|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
Mahmut Selim GÜRSEL TAKDİM
Hayat Hikayesi
OLMAZ, EN FAZLA BİR DAKİKA VERİRİM
İNGİLİZCE ÜZERİNE
AĞUSTOS DEPREMİ ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
TARİHTEN GÜNÜMÜZE TÜRK YÖNETİMLERİNİN DEPREM AFETLERİNE YAKLAŞIMI
LÜTFEN ‘’BURASI
TÜRKİYE’’ DEMEYİNİZ!
ARABALARIN ÖN KOLTUKLARINA KİMLER OTURMALI ?
İHTİYAÇ HALİNDE YANGIN TAHLİYE MERDİVENLERİ NE KADAR
KULLANILABİLİR?
|
|
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
TAKDİM
Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve
bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak
görülmelidir.
Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini
veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da
benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.
Bu
çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış
olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı
göreceksiniz.
Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir
kitaptır; onu okumamız gereklidir.
Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar
veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar
veremeyiz.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Mahir ODABAŞI
01.01.1966
yılında Çorum ili Osmancık ilçesi Seki Köyünde doğdu. İlkokul yılları
sıkıntılı geçti. Ailesinin yaylada kalması nedeniyle, birinci sınıftan
beşinci sınıfa kadar her gün dağdan yalnız olarak bir saat yürüyerek
okula devam etti. İlkokula köyünde başlayıp daha sonra Ankara Çankaya
Mithatpaşa İlkokulundan 1977 yılında mezun oldu. 1985 yılında Kargı
ilçesinde memuriyete başlayıp sırayla Osmancık ve Mecitözü ilçesinde
2001 yılına kadar görev yaptı. 1990 yılında İşletme Fakültesini
bitirdi. 1991-1992 yılında Ankara Mamak Muhabere Okulunda kısa dönem
olarak vatani görevini yaptı. 1990-2000 yılları arası çeşitli
ilköğretim ve liselerde dışardan İngilizce ve İlk Yardım derslerine
girdi. 2001 yılında açılan Sivil Savunma Uzmanlığı sınavını kazanarak
Çorum İl Milli Eğitim Müdürlüğünde Sivil Savunma Uzmanı olarak göreve
başladı. Evli ve 2 çocuk babasıdır.Sivil Savunma Uzmanı olarak görev
yaptığı Çorum’da sivil savunma faaliyetleri farklı açıdan yapmaya
çalıştı.Bu sayede öğrencilere, öğretmenlere , idarecilere sivil
savunmayı sevdirdi. 2000 civarında verdiği seminer ve konferanslarla
yaklaşık, 200 bin öğrenci ve personelin afet eğitimi almasını sağladı.
Bu çalışmalar bazı ulusal basın ve mahalli basında sürekli haber
olarak çıktı.Türkiye’de ilk defa Çorum’da İl – İlçe ve Köylerdeki tüm
okullara yangın malzemesi dağıtılmasına katkı sağladı.Bu çalışmalar
İçişleri bakanlığı (sivil savunma genel Müdürlüğü) ve Milli Eğitim
Bakanlığınca diğer illere örnek gösterildi.Yayınlanmamış 300 civarında
şiiri bulunmakta olup, bilgilendirme yazıları (makaleleri) zaman zaman
mahalli basının ekseri çoğunluğunda yayınlanmaktadır.Yayınevimizin
sanal yayınlanmış dergilerinde yazıları bulunmaktadır. |
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
OLMAZ, EN FAZLA BİR DAKİKA VERİRİM !
- Üç şey geri gelmez.Söylenen söz,
atılan ok, geçen zaman.Zaman çok kıymetlidir.Ama maalesef ekseri
çoğunluğumuz bunun kadri kıymetini pek bilmeyiz veya en verimli
zamanlarımızı, boşu boşuna harcarız da haberimiz bile olmaz.
Bazılarımız zamanı geçiremeyip onu öldürmek için çalışırken,
bazılarımıza da zaman yetmez. Öğrencilik yıllarımdan beri hep
kızarım.Planlanan programların, etkinliklerin tam vaktinde başlamayıp
ta gecikmeli başlayanlarına.Hele birde tam başlayacak derken ses
sisteminde, bilgisayarda aksamalar olmasına veya belirlenen saatten
sonra, üçlü priz, ara kablo vb. aranmasına tabiri caizse
fıttırırım.Bu nedenle olsa gerek; beni tanıyanlar bilir, bana bağlı
olarak planlanan programlara öğrencide, öğretmende, idarecide olsa en
az beş on dakika önce orada hazır bulunmaya çalışırım.Bir kişi dahi
olsa önce gelene nezaketsizlik yapmış olmamak adına.Geçen yıl tüm
ilçelerde, okul idarecilerine seminer verirken hep erken gittim ve
çoğunlukla ben katılımcıları bekledim.En son Sungurlu ilçemiz
kalmıştı.Ona da ben gecikmeli katıldım.Nasıl olsa bu katılımcılarda
geç gelir diye.Birde ne göreyim İlçe Milli Eğitim Şube Müdürümüz
Abdülkadir ŞAHİN ve tüm katılımcılar on dakika önce salonu doldurmuş
ve programın başlamasını bekliyorlar.Tabi böyle bir durumda bana düşen
başka yerde geciken programları bahane etmeden samimi bir özür
dilemek.Bende onu yaptım.Kendi kendime demek ‘’bir yerde görülen
aksaklık her tarafta geçerli olmuyormuş ‘’ diye düşündüm.
- Bir çok kitabı bulunan,
kitaplarında genelde Avrupa’dan örnekler veren bir yazar konferans
vermek üzere yıllar önce Osmancığa gelmiş ve salon tamamen
dolmuştu.Yazar kürsüye çıkıp konuşmaya başladı.Bu arada kamera çekimi
için yan tarafta bir görevli hazırlık yapıyordu.Program öncesi
salona uğramamış olacak ki, bu hazırlık fişiydi, ara kablosuydu
derken bir türlü bitmedi ve yarım saati buldu.Bu durum hem
konuşmacının hem de dinleyicilerin dikkatini dağıtıyordu.Yazar
dayanamadı ve sonunda bakın arkadaşlar; ‘’ben Türkiye dışında da
konferanslara katılıyorum.Arkadaşımız yarım saattir kamerasını
ayarlayamadı.Halbuki çekim yapılacaksa, görevli arkadaşımız konuşmacı
kürsüye çıkmadan hazırlıklarını bitirmiş olmalıydı. Avrupa ile
aramızdaki en basit fark bu işte ‘’ demişti.
- Gazetede, dergide, kitapta
Japonlarla ilgili ne görsem, mutlaka okumaya çalışır ve aynı zamanda
ilgimi çeken hususları unutmayayım diye ajandama hemen not
alırım.İşte bunlardan bir tanesini sizlerle paylaşmak
istiyorum.Japonya’dan bir mühendis bir vesile ile çomar barajının
bulunduğu yere gelir.Öğle saatlerine doğru yanındaki Türk arkadaşına
yemek kaçta diye sorar. Arkadaşı saat 12.30’ da der.Japon mühendis o
halde şehre ne kadar zamanda gideriz der.Arkadaşı 5- 10 dakika da
diye cevap verir.Japon mühendis olmaz, en fazla bir dakika
verebilirim. ! Çünkü, beş ile on dakika arasında yüzde yüz fark var
der. Bize göre beş on dakika, hatta yarım saate kadar normal sayılır
itiraz dahi etmeyiz.
- Bazen bir araca binmeden şoföre,
ne zaman hareket edeceksiniz diye, bazen de bir öğrenci veya vatandaş
olarak işimizi, sıkıntımızı, hastalığımızı arz etmek için kapısında
beklediğimiz yetkilinin dışarı çıktığını görünce ne zaman geri
geleceksiniz sorusunu yöneltir ve cevap olarak ‘’hemen’’ kelimesini
alırız.Sonra bir bakarız ki hemenler dakikalar sürüverir. O zaman
sorarız kendimize hemen acaba kaç dakika eder.Bazen konferans,sosyal
etkinlik, veli toplantısı veya düğün, sünnet için davetiye
gelir.Eğer siz bu konularda hassas birisi iseniz en az beş dakika
önce gider yerinize oturursunuz.Sağa sola bakarsınız salonun büyük
çoğunluğu boş veya katılması beklenenler henüz iştirak
etmemiştir.Veya ekseri çoğunluğumuz nasıl olsa salonun dolması
beklenir ve program on onbeş dakika sonra başlar düşüncesiyle
gecikmeli iştirak eder.Bu arada program sorumluları başlatsa salonda
beklenen kalabalık yok, konu bölünecek başlatmazsa davetiyede
belirtilen saate göre gelenlere nezaketsizlik olacak velhasıl iki
arada bir derede kalır.
