DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

İÇİNDEKİLER Tıklayarak bilgilere gidebilirsiniz

Mahmut Selim GÜRSEL TAKDİM
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
ETKİNLİKLERDE,SANAT MI, SİYASET Mİ?
ŞEMSETTİN KÜZECİ'NİN “IRAK BASIN TARİHİ” KİTAPLAŞTIRILIYOR
TÜRKÇE YAZ, TÜRKÇE OKU
TÜRK OCAĞI” YAZISI YERİNİ ALDI
BİR ANLATIM ZENGİNLİĞİ
SEVİNÇ DOĞANCAN GÜVEN’DEN İSMET İNÖNÜ’YE
KÜTÜPHANE; HEM TEFENNİ’DE, HEM ECE’DE OLMALI
ÇAĞDAŞ AZERBAYCAN ŞİİRİ
YILIN SÖZLERİNDEN SONRA
ŞEHİRLER, ŞEHİRLERİMİZ
ABDURRAHİM KARAKOÇ
NAZLI’NIN BUZ PATENİ ŞAMPİYONLUĞU
BULGARİSTAN’DAN TUNA BOYU DERGİSİ
AMATÖRDEN PROFESYONELE
DR. FARUK FAİK KÖPRÜLÜ’NÜN “CANIM KERKÜK”Ü
OSMAN APAYDIN’I UNUTMAMAK
SORUMLULUK
RAMİZ MEHDİYEV’DEN DEMOKRASİYE GİDEN YOL
İSTİKLAL MARŞIMIZIN YAZILDIĞI EV VE ÇEVRESİ GÜZELLEŞTİRİLDİ
BELEDİYE BAŞKANLARIMIZDAN
YENİGÜN VE SES-15’E YENİDEN MERHABA
BURDUR’DA 1. ULUSLARARASI MEHMET AKİF SEMPOZYUMU
AZERBEYCAN'IN MİLLİ ŞAİRİ AHMET CEVAT
REŞAT NURİ GÜNTEKİN’İN EŞİNE İMZALADIĞI “MİSKİNLER TEKKESİ” MİRASCISINA VERİLECEK
BESTELENEN “BİRİ VAR” ADLI ŞİİRİM SESLENDİRİLDİ
ADİL ŞİRİN’İN LAÇİN ŞİKESTESİ
KADİR YAVUZ’UN İKİ KİTABI
BİR ÜMİD HARİBÜLBÜL
RIZA BULUT DA ARAMIZDAN AYRILDI
İMZA GÜNÜNDEN ŞİİR ŞÖLENİNE
DİNLENDİRİLMİŞ ŞİİRLER
ERŞAT HÜRMÜZLÜ
BİR GARİP ÖZÜR YOLCUSU
BURDUR TSO’NUN FAALİYETLERİ-HEDEFLERİ
AİLE SAADETİ
İSTATİSTİKİ ANLATIMLA
BAYRAĞIM
DİNLENDİRİLMİŞ ŞİİRLER I
ŞİİRİMİZİN GELECEĞİ
80. DOĞUM YILINDA PROF. DR. İBRAHİM AGÂH ÇUBUKÇU’NUN ŞİİR DÜNYASI
BİRER TUTAM
BURDUR’U GAZETECİLER DE KÜÇÜMSEYEMEZ!
TÜRKÇEMİZİN GÜNAHI NE?
MAKEDONYA TÜRKLERİNİN SESİ: YENİ BALKAN GAZETESİ
BİR SEMPOZYUMUN ARDINDAN
TÜRKÇEMİZ
CAN EVİME ATEŞ DÜŞTÜ
DİLİMİZ, ANLATIMLARIMIZ
HACI FERHAT MİRZA’DAN KELÂMLAR-ÖZDEYİŞLER
MEHMED b. SÜLEYMAN (FUZULİ)
NURDANE UZUN’UN ŞIIR DÜNYASI
YAZILANLARIN IÇINDEN
VAN’DAN ÜMİT KAYAÇELEBİ’NIN ŞİİR DÜNYASI
YENİ YENİ YAZILANLARDAN
ÜÇ ŞİİRLE ANLATILANLAR
BURDUR’DAN YOLA ÇIKARAK
YUSUF ERKAN’DAN BURDUR GEZİ REHBERİ
GÜLAYE RAZYEVA’DAN: ATATÜRK’Ü GÖRÜREM
BAYRAM DURBİLMEZ HOCADAN: AŞIK EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI
ESKİMEYEN ŞİİRLER
YAŞLILIK, TANRININ İNSANLARA ÖDÜLÜ
TÜRK DÜNYASI BAHTİYAR VAHAPZADE’Yİ SEVGİ VE SAYGIYLA UĞURLADI
SINIF ARKADAŞLARI NAZLI İÇİN DİYORLAR Kİ
TÜRKOLOJİ ALİMİ KİLİSLİ MUALLİM RİF’AT BİLGE
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN’DEN: DÜNDEN KALAN
MANSUR EKMEKÇİ’NİN YENİ ŞİİRLERİ
ŞAİRLERİMİZ
KİLİS’İN KÜLTÜREL ZENGİNLİĞİ
ZAMANIN İÇİNDEN
SEVGİ YOLU’NUN DÖRT ŞAİRİNDEN
HAYRETTİN İVGIN’DEN GELENLER
OSMAN TEKERCİ ŞİİRDE GİDEREK GÜÇLENİYOR
KAZIM POYRAZ’IN ŞİİR DÜNYASI
TEFENNİ NAMIK KEMAL İLKÖĞRETİM OKULU ÖĞRENCİLERİNİN ŞİİRLERİ
MEHMET AKİF ERSOY SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ KİTAPLAŞTIRILDI
DÜNYASINI DEĞİŞTİREN YÜKSEL BAŞARAN İÇİN İKİ ŞİİR
ŞEMSETTİN KÜZECİ’DEN: IRAK BASIN TARİHİ
NAZLI’DAN: BİR HAYAT MASALI
YENİ BURDUR ŞİİRLERİ (4)
ERCİYES YÜKSEKLİĞİNDEN
USTALARA KULAK VERMEK
AZERBAYCAN’IN “ŞEFEG” DERGİSİ
BURDUR’DAN NEZİHA ANANIN ŞİİR DÜNYASI
BURDUR’DAKİ GAZETECİLER YİNE ÜZGÜN
TASAVVUF EDEBİYATIMIZIN İLK BÜYÜK ŞAİRİ YUNUS EMRE
12 AĞUSTOS 2009 ÇARŞAMBA ÇANAKKALE
ÇANAKKALE İÇİNDE AYNALI ÇARŞI
MUAMMER SUSUZLU’YU SONSUZLUĞA UĞURLADIK
AZERBAYCAN’DAN TOPARLAYARAK
DÖRT KADIN ŞAİRDEN 
AŞIK ALİ ANBARCI’DAN 
YOZGAT
KÜLTÜRÜMÜZ İÇİNDEKİ BURDUR DOĞUMLULARDAN 
MUHARREM DEMİRBAŞ YILIN DEĞİL “YILLARIN BABASI”
HİKAYELERİYLE TEKE YÖRESİNİN BAŞKENTİ BURDUR TÜRKÜLERİNDEN BİR DEMET ÇEŞİTLEME
KAYACAN'IN BURDUR'U, BURDUR'UN İSA KAYACAN'I İÇİN (Burdur çıkışlı) YAZILANLARDAN
ÜÇ KALEMDEN, ÜÇ AYRI ŞİİR
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İÇİN YABANCILARIN SÖYLEDİKLERİ,
MISRALARIN, SATIRLARIN İÇİNDEN
BURDURLU GAZİ, AĞIR TOPÇU KADEMLİOĞLU İSMAİL BAŞÇAVUŞ
YAZILARIMIN YER ALDIĞI GAZETE VE DERGİLERDEN
SEN BENİM
KALBİME TALİMAT VERECEĞİM
ARTIK
BİZ NELER BİLİRİZ YORULDUK
ECE KÖYÜNDE AKŞAM, ŞİİRİNİN ÖYKÜSÜ
BURDUR’DAN MİNİK BİR ŞAİR ADAYI:SEZA TUTKU AZAKLI
YAZAR MISINIZ?
TÜRKÜ SAVAŞÇISI
BIYOGRAFİ ZENGİNLİĞİNDEN KÜLTÜR ZENGİNLİĞİNE
HANIM AKÇAY’IN KALEMİNDEKİLERDEN
PERVANE’NIN DUALARI
ŞİİRLER- ŞAİRLER
TASAVVUF EDEBİYATIMIZIN İLK BÜYÜK ŞAİRİ YUNUS EMRE

 

 

 

 






 

 

 

Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TAKDİM           

Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak görülmelidir.

            Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.

            Bu çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı göreceksiniz.

            Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir kitaptır; onu okumamız gereklidir.

            Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar veremeyiz. 

Mahmut Selim GÜRSEL

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İsa KAYACAN
20 Eylül 1943 -15 Ekim 2015
Gazeteci, Şair, Yazar: Hasan Hüseyin ve Güldali’nin çocukları olarak, 20 Eylül 1943 tarihinde Burdur'un Tefenni İlçesi'ne bağlı Ece Köyü'nde doğdu. İlköğretimini köyünde tamamladıktan sonra, Ortaokulu Tefenni'de, Liseyi Ankara'da okudu. Genç yaşta çalışma hayatına başlamasına rağmen, daha sonra, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi'ne girerek Halkla İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.
Çocukluğunda 1940'lı yılların köy şartlarının gerekleri neyse onları yaşayan çobanlık yapıp, tarlada çalışan İsa Kayacan, genç yaşta hayata atıldıktan sonra da her kademede görev yaptı. Önce bir otelde resepsiyon memuru oldu, ardından hastanede memuriyete başladı. Özellikle yazı ve şiirle uğraşması sayesinde oralarda tanıştığı ünlü kişiler iş hayatında kat edeceği merhalelerde O'na yardımcı oldular.
Bir süre İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü'nde Genel Sekreter Yardımcısı olarak çalıştıktan sonra, Orman Bakanlığı’nda, ardından Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü'nde görev aldı. Bu görevi O'nun hayatında bir dönüm noktası oldu.
Yazı hayatına şiirle başlayan Kayacan’ın ilk şiiri Nisan 1956’da, ilk yazısı 24 Ocak 1961’de yayınlandı. Tercüman, Son Havadis, Orta Doğu, Hergün, Yeni İstanbul, Belde, Anayurt gibi ülke genelinde yayın yapan gazeteler başta olmak üzere, üç bin’ den fazla gazete ve dergide yazarak büyük bir rekora imza attı.
Yazgığı gazete ve dergilerin isim, tarih ve sayılarıyla ilgili, kitaplarında detaylı bilgiler veren İsa Kayacan; Ajas-Türk, Ana, Alkış, Avcı Rasgele, Bakış, Çocuk ve Yuva, Çağrı, Ece, Emre, Günün Kadını, Gülpınar, Güvercin, Hız, İlkkurşun, Kalkınan Dünya, Kalkınma, Karınca, Kemalist Ülkü, Kızılay, Kök, Köy-Tarım Orman ve Av, Orman Mühendisliği, Defne, (OMMDY), Lider, Milli Şuur, Post-Tel, Sanat Dünyamız, Standart, Size, Işık, Tarla, Türk Yurdu, Türkiye, Türk-İş, Türk Basın Birliği, Türkiye Sektör, Yeşil Türkiye, Yelken, Yeni Batı Trakya adlı, uzun süreli yazdığı dergiler başta olmak üzere; Onlarca dergide, binlerce makalesi yayınlandı.
Bu özelliği O’na, “yazı fabrikatörü, kültür fabrikatörü, Anadolu Basını’nın İmparatoru ve Duayen’i” unvanlarını kazandırdı. “Anadolucu yazar, Türk yazın tarihinin Evliya Çelebisi” olarak anıldı, anlatıldı ve yazıldı. Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nce yayınlanan “Anadolu’nun Sesi” ile “Türk Haber Ankara” gazetelerinin Haber Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni olarak hizmet veren İsa Kayacan ayrıca, Türk Basın Birliği’nin Ankara Şube Sekreterliği görevini yürüttü. Binlerce Anadolu Gazetesinde günlük yazılar yazan, asıl adından başka; Mehmet İsa, Ç.Ese Moralıoğlu, İshak Tefennili, Mehmet İsa Kayaoğulları, Can Kaya, Çiloğlu ve Kaya Buldurlugil imzalarını da kullanan, “İsa Kayacan Yazı Ofisi"yle "Ece Yayınları" ve "Ece Sanat Dergisi" nin kuruculuğunu yapan Kayacan, “Ece Haber Ajansı” nın deneme yayınlarını da gerçekleştirdi.100. kitabı olan "Orta Asya Türk Cumhuriyetleri" ile "dalya" diyen İsa Kayacan'ın değişik dallarda yayınladığı kitaplarının sayısı 124'e, yazıp yayınladığı makale sayısı 2007 yılı sonu itibarıyla 39 bin 425'e, yazgığı gazete ve dergi sayısı, bugün kapananlar dahil, 3 bin 540’a ulaştı. Anadolu'da yayınlanan pek çok gazete, radyo ve televizyonda "İsa Kayacan" konulu açık oturumlar düzenlenip yayınlandı. TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu'nda yayınlanan "Cumartesi'den Cumartesiye" adlı programın içinde yer alan "Sayfa Sayfa Anadolu Basını" köşesini hazırlayıp sunan ve bazı araştırmaları yabancı dillerde yayınlanan Kayacan, bir ara TRT'de Program-Belgesel ve Genel Müdür Danışmanı olarak da hizmet verdi. Çeşitli dönemlerde Orman Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Başbakanlık' ta "Basın Danışmanı", "Şube Müdürü", "Müşavir" olarak görev yaptı ve 11 ayrı Bakan'la çalıştı. "Bakanlıklararası En Çalışkan ve Başarılı Basın Danışmanı" seçildi.
İsa Kayacan bunun dışında çeşitli kuruluşlardan 206 plaket, 248 onur, şeref, teşekkür, şükran ve takdir belgesi aldı. "Basında 25 yılın Şeref Ödülü", üç defa Milli Prodüktivite Merkezi "Verimliliğe Katkı Ödülü", "Türk Folkloruna Hizmet Ödülü", "Irak Türkmenlerine Hizmet Ödülü" , "Türk Kültür ve Edebiyatına Hizmet Ödülü", 5 kez “Türk Şiirine Hizmet Ödülü” yle “Doğa ve Çevre Dostu" ödülünün sahibi oldu. "Anadolu Basını'nın Fahri Hemşehrisi" ilan edilen İsa Kayacan, 4 defa "Yılın Yazarı", 3 defa "Yılın Edebiyatçısı" 4 defa "Yılın Şairi", 2 defa da "Yılın Editörü" seçildi."Türkiye'de en çok kitap ve yayın tanıtımı yapan yazar" unvanıyla, merkezi Azerbaycan' da bulunan Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği 'nin "Hizmet Ödülü"nü aldı. Yine merkezleri Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de bulunan Asya Üniversitesi Rektörlüğü ile VEKTOR Uluslararası İlim Merkezi Başkanlığı'nın İlmi Şûraları kararıyla 19-20 Haziran 2003 tarihlerinde kendisine iki ayrı “Fahri Doktora”, VEKTOR uluslararası beynelhalk İlim Merkezi Başkanlığının "İlmi Şürası" kararıyla 16.02.2006 tarihinde de "Fahri Profesör" diplomaları, ayrıca Azerbaycan’dan Beynelmilel ‘Türk Dünyasına Hizmet Diploması’yla, Kanada’dan “Güzel Söz Ödülü” verildi.Özellikle Anadolu Basını mensupları ile çeşitli yazarlar tarafından; “Efsane İnsan, Destanlaşan Köylü, Edebiyat ve Kültür Elçisi, Antolojist, Burdur’un Fahri Türkiye Elçisi, Türk Dünyasına Işık Saçan İnsan, Türk Dünyası'nın Ferhat-ı" unvanlarıyla taltif edildi.İsa Kayacan, resmi ve özel olmak üzere çeşitli kurum ve kuruluşlarca düzenlenen seminerlerde "Gazetecilik", "Anadolu Basını", "Habercilik", "Basın ve Halkla İlişkiler" konularında dersler verdi, bildiriler sundu.Gençlik yıllarından beri Ankara'da olmasına rağmen doğup büyüdüğü memleketinden hiç kopmayan İsa Kayacan, hemşehrileri tarafından da unutulmadı. 2000 yılında Burdur Merkez'de bir cadde ile Tefenni İlçesi'nde bir sokağa Belediye Meclisleri'nin kararlarıyla "İsa Kayacan" adı verildi.Ayrıca, Kültür Bakanlığı'nın onayı ile, binlerce kitap bağışladığı Burdur İl Halk Kütüphanesi'nde bir salona "İsa Kayacan Okuma Salonu" levhası asıldı.Sürekli Basın Kartı sahibi olan, eşi Sabahat hanımı 12 Şubat 2002 tarihinde kaybeden ve 2005 yılı Ekim ayında Başbakanlık Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri iken, kendi isteği ile emekli olan, hazırlanan “İsa Kayacan Belgeseli” gösterimi ile 2006 yılında Ankara’da ve Burdur’da “Türk Kültür ve Basın-Yayınına 50. Hizmet Yılı” kutlanan, hakkında 2. belgesel hazırlanan, Merkezi Azerbaycan'ın Başkenti Bakü'de bulunan Azerbaycan Yazıcılar Birliği'nin asıl üyeleri arasında yer alan, “Guinnees Rekorlar Kitabı” için hazırlıkçalışmalarını sürdüren, Prof. Dr. İsa Kayacan’ın, üç kızı, iki torunu bulunuyor.. (Temmuz-2008)
  • Internet’te Yazarımız   http://corumlu2000.dergisi.info  çalışmaları yayınlandı.

  •  Yayınevimizin basılmış ve sanal yayınlanmış dergilerinde yazıları bulunmaktadır.
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     03

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ETKİNLİKLERDE,SANAT MI, SİYASET Mİ?
    Hemen ifade etmeliyim ki, ülkemizde siyaset, her şeyin içinde vardır, her şeyin önünde gitmektedir. Kabul etsek de, etmesek de, gerçek budur, bu yöndedir.
    Mart 2008’in sonlarında; “Anadolu’daki etkinlik ve şölenlere sıklıkla katılmayacağım” ve “Anadolu’daki etkinlik ve şölenlerin olmazsa olmazları” başlıklarıyla yazdığım iki yazımı, merkezi Ankara’da bulunan Belde gazetesinin 28 ve 29 Mart 2008 tarihli sayılarında yayınladım. Sonra bu yazılar, Anadolu’daki pek çok gazetede yer aldı.
    Bu yazıların yayınlanmasından sonra, Anadolu’dan ve yakın çevremden pek çok telefon aldım: “Bu yazıların altına biz de imza koyalım, bir deklarasyon-bildiri olarak yayınlayalım” dendi. Bunun doğru olmayacağını, ben kişisel tespitlerimi yaptığımı ve kamuoyuna açıkladığımı, bu yazılarımı da yayınlayacağım “Zor ve Kolay Yazdıklarım” adlı kitabımda yer vereceğimi söyledim.. Aradan günler geçti.
    DİKİLİ EKİN DERGİSİ’NDE BAŞYAZI
    Dikili ilçemizde, A.Ziya Öğütçen tarafından yayınlanan “Dikili Ekin” Dergisinin Temmuz-Ağustos 2008 aylarına ait 53 ncü sayısının başyazısında,” Bekilli’de sanatmı siyaset mi?”başlıklı bir değerlendirmenin yer aldığını görüp hemen okudum. Bazı satırların altını çizdim. Şimdi bu başyazıdan, daha doğrusu 22-24 Ağustos 2008 tarihlerinde Bekilli Belediyesi Kültür Sanat ve Şarap Festivali’nde A.Ziya Öğütçen ve Gürkan Ovalıoğlu’nun yaşadıklarından bazı kesitler verelim. Bakalım neler yaşanmış Bekilli’de:
    1-Belediyeye giderek, Halkla İlişkiler Müdürüne toplantı için geldiğimizi söylediğimizde bize verilen cevap ilginçti: “Ne toplantısı benim haberim yok!”.
    2-Burası Bekilli değil mi?. Belediye Kültür-Sanat ve Şarap Festivali tertip etmiş ve biz davet aldığımız için geldik;
    -Benim haberim yok. Belki T. M. bilir, ona telefon edelim...
    3-Kredi yurtlar kurumunun öğrenci yurduna vardık. Çok yataklı bir oda gösterilerek, “burada kalacaksınız” denildi. Daha öncede benzeri yerlerde kaldığımızdan, hoş karşıladık.
    -”Hanım arkadaşlarımızın yeri nerede?” dediğimizde, “beraber kalacaksınız” sözü şaka gibi gelse de, arkadaşımla biz arabada yatarız sorun değil, hanım arkadaşlar kalır düşüncesiyle kabul ettik.
    Kapı anahtarlarını istediğimizde, koruma görevlisinin” geceleri kontrol yapıldığını” söyleyerek anahtar bulunmadığını söylemesi üzerine otel aramak üzere oradan ayrıldık.
    4-İlgilenen arkadaş Bekilli’de otel bulunmadığını, Ecem adlı bir pansiyonun bulunduğunu söylemesi üzerine, pansiyona gittik yöneticinin “yer olmadığı için dört kişilik odalarda ücretini ödeyerek kalabileceğimizi” söylemesi üzerine, İzmir’e dönmek istedik. Ameliyatlı ve tek araba kullanan ben olduğum için o gece istirahat etmemizin doğru olacağı kararına varıldı. Bekilli Pansiyonda ikişer kişilik odalar bulundu. İki saat sonra odalarımızdan çıktığımızda, loş salonda bir bayan, arkadaşlara:
    -Hoş geldiniz, işe mi çıkıyorsunuz? Diye sorduğunda orada bulunan bir delikanlı, “Onlar yazarmış.. Yazı yazıyorlarmış. Sizden değil” diye cevap verdi. Bir bayan arkadaşımız:
    - Ne işi ben anlamadım. Dediğinde oradan acele uzaklaşıyorduk.
    5-Öğle sonu festival açılışında, bir milletvekili tarafından seçim mitinglerinden bir konuşma yapılarak % 47’lik oylarından bahsederken, karşı görüşlü bir kaç genç de alçak sesle de olsa kendi protestosu olan siyasi sloganlarını atıyorlardı.
    SONRASI: Evet, Bekilli Belediyesi Kültür Sanat ve Şarap Festivalinde ondan sonra neler konuşulmuş, neler olmuş?. Bunlar önemli değil artık. Bir kültür ve sanat festivalinden kısa kısa kesitler sunduk efendim..
    GÜNÜN KİTAP İSTEK HABERİ:
    Şırnak İl’imiz İsmetpaşa İlk Öğretim Okulu sekizinci sınıf öğrencisi ve Kütüphane sorumlularından Nujin Zeynep Osal, kütüphaneleri için kitap, dergi ve benzeri yayınlardan beklediklerini yazıyor. “Lütfen, bize yardımcı olun” diye sesleniyor.

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     04

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ŞEMSETTİN KÜZECİ'NİN “IRAK BASIN TARİHİ” KİTAPLAŞTIRILIYOR
    Araştırma ve değerlendirmeler yayın haline gelince anlam kazanıyor.
    Kerküklü gazeteci araştırmacı yazar Şemsettin Küzeci’nin, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV ve Sinema bölümünde yapmış olduğu “Irak’ta Kitle İletişimi ve Basın Özgürlüğü” konulu Yüksek lisans tezini Fakülte yönetimince kitaplaştırılması kararlaştırıldı. İletişim Fakültesinin 40. Yıl kitaplığı kapsamında basılacak olan Yüksel Lisans Tezi, “ Irak Basın Tarihi” adıyla yeniden gözden geçirilerek fakülte bünyesinde yayınlanacak. Söz konusu yayına Başbakanlık Basın yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından da destek verildi.
    “Irak Basın Tarihi” kitabının önsözünün bir yerinde Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Korkmaz Alemdar; “Şemsettin Küzeci’nin Irak Basın Tarihi başlıklı çalışmasının Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi 40. Yıl Kitaplığı içinde yayınlanmasına tanıklık etmek mutluluk verici bir olaydır. Bir kere Kerküklü olarak Irak’ta pek çok sorunla baş etmeye çalışırken bir tez çalışmasını tamamlayabilmesi ve bu tezden bir kitap üretebilmesinin coşkusunu paylaşmak başlı başına takdir konusudur. Şemsettin Küzeci pek çok öğrenci ve akademisyene örnek olacak bir çalışma disiplini içinde olmuştur” diyor.
    Şemsettin Küzeci, ise kitabın teşekkür bölümünde hocalarına vefa borcunu yerine getirirken; “Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki çalışmalarımda beni teşvik eden, yol haritamı çizen, iletişim tarihi araştırmalarına değer veren, şahsımı, Türkmen toplumunu ve ülkemi önemseyen, ilgi gösteren, tez danışmanım İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Korkmaz Alemdar’a ve mesleğimin dönüm noktasında bana fikir öğretmenliği yapan Gazeteci-Yazar İsa Kayacan’a ayrıca teşekkür ederim” şeklindeki görüşleriyle vefakârlığını gösteriyor.
    Yakında bizlerle merhabalaşacak “Irak Basın Tarihi” adlı kitapta yer alanlardan: Irak’ta ilk gazete1869 yılında dönemin Bağdat Valisi Mithat Paşa’nın Osmanlı Devleti tarafından Irak’a Vali atanmasıyla çıkarılmıştır. Reformcu Vali Mithat Paşa tayininden iki ay sonra Paris’ten Irak’a ilk matbaayı getirmiş; Vilayet Matbaası adı altında faaliyete başlayan matbaa Irak’ta Zevra adı altında ilk gazete’yi Arapça ve Türkçe olarak 15 Haziran 1869 tarihinde yayınlanmaya başladı. Ancak, bazı kaynaklara göre Irak’ta yayınlanan ilk gazete Zevra değil, Jurnal Irak gazetesidir.
    Irak’ta görsel basın 1952 yıllarına dayanır, O tarihlerde İngilizler tarafından Kerkük’te düzenlenen İlk Sanayi Fuarında bir televizyon istasyonu olduğu gibi Irak’a hediye edilmiştir. Dolayısıyla da 1953–1956 yıllarında Irak Televizyonu kurulmuş olup siyah beyaz olarak 1956 yılında yayına başladı. İktidarın kontrolünde yayın yapan Irak TV Kerkük-Musul ve Basra’da irtibat büroları açtı. Oralardan da bazı programlar ve belli zamanlarda yayın yapılmaya başladı. Irak televizyonu Kerkük Bürosu günde 8 saat bölgesel yayın yapıyordu. Bu yayınlar Kerkük ili sınırları dışında Irak’ın Kuzeyi Erbil, Süleymaniye ve Dohok illerinde de izleniyordu. 6 Saat Kürtçe, 75 dakika, Arapça, 15 dakika Süryanice ve 30 dakika Türkmence yayın yapan Kerkük TV Irak’ın Kuzey bölgesini kapsamaktaydı.
    Yine kitap’ta yer alacak önemli bilgilerden: Saddam sonrası bir takım gazete, dergi, TV kanalları, radyo ve iletişim organları devletten izin almadan, serbestçe yayın yaptılar ve hala da yayınlarını sürdürüyorlar. Bunların yanında devlete ait TV kanalları, radyo istasyonları Irak İletişim Ağı’na bağlı olarak faaliyet göstermektedir. Ancak, Irak’ta yayın organları Planlama Bakanlığı’na bağlı Sivil Toplum Dairesi’nden ticari iş yaptıkları için çalışma müsaadesi ve izin belgesi almak zorundadırlar. Devletin dışında özel sektörce yayımlanan gazetelerin tek sıkıntıları güvenlik ve ekonomidir. Güvenlik ve basım giderleri temin edilirse yayınlar sürekli olarak devam eder. Bugün birçok gazete ve yayın organı iflas etmiştir. Birçok yayın organı da çalışanlarının can güvenlikleri tehlikede olduğu için kapatılmıştır.
    Irak’ta 2003–2007 tarihleri arasında yaklaşık 2000 civarında gazete, dergi, bülten vs. yayınlar günlük, haftalık, 15 günde bir, aylık olarak, siyasi parti ve hareketler, sivil toplum kuruluşları tarafından ülkenin etnik guruplarının konuştukları muhtelif dillerde çıkarılmaktadır. Bu gazetelerin sayısı kadar gazete ve dergi de çeşitli nedenlerden dolayı birkaç ay yayınlanarak kapanmak zorunda kalmıştır. Ancak 2003–2007 tarihleri arasında Irak Gazeteciler Cemiyeti yayın yapmak için resmi izin başvurusunda bulunan gazete, dergi, haber ajansı, TV, radyo ve İletişim şirketlerinin sayısı 367 olarak tespit edilmiştir.
    Irak Türkmenleri’nin Türkiye de ki fahri temsilcisi dostum gazeteci-yazar Şemsettin Küzeci’nin imzasıyla Günyüzü görecek bu kitapla, Türk ve Türk dünyasındaki Irak Basın tarihi ile ilgili kütüphanelerdeki boşluğun dolduracağına inanıyor, Gazi İletişim Fakültesi ile Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğüne de böyle bilimsel eserlerin yayınlanmasında katkıda bulunmalarının onur verici bir yayın çalışması olduğu kanaatimi belirtmek istiyorum… Efendim.
    GÜNÜN SÖZ VE HABERİ:
    1. Eğer bir insan; hem çalışkan, hem akıllı ise, takdir et; Çalışkan, fakat akılsız ise, dikkat et; Akıllı, fakat tembel ise, ikaz et.
    Hem akılsız, hem de tembel ise, imha et. (Rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu)
    2. TRT Kurumunca, yeniden yapılanma adıyla yürütülen çalışmalar kapsamında, bölgesel yayın yapan Antalya Radyosu’nun teşkilat şemasından çıkarıldığı ve kapatılacağı haberi tamamen gerçek dışıdır. (İbrahim Şahin, TRT Genel Müdürü, Yenigün Gazetesi, Burdur, 22.11.2008)

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     05

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TÜRKÇE YAZ, TÜRKÇE OKU
     
    Dilimiz üzerindeki hassasiyetimiz, titizliğimiz giderek artması gerekirken, adeta bu hassasiyet ve titizlikte azalma sözkonusu.
    Halbuki; Türkçe yazmalı, Türkçe okumalıyız. Türkçe konuşmalı, Türkçe dinlemeliyiz. Türkçe nefes almalı, Türkçe nefes vermeliyiz.
    Bulvar, cadde ve sokaklarımızdaki işyerlerinin adı, özbe öz Türkçe olmalı. Yabancı hayranlığımızla, çağdaşlığımız hayaline kapılmadan, özümüzle-sözümüzle yaşamanın huzurunu, gururunu duymalı, hissetmeliyiz.
    Türk Dil Kurumu, Türkçe’miz üzerindeki hassasiyetiyle dikkat çekiyor. Bu Kurumun Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, her fırsatta dilimiz üzerindeki yanlışlıkların sürdürülmesindeki rahatsızlığını ortaya koyuyor.
    Kuruluş aşamasında tescil edilen şirket isimlerinin Türkçe olmasına rağmen, açılan mağazaların tabelalarına yabancı ad verilmesinin bir çelişki olduğu hatırlatılarak; “Kağıt  üstündeki ismi tabelaya da taşımakta neden kararlı olunmuyor?” diye soruluyor. Sormalıyız, sorgulamalıyız. Sahi neden böyle oluyor?..
    Bazı arkadaşlarım tanıdıklarım var. Bulundukları şehirlerde, yabancı isimle faaliyet gösteren lokanta-restaurant sahipleriyle görüşerek, ismin değiştirilmesini istiyorlar. İsim değişmezse, değiştirilmezse, o lokantaya, restaurant’a gitmemekteki kararlılıklarını gösteriyorlar. “Şehrimde Avrupa hayranlığı” başlığı altında yazdıklarıyla dikkat çekiyorlar. Bunlar küçük örnekler gibi görünebilir. Ama bilinçliliğin örnekleridir sözkonusu  edilenler.
    Yine bazı Belediye Başkanlarımız, Başkanlıklarımız var, “İşyerlerimize Türkçe ad koymak demek; kendimize, ülkemize ve güzel Türkçemize özen göstermek demektir” diyerek, uyarıda bulunuyorlar ve bu konudaki ısrarlarını sürdürüyorlar.
    Ülke genelindeki tüm Belediyelerimizin, Belediye Başkanlarımızın bu hassasiyeti mola vermeden sürdürmelerini istiyor, bekliyoruz, rica ediyoruz efendim.
    Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın ısrarla üzerinde durduğu, Türkiye’deki bazı şirketlerin resmi evrak üzerindeki isimlerinin Türkçe olmasına rağmen, kurdukları şirketlerin yada mağazalarının tabelalarına yabancı isim vermelerinin anlaşılamadığı yönündeki üzüntülerin, Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca dikkate alınarak yasal boşluğun-boşlukların giderilmesi, Türkçe lehinde doldurulması gerektiğinin hatırlanması ve harekete geçilmesinin zorunluluğu vardır.
    Bir şehrin tabelaları, o bölgede yaşayan insanlarla, toplumla özdeşleşmiş olmalı. İşyeri sahipleri bu konuda dikkatli, özenli ve seçici olmalılar.
    Bu gün, ülke genelinde yüz dolayında belediyenin Türkçe tabela kullanımını teşvik için değişik yaptırımlar uyguladığını biliyoruz. TDK’ da bu kurumların Türkçe isim verilmesine yönelik çabalarını ödüllendiriyor.
    Dili Türkçe olan bir ülkede, Türkçe ad kullanılmasını teşvik ettiği için, belediyelerin ödüllendirilmesi, üzerinde durulup, kara kara düşünülmesi gereken bir tablo değil midir?
    Medya kuruluşlarımızda görev yapanlar, muhabirinden spikerine kadar, dilimiz üzerine dikkatle eğilerek, hata oranlarını hızla düşürmelerini, hatta yok etmeleri gerekmiyor mu?
    İlkokul 4 ncü sınıfta okuyan torunum Nazlı ile Ankara-Emek mahallesinde bir caddede gezerken “Alışveriş home” tabelasıyla karşılaşınca; “Bu adamlar, alışveriş evi mi demek istiyorlar Nazlı?” diye sordum. Cevap ilginçti; “Yarısı Türkçe, yarısı İngilizce olmuş mu dede?”. Sahi, yarısı Türkçe, yarısı İngilizce yazılarak, ne söylenmek istenmiş? Ankara’da “Tepe Mobilya” olarak bilinen kuruluş varken gidiniz büyük alışveriş merkezlerine, “Tepe home”yle karşılaşırsınız.. Ayıp değil mi?. Bu işyeri isimlerinin /isimleri Türkçe olsa, alışveriş edenlerin sayısında azalma mı  olacak acaba?
     
    YILIN SON HABERİ:
    Gazeteci-Yazar İsa Kayacan’a 209.cu plaket, kısa adı SAKÜDER olan “Sanat ve Sanatkârlar Topluluğu” Derneği’nden geldi. Söz konusu plakette yazılanlar:
    Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan; Cumhuriyetimizin 85. ci yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlemiş olduğumuz “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu şiir yarışmamızda Jüri Üyesi olarak katkılarınız nedeniyle, teşekkürlerimizi sunarız. (Sevgi Eser, SAKÜDER Yönetim Kurulu Başkanı-24 Aralık 2008, Ankara)

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     06

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TÜRK OCAĞI” YAZISI YERİNİ ALDI
    www.isakayacan.blogspot.com
    Bazen öyle yanlışlıklar yapılıyor ki, insanın “aklı duruyor”..
    İnanmak, hatta duymak istemiyor.
    25 Eylül 2008 tarihinde mensubu bulunduğum Anayurt gazetesinin yazı işleri koordinatörü, tecrübeli gazeteci Ramazan Durmuş, gazetenin ertesi günkü manşeti hakkında ve üzüntü içinde bilgi verirken; “Günümüzde, Resim Heykel Müzesi olarak kullanılan Ankara’daki tarihi Türk Ocağı binasının giriş sütunlarındaki- Türk Ocağı-yazısı son restorasyonda kaldırıldı” cümlesinin verdiği rahatsızlığı gözlerinden okumuş, önce inanamamış, sonra doğruluğu kabul etmek zorunda kalmıştım.
    Bu konuda, “Türk Ocağı kelimelerini kaldırmak yanlıştır” başlığıyla kaleme aldığım yazdığım yazı:
     
    1- Belde Gazetesi (Ankara, 04.10.2008)
    2- Anayurt Gazetesi (Ankara, 13.10.2008)
    3- Çoruh’un Doğduğu Yer Gazetesi (Bayburt,07.10.2008)
    4- Sorgun Postası Gazetesi (11.10.2008)
    5- Babaeski Söz Gazetesi (14.10.2008)
    6- Burdurlunun Sesi Gazetesi (14.10.2008)
    7- Kent Gazetesi (Kilis, 14.10.2008)
    8- Tefenni’nin Sesi Gazetesi (15.10.2008)
    9- Van Postası Gazetesi (18–25 Ekim.2008)
    10- Şafak Gazetesi (Aydın 20.10.2008)
    11- Sonsöz Gazetesi (Ankara, 29.10.2008)
    12- 24 saat Gazetesi (Ankara, 08.11.2008)
    13- Gündem Gazetesi (Ankara, 03.12.2008)
     
    adlı gazetelerde yayınlandı.
    Bu makale için açıklamayı, restorasyonu gerçekleştiren Altındağ Belediye Başkanlığından, bundan öncede Kültür ve Turizm Bakanlığından gelmesini bekliyordum ki, konuyla ilgili bir açıklama ve “Türk Ocağı yazısı bina girişindeki yerini almıştır” cümlesiyle biten teşekkür yazısı Türk Ocakları Derneği Genel Merkezinden geldi… Nereden gelirse gelsin, yanlıştan dönülmüş ya, “Türk Ocağı” yazısı yerini almış ya!... Türk Ocakları Derneği Genel Merkezinin 13 Aralık 2008 tarih ve Genel Başkan Yardımcısı Yücel Hacaloğlu imzalı 110-1054 sayılı yazısını aşağıda sunuyorum efendim:
    “Sayın Prof. Dr. İsa Kayacan,
    Anayurt Gazetesi Kültür ve Sanat Danışmanı;
    1912 yılında devletimizin zor durumda olduğu bir dönemde milli şuuru canlandırmak amacıyla zamanın Türk aydınları tarafından kurulan ve kurulduğu günden beri amacından sapmadan aziz milletimizin hizmetinde olan derneğimize gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ederiz.
    Geçirdiği birçok badireden sonra bugün artık “Resim ve Heykel Müzesi” adıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın hizmetinde olan ve Atatürk döneminde Türk Ocağı Binası olarak yapılan asıl hizmet binamızın ana girişinde yer alan “Türk Ocağı” yazısı, yenileme çalışmaları gerekçe gösterilerek kaldırılmıştı. Genel Merkezimizin girişimlerinin yanı sıra Anayurt Gazetesi’nin 26 Eylül 2008 tarihli nüshasında konunun tarihi seyri de anlatılarak dile getirilmesi, ayrıca zat-ı âlinizin aynı gazete ve bilahare diğer başka gazetelerdeki köşenizde ele almanızdan sonra Türk Ocağı yazısı bina girişindeki yerini almıştır.
    İlginize tekrar teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
    (Yücel Hacaloğlu, Genel Baflkan Yardımcısı)
     
    YILIN SÖZLERİ (1):
    1- Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla sana söylediklerimin, yazdıklarımın hepsi tamamı yalan.
    Sensiz yapamadığımdır, seni sevdiğim, özlediğimdir gerçek, doğru olan (18.12.2008)
    2- Artık eskisi gibi; kızmayacağım, kırmayacağım, kırılmayacağım,
    Yanlışlarımı tekrarlamayıp, düzeltme çabası ve yorgunluğu içinde olamayacağım,
    Tüm delil ve tanıklarımla, vicdanımda kurduğum mahkemede, mutlaka berat edip aklanacağım. (19.12.2008)
    3- İsimsiz yazılanlar; olaylar, konu veya konulardan haberleri olanlarca, 50 veya 100 kişi tarafından bilinerek okunur, yorumlanır,
    İsimli yazılanlar, gönderilen 350 yayın organının sayfa ve sütunlarında, 8-10 bin hatta daha fazla kişi tarafından, bilinerek, hatırlanarak okunur. (20.12.2008

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     07

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR ANLATIM ZENGİNLİĞİ
    www.isakayacan.blogspot.com
    Anlatımlar vardır zenginlik içindedir. Anlatımlar vardır kısırlık içindedir… Bu anlatımlar hem düz yazıyla, hem de şiirle olunca zenginlik kazanır, anlam kazanır. 1958 yılında yazdığım, doğduğum köyün o gün ki genel görünümünü” dile getiren, duyduklarımı, hissettiklerimi dile getiren “Ece Köyünde Akşam” şiirimin yazılış öyküsünü kaleme alırken epey zorlanmıştım. Yani hem yazıyla, hem şiirle yapılan anlatımlar zordur, sıkıntılıdır. Ama yazıldıktan, anlatıldıktan sonra her iki bölümdeki genel görüntüyle keyiflenirsiniz.
               
    ŞÖYLE GİRİVERSEN KAPIMDAN
    Yıllarca Burdur ilimizde çalışan, sonra Isparta ilimize naklen geçen, tayinen geçen Fatma Uçarlar, Eylül 2008’de yayınladığı “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” adlı, şiir kitabında yer yer şiirlerinin anlatımlarını da sayfalara aktarmış. Bir başka kitabının adı olan “Şöyle Giriversen Kapımdan” başlığıyla ortaya koyduğu genişçe, uzunca bir anlatımı var. Sonra, şiirle ortaya koyduğu duyguları geliyor. Bitimi, bitirilişi yine yazılı anlatımın..
    “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” adlı kitabın 55,56 ve 57 nci sayfalarında yer alıyor bu anlatım efendim:
    “Biliyorum, şu an bana ulaşmak için yollardasın. Aklın sıra yola çıkacağını  hissetmemem için az önce aradın ve her zaman ki rutin konuşmaların gibi havadan, sudan bahsettin. Ama biliyorum, sürpriz yapıp ansızın karşımda oluvereceksin. Yapmak istediğin sürprizi bozmamak için, ben de gelecek misin? diye sormadım. Az önce seni aradım, telefonunda aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor, sinyal  sesinden sonra mesajınızı bırakın iletisini dinledim. Anlıyorum ki, yollardasın ve ararım düşüncesiyle yola çıktığını bilmem için telefonunu kapattın” diye başlıyor Fatma Uçarlar anlatımı… Sonra, Gar Müdürlüğü aranıyor, trenin kaçta hareket ettiği öğreniliyor, sabah kaçta gelinebileceği-gelebileceği hesabı yapılıyor.
    Bir ara istasyonda karşılayıp sürprizi bozmak istiyor Fatma hanım. Ama süprizin tadını kaçırmamak için vazgeçiyor. Beklediğinin, sabah eve mis gibi börek kokuları içinde girmesini istiyor. Başka hazırlıklarını da yapmak aklından geçiyor. Beklediğinin önceki zamanlarda telefon konuşmalarından rahatsız olduğunu hissediyor, “hasta mısın?” sorusuna “hayır” cevabını alıyor. “Sen de uykuya dalmışsındır ve bir an önce sabah olsun istiyorsundur. Sabah kavuşmak üzere iyi geceler yakışıklım” diye bu bölümün noktasını koyuyor.
    Ayak seslerinin kapısı önünde durmasını, zilinin basılmasını, kapısının iki kez tıklatılmasını istiyor. Tren gelmiş olmasına rağmen, beklediğinin gelmeyişini hayretle karşılıyor. “Neden gelmedin?, taksi mi bulamadın? Anca mı geleceksin?. Yoksa çiçek almak için mi oyalanıyorsun?. Bilmiyor musun en güzel hediye de çiçek de sensin” diye devam ederken, “Hadi gel! Zile de basma, çıkar anahtarını kendin aç evimizin kapısını” dedikten sonra duygularını mısralara döküyor Fatma Uçarlar:
     
    Şöyle giriversen kapImdan,
    Şaşiriversem geldiğine,
    Yüreğim çıkıverecek gibi olsa boğazımdan,
    Elimden ayağımdan can çekilse,
    Oturup kalsam,
    Dilim tutulsa, konuşamasam,
    Şöyle giriversen kapımdan..
    Yazının, anlatımın bitişi, bitirilişi: Ben mi yanlış duyuyorum? Bu ayak sesleri senin, evet senin ayak seslerin, tamam anahtar da kilitte dönüyor, dayanamayacağım artık kapıyı açacağım. Hoş geldin, oğulcuğum, hoş geldin…
     
    YILIN SON HABERİ:
    Gazeteci-Yazar İsa Kayacan’a 209.cu plaket, kısa adı SAKÜDER olan “Sanat ve Sanatkârlar Topluluğu” Derneği’nden geldi. Söz konusu plakette yazılanlar:
    Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan; Cumhuriyetimizin 85. ci yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlemiş olduğumuz “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu şiir yarışmamızda Jüri Üyesi olarak katkılarınız nedeniyle, teşekkürlerimizi sunarız. (Sevgi Eser, SAKÜDER Yönetim Kurulu Başkanı-24 Aralık 2008, Ankara)

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     08

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SEVİNÇ DOĞANCAN GÜVEN’DEN İSMET İNÖNÜ’YE
    www.isakayacan.blogspot.com
    Sevinç Doğancan Güven şair, yazar, ressam. Yazdıkları, yayınladıkları dikkat çekiyor, göz dolduruyor.
    Bir zarf dolusu şiiri geldi geçenlerde Sevinç hanımın. Bunlar içinde, rahmetli İsmet İnönü’ye gönderi, gönlüyle söyleşileri, Çanakkale anlatımları, arayışları, askerlere yazılan mektupları, artılar-eksiler var mısra mısra şekillenmiş.
     
    İSMET İNÖNÜ’YE GÖNDERİ
    Sevinç Doğancan Güven, rahmetli İsmet İnönü’ye duygularını gönderiyor, sonunda da acele cevap bekliyor. Önce selam gönderiyor, mübarek ellerinden öpüyor İsmet İnönü’nün. Doğu şivesiyle “Nasılsın iyi misen? diye soruyor. 
     
    Şehrin tüm ışıkları,
    Yandı paşam,
    Bizleri soriysan,
    Karanlıklar, sisler içindeyiz.,
     
    Diyerek, Ankara’nın suskunluğundan rahatsız olduğunu dile getiriyor. Ankara’nın mahsunluğu, Kalenin küskünlüğü, Türk bayrağının üzgünlüğü karşısındaki sıkıntılarını birbir sayıyor Sevinç Doğancan Güven.
     
    Ötede Tunalı..
    Tunalı, renk cümbüşü,
    Kırmızı, turuncu, mor, sarı,
    Paşam, Tunalı bir düş..
    Genç kuşağın otağı,
    Ve de varsılların moda sarayı..
     
    Mısralarıyla yakınmalarını sıralamaya devam ediyor Sevinç hanım. Bugün, Altındağ’ın, Çankaya’nın ve Ankara’nın tüm semtlerinin, mahallelerinin, şehrin bütününün tanınacak halde olmadığını sıralıyor, sıralıyor. Sonra mısralara dökülen duygularıyla karşılaşmamız sürüyor:
     
    Keçiören ocak olmuş, yanıyır,
    Etlik onulmaz yara, kanıyır,
    Atam, Bahçeli’de,
    Rasattepede,
    Kırgın-üzgün,
    Boylu boyunca yatıyır.
     
