|
|
|
|
Mahmut Selim GÜRSEL TAKDİM
Hayat Hikayesi
ÇORUM SEVGİSİ
PEYGAMBERİMİZ DOĞARKEN
İSTİKLÂL MARŞIMIZDAKİ TEMEL KAVRAMLAR
GELECEĞİN ÇORUMU
NEREDE DURABİLİRİZ
ÇORUM ÜNİVERSİTESİ ÇORUM'A NE GETİRİR?
KAP
BİR HAYAL Mİ?
ÇORUM'DA RAMAZAN KÜLTÜRÜ
ÇORUM EVLERİ
BEKTAŞİ ÖĞRETİSİNDE ADEM (A.S) ve ALEMLERİN YARATILIŞI KONUSU
MENKIBELERLE KOYUN BABA
|
|
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
TAKDİM
Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve
bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak
görülmelidir.
Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini
veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da
benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.
Bu
çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış
olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı
göreceksiniz.
Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir
kitaptır; onu okumamız gereklidir.
Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar
veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar
veremeyiz.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
Mehmet Şakir ÇIPLAK
-
1948 yılında
Çorum'da doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Çorum'da yaptıktan
sonra 1970 yılında Bursa Eğitim Enstitüsünün Türkçe
bölümüne girdi.1973 yılında Türkçe öğretmeni olarak mezun oldum.
Çeşitli illerde öğretmenlik ve yöneticilik
yaptı.
-
Babası 1. Dünya
ve İstiklâl savaşlarına katılarak önemli yararlılıklar gösteren
Çamlıcalı İsmail Efendidir. Bu yararlılıklarından dolayı İstiklâl
Harbinden sonra T.B.M. Meclisinin karar ve Meclis Başkanı Gazi
Mustafa Kemal Atatürk'ün imzasıyla kırmızı şeritli "İstiklâl
Madalyası" ile ödüllendirildi. Çorum'da ilk defa Kuva-i Milliye
hareketinin başlaması için bugün Veli Paşa Hanı diye bilinen Hitit
Gıda müessesinin üzerindeki han odalarında ilk Kuva-i Milliye
derneğini kuran altı kişiden birisidir. Daha sonra kendi yöresinde
ilmi,siyasi ve toplumsal görevler ifa ederek son derece sevilen ve
sayılan bir kişilik kazanmıştır.Böyle renkli bir ailede yetişen M.
Şakir Çıplak öğretmenliğe ve yazarlığa daha okul yıllarında
kendisini hazırlamıştır. Onun hayatını; Öğretmenlik,Yazarlık ve
Yöneticilik diye üç bölümde ele almak mümkündür. Öğretmenliğe ilk
defa Bitlis Lisesinde başladı . Daha sonra Bursa Erkek Lisesi ve
Bursa İmam-Hatip Lisesinde devam etti. 980 öncesinde Çorum İmam- Hatip
Lisesinde göreve başladı. Buradaki öğretmenlik ve yöneticilik
görevlerim 1992 yılına kadar sürdü. 1992 yılında Çorum Milli Eğitim
Şube Müdürlü,sonra aynı yerde Müdür Yardımcılığına geçti. Kasım
1996-Ekim 1997 tarihleri arasında Milli Eğitim Müdürlüğü görevinde
bulundu. Gerek öğrencilik ve Öğretmenlik,gerekse yöneticilik yılların
da hiçbir ceza almamış, birçok ödül, teşekkür ve taktir name ile
taltif edilmiştir.
-
İlimizde
İlahiyat Fakültesi açıldığı 1993 yılından beri bu Fakültede Türk
Dili İslâm Edebiyatı ve Türk Dili derslerine girdim. 1998 yılı
başlarından itibaren ise bir Fakültede Öğretim Görevlisi olarak görev
aldı. Lise yıllarında yazı yazmaya başlaya M. Şakir Çıplak, o zaman
Çorum'da yayınlanan "Yeni Çorum"Gazetesinde Aydın Kaleli'nin dikkatini
çekmiş. Yazı yazması için kendisini teşvik etmiştir. Yüksek
öğretimi sırasında Bursa'da düşünce ve fikir çevresini
genişletmiş "SUR" isimli bir Fikir Sanat ve Edebiyat dergisi
çıkartarak yeni bir edebiyat ve fikir çevresi oluşturmaya
çalıştırmıştır. Bu derginin daha sonraki yıllarda (Hekimoğlu İsmail
tarafından çıkartılan aynı adlı dergiyle hiçbir ilgisi
bulunmamaktadır. Onların bu isimle çıkış tarihi da ha sonraki yıllara
rastlar.) Sur Dergisinin yazarları arasında: Beşir Ayvazoğlu,Yaşar
Nuri Öztürk,Sabri Akdeniz, merhum Faruk Kadri Timurtaş, İlhan
Yardımcı,Ali Erdal,Mücahit Yılmaz, Yılmaz Özgür gibi isimler vardı.
Sur dergisi 1971-1974 yılları arasında 17 sayı yayımlandı. O zaman
önemli bir etki de sağlamıştır. Sur Dergisinin hem Yöneticiliğini,hem
de yazı işlerini yürüttüm. Daha sonraki yıllarda: Bursa Marmara,Bursa
Hakimiyet,Ankara'da yayımlanan Zafer gibi gazetelerde de yazıları
çıktı. Bazı edebiyat ve sanat dergilerinde denemeler, eleştiriler ve
hikayeleri yayımlandı. Yine Çorum' da İmam-Hatip Lisesinde "İDRAK"
adlı dergiyi yayımladı. Bu dergi de Çorum halkı tarafından beğeni
kazanmıştır.
-
Çorum'da
yayımlanmaya başlayan Çorum Hakimiyet Gazetesinin kurulması ve
yayın hayatına başlamasında önemli görevler aldı. Bu gazetede
yazdığı köşe yazıları ile Çorum'da kendisini tanıttı. Yazı hayatı
halen devam etmektedir. Ayrıca Çorumlu 2000'da de yazıları
çıkmaktadır. Çorum'da birkaç defa sahnelenmiş olan "İstiklâl
Marşı'nın Kabulü" isimli tiyatro eseri bastırılmamıştır. İlahiyat
Fakültesi'nde okuttuğu ders notlarını bir araya getirerek"Türk İslâm
Edebiyatı" adlı çalışması kitaplaştırılmış ve Fakültede ders notu
olarak okutulmaktadır.Bu güne kadar yazdığı yazılarım gazete ve
dergilerde durmaktadır. İleride bu çalışmaların yayınlanması bir çok
okuyucunun dileğidir. Öğretmenlik ve yazarlık hayatında birçok kişi
ile tanışmış ve insanların hayata bakışı,hayattaki rolleri,
alışkanlıkları ve amaçları doğrultusunda iyi gözlemler yaparak
yorumlama imkanını bulmuştur . Hayatın daha çok olumlu ve yaşanabilir
yanlarına bakarak en iyi ve güzeli yakala manın mümkün olduğuna
inanan yazarın yazılarında daha çok gözlemleri etkisi vardır.
Yayınlanan yazıları içinde Çorum'un gelişmesi ve yeniden
yapılanması hususundaki öneri ve görüşleri çeşitli platformlarda
tartışılmıştır. Bu yazıları kitaplaşması halinde
-
Çorum için
yararlı olacaktır. Yayınevimizin basılmış ve sanal yayınlanmış dergilerinde yazıları
bulunmaktadır.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇORUM SEVGİSİ
- Çorumlu olmak her Çorumlu gibi bize gurur
vermektedir.
- Sevgilerimizi, acılarımızı
yaşadığımız, çocukluğumuzun, gençliğimizin geçtiği yerdir.
- Burada her taşına ayak basarak, hatıra
bırakarak yaşadık.
- Sokaklarının her karışında
aşıklarımızın, daşeneklerimizin izi, çevirdiğimiz çemberlerimizin
taşlara çarparak çınlatan sesi vardır.
- Okul yıllarımızın anıları tap taze
yaşamaktadır.
- Yazı Çarşının; Uzun Sokağında ki ulu
ağaçların altında, Mecitözü Caddesinde, Devanede, Milönünde, Ahçılarda,
Parkta, Çamlıkta koştuğumuz, düştüğümüz, kaçıp kovaladığımız...
- Uzun uzun ders çalıştığımız Şehir
Kütüphanesi, kahvehaneler vb. Onun için her dışarıdan gelişimiz de bu
aydınlık anılar bizi karşılayıp gülümsüyor. Ardından hizmet yıllarına
ait acı, tatlı birçok iz. Bırakabildiğimiz, bıraktığımızla
övündüğümüz, emekler, eserler...
- Belki havası suyu daha değişik, denizi
ormanı yeşil ile mavinin at koşturduğu yabancıların bakmaya, hatta
kalıp yaşamaya doyamadıkları güzel yerlerde görmüş, oralarda da kalmış
güzel günler, aylar, hatta yıllar geçirmişinizdir. Üç beş günlük
tatil, birkaç haftalık izin, geçici görevler oraları da vatan diye
sevmeye yetiyor ama kendi şehrimizin havası hatta büyüsü bambaşkadır.
- Çorum'dan hiç çıkmayanlar, buranın suyunu içip,
ekmeğini yiyenler, havasını soluyarak yaşayanlar güzel Çorum'umuzu
inanın ki daha çok seviyorlardır. Peki, ama ya dışarıdakiler? İşi,
görevi gereği başka şehirlerde oturup Çorumluyum diyenler sevgilerini
nasıl gösterecekler, nasıl sevinecekler? Yılda gelen iki bayram şöyle
bir teğet geçmeye yeter mi bunca anıyı hatırlayıp, tazelemeye, yeniden
yaşamaya?
- İşte; İstanbul'da otursa da Muhterem Salim Akaydın'ı
Çorum'a getirip on sekiz derslikli bir okul yaptırmaya sevk eden duygu
memleket sevgisinden başka ne olabilir? Bin evlerin tepesine
Sungurluya okullar yaptıran Haydar Öztaş da aynı duygularla dolu bir
in-sandır. Hatta; Elazığ'daki fabrikasını Çorum'a taşıyarak bu
memleketin insanına hizmeti görev sayan Sayın Mustafa Duduoğlu'nu da
saygıyla anmak gerekir. Fakir, fukara dostu; merhum Hüsnü Orhun'u da
rahmetle yad ediyorum. Bunlara başka isimleri de eklemek mümkündür.
Mesela eski Millet Vekili Adnan Türkoğlu büyük yatırımlar getirerek
uzun yıllarda takipçisi olmuştur. Ancak bu isimleri daha fazla
çoğaltmak imkânı var mıdır?
- Bence yoktur.
- Çünkü Çorum'da dışarıdaki Çorumlunun
yaptığı yatırımlar bir elin parmaklarının sayısını ancak
bulabilmektedir. Varlıklı aileler adlarını uzun yıllar yaşamasını
sağlayacak başka okullar, fakülteler yapmak imkânına sahiptirler.
- Mesela: İlahiyat Fakültesi yapmak,
çocuk evleri, yaşlılar yurdu, ortopedik özürlü, işitme ve görme
özürlü, spastik özürlü çocuklar için eğitim merkezleri açmak, hatta
kendi işyerini, fabrikasını Çorum'a getirip iş ve istihdam alanı
sağlamak ve daha pek çok güzel hizmet yüreğinde Çorum sevgisi olanları
beklemektedir.
- Birde kendisi ile barışık olmayanlar var.
- Kazancı milyar dolarları aşmış,
sanayide, ticarette bu şehrin imkânları ile gelmiş büyümüş, şimdi de
gözü dışarıda olanlar var.
- Acaba hangi ile yatırım yapsam da
varlıklı olduğum bilinmese, bütün kazandıklarım kendimde kalsa, kimse
ile paylaşmasam, kazanırken alnım bulgur, bulgur terlerken, kimse
halin nasıl diye sordu mu ki paylaşma bekleniyor, hep benim, hepsi
benim diye düşünenler...
- İlk bakışta masum ve haklı görürken bu
düşüncenin altında aslında insanın kendisini kötüleyen, küçülten
duygular gizlidir.
- Bu duygulardan birisi bencillik,
birisi de sadece yemek, çalışmak ve yatmaktan başka manevi bir kıymet
edinememiş olma duygusudur.
- Aslında kimse sizden bir şeyinizi
paylaşmak istemiyor. Bu istek sizin içinizden gelecek, iyi duyguları
depreştirip hayır duaları alarak mutlu olacaksınız, mutluluğun tadına
varmayı sezeceksiniz.
- Bu mutluluğun sırrına bir defa
erebilmek önemli...
- Paylaşmak, güçlenmek, sevilmek,
dostlar edinerek zenginleşmek anlamına geliyor.
- Kaçmak, görünmemek, varlıklı olduğunu
belli etmemek, kendi yakınlarının bulunduğu yere yatırım yapmak, hatta
tanınmamak için arabasının plakasına 19'u asmak korkaklığı,
çekingenliği, bencilliği ve mutlu olmayı bilmemeyi anlatıyor.
- İşte; elinizdeki şu dergi de bu güzel
duygulara araç olmaya vesile olmak için yaşama savaşını veriyor.
- Çorum'u gizli ve açık izlemenin bir
yolu bu dergiye ulaşabilmektir.
- Bizim Çorum'u sevmek konusundaki
nasibimiz ise galiba birkaç satır karalamaktan ibaret.
- Hayra vesile olmasını diliyorum.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
PEYGAMBERİMİZ DOĞARKEN
Rabb'im emreyledi Rıdvan'a ki
Donat Cennet ehlini,Cennet ile.
Habibullah vücuda gelecektir
Dolacaktır dünya af ile rahmet ile
Rabb'im Cibril'e emreyledi: İn !
Cehennem kapılarını kapat heybet ile
Kurda kuşa bugün haber sal
Bu gece kalmasınlar gaflet ile
Amine diyor ki; olan oldu o an,
Geliverdi Ahmed ilâhi kudret ile
Susadım su istedim içmek için,
Elime sundular kadehi şerbet ile
Soğuktu ve aktı kardan,şekerden
Tatlıydı içtim,içtim lezzet ile.
Bu kez nurlar içine düştüm
Bürüdü nurlar beni ismet ile
Bir ak ok kuş geldi arkamı sığadı
Güçlü ve süzgün iki kanat ile
O an doğdu nur topu varlık
Üstündü herkesten kıymet ile
Ne kan gördüm,ne su gördüm,ne ağrı
Doğurmadım ben onu zahmet ile
Duyuyordum dalga dalga sevinç çığlıklarını
Kayboldu gece ve karanlık bin set ile
Dile geldi duvar,taş ve toprak
Söyleşirler bilge gibi hikmet ile.
Müjde verirler artık birbirlerine
Koca dünya Ahmed'i kucaklar Ümmet ile
Görüyorum Mekke şehri ışıl ışıl,
Işıklar bürüdü her yeri inat ile
Kendime gelip baktım ki evden
Gidiyor Huriler dizi dizi cemiyyet ile.
Ne göreyim doğan yavrucak yanımda değil
Yüreğimde kor ateşler yandı hasret ile
Sandım ki Huriler alıp götürdüler
Gözlerim dört yanı aradı dikkat ile.
O da ne ! Evin bir köşesinde Mustafa
Beytullah'a yön çevirmiş kudret ile
Başı secdede parmağı dudaklarında
Söyleşir Hakk'a ermiş vuslat ile
Annesi koşup bağrına basmak istedi
Kundağa sarılıp sevindi devlet ile
Sakın ha ! Diye gizili bir ses duydu,
Cihanı tuttu büyük bir heybet ile
Diyor ki: gizle halkın gözünden özünü
Geliyor Muhammed Musaf'ı Risalet ile.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
İSTİKLÂL MARŞIMIZDAKİ TEMEL KAVRAMLAR |
-
İstiklâl Marşımızın kabulünün 84. yılına girerken
marşımızdaki temel kavramların bize ilham ettiği
değerleri yeniden hatırlamak, hangi kavramlar
üzerinde ısrarla durulduğunu anlamak son günlerde
yaşanan fikir ve düşünce kargaşaları içinde milli ve
manevi değerlerimizin tespiti bakımından yeniden
büyük önem arz etmeye başlamıştır.
- İstiklal Marşımız
bilindiği gibi Türk Milletinin en karanlık
günlerinde yazılmış milletimizin hislerine
heyecanlarına umutlarına ve isteklerine tercüman
olmuş edebi tarihi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından resmen kabul edilmiş yasal bir metindir.
- İstiklal Marşının
kabul edildiği oturumda oturum başkanı ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak bir konuşma
yapan Mustafa Kemal Atatürk;
- “Mondros
mütarekesinden sonra memleketin içine düştüğü çok
kötü günleri hatırlattıktan sonra bugün her cephede
başarıdan başarıya koşan bir ordu bulunduğunu
milletin bu orduyu her türlü zorluğu ve yokluğu göze
alarak desteklediğini belirtir, savaşan askerlere,
komutanlara ve onlara destek olan halka teşekkür
eder, artık Sevr anlaşmasının hü-kümlerinin geçerli
olmadığını düşmanların kabul ettiğini vurguladıktan
sonra “ufkumuzda yeni doğan ışıkların bu kadar
felaket görmüş olan vatanımıza hayırlı sabahlar
getirmesi için dua ediyorum.” diye sözlerini
bitirir.
- Diğer
milletvekilleri de İstiklal Marşı olarak seçilecek
şiirin hem milli duyguları galeyana getirmesi
gerektiğini hem de edebi değerinin yüksek olması
gerektiği üzerinde dururlar, meclise gönderilen 724
şiir arasından Mehmet Akif Bey'in şiirinin bu
özelliklerin tamamını içine aldığını belirterek
büyük bir çoğunlukla milli marş olarak kabul
ederler.