- Netice olarak, dünden ders alıp,
yarını iyi planlamak ve mevcut zamanımızı en verimli şekilde ve israf
etmeden kullanmak adına, bu çerçevede şöyle bir kamuoyu oluşmasının
zamanı geldi de geçiyor diye düşünüyorum.Konferans, sosyal etkinlik,
açılış, gezi, veli toplantısı, düğün vb. faaliyetler olduğunda
katılımcı az veya çok olsun mutlaka belirtilen saatte başlamalı.Eğer
bende, o programa katılacaksam nasıl olsa başkaları da geç gelir
veya gecikmeli başlar fikrinden uzaklaşıp vaktinde orada hazır
bulunmalıyım.İnanıyorum ki, insanlar bunu kısa sürede benimseyecek,
katılacağı programlara vaktinde iştirak etmek için titizlik
gösterecektir.İnanmazsanız bir deneyin.Gezi programı düzenliyorsunuz
katılımcılara duyurduğunuz saatte hiç beklemeden aracı hareket
ettirin, geç kalan bir iki kişi katılamasın.Bu da çevrede
duyulsun.Bir başka programda tüm katılımcılar vaktinden önce orada
bulunur. Kimse kimseyi beklemek durumunda kalmaz.’’ Büyük işleri
başarmak , küçük işleri ciddiye almakla başlar !’’ Vaktinde başlayacak
programlarda buluşmak dileğiyle… (08.07.2008)
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
İNGİLİZCE ÜZERİNE
-
Lise
yıllarında bir ilkokul, şimdiki adıyla ilköğretim okulu öğretmeninin,
okulda gördüğü yabancı dili Fransızca olmasına rağmen, kendi kendine
ingilizceyi öğrendiğini ve bize dışardan İngilizce dersine geleceğini
duyduk.Kendi daha derse gelmeden namı geldi.Sınıf başkanı; arkadaşlar,
İngilizce ye dışardan ‘’my teacher !’’ diye biri geliyormuş. Derste
Türkçe konuşmak yasakmış.Pek başka öğretmenlere benzemiyormuş.Okul
müdürü, diğer sınıfa ‘’ çocuklar, her ne kadar okulun resmi müdürü
bensem de, gerçek müdürü öğretmeniniz.Ona göre hal ve hareketlerinize
dikkat edin demiş !’’ diye sınıfı uyarıyordu.
-
Disiplini
ve verdiği eğitimle; Osmancık’ta onu tanımayan, namını duymayan kimse
yoktu.Dersine girsin girmesin her öğrenci ondan çekinir ve onu
görünce yanlış yapmamak için gayri ihtiyari kendini bir daha kontrol
ederdi.Bir çok arkadaşımızın ifadesiyle, yıllar geçmesine rağmen onu
görünce aynı hassasiyetimiz devam ediyor.Ona olan saygımızdan ötürü.
İngilizce dersine kendimizi o kadar kaptırmıştık ki, teneffüslerde
bile kendi aramızda İngilizce konuşmaya çalışır ve turist denk gelse
de onunla İngilizce konuşsak diye merak ederdik. Bu nedenle,
öğrendiğimiz pratik cümleleri unutmamak için küçük kağıtlara not alır
ve bunları cebimizde taşırdık.
-
Bir gün
Ankara’dan İlçeye gelmek için otobüse bindim.Elinde harita, sözlük,
sırtında çantası olan ve giyimi pek bize benzemeyen biri de arabaya
bindi.Herhalde bu turisttir diye düşündüm.Bildiğimiz pat sat
ingilizcenin heyecanıyla olsa gerek, yardımcı olayım diye hemen kalkıp
yanına yanaştım, biletine baktım yanıma oturması gerektiğini görünce,
öğrendiğimi uygulama imkanı bulacağım diye sevindim. Hareketlerinden
onunda sevindiğini anladım. ‘’ Yavrucuğum, bir dil bilen bir insandır,
iki dil bilen iki insandır. İngilizce’yi öğrenin.Çünkü dünya artık
küçüldü.Nerede kiminle karşılaşacağınız belli olmaz.Bakarsınız bir
toplulukta bir turist bulunur, yardım ister veya konuşma ihtiyacı
duyar ama kimse dilinden anlamaz.’’ Diyen öğretmenimizin tavsiyesi
aklıma geldi.Kendisinin üniversite de okuduğunu, Alman olduğunu ve
Bogazkale’yi görmek için gittiğini benim çat pat İngilizce
cümlelerime karşılık Alman olmasına rağmen, İngilizce cevap vermeye
çalışıyordu.Yan koltukta oturan yolcularda ‘’ yeğen sen dilinden
anlıyon her halde, nereliymiş, nereye gidiyormuş sor bakalım !’’ diye
konuşma arasına giriyorlardı.Bende arkadaş Almanmış, Bogazkale’yi
görmeye , oralarda araştırma yapmaya gelmiş deyince, tuhaflarına
gitti.Bunların işi gücü hiç yok her halde, ta Almanya’dan kalkıp
buralara kadar geliyo.Biz Çorumluyuz ama hiç gidip görmedik oraları
dediler.
-
Görevli
olarak yıllar önce hacca giden bir arkadaşım anlatmıştı.’’Arabistan’a
bizi İngiliz hava yollarına ait uçak götürecekti.Yolcular biletteki
numaraya göre değil, boş bulduğu yere oturacaktı.Uçağın kapısında
görevli hostes içeriye giren hacı adaylarına, ‘’ WELL COME. DO YOU
SPEAK ENGLISH ?’’ diyor ve cevap alamayınca arka taraflardaki
koltuklara oturmaları için eliyle işaret ediyordu. Arada bazı tahsilli
olan hacı adayları ‘’YES’’ diyor, ancak peşinden başka bir soru
sorduğunda cevap veremediği için, yine uçağın arka taraflarındaki
koltuklara oturmak zorunda kalıyorlardı. Sonradan anladık ki, uçağın
ön taraflarındaki koltuğa İngilizce bilenleri oturtturmak
istiyorlarmış. Her halde ihtiyaç halinde iletişim kurabilmek için.Ama
maalesef 450 kişilik uçakta ‘’YES’’ demekten öteye kimse
gidemedi.Anladım ki, uçağın ön koltuğuna oturmak için bile yabancı dil
lazım !
-
Yıllar önce
Osmancık İmam –Hatip ve Endüstri Meslek Lisesinde dışardan İngilizce
derslerine girerken, öğrencilerime şu örneği verirdim.Çocuklar şöyle
düşünün; köyünüz anayol kenarında, yazın sıcağında anneniz- babanızda
tarlada çalışıyor. Bu arada yoldan bisikletleriyle iki turist sağa
sola bakarak gidiyor birilerini görseler yardım isteyecekler. Baktılar
yolun yakında tarlada anne- babanız var.Hemen koşup yanlarına
geldiler ve bir şeyler anlatmaya başladılar ama anne- babanız hiç
anlamıyor.Babanızın aklına hemen siz geldiniz. Hanım koş bizim çocuğu
evden çağır.Onlar okulda İngilizce okuyorlar. Dillerinden ancak o
anlar. Ne istiyorlar anlayalım ve yardımcı olalım dedi.Anneniz sizi
çağırdı.Koşarak geldiniz.Turistlerde sizi görünce sevindi.Bu herhalde
öğrencidir, yabancı dili vardır ve pat satda olsa sıkıntımızı
anlatabiliriz diye.Babanız oğlum, konuş bakalım ne sıkıntıları varmış,
ne istiyorlar dedi.Sizde ‘’ YES – NO ‘’ dan başka bir cevap verip te
iletişim kuramadınız.Baba ben bunların dediğinden bir şey
anlamadım.Biz okulda bunları görmedik veya gördükte unuttum dediniz.
