DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

İÇİNDEKİLER
Mahmut Selim GÜRSEL TAKDİM
Hayat Hikayesi
HİTİT YASALAR
HİTİT-HATTİ UYGARLIKLARI VE GÜNEŞ KURSLARI
10 KASIM


 

 
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TAKDİM           

Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak görülmelidir.

            Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.

            Bu çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı göreceksiniz.

            Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir kitaptır; onu okumamız gereklidir.

            Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar veremeyiz. 

Mahmut Selim GÜRSEL  

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Erdal ERALP
Bir 30 Ağustos günü doğmuşum. Yılını kesin bilmiyorum.  Nüfusa  kayıt   tarihim Mart 1932, yani Mart 1932'de varım. Bu tarihe en yakın 30 Ağustos 1931 işte asıl doğum tarihim bu oluyor.Babam  Atıf Eralp  ve  Annem  Kadriye Eralp'ler Atatürk'ün devrimci öğretmenleriydiler.   Annem; çarı, peçeyi atıp öğretmen olduğu şimdiki Zafer Okulunun yerindeki Numine-i Nezhat Okuluna  Cumhuriyet öğretmeni kılığıyla giden ilk bayan  öğretmen olmakla öğündüğünü hep söylerdi. 
Babam Hatay'ın  Vatana katılışı sırasında Hatay'da Nahiye Müdürlüğü ve Kaymakam Vekillikleri yaptı. 
Dedem  Ahmet  Safi  Eralp (Darül Fünün) Üniversite mezunu bir öğretmendi.
Ben ilkokulu Tanyeri İlkokulunda okudum. Ortaokula Çorum'da başladım,ortaokul ikinci sınıfı ve son sınıfı İskenderun'da okudum ve 1946 da Çorum Ortaokulundan  ve  1949  Haziranında  da Çorum Lisesinden mezun oldu. 1949 yılı Kasımın da  İstanbul  Üniversitesi, Hukuk Fakültesinde öğrenci idim. 
Öğrencilik  yıllarında;bir  kültür ocağı olan İstanbul'u  çok  sevdim.  Giderek  sporcu kimliğim öne çıktı.  Darüşşafakalı   veleybolcu olarak Önce Federasyon  kupası  şampiyonlukları  ve  uzun bir süre  Türkiye  ikinciliği  ve sonrası Türkiye şampiyonluğunu  yaşadım.  Yurt  dışında  uluslar   arası turnuvalara katıldım. 
40 yılı aşkın bir süredir Çorum'da Avukatım. 
Çorum'a gelince;öğrencilik yıllarımdan be ri tutkun  olduğum  Anadolu  uygarlıklarının içinde buldum kendimi.  Bir ara siyaset dünyasına karışmak  zorunda  kaldım.  CHP Gençlik Teşkilatı olarak  başladım, 1960'tan  sonra  İl  Başkanı oldum. Hiç aday  olmadım.  1968 den sonra yavaş,yavaş faal  siyasetten uzaklaştım ve siyaseti hiç sevmedi
Kültür ve sanat yayınlarını hep takip ettim   Yirmi  yıldan fazla bir süredir Arkeoloji  ve Hititoloji  dünyası içinde buldum kendimi. Sınıf arkadaşım ve  sıra  arkadaşım Dr. Turhan Kılıççıoğlu'nun büyük sevgi ve desteğiyle Çorum'u,başken tini ve bir çok önemli kentlerini yüreğinde barındıran  Çorum'u  dünyanın  kenti  haline  getirip  tüm dünyaya  tanıtmak  için Belediye Başkanları, Valiler,Çorum Kültür Müdürlüğü ve Müze Müdürlüğün deki  arkadaşlarımızın  üstün gayretleri sürmektedir. 
Geceleri saat 03'ten sonra uyku uyumam. Bu saatlerde okuyacak ve araştıracak zamanı bulabiliyorum. Bu saatlerde kendimi cennette hissediyor gibiyim. 
Hemen her sabah gün doğmadan stadyuma  giderim.  Önceleri  çoğu  kez  yalnız olurdum, Turhan Kılıçcıoğlu çoğu kez katılırdı. Koşmayı hiç bırakmadık.  Son 7-8 yıldan beri yürümek ve koşmak  için  gelenleri  neredeyse  stadyum  almıyor. Gençler,yaşlılar her gün oradalar.  Burada  oluşan gruplar  arasındaki  sohbetlere    doyum  olmuyor. Sonra bir  duş ve  çorba,büromdayım. Geçinebilmek için çalışmak zorundayım.
Bu arada ; Çorum'da  Atatürkçü  Düşünce Derneğini kurmak da bana nasip oldu. Birlikte çalışacağım arkadaşlarımın çalışma gücüne hayran oldum.  Belli  bir  takvime  uyarak, yayınlar, konferanslarla aydınlık  yarınlar  için  bir  ateş yakmaya çalıştım. 
Eşim bütün bu çabalarımda hep yanımda oldu. Büyük kazanımların ardına düşmedik,her zaman geçinebileceğimiz kadar imkanımız oldu. Çıkarsız,mutluluğu birlikte aradık. Bir kültür dünyası için mutluluk bizim için yeterli oldu.
İyi eğitim almış,uygar,laik,saygılı ve yüreği sevgilere ulaşmış Türk  Ulusu, yani ; Atatürk'ün Türkiye'sini özlüyorum.
Erdal ERALP 2019 Yılında vefat etmiştir.
Yayınevimizin  basılmış ve sanal yayınlanmış dergilerinde yazıları bulunmaktadır.
