alevidir. On iki imam ve ehlibeyt aşığıdır.
Pir Sultan Abdal nasıl olduysa son yıllarda siyasete alet edilmeye başlanmıştır. Onun adına kurulan veya onun adı konan mekanlarda müthiş bir siyaset yapılmaktadır.  Özellikle solun bir kısmı Hazretin ismine sarılmış tamamen siyaset üretmektedirler.
Halbuki  Pir Sultan Abdal ve onun gibi dergâh terbiyesi alan aşıkların siyasetle işleri yoktur.  Onlar iktidar ile (devrine göre kim olursa olsun) uğraşmazlar. Yoksa avamlaşırlar. Onlar hakikat ehlidirler ve kimseyle kavgalı, çekişmeli değildirler.  Ancak tarih boyunca onları anlamayan ham softalar onlarla uğraşmıştır. Ama devlet değil. Sadece Pir Sultan Abdal değil,  Hallac-ı Mansur, Seyyid Nesimi ve Şems-i Tebriz-i hazretleri de devrin ham softaları tarafından öldürülmüşlerdir.  Çünkü onların hakikat yolu ham softalarca anlaşılamaz.  Cahil bilmediği ilmi anlamağa çalışmak yerine, düşmanı olmayı tercih eder.  Hakikat ve marifet bilmeyen cahiller tarihte pek çok Allah adamını yani şeyh, mürşit, derviş, âşıkları maalesef öldürmüş veya sıkıntıya sokmuşlardır. Ömer Hayyam'lar, Hafız'lar, Neyzen Tevfik'ler birer Pir Sultan Abdal'dırlar. Neden? Çünkü usul, erkan  ve edep hep aynıdır.
Yunus Emre'nin karşısında da Molla Kasım vardı. Hz. Mevlana'nın karşısında tüm Konya'nın yobazları vardı. Ki bunların içinde biri de bizzat büyük oğlu idi. Muhittin İbnül Arabi hazretleri  FUSUS-ÜL HİKEM adlı eserini direk Hz. Muhammed'den (S.A.V.) aldığını söylemesine rağmen bazı kesimlerce kabul görmemiştir.
Bu çekişme tarih boyunca hep olmuştur. Bu yüzden Yunus Emre :“Şeriat, tarikat yoldur varana Hakikat, marifet meyvası andan içeru” derken dinin dört kategorisini de ifşa etmektedir.  Elbette ki bu inançlar arasında farklar olacaktır. Genel kural ise daima daha az bilen ret eden taraf olacaktır. Ayrıca bazıları bilse de kabul etmeyecek isitadatta yaratıldıklarından anlaşma ve kaynaşma hiç olmayacaktır.
Lafı fazla uzatmadan Erol TOY ve Elvan ÇEK'in PİR SULTAN ABDAL OYUNUNA gelelim.
Bir kere tekrarlayayım. Allah dostları asla siyasete alet edilemez. Bu birinci hata.  Diğer teknik ve bilgi hatalarına gelince:
Davetiyeden başlayalım.
Kapaktaki fotoğraf kötü bir fotoğraf. Ayrıca bağırıyor gibi ağzı açık olması hiç de çalan, söyleyen bir saz aşığı imajı vermiyor. Daha ziyade kavgayı çağrıştırıyor. Hiçbir sempatikliği yok. Sevimli bir resim değil. 
Davetiyede ikinci hata Seyyidliğin tarifinde var. Seyitliğin,  alevi, şii, sünni gibi bütün mezheplerde saygın bir nesne olduğu yazılmış. Seyitlik bildiğiniz gibi Hz.Peygamber (S.A.V.) neslinden geliyor olmak demektir. Nesnellik değildir. Bir soyu ifade eder. Somut bir olgudur. Arap ülkelerinde YA SEYDİ demek “beyefendi” manasına kullanılır.
Oyun içinde, “Osmanlı da kim oluyor?  Osmanlı bozuk düzendir, değiştirelim” veya “Osmanlıya karşı örgütlenip, ayaklanalım susmayalım Osmanlı Türkmenlerden ne istermiş Türkmen Osmanlıdan mı korkacak” gibi isyan ve aşağılayan cümleler bolca kullanılmış. Sanki padişah Türkmen ve alevi düşmanı gibi gösterilmiştir. Bu ifadeler Osmanlı antipatisi taşıyan klasik solcu sloganlarıdır.
Eğer o padişahtan kasıt Yavuz Sultan Selim ise, o devre göre düşünürseniz ve Mısır'dan hilafeti alıp getirdiğini de hesaba katarsanız, Osmanlı İmparatorluğunun hızla büyüdüğü devir olarak görürseniz ve Yavuz Sultan Selim'in bıçkın kişiliğini de buna eklerseniz, önünde engel tanımayan bir insan görürsünüz. Bir merasimde kendine karşı gelen bir paşanın hemen o an orada, kendi eliyle başını gövdesinden ayıracak kadar katı ve kararlı bir padişahtır Yavuz.  
Dedesi Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u alalı henüz yetmiş sene olmuştur. Taa Selçuklulardan beri istikamet hep batıdır. Yavuz da yüzünü batıya doğru çevirmiştir. Artık hedef uzak batıdır. Ancak Safevi hükümdarı Şah İsmail bazı karşı gelmelerde bulunmuştur. Bazı sınır tecavüzleri yapmıştır. Hedefi batı olan Osmanlı İmparatorluğu doğusundan askeri mantık olarak emin olmak zorundadır. İşte bu yüzden Yavuz İran'a sefer yaparak Şah İsmail'i devirip tahtını İstanbul'a getirmiştir. Yoksa bu savaşlar Şah İsmail'in Şii ve Alevi meşrep olması ile alakalı değildir. Nitekim zamanın Şeyh-ül İslamı asla mezhep kavgasına izin vermemiştir. Ve Yavuz gibi bir padişaha “Allah, Rab-bül Müslimin değildir. Rab-ül Alemindir. Kimseye dininde zorlama yapamazsın” diyebilmiştir.
Tekke ve dergâhlara 1923 'e kadar hiçbir iktidar karşı çıkmamıştır. Bilhassa Bektaşilik revaçtadır. Binlerce Mevlevi dergahı vardır. Kadiri dergâhı vardır. Devletin ordusu (Yeniçeriler) Bektaşi'dir. Bu bağlamda düşününce Pir Sultan Abdal şiirlerinde de görüldüğü gibi devlet ile uğraşmaz. Hiçbir veli devlet ile ve siyaset ile uğraşmaz. Uğraşıyorsa Veli olamaz. Çünkü siyaset ve devlete baş kaldırı veya devlette şu veya bu makam veliliğin yanında çok küçük olaydır. Hiçbir veli vilayet makamını dünya makamına değişmez. Bilinen ünlü velilerin pek çoğu Padişahların huzuruna dahi gitmemiştir. Ama padişahlar onların ayağına gitmiştir. Osmanlı padişahlarının alimlere ve kamillere bakışı budur. Düşmanca değildir. Bu yüzden oyun içinde defalarca padişah Türkmen ve alevi düşmanı imiş gibi işlenmesini doğru bulmadım.
Son olarak o devirde Türk toplumunda faizci tefeci var mıydı, bilmiyorum. Ateşli silah var mıydı bilmiyorum. (Top hariç) Ama senet yoktu.  Hocanın da Yahudi veya Rum ile müşterek tefecilik yaptığını da bir abartı olarak görüyorum. Hoca ile devleti işbirlikçi gibi lanse eden havayı da beğenmedim. Çünkü o devirde kimse cami imamlarına maaş vermiyordu. Cami imamları ile devlet arasında ciddi bir bağ yoktu. Hele kırsalda hiç yoktu. Bu görevler fahri görevlerdir.
Ancak daima dergâh ehlinin karşısında cami ehli vardır. Ve birbirini anlamama hep vardır. Bugünde vardır. Bunu olağan görmek gerekir. Sen haksızsın, ben haklıyım tartışması 1400 senedir sonuca varamadığına göre bundan sonra da varamaz. Ama çare vardır. Çare kimse kimsenin inançlarını küçümsememelidir. Karışmamalıdır.
Dostlarımızın sahnelediği bu tür oyunlar belli zümreye hitap eder. Belli zümreyi sevindirirken belli zümreyi üzer. Nitekim bu yüzdendir ki salon yarı yarıya boştu. Veya olumlu gözle bakalım. Yarısı dolu idi. Ben isterdim ki tamamı dolu olsaydı. Böyle amatör etkinlikler zor başarılıyor. Herkesin başka işi var. Ekstra zaman ve emek ile meydana getiriliyor. Çorum'un kendi insanı yapıyor. Tüm Çorumlular ilgi göstermeli. 
Kardeşlerimin emeklerini takdir ediyorum. Ancak ben isterdim ki ve halkımız ister ki bu güzel emekler siyasi veya kitlesel değil de gerçek anlamda SANATSAL OLMALI.  Açık söyleyeyim PİR SULTAN ABDAL tiyatrosu, bilinen bir olayın, biraz kendi arzularına göre rengi değiştirilmiş şekli. Hepsi bu. Artık amatör veya profesyonel bu TÜR SANAT İCRA EDENLER (ki tiyatro oynamak bir sanattır) eserlerinde de SANATI OYNAMALI. 
Demirel ile alay edilen, İsmet İnönü dalga geçen, Özal'ı Tİ ye edilen nice oyunlar sahnelendi.  Hani nerede? Kim hatırlıyor. Kim tekrar görmek istiyor.  Mevcudun fotoğrafını çekmek kolay. Kalıcı eser vermek zor.  İşte SANAT ona diyorlar.
Sayın Hacı ODABAŞ, Sayın Erol TOY, sayın Elvan ÇEK eleştirimin biraz ağır kaçmış olabilir.  Ama arkadaşların oyunculuk başarılarını inkâr etmiyorum. Bir amatör gurup için neredeyse hatasız bir oyun idi. Kıyafetler uygundu. Hiçbir güzellik boşa gitmez. Bu ekibin ve bu arzusu ile gittikçe daha güzele ulaşacağınıza inanıyorum. Tüm ekibi kutluyor başarılar diliyorum.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  19

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

GARGİA'YA MEKTUP
Bu konuyu otuz yıl evvel askerde, üsteğmen Cengiz Öner ile sohbette öğrenmiştim. Aslını isteyip yazarak kendime almayı akıl edemedim. (Veya tembellik ettim) Nasıl olsa terhisten sonra bu yazıyı bulurum dedim. Halbuki fırsat kaçtı mı bir daha gelmiyor. Benjamin Franklin “ Şans, fırsat ile aklın buluştuğu köşe başıdır” diyor. Durmadan yakındığımız şanssızlığımızın sebebinin karşımıza çıkan fırsatları değerlendiremeyen kendi aklımız olduğunu kabul edersek kaderimiz hakkında ki bazı kötümser anlayışımızdan kurtulabiliriz.Benim de öyle oldu. Askerde değerini bilemediğim bu yazıyı tam otuz sene sonra buldum.(1) Bu hatamı telafi etmek için derhal sizlerle paylaşmak istedim.
-Ben çok yaşadım. Sanırım sizde yaşamışsınızdır. Meselâ, çarşıya giden bir tanıdığınıza dersiniz ki:
-Oradan geçerken şu ufak bir işimi de görüver.O size bir sürü mazeret beyan eder. Vaktim yok der. Orayı nasıl bulacağım der. Bilmiyorum der. (Özellikle büyük kentte yaşa-yanlarını kastediyorum.)İstanbul 'da bir dostum vardı. Hatice KOÇ. Kim ne derse desin. Reddetmez. Çantasında cüzdanında herkes için notlar bulunur. Ve mutlaka o işi yapardı. Bilmediği bir iş ise mühlet ister araştırır ancak ondan sonra yapamayacağına veya olamayacağına karar verirdi. Kelimenin tam anlamıyla çözüm ehli idi. Tamamen pozitif bir insan idi. Kitabında olmaz yoktu. Yani daha laf sizin ağzınızda iken “OLMAZ”ı ağzınıza tıkayanlardan değildi. Az zamanda çok iş yaptı. Çarçabuk bu hımbıllar dünyasını terk ediverdi, gitti. Allah Rahmet eylesin. Son anda kabrinde dostlara yüksek sesle ilan ettim. Dedim ki:
- Bu kadın seksen yılı kırk yıla sığdırdı.
Hikâye şöyle başlıyor: Bir garnizonda genç bir subay terfisinin gecikmesi konusunu komutanı ile konuşmaktadır. Bu sırada nizamiyeye bir kamyon gelir. Odasından bunu gören komutan karşısında ki genç subaya:
-Git orada ne oluyor bana bildir.
-Genç subay “emredersiniz” diyerek fırtına gibi çıkar. Jeepe atlar. Beş dakika  sonra gelir.
-Un kamyonu imiş Komutanım. Bize un getirmiş.Komutan, otur bakalım şöyle der. Bir başka subayı çağırır. Ona da aynı talimatı verir.
-Git nizamiyede bir kamyon var. Niye gelmiş öğren.
-Emredersiniz diyerek çıkıp giden subay yirmi dakika sonra gelir.
-Komutanım, Konya'dan yüz seksen çuval un gelmiş. Belgeleri kontrol ettim. Çuvalları saydım. Malı teslim aldım. Yanıma dört tane er alıp fırına gittim.
İkinci Dünya Savaşında, gözünü budaktan esirgemeden savaşan Japon askerlerinin ve Kamikazelerin sırrını merak eden Amerika; ölen ve esir alınan her Japon askerinin cebinde şu yazıyı bulmuş.
1890 yılları idi. Amerika Birleşik Devletleri ile İspanya arasında Küba yüzünden harp başlamıştı. KÜBA'da bulunan Amerikan Kuvvetleri Komutanı Garcia'ya acele bir haber gönderilmesi icabetti.
Komutan Garcia Küba adasının yüksek ve esrarlı dağları arasında bir yerde bulunuyor ve nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Kendisine elde olunan vasıtalarla ve hatta telgrafla bile haber göndermek imkânsızdı. Tek çare elden bir insan tarafından mektup göndermek idi. Çok iyi eğitimli birine icabeden bilgi, belgeler verilecekti. Olası ihtimallere göre harita üzerinde bilgiler verilerek gizli mektup ulaştırılacaktı.
Amerika Cumhurbaşkanı bu mektubu bizzat kendi yazmış ve en kısa zamanda göndermek azmindeydi. Ne yapabilirdi ?
Cumhurbaşkanı McKİinley'in yanında bulunanlardan biri : “Ben ROWEN isminde bir adam biliyorum. Eğer Garcia'ya gönderecek adamınız yoksa O, bu işi muhakkak yapar!” Dedi. Hemen Rowen'i buldular ve kendisine Gacia'ya gönderilecek mektubu verdiler.Ancak salonda başkaları olduğu için o anda Rowen'a adresi söylemediler. Rowen 'da Garcia nerede diye sormadı. Salon boşaldığı zaman Rowen'ı göremediler. Rowen gitmişti.Rowen, dört günlük meşakkatli bir yolculuktan sonra bir gece yarısı KÜBA KIYILARINA çıkmış. Mektubu çok iyi gizlemiş. Küba'da yakalanmadan
bataklıklar arasında gizlice yol almış, üç hafta sonra adanın öbür tarafına geçmiş ve onca çektiği sıkıntılardan sonra mektubu GARCİA'YA vermiştir.”
Gençlere lazım olan yalnız kitaplarda ki bilgileri, şunun bunun hakkında söylenen şeyleri öğrenmek değil, kendileri için beslenen güvene lâyık olmağa ve dürüst hareket etmeye
çalışmaktır. Asıl demek istediğim, her Amerikan genci, kendini bir ROWEN olarak görmeli ve mektubu Garcia'ya mutlaka ulaştırmalıdır. (3)
Elbert HUBBARD
(1)MEB. Ortaokul kitapları ek okuma kitabı sayfa:18 ( 1962)
(2)Bütün Dünya sayı 1 de yayınlanmıştır.
(3) McKinley: ABD nin 24. cumhurbaşkanı(1843  1901)
(4)Bu yazı Amerikalı bir yazarın 1899 da yayınladığı bir makaleden alınmıştır.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  20

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

SALİM  SAVCI 
Hz. Muhammed S.A.V. Efendimizin çok beğendiğim ama asla yerine getiremediğim güzel bir sözü var. “Az dahi olsa bir işin devamlısında hayır vardır”
Salim hocam yıllardır düzenli olarak ÇORUM HABER’de yazan kendisi ve hayatı istikrarlı bir büyüğüm.
Eğitimin, öğretmenin ve öğrenicinin önemli ve değerli olduğu dönemlerde öğretmenlik yapmış. Zamanın şartlarına göre gelişme gösteren ülkemde Türkçe, matematik ve  fizik öğretmenliğini aynı anda yapmış bir hocamız. 
Hani köy enstitüleri vardı ya. Öğretmenler bir köye lazım olacak birkaç branş ile yetiştiriliyordu. Bunlar köy ilk okul öğretmeni oluyordu. Orta okul ve liseler için de böyle öğretmenlere ihtiyaç vardı. Varmış ki Salim hocam üç branş öğretmenliğini beraber yapmış. Tabi fakülte tahsilini de ona göre yapmış.
Bunun manası şudur:
Yukarıda dedik ki, eğitimin, öğretmenin ve öğrenicinin önemli ve değerli olduğu dönemlerde yetişmiş bir öğretmendir. Evet ülke asırlardır cehaletin karanlığında kalmış. Taa o zaman Avrupa almış yürümüş. İhtisaslaşmayı yaşamakta. Bizde köylerde okul yok, öğretmen niye olsun? 1946 da Çorum’da  Lise yok. Peki Isparta’da var mı? Hayır  orada da yok. İşte böyle bir zamanda üç branş eğitimi görerek üç ayrı derse girmiş SALİM SAVCI ve onun dönemi öğretmenler hep böyle çalışmış. Geri kalmışlığımızın farkındalar. Daha talebe iken bütün dertleri öğretmen olup vatanın hangi köşesi olursa olsun görev alıp TÜRK HALKINA HİZMET ETMEK. AYDIN BİR ÖĞRETMEN SIFATI İLE.
Hülâsa böyle Eğitimin, öğretmenin ve öğrenicinin önemli ve değerli olduğu dönemde yetiştikleri için. SIKI EĞİTİM ALMIŞLAR BU BİR.  SIKI EĞİTİM VERMİŞLER  BU İKİ. Çünkü içlerinde dert var. Geri kalmışlığın derdi bu dert. Onun için cansiperane, can-ı gönülden büyük bir şevkle ve özveriyle çalışmışlar. O zaman da maaşları yetmiyormuş ama hiçbir öğretmen bu maaşa bu kadar çalışırım demiyormuş. Her bir öğrenci çok önemli olduğundan bir öğrenci sınıfta kalırsa önce kendilerini sorguluyorlarmış. Acaba benim bir hatam var mı diye. Temelde Osmanlıca da ki yazım kuralları terbiyesi aldıklarından Türkçe’yi  doğru kullanmak önemli bir meziyetmiş. Kimse oluversin canım ha “Ka” ha “Ke” ne  fark eder demiyormuş. Kimse ha ‘ne’, ha ‘ge’ ne fark eder demiyormuş.
Dili düzgün kullanmak o kadar önemli olmasa idi, hiç ‘Abes’ ile ‘Muktebes’ kâfiye olurdu , olmazdı diye bir Servet-Fünun edebiyatı doğar mıydı?
Gele gele Salim Hocamızsın dil hususunda ki titizliğine geldik. Beş yazısından birinde dilimizin doğru kullanılmaması yüzünden rahatsızlığını dile getirir sayın Salim Savcı. Kalemiyle adeta bağırır ! 
İlerlemiş yaşına rağmen halâ eğitim hizmetinde çalışmaktadır.  Ankara’da Kızılay’da Şehit Adem Yavuz Sokakta 13 nolu binada mütevazı bir yayınevi var. GÜL YAYINEVİ.  Hayatın doğal kuralları gereği emekli olup öğrencilerinden ayrı düşmüş ama onlardan kopmamış. Eğitimsel kitaplar satarak ömrünü geçirdiği okullarla  ve kitaplarla halâ aktif olarak temasta.  Ve halâ öğretmenliğini sürdürmekte. Artık bir sınıf dolusu öğrenciye değil, elinin dilinin kaleminin uzandığı yere kadar herkese öğretmenlik yapmakta. 
28 mart seçimlerinde bir partinin Belediye başkan adayının el ilanında ki hatayı görüp taa parti başkanına kadar uyarmak için uğraşmış.
Bu da yetmemiş Çorumlu 2000 dergisinde 62 nci sayısında aynı hatayı yapmayalım diye uyarıyor bizleri. Bir yazıda ki ister  makale olsun ister bildiri olsun veya sevgiliye mektup olsun SATIR BAŞI nereye gitti kardeşim diye soruyor. Hani ünlem evladım diye soruyor. Koskoca T.C. nin örnek alınması gereken Millî Eğitiminin Kitabevi’nin tabelasında  ‘millî’ derken  (i) nin , zilli veya pilli kelimesinde ki (i) gibi yazılmasından o kadar rahatsız oluyor ki; erinmiyor kırk yere telefon ediyor. (i) nin şapkası nerdeeeee?
Ah Hocam ah!
Yerden göğe kadar haklısın. Haklısın da ..
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 21