O zaman babanız size, ‘’ evladım sen boşuna okumuşun.! ’’ Der mi ? ? ?
der öğretmenim.O halde, bunu dedirtmemek için, sadece İngilizciye göre
değil, hayatta lazım olacak tüm derslere, konulara (ilkyardım, sivil
savunma..) biraz daha farklı bakalım.Bunun faydasını mutlaka görürüz
diye tavsiyelerde bulunurdum.
-
Bir
öğrencim, Rize’nin Ayder yaylasını gezdirirken anlatmıştı.’’Hocam,
buraya çocuklarla piknik yapmaya gelmiştik. Karşıda da yaşlı bir
turist oturmuş kitap okuyordu.Yediklerimizden bir tabak hazırlayıp,
liseye giden ve ingilizceyi de seven bir yakınımdan gönderdik.Adam o
kadar memnun oldu ki anlatamam.Adam Profesörmüş. Çok sıkılmış ama
kaplıca hastalığına iyi geliyor diye bir haftadır burada kalıyormuş.
Dilinden anlayan kimseyi bulup ta konuşamamış. Öğrenci yakınımla bir
saat konuşmaya çalıştılar ve ayrılırken çıkardı öğrenci yakınıma
zorunan yüz dolar para verdi.Ama o yaşlı turist nasıl memnun oldu
anlatamam.Sizin derste verdiğiniz örnekler hatırıma geldi dedi.’’
-
Netice
olarak, dünya küçüldü. Nerede kiminle karşılaşacağımız belli olmaz.Bu
nedenle, yaptığımız işin her şeyini, yapmadığımız işin ise bir şeyini
öğrenmekte fayda vardır.Belki o bir şey gün gelir öyle işe yarar ve
her şeyin önüne geçer.Yalnız burada şunu da kabul etmek
durumundayız.Biz babaların döneminde imkanlar kısıtlı idi ama bunun
yanında meşguliyetimiz (gelecek açısından) biraz daha azdı.Şimdi
ise imkanlar daha iyi, fakat çocuklarımızın meşguliyetleri, kafaya
taktıkları o kadar çok ki, hangi birini sayalım… En iyisi saymaktan
vazgeçerek, filozofun güzel bir sözüyle baş başa bırakayım sizleri. ‘’
İnsanları güçlü kılan yedikleri değil, hazmettikleridir. İnsanları
zengin kılan kazandıkları değil, muhafaza ettikleridir.İnsanları
bilgili kılan diplomaları, sertifikaları değil, ihtiyaç halinde doğru
dürüst uyguladıklarıdır !’’ Saygılarımla..(25.07.2008)
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- 17 AĞUSTOS DEPREMİ ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
-
Önce köpekler uyandı.
-
Uğultu yükseldi, yükseldi yeryüzü çatladı.
-
17 Ağustos 1999 Salı günü gece saat 03:02’de
Marmara 4 Hiroşima şiddetinde 45 saniye sallandı. Dile kolay kocaman 45
saniye. Sanki 45 saat.
-
Doğdukları şehir yaşadıkları mekan betondan
yorgan gibi üzerindeydi şimdi. Dışarıda ne yaşandığını bilmeden kah çığlık
atarak, kah taşa, toprağa vurarak seslerini duyurmaya çalıştılar.
-
Binlerce enkaz altında kalanlardan bir tanesi
de 14 yaşındaki Bahar Gürbüz isimli masum kız çocuğu idi.
-
Afetle beraber facianın boyutlarını görebilmek
için, sokağa fırlayan Gölcük ’lü amatör kameraman depremden 15 dakika sonra bu
çocuğunun çığlıklarıyla karşılaşınca, hemen kamerasını yere koyup gecenin
karanlığın da tahta parçasıyla enkazdan delik açıp, bu kız çocuğunu kurtarmaya
çalıştı. Bahar 4 yaşındaki kardeşiyle aynı odada yakalandı depreme. Annesinin
ve diğer odada yatan 21 yaşındaki abisinin sesini duyamıyordu. Sadece
babasının ‘yavrularım nerededesiniz?’ diye iniltisini duyuyordu. Enkazın
altındaki Bahar; durmadan çığlık atıyordu.’lambayı yak amca! Anne, baba
nerdesiniz? Lambayı yakın! Amatör kameraman çaresizlik içerisinde
çırpınıyordu. Hiç tanımadığı bir ailenin hayatı şimdi onun elindeydi. ‘Kızım
her taraf berbat, yıkıldı. Kimse kimseye bakacak durumda değil. Ortalık
kıyameti andırıyor. Ne yapayım güzelim. Sabret! Sen yine şanslısın bak ben
seni kurtarmak için çalışıyorum.’ diye seslendi. Az sonra küçük bir kız
çocuğunun başı görüldü. Hemen arkasındandan ablası çıktı ağlayarak. ‘Amca
kardeşlerim öldü; ne oluyor amca? Amca annem orda!’
-
İki bina üst üste çökmüştü. Bahar’ların evinin
beşinci katındaki balkonun ampulü zemin katına inmişti. Bahar daha yeni
çıktığı bu korkunç yerden sonra, şimdi de annesini babasını kurtaracaktı.
Gencecik bir kızla hiç tanımadığı bir adam hayat kurtarabilmek için hem
ağlıyor hem de hırsla çalışıyordu. Bahar tam 15 saat sonra anne- babasına
kavuştu. Ama pek az çocuk onun kadar şanslıydı.
-
Dışarı da gün ağardığında ortaya çıkan manzara
dehşet vericiydi. Toprak; verimli tarlalar üzerine dikilen çirkin konutların,
yok edilen ormanların, işgal edilen ovaların, doldurulan denizlerin intikamını
almak istercesine öfkeyle silkinmiş, binicisinden nefret eden bir at gibi
üzerindeki her şeyi yere çalmıştı. Yükselen deniz kimi evleri yurtmuş, şirin
sahil kasabaları birer batık şehre dönüşmüştü.
-
Afetin ilk anlarında yetkililerde şoktaydı.
Çünkü onlarda afetin bir parçasıydı. Ölü ya da diri tam bir milyon insan vardı
enkazın altında. İlk gün beklenen yardım gelmedi. Enkaz altından ölü
çıkarılanlar naylon torbalar içerisinde şehrin buz patenine kondu. Belki
çoğunun yaşarken buraya hiç yolu düşmemişti. Ama ölümlerinde mezarlığa
giderken buz pateninde mola vermekte vardı kaderlerinde. Sonrada evlat kucağı
yerine dozerlerle gömüldüler, kamera ışıklarının, el lambalarının aydınlığında
kimsesizler mezarlığına. Sessiz, sedasız kefensiz ve duasız. Mezar taşlarına
isimleri dahi yazılamadan.
-
Sağ kalan anne- babalar hastane bahçelerinde
yaralı çocukların başında duruyor ve serum taşıyor ve yavrularının acı
çektiklerini gördükçe için için eriyordu. En yakınlarını kaybeden doktorlar,
acılarını bağrına basıp can kurtarmaya çalışıyorlardı. Madenciler, sivil
savunmacılar, askerler, gönüllüler. Yardıma geldi ama bu gelenler kimilerini
sevindiremedi. Çünkü onlar için çok geçti, sevdiklerini toprağının kara
bağrına vermeye başlamışlardı bile... Çocuk sesleriyle çınlayan lunapark sanki
savaş sonrasını yansıtıyordu. Susmayan ambulans sesleri acılı beyinleri
zonklatıyordu. Manevi zararı ölçmek mümkün değil ama maddi zararı Türkiye
bütçesinin ¼ kadardı.
-
İlk ekipler enkaz arasına girdiklerinde
yakınları enkaz altında kalanlar, öncelik kapmak için kendilerini vinçlerin
önüne attılar. Dünyanın dört bir tarafından yardıma ekipler geldi. 100 yılın
en büyük felaketinde 1000 yılın son ve en kapsamlı kurtarma operasyonu
başladı. Koca koca apartmanlar kağıttan kule gibi üst üste yıkıldı.
Sorumlular, sorunlular hep gündemi meşgul etti.
-
Özetin özeti : ‘ En iyi okul tecrübedir ama
okul masrafı biraz çoktur’ ‘Hayat önce sınav yapar, sonra ders verir!’ der bir
düşünür. Aslında biz millet olarak çok defa bu tür sınavlardan geçtik ama bir
türlü gerekli dersimizi alıp, yerleşim alanlarının seçiminden, inşaatların
temelinden - çatısına kadar gereken hassasiyeti maalesef gösteremedik. Evet!