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

HİTİT YASALARI 
         Bin yıla yaklaşan, Selçuklu ve Osmanlı Dönem dönemlerinden bu yana yurt edindiğimiz Anadolu, çok eski çağlardan beri, her yönden gelen grupların da yurdu olmuştur. Farklı kültür, inanç ve yaşam biçimleri, Anadolu'da etkileşip, daha üstün uygarlıkları yaratmıştır. Bu yüzden Anadolu, jeografik konumu ve doğal şartları ile her dönemde uygarlıkları yaratandır, büyütendir.        
         Anadolu'ya  İ.Ö. 2000'li yılların başında Asya'dan; büyük olasılıkla Kafkaslar yolu ile Hititler geliyorlar ve Kızılırmak dolanımı  içlerine yerleşiyorlar, etkileniyorlar, onların içlerinde yaşayarak üst düzeylere ulaşıyorlar ve sonunda İ.Ö. 1800'den başlayarak önce  krallık, sonra İ.Ö.1300'lere gelirken büyük İmparatorluk olarak, ilk Anadolu bütünlüğünü sağlıyorlar ve dev bir uygarlığın yaratıcısı  oluyorlar. O çağların uygarlık dünyasının, en büyük iki devleti Mısır ve Hititlerdir.
         Orta Çağın karanlığını yırtıp, bilimsel araştırmalara yönelen Avrupalı bilgin ve gezginlerin 1800'lü yılların ilk yarısından itibaren, Ana dolu'ya gelip araştırmaya başlıyorlar. Birçok arkeolojik bulguları bilim dünyasında değerlen diriyor.
         Boğazköy'de 1906-1907 ve 1911-1912 yıllarında Hugo Wicler ve 1931-1938 yıllarında K. Bittel tarafından yapılan kazılarda, Hititlere ait yasa metinleri bulunmuştur.
         Yasa metinlerini oluşturan kil tabletler veya levhalar, Hititologlarca incelenmiş ve iki dizide toplanarak incelenmiş ve iki dizide toplanarak değerlendirilmiştir.
Yaklaşık 100 fıkra (madde) içeren ve "Eğer bir adam" diye başlayan birinci dizi, büyük harflerle kotlanmış ve 21 grupta toplanmıştır.
         Yine yaklaşık 100 fıkra (madde) içeren ve "Eğer bir bağ" diye başlayan ikinci dizi, yine elde edilen çeşitli yazmalar ve konularına göre kodlanarak 17 grupta toplanmıştır.
         İki asıl metin aslında birbirlerinin devamı niteliğindedir.  Sonradan yazılan ve paralel metinler olarak adlandırılan metinler hemen hemen aynı konuları içeriyorlar ve zaman içinde yapılan değişiklikler metinlerde açıkça belirtiliyor.
         Yasa metinleri ve yorumları incelendiğinde, genel olarak; Hititlerde yasa ve adalet kavramının, diğer çağdaş ön Asya kavimlerinden olduğu gibi, Tanrısal kökenli olması gerekir. Fakat Hitit yasa metinlerinin hiç birisinde, bir ön söz bir sunuş yazısı bulunmamaktadır Hamurabi yasalarının, Tanrı tarafından, Tanrı sözü olarak krala verildiği yazılıdır. Hitit yasalarının çok kez değiştiği ve değişikliğin kral tarafından yapıldığı, paralel metinlerde açıkça yazılıdır. Bu yüzden yasaların kral tarafından yapıldığı tezi şimdilik doğrudur.
         Hitit yasalarının, Hititlerin büyük sosyal, siyasal ve kültürel yaşamlarını kapsadığı ve bu bakımdan bir yasalar bütünü, bir kodeks niteliğini taşımadığını açıkça anlaşılıyor. Fazla hasara uğramadan asıl metinlerin okunamayan yerleri, aynı konuyu içeren paralel metinlerden tamamlanabilmiştir. Metinlerin, değişik tarihlerde yazılmış olduğu, yazı karakteri, malzemenin cinsi gibi özelliklerden anlaşılıyor. Hititologlar, yasa metinlerini incelerken, maddeler ayrımı yerine, paragraf ve fıkra sözcüklerini kullanıyorlar. Aslında; birbirlerinden ayrı olayları hükme bağlayan maddeler olarak ayrım yapılabilir. Metinlerde paragraf ve fıkra olarak adlandırılan bölümler, tabletlerde yatay çizgilerle ayrılmıştır. Bu çizgilere rağmen, bazen çizgi dışında da devam ettiği görülmektedir. Yasa metinlerinden örnekler verilirken, madde terimini kullanmakta sakınca görmedim.  Hitit yasalarında; evlat edinme, miras, evlilik, tasarlanarak adam öldürmeye dair hukuk kuralları noksan.
         Bütün bunlardan anlaşıldığına göre, Hititlerde sözlü hukuk geleneği, teamül, örf ve adet kuralları geçerli idi. Bize ulaşan metinlerin, sözlü hukukta bulunmayan, siyasal ve toplumsal nedenlerle, belirgin ve kesin olarak düzenlenmesi gereken, ÖZEL VE ÖNEMLİ anlaşmazlıkları ve mahkemelerin verdikleri kararları da göz önüne alırsak yapılan derlemeler olduğu anlaşılıyor.
         Eski çağların, yazılı kurallar derlemeleri, hemen hep aynı nedenlerle yapılmıştır. Örf ve âdete göre yürütülen sözlü hukuk sistemi, bazı olayların getirdiği karmaşa hali, yazılı kurallar gereği zorunlu kılıyor. Hitit siyasal yaşamında İ.Ö. 1600'lerde Kral Hantili ile başlayan, 1500'e,Kral Telipinu'ya kadar süren bir karmaşa dönemi, yazılı kurallar derlenmesini zorunlu kılmıştır kanısı doğurur.              