    Ankara’nın derdi her geçen gün arttığı için, bu sıkıntıların sıralanışında zorlanıldığını dile getirerek; “Başkent’ten /binlerce saygı, selam Paşam/ Nurlarda yatsın Atam/Oğullarım, askerlerim, Makbule anam/Nurda yatsın Mevhibe anam” dedikten sonra, gönderinin sonuna geliniyor ve şöyle bitiriliyor efendim:
     
    Nemleketim cennet ama,
    Milletimdir cayır cayır yanan,
    Paşam
    Mektubu hürmetle sonliyrem,
    Hemi de,
    Acele cevap bekliyrem…
     
    Sevinç Doğancan Güven’e İsmet İnönü’den cevap gelirse ve bu cevap bize ulaştırılırsa, o cevaptan da sözederiz inşallah!
    YILIN SON HABERİ:
    Gazeteci-Yazar İsa Kayacan’a 209.cu plaket, kısa adı SAKÜDER olan “Sanat ve Sanatkârlar Topluluğu” Derneği’nden geldi. Söz konusu plakette yazılanlar:
    Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan; Cumhuriyetimizin 85. ci yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlemiş olduğumuz “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu şiir yarışmamızda Jüri Üyesi olarak katkılarınız nedeniyle, teşekkürlerimizi sunarız. (Sevgi Eser, SAKÜDER Yönetim Kurulu Başkanı-24 Aralık 2008, Ankara)

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     09

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KÜTÜPHANE; HEM TEFENNİ’DE, HEM ECE’DE OLMALI
    www.isakayacan.blogspot.com
    Doğup büyüdüğüm, manevi borcumun bulunduğu Burdur ili, Tefenni ilçesi Ece Köyün deki “İsa Kayacan Kütüphanesi”nin açılışını 01 Kasım 2008 tarihinde gerçekleştirdik. Burdur’un değerli Valisi Sayın İbrahim Özçimen başta olmak üzere, Burdur merkez ve Tefenni Protokolünün katılımıyla açılan kütüphane, karar verdiğim 2007 yılının Ekim ayından başlamak üzere bir yıl için de oluştu ve 7 bin 635 kitap, dergi antoloji, ansiklopediyle açıldı.
    TEFENNİ’YE DAHA ÇOK YAKIŞIRMIŞ!..
                Tefenni ilçemiz merkezinde, rahmetli dostum Yunus Serttaş’ın  31 Ekim 1975 tarihinde kurduğu ve halen yayınlanan “Tefenni’nin Sesi” Gazetesinin 03 Aralık 2008 tarih ve 1765 nci sayısında, Halk Eğitim Müdür Yardımcılığı görevini yürüttüğünü öğrendiğim ve gazetede “Alice’den Söyleşiler” gerçekleştiren Ali Gül’ün “Oradan, buradan, şuradan” başlığı altında “çeşitleme” diyebileceğim bir yazısı, yorumlar bütünü yayınlandı. Kendisiyle de telefonla görüştüm, yorumu üzerinde fikir alışverişimiz oldu. Ali Gül hemşehrim, Ece Köyü’nde bu kütüphanenin işleyemeyeceğini, yararlı olamayacağını savunuyor. Önce söz konusu yazının kütüphane bölümünde yer alanları aşağıya aynen nakletmek istiyorum (Ece Köyü’nün nüfusunun 100 değil 159 olduğu değişikliğini yaparak)
    Ali Gül’ün görüşleri:
    “Bu arada geçen ay Tefenni’nin yetiştirdiği değerli insan, gazeteci ve yazar İsa Kayacan Ağabeyimiz köyüne kütüphane açtı. İşte ilk duyduğumda kendi kendime yine yanlış yapılıyor diye düşündüm. Yine Tefenni’de olması gereken bir kütüphanenin 100 nüfuslu bir köyde ne işi var diye düşündüm. İsa ağabeyimiz öyle uygun görmüş artık yapılacak bir şey yok. Tefenni’de bu konuyu birkaç kişi ile konuştum. Hemen hemen herkeste benim gibi düşünüyordu.
    Açılışa gidemediğim için aslında çok da söz söyleme şansım yok. Ama gidenlerden ve basından açılış ile ilgili bilgiler aldım. Çok güzel bir program olmuş. Üst düzey bürokratlar katılmış. Açılış Ece köylüler ve İsa Ağabey için güzel bir hatıra olarak hatırlanacaktır. Tamam, köyüme böyle bir kütüphane açmak istedim diyorsan diyeceğim yok. Ama bence Tefenni’ye bu kütüphane çok daha güzel yakışırdı İsa Ağabey. Neden mi?
    Bir kere Ece Köyü’nde okul yok ve öğrencileri merkeze taşıma sistemi ile geliyorlar.
    Ece Köyü’nde İlköğretimde ve lise de okuyan öğrenci sayısı 15 ile 20 arasında olsa gerek.
    Bu kütüphanenin her gün açık olacağını düşünemiyorum. Sanırım belli saatlerde açılacak ki oda öğrencinin ve halkın müsait olduğu zaman olur mu? Zor diyesim geliyor.
    Bu kütüphane merkezdeki okulların bünyesinde olmasının çok daha faydalı olacağı da aşikardır.
    Hatta ilçemizde açılacak olan Meslek Yüksek Okulu’nun bünyesinde olsaydı çok daha güzel olurdu. Oraya da şöyle güzelce sizin isminizi yazardık ve kütüphanenin işlerliğini de sağlamış olurduk.
    Bence Ece Köyü’nde öncelikle öğrencilerin faydalanabileceği bir internet bağlantısı olan 3 bilgisayar ve çıktı alabilecekleri bir yazıcı olması çok daha iyi olurdu. Bu bilgisayar odası çocukların okuldan geldiği zamandan saat 21.00 e kadar açık kalacaktı. Bu konuda köyün imamı da buradan sorumlu olursa çok daha güzel olurdu. Okumak için hafta içi servisle, hafta sonu kurslarına ise kimi zaman yaya, kimi zaman traktörle, kimi zaman diğer araçlarla her gün ilçemize gelen Meltem ASLAN gibi kızlarımız içinde çok güzel bir eğitim kaynağı olurdu. Kızma İsa Abi sadece benim düşüncelerim bunlar naçizane.”
     
    TEFENNİ İLÇE HALK KÜTÜPHANESİNE GÖNDERİLENLER
                Kasım 2008 itibariyle, Burdur ağırlıklı olmak üzere ülkemiz geneline ve yurtdışındaki bazı kuruluşlara bağışladığım kitap ve dergi sayısı 28 bin 895’e ulaştı. Bunların 6 bin 127’si Burdur merkez ve ilçelerindeki kitaplık ve kütüphanelere Burdur İl Halk Kütüphanesine 5 bin 978 kitap ve dergi, Tefenni İlçe Halk Kütüphanesine 2 bin 850 kitap ve dergi bağışında bulundum.
    Bu bağışlar, Ankara’da Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğüne listeler halinde, detaylı doküman yapılarak, tutanakla ilgili Genel Müdürlük personeline, Burdur merkez ve Tefenni’deki kütüphanelere ulaştırılmak üzere evimden alındı, gönderildiler.
    69 paket kitap ve derginin alındığına ilişkin, zamanın Genel Müdürü Hasan Duman imzasıyla tarafıma yazılan yazıyla teşekkür edildi. Tarih 09.01.1997
    Günlerden bir gün Tefenni’deki ilçe Halk Kütüphanesine yolum düştü. Bağışladığım kitapların kolilerinin açılmadığını görüp, akıbetiyle ilgili bilgi alamadım. “Tefenni’de masallaşan kitaplar” başlığıyla bir yazı yayınladım. 13.06.2002 tarihinde yayınlanan yazımı, Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğüne bir üst yazıyla gönderdim.
    Bu arada anılan yazı Burdur gazetelerinde de yayınlandı. Hatta Burdur gazetesinin 05.10.2002 tarihli sayısında, “Gazeteci-Yazar İsa Kayacan isyan ediyor” başlıklı bir başka haber yer aldı.
    O günün Burdur Valisi Kadir Koçdemir imzasıyla bana gelen yazıda, konunun Tefenni Kaymakamlığına intikal ettirilerek, kitapların akıbeti hakkında bilgi istendiği bildirildi.
    Sonuçta, kütüphane çalışanları “işimizi artırıyorsunuz” şeklinde düşünmüş olacaklar ki, oturup 2 bin 850 kitap ve dergiyi, kendi ölçülerine göre değerlendirmişler “seri noksan, bu konuda yayın var” gibi gerekçelerle 2 bin 850 rakamını 514’e indirmişler ve bana cevap verilmesini sağlamışlardır.
     
    TEFENNİ’YE DE KÜTÜPHANE AÇARIZ
    Tefenni İlçe Halk Kütüphanesinin, bağışlara bakışıyla ilgili genel görüntü yukarıda verildi. Şimdi Tefenni’de açılacak Yüksek Okul için böyle bir kütüphane gerekli olabilir. Tefenni merkezindeki okulların yararlanması sağlanabilir.. Ama benim manevi borcumun olduğu Ece Köyü’ne açılan kütüphaneyle ilgili “yanlış olmuştur, orada işlemez” gibi ifadeleri doğru bulmuyorum.. Gelin oturup konuşalım ve Tefenni’de açılacak kütüphaneyle ilgili hazırlıklara başlayalım… Bu Kütüphane Belediye bünyesinde mi olacak? Yoksa İlçe Halk Kütüphanesi içerisinde mi olacak? . Ama İlçe Halk Kütüphanesinin bağışlara bakışı yukarıda anlatıldı… Yazmak, konuşmak, eleştirmek kolaydır..Ya sonrası!..
     
    YILIN SÖZLERİ (2):
    1- Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı ve kucaklaşmalıyız,
    2- Milli davalar, sözle, tek gözle değil; çift gözle, fiiliyat olarak izlenmeli ve değerlendirilmelidir (İsa Kayacanı
    3- Yazılar, kitaplar, yazarın çocukları gibidir. Yaramaz, uslu, akıllı, esmer, sarışan, güzel, çirkin, tembel, çalışkan, nitelikleri ne olursa olsun, çocuklarını sever, analar, babalar. Gönüllerinde her çocuğun ayrı, özel bir yeri vardır. Şiirlerim, yazılarım, benim sevgili çocuklarım ve torunlarım gibidir (Mustafa Kemal Yılmaz-Ankara)

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     10

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÇAĞDAŞ AZERBAYCAN ŞİİRİ
    www.isakayacan.blogspot.com
    Azerbaycan çıkışlı yayınlar, yazılar yanında, Azerbaycan çıkışlı olup, Türkiye’de günyüzü gören, yayınlanan kitaplar da var. Bunlardan biri, merkezi Ankara’da bulunan Bengü Yayınları arasında günyüzü gören “Çağdaş Azerbaycan Şiiri” adlı antoloji. Azerbaycanlı şairlerden pek çoğunun kısa biyografileri yanında, şiirlerinden örnekler verilmiş.
    Proje yönetmeni; Ekber Goşalı. Editörler: Ekber Goşalı, İmdat Avşar, Aktarmalar: Resmiye Sabir, Oktay Hacımusalı, Namık Hacıhaydarlı.
    Kısa adı DGTYB olan, Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği’nin Başkatibi Nergiz Cabbarlı’nın takdimi, sunuş yazası var uzunca. Cabbarlı sunuşunun bir yerinde: “Bu kitaptaki şiirler, belli bir yaşta ve belli bir edebi akıma mensup şairlerin şiirleri değildir. Bu antolojide, bugün Azerbaycan’da yaşayan ve eserler veren, çok farklı edebi akımlara mensup şairlerini okuyabilirsiniz” diyor, antolojiyle ilgili açıklık getiriyor.
    İçindekiler bölümünde, şairin adı soyadı yanında, şairlerin isimlerinden de söz edilmiş. Şairlerin-şairelerin isimleri üzerine bir göz atalım, buyurun:
    Elçin İskenderzade, Mübariz Mesimoğlu, Elbariz Memmedli, Ekber Goşalı, Resmiye Sabir, İlgar İlkin, Hamlet Kazımoğlu, Fuzuli Sabiroğlu, Oktay Hacımusalı, Seher, Zahir Ezemet, Elçin Mirzebeyli, Qulu Akses, Melahat Yusufkızı, Ali Rıza Hasret, Aydın Efendi, Ay Nur, Celil Cavanşir, Faik , Gülhare Cemalettin, Nafız Hacıhalil, Hatıra, Hayat Şemi, İbrahim İlyaslı, Elhan Zal, İtimat Baskeçit, Mina Reşit, Mahir Mehdi, Namık Delidağlı, Namık Hacıhaydarlı, Naringül, Ali Şirin Şükürlü, Sevinç Pervane, Şafak Sahipli, Alemdar Cabbarlı, Vasif Süleyman, Ulvi Bunyatzade, Faik Balabeyli, Nizami Aydın, Kemale Nesrin, Kısmet.
    Bu şairler ve şaireler içinde tanıdıklarım var, görüşüp merhabalaştıklarım, kitaplarından önceki yazılarımda bahsettiğim, sözettiklerim var. 150 sayfalık “Çağdaş Azerbaycan Şiiri” adlı antoloji içinde yeralanların şiirlerinden kısa kısa bölümler almak, nakletmek istiyorum:
     
    ŞEHİT DÜĞÜNÜ (Elçin İskenderzade)
     
    Bu evin yüzü gülmez,
    Bu eve gelin gelmez,
    Ne yapsın şehit anası,
    Bir güzel ağlar komşuda,
    Ah, bu kız bir su sunası…
     
    BİZ TANRISIZ DOĞMADIK (Ekber Goşalı)
     
    Eller duaya açıldı,
    Mübarek gökyüzüne,
    Yaşamı boyunca,
    Hep yaratmış kişinin,
    Ruhu dolaşır,
    Gökyüzünde.
     
    İLAHİ SEVGİ (Resmiye Sabir)
     
    Ben eriyen mumların,
    Kimsesiz akşamların,
    Ölümüne ağladım.
    Anne, sense benim gözyaşlarıma..
     
    Yer sınırlılığı nedeniyle, Azerbaycan’lı öteki şairlerin ve şairelerin şiirlerinden örnekler veremedim. Özür dilerim efendim.
     
    YILIN SÖZLERİ (2):
    1- Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı ve kucaklaşmalıyız,
    2- Milli davalar, sözle, tek gözle değil; çift gözle, fiiliyat olarak izlenmeli ve değerlendirilmelidir (İsa Kayacanı
    3- Yazılar, kitaplar, yazarın çocukları gibidir. Yaramaz, uslu, akıllı, esmer, sarışan, güzel, çirkin, tembel, çalışkan, nitelikleri ne olursa olsun, çocuklarını sever, analar, babalar. Gönüllerinde her çocuğun ayrı, özel bir yeri vardır. Şiirlerim, yazılarım, benim sevgili çocuklarım ve torunlarım gibidir (Mustafa Kemal Yılmaz-Ankara)

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    11

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YILIN SÖZLERİNDEN SONRA
    www.isakayacan.blogspot.com
    Genel bir değerlendirmeyle ortaya konulanlar. Bunların artı ve eksileriyle karşılaşılan sonuçlar. “Vicdan Mahkemesi”nde hakim önüne çıkıp, yanlışları-hataları karşısında “özür dileyenler”in mahkeme kararı ve sesleri karşısında suskunluk ve ısrarlılık içine girmenin ne derece doğru olduğu tartışılabilir…
    Yılın sonunda, ortaya konulan sözler, nelerdir, ne anlam ifade etmektedirler?. Birlikte okuyalım, birlikte yorumlayalım buyurun:
     
    YILIN SÖZLERİ:
    1- Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla sana söylediklerimin, yazdıklarımın hepsi tamamı yalan.
    Sensiz yapamadığımdır, seni sevdiğim, özlediğimdir gerçek, doğru olan (18.12.2008ı
    2- Artık eskisi gibi; kızmayacağım, kırmayacağım, kırılmayacağım,
    Yanlışlarımı tekrarlamayıp, düzeltme çabası ve yorgunluğu içinde olamayacağım,
    Tüm delil ve tanıklarımla, vicdanımda kurduğum mahkemede, mutlaka berat edip aklanacağım. (19.12.2008ı
    3- İsimsiz yazılanlar; olaylar, konu veya konulardan haberleri olanlarca, 50 veya 100 kişi tarafından bilinerek okunur, yorumlanır,
    İsimli yazılanlar, gönderilen 350 yayın organının sayfa ve sütunlarında, 8-10 bin hatta daha fazla kişi tarafından, bilinerek, hatırlanarak okunur. (20.12.2008ı
    4- Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı ve kucaklaşmalıyız,
    5- Milli davalar, sözle, tek gözle değil; çift gözle, fiiliyat olarak izlenmeli ve değerlendirilmelidir (İsa Kayacanı
    6- Yazılar, kitaplar, yazarın çocukları gibidir. Yaramaz, uslu, akıllı, esmer, sarışan, güzel, çirkin, tembel, çalışkan, nitelikleri ne olursa olsun, çocuklarını sever, analar, babalar. Gönüllerinde her çocuğun ayrı, özel bir yeri vardır. Şiirlerim, yazılarım, benim sevgili çocuklarım ve torunlarım gibidir (Mustafa Kemal Yılmaz-Ankara)
     
    GÜL KARDEŞİM, ÜZGÜN GÖRMEK İSTEMEM (Mustafa Ertaş)
     
    Avuçların açık elin havada,
    Yüzün mahsun, mahsun gönlün duada,
    Gel gezelim Taşeli’nde ovada,
    Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
     
    Yüz yirmi dört kitap imzanı attın,
    Balsın, süzülmüşsün kültüre kattın,
    Görmeyeli hep dost neyledin nettin?
    Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
     
    Kitap göndermişsin elime aldım,
    Birem, birem okudum derine daldım,
    Söyle bu dünyaya ben niye geldim.
    Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
     
    Mal verdi, mülk verdi hepisi yalan,
    Bir mezardan başka, yok elde kalan
    Varmı şu dünyanın ötesini bilen?
    Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
     
    Gülmek en güzeli, bilmek ötesi,
    Peygamberimizin evrende sesi,
    Bırakalım can dost ağıtı yazı,
    Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
     
    Doğum Ece köyü, yaşam Ankara,
    Gece gündüz hep yalvara yalvara,
    Çok dualar ettim, düşmezsin dara,
    Gül kardeşim, üzgün görmek istemem.
     
    Eserini aldım, sağlıklı sağ ol,
    Vatan’a hizmetten başka var mı yol?
    Saygı, sevgi, selam, gönderdim bol bol,
    Gül kardeşim, üzgün görmek istemem,
     
    Ertaş der ey dostum, İSA KAYACAN,
    Beni benden aldı gel gör heyecan,
    Lale, sümbül gibi gönlünü açan,
    Gül kardeşim, üzgün görmek istemem
    Mustafa ERTAŞ (Araştırmacı-Yazar, 19.10.2008 – Konya)

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     12

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ŞEHİRLER, ŞEHİRLERİMİZ
    www.isakayacan.blogspot.com
    Şehirler, şehirlerimiz… Kentler, kentlerimiz. Her iki başlıkta geçerli.
    Şu veya bu nedenle gerçekleştirilen seyahatler sonunda görülen, gezilen şehirlerimizin, yerleşim birimlerimizin satırlara, mısralara dökülerek anlatımları geniş kareli fotoğraf çekimi, sergilenmesi, albümlere yerleştirilmesi gibidir. Fatma Uçarlar, şair ve yazar. Her gittiği yerle ilgili, yerleşim birimiyle ilgili gördüklerini, duygularını sayfalara, mısralara aktarıyor.
    -“Çocukluğumdan beri Türkiye hatırasını incelerken, Ege Denizi ile Akdeniz’in birleştiği yer olan Datça ve Bodrum yarımadaları ile Karadeniz’e burnunu biraz fazlaca sokmuş olan Sinop’un bulunduğu bölge, daha doğrusu Doğu Karadeniz Bölgesi en çok ilgimi çekerdi” (Bir Sevda oldun yüreğimde’nin girişiı
    -“Fazla yağmur almayan Şebinkarahisar’ın havası bize oyun oynamıştı/Giresun’a kadar gittikten sonra Trabzon’u Sümela’yı görmesek olur mu?” İki cümleyi, iki paragrafın anlatım hazırlıkları Fatma Uçarlar’dan.
     
    ISPARTA GÜLÜ
    Fatma Uçarlar’ın altı dörtlükten meydana gelen “Isparta Gülü” başlıklı şiirinde Isparta anlatılıyor. Isparta ile ‘gül’ün bütünleştiği noktasından hareket edilerek bir dörtlüğünde şöyle anlatılıyor:
     
    -Bülbül figân eder, dalda yaprakta,
    Büyür Isparta gülü, dağda, toprakta,
    Gülyağı damla damla, akar imbikte,
    Yârin yollarına ser, Isparta gülü…
     
    Fatma Uçarlar, yıllarca görev yaptığı Burdur’dan da sıkça sözeder şiirlerinde. Duygularını ortaya koyar içten, samimi; anlamlı;
     
    BURDUR
    Ben sende Burdur’u gördüm,
    O yüzden sevdam sana değildi,
    Kollarını açtığın an,
    Bir kolunda Tefenni’yi,
    Bir kolunda Ağlasun’u gördüm,
    Bu yüzden sevdim bu kolları,
    Ben bu kollarda tüm  Burdur’u sevdim..
    Benim sevdam Burdur’aydı,
    Ben sende Burdur’u sevdim, Burdur’u..
    Arkasından Yozgat ilimiz gelir. “Kayboldum Yozgat ilinde” başlığıyla Fatma Uçarlar, avuç içi kadar Yozgat’ta kaybolur. Demek ki görünüm genişliği var. Yozgat’ın.
     
    YOZGAT
    Annemin sevdiği türkü dilimde,
    Bozok Yaylası’nda yürür dururum.
    Vatanımın güzel Yozgat ilinde,
    Tarihime içten selam dururum.
     
    Bir başka kentimiz, Bodrum’da görürüz Fatma Uçarlar’ı. Bodrumla ilgili duygularını da dile getirir uzunca şiiriyle. Bir dörtlüğü bu şiirin:
     
    BODRUM
    Beyaz iki katlı, evlerin hepsi,
    Kalenin üstünde mehtabın tepsi,
    Denizin dalgasız, suyun ipeksi,
    Yüreğim sevdaya daldı, sevindim. .
     
    YILIN SÖZLERİ (1):
    1- Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla sana söylediklerimin, yazdıklarımın hepsi tamamı yalan.
    Sensiz yapamadığımdır, seni sevdiğim, özlediğimdir gerçek, doğru olan (18.12.2008)
    2- Artık eskisi gibi; kızmayacağım, kırmayacağım, kırılmayacağım,
    Yanlışlarımı tekrarlamayıp, düzeltme çabası ve yorgunluğu içinde olamayacağım,
    Tüm delil ve tanıklarımla, vicdanımda kurduğum mahkemede, mutlaka berat edip aklanacağım. (19.12.2008)
    3- İsimsiz yazılanlar; olaylar, konu veya konulardan haberleri olanlarca, 50 veya 100 kişi tarafından bilinerek okunur, yorumlanır,
    İsimli yazılanlar, gönderilen 350 yayın organının sayfa ve sütunlarında, 8-10 bin hatta daha fazla kişi tarafından, bilinerek, hatırlanarak okunur. (20.12.2008)

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     13

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ABDURRAHİM KARAKOÇ
    www.isakayacan.blogspot.com
    Zaman zaman, şairlerimizden, yazarlarımızdan sözettiğim oluyor. Bu seri de onlardan biridir. Ankara’da, 29 Kasım 2008 tarihinde gerçekleştirilen “Altındağ’da Şiir Akşamları” programında yer alanlardan:
     
    ABDURRAHİM KARAKOÇ
    1932 yılında Elbistan’da doğdu. Edebiyatla, özellikle şiirle iç içe bir aileden gelmektedir. Şair olan dedesi ve babasının etkisiyle küçük yaşlardan beri şiire ilgi duymaya ve yazmaya başladı. Ayrıca kardeşleri de kendisi gibi küçük yaşlardan beri şiir yazmaktadır.
    Gençliğinde uzun yıllar çiftçilik yaptıktan sonra Elbistan Belediyesinde (1958–1985ı muhasebeci olarak çalıştı. Emekli olduktan sonra Ankara’ya yerleşerek gazeteciliğe başladı.
    1958 yılına dek yazdığı yüzlerce şiiri yakıp yok eden Karakoç aynı yıllarda yazmaya başladığı değişik düşünce ve yorumları içeren “Hasan’a Mektuplar” (1964ı adlı ilk kitabını yayımladı.
    Sonraki yıllarda ise şiirlerinin bir bölümünü topladığı, “Akıl Karaya Vurdu”, “Vur Emri”, Beşinci Mevsim”, “Suları Islatamadım”, “Kan Yazısı”, Gök Çekimi”,”Dosta Doğru” ile sohbet, mektup ve röportajlardan oluşan “Çobandan Mektuplar” adlı kitapları yayımlandı. Bu kitaplardan bazıları yaklaşık 20 baskı yaptı.
    Çeşitli radyo ve televizyon programlarına katılan Karakoç’un şiirleri bugüne dek birçok araştırmada aktarıldı.
     
    MİHRİBAN (Aşk)
     
    Sarı saçlarına deli gönlümü
    Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban,
    Ayrılıktan zor belleme ölümü
    Görmeyince sezilmiyor Mihriban,
     
     ‘Yar’ deyince, kalem elden düşüyor
    Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
    Lambamda titreyen alev üşüyor
    Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban.
     
     
    Önce naz, sonra söz ve sonra hile…
    Sevilen, seveni düşürür dile
    Seneler, asırlar değişse bile
    Eski töre bozulmuyor Mihriban.
     
    Tabiplerde ilaç yoktur yarama
    Aşk deyince ötesini arama
    Her nesnenin bir bitimi var ama
    Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.
     
    Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne
    Kar koysan köz olur aşkın külüne…
    Şaştım kara bahtın tahammülüne
    Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.
     
    Tarife sığmıyor aşkın anlamı
    Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
    Bir kördüğüm baştan sonra
    Tamamını çözemedim…
    Çözülmüyor Mihriban.
     
     
    DUA
    Kur’an’ın ismi Azam’ın hürmetine
    Bizlere rahmet ver, rahmet ver Allah’ım
    Türk Milletine ve İslam Ümmetine
    Huzur ver, sükun ver, rahat ver Allah’ım
     
    İlk Şehit, ilk emir, son haber hakkına
    Gazilerin akıttığı, ter hakkına
    Ve Habibin olan Peygamber hakkına,
    Tövbe ver, fellah ver, necat ver Allah’ım
     
    Beşeriz şaşarız. Sen şaşırtma bizi
    Gurur, kibir verip te, şişirme bizi
    Nefsimizin peşine, düşürme bizi
    İlim ver, İrfan ver, sanat ver Allah’ım
     
    Yarab! Rahmetin gazabından büyüktür
    Talebim ne şöhret, ne mal, ne de mülktür
    Zayıflık, acizlik sırtımızda yüktür
    İman ver akıl ver, sıhhat ver Allah’ım
     
    Bilsek te, bilsek te gene bilmek için
    Hatadan, günahtan dönebilmek için
    Küfür ile zulmü gene bilmek için
    Nusret ver, derman ver, takat ver Allah’ım.
     
    Hem dünya, hem ahirette yakma bizi
    Kerem kıl, rahmetinle kucakla bizi,
    Kin alış-verişinden Sen sakla bizi
    Sevgi ver, saygı ver, şevkat ver Allah’ım
     
    Yalnızca Sana inanan Sana bağlı
    Senin Resul’ün olan Sultana bağlı
    Gönlüyle, bedeniyle Kuran’a bağlı
    Komşu ver, gardaş ver, evlat ver Allah’ım
     
    Kirden, küfürden aranıp, yunmamıza
    Benlik atına binersek, inmemize
    Yanlış yola saparsak, dönmemize
    Zaman ver, imkân ver, fırsat ver Allah’ım
     
    Gadirsin, Ganisin mülkün de yok değil
    Ver bize helal ne istersek, çok değil
    Beşikten mezara kadar uzak değil,
    Azim ver, sabır ver, sebat ver Allah’ım.
    Abdurrahim KARAKOÇ(Ankara)
     
    YILIN SÖZLERİ (1):
    1- Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla sana söylediklerimin, yazdıklarımın hepsi tamamı yalan.
    Sensiz yapamadığımdır, seni sevdiğim, özlediğimdir gerçek, doğru olan (18.12.2008)
    2- Artık eskisi gibi; kızmayacağım, kırmayacağım, kırılmayacağım,
    Yanlışlarımı tekrarlamayıp, düzeltme çabası ve yorgunluğu içinde olamayacağım,
    Tüm delil ve tanıklarımla, vicdanımda kurduğum mahkemede, mutlaka berat edip aklanacağım. (19.12.2008)
    3- İsimsiz yazılanlar; olaylar, konu veya konulardan haberleri olanlarca, 50 veya 100 kişi tarafından bilinerek okunur, yorumlanır,
    İsimli yazılanlar, gönderilen 350 yayın organının sayfa ve sütunlarında, 8-10 bin hatta daha fazla kişi tarafından, bilinerek, hatırlanarak okunur. (20.12.2008)

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     14

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    NAZLI’NIN BUZ PATENİ ŞAMPİYONLUĞU
    Her canlı, hareket ediyor, düşünüyor, hedef veya hedefler tespit ediyor. Bu hedeflerin ulaşılması için gayret gösteriyor.
    Nazlı Aykut torunum. Gelecek için hayalleri var, hedefleri var. Düşünce bazından eyleme dönüştürmek istiyor. Başlangıç çalışmaları var düşündükleriyle ilgili. Başarılı görünüyor maşallah. Bir masal anlatımıyla dile getirdiklerinden Nazlı’nın:
    BUZ PATENİ SEVGİSİ
    Nazlı buz pateni sevgisiyle ilgili şöyle bir düşünce oluşturmuş zihninde. Şampiyonluğa kadar gitmek istiyor. Buyurun Nazlı’nın anlatımından dinleyelim:
    Sevgili arkadaşlar; Merhaba. Benim adım Nazlı. Ankara, Özel Arı Okullarının 4-A sınıfında okuyorum. Şimdi sizlere buz pateniyle ilgili bir düşünce yumağı sunmak, anlatmak istiyorum:
    19 Şubat 1999 tarihinde çok karlı bir kış gününde Nazlı diye küçük bir kız çocuğu, daha henüz doğmamış, annesinin karnında doğmayı bekliyormuş. O gün annenin karnı sancılanmaya başlamış ve acilen hastaneye, doktora gitmişler. Anne ameliyat olmuş ve dünyaya “Nazlı” adında bir bebek gelmiş.
    Orada Nazlı’nın, babası, anneannesi, dedesi iki de teyzesi varmış. Nazlı’yı görünce hemen kucaklarına almışlar.
    Yıllar geçmiş ve bu kız büyümüş. 3 yaşında buz patenine merak salmış. Annesi O’nu 5 yaşında bir kulübe yazdırmış ve böylece devam etmiş. O gün bu kız, buz pateninde Dünya Şampiyonu olmak istemiş. Bu azmi ve kararlılığı O’nu şampiyonluğa yükseltmiş. İlk önce Türkiye şampiyonasında birinci olmuş ve daha sonraki yıllarda, Dünya Şampiyonluğuna katılmış. Dünya Şampiyonluğunda da birinci olarak, ülkesine madalya kazandırmış.
    NAZLI’NIN HEDEFLERİ
    Nazlı’nın yukarıdaki anlatımı kendisinin hayali ve hedefini gösteriyor. Çocukların, bütünüyle insanların hayali ve hedefinin, hedeflerinin olması ne güzel ve anlamlı değil mi?
    Gelecek düşüncesi, planları ve hedefleri olmayan insanların geleceği olabilir mi?
    NAZLI SORUYOR
    Nazlı bazı bilgiler derlemiş. “Bunları biliyor musunuz?” diye soruyor. Bunlarla ilgili bilgiler efendim. Buyrun:
    1- Elektrikli sandalye bir dişçi tarafından icat edilmiştir.
    2- Hindistan’da oyun kağıtları yuvarlaktır.
    3- Zürafaların ses telleri yoktur.
    4- 18 Şubat 1979 tarihinde Sahra Çölü’ne kar yağmıştır.
    5- Kangurular geri geri yürüyemezler,
    6- Yunuslar bir gözü açık uyurlar,
    7- Bir karınca kendi ağırlığının 50 katını taşıyabilirmiş.
    SONUÇ
    Torunum Nazlı Aykut’un dünyasında yer alanlar bunlar. O düşünüyor, gelecek için kendi çerçevesinde planlar yapıyor. Araştırıyor, derlemelerinin sonuçlarını arkadaşlarıyla paylaşıyor. Nazlı’nın gelecekte düşünceleriyle birlikte gelişmesi ve planladığı başarıların sahibi olması dileklerim ve tebriklerimle Nazlı’yı ve O’nun gibi düşünen çocuklarımızı kucaklıyorum efendim.
    Gönderen PROF. DR. İSA KAYACAN
     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    15

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BULGARİSTAN’DAN TUNA BOYU DERGİSİ
    www.isakayacan.blogspot.com
    Merkezi Bulgaristan’da bulunan “Goren Dunav Vakfı”nın yayınorganı olan “Tuna Boyu” dergisi dikkat çekmeye devam ediyor. Sözkonusu Vakfın, Türk ve Bulgar kültürünü araştırmalarıyla bilindiğini de kaydedelim.
    Tunaboyu Dergisi, iki ayda bir yayınlanarak 52 nci sayısına ulaştı. Eylül-Ekim 2008 aylarında ait 51, Kasım-Aralık 2008 aylarına ait 52 sayısı masamızda efendim.
               
    DERGİ SAYFALARINDA
    Tuna Boyu Dergisinin, “Goren Dunav” Bulgaristan’da Türk ve Bulgar Kültürünü Araştırma Vakfı adına sahibi ve yazı işleri müdürü: İsmail I. Kelov, yayın koordinatörü: Sarper Selhep, yayın danışmanı: Servet I. Osmanova.
    Derginin Halkla İlişkiler Müdürü: Zümrüt İsmailova, yayın kurulu var. Yurtiçi ve Türkiye temsilcileri var. Yazışma adresi: Paisiy Hilendarski sk. no: 11, 7163 Karan Vırbovka-Ruse-Bulgaristan.
    Tuna Boyu Dergisinin 51 nci sayısında, imzası görülenlerden: İsa Cebeci, Prof. Dr. Hamza Eroğlu, Dr. Sabri Ata, Prof. Dr. Hüseyin Memişoğlu, Latif Karagöz, Bayram Kuşku, Nazlı Raha Gürel, İsa Kayacan, İsmail Çavuş...
    52 nci sayıda imzası görülenlerden: M. Fuad Köprülü, M. Arslan Cumalı, Prof. Dr. Stoyan Andreev, İsmail Tunalı, M. Alev Kocamustafa, İsmail Çavuş, N. İbrahim Akbıyık, Hüseyin Özgür, Dr. Orlin Sıbev, Yılmaz Öztuna, Latif Karagöz, Sabri Alagöz.
    Tuna Boyu dergisinin sayfalarında geçmişten örnekler, kesitlerin verildiği araştırmalar çoğunlukta. Bunlardan biri:
    18 Ekim 1925 tarihinde imzalanan, Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan Krallığı arasındaki dostluk antlaşması efendim.
    Dr. Sabri Ata’nın, Batı Trakya şiirinde göç başlıklı araştırması, Prof. Dr. Hüseyin Memişoğlu’nun, Bulgaristan’da Türk-İslam Kültürü ve sanatı başlıklı yazısı, araştırması vermek istediğimiz örneklerin başında geliyor efendim.
    51 nci sayının 28 nci sayfasında, bendenizden sözediliyor. Başlık: Gazeteci yazar, şair, araştırmacı, editör Prof. Dr. İsa Kayacan için yazılanlar... Bu üç ayrı imza sahibinin görüşlerinin hemen altında bir “Teşekkür” eklemişler, Tuna Boyu Dergisi yayın kurumu imzasıyla. Bu teşekkür şöyle:
    Teşekkür: Bulgaristan’da “Goren Dunav” (yukarı Tuna), Türk ve Bulgar Kültürünü Araştırma Vakfı tarafından Türkçe olarak yayınlanan “Tuna Boyu” Dergisinin,  Türk basınında hakkında en çok yazı yayınlanan gazeteci-yazar, şair, araştırmacı Prof. Dr. İsa Kayacan’a, kendisiyle gurur duyduğumuz ve çalışmalarının devamını dilediğimizi “Tuna Boyu” Dergisi yayın kurulu (Tuna Boyu Dergisi, Eylül-Ekim 2008, Sayı: 51, Ruse-Bulgaristan)
    Efendim, ben de teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Milli davalar, sözle değil, fiiliyat olarak izlenmeli ve değerlendirilmelidir.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     16

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    AMATÖRDEN PROFESYONELE
    www.isakayacan.blogspot.com
    İsmiyle yeni yeni karşılaştığımız şair, şaire adaylarımız. İsimleri bilinen, yazdıkları yayınladıkları alkışlananlar...
    Ayrı ayrı değerlendiriliyor, değerlendirilmelidir.
     
    BURDUR’DAN KEZİBAN SEZER
    Dört-beş ay önce bana bir hemşehrimiz aracılığıyla ulaşan hemşehrimiz Keziban Sezer. Şiir denemeleri var. “Noktalama işaretlerinden sıkıldım. Biraz da okuyucuya bırakmak düşüncesiyle, noktalamayı bırakalım” diye yola çıkan hemşehrimin bu görüşünün doğru olmadığını sözlemek istiyorum öncelikle. Noktalama işaretleri, şiirin-yazının dış sıvası gibidir. Sıvası olmayan bir yerde oturmak, soğuk almamız anlamına gelmez mi?
    Keziban Sezer’in kısa kısa şiir denemeleri var. Bazıları özlü söz şekline daha yakın. Bunlardan; “Seni nasıl suçlamam ki/ Pembe rüyalarımda/ Mahsun-mahsun uyurken/ Hayalin acı çığlıklarıyla uyandırdın”.
    - Kötülerin bile/ Mutlak iyi bir kapısı vardır/Arayıp görebilirsen/Senden bahtiyarı yoktur/Bütün iyi kapıların/ Şifresini çözebilirsen...
    - Mevsimlerden kışı sevdim/ Beyazı sevmedim ama/ Karı sevdim.
    - Toprağı sevmedim ama/ Yaşamak geçiciydi/ Ölümü sevdim...
    Keziban Sezer hemşehrim, öncelikle çokca şiir kitabı okumalı, mısraların nasıl yan yana getirildiğini, mısraların bütünlüğüyle şiirin nasıl tamamlandığını, şekillendiğini görmelidir.
     
    FATMA UÇARLAR’DAN
    Fatma Uçarlar, yıllarca Burdur’da görev yaptı. Sonra Isparta’ya naklen-tayinen geçti. Burdur’da çalıştığı yollarda, 06 Haziran 2004 tarihinde bendenizle ilgili bir şiir yazmış, beni Akrostiş olarak anlatmış. Teşekkürlerimi yineleyerek bu şiiri aşağıya alıyorum efendim.
     
    Akrostiş -İSA KAYACAN
     
    İlim edinme sevdası,
    Sarınca her yanını,
    Ankara olmuş mekanı.
     
    Kaya gibi direnmiş,
    Arsızların, riyakârların karşısında,
    Yazarak almış gıdasın kana kana,
    Anayurdun dışına taşmış adı,
    Can olmuş Burdur’a Azerbaycan’a
    Adını duyurmuş ilinin, dört bir yana,
    Nebisi matbaanın denmiş, O’nun adına.
     
    Yazımızın üçüncü bölümündeki isim ve imza, yine Isparta ilimizden efendim:
     
    ÖLÜM YAKIN
    Isparta ilimiz merkezinde yaşayan Zeki Çelik “Ölüm Yakın” şiirinde, ölümün insana yakınlığı üzerinde duruyor ve beş dörtlükten meydana gelen şiirinin bir dörtlüğünde şöyle sesleniyor:
     
    - Makam mertebe dinlemez,
    Parayla kimse önlemez,
    Müslüman yalan söylemez,
    Ölüm her insana yakındır...
     
    Sağlıklı ve başarılı bir yaşam diliyorum efendim.
     
    GÜNÜN HABERLERİ:
                1. Ankara-Türkocağı binasından kaldırılan “Türkocağı” yazısı tepkiler üzerine bina girişindeki yerini (yeniden) aldı.
                2. Burdurlu iş adamı Mehmet Cadıl, ”krizle başa çıkabilmek için, ticaret erbabı ve şirketler ileriyi görerek ticaretine yön vermelidirler” dedi.
                3. Bakılan değil, okunan gazete “Yenisöke Gazetesi” 4 bin 478. sayısıyla 16. yayın yılına merhaba dedi.
                4. İyinin, güzelin, doğrunun yanında olan, yazarlarının sayısı değişik zamanlarda 52’ye ulaşan “Sorgun Postası Gazetesi” bin 877. ci sayısıyla 29. yayın yılına girdi.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     17

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    DR. FARUK FAİK KÖPRÜLÜ’NÜN “CANIM KERKÜK”Ü
    www.isakayacan.blogspot.com
    İnsanlar doğup büyüdükleri yerle, yerlerle ilgili duygularını dile getirirken sayfa ve sütunlara aktarırken, değişik duygular içine girerler. Doğruluk, netlik içindeki görüntüleriyle dile getirirler, görüşlerini ortaya koyarlar.
    Dr. Faruk Faik Köprülü, Kerkük’ten sesleniyor. Burada yaşıyor. Eğitimci, şair ve yazar. “Canım Kerkük” adlı bir şiiri var elimizde.
    Dokuz bölümden meydana gelen bu şiirin ilk üç dörtlüğünü, bir başka yazımın sonunda yer vermiştim. Şimdi bu üç bölümün dışında yer alan “Canım Kerkük” şiirinin mısraları arasında gezmek istiyorum efendim:
     
    CANIM KERKÜK (devamı)
    Dr. Faruk Faik Köprülü, Kerkük’ün şehirlerin ziyneti, dedelerin kalası, olduğundan sözettikten, “Canım Kerkük iman ettim kur’an a” dedikten sonra, devam ediyor. Anılan şiirin iki bölümü:
     
    - Canım Kerkük karaaltun bulağı,
    Nurun saçır yakın eyler ırağı,
    Kervancılar misafirler durağı,
    Yeryüzünde cennet varsa tek sensin,
    Sen sultansın, sen ağasın sen beksin.
     
    Canım Kerkük gürgürbaba nurusun,
    Madenlerin yakutusun durusun,
    Can evimizin perisisin hurusun,
    Sevinç sende, kerem sende, sen sende,
    Türk dünyasın toplayan destan sende.
     
    Kerkük’ü yıldırımların çakışı, karlı, yağmurların yağışı, kızıl güllerin kış karnında çıkışı, hep Dr. Faruk Köprülü’yü yüreğinden yaralar. Her şey Kerkük içindir. Kerkük sevgisinin dalga dalga dağılışı, Kazakistan, Taşkent ve Türkistan’da, Türk dünyasında yaşanışıdır arzu arzu düğümlenen. Sonra;
     
    - Sen ey tutsak güvercinler kabını
    Kilitleme güneş kokan kapını,
    Sende renk, süs, bilim, sanat, tapını,
    Yurtseverlik, efendilik, sendedir,
    Dost severlik, beraberlik sendedir.
     
    Senin için yeşillenir emeğim,
    Gün doğmadan doğar gönül çiçeğim,
    Sen ey köyüm, suyum, şehrim, meleğim,
    Türklüğüm olmuş başım belası,
    Ey Irak’ın ikincisi Kerbelası...
     
    Türklüğün insanın başının belası olması, Şemsettin Küzeci’nin dediği gibi “Suçum Türk Olmak”tır sözündeki, gerçeğinde olduğu gibi, Türk olmanın, Türklüğün insanlar için sıkıntılar vermesi ne kadar üzücü, düşündürücü değil mi?
     
     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

       18

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    OSMAN APAYDIN’I UNUTMAMAK
    www.isakayacan.blogspot.com
    Bizim Türk milleti olarak vefasızlığımız belli, ortada. İnsanların sağlığında pek kıymetlerini, değerlerini bilmeyiz. Osman Apaydın, Burdur’un Kozluca beldesinde yaşayan, şair ve yazar arkadaşlarımızdan, hemşehrilerimizden biriydi. Kozluca’da pek çok sosyal ve kültürel etkinliklere imza atan Osman Apaydın Ramazan Bayramının birinci günü 23.10.2006 tarihinde sabah 08.00 sularında vefat etti. Aynı gün Kozluca (Belde) mezarlığında toprağa verildi.
    Mayıs 2007’de yayınladığım “Aramızdan Ayrılanlar” adlı kitabımın 106 ncı sayfasında fotoğrafı ve biyografisiyle birlikte verilen “Tanrım” adlı şiirinden iki dörtlükle hatırlanan Osman Apaydın için, bu satırların yazarı İsa Kayacan, Melahat Ecevit, H. Hüseyih Yıldız, Şevket Aksöz, Sabahat Gümüş, A.Ali Bilgen ve Durmuş Öcal’ın Osman Apaydın hakkındaki kısa görüşleri yeralıyor.
     
    OLMADI OSMAN OLMADI
    Fatma Uçarlar, Burdur’da uzun süre görev yaptı. Sonra Isparta’ya naklen aynı görevini yürütmek üzere geçti. Osman Apaydın’ı da yakından tanıyor. Eylül 2008’de yayınlanan “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” adlı şiir kitabının 96 ve 97 nci sayfalarında “Olmadı Osman Olmadı” adlı, başlıklı bir şiiri var Fatma Uçarlar’ın. Şöyle söze başlıyor Fatma Hanım:
     
    Aklıma gelmezdi veda edeceğin,
    Böyle tutunmuşken hayata,
    Böyle severken dostlarını,
    Ve böyle severken dostların seni,
    Aklıma gelmezdi veda edeceğin,
    Böyle apansız,
    Hoşça kal! diyeceğin...
     
    Arkasından Fatma Uçarlar’ın soruları geliyor: “Hani bayramlar, bayrama yakışır kutlanmalıydı?/ Hani bayramlarda ayrılık olmamalıydı?/ Olmadı Osman, olmadı/ Bu gidişin hiç ama hiç olmadı”...
    Devam ediliyor Fatma Uçarlar anlatımıyla, Osman Apaydın’a seslenişler: “Bu bir şaka olmalı dedim kendimce/Hem kötü bir şaka/Aramanı bekledim/ Korkma şakaydı, daha vadem dolmadı, demeni/ Keşke şaka olsaydı/Hatta eşek şakası olsaydı/ Razıydım ama olmadı”...
     
    - “Sen başının üstünde taşıdın gönül dostlarını/Biz, ellerimiz üstünde taşıyamadık seni/ Affet bizleri/ Affet Osman/ Ama o an/ Duyacağını hissettim tüm yüreğim de/ Ve senin için okudum o çok sevdiğin/ Umurumda değil şiirimi”... Devam ediyor Fatma Uçarlar:
     
     
    - Mutat toplantılarımızda,
    Seni arayacak gözlerimiz.
    Kim senin kadar güzel okuyacak,
    “Sol yanım acıyor anne”yi?
    Bu gidişin,
    Annenin de sol yanını acıttı Osman!,
    Olmadı Osman olmadı!
    Bu gidişin hiç ama hiç olmadı!

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      19

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SORUMLULUK
    www.isakayacan.blogspot.com
    Hepimizin, her konuda sorumluluğumuz vardır. 09 Mayıs 2005 tarihinde kaybettiğimiz, şiirimizin beş yıldızlı çınarı Ahmet Tufan Şentürk ağabeyimin “sorumluluk” adlı şiiri, birlikte hazırlayıp, yayınladığımız “Armağan–4” adlı kitabın 124 ncü sayfasında yer aldı. Bu şiir, bizzat bana yazdırdığı “Değerli dostum Ali Topçu’ya” ithafıyla sayfalarda, sütunlarda yer aldı.
    Şiir üç bölümden oluşuyor. “Bu yirminci yüzyıl, bu uzay çağı/Avuç içi kadar küçüldü evren/Ay uzakta değil, komşu kapısı/Gelişen bilim ve teknik/Söylesin elektronik beyinler/Açları doyurmak, hastaları yaşatmak için/İnsan sorununa bir çözüm var mı?/ Ölüm araçlarını icat edenler” bölümüyle, sözleriyle başlıyor.
    Sonra Ahmet Tufan Şentürk hoca, insanların vatan için, özgürlük için, ekmek için yaşadığı gerçeğinden hareket ediyor, “her doğan sevmek ister,. Yaşamak ister” noktasının karşısında, öldürmek çabası içinde olanların ne yapmak istediklerini soruyor bir yargıç edasıyla. Ve bu şiirin bitiminde;
     
    Irkın, dinin, milliyetin,
    Ne olursa olsun, önemli değil,
    İnsan isen dünyanın bir parçasında,
    Seven bir yüreğin varsa, sızlayan,
    Gözlerin görüyorsa, duyuyorsa kulakların,
    Dövüşenleri, ölenleri, öldürenleri,
    Korkuyorsanız eğer gördüğünüz düşten,
    Ölüm araçlarını icad edenler,
     
    Burada Ahmet Tufan Şentürk hocanın “Sorumluluk” adlı şiirinin noktasını koyuyoruz. Bir başka şairimiz Murat Duman’ın Ahmet Tufan Şentürk’le ilgili duygularına dönüyoruz efendim.
     
    MURAT DUMAN’DAN
    Murat Duman Ankara’da yaşayan şairlerimizden…
    09 Mayıs 2005 tarihinde kaleme aldığı, “Hakka Yürüdü” başlıklı, Ahmet Tufan Şentürk Baba’ya ithaflı bir şiiri var beş ayrı dörtlükten meydana gelen. Şöyle başlıyor söze Murat Duman:
     
    Serilmiş yatağa bir ulu çınar,
    Her gün biraz daha soluyor hocam,
    Dokunmayın, dostlar yüreğim yanar,
    Dostların kalbini deliyor hocam..
     