Gösteremedik. Galiba afet sonrası çok konuştuk ama uygulamada aynı hassasiyeti
bir türlü yakalayamadık. Ne olur; 17 Ağustos depreminin, 10 ’ncu yıldönümünde
amir, memur olarak, sade vatandaş olarak başımızı avuçlarımızın arasına
alalım, on yıl önce yaşanan ve televizyonlarda aylarca gösterilen o
manzaraları gözümüzün önüne getirelim. Nerede hata yapıyoruz ki bir Japonya’ya
göre bizdeki afetin faturası ağır oluyor. Bu faturada benimde payım var mı?
Şayet varsa, benim ne yapmam gerekir? Sorusunu vicdanımıza soralım. Herkese
mutlaka bir cevap gelecektir. İnanmazsanız deneyin ve gelen cevaba göre geç
kalmadan ‘karanlığa küfretmek yerine, bir mum yakın – yakın ki; gelecekteki 17
Ağustoslarda Can’lar ölmesin, Canan’lar yanmasın, çocuklar uykusuz kalmasın !’
-
’Ey sorumlu Amca, (!)
-
17 Ağustostan sonra,
-
Geceler uyku girmiyor gözüme,
-
Yatamıyorum artık annemin dizine.
-
Sen vicdanının sesini hiç duyuyor musun ?
-
Ben ağlarken, sen yatağında mışıl mışıl uyuyor
musun ?
-
Yoksa hala bana ne sizden deyip, eski usul
yürüyor musun ?’’
-
17 Ağustos ve diğer afetlerde ölenleri
rahmetle anıyor, hepinize afetsiz afiyet diliyorum. ( Mahir Odabaşı- Sivil
Savunma Uzmanı –Çorum )
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
TARİHTEN GÜNÜMÜZE TÜRK YÖNETİMLERİNİN DEPREM AFETLERİNE YAKLAŞIMI
- Elimizdeki bütün bilgiler yazılı
tarihin başlangıcından itibaren Anadolu yarımadasının büyük deprem
afetlerine maruz kaldığını, önemli yerleşim merkezlerinin bazı
durumlarda yerlerinin değiştirilmesine gidildiği veya
Denizli yakınlarındaki Pamukkale örneğinde görüldüğü gibi
tamamen terk edildiğini öğretmektedir. Çok sayıda insanın başka
yerlerde iskan edilmiş olması buna ait düzenleyici kararların
ilgili devletlerin en yüksek yönetim düzeyinde alınmış olduğununda
bir göstergesi sayılabilir. Örnek olarak 14 Eylül 1509 tarihinde
İstanbul’da meydana gelen ve uzun yıllar halk arasında
‘’küçük kıyamet’’ olarak diye anılan depremden sonra çıkartılan
padişah fermanı gösterilebilir. Fermana göre bütün ülkede bir
çeşit olağanüstü durum ilan ediliyor, harab olan başkentin
yeniden imarı için 50 bin usta görevlendiriliyor. 14 – 60
yaş arasındaki bütün erkeklerin yapılarda çalışması
emrediliyor ve evi yıkılan her aile başına 20 altın bağışta
bulunuluyordu.Bu fermanın çıkartılmasına müteakip İstanbul’da
6 ayda 2000 yeni bina yapılmıştır.Bu deprem sonrasında basit de
olsa bir çeşit hasar tespit çalışmasının yapıldığı
anlaşılmaktadır.Çünkü dolgu zeminler üzerine inşa yapmak
yasaklanmış ve taş kagir binaların yerine ahşap boğdadı
evlerin yapımı teşvik edilmiştir. Şehir veya ölçeğinde fiziki
planların yapımı 19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiştir.Bu
konuda yapılan ilk düzenlemelerden birisi 1848 tarihli ve sadece
İstanbul için hazırlanan imar yönetmeliğidir.1877 tarihinde
çıkartılan imar il belediyeler kanunu ülkenin diğer bölgelerinde
de şehir şehir belediyeleri kurma imkanı tanımış ve bunlara
alt yapı hizmetlerinin yerine getirilmesi için bazı görev ve
yetkiler vermiştir…..
- Yukarıda
sayılan hukuki düzenlemelerin dikkat çekici ortak özelliği
hiçbirinin doğal afet zararlarının azaltılmasına yönelik hükümlere
yer vermemiş olmasıdır.Devletin afetlere yaklaşımı uzun yıllar
boyunca bunların etkilerinin azaltılması veya önlenmesi
yönünde politikalar geliştirmek yerine her afetten sonra bunun
sonuçlarının giderilmesi ve meydana gelen zararların tazmini
biçiminde olmuştur.Nitekim Erzincan’da 1939 ‘da meydana gelen
büyük depremden sonra da aynı politika uygulanmış ve sadece
Erzincan depremini konu edinen özel bir kanun çıkartılmıştır.Ne
var ki bu büyük afeti takiben Türkiye’de o zamana kadar
görülmemiş sıklıkta şiddetli yer sarsıntıları meydana gelmiş ve
Adapazarı – Hendek ,Tosya- Ladik ile Bolu – Gerede depremleri gibi
depremler 4 yıllık bir süre içinde 43.319 kişinin ölümüne , 75 bin
insanın yaralanmasına ve 200 bin binanın kullanılamaz hale
gelmesine yol açmıştır.Bu felaket zincirinin sonucunda zamanın
hükümetleri afet sonrası hukuki düzenlemelerin yerine afet öncesi
fiziki hazırlıklı olmanın gerektiğini idrak etmişler ve 22 Temmuz
1944 tarihinde ‘’Yer Sarsıntılarından Önce ve Sonra Alınacak
Tedbirler’’ adını taşıyan 4623 sayılı kanunu yayınlamışlardır.
- Türkiye’de
modern manada deprem zararlarının azaltılmasına yönelik çalışmalar
bu kanunla başlamıştır, denilebilir.Kanun vatandaşların deprem
tehlikesi karşısında can ve mal emniyetini sağlamak, iyi işleyen
bir kurtarma , yardım ve geçici barınma sistemi kurmak gibi
amaçları hedeflemekteydi.Ülke tarihinde ilk defa merkezi hükümet
deprem öncesinde bazı görevlerle yükümlendirilmekteydi.
- 1945
yılında Bayındırlık Bakanlığı ve bazı üniversitelerin işbirliği
ile Türkiye’de ilk defa bir deprem bölgeleri haritası
ve bina inşası için şartname hazırlanmıştır.Bugünün anlayışına
göre hayli basit sayılabilecek harita iki tür bölge
tanımlamaktaydı; bölgelerin ayrılması ise geçmişte gözlenen
hasar ölçüsünde yapılmıştı.Deprem şartnamesi ise 1937 İtalyan
şartnamesi esas alınarak yapılmıştı.Türkiye’nin sismotekniği
hakkındaki bilgilerin gelişmesi, mühendislik sismolojisindeki
ilerlemelere pareler olarak harita 1949, 1963, 1972 ve 1996
yıllarında, deprem şartnamesi ise 1949, 1953, 1961, 1968, 1975,
1997, 1998, 2007 yıllarında yenilenmiştir.
- Netice
olarak; sadece yaptıklarımızdan değil, yapmamız gerekirken
ilgisizlik nedeniyle yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.Bu nedenle;
olası afetleri afiyette atlatabilmek için, topyekün olarak hiç
deprem olmayacakmış gibi soğuk kanlı ama her an deprem olacakmış
gibi de daima hazırlıklı olmamız gerekmektedir.
Saygılarımla..(19.12.2008) |
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
LÜTFEN ‘’BURASI
TÜRKİYE’’ DEMEYİNİZ!
Efendim
yazının başlığını okuyunca bu da ne demekmiş, güzel ülkeme ‘’burası
Türkiye’’ demeyecekmişiz de ne diyecekmişiz, dediğinizi duyar
gibiyim.Elbette haklısınız ama, benim sözüm Ülkemizde, İlimizde,
İlçemizde, köyümüzde kısacası çevremizde ne kadar olumsuzluk görürsek,
duyarsak hemen peşinden ‘’burası Türkiye’’ cümlesini ekliyoruz.