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TERÖRÜ YONTMAK
Günün konusu ne yazık ki terör. Dünyada en sevmediğim  ve sözlüklerde var olmasından bile rahatsız olduğum  bir kelime. Tıptı cinayet gibi, anarşist gibi, faşist gibi. Keşke  bir gün bunları hiç anmasak. İnşaallah çocuklarımıza bu kelimelerin unutulduğu bir dünya bırakma becerisini gösterebiliriz.
Bunun için evvelâ dürüst olmalıyız.  Te-rörü kendimize yontarak olmaz. Tek çıkar yol bu.
Gelecek kuşaklara bırakacağımız dünya barış dünyası olsun istiyorsak; devletler arası husumeti terk edeceğiz. Hele bir de haksız ve yalan husumet hani şu adına  İFTİRA dediğimiz, mutlaka terk edeceğiz.
Vaaz eder gibi konuşmanın ne alameti var? Terörün bunla ne alakası var ? diyeceksiniz.
Şöyle var. 11 Eylül 2001 saldırısı bir terör müdür ? Evet.  Bütün dünya hem fikir ve bütün dünya kınadı. Ve tez elden tedbirler ve tez elden karşı tepki kararları verildi. Bu da güzel. Ancak! İsrail, buradan terörü kendine yontup FİLİSTİNLİLERE ve ARAFAT'a hemen terörist dedi. Rusya, hemen ÇEÇENİSTAN'ı terörist ilan ediverdi. Kendine yontuverdi. Bu mantıkla bakınca Ermenistan'ın  AZERBAYCAN'ı terörist ilân etmemesine şaştım. (yarın mutlaka eder) Yıl 1979 olsaydı herhalde Rusya Afganistan direnişçilerini de terörist ilân ederdi. Zira dikkat edin hepsinde ki ortak bir  nokta var.
1- Hepsi başka bir ülke topraklarını işgâl etmişler.
2- Hepsinde zarar gören insanlar, ezilen, zulme uğrayan Müslümanlar.
3- Hepsi de işgâl ettikleri toprakları savunan HAKLI ve yerli zümreyi terörist ilân ediyor.
Hooop , hooop beyler ...!
Aynı beyler, aynı beyinler T.C.de özgürce yaşadıkları kendi topraklarında kendi devletine  isyan eden asilere ve bu isyanlarını silahlı eyleme dö nüştüren PKK veya TKPML veya TİKKO( şimdi bunlara İBDA-C ve HİZBULLAH da eklendi.) gibi teröristlere bir
kere bile terörist diyemediler. Onlar bizim ülkenin topraklarında bizim çocuklarımızdı. Bu topraklar sonuna kadar onlarındı. Halâ öyle. AMA O MEŞHUR ÜLKELERİN, TERÖRÜ KINAMAK yerine  Türkiye'yi zayıflattığı için, Türkiye'ye kan kaybettirdiği için, terörü desteklemeleri yüzünden 15 yıl, on yıl da ondan öncesi var, yirmi beş yıl BİZ ACI ÇEKTİK.
Hepsi suç işlediler.
Halbuki yukarıda belirttiğimiz ülkeler, sizler başkalarının ülkesindesiniz, işgal etmişsiniz. Yıllardır halkın aç, sefil perişan olmasına sebep olmuşsunuz, topraklarını savunana terörist demeğe kalkıyorsunuz. Bu yanlıştır. Maksatlıdır. Ve terör böyle önlenemez. Kendinize yontarak dünya barışına fayda sağlayamazsınız.
1- Rusya'nın zalim ve faşist baskısından kurtulur kurtulmaz hiçbir hazırlığı olmayan kendi derdinde ki, Azerbaycan'ın  üçte birini işgal etmiş olan Ermenistan'a hemen şimdi çağrı yapın üç gün içinde işgal ettiği toprakları terk etisin. DERHAL. Yarın Azerbaycanlılar topraklarına zorla ve silah üstünlüğü ile giren Ermenilere karşı topraklarını geri almak isterse; ki bu hakkıdır, bunun adını ne koyacaksınız ? Veya yarın Ermenistan tekrar biraz daha toprak işgal ederse ne yapacaksınız ?  İşte teröre meydan veren ilk ve asıl sebep. Buyurun  sineği öldürmeyin. Bataklığı kurutun. ERMENİSTAN DERHAL AZERBAYCAN topraklarından çıksın. Derhal! Ve11 EYLÜL TERÖRÜNÜ KENDİNİZE YONTMAYIN. 
2-  Akıllı, zengin, kültür düzeyi yüksek Yahudi bir çok çekişme, kavga ve savaşlardan sonra satın alamadığı topraklara asker gücü ile girmiş ve 32 yıldır başkasının topraklarında  DEVLET TERÖRÜ yapmaktadır.  Hatta gelip KUDÜSÜ BÜTÜN İSLAM ALEMİNE KÜFÜR EDER GİBİ BAŞKENT İLAN ETMİŞTİR. Bir İsrailli ölse İsrail devlet olarak o mahallede bulunan on tane evi dozerle yıkmaktadır. İnsanları evinden alıp yok etmektedir. Bir İsrailli ölse uçaklarla en az sekiz/ on Filistinli öldürmektedir. Gariplerin silahı yok. Bütün dünya kameraları gösteriyor. Sadece taş atan çocuklara karşı tam teçhizatlı, çelik yelekli askerler. Sürekli Filistinliler kan kaybediyor. Sürekli öldüren İsrail. Birinde mermi, birinde taş.Tarihe geçen  toplu katli-amı ise  SABRA ŞATİLLA soykırımıdır. İşte dünyada bir koas, bir kargaşa ve  bir terör nedeni.Bu adamlar topraklarını İsrail'e bıraka-caklar mıdır? Bu İsrail  işgali daha ne kadar sü-recektir? Kaç 32 yıl daha geçsin? Kedi köpek-ten kaçar, kaçar, kaçar  ama nereye kadar? Du-vara kadar. Ondan sonra döner köpeği tırmalar. 
Filistinliler ellerinden silahla alınan topraklarını istemesin mi? Sineği yani terörü bitirecekseniz, FİLİSTİN BATAKLIĞINI DÜZELTİN.
3- Ya Rusya ! Sormalı Çeçenistan ayrı bir ülke değil mi?  Sen koskoca ordunla orada ne yapıyorsun?
Bir ülkeyi işgal ettin. Yıllardır onların topraklarında onlara yaptığın terördür. Devlet terörüdür. Aranızda bir dava var idiyse, tutalım ki haklı isen! Üç beş gün savaşır, üç beş askeri  hedeflere füze sallarsın. Biter kardeşim. Koskoca devlet, müstakil bir devlet içinde, üç yıldır savaşıyorsun. Bir kere boyundan posundan utan! Üç yıldır halkı bitiremedin. Yoksa hiç Çeçen nüfus kalmayıncaya kadar öldürecek misin?   Tamam arkadaş. Çek git artık !. Terk et adamların memleketini.!  Utanmadan terörist diyorsun. Belki üç yıl evvel Çeçenler bir terörist eylem yaptı diyelim. Kaç adamın öldü? Ne kadar zarara uğradın? Yetmedi mi?
Yıllar evvel Çin'in başına böyle hadise geldi. Ya Kore ya Moğolistan idi. Üç gün girdi. Birkaç yeri bombaladı. Çıktı. Yıllardır Çeçenistan'da ne işin var kardeşim.! DERHAL TERK ET. DÜNYADA TERÖR OLMASIN İSTİYORSAK Kİ OLMASIN. MASUMLAR ÖLMESİN. Sorumluluk büyüklerdedir. Kuvvetlilerdedir. Ben büyüğüm, ben kuvvetliyim diyen istediği gibi istediği yeri işgal ederse ve oradan yıllarca çıkmazsa veya daha kötüsü buralar bundan sonra benim derse  TERÖR BİTMEZ. Sorarım  TERÖRÜ KENDİNE YONTANLARA: Çeçenistan' ın  işgalinin, Azerbaycan'ın işgalinin, Filistin' in işgalinin ;  Irak'ın KÜVEYT'i işgalinden ne farkı var?  O zaman da alel acele ve derhal Körfez Savaşı başlatmıştınız. Ve Irak'ı Küvetten çıkardınız. Öyle bir acımasız cezalandırdınız ki; halâ am- bargonuz ve bombalamanız devam ediyor.  Yeter ya hu. Daha ne kadar sürecek ?
Yoksa tek ortak nokta aklımızda yer etmeğe başladı.  Müslümanların zararı olan hiçbir işgâl ve terör suç değildir. Sonunda bunu devlet büyüklerimiz mi tescillendirsin?          Burada asla ABD nin 11 EYLÜL de uğradığı saldırıya arka çıkmıyoruz. Evet bu terördür. Çok acı bir olaydır. Biz bunu nasıl kınıyorsak. Acınızı paylaşıyorsak, ey  MEDENî &VAHŞİ BATI ve diğerleri siz de bizim acılarımızı paylaşın.Türkiye'de 15 yılda kırk bin insanı-mız öldü. Çeçenistan'da rakam belli değil ama iki yüz / üç yüz bin insan öldü. Ve halâ ölmek-te. Filistin'de  32 yıldır on binlerce insan öldü. Ermenilerin yaptığı işgâl şu anda dünyanın başına belâ olmuyorsa; dünya bunun Azer-baycan'ın sabrından kaynaklandığını bilmeli. Bu sabır ne zamana kadar sürer? Zira şu anda Ermenistan ayağını Azerbaycan'ın ayağının üstünde tutmaktadır. Peki ne zamana kadar?  
 Bunları yaparları TERÖRİST ilan etmezseniz terör bitmez. Bunlar aşikar bataklıklardır. İşgalci ve yayılmacı olanlar bellidir. Ve terör destekçisi diye üç tane  İslam ülkesine gözlerinizi dikmeyin. Yunanistan'ın PKK ya desteği artık aşikardır. Belgelidir. Almanya'nın aşikardır. Belgelidir. İtalya'nın aşikârdır belgelidir. Fransa'nın aşikardır. Belgelidir.  Bunları kınamadan cezalandır-madan Afganistan'dan  başka bir İslam ülkesine füze atarsanız ,  TERÖR  BİTMEZ. 
Dünyanın sınav günüdür bugün. Müslümanları öldürenler terörist değildir, Hıristiyanları öldürenler teröristtir anlayışını der hal, hemen , şimdi terk edin. Biz Müslim- gayrı Müslim gözüyle bakmak taraftarı değiliz ama siz bunu gözümüze baka baka yaparsanız, bu-nu biz de yüzünüze vurmak zorundayız. Dün-yada ki bütün terörlere lanet olsun. Dünyada terörü kendine yontanlara da lânet olsun. 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 22

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA  TERÖR DESTEKÇİLERİ VE ÜÇ MAYMUNLAR

BİRİNCİ BÖLÜM

Bir insan tek olarak çevresine karşı duyarsız olabilir. Çünkü o kişi tembeldir, uyuşuktur, pasiftir, hatta aptaldır. Kimse onu kınayamaz.

Ama bir kurumsal yapı olan devletler böyle olabilir mi? O okumuş, yazmış aydın tabaka etrafına duyarsız olabilir mi?

Mümkün değil olamaz.

Çünkü piramidin üstü aptalların, tembellerin, pasiflerin ve düşüncesizlerin yeri değildir. 

Olamaz da.

Peki böyle bir duyarsızlık varsa ne demeli?

Bir aydınlar organizasyonuna , tembel, aptal, pasif, düşüncesiz ve uyuşuklar diyemeyeceğimize göre; tek seçenek kaldı.

1--  KASTÎ YAPIYORLAR

2--  ROL YAPIYORLAR

3--  DÜŞMANLIK  YAPIYORLAR.

Çok gerilere gitmeyeceğim. 93 harplerini, Bosna’yı , Zağra’yı, Filibe’yi Silistre’yi Selânik’i, Kırım’ı anlatmıyacağım. Müslümanların kulaklarını, dillerini, burunlarını ve cinsel organlarını kestiklerini anlatmıyacağım. Yaptıkları katliamlarını anlatmıyacağım.

Ama kokusu devam edenleri söyleyeceğim. Çünkü sırasıdır.Yıllarca yazarlarımız, çizerlerimiz, siyasetçilerimiz yazdı, çizdi , söyledi.

Duyduramadık , gösteremedik , inandıramadık.

Avrupa ülkeleri kör, sağır ve dilsiz oldular. Üç maymunları çok  iyi oynadılar.

Neydi  dünyanın ( bilhassa Avrupa’nın ) maymunlaştığı konu ?

 Uzatmadan deyinelim.

Birincisi :  1915 te  ERMENİLERİN TÜRKLERİ KATLİNİ,  ısrarla  Türkler Ermenileri katletti diye çevirmeleri. Çok yazıldı. Burada az yazalım. Toplam Osmanlı  nüfusu  1915 te  6,5 milyon ile  7 milyon arasında. Toplam gayrı Müslim sayısı o tarihte 2,5  ile  2,8  milyon arasında. En fazla toplam Ermeni nüfusu 1,2 milyon ile 1,5  milyon arasında.  ( l927 sayımlarında  T.C.nüfusu: 13.650.000 )

1917 den sonra 1923’ e kadar yurt içinde ki ve yurt dışına ( Rusya,İran, Irak, Suriye, Yunanistan)    kaçan veya tehcire uğrayan Ermeni sayısı  tahminen ( çünkü kesin rakam yok) l milyon. Çok ciddi bir bölümü de Anadolu’da yurtlarında kaldılar. Peki Ölen Ermeni sayısı nasıl olurda 1,5 milyon olabilir?

Tek bir Ermeni kalmaması gerekirken  bugün hala bu memlekette hatırı sayılır büyük bir Ermeni yaşar. İstanbul ve Anadolu’da hala pek çok Ermeni var. Ve vatandaşımız. Hiçbir sorunları olmaksızın yaşamaktalar. Hem de elit tabaka olarak.

 İŞİN ASLI 1915 İLE 1917 ARASINDA  İKİ YILDA Ermeniler BASTIKLARI  silahsız ve erkeksiz  Kürt ve Türk  köylerinde  yaklaşık 250,00 ile 350,000 arasında MÜSLÜMAN KATLETMİŞLERDİR. İşin  aslı budur.

1917 de Bolşevik isyanı çıkınca geri dönen RUS BİRLİKLERİ VE KESİLEN RUS YARDIMINDAN SONRA ANCAK OSMANLI HÜKÜMETİ OLAYA MÜDAHALE EDEBİLMİŞTİR. VE YAPTIĞI İSE SADECE  KATLİAM YAPANLARI TEHCİRDİR.(Anadolu’dan sürme.)  Zaten büyük bir  çoğunluğu bilhassa çetecilik yapanlar teröristler katiller, Ruslar çekilince desteksiz kalacakları için Ruslarla beraber kaçmışlardır. Kalanların içinde  (a)Çeteci olduklarından şüphe edilenler  (b) Çeteciler (c) Türklerin intikam almasından korkanlar  tehcire tabi tutulmuşlardır. (d) Her şeye rağmen vatanım yurdum diyenler kalmıştır. 

Burada üç maymunları oynamada usta olan ülkelerin gayet iyi bildiği bir başka hareket daha vardır ki;  şapka çıkarmaları gerekir. Nedir bu hadise?

TEHCİR (*)

Bu tehcir sırasında Türk ve Kürtlerin intikam için Ermenilere saldırmamaları için  Osmanlı Hükümeti veya Padişah  Ermenileri korusun diye asker görevlendirmiştir.Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir devlet böyle insanlık yapmamıştır. Ya bir de Rusların Kırımlıları Sibirya’ya sürmesini araştırıverin. Hangi Avrupa ülkesi  70 yıldır bunu konu etti.? Hangisi Rusya’yı kınadı? Kaç bin Kırımlı yollarda öldü hiç araştırdınız mı?  ...     

(*) Göç ettirme. Başka bir yere nakil.

Çıksın biri yalan desin.

Bunu bütün dünya biliyor.

Yine bütün dünya biliyor ki;  Parçalanmak üzere olan Osmanlı İmparatorluğundan yer kapıp “Sen de şuraları al. Bir devlet kur” denerek silahlanan zümre  ERMENİLERDİR. Bunu bilmemek sadece aptallara mahsustur.

Tarihçiler ve siyaset bilimciler bunu böyle bilir. Silahlanan ve şuradan şuraya kadar ayrı bir Ermeni Devleti kurayım diyen Ermeniler doğal olarak ne yapmalılar? Burada ki Müslüman KÜRT ve TÜRKLERİ yok etmeliler. Yoksa buralarda nasıl Ermenistan kurabilirler? Doğal olanı ve doğrusu budur. Bin yıldır beraber yaşadıkları Ermenileri Müslümanlar neden kesmeğe kalsın ki?

Hem de köylerde eli silah tutacak bir tek erkekleri kalmadığı bir dönemde. Yıllardır süren savaşlarda giden gelmemiş, giden gelmemiş Türk ve Kürt köylerinde erkek olarak sadece ihtiyarlar ve çocuklar kalmış.  Hatta  öyle hale gelmişiz ki, onbeş yaşında ki çocukları askere almağa başlamışız.