- Biz bu incelememizde
İstiklal Marşı olarak seçilmiş olan bu metindeki
temel kavramları ve bu kavramların bize anlattığı
değerleri tespit etmeye çalışacağız.
- 1. CESARET YİĞİTLİK KORKUSUZLUK:
Şair marşın ilk mısrasının ilk kelimesinde “korkma”
diye millete ve milleti temsil eden bayrağa
seslenirken korkusuzluğa olan kuvvetli imanını da
haykırıyor. Ancak kendi yaşadığı dönemde solgunlaşıp
tek tek düşen bayrakları yani vatan parçalarını da
hatırlamadan edemiyor. Balkanların, Selanik'in,
Üsküp'ün nasıl düştüğünü acılar içinde gören odur.
- Çanakkale'ye destan
yazan yine odur ama 1915 yılında topla tüfekle
Çanakkale'yi geçemeyenler 1918'de ellerini kollarını
sallayarak gemilerini İstanbul Boğazına
demirlemişler, toplarının namlularını da Dolma Bahçe
Sarayına doğrultmuşlardır. Bu acı manzarayı görüp
Anadolu yollarına düşen de yine o ve onun gibi
korkusuz kahramanlar ve yiğitlerdir. İzmir'in,
Bursa'nın, Balıkesir'in düşüşünü görüp buralar
tekrar alınarak vatan toprağı yapılıncaya kadar
meclis kürsüsüne kara örtüler serilmesini teklif
eden yine odur. Çünkü korkusuzluk onun mayasında ve
ruhunda bulunun asil bir meziyettir, onun için
marşımızın ilk kelimesi bu hitapla başlamaktadır.
Mısır'ın, Bağdat'ın, Musul'un Kerkük'ün, Batum'un
Nahçivan'ın Kırım'ın Kafkasya'nın bir bir akşam
şafağının karanlığa dönüşmesi gibi elden çıktığını
gören ve yaşayan bir vatan şairinin ruhundaki
heyecan ve yansımayı siz düşününüz. İşte “Korkma
sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısrasında bu
ruh iniş çıkışları acılar ve umutlar bir arada
verilmiştir. Ancak şiirde korkudan çok ümit ön plana
çıkmaktadır.
- 2.SANCAK: İstiklal Marşı şairi Al
Sancak sözüyle Türk milletini temsil eden ay
yıldızlı Türk Bayrağını hatırlatıyor. İkinci
Mahmut'un ıslahat hareketlerinden sonra bayrak
kelimesi yerine sancak kelimesi kullanılmaya
başlanmıştı. Tarihte kullanılan Türk bayrakları
içinde de al renk ön plana çıkmaktadır hemen her
dönemde kullanılan bayraklarımızda bu renk
görülmektedir. Şairimiz ise “yüzmek” sözünün su
üstünde Durmak anlamından ziyade bolluk bereket ve
çokluğu ifade eden falan kimse bolluk içinde yüzüyor
örneğinde ki anlamı bu kelimeye yükleyerek bayrağın
renginin kutsallığını, semaviliğini ve erişilemez
güzelliğini ifade etmektedir.
- 3. TÜTEN OCAK:
Şairimiz son Türk ailesinin veya en son Türk
ferdinin yok edilmesinden sonra ancak al sancağın
düşürülebileceğini hatırlatmak üzere bir aileyi bir
millet bir milleti tek yürek bir aile olarak
düşünmektedir. Türk tarihinin çeşitli devrelerinde
bir Türk ailesinden nasıl bir millet yaratıldığı
hatırlatıldığı gibi tek yürek olan bir milletin ne
görkemli medeniyetler kurduğu hatırlatılmakta ”ocak”
kelimesine ateş yanan, aş pişen mekânlardan ziyade
aile, bir milleti temsil eden duygu ve düşünce
bütünlüğü taşıyan topluluğu ifade eden anlamlar
yüklenmiştir. Bir fertten veya bir aileden nasıl bir
millet yaratıldığı Türk destanlarında övgüyle
anlatıldığı gibi ilk yazılı Türkçe metinler olan
Orhun Abideleri dediğimiz Bengi taşlarda da
ifadesini bulmaktadır. İşte bu kelimede Türk
milletinin bu meziyeti ve Türk tarihinin millet ve
devlet kurma safhaları şairane bir üslup ile bizlere
hatırlatılmaktadır.
- 4.YILDIZ: Türk
milletinin kaderidir, talihidir. Kendisini kader
yazıcısı olarak görüp Anadolu'ya ve Türk ülkelerine
yeni şekiller vermeye yeltenen kişilerin ve
devletlerin düşleri, düşünceleri, hayalleri ve kötü
emelleri Türk milletinin kaderi olamaz. Bir kişinin
veya milletin kaderini yalnız ve ancak yüce Allah'ın
takdir edip yazdığına herkesten daha gür ve
sarsılmaz imanla inanan Mehmet Akif, Türk milletinin
yıldızının parlak, talihinin acık, kaderinin özgürce
yaşamak olduğunu seçtiği bu özel kelime ile
anlatıyor.
- 5.MİLLET: Şair Türk milletini
kaderini Tanrının yazdığı özgür bir millet olarak
tanımlıyor. Bir fert bir millet bir millet bir fert
anlayışından hareketle en son Türk ferdi eğer
hayattaysa bu milletin yıldızının parlayacağı,
istikbalinin açık olduğu kesin bir imanla
anlatılmaktadır. Akif'in bu kesin inancı memleketin
içinde bulunduğu o buhranlı günlerde fazla abartılı
görülmüş, onun özgürlüğe olan bu düşkünlüğünün artık
hayal olduğu o zamanlar söylenmiştir.
- Fakat zaman İstiklal
Marşı şairini haklı çıkarmış, 1921 yılının mart
ayında İstiklal Marşının yazıldığı günlerdeki
karamsarlık 1922 yılının ikinci yarısından sonra
zaferlerle sonuçlanmaya başlayınca şairin bu
inancında ne kadar haklı olduğu ortaya çıkmıştır.
Kaldı ki, Türk Milleti tarih boyunca pek çok
sıkıntılara darbelere savaşlara hatta yenilgilere
maruz kalmış ama bir şekilde kendi milli benliğini
yitirmeden o sıkıntıların hepsinin üstesinden
gelmiştir. Hem Divanı Lügat'it Türk de hem Kutadgu
Bilig'de birlik ve beraberlik içinde olunduğu sürece
millet olarak ayakta kalmanın gereği ve örnekleri
sıralanmış, milletin özellikleri ayrıtlıları ile
anlatılmıştır. Türkçenin hemen her yazılı belgesinde
millet olarak yaşamanın gereği ve zorunluluğu
belirtilir. Onun için Türk destanlarında Türk
milletinin Tanrının yeryüzüne bir armağanı olarak
geldiği inancı vurgulanır. İstiklal Marşımızdaki “O
benimdir, o benim milletimindir ancak” mısraı bütün
geçmişi ve geleceği ile Türk milletini ifade eder.
- 6.NAZLI HİLAL: Türk
bayrağıdır. Edebiyatımızda eşyaya kişilik
özellikleri kazandırarak anlatmak anlamına gelen
teşhis sanatını kullanarak bayrağı nazlı bir Türk
güzeline benzetmekte,
- Kahraman ırkım
dediği aziz milletimize gülümsemesini istemekte,
milleti de hatırlatan güzelin bakışlarında tereddüt
kızgınlık şüphe geleceğe ait herhangi bir endişeli
bakışa tahammül edemediğini ifade etmektedir
Memleketin istikbalini memleketin güzellerinin
tebessümlü bakışlarında görme ifadesi Türk
edebiyatında yeni bir anlatım tarzı değildir.
- Yavuz Sultan Selime
ait şu beyit'in onun İstanbul'a ve Osmanlı ülkesine
olan aşkını ifade ettiği söylenir. “şîrler pençe-i
kahrımdan olurken lerzan/ Beni bir gözleri âhuya
zebun etti felek ”Kanuni Sultan Süleyman da sahip ve
hâkim olduğu ülkelerin baha biçilmez güzelliklerini
kendinde toplayan bir özge sevgiliye bir nazlı
hilale şu mısralarla seslenir:
-
- “Celîs-i halvetim varım habibim mah-ı tabanım
- Enisim mahremim varım güzeller şahı sultanım
- İstanbul’um
Karamanım diyarı milket-i Rumum Bedahşanım a
Kıpçağım ü Bağdadım Horasanım” Şairimiz vatanı
milleti ve bayrağı en çok değer verilen objelerle
Türk edebiyatının kullandığı sanatları kullanarak
bize bedii zevkleri de bu şiirin içinde sunmaktadır.
- 7. KAHRAMAN IRKIMIZ: Yüce Türk
milletidir. O millet ki Hakka tapmaktadır. O millet
ki vatanı uğruna hiç çekinmeden kanını dökmesini
bilmiştir. Vatan sevgisini her şeyin üstünde tutan
bu milletin, şairin “nazlı hilal” dediği bayraktan,
al sancaktan yani yine bu millettin öz
insanlarından, şehitlerinden gazilerinden bir isteği
var: Yapılan fedakârlıklardan, dökülen kanlardan
şahısları adına her hangi bir maddi beklenti içine
girmemek kısaca vatana hakkını helal etmek. Bu
ırkın, bu milletin en büyük hasleti vatan
savunmasını namus borcu bilmek, bunun karşılığında
ise şerefi ile yaşamaktır. Bu ırkın bu milletin bir
başka özelliği Hakka tapmaktır. Yani Allah'a
inanmaktır. Yani doğruluğa sarılmak dürüstlükten
ayrılmamaktır. Çünkü Hakka tapmanın Allah'a yürekten
şeksiz ve şüphesiz iman getirmenin, doğruluktan
ayrılmamanın karşılığı millet olarak özgür
yaşamaktır. Hakkı sevmek aynı zamanda bütün
insanlığı sevmektir. Yani bütün insanlığın hakkını
gözetmektir. Onun için Yunus Emre :
- “Hakkı gerçek sevenlere cümle alem kardeş gelür”
demiştir. Yine Yunus Emre'nin
- “Yetmiş iki millete suçum budur hak dedüm
- Korku hıyanettür ya ben niçin korkaram.”
- Mısraları da Akif'in
buradaki duyguları ile örtüşmektedir. Bu milletin
başka değerleri de vardır ki şiirde o değerlere de
telmihler vardır. Bu değerlerin başında erlik Alplik
ve bilgelik gelir. Bu özellikler bu kelimelerle
ifade edilmemiş olsa da “Hangi çılgın bana zincir
vuracakmış” mısraında apliğin, “Doğacaktır sana vaat
ettiği günler Hakkın” mısraında bilgeliğin “Hakkıdır
Hakka tapan milletimin istiklal “mısraında
doğruluğun telmih edildiğini söyleyebiliriz.
- 8.HAKKA TAPMAK: Bin yıldan fazla
bir zamandır İslam'ın bayraktarlığını yapan Türk
milletinin en önemli özelliği bu kavram içinde
bulunmaktadır. İlk Türk Müslüman hükümdarı olarak
bilinen Satuk Buğra Han'a ait destan parçalarında
“seller gibi aktık/ şehirler üstüne vardık/
Müslümanların al bayrağı yükseldi.” Gibi dini
ifadelerle başlayan İslam sevgisi Türk milletinin
ayrılmaz bir özelliği olarak üzerinde şerefle
taşıdığı bir güzellik abidesidir.
- Türk milletinin
özellikleri Dede Korkut hikâyelerinde en güzel
şekilde ifadesini bulur. Dede Korkut diyor ki:
“Allah Allah demeyince işler düzelmez, Kadir Tanrı
vermeyince er zenginleşmez, ezelden yazılmazsa kul
başına kaza gelmez, ecel vakti gelmeyince kimse
ölmez …” Tarih boyunca Türk milleti Hakkı üstün
tutmak ve Hak yoluna varlığını feda etmek için adeta
can atmaktadır. Bu milletimizin Allah'a olan
inancının sarsılmaz ifadeleridir Hak kelimesi
Allah'ın isimlerinden olduğu gibi adalet ve doğruluk
anlamına da gelir ki Türk milleti yüz yıllarca
adalet dağıtan insanlara, milletlere ve devletlere
iyilik ve Hak severlikle muamele yapmak suretiyle ün
salmıştır. Tarihte bunun pek çok örneği vardır.
Nitekim Osmanlılar zamanındaki fetihlerde Osmanlı
yönetimine giren ülke halklarının adalet ve iyilik
gördükleri menkıbe gibi anlatılmaktadır. Bugün
Avrupa Birliğine girerken Türk milletinin ayrıcı
özelliği olarak öne çıkan en öneli mesele onun Hak
perestliğidir. Şimdi Avrupa Birliğine milletimizin
bu özelliğini koruyarak girmesi mücadelesi
verilmektedir. Avrupa Birliği bir Hıristiyanlar
kulübüdür Hakka Tapan bir millet olarak Türkler
buraya giremez savı ne kadar kabul görecektir, bunu
da önümüzdeki zaman içinde göreceğiz.
- 9.HÜRRİYET VE
İSTİKLAL: Türk milletinin karakteridir. İstiklal
Marşımızda bulunan pek çok mısra Türk milletinin bu
özelliğini vurgular:
- Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım
- Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
- Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım
- Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.
- Mısraları bu duygu
ve düşüncenin en yoğun olduğu hürriyet ve
bağımsızlığın anlatımında en yüksek anlatım gücüne
eriştiği ifadelerdir. Gerçekten de Türk milleti,
tarih boyunca pek çok devlet kurmuştur.
Cumhurbaşkanlığı forsunda bu devletlerin sayısı on
altı yıldız ile ifade edilmiş ise de bu sayıdan daha
fazla devlete sahip bir başka millet yeryüzünde
yoktur. Bu günkü Türk Cumhuriyetleri ve Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti bu sayıya dâhil değildir. İşte
tarihte kurulan her devlet Türk milletinin bir başka
coğrafyada özgürlük mücadelesini anlatır. Her
devletin kuruluşunun ardında, özgürlüğün ufuklarına
kanat açmış nice yiğitleri görürsünüz. Onların
gerçek hikâyelerinin ardında mal mülk sevdasından,
ikbal ve saltanat sevdasından, kibirden
büyüklenmeden ziyade, özgür düşünme ve özgür yaşama
sevdası vardır. Özgürlüğün Türk milletine ve
insanlığa kazandırdığı ise yaşanılabilir, insanların
ve ülkelerin sömürülmediği büyük medeniyetlerin
doğmasıdır.
- Tarihteki her Türk devletinin,
özgürlüğe kanat açışının hikâyesini anlatmaya bu
satırların tahammülü yoktur. Ancak Osmanlı
Devleti'nin çöküşünü gözleri ile görüp o enkazın
altında kalmanın vereceği aşağılayıcı durumu
yaşamayı asil karakterlerine asla yakıştıramayan
Mehmet Akif ve arkadaşları, tarihte yaşanan
mücadelelerin de üstünde ve ötesinde azimle bu elzem
mücadeleyi hem yaşarlar hem de gelecek nesiller ders
alsın diye bizlere anlatırlar. İşte bu mücadeleyi
anlatan en önemli metinlerden biri İstiklal
Marşımızdır. İstiklal Şairimiz Mehmet Akif, İstiklal
Şiirimizi yazmadan önce İstiklal mücadelemizi bütün
varlığı, düşüncesi ve hayatıyla yaşamış bir
şahsiyettir. İstanbul'dan Anadolu'ya geçişi,
Konya'da Milli Mücadeleye karşı başlamak üzere olan
isyanın bastırılmasında oynadığı rol, Kastamonu'da
halka yaptığı sözlü ve yazılı yayınları, vaazları,
Özelikle Balıkesir-Zağanos Paşa camiindeki
söylemi…Bütün bunlar ayrı ayrı okunmaya, örnek
alınmaya değer birer istiklal ve hürriyet
belgeleridir. Balıkesir Zağanos Paşa Camini hınca
hınç dolduran bir cemaat karşısında:
- Cihan alt üst olurken seyre baktın, böyle durdun
da
- Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda
- Mısralarıyla
başlayan şiirini okuduktan sonra Türk'ün asla
istiklalsiz yaşayamayacağını, ümitsizliğin en büyük
korkaklık olduğunu haykırdı. “Başarının sırrı
birlikte hareket etmektir” sözlerini ise şu
cümlelerle bağladı:
- “Kapınıza kadar dayanan, onu kırıp
içeri girmek namus ve şerefinizi çiğnemek isteyen
düşmanın bu namert ve ihanet dolu saldırışına karşı
kadın erkek çoluk çocuk genç ihtiyar, herkese büyük
görevler düşüyor Ey Balıkesir'in Muhterem
Mücahitleri! Anadolu'yu savunma hususunda diğer
vilayetlere öncü olma şerefini kazanmış
bulunuyorsunuz. Sizin bu gayretinizi şükranla
karşılıyorum. İnşallah bu şan ve şeref kıyamete
kadar devam eder. Vatanımızın haysiyeti, istiklali,
saadeti, refahı, uygarlığa doğru gidişi dünyalar
durdukça sizler sayesinde korunmuş olarak
kalacaktır.”
- İşte bu mücadelenin başından sonuna
kadar içinde yer alan şairimize bu milletin İstiklal
Marşını yazmak nasip olacaktır.
-
10.
