İÇİNDEKİLER
Mahmut Selim GÜRSEL TAKDİM
Hayat Hikayesi
ÇORUM TARİHİ KAYNAKLARI VE KONULARI
ÇORUM EĞİTİM TARİHİNE GİRİŞ 1
ÇORUM EĞİTİM TARİHİNE GİRİŞ 2
SIBYAN(*) MEKTEPLERİ VE MEDRESELER
YAYGIN EĞİTİM 
MESLEKİ EĞİTİM VE AHİLİK TEŞKİLATI
ÇORUM'DAKİ SON MEDRESELER
ÇORUM'DA İMAM HATİP OKULUNUN AÇILIŞ GÜNLERİ
BİR HALK İNANIŞI: HIDIRELLEZ
GENEL TURİZM POLİTİKASI VE ÇORUM'DA İNANÇ TURİZMİ
FUAR VE FESTİVAL
GENÇLİK, FESTİVAL VE BİR SERGİ ÖNERİSİ
DİNİ BAYRAMLAR
TÜRK GENÇLERİ VE İSVİÇRE’DE EĞİTİM
ÇORUM'DA ANLATILAN BAZI MENKIBELER

 

 
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

  Mahmut Selim GÜRSEL
 
GÜRSEL YAYINEVİ ve ÇORUMLU DERGİSİ SAHİBİ
 
1947  tarihinde babamın subay olarak bulunduğu Erzurum'da bir at arabasında doğum evine giderken doğmuşum. Babam  Eminsu Ali Rıza Gürsel,annem ise Fahriye hanımefendi idi. 
 
İlkokula İskenderun'da başladım. Ankara' da bitirdim. Ankara Yenimahalle  Ortaokulunun birinci  sömestrsinde  babamın  emekli olmasından dolayı 1960 yılında Çorum'a gelince Atatürk Ortaokuluna devam ettim. Babamın "oku da oğlum ceketimi satar  seni  okuturum" diyerek bana yaptığı nasihatleri ters tepki  yaptı. İlkokul sıralarında okuyarak pilot olmanın düşlerini kurardım. Bu hayalim gerçekleşmedi. Babamın baskısı karşısında babama okumuyorum diyerek okulu birinci sınıfta bıraktım. Marangoz çırağı olarak Azmi Başar ustanın yanına girdim.  Askere gidene kadar ustanın yanında çalıştım. 1967 tarihin de askerlik dönüşü, 28 Mart 1969 Ankara  Emniyet   Müdürlüğüne teknisyen  olarak göreve  başladım.  Ortaokulu dışarıdan 2 yılda bitirdim 09 Ekim 1972  tarihinde polis memuru olarak Ankara'da altıncı şube ve kara kollarda çalıştım. 16 Eylül  1973  tarihinde  Selma (Kurşuncu) Hanımefendi ile evlendim.  10 Temmuz 1978 yılında ayında naklen Çorum İl Halk Kütüphanesine Memur olarak geçtim.  Dışarıdan  Çorum Ticaret Lisesini iki yılda bitirdim. Kendi kendime Osmanlıcayı öğrenmeye uğraştım, Hat sanatı ile biraz ilgilendim 150 ye yakın Ser levham var, Çorum Güzel Sanatlar Galerisinde  ve Kütüphane salonlarında bu levhaları sergiledim.  03 Ağustos 1988 tarihinde İl Halk Kütüphanesi Müdür yardımcılığına atandım. 
 
1990  tarihinde ilk kitabım olan Dewey Onlu Tasnif isimli kütüphanelerdeki kitapların tasnifi yapılan kitabı 10 yıllık bir araştırma ve çalışma iye "Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)" kitap haline getirip Kültür Bakanlığına sundum.   Kitabımdan Türkiye'deki bütün kütüphanelere  dağıtılmak  üzere 1000 adet satın aldılar.
 
 
Marangozluk,oymacılık, polis memurluğu,memurluk  ve  idarecilik yaptım. Her çalıştığım meslekte çeşitli önemli olaylar oldu ise de son çalıştığım kurumda  bence en önemli bir hatıramı anlatmak istiyorum: Kütüphanedeki çalışmalarım  ve " El  Yazması Kitapların Çorum'da kalması için verdiğim  çabalar neticesinde  Bitlis Tatvan’a tayin edilme olayım beni çok yıktı. Fakat bu  üzüntümün  boş olduğunu  zamanla  gördüm. Rabb’imin  izni  ile Hacca gitmek nasip oldu, iki kitap daha yayımladım ve elinizde bulunan bu derginin çıkmasına vesile oldum. Mesleklerin  insanlara sağladığı maddi avantaj olarak,evinizi geçindirecek,namerde muhtaç  etmeyecek  avantajından  başka,manevi olarak;sizin yaptığınız işlerle ilgili karşılaştığınız problemleri değerlendirirseniz avantajların neler olabileceğini hayat okulundan  öğrenmiş  oldum.
 