         Hititlerde hukukun kaynağı sadece yasalar değildir. Örf  ve adetlerin yanında, arşivlerde elde edilmiş olan ve Garnizon Komutanlarına, Askeri görevlilere, Din görevlilerine, yüksek Memurlara  gönderilen yönergeler kaynak belgelerdir.
         Yasa metinleri, birçok çağdaş yasalarda olduğu gibi; eğer (Takku) sözcüğü ile başlıyor. Sümer, Babil, Asur bir bölümü ile Yunan, Roma ve İbrani yasaları da çoğu kez aynı şartlı sözcükle başlamaktadır. Maddelerin sonu da "Böylece suçlu evden uzaklaştırılır " formülü ile bitiyor.
         Hitit hukuk siteminde, çevre ülkelerin, kültür yakınlığına dayalı bazı benzerlikler var ise de, çok önemli ve çok daha uygarca farklılıklar hemen göze çarpmaktadır.
         Hitit yasalarında, Sami hukukunun tipik örneği olan  "Göze-göz, Dişe-diş" kuralına yer verilmiyor. Ölüm cezaları çok sınırlı, Asur yasalarında görülen sakatlama cezaları, sadece kölelere evde hırsızlık halinde veriliyor. Açıkça söyleyebiliyoruz ki; Hitit yasalarında, suçluya zarar verecek öç alma kuralı yoktur. Mağdurun uğradığı zararın giderilmesi esası en üstün (norm) hukuk kuralı olarak geçerlidir. Yasa metinlerin, Ceza hukuku bakımından incelendiğinde, yaralama ve öldürmeye varan kasıt ile dikkatsizlik, tedbirsizlik, meslek ve sanatta acemilik yüzünden işlenen suçlardaki taksir çok ilgi çeken üslupla ayrılıyor. Teksir hali "Onun eli günah işler"  sözcükleriyle nitelendiriliyor. Kral IV. Tuthaliya'nın bir fermanında da kasıtlı haller için "Onun başı günah işler" anlamı yazılı. Eli günah işler olarak nitelendirilen hallerde verilen ceza, kasıt halinin yarısı kadar.
Cezalar ise, ölüm cezaları dışında, zarar görenlerin işlerinin görülmesi için köleler, insanlar vermek ve şekel ve mima olarak belirlenen gümüş, yani para cezaları ödemek şeklindedir.
         Hamile kadının çocuğunun düşürülmesine sebep olmak suçunda, cenin 10 aylıksa; 10 şekel gümüş, 5 aylıksa; 5 şekel gümüş tazminat ödenmesi yazılı, cezayı artıran ve azaltan sebepler belirgin olarak görülüyor. Yasa metinlerinin 197'nci maddesinde, kanuni karineler mevcut,  "Eğer bir adam, kadını dağda alırsa suç adamındır. O ölsün. Eğer onu evde alırsa suç, kadınındır. O ölsün...."  
         Suçlarda kalkışma (teşebbüs) hali düzenlenerek cezalar azaltılmıştır. Hırsızlık suçunda " Henüz eşikten içeri girmemiştir" denilerek cezanın azaltıldığı görülüyor.
         Suçlarda kalkışma (teşebbüs) hali düzenlenerek cezalar azaltılmıştır. Hırsızlık suçunda "Henüz eşikten içeri girmemiştir" denilerek cezanın azaltıldığı görülüyor.
         Bu genel değerlendirmelerden sonra, yasa metinlerinden örnekler alarak, bu güne kadar yapılan yorum ve değerlendirmeleri de göz önüne alarak bazı ayrıntıları dikkatinize sunmak istiyorum.
BİRİNCİ DİZİ
         Madde (Paragraf) 1- Eğer bir adamı ya da bir kadını, bir kavga sonucu biri öldürürse, onu teslim etsin ve erkek ya da kadın dört kişi versin. (verir de olabilir) Böylece suçu evinden uzaklaştırır (par-na-aş-şe-wa-a-iz-zi)
         Madde 2- Eğer bir erkek köle ya da kadın köle, bir kavga sonucu birini öldürürse, onu teslim etsin ve erkek ya da kadın iki kişi versin. Böylece suçu evinden uzaklaştırır.
         Madde 3- Eğer özgür bir erkeği ya da özgür bir kadını (kadına) biri vurursa ve öyle ki o ölürse ele günah işler. Onu teslim etsin ve iki kişi versin. Böylece suçu evinden uzaklaştırsın.
         Madde 4- Eğer bir erkek köleyi ya da bir kadın köleyi (köleye) biri vurursa ve öyle ki o ölürse eli günah işler. Onu teslim etsin ve bir kişi versin. Böylece suçu evinden uzaklaştırır.
         Bu ilk dört maddede adam öldürmek suçları cezalandırıyor.
         Birinci maddede kavga sırasında öldürmeye varan kasıt ele alınmıştır. Cezası 4 kişi (4 baş) vermek ve cesedi teslim etmektir. 2. Madde ise bu suçu bu suçu kölelerin işlemesi halinde verilecek ceza, özgür insanlara verilecek cezanın yarısı kadar olduğunu gösteriyor.          3'üncü ve 4'üncü maddeler ise: "onun eli günah işler" şeklindeki anlatım çok ilgi çekicidir. Bu anlatımın karşıtı: "onun başı günah işledi" şeklindedir. Zira bu karşıt anlatım, yasalarda bulunmamakta ise de,  4. Tuthaliye'nın bir fermanında "onun başı günah işler" şeklinde, kasten öldürme hali düzenlenmiştir. Böylece 3' üncü ve 4'üncü maddelerde dikkatsizlik, tedbirsizlik yüzünden ölüme sebebiyetle suçlu cezalandırılmaktadır yorumu şimdilik doğrudur, bu suçlara verilen ceza kasten öldürmeye verilen cezanın yarısı kadardır.