Böylece bu yanlışlık,olumsuzluk normal bir davranış gibi algılanmaya
başlıyor.Yazılı veya görsel basında da zaman zaman bu yanlışlığa
üzülerek şahit oluyoruz.Ev de haber dinlerken, gazete okurken veya
sohbet ortamında bir konuyu tartışırken, böyle bir cümleyi duyan o
küçük çocuklarımızın bilinç altına Türkiye olumsuzlukların yaşandığı
ve gelecekte de yaşanacağı bir ülke imajı yerleşiyor.İsterseniz
deneyin, çocukların yanında konuştuğunuz bir konuyu bir iki ay sonra
çocuğunuzla tekrar konuşun, muhtemelen o çocuk size burası Türkiye
baba diyecektir.Güzel ülkemin adını, olumsuzluklarla özdeştirmeye hiç
birimizin hakkı yoktur.Aksine nerede bir güzellik, titizlik,
hassasiyet varsa; evet burası Türkiye, elbette böyle olur dememiz daha
şık değil mi ? Eminim ki, hepimiz bunu arzu ediyoruz.
Olumsuzluklarla beraber kullandığımız burası Türkiye cümlelerinden
bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum;
Bir ilçeye
bayramda giderken 18 yolcu kapasiteli araca, 28 kişi biniyor kaza ve
sağlık açısından çok tehlikelidir diye, müdahale etmeye
çalışıyorsunuz, şoförden önce yolcular bayramlarda olur o kadar, bi
şey olmaz, burası Türkiye diyor.
Lokanta
yemek yiyeceksiniz, garson çorbayı getirirken parmağının ucu çorbanın
içine giriyor, değiştirir misiniz dediğinizde önce yanınızdaki
arkadaşınız, o kadardan bi şey olmaz burası Türkiye diyor.
Pazardan
domates alıyorsunuz, pazarcı poşete koyarken yere bir iki tane
düşürüyor ve hemen içine geri koyuyor, değiştirin olmaz
diyorsunuz,önce yanınızdaki diğer müşteri o kadar kibar olma, burası
Türkiye diyor.
Resmi
aracın kırmızı ışık ihlali yaptığını görünce, bu kadarda olmaz
diyorsunuz, yanınızdaki hemen burası Türkiye diyor.
Olası
yangınlarda, depremlerde toplu ölümlerin olmaması için, camilerin
kapısının dışarı açılması gerekir diyorsunuz.Önce cemaat bi şey olmaz
burası Türkiye diyor.
Yangın
ihbar cihazına basıyorsunuz, üç dakika çalışması gerekirken, ya üç
saniye çalışıyor ya da hiç çalışmıyor, söküp baktığınızda kablo
çıkmıyor.Öneminden bahsettiğinizde, haklısınız ama burası Türkiye
diyor.
Bir kurumda
sıranızı beklerken, duvarda yangın dolabı gözünüze ilişiyor ve merak
edip birazda dikkat çekmek için açmaya çalışıyorsunuz ve hemen bir
yetkili geliyor ne yapıyorsunuz diye, merak ettim burası ne diye
sorduğunuzda havalandırma diyor ve siz ben sivil savunma uzmanıyım
deyip, buranın yangın dolabı olduğu ve herkes tarafından kolay
görülüp, ihtiyaç halinde kullanılabilmesinin gerektiğini
söylediğinizde,uyardığınız için teşekkür edip, gereğini hemen
yapacağına burası Türkiye deyip makamına gidiyor.
Bir kuruma
gidiyorsunuz, yangın hortumunu açtığınızda su gelmiyor.yetkiliye
sorduğunuzda gelmesi lazım diyor ve araştırdığınızda su bağlantısının
olmadığını ve hiç denenmediği için bu zamana kadar bilinmediğini
görüyorsunuz ve öneminden bahsederken, oradakiler hemen burası
Türkiye diyor.
Yoldan
insanlar yürüyor, temizlik görevlisi sokakları tozutarak
süpürüyor.İkaz edeyim dediğinizde önce yanınızdaki arkadaşınız boş
ver burası Türkiye diyor.
Bir esnafa
uğradığınızda ulaşılmayacak yerde yangın söndürme cihazı gözünüze
ilişiyor ve kullanımını biliyor musunuz diye sorduğunuzda, ruhsat
alırken istediler bizde aldık attık oraya bi daha soran olmadı diyor
ve siz öneminden bahsettiğinizde burası Türkiye diyor.
Bir yerde
olabilecek tehlikeyi önceden görüyor ve dilekçe veriyorsunuz ama dört
ay cevap alamıyorsunuz sonra orada uyardığınız olay çocuğunuzun başına
geliyor ve bir dilekçe daha veriyorsunuz hemen gereken yapılıyor.Bunu
paylaştığınız insanlar haklısınız ama burası Türkiye diyor.
Yolda
araçta yangın çıkıyor,50 tane araçtan bir tanesinde yangın söndürme
cihazı çıkıyor ama oda boş ve haber spikeri haberi burası Türkiye diye
tamamlıyor.
Dışarıda
vedalaşıp, araca bindikten sonra tekrar kornaya basılıyor ve bunun çok
yanlış olduğunu söylediğinizde, yanınızda Almanya da çalışmış bir
işçi, Almanya da olsa yasak ama burası Türkiye diyor.
Düğünlerde
müzik sesi son ayar açılıyor,siz evinizde rahatsız oluyorsunuz. Gece
yasak saati başladığında , uyardığınızda özür dileyeceği yerde burası
Türkiye o kadarcık katlanın diyor.
İnşaatın
çevre koruması başlangıçta vardır ama zamanla kaldırılır. Sonra yarısı
yola gelecek şekilde birkaç ton demir rast gele bırakılır ve oradan
geçen özürlü bir vatandaş zarar görür siz kızar ve eleştirirsiniz ama
çevrenizdekiler hemen burası Türkiye der.
Araçta
yolculuk yaparken yediğimiz bir meyvenin artığını yola atanı görünce
kızarız ama yanımızdaki hemen burası Türkiye der.
Fırına
ekmek almaya gittiğinizde, ustanın hem hamurla meşgul olduğunu hem de
sığara içtiğini görünce tepki gösterirsiniz ama patronunda elinde
sığara vardır ve burası Türkiye der.
Aldığınız
ekmeği gazete kağıdına saran bakkalı, sağlık açısından tehlikelidir
diye ikaz ettiğinizde, bu zamana kadar bi şey olmadı, burası Türkiye
diyor.
İhtiyaç
halinde kesinlikle özürlülerin, yaşlıların, çocukların kullanamayacağı
yangın tahliye merdivenini görünce,bunun bunun mutlaka kullanılabilir
duruma getirilmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyorsunuz, önce o
apartmanda kalan vatandaş burası Türkiye diyor.
Ana cadde
üzerine rast gele park eden araçlar nedeniyle,arkada korna çalarak
bekleyen otobüsleri, ambulansları görüyorsunuz ve oradaki kalabalık
burası Türkiye diyor.
Cadde de
yürürken cep telefonuyla yüksek sesle küfürlü konuşan insanları
görüyor ve rahatsız oluyorsunuz, yanınızdaki, gülerek burası Türkiye
diyor.
Bir afet
sonrası dağıtılan yardımlardaki kargaşalığı, izdihamı görüyorsunuz ve
üzülüyorsunuz ama yardımı dağıtan görevlide burası Türkiye diyor.
Acil
numaraların çok fazla bir şekilde gereksiz yere meşgul edildiğini
öğreniyor ve çevrenizdekileri uyarmaya çalışıyorsunuz ama onlarda
burası Türkiye diyor.
Yangın
tatbikatında gazetelerden oluşan küçük ateşi söndürmeye
çalışıyorsunuz, bazen yangın söndürme cihazı tetiğe bastığınızda -
fıss diyor ve çalışmıyor.Öğrenciler bağırıyor.Hocam burası Türkiye
diye.
Temennimiz yukarıda bir kısmını saymaya çalıştığımız olumsuzlukların
tersine,gördüğümüz her olumlu ve güzel işlerde ’’ burası Türkiye –
elbette en güzeli bizde olur ’’ diyebilmek .