“ Ey on beşli  on beşli ”    diye türküler yakmışız.

Kim böyle bir durumda bir başkasına saldırır. Deli olması lâzım.  Ayrıca o tarihe kadar Ermenilerle Müslümanların gayet mükemmel komşuluk içinde yaşadıklarını da asla gözardı edemeyiz. Hakikat budur. Dünyanın kıskanacağı bir komşuluktur Ermeni- Müslüman komşuluğu. Ermeniler adam olsa:

İngilizleri ve Rusları düşman ilân etmeleri gerekir.  Suçları da; bin yıldır huzur içinde yaşadıkları yurtlarından olmalarına sebep oldular. “Size ayrı bir devlet kurduracağız” deyip sonra sap gibi meydanda bıraktılar. Ayrı bir devlet olacakken toprağımızdan olduk demeleri lâzım. Ve SALAK ASALANIN 1967- 1980 arasında Türklere değil, İngilizlere ve Ruslara suikast etmesi gerekirdi.

         Evet, maalesef;  

Önce İngilizler ve TÜM  BATI sonra RUSLAR , KAPIŞMADI MI ANADOLUYU?

BİR KAPIŞMA DEĞİLMİYDİ BU DÖNEM?  TARİHİ İNKÂR MI EDECEKLER?

Resmen Osmanlı İmparatorluğu yağmalandı.   Soruyorum Avrupalı tarihçilere buraya kadar yalan ve yanlış bir yer var mı?

Bölüşmediniz mi ANADOLU’YU?   Gayri Müslim olarak Ermenileri kendinizden gördüğünüz için onları silahlandırmadınız mı?  Veya şöyle sorayım. Ermeniler neden silahlandılar? Kime karşı silahlandılar.?

Önce İngilizler dedik. Doğru. Çünkü: 

 Ulaşmaları ve işgâl etmeleri güç olan  İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Kuzey Doğu Anadolu’yu Ermenilere kazandırmak bir taşla üç kuş vurmaktı.

( 1)  İngilizlere bağlı ve bağımlı bir dost ülke kazanacaklardı.

( 2)  Osmanlıyı arkadan da çevirmiş olacaklardı.

( 3)  Kuzeyden gelecek Rus tehlikesine karşı  bir Ermenistan dominyonu her zaman işlerine yarayacaktı.

Ruslar için de Ermeni’ler aynı konumdaydı.önce gayri Müslimlik birliği vardı.(*)  İşgâl edecekleri Anadolu’da Türkleri içerden yıkmak için Ermenileri kullanmaktan daha kolay ne vardı? Karşılıklı tarihî bir çıkar bu. Gayet doğal. Gerek Ruslar, gerek İngiliz ve tüm Batı  düşman olarak gayet normal olanı yaptılar.

         DOĞRUYU SÖYLEYİN   (**)

Ancak ayıp olan, maymunluk olan, bu hadiseleri inkâr etmek ve tarihi çarpıtmaktır. Erkekçe deyin arkadaş, Osmanlıyı  yıkmak için yaptık. Saldırdık. İşgâl ettik. İçinizden Ermeni işbirlikçiler ile çalıştık. Ama başaramadık deyin.  Ayıp değil. Yenildiğiniz yalan mı? İstanbul’un  işgali yalan mı? İstanbul’un kurtuluşu yalan mı? İstanbul’u kim işgâl etti. Kimden geri aldık. Yalan mı?

Çocuklarınıza tarihi erkekçe doğru anlatın.

Bütün bu bunları inkâr edip Türkler Ermenileri katletti demek ;

EVVELA  APTALLIĞA GİRİYOR.  

SONRA  DÜŞMANLIĞA GİRİYOR. 

 

21. asra girdik. Yalanla ve düşmanlıkla toprak işgalleriyle olmuyor bu işler.

Çocuklarınıza bunları aşılarsanız  TERÖRE KAPI AÇMIŞ OLURSUNUZ. Zira 21. asırda artık toprak işgali ve cephe savaşı giderek tarihe karışmakta. Onun yerine silâhsız  bilimsel ve ekonomik savaşlar var. Bu kolay değil. Ama kolay olan  terör. Günümüz de her  ulus içinde bulunan  mikroplar bir şeyleri bahane ederek terör yaratıyor. 

(*)  İngiliz ve Fransızlarda  Katolik ve Protestanlık ağır basarken ; Ruslar Ortodoks idi. Buna rağmen değil mi ki Hıristiyan’dılar  ve  Ermenilerle ortak payandaları vardı. Mesele kardeş Ermenileri kim kendi safına çekmeliydi?

(**)  Osmanlıyı sırtından vurdurtmak ve kendi safında bir Ermenistan oluşturmak fikri, Ruslar için olduğu kadar İngiliz  ve Fransız için de özel bir önem arz ediyordu. 

Ey Avrupa! yarının Ermeni terörüne kucak açtığınızı biliyor musun? 

Daha doğrusu biliyorsunuz. Kibarlığın gereği yok.  O kadar aptal olmanız mümkün değil.

Bal gibi biliyorsunuz. Ancak uyarıyorum. Yarın Ermeni terörü doğarsa tek suçlu sizsiniz.

Suç işliyorsunuz.

Ülkenizde yalana dayalı Ermeni anıtları dikerek suç işliyorsunuz.

Bu yalandır. Bunu biliyorsunuz.

Tüm Avrupalı aydınlara buradan hitap ediyorum.

Başta Fransa olmak üzere ve ülkelerinde  Ermeni anıtı dikenlere söylüyorum.

1915 – 1917 yılları arasında  1,5 milyon Ermeni katledildiğini ispatlasınlar Türklüğümden de  dinimden de  vazgeçip elimde Fransa bayrağı ömrümün sonuna kadar Paris sokaklarında dolaşacağım. 

Daha ileri giderek diyorum ki:

1915- 1917 yıllarında  değil katledilerek;  eşekten düşen, karda donan, güneş çarpan, kalbi duran, çiçekten ölen, düşük yapan dahil  1,5 milyon Ermeni’ni öldüğünü ispatlasınlar.  ömrümün sonuna kadar  “BEN EŞEĞİM” diye dolaşacağım. 

Daha daha ileri gidiyorum ve diyorum ki: iki tana de atom atın. Bakalım Anadolu’da  kaç adam öldürebilirsiniz? Tarihi, nüfusu ve coğrafî yapıyı inceleyin atom atmak dahil 1,5 milyon adama öldürebilirseniz gelin karşıma.  Size bir de tiyo vereyim. 1925 te Erzurum’un nüfusu 13500- 14000  idi. Ankara’nın nüfusu 1925 de 20,000 idi.   Diğerlerini siz araştırın . Köylerin ve  kasabaların en kalabalığına atın atomu.

Hadi bakalım öyle  1,5 milyon  adam kestiniz deyip atmayın. Bir ulusa bok atmak o kadara kolay değil.

 İspatlayın. Kıçınızı kaldırın ve derhal ispata başlayın.  

 Sizler benim atalarımı kâinatın en ağır cinayeti ile suçluyorsunuz. Evrende bundan ağır suç yok.  Ya ispatlayın ya da atalarıma attığınız bu boku  yüzüne çalacağım.

Son olarak  daha fazla aptal durumuna düşmemeniz için yazıyorum. Bir uzman askere soruverin. 1915 şartlarında 1,5 milyon adam öldürebilmek için  nasıl bir ordu olmalı.?. Kaç kişilik bir ordu olmalı ?  Bu ordunun zayiatı ne olabilir? İngiliz ve Rusların şahane silahlandırdığı bu Ermeniler aptal aptal hemen ölüvermediler ya!   Elleri armut toplamıyordu.  Tetik çekiyordu. Kaç Müslüman öldürmüş olabilirler .. ? Bunun hesabını da  yapıverin bir zahmet.! Ve açıklayın toplam kaç kişi öldü? Bu tarihi bir hadisedir, askeri bir olaydır. Adam gibi tarih bilimi ışığında inceleyin sonra konuşun. Yoksa ben de derim ki Ermeniler üç milyon müslümana kesti. Kırk tane haklı sebebim var. (*)

Başka tiyolarda var. Ben yollarını göstereyim siz araştırın. Meselâ:

On yıl süren Afganistan –Rusya savaşında modern ve çok iyi öldürücü silahlar kullanılarak, tanklar kullanılarak kaç adam öldü?

 ( öyle 1915 te ki gibi 5 patlarlı “doldur kapa bağ yap”lı Kırıkkale tüfeklerle değil. )  

On yıl süren İran – Irak savaşı da bir  tiyo. Tanklar toplar tüfekler. Şahane öldürücü bombalar, peş peşe  on ikisi birden fırlatılan füzeler kullanılarak kaç adam ölmüş soruverin. 

1917- 1923 arasında  Çanakkale’de VE ANADOLU’DA kaç asker öldü?  Hani şu taa Avustralya’dan savaşla alâkası olmayan  zavallı ANZAKLARI  dahi getirip öldürttüğünüz ÇANAKKALE savaşında iki tarafın ölenlerini toplayın bakalım kaç kişi ediyor  .. ? 

Kaldırın kıçınızı araştırın  1915- 1923  arasında ; Ermeniler dahil, Türkler dahil, Anadolu’yu işgâl eden  tüm emperyalist ülkeler dahil  toplam 1,5 milyon insan öldüğünü ispatlayın ben eşşeğim diye dünya turuna çıkaracağım.

İşkembeden sallamayın.  

Şimdi adam gibi kıçınızın üstünde oturun iyice düşünün, iyice araştırın, ondan sonra :

1915-1917 arasında - 85 sene evvel - iki  yılda - o zaman ki silahlarla ve darmadağınık bir coğrafya olan ANADOLU’DA  (adı ne olursa olsun) bir gurubun, başka bir guruptan 1,5 milyon adam öldürmesini sağlayın. Bu mümkün mü değil mi  biz de bilelim.

 

(*) Eğer tarihe ışık tutulacaksa, bir çarpışmada iki tarafın da kayıpları olur. Eğer bilgileriniz bir belgeye dayanıyorsa  o belgede mutlaka  Ermenilerin kaç Müslüman öldürdüğü de yazılı olması gerekir. Bunu da bulun ve yazın.

Karşı tarafa  BİRBUÇUK MİLYON ZAYİAT VERDİREN bir ordu kendi de  1,5 milyon zayiat vermesi gerekir. Bu tarihi bir savaş gerçeğidir. Bilhassa o tarihlerde o askeri ve coğrafi şartlarda.  1,5 milyon zayiat veren bir ordunun tamamı  acaba kaç kişidir? 

Daha başka ip uçları da var ama bu kadar açıklama, 1,5 milyon Ermeni öldürüldü deme aptallığından kurtulmanız için yeterli.

Düşmanlığınıza saygım var.

Ama aptallığınıza saygı duyamam.

Eğer ispatlayamazsanız  aptala ne yapılırsa ben de size onu yapacağım. 

EĞER ÇOCUKLARIMIZA TERÖR BELASININ BULAŞMASINI İSTEMİYORSAK; EVVELA, TARİHİ ÇARPITMAKTAN VAZGEÇELİM.

ÇOCUKLARIMIZA DÜŞMAN DUYGULAR, KİN TOHUMLARI AŞILAMAYALIM.

YOKSA ,

TERÖR, GÜCÜNÜN NE OLDUĞUNU 11 EYLÜLDE   APTALLARA  VE  ÜÇ MAYMUNLARA 

AMERİKA’DA   İSPATLADI.

GEÇMİŞİ  BUKADAR KARIŞTIRIRSANIZ GÜNEY VE KUZEY AMERİKA’DA, AFRİKA’DA, OKYANUSUN BİNLENCE ADALARINDA, AVUSTRALYA’DA, PANAMA’DA, ÇİN’DE, HİNDİSTAN’DA  NELER YAPTIKLARINZI  SAYMAK ZORUNDA KALIRIZ.  400,000  AZTEKLERİ NASIL YOK ETTİĞİNİZİ,  MAYALARI NASIL YOK ETTİĞİNİZİ SÖYLEMEK ZORUNDA KALIRIZ.  Bir istisna olduğu için sadece Çin’de yaptığınız şerefsizliği, alçaklığı anacağım. Öldürmekle  bitmeyecek kadar çok olan Çin’de  ne yaptınız? Söyleyeyim mi ?  Siz inkar edersiniz gene ben söyliyeyim.

Tüm Çinlileri   eroine alıştırdınız. Uyuz ite çevirdiniz adamları. Ne canlar yaktınız! Verin haydi hesabını. Daha öyle cinayetleriniz var kı;  bir kavmi yok ettiğiniz için sizi dava edecek kimse kalmadı.  Tek bir canlı

kalmadı ki “atalarımı kestiler” diyen biri çıksın. ! Şahitsiz ve delilsiz  BİNLERCE cinayetiniz var...! Hepsini biliyoruz.

İkincisi  :  Gelelim KIBRIS HADİSESİNE.

1958 de ve 1963 te Türklerin  silahlanıp bir tek Rum vurduğuna dair kanıt var mı?

Ama Rumların defalarca Türkleri sıkıştırmaları var.  Devlet dairelerinde güçlük çıkarmaları var. Siyasi otorite de söz sahibi olmaktan çıkarmak istemeleri var. 

Türklerin davası ne olmuş?

Hep hakkının yenildiğini söylemek ve sızlanmak olmuş.

Bağ bahçe tapularında,  mülk edinmelerde sinsice mağdur edilmeler başlamış. Biraz daha ileri gidilmiş tehditler başlamış. Türklerin çoğunluk olduğu hiçbir yer kalmaması için önce tarlası rızası ile ve bedeli ile alınmak istenmiş ancak kabul edilmeyince tehditler başlamış. Aklına hiçbir cinlik ve şeytanlık gelmeyen  Türkler bir şeylerin farkına varmağa başlamışlar 

Hasta olduklarında  hep İngiltere’ye giden Türkler; üniversiteye İngiltere’ye giden Türkler hatta  Yunanistan’a giden Türkler o zamana kadar hiç akıllarına gelmeyen Türkiye’yi hatırlamışlardır.

Çünkü hiç akıllarında yokken  Rumlar tutumları ile ;

“ Siz bizden değilsiniz. Biz Rumuz. Siz Türksünüz. Biz Hıristiyan’ız, siz Müslümansınız” tavrına girmişlerdir.  

Baskılar arttıkça Türkiye’den medet ummak zorunda kalmışlardır. Türkiye’ye yönelmişlerdir. 

Yoksa Kıbrıs Türklerinin Türkiye akıllarına bile gelmiyordu. Ve Rumlarla hiçbir sorunları yoktu. Hatta adamlar Türkçe’yi unutmuşlar Rumca’yı daha iyi konuşuyorlardı. (*)

Kim kaşıdı bunları durup dururken?  Rumlar.

Türklerin Kıbrıs’ta bir melanet başlattığını hiç duydunuz mu?  İspatlayabilir misiniz? Türkler eğer Rumlardan ayrılmak fikri gütselerdi ne yaparlardı? Uzmanlar adam gibi düşünüp cevap versinler.  Onlar kıçını kaldırıp düşünsünler. Ben başka sorularla onları aydınlatayım.

Türkler:  meselâ,  1950 lerde 1960 larda  veya 1970 lerde hiç RUM hakimiyetli Kıbrıs  Devletine  herhangi bir sebeple saldırmış mı?  Sivil sivile bir baskı duydunuz mu?  Türklerin Rum komşuları ile komşu kavgaları duydunuz mu?    Daha ile gidelim. Rum resmî makamlarına bir suikast girişimi var mı? Tam faşist ruhlu gaddar ve gülmez suratlı MAKARİOS’a karşı bir suikast veya miting veya  karşı gelme var mı?   Peki  Türkiye’nin BÖYLE BİR Kıbrıs’ı ilhak niye aklına gelmedi. ? Niye hiçbir eylemi yok?  Varsa gösterin. (**)

(*) (**)  “Burada bir hatırlatma daha yapayım. Biz Türkler  faşist ve şövenist olamayız. Çünkü ruhumuzda kanımızda yok. O tarihlere gelene kadar 1000 yıldır biz de Müslüman olma biriliği önemlidir. Namuslu insan olma özelliği önemlidir. Dürüst olma özelliği önemlidir. İyi bakın. İyi araştırın. 1000 yıldır Türklerin kahir ( hakim)  zümre olduğu ülkelerde hiçbir diğer millet dilini- dinini- gelenek ve göreneklerini kaybetmemişlerdir. Bu yönde devletin hiç  bir baskısı olmamıştır. Halkında olmamıştır. İslâmiyetin en önemli özelliği ilk şartı: 

DİNDE ZORLAMA YOKTUR.

Zaten olsa idi , taaa beş yüz sene evvel  Ermenice, Rumca veya diğer dillerde tek bir adam kalmazdı. O tarihte bu asimilasyon Padişahın bir fermanına bakıyordu.  Fatih’in İstanbul’u fethinde  savaş bittiği anda  (yani askerî harekât bittiği anda) sivillere kesinlikle dokunulmamıştır. Ve padişah özel bir fermanla tüm halkın dilinde ve dininde serbest olduğunu ilan etmiş. Buna bizzat kefil olmuştur.   Yoksa ;

“Yarından tezi yok kimse Türkçe’den gayrı konuşmayacak “ deseydi. Her şey  35 senede biterdi.

“Kimse kiliseye gitmeyecek” deseydi.  Bugün ayakta bir tane kilise kalmazdı. Hayatta bir tane Ermeni kalmazdı. Daha ilerisini diyeyim beyler. Tarihi iyi  okuyun. Padişahların yarısının anası  Rum veya Ermenidir.  

Biz bundan hiç gocunmadık .  Padişahlar hiç gocunmadı.  Biz TÜRKÜZ  diye ısrar eden olmadı. Nasıl olur da böyle bir ülkede  Padişahlar emirle Ermeni katleder  ?  İyi düşünün beyler!....!  

Bunun tam tersi bir olay anlatayım. İşte yakın  günümüzde sıcağı sıcağına bir olay. 35 sene evvel Almanya’ya  veya Fransa’ya çalışmağa giden Türklerin çocukları daha  birinci nesil. Evet birinci nesil.Türkçe bilmiyorlar.  Torun değil ; İlk oğullar, ilk kızlar Türkçe konuşamıyorlar. Beş -altı yaşında gidenler ise  neredeyse Türkçe’yi unutmuş.  Almancayı daha iyi konuşuyorlar.