1993 yılında Türkiye'deki bütün kütüphanelerde bulunan " El Yazması " kitapların Ankara Milli Kütüphanesine toplanma kararı veren Kültür Bakanlığına karşı Çorumlu hemşerilerimi haber dar ettim, mahalli radyodan ve gazeteler ile parti il Başkanlarını ile Millet Vekilimiz Adnan Türkoğlu ve Belediye Başkanımız rahmetli Turan Kılıççıolu'nun destekleri ve diğer kuruluşların da katkısı ile "El Yazma kitapları" Çorum'da kaldı. Açık öğretim için üniversite sınavlarına girip kazandım. İkinci sınıfta iken Çorum'a tam teşekküllü bilgisayar ortamında bir kütüphane kazandırmaktır. Yazma kitapların korunması ve Çorum'da kalması için yaptığım girişimim yüzünden 25 Nisan 1994 tarihinde Tatvan Bitlis'e Müdür olarak tayinim çıktı, tayin edildiğim yere gitmeyerek emekliliğimi istedim.
 
1994 Tarihinde nasip oldu eşimle birlikte Hacı olduk.
 
27 Mayıs 1998 tarihinde Çorum'da ilk Kültür Bakanlığından tescilli "Gürsel Yayınevi" tarafımdan açıldı. 
 
Yazı yazmaya beni  kimse  teşvik  etmedi   Kütüphane için hazırladığım  kitap beni  yazmaya teşvik etti. Yazılarım mahalli basında yayımlandı. Yazılarımdan dolayı bir ödül almadım; fakat kitapları ve bu dergi benim için en büyük ödüldür. 
 
Yayımlanmış çalışmalarım : 
 
" Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey) Haziran 1991 ", 
"Çorum 97 1997"
"Çorum'da Yatan Meşhur Yatırlar Haziran 1997- 2. basım 1998",
" Çorumlu 2000 Aylık Kültür Sanat Tarih Ve Edebiyat Dergisi Temmuz 1998,
" Sarı Çiğdem Şiir Defteri  Mart 2002" ,  
“Çorum 2002” adlı basılmış çalışmalarım bulunmaktadır. 
"Menakıb-ı Koyun Baba 2004"
"Çorum Yemekleri 2004 Eşimin Çalışması"
"Hacım Ağustos 2007"
"Çorumlular ve Çorum'a Hizmet Edenler Temmuz 2008"
 
Bakanlığa sunulmuş;"Alfabetik Türk ve Yabancı Yazarlar Fihristi" ve "Ne Nerede Başlıklı Arama Fihristi" basım için  hazır  beklemektedir.  Yazılarım  daha çok araştırma dalı ile makale türüdür. Tiyatro çalışmalarım,şiir ve  hikaye denemelerim bulunmaktadır.   Şu  anda  dergimde yazılarım çıkıyor. Benim okuyucularıma  diyeceklerim  şudur ki. Doğru bildiğiniz konuları savunun. Bu  savunmanız  size belki tepkiler getirecektir. Bu  tepkileri inceleyerek doğru olup olmadığını araştırın. 
 