İMAN. Mehmet
Akif Ersoy İstiklal mücadelesinin imanla
kazanılacağına yürekten inanmakta ve Safahat adlı
eserinin tamamında bu imanı dile getirmektedir. Mehmet
Akif iman konusunda Kur’an-ı Kerim’deki “O müminlere
Allah katında büyük bir sevap vardır ki; bir takım
kimseler kendilerine “düşmanlarınız sizin için
kuvvetlerini topladı, onlardan korkmalısınız.”
Dedikleri zaman, bu haber imanlarını artırır da
“Allah’ın yardımı bize yeter de artar, o ne güzel bir
koruyucudur” derler” ayetini referans alarak şu
mısraları yazmıştır:
|
-
Şehadet dini
gayret dini ancak Müslümanlıktır
-
Hakiki
Müslümanlık en büyük kahramanlıktır
-
Cebanet,
meskenet,dünyada sığmaz ruh-ı İslâma
-
Kitabullahı
işhad eyledim – gördün ya- davama
-
Görürsün
hissedersin varsa vicdanınla imanın
-
Ne müthiş bir
hamaset çarpıyor göğsünde Kur’an’ın
-
-
O imandan
velev pek az nasib olsaydı millette
-
Şu üçyüz elli
milyon halkı görmezdin bu zillette
-
O iman ittihad
isterdi bizden,vahdet isterdi
-
Nasıl
“Bünyan-ı marsus” olmamız lazımsa gösterdi
-
O iman, farz-ı
katidir diyor tahsil-i irfanın
-
Ne cahil
kavmiyiz biz Müslümanlar şimdi dünyanın
-
-
“Hakiki
Müslümanlık en büyük kahramanlıktır”
-
Demiştim…İşte
davam onların hakkında sadıktır
-
11. MEDENİYET
İstiklal Marşında medeniyeti insanlığın yok edilmesi
için bir tehdit unsuru olarak kullanan batılı uluslar
eleştirilmiştir. İngiliz, Fransız, İtalyan ve
özellikle Yunanlıların “Biz Anadolu’ya medeniyet
getireceğiz” diye dünya ölçüsünde yaptıkları yaygara
ve arkasından akıl almaz işkence ve istilalar
karşısında Mehmet Akif’in hitabı açık ve nettir. “Bırakın
uluyup havlasınlar”Medeniyeti önce onlar bir
canavar haline getirdiler.Şimdi onların medeniyet
anlayışı tek dişi kalmış bir canavara dönüşmüştür ki
bu canavar asla böyle bir imanı boğamaz!
-
Aslında Akif’in bütün
isteği ve gönlünde yatan Batı medeniyetini ve
teknolojisini elde edebilmek ve onların eriştiği refah
seviyesine yükselebilmektir.Bunu çeşitli şiirlerinde
ayrıntılı olarak belirtmiştir. O medeniyetin yapmacık
hareketler ve taklitlerle elde edilemeyeceğini
bildirir. Aşağıdaki mısralar da onun medeniyete
bakışını şöyle anlatmaktadır:
-
Şark’ı baştan başa
yıllarca dolaştım, gezdim;
-
Hem de oldukça
görürdüm, kafa gezdirmezdim!
-
Bu Arap’mış bu
Acem’miş, bu Tatar’mış, demedim;
-
Müslüman
unsurunun hepsini gördüm kendim.
-
Büyük
ademlerinin fikrini ta’mik ettim.
-
İstedim sonra neden böyle
Japon’lar yüksek?
-
Nedir esbab-ı terakkisi?
Yakından görmek.
-
Bu uzun boylu mesai bu
uzun boylu sefer,
-
Bir kanaat verecekmiş bana
dünyada meğer.
-
O kanaat da şudur: Sırr-ı
terakkinizi siz,
-
Başka yerlerde taharriye
heveslenmeyiniz.
-
Onu kendinde bulur
yükselecek bir millet;
-
Çünkü her noktada taklid
ile sökmez hareket.
-
Alınız ilmini Garb’ın,
alınız san’atını.
-
Veriniz hem de mesainize
son süratini.
-
Çünkü kaabil değil artık
yaşamak bunlarsız;
-
Çünkü milliyeti yok
san’atın, ilmin; yalnız,
-
İyi hatırda tutun ettiğim
ihtarı demin:
-
Bütün edvar/ı terakkiyi
yarıp geçmek için,
-
Kendi “mahiyet-i
ruhiyye”niz olsun klavuz.
-
Çünkü beyhudedir ümmid-i
selamet onsuz.
-
-
Sonra dikkatlere şayan
olacak bir şey var:
-
İnkişafatını bir milletin
erbab-ı nazar,
-
Kocaman bir ağacın tıpkı
çiçeklenmesine
-
Benzetirler ki, hakikat,
ne büyük söz bilene!
-
Bu muazzam ağacın gövdesi
baştan aşağı;
-
Sayısız köşkleri tekmil
dalı. tekmil budağı
-
Milletin sine-i mazisine
merbut, oradan
-
Uzanıp gelmededir…Öyle
yaratmış Yaradan.
-
12. ÜMİT .
İstiklal Marşı Türk milletine bir ümit vermek amacıyla
yazılmıştır Çünkü marşın yazıldığı yıllarda
milletimizin buna çok ihtiyacı vardı.
-
Bir gün Garp Cephesi
Kumandanı Albay İsmet Paşa o günlerin Maarif Vekili
Rıza Nur Bey’i ziyaret ediyor, bir İstiklal Marşı
yazılmasının zaruretini anlatıyor. Askerin şevkinin
artırılması ve ümidinin yüksek tutulması için milli
bir marş yazılması konusunda derhal bir girişimde
bulunulmasını ister. Maarif Vekili Rıza Nur da Albay
İsmet Bey’i, Kazım Nami Bey adındaki Orta öğretim
Genel Müdürüne gönderir. Albay İsmet Bey’in Kazım Nami
Bey’e son sözü şudur: “Askerin şevk ve ümidini
kuvvetlendirecek bir İstiklal Marşı yazılmasını
istiyoruz, buna orduca karar vermiş bulunuyoruz”.
Böylece İstiklal Marşının yazılmasının gerekçesi
doğrultusunda çalışmalara başlanmıştır.
-
Mehmet Akif Ersoy’a
İstiklal marşını nasıl yazdınız? diye sorarlar.
Kendisi hastadır, yatağından doğrulur ,arkasındaki
yastıklara yaslanır ve sesi birden canlanarak şunları
söyler:
-
“Doğacaktır sana vaat
ettiği günler Hakk’ın…” Bu, umitle ve imanla
yazılabilir. O zamanı düşünün.. İmanım olmasaydı
yazabilir miydim? Zaten ben başka türlü düşünüp başka
türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde
ne varsa bütün duygularım yazılarımdadır.” Şair
bunları söyledikten sonra dilinde bir dua gibi şu
mısrayı tekrarlamaktadır. “Kim bilir belki yarın belki
yarından da yakın.”
|
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- GELECEĞİN ÇORUMU
- Çorum’u övmek, Çorumluluk ile gururlanmak hepimizin
hakkı ancak, siz bunun zevkini Çorum dışında yaşayan Çorumlulara
sorun. Onlar için göğsünü gere göre " Çorumluyum " demek kadar gurur
verici ne olabilir.
- Şehrimizin dışarıda bizi
gururlandıracak kaç kalem şeyi var? Bunun hesabını yaptığımız zaman
başka şehirlerle kendimizi kıyaslama imkânı buluyoruz. İnsanlarının
sevgisi cana yakınlığı, Anadolu konuk severliğinin harika uygulaması,
saf temiz gönüllü, açık yürekli, zihninde iyilikten başka düşüncesi
olmayan insanlarla dolu bir kent denilebilir.
- Bunlar, içinde yaşayanlar için görerek
algılanacak şeyler.
- Şehrin eksiklerine bir kültür adamı bir aydın gözüyle
bakmak, yurt içini, yurt dışını gezip görmüş insanların bakışı ile
incelemek kendimizin yerini belirlemede daha yararlı olacaktır. Yeni
fikirler ileri sürerek gelişme ve kalkınma yolunda yeni kıvılcımlar
parlamasına sebep olacaktır.
- Önce kültür açısından bakalım: Yıllardır tiyatromuzu
istiyoruz. Çorum halkına layık görülen kumpanya tiyatrolarından başka
bir şey yoktur. Bu da tiyatro zevk ve estetiğinin yüzeyselleşmesi yok
olması sonucunu getiriyor. Hâlâ Çorum'da aradığımız belli başlı
kitapları bulabileceğimiz dört başı mamur bir kitapevi bulmakta
zorlanıyoruz.
- Yörenin halk oyunlarını geliştirecek
arasında o ihtiyaç da giderilmeye çalışılıyor. Sergiler, resimler,
diğer el sanatları okulların amatör çalışmaları ile sınırlı. Hele
üniversite. Üniversitemiz olmadığı için şehrimiz yerel kültürü ile
diğer yöre kültürleri arasında canlı kıyaslama imkânına da sahip
değil.
- Bugüne kadar Çorum'da bir yayınevi
bile yoktu. Eli kalem tutanlar, Ankara'da İstanbul'da matbaa ve
yayınevi aramaya koyulurdu. M. Selim GÜRSEL Bey Çorumlu 2000
Dergisi ile Çorum'a bir yayınevini de kazandırmıştır ki, bu önemli
bir kültürel gelişmedir.
- Sanayi açısından zaman zaman övgüler
düzülse de Çorum'un henüz sanayi ve ticaret konusunda iki ayağı
üzerinde duracak seviyeye geldiği söylenemez. Sanayimiz krediden
hammaddeye, yetişmiş eleman sıkıntısından pazarlamaya birçok sorunları
çözüm beklemektedir.
- Dışarıdan temizliği ve düzenli
yerleşimi ile övündüğümüz şehrimizin yeşile ağaca ne kadar ihtiyacı
olduğunu biliyormuşsunuz?
- İlgililer şehrin ortasından geçen
asfaltlarını ve şerit inceliğindeki çimleri her hemen tratuvarların
dibinde bulunan atkestaneleri, çınarlar, selvi dutlar susuzluktan
kurur. Daha yazın ortasında Çorum'da yaprak dökümü başlamıştır. Bu
ağaç sevgisi, ağaç bakımı ve yeşillikler içinde yaşamayı bilme
kültürünün göstergesidir.
- Başlı başına sorun haline gelmiş üniversite konusu
yetkili ve ilgililerin hiç umurunda değildir. Üniversiteyi açtık,
açıyoruz, açacağız açmalıyız diyenlerin, bu müessesenin Çorum'a
kültür, ileri teknoloji, uluslar arası bilgi ve deneyim, yeni ticari
alanlar getireceğinin bile farkında değillerdir.
- Çorum'da hava alanından, demir yolundan bahsetmek
suçluluk duygusuna kapılmak gibi bir şey! Temeli atılmış hava alanı
inşaatının temeline bir tuğla konmayınca demiryolu projesi
bitirilmeyince bazıları çok memnun oluyorlar galiba. Bölünmüş iki
şeritli kara yoluna ihtiyaçları yokmuş gibi yıllardır sürüncemede
durmakta, kazalar yürek yakmaktadır.
- Sorunların bulunması dinamizmi gösterir. Çorum bunları
istiyorsa halkın bir dinamizm içinde olduğu görülmelidir. Hep Çorum'a
Devlet yatırımı gelmeyişinden şikâyet edilir. Burada Çorum aydını ile
üst düzey yöneticilerin ve demokratik kuruluşların daha çok payı
vardır.
- Çorum'la ilgili sorunları göz önüne sererek bir
aşağılık duygu psikolojisi sermek niyetinde değilken hüviyetine
kavuşmasını istiyorum. Bunun için el birliği gönül birliği, fikir ve
düşün ce birliği içinde olunmasını istiyorum. Kısır çekişme yerine
üretken zihniyetlerle hareket edilmesini sonuçta kazananın Çorum ve
Çorumlu olacağını bildirip hissedilmesi-nin altını çiziyorum.
- Aslında sorunlar çözümü zor ve imkânsız sorunlar
değil. Sorumluluk bilinci ile yüklü Çorum’u ve Çorumluyu düşünen
zihinlere ihtiyaç var. Şehrimizde bu ideali paylaşan pek çok insan
bulunduğu bundan önce yapılanlardan anlaşılmaktadır.
- Hava alanı ile, demiryolu ile ticaret ve sanayi
merkezleri ile, üniversitesi ile mutlu, barışık ve çalışkan insanları
ile çağdaş bir Çorum düşünmek ve onu istemek her Çorumlunun hakkıdır.
O zaman il dışındaki Çorumluların göğsü daha bir gururla kabaracak,
bulundukları yerlerde şehrimizi daha özgüvenle temsil edecekler.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- NEREDE DURABİLİRİZ
- Hareketli bir dünyada adetâ koşarak
yaşıyoruz. Durup dinlenmeye, oturup düşünmeye vakit yok gibi.
Düşünmeye vakit bulma “ALLAH KO-RUSUN” en kötü sonuç. Sizin yerinize
başkaları düşünmeye başladı mı siz de başkalarının düşündüğü
davranışları yapmaya başlarsınız. Bu işin sonu ise insanı özgürlükten
köleliğe götürür.
- Bu yazıda duracak noktayı düşünmeye
zaman aşyırmak açısından ele alacağım. Şehrimizde hemen herkesin bir
aracı bir otomobili var, fakat bu aracı gerek geceleyin, gerekse
gündüz koyabileceği sabit bir yeri yok. Daha doğrusu aracımızı sabit
ve güvenli bir yere bırakma alışkanlığı ve kültürü yok. Nerede boş bir
yer varsa hemen oracığa park ediveriyoruz. Hızlı gelişme süreci içinde
insanlara ev, konut düşünülürken araçların konulacağı yerler
düşünülmemiş. Sonradan alınan tedbirler ise köklü çözümün uzayacağını
gösteriyor.
- Aracınız sizin gelirinizin önemli bir
bölümü belki yatırımınız. En düşük model bir aracın değeri bile
bugünün fiyatları ile milyar ile ifade edilmektedir. Ama siz akşam
evinize çekilince ya da gündüz işinize dalınca aracınızı sokağın bir
yerine bırakıyorsunuz. Milyarlarca lira değerindeki aracınızın karın
yağmurun, soğuğun sıcağın isin pasın altında hiç bir güvenlik önlemi
almaksızın adeta terk ediliyor.
- İşin ekonomik ve tasarruf boyutu
aracınızı düşünmenizi gerektiriyor. Çünkü mekanik bir araç olan
motorlu taşıtınızın bakımı ve korunması kullanımından daha önemlidir.
Trafik kazalarının çoğunun araçların bakım eksikliğinden meydana
geldiği muhakkaktır. Gündüz iş yerinin gece evinizin bulunduğu sokağın
bir kenarına terk ettiğiniz aracınızın yakın bakımı ile gerçekten
ilgilenebiliyor musunuz? Kapalı otoparkı olmayan şehrin, semtin,
mahallenin hatta apartmanların ve ailelerin hem ekonomisi hem aracı
risk altındadır.
- Aracı otogara bırakmak bir kültür işi!
Şehrin birkaç yerinde kapalı otopark var. Mevlânâ otoparkı merkezde
olmasına rağmen dolmuyor. Kültür Sitesinin altına hiç kimse araç
bırakmıyor, yeni yapılan İnönü otoparkı da bitmek üzere. Gündüz iş
yerine aracı ile gelenler buraları gereği gibi kullanabilse en önemli
caddelerimiz insanların, yayaların yürümesine ve akan trafiğin
işlemesine engel olmazdı.
- Otoparklı apartmanların yapımı son
zamanlarda teşvik edilmeye başlamıştır. Bu teşvikin zorunlu hale
getirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Tek katlı bir ev bile yapacak olsa
aracını koyacak bir mekânı da düşünecek projeler üretilerek şehrin
yapılaşması sağlanmalıdır. Çünkü bunca Milli Servetin sokak ortasında
heba olmasına göz yumulması kadar acı bir ihmâl edil memesi gereken
bir konu düşünemiyorum. Bu memleketimiz için önemli, şehrimiz için
hayati öneme haiz, insanımızın malına sahip çıkması-nı öğrenmesinin
kültürünü kazanmak açısından önemli.
- Duracağımız yeri bilmek bakımından
önemlidir.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇORUM ÜNİVERSİTESİ ÇORUM'A NE GETİRİR?
- Çorum Üniversitesinin kurulması ve
kısa sürede faaliyete geçmesi için, yapılan çalışmalar bu güne kadar
sonuç vermemiştir. Üniversite ile ilgili birçok girişimler yapılmış,
raporlar hazırlanmış ancak, önemli bir mesafe alınamamıştır.
Türkiye'nin altmıştan fazla iline devlet üniversitesi kurulurken,
üzüntü ile belirtmek gerekir ki Çorum, bu hayırlı yatırımdan mahrum
bırakılmıştır.
- Bu yazıda; Çorum'a üniversiteyi layık
görmeyenlerin, şehrimizden neleri esirgeyip çok gördüklerini sıralamak
istiyorum.
- Bu güne kadar kendi imkânları ile bir
yere gelmeye çalışan, Çorum sanayi ve ticareti, babadan görme
yöntemleri terk ederek yeni açılacak fakültelerin öncülüğünde bilimsel
yöntemleri kullanmaya başlayacaktır. Bunun anlamı; aynı iş gücü ve
masrafla, hem kaliteli hem daha çok üretim sağlanacak demektir. Bu gün
bulunduğu yerde bir duraklama sürecine giren Çorum sanayisi daha
akılcı ve daha bilinçli üretim ve yönetim biçimini yakalayabilecektir.