Tasarlayarak adam öldürme suçu yasada düzenlenmiştir. Ancak sözlü gelenekte ve kralın fermanında, bu suçun cezası "kan kefaleti" olarak kabul ediyor. Kan sahipleri, yani ölenin mirasçıları, "o ölsün" derlerse ölüm cezası veriliyor.
Yukarıdaki maddelerde "onu teslim etsin" şeklindeki anlatım yorumları neden olmaktadır. Maddenin okunmasından, öldürenin öncelikle, ölenin cesedini aile fertlerine teslim etmesi gerektiği anlaşılıyor. Ancak; Hitit yasaları araştırmacıları aynı yorumu paylaşmıyorlar.
         Bu sorun yasa metinlerinin birçok mad delerinde rastladığımız ARNU'DAN türeyen AR NUZİ fiil türevinin yorumundan kaynaklanmaktadır. Ancak; bu sözcüğün kökeni araştırıldığın da, Hititçedeki Ar kökünün, Hind-Avrupa kökenli OR olarak görülüyor, Hititçe de Ar oluyor. Hititçedeki anlamı Ulaşmak; Nu eki ise Hititçe de ettirgen eki olarak kabul ediliyor ve böylece ARNU, Ulaştırmak anlamına geliyor, özellikle, birinci dizinin 5. Maddesinde bu sözcük ŞAR-NİNK fiili ile birlikte kullanılıyor, o zaman anlam" geri vermek, onarmak, telafi etmek, zararı ödemek, tazmin etmek" şeklinde dönüşüyor. Nitekim Friedrich ve Kocshaker " Ceza Ödeme" eyleminin ifade edildiğini çevirenin böyle yapılması gerektiğini önermiştir.
         Yukarıda 1'inci maddeden 4'üncu maddeye kadar incelediğimiz yasa metinleri hep "böylece suçu evden uzaklaştır" cümlesi ile bitmektedir. Birçok maddede aynı anlatım yinelenmiştir.
         Bu formül anlamı konusunda da çok değişik yorumlar yapılmıştır. En yaygın görüş, zarar gören tarafa, güvence olarak suçlunun mal varlığına sahip olma hakkını getirdiği, maddedeki yaptırımlar yerine getirilip, ödemeler yapıldıktan sonra suçtan kurtulabileceği anlamı olarak kabul ediliyor.
         Madde 7- Eğer özgür bir kişiyi, bir kimse kör ederse ya da onun bir dişini aşağı atarsa, eskiden bir Mina gümüş veriliyordu, şimdi suçlu 20 Şekel gümüş versin ve böylece suçu evden uzaklaştırır.
         Bu maddeye takip eden 8. Maddede; Bu suçun kölelere karşı işlenmesi halinde cezanın 10 Şekel gümüş olduğu yazılı.
         Madde 10- Eğer bir kişi, bir kimse yaralanana kadar ve onu kötürüm ederse, o zaman onun bakımını üstlensin, onun yerine bir kişi versin ve evinde bu çalışmaya devam etsin, o iyileşinceye kadar. Ama o iyileştiği zaman ona altı  Şekel gümüş versin ve hekime yine   Madde 17- Eğer  özgür bir kadının karnının meyvesini, bir kimse attırırsa, Eğer Onuncu ayda olursa 10 Şekel gümüş versin, Eğer bu beşinci ayda olursa 5 Şekel gümüş versin, böylece suçu evinden uzaklaştırır.
         Madde 18'de ise her eylemi cezalandıran yasa maddesinden sonra yinelediği gibi, eğer bir köle kadının karnının meyvesini bir kimse attırırsa, cezalar aynı aylık dönemler için yarı yarıya gümüş olarak düzenlenmiştir.
         Madde 28- Eğer bir kız, bir adama nişanlanmışsa, bir başkası onu kaçırırsa, onu kaçırdığı anda, birinci adam ona ne vermişse, o zaman o değeri onu tazmin etsin. Baba ana tazmin etmezler. Eğer, baba ve anne onu başka adama verirse, o zaman baba ve anne tazmin etsin.
         Madde 29- eğer genç bir kadın, bir adama bağlanmışsa (nişan) ve onun için o başlık ödediyse ve ondan sonra baba ve ana buna karşı çıkarlarsa,  o zaman onu adamdan ayırırlar ama başlığın iki katı tazminat verirler.                 
Madde 30- eğer erkek, kızı halâ alamadıysa, o zaman kendisi için onu reddedebilir, ama o zaman kendi ödediği başlıktan vazgeçer.
         Bu örnek olarak sunduğum maddelerde, para cezaları ölçüleri olarak Şekel ve Mina sözcükleri hemen dikkati çekmiyor. Eski çağlarda henüz para yok iken, ekonomik yaşamda değişim aracı olarak, o zamana göre kıymetli sayılan, belirli ağırlıklardaki maden çubuklar kullanılmıştır.
         Babil’de de Şekel ve Mina gümüş çubuklar kullanılmıştır. Bir Babil Minası 500 gram gümüştür.  Şekel ise bunun atmışta biri yani 8,33 gramdır. Bir Hitit Şekeli 9 gram gümüş, bir Hitit Minası ise Şekelin 40 katı, yani 360 gram gümüştür. Buna göre Babilde Mina Şekelin 60 katı, Hitit'te ise Mina Şekelin 40 katıdır.