Saygılarımla. 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Ethem ERKOÇ
1950 tarihinde Çorum'da doğdu. 1996'da Çorum İmam Hatip Lisesi ve Çorum Atatürk Lisesini bitirdi. 1973'de Konya Yüksek İslam Enstitüsünden,1974'de Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinden mezun oldu. 
Kırıkkale Atatürk Lisesi Din Dersi  Öğretmenliği ile meslek hayatına başladı. Osmancık İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmenliğinden 1977'de Çorum İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmenliğine atandı. 1987 yılında Arapça dil eğitimi için Mısır'a gitti. İmam Hatip Lisesinde kültür etkinliklerinde eksikliği hissedilen tiyatro eserleri konusunda çalışmalar yaptı. 1999 tarihinde emekli oldu. yapmış olduğu araştırma ve incelemeleri,yerel ve ulusal basında çeşitli dergilerde yayınlandı. Kitap çalışmalarının yanı sıra çeşitli dergi ve gazetelerde makale ve inceleme yazıları devam etmektedir. Yayınevimiz adına ISBN si olan Nikonya'dan Çorum'a (roman) adlı eseri ile çeşitli yayınları vardır. 
 Yayınevimizin  basılmış ve sanal yayınlanmış dergilerinde yazıları bulunmaktadır.
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇORUM TARİHİ KAYNAKLARI VE KONULARI
Çorum ilinin çok eski çağlardan beri yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Arkeolojik bulgulardan hareketle Yontma Taş Devrine kadar ulaşan tarihi başlangıcından söz edilmekte, Asur, Hitit, Frig, Med, Pers, uygarlıklarının kalıntılarını içinde barındırmaktadır.
Helenistik Dönemde Makedonya, Kapadokya ve Pont krallıklarının egemenliğini de görmüş olan Çorum, Bizans İmparatorluğunun sınırları içinde iken Selçuklular Zamanında Danişmend Melik Ahmet Gazi komutasındaki orduyla fethedilmiştir. O tarihten beri Türk Yurdu ve İslâm Beldesidir.
Çorum, bu denli köklü bir geçmişe sahip olmasına rağmen bulunduğu coğrafi konum nedeniyle çevre illere nispetle hep ikinci planda kalmıştır. Bazen Amasya tarihi içinde ele alınmış, bazen Ankara vilayetine, Yozgat veya Sivas'a bağlanmıştır. Bu durum Çorum tarihini araştırmaların işini hayli zorlaştırmaktadır. Hüseyin Hüsamettin'in 12 ciltlik "Amasya Tarihi" gibi köklü bir Çorum tarihide yoktur.
Çorum tarihiyle ilgilenenlerin başvurdukları belli başlı kaynaklar şunlardır:
 1-Tayyar Anakök  (Çorum Tarihi Daktilo basılmamış)
 2-Nazmi Tuğrul (Çorum Tarih ve Coğrafyası Osmanlıca Matbu)
 3-Ali İzzet Efendi (Teskere-i Makamat Osmanlıca Matbu)
 4-İhsan Sabuncuoğlu  (Çorum Tarihine Ait Denemelerim)
 5-Hüseyin Hüsamettin(Amasya Tarihi)
 Bu kaynakların değeri elbette büyüktür. Son zamanlarda Çorum Tarihiyle ilgilenen herkesin başvurduğu kaynaklar bunlar olduğu için bilgiler kısır döngü şeklinde, birbirinin tekrarı mahiyetindedir.
 Oysaki Çorum tarihi özellikle Selçuklular Dönemi fetihten itibaren detaylı bir şekilde araştırılmalıdır. Bunun için:
 A) Çorum'un; Amasya, Ankara, Yozgat ve Sivas tarihleriyle ilgisi ve oradaki kayıtlarla belgeleri tespit edilmelidir.
 B) Osmanlı arşivleri taranmalıdır.
 C) Şer'iye sicilleri incelenmelidir.
 D) Vakıf Kayıtları tetkik edilmelidir.
 E) Fermanlar, emirnameler, salnameler tahrirler elden geçirilmelidir.
Bütün bunlar bilimsel bir anlayışla ve akademik düzeyde ele alınmalı ve her konu başlığı bir tez çalışması gibi ciddiyetle ortaya konulmalıdır.
Osmanlı Devletinin kuruluşunun 700. Yılının kutlandığı şu yıllarda Çorum tarihine ilişkin yeni bir çalışmanın yapılmasında, bunun geniş bir perspektifle, ön yargısız ele alınıp akademik düzeyde hazırlanarak halkın bilgisine sunulmasında yarar olduğu kanısındayım. Bu en azından kültür tarihi bakımından da oldukça önemlidir.
ÇORUM TARİHİNİN ALT BAŞLIKLARI
Yapılmasını önerdiğim bu çalışmanın detaylarını da projelendirmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Yukarıda genel çerçevesini çizdiğim Çorum tarihinin alt başlıklarında şu konular incelenebilir:
1-Çorum Genel Tarihi:
a) Kalkolitik Çağdan Bizans'a kadar.
b) Selçuklular ve Danişmendliler dönemi.
c) Osmanlı Devleti Dönemi (Resmi statüsü)
2-İmar Durumu: Antik yapılar, Osmanlı mimarisinin resmi ve sivil örnekleri, yapı tarzı, kullanılan malzemeler, ev - konak inşasında göz önünde tutulmuş olan temel ilkeler, köy ve şehirlerde yerleşim düzeni, Belediyecilik ve tarihi seyri.
3- Çorum ve yöresinin Türk Boylarının iskânı, yeni yerleşim merkezleri ve nüfus hareketleri.
4- İktisadi ve ticari hayat, çevre illerle bağlantılar, kervan yolları, kervansaray ve hanlar, iktisadi hayatın dinamikleri, el sanatları, üretim ve pazarlama.
5- Zanaatların ve ticaret erbabının bağlı olduğu esnaf teşekkülleri, lonca teşkilatı, ahilik geleneği ve bunun ekonomik düzene ve toplum hayatına etkileri.
6- Adliye teşkilatı, kadılık sistemi, davalar, suçlar ve cezalar.
7- Sağlık politikası, darüşşifa, tabib ve tababet
8- Tarım ve hayvancılık, meralar, yaylalar ve yayla kültürü, üretim-pazarlama yöntemi.
9- Su kaynaklarının kullanımı, sulu tarım.
10- Değirmencilik, dünü, bugünü, alternatif enerji kaynakları.
11- Cehrilik, ekonomideki yeri, katkıları, etkileri.
12- Askeri yapı, kışla, Çorum'da askerlik ve milli savunmaya katkıları.
13- Eğitim politikası, mahalle mektepleri, sübyan okulları, medreseler, okulların müfredat programları, il ve ilçelerdeki belli başlı eğitim kurumları, bunlardan günümüze kadar ayakta kalabilenler.
14- Halkın eğitim düzeyi, kültür seviyesi, kitap ve kütüphaneler.
15- İl çapında yetişmiş ilim adamları, tanınmış kişiler, devlet adamları, bunların hayatları, eserleri, etkileri.
16- İlimizde edebi akımlar, şairler, âşıklar, ünlüler, eserleri, izleri.
17- İlimizde hizmet vermiş tekkeler, dergâhlar, buralarda yetişmiş ve halkın gönlünde taht kurmuş mutasavvıflar ve menkıbeleri. Belli başlı tarikatlar.