Ne
dersiniz, önce eğitimciler olarak hep beraber bunu söylemeye gayret
edip, ona göre tüm işlerimizde daha çok hassasiyet göstermeye
çalışalım mı ? |
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ARABALARIN ÖN KOLTUKLARINA KİMLER OTURMALI ?
-
Anadolu’da
genelde örf ve adet olarak otomobillerin ön koltuklarına büyükler
oturur. Yani kayınpeder, kayınvalide vs…Tabi işin saygı, hürmet
penceresinden baktığımızda belki doğrudur.Ancak çok yaşlı
büyüklerimizin aracın ön koltuğuna oturmasının sivil savunma, trafik
açısından değerlendirdiğimizde karşımıza baı olumsuz hususların
çıkabileceğini düşünüyorum.
-
Bir okulda
seminer verirken bir bayan öğretmenimiz hocam benim kayınvalide
benden önce otomobilin ön koltuğunu oğlunun yanını hemen
kapıyor.Eşimde bir şey diyemiyor dedi.Bende ileri derece de yaşlı mı
yani dikkat eksikliği var mı diye sordum.Evet dedi.O zaman şu örneği
veriyorum, bunu eşine anlat herhalde fikri değişir dedim. Örneğin;
yakınınızın tayini Sivas İline çıktı.Sizde Çorum’dan kalkıp aile boyu
il defa Sivas’a ziyaretine gideceksiniz.Eşiniz otomobili kullanıyor,
yaşlı kayınpederiniz, kayınvalideniz yanında oturuyor.Sizlerde arka
koltukta oturuyorsunuz.Dağ başına kış gelir / İnsan başına iş gelir
hesabı araç yolda arıza yaptı veya küçük bir kaza yaptınız..Gece saat
02.00 civarı.Ortalık zifiri karanlık ve ormanlık.Bir yer, bir gökyüzü
gözüküyor.Eyvah şimdi ne yaparız dağın başında diye endişelenmeye
başladınız.Birden 156 Jandarma’dan yardım istemek aklınıza
geldi.Aradınız, kendinizi tanıttınız, talebinizi ilettiniz.156
yerinizi tarif etmenizi istedi.Siz aracı kullanırken sağa sola pek
dikkat etmediniz.Bu nedenle, yanınızda oturan yaşlı annenize, babanıza
yolda en son neleri ( fabrika, kilometre levhası, köy vs.) gördüğünü
sordunuz.Onlarda arabaya oturur oturmaz uyuduğu için; ‘oğlum
bilmiyorum ki, ben uyumuşum hiç hatırlamıyorum’ dedi.Arka koltukta
oturan eşinize sordunuz, oda arka koltukta olduğu için pek dikkat
etmemiş.Netice olarak sizin yerinizi 156 görevlilerine tarif etmeniz
pek mümkün olamayacaktır.Ama ön koltukta oturan ‘gören değil, bakan
olursa’ bulundukları yeri tarif ederken, tahmini 10 dakika önce
tuğla fabrikası görmüştüm veya Sivas 41 km yazıyordu gibi bilgi
verebilirse 156 yardımı daha erken ulaştırabilir dedim.O bayan
öğretmen hocam ne olur, bu örneği tüm okullarda anlat belki eşim
duyarda artık ön koltuğa benim oturmamın gerektiğini söyler!
dedi.Bende tamam ama SENDE GELECEKTE KAYINVALİDE OLDUĞUNDA, ARKA
KOLTUĞA GEÇMEYİ UNUTMA dedim…
-
Geçmiş
yıllarda, İzmir’den Erzincan’a giden yolcu otobüsünün freni boşalınca,
şoför panikle eyvah fren boşaldı diye panikledi. Ön koltukta oturan
yolcu, bilinçli olacak ki sakın panik yapma ben 155 polis imdadı
arıyorum dedi. Acil 155 polis imdattan yardım istendi.Yol düz olduğu
için hemen sıkıntı yaşanmadı.Bu arada Polis acilen olay mahalline
gelerek tali yolları kapattı. Gerekli uyarıları yaparak güvenlik
tedbirlerini aldı. Yani yolu boşalttı. Otobüs frensiz olarak 10 – 15
km yol gitti.Yokuşa gelince hız düştü ve bu arada şoför otobüsü
hafif yolun kenarına vurarak durdurmayı başardı.Araçta hasar meydana
geldi ama 38 yolcunun burnu bile kanamadı.
-
Ankara’dan
– Samsun istikametine giden bir otomobilin Çorum şeker fabrikasının
yakınlarında frenin boşaldığını düşünelim. 155 Polis imdadı arayıp
ulaşamazsa muhtemelen ilk kavşakta kaza yapar. (corum.meb.gov.tr
Internet sitesinden alo-110-112-155… acil yardım başlıklı yazımıza
bakınız) Ancak 155 polis imdada ulaşırda yardım isterse, (seyyar
ekiplerinde olması nedeniyle) polis tüm trafik ışıklarının yeşil
yanmasını sağlayabilir. Ana yoldaki diğer sürücüleri uyarır ve tali
yolları trafiğe kapatırsa, o freni tutmayan otomobil yol bomboş
olduğu için frensiz olarak baraj yol ayrımına kadar kaza yapmadan
gidebilir. Neticede kimsenin burnu kanamaz.
-
Yıllar önce
Çorum hacılarının başında din görevlisi olarak bulunan arkadaşım
anlatmıştı. Suudi Arabistan’a gitmek için, havaalanında İngiliz
uçağına binmek için hazırlanıyoruz. Uçağın Kapısında hostes bizleri
‘Well come !’ diyerek içeri alıyor. Koltuk numarası yok, hacılar boş
bulduğu koltuğa oturuyor. Yalnız ön tarafta birkaç tane koltuk boş
duruyor. Oraya oturmak için yönelen yolculara ‘Well come, do you speak
Englısh ?’ sorusunu ilave ediyorlar. Bende oraya yönelince aynı soruyu
bana da sordular.Bende ilkokuldan liseyi bitirinceye kadar yıllarca
okuduğum İngilizce dersine dayanarak hemen bir ‘yes’ deyip koltuğa
oturabileceğimi zannettim.Fakat o kadarda kolay değilmiş. Çünkü
peşinden bir soru daha sordu.Bizim cevap ‘yes – no’ dan öteye
gidemeyince en arka tarafı gösterdi. 450 kişilik hacı kafilesine hep
aynı soru soruldu. Neticemi cevap veren çıkmayınca, en son binen
hacıları oturtturmak zorunda kaldılar.Bu durum karşısında, yıllarca
İngilizce dersi görüpte birkaç pratik cümle konuşamadığıma çok ama çok
üzüldüm.
-
Bu ilginç
örnekte görüldüğü üzere, demek ki ihtiyaç halinde yolcularla iletişimi
daha rahat kurabilmek için İngilizce bilenleri özel koltuğa
oturtuyorlar. Bizlerde de keşke otobüslerin 1-2-3-4 numaralı
koltuklarına oturacak yolcularda hassasiyet gösterilse. Çünkü buraya
doksan yaşındaki yaşlı dedemde oturuyor, otuz yaşındaki akli dengesi
yerinde olmayan vatandaşta oturuyor. İhtiyaç halinde bu yolcuların
şoföre yardımcı olabilmesi mümkün değildir. Hatta geçmiş yıllarda akli
dengesi yerinde olmayan bir vatandaşın şoförün kaza yapmasına sebep
olduğunu basından öğrendik.
-
Özetin
özeti: En iyi okul tecrübedir. Fakat okul masrafı biraz çoktur. Hele
birde telafisi mümkün olamayacak masraf çıkarsa Kazaların eksik
olmadığı günümüzde; hepinize kazasız, belasız yolculuk, afetsiz afiyet
diliyorum. Saygılarımla. (07.04.2009)
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
İHTİYAÇ HALİNDE YANGIN TAHLİYE MERDİVENLERİ NE KADAR
KULLANILABİLİR ?
-
Her sohbetin bir
nedeni, her yazının bir amacı vardır. Temel nokta söylediğimiz değil,
iletebildiğimizdir. Alınmayan mesaj boşa gitmiş mesajdır. Büyük
başarıların sahipleri, küçük işleri titizlikle yapabilme gayreti ve
çabası içinde olabilen kişilerdir.Çünkü, küçük işleri iyi yapmak,
büyük işleri iyi yapmaya giden yoldur.En güzel otobanları yapıp ta,
yola kaplumbağan girmesini engelleyecek set koymazsanız, o
otobanda araçların kaza yapma riski her zaman vardır.Kaza anında
insanlar otobanın güzelliğini değil, kazanın oluş sebebini konuşur,
keşkeler çoğalır ve eleştiriler başlar.