         Evlenmeden önce, bu gün de olduğu gibi, bir nişanlılık dönemi görülüyor. Evlenebilmek için erkeğin, kız tarafına "başlık parası" vermesi gerekiyor. Hitit yasalarında bunu karşılayan kelime "Kuşata". Evlenmede kadın erkeğin evine gelirken çeyiz getirmektedir. Hititçe de buna "İvaru" deniyor. Bu durum Anadolu geleneği olarak halen yaşamaktadır.
         Nişanın geçerli bir nedeni olmadan bozulması halinde, ödenecek tazminatlar, bu günkü hukukta da aynen düzenlenmiştir.
         Madde 39-  Eğer bir kimse, bir başkasının ekin alanlarını alırsa, Şahhan'ı yerine getirmeye devam etsin. Ama ekin alanlarını ihmal ederse, o zaman ekin alanlarını bir başkası alsın, onu satmasın.
         Maddede, Şahan yükümlülüğü altında, bir kişiye tahsis edilen ekin alanı (tarla) anlatılmaktadır, burada belirtilen ekin alanı, boş alan iken ekip biçmek ve bunun karşılığında tıpkı Timar sahipleri gibi feodal yükümlülüklerini yerine getirmek koşulu ile şahsa tahsis edilen alandır yükümlülük yerine getirilmez ise, şahıs onu satamaz, yükümlülüğü yerine getirecek olan başkasına verilir.
Bu alanların, kullanım hakkı, sahibinin ölümü halinde, mirasçılarına geçmediği, saraya iadesi gerektiği yorumu yapılmaktadır.
         Madde 46:Eğer bir kentte biri, bazı ekin alanlarını Şahhan  yükümlülüğü altında elinde tutarsa, eğer ona bir bütün ekin alanı  verilmiş ise Luzzi'yi ifa etsin, eğer ona az ekin alanı verilmiş ise  Luzzi'i ifa etsin, ama babasının evinden yerine getirsin.  ( Burada küçük bir toprak alan oğul söz konusu)
         Bu maddelerde Şahhan ve Luzzi terimleriyle ifade edilen yükümlülükler konusu, kesin olmamakla birlikte şöyle yorumlanabiliyor. Şahhan kendilerine toprak ( ekin alanı) verilen kimselerin Feodal hizmet yükümlülüğü olarak çevriliyor. Luzzi ise, daha küçük toprak alanların yükümlülükleridir. Luzzi teriminden bedenen çalışma, köle çalışması ve belki de imece anlamı kabul edilebilir.
          40 ve 41. Maddelerde de Gişku /Tukul terimi geçiyor, bunun anlamı zanaatçı hakkı olarak kabul ediliyor. Toplumsal katmanların en yükseği olan sınıf Lu İlki den biri ile, daha aşağı sınıftan olan zanaatçı ortak bir ekin alanına sahip olursa ve zanaatçı kaybolursa ve İİKİ adamı derse  (Tukul)  zanaat hakkımdır.  O zaman zanaatçının ekin alanlarını mühür altında elde eder ve Sahhan'ı ifaya devam eder. Eğer Tukul reddedilirse o zaman ekin alanları boş ilan edilir ve onu kentin adamları işlerler. Eğer böyle bir ortaklıkta İİKİ adamı kaybolursa, zanaatçı, bu benim zanaatçı hakkımdır derse İİKİ adamının ekin alanlarını mühür altına alır ve Şahhan'ı ifaya devam eder.
         Hititler de toprak önce tanrıların, sonra kralındı. Kral bağış belgeleriyle, toprakları seçtiklerine, karşılığında feodal yükümlülükleri ifa koşulu ile verebiliyordu.
         Hititler de özel mülkiyet de vardı. Ancak bağımsız çiftçilerin sayısı çok azdı. Yasaların dışında bazı yazılı belgelerde zorunlu çalıştırmalar görülüyor. Bağımsız çiftçilerin dört gün kendileri için ve onu takip eden dört gün kendi tarlaları yakınındaki Timar arazisi için çalışacakları anlatılıyor.
         Şimdi çok değişik yorumlara neden olan bir maddeye geliyoruz. Bu madde "eğer" ile başlamıyor.
         Madde 48: Bir "mahpus" Luzzi'i ifa etsin ve bir mahpus ile, ticaret, hiç kimse yapmasın, oğlunu, ekin alanı, bağını hiç kimse satın almasın,kim kendisi için "mahpus" la ticarete yaparsa,o zaman o ticaretten vaz geçsin, " mahpus" ticarete koyduğunu o zaman geri alsın.
         Madde 49: Eğer bir "mahpus"  hırsızlık yaparsa, tazminat yoktur.  Eğer korporasyon varsa, o zaman, işte onun korporasyonu tazmin etsin. Eğer hırsızlık af edilirse, ya hepsi yine hileci olurlar,ya hırsız olurlar, ister birini yakalasın ister o başkasını yakalasın............atabilir.        Bu iki maddede Hippara sözcüğü "mahpus" olarak çevrilmiştir. Hitit yasalarında hapis cezalarına hiç rastlanmıyor.  Bu yüzden hapis ve hapishane olarak çevrilen sözcüklerin anlamlarının, yasa metinlerine uygun olarak yorumlanması gerekiyor.
         Hitit yasaları araştırmacılarının değişik yorumları göz alınarak Hippara sözcüğünün, aşağı sınıftan, özel bir kategoriye ait, ne ailesi ne de malı olmayan kişilerden birine işaret edildiği yorumu daha doğru görülüyor.