18-Tekke, dergâh mimarisi, yönetimi, geçirdiği evreler, son durumu ve günümüze intikal eden yapılar.
19-Vakıflar, vakıfların yönetim biçimi, vakıf arazisi, bağ, bahçe, dükkân, han ve hamamlar, mütevellileri, hizmet sahaları, vakfiyeleri, bugünkü durumları, envanterleri.
20- Dini hayat, cami, mescit sayısı, cemaat durumu, camide verilen hizmetler, müftü, imam, müezzin ve kayyımların nitelikleri, tanınmış din bilginleri, sosyal hayattaki rolleri, ekonomik durumları.
21- Aile yapısı, evlilik, düğün törenleri, gelenek ve görenekleri, buna bağlı folkloru, aile ile çocuk eğitimi ve onların geleceği.
22- Şenlikler, panayırlar, at yarışları, de ve güreşleri, horoz dövüşleri, yağlı güreşler, eğlenceleri, oda ve konaklardaki kültür etkinlikleri.
23- İmece kültürü, etkinlikleri, işlevleri.
24- Yöresel yemekler, ziyafet ve davetler, okuyucular.
25- Bağcılık anlayışı, meşhur bağlar, dünü ve bugünü.
26- Folklorik yapı, gelişim ve değişimi.
Bu alt başlıklar, daha da artırılabilir. Bu ve benzeri konular bilimsel bir anlayışla ve akademik düzeyde ciddi bir biçimde ele alınmalıdır.
Yukarıda da bahsettiğim gibi, şer'iye sicillerinden, vakıf kayıtlarından, Osmanlı arşivlerinden, salname ve fermanlar, çevre illerin tarihi belgelerinden yararlanarak her bir konu bir tez çalışması titizliğiyle incelenmeli ve her konu müstakil bir kitap halinde halka sunulmalıdır.
Bu tür bir çalışmanın bir kişi tarafından yapılmasının güçlüğü, hatta imkânsızlığı ortadadır.
Bu ancak ilimizde yapılacak geniş bir organizasyonla, üniversitelerimizin geniş çaplı katkısıyla mümkündür.
Bu Valiliğin, Özel İdarenin, Belediyenin öncülüğünde birim müdürlüklerinin ve kurumların her birinin kendi tarihi geçmişini hazırlama göreviyle de kısmen yapılabilir.
Ancak akademik çalışma yapılmadan bu da yeterli olmaz. Onun için maddi finansmanı Vilayet ve Belediye ile sivil toplum kuruluşlarınca karşılanmak kaydıyla bu çalışmalar üniversitecilerce yapılmalıdır.
Bu tür çalışmalar şehrimize, ilçelerimize yeni ufuklar açacaktır.
 Çorumlular bu çalışmalara öncülük edeceklere  müteşekkir olacaklar, minnet duyacaklar.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇORUM EĞİTİM TARİHİNE GİRİŞ 1
Çorum'da Cumhuriyet Öncesi Kültür Hayatı Çorum; kendi çapında mütevazı bir Anadolu şehri, tarım kenti. Şehzadelerin kaldığı, askeri birliklerin yerleştiği stratejik bir şehir değil. Bu nedenle Osmanlı Dönemindeki kültür hayatını incelemek oldukça zor!
Cumhuriyetten önceki kültür hayatını incelemek için o dönemdeki kitap, kütüphane, yetişmiş eleman, tahsil durumları ve tanınmış isimleri ciddi araştırmalarla tespit etmek lazım. 
Bu konuda şimdiye kadar köklü bir araştırma yapılmamış. Bu konuda ilk ciddi araştırma "ÇORUMLU ŞAİRLER" adlı kitabı ile Abdullah Ercan'a ait.  Abdullah Ercan, bu kitabında 80 kadar Çorumlu şairden örnekler veriyor. Bunların yetmiş kadarı ya Cumhuriyet öncesi yaşamış, ya da Cumhuriyet öncesi mektep- medrese eğitimiyle yetişmiş kişilerdir.
Şiirlerindeki sanat ve estetik yönü dikkate alındığında o dönemin kültür düzeyi konusunda ipuçları vermektedir.
Abdullah Ercan; " ÇORUMLU ŞAİRLER" adlı eserinin giriş bölümünde Çorumlu iki şairin şiirlerinden örnekler veriyor ve bazı değerlendirmelerde bulunuyor:
Habbezâ insanlığa âlemde bir kândır Çorum,
Mevk-i dil keş ve rânâ yurd-ı insandır Çorum.
Kâmil insan hem münevver rânâ olmuşturmakar
Tarihe baksan serapa dar'ül-irfandır Çorum.
Böyle tanımlıyor Çorum'u Şair Abdulkadir Uslu. İnsanlık kaynağı olgun ve aydın insanlar yurdu, ilim, irfan ocağı diye övüyor, ululuyor Çorum'u.
Bir başka Çorumlu Şair Mehmet Rüştü de:
Şehr-i Çorum Bağ-ı İrem'den nişan
Arzı dürür her tarafı gülistan
Mekan-ı füyuzat memba-ı irfan
Çıkar ondan şuaranın kibarı
Diyerek Çorum'un ince ve duygulu şairler yetiştirdiğini vurguluyor.  Çorumlu eski şairler Çorum'un köklü bir kültür tarihi olduğunu ifade ediyorlar Kitaptaki şairlere bakılırsa XIII. Yüzyıldan itibaren Çorum'da canlı bir kültür hayatı varmış.
Mahmut Selim Gürsel de"ÇORUM 1997" adlı kitabında tanınmış Çorumluları sıralıyor.
Bu isimleri saydığımızda 397 kişinin ya isimleri, ya kitabından, ya da hayat hikâyelerinden kesitler var. Bu sayının büyük bir çoğunluğunun Cumhuriyet öncesi eğitim ve öğretimiyle yetişmiş olması dikkati çekiyor.
Osmanlı Dönemi eğitim konusunda, okuma-yazma seviyesi, ilkokulu bitirenlerin, rüştiye (ortaokul), idadi (lise) mezunlarının, il içinde veya il dışında yüksek öğrenim görenlerin adedi, okullaşma oranı konusunda birkaç "salname" dışında yazılı belgeleri, sağlıklı istatistikler yok. Bu nedenle net ifadelerde bulunmak oldukça zor!
 Osmanlı Döneminde; dört yıllık ilköğretim zorunlu olduğu bilinmektedir. İlköğretim üzerine son dönemlerinde üç yıllık ortaokul, dört yıllık lise eğitimi konmuş ve buda isteğe bağlı bırakılmıştır.
Ancak;  XIX. Yüzyılın sonlarında ve XX. Yüzyılın başlarında Osmanlı büyük çapta savaşlara girdiği için bu eğitim programını taşrada yeterince uygulayamamıştır.
Bu yüzden bu dönem kültür hayatında da çöküşler olacağı muhakkaktır.
Cumhuriyet öncesi kültür hayatını tespit için o dönemdeki kütüphanelere de göz atmak gerekir kanısındayım. Osmanlı Döneminde Çorum il merkezinde üç adet kütüphane bulunmaktadır.
İçindeki kitap sayısı 6708 kadardır. 
Bu sayıların 752 adedi elyazması kitaplardır. Bu kitapların 600 tanesinin yazarı Çorumlu ilim adamlarıdır.
O günün kıt imkânlarına rağmen, bu kadar kitap yazılması ve o kadar kitabın Çorum kütüphanelerinde bulunması, o dönemin kültür düzeyi konusunda bir fikir verecektir.
Söz konusu kütüphanelere geçmişken, Cumhuriyetten önce Çorum kütüphanelerinin durumuna kısaca değinelim:
1903 yılında Çorum merkezindeki kütüphanelerin adı, yeri, kurucusu ve kitap sayısını belirten tablo şöyledir:
 