Hani nerede bizde faşist anlamda  milliyetçilik! Bırakın faşistliği, sövenistliği. Türkler öyle IRKÇI BASKI YAPMAZLAR DEMİYORUM. YAPAMAZLAR.  Tüm Avrupa 1789 dan sonra milliyetçiliğe uyandınız.Ve nice savaşlar yaptınız. Kendi aranızda.  Osmanlı imparatorluğu yüz sene sonra 1889 da bile böyle bir IRKÇI MANTIĞI edinemedi. Anlayamadı.   Bu yüzden padişah Ermenileri o kadar kendinde özümsemiş ve kendinden biliyordu ki; ayrı bir devlet kurmak için silahlanmalarını aklı almadı. Çünkü meclislerde mebus olan Ermenilerdi, orduda paşa olan Ermenilerdi.  Sadrazam olan Ermenilerdi. Rumlardan çok idiler. Ticarette en ileri Ermenilerdi. Deli miydi ki bunlar kaymağını yedikleri bir ülkede ayrı devlet sevdası gütsünler. Hiçbir eksikleri olmadığı gibi Türkler dahil bütün tebaadan fazlalıkları vardı. Hiçbir sorun yoktu.  Bütün diğer tebaa nasılsa onlarda aynı idi. Siz ırkçı ve söven Avrupa..! Siz kışkırttınız.! Siz ..!”   

İKİNCİ BÖLÜM

Anadolu’da kimse ama  hiç kimse dilini ve dinini kaybetmemişti. Hem de  bin yıl. Halâ da öyle. 

Bu ülkeye bu millete mi soykırım yaptı diyorsunuz?  Kıçınızı kaldırın araştırın. Kıçınızla düşünmeyin. Kafanızla düşünün.

Koskoca  bir ulusa bok atmak o kadar ucuz değil. Kainatın en ağır suçlamasını yaptığınız halde, halâ hiçbiriniz suikasta uğramadınız.  Yalan ve iftiracı olduğunuz halde kimse yüzünüze domates atmadı. Evinize girerken veya çıkarken kurşunlanmadınız. Şu milletin uysallığına bakın ! ve utanın.! Utanın..!

Türkler hala kuzu kuzu  vallahi biz öyle bir şey etmedik. Demekten başka bir tepki vermiyorlar. Yarın Asala gibi Taşnak gibi  terör örgütleri  sizin sayenizde katliama  başlarsa hiç şaşmayın. Ve “ eee ne yapalım siz de soykırım ettiniz. Cezanızı çekiyorsunuz demeyin.” Zira  Allah’ın öyle bir adaleti vardır ki: terör  birgün kendini besleyeni de vurur. Çünkü onun adı teröristtir. PKK’nın yüzlerce infazında gördük bunu. HİBULLAHÇILARDA  gördük bunu. Diri diri gömdükleri hep kendi adamaları. Kendilerini besleyenleri kadın- bacı , alim, kamil, hoca hacı demeden acımasızca katlettiler. Kendi kasetlerine çektikleri bu  cinayetleri izleyen gazeteciler üç gün kendine gelemediler. Mafyacılarda bu örnekler binlerce.  

Siz hiç Amerikanın böyle bir belâya düşeceğine inanıyor muydunuz.?  Üste dost ve müttefik İngilizce konuşan ve Hıristiyan Kanada. Altta hiç savaşma gücü olmayan bir Meksika.  İki tarafı okyanus.  Kim çatacak Amerika’ya?  Nasıl çatacak? Kim nasıl saldıracak?  diyordunuz. Ama gördünüz.   ...! 

Ey Avrupa Türkler soykırım yapmadı.

Bunu gayet iyi biliyorsunuz.

Çöken imparatorluğun paylaşımında katliam yapanın ERMENİLER olduğunu da biliyorsunuz.

Tüm dünya basınının Hıristiyan aleminin elinde olduğunu da biliyorsunuz. Kendi basınınız, bir nevi savaş taktiklerinden biri olan  PROPOGANDA TAKTİĞİNİ UYĞULAYARAK ;ANTİ PROPOGANDA OLMASI İÇİN  TÜM AVRUPAYA TÜRKLER ERMENİLERİ KESİYIOR DİYE HABER GEÇTİLER. 

SİZİNDE BEKLEDİĞİNİZ BUYDU.  YIKILAN OSMANLININ  YIKILIŞINI HIZLANDIRMAK İÇİN  ERMENİ KATLİAMI  PROPOGANSANINDAN DAHA İYİ İNE OLABİRDİ.?

BÖYLECE TÜM AVRUPAYI GALEYANA GETİRMEK MÜMKÜNDÜ,  SİZ DE BUNU YAPTINIZ.

10.000 ni l00 000 yapmak, yüz bini , bir milyon yapmakta bir beis yoktu. Maksat kutsaldı. Osmanlı İmparatorluğunu  yıkmak. Hem de bir an evvel. Kaybedecek bir dakika bile yoktu.

Artık 13. HAÇLI SEFERİYDİ BU VE BİTMELİYDİ BU DAVA.

Bugün tüm dünyanın  ELİNDE Kİ DELİLER  EĞER VARSA BU GAZETELER OLSA GEREK. Uydurma ve kasıtlı haberlerdir.

Bu devirde bile basının yalanlarından kurtulamıyoruz.  Ama bu kaçacak fırsat değildir.  SON HAÇLI SEFERİDİR BU. 12 DEFA YENİLDİKLERİ HAÇLI SEFERLERİNİN TAM İNTİKAM SIRASIDIR.  TÜM AVRUPAYI AYAKLANDIRMAK. VE TÜRKLERİ ARTIK TARİHTEN SİLMEK İÇİN SON FIRSATTIR BU.  BU FIRSAT İYİ KULLANILMALIDIR.

VE ÇOK İYİ  KULLANILMIŞTIR.

İYİ NİYET BELASI    

 Bizim padişahlarımız da biz gibidir. Misafiri baş tacı eder. Emanete hiyanet etmez. Kendine sığınanı Tanrı emaneti olarak görür. Onun uğruna ölür.

O  günlerde öyle yapardım. Ama yanlışmış. Devletler arasında  ERKEKLİK – MERTLİ-- SÖZ NAMUSTUR   gibi  duygusallığın hiç yeri yokmuş!

Bizim Padişahlar bu kafa ile  yani kendine sığınanı vermeme  kafası ile bu belalara bulaştırmış milleti.  Ne demek istediğimi anlamış olmalısınız.   Hain- menfaatperest- ırkçı ve nankör ALMANLARIN kendi düşmanlarından kaçan iki gemisi (*) bize sığındılar. Bizim aslan  duygusal Padişahımız onlar bana sığınmıştır. Benim olmuştur. Ben onları satın aldım demek erkekliğini! göstermese  idi; SEVR DİYE BİR OLAY BAŞIMIZA GELMEYECEKTİ.  İŞTE BU MEYANDA SİZ AVRUPA  TAM FIRSAT YAKALADINIZ. SAVAŞMADAN MAĞLUP OLAN TÜRKLERİ YOK ETMEK İÇİN ELİNİZE HARİKA BİR FIRSAT GEÇMİŞTİ. BU FIRSATI, YALANIYLA,TALANIYLA, HİLESİYLE ,HERTÜRLÜ HAİNLİĞİYLE KULLANMAK LAZIMDI. AVRUPA BUNU BAŞARDI. 

İŞİN ASLI BU.

BAL GİBİ BİLİYORSUNUZ Kİ. O İKİ GEMİ Türklerin değil. Ve Karadeniz’e Padişahın emriyle çıkmadığı gibi , hiçbir Ermeni’nin  vurulması veya öldürülmesi gibi bir emri de olmadı. Asla Ermenileri katletmedi. Nasıl yapabilir ki ?

 Mecliste ve orduda , en yüksek mevkilerde Ermeniler var. Osmanlı hükümeti böyle bir karar alamaz ki. Mümkün değil. Padişahın etrafı Ermeni dolu. Şehzadelerin yarısının anası Ermeni.  Mümkün değil. İktidarda Ermeniler var. Padişahın en itibar ettiği zümre Ermeniler. Mümkün değil. Devlet ricalinde bir yığın memur Ermeni, Paşalar Ermeni.  Ermenileri asalım keselim diye bir karar, mümkün değil. Hem neden canım, neden durup dururken  Osmanlı  hükümeti bunu yapsın.?  Deli mi? Her türlü sanat ve ticaret erbabı Ermeniler. Türk halkının da en güvendiği ve saydığı zümre Ermeniler. Nalbanttan  tutun da  yorgancısı, terzisine  kadar; düvenciden tutun da sarrafına kadar , demirciden tutunda marangoza kadar sanatkârlar, Ermeni,  Rum ve Yahudi. Hepsi için aynı serbestlik var. Kimse onları ayrı görmüyor ki .. !

Türk söküğü olsa ;Ermeni’ye diktiriyor. Paraya sıkışsa Yahudi’ye  gidiyor. Değil Ermeniler tüm gayri Müslimlerle tam bir  beraberlik içindeler. Ne halk olarak ne iktidar olarak  OSMANLI İmparatorluğunda kimsenin ne Ermeni’den ne Rum’dan ne Yahudi’den  şikâyeti var. Asırlarca birbirlerine zarar vermeden yaşamışlar. 1915 te de neden  birden her şey ters dönsün ki?  Mümkün değil.    

Bunlar gerçektir. Hayal hülya değil.

Okuyun tarihi.  Cemal Kutay’ın İstanbul Efendilerini okuyun. Eski İstanbullulardan dinleyin. Eski Beykozlulardan dinleyin. Beyoğlu’nda yaşayanlardan dinleyin. Halâ gayri Müslimlerde ki sanatkârlığı , çalışkanlığı, dürüstlüğü överek anlatırlar. 1915’e kadar Ermeniler Türklerin en değer  verdiği zümre idi. Ermenilerin saygınlığı vardı. Dinleyin yaşlıları.  

Okuyun  lütfen okuyun. Okuyun ve okuyun. Ve araştırın. Ve araştırın.

At gözlüğü gibi bir Türk düşmanlığına saplanıp atmayın kafadan. Alıp oluyor.

Ve tekrar yazıyorum. Ermeniler  :

BAŞTA İNGİLTERE OLMAK ÜZERE RUSYAYI DAVA ETMELERİ  LÂZIM. DÜNYADA EN İYİ KONUMDA YAŞADIKLARI  TÜRKİYEDE Kİ KAYMAKLI HAYATLARINI ONLARIN KIŞKIRTMALARI YÜZÜNDEN KAYBETTİLER.

HALA ŞU ANDA, ŞİMDİ, ( EYLÜL 2001 DE DAHİ) Türkiye Ermenileri üst tabakadır. Zengindir. Hepsi iş adamıdır. Kasaplık, yorgancılık, terzilik, marangozluk, demircilikleri Türklere bırakmışlar, daha üst seviyede büyük çapta ticaretle uğraşmaktalar. İstanbul’un kral yerlerinde onlar oturur. HALA EN BÜYÜK İTHALATÇI VE İHRACATÇILARIMIZ ERMENİLERDİR.  Ya  Ermenistan Ermenileri ne durumda?   70 yıl  Rusya tarafından faşist bir baskı ile ezilmişler. Sömürülmüşler. Hiç seslerini çıkartamamışlar. RUSYA YIKILIP GÖZLERİ AÇILIR AÇILMAZ DERHAL AZARBEYCAN’A SALDIRMIŞLARDIR. KİM FAŞİST? KİM IRKÇI ? KİM KİNDAR? KİM İNTİKAMCI?  KİM EMPERYALİST?  BU ÖRNEK BİLE YETER.

Bunu da görmeyecek kadar kör müsünüz ?   Aslında konu bitti gibi ama. O kadar üzüntümüz var ki; dönüp dönüp yazıyoruz. Belki bazı tekrarlar  oluyor ama. Evet acımız çok büyük !. Atılan iftira çok büyük ..! Bu yüzden  tekrarlarım için kusura bakmayın. N’apalım bir kere daha anmış olsam aynı şeyi ne olur  .?

Onlar, yalanı  seksen yıldır anıp duruyorlar. Biz doğruyu  ikinci baskı yapsak ne olur?

DOĞAL YALANLAR

Yalan her zaman yalandır. Ve ayıptır. 

Ancak ne zaman söylenir. Niye söylenir diyerek araştırırsak. Böyle bir yalana ve iftiraya ihtiyacı olan kimlerdir dersek HAKİKAT ortaya çıkar.!   Böyle bir yalana ve iftiraya ihtiyacı olanın yukarıda da izah ettiğimiz gibi Ermeniler ve Emperyalist ruhlu Avrupa olduğu gayet açıktır.

Bu gözle bakınca , Ermenilerin yaptığı soykırımı Türklere yıkmak bence hiçte  şaşırtıcı değil.

Gelelim, olması gerekenlere.  Yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı yıkılmakta olana duvara bir kazma da sen vur kabilinden,  MEDENİ & VAHŞİ  AVRUPA elbette, bu durumda şunu demeyecekti:

Ermeniler bağımsız Ermenistan kurmak ve Osmanlıdan ayrılmak için yörelerin de ki ; Kürt ve Türklere saldırdılar. İşin doğalı bu. Devrin gereği bu.

Elbette şöyle olmayacaktı:  Meselâ:

1-- 15 Temmuz  1915 baskısında falan İngiliz gazete manşeti ;

“ Ermeniler şuradan şuraya kadar Kürt ve Türk köylerini bastı. Şu kadar Müslüman köyünü ele geçirdiler. Şu kadar kayıp verdiler, şu kadar Müslüman öldürdüler “diye yazmayacaktı.  Meselâ:

2--  24 Ekim 1915 baskısında ,  bir Fransız gazetesi ; “ Ermeni çeteciler affedersiniz, silahlı kuvvetleri, İngiliz ve Rus yapımı tüfeklerle şu kadar sivil Türkü öldürdüler “ demeyecekti. Meselâ:

3-- 19 Aralık 1915  baskısında , Rus destekli Ermeni   komitacıları Kars’ın yirmi köyünü başmışlar, hiç bir mukavemetle  karşılaşmamışlar ve bu köylerde ki Türk nüfusu yok etmişlerdir. Erkekleri 11 cepheye dağılmış olan Türklerin Ermeni komitacılara karşı koyacak güçleri olmayan Türkler ya teslim olmuşlar veya teslim olmayanlar  öldürülmüşlerdir. “Diye yazmayacaklardı.

 Elbette  kendilerine göre ve taraftarlarına şerbet verecek ve onların intikam damarlarını körükleyecek şekilde yazacaklardı. Yapmaları gereken bu idi. Onlarda bunu yaptı. Taa Erzurum Palandöken Rus işgalindeydi.  ( Zaten Türklerin karşı koyacak gücü olsa idi Ruslar  Erzurum’u alamazlardı.) Ruslar  Türk topraklarını o kadar benimsemişlerdi ki; yol, köprü, fabrika inşasına başladılar. Türk işçilerine iş veriyorlardı. Yalnız tarihi iyi okuyun. Dikkatle bakın. Ruslar askerî işgal yapmışlar. Askerlik gereğinin dışına çıkmamışlardır. Katliam yapmamışlardır.

 YA  ERMENİLER  !

Ama Ermeniler, terörist idiler.  Yaptıkları da terör idi. Çünkü silahsız sivilleri katlediyorlardı. Topluca sivilleri kuruşuna dizip, toplu mezarlara elbiseleri ile gömüyorlardı. Savaş başka terör başka. Sıfatsız ve vasıfsız Ermeni silahlı çetecileri, silahsız ve çok düşkün durumda ki on binlerce KÜRT ve Türk Müslümanı öldürdü.

Avrupa  1050  yıldır gözlerini korkutan TÜRK kâbusundan kurtulmak istiyordu.  12 kere haçlı ordusu toplamışlar. Hep yenilmişler. Hem de haçlı ordusu 150,000; Türk Ordusu 30,000 GENE YENİLMİŞLERDİ.

NİHAYET 1915 LER GELMİŞ o düveli muazzamdan biri olan KOCA Osmanlı İmparatorluğu acz içine düşmüştü. Tüm Hıristiyan aleminin hayallerinin gerçekleştiği gün gelmişti. Dürüst olmanın, insaflı olmanın zamanı değildi.  Hem:

NE LÜZUM VARDI Kİ:  BATAN BİR ÜLKEYİ ; YIKILAN BİR DUVARI KORUMAGA.

O MANTIKLA , YAKLAŞIMIN BÖYLE OLMASI GEREKİRDİ. AVRUPA’DA BUNU YAPTI.

Kime karşı, ve niye dürüst olsundu.?

Tüm Hıristiyan alemi için Türklerin kaybetmesi önemli idi. Anadolu nasıl paylaşılırsa paylaşılsın o kolaydı. Ancak  boğazlar statüsü bakımından önemliydi. Paşa paşa kavga gürültü etmeden hemen ortak bir idare oluşturuverdiler. ( Tıpkı masa başında Afrika’yı—Amerika’yı-Avusturalya’yı—Orta  Doğuyu cetvelle bölüştükleri gibi  Osmanlı imparatorluğunu da bölüşmek için kolayca anlaştılar. Önemli olan Ruslara boğazlarda bir hak vermemek idi.)

YALANA DAYANAN TERÖR

AMA ARTIK 2001 YILINDAYIZ TÜRKLERİN ALEYHİNE YALAN İCAD ETTİNİZ. YALANA İSTİNADEN İKİYÜZE YAKIN  DİPLOMATIMIZ KATLEDİLDİ.  TEK KELİME KINAMA YAPMADINIZ.

Utanmadınız.

Bu defa anıtlar dikmeğe başladınız. Anıtlar zaferler için dikilir. Ayrıca bir davanın anıtı dünyanın her ülkesinde dikilmez.. Hele başka memleketlere ait olayların anıtı hiç dikilmez.  Buna ukalalık denir. Art niyetin göstergesidir.  Husumetin göstergesidir. Serv ( Serves) ile başaramadığınız, Anadolu işgalinden ötürü içinizden atamadığınız kinin göstergesidir.

Asla dünya barışına çalışmadığınızın ve çalışmayacağınızın göstergesidir.

Öyleyse;

Türklerin Çanakkale, Sakarya’da ölen 400.000 şehidi için de anıt dikin. Dünyanın öbür ucundan bazı güçlü ve sömürgeci beyinli devletler  taaa Anadolu’ya kadar gelip buraları işgale ve burada veya diğer ifade ile burada yaşayanları öldürmeğe başlamışlar. Bunun izahını nasıl yapacaksınız?  Bin anıt ta bizim için dikin.

Demek ki diktiğiniz Ermeni anıtı maksatlı. Veya size diktirttirilen! bu anıt maksatlı.

Diktirttirilen kelimesini bilerek ve üstüne basarak yazdım.  Çünkü , sizi ne güzel uyutuyorlar, kullanıyorlar.

1- Maksatlıdır. Bunu yukarıda anlattık. 

2- Bilmiyorsunuzdur. Alet oluyorsunuzdur.  Bunu irdeleyelim.

Bu da mazeret değil. Bırakın bir ÜLKEYİ YARGILAMAK GİBİ  dünyanın en büyük olayını ; trafik kurallarını bile bilmemek suçu veya hatayı hafifletmiyor. Yasaları bilmemek hiçbir hukukta mazeret kabul edilmiyor. Belki gerçekten bilmiyor olabilirsiniz.

Belki diyorum. Ama bilmemek hele devlet yönetimin de parmak kaldırdığın bir davayı bilmemek hiç affedilir bir iş değil..!