- Çorum çiftçisi, bu gün modern
teknolojinin imkânlarını en az kullanan kesimdir. Elde edebildiği
teknolojiyi de kullanma yöntemini tam olarak bilemediği için verimli
bir biçimde değerlendiremem ÇORUM ÜNİVERSİTESİ ÇORUM'A NE GETİRİR ?.
- Çorum Üniversitesinin kurulması ve
kısa sürede faaliyete geçmesi için, yapılan çalışmalar bu güne kadar
sonuç vermemiştir. Üniversite ile ilgili birçok girişimler yapılmış,
raporlar hazırlanmış ancak, önemli bir mesafe alınamamıştır.
Türkiye'nin altmıştan fazla iline devlet üniversitesi kurulurken,
üzüntü ile belirtmek gerekir ki Çorum, bu hayırlı yatırımdan mahrum
bırakılmıştır.
- Bu yazıda; Çorum'a üniversiteyi layık
görmeyenlerin, şehrimizden neleri esirgeyip çok gördüklerini sıralamak
istiyorum.
- Bu güne kadar kendi imkânları ile bir
ye-re gelmeye çalışan, Çorum sanayi ve ticareti, babadan görme
yöntemleri terk ederek yeni açılacak fakültelerin öncülüğünde bilimsel
yöntemleri kullanmaya başlayacaktır. Bunun anlamı; aynı iş gücü ve
masrafla, hem kaliteli hem daha çok üretim sağlanacak demektir. Bu gün
bulunduğu yerde bir duraklama sürecine giren Çorum sanayisi daha
akılcı ve daha bilinçli üretim ve yönetim biçimini yakalayabilecektir.
- Çorum çiftçisi, bu gün modern
teknolojinin imkânlarını en az kullanan kesimdir. Elde edebildiği
teknolojiyi de kullanma yöntemini tam olarak bilemediği için verimli
bir biçimde değerlendirememektedir. Hayvancılık alanındaki üre-tim ve
tüketim yöntemi de geleneksel biçime da ha yakındır. Çok büyük
hayvancılık potansiyeli olan ilimizin, tam anlamı ile
değerlendirebilmesi için veterinerlik fakültesinin bilimsel
katkılarından yararlanmaya süratle ihtiyacı vardır.
- Kızılırmak havzası içinde bulunan
şehrimizin, tarım ve sulama yönüyle Türkiye'nin bu en büyük
akarsuyundan en az yararlanan bir bölge olduğunu biliyor musunuz?
Çorum, Sungurlu, Bayat, Alaca ovalarının Kızılırmak'tan su alma
imkânları bu güne kadar hiç düşünülmemiştir. Çorum bu yönüyle, kendi
doğusundaki illerden, Amasya'dan, Tokat'tan hatta Erzincan'dan bile
geri durumdadır. Bu illerin, ırmak havzasında sofra yeri kadar toprağı
olan çiftçiler zengin olabilmektedir. Çorum'da sebze üretimi adeta yok
gibidir. Çorum pazarlarında sebzeciler Amasya, Tokat, Çarşamba, Bafra
ovalarında yetişen sebzeleri yerli diye satmaktadırlar. Bu ovalarda
yaşayan insanlar kendi yörelerindeki akarsuları değerlendirmeyi
başarmışlardır.
- Bu güne kadar yatırım düşüncesini hep
politikacıdan beklemişiz. Halbuki, akıllı ve verimli yatırım düşüncesi
bilim adamlarının bilimsel de-ney ve deneyimleri sonucu oluşabilir.
Üniversite Çorum'a bu büyük avantajı taşıyacaktır.
- Çorum'da ticaret hayatı da bilimsel
yöntem ve yönetim biçiminden nasibini en az alan bir kesimdir. Tüccar
ve esnaf bürokratik engelleri aşmada yurt dışı ile, lisan sorunu
olmaksızın doğrudan ilişki kurabilmede üniversitenin imkanlarından
büyük ölçüde yararlanabilecektir. Bu gün, pazarlamadan tüketim
bilincine, reklamasyondan kaliteye kadar bilimsel imkânları kullanmak
ihtiyacındadır. Üniversite olmadığı için, bu imkânları bilmek ve
tanımak bile Çorum tüccar ve esnafının yoksun kaldığı bir husustur.
- Çorum doğal kaynakları yönüyle
Türkiye'nin zengin bölgelerinden birisidir. Bayat'tan Gümüş gediğine
kadar batı ve kuzey yayı içindeki dağ silsilenin altı kömür
havzasıdır. İşte bunlar işletmeler yer yer açılmış olan Bayat, Dodurga
bölgelerinde çok küçük bir bölümünden yararlanılmaktadır. Bu doğal
oluşum, petrol yataklarının habercisi sayılabilir mi? Çünkü
Güneydoğudaki petrol yataklarımız kömür havzaları ile iç içedir.
- Bu bölgelerdeki, yer altı sularının
yağlı maddeler içermesi Çorum'un petrol yöresi olduğunun umut ışığı
mıdır? Bu soruyu elbette kuyuculara, sondajcılara sorarak olumlu sonuç
almak mümkün değildir. Üniversite son teknoloji ile bilimin yanılmaz
yöntemlerini kullanarak bu kaynakları tespit edebilecek bilgi birikimi
ve olanağı şehrimize taşıyacaktır.
- Hava kirliliğinin önlenmesinden su
arıtımına kadar, bilimsel yöntemlerin son uygulama biçimleri bilim
adamlarımızın bitmek yorulmak bilmeyen çabalarıyla bu şehrin
kullanımına sunulma imkânı getirir.
- İnşaat sektörü de üniversitenin
imkânlarından büyük ölçüde yararlanacaktır. Çorum'da proje yapan ve
arsa üreten birimler ve ellerinde adeta bir iki şablon proje ile şehri
beton yığını haline koyma yarışında gibi görünmektedirler. Yaşanılacak
mekânları ve ortamları, bilimsel düşüncenin ışığında yeniden gözden
geçirme zorunluluğu vardır. Güzelliğin estetiğin ve mimarinin
buluşmasını yakalayamamış olan Çorum'un üniversite ile gelecek bilim
ve sanatın imkânlarına ne kadar ihtiyacı vardır? Bunu, inşallah
üniversite gelip de etkisi belli olmaya başladıktan sonra yeni
nesiller daha açık şekilde görecekler ve bizlere belki de bilgiyi
kullanamamaktan dolayı içli sitemler duyacaklardır.
- Çorum'un sosyal hayatı, üniversite ile
bir başka gelişecektir. Sanat faaliyetleri, tiyatrolar, kitap evleri
yeni yayınlar, dergiler, yabancı dillerde yazılmış eserler şehre
girmek suretiyle adeta bir kültür zenginliğine adım atılmış olacaktır.
Çorum'un üstüne yapay olarak atılmış olan flü renkler, gri bulutlar
başka şehirlerden gelen bilim adamları, araştırmacılar ve öğrencilerin
katkılarıyla çimen yeşiline gül pembesine dönüşecek, gerçek Anadolu
kültürü berraklığı ile ortaya çıkacaktır.
- Askeri alanda, acemi birliğinin bile
bir türlü getirilememesinden zaman zaman şikâyetçi olan Çorum küçük
esnafı, üniversite öğrencileri sayesinde önemli sıcak alışveriş
dönüşümüne imkân sağlayacak bu durum günlük ekonomik hayatı canlı
tutacaktır.
- İşte biz üniversiteyi bunlar için
istiyoruz. Daha sayamadığımız başka imkanlarla birlikte üniversitemizi
bizden esirgeyenler, Çorum'dan gelişmeyi ve kalkınmayı
esirgeyenlerdir. İşin siyasal öngörülerle savsaklanmasının korkunçluğu
gözler önünde-dir. "Keçi can derdinde, kasap et derdinde", Çorumlu
gelişme istiyor, politikacı oy peşinde.
- Acaba; mantık ve mantalite değişikliği
mi gerekli?
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- KAP BİR HAYAL Mİ?
- 21. yüzyılın eşiğinde şehrimizin ve
ülkemizin geleceğini düşünmek ve ona göre hazırlıklar yapmak hepimizin
görevidir. Kızılırmak Anadolu Projesi bunlardan biridir. Doğu ve
Güneydoğu Fırat ve Dicle'nin hayat vermesiyle yeniden doğuyorsa, Orta
Anadolu'ya da Kızılırmak Anadolu'nun verimli topraklarını yalaya, yuta
Karadeniz'e taşıyor.
- Kızılırmağın kızıllığı efsanedeki allı
gelini atıyla yutmasının ardından parmağı kınalı güveyinin kanlı
yaşlar dökmesinden gelmiyor Kızılırmağ'ın kızıllığı; doğal ve gübreli
toprakları yuta, yuta iyice bulanmasından kızıllanmasından geliyor.
Kızılırmak Orta Anadolu yayını çizmeye başlamasından önce Sarıyar ve
Kesikköprü barajları ile önüne set çekilmiş, suyu disiplin altına
alınmış, toprağa ağaca doğru başını uzatmış ve hayat bahsetmiş. Artık
tarlalardan toprak almıyor, tarlalara bereket, bolluk veriyor. Böylece
durgunlaşıyor. Kırıkkale civarlarında bu durgunluğu ve berraklığı
görebilirsiniz. Ancak büyük yayın Anadolu vadisini yara, yara kan
ağlarcasına kızıllanarak akması ne zaman bolluğa, berekete dönüşecek?
- Çankırı, Çorum, Kırıkkale, Merzifon
yaylaları susuzluktan yarılmış, yağmur sularının, küçük derelerin yer
altı sularının himmeti daha kaç nesil sürecek? Anadolu'nun ilk çağ
sakinleri; Hititler de Kızılırmak'tan böyle yararlanırlarmış. Hatta
onlar için Kızılırmak bir cehennem, bir ceza yeriymiş. En büyük
suçluları Kızılırmağ'a atarlar, eğer suçlu hasbelkader sağ çıkarsa
aklanmış sayılırmış. Biz de hala Kızılırmağ'ın o kaderine mi teslim
olmalıyız? Doğuya ve Ortadoğu ya GAP ile açılırken onu daha güçlü KAP
ile desteklemek gerekmez
- mi? Atalarımız ta Orta Asya'dayken ırmağın boş akışına, kayaların
dibinden başını kaştan taşa vurarak hırçınlaşmasına hayıflan mışlar
ve:
- "İdil suyu akar durur,
- Kaya dibin kaka durur" demişlerdir. Hâlbuki Kızılırmak her dağ
dibine sokulduğu yerde, her dar bölgede boğaz oluşturmakta ve adeta,
gel beni al götür, bereket vereyim bu topraklara diye haykırmakta,
çağırmaktadır. Kızılırmak, yakın komşularının yanında bile mahcup
kalmaktadır.
- Kızılırmak kendinden küçük
Sakarya'nın, Pamukova'ya verdiği yeşilliği, güzelliği kıskanmakta,
Yeşilırmağ'ın Amasya, Tokat, Çarşamba ovalarına kattığı berekete
gıptayla bakmaktadır. Onları kendi yörelerinin her hücresine soluk
vermekte yeşilliği, hayatı insanlarla paylaşmakta kanallarıyla,
kanaletleriyle Sakarya ve Yeşilırmak havzaları sebzeye, meyveye, ürüne
dönüşmekte, Yeşilırmak yeşillenmekte, Sakarya güzellenmekte
...Kızılırmak ise kızmakta kızıllanmakta işte...
- Türkiye'nin çeşitli yerlerinde Çorum
buğdayından yapılmış un ve un mamulleri gönderen ler haklı bir şöhret
elde etmişlerdir. Çorum unu bir başkadır Karadeniz'de, Batı
Anadolu'da, Güneyde. Buğday burada hem poyrazını alarak dolgunlaşır,
hem de güneşin kavurucu sıcağına yanmaz. Tam kıvamında ve lezzetinde
olgunlaşın başaklarımız. Ankara fırınlarının önünde ekmek ve simit
satan insanların "Yeni çıktı furundan, Çorum' un has unun dan" diye
bağırarak ekmek parası kazanmaya çalışmaları neredeyse edebiyata
geçecek.
- Siz Çorum toprakları içinde hiç sulama
kanalı veya kanaletleri gördünüz mü hiç? Ben görmedim. Çünkü onları
besleyen sulamaya yönelik barajlarımız yoktur. Biz Kızılırmak'tan
Karaburun köyünden bamya, Eşençay'dan da salatalık geldiğinde
yararlanmış oluyoruz.
- Obruk projesi bir umut ışığı, bu
yazıyı oku yanların aklına hemen " Obruk yapılıyor ya" diye düşünceler
gelecek. Kızılırmağ'a Obruk'ta bir altın kolye takılması hem
şehrimizi, hem bu güzel akarsuyu memnun edecek, belki baraj gölü
tutulduktan sonra Osmancık, Kargı ovaları artık kızıl sular değil,
berrak sularla tanışacak, tıpkı Kırıkkale yakınlarında olduğu gibi.
Ama şu husus unutulmamalıdır ki; Obruk projesi bir sulama projesi
değildir, bir hidroelektrik projesidir. Yine de İskilip, Uğurludağ,
Bayat hatta Sungurlu ovaları bu barajda biriken sudan sulama amaçlı
yararlanmalıdır. Bunun tedbirlerinin alınıp alınmadığını bilmiyorum.
Şu anda yoğunluk barajın gövde inşa atının tamamlanmasına verilmiştir.
- Çevrede sulamaya yönelik bir çalışma
başlamış değildir.
- KAP düşüncesini 1990'lı yılların başın
da ortaya attığımda o zamanın siyasileri önce kot far kı vesaire gibi
teknik terimlerin arkasına sığınarak omuzlarını oynatmaya başladılar.
Biz de onlara dünyanın teknoloji ile değiştiğini, bunların aşılacağını
söyleyerek Panama Kanalında gemilerin otuz metreye kadar yukarı
çıkartılıp, sonra geri in-dirildiğini ve geçişin öyle sağlanabildiğini
misal vermiştik. Daha sonra seçim broşürlerinde cılız değinmelere
rastlanıldı. Ama o zamanın siyasileri şimdi yok. Bu büyük projenin
büyük devlet adam- ları sayesinde gerçekleşebileceğine yürekten
inananlarındanım.
- Kendini; Memlekete, insanlarına,
toprağına her şeyi ile adamış bilgili, ileri görüşlü devlet
adamlarının yokluğu bizi Kızılırmak'la küs tutmakta, insanımızı yarık
topraklardan bereket ummaya yöneltmektedir.
- Şimdi; şehrimize, insanımıza sahip
çıkmanın tam zamanıdır. Orta Anadolu'nun güçlü olması, ülkemizin güçlü
olmasıdır. 21.Yüzyıl sanayisinin değil tarımın egemen olduğu bir
yüzyıl olacağına benziyor.
- Kızılırmak'la barışmak bize çok şey
getirecek önce beş bin yıldır bu şehrin toprağı insanına en lezzetli
ürünlerini sunarken aynı zamanda tuğla, kap kacak olarak ta uygarlığa
hizmet vermektedir. Toprak sanayi artık ekili araziyi on metre
derinliğe kadar kazıp toprağı almayacak, Kızılırmağ'ın getirip
biriktirdiği öz balçığı tuğlaya, seramiğe dönüştürecek, şehrin
sanayisi tarıma dayalı bir görünüm arz ediyor ama,ham-maddesi
Çorum'dan değil, ne acı...
- Anadolu'muzun istila görmemiş, düşman aya ğı değmemiş toprakları
ne zamana kadar hasret gidecek?
- Doğayı korumak, güzelleştirmek lafla
olmaz. Su nerede ise hayat oradadır. Getiriniz Kızılırmağ'ı Yozgat'ın,
Kırıkkale'nin Çorum'un, Alaca'nın, Sungurlu'nun Çankırı'nın
çoraklaşmaya yüz tutmuş topraklarına. Buralarda artık ne gurbet illere
adamlar yollayacaksınız, ne de gölgeye has ret kalacaksınız. Artık
buralardan geçerken ağaç gölgelerinden başımızı eğecek, güneşi görmek
için ağaçsız yer aramaya koyulacaksınız.
- Tıpkı Anadolu'ya ilk gelişimizdeki
gibi! O zamanlarda da ağaçtan, gölgeden güneşi görülmeyecek kadar sık
ormanlardan söz eder tarih kitapları. El birliği, gönül birliğinin en
ortasında Çorum vardır. KAP'ın temeli Çorum'da atılmalıdır. Obruk
KAP'ın küçük entegre tesisi sayılmalıdır. Orta Anadolu insanına dev
proje ge- tirmek Çorumlu devlet a-damlarını, politikacıları
devleştirir, büyütür.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ÇORUM'DA RAMAZAN KÜLTÜRÜ
- Çorum folklorunda Ramazan Ayının ve
Ramazan Bayramının derin izleri vardır.
- Ramazanları Çorum'da geçirmenin tadı
ve güzelliğine doyamazsınız. Her mevsimin Ramazanı ayrı bir güzellik
getirir Çorum insanının gönlüne. Tabii Ramazan Oruç ve öteki
ibadetlerle birlikte girer hayatımıza. Eskiden beri, Ramazanlarda
Çorum halkının vazgeçilmez gıdası "mayalı" dediğimiz hamur işi bir
yiyecektir ki daha çok sahurda yenilir.
- Börekler, çörekler, mayalılardan sonra
gelir. Mayalı her gün yapılırsa, ötekiler arada bir yenir. Aslında da
mayalı Türk halkının Orta Asya dönemlerinden Anadolu'ya getirdiği bir
yiyecek-tir. Tereyağı ile yağlanarak yenilen bu Milli yiyeceğimiz için
"bazlama" ile etimolojik akrabalık kurulabilir.