         49. madde de: Lu Hippara hırsızlık yaparsa, tazminat yoktur deniyor ve devamla Corporasyona bağlı ise tazmin görevi Corporasyona düşer şeklinde anlatım var. Bu sözcüğün anlamı hükmi şahsiyeti olan bir kuruluş, bir cemiyet ve lonca olarak görülüyor. Corporal sözcüğü de bedeni, cismani anlamına geliyor. Yani bedenen çalışanların örgütü, böyle çeviri hem yasa metinlerindeki bütünlüğe, hem de 48.Mad dede ki yoruma daha uygundur.
         Zaten Hrozny de Tuikkant sözcüğü için Beden+Topluluk anlamını bu yüzden Corporas yön olarak çevirmiştir.
Paralel metin diye adlandırabileceğimiz, yasaların sonraki yazılımında Md.XL satır 33, 39 da Hippara sözcüğü yerine Asırum  sözcüğü kullanılmış. Asırum sözcüğünün tam Hititçe karşılığı Lu Appant yakalanmış, tutulmuş.
         Akatça da bu sözcük Tutsak anlamında, Arapça ve Türkçe de Esir anlamı var. Tutsak olan bir kişinin mutlaka Mahpus olarak hapishanede yatması gerekmez. Şu hale göre Lu Hippara'ların ailesi, çocuğu, ekip biçilecek ekin alanı ve bağlı olabiliyorlar. Hrozny ve Neufeld, Boris Cellule olarak yorumluyorlar. Fransızcada da Cellule'nin tam anlamı, Türkçe Hücre olarak çevriliyor. Hem canlıların en küçük parçası, hem hapishane hücresi, hem küçük oda anlamı var. Ancak Bois sözcüğü; Ahşap, tahta, orman emvali anlamında ve ikisi birlikte ahşap hücre olarak çevrilebiliyor. Bu durumda, bu ideogramla anlatılan hapishane değil, suçüstü yakalananın devletin yargısına, gözaltına alınabilen bir küçük ve ahşap oda anlamı yasa metinlerine uygun bir yorum olabilir. Zaten Otten de Rad okunuşunu öneriyor ki burada da kralın yargısına teslim anlamı var. Bundan sonra gelen maddelerde, 71.ci maddeye kadar; öküz, inek, katır, at ve koyun çalmanın cezaları sıralanıyor
.        Madde 71: Eğer bir öküzü, bir atı, bir katırı biri bulursa (kentte anlamı var) kralın kapısına götürsün. Eğer onu kırda bulursa, yaşlılar onu, ona verirse, o zaman kendisi için boyunduruğa koşabilir. Şayet sahibi onu bulursa, kendisi için onu eksiksiz alsın. O hırsız gibi yakalanmasın.
         Diğer hırsızlık suçları ise, cins bir atı çalan, yaşları belirtilen, 30 at vermekle cezalandırılıyor. Sonra yapılan değişiklikle 15 at verir şeklinde cezalandırılıyorlar.
         Madde 93: Eğer bir adamı eşikte yakalarsa evin içine henüz girmemiştir. On iki Şekel Gümüş versin, köleyi eşikte yakalarsa altı Şekel Gümüş versin.
         94. Maddede: Evde hırsızlık yapan, çaldığının tüm değerini vermesi ve ayrıca ceza olarak bir Mina Gümüş vermesi gerekiyor.
         Madde 98:Eğer özgür bir adam bir evi yakarsa, evi yeniden yapsın,evin içinde ne varsa,ister insan,ister öküz,ister koyun olsun onları tüm değerleriyle temin etsin.
         Madde 99: Eğer bir kulübeyi ( hayvanların yemleri bulunan bir yapıyı ) biri yakarsa, zarar görenin öküzlerini beslemeye devam etsin, onları bahara kadar ulaştırsın. Eğer içinde saman yoksa o zaman sadece kulübeyi yeniden yapsın. Aynı zamanda kulübenin içinde ne varsa, onları da geri vermelidir.
         İKİNCİ DİZİDEN ÖRNEKLER:
         178.ci Madde den itibaren, yasada, arazi, bağ, hayvanlar, yiyecekler ve bazı giysilerin fiyatları belirtiliyor. Bir giysinin bedeli 12 Şekel Gümüş, değerli bir giysinin bedeli 30 Şekel Gümüş, mavi yün bir giysinin bedeli20 Şekel gümüş, ince bir gömleğin bedeli 3 Şekel gümüştür.
         197 ve 198.Maddelerde ilginç hükümler bulunmaktadır.   Madde 197: Eğer bir adam,bir kadını dağa alırsa,suç adamın (dır) ve o ölsün. Eğer onu eve alırsa suç kadınındır ve kadın ölsün. Eğer adam ( koca ) onları bulursa ve onları öldürürse, onun eylemi cezaya değer değil (dir)            
Madde 198: Eğer, sarayın kapısına onları götürürse ve derse: benim karım ölmesin o zaman karısını hayatta bırakır ve zina yapan erkeği de bırakır ve onun ( yani zina yapan erkeğin ) başını örter. Eğer derse; işte tam ikisi de ölsün, o zaman tekerleğe diz çöksünler, kral onları öldürür, kral onları yaşatır. Burada koca, zina yapan karısını öldürülmemesini istediğinde, zina yapan aşığın da sağ kalacağı, fakat toplum içinde, zina yaptığını belirten bir örtü bir bağ ile dolaşacaktır. Utanç simgesi olan bir bağı başında taşıyacaktır anlamı çıkıyor.
         Son söz:
         Hitit yasalarına dair böyle bir özet sunarken, bu yasaları uygulayanlar, yargı görevi yapanlar kimlerdi sorusuna kısaca değinmeyi gerekli görüyorum. 