         Zira  Sayın Reha Muhtar Show Tv. de bir açık oturum yaptı.  Bu kınamaya imza atan ve  ermeni anıtının  dikimine çalışan adam  ( şimdi adını bulamadım.)  o kadar konunun cahili ki şaşırdım kaldım. Adam beş defa ben dünya barışına katkıda bulunmak için buna onay verdim dedi.   Başka laf yok. 1100 senede kaç tane kilise kapantı diye üç beş laf etti. Hepsi bu.  1915 te Ermeni nüfusunu bilmiyor. Türk nüfusunu bilmiyor. Ermenilerin nerelerde yaşadığını bilmiyor.  Rusların Doğu Anadolu’yu yarısına kadar işgal ettiklerini bilmiyor. Hatta Fransızların doğu Anadolu’da nereleri işgâl ettiğini bile bilmiyor. Üstelik bu adam Fransız mebusu.

Türk katılımcılar ne sorduysa cevap veremedi. Bön bön bakıyor. Suratı kızardı. Bozardı. Aptallaştı kaldı.  İmzasını attığı davanın yerini yurdunu aslını astarını bilmiyor. Hiç Türkiye’ye gelmemiş. Hiç Anadolu’da bir Ermeni ile konuşmamış.  Fransa’da  Türk ve Ermeni dostlarıyla ayrı ayrı veya beraber bu konuyu konuşup soruşturmamış. 

Kelimenin kam anlamıyla aptal gibi el kaldırmış.

Şimdi gelelim. Bunun izahına.

Fransa denen koca memleket:  500 kişilik meclisinin tam onda biri kadar yani 50 kişinin aldığı karar ile kayıtlanabilene bir ülke demektir. 

50 kişilik bir oturumda alınan karar ile tüm Fransa yönetiliyorsa (iç işlerine ait kararlar olarak) bu ülkede demokrasi falan yok demektir.

Bu ülkede yasalar 50 kişi ile çıkıyorsa  biz Fransa’yı medeniyetin beşiği diye okumakla ciddi bir ansiklopedik  hata edinmişiz. 

Kaldı ki bir  karar uluslar arası ise  bu karar öyle salt çoğunlukla veya mevcudun yarısından bir fazla ile alınmaz. Bir dernekte bile böyle karar alınmaz. Fransız kanunları bu kadar ucuz mu çıkıyor?

Bilim adamlarına danışmayan, tarihi incelemeden beş yüz oy için başka bir ülkeyi (Kİ  o ülke Nato olarak müttefiki  olduğu halde )  yargılama  terbiyesizliğini  gösteriyorsa Fransa dünyanın en güvensiz bilgisiz tutarsız  ülkesi demektir.

Buna benzer  biz meclisimizde kırk tane karar alabiliriz.

Neticeye gelirsek tekrar birinci madde gündeme geliyor.    Bir ülke ki bu Hele FRANSA İSE  böyle bir karara el kaldırmasının  altında emperyalist ideler vardır.  Maksatlıdır. Taa Malazgirt’ten başlayan ve hala sönmeyen bir  kin ve intikam var demektir.  

Ne yazık ki:  Tarih objektif olarak incelenirse  İtalya’nın- Fransa’nın- Almanya’nın ( o zaman Yunanistan yok adını anmıyorum. ) Bulgaristan’ın kuyruk acıları olabilir. Ama Ermenilerin kuyruk acıları hiç yok. Bilakis Osmanlı İmparatorluğunun en itibarlı, en mevkili tebaası olarak  en  zengin ve söz sahibi tabakası  olarak  şükran duyguları var.  Dürüst Ermenilere sorun. Bu budur.

Demek ki maksatlı işler bunlar.

Fransa eğer dünyada mazlumları ve katledilenleri anmak gibi kutsal bir davaya inanıyorsa; Fransa’da her sokağa bir anıt dikmesi gerekir. Başta kendinin, binlerce okyanus adalarında ve Afrika’da yaptıkları yerli katliamları için  yüz yere anıt dikmeli.

Ey akıllı Avrupalılar:

Kendi  ülkelerinizden beş bin km,  on bin km. uzakta bir memlekette hak  iddia etmenizin  temeli nereye dayanıyor?  Mesela:

İngiltere nere, Falkland nere?  Atom denizaltıları ile  on beş günde gidecek kadar uzak bir yer. Nereden sizin oluyor... ?    Bu adamlara dilini ve dinini kaybettirene kadar acaba neler ettiniz?  ...  ?   ... ?   çünkü siz  FAŞİST VE SÖMÜRGECİ AVRUPA ! 

SİZ !HANGİ  AFRİKA ÜLKESİNE

---VEYA OKYANUSTA  Kİ  BİNLERCE  ADAYA

—VE LATİN AMERİKADAKİ ÜLKELERE -------------  devamı var  NEREYE GİTTİNİZSE  

ADAMLAR  SİZİN DİLİNİZE VE DİNİNİZE   DÖNMÜŞLER.       

Bu size bir şeyler ispatlamıyor mu...?

Korumağa kalktığınız Ermeniye bir sorun :

-----Siz niye 1000 yılda dilinizi – ve ---dininizi unutmadınız diye. ...?

Sonra dönün kendinize,  şapkanızı önünüze koyup  sorun:

--- Biz tüm Avrupalılar (*) biz , işgal ettiğimiz yerlerde değil bin yıl;  yüz 100 yıl gibi bir sürede adamların  dillerini ve dinlerini değiştirivermişiz. ....!  Nasıl  olmuş bu iş ... ?

Hani diyorum ki:

Yoksa  siz  oralara gidene kadar adamların bir dili ve dinleri yok muymuş   ....???? 

Fransa’dan insaniyet namına  bir anıt olayı başlatmasını rica ediyorum.

Objektif bir gözle bakarak ve bilimsel bir gözle bakarak Fransa  kaç tane anıt dikerse ; biz de bu ülkede aynı isimle aynısını burada dikelim.  Söz .

Ancak anlaşılıyor ki:

Dün Ermeniler ile bölemedikleri DOĞU ANADOLUMUZU KÜRT SORUNU İLE BÖLMEYİ DENEDİLER. 

PKK YI DEZTEKLEDİLER. BU DA TUTMADI.

Bakalım yarın ne hususta Türkiye’nin aleyhine bir davanın peşine koşacaksınız?

Dış İşleri Bakanımız sayın HİMKET ÇETİN “ Ben  bir Kürt’üm bakın DIŞ İŞLERİ BAKANIYIM”diyor. Ve tarihte bizim siyasi otoritede yer alan  Kürt ve Ermenileri sıralıyor.  Ama Avrupa üç maymunları oynamağa kararlı . Sayın KAMRAN İNAN tarihi en ince detayına kadar sıralıyor.  Osmanlı döneminde bırakın meşrutiyet meclislerini ; Divanda bile Ermeni sadrazamlar ( başvekil) var diyor. Avrupa üç maymunları oynamağa kararlı. Cumhuriyet meclislerinde meclisin üçte biri- beşte biri Kürt diyor. Avrupalı üç maymunları oynamağa kakarlı.  Devlet adamlarımıza inanmıyorlar. Tarihe inanmıyorlar. Gidip bir katile inanıyorlar. Bir yanda bir katil.  Fabrikalarına bekçi alın desek APOYU BEKÇİ ALMAZLAR.  Ama her türlü yardımı yapıyorlar. Çünkü: Adam sadece adam öldürmeğe eğitimli.  Ve Türkiye’ye şahane zarar veriyor. Avrupa’yı ilgilendiren bu.

PKK Türkiye’ye gidecek turistlerin hayatına kastediyor.  Demiyorlar ki; sen benim halkımın seyahat özgürlüğün nasıl kısıtlarsın? Nasıl benim halkımı ölümle tehdit edersin demiyorlar. Şantaja boyun eğiyorlar da  kınama yapmıyorlar.  PKK silah temini için her türlü yasa dışı işleri yapıyor. Dünya eroin ticaretini ele geçiriyor. Tüm Avrupa gençliğini zehirliyor yine  Türkiye’ye zarar vermesi daha önemli görülüyor. Önlem almıyorlar. 

İtalya başbakanı DALLAMA’nın yaptığı asla unutulmayacak. Adam bir sadist ile dans uğruna  NATO müttefiki Türkiye’yi dışladı. Dış işlerimiz ayı ile dans edersen ayağına basar diye ne kadar söyledi ise de  Avrupa üç maymunları  oynamayı tercih etti.    

PKK ,  Başbağlar köyünü basıp 34 kişiyi bebekler, ihtiyarlar ,hamile  kadınlar dahil kuruşuna dizdiği zaman gene devlete inanmadı.  Fotoğraflar belgeler olmasına rağmen.

Ve dürüst değilsin ey Avrupa! Çıkan tek gerçek sonuç bu.

Ama yukarıda da dedim yarının cinayetlerini işlemektesiniz. Yaptığınız cinayettir.

Bir  ırkçılık ve sövenlik örneği daha vereceğim.  Bunlar karakter tahlilleridir. Taksimde iki tane  İngiliz HOLİGAN öldü. Adı holigan. Misafiri gittiği ülkede. Misafir gittiği adamların yanında o ülkenin bayrağına takımına küfür edecek kadar azgın herifler. Tescilli potansiyel suçlular. Bazı ülkelere girişi yasak sadist ruhlu kışkırtıcı herifler.

Taksimde edepsizlik ediyorlar. Otobüsten Türklere kıçını gösteriyorlar. (nasıl bir tip olduklarını anlayın)

Biz Türkler böyle potansiyel suçlulara , kışkırtıcılara sahip çıkmayız. Cezalandırırız. Üç beş fanatik için asla İngiltere’ye maçın rövanşına gelmeyin  hiç seyirci getirmeyin demeyiz. Bizim devlet böyle fanatiklere meydanı boş bırakacak kadar aciz değil. Ve olamaz da.

Peki :

Ne yaptı koca İngiltere?  

United Leeds maçını kendi kendine oynadı. Sokağa esir oldu. Holiganlara teslim oldu. Gerekli tedbirleri alırım gelin diyemedi. Acz içine düştü.  Utanmalılar bence.

Veya şunu anlamamız mümkün.  Devlet ve spor yetkilileri bile holigan ruhlu adamlar. Üç tane serseri için milli matem yaptılar. Hepsi holiganlaştı.  Türkler bu maçı  red edebilirlerdi. Almanya’da oynansın diyebilirlerdi. Çünkü hayati tehlikeyi koskoca İngiltere resmen ilan ve tescil etmişti. Bütün dünyaya aczi yetini ilan etti. Sizi koruyamam dedi. Bu kadar mı azgın İngiliz milleti?  Bu kadar mı aciz İngiliz devleti?

İşte bizim farkımız.   

Biz sizi çiçeklerle karşılardık.

(*) İspanya-Portekiz-Danimarka-Hollanda-Fransa-İngiltere-İtalya-Belçika ve Rusya.

Bunun da ispatı var. Zira bir keresinde bizim Milli takımımızın moralini bozmak için  bir Avrupa Ülkesi daha hava alanında başladı faşistliğe.  Tüm takımı anadan doğma soyup  arama yaptılar. Otelin kötüsüne götürdüler. Sahanın bulunduğu memleketin çok uzağında bir otele götürdüler. Türk Milli takımının maçı reddetmesine kadar vardı olay.  Bizimkiler yine sabrettiler.  Basınımız ve halk galeyana geldi. Ama büyüklerimiz, hem devlet büyükleri, hem spor yetkililerimiz karar aldılar. Biz onları çiçeklerle karşılayıp utandıralım dediler. Öyle de yaptık.

Ama utanan olmamış.

İşte bizim farkımız.  

Ama bu nereye kadar sürecek! Nereye kadar istismar edileceğiz?

KIBRIS

Yukarılarda bir yerlerde komşularımıza karşı mükellefiyetlerimizi anlatırken konuyu değiştirmiştik. Tekrar komşu ilişkilerimize devam edelim. Demiştik ki yukarıda:

Türkiye olarak Kıbrıs Türklerini hiç kışkırtmış mıyız?  Hayır.

O da yok. Zira Türkiye’nin iç politikaları daima ağır basmıştır. Ve hiçbir zaman dış devletlerde ve bilhassa komşularımızda hiçbir zaman Türkleri örgütlemek ve bağlı bulundukları devlete isyan ettirmek gibi  bir politikaları olmamıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün :

“Yurtta sulh- cihanda sulh” ilkesi hep birinci planda olmuştur.  Gerçekten bizleri böyle barışçı eğittiler.  Bizim eğitimizde savaş çığırtkanlığı yoktur. Görmedik böyle bir şey. 

Eee be adam bu kuzu gibi milleti durup dururken neden kaşıdınız? 1970 de toplam Kıbrıs nüfusu 300,000. Türklerin nüfusu 120,000. Rumlar  asimilasyona kalkışmasa bizim Kıbrıs’ta hiçbir problemimiz yok. 

 Osmanlı İmparatorluğu Ermenilere, Makarios gibi  veya Hitler gibi davransaydı ne diyecektiniz? Veya Kıbrıs’ta  Türkler Rumlardan ayrılıp ayrı bir devlet kurmak için silahlanıp, Rumları öldürse idi, sizin şu anlayışınıza göre haklı olacaklardı. Devlete karşı anarşi yaratsalardı haklı olacaklardı. Çünkü OSMANLI DEVLETİNE karşı kim ayaklanmışsa  haklı. ( EOKB ye hak verdiğinize göre) (PKK ya hak verdiğinize göre) ( ASALA’ya hak verdiğinize göre)

Türklerin  Kıbrıs’ta  değil ayrı bir devlet için kavga etmek, normal hayatta bile Rumlarla kavgaları yok.

Evet, gidin adliye dosyalarını inceleyin  Türkün –Ruma adli vakası ile  Rumun -Ruma adli vakalarını inceleyin. Hangisi az.. ?

Vuku bulan hadisenin aslı şudur :

Zaten üçte bir  nüfusu olan Türklerin, Rumlarla kaynaşmış olan Türklerin, faşist ve şövenist RUMLARIN gözünde düşman görülmesidir. Hem de bunu devlet ricali yapmaktadır. Aslında  iki cemaat arasında kavga yoktu..! Evet bizzat Makarios ve Simpson çete başılık etmişlerdir.

Netice ne oldu?

Yunan Cuntasının güdümlünde ki Rum’un faşist ve şövenist eşekliği ! önce Türklerin hayatını bozdu. Sonra tokadı yediler.  Kendi huzurları  bozuldu.

Şimdi batılı kravatlı ama boş kafalı aydınlara, kültürsüz aydınlara, faşist aydınlara soruyorum.

Ya bu hadiselerin yalan olduğunu ispatlayın. ( Yani yukarıda anlatılanların yalan olduğunu ) Ya da artık susun.  Zira Teröre geçit veriyorsunuz.

Türklerin  ayrı bir devlet olma fikri hiç aklarında yokken, Rum tehdit – baskı – ve katliamları, Türkleri kendi başını kurtarma fikrine sürükledi.

Kim suçlu?  

Tarihî gidişat Türkleri buraya getirdi. Ve gidişatı MAKARİOS + YUNAN CUNTASI hazırladı.  Şimdi  BATILI KİNDAR VE ŞARTLANMIŞ AYDINLAR NEDEN TÜRKLERİ KIBRISTA SIKIŞTIRIRLAR? Biz Kıbrıs’ı işgâl veya ilhak ta etmedik. Nüfusumuz oranında yere Türkleri terk edip geldik. Bir miktar asker varsa RUM KATLİAMINA ENGEL OLMAK İÇİNDİR. Yoksa Rumlar derhal Türkleri kesmeğe kalkarlar. Bunu aydın Avrupa bilmiyor mu?

Aptal kaynanalar gibi , aynı olayı kızı yaparsa haklı,  gelini yaparsa haksız anlayışından çıksınlar. Devletler arası ilişkiler böyle düzeysiz kafalarla yürümez . Olmaz böyle şey.!  

Yoksa dünyanın huzurunu kaçırıyorsunuz. 

İşte bu yanlış ve kindar ve inadına  sıkıştırmalar  bence silahsız bir terördür... ! 

Bunun arkasından  silahlısı gelir.

İşin başı budur.  Sonu bellidir.

Hiçbir Avrupalı  “ EOKB” yi bilmeyecek kadar aptal olamaz. Mümkün değil. Noel katliamını bilmemesi mümkün değil.  Düşünsenize niye Türklerin bir örgütü yok.? Halbuki hakim zümre Rumlar. Türklerin EOKB gibi örgüt kurup eşit hak istemek için anarşi yapması gerekirdi. Hakim zümre anarşi yapar mı? Hep dikkat edin Kıbrıs’ta  Hakim zümre anarşi yapıyor. İllegal yollarla Türk katlediyor. 

Türkler hak arayınca ve gerekirse hakkını bileğinin gücü ile alınca. Suçlu oluyor.  Anadolu’da azınlık zümre Ermeniler. Mağduriyetleri yok. Bilakis  MİLLET-İ SADIKA  olarak Osmanlı ricalinde sadrazam ve paşa oluyorlar. İtibarları var. Türklerle hiç kavgaları yok. Bir tek mahkeme olayları yok. Ayrı dinlerde olmalarına rağmen kız alıp veriyorlar. Ama bir gün hakim zümre Türklere, çoğunluk zümre Türklere karşı silahlanıp cinayetlere kalkışıyorlar. Gene biz haksızız. Çünkü  Kıbrıs’ta olduğu gibi galip gelmemiz suç olmuş.

Tarihçilere burada bir görev düşüyor. Ermeniler bu katliamlar sonucunda Türkleri tamamen yok edip müstakil bir devlet ilan etmiş olsalardı ne olurdu?  Doğu Anadolu’nun yarısı Ermenistan’ın,  Yarısı Rusya’nın  olsa idi nasıl olurdu? 

Avrupa mantığı ile cevap veriyorum.  ÇOK GÜZEL OLURDU.

İŞTE BU OLAMADIĞI İÇİN  O MEDENİ AVRUPA  BU DEFA  BARİ KENDİ KENDİLERİNİ YESİNLER DİYE  DOĞU ANADOLU’DA KÜRDİSTAN’I KURDURMAK NİYETİNİ GÖSTERDİ.   İŞTE BUNUN İÇİN PKK YA DESTEK VERDİLER.  1915’TE YAPAMADIKLARINI YAPMAK HAYALLERİ  HİÇ ÖLMEDİ.  GALİBA ÖLMEYECEK.

İşte ispatı:

 Bugün 25 eylül 2001. İki gün evvelki hadiseye bakın! 22 eylülde İNGİLİZ resmi yayınlarından birinde bir harita  yayınlandı.  Amerika Afganistan’a Usame Bin Ladini yakalamak için operasyon yapacak. Türkiye yardıma hazırım dedi. Kürdistan diye bir ülke yok. Zaten tarihte hiç olmamış. Olmamış devletin sınırı da olmaz, çizgisi de. Bayrağı da yok. Haritası da.  Gel gör ki :

İngiliz gazetesi doğu Anadolu’da  ABD ÜSLERİNİ  Kürdistan’da şu  vilayetlerde konuşlanacak diye yayın yapabiliyor. Bu millet bu kadar mı cahil ?  

Basit bir tarih öğretmeni olarak düşünün. 2001 yılında aydın bir dünyada iletişimin ve haritacılığın zirvesi bir dünyada öğrenciniz Türkiye’yi bölmüş. Yarısını kürdistan yapmış. ABD üslerini yerleştirmiş. Sınıfta kalır.