- Eski Ramazanlarda, tereyağı ile
yağlanan mayalılar; katmerler, Ilıca'dan, Hacıkerim'den, Ayarık'tan,
İçeridere'den toplanan taze eriklerin, vişnelerin, kayısıların
şuruplarıyla içildikten sonra, güzel sesli hafızların minarelerin
şerefelerinde "temcit" okumalarıyla bütünleşir ve harika Ramazan
geceleri neşeli, lahuti bir âlem haline gelirdi.
- İftar sofralarının vazgeçilmez yemeği
"mantı" bükmek ev hanımlarının Ramazan öncesi hazırlıklarının başında
gelmektedir. Bu adet, şimdi apartman kültürü ile bile birleşmiş olarak
sürmektedir. Son günlerin, balkondan balkona seslenmelerin konusu
mantı yarenliğidir. Komşular, akrabalar bunun için evlerde toplanıp
adeta imece yaparlar.
- Kış Ramazanları evlerde idrak edilir.
Teravih toplantıları evlere taşınmaktadır. Çaylar, sohbetler,
yarenlikler Ramazanların tadına tat katar. Yaz Ramazanlarında, bağ
evleri de iftar için ideal yerlerdir, teravih için her gün bir yerde
toplanılması ya da, şehre inilmesi bir gelenektir.
- Eskiden pekmezler, pestiller, nişasta
ile yapılmış cevizli pekmez sucukları iftarlık için özel hazırlanırdı.
Ramazan için alınacak tereyağı çok önemli sayılmıştır Çorum halkının
gözünde. Çünkü Ramazan ot yağı yerine nohut kadar da olsa tereyağı
tercihi ev kadınlarının vazgeçmeyeceği istekleri arasındadır.
- Kur'an okutmalar, hatim sürmeler,
camilerde hanımların teravih namazlarına katılması Çorum'da eski bir
gelenektir. Birçok camilerde hanımlar için özel yerler ayrılır. Vaaz
ve nasihat dinlemek için vakit namazları arasında belli camilerin
hanımlara tahsis edilme si de bu şehir insanlarının kadın erkek
Ramazan ayını en güzel biçimde idrak etmek için bulduğu özel
yollardır.
- Son zamanlarda kahveler teravih
sonrası insanları kendisine çekmeye başlamış, özellikle sigara
tiryakileri için zaman geçirecek bir mekan gibi görülmektedir.
- Çorum folklorunun derinliğinde var
olan son zamanlarda çeşitli etkenlerle bastırılmış bulunan müzikli,
şiirli, eğlentiler Ramazanda eskiden, dini musiki ile birleşerek
okunur ve bundan haz alınırdı. Şimdi bu kültürün kurumsallaşmadaki
aksaklığından baskı altına alındığı görülse bile bu özlemi gide recek
yerlerde yavaş yavaş boy göster-meye başlamıştır. İMVAK'taki Ramazan
gecesi fasılları her teravih sonrası Hicazdan, Hüseyniden, Sabadan ve
daha pek çok Türk makamlarından nağmeler ve örnekler sunarak dolup
taşması bu folklorun bir başka biçimde uç verdiğini gösteriyor.
- Ramazanda Çorum, Milli duygularla,
dini duyguları adeta sindire sindire yaşamaktadır.
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- ÇORUM EVLERİ
- Çorum Evleri'nin içi ve dışı insanı
kucaklarda. Dış kapısından bir bahçeye girerdiniz. Bu bahçede öteki
meyve ağaçlarından başka bir de dut ağacı bulunurdu. Bir değil iki ya
da üç tane dut ağacı bulunurdu. Yediveren dut ki, bütün bir mevsim
kendini size sunar, aşılı dut iri iri tadından yiyemezdiniz. Birde
yerli dut vardı ki ipek görünümlü, kadife görünümlü, tatlı ve çok
hafif. Bunların yalnızca dutları yenilip bırakılmazdı. Aynı zamanda
bir mevsim evin en gölge yeri; altında sabah kahvaltısı yaptığınız,
akşam yemeği yediğiniz serin bir mekândı. Onun için dut ağaçlarının
altında hep sedir bulunurdu. Bahçenin öteki ağaçlarını saymayacağım.
Her mevsim meyvesi bulunması gerekirdi.
- Alanları küçük ama kullanım sahaları
çok büyük merdivenli cumbalı, kendisinden sedirli, yüklü, dolaplı
evlere gelince havalar ne kadar sıcak olursa olsun serin mi serindi.
Kışın ise sıcaklığını içinizde hissedersiniz.
- Sahi o tavan yükseklikleri üç metreden
fazla, şimdiki başınıza değecekmiş gibi alçacık değildi. Isınmaz
endişesiyle tavanların alçaltıldığını düşünsem bile anlamak zor,
eskiden ne kalorifer ne de doğru dürüst soba vardı. Belki birçok evde
bir soba ile kış çıkartılırdı.
- Tuvalet, çamaşırhane ki, çamaşır
taşları alt katta olur. Mutfak ve yemek de altta olur, üst katın
temizliği sanki bozulmazdı. Her akşam yatmaya taptaze bir eve girmiş
gibi girerdiniz.
- Şimdinin villalarını da gördük,
kümesler gibi, yazın ter odaları, kışlık bir aksilik olmasa sobanız
kaloriferiniz yanmazsa hastalındınız gitti. Sanki özel bir buz dolaba
yaşadığınız yer. Ahşabın özelliği belki de soğuğu ve sıcağı bu denli
ayarlı tutmak. Tavanların yüksekliği havadar olmasını sağladığı,
oksijen sıkıntısı bulunmadığı halde çocukların ve hanımların evde
kapalı oturması uygun görülmez, "Tuğla vurgunu" olmaktan söz edilirdi.
- Hastalanmaktan söz edilirdi. Şimdinin
beton mekanları arasında yaşadığımız o zamanlarla kıyaslıyorum da
hastalıkların bu kadar bol, hastanelerin bu kadar kalabalık olmasını
galiba anlıyorum.
- Bahçede zaman zaman kendinize yada
komşularınıza ait düğün, mevlit, sünnet yemekleri yenilirdi. Çorum
usulü yemekler. Çorba ile başlayıp pilavla biten Çorum yemekleri en
güzel en lezzetlisi bu bahçelerde tadına varılarak yenilirdi. Yeni
mimaride bu eski yapı anlayışından hiç yararlanamıyor mu? Hiçbir
şeyimiz eskiye benzemiyor. Eskiye benzememek, bir meziyet sayılmamalı,
bu bir eski özlemi de değil, sağlığın, doğa ile iç içe olmanın özlemi.
Doğal yaşamının özlemi belki!
- İç mimari ile de hiç dikkat
etmediğimiz bir husus eski Çorum evleri, süslü tavanlar, oymalı
pervazlar, geçme kapılar, hasırlı zarafet ve sadelik bir aradaydı.
Bunun özlenemeyecek bir yanı mı var? Arada tek tük terk edilmişlikten
kurtarılıp, yenilenmiş, düzeltilmiş, boyanıp yaşamaya kazandırılmış
evler var, köşke villaya benzeyen evler. Dış görünüşleri bile albenili
evler.
- Eski Çorum Evleri, yaşanılacak
mekânlardı. İnsanı sıcacık saran, rahatlatan huzur dolu evler. O evlen
içinde huzur vardı. Saygı ve sevgi oralarda da anlamı bularak
yaşanırdı. Dualar tespihler sadece insanlara değil bütün bir mekânla
birlikte okunurdu. Onun için bereketin, hoş görünün, sabrın ve
özverinin de mekânları sayılırdı Çorum Evleri.
- Gözlerin dünyaya açılan pencere...
Işığın ve aydınlığın aşığı gözlerin aşkını ilan etmek için sabahı
hasretle beklerken aşka ve aydınlığa ihanet olmasın diye uykuya dalan
gözlerin.
- Gündüz ve ışıkta doğan, çevreden
nasibini alan gözlerin en güzeli görmenin arayışını yaşar. Tarihin,
edebiyatın ve şiirin içinde üzüm gibi kara, menekşeler gibi elâ
gözlerin oklarını sevdiklerine fırlatırken rakipleri sevindiren
desenlere de konu olmuştur. Enginliğin mavisine bakıp menekşe, baharın
yeşilliğine bakıp elâ yahut ta ışığı yakalamak için geceyi kendisine
çekip kâre dedirtsin kendine...
- Gözlerin olmasaydı, beni ağlatmasaydı
- Alıp giderdim başımı uzak iklimlere yarın
- Hani bahar gelince pembe güller açar ya
- Senin de öyle bakışların...
- Dün şehrin sokaklarında, meydanlarda
haykırışlarla, sloganlarla, kalabalıklara, amblemli flamalara bakan
gözlerin aşinalar mı aradı? Sokaklarda ağyar var idiyse kahredici
okları ona yollayamaz mıydın?
- Rengini alından yeşilinden ve de göğün
mavisinden aldığın memleketimin üstüne söylenenlere, haykıranlara,
sloganlara bakıp düşünen kafalara kıvılcımlar yollayan yine senin
gözlerin yaşları döker. Rumeli'ye bakan gözlerinden nağmeler duyarım,
hazin hazin süzülen nağmelerden bize kalan hüzünler mısralaşır
gözlerinin içinde:
- Biz zaten vatanı talan etmiştik
- At sürüp o bağı harman etmiştik
- Atalar yurdunu viran etmiştik
- O viran binayı el aldı gitti.
- Şimdi, seçim zamanı hep gözlerinin
içine bakmadayım senin. Senin gözlerinin ışığı aydınlatacak ülkemizi
karanlıklar gözünün nurları ile boğulur istersen... Gözlerin şatafata
değil, gönlümün içine bakmalı, gönül aydınlığına ihtiyacımız var...
- Şehirlerimizin geleceğini senin
gözlerinden okumalıyım, yarını şefkatle, sevgiyle kucaklayan yüz
binlerce gencin hatırına, çalışan emeğini alnının teri ile elâ
gözlüsüne taşıyan gariplerin hatırına, hastaların, yoksulların,
karanlığı aydınlık sayanların içini aydınlatanın hatırına gözlerini
bize çevir, ŞEHRİMİZE çevir...
- Gözlerin hasretin bekçiliğini yapmasın
artık. Vuslatın bekçisi olsun. Nisan yağmurlarının taze yapraklar
arasından gülün, lâlenin ta derinliklerine serin serin ulaştığı gibi
hasreti, sılanın ılık havasına döndürmek için. Bunun için sıla ile
gözlerinizin arasında bu kadar bir yakınlık vardır. Gönlüme attığın
oklar beni gözlerine hayran bırakmıştır. Hayranlık gözlerde başlar,o
za-mandan beri. Onun için göz göze bakınca en sıcak, en samimi
kıvılcımlar oluşur ve hepsi senin gözlerinin için de oluşur...
- Bir bakışınla şâd edersin bizi
gözlerinle şâd edersin....
-
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- BEKTAŞİ ÖĞRETİSİNDE ADEM (A.S) ve ALEMLERİN
YARATILIŞI KONUSU
- ( Not: Bu yazı Seyyid Ahmet Rifat Efendi'nin Mir'atü'lmekasıd Fi
Defi'l Mefasid adlı eserinden sadeleştirilerek alınmıştır.)
- Yüce Allah özgün iradesi ve kusursuz
kudretiyle bütün varlıkları emir âleminden yaratıklar âlemine getirdi.
Yani bu varlıklar yaratılmadan önce belirsiz, görünüp bilinmeyen,
duygularda ve akıllarda bir iz bırakma yeteneği olmayan “yokluk”
mertebesinde idi. Oradan bu âleme geldi. Yani şüphe, kuşku, belirsiz,
fark edilmez, hem duygular hem de bir yaratık olan akıldan gizli iken
gayb olan şuunlara, oradan ilmin aynı sabitesine oradan ruhi
hakikatlere, oradan misal âlemine, ayni ve hissi suretler mertebesine
(maddi âleme ) indi.
- Şuunlar mertebesi varlık kitabının
yüce harfleri, ayn-ı sabite mertebesi tam kelimeleri ruhlar ve misal
mertebesi yüce ayetleri, his ve ayn mertebesi kelimelerin biçimleri
şeklinde düşünülebilir. Bu açıklanan ve bilinenlerin hepsi yüce
Allah'ın varlığı ve kutsal bilgisi üzerine kurulmuştur. Çünkü yüce
Allah, bu tecellilerden önce de var ve mevcuttu, yüce Allah'ın varlığı
(vacibü'l vücuttur) yani varlığı gerekli olan bir varlıktır. “O
ilktir, sondur, zahirdir, batındır, O her şeyi bilendir.” (El Hadid:57/3)
görünen varlıklar daha sonra ortaya çıktı. Yani “Ol” (Yasin 36/82)
diye bir ilahi bir emir geldi. Bütün âlemler ve yaratıklar var oldu.
- Yüce Allah Hz. Adem'in toprağını
yeryüzünün çeşitli yerlerinden aldırdı. Alın toprağının Kabe'den,
göğüs ve sırt toprağının Beyt-i Mukaddesten, karın toprağının
Yemen'den, dizkapağından topuğuna kadar olan bölümün toprağının
Mısır'dan, ayak toprağının Hicaz'dan, sağ ve sol ellerinin toprağının
doğudan ve batıdan alınmasını emretti. Toprak renkleri değişik olduğu
için insanların da kimi beyaz, kimi siyah, kimi kızıl kimi de açık
renk olarak ortaya çıkmış oldu. Otsuz ve çimensiz yerlerden alınan
topraklardan köse, sakalsız ve çapar, çayır ve çimenli yerlerden
alınan topraklardan sakallı ve kıllı kişiler oldu. Adem (as.)
yaratılışından önce şeytan tarafından yeryüzü doğudan batıya yürünmüş
adımlanmış ve çiğnenmişti. Onun ayağının bastığı yerden cehennemlik
kişilerin, iki adımı arasındaki yerden cennetlik kişilerin toprağı
alındı. Melun şeytanın ayak bastığı yerden alınan kötü, iki adımı
arasından alınan hayırlı kişiler oldu.
- Ademi'in toprağının Ka'be,den alınması
onun hakikatina işaret eder. Zira Ka'be zâtî taayünatın suretidir.
İnsanın alnı ve yüzü de hakikatin yüzünden bir nişandır. Göğüs ve sırt
toprağının Beyt'i Mukaddes' ten alınmış olması, batınının temiz
olduğuna işaret eder. Karın toprağının Yemen'den bacak toprağının
Mısır'dan Ayak topraklarının Hicaz'dan alınmış olması peygamberlerin
çoğunun bunlara göç edip yerleşmelerine işaret sayılmıştır. Özellikle:
“ Hac etmemiş bir peygamber yoktur.” Şeklinde bir söz vardır. Sağ ve
sol ellerin toprağının doğu ile batıdan alınmış olması Adem’in doğu
ile batı arasını zapt edeceğine, maddi ve manevi alemleri egemenliği
altına alacağına işaret sayılmıştır. Ayette geçen “Doğu da Allah'ındır
Batı da” (Bakara :2/115) ifadesi doğunun ruhaniyetini batının
cismaneyetini anlatırken yine aynı ayette gecen “Nereye dönerseniz
Allah'ın yüzü (zatı) oradadır.” İfadesi onun zatının ve sıfatlarının
ve ışığının her tarafta parlaması anlamındadır.
- Bazı bilginler: Peygamberimiz
(S.A.V.)'ın toprağı cennetten alınmıştır, demişlerdir. Allah
Rasülün'ün “ Bana sizin dünyanızdan üç şey sevdirildi” mealindeki
hadisinde buna işaret vardır. Çünkü bu hadisi şerifle “sizin dünyanız”
diye dünyadakilere seslendiğine göre kendileri bu dünya toprağından
olmaması gerekir. Hadiste konu edilen üç şey, güzel koku, kadınlar ve
namazdır. Bunlardan biri insanî zevk ve huzura, diğeri yakınlık
kazanmaktan ve ermekten hasıl olan zevke, üçüncüsü de keşif ve
müşahede zevkine işaret eder. Bunların sırrına ermek insan tabiatının
değil bizzat insan olmanın özelliğindendir. Peygamberimiz şöyle
buyurmuştur: “ Bir kimse kırk sabah Allah'a içtenlikle kulluk ederse
kalbinden ortaya çıkan hikmet membaları dilinden dökülmeye başlar.”
- Buradaki kırk sabahtan maksat kırk
gündür. Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)'in mübarek vücut
mayası Allah'ın kudret eliyle kırk sabah terbiye görmüştür. Bu onun
çok kamil olduğunu gösterir. Zira derece derece ilerlemede hikmet
vardır. Yüce Allah Âdem (A.S.)'ın çamurunu kırk sabah değişik haller
ve vakitlerde aşama aşama terbiye etti kırk yıl güneşe karşı bir yerde
bıraktı. Bu süre içinde güneşin ışıkları ona aksetti. Peygamberlerin
çoğuna peygamberliğin ve vahyin kırkıncı sene gelmesinin hikmeti
budur. Yahutta bu kadar zaman ve şekil almış bir halde terk
edilmesinin sebebi şudur: “Küllî cismin kemali kamil devr üzre
devretmesi ile gerçekleşir.” Kamil devir ise kırk senedir. Bu aynı
zamanda yedi gezegeninde devridir. Yedi gezegen Ay Utarid, Zühre,
Güneş, Merih, Zuhaldir. İşte bu yedi gezegenin devri kırk yılda
tamamlanır. Bu duruma göre Allah (c.c.) Adem'in suretini kırk yıl
kendi başına bırakarak tam bir devrin üzerinden geçmesini sağlamış
böylece külli cismin olgunluğa ulaşmasına da sebep olmuştur. Nitekim
fağfur denilen porselen toprağı kırk sene terbiye edilmedikçe kıvamını
bulmaz. Aslı Hindistan ağacı olan öd ağacı kesildikten sonra kırk sene
yerde gömülü kalmazsa kokusu o mükemmellikte olmaz. İnsanlığın
manasını anlamak gerekir. İnsan bedeni topraktan yaratıldığı için
görünüşte güzel, huy bakımından yerle eşit, gönlü Melekler âleminden
olduğu için felekler alemi gibi geniştir. Zira dünya seması yer
küreden geniştir. İkinci ve üçüncü arşa gelince bunlar da biri
birbirlerinden farklıdır. Arş hepsinden geniştir. Bu yüzden sülük ehli
olanlar emir âlemine ulaştıklarında o kadar gönül genişliğine ererler
ki büyüklüğünü açıklamak imkânsızdır.