Kütüphanenin Adı     Yeri        Kurucusu     Kuruluşu Tarihi    Kitap Sayısı
Süleyman Fevzi Paşa  Çöplü Mahallesi  Süleyman Fevzi Paşa  1787    583
Fevziye İrfaniye           Emir Ahmet Hacı  Ahmet                        1896 5955
Hacı Hasan Paşa          Camii Kebir Avl.   Hacı Hasan Paşa       1900 170
 
Bu tabloda o tarihteki kültür hayatı konusunda bir fikir vermektedir.
Bu ve benzer konuların tez çalışmaları şeklinde detaylandırılması, Çorum kültür tarihinin şekillenmesinde önemli yer tutacaktır.
Dilerim bur gün gerçekleşir.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇORUM EĞİTİM TARİHİNE GİRİŞ 2
Eğitim, insanlık tarihi kadar geçmişi olan bir kavramdır. İnsana ve topluma yaşamayı öğreten, birlikte yaşamanın ilkelerini belirleyip, davranışlara aktaran eğitim kişinin bedensel, duygusal, düşünsel ve toplumsal yeteneklerinin, davranışlarının istenilen doğrultuda gelişmesi ya da ona bir takım amaçlana dönük yeni yetenekler, davranışlar, bilgiler kazandırması yönündeki çalışmaların tümüdür.
Eğitim; bireysel bazda kişiyi ilgilendirse bile toplumun şekillenmesinde temel faktördür Her toplum belli bir kültür yapısı üzerine eğitimle geçmişten hız alıp geleceğe umutla bakma arzusunu hayata geçirmek ister.
Eğitim; beşikten mezara kadar sürer Ama öğretim için en uygun zaman diliminin tespiti ayrı bir önem taşır İşte bu, ders araç gereçleriyle belli bir mekânda okuma yazma ve bazı ilimlerin öğretilmesi bazı davranış biçimleniniz kazandırılması amacıyla eğitilmesi gayesiyle yürütülen okul dönemidir. Aynı gaye ile ailede, çevrede, mabet de, sohbet meclisinde yapılan öğretme, öğrenme, bilgi aktarma çalışmalarının tümünü kapsayan bu çabalara yaygın eğitim denilmektedir.
Türk Eğitim Tarihinin ilk dönemlerinde yaygın eğitim ağır basmaktadır.
1075 yılında Danişmendi Melik Ahmet Gazi komutasındaki Türk ordusu tarafından Çorum’un fethedilmesiyle Çorum merkezine ve köylerine çeşitli Türk boyları yerleşmeye başlamıştır. Bu yerleşim yerlerin de cami merkezi özgün eğitimin yanı sıra Orta Asya’dan gelen Alp erenler eliyle yaygın eğitim de sürdürülmüştür.
İslâm dünyasında eğitim, ilk dönemlerde cami ve mescitlerde yapılıyordu.
Osmanlılarda camilerde bir öğretmenin çevresinde öğrenciler halka kurarlardı. Her öğretmenin bir halkası vardı. Halkalar, hocaların adı ile anılırdı. Basılı kitapların bulunmağı o günlerde ders yapılan her caminin yanında bir kütüphane vardı. Buradan öğretmen ye öğrenciler faydalanırdı.
Eğitim ve öğretim, yalnız camilerde yapılmıyordu. Nafi Atıf Kansu’nun Pedagoji Tarihinde de belirttiği gibi, pek çok kez tekkelerde, imarethanelerde, evlerde ve başka yerlerde de ders halkaları kuruluyordu.
Zamanla eğitim-öğretim camii dışına taşmış, cami yakınlarında küçük çocuklar için sübyan okulları gençler için medreseler de sürdürülmüştür. Sübyan okulları ve medreseler, Çorum Eğitim Tarihinde de önemli yer tutar.
Bu konuda ilk belge Evliya Çelebinin Seyahatnamesidir. Evliya Çelebi (1611-1682); 1630 yılında seyahatlerine başlıyor. Bu tarihte Çorum bir sancak olarak Sivas’a bağlı idi. Evliya Çelebi Çorum’a uğradığında 42 mahalle,42 cami olduğunu, bunların en meşhurunun Murat Han Camin (Ulu Cami) olduğunu 7 tane medrese,11 tane sübyan okulu,3 tane tekke bulunduğunu, medreselerin en geniş ve meşhurunun Murat Han Medresesi olduğunu tespit eder Yaşlılardan aldığımız bilgilere göre medresenin kütüphaneleri de vardı En meşhuru Murat Han Medresesi Kütüphanesi idi.
Bu okulların ve medreselerin kuruluşu ile ilgili bazı vakıf kayıtları bilinmektedir. “Çorum Maarif Hayatı’ isimli kitabın yazarı merhum İhsan Sabuncuoğlu bu konuda bazı örnekler veriyor. Burada onlardan birini zikretmekle yetineceğiz:
“Hicri 1004 (1600) tarihli bir vakfiyede Hacı Mehmet kızı Hacı Zehra Hanım, Darül kura ismiyle Çorum’da Sabuncu mahallesinde bir mektep açıyor. Buna sekiz dükkân ve bin dirhem para vakfediyor. Burada okutacak öğretmenlere de günülük beş dirhem verilmesini istiyor.
Selçuklular ve Osmanlılarda eğitim ve öğretim, devlet eliyle değil de vakıflarca yürütülüyordu. Şehirlerdeki zengin ye yöneticiler sübyan okulu, medrese, kütüphane yaptırarak buraların giderlerini karşılamak amacıyla tarla, dükkân, han bağışlayarak vakıflar kurar.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 06