Bunu bir haber organı yapıyor.

Gerçekten siz Avrupalılar gerçekten ya aptalsınız; ya çok cahilsiniz ; ya art niyetli VE intikamcısınız.! 

Ya da iflah olmaz bir TÜRK DÜŞMANISINIZ.  Bunun başka izahı yok.

Geçen sene Danimarka basını yaptı böyle bir hata.  Manşet şuydu:

Ekonomik darboğazda olan  Osmanlı İmparatorluğu Ekonomiyi düzetmesi için Dünya Bankasından Kemâl Dervişi getirdi.

Osmanlı İmparatorluğu mu var 80 senedir be adam!

Gerçekten çok cahilsiniz. Bizde liseyi bitiren bir adam ülkeler coğrafyası okumuştur. Az çok dünyayı tanır.

Avrupa ve Amerika çocuklarına verdiği tarih derslerini  gözden geçirmeli. Türkiye’de Brezilyanın nerede olduğunu bilmeyenler sadece cahillerdir.  Ama Amerika’da üniversite  mezunları Türkiye’nin nerede olduğunu bilmiyor. (% 30 bilmiyor- %40 yanlış biliyor- % 30 doğru cevap vermiş. On beş yıl evvel yapılan bir ankettir.) 

Siz ey Avrupa! Şunu da yapın. 9 EYLÜL1922 te   Ege’yi işgal eden Yunanistan’ı da geri püskürtüp Anadolu’dan atmıştık. Bir yığın Yunan askeri öldü. Denizde boğuldu. Neden bunun için bizi yargılamıyorsunuz?

 Hatta Çanakkale’de batırdığımız yedi  zırhlının  neden parasını istemiyorsunuz?

Yoksa  yukarıdan beri anlattıklarımızda ki gizli gerçek bunların bir intikamı mı?

Zira  tarihi olgular , ne kadar çarpıtılırsa çarpıtılsın  bu kadar aptalca bir iddia boyutuna ulaşamaz.

Ama maksat intikam olursa, olur. Maksat  85 sene evvel silahla yıkamadığınız bir ülkeyi anarşi ve terör ile ekonomik çıkmaza sokarak yıkmak ise olur.

İşin görünmeyen gerçeğinin bu olduğunu  biz Türkler biliyoruz.  Siz Avrupalı aydınlar da  biliyorsunuz. 

Siz her yönden Türklere karşı böyle gizli aşikâr hainlikler etmekten vazgeçmelisiniz.

DÖRDÜNCÜ  BÖLÜM 

Elbette Kıbrıs dahil dünyanın her yerinde birileri Türkleri asimilasyona tabi tutarsa  sahip çıkacağız. Bundan doğal ne var?  Bu suç mu?  Keşke örgütleyip silahlandırıp başınıza bin belalar açsak! O zaman ne yapacaksınız?

Peki siz Kıbrıs’ta  Türkleri  öldürüp öldürüp dozerlerle dev çukurlara gömen katliamcı  RUMLARI hangi mantıkla koruyorsunuz?  Barış için mi, savaş için mi?   İyi düşünmeniz lâzım. 

Türkiye’nin Kıbrıs’ta yaptığı  BM’ lerin  Bosna’da yaptığının aynısıdır. Şimdi bizi Kıbrıs’ta suçlamağa  kalkanlara şunu sormak isterim. On binlerce insan ölmediği için mi suçluyuz? Onlarca Toplu  Türk mezarı çıktı. Toplu mezarlar yüzlerce olmadan müdahale ettiğimiz içini mi suçluyuz?

Bunu inkâr suçtur.  Ayıptır. 

BM ve NATO   Bosna’da ve  Afrika’da  niye askeri müdahale yaptı ?     

Diyeceksiniz ki  :  Siz  BM kararı alınmadan tek başınıza müdahale ettiniz.

Be adam! Zamanın Başbakanı Sayın  Bülent Ecevit  kaç defa ayağınıza geldi ? İnsanlar ölüyor dedi ne yaptınız?  Poponuzu  kaldırdınız mı? 

Suçluluk duyup utanmak yerine Türkleri suçlamaktan utanmalısınız!  

Utanmazlığınızın tek bir izahı olabilir.  Sözlüklerden çıkmalı  çağdaş bir kelime değil ama maalesef halâ geçerli:

SİZ DÜŞMANSINIZ.  DÜŞMANCA DÜŞÜNCELER İÇİNDESİNİZ.

DÜŞMANLIK KAFALARDAN ÇIKMAZSA SÖZLÜKLERDEN HİÇ ÇIKMAZ.

Barışçılığınız palavra.  

Ermeniler Azerbaycan’da  Rus tankları ile  Azerbaycan’ın üçte birini aldı. Ortada ilân edilmiş bir savaş yoktu.  Azerbaycan’ın  tam ortasında bir DAĞLIK KARABAĞ var. Adamlar orası bizim diye bir ülkenin üçte birini durup dururken işgâl etti. Binlerce insan öldü.  Halâ bu topraklar ERMENİ İŞGALİNDE.  RESMEN İŞGAL ETTİ. İlhak etti. Hıristiyan aleminden tık yok .

Buyurun gene mi Türkler haksız? 

Özgür dünya ne yaptınız? 

Bu mantıkla biz de Selanik dün bizimdi diye Yunanistan sınırından girelim mi? Büyük  Atatürk’ün memleketi. Şu anda Türkiye’de dedeleri,  Silistre’den , Sofya’dan ,Bosna’dan Selanik’ten  Sırp katliamından kaçmış, Yunan katliamından kaçmış Bulgar katliamından kaçmış on binlerce insan var. Anadolu’ya sığınmışlar. Dedelerinin  memleketi  olan buralarda  Türkler ne zaman anarşi ve terör yapmış? 

Düşünsenize Irak’ta Türkler var. Suriye’de Türkler var.Yunanistan’da Türkler var. Bulgaristan’da , Yugoslavya’da  Türkler var. Rusya’da Türkler var. Girit’te Türkler var. 

Hangisinde gerek Türk halkı olarak siviller, gerek el altından T.C. olarak Devlet  anarşi yaratmış ? Ne zaman terör yapmış ?   Bir düşünün.

Yapmak isteseydik etrafımızda ki tüm komşuların iç işleri karışırdı. İktidarlar değişirdi. Binlerce insan ölürdü.  Bir senaryo yapın bakalım.  T.C. harika bir DENGE olduğunu anlayın ve takdir edin.  Yoksa şımarık arsız Yunanistan’ın yaptığının yarısı yapsak seneye Yunanistan yıkılır.  Batı Trakya’da bir TÜRK DEVLETİ DAHA KURULUR.  Bunu mu istiyorsunuz. ? 

TÜRKİYE:  

DÜNYADA İSTİKRAR ÜLKESİDİR.

HEM DE BİZİM KOMUŞULARIMIZDA YAPMADIĞIMIZI ; ONLARIN  BİZDE YAPMASINA RAĞMEN YİNE BİZ İSTİKRAR ÜLKESİ OLMAYI BAŞARMIŞIZ.

 ETRAFIMIZDA Kİ HİÇBİR ÜLKE BUNU BAŞARACAK KADAR GÜÇLÜ DEĞİLDİR.

İSPATI  İŞTE   ASALA BİTTİ.  EOKB  BİTTİ. PKK BİTTİ. Hizbullah  ve  İBDA-C ye Türk Polisi nefes aldırmıyor. Bunları da desteklesenize. Yoksa dinci kimlikleri mi korkutuyor sizi ?

AMA İÇİMİZDE SİZE KARŞI ŞÜPHE HİÇ BİTMEYECEK. TERÖRİST  POLİTİKALARINIZ ACABA YARIN NE ÇIKARDA BUNLARI  DESTEKLERİZ DİYE BEKLİYOR.   Bunu biliyoruz.

Ve tekrar oluyor ama yine de soruyorum.

Biz , O ülkelerde ASALA gibi, EOKB gibi , PKK gibi örgütler kursa idik. Bize de hak verecek miydiniz?

 İşte Ermenistan’ın yaptığı budur. BAĞIMSIZ BİR ÜLKENİN TOPRAKLARINA RUS DESTEĞİ İLE GİRDİ, ÜÇTE BİRİNİ İŞGAL ETTİ.  İŞGAL HALEN DEVAM ETMEKTE.

 BM ne yapıyor? Ve ne yapacak? Sonu ne olacak ...?

Azerbaycanlıların suçunu söyleyeyim mi?

Dağlık Karabağ  1917 Rus devriminden önce de aynı Bakü gibi herkesin eşit şartlarda yaşadığı bir yer di. Komünist rejim‘in çizdiği bu sınırlar zaten vardı. Zaten dağlık Karabağ Azerbaycan içinde idi.     Azeriler:

Avrupalıların FAŞİST MANTIĞI VE GELENEĞİ  gibi davranıp burada ki Ermenileri  70 YILDA yok etmediler. Asimilasyon uygulamadılar. İşte suçları bu.

Asimilasyon akıllarına bile gelmiyordu. Suçları Faşist olmamak.

İSRAİL NE YAPTI ?

İşte Filistin’de İsrail bunu yaptı.  Müslümanların çoğunluğunu kırmak için önce bağlarını, bahçelerini tarlalarını satın aldı.  Sonra biraz nüfusu artırdı. Bu defa baskı ile satın almağa kalktı. Gene Müslümanlar işe geç uyandılar.

Kıbrıs’ta aynısı oldu. Gene Müslümanlar işe geç uyandılar.

1915 te Ermeniler aynısını yaptı gene uyunamadılar.     Zamanın padişahı önce bu katliamlara inanmadı. Nasıl olur. İkisi de tebaam. Hele Ermeniler devlette her hizmette bulunan en iyi en sadık tebaam. Bunlar birkaç çetecidir. Dedi. Aklına asla hinlik gelmedi.  Çünkü : (*)

Çünkü İslamiyet katliamı yasaklamıştır. Savaş olmadıkça can almayı en büyük günah sayar. Kul hakkını yemek en büyük ve affı mümkün olmayan bir günahtır.  Dolayısıyla Türk Müslümanları asla gayri Müslim malına,  namusuna yan bakmamıştır. 

 ( *) 1985  te Başbakan Rahmetli Turgut Özal’da PKK ya üç beş çeteci demişti. Biz hep bize düşmanlık yapıldığını ve yapılacağını unuturuz. Kimsenin aklına gelmedi ki PKK pek çok TÜRKİYE DÜŞMANI TARAFINDAN DESTEKLENECEKTİR.  HEM DE NATO ÜLKELERİ TARAFINDAN.Çünkü TÜRK milletinin aklı şeytanlığa ve kalleşliğe asla ermez. Özal’da düşünemedi. Ama gördük ki komşularımız ve Avrupa PKK yı resmen desteklemiştir. Yoksa 15 kan akmazdı.

Bakamaz da. Bir genç böyle bir günah işlese, yargıdan ( Kadı’dan ) evvel babasından dayak yer. Müslüman toplum tarafından dışlanır. Kimse bunu hoş görmez . Hele Gayrı Müslim’e bir zarar   vermenin günahı iki mislidir.  Biz böyle vaaz aldık. Din adamlarımızın en şiddetle üzerinde durdukları konu KUL HAKKIDIR. KOMŞU HAKKIDIR.

Bunu iyi biliniz.

Türklerin  karakterinde fitne ve kalleşlik yoktur. Dobra doburluk ve mertlik vardır.

Araştırın tarihi.

Kıbrıs hareketinin  temel mantığı da budur. Kıbrıs , Girit ve  l2 ada bizden çıkmış. Hiçbirine bir müdahalemiz yok halâ da yok. Var mı Girit’te bir Türk kışkırtması..? Hala yok. Sakız adası, Midilli burnumuzun dibi. Yüzme mesafesinde. Ses mesafesinde. Var mı bir kışkırtma..? Rodos, Sisam elimizin altında.    Var mı bir kışkırtma...?

 Peki niye Kıbrıs? Türk olarak şahsen Kıbrıs’tan önce Ege’de ki on kulaç mesafede ki adaların bizim olması lazım. Haritaya bakınca  Anadolu ile ayırmak için çekilen sınır çizgileri adamın sinirine batıyor. Ege’de ki otuz adanın bizim olması lâzım.   MORA YARIM ADASINA BAK. ANADOLU’YA BAK.  BİZİM OLMASI GEREKEN ADALAR, NEDEN TAA YUNANİSTAN’IN OLUYOR?

Medeni Avrupa’nın yaptığı gibi burada ki Türkleri örgütleyelim mi?

Var mı böyle eylemimiz? 

Peki soruyorum, niye olmasın?

Böyle bir eyleme kalkışsak ne olur? 

Yapın bir senaryo.

Bir yetkilimiz hiç buna benzer bir laf etmiş mi?  Harp bitmiş darp bitmiş. Susmuşuz. Ama susmayan, uslanmayan. Rahat durmayan , karıştıranlar sizlersiniz.  SUSMAYAN KARIŞTIRAN YUNANİSTANDIR. Aklına eser, kıta sahanlığı 12 mil der. Aklına eser, J 60 diye bir hikâye uydurur.  SİSMİK I  gemimiz Ege’de  deprem ve petrol araştırması yapar Yunanistan, Türkler  saldırıyor diye yaygara yapar. Bir yandan da aklına eser gider Ege’de boş bir kayalığı işgal edip bayrak diker. Siz Avrupalılar bir gün den bir günü “ her şeyi gayet net bildiğiniz halde,;

-- Yunanistan’a  “ Ortalığı karıştırma. Zırt pırt mesele çıkarma “ diyeceğinize inanmış gibi davranmayı tercih edersiniz.

 Yunan- Rum- Avrupa-  Suriye-Rusya ve Ermenistan !

Yukarıda zikrettik. İngiltere halâ olmayan Kürdistan haritasına  ABD birlikleri konuşlandırdı. Peki  Suriye ne yapıyor? 

HALA  HARİTALARINDA  HATAY’ı  KENDİ SINIRLARINDA  GÖSTERİYOR. NİYE TÜRKLER  EGE’DE OTUZ ADAYI HARİTALARINDA GÖSTERMİYOR ? 

Biz cengaver bir milletiz ama biz savaşları sevmiyoruz.  Bunu bir türlü anlamıyorsunuz. Çağın gereği yapılan savaşlar için geriye dönüp;    100 sene evvelin,  iki yüz sene evvelin olayları yargılanmaz. BÖYLE “U” DÖNÜŞÜ YAPARSAK kimse kendini aklayamaz. 

Hele bugün  o olayların intikamı için resmi savaşlar yapılmaz. Hele TERÖRE asla izin verilmez. Bunu 2000 yılında yapmak ahmaklıktır. Yapanlar sadisttir. Hasta ruhludur. Orta çağ adamıdır.  (*)

Dikkat ettiniz mi?  Mecbur kalarak yaptığımız Kıbrıs harekâtı  hem Kıbrıs’a , hem Yunanistan’a DEMOKRASİ getirdi.

Siz halâ Türklerin kıymetini bilmeyin.

Biz Türkler uyandık artık. Dost ve müttefik değilsiniz. Güvenilir değilsiniz. Dürüst değilsiniz. İki yüzlüsünüz.

Buna rağmen Türkiye istikrar ülkesi. Yeter ki siz  bok atmayın. Pis burnunuzu sokmayın.

Artık Viyanaları kuşatıp Avrupa’yı Fethedeceğim diyen bir Türkiye yok. Bırakın bu kinleri artık. Çocuklarınıza   kin aşılamayın. Bu tarihten sonra kara – hava- deniz savaşı yok. Füze savaşları var. Bunların da önlenmesi için devletler arası çalışmalar var.  Ha deyince öyle  hemen savaşlar çıkmaz.  Kolay kolay kimse nükleer silah kullanamaz. Saddam gibi  sadist ve aptallar demokratik ülkelerde zaten lider olamaz. Kimse bir başka ülkeye kimyasal silah atacak kadar, insafsız- Allahsız- gaddar- şerefsiz ve ilkel  olamaz.  Bu tarihten sonra medeni dünyada ben böyle bir ihtimali aklıma getirmek istemiyorum . SADDAM İSE TÜRÜNÜN SON ÖRNEĞİDİR. Gitti mi bir daha dünyaya böyle biri inşaallah gelmez.

Ama medeni dünya  11 EYLÜL 2001’ e kadar   SADDAMIN SİNSİ BİR VERSİYONU idi.

ÇÜNKÜ  TERÖR BİR BASKININ TEPKİSİDİR.  VE KURALLARI YOKTUR. TIPKI KİRALIK KATİL GİBİ. Nitekim

 Amerika’da ki  11 EYLÜL katliamı içerden Amerikalı bazı psikopatların da desteği ile yapılmıştır. Durmadan Usame Bin Ladin deyip durmayın. Biz bunları çok gördük. Amerikanın da Avrupa’nın  da içinde binlerce  Saddam versiyonları var. yakında bunları göreceksiniz.    

(*) 11 EYLÜL ABD saldırısı olmasa siz bu sözlere hak vermezdiniz ya.

TERÖR!  BUNA GEÇİT VERMEMEK İÇİN MEDENİ DÜNYANIN ARTIK BİRLİK YAPMASI LAZIM. Yoksa  düşman olarak kabul ettiğine zarar veriyorken  masum görürsen; yarın sana da zarar vermeğe başladığı zaman onların da masum görme ve destekleme hakkı doğar. ( Türkiye buna yapmadı. Yapmaz ama sizlere bu hususta tam güvendiğimi söyleyemem.  Hadi bakalım, ülkelerinizde ki bütün illegal dernekleri kapatın da görelim. Hala değişik isimlerle ülkelerinizde faaliyetteler.) 

Terör  aklına geleni , geldiği gibi yapar. Dili, dini ırkı, ideali, ideolojisi yok. Hiçbir ideoloji hiçbir  sebep  terörün mazereti olamaz. Terörün başında daima ruh hastaları bulunur.  Çünkü aklı başında  vicdan sahibi kişi    ASLA TERÖRİST OLAMAZ. Adi bir cinayet işleyen rast gele vasıfsız insanlara bakın. Araştırın. Bir anlık öfkedir. İçkidir. Bunalımdır. Vs.

Ama terörist planlı programlı yapar.  Düşünebiliyor musunuz? Bir uçağı içinde 80- 90 tane masum insanlarla beraber yine masum insanların yaşadığı bir iş merkezine çarptıracaksınız. İşinde gücünde , aklından savaş, ölüm ve öldürmek geçmeyen binlerce  insanı öldüreceksiniz. İnsanın aklı almıyor.

İşte  terör budur.

Türkiye bunu 17 yıl yaşadı.

Durakta bekleyen evine iki ekmek almış masum vatandaş oracıkta kurşunlardı. Hasta çocuğuna ilaç  alan baba minibüsle evine dönerken mayına çarptı onbeş kişi parçalanarak öldü. Sustunuz. Bizi suçladınız. Onar onar masum Kürt köylü vatandaşlar katledildi.sustunuz. Askerlere pusu kuruldu. Beşer onar öldüler. Hatta otuç üç terhisli asker ki sivil idiler. Katledildi. Sustunuz. Bizi kınadınız. Çetinkaya mağazası bombalandı, dokuz kişi diri diri yandı. Sustunuz. Mısır Çarşısına bomba kondu yedi kişi öldü. Sustunuz. Mavi çarşı bombalandı on üç kişi yanarak öldü sustunuz.  