    Sonra Murat Duman, yatakdaki hocanın dermanı kalmadığını, canıyla yaşama savaşı vermesine rağmen başarılı olmakta zorlandığını, dile getirdikten sonra; “Altın harfle yazdım, silinmez yeri/ Bağlandım ezelden, dönemem geri/Nerde babam, diye gönül erleri/Yalancı yüzlere gülüyor hocam” dörtlüğünden sonra, “Alevler içinde dindir özünü/İncitmesin toprak, geliyor hocam” diye noktasını koyuyor ama üzüntülerinin ardı arkası gelmiyor, sürüp gidiyor, sürüp geliyor. Murat Duman’ın ayrıca, Ahmet Tufan Şentürk’ün ölümünün 40 ncı günü olan 18.06.2005 tarihinde  yazdığı Ahmet Tufan Şentürk’e ithaf edilen bir başka şiiri var.
     
    FATMA UÇARLAR’DAN
    Isparta ilimiz merkezinde yaşayan Fatma Uçarlar’ın 11.09.2004 tarihinde Denizli’de yazdığı “Kerim Aydın Erdem’e adlı altı dörtlükten meydana gelen bir şiiri var elimizde. Bu şiirde Fatma Uçarlar, kaybedilen bir dosttan yılların gerisinden gözlerimiz önüne gelen duygulardan söz ediyor, buradan yola çıkıyor, mezarına yapılan ziyaretten bahsediyor ve bir dörtlüğünde duygularını şöyle dile getiriyor efendim:
     
    Bir yıl kadar önceydi, tanışmıştım O’nunla,
    Kitabını vermişti, aldım büyük gururla,
    Ne de zarif bir insan, ne de hassas duygular,
    Okuyanın, insanın büsbütün içi sızlar.
     
     
    Azerbaycan’dan Gülaye Rizayeva
    Prof. Dr. İSA KAYACAN
    www.isakayacan.blogspot.com
    Zaman zaman, şairlerimizden, yazarlarımızdan sözettiğim oluyor. Bu seri de onlardan biridir. Ankara’da, 29 Kasım 2008 tarihinde gerçekleştirilen “Altındağ’da Şiir Akşamları” programında yeralanlardan:
     
    GÜLAYE RİZAYEVA
    İsmail kızı Gülaye Rızayeva, 29.07.1964 tarihinde Azerbaycan’ın Gedebey kasabasının Düzresullu köyünde dünyaya geldi. İlköğrenimine 1971 yılında yine bu şehirde başladı. İlk ve orta öğrenimini 1981’de tamamladı, Rizayeva, 1982 yılında evlendi ve bugün üç çocuk sahibidir. Bakü’ye 1983 yılında gelen Rizayeva, 1987–1991 yılları arasında Maliye ve Ekonomi Yüksek Okulu’nda okumuştur.
    Şaire ve edebiyata küçük yaşlardan itibaren ilgi duyan Rizayeva, orta öğrenimi yıllarında yazdığı şiirleri Azerbaycan’da çıkan bazı dergi ve gazetelerde yayımlandı. O yıllardan bu yana Rizayeva, edebiyata olan ilgisini sürdürmeye devam ediyor.
    Azerbaycan Radyo Televizyonu’nda şairin şiirleri 1992’den itibaren yayımlanmaya başlar. Şairin şiirlerinin dinleyici ve seyirci ile televizyonda ilk buluşması Aşık Peri Meclisi adlı program ile başlar. Bu programda sanatçının şiir yaratıcılığında yer alan eserleri, Azerbaycan Televizyonu Devlet Kanalı’nda uzun yıllar dinleyici ve seyirci ile buluşturulmuştur. Özellikle Gülaye Rızayeva’nın sanatkarlığı yönünde çeşitli yerlerde birçok etkinlik düzenlenmiştir. Bu etkinliklerden sonuncusu Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenmiş ve bu programda Gülaye Rizayeva’nın sanatçı kişiliği üzerinde durulmuştur.
    Çeşitli kitle iletişim araçlarında şiirleri okunan Rizayeva, Azerbaycan Devlet Televizyonunda “Sazın-Sözün Şehrinde” adlı programın yürütücüsüdür. Ayrıca Rızayeva, Orta Asya Cumhuriyetlerinde ve Türkiye’de çeşitli programlara davetli olarak katılmıştır, Şair, şiir yaratıcılığında gösterdiği başarı nedeniyle birçok ödüle layık görülmüştür. Bunlardan bir tanesi Bursa’da düzenlenen Türk Dünyası aşıklarının ve şairlerinin yarışması sırasında kendisine verilen birincilik ödülüdür. Güleye Rizayeva edebi hayatı boyunca Ay Menim Gözleri Kör Mehebbetim. Bir Şair Yaşayır Gamın İçinde, Gelmişem ki Diyem Gemliyecem, Zaman Ağlattı Meni adlı dört kitabı yayınlanmıştır ve şiirleri çeşitli antolojilerde yer almıştır. Ayrıca İlgarımda İlgarsıza Uduzdum, Gizletmişem Güle Güle Derdimi, Meni Sensizliğe Sen Öğretmişen, Ömrümün Laylaları adlı şiir albümleri çıkmıştır. Bu  albümlerde şairin şiirleri Azerbaycan’ın tanınmış sanatçıları tarafından seslendirilmiştir.
    Gülaye Rızayeva’nın manzum aşk ve duygu temalı hikâyeleri ile ilgili birçok sinema ve televizyon klibi hazırlanmış ve hazırlanmaktadır.
    Gülaye Rızayeva, Aşık Peri Meclisi’nin, Aşıklar Birliği’nin ve Azerbaycan Yazarlar Birliği’nin üyesidir. Gülaye Hanım bu gün de edebi faaliyetlerini sürdürmektedir.
     
    SALAMELEKÜM
     
    Salamla başlanıb ezeli ülfet
    Salamla balanıb xilgete hörmet
    Salamla başlanıb mehr-mehebbet;
    Secde eyleyirse salama her kim
    Salameleküm
                İnsanı insana yovuşdurubdur
                Xatadan, beladan sovuşdurubdur,
                Seveni sevene govuşturubdur
                Adalet eşgine verilen höküm
                Salameleküm
    Derin deryalarım, gur axan çayım
    Gündüzler güneşim, geceler ayım
    Salamdır chana sovgatım payım
    İncidir, gövherdir hem de lel yüküm
    Salameleküm
                Ne ucuz tut onu ne yarıda gir
                Salamdan bahalı bexşiş var mıdır?
                Salam yeradana etiramımdır
                Ezeli-ebedi güdretli hakim
                Salameleküm
    Çaılan seherler düşen axşamlar
    Ümidler goynunda alışan Şamlar
    Migeddes ayalar, şahi imamlar
    Cismime can veren möcüzü hakim
    Salameleküm
                Gülayayam, özüm gördüm bihalam
                Adını çeken tek geyb oldu belam
                Sacdağahım Kaba evim, Kerbalam
                Her an seninledir eşgim meslekim
                Selamelekum
     
    Gülaye ŞINIXLI

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      20

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    RAMİZ MEHDİYEV’DEN DEMOKRASİYE GİDEN YOL
    www.isakayacan.blogspot.com
                Bana ulaşan yayınlar, değişik kanallarla masam üzerinde, gündemin içinde yer almaya devam ediyorlar.
                Hayrettin İvgin dostumun bana ulaştırdığı kitap ve yayınlardan biri, Ramiz Mehdiyev imzasıyla 674 sayfayla gün yüzü görmüş, İstanbul’da basılmış “Geçmişin Işığında Demokrasiye Giden Yol” adının taşıyıcısı efendim.
                Prof. Dr. Ramiz Mehdiyev, 17 Nisan 1938 tarihinde Bakü’de doğmuş. 1993 yılında felsefe dalında “ilimler doktoru” unvanıyla çalışmalarını sürdürmüş. Bakü’de Devlet Müsteşarı olarak çalışmalarına devam eden Ramiz Mehdiyev, Azerbaycan Devleti ve toplumunun gelişim problemleri hakkında 100’ün üzerinde bilimsel makale ve çok sayıda eserin müellifidir.
     
                SAYFALARA
                Geçmişin ışığıyla Demokrosiye giden yol, adlı kitabın sayfalarına doğru bir adım atalım. Gördüklerimizden:
                Kitabın Türkiye Türkçesi’ne çevrilişinde görev alanlar, ayrıca ihtisas editörleri var. Kitap için; “Felsefe profesörü Ramiz Mehdiyev bu kitabında demokrasi ve insanlığın sürekli olarak kendi egemenliğini oluşturma çabasını incelemiştir” deniyor.
                Bu arada, anılan yayında, dünya düzeni, katı merkeziyetçilik, olumsuz sonuçları aynı zamanda Azerbaycan’ın Yeni Dünya düzenindeki rolü ve yerinin incelendiğini görmekteyiz.
    Konu detaylandırılması yapılırken de kitap içindekiler şöyle sıralanıyor:
    -İnsanlığın tarihi gelişiminde demokrasinin yeri ve rolü,
    -Medeni dünyanın “halk egemenliğine” doğru sürekli ilerleme çabalarının ortaya konulması,
    -Milli demokratik geçişin bilimsel şekilde araştırılması,
    -Azerbaycan’ın sosyo-politik geleceğine kısa bir bakış…
     İçindekiler sayfasındaki ara başlıklardan da birkaç örnek verilim dilerseniz:
    -Istıraplı yollardan yıldızlara, E. Pluribus Unum-Birliği formülü, Devrimden evrime: Siyasi realiteye dönüş. Azerbaycan 2005, Demokratik konsolidasyon dediğimiz demokrasinin toplumsal ilişkilerde yerleşik hale gelmesi, Ulusal gelişimin felsefesi, milli model.
    Prof. Dr. Ramiz Mehdiyev, önsözünün bir yerinde: “Bizler benzersiz özgürlüklere sahip bir dönemde yaşıyoruz. Demokratikleşme ile birlikte bu konular arasında ben, başında enerjik ve iradeli bir liderin önderliğinde kurulan güçlü bir Azerbaycan Devleti konusu ile karşılıyorum. Böyle bir devletin kurulması dünyanın karşısında duran en önemli konulardan birisidir” diyor.
                Sayfa 638’den: “Sağlam bir demokrasinin gelişmesinin temeli, cemiyetin kazandıkları ve kaybettikleri, başarıları ve mağlubiyetleri hakkında bilgilendirecek bağımsız kitle iletişim araçlarının oluşturulmasıdır. Bunun neticesinde her bir bilgi birey seçimlerde düşüncesinin doğruluğunu ölçebilir”.
                Sayfa 639’dan: Azerbaycan devamlı olarak gelişmiş sivil toplumu ve sağlam demokrasisi olan bir devlete doğru ilerlemektedir. Böyle bir devlette tam olarak her bir vatandaşın hakları, siyasi özgürlükleri yaşanacaktır.
                Türkiye’de “da yayıncılık” tarafından gün yüzüne çıkarılan, yayınlanan bu kitap okunmalıdır.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     21

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    İSTİKLAL MARŞIMIZIN YAZILDIĞI EV VE ÇEVRESİ GÜZELLEŞTİRİLDİ
    www.isakayacan.blogspot.com
    Hani bir fotoğraf çekersiniz…
    Yıllar önceye dayanır, eskilere aittir. Bakar bakar değerlendirirsiniz.
    İllerimiz, ilçelerimiz, beldelerimiz, köylerimiz, mahallelerimiz de öyledir. Birkaç yıl uğramadığınız yerlerin tanınmayacak ölçüde güzelleştiği veya terk edildiği görüntüleriyle karşılaştığınızda, sevinir veya üzülürsünüz.
    Ankara, Hamamönünde 1965–1980 yılları arasında Göztepe Sokakta oturduk. Ece Sanat Dergisinin yayın yıllarındaki adresimiz Göztepe Sk. 5/A idi. Ankara’nın eski semtlerinden, binalarının yer yer yok olmak üzere oluşuyla karşılaşılan bir semtti Hamamönü.
    Ama şimdi bakıyorum, Hamamönü’nün Samanpazarının, Koyunpazarının, Çıkrıkcıların çehresi-çehreleri değişmiş. Restore edilen binalar, sokakların düzenlenişi ferahlık getiriyor.
    Hele İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’un yaşadığı evin restore edilip, etrafının park haline getirilmesi “Mehmet Akif Ersoy Kültür Parkı”nın açılışı, yemyeşil bir alan haline getirilişi beni duygulandırıyor..
    Altındağ Belediyesinin hizmetleri gözle görülen, elle tutulan bir görünüm arzediyor.
    Mehmet Akif Ersoy Kültür Parkının, genç kuşaklara tarih bilinci aşılaması, doğru konulan teşhislerden biri.
    Son yıllarda, yatırımlarını hızla artıran Altındağ  Belediyesi parkları ve prestij yapılarıyla Altındağ’a hak ettiği değeri kazandırıyor.
    Altındağ Belediyesi yetkilileri, projenin uygulama amacını şöyle açıklıyorlar:
    Mehmet Akif Ersoy’un şahsı ve anısına saygının yanı sıra, genç kuşaklara, tarih bilincinin aşılanması. Merhum şair Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşını yazdığı ev olan Taceddin Dergâhı’nın müze olarak bulunduğu park, tarihi anlatan yapılarıyla tam bir kültür ve tarih merkezine dönüşecek.
    Mehmet Akif Ersoy Kültür Parkına ayrı bir önem veren Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki; “İstiklal Marşının yazarının, bu eseri yazdığı evin bulunduğu bölgenin mezbelelik görüntüsü, göreve geldiğim ilk günden beri içimi acıtıyordu. Bu nedenle arazinin sahibi olan Hacettepe Üniversitesi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile pek çok defa görüşerek projenin startını verdik. Uygulaması Altındağ Belediyesi tarafından yapılan parkın, Mehmet Akif Ersoy anısına yakışır olmasını umuyorum” cümleleriyle yaptığı değerlendirmenin doğru ve anlaşılır olduğunu ortaya koyuyor.
    Ortaya konulan hizmetler, gözle görülmeye, hissedilmeye ve eskisiyle yeninin mukayesesinin yapılmaya başlanmasıyla, daha bir netlik kazanıyor, hizmet sahiplerinin de alkışlanması gerekiyor. Altındağ Belediyesi’nin bu olumlu hizmetlerini kutluyor, diğer Belediyelere örnek olmasını diliyorum efendim.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     22

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BELEDİYE BAŞKANLARIMIZDAN
    www.isakayacan.blogspot.com
    Ülkemiz genelinde faaliyet gösteren Belediyelerimiz, bu belediyelerimizin hizmetlerinin genel değerlendirilişleriyle ilgili tablolar bölgeden bölgeye, ilden il’e, ilçeden ilçeye, beldeden beldeye değişiklik gösterebilir.
    Gördüklerimiz duyduklarımız vardır bu belediye başkanlarının içinde. Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatcı, kültürel faaliyetleriyle bilinen, alkışlananlardan sadece ikisidir. Tarsus’ta, Karacaoğlan Şelale Şiir Akşamları uluslar arası seviyede her yıl gerçekleştirilirken, Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatcı’nın, Ünal Şöhret Dirlik, Recai Şahin, Birdal Can Tüfekçi, Cahit Begenç gibi pek çok şair ve yazarın kitaplarının yayınlanışında katkıda bulunduğunu biliyorum.
    Burdur Belediye Başkanı Sebahattin Akaya, bendenizin, Burdurla ilgili bir kitabımın yayınlanmasını sağladı. Burdur-Bucak Belediye Başkanı Arsal Sarı’da kültüre önem veriyor. Burdur Ticaret Borsası Başkanı Baki Varol, Fatma Üçarlar’ın bir kitabının yayınlanmasına destek verdi. Eğirdir Belediye Başkanı Ömer Şengöl yine Fatma Uçarlar’ın bir kitabının yayınının gerçekleşmesine katkıda bulundu. Adana ilimize bağlı Ceyhan Belediye Başkanımızın da kültüre önem verdiğini duyuyoruz. Gümüşhane Belediye Başkanımızda kültürel destekleriyle bilinenler arasında sayılıyor. Ankara-Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki’de bunlardan biri.
     
    TARSUS BELEDİYE BAŞKANI
    Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz aynı zamanda şair. Şiirleri var yayınlanmış, kitapları var günyüzü gören. 2008 Kurban Bayramı vesilesiyle gönderdiği kutlamasının iç yüzünde “Bayramlar essahlı bayram olmalı” başlıklı bir şiiri var Burhanettin Kocamaz’ın Buyurun birlikte okuyalım:
                BAYRAMLAR ESSAHLI BAYRAM OLMALI
    (Burhanetti Kocamaz)
     
    Gönül bu öyle bir bayram istiyor,
    Şu dünyada ezilen yok, ezen yok,
    Tüm kainat mutlu olsun istiyor,
    Eziyet ve çile çeken canlı yok.
     
    Zenginler fakire otağ kurmalı,
    Aç olan doymalı, çıplak giymeli,
    Yardımlaşma hep dorukta olmalı,
    Bayramsa gerçekten bayram olmalı.
     
    Huzursuzken bayram, bayram olmuyor,
    Çileliyken millet huzur bilmiyor,
    Ağlayana gülen derman bulmuyor,
    Bayramlar gerçekten bayram olmalı.
     
    Çocuklar bayramı bayram bilmeli,
    Bayramlık giymeli yüzü gülmeli,
    Lunaparklar onlar ile dolmalı,
    Bayramlar gerçek bir bayram olmalı.
     
    Bayramlar coşku ve şenlik olmalı,
    Açlıklar yok, işsizlik yok olmalı,
    Vatanında milli birlik olmalı,
    Onurlar korunmalı, dirlik olmalı.
     
    Şehitler sırasıyla gelmesin artık,
    Analar gözyaşın dökmesin artık,
    Yöneten gaflete düşmesin artık,
    Bu bayram essahlı bayram olmalı.

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     23

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YENİ GÜN VE SES-15’E YENİDEN MERHABA
    www.isakayacan.blogspot.com
    Zaman içinde oluşanlar, sonuçları itibariyle karşımıza çıkanlar. Süreklilik içinden ayrılıp “mola” verişler. Ayrılışların ardından yine aynı yayın organının sütunlarında görülmeye başlayan imzalar.
    Burdur ilimiz merkezinde günlük yayınlanan “Yenigün” Gazetesi… Burdur ilimize bağlı Bucak ilçemizde günlük yayınlanan “Ses 15” gazetesi. Bu gazetelerin sütunlarında yazılanlarımızın sizlerle yeniden merhabalaşmaya başlayışları.
     
    YENİGÜN GAZETESİ
    Burdur ilimiz merkezinde günlük yayınlanıyor. Kuruluş tarihi: 01.09.1954. Kurucuları: Osman Şan, Muharrem Tuncel, Sahibi: Muharrem Tuncel. Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni: Kürşat Tuncel. Sayfa Editörü: Şadiye Ünal. Muhabirler: E. Selcan Tuncel, Harun Sivrikaya, Ali Kapan.
    Sekiz sayfalık Yenigün Gazetesinin 14 Kasım 2008 tarih ve 16 bin 570 sayılı nüshasının ilk sayfasında, “Prof. Dr. İsa Kayacan tekrar aramızda… Uzun yıllar gazetemizde köşe yazarlığı yapan. Hemşehrimiz, Anadolu Basınının hamisi, yazar-şair Prof.Dr. İsa Kayacan ara verdiği yazılarına tekrar başladı. Üstad Kayacan’a aramıza tekrar katıldığı için teşekkür eder, başarılar dileriz”. şeklinde bir anons.
    Yenigün’ün köşe yazarlarından gazeteci hemşehrim Mesut Madan, 19 Kasım 2008 tarihli Yenigün’deki makalesinde “hoş geldin usta” başlığıyla, bana iltifatlarda bulunarak,”kısa bir aradan sonra yazılarıyla aramızda. Hoş geldin büyük usta İsa Kayacan” cümleleriyle beni şımarttı. Teşekkürler sevgili Madan.. Sende mütevaziliğini hiç bozmadın biliyor musun?.
    Yenigün’ün masamda bulunan sayılarından bazı başlıklar aktarmak istiyorum:
    -Kilise “Fosil Müze”ye dönüşecek (16577), Piribaşlar Evi’nin restorasyon ihalesi yapıldı (16576) Akif’e yakışan etkinlik (16575), Baki Varol, Demokrat Parti Merkez Karar Kurulu’na seçildi (16575), Burdur’da Akif rüzgarı (16574), MAKÜ, ek ödenekte de birinci sırada yeralıyor (16574), Başkan Akaya, AK Parti’den Aday adaylığı için dün müracaat etti (16573).
    Not: S. Selcan Tuncel, Şadiye Ünal, Harun Sivrikaya, Ali Kaplan’ın biyografileriyle birer fotoğrafını (Burdur’un Saz ve Söz Ustaları–2) adlı kitabım için bekliyorum (İK).
     
    SES–15 GAZETESİ
    Burdur iline bağlı, Bucak ilçesinde pazartesi hariç günlük yayınlanan 8 sayfalık gazete. Kuruluş tarihi: 23 Kasım 1999. Sahibi: Bucak Radyo TV A.Ş, Mesul Müdürü: Melike Korkmaz Elibol, Sayfa editörü: Fatma Aktaş, Burdur Temsilcisi: Nuri Yıldırım, Muhabirleri: Duray Çitekçi, Hüseyin Dilek, Ramazan Arısoy.
    Hayırsever işadamı Mehmet Cadıl’ın medya kuruluşlarından biri olan Ses–15 Gazetesinin değişik sayıları masamda. Bu sayılardan aldığım haber başlıklarından bazıları efendim:
    -Cadıl’dan öğrencilere moral (1362), Sorun teknoloji değil, çırak olmayışı (1363), Bucak’ta konut fiyatları düştü (1364), kışlık ayakkabı alırken dikkat (1365), Sanatçı Sümer Ezgü bir röportajında, “Öldüğümde mezarımı doğduğum yer olan Bucak’ta olmasını istiyorum” dedi. Anadolu Lisesi birinci oldu (1366), Polonya ile işbirliği ve dostluklar pekiştirildi (1367), Vefat etmiş öğretmenler unutulmadı (1368).
    Not: Hüseyin Dilek, Melike Korkmaz Elibol, Fatma Aktaş, Duray Çitekçi, Ramazan Arısoy’un biyografi ve fotoğraflarını (Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2) adlı kitabım için bekliyorum (İK).

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     24

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BURDUR’DA 1. ULUSLARARASI MEHMET AKİF SEMPOZYUMU
    www.isakayacan.blogspot.com
    Burdur ilimizde bir üniversitenin kurulması ve adının “Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi” olması için, yıllarca, aylarca mücadele verildi. Hepimiz, herkes üzerine düşen görevin fazlasını yerine getirdi-getirdik. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi 2006 yılında kuruldu ve faaliyete geçti. Oluşumu sağlandı.
    2006 yılında yeni kurulan 15 üniversite içerisinde yeralan MKÜ, 2008 yılında 5 bin 478 öğrenci aldı. Üniversite mevcudu 13 bin 713’e ulaştı. Bu mevcudun 4 yıl sonra yaklaşık 22 bine ulaşacağı kesinliği var.
    MAKÜ Rektörü Prof. Gökay Yıldız, “Hedefimiz 15 üniversite arasında ilk 3 sırada yeralmak” diyor.
                MEHMET AKİF ERSOY SEMPOZYUMU
                Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörlüğü, üniversitenin adını aldığı Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy için “I. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu”nu 19, 20, 21 Kasım 2008 tarihlerinde üniversitenin sergi ve konferans salonunda gerçekleştirdi.
    Sempozyuma konuşmacı olarak katılan; Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, edebiyatçı Prof. Dr. Mustafa İsen, kültür dünyasının bilinen isimlerinden, Prof. Dr. Talat Halman, Gazeteci-Yazar Doğan Hızlan ve Prof. Dr. İrfan Morina, Mehmet Akif’i anlattılar.
    Açılış gününde Yrd. Doç. Dr. Hatice Keten ve Yrd. Doç. Dr. Melek Şahan’ın çalışmalarından oluşan serginin açılışı yapıldı. Mehmet Akif’in bütün yönlerinin ele alındığı, poster bildirileri ve panel oturumlarıyla Sempozyum amacına ulaştı.
    I. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu’nun açılışına Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’da katıldı. Üç günde 3 ayrı salonda 103 sözlü bildiri 4 poster bildirinin sunulduğu, tartışıldığı sempozyumun açılış konuşması MAKÜ Rektörü Prof. Gökay Yıldız tarafından yapıldı. Konuşmalardan:
    1- Bağımsızlığın simgesi olan İstiklal Marşı’nın şairi, Cumhuriyet dönemi fikir ve sanat öğrencilerinden Mehmet Akif Ersoy’un adını almakla büyük bir onur ve ayrıcalık taşıyan üniversitenin vatan şairinin adını yaşattığı için büyük bir mutluluk duyuyoruz. (Prof. Gökay Yıldız, Rektör)
    2- Milli şair Mehmet Akif Ersoy çok yönlü bir insandır. O’nun asıl yaşamının örnek alınması gerekir. Dürüslüğüyle, ahlakıyla, erdemli duruşuyla Mehmet Akif Ersoy örnek şahsiyettir. (Ertuğrul Günay, Kültür ve Turizm Bakanı)
    3- Bu sempozyum çok önemli bir organizasyon. Milli şairin, adının aldığı üniversitede ele alınması gurur verici, çok büyük bir mutluluk. (İbrahim Özçimen, Vali)
    Burdur Milletvekilliği de yapan Mehmet Akif Ersoy için düzenlenen sempozyumun sonunda üç ayrı oturum salonunda gerçekleştirilen anketlerin değerlendirilmesinde ortaya çıkan sonuçlar, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. M.Zeki Yıldırım tarafından açıklandı. Buna göre:
    - Üniversitede Mehmet Akif Ersoy Araştırma Merkezi kurulmalıdır. (Üniversitede bu araştırma merkezi kurulmuştur.)
    - Sempozyuma sunulan bildirilerin kitaplaştırılmasında geç kalınmamalıdır.
    - Bu sempozyumların belirli aralıklarla yapılması sağlanmalıdır.
    - Bildirilerde bilimsel disiplin içerisinde bilimsel söylemle bildiriler sunulmalıdır. Bu üniversitede okuyan her öğrencinin, Mehmet Akif’in kim olduğunu mutlaka bilmesi gerektiği için, bu konuda bilgilendirme sağlanmalıdır.
     
    GÜNÜN SÖZÜ: Mehmet Akif hiçbir şey yapmasa bile, İstiklal Marşını yazmasıyla büyüktür. ( Ertuğrul Günay, Kültür ve Turizm Bakanı, Burdur. 19.11.2008)

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     25

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    AZERBAYCAN'IN MİLLİ ŞAİRİ AHMET CEVAT
    Türk dünyasının büyük şairlerinden, Azerbaycan'ın milli şairi Ahmet Cavat Ahundzade hakkında bilgilerimizin fazla olduğunu söyleyemiyoruz. Ahmet Cavat Ahundzade 1918 -1920 yıllarında kurulan Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin kurucularındandır.
    Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Kümbet Dergisinin Nisan-Eylül 2008 aylarına ait 12 nci sayısında yer alan Rahman Salmanlı'nın “Azerbaycan'ın İstiklal Şairi Ahmet Cevat” başlıklı araştırmasından yararlanmak istiyorum. Zaten sayın Salmanlı'da 4 ayrı kaynaktan yararlanarak yazısını, araştırmasını hazırlamış efendim:
    Ahmet Cevat ilk Azerbaycan Parlamentosunun üyesi ve sekreteridir. Şair, Azerbaycan'ın dünyaca ünlü bestecisi Üzeyir Hacıbeyov'la yakın dostluk kurmuştur. Azerbaycan'ın devlet marşının sözleri A. Cevat'ın, musikisi Üzeyir Hacıbeyov'undur.
    Azerbaycan'ın üç renkli bayrağı da onun faaliyetlerinin sonucu ortaya çıkmıştır, çıkarılmıştır.
    Ahmet Cevat, şiir-sanat âlemine atıldığı ilk günden itibaren Türk dünyasının en ünlü şairleri arasına girmeyi başarmıştır. O'nun “Çırpınırdın Karadeniz” şiirine Ü. Hacıbeyov musikisiyle bestelemiş ve bu şarkı 75 yıldan beri, Azerbaycan ve Türkiye'nin radyo ve televizyonlarında sürekli seslendirilmektedir.
    Atatürk, “Çırpınırdın Karadeniz” şarkısını ilk defa dinlerken, çok duygulanmış, gözleri yaşarmıştır.
    Ahmet Cevat 1918 yılında iftihar ve onur duygularıyla Gence'den seslenir:
    “Bayrağına hain bakan,
    Hain göze ben dikenim.
    Vurulursam gölgesinde,
    Helal olsun ona kanım.”
    07 Aralık 1918 tarihinde Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Parlamentosunun açılışı sırasında, binanın çatısına çıkanların kalpleri vatan aşkıyla çarpıyordu. Gördüklerini mısralara döken A. Cevat yüzünü bayrağa tutarak şöyle diyordu:
    “Türkistan yelleri öpüp alnını,
    Söylüyor derdini sana, bayrağım,
    Üç rengin resmini Kuzgun Denizden,
    Armağan yollasın yara, bayrağım.”
    Ahmet Cevat'ın bayrağa sarılışıyla, bayrak sıradan bir kumaş olmaktan çıkıyor. Yüceliyor, kutsallaşıyor, canlı bir varlık gibi insanlarla ve şairin kendisiyle konuşuyor:
    “Gül renginde bir bayrağın,
    Ortasında bir hilal,
    Ey, al bayrak, senin rengin,
    Söyle neyçin böyle al?.”
    Ahmet Cevat, ömrünün sonuna kadar Azerbaycan'ın özgürlük mücadelesinin içinde, başında yer alır. Azerbaycan, 28 Nisan 1920 tarihinde Sovyetler tarafından işgal edildiğinde, milli bayrağa hitaben şöyle seslenir:
    “Çok ayrı düştüm,
    Üç renkli bayraktan,
    Ay dostlar, ben yoruldum,
    Bu gizli ağlamaktan..”
    Savaştaki acılar şairin kalbini incitir:
    “Karları boşamış mazlumların kanı
    Ölenler çok fakat mezarı hanı?
    Ayaklar altında şövketi-şanı
    Kalanları görüp feryada geldim”.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      26

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    REŞAT NURİ GÜNTEKİN’İN EŞİNE İMZALADIĞI “MİSKİNLER TEKKESİ”  MİRASCISINA VERİLECEK
    Aralık 2008 Perşembe
    Yılların hızla ilerleyişi... Edebiyatımızın ustalarından Reşat Nuri Güntekin’in meşhur “ Miskinler Tekkesi” adlı İnkılâp Kitabevi yayınları arasında 1946 yılında günyüzü gören kitabı. Burdur’da bir hemşerimin elinde bulunan ve eşine imzaladığı bu kitabın, Reşat Nuri Güntekin ustanın mirasçılarına verilme düşüncesi. Aranılan Reşat Nuri Güntekin mirascısı veya mirasçıları, yakınları... “MİSKİNLER TEKKESİ -1946”
    Bir gün Burdur’dan, amatör sporumuzun usta yöneticilerinden, duayenlerinden, haberci-yayıncı dostum Nuri Yıldırım telefonla arayarak, Burdur’da Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde çalışan Metin Şenoğlu’nun elinde, Reşat Nuri Güntekin’in bir kitabının, eşine imzaladığı nüshasının bulunduğunu, mirasçılarına armağan etmek istediğini, söyleyerek benden araştırma yardımı rica etti.
    Sonra, e-mail adresime konuyla ilgili bilgi ve görüntüler geldi. Metin Şenoğlu hemşerimi telefonla arayıp, detaylı bilgi aldım. Eline tesadüfen geçen, yıllardır muhafaza ettiği Reşat Nuri Güntekin’in “Miskinler Tekkesi” adlı kitabının (iç) kapağında rahmetli ustanın eşine imzaladığı cümle bulunduğunu, kendi el yazısıyla imzasının bulunduğu bu kitabı yaşayan miraslılarına armağan etmek istediğini, telif hakkı sahibinin “Ela Güntekin” olduğunu öğrendiğini söyledi. Detaylı bilgi istedim ve postayla ilgili imzalı kitap sayfasının fotokopisi ve bir de mektup aldım Metin Şenoğlu hemşerimden, Burdur’dan. Mektup şöyle:
    - Hocam, sayın İsa Kayacan: Öncelikle göstermiş olduğunuz yakın ilgi ve alakanız için bir kez daha teşekkür ederim. Araştırmacı-Yazar ve Gazeteci kimliğinizle böyle bir konuya duyarsız kalmayacağınızdan, yardımlarınızı esirgemeyeceğinizden adım gibi eminim.
    Sayın hocam, 1984 yılında dolaylı olarak elime geçen söz konusu kitap; ünlü bir yazarımızın eseri olarak, kitaplığımda misafir olurken, bir süre önce yazarımızın 1946 yılında, “En sevdiğim kitap en sevdiğim insana, yani Hadiye’ye. 30.10.1946” (Reşat Nuri Güntekin-imza) diye atfen imzaladığı kişinin, kitabın kanuni sahibi ve aynı zamanda eşi olduğunu tesadüfen öğrendim. O günden beri de kitabı ayrı bir özenle muhafaza etmekle birlikte, gerçek sahiplerine ulaştırmak için yaptığım tüm girişimler sonuçsuz kaldı.
    Manevi değerine denli büyük olduğu konusunda benimle hemfikir olduğunuzu düşündüğüm ve emanetin, eski siyah-beyaz bir aile fotoğrafı gibi muhatap kişilerin özel arşivlerinde yerini alması, en büyük arzularımdan birisidir. İlgili kişilerin eline geçmesi, benim için büyük bir mutluluk kaynağı olacaktır.
    Yazarın kendi ifadesinden de anlaşılacağı gibi, en sevdiğim eser diye bahsettiği “Miskinler Tekkesi” adlı kitap, 30.10.1946 tarihinde eşine hitaben imzalanmış olup, tamamı 211 sayfadan ibaret. Kahverengi, deri ciltli, sarı yapraklı ve iple ciltlenmiş bir kitaptır. Eğer mümkün olursa, kanuni varislerine, kitabı bizzat teslim etmekten onur duyacağım. (26.11.2008-Burdur) (Metin Şenoğlu, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü, Burdur, 0248 -2331356 Cep: 0532-6738593) Rahmetli Reşat Nuri Güntekin’in varisleri, lütfen arayınız. Manevi bir emanet sahipleri olarak size, sizlere teslim edilecektir.
    Metin Şenoğlu bu davranışı, hassasiyeti nedeniyle kutlanmalıdır. Kutluyorum. Zerafet ve incelik dolu bir davranış karşısında bu satırların yazarı olarak ben de duygulandım.
    Ela Güntekin hanımefendinin yazları İstanbul Büyükada’ya geldiğini, Yavuz Bülent Bakiler ağabeyimden öğrendim. İzmir, İstanbul veya başka yerlerdeki şair ve yazar arkadaşlarımdan rica ediyorum, öncelikle de Ela Güntekin hanımefendiden rica ediyorum, lütfen Metin Şenoğlu hemşerimle görüşünüz, yardımcı olunuz.
    Kitap hakkında detay: Reşat Nuri Güntekin külliyatından: 8, Roman, Yazan: Reşat Nuri Güntekin, Kanuni sahibi: Hadiye Güntekin, ikinci basılış, İnkılâp Kitabevi İstanbul-Ankara Caddesi.
    DİL YANLIŞLIKLARIMIZDAN İKİ ÖRNEK:
    1- 28 Kasım 2008, Kanal-A televizyonu. Çifte Yürek Programı (THM) programı. Nuray Hafiftaş konuşuyor: “Gülşen Kutlu hanımla, telefonla görüştüm. TRT’de jüri olduğu için, şimdilik gelemeyeceğini söyledi”
    TDK sözlük: Jüri; Seçiciler kurulu... bilgi ve açıklamasını yapıyor. Gülşen Kutlu “Jüri” denerek, seçiciler kurulu olarak mı ifade ediliyor.. “Jüri üyesi olduğu için” denilse, doğru olmaz mı?
    2- 29 Kasım 2008, Ankara-Altındağ’da Şiir Akşamları programının sunucusu. (TRT kökenli olduğu söylendi); “Burada şiir adamları” var diyor. “Şiir kadınları” da diyecek miyiz? “Şairler, şaireler var” denilse daha doğru olmaz mı?
    GÜNÜN HABERLERİ:
    1. 31 yılı aşkın bir süredir başkent Ankara’da “Ankara’nın Gazetesi” olarak yayınlanan Tasvir gazetesi 01 Aralık 2008 tarihinden itibaren “YARIN” adıyla yayınlanmaya başladı.
    2. “Malkara Emek” gazetesi 43. yayın yılına merhaba dedi.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     27

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BESTELENEN “BİRİ VAR” ADLI ŞİİRİM SESLENDİRİLDİ

    Başkent Ankara’da, öteki yerleşim birimlerimizde, musikimize hizmet eden kuruluş ve kişiler var. Bunların başında, şair, yazar ve araştırmacı TSM alanındaki çalışmalarıyla da dikkat çeken “Sevgi Kültürevi”nin sahibi Ahmet Sevgi geliyor.
    18 Ocak 2009 tarihinde kısa adı TÜMEK olan, Türk Musikisi Eğitim ve Kültür Derneği salonunda (Sümer–1 Sk. No: 16–18 Ankara) adresinde, müzisyenlerin ve bestekârların katıldığı bir müzik ziyafetinde bestelerin seslendirildiği gönül ve kültür adamı, sanat ve edebiyatımızın dostu eskimeyen Bakanlarımızdan Ali Nail Erdem’in başkanlığında, Özgen Gürbüz, Ali Şenozan, Kadri Şarman gibi bestekârların ve Emre Aygen, Derya Tunç, Mehmet Çağlaroğlu, Şenol Dinleyen, Nesrin Ersipahi gibi müzisyenlerin katılımıyla ayrı bir anlam kazanan “Şiir ve Müsiki-4”ün Ahmet Sevgi’nin titiz, ciddi ve yorulmak bilmeyen çalışmalarıyla gerçekleştirildiğini kaydedeyim teşekkür, tebrik ve saygılarımı sunayım efendim.
                Ali Nail Erdem’in, sanatın yücelliğinde, musikinin ön planda bulunduğunu musikinin yaşanan devirlerin izlerini taşıması bakımından önemli olduğunu, musikimizin bize has olan özelliklerinin bulunduğunu hatırlatmasından sonra, repertuarda bulunanların seslendirilmesine geçildi.
    Şeyh Galip, Sultan Aziz Han, Vecdi Bingöl, Cahit Sıtkı Tarancı, Dr. Bekir Mutlu, Uğur Gür, Cevdet Aslangül, Abdullah Satoğlu, Yahya Akengin, Ahmet Sevgi ve Dr. İsa Kayacan’ın sözlerini yazdıkları, Sadettin Kaynak, Sultan Abdülaziz Han, Kadri Şençalar, Münir Nurettin Selçuk, Kadri Şarman, H. Özgen Gürbüz, Ferit Sıdal, Bilge Özgen, Ali Şenoczan, Fethi Karamahmutoğlu, İsmet Değer’in besteleri seslendirildi.
    Ahmet Sevgi’nin büyük emek ve gayretle hazırladığı “Bir doktora tezi” haline gelen, 70 sayfalık fotoğrafların, beste sözlerinin, notalarının detaylı olarak verildiği dökümanın 61 nci sayfasında sözleri bana ait olan “Biri var” adlı ve İsmet Değer tarafından bestelenen Kurdi fantezi olarak, usulü: düyek, açıklamasıyla verilen bestenin notası 61 nci sayfada, arkasında bendenizin bir ansiklopediden alınan biyografim ve 63 ncü sayfada bestekâr İsmet Değer’in biyografi ve fotoğrafı yer alıyor.  Biri var, adıyla bestelenen şiirim:
     
    Beni düşünen biri var,
    Onunla gönlüm ferahlar,
    Sıralanan sevgilerde,
    Beni düşünen biri var.
     
    Dünyamı tamir edecek,
    Sevgi, mutluluk verecek,
    Hep gülecek, güldürecek,
    Beni düşünen biri var.
     
    Penceren aralık kalsın,
    Dua ve sevgim ulaşsın,
    Sana mutluluk bulaşsın,
    Diye çağıran bir var.
     
    Bu sözlerimi Kürdi Fantezi olarak, düyek usulünde besteleyen İsmet Değer: 
    -1944 yılında Çanakkale-Ayvacık’ta doğdu. İstanbul Basın-Yayın Yüksek Okulundan mezun olduktan sonra, Hürriyet Haber Ajansında çalıştı sonra TRT’ye geçti. Diyarbakır Radyosu ve Genel Müdürlük Müzik Dairesinde uzman olarak görev yaptı. Bestelerinin büyük bir bölümü TRT Denetleme kurulundan geçen, “Ömür boyu tatmadım”, “Bir mendil ki sallanır”, “Yüreğinin götürdüğü yere git”, “Sevgi döktüm yollarına” gibi pek çok bestesi bulunan İsmet Değer 2007 yılında TRT’den emekli oldu. Halen “ud dersleri” veriyor.

     

    GÜNÜN SÖZLERİ: 
    Bazı bestekârlar, hatır için beste yapıyor, şiirdeki, duygu, mana, anlam zenginliği aranmıyor. Bu anlayış ve besteler musikimize zarar veriyor. Kaleme alınan şiirler, “bestelenecek” diye yazılmaz. Bestekârlar uygun görürlerse bestelenir. “Söz yazarlığı” diye de bir meslek yoktur, şairlik vardır. (Ortak görüş)
    1- Bir ülkedeki kültürü ortadan kaldırsanız, fabrikalarının sayısı o milleti ayakta tutamaz (Ali Naili Erdem),
    2- Sanatın içine maddiyat girince, duygusall›ktan ayrılındı. Radyo’daki sevgi ve saygı müessesesi hep işler (Ali Şenozan)
    3- Kültürümüzün içinde önemli bir yeri olan musikimize hizmet, herkesin görevi ve sorumluluğu olmalıdır. (Ahmet Sevgi)

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      28

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ADİL ŞİRİN’İN LAÇİN ŞİKESTESİ
    Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de faaliyet gösteren, Prof. Dr. Elçin İskenderzade’nin genel koordinatörlüğünde yayın yapan Vektor Neşirlerevi’nin birbiri ardına gelen yayınlarından bir yenisi, Adil Şirin imzalı “Laçın Şikestesi” adlı şiir kitabı.
    Uzunca şiirli anlatımlar da dikkat çekiyor kitabın arkasında..
    196 sayfayla günyüzü görmüş.
    Redaktör ve önsözün müellifi: Prof. Dr. Elçin İskenderzade, önsözünün bir yerinde:
    -“Adil Şirinin bütün şiirleri her yerde ve her zaman senet sınağından üzüağ çıkan ve ebedi olarak üzüağ çıkacak şiirlerdir”” diyor.
    Kitabın ilk şiiri “Bilirsen mi?” başlığıyla 5 nci sayfada yeralıyor..
    Bu şiirin ilk bölümü şöyle efendim:
     
    Her şey arkada galdı,
    Bilirsen mi, neler oldu?
    Ayrılık illerinde,
    Sana  vaat ettiğim güzel rüyalar,
    Ilgımlar gibi savrulur,
    Ömrün semum yellerinde.
     
    İlk anda, Azeri Türkçesiyle, Türkiye Türkçesi arasında bazı farklılıklar olduğu görülüyor gibiysede, bu farklılık önemli anlaşılmazlık tablosu ortaya koymuyor.
    Adil Şirin şiirlerinin bazılarının başlıklarını koymamış.. Bir yıldızla ayırımlaştırmış, belirginleştirmiş.
    Prof. Dr. Elçin İskenderzade hocaya ithaf ettiği şiir 24 ncü sayfada karşımıza çıkıyor. Dört ayrı dörtlükten meydana gelen “Özüm burada, deli gönlüm uzakta” başlığı altındaki anlatımların ilk dörtlüğü;
     
    Kaderim ne ise ona razıyım,
    Tek sen ganad ver, gana razıyım,
    Anamın alnında gara yazıyam
    Özüm burada, deli gönlüm uzakta.
     
    Şiirlerin tamamına yakını hece vezniyle şekillendirilmiş, ortaya konulmuş. Görünen o ki Adil Şirin, şiirlerinin konu seçiminde, işlenişinde, belirli bir süre dinlendirdikten sonra, okuyucularının beğeni veya eleştirileriyle takdir topluyor, alkışlanıyor. Sayfa 98’de yeralan “Yalnızlık” adlı başlıklı şiiri vermek istediğimiz örneklerdendir efendim. Bir dörtlüğü bu şiirin:
     
    Bu hazin yaz gecesi,
    Seni düşünmek ağır,
    Rüyamda hatıramın,
    Gözlerinden yaş akıyor.
     
    Adil Şirin: 1955 yılında Laçın Rayonunda dünyaya geldi. 1972 yılında şiirleri, denemeleri yayınlanmaya başladı.
    Respublikanın bir sıra gazete ve dergilerinde sorumluluk taşıyan görevlerde bulundu.. Şahmar Ekberzade ve Nazım Hikmet adına düzenlenen yarışmalarda dereceler alan Adil Şirin, Türk Dünyası Araştırmaları Beynelhalk Elmler Akademiyasının Fahri Doktorudur. “Kızıl Yıldız” ödülünün de sahiplerindendir.
     
    GÜNÜN SÖZÜ:
    Prof. Dr. Elçin İskenderzade, tez tez konuğu olduğu Avrupa ve Dünya ülkelerinde, Azerbaycan kültürünü değişik yönleriyle anlatmakta ve kültürel köprü olma başarısının bayrağını yükseklerde dalgalandırmaktadır (İK).
     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     29

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KADİR YAVUZ’UN İKİ KİTABI
    Isparta ilimiz merkezinde yaşayan, yayınlanmış pek çok kitabı bulunan Kadir Yavuz’un iki kitabı, şair-yazar Fatma Uçarlar’ın 10.01.2009 tarihinde Isparta’da düzenlediği “imza günü” pardon imza şöleni vesilesiyle gittiğim toplantı salonunda bana ulaştırılanlardı bunlar:
     
    HARMAN
                Kadir Yavuz’un denemelerinden oluşuyor. 300 sayfayla Ocak 2008’de günyüzü görmüş. İlk sayfalarda birkaç şiir, şiirli anlatım. Sonra denemeler bölümünün başlayışı. Bu şiirli bölüm dediğimiz, Murat Yüksel’in manzum anlatımla, Kadir Yavuz’dan sözediş bölümü olarak görmeli, böyle nakletmeliyiz.
                Gazeteci, yazar ve şair olan Kadir Yavuz’un uzunca bir sunuşu, bir kapak yazısı var ilk sayfalarda:
    - “İnsan olduğumuzu unuttuk. Dostlarımızı, akrabalarımızı unuttuk. Teknoloji bizleri metale çevirdi” hemen üst satırlarda sözettiği, sunuş ve kapak yazısından iki cümleydi bunlar.
    - Toplum yapısı bizim ki kadar değişken bir millet görülmemiştir(S.134),
    - Akşam üzeriydi. İş yerinden çıkmış, istasyon caddesinden aşağı doğru ufak ufak yürüyordum (S.135)
                 Bu cümlelerden hareket ettiğimizde, Kadir Yavuz’un denemelerinin toplumumuz içinden seçilen ve işlenilen konular olduğunu ve anlatım biçiminin, yumuşak ve netlik içinde bulunduğunu hemen anlarız.
               
    KÖPRÜ
                Kadir Yavuz’un bir başka deneme kitabı. 280 sayfalık Köprü. İçindekiler bölümü, bölümleri sayfalara aktarılırken başlıkların karşılarına bulundukları sayfa numaraları unutulmuş. Her yayında ufak –Tefek hata ve eksiklerin olması doğaldır.
    Sunuş yine, araştırmacı-yazar-şair Murat Yüksel’e ait. Aynı yolla, aynı anlatımla. Yani manzum anlatımla demek istiyoruz efendim. Kitabın adı olan ara başlık altından:
     
    Kadir Yavuz “Köprü” dedi kitabı,
    Düşünelim, ne demektir acaba?
     
    Akıl ve kalp, fikir ve his köprüsü,
    Gönül sofrasının çiçeği süsü.
     
    Birbirimizi anlayabilsek, tüm sorunlarımızın çözüleceği gerçeğinden hareket ederek ortaya koyduğu denemelerinin özellik ve güzelliklerini bu kitapda rastlıyoruz Kadir Yavuz’un..
    Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
    Kadir Yavuz: 1954 yılında Elazığ’da doğdu. Diyarbakır Eğitim Enstitüsünden mezun olan Kadir Yavuz, Kars lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptı. 2002 yılına kadar 27 yıl Elazığ’da ticaretle uğraştı. Final Dershanelerinde Müdür Yardımcısı olarak çalıştı. Lise yıllarında şiir ve yazıları yerel gazetelerde yayınlandı. Şu anda Ispartada yaşayan Kadir Yavuz, bu ilimizde şiir ve yazı hayatına hız verdi. Bu ilimizdeki gazetelerde değişik konulardaki yazılarıyla dikkat çekti. Kadir Yavuz’un yayınlanmış pek çok kitabı bulunuyor.
     