1- Hititlerde yargı görevi yapanlar: Kırsal kesimde yaşlılar (bir bakıma ihtiyar kurulları)
2-Kentlerde yüksek dereceli memur ve subayların yargıçlık yaptıkları mahkemeler.
3- Yüksek dereceli mahkemeler, Panku(ş) ve Tulijaş. <*>
4- Kral.
Burada incelediğimiz hukuki cezalar görüldüğü gibi hem hür kişilere, hem de kölelere mahsustur. Bilindiği gibi; Hititler ilk kuruluşlarından itibaren sürekli savaşmışlardır. Bu savaşlardan getirdikleri erkek nüfusu devlete ve tapınaklara ait çiftliklerde ve özel mülk olan kraliyet ailesi ile yakınları olan toprak sahiplerinin çiftliklerine, çalıştırılmak üzere gruplar halinde dağıtılıyorlardı.
Bunlar literatürde Nam Ra olarak biliniyorlar. Bunlar aslında savaş ganimeti, tutsak, sürgün edilen insanlar, Deporte, Kolon olarak isimleştirilmişlerdir. Bunlar eski Yunan'daki Metöke'ler gibi veya eski Roma Latifindium'larında olduğu gibi, esir olarak karın tokluğuna çalıştırılan ve belli süreden sonra kendilerine sınırlı özgürlük verilen, belirli bir toplum sınıfıdır, diyebiliriz. Hitit toplumunda ırk ve sınıf ayrımı bertilen diğer sözcükler mevcuttur. Dampupi (Barbar) ve Ubaru( yabancı ) gibi. ( Prof Dr. Ahmet Ünsal ) Arşivlerde bulunan yazılı belgelerde, çok ayrıntılı mahkeme tutanakları, suçluların, tanıkların, davaya taraf olarak katılanların ifadeleri ve davanın açılmasına sebep olan iddialar bulunuyor. Bu konularda verilen kakarlar henüz elde edilememiştir.
                                               BİTTİ
<*> Tulijaş en yüksek sosyal sınıftan kişileri ve prensi ve kralı dahi yargılama yetkisine sahip olan yüksek mahkeme olup, kral Tulijaş'ın yargısına boyun eğerek, mutlak erki sınırlamış oluyor.  
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

HİTİT-HATTİ UYGARLIKLARI VE GÜNEŞ KURSLARI
         Hititlerde özellikle kral mühürleri ve kaya kabartmalarında kralın adını belirten, Hiyeroglif (resim yazısı) ile mükemmel bir kompozisyonla oluşturulmuş ideogram diyebileceğimiz, yani resimlerle anlatılan bir fikir ya da sözcük anlamına gelen işaretler grubu sık kullanılmıştır.
         Bu ideogram'ların en üstünde ışınlı bir yuvarlak ve ortasında gelişkin bir yıldız motifi ve dairenin iki yanında kanatlar mevcuttur.
         Rozet diyebileceğimiz bu figürün bir Hiyeroglif olduğu ve Mısır etkisi ile BEN GÜNEŞ yada, MAJESTE anlamına geldiği anlaşılmaktadır.
         Bir de Ankara'da Belediye Başkanı Vedat Dalokay'ın Sıhhîye Meydanına diktirdiği ve böylece her kesin artık iyice tanıdığı, bir zamanlar Ankara Belediyesinin amblemi olarak kullanılan, sigara paketinin üzerinde de kullanılmış olan ve birçok turistik tesislerde çok kullanılan ve adına "Hitit Güneş Kursları" denilen değişik motifli kurslar vardır.
         Bu kursların Hitit'lere ait olduğu söylenilse de bu aslında doğru değildir.
         Bunlar, İsa'da önce 3000'den 2000'e doğru Eski Tunç Çağının ikinci yarısında özellikle Çorum'da Alacahöyük'te yaşamış oldukları kabul edilen Hattitlere yöneticilik yapmış olan bir grup soylulara ait mezarlarda bulunan ve adına "Güneş Kursları" denilen buluntulardır.
         Bu mezarlarda armağan olarak konulduğu sanılan buluntular yüksek nitelikli sanat eserleridir. Bunlar arasında silahlar, süs eşyaları, madeni kaplar, madeni heykelcikler ve değişik biçimli ve bir kaideye tespit için yapılmış çıkıntıları olan hayvan betimleri çok ilginçtir.
         Genellikle "Güneş Kursları" olarak bilinen, bazıları hayvan motifleriyle süslü, bir bölümü daire, bir bölümü dörtken biçimli ve bir sopaya (sap'a) geçirilerek dinsel törenlerde taşıdığı sanılan STANDARTLAR (simgesel işaret-âlem) ler de bu mezarlarda bulunan buluntular arasındadır. Bunlara kült standartları diyebiliyoruz.
         Rahiplerin dini törenlerde bu kursları sopalardan tutarak ve  üzerine monte edilmiş sallantılarla (sistrum) ses çıkartarak bir duanın başladığını ya da bittiğini belirterek töreni Bu kurslarda görülen  hayvan figürlerinden geyikler ve boğanın dışındaki bütün hayvanlarlar, Anadolu'nun Ana Tanrıça inancını simgelemektedir.  Ama tanrıça yani, toprak ana, doğurgandır, doğurgandır, doğaya hâkimdir, hayvanlar bu yüzdün onu simgeler, inanç sisteminde dişi öğedir.
         Kurslarda boğa motifi ya da bunu simgeleyen ve genellikle kursların altında yer alan boğa boynuzları bulunmaktadır. Bunlar Akdeniz uygarlıklarından Anadolu'ya geçen Boğa (Toros) kültü olarak kabul edebilir. Boğalar BAŞ TANRI'YI süngüleyen, Ana Tanrıçanın eşidir, toprağı dölleyen, bet bereketi sağlayan öğdir.