Siz aydın ! medenî ! Avrupalılar, bunlara TERÖR diyemediniz. Mezralarda  masum  köylüler katledildi. Sevindiniz. Katilleri tuttunuz. Teröristi tuttunuz. 

Utanmadan  devleti  SUÇLADINIZ.  Ayıptır, ayıp. 560.000 kilo insan kanı sizi hiç etkilemedi.

Size göre kuzu kuzu öldürülmemiz ve ağlamamız dışında ne yaparsak suçluyuz. 

Bizim sınır ötesinde  hem de kara sınırı  20 km öteye terörist aramamıza  karşı çıktınız. (1) Terörün başında aklı başında adam olmaz dedik.  Terörist başını, İtalya‘nın başı olan MR.DALLAMA! devlet töreni ile karşıladı. Yunanistan  verdiği uçaksavarla hiç TÜRK UÇAĞI  düşürmediği için dostu teröriste sitem etti. İkinci uçak savarı vermedi. Bunları duydunuz.  Yüzlerce genç PKK dan kaçıp neler itiraf etti. Gene hiç sesiniz çıkmadı. Masum insanlar , iş adamları evlerinde veya işyerlerinde öldürüldü. Etekleriniz zil çala çala oynadınız.  Bir kere kınamadınız. Emekli olan subaylarımız evlerinde katledildi. Sustunuz.

11 EYLÜL de aynı  toptan tahsilat  yapınca mı  TERÖR oluverdi ?   (2)

Terör ,  40,000  insanın ölümünü ve 140,000 insanın sakatlığını 17 yıla yaydığı için mi masum görüldü, Ey aklı erenler?

 Ölümler Perakende  olunca önemsiz,  topluca olunca mı önemli? Ölenler Müslüman olunca mı önemsiz. Hrıstiyan olunca mı önemli?  (3)

Tek ölçünüzün TÜRKLERE ZARAR VERİLMESİ OLDUĞNU VE BUNU YAPAN HERKESİ  HAKLI BULACAĞINIZI BİZE  ÖĞRETTİNİZ.  Evet siz öğrettiniz. Tutumunuz bu. Bizim yaptığımız sadece sizin bu tutumunuzu fark etmek.  Hem de çok geç kalmış olarak.  Siz bize hainliği öğrettiniz. USAME BİN LADİN İSE size terörü öğretti.  Hele ki anladınız!

Ancak biz,   11 Eylül 2001  tarihini  kara bir leke olarak görmekteyiz. Susmadık , derhal kınadık. Derhal yardıma hazırız dedik.  Hangi Medenî !  Avrupa ülkesi  17 yıl boyunca bize bunu yaptı ? bunun cevabını vermelisiniz.

Hadi  bakalım.  Ülkelerinizde ki  PKK kamplarını, bürolarını kapatın. DEVSOL örgütlerini kapatın.

TKPML örgütlerini kapatın. Dinci örgütleri kapatın. Hadi bakalım.

 (1-2-3) Açık söyleyeyim: “ Ne güzel.. !  Müslüman müslümanı öldürüyor – Türkiye’de kardeş kardeşi öldürüyor. Bizim savaşmamıza  gerek yok“ diye sevindiğiniz gün gibi aşikâr.

Size göre, Türkiye’de Türklere zarar veren kim olursa olsun, ne kadar katliam ederse etsin yasa dışı ne yaparsa yapsın mutlaka haklı..!  ABD 11 Eylülde uğradığı terörist saldırıya cevap  vermek için on binlerce km. uzağında bulunan ve teröristi barındırdığını iddia ettiği müstakil bir ülkeye yarın füzeler sallayacak. Uçakları ile yüzlerce sorti yapıp binlerce bomba atacak. Hepiniz alkış tutuyorsunuz. Bizim sınır müşterekliğimiz olan Irak’a  terörist aramağa gitmemize  niye karşı çıktınız?  Alman başkanı KOHL, Fransa Devlet Başkanı Şirak ve 2. Ramses suratlı karısı, niye karşı çıktınız? 

Hiç inanmıyorum. Siz bunu yapamazsınız.  Çünkü sizler  K A Y P A K S I N I Z   !

Terör illa sizi de vurmalı.  Eyfel Kulesini, Birmingham Sarayını, Pisa Kulesini vurmalı ki terör neymiş bilesiniz. Temenni ederiz ki terör sizi vurmadan medeni olmak yolunda, insanlık yolunda, devlet gibi, adam gibi adımlar atarsınız.

BEŞİNCİ BÖLÜM 

TÜRKLER ÇOK AŞIRI İYİ NİYETLİ

İnanın, bizim büyüklerimiz çok iyi niyetli insanlar. Onların bu efendiliğinden bari utanın.!

  Bizim devlet büyüklerimiz gibi ben burada devlet adamlığı yapmayacağım. Bizim liderlerimiz  15 yıl bu hain  veya rol yapan  veya kasıtlı devletlere veya düşman devletlereveya  üz maymunları oynayan zümrelere;  GELENEKSEL TÜRK ASALETİ GEREĞİ :

“Bir komşu ülke”

“Bazı komşularımız”

“Bazı dost! Ve müttefiklerimiz!”

gibi asilâne laflarla hitap ederek adlarını anmaktan imtina ettiler. Biz Türk halkı olarak hep şunu dedik durduk. Basın yazdı. Adlarını söyleyin. Onlar bu ihaneti , mel’unluğu yapıyor da ;  siz  niye adını anmaktan imtina ediyorsunuz?  Nasıl halâ dost ve müttefik diyorsunuz?

Yeter artık ! Olmaz böyle efendilik !  

Bu adamlar sizin kibarlığınızı  anlamaz dedik durduk.

Koskoca  15 yıl. Koskoca  5475 gün. Bu ülkede terör vardı. 40,000 insan öldü. 140,000 insan sakat kaldı.   Ayak koptu, kol koptu, göz patladı. Masum insanlar gece evlerinde kalaşinkoflarla kurşunlandı. Sivil ve silahsız HALK, evet HALK evlerinden silahla çıkarılıp, köy meydanına toplandı. Onbeş yirmi silahlı  TERÖRİST dört bir yandan bastılar tetiğe. İnsanlar, onar – yirmişer öldüler. Öyle böyle ölüm değildi bu. Her biri delik deşik oldular. Kucağında bebesi ile analar, yanında sekiz yaşında torunu ile dedeler. 9,5 cm lik Kalaşinkof mermileri kemiklerini parçaladı. Masumcukların vücutları darmadağınık oldu. Akan kanların izi yıka yıka gitmedi. Tonlarca kanımız aktı. Tonlarca.!...

Trilyonlarca paramız gitti. Bugün Ekonomimiz çökmüşse  ( EYLÜL 2001 ) teröre 15 Yıl boyunca  yapılan  korkunç harcamaların büyüt etkisi vardır.  Sizde bunu istiyordunuz. Başardınız. Kına yakın. ..!

Peki şimdi ne olacak.? Bu batmış ekonomik şartlarda ve ALLAH’IN  inayeti ile biz Terörü yendik.

 Aşağıda adlarını açıkça yazacağım DEVLET YETKİLİLERİ, bu cinayetlere üzülmek  yerine sevindiler. Çok acı ama hakikat, devlet olarak sevindiler be!..   çok yazık!...

Altını çizerek söylüyorum. Halk değil devlet erkânı sevindi. Korkunç bir utanmazlıktır bu.!  Affedilmez bir insanlık ayıbıdır bu.  Alçaklıktır bu.!

Bakın  bütün dünyaya, aklı olan ve insan olan herkese hitap ediyorum. PKK teröristleri , T.C. nde ,  neler yaptı da bu çevreler  SUSTU?  Neler yaptı da bu çevreler SEVİNDİ, neler yaptı da  GÜLDÜ? Neler yaptı da bu malum çevreler DUYMADI?  Neler yaptılar da bu çevreler KINAMADI. Yani üç maymunlar oldular.

Tekrarı ve anılması bile içimizi yakmakta ama ne çare ki anacağız. 

Evvelâ, 1983 te Eruh ilçemizde pusu kurarak, hiçbir nedene dayanmadan 8 / 10 Askeri öldürdüler. Bu başlangıç idi.  Arkasından peş peşe birçok Kürt evleri basılıp insanlar evlerinde tüm ailece katledilmeğe başladı. Tıpkı Newyork’ta  ikiz kulelere yapılan saldırı gibi Türk halkı ve Türk devleti şok yaşıyordu. Zira teröristlerin gece aniden var olup insanları öldürüp sabah yok olmaları aynen bugün Amerika’nın DÜŞMANINI ARAMASI GİBİ Türkiye devleti de düşman arıyor bulamıyordu. Gece var olup gündüz yok oluşlarını bir türlü anlayamıyorduk. Uzaydan mı geliyorlardı? Başbağlar köyünde bir gecede köy meydanına insanları dizip çoluk ,çocuk, kadın, ihtiyar 34 masum Kürt vatandaşımız katledilince  Türkiye mateme boğulmuştu.

Devrin askerî Devlet Başkanı Kenan Evren :

“Bu da mı terörist bir saldırı değil ey Avrupa! “ diye çığlık atarken ;

Siz ey medenî! & vahşi  Avrupa kör oldunuz, sağır oldunuz, dilsiz oldunuz. Baş sağlığı dileyip acınızı paylaşıyoruz diyeniniz bile olmadı. Daha ortada  adı yok kimsenin. PKK mı? CİA mı? MOSSAD mı? KGB mi UZAYLILAR mı belli değilken bu katliamları kınamadınız.  Demek ki biliyordunuz. Dünyayı karıştıran istihbaratınız bizden iyi bunu biliyordu ki  taa o zaman maymunluğa başlamıştınız. Yalandan bile bir kere kınamız yok. Demek ki siz tezgâhladınız. Bunu başka türlü anlamak mümkün değil. Bir tren kazası veya sel felaketi oluyor da devletler birbirlerine baş sağlığı diliyor. Siz taaü o zamandan sustuğunuza göre, bildiğiniz vardı demek.  Bu hususta  adam gibi adam  bir devlete inanmadınız. Üç tane serseri anarşistin:

“O köyler KÜRT KÖYÜ olduğu için bu katliamı FAŞİST TÜRK ORDUSU  yaptı.” YALANINA  İNANDINIZ.

Durakta bekleyen evine iki ekmek almış masum vatandaş oracıkta kurşunlandı. Hasta çocuğuna ilaç  alan baba minibüsle evine dönerken mayına çarptı onbeş kişi parçalanarak öldü. Sustunuz. Bizi suçladınız.

Onar onar masum Kürt köylü vatandaşlar evlerinde katledildi.sustunuz.

Askerlere pusu kuruldu. Beşer onar öldüler. Hatta otuz üç terhisli asker ki sivil idiler, katledildi. Sustunuz. Bizi kınadınız.

Çetinkaya mağazası bombalandı, dokuz kişi diri diri yandı. Sustunuz.

Mısır Çarşısına bomba kondu yedi kişi öldü. Sustunuz.

Mavi çarşı bombalandı on üç kişi diri diri yandı. sustunuz.   ( tekrar oluyor ama kusura bakmayın)

Böyle böyle  40.000 insan öldü.  İnsan. Yavrular, hamile kadınlar, yaşlılar. Gencecik delikanlılar, gelinlik kızlar.  İkiz kulelerde ölenlerin sekiz misli.  .. !

 Siz aydın ! medenî ! Avrupalılar, bunlara TERÖR diyemediniz. !!!!

Sevindiniz. Katilleri tuttunuz. Teröristi tuttunuz.  T.C.ne binbir zorluk çıkardınız.

Utanmadan  devleti  SUÇLADINIZ.  Ayıptır, ayıp. Tüh be.  Tuu sizin suratınıza be !

PKK’dan kaçıp TÜRK ASKERİNE SIĞINAN ÜÇBİNE YAKIN GENCİN (terörist demeğe dilim varmıyor)  ERKEKÇE ANLATTIKLARI DA SİZE BİR ŞEY İFADE ETMEDİ. Çocuklar cehennemden kurtulmuş gibi idiler. Görmediniz mi? Duymadınız mı?

İTİRAFLARI, ifşaatları size bir şey ifade etmedi. Bir değil, beş değil, elli değil. Hepsi mi yalan? Bizler dinlerken tüylerimiz diken diken oldu.! 

Siz ey Avrupalı  geri zekalı aydınlar! İste  üç maymunu oynadığınız bir olay.

Yazının ilk cümlesinde dedik. Siz asla bu kadar aptal olamazsınız. Bunların hiçbirisini Türk ordusunun, MEHMETÇİĞİN yapmayacağını pek alâ bilirsiniz. İstihbaratınız var. Ataşeleriniz var. Türk Hükümetinin, askerinin bunu yapması mümkün değil. Hem neden yapsın? Hangi hükümet kendi halkını öldürür? Neden taa dağın başında bir mezrada yaşayan garipleri devlet öldürsün? Çocuklar bile inanmaz. Buna  ancak ve ancak aptallar,  spastikler inanır.

Peki bir Avrupa Devleti, müthiş istihbaratı olan bu Avrupa Devletleri hem de devlet düzeyinde, bir katile nasıl inanır.. ?  veya neden  inanır? 

İki yıldır  terörün başı, Apo hapiste. Terör niye durdu ?. Devlet niye terör yapmıyor. ?

İşte Türkiye devletini ve TÜRK halkını aynen terör gibi sırtından vuran hadise budur. Dost! Ülkelerin, komşu

ülkelerin bunu bile bile yapmaları bizi kahretti.  Biz ağlarken onlar güldü. Terör kadar canımızı yakan ikinci olay budur. Sizi bir türlü teröre inandıramadık.

BÜYÜK ELÇİMİZ İNAL BATU’YA  İTALYADA  GAZETECİ KADAR BİLE DEĞER VERİLMEDİ. TERÖRİST BAŞI KONAKLARDA AĞIRLANDI.

UTAN BE  İTALYA UTAN.!  YUH OLSUN SANA BE.! TUUU  SENİN SURATINA !

ALTINCI  BÖLÜM 

PKK’nın eylemlerinden :

Daha nelere güldüler? Nelere sustular? Neleri görmediler? Neleri duymadılar?  Neleri terör saymadılar kısaca  bir bakalım.

Asfalt makineleri yakıldı. Dozer sürücüleri, işçiler ustalar kurşuna dizildi.

Okullar yakıldı, 254 öğretmen okulda veya evinde katledildi.( ki içlerinde bayan öğretmenler de vardı)

Yolcu otobüsleri durduruldu, devletin görevli sivil veya askeri personeli kuruşuna dizildi.  

Trenler kurşunlandı. Kompartımanda uyuyan dinlenen yolcular öldü.

Şehirler arası otobüsler kurşunlandı. Yolcular koltuklarında can verdiler.

Belediye ve halk otobüslerine bombalar kondu insanlar diri yandı.

 Binlerce okul tahrip edildi.  Yakıldı. Yıkıldı.

Kim alırsa alsın. Kimin evinde patlarsa patlasın hiç umursamadan marketlere deterjan içinde saatli bomba kondu.  Çay paketlerine bomba kondu. Bunlar evlerde patladı.

Gazeteciler kurşunlardı. Kaçırıldı. Öldürüldü.

Çocuklar kaçırıldı. Dağa kaldırıldı. Eğer Türk Askeri öldürmezlerse aileleri kurşuna dizilerek öldürüldü.

 Ajan mı acaba diye şüphe ile infaz edilen gençlerin sayısı  ebeden bilinemeyecek.  Ttahminen beşyüz belki bin kadar gencecik Kürt çocukları basit bir şüphe ile infaz edildi. Sonra gidip ailesine  oğlunuzu TÜRK askerleri öldürdü dediler.

Çocuğunu PKK ya vermeyen anneler babalara kurşuna dizildi.

Olur olmaz her yerlere mayınlar döşediler.  Pazardan alış-veriş yapıp dönen köy otobüsü veya  minibüsü içindekiler ile beraber havaya uçtu. Masum insanlar onar onar öldüler. 

Sayısı belirsiz kamyon şoförleri öldürüldü. Ve kamyonları yakıldı. (Haraç vermediklerdi için)

Hiç birinde PKK terör örgütüdür. Yaptığı terördür diyemediniz. 

Tam tersine  korudunuz. Silah verdiniz. Verdiğiniz silahlarla yeterince katliam yaptı mı diye izlemeye aldınız?

Yazıklar olsun!.   Yuh be!  Tuu sizin suratınıza !..

Bu milletin kanları oluk gibi aktı.       

 Ve o  Avrupa devletleri, sadece seyretti.  Bizim Askeri mücadelemizi de kınadılar.  Ya ne yapacaktık..?  Kalaşinkofla  bebeleri, babaları, anaları , ihtiyarları katleden  teröriste siz ne yapardınız..?  Çicek mi  yapardınız?  Kahve mi ısmarlardınız..?  Elli yıldır  İRA’ya ne yapıyorsunuz?_İspanya ETA’ya ne yaptı.  İtalya Kızıl Tugaylara ne yaptı.? Çay mı ısmarladı. 

Ve Amerika   USAME BİN LADİN’E ne yapacak. ?

Hatta Usame Bin Ladin’e ulaşamazsa barındığı ülkeye Afganistana RESMEN HARB İLAN ETTİ.

HADİ KONUŞSANIZA EV Avrupa!  Amerika’yı kınasanıza. Müstakil bir devlete resmen saldıracak.

Desenize suçluyu bul onu cezalandır.  Müstakil bir devlete askeri harekât yapamazsın desenize.

Sizi gidi kılkuyruklar sizi  ..!

Sizi  gidi ödlekler sizi..!    Amerika  ambargo koyar dimi ..?

Sizi  gidi utanmazlar sizi. !

Sizi gidi  iki yüzlüler sizi. !

TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE  (( ... on beş  yıl ...  )) HER GÜN KAN VE GÖZYAŞI VARDI.

Koskoca  15 yıl ; 5475 gün kör, sağır ve dilsiz oldunuz be...!!!!!.

Üç maymunları oynadınız.

Ölen  40,000 insanın 7 kg dan kanını hesaplayın. 280,000 kg. kan eder.

PKK mayınları ile ve çatışma ile ayağı kopan, bacağı kopan, kolu kopan 140,000 insanın da kanı bir bu kadar eder.  T.C. de 15 senede  560.000 kg. insan kanı aktı.  On tonluk 56 kamyon kan eder.

İnsan kanı bu!  Ey terörist sever devletler insan kanı bu!.  

Böyle matematikselleştirip anlatmasak sizin kafanız basmıyor.  Türk  yetkililerinin kibarca ;

 “ Bazı komşu ülkeler- Bazı dost ! ülkeler” demesinden anlamıyorsunuz. Utanmıyorsunuz. Bu yüzden gerçekleri evet yalnız gerçekleri abartmadan, yalan katmadan anlayabileceğiniz tarzda anlatmak için böyle yazdık. Yoksa duygu sömürüsü falan değil bu.