- Adem, âlemin aslıdır. Adem’in ruhu
âdem ağacının çekirdeği, şahsı da bu ağacın meyvesidir. Onun için
şahıs bu âlemi tamamladıktan sonra var olmuştur. Meyve ağacının bütün
parçalarında gerçek en uç noktada ortaya çıkar. Bundan dolayı aşama
aşama üzerinden geçtiği eşyanın ismini ve hakikatını bilmek ona
gerekli olmuştur. Yüce Allah: Allah Âdeme bütün isimleri öğretti.
(Bakara:2/31) buyurmuştur.
- Yüce Allah insanoğlunu yaratıkların en
şereflisi ve en güzeli olarak yarattı. Kur'an-ı Kerimde: “ Biz insanı
en güzel biçimde yarattık.” (Tin:95/4) buyrulmuştur. Boylu boslu,
güzel görünümlü, güzel huylu, duygu sahibi ve öteki varlıkların
özelliklerine malik olarak emanetin taşıyıcısı kıldı. Bundan dolayı
insanın boyu bosu düzgün, organları simetrik olduğu gibi mana yönünden
de Allah'ın sıfatları ile sıfatlanmıştır. “ Allah Âdemi kendi
suretinde yarattı” anlamına gelen hadisi şerifte bu hususa işaret
vardır. İnsanın levha benzeyen suretine ilahi sıfatlar nakledilmiştir.
Hayat, ilim, irade kudret, işitmek görmek ve konuşmak insan kitabını
sayfası olmuştur. Onun için “nefsini bilen rütbesini bilir.”
buyrulmuştur. Çünkü enfüs ve afâk yaratıcının nüshasıdır. İşitme,
görmek, koklama, tat alma, dokunma gibi beş duyu organlarından her
biri Hakkın gözlem yerleridir. Kulak Hakk'ın kelâmını işitir., göz
Hakk'ın tecellilerini görür, burun, Hak'tan gelen kokuları alır, dil
ve ağız ilahi hazlardan zevk alır. Zira tüm yenilir içilir nesneler
ilahi isimlerin zuhur yerleridir.el ve öbür organlar görünürde Hakk'ın
eserlerinden başkasına dokunmaz. Bu beş duyu aracılığı ile uyanık kalb
makamı yüce akıl ve uyanık ruh sürekli olarak dış âlemden bir takım
manalar idrak etme işiyle meşgul olur.
- Ey tarikat sırlarını öğrenmeye talip
olan önce kendinin hakikatini ve sırrını iyi öğren. Bir hadis-i
kutside “insanın sırrı benim sırrım, benim sırrım ise onun sırrıdır”
buyrulmuştur. Yani insanın sırrı benim sırrımım zahiri ve suretidir ve
benim sırrım onun sırrının bâtını ve hakikatidir. O halde insanın
sırrı onun hakikatinden ibarettir. O, ilahi hakikat sureti üzerine
zahir olmuştur. İnsan türünün sureti olan Allah Resulü Hz Muhammed
(S.A.V.)'in de ne kadar Hak sureti üzerine olması hususu iyi düşünülüp
kavranılması gerekir. Bununla beraber, “Allah Âdemi kendi suretinde
yarattı.” Anlamındaki hadiste sözü edilen Âdem’den maksat insan
türüdür. İnsan türünün esas amacı da Allah Resulü Hz. Muhammed'dir.
Söz konusu hadisteki “insan” sözü buna göre düşünülmelidir. Bu durumda
insanın suret ve sıfatının hakikatini bilmesi gerekir. Zira bu zuhur
ve varlığın mertebelerinden habersiz hakikatle aralarında perde
bulunanlar ( yaratıcı ile yaratılan arasında ) benzerlik, ortalık,
hulûl, bitişme olduğunu sanarak müşrik olmuşlardır. Yüce Allah'ın zatı
ve şanı bu tür şeylerden uzaktır. “Onun hiçbir benzeri yoktur, o her
şeyi işiten ve bilendir.” (Şûra:42/11)
- Sülük ehli olanların kırk gün
yalnızlığa çekilmeyi tercih etmesi “Kim kırk sabah Allah'a içtenlikle
kulluk ederse kalbinden fışkıran hikmet membaları dilinden dökülür.”
Mealindeki hadisi şerife uymak içindir. Çünkü insan yüce Allah'ın
sonsuz hikmeti gereği gayb âlemindeki hürriyetinden inerek insanlık
mertebesine yani insanlığa tesadüf edince Uza“ Âdemin hamurunu kırk
sabah iki elimle kardım.” Hadisi şerifinin de işaret ettiği gibi kırk
külli mertebeden geçer, yani kırk makamdan geçer Tasavvuf bilginleri
buna “on akıl”, “yedi sıfat” ,“dokuz felek”, “yedi yıldız”, “dört
unsur”, “üç terkip” demişlerdir.
- İşte hakiki anlamda insan olanlar,
insanlığa tesadüf edene kadar gayb âleminde iş bu kırk mertebeyi nasıl
geçerse ve inerse bu mertebeleri iş bu insanlık âleminde de bedenle
geçip insan sırrına erişmek için Allah'a ibadet etme ve yakarışta
bulunma halinden bir an olsun uzak kalamazlar. Hatta Hacı Bektaş-ı
Veli (k.s) hazretleri aziz ömürlerini çile ve erbain ile geçirdiler.
Bektâşilik'te de halktan klaşıp inzivaya çekilmek, çile ve erbain ile
meşgul olmak pirden kalan bir kanun ve tarikat âyinidir. Lakin
cahiller etrafı istilâ ettiklerinden bir çoğuna maddi ve telkin elbise
taayumatından perde ve kesâfet arız olmakla, idrak aynalarında hal
suretinden eser kalmayıp kanun ve ayin tamamıyla unutulmuştur. Şimdi
hiç kimseyi kastetmeden söyleyebiliriz ki bu hususu bilen ve
uygulayanlar çok nadir kalmıştır. Bununla beraber kamil devri
devretmeyen yani yaşı kırkı geçmeyip inabe alan ve tevbe telkin
edenlerin pek çoğu fazla zaman geçmeden verdikleri sözü
bozmaktadırlar. Onun için bu gibi manen ölçü olan müridlerin batın
suretleri fena halde değişime uğramaktadır.
- Bektaşilikte aslında mücerred takımın
kırk yaşını geçmeyen sırasıyla on iki sene mutfakta, ekmek ve misafir
evlerinde, meydanda hizmet etmeyen halk yolunda çile ve erbain ile
varlığını ispat etmeyen kimselerden ne ikrar alınır ne de kulluk
halkası takılırdı. Zira Cenab-ı Hakk'a karşı sözünde durmayan
yalancının mahşer günü yüzü yere sürünürmüş.
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
- MENKIBELERLE KOYUN BABA
- Koyun Baba, Anadolu'daki birçok evliya
gibi araştırılıp incelenmeye muhtaç bir Horasan ereni, bir Anadolu
evliyasıdır. Onun hayatı kaynaklarda sınırlı bilgilerle anlatılmakta,
ancak menkıbelere dayandırılarak anlatılmaya çalışılmaktadır.
- Koyun Baba ile ilgili Çorum İl
Yıllığında, Özdemir Başaran'ın Tarihi İle Osmancık adlı eserin de,
Bayram Durbilmez ve Zeki Gürel'in çeşitli sempozyumlarda sunduğu
bildirilerde, İlter Fügen'in araştırmasında, Gölpınarlı' nın İslâm
Ansiklopedisi’ndeki ilgili maddesinde verilen bilgiler onun tarihi ve
tasavvufi kişiliğini açıklamaya yetmiyor.
- Ancak Çorum Hasan Paşa Kütüphanesi’nde
1217 demirbaş numarada kayıtla ve "Menakıb-ı Koyun Baba" adıyla tescil
edilmiş 1840 satır ve 920 beyitten oluşan 37 varak manzum bir eser,
Paşalıoğlu Abdülkadir b. Ahmet tarafından kaleme alınan 12 Şaban 1255
Hicri tarihli bir eser, bize daha ayrıntılı bilgi vermekte. Bir Koyun
Baba aşığı tarafından Koyun Ba ba bize anlatılmaktadır. Bu eser; Çorum
İlahiyat Fakültesi öğrencilerinden Harun Bayraktutar incelenmiş,
transkırbe edilerek lisans tezi olarak çalışılmış tır
- Biz dergimizin bu sayısında bu eserden
yararlanarak Koyun Baba ile ilgili anlatılanları burada günümüz
insanına ta- nıtmaya çalışıyoruz.
-
- 1- Horasan'da Moğol zulmün arttığı artık dayanılmaz hale geldiği
bir zaman- da Seyyid Ali adındaki bir genç, bir gece rüyasında
Peygamberimiz Hz. Muhammed S.A.V.'i gördü. Peygamberimiz onu öpüp
bağrına bastı, güzel sözlerle övdü ve ona dedi ki:
- - Evladım! Üzülme, yolun açık
olacaktır. Ben senin gönlünü bana bağlıyor, ışığımla seni
aydınlatıyorum. Sen de in-sanları aydınlatacaksın. Ancak önce git
beytimi tavaf et, Ka'betullah'a yüz sür, sonra bana ziyarete gel,
oradan Anadolu'ya git,neslimizin o diyarda bulunması gereklidir.
-
- 2- Seyyid Ali, Horasan'dan çıkıp önce Kerbela'ya uğrayarak
atalarının kabrini ziya-ret etti. Gözyaşı döktü. Oradan Bağdat yoluyla
Mekke'ye vardı. İhrama girip Haccını tamam etti. Sonra büyük ceddi Hz.
Ali'nin manevi işaretiyle Medine'ye gitti, orada Peygamberimiz Hz.
Muhammed S.A.V.'in eşiğine yüz sürerek dualar etti. Ve "Ey gizli
hazinelerin cevheri, senin emrine uyup geldim. Sana özle mimi sunmak
isterim, bana şefaatını esirgeme sen benim hem varlığımın sebebisin,
hem de elimden tutanımsın" dedi.
-
- 3- Medine'den ayrılıp Anadolu yollarına düştü. Önce Şam, Konya ve
Bursa'ya uğradı. Burada Hacı Bektaş-ı Veli bağlantılarından Otman Baba
ile karşılaştı, Otman Baba, Arık Çoban diye isim verdiği bu zatın
kendisini Terkos Gölünü karşıdan karşıya sırtında geçirdiğini, Otman
Baba velayet namesinden öğreniyoruz.
-
- 4- Seyyid Ali, Bursa'nın Melemen adlı bir kasabada Hacı Abdullah
isimli zengin bir ağaya çoban durur. Ağa Baba'nın davranışlarından
hoşlandı ve kendisine ne kadar ücret verileceğine sordu. O da ücret
istemediğini ancak ikişer kuzulayan koyunların kuzularından birer
tanesini kendisine vermesini istedi. Gerçekten de o sene Şubat ayı
gelip koyunlar kuzulamaya başladığında hep çift kuzuladılar. Ancak
Babayı çekemeyen iki kişi, dedi kodu ettiler, Baba'nın bekarlığını da
bahane ederek Abdullah Ağa'nın her işi ona bıraktığını, ev halkı ile
kötü ilişkiler içine girmesinin bile söz konusu olabileceğini yayma ya
başladılar. Bu duruma hayli içerleyen baba, Ağadan bir ziyafet
vermesini istedi. Su Başı denilen bir yerde kurbanlar kesilip yemekler
yendi. O sırada Baba yanındakilere:
- - Gerçi Şubat ayı ama, Cenab-ı Hak şu
kiraz ağacından meyve verse de sizlere ikram etsek, dedi. Çevresindeki
gammazlar güldüler, Baba'nın saçma sözler söylediğin düşünerek alaya
almaya kalktılar.
- - Baba bu ayda kiraz olur mu? Bak-sana
ağaçlar daha tomurcuk bile olmadı, kuru ağaç meyve verir mi, diye
çıkıştılar. Baba.
- - Niçin gülersiniz, Allah her şeye
kadir dir. Ben dua edeyim, siz amin deyin, eğer ihlas ile dua edersek
öyle umuyorum ki; O hikmetinden yemişler verecektir. Dedi.
- Ellerini semaya kaldırıp dua etti.
Daha ellerini yüzüne sürmeden kirazlar kırmızı kırmızı dallarda
belirmeye başlamıştı. Herkes hayrete düştüler. O iki hasetçi de
utançlarından özür dilemek zorunda kaldılar.
-
- 5- Melemende; Koyun Baba'nın kimliği anlaşılınca artık orada
durmamanın mümkün olmadığını düşünerek hissesine düşen koyunları
alarak ayrılmak zorunda kalır. Uzun bir yolculuktan sonra Nisan ayı
başlarında bir Perşembe günü ikindiden sonra, Horasan'da iken
rüyasında Peygamberimizin tarif ettiği Kızılırmak kenarında,
ovalarında keklikten öten, tepelerinde kekikler biten Osmancık
ilçesine ayakbastı. Sazlık denilen bir mevkie gelerek bir ağacın
dibine oturdu.
- O zamanlar Osmancığın Hıdırlık
Mahallesinde Mantık Baba isimli bir şeyh vardı. Otuz dokuz tane müridi
ile her Cuma akşamı dergahta tevhit okur zikir çekerlerdi. Tekkeye
gelirken herkes bir mum getirir, mumları tekkenin taraçalarına
dikerlerdi. O gece Mantık Baba müritlerini topladı, mumlar yakıldı,
zikir başlamak üzereydi ki birden bütün mumlar sönüverdi. Herkes
hayrete düştü, şaşırdılar birden. Bir günah mı işledik, bir isyanda mı
bulunduk diye düşündüler. Mantık Baba herkesi sükuna davet etti, bir
an düşündü, gönül yoluyla şu sonuca vardı ki, kendilerinin herhangi
bir hatası yoktur. Lakin çok yakınımıza bir veli gelmiştir, Onun ışığı
bizim ışıklarımızı söndürmüştür. Şimdi gidip Onu bulmak ve Ona teslim
olmak zamanıdır. Güneş doğmuş onun yanında ayın, yıldızın hükmü
kalmamıştır. Durumu müridatına bu şekilde açıkladıktan sonra geceleyin
başladılar aramaya. Mantık Baba Sazlıkta ağacın dibinde oturan Koyun
Baba'yı görünce, heyecanlandı, ona şöyle seslendi:
- "Merhaba ey aydınlık günlerin müjdecisi
- Merhaba ey gizemli dünyaların habercisi
-
- Merhaba ey Peygamberden ışık getiren güneş
- Merhaba ey aşıkların beklediği kutlu eş
-
- Yüceliğin her gönüldaşı irşada yeterlidir,
- Gittiğin ve gösterdiğin hep dosdoğru yoldur.
-
- Bize ulaştın, öteden duyduk çağıran sesini
- İşte cennet, koşun sonsuzluğa, diyen davetini
-
- Kalbimizi gizli düşmanlardan arıtmak için
- Fazlından ve lutfundan gönderdi Rabbül âlemin
-
- Hangi bahçede gülsün söyle ey sevgili
- Sizinle olmak hem mutluluk hem inceliktir.
-
- Had olsun iki gözüm Hüseyin-i Kerbela'nın
- Geldi mirası bugün en hayırlı evladın
-
- Ey kadri yüce erdim sana aydınlandı gönlüm
- Kutlu yüzün ile ben güzelliğin sırrına erdim.
-
- Mantık Baba bu şiiri söyledikten
sonra, yaydığı koku, Peygamber soyundan olduğunu gösteriyor, bu koku
ancak Ali Murtaza soyunda bilinir, merakımızı bağışlayınız, müridiniz
kimdir? Dedi. Koyun Baba:
- - Al-i Zehra Şehid-i Kerbela
soyundanım. Horasan'dan geliyorum. Işığımı Resulullah'tan aldım. Adım
Seyyid Ali'dir. Bu beldenin tasarrufu bana verilmiştir. Size izin
çıkmıştır, isterseniz gidebilirsiniz. Mantık Baba'nın müritleri başka
beldelere dağıldılar ancak kendisi:
- - Yaşım çok ilerlemiştir, gücüm
kalmamıştır, beni kulluğa kabul ederseniz eşiğinizi süpürürüm. Dedi.
Koyun Baba onu yanında bıraktı.
-
- 6- Baba bir gün bir bağın kenarında koyun güderken bir es duydu:
- - Bana koyunlarını Sal, otlasınlar beni ottan ayıklasınlar...