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

SIBYAN(*) MEKTEPLERİ VE MEDRESELER
         Evliya Çelebi Seyahatnamesinden anlaşıldığına göre, 17. Yüzyılda Çorum'da 7 tane medrese,  11 tane sıbyan mektebi vardı.          19. Yüzyılın sonunda Ali İzzet Efendinin yazmış olduğu  “Teskire-i Makamat'a” göre Çorum'da 10 tane sıbyan mektebi, 10 tane de medrese vardı.
Çorum Eğitim Tarihinde önemli yer tutan bu iki kurumu yakından tanımak gerekir kanısındayım.
Sıbyan mektepleri, ilköğretim düzeyinde idi. Bu okullarda Kur'an-ı Kerim ve ilmihal bilgileri öğretilirdi. Prof. Dr. Yahya Akyüz'ün ifadesiyle sıbyan mektepleri, mahalle mekteplerinden daha sistemli idi. Bu mektepler vakıflar yoluyla kurulan külliyelerde ya da mahalle aralarında yapılan muntazam binalarda eğitim, öğretim yaparlardı.
Sıbyan okullarında çocuklar parasız eğitim yaparlardı.  Bazılarında öğrenciler bedava yer içerlerdi. Ayrıca gündelik elbise alırlardı. Hatta senede bir defa geziye götürülürdü.
Sıbyan okulları, çağın en gelişmiş araç ve gereçlerle eğitim yaparlardı. Sınıflarında sıra, öğretmen kürsüsü, karatahta, harita, yer küresi, kalem, mürekkep, hat malzemeleri... Belli başlı araç-gereçlerdi. Devlete yükü yoktu. Giderleri vakıflarca karşılanan medreselerde öğrencilerin barındırılması ve geçimi sağlanıyordu. Bu sistem, medresede okumayı varlıklı ailelerin bir ayrıcılığı olmaktan çıkarmıştı. Böylece fakir çocuklara da yüksek öğretim imkânı sağlanmış oluyordu.
Medreselerdeki eğitim, sınıf sistemine dayanmıyordu. Belli bir kitabın bitirilmesi esasına bağlı idi. Bu da öğretmenine, öğrencisinin yeteneklerine göre değişiyordu. Bir dersten veya bir öğretmenden icazet alan öğrenci, başka bir öğretmenden başka bir derse devam ederdi. Bugün ders geçme sistemi diyebileceğimiz bir sistem vardı.
Osmanlı medreselerindeki eğitim sistemini derinlemesine inceleyen Dr. Cahit Baltacı'nın " XV-XVI. Asırda Osmanlı Medreseleri" adlı eseri takdire şayandır. Tarihi belgelerde de geçtiği gibi medreselerde dini bilgilerin yanı sıra dil, edebiyat, felsefe, mantık, tıp, matematik, tabii ilimler, mühendislik, astronomi gibi bilgiler de veriyordu. Belli bir tahsilden sonra icazet, mülayemet ve beratla ( diploma ile ) gelebilen kimseler, medreselerde öğretim üyesi olabiliyordu.
Medreseler tam bir külliye, bugünkü deyimiyle kampüs idiler. Bu kampüste eğitim yapılan mekânların yanı sıra öğrencilerin barınmaları için yurtlar, temizlik için hamam, araştırmalar için kütüphane, yemek için aşevi gibi sosyal kurumlar vardı.                 
Sıbyan mektepleri ve medreselerin son durumlarını bir başka bölümde ele alacağız.                          
(*) Sıbyan Çocuk
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 07