    HOCAM İSA KAYACAN’a
     
    Yıllardır, gönlümüzde taht kuran
    Yüreği ve kalemiyle önde duran,
    Asırlar boyu tarihte kalacak olan,
    Altın harflerle kalbimize yazılan,
    İsa Kayacan’dır, İsa Kayacan.
     
    Hacer GEZER (Alanya, Temmuz 2008)
     
    GÜNÜN HABERİ:
    01 Kasım 2008 tarihinde hizmete açılan, Burdur İli, Tefenni İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli daha kitap ve derginin gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap ve dergi sayısı 8 bin 07’ye ulaştı.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     30

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR ÜMİD HARİBÜLBÜL
    Başlığımız bir kitab olarak bize ulaştı, karşımıza çıktı.
    Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de faaliyet gösteren, son aylarda yayınladığı kitaplarla dikkat çeken “Vektor” Neşirlerevi’nin bir yayını. Bu yayınevinin sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Prof. Dr. Elçin İskenderzade’nin şiirlerinin bir araya getirildiği bir kitap bu efendim.
    Kitabın redaktörü ve önsözünün müellefi: Prof. Dr. Nizami Caferov. Cildin ressamı: Dr.Zeynel Beksaç (Kosova).
    Nizami Caferov, önsözünün bir yerinde: “Elçinin istedadı halal istedaddır,
     
    Elçin’in sesi bağdan gelir” diyor.
    Bir Ümid Harıbülbül, adlı kitap:
     
    -Sevdalı beyaz dualar, Üreyimin sevda türküleri, Ülkeler insanlar sevdalar, çerçevesiz resimler… bölümlerinden meydana geliyor.
    Bölümlerin, daha doğrusu bölüm yazılarının hemen arkasındaki sayfalarda, ressamların değişik çalışmalarından örnekler verilmiş, yerleştirilmiş. Kitabın sonunda da, çoğunluğu, daha doğrusu ağırlıklı bölümü Azerbaycan çıkışlı olmak üzere bazı isim ve imzaların Elçin İskenderzade hakkında ortaya koyduğu görüşlerden örnekler verilmiş, cümleler ve isimler itibariyle.
    Şiirlerin yazılış tarihleri veya yılları da alt kısımlardaki yerlerinden bizimle selamlaşmakta..
    Dokuzuncu sayfada ve kitabın ilk şiiri, daha doğrusu ilk bölümün ilk şiiri: Beyaz meleğin gece duası, adıyla karşımıza çıkmakta. İlk dörtlüğü bu şiirin:
     
    -Bilmiyorum sinemde ürekdi, nedi,
    Köksümde döyünen çiçekdi, nedi,
    Geceler yukuma haram gatıram,
    Geceler ruhumda bir behanedi.
     
    Elçin iskenderzade hakkında yazılanlardan bazı cümleler nakletmek istiyorum:
    1- Azerbaycan edebiyatının dünyada tebliğ edilmesinde, Türk dilli halkların tanınmış yazıcılarının eserlerinin ve özlerinin Azerbaycan okuyucularına tanıtılmasında Elçin İskenderzade’nin misilsiz hizmetleri var (Anar),
    2- Profesör Elçin İskenderzade’nin Kırımtatar halkına ve şahsen bana gösterdiği büyük sevgi ve saygıyı gördükten sonra, apardığımız mücadelenin ne kadar şerefli ve gerekli olduğuna bir daha yürekten inandım (Mustafa Kırımoğlu)
    3- Elçin İskenderzade, dünyanın görünen ve görünmeyen tarafının şiirlerini yazıyor (Adil Mirseyid)
    4- Elçin İskenderzade her şeyden önce büyük bir Türkdür ve büyük bir Türk milliyetçisidir (Dr. Özgen Keskin),
    5- Şiirlerini zevkle okuduğum Elçin İskenderzade, bana bizim milli edebiyat şairlerimizden Mehmet Emin Yurdakul ile Faruk Nafız Çamlıbeli hatırlattı (Yavuz Bülent Bakiler)
    6- Umarım ki, Türk Dünyasının Elçin İskenderzade gibi, nadir istidatlar bizim başaramadıklarımızı, lakin arzuladıklarımızı şerefle hayata geçirecekler (İhsan Doğramacı)
    7- Prof. Dr. Elçin İskenderzade’nin Türk medeniyeti ve edebiyatı için gördüğü işlerin kesinlikle alternatifi yoktur (Prof. Dr. Levent Seçer)
     
    GÜNÜN HABERİ:
    01 Kasım 2008 tarihinde hizmete açılan, Burdur İli, Tefenni İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli daha kitap ve derginin gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap ve dergi sayısı 8 bin 07’ye ulaştı.

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     31

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    RIZA BULUT DA ARAMIZDAN AYRILDI
     
    Yıllardır, vefatla aramızdan ayrılanlarla, Azerilerin deyimiyle dünyalarını değiştirenlerle ilgili haber, biyografi yazıyor, kitaplarımın sayfalarında yer almalarını sağlarken, üzülüyor, üzülüyorum.
     
    RIZA BULUT
    Burdur gazetesinin köşe yazarlarındandı Rıza Bulut. Kendine özgü yazışı, anlatımı, yorumlayışı bir farklılık getiriyordu. Yazıları dikkatimi çeker, satır satır okurdum. Bu noktadan hareketle, yazılarının değerlendirildiği, kaleminin yorumlandığı “Burdur’dan Rıza Buulut Yazıları” başlığıyla yazdığım yazı,Ankara gazetelerinden Belde’nin 28.11.2008 tarihli sayısında yayınlanmış, sonra Burdur ve Anadolu gazetelerindeki köşelerimde yeralmıştı.
    Rıza Bulut bir gün telefonla arayarak, yazdığım yazıdan dolayı memnun olduğunu, sevindiğini, “bu iltifatlara layık değilim hocam. Ama siz yazmışsanız, bunun mutlaka bir değeri ve anlamı vardır. Burdur’a gelince uzun uzun görüşmek isterim” demişti. Kararlaştırmıştık, Burdur’a gidişimde mutlaka görüşecek, hasret giderecektik. Ama nasip değilmiş.
    2008 sonunda, Rahmi Ermiş aradı, Rıza beyin vefat ettiği haberini verdi. Arkasından Adnan Taraşlı’yla, akabinde de M. Ercan Taraşlı’yla görüşmemiz oldu. Rıza Bulut, kalp krizi sonucu vefat etmiş, aramızdan ayrılmıştı.
    Rıza Bulut: 1954 yılında Burdur’un  Kozluca beldesinde doğdu. Gönen İlk öğretmen okulundan mezun olduktan sonra, değişik okullarda çalıştı. Eğitim-İş Sendikası kurucuları arasında yer aldı.
    Emeklilikten sonra, “Bulut Kitabevi”ni kurdu ve işletimini sağladı. Burkent-Burkoop yöneticileri arasında yeralan, DSP’den milletvekili adayı olan Rıza Bulut üç yıl süreyle Burdur Gazetesinde eğitici ve mizahi ağırlıklı yazılarıyla dikkat çekti.
    Kalp krizi rahatsızlığı nedeniyle, Isparta SD-Ü. Tıp Fakültesi Hastanesinde yoğun bakım ünitesinde tedavi görürken, 30.12.2008 tarihinde öğle saatlerinde vefat etti. 31.12.2008 tarihinde Kozluca’da toprağa verildi.
    1- Rıza Bulut’un yazılarını ilgiyle izliyor, yararlanarak okuyordum (İbrahim Özçimen, Vali)
    2- Rıza Bulut’u öğretmenlik yıllarında tanımıştık. O’nu en çok köşe yazarlığında tanıdık. (M. Ercan Taraşlı)
    3- Rıza Bulut yazılarında yaptığı eleştirilerle, kimseyi incitmeden, akılda kalacak öneriler ve görüşler ortaya koyuyordu. (Adnan Taraşlı)
    4- Rıza Bulut, birkaç yıldan beri, gazetemizde yazdığı yazılarla bir ilk’I başarıp, yaygın basındaki az sayıdaki yazar gibi, köşesi merakla beklenir, okunur hale gelmişti. (Hasan Türkel)
    5- Rıza Bulut, yüz yüze görüşmeden tanıdığım Burdurlulardandı. Yazıları stil bakımından ilgimi çekerdi, O’nun aramızdan ayrılışı gözlerimizi bulutlandırdı. (Orhan Erenalp)
    6- Gazeteyi hazırlarken, kontrol ederken sıra Rıza hocamızın yazısına geldiğinde pür dikkat okuyor, hemen her seferinde gülümsüyorduk. (Hacer Zeren)
     
    GÜNÜN HABERİ:
                Merkezi Ankara’da bulunan, Burdur İli ve İlçelerini Tanıtma, Kalkınmadırma ve Yardımlaşma Derneği’nin 04.01.2009 tarihinde yapılan olağan genel kurulunda, Başkanlığa Ahmet Şakar seçildi.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      32

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    İMZA GÜNÜNDEN ŞİİR ŞÖLENİNE
    Hani bazen yola çıkarsınız. Şu sokaktan yürüyeyim, bu sokaktan çıkayım gibi bir düşünceniz, plan programınız olur ya.
    Belirli  bir yürüyüşten sonra, farkına varmadan, varamadan sokaktan çıkar, caddeye, bulvara doğru adım atarsınız, cadde ve bulvarda yürümeye başlarsınız ya.
    Isparta ilimiz merkezinde yaşayan, yazıp-yayınlayan şair ve yazar Fatma Uçarlar, 2008 yılında yayınlandığı, basımında Eğirdir Belediye Başkanı Ömer Şengöl ve Burdur Borsası Başkanı Baki Varol’un desteklediği “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” ve “Şöyle Giriversen Kapımdan” adlı şiir ve deneme kitapları için 10 Ocak 2009 tarihinde Isparta’da “İmza günü” düzenledi.
    Bu imza günü için önce “Sıradan bir imza günü olsa gerek” diye düşündüm. çünkü bazı kitabevleri veya şair-yazarlar imza günleri düzenliyorlar, kendi yakın çevrelerindeki insanlardan başka katılım olmuyor. Sözde imza günleri, başladığı gibi bitiyor.
     
    İMZA GÜNÜNDEN ŞİİR ŞÖLENİNE
    Fatma Uçarlar’ın imza günü, katılımın fazlalığı ve sunuluş biçimi itibariyle, şiir şölenine dönüştü. Programın Kamu-Sen Isparta Şube Başkanı Bülent Özkan ve eşi Serpil hanım tarafından desteklenmesi, katkıda bulunulması, yer değiştirişin önde gelen etkenlerinden sayılıyordu.
                Fatma Uçarlar’ın sunduğu, yer yer kendi şiirlerinden, üzüntü-kırgınlık, sevinç, mutluluk konulu şiirlerini seslendirişi, 150 dolayındaki katılımcının sessizce dinleyişleri, alkışlarının sıklıkla tekrarlanışı Fatma Uçarlar imza gününün şiir şölenine dönüştürüldüğünü, daha doğrusu kendiliğinden böyle bir dönüşümün gerçekleştiğini ortaya koyması bakımından önem taşıyordu.
    Fatma Uçarlar’ın son iki kitabı yanında, 2004 yılında yayınladığı ve ilk şiir kitabı olması bakımından önem taşıyan “Sevdim Yetmez mi” de imzaladığı öteki iki kitabı arasında yeralıyordu.
    Bir kültür programı olan pek çok çiçeğin geldiği Fatma Uçarlar imza gününden şölene dönüşen programa, göreve başlayışının ilk günleri olması nedeniyle katılamayan Isparta valisi Ali Haydar Öner başta olmak üzere, değişik isim ve imzanın telgrafları, kutlamaları yanında, Burdur’dan gelen işadamı ve medya kuruluşlarının sahibi Mehmet Cadıl yanında Müzeyyen Düdük, Sabahat Gümüş, Durmuş Öcal, Osman Tekerci, Mehmet Şimşek, Gültekin Artukoğlu gibi isimler ve Ankara’dan İsa Kayacan, Simav’dan Osman Karaaslan ve eşi, Afyonkarahisar Başmakçı’dan Hüsamettin Tat ve oğlu ilk sırada kaydedilmesi gereken isimler arasında yeralıyorlardı.
    Ayrıca, Burdur’dan Fatma Uçarlar’ın mesai arkadaşlarından Hanım Akçay diğer arkadaş ve dostları dikkat çekiyordu.
    Isparta’dan, Göller Bölgesi Şair ve Yazarlar Derneği Başkanı Melahat Ecevit başta olmak üzere, Fatma hanımın kardeşi Recep Uçarlar, yengesi Mine Uçarlar, sevinç ve mutluluk içinde görünüyorlardı. Gelin Sanem, oğulları Emrah-Emre telefonlarla annelerinin mutluluğunu paylaşıyorlardı.
    Şiir şöleni haline gelen Fatma Uçarlar imza günündeki konuşmacılar; İsa Kayacan, Osman Karaarslan, Mehmet Cadıl, Sabahat Gümüş, Abbas Şenel, Osman Tekerci ve Kadir Yavuz’du.
    Fatma Uçarlar’ın kişisel yapısından kaynaklanan ciddi çalışmalarının sonunda ortaya böyle kalıcı eserlerinin çıktığı görülürken, sosyal aktivitelerindeki başarıları da eklenince sanat ve edebiyat dünyamızdaki yürüyüşünde önemli ve anlamlı mesafelerin alıcısı bir Fatma Uçarlar’ın ortaya çıktığı anlatıldı. Eğirdir Kaymakamı Halil Serdar Cevheroğlu’nun da katıldığı Isparta yerel ve yaygın basın temsilcileriyle Kanal-32 TV muhabirlerinin Fatma Uçarlar etkinliğine gösterdikleri ilgi dikkatlerden kaçmıyordu. Söz konusu TV’nin akşam ana haberlerinin içinde bu etkinliğin görüntü ve haber olarak verilişi, teşhis ve tespitlerimizin doğruluğunu gösteriyordu. Fatma Uçarlar ‘ın “Fatma’ya Geldim” ve “Mutluluk Saati” adlı, başlıklı şiirlerinden birer dörtlük:
    1- Şaşırma görünce karşında beni/Elimde değil ki, özledim seni/İzin ver gireyim, döndürme geri/Bu gece dizinde yatmaya geldim.
    2- Çağlayıp akarken, duygular sele/Sözüm geçmez oldu, şu esen yele/Muhtaçken yaramı saracak ele/Düşünmedi bir an, kolumu kırdı.
     
    GÜNÜN SÖZÜ: Sanat ve edebiyatın ciddiye alınması, kalıcı sonuçlar ortaya koyar (Fatma Uçarlar)

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     33

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    DİNLENDİRİLMİŞ ŞİİRLER
    Bir şair, yazar, araştırmacı. Yeni bir edebiyat akımının öncüsü Mustafa Ceylan’ın bendenize ithaf ettiği “Köye Özlem” adlı, başlıklı bir şiiri var, dinlendirilmiş şiirler arasında gördüğüm. Buyrun şiir aşağıda, birlikte okuyalım:
     
    KÖYE ÖZLEM  - İSA KAYACAN’A (Mustafa Ceylan-1986)
     
    Moraran dağların esmer çocuğu,
    Yalın ayak gezen tarlada benim.
    Unutmamış, gerçek dostların çoğu,
    Tutuşur gözlerim sılada benim.
     
    Bağ bozum vaktini geçti sanmışım,
    Üzümleri salkım salkım anmışım
    Özlemiyle ateş olup yanmışım,
    Ayaklarım tozlu yollarda benim.
     
    Çapaya giderdim “imece” tutup,
    Ekin yığınında kendim unutup,
    Askere gidince yazdığım mektup
    Okunur dayıda, halada benim.
     
    Bilirim kağnılar dilsiz yatıyor,
    Çekirge bozkırda kaşın çatıyor.
    Ramazan akşamı güm güm atıyor,
    Yüreğim Ezan’da-Sala’da benim.
     
    Çeşmelerde testi testi sularım,
    Yayla akşamında tüm uykularım,
    Yetimler ağlasa bende ağlarım,
    Yamalı giyside, yoksulda benim.
     
    Sizin olsun beton yığını “şeğer”
    Geçmişi yaşamak mümkünse eğer,
    Büyülü gözlerim, alnımdaki ter
    Duruyor, kilimde-palada benim.
     
    Bu Mustafa Ceylan şiirinden sonra, yayınladığı şiir ve deneme kitaplarıyla dikkat çeken, Fatma Uçarlar’ın 1998 yılında yazdığı “Anneme” adlı şiirine kulak verelim. Buyurun:
     
    ANNEME (Fatma Uçarlar-1998)
     
    Gecenin bir vakti uyandığımda,
    Seccadenin üstü boş artık,
    Hafif ışık sızan odada,
    Yasin, Tebareke okuyan yok artık…
     
    Evimin kapısını açtığımda,
    Tüm odalarım boş artık.
    Her gün evimden çıkarken,
    Dualarla uğurlayan yok artık.
    www.isakayacan.blogspot.com
    Tlf: 0312.355 13 76

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     34

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ERŞAT HÜRMÜZLÜ
    İnsanlar doğup büyüdüğü yöreye hizmetle işe başladıkları takdirde, yararlılık ve aranılırlık oranı artıyor.
    Bunların, önde geleni Kerkük’lü Esat Hürmüzlü’dür.
    Irak Türkmenlerinin tanınan, aydın şahsiyetlerinden biri olan Erşat Hürmüzlü; 1943 yılında Kerkük’te doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kerkük’te tamamladı. 1959 yılında Bağdat Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. 1963 yılında Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra sigortacılık alanında çalışmaya başladı.
    İsinin büyük bölümünü yurt dışında yaparak, bağlı bulunduğu sigorta şirketinin Kerkük şubesine müdür olarak atandı. 1980 yılında bazı nedenlerden dolayı Irak dışına çıkarak, Türkiye ve Suudi Arabistan’da hayatını sürdürdü.
    Arap Dünyasında Irak Türkmenlerinin kültür temsilcisi olarak tanınan Hürmüzlü’nün, edebiyatla ilgisi çok genç yaslarda başladı. Bağdat’ta henüz üniversite öğrencisi iken Bağdat Radyosu’nda açılan Türkmence Bölümünde basarıyla hazırlayıp sunduğu “Radyo Dergisi” adlı programı yıllarca edebiyat meraklıları tarafından ilgiyle dinlendi.
    Şiirlerinde sade bir dil kullanan Erşat Hürmüzlü, hece vezni ile serbest biçimi de denedi. Şiiri amaç değil araç olarak ele alan Hürmüzlü, asıl edebi başarısını yazılarında gösterdi. Özellikle fikir alanında yazdığı denemeler, bir dönem Kardaslık Dergisi’nin sayfalarında birçok okuyucu tarafından merakla izlendi.
    Bir kısmı takma adlarla yazdığı bu makale ve denemeleri ile hem edebi hem de düşünce yönünden yeni yetişen gençlik kuşağını geniş ölçüde etkilediği gözlendi. Kardaşlık ile Türk Kültürü Dergilerinde yayımlanmış şiir ve çok sayıda inceleme ve deneme yazılarının kitaplaştırılması çalışmalarını sürdüren Erşat Hürmüzlü Irak Türkmenlerinin kültür evi olan Kerkük Vakfı’nın kurucuları arasında yer aldı. Anılan vakıf tarafından yayınlanan Arapça, Türkçe ve İngilizce, üç ayda yayınlanan Kardaşlık Dergisi’nin yazı kurulu üyesi olan, 2008 yılında T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ortadoğu Danışmanı olarak çalışmaya başlayan Erşat Hürmüzlü’nün;
    1. El-Türkman Fil-Irak (Bağdat 1971, Arapça)
    2. Irak Türkmenleri (İstanbul, 1991, 2. Baskı-Ankara, 1994)
    3. Türkmen ve Irak (İstanbul, 2003-Arapça) adlı kitapları yayınlandı.
    ÇALIŞMALARLA
    Ortaya konulan çalışmalar, hangi ortamda olursa olsun, mutlaka ses getiriyor, ilgi görüyor. Erşat Hürmüzlü örneğimiz söylemek istediklerimizle iç içe bir görüntü ortaya koymaktadır.
    Irak Türkmenlerinin, Kerkük’te yaşayan kardeşlerimizin sorunlarıyla ilgilenmek, çözüm yolları arayıp bulmak, Ersat Hürmüzlülerin başarı bayrakları olarak dalgalanmaktadır.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     35

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR GARİP ÖZÜR YOLCUSU
    Niyetlenir, peynirinizi, zeytininizi, çıkınınızı doldurur, yerleştirir yola çıkarsınız. Hedefiniz bellidir. Kimliğinizdeki adınız yanında, yolculuğunuzun ismiyle karışan, karıştırılan isminiz vardır.
    Ticaret yolcusu, kültür yolcusu, ekonomi yolcusu vd. Siz bunlardan hiçbirinin içinde yeralmıyorda “Özür yolcusu”ysanız, duygularınızı açıklamak zorundasınız demektir. Ve açıklarsınız:
     
    ÖZÜR YOLCUSU
                Anlattıklarınız, duygularınızın derinliğinden gelenlerdir. Samimi ve teslimiyet içindekilerdir bunlar. Önce kendi kendinize bir durum değerlendirmesi, vicdan muhasebesi içine girersiniz. Başlayışınız:
     
    - Kurulan “Vicdan mahkemesi”nde,
    Duruşmalar, aylarca sürdü.
    Hakim “Özür dileme” cezası verdi,
    Karar Yargıtayca onandı.
     
    Bu girişten sonra, hangi ulaşım aracının yolcusu olduğunuz, yolcusu olunduğu anlatılır. Biraz uzuncadır:
     
    - Kağnılarda, arabalarda, kervanlarda,
    Otobüslerde, kamyonlarda, minibüslerde,
    Trenlerde, gemilerde, uçaklarda,
    3-G’yi arayan,
    Bir garip özür yolcusuyum...
    “Gidiyorum, gündüz-gece”...
     
    Anlatımların ardından hemen ilave edilir. Hatta adres gösterilir açıktan açığa.
     
    “Aramızdan Ayrılanlar”
    (Mayıs 2007, sayfa:124)
    “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler”
    (Temmuz 2008, sayfa:156)
     
    Burdan yola çıkan, “Özür yolcusu”nun girişi daha bitmemiştir. Yoluna devam eder. Kendi kendine söylenip durur:
     
    Bazı; yazı, şiir, günün sözleri ve
    Özlü sözler için;
    “Özür dilemenin, dileyebilmenin,
    İnsani bir olgu,
    Ve erdemlilik olduğu”
    Gerçeğinden hareketle,
    Çıktığım yolculukta,
    Hangi yönden, hangi yoldan,
    Hareket edersem edeyim,
    Nereye gidersem gideyim,
    Kim adres,
    Sorarsam sorayım,
    Kimden bilgi, alırsam alayım,
    Bütün yollar sana çıkıyor...
     
    “Özür yolcusu”nun hedefi belli, varacağı yer belli. Söylemek istediklerinin sonunda şöyle söyleniyor, sesleniyor:
     
    Her adımım, her bakışım,
    Her nefes alışım,
    Senin adresini gösteriyor,
    Senin kapı numaranı gösteriyor,
    Seninle, karşılaşmalı, konuşmalıyım,
    Seninle; anlaşmalı, barışmalıyım.
    Çünkü sen;
    Gerçekten; varlığıyla övündüğüm,
    Yokluğuyla dövündüğüm (sün).
    Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla,
    Sana söylediklerimin, yazdıklarımın,
    Hepsi, tamamı yalan.
    Sensiz yapamadığımdır,
    Seni sevdiğim, özlediğimdir,
    Gerçek ve doğru olan…
     
    (Ankara 27.12.2008)
     
    DÜZELTME: Artık eskisi gibi kızmayacağım, kırılmayacağım/ Yanlışlarımı tekrarlamayacağım. Var olan yanlışlarım için, düzeltme çabası ve yoğunluğu içinde olacağım.
     
    DUYURU-HABER:
    Gazeteci-Yazar İsa Kayacan, kendisine atfen yazılan-ithaf edilen şiirleri "Benim İçin Yazılan Şiirler" adıyla kitaplaştırıyor.
    Bazı şairlerin, İsa Kayacan için yazdıkları şiirlerini yeni yayınlayacakları kitaplarında yer vermek için beklettiklerini ifade etmelerinden sonra Kayacan:
    -"Şair dostlarım benim için yazdıkları şiirlerini ellerinde tutmasınlar. P.K. 15 A.Ayrancı-Ankara adresime göndersinler ki, konuyla ilgili yayınlayacağım kitapta yer almaları mümkün olsun. Bu vesileyle teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum." dedi.   

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     36

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BURDUR TSO’NUN FAALİYETLERİ-HEDEFLERİ
                Kısa adı Burdur TSO olan, Burdur Ticaret ve Sanayi Odası’nca, birbiri ardına yayınlanan kitap, dergi ve bültenlerin getirdikleri dikkat çekiyor. Bunlardan bir yenisi:
    -2005-2008 Faaliyetlerimiz-Hedeflerimiz, adının taşıyıcısı. 206 büyük sayfayla şekillenmiş.
    Kitap serisinin 2 ncisi olan “2005-2008 Faaliyetlerimiz-Hedeflerimiz”, Budur Ticaret ve Sanayi Odası (Burdur TSO) Meclis Başkanı Feyzi Oktay ve Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Keyik imzalarını taşıyor.
    Kitap, TSO’nun Basın Danışmanı Ahmet Can tarafından yazılmış, hazırlanmış.
    Girişin bir yerinde; “28 kişiden oluşan yönetim, fedakârlık sınırlarını zorlayarak özverili çalışmalar yapmıştır. Yaklaşık dört yıllık çalışmalarımızın örnek bir dönem olması nedeniyle, Odamız ve ilimiz tarihine de kaynak teşkil edecek bu kesitin kronolojik faaliyet raporu niteliğinde kitaplaştırılmasının yararlı olacağını düşündük” deniyor.
    Burdur TSO’da üst düzeyde görev alanlarda, TSO bünyesinde görev yapanlar, fotoğraflarıyla biyografileriyle zenginleştirilen bir görüntü tablosu ortaya koymuştur.
    Sonraki sayfalara baktığımızda; Burdur TSO’nun kalite politikasında, sürekli gelişen kütüphaneden, alınan ödüllerden (görüntü olarak) TSO Meclisinden, Meclis çalışmalarından, grup çalışmalarından, bölgesel kuruluş BAGEV çalışmalarından sözediliyor, bu çalışmalardan örnekler veriliyor.
    Ve bir başlık. Sayfa: 49, “Asırlık oda arşivini yeniledik”. Temmuz 2008 tarihli. Buranın girişi:
    - “Burdur Ticaret ve Sanayi Odasının çürümeye yüz tutmuş, asırlık dosyalarını elden geçirerek, arşivini yeniledik.
    Kuruluşu Cumhuriyet’ten önceye dayanan Burdur Ticaret ve Sanayi Odası’nın 1900’lerden kalan ve adeta çürümeye yüz tutan arşivleri, Oda Başkanı Yusuf Keyik’in talimatıyla tek tek elden geçirildi. Yaklaşık 3 ay süren arşiv çalışmalarında, odanın bodrum katındaki arşiv odasında bulunan 5 bine yakın dosya tek tek, elden geçirildi. Üye dosyaları içerisinde Ticaret Sicilleri gazeteleri, sicil evrakları, defter ve tasdik belgeleri bulunuyor” şeklinde noktalanıyor efendim.
    Bence, çalışmaların en önemle bölümü veya bölümlerinden  biri olarak görülebilir bu düzenleme.
    Düzenlenen, eğitim, konferans, panel şeklindeki toplantılar, yurtiçi mesleki inceleme gezileri, merkez ve ilçelere yapılan mesleki ziyaretler, Isparta ile ortak işbirliği çalışmaları, vergi ödül törenleri teker teker sayfalara aktarılmış, fotoğraflarla zenginleştirilmiş.
    Sayfa 124’deki başlık: “Burdur’a yapılacak her türlü yatırım çalışmalarına rehberlik ettik, etmeye de devam ediyoruz”.
    Bu arada, Burdur Ticaret ve Sanayi Odası’nın basın-yayın faaliyetleri de oldukça dikkat ceken boyutlara ulaştığı görülüyor.
    Ekonomik gündemle yola çıkılan çalışmalar yanında, sosyal gündemlere de duyarlılık gösterilmiş.
    Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     37

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    AİLE SAADETİ
    Ziya Çağlar… Yıllar evvel, İş ve İşçi Bulma Kurumunda birlikte çalıştığımız sonraki yıllarda, İş ve İşçi Bulma Kurumu’ndan ayrılıp, 1970’li yılların başında Bağ-Kur’un oluşumu sırasında bu kuruluşa geçen, burada önemli görevlerde bulunan, en son Genel Müdür Yardımcısı olarak emekli olan bir arkadaşımız… Araştırmacı, yazar.
    Yıllardır, birbirimizi kaybetmedik.. Hep aradık, sorduk… Yenilerde bir kitabı geldi. Adı: Aile Saadeti.
    Ankara’da (a) yayınları arasında 268 sayfayla günyüzü görmüş, okurlarıyla buluşmuş, buluşturulmuş.
    Kitap üç bölümde şekillenmiş. İlk bölüm, aile, kavramı, Türkiye’de aile yapısı, aile kurumunun oluşması, evlilik gibi başlıklar altında verilenlerle başlıyor.  Evlilik iki bölümde, iki ayrı noktada inceleniyor. Birincisi, görücü usulüyle…
    İkincisi, anlaşarak (flört usulü) yapılan, gerçekleştirilen evlilik olarak görülüyor, inceleniyor. Sonra, karıkoca münasebetleri başlığı altında incelenenler, ortaya konulanların ilk sırada yer alanı: Aile sorumluluğu, eşlerin konumu, başlıkları altında inceleniyor. Burada yer alanların bazıları (başlıklar olarak):
    - Sadakat, vefa, tevazu, kibir ve gurur, kendini tanıma, kültürel uyum, önemli konularda fikir birliği, açıklık, şiddetten kaçınma, istişare, paylaşma dostluk, nefse hâkimiyet, çevresel olumsuzluklara kapılmamak vd.
    Sonraki sayfalarda, ana ve baba-evlat münasebetleri, ailede gelin ve damadın yeri, kardeşler arası münasebetler, eski toplumların sosyal ve din ekseninde aile kurumuna ve kadına bakış açıları, İslam dininde aile hayatına yönelik insani, sosyal-hukuki hükümler ve uygulamalar..
    Birinci bölümün (Aile) başlığının altındaki cümleye bakalım:
    - Kapıyı çaldığınızda sizi karşılayacak ve duygularınızı paylaşacak bir aileniz varsa, tıpkı üzüntünüzü bölüşüp hafiflettikleri gibi, mutluluğunuzun katlanarak çoğalmasını da sağlar ev halkı.
    Şimdi bu cümlenin üzerine, daha doğrusu karşısına çıkıp, “bu görüşler yanlıştır” diyebilecek bir babayiğit var mı?. Bence yoktur, olamaz.
                Aile ve aile kavramıyla ilgili görüşlerini ortaya koyarken Ziya Çağlar, bu bölümün bir yerinde; “Aslında sadece insanoğlu değil, yeryüzünde var olan bütün canlılar aile toplulukları halinde yaşar. Mesela, aralarında az çok benzerlikler bulunan bitki ve hayvanlar aleminin bir araya getirdikleri topluluklardan her biri, ayrı ayrı bir aileyi oluşturur” diyor…
                Sıklıkla bazı (hasta) insanlarda görülen kibir ve gurur hakkında neler söylüyor Ziya Çağlar, bakalım. Sayfa 39;
                  -Kibir ve gurur insanın kendisini beğenmesi, büyük ve üstün görmesi, başkalarına yukarıdan bakması huyudur, hastalığıdır. Tevazunun zıddıdır. Nefsin kişi üzerine kurduğu hâkimiyettir.
    İnsan büyüklüğü tasladığı oranda küçülür, başkaları tarafından sevilmez. Zamanla toplum tarafından da dışlanır ve yalnızlaşır. Kibir ve gurur sevimsiz ve hoş olmayan huylardandır. Bu tip insanlar, evlerinde de üstünlük kompleksine kapılabilirler. Kendini beğenmiş, gururlu ve kibirli insanların evlilik hayatlarında mutlu olmaları çok güçtür.
                Ziya Çağlar: 1932 yılında Boyabat’ın boyalı köyünde doğdu. 1953 yılında çalışmaya başladı. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Türkiye Zirai Donatım Kurumu Genel Müdürlüğüyle, İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğünde değişik kademelerde çalıştıktan sonra, Bağ-Kur Genel Müdürlüğüne geçti. Burada Daire Başkanlığı ve Genel Müdür Yardımcılığı yaptı. Buradan emekli oldu.

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     38

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    İSTATİSTİKİ ANLATIMLA:

    Hasan Hüseyin ve Güldali’nin çocukları olarak, 20 Eylül 1943 tarihinde Burdur'un Tefenni ilçesi'ne bağlı Ece Köyü'nde doğdu. Lisans Eğitimini AÜ. — AÖF. Halkla İlişkiler Bölümünde tamamladı. İlk şiiri Nisan 1956’da, ilk yazısı 24 Ocak 1961’ de yayınlandı. Tercüman, Son Havadis, Ortadoğu, Hergün, Belde, Anayurt Gazeteleri başta olmak üzere, Ana, Bakış, Çağrı, Gülpınar, Ece, Kemalist Ülkü, Size gibi dergilerde yazdı. Edebiyatın değişik dallarında 125 ayrı kitap “Ece” adlı aylık bir dergi yayınladı. “Kendi istatistiğini tutan adam” olarak bilinen İsa Kayacan’ın 31.12.2008 tarihi itibariyle 40 bin 350 makalesi, bugün kapananlar dahil 3 bin 450 ayrı gazete ve dergide yer aldı.
    Yine 31.12.2008 tarihi itibariyle onlarca rekorun sahibi olan, Azerbaycan için bin 520, Irak’taki Türkmenler için 805 makalesi yayınlanan İsa Kayacan, değişik kuruluşlara 28 bin 895 kitap ve dergi bağışında bulundu. 7 bin 635 kitap ve dergiyle doğum yeri olan Ece Köyündeki “İsa Kayacan Kütüphanesi”nin açılısını gerçekleştirdi.
    Ayrıca, yazılarında 62 bin 750 kez Burdur’dan ve Burdurludan söz ederken Türkiye genelinde 2 bin 750 sairin 11 bin 420 şiirine gazetelerdeki köşe ve sütunlarında yer verdi.
    Burdur’da adının bir eğitim kurumuna verilmesi ve heykelinin dikilmesi için Valilik ve Belediye Başkanlığına onlarca imzayla tekliflerde bulunulan, kendisine posta aracılığıyla gelen gönderilerin sayısı: 34 bin 225’e, kendisinin posta ile gönderdiklerinin sayısı 45 bin 720’ye ulaşması nedeniyle, PTT Genel Müdürlüğünce “İsa Kayacan Özel Pulu” basılması talep edildi.
    İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü, Orman ve Sanayi-Ticaret Bakanlıkları, Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, TRT ve Başbakanlıkta görev yapan İsa Kayacan, 11 ayrı Bakanın “Basın Danışmanı” olarak çalıştı. “Bakanlıklar arası en çalışkan ve başarılı Basın Danışmanı” seçildi. “Basında 25 yılın şeref ödülü” basta olmak üzere, onlarca ödülle 209 plaket aldı. Defalarca yılın yazarı, yılın edebiyatçısı, yılın şairi ve yılın editörü seçildi.
    Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de bulunan Üniversitelerce iki ayrı “Fahri Doktora”, bir “Fahri Profesörlük” pâyesi alan ve “Guinnes Rekorlar Kitabı” na başvuru çalışmalarını sürdüren Kayacan’ın; Burdur merkez ve Tefenni ilçesinde Belediye Meclislerinin kararlarıyla adı; Burdur’da bir caddeye, Tefenni’de ve Ece Köyünde birer sokağa verildi. Burdur’da İl Halk Kütüphanesinde bir salona “İsa Kayacan Okuma Salonu” levhası asıldı.
    2006 yılında Ankara ve Burdur’da “Türk Kültür ve Basın-Yayınına 50. Hizmet Yılı” kutlanan, adına iki belgesel hazırlanan, sürekli basın kartı (Eski adı Basın Şeref Kartı) sahibi olan, yüzlerce gazetenin “yazar” ve “Başyazar” kadrosunda yer alan İsa Kayacan için; “Bir gün O’nu tam anlatabilecek bir sözcük veya bir terim bulunursa, o sözcük veya terim asrın icadı olabilir.” denildi.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     39

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BAYRAĞIM
    Bayrağımızla ilgili duygular, şiirler, ortaya konulanlar. Rahmetli Arif Nihat Asya hocanın dillerden düşmeyen“Bayrak” şiiri. Bu şiirin yazılışının öyküsünü kendisinden dinleme şansını yakalayanlardan birisi olarak, göklerde bayrak bayrak dalgalanmaların onur ve gururuyla yaşamalıyız, diye söze başlamak istiyorum:
    Arif Nihat hocanın bilinen alkışlanan, aranan şiirinin girişi:
    Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü…
    Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
    Işık ışık, dalga dalga bayrağım.
    Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
    Ve bu şiirin sonundaki duygular, anlatılmak istenilenler, anlatılanlar verilmek istenilen, verilenler:
    Tarihim, şerefim, şiirim, her yeşim;
    Yer yüzünde yer beğen,
    Nereye dikilmek istersen,
    Söyle, seni oraya dikeyim!..
    Ve Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun iki “Bayrağım” adlı şiiri. Bunların mısraları arasındaki gezintimiz:
     
    BAYRAĞIM
    Güzide Gülpınar Taranoğlu aynı adla iki şiir yazmış. Daha doğrusu tespitlerimiz böyle. Birinde, “Varlığım, ölüm-kalım anlamım/damarlarımdan akıttığım kanım/Yediden yetmişe milli heyecanım” diye başlayan şiir.
    Bir başkasında, bayrak duyguları yine yoğun, doruklarda Güzide Taranoğlu’nun. Bu şiirin iki dörtlüğü.
     
    Al bayrağım kanım benim,
    Varlığınla övünenim,
    Dünya durdukça güvenim,
    Pay alırım bu onurdan.
     
    Ay-yıldızla gökte esen,
    Ülkelerde en hoş desen,
    Yurdumuza sembolsün sen,
    Pay alırım, bu onurdan..
    Ve son şiirimiz Fatma Uçarlar’a ait yine “Bayrağım” adıyla, Dört dörtlükten meydana gelen Bayrağım’dan:
     
    BAYRAĞIM
    Fatma Uçarlar, bayrak duygularını temelden kucaklayarak yola çıkıyor. İçten ve samimi duygularıyla “Ağlamayı bilmeyen bu gözlerim/söz dinlemez bayrak adı geçince/Türkü olur, destan olur sözlerim/Semalarda al bayrağım esince” diye söze başlıyor ve iki dörtlüğünde şöyle haykırıyor:
     
    Asırlarca kıtaları dolaştın
    Türk neferin yanındaydın, yoldaştın,
    Özgürlüğün yolunu da sen açtın,
    Kalleş düşman yolumuzu kesince.
     
    Huzurludur senin gölgende yatan,
    Dalgalandığın yerlerdir bu vatan,
    Şaşırıp da seni yerlere atan,
    Korksun Türk’ten, uzaklaşsın sessizce.
     

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      40

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    DİLENDİRİLMİŞ ŞİİRLER 1
    Şiirlerimizin geleceğiyle ilgili endişelerimizi her fırsatta ortaya koyarken, şiirleriyle beğenilenler, beğenilen şiirleriyle hatırlananlar azda olsa vardır. Bunlardan biri, önde geleni 09 Mayıs 2005 tarihinde kaybettiğimiz, şiirimizin beş yıldızlı çınarı Ahmet Tufan Şentürk’tür. O’nun 1944 yılında yazdığı şiirlerinden birini aşağıya almak istiyorum efendim:
     
    YOLLARIM GURBETTEN GURBETE BENİM
    (Ahmet Tufan Şentürk)
     
    Yıllar gelip geçti bak bir gün gibi
    Her şey hatırımda sanki dün gibi
    Ucu bulunmayan kör düğüm gibi
    Yollarım gurbetten, gurbete benim…
     
    Kış gelir kapanır yaylalar, beller
    Keser yollarımı bulanık seller
    Baharla sılaya dönerken eller
    Yollarım gurbetten, gurbete benim.
     
    Nerde güzel yurdum, şimdi ben nerde
    Gözlerimde hayal hep perde perde
    Gelen gelir dostlar giden gider de
    Yollarım gurbetten, gurbete benim
     
    Beddua etmişler, gülme demişler
    Sürün dizin dizin, ölme demişler
    Gittiğin yollardan gelme, demişler
    Yollarım gurbetten, gurbete benim.
     
    Ahmet Tufan Şentürk hocanın şiirinin ardından, yaşayan şairlerimizden Prof. Dr. İbrahim Ağah Çubukçu hocanın dörtlüklerini birlikte okuyalım:
     
    DÖRTLÜKLER (Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu)
     
    Dünyaya gel dedin bak geldik işte
    Yaşayıp dururuz bir çeşit düşte
    Gün gelir git dersin gideriz elbet
    Sır var hem gelişte hem de gidişte.
     
    Sırları çözmekte akıl yetmiyor
    İnsan düşünse de rahat etmiyor
    Aklın ötesinde bir alem vardır
    Orada çıkar yok, hayat bitmiyor.
     
    Feleğin dönüyor durmadan çarkı
    Evrendeki ahenk duyana şarkı
    Kulak verip duymak, sezginin işi
    Bilgenin bulunur, yobazdan farkı.
     
    Bıktım sakal bıyık tartışmasından
    Gönül mutlu haber bekler basından
    Bırakın türbanı mutluluk verin
    Halkımız küsmesin söz hatasından .
     
    Halkın kıyafeti dillerde alet
    Din kullanılırsa büyür cehalet
    Açlığa çare bul güzel söz söyle
    Milletin başına, gelmesin afet.
     
    Aklını yitiren kabından taşar
    Şeyhi ilah sanan yolundan şaşar
    Bu dünyada erdem ile yürüyen
    Yaşamayı bilir, güçlüğü aşar.

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     41

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ŞİİRİMİZİN GELECEĞİ
    Şiirimiz, şairlerimiz-şairelerimiz sıklıkla gündemimde yer alıyor. İstesem de, istemesem de gerçek bu.
    2008 yılının son ayının, son günlerinde kültürel ağırlıklı faaliyetlerin sahibi bir derneğimizin düzenlediği “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu şiir yarışmasına katılan şiirlerin genel değerlendirilişini yapan jürinin içinde yer aldım.
    Kendi-kişisel görüşlerim olarak ifade ediyorum  ki; şiirimizin geleceği pek parlak görünmüyor.
    60 dolayındaki rumuzlu şiirler üzerinde yaptığım değerlendirmeyle, ümitlenemedim, üzüldüm.
     
    GENEL OLARAK
    - Şiirler sanki aceleyle yazılmış. Arkadan bir kovalayan varmış gibi, mısra, uyumsuzluklarıyla dolu olarak şekillenmişler, bitirilmişler.
    - Şairlerin pek çoğu, noktalama işaretlerini yok saymış, yani noktalama yerleşimini okuyucularına bırakmışlar.
    - Şiirler hiçmi hiç dinlendirilmemiş.
    - Bütünüyle bakıldığında, alt alta getirilenler, mısra değil, satır olarak karşımıza çıkarılmak istenmiş, çıkarılmış.
    - Bölümler arasında uyum yok.
    - Pek çoğu, şiir tekniğinden uzak,
    - Şiirimizin geleceği açısından ümit verenlerin sayısı çok az.
     
    NEREYE VARILACAK?
    Yazılan, yarışmaya gönderilen onlarca şiir veya şiir adıyla yazılanlar defalarca okunmasına rağmen, sinyal veren, “ben varım” diyen, diyebilen mısraların azlığından yüreğim üzüntülüydü.
    Başlıklar, Atatürk veya Cumhuriyet kelimeleriyle başlamasına rağmen, şiirin bütünlüğünde buradan uzaklaşıldığı veya unutulduğu görülüyordu. Şiirin sonunda veya birkaç mısraında Atatürk’ten ve Cumhuriyet’ten söz edince, yer verilince şiirin tamamlanmış olduğu anlayışına kapılındığı görülüyordu.
    Birinci, ikinci, üçüncü ve jüri özel ödülü alanlar arasındaki tasnif, sıralama zorluğu, yarışmaya katılanların tamamının başarılı olduğundan değil, son aşamada, süzgeçten sonra, dereceye girebilecekler olarak ayrılanların sıralamasındaki benzerliklerden, aldıkları puan yakınlığından kaynaklanıyordu.
    Cumhuriyet kızı rumuzuyla “Atatürk” başlıklı şiiriyle yarışmaya katılan Fatma Şadan Bayburtluoğlu’nun şiiri dikkatimi çekenler arasında yeraldı. Bu şiirden:
     
    Birinci dünya savaşı;
    Uluslar boğaz boğaza,
    Kavga dalaş/Ölüm kusuyor
    Kan kusuyor savaş.
     
    Ve şiirin sonunda;
     
    Yeni bir vatan doğdu,
    Viranede,
    Adı; Türkiye.
    Atatürk dedi ulusum,
    Mustafa Kemal’e…

     

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     42

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    80. DOĞUM YILINDA PROF. DR. İBRAHİM AGÂH ÇUBUKÇU’NUN  ŞİİR  DÜNYASI
    İnsanlar, doğarlar, yaşarlar ve vefatla aramızdan ayrılırlar. Azerilerin deyimiyle dünyalarını değiştirirler
    Yaşarken, bilgi ve tecrübeleriyle, çevrelerine, toplumlarına yararlı olanlar, iz bırakanlarla karşılaşırız. Bunların sayılarının fazla olduğunu söyleme olanağımız yoktur.   
    Prof. Dr. İBRAHİM AGÂH ÇUBUKÇU
                1928 YILINDA Adana ilimizin Kadirli ilçesinde doğdu. 1953 yılında, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Bu noktadan sonra, İbrahim Agah Çubukçu isim ve imzası sayfalara sığmayan olumluluklar, örnek alınacak bir kişilik, çevresine ışık saçan aydınlık gibi değişik tanımlarla ortaya konulmaya devam etmişti.
    Çok yönlülükle herkesin gönlünde yaşayan, çevresine verdiği sevinç ve mutluluk görüntüleriyle kendisiyle barışık olmanın yollarını gösteren, bitmeyen-tükenmeyen enerjisiyle her gün kendisini yineleyen bir şair, yazar ve bilim adamının mısraları arasında gezmek kolay bir iş değildir. Bendeniz böyle bir yürekliliği gösterebilmek için uzun süredir düşündüm…
     
    ŞİİRLERİNDE-YAZILARINDA
                Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu hocanın gerek şiirlerinde, gerek yazılarında, barış, dostluk, iyi niyet, gelecek iyimserliği, insan sevgisi, gönülden gönüllere giden yolların düzlüğü, genişliği gibi özellikler, güzellikler vardır. Divanlara sığmayan şiirlerindeki anlatım, hareket noktası sonsuzluğa akıp giden duygu zenginlikleriyle dolu, dopdoludur.  Hocamız, zaman zaman sorar, zaman zaman cevaplar verir. “Sor” başlığı altındaki duygularındaki gerçeklerle, sıcaklığı hemen hissedersiniz. Şöyle söze başlar hoca:
     
    Tasavvuf ince yol, herkes bilemez,
    Bu yolun halini geçenlerden sor.
    Kur’an ‘ın özünü softa bulamaz,
    Ak ile karayı seçenlerden sor.
     