-
Efendim ikamet ettiğimiz apartmanda, çalıştığımız kurumda, gezdiğimiz
şehirlerde şöyle bir çevremize baktığımızda; binalarda yangın tahliye
merdivenleri ile ilgili üç husus görmekteyiz.
-
Birincisi zorunluluk olmadığı için yangın tahliye merdiveni yok. Ancak
gelişmiş ülkelere baktığımızda, açık mahallerde, sinema, kahvene, okul
( dershane - camii ) kart şartı aranmaksızın yangın merdiveni istenir.
Birinci kattan sonra her evde yangın merdiveni istenmesi lazım, zira
birinci ve ikinci katta yangın çıkarsa üçüncü kattakiler nasıl tahliye
edilecek diye sorgulayan konunun uzmanları var. Bende aynen
katılıyorum.
-
İkincisi her an
kullanılabilir yangın tahliye merdiveni var. Bu gruba tavsiyemiz,
yılda en az iki defa işi ciddiye alarak tüm personelin veya apartmansa
tüm aile fertlerinin katılımı ile tatbikat yapmaları. Zira her
tatbikatta bizlerin ve çevremizdekilerin öğreneceği bir şeyler vardır.
-
Üçüncüsü ise,
fiziksel olarak mevcut olup, ihtiyaç halinde fonksiyonel olarak pek
kullanılma imkânı olmayacak göstermelik, zorunluluk olduğu için
öylesine yapılmış yangın tahliye merdiveninin olduğunu görmekteyiz. Bu
durum biz sivil savunmacıları derinden üzmekte olup; belki bizlerinde
bunda bir sorumluluğu var diye düşünüyorum.’’Zamanında davranmasını
bilmedikten sonra, olumsuzluk yaşandığında konuşmanın hiçbir faydası
yok’’ der, Fontaine. Bir başka filozofta ‘’sadece yaptıklarımızdan
değil, yapmamız gerekirken ihmalkârlık nedeniyle yapmadıklarımızdan da
sorumluyuz’’ demiş. Eflatun ise ‘’bilirken
susmak, bilmezken söylemek kadar, çirkindir ‘’ ifadesiyle insanları
duyarlı olmaya çağırmıştır. Bu nedenle, üçüncü grubun içerisinde yer
alan yangın tahliye merdivenlerinin irdelenmesinin gerektiğini
düşünüyorum ve bu bağlamda, ihmalden dolayı içine düştüğümüz
çukurlardan, ancak ihmalimizi acilen telafi ederek kurtulabiliriz.
-
Hiçbir zaman gerçek olmasını temenni etmediğimiz, şöyle senaryo
kuralım. Soğuk bir kış günü, her taraf don ve siz 6 katlı bir
apartmanın 5 katında ikamet ediyorsunuz. Apartmanınızda yangın
tahliye merdiveni var. Fakat tabiri caizse dört tane demir
tutturulmuş ve sundurma üzerinde bırakılmış, alt kısmında
koruyucu muhafazası yok, bir gün lazım olur hesabı yapılmadan
sadece günü kurtarmak niyetiyle rast gele yapılmış. Bu zamana
kadar da hiç ihtiyaç olmamış. Aynı zamanda araçlar apartmanın
etrafına rast gele park ediyor ve ihtiyaç halinde itfaiyenin
yaklaşması çok zor. İşin aksilik yönü kış olması nedeniyle, araç
sahipleri bulunuyor ama bu seferde araçlar çalıştırılamıyor. Aileniz
beş kişiden oluşmakta olup; çocuklarınızdan bir tanesi özürlü,
eşiniz kilolu ve tansiyon hastası, ayrıca yaşlı babanızda misafir
olarak bulunmakta. Gece geç saatlere kadar güle oynaya
oturdunuz, sohbet ettiniz.Sabah aynı mutluluğu devam ettirmek
üzere yataklarınıza çekildiniz.Gece 03.00 sıralarında temizlik
görevlileri sokaktaki çöpleri alırken yanık kokusu hissetti ve
yangın mı var acaba diye çevreye baktığında sizin apartmanda
alevlerin parladığını gördü ve koşarak kapıların tüm zillerine
basıp, aynı zamanda yangın var! Yangın var! diye gücünün yettiği
kadar bağırmaya başladı. Yanındaki arkadaşları hemen itfaiyeye haber
vermeye çalıştı ama panikle numarayı unuttu. Gürültüye uyanan yan
apartmandakiler itfaiyeyi arayıp haber verdiler.Siz bu arada uyanıp,
bu saatte hayırdır inşallah diye kapıya koştunuz müthiş bir
yanık kokusu ile beraber herkesi uyarabilmek için, korna sesleri
çalmaya başladı.Eliniz ayağınız dolaştı, hemen hanımı ve çocukları
uyarmaya çalıştınız fakat çocuklar uykunun derinliği ile gözlerini
açamıyor.Kapıya yöneldiniz ama inmeniz imkansız alevler yükselmiş,
dumanlar her tarafı sarmış.Hanıma seslendiniz sakın
kapıyı açma, oradan inemeyiz.Yangın tahliye merdiveninden inelim
diye.Babanızı da yanınıza alarak koştunuz mutfaktan girişi olan
yangın merdivenine, fakat hırsız girer korkusuyla
kilit vurulmuş, hadi onu kırarak açtınız ama bu seferde merdiven
girişini kiler gibi kullanıyordunuz, ne kadar fazlalık varsa orada
saklanıyordu hadi onları da kaldırıp attınız aşağı.Büyük çocuğunuz
tutunarak birinci kata kadar indi.Oradan aşağı aldılar.Sizde
inebilecek konumdasınız ama önce çocukları ve hanımı kurtarmak
istiyorsunuz, tabi birde yaşlı babanız var.Bu arada aşağıda toplanan
kalabalık acele edin, acele edin alevler her tarafı sarıyor
diye haykırıyor.Hanım koş çabuk in diye uğraşıyorsun, fakat kilolu
ve tansiyon hastası olan hanım ben ölürümde buradan inemem
diyecek, şayet zor şer kendi inmeyi göze asla da, özürlü
çocuğunu indiremeyecek ve bu sefer annelik şefkatiyle, ben özürlü
çocuğumu burada asla bırakamam sen kendini kurtar diyecektir.O
halde soruyorum size, o özürlü masum çocuğu, annesini ve yaşlı
babayı orada biraz sonra gelecek olan ateşin içinde bırakmaya
hakkımız var mı? Şu ana kadar bu soruya evet cevabı alamadım (!)
-
-
İkinci olumsuz senaryomuz ise, ülkemizde zaman zaman depremlerin
yaşandığını hesap ederek oluşturalım. Yaşadığınız İl’de, İlçede kışın
ve gece vakti yaklaşık 7 şiddetinde bir deprem meydana geldiğini,
depremin soğuk bir mevsimde meydana gelmesi ve sobaların,
kaloriferlerin yanması ayrıca, doğalgazın da kullanılmasıyla beraber
şehrin farklı noktalarında yangınlar başlayacaktır. İtfaiye, çok
sayıda yangının bir anda oluşması nedeniyle, müdahalede yetersiz
kalacak ayrıca, orada çalışan personelin evinde yangın veya deprem
sebebiyle ölüm, yaralanma varsa ondan tam verim alınamayacaktır.
Muhtemelen elektrikler hemen kesilecek ve alternatif aydınlatıcı yoksa
göz gözü görmeyecektir. Eğer alt katlarda tehlike yaratacak şekilde
yangın başlamışsa normal merdivenlerden inme şansımız olmayacaktır. Bu
durumda tehlikeli olmasına rağmen, kötünün iyisi hesabıyla ya yangın
tahliye merdivenlerinden inmeye çalışacağız, (ailemizdeki özürlü -
hasta – hamile - yaşlı bireyleri hesap ederek, ne kadar inmeyi
başarabilirsek) ya da itfaiye görevlilerinin gelmesini
bekleyeceğiz. Tabi yoğun ihbar nedeniyle itfaiye bize ulaşıncaya
kadar, alevler ulaşmazsa…
-
2007 yılında
İlköğretim ve Lise son sınıflardan oluşan 650 öğrenci ile doğal
afetler konusunda bir anket çalışması yapmış ve bu çalışmada
iki soruda yangın tahliye merdivenleriyle ilgili olarak sormuştum.