- Baba koyunları bağa sürdü. Bu sırada
bağın sahibi büyük bir gürültüyle gelerek babaya sitemde bulundu,
gidip şikayette etti. Birkaç kişi gelip koyunları bağda görünce
Baba'ya çıkıştılar. Bağ sahibinin feryadı durmuyordu. Baba oradakilere
dönerek dedi ki:
- - Sizinle anlaşalım, eğer bu bağda bir
tek yaprak ziyan olduysa sana bütün sürü-mü vereceğim, eğer senin bir
ziyanın yoksa bu bağı tekkeye vakfeder misin?
- Orada bulunanlar, koyunları dışarı
çıkarıp bağı iyiden iyiye incelediler, bir tek yaprağa ziyan
gelmediğini görüp koyunların sadece bağdaki yabani otları yediğini
anladılar utandılar. Koyun Baba'nın yüceliğini anlayıp bağı tekkeye
vakfettiler.
-
- 7- Osmancığın doğusunda Amasya İline bağlı Gümüş Maden Kazası
denilen beldede bir müderris vardı. Koyun Baba'yı kim duyar, onu her
yerde kötülerdi. Çok kibirli kendisini beğenmiş bir adamdı. Bir gün
kendi softalarından on kişiye görev vererek Osmancığa yolladı. Koyun
Baba'yı yakalayıp getirmelerini istedi. On kişilik kafile yola koyulup
gelirken Gücercinlik Köyü yakınlarında yorulup mola verdiler. Hava
sıcaktı, bir ağacın altında dinlenmek üzere otururken uyuyakaldılar.
Uyandıklarında hepside ihtilâm olmuşlardı. Irmakta boy abdesti alıp
Osmancığa devam edeceklerdi. Onlar ırmakta iken her birisinin
elbisesinin üzerine birer yılan çörekleniverdi. Dönüp kimse elbisesini
alamadı. Orada bir çoban gördündü. Çoban onlara neden elbiselerini
giyemediklerini sorunca olanları anlatıp yılanlardan korktuklarını
söylediler. Çoban onlara:
- - Bir kimseye kötülük yapmayı
düşünüyor muydunuz? Diye sordu.
- - Evet dediler. Osmancıkta Koyun Baba
diye biri varmış, sihirbazmış, bir çok hünerler göstererek halkı
kandırmaktaymış, ta Gümüş'ten buraya onu yakalayıp götürmek için
gelmiştik. Dediler. Çoban onlara:
- Siz o kötü düşünceleri içinizden atın,
Koyun Baba'ya kötülük yapan iflah olmaz, hem o sizin dediğiniz gibi
sihirbaz filan da değildir, yılanların zararından ancak böyle
kurtulursunuz. Dedi.
- Çobanın sözleri kafiledeki softaların
hoşuna gitti. Koyun Baba'yı yakalamaktan vazgeçip o düşüncelerinden
caydılar. Yılanlar derhal su olup aktı. O anda yanlarındaki çoban da
birden ortadan kayboldu. Sonra elbiselerini giyip şehre geldiler,
çarşıda bir adama Koyun Baba'nın yerini sordular o da Hıdırlık
civarını tarif ederek orada sakızlık denilen bir ağaç vardır, o orada
oturur diyerek yerini tarif etti.
- Gelip baktılar ki; ırmak kenarında
kendileriyle konuşan çoban orada oturuyor. Derhal af dileyip yanlış
yolda olduklarını söylediler. Koyun Baba'ya derviş olmak istediklerini
iletip özürlerinin kabulünü dilediler. Koyun Baba onlara:"Bu dervişlik
bir ateşten gömlektir, kolay bir iş değildir" dediyse de ısrarlarına
dayanamayıp onları dervişliğe kabul etti.
- Yalnız, içlerinden birisi Koyun Baba'
ya hiç güvenemiyordu. Baba bir gün sakızlıkta uyurken büyükçe bir taş
alıp babanın başına attı. Baba elleriyle o taşı tutarak yukarıya dama
attı. Adam cüzam olasın diye beddua etti. Kısa zamanda adamın derileri
dökülmeye başladı, kemikleri çıktı, insanlar ondan kaçmaya
başladılar..
-
- 8- Bağdat Kadısının tayini Bursa'ya çık mıştı. Bağdat'tan ayrılıp
önce İstanbul'a uğrayacak oradan Bursa'ya geçecekti. Yolu Osmancığa
uğradı ve Koyun Baba'nın misafiri oldu. Baba'dan izzeti ikram gördü.
Ancak bir şey dikkatini çekmişti. Baba köpeklerini çağırırken onlara
"Kadı" diye sesleniyordu. Bu davranış Kadı'nın hoşuna gitmemiş,
İstanbul'a gidince Baba'yı Padişaha "şeriat Memuruna hakaret ediyor"
diye şikayet etti. Padişah Baba'ya ferman göndererek huzura çağırttı.
Koyun Baba Padişahın huzuruna vardığında selam verdi, o Kadı da orada
bulunuyordu, padişah:
- - Çoban mısın sen? Dedi. Baba:
- - Evet, koyun güderim ben. Dedi.
Padişah.
- - Köpeklerin var mı? Diye sordu. Varsa
isimleri nedir, söyle bakalım. Dedi. Koyun Baba da:
- - Evet var. Üç köpek bekler
koyunlarımı, çok sağdık hayvanlardır, hiç hile bilmezler. Birisinin
ismi Kara Kadı, bininki Sarı Kadı, ötekinin de Ala Kadı diye
çağırırım. Padişah hiddetlendi:
- - Şeriat Memurunu niçin küçük
düşürürsün böyle... Koyun Baba:
- - Ey padişahım! Benim bu konuda hiç
günahım yoktur. Şeriat sözünün manevi anlamı haramı terk edip helali
bulmak değil midir?
- - Evet. Dedi Padişah. Buna Allah
şahittir.
- - Bu kadılar haram ile helali
bilmezler, amma benim köpeklerim haram ile helali birbirinden
ayırırlar. Hem haram yemezler, hem zarar ziyan vermezler kimseye. Bu
sözüm doğrudur, yalan söylemiyorum isterseniz deneyebilirsiniz.
Padişah:
- - Nasıl deneyeceğiz, senin
köpeklerinin haram yemediklerini? Koyun Baba şöyle dedi:
- - Ey Padişahım! Kırk kaplık bir
ziyafet veriniz. Bunun yirmi kabı helal kazanılmış, yirmi kabı da
haramdan elde edilmiş olsun. Kırk tane kadıyı çağırınız, bu kırk
tabaktan yemek yesinler, helal olanla,haram olanı ayırabilecekler mi?
Bir de benim köpeklerimi çağıralım, bakalım onlar helal lokmalarla
haramı nasıl ayıracaklar,gerçek o zaman meydana çıkar.Padişah bu
cesaretli teklife hayret edip:
- - Peki, köpeklerin nerede şimdi? Diye
sordu.
- - Onlar şimdi burada değiller.
Osmancık'talar ama size söz veriyorum onları buraya getirebilirim. Bu
söz Padişahın çok hoşuna gitti. Hemen Baba'nın tarifi gibi yemekler
hazırlandı. Kırk tane kadı davet edildi. Sofraya kuruldular. Haram,
helal ayırmadan kırk kap yemeği yediler. Sıra Baba'nın köpeklerine
geldi. Baba deniz kenarına gidip köpeklerine seslendi:
- - Ala Kadı! Kara Kadı! Sari Kadı! O
anda herkesin gözü önünde denizden üç köpek çıka geldi. Görenler
şaşırdılar, köpeklerden biri ala, biri sarı, biri de kara idi. Padişah
bir Besmele yazdırıp yemek odasının eşiğine gizlice bıraktırmıştı.
Köpekler aç, içeriden yemek kokuları gelmekteydi. Kapıya doğru hücum
ettiler ve birden kapının eşiğinde durup Baba'nın gözünün içine
baktılar. Eşiğin altından Besmeleyi alıp köpeklerin içeri girmesini
sağladılar.
- Köpekler içeri girip önceden davet
verenler tarafından belli olan haram yemek dolu kapları ayaklarıyla
bir, bir devirdiler. Helal kaplardaki yemeklerden bir güzel
karınlarını doyurdular. Padişah ve orada hazır bulunanlar, şaşkına
dönüp Baba'dan özür dilediler
- - Ey erenlerin şahı! Bizi afet, biz
yanılmış, hata etmişiz. Biz kusurluyuz dediler. O anda babanın gözü
şikayet eden kadıya ilişti, bir heybetle baktı... O anda Kadı yüz üstü
yere düşüp can verdi. Padişah başını kaldırdı:
- - Bizi af eyle ya seyyid, anladık ki
sen gerçekten Allah'ın veli kullarındansın, gönlün ne dilerse vereyim.
Köyleri, arazileri vakfedeyim. Hangisini istersen söyle! Baba:
- - Beyt-ül maldan asla bir şey istemem
ancak Sarı Alan ile Saltık bölgesini tekkeye vakfedersen oranın
kazancıyla gelen gidenin fakir, fukaranın ihtiyaçları karşılanır.
- Baba izin alıp Osmancığa döndü.
-
- 9) Koyun Baba bir gün Kargı Köyüne gitmişti. Bir çeşme kenarında
oturuyordu ki, yaşlı bir kadın geldi. Elinde su güğümü, zorlukla
güğümü taşıyordu. Çeşmeden su doldurup götürecek. Baba:
- - Ey valide! Oğlan, kızın yok mu da
sen su taşıyorsun, onlar taşısa da sen dinlensen olmaz mı? İhtiyar
kadın:
- - Vardı amma, ne çare ki ölüm geldi,
elimden alıp götürdü yavrucaklarımı, belim bükük, gönlüm yaralı kaldı.
Ben taşımayım da suyumu kimler taşısın? Baba dedi ki:
- - Cenab-ı Hak Kerim'dir, sebeplerden
sebepler yaratır, çok merhametlidir. Peki; iki çocuk doğursan birini
bana verir misin? Kadın güldü. Dedi ki:
- - Ey derviş baba! Ben yüz on
yaşındayım, erim de yüz yirmi yaşındadır. Olmaz bu iş, ne bende, ne
onda şehvet kalmıştır. Nasıl böyle bir şey söyleyebiliyorsun, beni
hayrete düşürdün halimi görmüyor musun? Koyun Baba:
- - Allah Kadirdir, sen şüphe etme,
umutsuzluğa düşme! Ona bir elma verdi. Bu elmayı yerseniz iki oğlan
doğurursun, isimlerini bensiz koymayasın. Kadın elmayı aldı sevinerek
kocasına olanları anlattı. Elmayı bölüşüp yediler, o gece yeni gelin
güveyi gibi şehvete gelip birbirlerinin oldular. Kadın hamile kaldı,
herkes şaşırdı. Hamilelik müddeti sona erince kadın iki oğlan doğurdu.
Gürbüz canlı ve sağlıklı çocuklardı. Yalnız bir yıl kadar isimsiz
kaldılar. Bir yıl sonra bir gün Baba geldi, çocukları gördü. Kadın
Koyun Baba'yı görür görmez heyecanlandı ve dilinden şu mısralar
döküldü:
-
- Neredesin gel gönlüme suretin çizdiğim
- Şüphesiz her halinden veliliğin bildiğim
- Tertemiz soyun Haydar-ı Kerrara gider
- Gün gibi ispat eder anlındaki çizgiler
- Gözüm yolda kendim darda idim
- Elhamdülillah gördüm seni sevindim
- İşte müjdelediğin evlatlar burada
- Hakkın yardımı sultanımın himmeti bu da
- Hoş geldin ey Seyyid-i Ali
- Elbet olur her dilediğin ey veli
- Kim senden feyz almaz, bilmez kadrini
- Hem kendini bilmez hem...
-
- Sonra çocuklara döndü, birini kucağına
aldı, aradığım bu değil deyip ötekine yöneldi.
- İşte benim kardeşim budur deyip
ikisini de kendisi ad koydu. Birisine Ahmet birisine Muhammed dedi.
Ahmet'i yanına alıp uzun yıllar beraber kaldılar. Onun adına Ahi Baba
denilmiştir. Şimdi Kargı'da Keçen Çiftliğindeki Muhammed, bu Ahi
Ahmet'in kardeşidir.
-
- 10) Fatih Sultan Mehmet Devri...İstanbul feth olunmuş ancak,
Karadeniz Bölgesinde üç ayrı devlet, Karamanoğlu, Akkoyonlu Devle ti
Padişahı Uzun Hasan Sultana rahatlık vermemekteler... Padişah doğuya
sefer düzenledi, donanma denizden, kendisi karadan gider. Osmancığa
uğradığı sırada Baba hazretlerine lalasını gönderdi. Vezir Baba'nın
yanına arka taraftan geldi. Baba erkek adam arkadan gelmez, deyince
vezir özür diledi. Baba Sultanın istediği başımızın üstündedir,
diyerek onu saygıyla karşılayıp isteğini sordu. Lala, Padişahın selamı
vardır,"Bu seferin sonu ne olacaktır, bizlere karanlık olsa da evliya
ya malumdur, bunu bize haber vermesi dedikodu sayılmaz, biz veli
sözünün hakkına riayet ederiz." Padişahın selamını duyunca Baba derhal
ayağa kalktı, vezir ile birlikte huzura gittiler, Padişahla beraber
teveccühte bulundular, birlikte ne gördülerse gördüler, kimseye bir
tek söz de etmediler.
- Padişah tebessüm etti, memnuniyetini
söyledi, musafaha edip ayrılacakları zaman, Baba'dan ihtiyacı ve
isteği olup olmadığını sordu. Buraya birçok vakıf gereklidir dedi
baba:
- - Bize dünya malı gerekmez, bir
isteğimiz de yoktur. Allah yolunu açık etsin, askerini muzaffer
kılsın,seni utandırmasın. Dedi.
- Ordu Uzun Hasan'ın ordusunu mağ-lup
etti, ondan çokça ganimetler aldı, İstanbul' a dönerken Baba'ya
uğrayıp bizi duadan unutma dedi. Tekrar isteğini sordu. O zaman Baba:
- -Eğer Padişah hayır etmek istiyorsa
Kızılırmak üzerine bir köprü yaptırsın, bu hayratın sevabı ona yeter."
Dedi. Ayrıca Koyun Baba Vakıflarından kışlak ve yaylaklarından vergi
alınmamasını gelen, gidenlerin bu gelirden istifade de ettiğini
bildirdi.
- Padişah köprünün inşasına niyet
ettiyse de ömrü vefa etmedi.
-
- 11)İnal Köyü yakınlarında bir ejderha ortaya çıktı ki insanları
öldürüyor,hayvanları telef ediyor,yolları kesiyor,ekinlere,meyvelere
zarar veriyor. Halk çaresiz kaldı,gelip Baba'ya şikayette bulundular.
Baba ile birlikte ırmak kenarına gittiler,suya inmişti,sanki ırmağı
ağzına almış yutmaktaydı. Baba onu gö-
- rünce hemen ağzından şu sözler sağdır oldu: "Taş olasın."
- Ejderha o anda taş kesildi. Havdan bölgesinde onunu izleri
bellidir,kayada yılan res-mi oyulmuş,gözlerinden yaşlar gelmektedir.
-
- 12) Koyun Baba'nın bir dervişi vardı. Adı Yahşi Abdullah idi.
Koyun Baba Abdullah'ı çok severdi. Abdullah bir gün Baba'ya
gelerek;elini öptü,ondan bir ricası olduğunu söyledi,dedi ki:
- - Sultanım ! İzin ver Hacca gideyim,ben de o beyti tavaf
edeyim,gidenlerden geride kalmayayım,himmet et,dua buyur. Baba:
- - Kaç para biriktirdin ? Abdullah :
- -Beş,on akçem vardır,beni oraya ulaş-tırır,yıllardır bu niyetle
biriktirdim.
- Baba,Abdullah'a parasını getirmesini söyledi. Elinden paralarını
alıp onu yoldan alıkoydu. Giden gitsin,sen gitme.
- Abdullah üzüldüyse de bir şey diye-medi. Arife günü olduğunda,Baba
ona üzülme dedi. Biriktirdiğin şu parayı al,çarşıdan biraz bal,biraz
yağ,biraz un al getir. Yahşi bunları alıp getirdi. Ada Tepenin üzerine
bir ateş yak-tılar,Koyun Baba güzel bir helva yaptı,helva baldan
tatlı,kaymaktan lezzetliydi. Bir miktar Baba yedi helvadan,bir miktar
da Yahşiye yedirdi. Sonra ey Yahşi gözlerini yum ! Dedi. Ondan sonra
gözlerini aç dedi. Yahşi kendisini Arafat'ta Vakfiyeye giden Hacılar
içinde buldu. Hemen secdeye kapandı,sevincinden coş-tu,göz yaşı döktü.
Hacılar birlikte Mina'ya gel-diler,herkes kurban alıyordu. Yahşi'yi
orada Osmancık'tan gelen arkadaşlarını gör-dü,bizimle gelmemiştin,ne
zaman geldin ? Diye sordular. O da diğer kafileyle diyerek sır-rını
açığa vurmadı. Orada bir Arabi elinde bir koyun,Koyun Baba'nın
müridini sorar,kim ise Koyun Baba'nın dervişi bu kurbanlık
onun-dur,gelsin alsın. Yahşi Arabi'ye yaklaştı,Koyun Baba'nın müridi
olduğunu söyledi, Kurbanı Oracıkta kestiler,Allah'a ham-dü senada
bulun dular. Koyun Baba'ya dua ettiler. Hac tamam olup dönüş vakti
geldiğinde bir de baktı ki Koyun Baba yanında durmaktadır. Derhal göz
yaşı döktü,elini öptü,beni terk etme deyip irtica len şu şiiri
söyledi:
-
- Safa geldin efendim gel ki lutfunla handanım
- Kılarsın her an lutfunla sen tetbiri dermanım
- Açıldı himmetinle birden bu bahtı raşanım
- Gel ey canım efendim,sevdiğim devletli sultanım.