    İbrahim Agâh Çubukçu hoca, karanlıkların değil aydınlıkların, yanlışlıkların değil doğruların ifade edicisi, savunucusudur. Anlayamayanlara, anlamak istemeyenlere karşı verdiği derslerde yorgunluk hissetmez;
     
    Mevlana şarap der, bu bir mecazdır,
    Anlayana vahiy sırdır, icazdır,
    Kimi kanatlı kuş ördektir, kazdır,
    Gökteki havayı, uçanlardan sor…
     
    Hocanın, yaratanla arasındaki iletişim nettir, açıklık içindedir. “Yaratan yaratmış varlık çözülmez/ Koyunun yediği ayran oluyor/Yaşam denizinde rahat yüzülmez/mevsimler geçiyor devran oluyor” mısralarının anlaşılamayacak herhangi bir yanı yoktur.
    İbrahim Agâh Çubukçu hoca, bazen başöğretmenliğinin verdiği yetki ve tavırla, bazı sorular yöneltir, sana, bana ona, şuna. “Çöz bakalım” şiirinin ilk dörtlüğündeki soruları:
     
    Varlık nedir, hiçlik nedir?
    Tokluk nedir, açlık nedir?;
    Binbir türlü güçlük nedir?
    Düşün, düşün çöz bakalım…
     
    İbrahim Agâh Çubukçu hoca, “Dünyaya gel dedin bak geldik işte/Yaşayıp dururuz bir çeşit düşte/Gün gelir git dersin gideriz elbet/Sır var hem gelişte hem de gidişte”mısralarıyla, sorduklarının çözümündeki ipuçlarını göstermekte gecikmez.
    “Şiir okumasını severim. Okudukça da dinlenirim. Bir şiiri okurken şairi ile dostluk başlar. Bu dostluk, şairin ifade ettiği buluşlar ve güzellikler oranında artar. Şiir böylece en etkili iletişim sağlar” diyen
    Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu hocamızı, 80. doğum yılında, sevgi, saygı ve minnetle selamlıyor, sağlık içinde nice yıllara ulaşması dileklerimi sunuyorum efendim.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     43

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİRER TUTAM
    İnsanlar, birbirlerine karşı anlayışlı olup, tartışmalardan uzaklaşabildikleri andan itibaren mutluluğu yakalayabilirler veya çok yakınında yeralabilirler.
     
    AŞKIN TARİFİ
    Bu konuda değişik görüşler var. Anlatılanlar var, sonuç alıp gerçeklerin yakalanışını yaşayanlar var.
    Ankara’da Balgat semtinde bir kebapçıya gittik birkaç arkadaşımla. Çıkışta bize minik bir termometrenin bulunduğu “Aşkın tarifi”nin yer aldığı bilgi yumağı verdiler. Burada “Aşkın tarifi” şöyle yazılıyor yemek yapım açısından, kebap yapım açısından:
     
    Malzemesi:
    1 adet lekesiz gönül,
    1 adet açık yürek,
    500 gr. güler yüz,
    250 gr. tatlı dil,
    100 gr. hürmet,
    1 çorba kaşığı sevgi,
    1 çay kaşığı hoşgörü,
    1 su bardağı iyi niyet,
    1 ölçek dürüstlük,
    göz kararı saygı,
     
    Hazırlanışı:
    Gönüllü duygu tasına atıp güler yüz ile karıştır. Yumuşatılmış tatlı dili üzerine ilave ederken, sevgi ve saygıyı ince ince üzerine ekle.
    Hürmet, iyi niyet ve hoşgörüden meydana gelen şurubu buna kat. Samimiyet ölçüsünde parçalara bölerek dürüstçe hayata diz ve yüreğinde pişmesini bekle. Yüreğinde pişirdiğin bu sevgi tatlısını karnın acıkınca değil, ruhunun hissettiği anda mangal kebabı arayarak karşıla. (Son cümle ilan reklam bölümü).
     
    ÖZÜR YOLCUSU
     
    Kurulan “Vicdan Mahkemesi”nde;
    Duruşmalar, aylarca sürdü.
    Hakim “özür dileme” cezası verdi,
    Karar Yargıtay’ca onandı..
     
    Kağnılarda, arabalarda, kervanlarda,
    Otobüslerde, kamyonlarda, minibüslerde,
    Trenlerde, gemilerde, uçaklarda,
    3-G’yi arayan
    Bir garip özür yolcusuyum,
    “Gidiyorum, gündüz-gece”.
     
    “Aramızdan Ayrılanlar”
    (Mayıs 2007, sayfa: 124)
    “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler”
    (Temmuz 2008, sayfa: 156)
    Bazı, yazı, şiir, günün sözleri
    Ve özlü sözleri için;
    “Özür dilemenin dileyebilmenin,
    İnsani bir olgu
    Ve erdemlilik olduğu”
    Gerçeğinden hareketle,
    Çıktığım yolculukta,
    Hangi yönden, hangi yoldan,
    Hareket edersem edeyim,
    Nereye gidersem gideyim,
    Kime adres,
    Sorarsam sorayım,
    Kimden bilgi, alırsam alayım,
    Bütün yollar sana çıkıyor.
    Her adımım, her bakışım,
    Her nefes alışım,
    Senin adresini gösteriyor,
    Senin kapı numaranı gösteriyor.  (Ankara: 27.12.2008)

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     44

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BURDUR’U GAZETECİLER DE KÜÇÜMSEYEMEZ!
     Gazeteci olmak, basın kartı taşımakla mümkün olmuyor. Yönetmeliklerin, yasaların anlatımı içine girip, “gazeteci” görünebilirsiniz.
    Ancak, mesleğinizi icra ederken, yazdıklarınızla, yayınladıklarınızla beğenilen, aranılan ve takdir edilen bir kalem sahibi, imza sahibi iseniz, gazetecilik kimliğinizle örtüşen, iç içe olan bir özelliğiyle sahip olabilirsiniz.
    Hiç unutmuyorum: Makale olarak yazmıştım, yakında yayınlayacağım “Siz Beni Anlayamazsınız!” adlı kitabımda da yer alacak:
    Yıllar önce TGRT’nin 13.00 haberlerinde verilen zeytin kralı Erol Evcil’in “askerliğini yapmak üzere, Antalya'nın Burdur ilçesindeki Tugaya teslim oldu” şeklindeki haber Burdurlular olarak bizleri çileden çıkartmış, TGRT’nin İstanbul, Ankara merkezlerine telefon ve görüşme yağmuruna tutmuştuk.
     
    “BURDUR DA BİLE” KÜÇÜMSEMESİ
                Yaygın basının Antalya merkezli, çıkışlı “Akdeniz ekleri” var. Milliyet gazetesinin de böyle bir eki var. Antalya ve çevresindeki haber kaynaklarından, çevre illerden gelen haberler bu ek’te yeralıyor.
    Burdur gazetesinin 27 Aralık 2008 tarih ve 18 bin 256 ncı sayısının manşetinde, logo üstündeki haberlerin başlağı; “Burdur’da bile ölçüm cihazı varken” Artık yeter! Bu kadarını hak etmiyoruz, şeklindeydi.
    Merak edip okudum: DHA’nın Isparta muhabiri, değerli kardeşimiz Isparta’da karbonmonoksit gazı ölçüm cihazının olmadığını öğreniyor. Haber yapacak ya, kıyaslamayla örnek verecek ya.. Bu cihazın Burdur’da olduğunu, Isparta’da olmadığını nasıl ifade edecek.. Önce Burdur’u küçümseyecek. Burdur kim oluyor da, karbonmonoksit gazı ölçüm cihazı bulunuyor… Hem de Isparta’da yokken…Önce her şey Isparta’da olmalı, sıra gelirse, Isparta’lı muhabirler DHA muhabiri gibi üstün nitelikli gazeteciler izin verirse, bu cihazdan Burdur’da olmalı, olmasında sakınca yoktur!...
    Böyle bir mantık, böyle bir anlayış, kıyaslama, küçümseme, gazeteci olduğunu ifade eden bir kalem sahibine yakışıyor mu? diye sormak lazım.
    26.12.2008 tarihli Milliyet gazetesi ekinde yer alan bu haberle, haberi yazan şahsın ne söylemek istediğini pek anlayamadım. “Burdur’un cihazı var,” başlıklı haberin girişinde; “Burdur’da bile ölçüm cihazı varken, Isparta’da karbonmonoksit gazı ölçüm cihazının bulunmadığını öğrenen Vali Yardımcısı Tayyar Şaşmaz, 2009 yılında bu cihazın alınması için Bakanlıktan kaynak isteyeceklerini söyledi” haber girişini, Burdur gazetesindeki Milliyet gazetesi ekindeki haber görüntüsünden öğreniyoruz.
    İl, ilçe ve öteki yerleşim birimlerimizdeki, medya kuruluşlarımızın muhabirlerinin seçiminde gerekli titizliğin gösterilmediğini yıllardır bilen, gören, değerlendiren ve önerilerde bulunan birisi olarak diyorum ki; DHA yetkilileri Isparta’daki muhabirleriyle ilgili genel bir değerlendirme yapıp, bu sevgili kardeşimizi uzunca bir eğitimden geçirmelidirler. Öyle, bir haber içinde yok olan bir cihazın gerekliliğini anlatmak için, komşu ilde oluşunu küçümseyerek anlatmanın gazetecilik, habercilik olmadığını, “gazeteciyim” diyenler bilmeli, anlamalı, zaman geçirmeden Burdur’dan, Burdurlulardan özür dilemelidirler.
    Herkes, tanıtma kardı, basın kartı taşıyarak “ben gazeteciyim-açılın bakayım”larla bulundukları kent içinde itibar görebilirler… Ama, gazetecilikten anlayanlar yanında, gerçek manada gazetecilik yapanlar yanında, bu sun’i görüntülerini sürdüremezler, sınır tanımayışlarını kimseye anlatamazlar… Böyle biline!..
    GÜNÜN HABERİ: Şair ve yazar Fatma Uçarlar, Isparta’da, “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” ve “Şöyle Giriversen Kapımdan” adlı, şiir ve deneme kitapları için 10.01.2009 tarihinde “imza günü” düzenledi.

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     45

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TÜRKÇEMİZİN GÜNAHI NE?
    Dilimizin anlatım için var olduğu, anlaşma için yaratıldığı biliniyor. Doğru yazmak, Doğru konuşmak, doğru anlaşmak için çaba göstermek hepimizin görevi.
    Merkezi Ankara’da bulunan, günlük yayınlanan “Belde” Gazetesinde, Semiha Korkmaz ve Fatma Betül Kaya’nın hazırladığı sütunlarda, 26,27 Aralık 2008 tarihlerinde görüntü olarak yayınlanan “Komikler” sütunlarına geçen duyurular vardı. Bunların içinde elle yazılanlar olduğu gibi, bilgisayar çıktılı olanlar da yeralıyordu.
    Bunlar sırasıyla;
    1- Satılık karalüferli daire..Tel:
    2- Tembel avrat reyonu (Bir marketten)
    3- Misir uni gelmiştur,
    4- Osman Gazi Ünivestesinde ürüleci servisinde Ameliyata gitti. Yunus Çini sahibi Eskişehir.
    5- Muazzez Abacı, TSM sanatçısı. TRT–1, 31.12.2008 yılın son günü. Saat: 20.40, Yılbaşı eğlence programı: “TRT çalışan personellerine teşekkür ederim” diye mikrofondan, ekrandan sesleniyor.
    -“TRT’de çalışan personele teşekkür ederim” denmesi daha doğru değil mi?.
    Bunların sayısı giderek artırılabilir. Artırmak mümkün. Siz şöyle Anadolu ya bir uzanın nelerle karşılaşırsınız, nelerle. Bu yanlışların sahipleri, fazla eğitim görmemiş olabilirler… Hiç değilse, çevrelerindeki, yakınlarındaki güvendikleri kişilerden yardım talep etseler olmaz mı acaba?.
     
    TÜRK DİL KURUMU DUYARLI
    Türk Dil Kurumu, dilimiz konusundaki yanlışlıklar için, yabancı hayranlığının zirveye ulaşmasının getirdiği sıkıntılar konusunda duyarlı. Bu kurumumuzun başkanı Prof. Dr. Sayın   Şükrü Haluk Akalın yaptığı açıklamalarla, verdiği konferanslarla, sempozyumlardaki bildirileriyle, dilimizin üzerine titriyor. Sayın Akalın’dan aldığım 25.12.2008 tarih ve 2713 sayılı yazıyı aşağıya alıyorum efendim:
    Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan;
    Belde Gazetesinde 20 Aralık 2008 günü yayımlanan “Türkçe yaz, Türkçe oku” başlıklı yazınızı da diğer yazılarınız gibi ilgiyle okudum.
    Türk Dil Kurumu, bilimsel çalışma ve araştırmalarının yanında yazınızda da belirttiğiniz gibi Türkçenin kullanıldığı alanlarda yaşanan yabancılaşmanın kaynaklandığı yasal düzenlemelerin yapılmasına kadar geçecek zaman içerisinde; belediyeler, sivil toplum kuruluşları, eğitim kurumları ve basın yayın kuruluşları ile iş birliği içerisinde çeşitli etkinlikler yürütmektedir. Kurumun benimsediği ilke çerçevesinde de tüm çalışmalarımız, Genel Ağ üzerinden kullanıcıların eleştiri ve önerilerine açık bir şekilde yürütülmektedir ve sizin gibi değerli bilim insanı ve yazarlarımızın Kuruma gösterdikleri ilgi bizi yüreklendirmektedir. Yazınızda şahsım ve Kurumuma yönelttiğiniz övgüler için teşekkür eder tüm değerlendirmelerinizin bizler için ufuk açıcı olduğunu, çalışmalarımızı daha iyiye götürmemizde bize güç verdiğini belirtmek isterim.
    Sayın Kayacan, yazınızda verdiğiniz örnek ile sizin de dikkat çektiğiniz gibi Türkçenin doğru ve düzgün kullanımına yönelik duyarlılığın toplumun tüm kesimlerince paylaşılması gerekmektedir. Böyle bir duyarlılığın oluşması ve yerleşmesinde özellikle basın yayın kuruluşlarının, yazar ve şairlerimizin çok önemli bir sorumluluğu olduğu inancı ile bu yönde yazmış olduğunuz yazılarınız için çok teşekkür eder, saygılarımı sunarım (Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Türk Dil Kurumu Başkanı-Ankara)

     

     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     46

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    MAKEDONYA TÜRKLERİNİN SESİ: YENİ BALKAN GAZETESİ
    Gazeteler, dergiler, yayın organları. Hele yurtdışından gelenler olursa, ilgimizin doruğuna çıkarak, sayfalarında gezme aceleciliğimiz oluyor. Şahsen ben bu duygu ve düşünceler içine giriyorum.
    Yıllard›r söylediğim bir cümle, görüş, ifade edişim var:
    -“Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmal›, kucaklaşmal›y›z.”
    Hareket noktam, bu görüşüm, bu görüş çıkış noktam.
    Geçenlerde, Ankara’daki bir ödül töreninde bana ulaşan, ulaştırılan bir gazete vardı. Adı: Makedonya Türklerinin Sesi: Yeni Balkan.
    Bu gazete, normal boyutlu 16 sayfa. Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Mürteza Suluoca. Yayın kurulunda altı isim ve imza var. Gazetenin Kosova ve Batı Trakya temsilcileri bulunuyor. İrtibat tlf: 00389(0)71913331, şeklinde kaydediliyor.
    Gazetenin sayfalarına dönüyorum: İlk sayfada manşet niteliğinde, ağ›rlıklı olan haberlerin verilişi, fotoğraflarla zenginleştirilişi. iç sayfalarda yer alan bazı haberlerin anonsları. Buradan, yani birinci sayfadan bazı başl›klar:
    - İsrail, acımasızca çocukları vurmaya devam ediyor/Gelecek ğitimdedir/Eğitim Türk Dili ve Edebiyatı bölümü Yahya Kemal’i andı/Avrupa Birliği Para Fonu 200 bin Euro maddi destek sağlayacak/Kameri Takvimin birinci ayı vd.
    Makale yazar› olarak iç sayfalardaki köşelerinden okuyucular›yla merhabalaşanlar var. Bunların yazılarından bazı cümleler vermek istiyorum bu kez:
    - Bugün halâ Makedonya’da Alaturka ve alafranga ikilemi yaşanmakta (Alev Süleyman)
    - Geçen saldırılarda bir grup Makedonya’da İsrail’i protesto etmişti (Mürteza Sülooca)
    - Azerbaycanlıları Özerk Cumhuriyet kurmaya iten sebep, Türk dünyasının her yerinde olduğu gibi varlıklarının yok edilmesine, hayatlarına kast edilmesine karflı başkaldırıdır. (Abdullah Uluyurt),
    - 2008 yılında Struga Şiir Akşamlarında Türk Şiiri, Türkiye’den ve KKTC’den gelen şairlerle temsil edildi (Fahri Ali),
    - Aşure ayı gelince çok kez aşure ikram etmesinler diye eş dostun evlerini ziyaret etmekten bile kaçınıyorum (Fahri Kaya),
    - Eğer anne sütü yetersiz ise, bebeğinize demirle güçlendirilmiş mamalar verin (Dr. Beycan ilyas)
    Altıncı yayın yılı içinde olan “Yeni Balkan” Gazetesinin 05 Ocak 2009 tarih ve 238 nci sayısıydı, sayfalarında gezdiğim gazete.
    Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı -TİKA Üsküp Program Koordinatörü Ali Maskan’la yapılan bir söyleşinin de yeraldığı ve bu anonsun gazete logosu altından verildiğini hat›rlatt›ktan sonra, bir sanat ve edebiyat adamı, kalemi olduğunu anladığımız Fahri Ali’nin “Kış oyunu” başlıkl› (sayfa 14) fliirinden iki dörtlük verelim efendim:
     
    Kışın tatlı neşesi ,
    Yağan karlarla başlar,
    Kışın acı havası,
    Gelen soğukla başlar…
     
    Eh ne güzel çocuklar,
    Bir arada oynarlar,
    Buz dede ile birlikte,
    Kışı selâmlarlar..
     
    GÜNÜN HABERİ:
    01 Kasım 2008 tarihinde hizmete açılan, Burdur İli, Tefenni İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli daha kitap ve derginin gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap ve dergi sayısı 8 bin 07’ye ulaştı.
     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     47

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SEMPOZYUMUN ARDINDAN
    Merkezi Ankara’da bulunan, Cumhuriyet Kültür ve Tanıtım Vakfı, geride bıraktığımız Aralık ayının son günlerinden, 27 Aralık 2008 tarihinde, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Salonunda “Türkiye, KKTC, Azerbaycan, tarih-kültür ve ekonomi” konulu bir sempozyum düzenledi.
    “Kıbrıs için, sivil toplum işbirliği hareketi “olarak adlandırılan sempozyum iki oturum halinde gerçekleştirildi. Açılış konuşmaları, Oktay Sanan, Ahmet Göksan ve Prof. Dr. Anıl Çeçen tarafından yapıldı.
    İlk oturumun başkanları; Prof. Dr. Tuncer Gülensoy ve Prof. Dr. Mehmet Musaoğlu’ydu. Bu bölümde konuşanlar, bildiri sundular;
    -Prof. Dr. Elçin Eskenderzade, Prof. Dr. Taciser Onuk, Salih Turhan, Dr. Yaşar Kalafat, Prof. Dr. Anıl Çeçen, Prof. Dr. Ata Atun’dur.
    Öğleden sonraki ikinci oturumun Başkanları; Prof. Dr. Elçin İskenderzade, Dr. Yaşar Kalafat, Bildiri sunanlar; Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Prof. Dr. Mehman Musaoğlu, Dr. İsa Kayacan, Gülağ Öz, Ahmet Göksan, Hayrettin İvgin’di.
    İlk oturumun sonunda değerlendirme oturumu yapıldı. Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Hayrettin İvgin, Dr. Yaşar Kalafat, Prof. Dr. Elçin İskenderzade, Prof. Dr. Taciser Onuk değerlendirmelerde bulundular. Kapanış konuşmaları da Oktay Sanan ve Ahmet Göksan tarafından gerçekleştirildi.
    “Kıbrıstaki Türkler, umud yorgunudur. Kıbrısta ve Türkiye’de insanlar diri tutulmalıdır/Dış Türkler Bakanlığı kurulmalıdır” şeklindeki görüşlerle, “Dünyanın neresinde Türk varsa ellerimizi uzatmalı ve kucaklaşmalıyız” görüşleri sempozyumun üzerine konulan, damga olarak vurulanlar olarak görüldü.
    Bu sempozyum vesilesiyle öğrendiğimiz önemli bir proje var: “İlk hedef yeni Akdeniz” Yani; “Cumhuriyet Kültür ve Tanıtım Vakfı’nın ilk hedefi yine Akdeniz”.
    Kurtuluş, güvenlik ve gelecek için dün olduğu gibi, bugün ve yarın da “ilk hedef yine Akdeniz” olarak görünüyor. Proje bu hedef doğrultusunda toplumsal, kültürel ve ekonomik bir “ilerleme” projesi olarak karşımıza çıkıyor.
    u arada, Oktay Sanan imzalı “Atatürkiye” adlı kitap, Cumhuriyet Vakfı yayınlarının 2 ncisi olarak günyüzü görmüş efendim.
     
    BENDENİZ
    “Türkiye, KKTC, Azerbaycan, tarih-kültür ve ekonomi” konulu sempozyuma sunduğum bildiride;
    Kıbrıs’tan bana karşı ilk ses, şair, yazar ve eğitimci İlter Veziroğlu tarafından 1960’lı yılların başında geldi. Azerbaycan’dan ise, 1992 yılında yayınladığım ve yüzüncü kitabım olan, “dalya” dediğim “Orta Asya Türk Cumhuriyetleri” adlı kitabımla gelen dolaylı seslerdi.
    Sonra, Doç. Dr. Tamilla Aliyeva Abbashanlı, Prof. Dr. Elçin İskenderzade Vektor Neşirler Evi’yle önemli işler görüyor. Prof. Celil Nagıyev ve giderek artan, şair, yazar dostlarımız sayılabiliyor. Azerbaycan çıkışlı 1500’ün üzerinde makale yazıp yayınladım “Dünyanın neresinde Türk varsa ellerimizi uzatmalı, kucaklaşmalıyız” görüşümden hareket ettim
     
    KATILIM BELGESİ
    Cumhuriyet Kültür ve Tanıtım Vakfı, Katılım Belgesi: Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla 27-28 Aralık 2008 tarihlerinde Ankara’da düzenlediğimiz ve “Kıbrıs için Sivil İşbirliği” amacına yönelik, “Türkiye-KKTC-Azerbaycan Tarih-Kültür ve Ekonomi Sempozyumu”na katılım ve katkılarından dolayı sayın Dr. İsa Kayacan’a teşekkür eder, çalışmalarında başarılar dileriz. (27 Aralık 2008, Oktay Sanan, Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı).
     
    GÜNÜN HABERİ:
    01 Kasım 2008 tarihinde hizmete açılan, Burdur İli, Tefenni İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli daha kitap ve derginin gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap ve dergi sayısı 8 bin 07’ye ulaştı.
     

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     48

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TÜRKÇEMİZ
    Türkçemiz, üzerine titrediğimiz oranda büyür, dilimiz üzerine gösterdiğimiz titizlikle kişilik kazanırız.
    Bu yönde çaba gösteren, gayret sarfeden kalem sahipleri var, arkadaşlarımız, tanıdıklarımız var.
    Şair-yazar  Fatma Uçarlar, dilimizle ilgili değerlendirmeleri bulunan, doğrunun doğruların peşinde koşan bir arkadaşımız. 21 Şubat 2009 tarihinde, Isparta’da faaliyet gösteren SDÜ  Türkçe Topluluğu öğrencileriyle Türkçemiz üzerine, dilimiz üzerine bir sohbet toplantısı gerçekleştirdi Melahat Ecevit’le birlikte.
    Fatma hn konuşmasına, Ziya Gökalp’ın; “Türklüğün bir ili var. Yalnız bir dili var/Başka bir dili var, diyenin, başka bir emeli var” uyarısından hareketle söze başladı. Sonra;
    13 Mayıs 1277 tarihinden yola çıkarak, Türk büyüğü Karamanoğlu Mehmet Bey’in; “Bugünden geri divanda, dergâhta, bergahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka bir dil kullanılmayacaktır” buyruğunu hareket noktası yaptı.
    Osmanlı Devleti zamanında, Fars ve Arap edebiyatından etkilenildiğini, Osmanlıca içinde bu dillerin ağırlığının hissedildiğini hatırlattıktan sonra; İlk defa II. Abdülhamit Han’ın Arap harfleriyle yapılan eğitimin yetersizliğini görerek;
    -“Yazımızı öğrenmek çok kolay değildir. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak için, belki de Latin alfabesini kabul etmek yerinde olur” diyerek başlatılan çalışmaların yetersiz kaldığına dikkat çeken Fatma Uçarlar; Türk dilinde ilk yenilik hareketinin, Bergamalı Kadri Efendi’nin “Meyseretülulum” adlı gramer kitabı ile başlanılmış olmasının da yeterli olmadığını ifade etti.
    Dilimizle ilgili, Türkçemiz hakkındaki çalışmalarda emeği geçenlerin; Kütahyalı Hoca Abdurrahman efendi; İbrahim Şinasi, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Mehmet Emin Bey, Yusuf Ziya, Hamdullah Suphi, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp gibi Türk aydınlarının Türkçenin yeniden milli dil olması için öncülük edenler olarak sıralandığından sözetti.
    Dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan ve en fazla nüfusa sahip olan milletlerarasında yer alan Türklerin, ortak bir alfabesinin olmayışını üzüntüyle karşıladığını, 1925 yılında Latin Alfabesini zorunlu tutan Stalin’in daha ileri giderek; Türkmen, Karakalpak, Kırgız, Kırım Türklerine Latin Alfabesinin farklı sürümlerini vererek, aralarındaki bağların kopmasını sağlamada da başarılı olduğu noktasından hareket eden Fatma Uçarlar;
    Atatürk’ün 1928 yılında, Latin Alfabesine geçişiyle, Stalin’in tüm hesaplarının altüst edildiğini, Stalin’in buna karşılık olarak Latin Alfabesini kaldırıp, Türklere kril Alfabesini zorunlu tutması, bu alfabeye de her bölgeye göre değişik sürümler uygulatması, Türk birliğinin paramparça olması için yeterli olduğu gerçeğinin üzerinde durdu.
    Deli Petro’nun; “Bir milleti ortadan kaldırmak istiyorsanız, önce dilinden başlayın” sözünden hareket eden, bu gerçeği hatırlatarak konuşmasını sürdüren Fatma Uçarlar, günümüz halk ozanlarının en ünlülerinden Şeref Taşlıova’yla kendisinin şiirlerinden bazı dörtlük örnekleriyle, Z. Gökalp ve Atatürk’ten örnekler verdi:
    1- Türkçe oku, Türkçe öğren, Türkçe yaz/Türkçe büyü, Türkçe yürü, Türkçe gez/Türkçe davul, Türkçe zurna, Türkçe saz/Türk çocuğu, Türkü söyle, Türk’ü yaz (Şeref Taşlıova).
    2- Yüreğim dilim dilim/Unutuldu bu dilim/Türkçe yazı yazmazsa/Kurusun bütün elim (Fatma Uçarlar),
    3- Dilim dilim güzel dilim/Hem ayağım hem de elim/Türkçemle uyanmazsam/ Geçer bütün günüm elim (Fatma Uçarlar).
    4- Türklüğün dini bir, vatanı bir, vicdanı bir/Lakin hepsi ayrılır, olmazsa lisanı bir (Ziya Gökalp)
    5- Türk demek, Türkçe demektir. Ne mutlu Türküm diyene (M. Kemal Atatürk)

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    49

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    CAN EVİME ATEŞ DÜŞTÜ
    Bazen, masanız üzerinde yer alan, size ulaşanların başlıklarından, içeriğinden kopya çektiğiniz olur.
    Şiirleriyle, yazıp yayınladıklarıyla bir olgunluk çizgisi üzerinde bulunan, her yazdığı ve yayınladığı beğenilip ilgi gören, Melahat Ecevit hocanım Isparta ilimiz merkezinden sesleniyor.
    İki şiiri daha var masamda. Bunların mısraları arasında kısa bir gezinti yapacağım. Önce başlığımızın alındığı “Canevime ateş düştü” başlıklı şiir efendim:
     
    CANEVİME ATEŞ DÜŞTÜ
    Şiir altı dörtlükten meydana geliyor. Sitem, kırgınlık, kızgınlık ve kabullenmeler sıralanıyor şiirin bütünlüğünde:
     
    Ötün kuşlar, ötün selvi dalında,
    Gönlüm firar etti, nasıl eyleyim?
    Dediler; “o şimdi elin koynunda”,
    Canevime ateş düştü neyleyim!
     
    Arkasından, kesin kararlılık belirtileri geliyor ortaya. “Bundan sonra O’nun adını anmam” diye kestirip atarken, dönüşü olmayan bir noktaya gelindiğinin altı çiziliyor. Talih kuşu olsa bile, O’nun başına kesinlikle konmayacağını kalın çizgilerle belirtiyor.
    Hani “Kitaba el bassa sözüne kanmam” inanç kesinliği, bütünlüğü varya, Melahat Ecevit hocanım bu görüşün ortaya koyucusu olarak görünüyor.
    Bir kuru dal gibi yaprağın dökülüşü, derinden çekilen ahlarla boyunların bükülüşü ve arkasından “Yıkılmaz dağ idim, bir günde çöktüm” teslimiyet görüntüsü, hocanın canevine düşen ateşlerin yakıcılığıyla iç içedir, yan yanadır.
    Artık, istekler törpülenmiştir “İstemem başıma çiçekler taksa/İstemem bir ömür ağıtlar yaksa/İstemem el-bebek-gül bebek baksa/Canevime ateş düştü neyleyim”ler sıralanıp gider.
    Kaderin hep kendisiyle uğraştığını çektiği acıların boyunu aştığını, bir bir sıralar ve arkasından şu dörtlükle noktasını koyar Melahat Ecevit hocanım:
     
    Çıkardım üzümden, gözümde yoksun,
    Aşk için yandığım, sözümde yoksun
    Kalbime saplanan zehirli oksun,
    Canevime ateş düştü neyleyim
     
    Bir başka şiiriyle yine sayfa ve sütunlardadır Melahat Ecevit hocahanım.
    Şiirin başlığı:
     
    DUYDUM Kİ
    Hayatın garip bir cilve olduğu noktasından hareket ederek, saçlara düşen kırağı gerçeğinin içinde sıkışıp kalmanın yararı olmayacağının altı çizildikten sonra, aşkın pazarlığının olmadığı hatırlatılıyor Melahat Ecevit hocanın kaleminden, duyguları arasından sayfalara dökülenlerle. Ve şiirin girişinde şöyle deniyor:
     
    -Bu akşam yapayalnızsın,
    Can çekişen duygularla,
    Yenik düştün besbelli,
    Işıkları söndürmedin her nedense..
    Ve ne kadar umursamadan,
    Bunlar küçük şeyler desende…
     
    Kıt kanat geçinip giderken, cebinin boşluğuna aldırmadan yaşayıp giderken, hiç olmadık bir zamanda aşık olmasının da pek anlam ifade etmediği anlatılıyor, hatırlatılıyor.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     50

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    DİLİMİZ, ANLATIMLARIMIZ
    Dilimiz, Türkçemiz, Buradan hareketle ortaya koyduğumuz anlatımlarımız. Yazdıklarımız, yayınladıklarımız:
     
    BENİM DİLİM-ANA DİLİM (Prof. Dr. Mehman Musaoğlu)
     
    İlk Türkçe, Ön Türkçe, Eski Türkçe,
    Derken,
    Orhun yazıtları ve Yenisey anıtları,
    Geliyor aklıma.
    Çünkü; hem geriye, ileriye,
    Tuşlanmıştır, benim dilim ana dilim!
    Karahanlıca, Uygurca, Oğuzca,
    Derken,
    Kaşkarlı Mahmut ve Divanü Lügat’it-Türk,
    Geliyor aklıma.
    Çünkü; eğitimdir, öğretimdir,
    Bir bilimdir, benim dilim, ana dilim!.
    Çağatayca, Osmanlıca, bir tarihçe,
    Türk dilleri, lehçeleri, ağızları ve konuşmaları
    Derken;
    Gaspıralı İsmayil Bey ve tercüman,
    Geliyor aklıma.
    Çünkü; bir iştedir, fikirdedir, bir dildedir,
    Benim dilim, ana dilim..
    Türkçede, sadeleşme, özgürleşme, millileşme,
    Derken;
    Ulu Önder Atatürk ve
    Ne Mutlu Türküm Diyene!.
    Geliyor aklıma.
    Çünkü; gelişimdir, değişimdir, erişimdir,
    Benim dilim, ana dilim!..
    Ve nihayet,
    Lengüistik küreselleşme,
    Resmi diller, ortak diller ve
    Avrasya Türkçeleri,
    Derken;
    Irak Türkçesi, Türkmencesi,
    Geliyor aklıma.
    Çünkü; Fuzuliden armağandır,
    Hoyrat’çadır, Kerkük’çedır, hep Türçedir,
    Benim dilim, ana dilim . (10.08.2004)
     
    TÜRK’ÜN KALBİDİR KERKÜK (Murat Duman)
     
    Bir asır boyunca, batarken güneş,
    Yanar durur Kerkük, gören kör olur.
    Türk’ün tarihinde en sadık kardeş,
    Kanar durur Kerkük, gören kör olur.
     
    TÜRKİYEM (Fatma Uçarlar)
     
    Vatanıma Malazgirt’le girildi,
    Medeniyet Türklük ile dirildi,
    Atatürk’üm yüreklere örüldü,
    Güzellikler senden çıkar Türkiyem.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     51

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    HACI FERHAT MİRZA’DAN KELÂMLAR-ÖZDEYİŞLER
    Bana ulaşan kitapların sayısındaki artış sürüyor. Sayfalarındaki gezinti zorluğuma rağmen, gündemimde yeralanların genel değerlendirilişleriyle mutluluk duyduğumu kaydetmek istiyorum.
    Merkezi Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bulunan, Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler Akademisi yayınları arasında günyüzü gören, Hacı Ferhat Mirza imzalı, ciltli, 270 sayfalık “Kelamlar-özdeyişler” adlı, Türkiye Türkçesiyle Ankara’da Prof. Dr. Hayrettin İvgin’in editörlüğünde günyüzü gören kitabın, Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine Prof. Dr. Elçin İskenderzade ve Oktay Hacımusalı tarafından aktarıldığını görüyoruz.
    Hacı Ferhat Mirza’nın fotoğrafının bulunduğu sayfanın üzerinde; “Evrenin kurtuluşu islamda, kanunu ise Kur’an’dadır” cümlesi yer alıyor.
    Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler Akademisi Ankara Başkanı Prof. Dr. Hayrettin İvgin’in üç sayfalık bir sunuşu var. Sayın İvgin sunuşunun bir yerinde; “Elinizdeki bu-Kelamlar-Özdeyişler-adlı kitapta 232 başlık altında 1602 kelam bulunuyor. Bu kelamlar, Hacı Ferhat Mirza’nın İslam dini çerçevesinde, ahlaki ve sosyal hayatın nasıl düzenlenmesi gerektiğine ilişkin uzun gözlem ve deneyimlerine özellikle düşünce gücünün sağlamlığına dayanarak kısa ve öz halindeki yorumlardır” diyor, kitapla ilgili özet bilgiyi, değerlendirmeyi sunuyor efendim.
    Bölüm başlıkları; Din, Din adamları, İlahiyat, İslam, Müslümanlar, İbret, Kadre ve alın yazısı, Ölüm, İntihar, Eşitlik, Kadın, sevgi, nikâh, İsraf, ticaret, Zafer, Haram, öfke, yalaka, Azerbaycan, Allah korkusu, şeklinde sıralanmış… Bunlar aldığımız bazı başlık örnekleriydi efendim. Örneklerimizin devamı:
    1- Din: Din insanlığı zulmetten ışığa götürecek nur, ilim ve iman onun anahtarı, kendini bilmez, siyaset ve yobazlıksa onun uyuşturucusudur.
    2- Kur’an-ı Kerim: Bütün küresel sorunların ve tartışmaların halli Kur’an-ı Kerim’dedir.
    3- Ölüm: kafesin dağılması ve güvercinin özgürlüğüne kavuşmasıdır,
    4- Şehitlik: Allah’a kavuşmak için en güzel yoldur,
    5- Akıl: hazine, ilim servettir.
    6- Kibirlilik: kibirlilik ve kendini beğenmişlik zalimliğin ta kendisidir. Sonu ise zulmüdür.
    7- Nankör: Nankör kimsenin gözü kör, kulağı sağır, kalbi mühürlüdür,
    8- Haset: Haset kendin için kazdığın kuyudur,
    9- Yalaka: yalakalık arını, namusunu kaybetmektir.
    10- Yaşlılar: yaşlıları olan evde bereket vardır. Onlara merhamet edene Allah da yardım eder..
    Hacı Ferhat Mirza: Çağdaş özdeyiş ekolünün kurucusu, kelam ve fikir adamı Ferhat Ahmed Ali oğlu Mirzayev (Hacı Ferhat Mirza) 11 Şubat 1950 tarihinde Bakü’de doğdu. İnşaat mühendisi olan Mirza, Devlet Halk Kontrolü Şube Başkanı görevinde bulundu. 1995 yılından itibaren kurucusu olduğu “Azerbiznes “Hayriye-Üretim Ticaret Şirketinin başkanıdır.
    Azerbaycan Yazarlar Birliğinin, Rusya Yazarlar Birliğinin, Azerbaycan Gazeteciler Birliğinin üyesi olan Hacı Ferhat Mirza’nın değişik ödülleri bulunuyor.

     

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     52

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    MEHMED b. SÜLEYMAN (FUZULİ)
    Asırların gerilerinden seslenerek, bugünlere gelebilenler, bugünlerde yaşayıp, zaman engelinin karşısında dimdik durarak, engelleri aşabilenler, kalıcılıklarıyla anıtlaşan, kökleşip eserleriyle yaşayanlardır.
    Gerek Türkiye’de, gerekse dünyanın pek çok ülkesinde, özellikle Türk dilli ülkelerde yaşayanların büyük bir bölümü:
     
    Beni candan usandırdı, cefadan yar usanmaz mı?
    Felekler yandı ahımdan muradım şem’i yanmaz mı?
     
    Mısralarının kime ait olduğu sorulduğunda hep birden “Fuzuli’nin gazelinden ilk iki mısra” cevabını koro halinde söyleyeceklerdir.
    Bu gerçek, bu yıllara meydan okuyarak asırlar öncesinden günümüze kadar gelen mısraların sahibinin köklü bir kültüre, inanca, azim ve gayrete sahip, Mehmed Bin Süleyman yani Fuzuli olduğunu bizlere hatırlatmakta, duygu ve kültür zenginliğinin satırbaşlarını göstermektedir.
     
    FUZULİ (Mehmed b. Süleyman)
    Kayıtlara baktığımızda, ansiklopedilere baktığımızda hemen görüyoruz ki, Divan Şairi olan Fuzuli 1495 yılında Hille-Bağdat’ta doğru. Asıl adı Mehmet Bin Süleyman olan Fuzuli, 1556 yılında Kerbela’da vefat etti, yüzlerce eser bırakarak, dönemindeki insanlar arasından ayrıldı, yani dünyasını değiştirdi.
    Hille Müftüsü Süleyman Efendi’nin oğlu olan, şiire başladığında önce çeşitli mahlaslar kullanan, başka şairlerin de bu mahlasları kullandığını görünce hepsini bırakarak “Fuzuli” mahlasını seçen Mehmed Bin Süleyman kısa zamanda yaşadığı dönem şairleri arasındaki seçkin yerini göstermeye, zamanla korumaya, fark edilmeye başlandı.
    Kaynaklar gösteriyor ki; Fazl’ın çoğul biçimi olan Fuzuli, şahsi üstünlüklerle ilgili veya şahsi üstünlüklere ait manasına gelen bir kelime olarak bilinmektedir. Diğer taraftan Fuzuli’nin “Boşu boşuna” manasına geldiği de söylemekte ifade edilmektedir.
    Fuzuli’nin gençlik dönemine ait fazla bilgi bulunmamaktadır. Eserlerinin incelenmesiyle, iyi bir öğrenim gördüğünü, İslami ilimler, İran edebiyatı, hendese, hikmet ve tasavvufla ilgilendiği sonuçlarıyla karşılaşıyoruz.
    Sıhhat-u Maraz (1940) adlı eseri, Fuzuli’nin hekimlik bilgisine de sahip olduğunu göstermektedir. Gördüğü öğrenim ve hayatının değişik dönemleri hakkında da yeterli bilgi bulunmayan Fuzuli’nin “Molla” unvanını alacak kadar ileri derecede İslami bilimler öğrenimi gördüğü hakkında bilgiler bulunmaktadır.
    Fuzuli, 1508 yılında Bağdat’ı fetheden Şah İsmail’e “Beng-ü Bade” adlı mesnevisini sundu. Bir süre, Bağdat taki Safevi Valisi İbrahim Han’dan himaye gördü. Kanuni Sultan Süleyman Bağdat’ı fethedince (1534) padişaha ve paşalarına sunduğu kasidelerle dikkat çeken Fuzuli, kendisine bağlanan günde dokuz akçelik maaş bir süre sonra kesilince Nişancı Celal zade Mustafa Çelebi’ye ünlü şikâyetnamesini yazmıştır.
    Şii mezhebine bağlı olan Fuzuli’nin hayatı tümüyle Hille, Bağdat, Necef, Kerbela çevrelerinde geçti. 1556 yılında çıkan bir veba salgını sırasında vefat etmiştir. Kerbela’da Meşhed-i Hüseyin (Hz. Hüseyin’in türbesi) karşısındaki türbenin Fuzuli’ye ait olması ihtimali büyüktür.Dergah ve türbenin zamanla yıkılması üzüntülere neden oldu.
    Hayatı boyunca geçim sıkıntısı çeken, Fuzulinin Fazlı adlı oğlu, babası gibi şair olmakla birlikte, babası kadar tanınmamış, isim ve imza bırakamamıştır.
    Fuzuli, Azeri lehçesinde yazmasına rağmen, yazdığı çok güçlü lirik şiirlerle Türk edebiyatının en büyük şairleri arasında yer almış ve kendisinden sonra gelen çok sayıda şairi etkilemiştir.
    Türkçe, Arapça ve Farsçanın bütün inceliklerini bilen Fuzili, İranlı şairlerden Selman-ı Saveci, Hafız, Türk şairlerinden de Nesimi, Ali Şir Nevai ve Necati’nin şiir anlayışını benimsemiş ve şiirlerinin çoğunda tasavvufu işlemiştir.
    Mutasavvıf bir şair olarak Fuzuli şiirine tasavvufun en ince nüanslarını yerleştirmeye çalışmış, zekası ile lirizmi bağdaştırmıştır. Fuzuli’nin bazı şiirlerinde tababete ait işaretler de vardır.
    Fuzuli’nin yaşadığı dönemde önde gelen isim ve imzalar arasında yer almasının en önemli nedeni: İlimsiz şiiri hor gören ve edebiyat aleminde şiirin ilme dayanması fikrine yer veren ve savunan olmasıdır. Aynı ölçüde, imlaya da büyük önem veren şair, yazılı metinlerin nesilden nesile devredilebilmesinin, geçebilmesinin ancak doğru ve yanlışsız yazma ve özen göstermeyle mümkün olabileceğini savunmasıyla da dikkat çekmiştir, ilgi toplamıştır.
    Fuzuli’ye göre, Hz. Ali, erdemli , olgun yetkin bir kişidir. Bütün halifelerden ve
    Peygamber’in yakınlarından üstündür. Şairin 1. Şah İsmail’e yazdığı övgünün temelinde sevgi vardır.  “Beng-Bade” adlı Türkçe mesnevisi 444 beyitten oluşmaktadır. Eserin konusu, esrar ve şarap arasındaki düşsel bir çatışmadır.
    Fuzuli’nin “Şikayetname” adlı mektubunda, saray şairleri arasına girememekten dolayı iğneleyici bir dille yakındığı görülmektedir. Istırap şairi olarak bilinen Fuzuli’nin “Leyla ve Mecnun” adlı dört bin beyitlik mesnevisi ile diğer eserleri hakkında çok sayıda inceleme yayınlandığını biliyoruz.
    Bir başka bildiğimiz gerçek; 15. yüzyıl Azeri şairi Habibi’nin, Çağatay şairi Ali Şir Nevai’nin, İranlı şair Hafız’ın, Nizami Gencevi ve Cami’nin Fuzuli üzerinde belli belirsiz etkilerinin olduğudur. “Leyla ve Mecnun” adlı eserinde, Nizami’den yararlandığını kendisi ifade etmektedir.
    Fuzuli’nin anlayışına göre; şiirin temeli ilim, özü sevgidir. İlime dayanmayan şiirin temelsiz duvar gibi hemen yıkılabileceğini söylemesi, şiir anlayışındaki derinliği göstermektedir.
    Kendinden sonra gelen, hemen bütün divan şairlerini büyük ölçüde etkileyen Fuzuli için şiir, düşünce duyguları sergilemeye, insanı tanımlamaya yarayan önemli bir etkinliktir.
    Genellikle, Azeri ağzını kullanan Fuzuli’nin şiirinde uyumu sözcükler arasındaki ses benzerliği sağlamaktadır. Şiirlerinde, halk dilinde geçen kelimelere, deyimlere, atasözlerine, Kur’an’dan ve hadislerden alıntılara sıkça rastlanmaktadır.
    Türkmen soylu Iraklı şair Fuzuli de her Türkmen şairi gibi “hoyratlar”ın etkisi altında kalmış ve şiirlerinde hoyratlardaki cinas oyunlarını ustaca kullanmıştır. Fuzuli’nin, bugünkü Irak Türkmencesini şiir dilinde az bir değişiklikle kullandığını gösteren pek çok örnek vardır.
     
    ESERLER
    Fuzuli’nin “Hadikatü’s Süeda (1837, Saadete Ermişlerin Bahçesi 1955) adlı eseri düz yazıda dinsel lirizmin en güçlü örneklerindendir. Kerbela olayını anlatan bu eser özellikle şiirler arasında yüzyıllardan beri okunmaktadır.
    Fuzuli’nin mesnevi biçiminde yazdığı ve 3.096 beyitten oluşan “Leyla ve Mecnun” (1955) adlı eseri Türk edebiyatının şaheserleri arasında yer almaktadır.
    Fuzuli’nin yirmiye yakın eser yazdığını biliyoruz. Bunların başında, Türkçe Farsça ve Arapça olan üç divan gelmektedir. Ünlü “Türkçe Divan”ı mensur girişle başlamaktadır. Farsça ve Arapça Divanları yanında, Fuzuli’nin Peygamber efendimizi metheden “Su Kasidesi”de çok sevilen eserlerindendir.
    Fuzuli’nin eserlerinin sıralamasında yeralanlardan;
    Rind-ü Zahid (Farsça mensur eser, Çev: Silim Efendi, 1868),
    Hüsn-ü Aşk (Sıhhat-u Maraz adıyla da biliniyor. Farsça mensur eser, ilk çeviri: 1856’da yapıldı. Son çeviri: Abdülbaki Gölpınarlı 1940)
    Enisü’l-Kalb (Farsça kaside, Türkçe Çev. Cafer Erkılıç,1944)
    Türkçe Mektuplar (Abdülkadir Karahan,1948),
    Şikayetname (1955),
    Hadikatü’s-Süeda (Saadete Ermişlerin Bahçesi, Kerbala olayını anlatır, Selahattin Güngör, 1809),
    Beng-ü Bade (Farsça mesnevi, 444 beyit, esrar ile şarap arasında bir tartışmayı anlatır, K. Edip Kürkçüoğlu, 1956),
    Türkçe Divan (taş basması, 1951, Abdülbaki Gölpınarılı 1961)
    Farsca Divan (Hasibe Mazıoğlu, 1962)
    Arapça Divan (yazma nüshası Leningrad’da), Heft Cem (Sakiname adıyla anılan bu yedi bölümlük eserin her bölümünde şair bir müzik aletiyle tartışır)
    Tercüme-i Hadis-i Erbain (40 manzum hadis çevirisi, Esad Çoşan, 2003)
     
    HAKKINDA YAZILANLARDAN
    Fuzuli hakkında yüzlerce makale yazılmış, yayınlanmış doktora ve yüksek lisans tezlerine konu edilerek, asırlardan asırlara nakledilen bir isim ve imza haline gelmiştir şairimiz.
    1- Fuzuli zaman engelini aşarak, zirvedeki yerini koruyabilmiş sayılı şiir ustalarındandır. O’nun şiirleri özellikle şiirlerinden bazıları her dönemde sevilmiş, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşabilmişlerdir.
    Fuzuli’nin şiirlerini, yüzyılları geride bırakarak kalıcı kılan acaba hangi özellikleridir? Değişen kültüre ve topluma rağmen, sözkonusu şiirler nasıl olmuş da yaşayabilmişlerdir?
    Konuşma dilinde tonlama ve vurgun önemlidir. Bu unsurların şiirde kullanımıyla, konuşma dilindeki doğal, rahat, zorlamadan uzak söyleyiş, şiirin daha etkileyici, dolayısıyla kalıcı olmasını sağlamaktadır (Mine Mengi, 500. Yılında Fuzuli Sempozyumu Bildirileri,1996)
    2- Fuzuli hiç kuşkusuz en büyük şairlerimizden biridir. Yunus’u ayrı tutarak böyle bir ayırım gereklidir. Çünkü Yunus, altıyüz yıl öncesinden bugüne açılan kapıdır. Onunla ancak, şeyhi, Necati bey, Baki, Nedim, şeyh Galib gibi eski şiirin sıkı düzeni ve ortak dili içinde gerçekten bir çığır açabilen şairler boy ölçüşebilirler. Fakat Fuzüli bir bakıma bu şairlere de üstündür. Çünkü eseri bize onlardan çok ayrılan, tümüyle kişisel diyebileceğimiz bir deneyim ile gelir.
    Denebilir ki, Fuzuli’nin bize şiirleriyle verdiği kendi iç dünyası, bütün rindlik ve kalenderlik heveslerine, kimi zaman gerçekten sıkıcı sanat oyunlarına karşın, iki örneğin etrafında toplanır: Mecnun ve Kerbela şehidi Hüseyin… (Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler)
    Fuzuli şiir yarışmasının şairlerinden:
    Merkezi Ankara’da bulunan, kısa adı İLESAM olan, Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’yle, merkezi Azerbaycan’da bulunan ve kısa adı DGTYB olan Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği’nin 2004 yılında ortaklaşa düzenlediği “2. Uluslararası Fuzuli Şiir Yarışması”nda dereceye giren şairlerin şiirlerinin mısraları arasında mini bir gezinti yapmak istiyorum efendim:
    Dereceye giren ilk dört şair:
    Orhan Seyfi Şirin: 1961 yılında Eskişehir’de doğdu. “Tuna Boylarında Alişimiz Var” adlı şiirinden:
    Sorma buralarda ne işimiz var!,
    Tuna boylarında Alişimiz var.
    Yemen türküsüne ağlayışımız,
    Nasrettin Hocaya gülüşümüz var.
     