         Bu simgeler, Hitit'lerden önce, Mısır, Me zopotamya, Hint, Asya inançlarından Anadolu' ya taşınmış, Hitit'lerin siyasal otoriteyi ve bütünlüğü sağlamasıyla, federatif sistem içinde özgürlük tanımlaması ve Başkent Hattuşa da hep bir arada yaşanmış. Değişik inançların sentezi olan ve her tanrı ve tanrıçanın bir TANRI AİLESİ  (Panteon) olarak birleşmesi ve bir sentez oluşturması sonucu Anadolu'ya özgür düşünce ortamını doğurmuştur! Bu yüzden anlatılan " Güneş Kursları " Hitit'lerin de kabul edip kullanıldıkları muhakkaktır.
         Bu simgelerin çeşitliliğinden anlıyoruz ki, Hitit  öncesi  Anadolu'da  yaşayan Hatti'ler, kent beylikleri ya da yerel krallıklar  halkları, Mısır, Mezopotamya uygarlıkları inanç ve kültleri   Anadolu'ya 2000'de Asya'dan gelen Hitit'leri her yönden etkilemişlerdir.
         Bu grupların etkileri, inanç alanında sentezi yaratmıştır. Yani inanışlarda özgürlük yasalarla korunmuş ve her grubun tanrısı, Hitit Tanrı ailelerine alındı.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

10 KASIM  
         İyi bir askerdi. Ömrü savaşlarda geçti.
         Savaşın ustası, savaşın kartalıydı.
         Bu yüzden barışı en çok özleyendi.
         Savaşı yaşadı, onu özgürlük utkusuyla
         Taçlandı. Barışı bizleri sundu.
         Eskiden 10 Kasımlarda yas tutulurdu. Genel eğlence yerleri kapanırdı. Atatürk'ü sevenler, ona ve Devrimlerine inananlar onu anar ve İlkelerine sahip olacaklarını haykırırlardı.
         Gün geldi, Atatürk'e ve İlkelerine saldırmak ve sövmek, siyaset arenasında yer kapmak için geçer akça oldu. Saçı - sakalı bırakıp, Bedevi urbasını sırtına geçirip, eline sopayı alanlar "Şeriat isterük" diye meydanları doldurdular.
         Bu yüzden 10 Kasım artık, karanlıktan kurtuluş için, halkın aydınlanması için düşünmek ve birlikte çalışmak günüdür.
         Ne yapmış Atatürk;
         Yirminci Yüzyıla girerken Osmanlı İmparatorluğu, yaşama olanaklarını yitirmiş, çöküyordu.
         Gelişme dönemlerindeki, İmparatorluğu Dünyanın en yüce Devleti yapan ve o günlere göre ileri ve adil olan sosyo-ekonomik yapısı, kendisini yenileme olanağı yaratamadığı için gerileme ve çökme sürecine girmişti.
         Rönesans'ı ve Reformu gerçekleştiren Batı ülkeleri, toparlanıp yenilenip endüstrileşme sürecine girmişti. Bu girişe ayak uyduramayan Osmanlı Devleti, kapitülasyonlara, sömürge durumuna düşmüştü. Gerçek din yerine hurafeler ve bunun sonucu olan tutucu  eğitim, ülkeyi yönetilenlerin ve ilerde yönetecek olanların, Dünyadaki değişikleri izleyip yakalamalarını önlemişti..
         Birinci Dünya Savaşından hemen sonra mütareke İstanbul'unda Atatürk ve silah arkadaşları, Osmanlı Paşası gibi düşünüp kurtuluşu hep İstanbul 'da ve Sarayda arıyorlardı.
         İlk defa, Atatürk Anadolu'yu ve oradaki halkı düşündü. Halkın her şeyin yaratıcısı ve kaynağı olduğunu sezerek oraya yöneldi.
         İşte Atatürk ve onun gibi düşünenler Osmanlı İmparatorluğunun tarihsel yaşamının sona erdiğini görmüşler ve bu yıkıntıdan çağdaş bir Ulus ve Devlet çıkarmak için eyleme geçmişlerdir.
         Osmanlı Devleti yönetici kadrolarının hiç inanmadıkları özgürlük ve Kurtuluş Savaşı, böylesine yenik ve umutsuz bir ortamda, bir avuç önder kadro ile başarılmıştır.
         Cumhuriyet kurulmuş, ardından yepyeni devrimlerle geleceğe aydınlık yönü belirlenmiştir. Ortaçağ kalıntıları temizlenmiş bunların yerine, bilimin ve çağdaş uygarlığın değerleri getirilmiştir. Ulus dirilmiş ve yücelmiştir.
         Kaynağında Atatürk İlke ve Devrimleri olan layık ve demokratik rejim hep kendini yenileyerek devrimleri sürdürmek zorundadır. Cumhuriyet ve demokrasinin temeline Atatürk'ün koyduğu çağdaş uygarlık düzeyi demek olan temel ilkeler öz ve süreklilik kazanıp, kurumlaşana kadar Devrimler sürecektir
         Bu nedenle laik, demokratik, sosyal devlet, hiçbir zaman donmuş kalıplarda, bitmiş bir uyarlamanın tutucu rejimi olmaz.
         Bu gün için asıl amaç, çağdaş demokrasinin özü ve ana  ilkeleri ile  kurumlaşması, aydın ve ileri ülkelerinden daha gelişmiş bir halk yönetimi için yarışa kalkınmaktır. 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.