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

YAYGIN EĞİTİM  
         Yaygın eğitim, cami ve tekkelerde devam ediyordu. Camilerde halkalar halinde fıkıh derslerinin yanı sıra değişik ilimlerle ilgili kitaplar takip edilirdi. Ayrıca vaaz ve nasihatlerle halkı kötülüklerden sakındırıp, iyiliklere yönlendirme biçiminde süren ilahi eğitim; gönüllere yerleştiriliyordu.
Çorum'da ilk âlim, ilk müderris olarak bilinen Sivaslı İsmail Havarinin oğlu Abdülmecit efendi idi. Onu Danişmend Ahmet Gazi Çorum'a getirmişti. Çorum'da ilk örgün eğitim kurumunu kuran bu bilge kişi, aynı zamanda gönül eri, mutavvıftı. Zaten Selçuklu ve Osmanlı dönemi âlimlerinin tasavvufi yönü de genellikle bulunurdu.
Tayyar Anakök'ün "Çorum Tarihi" adlı eserinde belirttiğine göre; Çorum'da Kadiri, Rufai, Nakşibendi, Zeyniyye, Bayra miyye tarikatlarına ait tekkeler vardı.
Evliya Çelebi Seyahatnamesine göre; Çorum'da 17. Asırda sadece 3 tane tekke mevcut idi. Ali İzzet Efendinin "Tezkere-i Makamat"ına göre 17. Yüzyılın sonunda Çorum merkezinde Nakşi, Rufai ve Mevlevi dergahı mevcut idi.
Tekkelerde şeyhe gönülden bağlı müritler, onun nasihatlerini dinler, namaz, oruç, zekât, yardımlaşma, fedakârlık, taat ve itaat, gibi konularda tam bir teslimiyetle yaşayışını İslâm'a uygun hale getirmeye çalışırlardı.
Böylece toplum, iman ve ahlak temeline dayalı şahıslardan oluşur; huzur, güven, barış içinde yaşanırdı. Bu huzur ortamının tesirinde tekkelerin önemli bir yeri olduğunu tarihler bize nakletmekteydi.
Çorum'da Azapahmet Camii yanında restore edilen Mevlevi dergâhından başka, Bekir Baba tekkesi adıyla bilinen Rufai dergahı ise yeni baştan inşa edilirken, Abdibey Şeyhinin dergahı ise Alaybeyi sokakta bulunmaktadır. Bu binanın içinde bulunan mihrap burada bir mescidin de bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Tekke ve zaviyelerin bozulması nedeniyle kapatılmasına kadar Çorum'da da yaygın eğitim kurumları arasında hizmet vermiş olduğu bilinmektedir.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 08