    Selami Yıldırım: 1959 yılında Sivas’ta doğdu. “Derdim parmak uçlarımda tuşlu” adlı şiirinden:
    “Asanı göğe at,
    Düşene kadar sultansın”,
    Demiyorum,
    Yalnızlığımı getirdim sana,
    İnanmazsan tut ellerini
    Ya da bak gözlerime
    Hicretimi gör!..
     
    Halil Gürkan: 1954 yılında Eskişehir’de doğdu. “Yiğitlerimiz” adlı şiirinden:
    Türk’üz, anıldık “yağız” la, mertçe vuran yiğit bizde,
    Birkaç obalık Oğuz’la, devlet kuran yiğit bizde.
    Hakkı Şener: 1969 yılında Adana’da doğdu. “Şadırvan” adlı şiirinden:
     
    Ben bir ulu cami şadırvanıyım,
    Manâ âleminden izler bilirim.
    Elden ele giden dost kervanıyım,
    Nice kışlar, nice yazlar bilirim.
     
    İkinci Uluslararası Fuzuli Şiir Yarışması’nda mansiyon alan şairlerden şiir örnekleri:
    Selami Şimşek: 1974 yılında Erzurum’da doğdu. “Çocuklar hiç ölmesin anne” başlıklı şiirinden:
    Dünya çocukları gözleri etrafında,
    Ağlamak için dönüyor
    Kırık bir çiçek,
    Her gece rüyalarımı süslüyor
    Hangi yangına kül olsam,
    Hangi bahçeye gül olsam
    Dünya çocukların gözleri etrafında
    Dönüyor anne.
    Zeynep Ayla Sütçü: 1956 yılında Isparta’da doğdu. “Gel gönül gül olalım seninle” adlı  şiirinden:
    Gel gönül gel gül olalım seninle,
    İster dost koklasın, isterse düşman,
    Diken gibi batmayalım eline,
    İster dost toplasın, isterse düşman.
    Galip Kurdoğlu: 1955 yılında Arhavi’de doğdu. “Ey Fuzuli” başlıklı şiirinden:
                Ey Fuzuli
    Ben seni fuzuli sevmedim ki
    Sevginin yüceliğini, erdemli olmayı,
    Hasretin acısını, mutlu yaşamayı
    Leyla Mecnun’u,
    Ve daha nicelerini senden öğrendim
    O yüzden
    Canıma can katıyorsun.
     
    KAYNAKLAR:
    1.Işık, İhsan; Resimli ve Metin Örnekli, Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. Baskı, cilt 4, Pozitif Matbaacılık, 2007-Ankara)
    2.Küzeci, Şemsettin: 2. Uluslararası Fuzuli Şiir Yarışması ve Türk Dünyası Şiir Şöleni. (İLESAM –DGTYB-Ankara–2004)

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     53

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    NURDANE UZUN’UN ŞIIR DÜNYASI
    Sanat ve edebiyat dünyamızın içinde yeralan, yıllardır, yazdıkları, yayınladıklarıyla dikkat çeken isim ve imzalardan biri: Nurdane Uzun.
    Nurdane Uzun Bursa’da yaşıyor, buradan sesleniyor. Yayınladığı kitapları var. Değişik türlerde, genellikle şiir ağırlıklı bu kitaplar.
    Yenilerde bana ulaşan bir demet şiiri, çocuk öykülerinden oluşan, Ağustos 2008’de günyüzü gören, okurlarıyla buluşan, buluşturulan “Mavi Kurdele” adlı çocuk öyküleri var masamda. Alp Yayınları arasında günyüzü görmüş 96 sayfalık “Mavi Kurdele’ Nurdane hanımın 13 ncü kitabı.
    Öykülerin adları; Mavi kurdele, çorapçı kadın, sakızcı çocuk, Doktor Ahmet, Kurban bayramı, Alabaş, Güvercin dede, Osmanlı kadını, Yavru güvercin, Kediler, Kiraz mevsimi. Nurdane uzun, şiirde olduğu gibi, öyküde, çocuk öykülerinde de anlatım zenginliği ve konuların dağılmadan, toparlanış ustalığı içindeki görünümüyle takdir görüyor.
    İlk öykünün girişinden: “Vakit ikindiyi gerilerde bırakırken, sahildeki insanlar da birer ikişer ve gruplar halinde evlerine dönüyorlardı. Deniz dalgasız pırıl pırıldı” cümlesi söylemek istediklerimizin doğruluğunu ortaya koymuyor mu?.
     
    ŞİİRLER
                Nurdane Uzun’un şiirlerindeki konu seçimi, anlatım ve bütünlük içindeki genel görüntü, anlatılmak istenilenlerin özelliğini, güzelliğini ortaya koyar.
    Bu şiirlerin bazıları, güfte denebilecek durumdadır. Bestekarlarımızın gözden geçirmeleri halinde besteleyebilecekleri şiirlerin, güfte bütünlüğü içinde olanların bulunduğu görülecektir.
    “Gülüm” adlı, başlıklı şiir vermek istediğimin örneklerden biri: Şöyle başlıyor bu şiir:
    -Kaldırdın başımdan umut tacımı,
    İçimde acılar dinmiyor gülüm.
    Sardın bedenime gönül sancımı,
    Yediğim içime sinmiyor gülüm.
     
    Mor menekşem, Gönül ocağına koy tencereyi, O sahilde bekliyorum, Hasretin içimi yakıp yıksada, iklimler mi yoksa ben mi değiştim?, İkinci bahar, Yeşil gözlü yar, Aşk bahçemde bülbül diye, İlahi, Yaşamayı sevdiren gibi başlıklar verilen, yazılıp, sayfalara aktarılan Nurdane Uzun şiirleri. Bunlardan “İlahi” den:
     
    —Hidayete erenlerden,
    Cemalini görenlerden,
    Kalbe şefkat verenlerden,
    Eyle bizi, eyle Yarab!..
     
    Ve Nurdane Uzun’un bendenize atfen yazdığı “İsa Kayacan Hocam’a” başlıklı 7 dörtlükten oluşan bir şiiri var. Bu şiirin girişi:
     
    -Dolu, boynu eğik başağa benzer,
    San’atın mimarı İsa Kayacan.
    Gönlünün yanında hiç kalır anzer,
    San’atın ustası İsa Kayacan.
     
    Teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     54

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YAZILANLARIN İÇİNDEN
    İnsanoğlu, kendisinden söz edilince, hemde ‘olumlu’ söz edilince, biraz şımarır,
    Gururlanır, bunların yenileri gelsin ister.
    Bu satırların yazarı İsa Kayacan olarak, benim için yazılanların sayısı arttıkça, seviniyor, mutlu oluyorum.
    Samsun’dan Ozan Obalı (Mustafa Bilir) 16.07.2008 tarihinde benim için bir şiir yazmış. Hemde yüz yüze gelmediğimiz halde. Kendisi “sizi kırk yıldır ismen tanıyorum” diyor.. Bu tür anlatımların, şiirlerin karşı karşıya gelmeden yazılması ayrı bir anlam getiriyor, farklı bir düşünce ortaya koyuyor. Mustafa Bilir’in (Ozan Obalı’nın) şiiri efendim:
     
    İSA KAYACAN BEY’E
     
    Dokuz yüz kırk üçte Burdur’da doğmuş
    Şu dünyaya gelmiş İsa Kayacan.
    Ne avuca sığmış ne kaba sığmış
    Bir ırmak bir selmiş İsa Kayacan.
     
    Güzel-iyi-doğru denilen üçlü
    Onunla anlamlı onunla güçlü
    Bu kadar sevecen bu kadar içli
    Olmasını bilmiş İsa Kayacan.
     
    Sanat ve basına kol kanat germiş
    Yazıp tam yüz otuz kitaba ermiş
    Herkese kalbinden bir parça vermiş
    Saygı hürmet almış İsa Kayacan.
     
    Yıllar akıp gitmiş, o hiç gitmemiş
    Sevgiyi büyütmüş, aşkı bitmemiş
    Namerdin dalında bir gün ötmemiş
    Mert bağına dalmış İsa Kayacan.
     
    Dostluk destanını yazan birisi
    Ona hürmetlerin layık irisi
    OBALI dünyanın boştur gerisi
    Gönüllerde kalmış İsa Kayacan.
     
    PTT’nin “İSA KAYACAN ÖZEL POSTA PULU”
    Söke ilçemiz merkezinde yaşayan, eğitimci, şair, araştırmacı, yazar Abdülkadir Güler, 01 Kasım 2008 tarihinde, açtığımız, Burdur-Tefenni Ece Köyü’ndeki “İsa Kayacan Kütüphanesi” için yazdığı makalesinin bir yerinde:
    -“İnsan neyi ekerse onu biçecektir. Sayın Kayacan, yıllardır bu kitap ve kütüphane uğruna emek veriyordu. Çaba harcıyordu. Yaklaşık 52 yıldır durmadan yazıyor ve yazdıklarını hem ili Burdur’a ve Anadolu’ya gönderiyordu. Daha öncede söylemiştim. Sayın Kayacan sadece sanat ve Kültür bağlamında PTT’ye verdiği paraları bir yere toplasaydı, şimdi Ankara’nın Çankaya’sında lüks bir dairesi olurdu. Ama o, toplamadan ziyade dağıtmayı tercih etti. Halâ bu kültür uğraşı içinde hizmet veriyor.
    Aslında PTT Genel Müdürlüğü’nde bir yetkili olsaydım, İsa Kayacan adına bir posta pulu basardım. Bu hizmeti de PTT Genel Müdürlüğü yetkililerinden bekliyoruz. Çünkü İsa Kayacan yayınladığı kitap, gazete ve dergileri Anadolu’ya taşıması konusunda evi ile PTT arasında mekik dokumuş ve binlerce TL yatırmıştır. Bu hizmetler yadsınamaz” dedi.
     
    BURDUR
    Uzun süre Burdur’da görev yapan Fatma Uçarlar’ın Burdur şiirlerinden biri, “Burdur” adıyla 12 dörtlükten oluşuyor. Burdur Belediyesi Kültür Yayınları arasında yayınladığımız “Şiirlerle Burdur” adlı kitabımın 26 ve 27 nci sayfalarında yeralan Fatma Uçarlar’ın “Burdur” adlı şiirinden:
     
    -Folklorü bir başka güzel,
    Sipsinin sesi, yüreği ezer,
    Zeybek oyunu dünyaya değer,
    Baki Bey Konağı var Burdur’un.
     
    Mehmet Akif vekilin olmuş,
    Fakir’in sende doğmuş,
    İsa Kayacan sesin olmuş,
    İncir Han’ı var Burdur’un.

     

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     55

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    VAN’DAN ÜMİT KAYAÇELEBİ’NIN ŞİİR DÜNYASI
    Şiirlerinin mısraları arasında gezerek, şiir dünyaları hakkında bilgiler vermeye çalıştıklarımın sayısı, yüzlerle ifade ediliyor. Hatta binlerle denebilir.
    Van ilimiz merkezinden seslenen, şiir, yazı ve araştırmalarıyla, dikkat çeken hele TRT Radyolarının dinleme-izleme müdavimlerinden Ümit Kayaçelebi’nin şiirleri arasında, daha doğrusu mısraları arasında bir gezinti yapma isteğim hep ertelendi.
    Elimde olmayan nedenlerle erteleyen, ertelemek zorunda kalan benim efendim.
    Ümit Kayaçelebi, bir fotoğraf makinesi gibi. Çevresinde olup bitenler hakkındaki tesbitlerini sayfalara aktarıyor. Yumuşak bir anlatımı, anlaşılırlık oranı fazla olan bir sunuş biçimi var.
    TSM-THM sanatçılarıyla arkadaş gibidir. Ümit Kayaçelebi. Onlar hakkında bilgiler verir, onlar için yazdıklarını gazete ve dergilerin sayfalarına aktarıp, okurlarıyla paylaşır, bölüşür.
    Şair,yazar ve gazeteci Ümit Kayaçelebi Sevim Süer’e ithaf ettiği 9 dörtlükten oluşan şiirinin ilk iki dörtlüğünde şöyle seslenmektedir:
     
    -Yıllarca radyoda dinlediğimiz,
    Unutmadık, unutulmaz o sesler.
    Hepsine muhabbet beslediğimiz,
    Unutmadık, unutulmaz o sesler.
     
    Korolar yönetti Ahmet Yamacı,
    Şemsi Yastıman’la Bayram Aracı,
    Halâ hatırlarda Seyfettin Sucu,
    Unutmadık, unutulmaz o sesler.
     
    Gelin-Kaynana şikayetleri, gelin-kaynana atışmaları Ümit Kayaçelebi’nin şiirlerinin konusudur, anlatımlarının önemli boyutlarında yer alır, karşımıza çıkarlar. Gelin-Kaynana atışmasında Gelin:
     
    Sabun koydum legene
    Bak başıma gelene,
    Ben kadar taş düşe,
    Kaynana senin tepene
     
    Kaynana durur mu, hemen cevap verir. Hemde böbürlenerek verilen bir cevaptır bu:
     
    Kartal sinek avlamaz,
    Köpek kuşa havlamaz,
    Aklı olan gelin,
    Kaynanaya hırlamaz.
     
    Gelinden şikayeti anlatan şiiriyle, kaynanayı şikayetle anlatılanların imza sahibi oluşuyla Ümit Kayaçelebi, toplumsal sıkıntıların toparlanışını yapmakta,  adeta çözüm yolları göstermektedir. Bir başka şiirinde de Van sebzelerinden sözetmektedir.
    Bu şiirin ilk dörtlüğü:
    -Şimdi sorsam nedir şu gazayağı,
    Sen görmedin bilemezsin evladım.
    Bir de desem nedir guzu gulağı?,
    Sen görmedin bilemezsin evladım..
     
    Sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim…

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    56

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YENİ YENİ YAZILANLARDAN
     “Bana Yazılan Şiirler” adlı bir kitabın yayın hazırlığı içindeyim ya. Bana yazılan şiirlerden örnekler vermeye o yüzden devam ediyorum, biraz da sıklaştırıyorum sizin anlayacağınız. Bunlardan ikisi daha:
    Vefalı, yani gönüllü, yiğit insan İsa bey: Gönlümde sizin için düşündüklerimi yazdım. Aslında siz benim yanımda daha çok değerli ve özel birisiniz. Lütfen hoşgörünüze sığınarak af buyurmanızı ve bununla yetinmenizi rica ediyorum.
    Aslında ben hiç kimsenin arkasında methe-mazhar yazı yazmayı ve söylemeyi sevmem. Amma siz olunca bu niyetim aniden değişiverdi. O’da sizleri ne kadar sevip saydığımın nişanesidir. (Türkmen Ozanı, Süleyman Özçelik, İskenderun, 15.01.2009
     
    Prof.Dr. Sayın İsa Bey
     
    Aslı Türktür Kayacan’ın soyundan,
    Burdur ili güzel Ece köyünden,
    Ayrı düşmüş aşretinden, beyinden,
    Çarkı felek Seyranında biri var..
     
    Can ile cananın Kayacanından,
    Aşıklar, ozanlar, pirler şanından,
    Üç ile yediler, kırklar ceminden,
    Çarkı felek devranında biri var.
     
    Bir dem içmiş, ol aşıklar deminden,
    Güneş dahi kıskanıyor şeminden,
    Taşı sıksan can fışkırır canından,
    Çarkı felek hayranında biri var.
     
    Türkmen ozanıyım övgü yazarım,
    Nokta koyar, bir kalemle çizerim,
    İsa beyi, çar köşede gezerim,
    Çarkı felek bayramında biri var.
     
    Isparta ilimiz merkezinden Melahat Ecevit hocanım, “Bizim gız” başlığıyla yazdığı ve bendenize ithaf ettiği 10 Ocak 2009 tarihli şiiri:
     
    BİZİM GIZ
    Hemşehrimiz, Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan’a
     
    Pembe gül takınmış siyah saçına
    Daha yeni değmiş ondört yaşına
    İnce rastık çekmiş hilal kaşına
    Kapı gıcırtısına oynar bizim gız
     
    Hele bakın ürkek ceylan haline
    Zilleri takınmış narin eline
    Şal kuşak yakışmış ince beline
    Kaşık şıkırtısına oynar bizim gız
     
    İşvesi yerinde hava atıyor
    Göz süzüp etrafa çalım satıyor
    Kıvırıp kıvırıp göbek atıyor
    Tabak tıkırtısına oynar bizim gız
     
    Bir başka rakseder ritimde sazda
    Baygın bakışı can yakar birazda
    Çağlayıp coşuyor baharda yazda
    Suyun şıkırtısına oynar bizim gız
     
    Oyuna doymuyor elleri havada
    Çalıkuşu gibi durmaz yuvada
    Hamsi balık gibi oynar tavada
    Sinek vızıltısına oynar bizim gız
     
    Çıkar orta yerde saçın savurur
    Edalı dönüşü içler kavurur
    Davul zurna gümbür gümbür vurulur
    Yürek gümbürtüsüne oynar bizim gız

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     57

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ÜÇ ŞİİRLE ANLATILANLAR
    Şiirlerin ortaya koyucuları, şairlerimiz, şairelerimiz. Melahat Ecevit, Isparta ilimiz merkezinden seslenmeye devam ediyor. Yenilerde üç yeni şiiri geldi. 18 Aralık 2008 ve 10 ve 11 Ocak 2009 tarihlerinin taşıyıcıları bu şiirler. Yani üçü de çiçeği burnunda şiirler. Bu şirlerin mısraları arasına dönelim ve kısa kısa bir göz atalım. Buyurun:
     
    BİR MİNDERLİK YER
    18 Aralık 2008 tarihinde kaleme alınmış, daha doğrusu bu tarihte bitirilmiş, tamamlanmış. Beş ayrı bölümden meydana gelen bu şiirin girişinde; “Bir zamanlar seninle/Herşey daha güzel olacak derken/Bak, kapımızı güz yelleri çalıverdi erken” mısralarıyla başlanıyor.
    O güzelim günlerin keyfinin sürülemediğinin altı çiziliyor, “hep mor çiçeklerini topladık/Umudu dökülmüş bahçelerin” diye devam ediliyor. Mor çiçekler, umudu dökülmüş bahçeler, anlatım zenginliğini sağlayanlar. Ve sonunda şöyle bağlanıyor şiir:
     
    -Pencereden gün ışığı sızmalı derken,
    Hani kapattığımız perdeler var ya,
    Onları biraz olsun aralı bırakamadık.
    Ne yazık ki, özlem çektiğimiz mutluluğa,
    Bir minderlik yer ayıramadık..
     
    Duygularının çorak kalacağını anlayamayan insanlar. Anlatma zorluğu içinde olan duygu sahipleri, kalem sahipleri.
     
    HAİN RÜZGAR
    Rüzgarın da haini oluyor demek ki. Vardır değil mi? Melahat Ecevit hocanım 11 Ocak 2009 tarihinde yazdığı veya tamamladığı “Hain Rüzgar” adıyla, başlığıyla yazdığı dört bölümlük şiirin ilk bölümünde şunlardan sözediyor:
     
    Bu akşam başka esiyorsun,
    Hain rüzgar!...
    Bakışların sadece göz ucu,
    Belli ki şeytana ters giydireceksin,
    Papucu…
     
    Melahat hocanım, “Pencere camlarını kırıp/Döküşün/Hiçbir şey olmamış gibi bir de dönüp/Öpüşün” lerden rahatsız oluyor.
     
    BİZİM GIZ
    Melahat hoca altı dörtlükten meydana gelen, Burdur, Isparta ve çevresine ait olan bir yakınlık deyiminden, kan bağı gösteriminden söz ediyor” Bizim gız” diyor. Şiirinin başlığı da bu. “Pembe gül takınmış siyah saçına,/Daha yeni değmiş ondört yaşına/İnce rastık çekmiş hilal kaşına/Kapı gıcırtısına oynar bızım gız” anlatımından sonra şöyle sesleniyor:
     
    -Çıkar orta yerde saçın savurur,
    Edalı dönüşü içler kavurur,
    Davul-zurna gümbür gümbür vurulur,
    Yürek gümbürtüsüne oynar bizim gız..
     
    Bizim gız, ürkektir, ceylan gibidir. Zilleri takınca narin ellerine, döner, döner. İşvesi yerindedir, baygın bakışları çok canlar yakar, sinek vızıltısı karşısında oynar bizim gız.

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      58

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BURDUR’DAN YOLA ÇIKARAK
    Burdur’dan, Burdurludan yola çıkarak ortaya koyduklarımız. Burdur’dan bize yansıyanlar, Kitaplarda, gazetelerde yer alanlar.
     
    BURDUR’UM SENİ
    Burdur ilimize bağlı Gölhisar ilçemizde yaşayan, çağdaş halk ozanı, folklor derlemecisi Osman Akkoç’un “Burdur’um Benim” adlı, başlıklı şiiri, Burdur’u değişik yönleriyle ve yerleşim birimleriyle anlatıyor. Yedi dörtlükten meydana gelen şiirin girişi genellik içinde veriliyor. Şöyle:
     
    Burdur’umu anlatmakla açayım sözümü,
    Aklıma gelir durur, salkım salkım üzümü.
    Su deposuna çıkar doyururum gözümü,
    Şirin, güzel, sevimli Burdur’um benim.
     
    Sonra ilçeler teker teker dolaşılıyor. Yaşilova, Ağlasun, Altınyayla, Çavdır, Çeltikçi, Bucak, bir bir anlatılıyor. Bu şiirin bir başka dörtlüğünde de şöyle seslenilmekte:
     
    -İlçeleri, Gölhisar, Bucak, Tefenni,
    Her zaman görmek isterim, mest eder beni,
    Karamanlı, Kemer ilçe olmuştur yeni,
    Nerelere gitmek istersem, durdurun beni..
     
    Osman Akkoç “Burdur ve İlçeleri”ni de bir başka şiirinde uzunca anlatıyor. 12 dörtlükten meydana gelen” Burdur ve ilçeleri” adlı, başlıklı şiirin ilk dörtlüğünde ki Osman Akkoç duyguları şöyle:
     
    -O ceviz ezmesiyle, rengarenk gülünle,
    O şeker fabrikanla, o masmavi gölünle,
    Şen şakrak insanınla, baldan tatlı dilinle,
    Mısralara sığmazsın, anlatsam Burdur seni…
     
    Fatma Uçarlar’ın dört bölümden meydana gelen “Sende Burdur”u sevdim” adlı, başlıklı şiiri var yazımızın bu bölümünde:
     
    SENDE BURDUR’U SEVDİM
                Fatma Uçarlar, Burdur sevgisini, Burdur’a olan bağlılığını, Burdurluya olan yakınlığını, içtenliğini bu şiirde anlatıyor. Anılan şiirin ilk bölümü şöyle efendim:
     
    -Ben sende Burdur’u gördüm!,
    O yüzden sevdam sana değildi,
    Ben Burdur’u sevdim..
    Bakışlarında,
    Salda’nın derinliğini,
    İnsuyu’nun serinliğini gördüm.
    Ben bu bakışları sevdim.
    Bu bakışlarda,
    Selda’yı sevdim, İnsuyu’nu sevdim…
     
    Son bölümde, gazeteci Mesut Madan’ın Burdur’da günlük yayınlanan 19 Kasım 2008 tarihli Yenigün gazetesinde ki köşesinde” Hoş geldin usta” başlığıyla yazdığı makalesinin girişi:
     
    HOŞ GELDİN USTA
    Tefenni’nin Ece Köyü’den çıkıp yazdığı yazılarla Burdur’u tüm Türkiye’yi tanıttı o. O bir duayen. O bir Usta. O Anadolu Basını’nın yıldızı. Bitmek tükenmek bilmez bir hazine o. Yazılarıyla, şiirleriyle bütün Anadolu Basınının can suyu. O bir yazı fabrikatörü.
    “Herkes beni Ankara’larda sanır / Burdur’da bir dam çökse içim parçalanır” diyen bir Burdur sevdalısı o. Ama Burdur o’nun kıymetini biliyor mu? İşte bu tartışılır…
    Yüzlerce kitap yazdı. On binlerce yazısı gazete ve dergilerde yayınlandı. O mütevaziliğini hiç elden bırakmadı. Yazılarını aksatmadan mahalli gazetelere gönderdi. Kısa bir aradan sonra yazılarıyla tekrar aramızda. Hoş geldin büyük usta İsa Kayacan…

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      59 

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YUSUF ERKAN’DAN BURDUR GEZİ REHBERİ
    Araştırma ve incelemeye yönelik, çalışma-edebiyat alanındaki noktadan yapılan çıkışlar, hareket noktalarıyla ortaya konulanların zorlukları vardır.
    Hemşehrim Yusuf Erkan, uzun bir Burdur araştırma ve incelemesinden sonra;
    600 sayfalık, “Zamanın Ötesinden Burdur Gezi Rehberi” adlı kitabını, İstanbul’da, Birleşmiş Yazarlar Şairler ve Bestekarlar Derneği yayınları arasında günyüzü görmesini sağladı.
    Geride bıraktığımız 2008 yılının son aylarında gerçekleştirilen basım çalışmasıyla, Burdurluların, Burdur severlerin ve kültürel çalışmaların içinde bulunanların hizmetine sunulan anılan kitabın önsözü Yusuf Erkan imzasını taşıyor. Uzunca olan önsözün biryerinde Yusuf Erkan;
    -“Burdur’un tanıtılması, turizmde daha fazla pay alması, ekonomisinin gelişmesi ve bir arada Burdur insanının bilinçlenmesine, katkıda bulunmasında küçücük bir adım olarak niteleyebileceğim bu çalışmayı babam Bayram Erkan ve annem Azime Erkan olmak üzere tüm Burdurlulara ithaf ediyorum” diyor. Bu cümleler, önsözün sonunda yer alıyor efendim. Düzeltelim.
    İçindekiler bölümlerinin ana başlıkları; Burdur, adının kökeni, araştırmalar, tarihçe kalıntılar, Burdur Müzesi, Burdur’daki Müze Evler, Camiler, Türbeler, hamamlar, çeşmeler, kütüphaneler, kiliseler, Burdur’daki arkeolojik kazılar, Yakın dönemdeki yüzey araştırmaları,
    -Burdur’dan yurtdışına kaçırılan önemli eserler, Burdur’da bulunan eserlerin sergilendiği müzeler, Burdur’da neolitik dönem, Burdur’un neolotik dönem özellikleri, Burdur’un höyükleri,
    -          Frigya, Frigya kentleri, Lykia-Lykia kentleri, Pisidia, Pisidia Kentleri, Burdur’daki Nekropoller, Burdur’daki hanlar, Turizm, doğal güzellikler, mağaralar, içmeler, göller, kanyonlar, orman içi dinlenme yerleri, yaylalar, anıt ağaçlar, önemli bitki alanları, Burdur Faunası, rehber, geleneksel şenlikler, geleneksel sanatlar, Burdur mutfağı, vd.
    Yusuf Erkan, Burdur’un turizm açısından önemli bir fotoğrafını çekmiş, bu fotoğrafın kareleri içinde neler var onların değerlendirilişini başarılı bir şekilde ortaya koymuş, sayfalara aktarmış. Yine kitap içindeki fotoğrafları, kendi fotoğrafları, Valilik arşivi ve ötekiler şeklinde sayfalara aktarılmış.
    Bunları anlatırken, naklederken, ifade olarak sayfaya aktarırken, Burdurlu olduğum için,Yusuf Erkan’ın bu çalışmasından dolayı gururlandığını da bir pay çıkarma ifadesi olarak kaydedeyim efendim.
    Yusuf Erkan: 1970 yılında Burdur iline bağlı Gölhisar ilçesinin Evciler köyünde doğdu. 1998 yılında Gazi Üniversitesi, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi “Konaklama İşletmeciliği” bölümünden mezun oldu. Halen İstanbul’da “Otelcilik ve Turizm Meslek Grubu’ öğretmeni olarak görev yapıyor. Yusuf Erkan, Burdur’u Burdur folklorunu enine-boyuna incelemeye devam ediyor.
     
    Hazırlamakta olduğum “Burdur Destanı”ndan: Yusuf Erkan: İstanbul’da yaşayan/Turizm eğitimi alan/Zamanın ötesinden/Burdur’u araştıran/Yayınlarla kitaplaştıran/Yusuf Erkan benim.. Bensiz olmaz..
     
    HAFTANIN DÖRTLÜĞÜ (Fatma Uçarlar’dan)
     
    Folklorü bir başka güzel;
    Sipsinin sesi, yüreği ezer,
    Zeybek oyunu dünyaya değer,
    Baki Bey Konağı var Burdur’un..

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     60

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    GÜLAYE RAZYEVA’DAN: ATATÜRK’Ü GÖRÜREM
    Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den gelen şair, şaire ve yazarlarımızın sesleri, kitapları, yayınları… Bunlardan bir yenisi, Gülaye Rızayeva-Şınıklı’ya ait. “Atatürkü Görürem” adlı 99 sayfalık şiir kitabı efendim.
    Kitabın redaktörü: Sirus Azadi, Operatörü: Ayşegül Abdülkerimova, Dizgi: Arda Grafik Planet, Cavidan Elbars imzalarıyla karşımıza çıkıyor.
    Gülaye hanım bu kitabında değişik şiirleriyle Türkiye, Atatürk sevgisini dile getiriyor. Atatürk şahsiyetinin büyüklüğünden ve ölmezliğinden sözediyor, yola çıkıyor Türkiye/Azerbaycan kardeşliğinden, Mevlana yüceliğinden,  hareket ederek kalbinde, ruhunda duyduğu sevgilerini mısralara döküyor.
    “Bitip tükenmeyen sevgilerin sahibi” olarak bilinen Gülaye Rizayeva-Şınıklı’yla Ankara’da, Altındağda Şiir Akşamları programı çerçevesinde tanışma fırsatı buldum.
    Atatürk ve Türkiye sevgisiyle dolu olduğunu, yayınladığı “Atatürkü Görürem” adlı kitabıyla daha açık ve net anlama, görme gerçeğiyle karşılaşmam beni sevindirdi, mutlu etti.
    “Atatürkü Görürem” adlı kitabın sunuş ve önsöz mahiyetinde yazılanlar, “Redaktordan”, “Türk Türkü goşdu” ve “Hazine köprüsü” başlıklarıyla verilmiş. Bunlardan:
    - “Salam Azerbaycan şiirinin hususi bir yeri var. O öteki şiirlerinde olduğu gibi, Deyir ki Salam Azerbaycan şiiriyle, hiç kimsenin demediği, diyemediği yalnız şahsına ait tarzda vatan sevgisini mukaddesleştiriyor” (Sirus Azadi),
    - “Düzüm düzüm sıralanan bu satırlar, Garabağ ağrılı, Tebriz hazretli, Kerkük, Çanakkale yanlığıdır. Sarıkamış çölündeki şehid ruhunun masım bakışıdır. Bir ana laylasının ışığında sizinle söz dünyasında görüşdük” Telman Dejelli)
    - “Gülaye hanım düşünür ki, Mustafa Kemal Atatürk dünyanın bir çok ülkelerine, milletlerine örnek olarak, yalnız öz milletinin değil, bütün insanlığın azaldığını arzulayan büyük bir lider idi” (İmami Şövket Ebülfezi gızı).
    Azerbaycan yazıçılar ve jurnalistler birliklerinin üyesi, şaire Gülaye Şınıklı, “Taleyimin laylaları” adlı şiir albümleriyle de dikkat çekiyor. Bu albümlerde yeralan şiirleri Azerbaycan’ın tanınmış sanatçıları tarafından seslendirilmeye devam ediliyor efendim.
    Kitabın adı olan “Atatürkü Görürem” adlı şiir 37, 38, 39, 40 ve 41 nci sayfalarda yeralıyor. Bu şiirden:
     
    Aşkımızın aynasında,
    Atatürkü görürem.
    Azadlığ dünyasında,
    Atatürkü görürem.
     
    Gülayeyem, sözümle,
    Hep özünü-özümle,
    Hakkı gören gözümle,
    Atatürkü görürem..
     
    Gülaye hanım Atatürkü böyle görüyor.. Ya bizim Türkiye’de bazı zeka özürleri nasıl görüyor?  Anlayan var mı? Tebrikler Gülaye hanım, tebrikler.

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     61

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BAYRAM DURBİLMEZ HOCADAN: AŞIK EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI
    İnsanlar, kararlı, sabırlı ve bu iki nokta arasına, sürekliliği çalışma sürekliliğini yerleştirdi mi, yerleştirebildi mi, başarıya mutlaka ulaşıyor-ulaşıyorlar, zirveye bağdaş kurup oturabiliyorlar. Tıpkı, Yrd. Dç. Dr. Bayram Durbilmez hocada olduğu gibi.
    AŞIK EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI
    Yrd. Doç. Dr. Bayram Durbilmez, “Aşık Edebiyatı Araştırmaları-Taşpınarlı Halk Şairleri” adlı kitabının 3. ncü baskısını yayınladı. Merkezi Ankara’da olan Ürün Yayınları arasında günyüzü gören 302 sayfalık kitap.
    Bayram hocanın halk edebiyatımız alanında ciddi çalışmalarıyla, araştırma ve yayınlarıyla geniş bir kaynak bütünü içinde yeraldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Elimizdeki tek bir kitap bile, görüşlerimizin doğruluğunu gösteriyor.
    Bayram hoca, hazırlanan tezlerdeki, yüksek lisans tezlerindeki, ortaya konulan projelerdeki imzalarıyla dikkat çekerken, bu konudaki makaleleriyle de göz dolduruyor. Bildirileri var uzun uzadıya hazırlanmış, detaylandırılmış. Dinlendiklerimiz var, okuduklarımız var, izlediklerimiz var.
    Kitabın içindekiler bölümüne şöyle bir göz atıyoruz:
    - Aşık edebiyatı Nazım biçimleri ve türleri,
    - Aşıklık gelenekleri,
    - Taşpınarlı halk şairleri ve şiirlerinden örnekler,
    Bunlar kimler?. Kimlerden sözediliyor. Bakalım:
    - Aşık İkramı (1986-1954), Aşık Gariboğlu (1929-) Aşık Halis (1937-) Aşık Erdemli (1936-1968), Aşık Muttalip (1941-1991), Aşık Türkmenoğlu (1944-1998),
    - Aşık Sadettin (1944-) Aşık Nurani (1951-2001), Aşık Çemeloğlu (1955-) Aşık Gülbahçe (1958-), Ozantürk (1969-)
    Önsözün girişinde; “Geleneği olanın geleceği de olur. Aşık edebiyatı da bir gelenek edebiyatıdır” deniyor. Önsöz Bayram Durbilmez hocanın efendim. Giriş bölümünde, ilk cümleler şöyle:
    -“Aşık edebiyatının kökenlerini en eski halk şairleri olan Kam_Şamanlara kadar götürmek mümkündür. Kam, şaman, baskı, oyun, akın,ozan gibi adlar verilen gelenekli halk temsilcileri, halk şairliği yanında, yüzyıllar boyunca toplumun değişen sosyal ihtiyaçlarına göre farklı işlevler de yüklenmişlerdir. Azerbaycan, Anadolu ve Rumeli sahasında ozanlıktan aşıklığa geçişte de toplumun değişen ihtiyaçları etkili olmuştur”.
    Esas adı: Sami Sırakaya olan ve 10 Mayıs 1951 tarihinde Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Taşpınar köyünde doğan Aşık Nurani’nin (1951-2001) “Yozgat’ım” adlı uzunca bir şiiri var 217 nci sayfada.Buradan iki dörtlük nakledelim:
     
    -Bozok yaylasında mübarek belde,
    Bellidir tarihte izi Yozgat’ın,
    Hiç soranı yok ki, nedir, ne  halde,
    Onun için buruk özü Yozgat’ın.
     
    Nurani der, her kul seni görmeli,
    Senle olup, senle kavil kılmalı,
    Sazlar çalar, diller söyler Sürmeli,
    Çalar yanık yanık sazı Yozgat’ın.
     
    Aşık edebiyatının kökenleri, oluşumu ve gelişimi, Yozgat ve yöresindeki aşıklık geleneklerini anlatan, dile getiren bu yayınından dolayı Bayram Durbilmez hocamızı kutluyor, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     62

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ESKİMEYEN ŞİİRLER
    Zamanın eskitemedikleri vardır. Bunlar değişik alanlarda, farklı biçimlerde karşımıza çıkarlar. Söz etmek istediğim eskimeyenler, Fatma Uçarlar’ın, Tanrı sevgisi, ölüm, dualara yönelik duyguların şekillendirdiği şiirlerinden birkaçı efendim.
    Bu şiirlerin başlıkları; Hak yolu, Ölmem mi lazım? , O’na koşmak isterim, o yer, Kerim Aydın Erdem’e, Sessizce. Bu şiirlerin mısraları arasına dönmek istiyorum. Buyurun birlikte gözden geçirelim
     
    HAK YOLU
    Her şey seninle yıkandı yağmur,
    Şu katı yüreğim, nasıl olur hamur?,
    Eğer ben hak yolunu bulmazsam,
    Toz yap bedenimi, oradan oraya savur.
     
    İkinci şiir “Ölmem mi lazım?” başlığıyla karşımıza çıkıyor. Burada, “Her geçen gün/Dedirtiyor aman/O konuşma anı/Bilsem ne zaman?” mısralarıyla söze başlanıyor. “Yaşamak zor ama/Dayanmam lazım/Ölümsüzlüğe ulaşmak için/Ölmem mi lazım?” diye soruluyor. (Burdur, 07.11.2003)
     
    ONA KOŞMAK İSTERİM
    Fatma Uçarlar’ın üçüncü şiiri bu. “Bir umut düştüm bilinmez yollara/Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum/Bıktım, hesap vermekten kullara/Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum”la biten beş dörtlükten oluşan “O’na koşmak isterim”in ilk dörtlüğü. Bu şiirden bir dörtlük daha:
     
    -Dağlarda Ferhat’ın sesini duydum,
    Çöllerde Mecnun’un izini gördüm,
    Veysel Karani’nin izini yüzümü sürdüm
    Sevmeyi bilen bir yürek arıyorum.. (Burdur, 14.11.2003)
     
    Ve arkasından Fatma Uçarlar’ın “O yer” adlı, başlıklı şiiri. Burdur’da 23.11.2003 tarihinde kaleme alınmış, şekillenmiş, sonra yayınlanmış. “Gel deyip, çağırıp bekleyenim yok ama/Bilirim/Bir yer var, bekler beni/Çare yok/Geldi mi o emir/İstesem de istemesemde/uyacağım/ilk kez değer bulacak bu bedenim/ Götürüleceğim eller üstünde/Belki de annemin kucağı kadar sıcak/O yer Bekler beni son nefeste.”
     
    KERİM AYDIN ERDEM’e
                Rahmetli Kerim Aydın Erdem dostumuz için Fatma Uçarlar, Denizli’de başladığı altı dörtlükten meydana gelen şiirini 21.09.2004 tarihinde Burdur’da bitirmiş, tamamlamış. Bir dörtlüğünde  şöyle diyor Fatma Uçarlar:
    Kaptan’ımız kılavuz, yaptık vazifemizi, Allah’tan Kerim’ini, diledik dostumuza, İsa, Musa, Fatıma, açtık ellerimizi,
    Ayrılık burukluğu, çöktü tüm omzumuza.
    Ve sessizce, şiiri Fatma Uçarlar’ın. 12.11.2004 tarihinde yazılmış, kaleme alınmış ve yayınlanmış. Burada; “Dilimdedir yalnızca tek bir hece/Dualarla seslenirim her gece/Günahlardan sonra boynum eğince/Af dilerim, af dilerim sessizce” mısralarıyla söze başlanıyor.
    Bu şiir dört dörtlükten meydana geliyor. Bir başka dörtlüğü anılan şiirin:
     
    -“Gel kulum” de, yalın ayak geleyim,
    Huzurunda, yüzüm yere süreyim,
    Son nefeste göz kaparken güleyim,
    Rahman’ına sığınırım sessizce…
     
    Ve duaların kabul olduğu anlarla ilgili Fatma Uçarlar duyguları, anlatımı: “Huzurunda kabul olur dualar/Gönüldeki geçenleri o anlar/Hak yolunda dinmez akar hep yaşlar/Bülbüllerle seherdeyim sessizce”.

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      63

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YAŞLILIK, TANRININ İNSANLARA ÖDÜLÜ
    Yaşlılıkla ilgili değerlendirmeler farklılıkla karşımıza çıkıyor. Kimisi, “yaşlılık, sağlıklı olduğu takdirde, olgunluğun, tecrübelerin bütünlüğünü oluşturur, ortaya koyar” derken, kimisi, “yaşlılık zordur. Ne yapılırsa, gençlikte yapılmalıdır” diye kestirip atıyor.
    Denemeleri ve şiirleriyle dikkat çeken bir kamu görevlisi, hem de başarılı bir kamu görevlisi Aytekin Aydın’dan bir “mektup” aldım.. Yaşlılıkla ilgili görüşleri dikkat çekiciydi, farklılık netliği ve görüntüsü getiriyordu. İlginç bulduğum Aytekin Aydın’ın yaşlılık yaklaşımını aşağıya alıyorum efendim:
    YAŞLILIK
    Yaşlılık, bana göre, Tanrının insana verdiği bir ödüldür. Nasıl mı?:
    Dünyaya gelen insan hastalıklardan, kazalardan ve yaşamın her türlü zorluklarından bedenini ve ruhunu koruyarak.  60–70 yaşına geliyor. Yüzünde derin çizgiler, kırışıklıklar oluşuyor, saçlar beyazlaşıyor. Acaba neden?. Bunların bir anlamı yok mu?.  
    Bir insan istesede 15 yaşında saçları beyazlayıp, yüzünde derin çizgiler oluşamaz. Farzedelim böyle bir şey oldu. Toplumdaki herkes onunla dalga geçer. Ona kimse saygı duymaz. Çünkü, o yüzündeki derin çizgileri ve beyaz saçları hak etmemiştir. Onlara sahip olması için en az bir 50 yıl beklemesi gerekecektir.
    O derin çizgiler, beyaz saçlar, Tanrının o kişiye teşekkürüdür.
    Yaşlı ve ünlü bir tiyatro sanatçısına bir doktor arkadaşı, estetik ameliyat öneriyor. Ve sanatçı inanılmaz bir tepki göstererek doktora şöyle diyor:
    -“Siz ne diyorsunuz doktor bey. Ben o derin çizgilere, o beyaz saçlara sahip olmak için tam 70 yıl bekledim. Şimdi siz benden, hayatımın 70 yılını alıp yok etmek istiyorsunuz. Buna hakkınız yok, kesinlikle ameliyat olmuyorum”. İşte böyle..
    Bana göre, Tanrı yaşlı bir insana şöyle diyordur:
    -“Benim sana verdiğim emanetimi, bedenini ve ruhunu tam 70 yıldır, hayatın tüm zorluklarına, kazalara, hastalıklara, acılara rağmen korudun, bu yaşa geldin. Bende senin yüzünde her birinde binlerce anlamı olan derin çizgiler oluşturdum. Saçlarını beyaz aklarla doldurdum. Bunları gören insanlar, sana hayranlık ve saygı duyacaklardır. Çünkü o insanların bir çoğu, senin bazen hüzünlenerek baktığın o kırışmış yüze, o beyaz saçlara sahip olmadan bu dünyadan ayrılacaklar. Çünkü sen özelsin. Sen gençliğin ne olduğunu biliyorsun ama onlar yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorlar”.. Tüm yaşlılara sesleniyorum: Siz dünyamızın renkli bahar çiçekleri gibi güzel, onlar kadar hassassınız. Tecrübelerinizle, erdemliklerinizle, çorak dünyamızın çiçekleri, tatlı bilgeler, kahramanlar iyi ki varsınız.
    Hepinize çok uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum. Sizden bir ricam var: Biraz bekleyip, beni de aranıza alır mısınız? Sevgilerimle, (Aytekin Aydın, Ocak 2009-Ankara).
     
    İSA KAYACAN (2)
    Soğukta kalmış gibi,
    Titriyor yazın senin.
    Yüz kitabın sahibi,
    Alında yazın senin.
    Sevindirir garibi,
    Kışında yazın senin
    Mustafa CEYLAN (Ankara, 19,5,1999)
    GÜNÜN SÖZÜ: Denetim, eğitimin önemli bir ayağıdır. (Recep Yiğit)

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    64

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TÜRK DÜNYASI BAHTİYAR VAHAPZADE’Yİ SEVGİ VE SAYGIYLA UĞURLADI
    Azerbaycan’da söylenen çok güzel kelimelerden, cümlelerden biri: Vefat etti yerine, dünyasını değiştirdi.
    Türk Dünyasının ünlü ve milli şairi Bahtiyar Vahapzade adını duymayan, şiirlerini okumayan, O’nun şiirlerindeki lezzeti almayan yoktur. Veya böyle biliyor, böyle olmasını istiyorum, bekliyorum.
     
    BAHTİYAR VAHAPZADE
    1925 yılında, Azerbaycan’ın Şeki (Nuha) kentinde doğdu. 1934 yılında Bakü’ye göçeden Bahtiyar Vahapzade, Azerbaycan Devlet Üniversitesinin filoloji bölümünden 1947 yılında  mezun oldu. Aynı bölümde asistan olarak  çalışmaya başladı.
    1964 yılında ünlü Azeri şair Samed Vurgun hakkında yazdığı tezle doktorasını verdi. Mezun olduğu üniversitede Muasır Azeri edebiyatı profesörü olarak görev yaptı. Azerbaycan Parlemantosunda milletvekili olarak hizmet veren, Azerbaycan Halk Cephesinin önde gelen isimleri arasında yeralan Bahtiyar Vahapzade, Türkiye’de daha çok Varlık dergisinde yayımlanan ve Fuzuli hakkındaki eleştirilere cevap niteliği taşıyan “Yel Kaya’dan Ne Aparır?” başlıklı yazısıyla tanındı.
    Türk Edebiyatı dergisinde uzun yıllar yazı ve şiirleri  yayınlanan, 1975 yılında Azerbaycan Devlet mükafatına layık görülen ve kendisine “Emekdar İnce-sen’et Hadimi” unvanı verilen Bahtiyar Vahapzade, şiirin yanında uzun manzumeler veya manzum hikayeler (poema) ve tiyatro eserleri yazdı, çeşitli tercümeler yaptı. Uzun manzumeleri arasında Cezayir Milli Kurtuluş Hareketi’ne hasredilmiş “Yollar Oğullar” ve kompizatör Üzeyir Hacıbeyli’ye ithaf ettiği “Mugam” bunlardan iki tanesi olarak bilinir.
    Şiirlerinin pek çoğu bestelendi. Ayrıca “İkinci Ses, Yağıştan sonra, Artığ adam, Vicdan” gibi isimleriyle bilinen tiyatro eserleri de çalışmaları ve yayınları arasında yeraldı.
    Lord Byron’ın “Abidon Felinisi”ni Azeri Türkçesine çeviren Batiyar Vahapzade’nin şiirleri Sovyetler Birliğindeki bir çok dile ve bu arada bir çok Türk lehçesine, ayrıca, Almanca’ya, Fransızca’ya, Farsça’ya çevrilerek kitap halinde yayınlandı. 2002 yılında “Benim Garibim” adlı şiir kitabıyla Romanya Kültür Bakanlığı tarafından Komodor Madalyası ödülene layık görüldü.
    Yayınladığı 22 şiir kitabından bazıları; Menim Dostlarım (1949), Sade Adamlar (1956), Şairin Kitaphanası ( 1961), Bindörtyüzonaltı (1970), Benim Garibim (2002) şeklinde sıralanırken, “Feryat” (manzum-1991, günümüz Türkçesine Yavuz Bülent Bakiler tarafından çevrildi), Nereye gidiyor bu dünya? (1991), İkinci Ses (1991), Özümüzü kesen kılıç-Göktürkler (1998: oyn. DT. Şinasi Sahnesi 2000-2001) oyunlarıyla da dikkat çekti.
    Hakkında, Türkiye’de Mehmet Nuri Yardım “Edebiyatımızın güleryüzü” adlı yayınını 2002 yılında gerçekleştirdi.
    Uzun süredir rahatsız olan, her fırsatta “Türk halkını ve Türkiye’yi çok seviyorum” diyen Samet Vurgun’dan sonra Azerbaycan’ın ikinci büyük şairi kabul edilen, yaşamı boyunca Azerbaycan’ın bağımsızlığı için mücadele veren Bahtiyar Vahapzade 13 Şubat 2009 tarihinde vefat etti.
    14 Şubat 2009 tarihinde, yıllarca ders verdiği Bakü Devlet Üniversitesinin salonunda, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev başta olmak üzere, bakanlar ve üst düzey yöneticiler, Türkiye’nin Bakü Büyükelçi’si Hulusi Kılıç’ın da aralarında olduğu, çeşitli ülklerin büyükelçileri, milletvekilleri, siyasetçiler ve kalabalık bir halk topluluğunun katıldığı törenin arkasından kılınan cenaze namazından sonar Bakü’de toprağa verildi.
     