- Eğer olmazsa himmet ben olurum şad iken nâşad
- Elhamdülillah bahtımı açtın edip birden bire irşad
- Velinimetimsin hem sen ettin gönlümü âbâd
- Gel ey canım efendim sevdiğim devletli sultanım.
- Bana yahşi dedin ama değil yahşi yamanım ben
- Yaşım geçmiş,yol uzun güçsüz idim ben
- Şiir babında her an kadrü şen gevher fişanım ben
- Gel ey canım efendim sevdiğim devletli sultanım.
-
- Baba Yahşi'ye gözünü yum dedi,aç dedi açtı gözünü Yahşi bir de
baktıki ateş yakıp helva yaptıkları yerdeler,Osmancığa gel-mişler,henüz
ateş sönmemiş. O tepeye bu o- layı hatırasına Arefe Tepesi
denilmektedir.
-
- 13 Adamın birisi merkebini kaybetmişti. Aradı bulamadı. Derhal
Şeyhe baş vurup derdini anlattı. Onu lutfedip keşfen arasanız, bu
fakiri sevindirirsiniz a sultanım. Diye tarazzuda bulundu. Baba ona
sabret bakalım bu gün Cumadır, namazı kılmağa gidelim, Allah
Kerim'dir. Dedi.
- Namazdan sonra vaiz nasihatte bulundu,
aşktan söz etti, başından aşk geçmeyen varsa ayağa kalksın diye
seslendi. Cemaatten yaşlı bir zat ayağa kalktı.
- -Ben doksan yaşıma erdim, başımdan ne
sevda geçmiştir ne de aşkı bilirim. Deyince.
- Baba merkebini kaybeden adama dönerek. Müjde, merkebini buldum, şu
doksanlık adamın başına yuları tak götür. Dedi.
-
-
- 14 Sultan Beyazıd Amasya Valisi idi. Babasının öldüğünü haber
verdiler.
- Çıkıp Amasya'dan Merzifon'a geldi, orada Piri Baba ile
görüştü,ondan himmet di-ledi,bizi İstanbul'a ulaştır piri Baba "Sen Os-mancığ'a
git orada bir er vardır ki Hazreti Ali neslindendir,ancak o sana
himmet eder." De-di.
- Sultan Beyazıd derhal Koyun Baba dergahına gelerek, ona tazim
gösterdi. Irmak coşmuştu geçmek zor, İstanbul'a ulaşmak ise elzemdi.
- Koyun Baba; Beyazıd'ı ırmağın kenarına
getirdi. Ona
- -Eğer bu ırmak üzerine bir köprü
yaptırmaya söz verirsen seni ulaştırırım. Yalnız tahta çıktığın zaman
unutma. Sultan Beyazıd söz verdi, ömrüm vefa ederse yaptırırım dedi.
Koyun Baba
- -Yum gözlerini dedi. Beyazıd gözlerini
yumdu, bir süre sonra aç gözlerini dedi açtığında İstanbul'u gördü.
Derhal tahta geçip oturdu. Sözünü unutmuş Koyun Baba'da vefat etmişti
ki bir gün rüyasında Baba'yı gördü ve derhal köprünün yapılmasını
ferman eyledi.
- O büyük köprünün yapılmasına böylece Koyun Baba vesile oldu.
-
- 15 Yaz günleri geldiğinde uzlete çekilmek üzere Çal Dağı civarına
gider, koyunlarını orada güderdi. Orada bir mağara vardı ki Koyun Baba
bu mağaraya girer ibadetini burada yapar, zikirle meşgul olurdu.
- Bir gün yine o mağarada zikirle
meşguldü. Mağaranın kapısında yüzlerinde bin bir şer okunan hırpani
kılıklı iki eşkıya belirdi. Kendi aralarında konuşuyorlardı:
- -Tamam, O sihirbaz Babayı bulduk işte
burada, kim bilir ne hileler düşünüyor..." diye söyleşiyorlardı. Koyun
Baba mağaranın tavanına işaret ederek:
- -Açıl ya mübarek" diye seslendi.
Allah'ın izniyle mağaradan dağın üstüne kadar bir yol açıldı. Aşağısı
geniş, üstü dardı, dört minare uzunluğunda bir yoldu. Eşkıyalar Koyun
Baba o delikten yukarı çıkarken gördüler, arkasından bakakaldılar ve
- -:Bu adam sihirbaz olamaz varıp
ayağına yüz sürelim, mübarek yüzünü görelim, bu bir çoban değil
velidir" deyip eteğine yüz sürdüler. "bizi afet" diye yalvardılar.
Sonra "kötülük eden kötülük bulur, iyilik eden iyilik bulur" deyip
irtica en şu şiiri söylediler:
-
- Ey sevgili, can nedir ki canımız her an kurban sana
- Cana kastetmek mi? Asla! Bizden isyandır sana.
-
- Senin halini bilen eşiğinden ayrı kalmaz
- Seni sevmek, sana güvenmek Tanrı'ya bir niyaz.
-
- Atalardan aldığın anlındaki parlayan ışık
- Himmet eyleyen o,yok ondan başka tanışık.
-
- Ey veler önderi, Ali'nin temiz soyu,soyun,
- Aklı olan kötülük etmez ey insanlar duyun.
-
- Evliyaların kuvveti Rabb'imin sana bir himmeti
- Dağı delip yol bulmakla gösterdin bize izzet.
-
- İspat eylediğin keramet nur-u vilayettir
- Bu cihanda sana yetecek kadar bir alamettir.
-
- Hicvederse bazı cahiller seni incinme hiç
- Hak bilir ki o sözler bühtandır durma geç.
-
- Bizleri sen lütfedip affeyle ey sultanımız
- Lutfile affetmek sana yakışır biz kullarız
-
- Himmetin bir bakışa eder taşları altın
- Taş ağrımdaki taşlar inci olur,baht senin bahtın
-
- Bizleri lütfen kabul et kulluğa ey Baba
- Kapında kulluk bize gerek bağışlamak sana.
-
- Koyun Baba bu içten dilekleri duyunca o şakileri bağışladı. Onları
müritliğe kabul etti. O mağara Çal Dağında hala durmakta, o delik ise
açık bulunmaktadır. Koyun Babanın asası burada asılı olup onu kimse
almaya cesaret etmemekte ve ona saygı göstermektedirler.
-
- 16 1305 yılında bir gün Kuzhayat Köyünden Boyabatlı ahmak bir adam
bu mağarada asılı duran asayı alıp götürmüş. Evinde de ne olur, ne
olmaz diye yastığının altına koyup yatmış. Sabahleyin kalktığında
asanın kaybolduğunu görmüş, nereye baktıysa bulamamış. Birden aklına
Koyun Babanın almış olabileceği düşüncesi gelerek tekrar Çal Dağına
doğru yola koyulmuş. Mağaraya vardığında bakar ki, asa yerinde asılı
durmaktadır.
- O anda Koyun Babanın büyüklüğünü
anlayıp dergahını ziyarete gitmiş ve ruhaniyetinden istimdatta
bulunmuştur.
-
- 17 Koyunu Babanın Ali adında çok sadık, kendisine çok bağlı bir
dervişi vardı. Ali Koca diye bilinirdi. Koyun Baba onu çok sever,o da
onun bir dediğini iki etmez,her hizmetine koşardı. Bütün derviler ona
gıpta eder biraz da kıskanırlardı. Baba bir gün onu denemek istedi ve
ona dedi ki:
- - Ey koca Ali bana ırmaktan bir su
getir, ondan sonrada nasibini al seni bırakayım.
- Koca Ali gidip kabını doldurdu gönlünü ferah tutmaya çalıştı,
üşenmedi kalbini hiç bozmadı. Babaya ikram etti. Baba; suyu döktü
içmedi.
- -Rızasızdır içmem bu suyu" dedi. İki
kere dolu getirdi yine döktü. Koca Ali tekrar ırmağa gitti. Derhal
suyu getirip Babaya sundu. Babaya sundu. Baba testiyi aldı suyunu
içti, ferahlık oldu ve Koca Ali'ye:
- -Üzülme dedi. Seni denedim. Bakalım
bir bıkkınlık gösterecek misin diye. Artık bahtın açılmıştır. Aferin
deyip arkasını sıvazladı. Koca Ali'nin gözlerinin perdesi açıldı. Ona
Rumeli'de bir yer gösterildi. Tuna boyun da yeşilliği dillere destan.
- Orada açları doyuracak, yoksulları
gözetecek, insanları iyiliğe çağıracaktı. Koca Ali nasıl büyük bir
devlete erdiğini anladı. Hemen Koyun Babanın elini öpüp şunları
söyledi.
- Ey zamanın kutubu, gözümün, gönlümün
ışığı. Ey keramet feyzinin biricik kaynağı, sevdiğim canım babam
elveda !..
- Bundan sonra senin ayrılığının
gönlü-mü karanlıklar, gözümü yaşlar içinde bırakır. Ahlarım asumanı
titretir,aslında senin sohbetini bırakıp bir an bile senin yanından
ayrılmak istemem,lakin emrine boyun eğmişim,cayamam elveda !...
- Hizmetinde kusurlar işledim, bugün
onun için mahcubum. Ağlıyorsam görenler çok görmesin feryadım sana
olan tutkunluğumdan, en büyük hazinem seni sevmek ey sulta-nım...
Dedi. Sözünü bitirince Baba ona
- -Gözünü yum, üzülme artık bahtın
açıldı, gözyaşı dökmenin faydası yoktur. Ağlama gayri himmetimiz sana
el vermiş, gönlümüz seninledir söyledikten sonra gözünü aç "dedi.
- Koca Ali birde ne görsün Tuna boyunda
Vidin Kalesi yanındadır. Orada Yakup Karargâhı denilen yerde durdu.
Koyun Babanın kerametiyle buraya gelmiş olduğuna sevinde. İnsanları
irşada başladı. Açları doyurdu, açıkları giydirdi. Fukarayı koruyup
kolladı. Vefat ettiğinde işe içinde dervişleri olan mamur bir tekke
bıraktı.
-
-
- 19 Baba Ada Tepe civarında koyun gütmekteydi. Koyunlardan biri
sürüden ayrılıp kaçtı. Koyun Baba da arkasına düştü. Tepeyi tam üç
kere dolandı. Her bir dolanma 3-4 saat sürmekteydi. Sonunda koyunu
yakalamaya muvaffak oldu. Ama hem koyun yorulmuş, hem de Baba
yorulmuştu.
- -Be hey mübarek hayvan, hem beni hem
de kendini yordun" deyip koyunların içine saldı. İşte hayvanlara olan
düşkünlüğünden, şefkatinden ve de koyun güttüğünden Seyyid Ali Koyun
Baba adıyla anılır.
-
-
- 20 Ada Tepe etrafında kaçan koyunu kovalayıp yakaladıktan sonra
artık maddi gücünün azaldığını anlamış ve müritlerine ömrünün sonunun
geldiğini, ecelinin yaklaştığını bildirerek medfen olarak neresi uygun
olur diye onların görüşünü almak üzere fikirlerini sormuştu. Dediler
ki:
- -Ey himmeti yüce insan, sana dervişlik
etmek ne hoş saadetli bir iştir. Nasıl emredersen öyle yaparız, nereyi
seversen orasını göster. Yalnız gönlümüz hep senenle olmak ister.
Allah'tan dileğimiz senin ömrüne bereketler ihsan etmesidir. Koyun
Baba büyük bir taşın yanında durdu. Hz. Ali'nin sapankaya ile attığı
Ali Kayası gibi bir taştı bu. Ada Tepeden bir hamle ile öyle bir
fırlatış fırlattı ki, taş şu andaki türbenin bulunduğu yere düştü.
Gelen ziyaretçiler de görürler ki, Koyun Babanın parmak izleri aynen
taşın üzerinde, eli çamura batmış gibi belli ol-maktadır. Münkirlere
vefadan sorma onların işi cevrü cefadır aşıklara sefâdan sorma onların
işi ihtilâldir.
- Zengin olan fukaranın halini ne bilsin
dilencinin çektiği sıkıntıyı sen dilenenlere sor.
- Gönlü temiz olanlara riyayı sorma, riyanın halini ehl-i riyadan
sor.
- Cömertliğin ne olduğunu yedirip
içirmesini bilmeyene sorma, onu hain hayasız tutuculara, boş işle
uğraşanlara sor.
- İki üzlüler "Ene'l Hakk" sırrına vakıf
olamazlar. Bu sırları git sen vefalı olanlara sor.
- Yücelerde duranı aşağıdan öğrenmek mümkün mü? Sen gökte olanları
gökyüzünde oturanlara sor.
- Yezit'in zulmünü tarihler bile
yazmak-tan aciz kalmıştır. O müthiş vakayı sen gönlü yalnız Kerbela
Şahı (Hz. Hüseyin)dan sor.
- Peygamber ailesini sevmek bir başka
saadettir. Bu hali anlamak istersen onu da o aileden olanlara sor.
- Ehl-i Beyt kimdir ey akıl ve izan
yoksunu kişi, Resullüllahın soyunu var git Aliyyü'l Murtaza'dan sor.
- Aliyyü'l Murtazanın yüceliğini bilmek
dilersen Kelamullah'a bak ki onu methet-mektedir. "Hel etâ"dan sor.
(1)
- Kime nazil olmuştur "Hel etâ" ayeti
var anla ve ve her doğruyu bize haber veren Muhammed Mustafa'dan sor.
- Bu alem fanidir seni de bir gün yok
eder. Gidenler nerdedir bilmem ki onu da "tah-tessera" dan sor.(2)
- Koyun Babanın vefatını bize nazım ile
anlat,bu nazmın değerini de aşık olan ehl-i zekâdan sor.
-
- 1-Kur'an-ı Kerim 76/1
- 2-Kuran'ı Kerim 20/6
-
-
-
- 21 Koyun Baba bir gün dervişlerini topladı. Kendisinin
ihtiyarladığını dünya hayatından ahiret hayatına göçebileceğini
söyledi ve vasiyetlerini şöyle sıraladı:
- Gelen ziyaretçilere ikramda bulunun.
Onları güzelce ağırlayın. Gelen seyyahlara burası bir koruma yeri, bir
gölgelik olsun. Allah herkesin rızkını verir. Gelen, giden
ekmeğimizden yesin, sütümüzden içsin, yoğurdumuzu tatsın.
- Siz hayır sahiplerini görün ki daha
neler ikram edeceklerdir. Buradaki sofra hiç kalkmayacak bilakis
bereketlenip çoğalacak, benim hayatım sona erse de bu işin burada
biteceğini sanmayın. Allah'ın rızasını gözetin. Fakire, miskine,
garibe yedirip içirin. Benim şiarım sehavettir, cömertliktir. İşte
arazileri bu amaçla ekip biçin, ibadetleriniz daim olsun,din yolunu
bırakıp sapmayın. Dervişler dediler ki:
- -Ey Baba! Burada su yoktur. Bize su
gerekir. Mürivvet, merhamet, şevkat, himmet senindir. Yoksa buraya bir
bina yapmamız mümkün olmaz.
- Baba asasını yere soktu, oradan su
fışkırdı. Herkes kana kana içti. Kol iriliğinde bir su idi bu! Buraya
açık çıplak kadınlar gelip çamaşır, bulaşık yıkadılar. Bu durum Koyun
Babanın hoşuna gitmedi ve su birkaç gün sonra kayboldu.
- Dervişlere dediler ki: Burada bir su
taşıyıcı bulunsun, ırmaktan alıp merkebe yüklesin, getirsin ve asası
ile işaret ederek burası benim meafenimdir diyerek işaret etti. Bundan
sonra
- Koyun Baba üç gün yaşadı, üç gün sonra
Hacı Yahşi ağlayarak bir feryat kopardı:
-
- Yeter dervişlerini dilhun edersin
- Bizleri terk edip nereye gidersin.
-
- 22 Koyun Babanın vefatını halk duyunca çok üzüldü. Çağımızın kutbu
gitti. Ne çare ki bu Allah'ın hükmüdür diye ağlaştılar. Şehrin bütün
ileri gelenleri topladılar. Cenazesi yıkandı. Naaşı misler gibi
kokular yaymaktaydı. Namazını bitirince ahali kıldı. Kabre koyup
döndükten sonra da çok güzel kokular duyulmuştur.
- Ona bir türbe yapmak için aralarında
tartıştılar. Adına Selim Dede derler Babanın dervişlerinden bir
ihtiyar. Kargır binaya gücümüz yetmez, kerpiçten bir bina yapalım
dedi.
- Mahmut Dede ise,
- - Allah Kerimdir, sebepler halk eder
taş bina olsun dedi. Selim Dedenin sözüne uyarak kerpiçten bir türbe
yapmaya koyuldular. Çanaken mahallesinde boydan boya kerpiçler
döktüler. Kerpiçler kurumadan öyle bir yağmur yağdı ki, her tarafı
seller kapladı. Sel taşları getirdi. Türbenin etrafı taşlarla doldu.
Mahmut Dede:
- - Gördünüz mü Baba kerpiç binaya razı
değildir. Cenabı Hak bize lütfetmiş, taşları göndermiştir. Dervişler
bu fikri doğru bulup kabri ortaya alıp taş bir bina çevirdiler. Bir
yıl sonra da üzerine bir kubbe yaptılar. Derken ziya-retçilere mahsus
mekanlar, mutfak vb. bir bir kuruldu. Ve Koyun Babanın vasiyeti bir
bir yerine gelmiş oldu.
-
-
-
|
-
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|