Birinci soru, bulunduğunuz apartmanda yangın tahliye merdiveni varsa,
ihtiyaç halinde kullanılabilir olduğuna inanıyor muzsunuz idi.Evet
diyenlerin oranı % 31 çıktı.İkinci soru ise, bulunduğunuz apartmanda
yangın tahliye merdiveni varsa, aile bireyleriyle beraber tatbikat
amaçlı olarak hiç indiniz mi sorusu idi. Evet diyenlerin oranı
sadece % 6 çıktı.Bu da gösteriyor ki; bu noktada hem güvensizlik var,
hem de tatbikat yapmamak gibi bir eksikliğimiz var.
-
Gelişmiş ülkeler
baktığımızda,itfaiye ikinci planda kalır.Yangına önce evlerde müdahale
edilir, yani binanın sorumlusu dahili söndürme imkanını kullanır
ve itfaiye gelinceye kadar çoğunlukla yangın söndürülür.
-
Bu olumsuz senaryo
ve bilgilerin ışığında, yangın tahliye merdivenleri hakkında şu
değerlendirme ve önerileri yapabiliriz.
-
Temel afet
bilincinin aileden başlayıp, okulda geliştirilip, günlük yaşamda da
doğru olarak uygulanması noktasında çalışmalar yapılmalıdır. Bu bilinç
oluşturulursa, yasal zorunluluk olmasa bile insanlar ailelerini veya
bir özel kurumsa çalışan personellerini düşünerek
kullanılabilir yangın tahliye merdiveni yapmaya çalışacaklardır.
-
Yazılı ve görsel
basında olası afetlere, yangınlara karşı alınması gereken
tedbirlerin, örnek uygulamaların ve tatbikatların zaman zaman
işlenmesi toplumda ‘’ temel afet bilincinin ‘’ oluşmasına büyük oranda
katkı sağlayacaktır.
-
Ön tekerleği arka
tekerlek takip eder demiş büyüklerimiz. Bu sebeple, öncelikle
resmi kurum ve kuruluşlardaki yangın tahliye merdivenleri örnek olmalı
( güvenli tahliyeye engel teşkil edecek hiç bir husus
bulunmamalı) ve yılda en az bir defa ilgili kurumun en üst amiri ve
tüm personelin katılımıyla tahliye tatbikatı yapılmalıdır.
-
Özel dershane,
yurt, otel, ticaret merkezleri vs. de yasal zorunluluk gereği yangın
tahliye merdiveni istenmişse mutlaka her an kullanıma hazır konumda
bulundurulup, zaman zaman (gerekirse uzman rehberliğinde ve
bilgilendirilerek) tatbikat yapılmalıdır.
Apartmanlardaki yangın tahliye merdivenleri ihtiyaç halinde çocuk,
yaşlı, hamile, özürlü vs. insanlarında ihtiyaç duyabileceği
hesap edilerek kullanılabilir durumda olmalıdır. Tahliye
merdivenlerinde izinsiz değişiklik yapılmamalı, kiler gibi
kullanılmamalı, daireden tahliye merdivene giriş kapısı açık
bulundurulmalı (içerden kolayca açılabilecek şekilde olmalı- güvenlik
gerekçesiyle sağlam bir kilitle kilitlenirse anahtar panikle o an
bulunmayabilir ve kapı açılamaz)
-
Apartman
toplantılarında, en az yılda bir defa olmak üzere, olası yangınlara
hazırlık olarak yangın tahliye tatbikatının yapılması gündeme
alınmalı.Eğer, yangın tahliye merdivenlerinin güvenli olarak
kullanılamayacağı hususu öne çıkarsa, yukarıda izah ettiğimiz
senaryonun ışığında ; …….neticede hepimiz bu apartmanda kalıyoruz,
zamanında niye yapılmadı husunu bir tarafa bırakıp, çözüm
üretmemiz lazım. Çünkü ihtiyaç halinde birimizin eşi, çocuğu zarar
görürse hepimiz vicdanen sorumlu oluruz. O halde, darılma değil,
dayanışma zamanı deyip, birlik beraberlik içinde yangın tahliye
merdivenini acilen herkes tarafından kullanılabilir konuma getirelim
diyebilmeliyiz.
-
Yasal zorunluluk
olmasa bile; Cuma ve bayram namazlarında camilerin genelde tamamen
dolu olduğu,küçük yangınların hemen büyümesine etki edecek
malzemelerin bulunduğu veya pencerelerin demirli olması
nedeniyle, olası yangınlarda can ve mal kaybının olmaması için,
özellikle üst katlara çıkış ve inişi sağlayan tek merdiven olan
camilerde üst kattan güvenli tahliyeyi sağlayacak yangın tahliye
merdivenlerinin yapılması faydalı olacaktır kanaatindeyim.
-
Okul,
yurt,dershane,otel,hastane,iş merkezleri vb. yerlerde bulunan yangın
tahliye merdivenleri gece – gündüz herkes tarafından görülebilecek ve
dikkat çekecek şekilde ikaz işaretleriyle işaretlenmelidir.(Bazı
binalardaki tahliye merdivenlerine odalardan, sınıflardan vs.
ulaşılabilmekte olup, aynı zamanda odanın kapısı ya
kilitli veya tahliye merdivenine içerden ulaşılacağına dair ikaz
işareti yok) Cehalet bilmemek değil, bilmediği halde bildiğini
zannetmektir.İnsanlar tanımadığı bir iş merkezine, hastaneye, otele
vs. gittiklerinde ilk olarak binayı tanımaya çalışmalıdırlar.Öncelikle
kendi güvenliğimiz için, bakan değil, gören gözlerimiz olmalı.Zira bir
İlimizde otelde yangın çıktı, beşinci katta kalan müşteri panikle
kendini balkondan aşağı attı ve hayatını kaybetti.Halbuki, otelin
yangın tahliye merdivenin girişi kendi kaldığı odadan
açılmaktaydı.Buna önceden dikkat etmediği için, mevcut tahliye
merdivenini kullanamadı.
-
‘’Yangından
korunmak için küçük küçük masraf yapmaktan çekinmeyiniz. Zira büyük
büyük gemileri, küçük küçük delikler batırır ’’ diyen filozofun
sözünden hareketle, binalarda yangın tahliye merdivenleri mutlaka her
zaman herkes tarafından güvenli olarak kullanılabilecek şekilde
olmalıdır. Afetlere, yangınlara hazırlık için titiz yönetim, ciddi
denetim ve eğitimden taviz vermemek gerekir.Çünkü, afet tedbirlerine
karşı ilgisizliğin faturası malla başlayıp, canla son bulabilir.
Tedbir almak kadar, akıllılık yoktur. Denizi geçip ,dere de
boğulmayalım! milyarlar vererek inşa ettiğimiz binalar için,
milyonlardan kısarak veya bir şey olmaz, boş ver, aman sende
diyerek yangınlarda insanların can ve mal kaybına uğramasına sebep
olmayalım!
-
’’ Derin bilgi,
rahatsızlığı, rahatsızlıktan önce; tehlikeyi, tehlikeden önce; yıkımı,
yıkımdan önce; felaketi felaketten önce sezebilmektir !" ‘’Bana güç
veren, doğru olanı yaptığımı bilmektir’’ sözü ışığında, Milli
Eğitim Müdürlüğü sivil savunma uzmanlığı olarak amacımız;
Ülkemiz ve Çorum’da yaşanabilecek olası afetleri, yangınları can
ve mal kaybına sebep olmadan, afiyette atlatabilmemiz için,
şimdiden işi ciddiye alacak, kafa yoracak ve gelecekte etkili ve
yetkili olduğunda daha hassasiyet gösterecek bir neslin yetişmesine
katkıda bulunabilmektir!
-
‘’ Yangın tahliye
merdivenleri, yangın anında zarar görmeden binayı terk etmek için iyi
gelir, tabii herkes tarafından güvenli olarak kullanılabilecek şekilde
olup; zaman zaman tatbikat yapılırsa ’’
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|