    GÜNÜN DÖRLÜĞÜ; Demek ki, sevirem men vetenimi / Çoh azdır “veteni sevirem” demek / Vetenin yolunda babalar kimi / Canını, ganını veresen gerek.. (B. Vahapzâde) .

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     65

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SINIF ARKADAŞLARI NAZLI İÇİN DİYORLAR Kİ
    İnsanların, yakınları, arkadaşları ve dostları için görüşlerini ortaya koymaları, ifade edip, yazmaları hatta yayınlamaları, kamuoyuyla paylaşmaları ne güzeldir.
    Bu duygu ve düşünceler, ilköğretim öğrencileri arasında, sınıfları içinde, sınıf arkadaşları için olursa daha bir anlam kazanıyor, daha bir özellik ve güzellik taşıyor.
     
    NAZLI’NIN SINIF ARKADAŞLARI
    Nazlı önceki yazılarımda da belirttiğim gibi torunum. Ankara Özel Arı Okullarının, İlköğretim Okulunun 4-A sınıfında okuyor. Buz pateni sevgisi var. Bu konuda epey mesafe aldı. Hatta önümüzdeki yıllarda, önce Türkiye, sonra Dünya şampiyonluğu düşünceleri, hayalleri bile var.
    Nazlı kayıtlarda torunum görünüyor. Ama o benim öncelikle arkadaşım. O’nunla her şeyi konuşuyor, tartışıyoruz… Kol kola girip, kaldırımlarda yürüyor, yürüyoruz. Nazlı’nın, Özel Arı İlköğretim Okulu 4-A sınıfındaki arkadaşları, Nazlı için düşüncelerini yazmışlar… Minik kağıtlara, minik ellerle, sevimli yazılarıyla. Nazlı için arkadaşlarının, 4-A sınıfı öğrencilerinin (bazılarının) görüşleri şöyle efendim:
    1-  Sevgili Nazlı; Seni çok seviyorum. Biliniyor ki, 1. sınıftan beri arkadaşız. Seni çok ama çok seviyorum. Ayrıca çok mutluyum. Seni seven kişi (Aleyna Elisıkı,05.01.2009)
    2- Nazlı, seni çok seviyorum. Sen bence dünyanın en güzel buz kızısın (Kraliçe olabilirsin). Bazen şımarabiliyorsun. Ama yinede biz bir arkadaş sayılırız (Elif Tüzün, 05.01.2009)
    3- Bence Nazlı çok iyi bir kız.. Çok tatlı, canayakın, Paylaşımcı ve biraz da afacan. Arkadaşlarını seven, yardım eden, ne bileyim daha çok buna benzer şeyler. Onu çok seviyorum. Sevgiler (Duygu Naz)
    4- Bence, sen Nazlı esprili bir kızsın. Şakacısın, komiksin, iyimisin. Ama bazenleri kızabiliyorsun. Ama içindeki iyilik bir çıkıyor, bir giriyor. Komiksin, hatta gülünce çok komik görünüyorsun. Duyguların ve hayallerin çok. Bu hayallerini gerçekleştirebilecek misin bilmiyorum? (Ece Toptaş)
    5- Naime ablan burnunu ısırsın. Arkadaşım olursun. Nazlı zamanı iyi kullan. Lale gibi sınava hazırlan. İyi şanslar olsun  Nazlı mutlu olursun inşallah. Seni çok seviyorum (Tomris Şilan Kurt, 05.01.2009)
    6- Merhaba Nazlı. Nasılsın. Sen iyi birisin. Tabi kötü yanlarında var. Ama bunu sana söylersem kırılırsın. Saygılarımla. (İpek Tekiner)
    7- Nazlı iyi bir arkadaş. Bazen kızıyorum. Ama çok seviyorum. Şeker düşünceli, ama yaramaz bir kız. (Selenay Çiftci).
     
    ŞİMDİ BAKALIM
    İlköğretimin 4 ncü sınıfında okuyan miniklerin, bir arkadaşı için görüşleri. Bunların içinde varolan, temellerinde bulunan sevgi. Nazlı için, arkadaşları için görüşlerini ortaya koyarlarken, sayfaya minik ellerindeki kalemlerle yazarlarken, aktarırlarken nezaket dolu dünyalarından aldıklarını toparlayıp aktarıyorlar. Kızgınlıkları yok denecek kadar az. Hatta, yer yer yok. Tertemiz dünyalarının, tertemiz duygularını anlatıyorlar, aktarıyorlar… Onların hepsini, bu satırların yazarı olarak ben de çok seviyor, sevgiyle kucaklıyorum efendim.
     
    GÜNÜN HABERİ: Isparta’lı, Şair-Yazar Melâhat Ecevit’le Fatma Uçarlar, 21 Şubat 2009 cumartesi günü, Isparta Süleyman  Demirel Üniversitesi, Türkçe Topluluğu öğrencileriyle bir sohbet gerçekleştirdiler. Ecevit ve Uçarlar bu sohbetde, Türk dilinin Türkiye ve dünya üzerindeki hareketliliğinden, Atatürk ve Ziya Gökalp’ın dilimize verdikleri önemden, dil konusundaki yanlışlıklarımızdan, kentlerimizdeki tabelalarda yeralan yabancı hayranlığının fazlalığından söz ettiler.

     

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     66

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TÜRKOLOJİ ALİMİ KİLİSLİ MUALLİM RİF’AT BİLGE
    Ülkemizde öyle değerlerimiz var ki, bilmiyoruz, hatırlamıyoruz.
    Merkezi Ankara’da bulunan ve kısa adı YOYAV olan (darda kalana dost, yolda kalana yoldaş ve aç kalana arkadaş olmayı ilke edinen iyiliksever insanların yeraldığı bir yardım kuruluşu) Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı’nda, 21.02.2009 tarihinde;
    - “Kilisli Muallim Rif’at Bilge” konulu bir panel vardı. Panel, Milli Eğitim Eski Bakanlarımızdan Hasan Celal Güzel tarafından yönetildi. Panele konuşmacı olarak; Dr. Uygur Tazebay, Prof. Dr. Adil Kılıç ve M.Yahya Efe katıldı.
    Ertesi günü, yani 22.02.2009 tarihinde Kilis Yardımlaşma Derneği merkezinde, yine Kilisli Muallim Rif’at Bilge konulu ikinci bir anma, bilgilendirme toplantısı gerçekleştirildi.
    İkinci günü yapılan toplantıya, konuşmacı olarak Dr. Uygur Tazebay, Mehmet Temel, Veli Kaya, Dr. İbrahim Ateş, H.Güner Özmen, İsa Kayacan ve M.Yahya Efe katıldı.
    Her iki günde ortaya konulan, Kilisli Muallim Rif’at Bilge’yle ilgili araştırma ve değerlendirmeler gösteriyor ki;
    Kilisli Muallim Rif’at Bilge; 1874 yılında Kilis’in Cadid mahallesinde doğdu. 22 Şubat 1953 tarihinde Ankara, Maltepedeki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti ve Ankara Cebeci Asri Mezarlığında toprağa verildi.
    Kilisli Muallim Rif’at Bilge kimilerine göre 100 bin, kimilerine göre 3 bin kitap okudu.
    Adının başına Kilis kelimesini ekleyerek, mesleği muallimliği de ilave ederek, Türkoloji dünyasının ünlü isimlerinin başında, ilk sıralarında yeralan Kilisli Muallim Rif’at Bilge, 1892 yılında Kilis Müftüsü Abdurrahman Efendi’den icazet-name aldı. 18 yaşında İstanbul’a geldi ve 1898 yılında İstanbul Darü’l Muallimin yüksek kısmından birincilikle Şahadetname alarak öğretmenlik mesleğine atıldı.
    Muallim Rif’at Bey, önceleri Rüşdiye ve İ’dâdiler’de, sonraları liselerde Türkçe, Arapça, Farsça, Tarih ve Edebiyat öğretmenliği yaptı. Medresetü’i Kuzat’da Ceza Kanunu, İmam Hatip Mektebinde ise Felsefe dersleri verdi.
    Ayrıca, İstanbul Üniversitesi İlahiyat ve Edebiyat Fakültesinde Arap Dil ve Edebiyat derslerini okuttu. Bu arada İstanbul Hukuk Mektebinden birincilikle mezun oldu.
    Kilisli Muallim Rif’at’ın başlıca eserleri sıralamasında 17 rakamı var. Bunlardan:
    1- Kitab-ı Dede Korkut (Alâ Lisan-ı Ta’ife-i Oğuzan, Dresden yazmasından 1914),
    2- Divanu Lugati’t Türk (3 cilt. 1 ve 2 cilt 1915, 3. cilt 1917, İstanbul, Matbaa-i Amire)
    10- Evliya Çelebi Seyahatnamesinin 7. ve 8. ciltlerinin Türkçeye çevrilmesi (1928)
    Bu arada ifade etmeliyim ki, Kilisli Muallim Rif’at Bilge, alanında yetişmiş Türkologların başında gelmektedir.
    Bugün, Muallim Rif’at ilgili eğitim çevrelerinde bile, YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı camialarında bile ilk anda bilinemiyor, hatırlanamıyorsa bu ayıbın oralarda görev yapanlara ait olduğunu kaydetmeliyiz.
     
                KİLİSLİ MUALLİM RİF’AT BİLGE’DEN
     
    Okumaya kanmadım,
    Geçen ömre yanmadım,
    Kırk yıldır muallimim,
    Çok şükür usanmadım.

     

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     67

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN’DEN: DÜNDEN KALAN
    Şairler, yazarlar ortaya koyduklarıyla biliniyor, hatırlanıyor...
    Yekta Göngör Özden, hukukçu, şair, gazeteci. Araştırmalarıyla dikkat çekiyor... Hangi alanda, hangi konuda değerlendirme, yorum yaparsa yapsın, mutlaka gerçeklerin mutlaka doğruların varlığıyla karşılanır, karşılaşırız
    Yekta Güngör bir yorum adamıdır, isim ve imzasıdır..
    Ele aldığı, işlediği, hazırlayıp, şekillendirip, sonuçlandırıp, sayfa ve sütunlara aktardıklarının tümünde ifade etmek istediğimiz gerçeklerle karşılaşırsınız...
     
    DÜNDEN KALAN
    Yekta Güngör Özden’in Ocak 2009’da günyüzü gören, seçme şiirlerinin, yeni şiirlerinin yer aldığı bir kitap Dünden Kalan. 96 sayfayla İstanbul’da basılmış, günyüzü görmüş. Kitabın ilk şiiri “Doyamadık” dan;
    -Doğal kavşağındayız yaşamın,
    Doğumdan ölüme...
    Yürüyoruz ağır-aksak,
    Ve bölüne… bölüne..
    Burada dört mısra, bir anlatım bütünlüğü… Gerçeklerin tümü. Doğuyoruz, yaşamın içindeki varlığımızla, doğumdan ölüme yürüyoruz. Ama bölüne bölüne..Bundan daha güzel bir anlatım, ifade ediş olabilir mi?. Tebriklerimi sunuyorum efendim.
    Yekta beyin şiirlerinin başlıkları da , şiirin anlatılmak istenilenin, verilmek istenilenin bütünlüğüyle ilgili ipuçları veriyor. Bunlardan; Özgün aydınlık, Suskunluk, Çözümsüzlük, Eskidi, derin, doğal, bilinmez, Ne oldu bize, Ne yapsak? Değişmez, Yitirdik, Biran gibi.
    Sayfa 57’deki “Durmayacak” adlı şiirden aktarma yapalım, örneklerimizin doğruluğunu göstermek için:
    - Hiç çizilmemiş bir sayfa,
    Donduran yokluklarda,
    Ağırlığında acıların,
    Bekleyişlerin,
    Kendi karanlığında.
    Yekta Güngör Özden’in adressiz mektupları da vardır. Uzunca ve içi dolu. Bu konuda yazılmış bir mektup 93 ve 94 ncü sayfalarda yeralıyor:
    - Yalnız sınıfın değil, okulun en güzel,
    Güldükçe yanağında çiçekler açıyordu,
    Çevrende belirgindi görkemli sevgi seli,
    Eteğin rüzgârlarda kıvılcım saçıyordu.
     
    Ne mektuplaşabildik, ne konuştuk tek sözcük,
    Sınıf fotoğraflarında köşelerde kalmışız,
    Ne de sen ayrılırken vedalaştık, öpüştük,
    Şimdi nerelersin, alımlı-çalımlı kız?
     
    Son mısradaki sorunun cevabı biliniyor: “Evlenmişsin-aile kararıyla duydum/Ağladım günler boyu, kara imiş yazgımız/Yürekten, yaşam boyu mutluluk diliyorum/Umarım bir yerlerde bir gün karşılaşırız” şeklindeki temenniyle noktalanıyor efendim.
    Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı yineliyorum..

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     68

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    MANSUR EKMEKÇİ’NİN YENİ ŞİİRLERİ
                Mansur Ekmekçi Adana ilimiz merkezinden seslenen, şair, yazar ve araştırmacılarımızdan..
                Bize ulaşan yeni şiirleri var, duygu ve anlam yüklülükleriyle karşımıza çıkan Mansur Ekmekçi, azim ve kararlılığı, mütevazılığı, şiirimiz üzerindeki, şiir yolumuzdaki yürüyüşüyle, dikkat çeken, göz dolduran isim ve imzalardan biridir. O samimi ve gerçekci duyguların sahibidir.
                Yazdıklarındaki başarı, gelecektekilerin bir ölçüde haber vericisi, garantisi olarak bize döner.
                Benimle ilgili pek çok şiiri var Mansur Ekmekçi’nin. Hatta ilk şiiri, biraz mesafeli ve eleştiri yüklüydü. Bu şiir 30.06.2006 tarihinin taşıyıcısıdır. Bir toplantıda benden beklediği ilgiyi görememiş, konuşma sınırlılığımızı dayanamayarak “Şair İsa Kayacan’a” başlıklı uzunca şiirinde eleştirmiş, eleştirmişti. Sonra barıştık. Bu barışma kendiliğinden gelişti.
                Mansur Ekmekçi’nin şiirlerinin başlıkları bile, mısraların içinde nelerin bulunduğunu anlatır:
    -Ne olur geri dön bu acı yeter,
    Boşalan kalbime dolsan olmaz mı?
    Sensizlik acısı ölümden beter,
    Gönlünde kayboldum, bulsan olmaz mı?
                Görüyorsunuz, sevdiği insanın gönlünde kayboluyor, nerede olduğunun farkında olacak, olması gereken kişiyi göreve davet ediyor, sorular soruyor.
    Mansur Ekmekçi, toplumsal olayların tahlilinde bir uzmandır. Görülmeyenlerin tespitini iyi yapar: “Hele bir düş de gör, tanı dostunu/Başına geleni hal diyeceksin” mısraları söylemek istediklerimizin doğruluğunu ortaya koymaktadır. “Güvenme dünyanın süsüne dostum” hatırlatması da söylemek, işaret etmek istediklerimiz arasındadır.
     
    -Yaratıldı Havva Adem’in eşi,
    Yaratılan Hakkın kulu kadındır,
    Dünyada türedi erkekle dişi,
    İnsanlığın doğru yolu kadındır…
     
                Bu anlatımı, ifadeleri tesbitlerinin, tahlillerinin sonunda gördükleri, karşıolaştıkları gerçekler olarak ifade edilenlerdir. Mansur Ekmekçi, Azerbaycan’a tutkundur. “Azerbaycan, Azerbaycan-Can Azerbaycan” adlı, başlıklı şiirleri tutkunluğunun belirtileri olan mısralarıyla doludur:
    -Güzel yurdumun kalesi,
    Azerbaycan, Azerbaycan.
    Bağında sümbül lalesi,
    Azerbaycan, Azerbaycan..
     
    -Her günüm, her anım seninle geçer,
    Azerbaycan sana daim ağlarım.
    Gönlüm seni sevdi, her yerde seçer,
    Sensiz geçen günü kara bağlarım..
                Mansur Ekmekçi’nin şiir dünyası öyle geniş, öyle uzunluk içindedir ki, tamamı üzerinde yorum yapmak, gezinti tamamlamak adeta mümkün değildir. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim...
                Mansur Ekmekçi’nin şiir tahlilleri ve denemeleri de dikkat çeker boyutlarda karşımıza çıkmaktadır.

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     69

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ŞAİRLERİMİZDEN
    Bendenizle ilgili duygularını şiirleştiren, bana gönderen dostlarımın sayısının artışı, beni sevindiriyor.  Hattâ, zaman zaman sütunlarımdan bu şiirleri sizlerle paylaşıyorum. Ankara’dan Davut Cömert’in “İsa Kayacan’a başlıklı şiiri efendim:
     
    İSA KAYACAN’A (Davut Cömert)
     
    “Gıcık bir adamdır” öyle sanırdım,
    Burdur, Tefenni’den, Eceli biri.
    Profesör olmuş, böyle tanıdım,
    Yazar, çizer, gündüz, geceli biri.
     
    Sonra anladım ki, adamın hası,
    Arkasından atan, madamın pası,
    Unvanı var diye, çekenler yası,
    Şerefsiz, arsızlar elinin kiri.
     
    Yüz elli kitabı, nasıl gelde yaz!..
    Kalemle, tırnakla, dişle, elle kaz,
    Şiir güfte, beste, şarkılarda saz,
    Köşe yazısında, örneğin miri..
     
    Benim, bir kitaplık yazım olmadı,
    Serbestte, hecede, azım olmadı,
    Şairim, şirde, nazım solmadı,
    Tarzıyla yazıda, şairin piri.
     
    Üşenmeden yüzkırk basamak çıkar,
    Şiirlerim alır, çantaya tıkar,
    Başkası olsa “of-puf” der bıkar,
    İnsanda lisan, olmaza çiri.
     
    Yüzünden bellidir, acılar çekmiş,
    Gördüğüm teminat, insanlık ekmiş,
    Eşini kaybetmiş, sevgide tekmiş,
    Yaşatır öldürmez, kalbinde diri.
     
    Hazret-i Davut’um, Cömertlik böyle,
    Gerçekler acıtır, söz ile söyle,
    İsa Kayacan’dan, yandıkça öyle,
    Közünde açılır, yarası iri.
     
    ELİNDE TUTARSIN
     
    İsa Kayacan, dendiğinde Türkiye’de,
    Edirne’den Van’a kadar tanırlar seni.
    Yurdumuzu basın yoluyla dolaşırsın,
    Yeni Evliya Çelebi sanırlar seni.
     
    O güzel duyguların, düşüncelerinle,
    Gazetelerde, dergilerde, hep sen varsın.
    Binlerce yazı, yüzü aşan kitabına,
    Kırılmayan rekoru elinde tutarsın.
     
    Özkan GÖNLÜM (Temmuz 2003)

     

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     70

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KİLİS’İN KÜLTÜREL ZENGİNLİĞİ
    İllerimizin, ilçelerimizin, yerleşim birimlerimizin kültürel zenginlikleriyle ilgili yapılan araştırmalar, ortaya çıkarılanlar, bu bilgi ve belgelerin dışa yansıtılması için gösterilen çabalar.
    Kilis ilimiz (İl) Kültür ve Turizm Müdürü Raif Tokel, kültürel ağırlıklı  bilgi ve haberlerle zaman  zaman bizimle birlikte oluyor. Yani değerlendirmelerinin sonuçlarını bize aktarıyor…
    Geçtiğimiz yılın son ayının ortalarında, bir basın açıklaması geldi Kilis Kültür ve Turizm Müdürlüğünden. Burada, Kilis Tekke mevlevihanesinden (Tekye mevlevihanesinden) sözediliyor, bilgi veriliyordu. Birde görüntü cd.si eklenmişti basın açıklamasına. Verilen bilgilerden:
    Tekke Mahallesi, Cumhuriyet Alanı’nda olan bu yapı Adliye Sarayı (eski Hükümet Konağı) ile karşı karşıya olup, ülkemizde (XIX. Yüzyılda ülkemiz topraklarında “90” tane Mevlevihane  vardı) ayakta kalabilen “32” Mevlevihane’den biridir.
    Evliya Çelebi’nin “Asithane-i Hazret-i Mevlana” sözüyle belirttiği “Mevlevihane” şeyh ve derviş yetiştiren büyük bir tekkedir.
    Günümüze sadece mescit ve semahanesi kalan Mevlevihane’nin, Hurufat Defterleri’ndeki adı “Kilis Mevlevihane Mescididir”
    Düzgün, beyaz sarı/ sarımtırak renkli kesme taşlardan yapıldığı için yöre halkı arasında “Ak Tekke/Ak Tekye” olarak  bilinir.
    Kare planlı olan yapı, “L” biçimli dört ayağın üzerine oturan bir merkezi kubbe ile köşelerdeki köşe kubbelerinden oluşmuştur. Dört yığma ayağa binen merkezi kubbenin ayak tablaları mukarnaslıdır. Onikigen bir kasnağa oturan  bu kubbe, dışarıdan payandalarla desteklenmekte olup kurşun kaplıdır.
    Semahanenin doğu ve batı cepheleri  diğer cephelere göre daha farklıdır. Örneğin batı cephesinde kapı, kapı üstünde bir tane yuvarlak pencere yanında, altlı üstlü sıralanmış toplam sekiz pencere vardır. Altları düz atkılı, üstleri sivri kemerli olan bu pencereler ile kapı, yüzeysel bir niş içinde ve düz mukarnas kornişle sonlanmaktadır. Yapının güney cephesinde de aynı özellikleri taşıyan altlı üstlü sıralanmış dörder pencere; doğu cephesinde niş içinde olmayan altı pencere bulunmaktadır. Kuzey cephesi ise süssüz ve penceresizdir.
    Yapıda sivri, at nalı kemerli mihrap nişi yanında doğudaki duvarda iki, kuzeydeki duvarda dört adet dolap nişi vardır.
    Mukarnaslarla doldurulmuş olan mihrap nişinde çeşitli boyutlarda bitki motifleri ile süslenmiştir. Ayrıca mihrap kemerinin yan dolgularında kandil koymaya yarayan konsollar, kaval, silme, silme ile mihrap arasındaki yüzey de, bitkisel ve geometrik desenlerle süslüdür.
    Günümüzde cami/mescit olarak kullanılan Mevlevihane Mescidi iki yan duvarındaki nişler, üstlerindeki mukarnaslar-yapının batı ve güney tarafındaki nişlerden düz saçağa geçişte kullanılan mukarnaslar- ve mihrabındaki desenli kalem işçiliği, iki dönemin özelliklerini yansıtan güzelliklerdir.

     
    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     71

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ZAMANIN İÇİNDEN
    Zamanın içinden bize gelenler, sütun, sayfalarımızda yer alanlar. Burdur’dan şiir annemiz Müzeyyen Düdük el yazılı, bilgisayar çıktılı şiirleriyle dikkat çekiyor. Müzeyyen annemizin şiirlerinden:
     
    ATAM BU TOPRAKLAR SENİN
    Beş ayrı bölümden meydana gelen “Bu topraklar senin” adlı şiirlerinin bir bölümünde şöyle sesleniyor Müzeyyen Düdük annemiz:
    - Bastığımız topraklar, senin eserin,
    Büyüyen evlatlar, senin eserin,
    Yoktan var ettin Türkiye’yi,
    Açtın okulları, kurdun fabrikaları,
    Senin eserlerini, seni unutmayız Atam.
    Müzeyyen annemiz, samimi, içten gelen duygularının bütünlüğü içinde şekillendirdiği ve bana gönderdiği şiirlerinde, kaderden, yalan dünyadan bahseden mısralarıyla karşımıza çıkıyor.
     
    YALAN DÜNYANIN
    Bizi yaşatan hayaller
    Gece gündüz hayal kurarız,
    Bazen tatlı hayaller,
    Bazen de hiç olmayacak hayaller.
     
    Kabuslu hayaller bizi üzer,
    Tatlı hayallerde bizi mutlu eder.
     
    Müzeyyen Düdük annemizin şiirlerinde kaderden, kabuslu gecelerin karanlığından da söz edilir.
     
    Kaderime küstüm,
    Kimseye küsmedim,
    Kader beni ağlattı,
    Karlı dağ ardına attı,
    Kader sana küstüm..
     
    Kırgınlıklar, sıkıntıların getirdikleri. Bir bir Müzeyyen Düdük mısralarında şekillenir, karşımıza çıkar.
     
    DÖRTLÜKLER
    Müzeyyen Düdük annemizden sonra; Burdur’da uzun süre görev yapan, sonra Isparta’ya naklen geçen şaire Fatma Uçarlar’dan iki dörtlük sunarak, zamanın içindenin noktasını koymak istiyorum efendim:
     
    YAĞAN ÇIĞ GİBİSİN
    Kuruyan dallarıma yağan bir çiğ gibisin
    Bırak ruhum, tertemiz aşkın ile erisin,
    Bil ki sen artık, elin değil yalnız benimsin,
    Bırak ruhum tertemiz aşkın ile erisin..
     
    YOKSUN
    Ufuk karardı yoksun, baharda yazda yoksun,
    Yıllardır seven kalbim, güzelliğinden yoksun,
    Bir kerecik ara da özlediğim o sesin,
    Kanayan yüreğimin yarası şifa bulsun.

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     72

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    SEVGİ YOLU’NUN DÖRT ŞAİRİNDEN
    Dergilerimiz, gazetelerimiz. Getirdikleriyle beğenilen, alkışlanan veya aksi bir değerlendirme içinde tutulanlar, görülenler, değerlendirilenler.
    Sevgi Yolu Dergisi, Manisa ilimize bağlı Salihli ilçemizde yayınlanıyor. Kurucusu merhum Mustafa Aydın. Ay Yayınları adına sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü: Gündüz Aydın.
    Kültür ve sanat dergisi “Sevgi Yolu”nun Eylül-Ekim 2008 aylarına ait 73. sayısı bize ulaştı. Dergi içinde, araştırma-denemeler vardı. Ama ağırlıklı olarak şiirleriyle, şairlerimiz dikkat çekiyor. Sayfa düzenlemesi, zemin ve çerçeve renklendirmesi, bir profesyonellik görüntüsünü beraberinde getiriyor. “Sevgi Yolu”nun  anılan sayısından, dört ayrı şairimizin şiirlerinden kısa kısa bölümler nakletmek istiyorum efendim:
    1- Gündüz Aydın’ın “Gülüm” adlı uzunca şiirinden bir bölümle işe, söze başlayalım:
     
    Gülüm,
    Unuttum seni,
    Bayrağımın dalgalandığı gözlerini,
    İdeallerini,
    Sevgini, sesini,
    Seni
    Unuttum gülüm, unuttum..
     
    2- Isparta ilimiz merkezinden Melahat Ecevit’in “Aşkı sende buldum” adlı, başlıklı şiirinden bir dörtlük var sırada:
     
    Aşk denilen duygu söze yazılmaz,
    Sevdanın mektubu gözle okunmaz,
    Yürek yanar ama, öze dokunmaz,
    Yakacaksan sen yak duygularımı…
     
    3- Yine Isparta ilimiz merkezinden Fatma Uçarlar’ın “Bayrağım” adlı şiiri var Sevgi Yolu dergisinin 30. sayfasında. Bu şiirin bir dörtlüğü, şöyle:
     
    Doğan güneş sana verir selamı,
    Gözlerden başka yer sana reva mı?
    Hasta olsam, ilaç bana deva mı?
    Şifam ol, al bayrağım öpünce..
     
    4- Muğla ilimize bağlı, Dalaman ilçemizden Birdal Can Tüfekçi’nin “Kime gidem rabbim” adlı, başlıklı şiirinden bir dörtlük naklederek, notamızı koyalım efendim. Buyurun:
    Peygamber aşkına, senin aşkına,
    Merhamet et, affet, garip düşküne,
    Bir günahkar kulum, döndüm şaşkına,
    Kime gidem rabbim, ben sana geldim.
     
    Sevgi yolu Dergisinin sayfalarında yeralan şiirleriyle, daha doğrusu şiirlerinin birer bölümleriyle sütunumuzun konukları olan şairlerimize teşekkür ediyorum.

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     73

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    HAYRETTİN İVGIN’DEN GELENLER
    Kültür camiamızın içinde oldunuz mu, bu alandaki duayenlerle sık sık karşılaşır, onların dünyalarından, onların ellerinden aldığınız kitap, dergi, bülten diğer dokümanlarla dünyanız genişler, güzelleşir.
    Hayrettin İvgin, kültür dünyamızın önde gelen isim ve imzalarından. Prof. Dr. Hayrettin İvgin’den sıklıkla kitap, dergi vb. yayın gelir bana. Bu yayınlar elden ulaşır. 2008’in son günlerinde gelenlerden:
     
    ÖMER LÜTFİ DİVANI
    Balkan Türkoloji Araştırmaları Merkezi yayınlarının 15 ncisi olarak, Prof. Dr. Tacida Zubçeviç-Hafız imzasıyla, Prizren’de geçen yıl 480 sayfayla Günyüzü görmüş, yayınlanmış.
    Ömer Lütfi’nin fotoğrafının altında (13.01.1870 – 25.10.1928) tarihleri gösteriliyor.
    Önsözün altındaki imza BAL-TAM Yayınları kuruluna ait. Bu önsözün bir yerinde;
    “Ömer Lütfi’nin başlıca ve en büyük eseri Divanı’dır. İçinde lirik şiirlerini topladığı ve asıl gücünü gazel tarzında ispatladığı bu eserini, Osmanlı alfabesinden günümüz Türk alfabesine transkripsiyonunu ve edebi tahlilini yapıp, BALTAM’ın Ömer Lütfi’nin tüm eserlerinin Yayınlanması Projesinin ikinci eseri olarak okurlarımıza sunmaktayız” deniliyor.
     
    TÜRKLÜK BİLGİSİ
    BAL-TAM Türklük Bilgisi, derginin tam adı Prizren’de yayınlanıyor. Eylül 2008 ayına ait 9 ncu sayısı bu derginin. 328 sayfalık bir kitap görünümü var. Balkan Türkoloji Araştırmaları Merkezi yayınlarından biri, önde geleni bu dergi.
    Yayınlanışını sağlayan: BAL-TAM, Balkan Türkolojisi Araştırmaları Merkezi adına, Prof. Dr. Tacida Zubçeviç-Hafız. Sorumlu yazar: Prof. Dr. Nimetullah Hafız. Danışma kurulu var ayrıca. İçindekilerin; tarih, dil, edebiyat, halk bilimi, yayınlar-olaylar şeklinde bölüm başlıkları olarak verildiği, ayrıldığı görülüyor. Bu bölümlerde imzaları bulunanlardan bazıları: Tuncer Gülensoy, Nail Tan, Hayrettin İvgin, Deniz Ünver, Yaşar Kalafat, Taner Güçlütürk vd.
     
    İKİYE BÖLMEYELİM GECEYİ
    Günay Öztürk Özdemir’in yeni şiir kitabının adı ara başlığımız. Şiir dünyamızdaki yola çıkışı, yürüyüşü, mesafe alışı dikkat çekmeye başlamıştır Günay Hanım’ın. Yazdıkları, yayınladıkları ve bu noktadan hareketle, sayfa ve sütunlara aktarılanlar teşhisimizin doğruluğunu göstermektedir.
    Hedef olarak seçilen, varılmak istenen noktanın netleştirilmesi ve şiir yolculuğundaki adımlar, şiirimiz için ümit veren görüntülerdir, Günay Öztürk Özdemir görüntüleridir bunlar.
    128 sayfalık “İkiye Bölmeyelim Geceyi” adlı kitaptan, Hayrettin İvgin’in sunuş yazdığı kitaptan türkülerin düğümüne kulak verelim bir dörtlükte:
     
    Yalnızlığımın türkülerini söylerim,
    Bir yanık, bir güzel türkülerim,
    Nerede hani, dost denilen canlar?
    Can dost arar, artar hüzünlerim

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     74

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    OSMAN TEKERCİ ŞİİRDE GİDEREK GÜÇLENİYOR
    Şairler, yazarlar, araştırmacılar. Kalem erbabı düşünürler. Başlangıç yıllarından itibaren gelişme kaydederler, sanat ve edebiyat alanımızdaki aldıkları mesafenin oranıyla ölçülür ve değerlendirilirler.
    Osman Tekerci, Burdur ilimize bağlı Bucak ilçemizde çalışan, eğitim camiamızın yüzlerce isminden, imzasından biri. Ama şiirleri var göz dolduran, mısraları var öz dolduran.
    2007 yılında yayınladığı “Allıca Turnam” adlı şiir kitabıyla, şiirimizin meşakkatli yolculuğuna çıktı. Yürüdü,yürüdü. yürüyüş devam ediyor.
    Özellikle Burdur ve çevresindeki şairlerimizin, yaşayan şairlerimizin yan yana getirilişi ve yazıp yayınladıklarının değerlendirilişiyle ortaya çıktı ki, Osman Tekerci, yaşayan Burdurlu şairlerin ilk beş rakamı içinde yer alıyor.
    Bu tarafsız ve genel değerlendirmemiz, O’nun için bir  onur, bir gurur olmakla birlikte, hiçbir zaman “kendini yeterli bulma” gibi eksik, yanlış bir düşüncenin içine girip, kasılıp, bağdaş kurup oturması anlamına gelmedi. Böyle bir yanlışlığı, böyle bir eksikliği görmedik, görmedim.
    İnsanın mütavazılığı, yükselmesi için önemli bir merdivendir gerçeğini Osman Tekerci hep yaşadı, bu gerçeği hep çevresindekilerle paylaştı.
    2009 yılına geldiğimizde,yeni bir şiir kitabından, “Sürmeli Güzel” adlı şiir kitabından söz etmeye başladı. Dosyalar dolusu şiirlerini gönderdi bana. Bu şiirlerin, yeni yayınlanacağı “Sürmeli Güzel” adlı şiir kitabında yer alacağını söyledi, hatırlattı.
    Hani, Yozgat’ın sürmelisi var ya.. Birde Burdur’un sürmelisi olsun diyerek yola çıkan Osman Tekerci, Sürmeli gözden, sürmeli turnadan, gözlerin sürmelisinden, söz ediyor uzun uzun. Sürmeli göz’den söz ederken şöyle söze başlıyor:
     
    Dokunur sözlerin, yaralar beni,
    Sürmeli gözüne kurban olduğum.
    Karadır benlerin, paralar beni,
    Sürmeli gözüne kurban olduğum,
    Gözlerin sürmesin sevdiğim dilber.
     
    Osman Tekerci, sürmeli gözlerin içinde olan sevgilisinden söz edecekken, sevgilisinin gözlerindeki sürmeden söz ediyor. Farklı bir anlatım, tamamlayıcı bir ifade biçimi. Hocanın anlatımda getirmek istediği yenilik.
    Bu kez gözler sürmelidir. Yer değişimiyle karşımıza çıkar. Yakınlık isteyen bir beklentisi vardır. Zaman geçirilsin istemez. “Uzak durma” diye söze başlar, uyarılarıyla seslenir, sakin, samimi, arzu dolu, beklenti dolu.
     
    Uzak durma hallerimi sor benim,
    İnsafa gel, yaralarım sar benim,
    Hayalimi, düşlerimi yor benim,
    Gözlerin sürmeli, sürmeli güzel.
     
    Osman Tekerci’nin ilk kitabının adı “Allıca Turnam”dı ya. Sürmeli Turnam, başlığıyla yazdığı şiiri de vardır:” İki turnam gelmiş bizim ellere/Selam götür yare sürmeli turnam” mısralarıyla zenginleşen bir anlatım biçimiyle de dikkatimizi çeker Osman Tekerci hoca.
    Geçen yıllarla birlikte, güçlenerek sanat ve edebiyat dünyamızdaki yürüyüşüyle alkışlamaya devam edeceğimiz Osman Tekerci’nin, “Sürmeli Güzel” kitabıyla karşımıza çıkışından dolayı kutluyor, sevgi ve saygılarımla tebriklerimi yineliyorum efendim.
     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     75

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    KAZIM POYRAZ’IN ŞİİR DÜNYASI
    Şairlerimizden, yazarlarımızdan kucak dolusu mektup, mesaj, telefon görüşmesi almaya devam ediyorum.
    Manisa ilimiz merkezinden, gönül zenginliğiyle, sanat ve edebiyat dünyamızın “ağabeyi” Kazım Poyraz’dan yeni şiirler aldım. 03 Mart 2009 tarihinin taşıyıcısıydı bunlar.
    “Gönül dolusu sevgi ve saygılarını” da ilave ederek gönderdiği şiirlerinde Kazım Poyraz, Hakk’a giden yollardan söz ediyor, örnekler veriyor, Ne zaman? Diye soruyor, uzun süren yolculukların ardından; “kapandı o kapım” diye kestirip atıyor.
    Masamda bulunan Kazım Poyraz şiirleri, 2009 yılının ilk aylarında kaleme alınmışlar. Çiceği burnunda şiirler diyebiliriz, böyle kabul edebiliriz. “Yollarım” adlı, başlıklı şiirinin ilk dörtlüğüne kulak verelim:
     
    Yaram derin, yürekte umutla yaşıyorum,
    Sevdan öyle ağır ki, özümde taşıyorum,
    Dolanıp geçiyorum, tuzak dolu yıllarım.
    Yalnızım bir viranda gece baykuş sırdaşım.
     
    Ne zaman?. Bir soruyla gelen duygular. Cevaplarının varlığı inancıyla gerçekleştirilen arayışlar. Aylar geçmesine rağmen, beklenilenin aksine, üzüntülerin sıralanışı şairimizi üzüyor. Bu şiirin bir dörtlüğündeki duygular:
     
    Bir tek çiçek bari sal, saklarım ömür boyu,
    Soldurmaz onu inan, akan gözyaşım suyu,
    Bu acımı dindirir, sarar derin yarayı,
    Kalmadı artık gücüm ne zaman biter nazın?
     
    Sorular, sorular..Birbiri ardına gelenler, sıralananlar. İyimserlikle yola çıkan, çıkmak isteyen şairimiz Kazım Poyraz. Ard niyetli olanlarla yola çıkmak istemediğini hemen söyler, belirtir, dikkat çeker. “Hoş dedim” başlıklı, adlı şiirinden bir dörtlükle karşılaştırma yapalım, söylediklerimiz doğru mu:
     
    Şu riyakar kimseyle dostluk kurmak istemem,
    Eşkin atım yokuşa, sürüp yormak istemem,
    Yüze gelen fesadı, özden görmek istemem,
    Yetim başı okşamak, öyle güzel hoş dedim.
     
    Ve arkasından, Kapandı o kapım”dan;
     
    Gökte katar olmuş, uçuyor Turna
    Bahçem ıssız kaldı gel yalnız durma
    Zalim vurdu geçti birde sen vurma
    Kapandı o kapım, şimdi dardayım…
     
    Hakk’a çıkan yollar. Hakk’a gidenler, ruhlara dönenler. Mısralar arasına yerleşip bize ulaşanlar, ulaştırılanlar. Kazım Poyraz mısralarından efendim:
     
    Kazım der, gönlüm yoruldu,
    Deryada dümen kırıldı,
    Dünyadan hesap soruldu,
    Bütün canlar Hakk’a gider..
    Kazım Poyraz’ın şiir dünyasındaki yolculuğunda sağlıklar, başarılar diliyor sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    76

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TEFENNİ NAMIK KEMAL İLKÖĞRETİM OKULU ÖĞRENCİLERİNİN ŞİİRLERİ

    Çocuklarımızın dünyalarında olup-bitenler, gelip-geçenler şöyle bir sıralansa, sıralanma imkanı olsa, ne güzel ve anlamlı görüntüler ortaya çıkar kim bilir!...

    20 Mart 2009 tarihinde, Burdur ilimize bağlı Tefenni ilçemizdeki Namık Kemal İlköğretim okulu öğrencileriyle bir sohbet toplantım gerçekleşti. Onların karşısına geçtim sohbet üstüne sohbet ettim, sohbet ettik. Onların sorularıyla karşılaştım, cevaplamaya gayret ettim.

    Tefenni Namık Kemal İlköğretim Okulu, müdürleri Faden Okatan yönetiminde, öğretmen ve öğrencileriyle kaynaşmışlar, büyük bir aile görünümünde eğitim ve öğretimlerini başarıyla sürdürüyorlar.

    Öğrenciler arasında, şiir yazanlar varsa, hazırlanması ricasında bulunmuştum. Gittiğimde bir dosya dolusu şiir, sayfalardaki minik ellerin yazdığı sevimli yazılar, mısralar, bazılarının fotoğrafları bana verildi. Şimdi bu konuda bir değerlendirme yapmak istiyorum:

    2-A sınıfından Hatice Topçuoğlu, 3-A sınıfından Murat Uysal, Armağan Arslan, Zehra Öcal, 4-A sınıfından; Bayram Yıldıran, İbrahim Bayraktar, Ahmet Erkan, Yüksel Nur Koyuncu, Makbule Şakır, Halide Türker, Rahime Gül Arslan, Mehmet Uysal, 6-B sınıfından Duygu Esra Ersoy, 8-A sınıfından; Yıldırım Üzümcü (Sabira-Ayşin’in yazdıkları şiir) şiirleriyle bana ulaşanlardı.

    Görülüyor ki, en çok şiir denemesi bulunan öğrenciler 4-A sınıfından sesleniyorlar. Bu bir sonuç mu, tesadüf mü, yoksa diğer sınıflardakiler bize ulaşmadı, ulaştırılmadı mı?. Öğrencilerimizin mısralarına dönelim, birlikte bazı mısraları üzerine bir göz atalım efendim:

    1- Hatice Topçuoğlu: 8 yaşında 2-A sınıfında okuyor. “İnsanlık” başlıklı şiirinden: İnsanlık bitti baştan aşağıya/Artık kimseye güvenilmiyor/Hırsız dolandırıcı kaynıyor/Eskiden ne güzeldi/Dolaş, gez..

    2- Murat Uysal: 3-A sınıfı öğrencilerinden “Tsunami” adlı şiiri var. Bir dörtlüğünde şöyle diyor: Tsunami gelince/Her şeyi alıp çeker/Tsunami gelince/Hayatı felç eder.

    3- Armağan Arslan: 3-A sınıfında okuyor. “Mustafa Kemal Paşa” adlı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Düşman yurda girmişken/Ümitler kesilmişken/Sen geldin/Mustafa Kemal Paşa.

    4- Zehra Öcal: 3-A sınıfında okuyor. “Sevimli öğretmenim” adlı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Ay parlatır günleri/Sevgi dolu çiçekleri/Öğretmenler üzülmesin/Sevgi dolu kalpleri.

    5- Bayram Yıldıran: 4-A sınıfında okuyor. “Öğretmen mesleği” adlı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Bizi okutup yazdıran kim?/Okutup büyük iş sahibi yapan kim?/İşte bu öğretmenlerin mesleği/Onlar okurken bu koşullar var mıydı?.

    6- İbrahim Bayraktar: 4-A sınıfında okuyor. “Doğa” adlı şiirinin ilk dörtlüğünde şöyle diyor: Şırıl şırıl ırmak/Balıklar yüzüyor bak/Yemyeşil kokuyor çiçekler/İnanmazsan gelde bak..

    7- Ahmet Erkan: 4-A sınıfında okuyor. “Cumhuriyetin ilanı” adlı şiirinin girişinde şöyle diyor: Temizlenince vatan/Düşmanların hepsinden/Cumhuriyet ilanı/Geldi hemen peşinden.

    8- Yüksel Nur Koyuncu: 4-A sınıfında okuyor. “Uyuşturucu” başlıklı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Uyuşturucu kullanmamalı/Kullananları uyarmalı/Eğer kullanırsan/Olursun bir bağımlı.

    9- Rahime Gül Arslan: 4-A sınıfında okuyor. “Sevgi, dostluk ve kardeşlik” başlıklı şiirinin girişinde şöyle diyor: Sevgi dünyamızda/Bizi mutlu etmek için/Dostluk kurmamız için/Bulunuyor.

    10- Makbule Şakır: 4-A sınıfında okuyor. “Sevgi” adlı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Sevgi dünyaları aşar/Kardeşlik bizleri aşar/Sevgi, dostluk kardeşlik/Gelmiş bize böyle duygu.

    11- Halide Türker: 4-A sınıfında okuyor. “Annem benim” adlı şiirinin sonunda şöyle diyor: O güzel kalbini/Bir gün bende kazanıcam/Sana bakmak için/Her şeyi yapıcam.

    12- Mehmet Uysal: 4-A sınıfında okuyor. “Türkiyem uyanıyor” adlı şiirinin girişinde şöyle diyor: Türkiye uyanıyor/Toprağıyla, taşıyla/Yemyeşil otuyla/Türkiyem uyanıyor.

    13- Duygu Esra Ersoy: 6-B sınıfında okuyor. “İsa Kayacan” başlıklı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle diyor: Burdur’un Tefenni ilçesinde/Ece Köyü denilen, gül bahçesinde/Bir sonbahar gecesinde/Doğdu duayen İsa Kayacan.

    14- Yıldırım Üzümcü: 8-A sınıfında okuyor. Sebira-Ayşin’in yazdıkları “Duygular” adlı ortak şiirle bize ulaştı. Bu şiirin bir dörtlüğü: Mutluluk insanı çocuklaştırır/Üzüntü ise olgunlaştırır/Elbette kimse istemez üzülmeyi/Duygular, hayatın oyunu, senin elinde değil. 

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     77

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    MEHMET AKİF ERSOY SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ KİTAPLAŞTIRILDI
    Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi sanki üç yıllık üniversite değil derken, hizmet ve gelişme grafiğinin yüksekliğiyle takdir edip alkışladığımız, bu üniversiteye doğru
    bakışlarımızı yoğunlaştırdığımızda, gördüklerimizin önemliliği ve gelişmişlik çizgisi bizi hem sevindirdi, hem de düşündürdü.
    Gelişmeler güzel. Sevindiriciliği beraberinde getiriyor. Düşündürüşü ise, daha bir gurur verici.
    Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, birbiri ardına yayınlandığı kalıcı ve geniş kapsamlı kitaplarla göz dolduruyor.