Sizin adınızı soyadınızı, ana adınızı, baba adınızı  anarak söylersek “ ancak o zaman bu bana diyor “ diye anlayabilirsiniz. Bu yüzden adlarınızı tek tek yazıyorum. Bizim büyüklerimizin adlarını anmaktan imtina ettikleri ve gizli aşikâr teröre destek verenleri  bir görelim bakalım : 

 ( BM. in  terörist ülkeler gurubuna bunları da alması lazım.)

1-Almanya,

2-Belçika,

3-Danimarka,

4-Ermenistan,  

5-Fransa,         

6-Hollanda,      

7-İran

8-İngiltere,

9-İsviçre

10-İsveç,

1l-İtalya,        

12-Irak,

13-Kıbrıs Rum Devleti,

14-Kıytırık Lüksembourg,

15-Rusya,

16-Suriye,        

17-Yunanistan,

 

Bunlar kimi para vererek; kimi terörist vererek; kimi yer vererek; kimi silâh vererek; kimi askerî eğitim vererek, kimi hepsini birden yaparak terörü beslediler.

Bunlar, dünyanın her yerinde her platformda  ya aşikâr ya kulis yaparak aleyhimize çalıştılar. En masumu ÜÇ MAYMUNLARI  oynadı.     

Bunların tamamı hiçbir siyasi platformda PKK’yı kınamamışlar ve  Türkiye Cumhuriyeti devletini haklı görmeyerek terörü teşvik etmişlerdir. Susarak, görmeyerek, duymayarak bir nevi teröre rıza göstermişlerdir.

Ama terör, terör ise dini, imanı yoksa; bir gün  kendini besleyeni de vurur diyorduk. İşte vurdu. Yıllarca Büyüklerimiz bunu dünyaya söyledi durdu.   Evet bugün haklı çıktılar.  Haklı çıkmamız için böyle ağır bir örnek olmamalıydı. 

Türkiye Cumhuriyeti’nde ölenleri insan saymayan,  yalnız kendi insanlarını insan sayan beyinleri ben, vahşi doğada bölgesinden başka yerle ilgilenmeyi bilmeyen şempanzelerden, gorillerden farklı  göremem.

Bir iki  misal geliyor aklıma:

*  Vahşi doğada bölgesinde sekiz dişi ile harem kuran şebeklerde böyle yapıyorlar. Az ileride bir çakal sürüsünün bir geyiği parçalamasına bön bön bakıyorlar. Çakalın öldürdüğü kendi kabilesinden değil ya boş ver ölen ölsün.!

Bu bir hayvan olduğu için düşünemiyor ki bir gün o çakal onun bölgesine de girer.  

** Koyunları, keçileri veya öküzleri kasaplar ite kaka mezbaha yoluna sokarlar. Bu zavallı mahluk biraz sonra kesileceğini düşünemez. Şehveti kabarmıştır önündekinin sırtına çıkmağa uğraşır. Akıllı ve ileriyi gören izan sahibi kişi 

“ bre mahluk der beş dakika sonra kesileceksin”

***- Yine bazı babalar vardır, çocuklarının kavgacı olması ve komşularının çocuklarını dövmesinden hoşlanır. Ve der ki “yeter ki dayak yeme oğlum”. 

E be adam bir düşünsene sana da sıra gelebilir. Çünkü bu itse, ısırır. Yarın ısıracak kimse bulamazsa kendini besleyeni ısırır. Sen baştan kaybettin çocuğunu it olarak yetiştirdin. İt her zaman ittir. İşi itlik yapmaktır. Sana da aynısını yapar.

Amerika gibi müthiş korunan bir ülkede en önemli  ve özel korunan yerleri terör yerle bir ediyorsa artık ey dünya ! TERÖRÜ  DOĞRU GÖR. Bana dokunmuyor  boş ver, deme.  Hele hele Türkiye Cumhuriyetinde akan 560,000 kg. kana hiç sevinme. Sadece utan yeter!... 

 Ancak Biz TÜRK MİLLETİ olarak tarih boyunca hiçbir ülkeye kalleşlik etmedik. Zamanın şartlarında savaş ise  savaş, barış ise barış yaptık. Erkekçe mertçe. Meydanlarda. Gizli kapaklı, sinsi ve arkadan vurmacasına  bir kavgamız hiç olmadı.

Almanya, İngiltere, Fransa,  İtalya, Yunanistan, Suriye ve Irak sonradan İran’da

(Hizbullahçıları Müslüman sanarak) maalesef devlet olarak terörü, el altından, ayak üstünden beslemişlerdir.

Savaşmadan bazı  ülkeleri ele geçirmek için veya zayıflatmak için veya ilerlemesine engel olmak için her türlü melunluğu, kalleşliği, kancıklığı! TERÖR yoluyla yaptırmışlardır. 

Bu gerçektir. Türkler gerekmişse savaşmışlar ama savaşmayacakları ülkelere ve KOMŞULARINA burunlarını sokmamışlardır. Medenî !  Avrupa  ile işte burada ayrılıyoruz.

Avrupalı bu meyanda  1850 lerden sonra Türklere karşı ( gerek Osmanlı Gerek T.C. fark etmez. Onlar için fark yok)  sinsi planlara girişmişlerdir. Geniş bir coğrafyaya sahip Osmanlı İmparatorluğunun merkeze uzak yerlerinde  hin oğlu hin Avrupalı, halkı kışkırtma ve devlete karşı isyan ettirme politikasına girişmişlerdir. Bunda da başarılı olmuşlardır. Fransa ve İtalya izdüşümlerinde daha o zaman  (1810) terörü başlatmışlardır. Fas- Tunus- Cezayir- Libya ve Mısır böyle devlet destekli terörist faaliyetlerle elimizden çıkmıştır.  İslâm ülkelerinin elimizden çıkışı nasıl olmuştur. Adam gibi savaşla mı yoksa İngiliz teşviki ile kuyu suları zehirlenerek binlerce Türk askeri kalleşçe öldürülerek mi?  

Hatta İngiltere hızını alamamış taa Çin’de etmediğini bırakmamıştır. Hindistan, Pakistan daha düne kadar İngilizlerindi. Düşünsenize İngiltere nire, Çin nire?

İşte bu Avrupalının uzmanlaştığı ve savaşamazsa , içerden yıkmak isteği ülkelere karşı taktikleri, o ülkede  TERÖR yaratmaktır. Neden terör diyorum da savaş demiyorum. Çünkü savaş iki devlet arasında olur. Üniformalarla olur. Üniformalı veya üniformasız  siviller öldürülüyorsa terördür. Yapanlar teröristtir. Üniformalı olanlar yaparsa devlet terörüdür. Üniformasız olanlar yaparsa çetecilerin terörüdür. Evvelâ İngilizler bu meyanda Anadolu’da  yapmaları çok güç olan bizatihi işgâli içerden bazı etnik gurupları kışkırtarak, yarattıkları terör ile  yapmağa kalkmışlardır.

Afrika’da beş yüz yıldır yaptıkları nedir?

Afrika kabileleri daha devletleşemeden, daha ok-yay kullanıyorken Avrupa’nın terörü ile özgürlüklerini hiçbir mücadele vermeden kaybetmişlerdir. Nasıl versinler ki aşiret ve kabile düzenindeler. Silah bilmiyorlar. Küçücük bir tabancanın koskoca bir adamı anında cansız yere sermesi karşısında belinde tabanca olan bu adamları Tanrı sanarak karşı bile koyamamışlardır.  Irkçı  beyaz azınlık tüm Afrika’dan özür dilemelidir

YEDİNCİ BÖLÜM

Tarihe bakarsanız, bizim  komşularımız ve uzak ülkeler TÜRK ULUSUNA ellerinden gelen kalleşlik ve kancıklık denecek türde her şeyi yapmışlardır. Türk’ün kanında yok kalleşlik. Tarihimiz bunun kanıtıdır.

Bunları uzun uzun  anlatmağa gerek yok. Bu yüzden Türk ve Müslüman kimliğinde terör yoktur. Dinimiz buna hiçbir zaman cevaz vermemiştir.

Peki bizim ülkemizde 15 yıl yaşanan  PKK terörü nedir?

Birincisi dışarıdan destek ve teşvikle kandırılmış cahil çocukların kullanıldığı bir terördür.  Gece evlere baskın yapılarak zorla dağa götürülen 15 –16 yaşlarında ki çocuklardır. Başlarındakiler asıl suçludur.

  Ve onlar marksisttir. Dini diyaneti inkâr eden Rus hayranlarıdır. Her yerde ya orak çekici kullanırlar ya da ÇİN’İN yıldızını. Yani Türklüğünü ve Müslümanlığını kaybetmiş şahıslardır.

GERÇEK İSLAM RUHU TAŞIYAN HİÇBİR İNSAN

MASUM İNSAN ÖLDÜREMEZ. MÜMKÜN DEĞİL.

Allah kimsenin başına vermesin evvelâ bu insanların imanı, inancı yok oluyor.   Bütün dinler için aynı şey geçerlidir. Hiçbir din, masumun katlini veya katliamı kabul etmez. Mazeretini de kabul etmez.

Bu yüzden şuna kesinlikle inanıyorum. Hangi dinden olursa olsun, ehli iman sahibi bir  adam, insan öldüremez.  Hele toplu katliam asla. Hele terör ile masum insanların katli mümkün değil.  Ve asla  ve asla SOYKIRIM  yapamaz. Dinimiz buna asla ve asla izin vermez.  Biz Türkler 1923 ‘e kadar devlet yönetiminde  Türklüğü değil Müslümanlığı ön planda tutuyorduk. Yobazca değil. Herkes Müslüman olsun gibi değil. Herkes inancında hürdür dinin emri kullara hayırda yarışmaktır.  İşte bu kuralı ön planda idi. Zaten Padişahlar inançları ve inançlılığı ön plana almasalardı, dünya böyle olmazdı.  

SON BÖLÜM  (*)

11 EYLÜL 2001, dünyanın  unutmayacağı  kadar büyük ve kötü bir olay yaşadık.

Bu acıyı kimse Türkiye kadar duyamaz.

Eğer yukarıda adlarını yazdığımız ülkeler gerçekten teröre karşı iseler  sadece  Amerika’ya yapılanca değil , bütün dünyada nerede olursa olsun terörü kınamalıydılar.

Birinci sınavı kaybettiler.  İkincinin olmaması için ülkelerinde bulunan  terör şubelerini hemen kapatmalılar. Bari utanıp bundan sonra hamilik etmekten vazgeçmeliler.

Terör , rakibini de vuruyor, hamisini de vuruyor, banisini de vuruyor. 

Her yerde ölenler insandır.  Bir kişi de ölse yüreğimiz yanar bin kişi de ölse.    

Dünyanın hiçbir yerinde teröre geçit verilmesin. Kimse ecelsiz  ölmesin.

Sözümüz, duyanlara, görenlere, söyleyenlere.  ÜÇ MAYMUNLARA  DEĞİL.     

EMİLE ZOLA bakın ne diyor?

BİR KİŞİYE YAPILMIŞ OLAN HAKSIZLIK, BÜTÜN İNSANLIĞA KARŞI İŞLEENMİŞ BİR SUÇTUR.        

 Selahattin AYDEMİR.   EYLÜL 2001

 (*) İkinci baskımızda belge ve kaynaklara yer verilecektir.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 23

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

KULUM OSMAN
Ben verdim emri kendime
Sığmadı suyum  bendime
Herkes kul olmuş santime (*)
Ben aleme kulum Osman
 
Bu ilmi Kâmil'den aldım
Kâmil'de alemi buldum
Ölmeden evvelin öldüm
Mürşidime kulum Osman
 
İlim öğren aşk ile yan
Mürşidi Kâmile dayan
Her cihetten ezan duyan
Kulaklara kulum Osman
 
Analar  ası Amine
Analar hası Hatice
Analar yası Fatime
Fatıma'ya kulum Osman
 
Herkeste var Hakkın  nuru
İster yaş isterse kuru 
Gerekmez gılman huri
Ehlibeyte kulum Osman
 
İmamların ahı Ali
Ol Pirlerin şahı Ali
Hem zahir hem sahi Ali
Şah Ali'ye kulum Osman
 
Hasan'la inledi ruhum
Hüseyin'le yandı canım
Zeynel Cafer Musa yolum 
Muhammed'e kulum Osman
 
Rıza razı oldu kana
Taki gitti yana yana
Askeri  Mehdi yan yana
On k'imama kulum Osman
 
On iki Pir hepsi Hak yol
Aşk ve muhabbet tek yol
Aleme sevgiyle bak. Ol.
Hak sevgiye kulum Osman
 
Zatı Hakka mazhar odur
Zatı Hakkı izhar odur
İki cihan serdar odur
Ol Resule kulum Osman
 
Hak Hüsamettin Uşşaki
Mustafa Nuri aşığı
Erenler bulmuş maşuğu
Bulanlara kulum Osman
 
Selahım fakirim hiçim
Kimseye vermem biçim
Suret değilim ben içim
Ol içime kulum Osman
 
11 Haziran 2003
(*) Santim, ölçü, birim, para, şekil,suret, gösteriş, makam,mevki, sarık,cübbe, sakal.
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 24

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

G E N Ç L E R
Sudan  sebeple  anarşi  yapmayın  okullarda
Hiçbir hizmet olmaz  aslanım  bedava
Haydi  gençler bir hizmet yapın   bedava
Kızılay, huzur evleri, dar-üş şafaka sizi bekleyesi
Aklını kullan oğlum,   “A” bedava ise
“B” den edilir  finanse
“B” nerden  bulur  parayı ?
Gene vergilerle  babanız  ödeyesi
 
A be  çocuğum  hiç olur mu ?
Bedava  okunur mu ?
Hemen de  inandın  bedava  olduğuna
Bedava mı sandın  !DEVLETİN hastanesi
 
Hocalar  maaş mı almıyor  ?
Okullara  yakıt  uzaydan mı geliyor    ?
Kim demiş bedava  diye
Bunca  zam  bunca  vergi  nereye  gidesi  ?
Bedavacılıktan dır  ki ;
Gelmiyor bir araya devletin  iki  yakası
Üç kuruşluk  harç için
Geri  zekalı solcu   okul  yakası (*)
Anlamadım  gitti nasıl  bir yoldur
Şu solcular otuzbeş TAM YILDIR
Okulu  yıkarlar, otobüsü yakarlar
Nedir  bu  melunluğın  bahanesi  ?
İNGİLİZİN Kİ  KAHPE  BİR   ADALETTİ  (**)
ONUN İÇİN   ASİL  NADİRİ GASBETTİ
JİRKOV  İTİ YARIM  MİLYON  İNSANI  KATLETTİ
EY  ATATÜRK'ÜN  GENÇLİĞİ ! ÖLÜ MÜ SÜNÜZ ?
NİYE  HİÇ SESİNİZ  ÇIKMAYASI
Yol etti  Urus  İstanbul  boğazını  !
Çünkü bedava geçiyor senin  gırtlağından !
Sıkmak  için  senin  boğazını !
Karşı çıkıyor  boru hattına  !
Yutmayın ! gençler, su  uyur  düşman  uyumayası !
Bir  güzelde, bir  güzel  gerdanlık varsa
Göz  koyan  çok  olur gençler !
Sen  bilmezsen boğazında ki  gerdanın  kıymetini
Başkaları elinden  alası
Okuyun,  ilim  adamı olun  GENÇLER
Fanatik  futbol  taraftarından  farkınız yok
İlim  yuvasında,  ilim  talibi  gezer
Kavga  eden itin fakültede    ne işi  olası ?
ASİL  OLUN    G E N Ç L E  R,  A S İ L
ASALET ALTINDIR
Ağır  taşı yel almaz,  yapı taşı yerde  durmaz
Boş kafalıyı, herhes  tüy  gibi    oynatası
 
Asil  olun gençler  asil
Asıl olan , olmamaktır  fasıl
Fasıl nedir ?  diye sorarsanız
Onun  bunu   düdüğünü öttüresi
Asildi senin ATAN, çiğnemedi Yunan  bayrağını
Bayrak dedi  “temsil  eder  halkını”
Geri  çekti   ayağını Tükün  Atası
Cümle  cihana  bunu  hepiniz  anlatası
Şimdi mecliste  olanların   mazide ki  yolu
Üniversitede  tepişerek  geçti  l5  YILI
Aynı yolu  denemenin  alemi  var mı?
GENÇLERArtık  sizler  daha  akıllı olası
(*)   Bu  mantığa  göre öğrenciler belediye   otobüslerinde , Şehir hatları vapurlarında da  BEDAVA gitmeli.
(**) Hapsetmedi. Gasbetti .Kıbrıs'ta etkin ekonomik  faaliyetler yapan  TÜRK  İŞ  ADAMI  olan ASİL NADİRİ gasbederek ! Kıbrıs  ekonomisine  darbe vurmuştur. Ve  bunu  başarmıştır. Asil  Nadir , bütün  iktisadi gücünü kaybetmiştir. Gasbetti     kelimesi özellikle seçilmiştir. Ve doğrudur. Bunda acı olan  Türk gençliğinden  '  gık  '  çıkmamıştır.  Sivil  örgütlerden  ' gık  '  çıkmamıştır.  Ama  seneler  evvel  Timoty  adında bir  ingiliz  veledinde  esrar bulunmuştur. Türk adaleti kovuşturma yapmak için işbu  velet'i göz altına  almıştır.   Olay budur. Bütün ingiliz basını sivil  örgütleri  Türkiye ' yi  yerden yere vurdular.
Dahası var bitmedi. Kraliçeleri  Türkiye'ye  ziyaretini  erteledi.
Daha  taze  bir  olay:  jirkov  FAŞİSTİ ! ((( Rusya  kominist  değil  FAŞİSTTİR. Bunu da BÖYLE  BİLİN.  Dünyada  hiçbir  yerde    S O S Y A L İ Z M    gerçek anlamıyla  gerçekleştirilememiştir. Sosyalizmde ırkcılık  yoktur.  Rusya  hiçbir zaman sosyalist olmamıştır. ))) Bulgar  baş sosyalisti  Brejnevin  Kuhlası jirkov   adisi,  mezar  taşlarında ki Türk  adlarını dahi  kazıyıp  değiştirdi.  Ne  yaptınız   SOLCU GENÇLER.?  Bu  adi  faşiste, faşist  diyebildiniz mi  SOLCU GENÇLER ? Sadece  sağ kesimden  cılız da  olsa biraz ses geldi..  Neden  sol kesimden  ses çıkmadı?   Bu insanlar  sizin  soydaşınız  değil mi ? ...Sosyalistlik   soydaşlığı inkâr  etmeyi mi gerektiriyor?.   Siz bu hususta  belki  dürüst bir  Sosyalist  oldunuz  ama.  Bulgar  sosyalisti,  yunan sosyalisti,  ermeni sosyalisti, ırak sosyalisti, Suriye sosyalisti neden  sizin  kadar  dürüst  sosyalist  olmadılar.  Olamadılar  değil  OLMADILAR ?  Hiç düşündün mü?    ..

 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.