    Bunlardan bir yenisi; Uluslarası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu Bildiriler Kitabı adının taşıyıcısı, iki ciltlik geniş kapsamlı yayın karşısında şapka çıkardık. Kutladık, alkışladık.
    19, 20, 21 Kasım 2008 tarihlerinde Mehmet Akif Ersoy Üniversitesince düzenlenen Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu’na sunulan bildiriler iki cilt halinde pırıl pırıl bir baskıyla kitaplaştırılmış.
    Birinci cilt 488 büyük sayfa. İkinci cilt 489 da başlayan 994 de sona eren bir sayfa düzenlemesiyle karşımıza çıkıyor.  Editörler: Prof. Gökay Yıldız, Prof.Dr. M.Zeki Yıldırım, Yrd.Doç.Dr. Şevkiye Kazan, Yrd.Doç.Dr.Hülya Yazıcı Okuyan. Sempozyumun Başkanı, Düzenleme Kurulu ve Sekretaryası var. Buralarda görev yapan değerli bilim adamlarımız-isimlerimiz, imzalarımız var.
    Birinci ciltte yeralan bildirileriyle katkıda bulunanların sayısı 56. İkinci ciltte bildirileriyle yeralanların sayısı ise 46 olarak görülüyor. Yani toplam 102 bildiri sunulmuş Mehmet Akif Ersoy Sempozyumuna.
    Sempozyum açılış konuşmaları çerçevesinde, Rektör Prof.Gökay Yıldız’ın konuşmasında yer lanlardan bir cümle:
    -Ulusal birliğimizi güçlendiren, ulusal duygularımızı coşturan İstiklal Marşı’mız, büyük yurt sevgimizi, paylaştığımız ortak değerlerimizi, ortak ülkümüzü anlatan dizeleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının en önemli simgelerindendir.
    Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Nahçıvan Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Lutfiye Asgerzade ‘;Mehmet Akif Ersoy ve Azerbaycan Şairleri başlıklı, adlı bildirisinin bir
    yerinde:
    -Medeniyetin beşiğini İslam dünyası sayan, medeniyetine ve prensiplerine bağlı kalmakla yükselmenin mümkünlüğüne inanan Mehmet Akif milli ahlakı, milli ruh telakki eder, onun iflasını en büyük ölüm sanırdı. diyor.
    Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof.Dr.Menderes Coşkun’un bildirisinden: “Her ne kadar kendi şairliğini kısmen sanat, kısmen tevazu, kısmen de mükemmeliyetçi tavrı gereği bazı manzumelerinde eleştirse de Akif büyük bir şairdir ve güzel şiirleri vardır.”
    Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu sonunda, iki ‘;Mehmet Akif Denizi ortaya çıkarılmış. Bildirilenlerin getirdikleri ciddi araştırma ve değerlendirmeler sonucu ortaya konulmuş.
    Gururumuz Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Burdur’un, Burdurlu’nun geleceğinde önemli bir eğitim-öğretim anıtı olarak yükselmeye devam edecektir. Tebriklerimi, sevgi ve
    saygılarımı sunuyorum efendim.

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     78

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    DÜNYASINI DEĞİŞTİREN YÜKSEL BAŞARAN İÇİN İKİ ŞİİR
    Vefatla aramızdan ayrılanların ardından ortaya koyduklarımız, duygularımız, sayfalara, sütunlara döktüklerimiz, aktardıklarımız oluyor.
    Merkezi Isparta’da bulunan Göller Bölgesi, Yazar ve Şairler Derneği üyelerinden Yüksel Başaran 14 Nisan 2009 tarihinde vefatla aramızdan ayrıldı. Azerilerin deyimiyle dünyasını değiştirdi. Allahtan rahmet diliyor, yakınlarına sevenlerine başsağlığı
    dileklerimi sunuyorum efendim.
    Isparta’da yaşayan iki şairimiz, şairimiz Melahat Ecevit ve Fatma Uçarlar, Yüksel Hanımın vefatı üzerine duygularını şiirleştirmişler. Anılan iki şiir imzalarıyla şöyle! Buyurun birlikte okuyalım:

     
    YÜKSEL’İM (Melahat Ecevit)
    Ne acılar çektin, iyiyim dedin
    Ekmek aş yerine zehiri yedin
    Melahat abla helal et dedin
    Hakkım sana helal olsun Yüksel’im.

     
    Gül benzin vakitsiz soldu sarardı
    Söndü ışıkların dünyan karardı
    On dört nisan günü ölecek ne vardı
    Hakkım sana helal olsun Yüksel’im.

     
    Aşılmaz dağları koydun araya
    Sen gittin kor düştü işte şuraya
    Yenik düştün çare bulmaz yaraya
    Hakkım sana helal olsun Yüksel’im.

     
    Birgün demiştin ya bu dertten yana
    Ölecek demişler öyle mi bana
    İnanma şakadır demiştim sana
    Hakkım sana helal olsun Yüksel’im

    Düşlerime girdin yine dün gece
    Şiir yazdım dedin bak hece hece
    Engel çekilmiyor ölümlü güce
    Hakkım sana helal olsun Yüksel’im.

     

    YÜKSEL’E (Fatma Uçarlar)
    Önceleri,
    Hazan mevsiminde
    Ölünür sanırdım.
    Baharda da ölürmüş insan,
    Hatta, hayata doymadan..
    Bahara, hiç yakıştıramadım
    Çünkü bahar;
    Doğuştur,
    Diriliştir,
    Belki de bahar,
    Yeniden doğurtmak
    Yeniden diriltmek,
    Yeniden var etmek için
    Yumuşacık pamuk gibi
    Kabaran toprağıyla kucaklıyor
    Yeniden yeşertmek için,
    Nisan yağmuruyla yıkıyor
    Günahsız bedenleri
    Seni de baharda,
    Nisan yağmuruyla verdik
    Toprak ananın kucağına..
    Zemzem oldu Nisan yağmuru,
    Kuruyan dudağına
    Daralan sinene,
    Nefes olan ılık rüzgar,
    Bindirdi seni kır atına,
    Adın gibi yükseltti
    Arşın en güzel katına..

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     79

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ŞEMSETTİN KÜZECİ’DEN: IRAK BASIN TARİHİ
    Araştırmaya yönelik çalışmalar, inceleme ve değerlendirme sonucu yayınlananlar, gün yüzü görenler daha bir önem taşıyorlar. Bu yayınların kalıcılıkları bir başka biçimde karşımıza çıkıyor.
    Kerküklü Şemsettin Küzeci’nin 1869-2009 yılları arasındaki, Irak Basını üzerine yaptığı araştırma Irak Basın Tarihi adıyla 270 sayfayla kitaplaştırıldı. Kitap, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin 40 ncı yılı kitapları arasında, Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün katkılarıyla, bu iki kuruluşun logolarının ön kapakta yer almasıyla
    yayınlandı.
    Bence, gerek İletişim Fakültesi, gerekse Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü çok önemli ve kalıcı bir yayın çalışmasını daha gerçekleştirmiş oldular.
    Kutluyorum efendim.
    Şemsettin Küzeci’nin değişik kişilere yönelik bir teşekkürü var ilk sayfalardan birinde. Sonra, Küzeci’nin kısa biyografisi yer alıyor. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Korkmaz Alemdar’ın önsözü dikkat çekici. Hoca bir yerinde:
    - Şemsettin Küzeci Irak’taki gelişmelerin iletişim boyutunu başarıyla incelemiştir. Irak’ta var olan Arap, Kürt, Türkmen ve Süryanilerin 140 yıllık yazılı, görsel, işitsel ve elektronik basın tarihini kapsayan bu kitap aynı zamanda Irak’ın zenginliğini ortaya koyacak nitelikte bir çalışmadır. Diyor.
    Irak Basın Tarihi adlı, Şemsettin Küzeci imzalı kitabın içindekiler bölümüne bakıyoruz: Üç bölüm karşımıza çıkıyor. Bu bölümler içinde yer alanlardan;
    -Irak’ta Kraliyet döneminde iletişim politikaları (1921-1958),
    - Cumhuriyet ve Baas Partisi döneminde kitle iletişimi (1958-2003)
    - İşgal sonrası kitle iletişimi ve basın özgürlüğü (2003-2007)
    Ekler ara başlığıyla da verilen değişik bilgiler, belgeler dikkat çekmekte kitap
    içerisinde. Uzunca bir giriş yapılmış. Buradan öğrendiklerimizden; Irak’ta Basın Kanunu
    1908 yılında Osmanlı’nın Meşrutiyet Kanunu’ndan sonra 16 Temmuz 1909’da oluşmuştur. Mart 1954’te çıkan 24 nolu kararla 163 gazete ve derginin imtiyaz hakkı iptal edilmiştir denişi de dikkat çeken cümleler arasında yer alıyor.
    Yer yer zengin görüntüler karşımıza çıkarken, yer yer de istatistikî bilgilerle karşılaşıyoruz.
    Gazeteler, öteki iletişim araçları hakkında bilgi verilirken, mümkün olduğunca detaylandırılarak bilgiler sıralanıyor. Bir örnek sayfa 85’den:
    -Türkmeneli Dergisi: ITC Enformasyon; Dairesi tarafından üç ayda bir Türkçe olarak çıkarılan siyasi ve kültürel konuları kapsayan bir dergidir. 2003’den sonra yayını durduruldu. 2007’de yeni kadroyla tekrar yayına başladı. Radyolar, televizyonlar, özel gazete ve dergiler genel bir değerlendirme düzeni içinde sayfalara aktarılan bilgilerle okurların, araştırmacıların karşısına çıkarılıyor.
    Şemsettin Küzeci’yle, GÜ. İletişim Fakültesi Dekanlığı ve Basın Yayın Erformasyon Genel Müdürlüğü yetkililerini kutluyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
    Not: Irak’ta Arapça, Türkçe, Süryanice, Kürtçe yayınlanan gazetelerin ilk sayfalarının görüntülerinden oluşan serginin açılışıyla, Irak Basın Tarihi adlı kitabın tanıtımı, Basın-Yayın
    Enformasyon Genel Müdürlüğü sergi salonunda 11.06.2009 tarihinde gerçekleştirildi.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     80

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    NAZLI’DAN:BİR HAYAT MASALI 

    Torunum Nazlı Aykut,zaman zaman şiir denemeleriyle, zaman zaman da anlatımlarıyla, sütunumun konukları arasında yer alıyor.

    Nazlı,Arı Okullarında, 4. sınıftan 5. sınıfa geçti.Önde gelen arkadaşlarımdan biri.Bir masalı var Nazlı’nın.Arkasından önerileri yer alıyor.Buyrun birlikte okuyalım:

    BİR HAYAT MASALI
    Merhaba..Benim adım Nazlı Aykut.5. sınıfa geçtim.Tabii ki, hepinizin bildiği gibi, 5. sınıfa geçmenin coşkusu içindeyim.Şimdi sizlere bir masal sunacağım. İçinde,sevgi,sanat,gayret ve çaba geçecek. Masalımızın adı: Bir Hayat Masalı.Buyrun:
    -Bir gün bir ceylanın yavrusu olmuş.O kadar şirinmiş,o kadar şirinmiş ki adını “Melek” koymuşlar.Ama ne yazık ki, bebek ceylanın annesi “Melek”i doğurduktan 5 gün sonra ölmüş.Babası ise ormanda yemek ararken bir avcı tarafından avlanıldığı için ölmüş.
    Küçük ceylan daha bebek durumunda  olduğu için hiçbir şeyin farkında değilmiş.Aradan aylar, yıllar geçmiş ve bizim Melek artık kendi avını avlayabilecek ,başının çaresine bakabilecek duruma gelmiş.Fakat annesinin ve babasının öldüğünü büyüdükçe hissetmeye başlamış.Bir gün ormanda kendisine yemek ararken karşısına bir kurt çıkmış.Kurt birden:
    -”Nereye gidiyorsun böyle küçük ceylan?” diye sormuş.Bizim ceylan ürkek ürkek cevap vermiş:
    -”be-ben o-ormanda yiyecek to-toparlamaya çıktım” demiş.Kurt:
    -”Peki küçük ceylan” demiş.Ama kurt, birgün ceylandan habersiz gelip, onu bir güzel yiyecekmiş.Ama ceylana hiç farkettirmemiş bile.
    Bir gün ceylan ormanda dolaşırken karşısına yine o kurt çıkmış.Bizim kız ceylanın ödü kopmuş.Kurt ağzı sulu sulu şöyle demiş:
    -”Seni birazdan yiyeceğim.Başta seni kandırmaya çalıştım.Seni yemek istiyordum.Benden kaçma diye seni kandırdım.”.. Küçük ceylan var gücüyle yuvasına koşmuş.Kurt onu saatlerce aramış.Ama maalesef ceylanı bulamamış.Ceylan kurdun bir daha kendisini yemeye çalışacağını düşünerek,hemen plan yapmaya başlamış.
    Kurt yine bir gün ceylanın karşısına çıkmış.Kurt yine ağzı sulu sulu şöyle demiş:
    -”Ne oldu çok korktun galiba?” der demez ceylan hemen elindeki sopayı kurdun gözüne saplamış.Kurt acılar içinde yere yığılmış. Ve bir daha da ceylanın yanına uğrayacak cesareti gösterememiş.
    Aradan yıllar geçmiş ve bizim küçük Melek kendisine bir aile kurmuş.Artık büyük bir yetişkinmiş Melek.Çocuğuna annesinin adını yani ‘Güzel’ koymuş. Ömürlerinin sonuna kadar da böylece mutlu yaşayıp gitmişler.
    Buradan çıkardığımız sonuç:Arkadaşlar bu masaldan çıkardığım sonuç bence şu olmalı:Hiçbir iyilik ödülsüz.hiçbir kötülük de cezasız kalmayacak.Hepinize içten teşekkür ederim.Görüşmek üzere..18 Haziran 2009 Perşembe.

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     81

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    YENİ BURDUR ŞİİRLERİ (4)
     
    17- 2006 yılında Burdur, Hüsnü Bayer İlköğretim okulu öğrencilerinden olan Derya Özsoy’un “Uyuyan güzel uyandı” başlıklı şiiri 7 dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin bir dörtlüğü:
     
    UYUYAN GÜZEL UYANDI
    (Derya Özsoy-2006)
    Folklorun kalbi Burdur,
    Bizde her çeşit oyun var.
    Serenler, Dirmil, Kezban yenge,
    Türkülerin en güzeli bizde.
    18- Burdur’da uzun süre çalışan, şimdi Isparta ilimiz merkezinde görev yapan Fatma Uçarlar’ın “Sende Burdur’u sevdim”başlıklı şiiri dört ayrı bölümden meydana geliyor. Bu şiirin bir bölümü şöyle:
     
    SENDE BURDUR’U SEVDİM
    (Fatma Uçarlar-2007)
    Ben sende Burdur’u gördüm,
    O yüzden sevdam sana değildi,
    Başında, dağlarını gördüm Burdur’un,
    İçinde mermer yatakları olan,
    Hazine dolu dağlarını,
    Bu yüzdendi başını göğsüme yaslamam,
    Ben sende Burdur’u sevdim.
    19- Burdur’un gelini olan, Dalamanda yaşan Birdal Can Tüfekçi’nin “Yeşil Burdur’um” adlı şiiri altı dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin bir dörtlüğü şöyle:
     
    YEŞİL BURDUR’UM
    (Birdal Can Tüfekçi-2007)
    Yeşiltepe üstünden, çıkıp baktım ben göle,
    Aşıkların sevdası, renk verir gonca güle,
    Seher vakti bülbüller şakıyıp geldi dile,
    Unutmak kolay değil seni, yeşil Burdur’um.
    20- Isparta ilimiz merkezinde yaşayan, Mehmet Doğan Silleli’nin “Burdur mektubu” adlı şiiri altı dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin bir dörtlüğü şöyle:
     
    BURDUR MEKTUBU
    (Mehmet Doğan Silleli-2007)
    Kaybolurken halıcılık, gülcülük,
    Anlam taşır kaş çatışı Burdur’un.
    Kurtuluş yolunda etmiş öncülük,
    Ne güzeldir hoş bakışı Burdur’un.
    21-Yine Isparta ilimiz merkezinde yaşayan şairlerimizden Zeki Çelik’in”Burdur pazarı” adlı şiiri var elimizde. Beş dörtlükten meydana gelen bu şiirin bir dörtlüğü şöyle:
     
    BURDUR PAZARI (Zeki Çelik/2007)
    Uzay çatı vardır, üstü kapalı,
    Gece-gündüz açık, yer lambalı,
    Milli servetleri, çok korumalı,
    Hareketli olur, Burdur pazarı.
    22-Isparta ilimize bağlı Eğirdir ilçesinde Sivil Savunma Müdürlüğü yapan Muzaffer Çelik’in “Burdur” adlı şiiri 10 ayrı dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin bir dörtlüğü efendim:
     
    BURDUR (Muzaffer Çelik-2007)
    Toros’un bağrına, ağır düşerken,
    Kıyısında yosun taşları biterken,
    Düşünüp bu şehre, akıl yorarken,
    Adı nedir dedim: Burdur dediler.
    23-Bana yenilerde ulaşan bir “Dirmil” şiiri, hemşehrimiz Hacer Göçer’den. Dört bölümden oluşan bu şiirin ilk bölümü şöyle:
     
    DİRMİL’İM (Hacer Göçer-2009)
    Ahh! Yeşil, güzel Dirmil’im,
    Her yönünle canlısın,
    Soğuk sularınla, kebabınla,
    İlimizde şanlısın.
    Yurdumun dört köşesinin,
    Dağlarında, ovalarında çanların,
    Düğünlerde sipsin, ses verir, çınlar,
    Kezban yenge tüngür, Cemilem oynar.

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     82

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    ERCİYES YÜKSEKLİĞİNDEN
    Erciyes deyince Kayseri ilimizin aklımıza geldiğini biliyoruz. Bu ilimizdeki Erciyes yüksekliği de bir o kadar aklımızda kalanlardan biri, önde geleni olarak hatırlanıyor.
    Kayseri ilimiz merkezinde 32 yıldır yayınlanan bir fikir ve sanat dergisi var. Adı: Erciyes. Aylık yayınlanıyor. Haziran 2009 ayında 378 nci sayısı Günyüzü gördü bu derginin efendim. Sahibi: Nevzat Türkten, Genel yayın Müdürü: Alim Gerçel.
    Erciyes Dergisi ekinde, içinde ve paketinde gelenler var. Bunlar sırasıyla:
    KAYSERİ TÜRK OCAĞI DERGİSİ
    Mayıs 2009 ayına ait 101 nci sayısı elimizdeki. 22 sayfalık bir dergi. Türk Ocakları Kayseri Şubesi Yönetim Kurulu adına sahibi: Prof. Dr. Abdülkadir Yuvalı. Yazı işleri müdürü: Satılmış Başaran. Fazıl Ahmet Bahadır’ın “Son Gaziler” başlıklı şiirinden:
    Kaç neslin böyleydi alınyazısı,
    Babasız tüterken baba ocakları,
    Türkülerle duman duman,
    Hasret kokusu.
    İSTİKLAL GAZETESİ
    16 normal sayfalık bir gazete. Aylık siyasi ve bağımsız gazete olarak Kayseri’de çıkıyor. Haziran 2009’da 59 ncu sayısı okurlarıyla buluştu, buluşturuldu. Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Mehmet Emin Batur.
    Gazetenin sayfalarında; Yrd. Doç. Dr. İklim Kurban, Sebahattin Tekizoğlu, Abdülmecit Avşar, Prof. Dr. M. Metin Karaörs, Mehmet Emin Batur imzalı yazılar dikkat çekiyor
    DUY GAZİNİN SESİ
    Emin Kuzucular’ın 96 sayfalık şiir kitabı. Duyguların harman olduğu, anlatım rahatlığı içinde sayfalara aktarılan mısralar bütünlüğü, topluluğu. Gazinin feryadı olarak görülen şiirden bir dörtlük:
    Sevdalıyken, vatanıma yurduma,
    Dert katmayın benim bunca derdime,
    Çağırsam da, düşen yoktur ardıma,
    Çıkmayan sesimi, duy be Ankara!...
    KURTULUŞ (2)
    Zeki Genç’in 178 sayfalık şiir kitabı. Gözü yaşlı şair olarak bilinen Zeki Genç, şiirlerindeki anlatım zenginliğiyle okurlarının, şiir severlerin karşısına çıkıyor.
    Değişik isim ve imzaların ortaya koydukları Zeki Genç anlatımları var. Türkü bütünlüğü içindeki şiirleriyle dikkat çeken bir görünümünü de unutmamak gerekli Zeki Genç’in. 10 dörtlükten meydana gelen “Kayserim” şiirinden bir dörtlük nakledelim:
    Erciyes’im gökyüzüne değiyor,
    Gurbet gibi özleniyor Kayserim.
    Dört bir yandan sıradağlar sarıyor,
    Kem gözlerden gizleniyor Kayserim.
    GÜNÜN DUYURUSU: Ayşe Paslanmaz’ın koordinatörlüğünde 16 Ekim 2009 tarihinde Nevşehir’de gerçekleştirilecek “Kapadokya Şairler Şöleni“ öncesi açılan şiir yarışması hakkında bilgi almak için: 0.532.771 31 64

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      83

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    USTALARA KULAK VERMEK
     
    Şiirimizin zirvesinden seslenmiş, aramızdan ayrılmalarına rağmen, şiirleriyle bizimle merhabalaşmaya, selamlaşmaya devam eden ustalarımız var. Hemde sayıları bir hayli fazla.
    Bu ustalarımızdan, rahmetli Behçet Kemal Çağlar… Ahmet Tufan Şentürk. Önce Behçet Kemal Çağlar’dan:
     
    ŞEHİTLERE
    12 dörtlükten meydana gelen, şehitlerimizin, şehitlerin mısralara döküldüğü duygularla zenginleşen Behçet Kemal Çağlar anlatımı. “Gökten üzerine titriyor atan/Önünde millet var, ardında vatan” mısralarıyla söze başlıyor ustamız.
    Her bulutta saklı olan yıldırımlardan, hiçbir kaynağın, hiçbir suyun kandıramadığı, serinletemediği yüreklerin büyüklüğü birbir gözler önüne seriliyor, mısralar arasından selamlaşıyor bizimle. Ve dörtlüklerden biri:
     
    Hayat hayaldeki her tadan güzel,
    Bize tek ayak da kanattan güzel.
    Bir tek müstesna var bu yeryüzünde,
    Bir senin ölümün, hayattan güzel…
    Ve ustalarımızdan, şiirimizin beş yıldızlı çınarı rahmetli Ahmet Tufan Şentürk’den;
     
    GÖNÜL FERMAN DİNLEMİYOR
    O bir usta. O bir çınar. O’nun her kelimesinde, her mısrasında anlam var, mesaj var. O’nun gençliğiyle, delikanlılığıyla tüm güzellikler iç içe, koyun koyuna. “Gönül Ferman Dinlemiyor” adlı, başlıklı şiiri beş dörtlükten meydana gelmiş. Hemde 2004 yılında kaleme alınmış. Ahmet Tufan Şentürk’ün delikanlılık günlerinde yani.
    Sabahın erken saatinde, saatin beşinde, başında bir rüzgar esmeye başlar Ahmet Tufan Şentürk’ün. “Seni görürüm düşümde/Gönül ferman dinlemiyor” diye söylenmeye, mırıldanmaya devam eder o çınar, o gönül dünyamızın ustası.
    Tereddütleri vardır. Sıkıntılıdır. “Nereden çıktın karşıma?” diye sorar. Çünkü başına çok işler açılmıştır. Gönül kapısının açık kalması gerektiğini savunur artık. Ve bir gerçekle baş başa kalır, yüzyüze gelir:
     
    Erken kaybettim eşimi,
    Taşlara vurdum başımı,
    Düşünmez oldum yaşımı,
    Gönül ferman dinlemiyor…
    Bu iki ustamızın ardından, yaşayan şairlerimizden Abdülkadir Güler hocanın “Görmeğe geldim” adlı şiirindeki mısralara bakalım:
     
    GÖRMEĞE GELDİM
    Abdulkadir Güler, yaşayan şairlerimizin ünlülerinden. Söke’de yaşıyor. “Görmeğe geldim” başlıklı şiiri yedi dörtlükten oluşuyor. Yüce peygamberimize karşı duyulan Abdülkadir Güler özlemi vardır mısralarda.”Alemlere rahmet hem de ekseni/Allah’a bin şükür tanıdık seni” diye devam eden Abdülkadir Güler anlayışı ve arayışı mısralarda sürüp gider. Bir dörtlüğünde şöyle seslenir:
     
    Aşık Ceylani’yim bildim ilk defa,
    Saadet güneşi, sonsuzluk vefa,
    Kıl şefaat Ya Muhammed Mustafa,
    Huzuruna varıp ermeğe geldim..
    Şairlerimizin kalemlerine sağlık. İlk iki şairimizin ruhları aydınlık, mekanları cennet, Abdülkadir Güler hocanın da ömrü uzun ve sağlıklı olsun efendim.

     

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     84

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    AZERBAYCAN’IN  “ŞEFEG” DERGİSİ
                Biz “Şafak” diyoruz. Azeri kardeşlerimiz “Şefeg” diyorlar. Yakınlık var değil mi?. Edebi-bedii jurnal. 2009 yılına ait (1 ve 2) nci sayıları birlikte yayınlanmış. Haddizatında derginin başlangıç itibariyle sayısından sözetmemiz gerekirse (40-41) nci sayıdan bahsetmemiz gerekiyor Şefeg için
                Dergi, Azerbaycan Yazıcılar Birliğinin Lenkeran Bölmesinin edebi-bedii organı olarak Günyüzü görüyor. Büyük boy kitap görünümünde. Elimizdeki sayısı 102 sayfayla bize ulaştı.
                Baş Redaktor: İltifat Saleh, Baş Redaktor Muavini (dostumuz) Gardaş Elişoğlu. Mesul Katib: Hafiz Mirze. Yazışma adresi: Lenkeran şehri, Ş.Axundov küçesi (cad) No: 18 Bakü-Azerbaycan.
                Öykü, nesir, kitap tanıtımı, şiirler şeklinde bir içerik dikkat çekiyor dergi içinde.
                Gardaş Elişoğlu’nun “Düşündüren şair” başlıklı değerlendirmesi 79, 80 ve 81 nci sayfalarda yeralıyor. Haneli Kerimli’yi anlatıyor ince-uzun. Detaylı, bilgilendirici. Buradan bir cümle:
                -“Haneli Kerimli, evvelki kitaplarında olduğu gibi, vetenaş agidesine, temiz ahlaka sahip kalan bir şairdir”.
                Gardaş Elişoğlu’nun bu yazısının ardında, bitimindeki cümle; “Şefeg Jurnalının okuyucularına Haneli Kerimli’nin yeni şiirlerini takdim ederik” şeklinde. 82,83,84 ncü sayfalarda Haneli Kerimli’nin şiirleri var efendim. Şöyle bir göz atalım Kerimli şiirleri üzerine:
                “Ben çok inanmalıydım” adlı, başlıklı Haneli Kerimli şiiri 7 dörtlükten meydana geliyor. Bu şiirin ilk dörtlüğü:
    Allah sana insaf versin, bana da sabır,
    Özümüzü başa düşek, anlayarak barı.
    Yazan yazdı, pozan pozdu, kısmet böyleymiş,
    Aktarmayag ne sebebkar, ne günahkarı..
                İltifat Saleh, Gardaş Elişoğlu, Hafiz Mirze isimli kardeşlerimizin ciddi, kalıcı çalışmalarıyla ortaya çıkan Şefeg, her sabah yeniden atacak-doğacak, aydınlıklar getirecektir. Tebriklerimi sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
                Ayrıca ve özel olarak; Sevgiden başlayan yol, Beni tanımak olur, Niye soldun benövşe, Unutabilmiyorum, Garibe tale, İki damla gözyaşı, Kod ehvalatı, Türk Dünyasını nurlandıran insan, adlı kitaplarıyla kültür dünyamızın aydınlık yüzü Gardaş Elişoğlu’nu kutlamak, alkışlamak istiyorum.
     
    GÜNÜN SÖZLERİ:
     1- Dünyanın neresinde Türk varsa, ellerimizi uzatmalı ve kucaklaşmalıyız.
     2- Milli davalar, sözle, tek gözle değil, çift gözle, fiiliyat olarak izlenmeli ve değerlendirilmelidir (İsa Kayacan)

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

     85

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BURDUR’DAN NEZİHA ANANIN ŞİİR DÜNYASI
    Edebiyatımızın önde gelen dallarından olan şiir için söylenenler değişik. Şiirin ruhlara hitap edebilme sanatı olduğunu söylemek daha doğrusu bence.
    72 milyon nüfusumuzun tamamının şair olduğunu söyleyerek geliyorum.Öyle flairlerimiz, şair adaylarımız var ki maşallah  bir gecede şiirin zirvesine çıkıp oturduklarını zannediyorlar,kabul ediyorlar.
    Burdur ilimize bağlı (merkez) Yarıköy’de yaşayan Neziha Çetiner annemizin varlığını Burdur merkezde bir şiir programı içerisinde gördüm,alkışladım.O, sade duyguları,yapmacıktan uzak anlatım ve şiir okuyuşuyla herkes gibi benim de dikkatimi çekiyordu.
    Yenilerde dört şiiri geldi,ulaştı bana.Bunlar sırasıyla;
     
    BABAM-CAN DİREĞİM
     
    Şiirin tam adı: Babam benim can direğim.Altı dörtlük ve beşlikten meydana geliyor. İlk dörtlüğü şöyle başlıyor bu şiirin:
    -Babam benim tek varlığım,
     Babam benim yüce dağım,
     Babam benim,köşküm sarayım
     Babam benim can direğim
    Dikkat ettinizmi,mısraların sonundaki kelimeler, yani hecenin varlığını, uyumunu ortaya koyan kelimeler:Varlığım,dayanağım,sarayım şeklinde nasıl da güzel sıralanıyor.Sonraki mısralarda, başkasının baba olamayacağı, hatırlatıldıktan sonra,”Babama dağlar gibi yaslanırım” mısrasındaki baba güçlülüğünü görüyor, anlatım zenginliğini hissediyoruz.Ve arkasından,”Arıyorum bilgisini/Özlüyorum sevgisini/Bulamam babam gibisini/Babam benim can direğim/Babam benim can direğim/Babam benim köşküm,sarayım” mısralarıyla şiirleşen duygular ne kadar güzel ve anlamlı değil mi?
     
    ANAM BAŞLIĞIYLA
     
    Neziha Çetiner anamızın bir başka şiiri”Anam” başlığını taşıyor.Burada da annesine karşı duygularını anlatıyor.Beş beşlikten meydana geliyor bu şiir.Bir bölümünde şöyle deniyor:
    -Ana olunca anladım anayı/Dindiremedim içimdeki yarayı/Cennet olsun anaların durağı/Sardı içime ana baba merağı/Hakkınızı nasıl öderim anam.
     
    DİĞER İKİ ŞİİR
    Neziha Çetiner anamızın diğer iki şiiri; Git yavrum askere ve uyan Türkiyem uyan,adlarının taşıyıcısı efendim.Bu şiirlerden “Git yavrum askere” başlıklı olanından:
     
    1-Git guzum git vatan borcudur/Git guzum git her yiğidin harcıdır/Korkma sakın sonu acıdır/Git yavrum git,uğurlar olsun.
    Beş ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiir; Neziha ananın torunu 2007 yılında askere giderken yazılmış.
    2-Uyan Türkiyem uyan, uzunca bir şiir.Yer yer nefes alınmış, mola verilmiş. Bir dörtlüğünden:”Bütün dünya Atatürkten örnek almıştı dersini/Olgunluğunu gösterirdi hakimdi nefsini/Dünyalara duyururdu vatana olan sevgisini/O kadar övünülecek hizmeti vardı ki, bitiremem gerisini” deniyor.
    Burada;”Olgunluğunu gösterirdi,hakimdi nefsini/Dünyalara duyururdu vatanına olan sevgisini” mısralarındaki gerçek anlatımla,Atatürk sevgisinin bütünlüğünü ortaya koyan Neziha Çetiner ananın ellerinden öpmez misiniz? Ben öpüyorum,biz öpüyoruz...
    GÜNÜN DUYURUSU: Ayşe Paslanmaz’ın koordinatörlüğünde 16 Ekim 2009 tarihinde Nevşehir’de gerçekleştirilecek “Kapadokya Şairler Şöleni“ öncesi açılan şiir yarışması hakkında bilgi almak için: 0.532.771 31 64

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      86

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BURDUR’DAKİ GAZETECİLER YİNE ÜZGÜN
     
    Gazetecilik zor bir meslektir.Hele, gazeteciliği kurallarına göre yapanlar için bu zorluk bir-iki kat daha artar.
    Büyük merkezlerde, Bakanlıkların,Genel Müdürlüklerin,Büyükşehir Belediye Başkanlıklarının bulunduğu yerlerde, her kuruluşun basından sorumlu resmi görevlileri vardır.İllerimizde, İlçelerimizde bu görevlendirme farklı adlar-ünvanlar altında varlığını sürdürür kuruluşlar olarak.
    Belediyelerimizde de Basın ve Halkla İlişkilerin önem verilmesi gerekiyor.Yer yer bu önemin verildiği gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
    Konuyu, Burdur ilimiz merkezine doğru getirmek, gazeteci arkadaşlarımızın, zaman zaman karşılaştıkları zorluklar ve gazeteci varlığının adeta ‘yok!’ sayıldığı örneklerden söz etmek istiyorum:
    Burdur’da bir zamanlar, bir gazetemizde çıkan imzalı bir haber üzerine ilgili kuruluş yöneticilerinden birinin, muhabir arkadaşımız için; “Buraya gel ifadeni alacağım” deyişini burukluk içinde hatırlıyorum.
    Yine Burdur’da, Ankara’dan bir veya birkaç açılış için Burdur’a gelen bakanlarımızdan birinin yanında “Özel kalem müdürüyüm” edasıyla, muhabir arkadaşlarımızın yemek sırasında dışarı çıkarılmaları için yakışıksız davranışlar içine girdiğini, arkadaşlarımızın protesto ile oradan ayrıldıklarını da makalelerim arasındaki yer alışlardan biliyorum.
     
    GELELİM ÜÇÜNCÜYE
     
    Burdur merkezde yayınlanan gazetelerdeki muhabir akadaşlarım gazetelerindeki köşelerinde yazdılar, değerlendirip üzüntülerini belirttiler. En son, Yenigün Gazetesinin 30 Haziran 2009 tarih ve 16 bin 761. sayısında Ferit Öz arkadaşımızın köşesindeki “Şenlik-evlere şenlik” başlığıyla sütununa aktardığı yazıyı da okuyunca üzüntülerim arttı.
    Konu, olay şu: Burdur’un yeni ilçelerinden Kemer’de 16.yayla şenlikleri Belediye koordinatörlüğü ve sorumluluğunda düzenlenir.8 gazeteci 21.06.2009 tarihinde valiliğin tahsis ettiği “basın arabasıyla” şenlik mahalline varırlar.11.30 da basın için ayrılan yere oturmak isteyen gezetecilere, Belediye görevlisi olduğunu söyleyen şahıs;”sanatçılara yemek yedireceğiz” diyerek ayrılan yere gazetecilerin oturamayacağını söyler.Yemek faslı saat 13.30’a kadar sürer.
    Gazetecilerden biri, Kemer Belediye Başkanı Durmuş Erdem’e “Başkanım rahat çalışamıyoruz.Bize ayrılan yere geçmek istiyoruz.” deyince Başkan;”Mesele çıkarmayın” diyerek basın mensuplarını adeta azarlar.Gazeteciler şenlik mahallinden ayrılırlarken-terkederlerken, Belediye Başkanı yanlarına gelir ve “Arkadaşlar..Kapris yapıyorsunuz.Mesele çıkartıyorsunuz.Sizin yaptığınız terbiyesizlik.Yediğiniz önünüzde,yemediğiniz arkanızda.Benim reklama ihtiyacım yok” diye gazetecileri kovmaktan beter bir tavır sergiler.
    Gazeteciler şenlik mahallinden ayrılırlar.Valilikçe tahsis edilen araçla dönmek isterler.Ancak resmi aracın içinde üç-dört kişinin alkol aldıkları görülür.Tepki gösterirler.Ama Şoför; “Arkadaşlar Antalya’dan misafir.Ne var bunda, bunu büyütmeyelim.” diyerek direksiyon kullanabilecek durumda olmadığı mesajını verir.Gazetecilerden bazıları Kemer Emniyetine ait araçla, bazı gazeteciler de oto stopla ilçe merkezine ulaşırlar.Üç saat beklemeden sonra minibüsle 18.30’da Burdur merkezine gelebilen gazeteciler,buruk,öfkeli ve mesleklerine karşı yapılan Belediye Başkanı davranışları karşısında üzgündürler.
    Basın mensuplarına önem vermeyen kuruluşlar, bu kuruluşların yöneticileri, gazetecilerin;”reklam elemanı” oldukları görüşünden hareket ediyorlarsa yanılgı içindedirler.Gazeteciler haber peşinde koşarlar ve bu haberleri kamuoylarıyla paylaşırlar.Burdur milletvekillerinin,vali vekilinin de bulunduğu bir şenlik ortamında,gazetecilere böyle davranılabiliniyorsa, söylenecek ne olabilir ki!..

    DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

      87

    KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

    BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

    TASAVVUF EDEBİYATIMIZIN İLK BÜYÜK ŞAİRİ YUNUS EMRE
    Yunus Emre’nin şiirleriyle karşılaşmayanımız yok gibidir. O, Tasavvuf edebiyatımızın ilk büyük şairidir. Hayatı hakkında kesin bilgilere sahip olmadığımızı biliyoruz. Yunus Emre’yle ilgili bildiklerimiz, din ve tasavvuf büyüklerinin rivayetlerinden oluşan menkıbelere dayanmaktadır.
    Risaletü’n-Nushiye adlı mesnevisini 1307–1308 yıllarında yazmış olmasından yola çıkarak yaptığımız değerlendirmelere göre; XIV. Yüzyılın başlarına kadar yaşadığı kabul edilmektedir.
    Son araştırmalara bakarsak; Yunus Emre’nin 1240–1241 yıllarında, muhtemelen Eskişehir’de doğduğu, seksen iki yıl yaşayarak 1320–1321 yıllarında vefat ettiği tahmin edilmektedir.
    Yunus Emre’nin iki defa evlendiği, bu evliliklerinden iki çocuğunun olduğu, Konya, Şam ve Azerbaycan’ı dolaştığı bilinmektedir. Aşık Çelebi, Rıza Tevfik, Bursalı Mehmet Tahir, Hüseyin Vassaf gibi araştırmacılar, şairin okuma-yazma bilmediğini, medrese eğitiminden geçmediğini; İsmail Hakkı Bursevi, Abdulbaki Gölpınarlı, Faruk Kadri Timurtaş gibi araştırmacılar ise, medrese eğitimi almış olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yunus’un ümmiliğini Hz. Peygamber’den kinaye bir ümmilik kabul edenler de vardır. Aslında Yunus, ümmi olmadığını düşündürecek kadar ilim sahibidir.
    O’nun ilmi, ilahi aşk ve güzel ahlakla elde edilmiş ledünni (ilham yoluyla elde edilmiş) bir ilimdir. Menkıbeleri ve şiirlerinden anlaşıldığına göre; Yunus Emre, tasavvuf yoluna girmeden önce, güçlü bir medrese öğrenimi görerek yetişmiştir. Yunus Emre’nin menkbevi hayatı daha çok Hacı Bektaş-ı Veli “Velâyetname”sine dayanmaktadır.
    Rivayetlerden birine göre; Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli’nin huzuruna çıkar ve, “Ben bir fakir kişiyim. Bu yıl ekinimden nasip alamadım. Ümittir ki bu yemişi alıp buğday verirsiniz” der. Birkaç gün bekledikten sonra ayrılacağı Hacı Bektaş’a haber verilir.
    Hacı Bektaş; “sorun bakalım, buğday mı ister, nefes mi?”der. Yunus’un “buğday” cevabı bildirilince, Hacı Bektaş-ı Veli; “Varın söyleyin, alıcın her tanesi için bir (iki) nefes verelim” buyurur.
    Cevaben Yunus Emre; “Ehlim var, nefes karın doyurmaz. Lütuf ederse buğday versinler. Kifaf edelim” der. Hacı Bektaş-ı Veli bu defa; “Alıcın çekirdeğine on nefes verelim” dese de o kabul etmez. Kendisine istediği kadar buğday verilir. Yunus Emre yolda buğdayıyla giderken, “Vilayet eri bana nasip sundu, alıcın her çekirdeğine karşı on nefes verdi. Ne olmayacak iş ettim. Buğday sayılı günde tükenir, nefes bir ömür yeter. Ola ki himmet eder, nasibi verir” diye düşünür.
    Yunus Emre Dergâha varıp halini arzeder. Hacı Bektaş’a istediği haber verilince, “O şimdiden sonra olmaz, biz onun kilidini Tapduk Emre’ye verdik”der. Yunus Emre bunun üzerine Tapduk Emre’ye gider. Tapduk Emre, “hoş geldin” halin bize arzolundu. Hizmet et, emek yetir, nasibini al” buyurur. Bunun üzerine Yunus emre, Tapduk dergâhına kırk yıl odun taşır. Bu kırk yıl boyunca Yunus Emre’deki istidat, tasavvufi eğitim yoluyla işlenir. Teslimiyeti, samimi hizmetleri sonucu olgunluk mertebesine erer. Daha sonra şiirleriyle halkı irşat etmek üzere yeniden gurbete çıkar.
    Yunus Emre, Konya, Şam ve Azerbaycan dahil geniş sayılabilecek bir coğrafyayı dolaşmıştır. Çağdaşı büyük mutasavvıf Mevlâna Celâleddin’le görüşerek, yolculuğunu doğduğu yer olan Porsuk çayının Sakarya’ya döküldüğü Sarıköy’e dönerek tamamlamıştır. Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy’de gömüldüğü yere, 1970 yılında yeni bir mezar yapılmıştır. Anadolu’nun birçok bölgesinde, Ona ait mezarın bulunması şaire duyulan büyük sevginin göstergesi olarak kabul edilmektedir.
    Kendisinden sonra gelen binlerce düşünce ve sanat adamını derinden etkileyen, şiirleri bugün de en az aydınlar kadar halk arasında dillerden düşmeyen Yunus Emre’nin, Türkçe edebiyatın en büyük şairi olduğunu söylemek yanlış sayılmaz.  Yunus emre, şiirlerinde kullandığı süsten, gösterişten uzak temiz bir Türkçe ile şiirimizin en temiz ve berrak kaynaklarından birini oluşturmuştur. Allah ve insan sevgisini, dostluğu, kardeşliği, merhamet ve yardımlaşmayı esas alan, öğütleyen İslâm tasavvufundan kaynaklanan ve güçlü bir lirizmle beslediği şiirlerinin yüzyılları aşıp gelmesi tesadüfi değildir.
    Bazı şiirlerinde aruzu, büyük çoğunlukla hece ölçüsünü kullanan Yunus Emre’nin Divan’da üçyüz altmış kadar ilâhi ve nefes topladığı görülmektedir. Şiirinin temel birimi beyit, biçmi ilâhidir. Müstezat ilâhiyi sever. Aruzla yazar, Türkçe hece ölçüsüne uygun olan “hezec” ve “recez” bahrlarını kullanır genellikle. Kusursuz bir kafiye yapısına sahip Yunus Emre, Türk tasavvuf edebiyatının ilk büyük şairi olarak kabul edilmektedir. Yunus Emre, bir ozan, yahut bir saz şairi değil, dini-tasavvufi Türk edebiyatı alanında kendine özgü bir tarzın temsilcisidir.
    Kur’an ve sünnet esaslarından hareketle, bütün insanlığı Allah’ı zikre ve kardeşliğe davet eden Yunus Emre, şiirlerinde, ölüm, fanilik, gurbet ve dervişlik konularını işlemiştir. Yine de onun şiirlerinde en çok işlediği konu ilahi aşktır. O’na göre “aşk makamı” yüce bir makamdır.
    Yunus Emre, ne dünya, nede ahiret hesabındadır. O, hasret ile doludur. İlâhi aşktan sonra, Yunus Emre’nin düşüncesinde, en köklü yere sahip olan fikir, ölüm fikridir. Şaire göre ölüm “sevgiliyle buluşmaktan” başka bir şey değildir.
    Beylikler döneminin karışık Anadolu’sunda yaşamış olan Yunus Emre, dünya ile tümüyle bağlarını koparmamıştır. Bu nedenle de gündelik olaylar şu dörtlüğünde olduğu gibi karşımıza çıkar:
     
    Bu dünyada bir nesneye,
    Yanar içim, göynür özüm,
    Yiğit iken ölenlere,
    Gök ekini biçmiş gibi..
     
    Yunus Emre’nin dili, ortak İslâm medeniyeti içinde öteden beri gelişmeye başlamış ve ortak medeniyet dillerinden Türkçeleştirilmiş kelimelerle zengin bir İslâmi Türk dilidir.
    Orta Asya’da Ahmet Yesevi ile başlayan tasavvuf şiirinin doruk noktasına Yunus Emre ile çıktığı, Anadolu erenlerinin en büyüğünün Yunus Emre olduğu kabul gören gerçeklerin başında gelmektedir.
    Yunus Emre’nin üçbin şiir söylediği, fakat bu şiirlerin Molla Kasım adlı bir zahid tarafından şeraite aykırı bulunduğu için tahrip edildiği, yılların gerisinden gönümüze akıp gelen değerlendirmelerdendir. Molla Kasım, Yunus’un şiirlerini ele geçirip, bir su kenarına oturur. Bin tanesini yakar, bin tanesini de suya verir. Üçüncü bindeki şiirleri okumaya başlayınca, şu dizelerle karşılaşır:
     
    Derviş  Yunus bu söze eğri büğrü söyleme,
    Seni sığaya çeken bir Molla Kasım gelir..
     
    Bu beyti okuyan Molla Kasım şaşırır, tövbeye gelir ve Yunus Emre’nin ermiş bir kişi olduğuna inanır. Ne var ki iş işten geçmiştir. Elde sadece bin tane şiir kalmıştır.
     
    ESERLERİ:
    Yunus Emre’nin iki eseri vardır. Bunlardan Risaletü’n Nushiyye olarak bilineni 1307 yılında mesnevi şeklinde yazılmış, tasavvufi bir nasihatnamedir. Yunus Emre’nin bu eserinde ahenk ve âşıkanelik olmamakla birlikte sembolizmi mükemmeldir. Eserde kavramlar soyut olup teşhis sanatıyla işlenmiştir. Didaktik bir eser olan bu risale, insanın kâmil olma yolunda yaşadığı manevi yolculuğu anlatır.
    Yunus’un öteki asıl eseri ise, düşünce dünyasını da ortaya koyduğu Divan’dır. “Yunus olduysa adım pes ne aceb/Okuyalar defter-ü divanımı “beyitinden anlaşıldığı kadarıyla, Yunus Emre hayattayken Divan-ı bulunuyordu, şeklinde yorum yapmak, bunu gerçek olarak kabul etmiş yanlış olmaz.
    Yunus Emre’yi ilim ve edebiyat dünyasına ciddi anlamda tanıtan ilk kişi, isim ve imza Fuat Köprülü’dür. “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (1918)” adlı eserinde Ahmed Yesevi ve Yunus Emre etrafında gelişen Türk tasavvuf edebiyatı tarihi, geniş şekilde incelenmiştir.
    Cumhuriyet döneminde Yunus Emre üzerine ilk ciddi araştırmayı ise Burhan Toprak yapmış ve Yunus’un şiirlerini “Yunus Emre Divanı-(1933–34)” adıyla yayımlamıştır.
     
    HAKKINDA YAZILANLARDAN
    1- Yunus Emre bir bakıma Mâvlana ile adeta aynı inancı ve aynı dünya ve hayat görüşünü paylaşmıştır. Mevlâna’nın Farsca terennüm ettiklerini, çok uzun ve geniş bir ufukta, bize aydınlığı gösterdiklerini Yunus Emre çok daha kısa tesirli bir Türkçe ile şakımıştır. (Abdülkadir Karahan)
    2- Yunus Emre’nin sanatı tamamiyle “Milli” yani “Türk” bir sanattır ki, bunu tahlil edecek olursak, başlıca iki unsura tesadüf ederiz: Evvela ona ahlaki-süfiyane esaslarını veren “İslami-Nev-Eflâtuni” unsur. İkinci olarak; lisanın edasını, şeklini, veznini veren milli unsur. Birisi  “Esas”ı, diğeri “Şekl”i teşkil eden bu iki unsur.  (Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, 1986)
    3- Bu dünya, insanın bakıp bakıp doyamadığı kızıl, yeşil donanmış pırıl pırıl bir gelindir. Ölümü en sakin ve soyut çizgilerle anlatan Yunus, ölüme geçiş acılarını en dehşetli imajlarla, hayatı da bir çocuğun dünyaya bakışı kadar taze, renkli ve parlak, canlı kelimelerle anlatıyor (Sezai Karakoç, Yunus Emre, 1989).
    4- Şiirimizin ustalarından, rahmetli Halil Soyuer’in sekiz dörtlükten meydana gelen “Gizlidir” başlıklı şiirinin bir dörtlüğü: Halil diye doğmuş biri/Yunus olmuş onun pir’i/Belki de bunca şiiri/Yazanda, Yunus gizlidir..
     
    ŞİİRLERİNDEN 
    Yunus Emre’nin şiirlerinden:
    Aşkın aldı benden beni
    Bana seni gerek seni
    Ben yanarım dün-ü günü
    Bana seni gerek seni (Kül’den)
     
    Bir garip ölmüş deyeler
    Üç günden sonra duyalar
    Soğuk su ile yuyalar
    Şöyle garip bencileyin (Soğuk su’dan)
     
    Gökyüzünde İsa ile
    Tur dağında Musa ile
    Elimdeki âsâ ile
    Çağırayım Mevlâm seni (Dağlar ile, Taşlar ile’den)
     
    Ne dilersen Haktan dile
    Kılavuzla gir doğru yola
    Bülbül âşık olmuş güle
    Öter “Allah” deyu deyu
    (Şol cennetin ırmakları’ndan)

     
    Gönlüm düştü bu sevdaya
    Gel gör beni aşk neyledi
    Başımı verdim kavgaya