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

MESLEKİ EĞİTİM VE AHİLİK TEŞKİLATI
         Osmanlı'da mesleki eğitim "Lonca" teşkilatı ile yürütülüyordu. 13. Asırda ilk defa Kırşehir' de kurulan Ahilik ve Lonca teşkilatlarıyla iş başında meslek eğitimi, esnaf ve zanaatkârların yetiştirilmesi, iş ahlakı ve iş barışının sağlanması gibi erdemli amaçlar gerçekleştirmeye çalışılıyordu. İslâm eğitimi, temizlik, cömertlik, başkalarına iyilik yapma, kanaatkâr olma gibi erdemler, öğretim süresi içinde yapılan törenlerle çırak ve kalfalara kazandırılmaya çalışılıyordu.
Esnaf ve zanaatkârların yetiştirilmesi konusunda kendi iç disiplini ile faaliyet gösteren Ahilik teşkilatı bir yaygın eğitim kurumu olarak aynı asırlarda Çorum'da da faaliyet göstermiştir.
Demirci, doğramacı, marangoz, kunduracı esnafının ayrı ayrı teşkilatı vardı. Esnaf birliğinin başında "Şeyh" tabir edilen reis bulunmakta idi. Bunlardan sonra "Yiğitbaşı","Esnaf Kâhyası" ve üçüncü derecede bir de "İşçi Başı" vardı.
Herhangi bir sınıf sanatkârlar içinde ortaya çıkan anlaşmazlığı şeyhler hallederdi. Yiğitbaşı, esnaf kâhyaları verilen kararları uygulardı.
Esnaf teşekkülleri Ramazan, Kurban bayram namazlarından sonra ve Recep ayının ilk akşamı namazı müteakip toplanırdı. Şeyh tarafından o birliğin kazancı için dua ederdi. Nazmi Tuğrul'un yazmış olduğu "Çorum Tarihi ve Coğrafyası" adlı eserinde bu teşkilatın faaliyetleri ile ilgili bilgiler mevcuttur. Nazmi Tuğrul'un belirttiği gibi bu teşkilatlar, esnaf arasında sıkı dayanışmayı temin ederdi.
Çorum'a dışarıdan gelen bir tüccar, alacağını zamanında tahsil edemezse yiğitbaşına müracaat ederdi. Yiğitbaşı, onun alacağını tahsil ederdi. Bir tüccar karaborsacılık yaparsa yiğitbaşı tarafından cezalandırılır, hatta dükkânını birkaç gün kapatma cezası verirdi. Her hangi bir esnafın yolsuz bir hareketi görüldüğünde şeyh ve kâhyalar toplanıp konuyu görüşür, karara bağlarlardı. Loncanın en müthiş kararı, birlik törenine riayet etmeyen sanatkârları boykot etmesidir. Boykot edilen esnaftan hiçbir kimse alış-veriş etmezdi. O da memleketi terke mecbur olurdu.
Lonca kararlarına önem vermeyenler için bu gün Tabakhane'nin bulunduğu yerde medfun Ahi Evran Sultanın mezarında o adam için bed dua edilirdi. Yine Nazmi Tuğrul'un "Çorum Tarihi ve Coğrafyası" adlı eserinde "Bu teşkilatın meseleleri aralarında halletmelerinden dolayı kadıların (hâkimlerin) işsiz kaldıkları" nakledilmektedir.
Bugün Çorum'da birçok iş kolunda Ahilik gelenek ve görenek törenlerine, Cuma namazından sonra ya da mübarek günlerde yapılan dualara rastlanıl maktadır. Bu sistem, günümüzdeki modern çıraklık eğitime temel teşkil etmiştir.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 09

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇORUM'DAKİ SON MEDRESELER
Osmanlının son döneminde medreseler, kendi haline terk etmiş olarak eğitim ve öğretime devam ediyordu. 
3 Mart 1924 tarih ve 430  sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabulü ile üniversite dışındaki  eğitim kurumları ve  üniversite dışındaki  eğitim kurumları ve bu arada özel vakıflara, Şer'iye ve Efkaf  Vakaletine bağlı  tüm medrese ve okullar Milli Eğitim  Bakanlığına devredilerek medreseler kapatıldı.
Çorum'daki son medreseler, bulundukları yerler, hocası, kurucusu ve öğrenci adedi aşağıda gösterilmiştir.

Tayyar Anakök "Çorum tarihi" adlı basılı olmayan kitabında bu büyük medreselerden başka Hacı Recep Mahallesinde Fevzi İrfaniye, Ahmet Remzi Bey, Hafız Paşa ve Alaybey Medreselerini, Hıdırlık mahallesinde Hulusi Bey ve Hacı Hasan Medreselerini, Şerife Hatun mahallesinde Abdullah Medresesini ve Şerife Hatun Medresesini zikretmektedir.

Son medreselerin en meşhur müderrisleri (öğretim üyeleri) şunlardır: Seydimzade Hacı İsmail Hakkı Efendi, Ölçekzade Hasan Efendi, Mansurzade Ömer Efendi, Kürt Hacı Mustafa Efendi, Kara Müftü Tahir Efendi, Üvez Vehbi Efendi, Karaaslızade Abdurrahman  Efendi, Enbiyazade Mehmet Efendi, Tekkeli Hocazade İbrahim Efendi....

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 10

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇORUM'DA İMAM HATİP OKULUNUN AÇILIŞ GÜNLERİ 
Din, insanlık tarihi ile başlar. Onu ilk anlatan insan, ilk peygamber Hazreti Adem idi.
İlk insandan günümüze kadar sosyal bir kurum olarak din olgusu süre gelmiştir. Tarihîn hiç bir döneminde dinsiz bir millet olmamıştır.
Din olgusunu; hurafeden, batıl inançtan arındırıp toplumda yaşatmaya çalışan insanlara sürekli ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyacı 1951 yılında zamanın Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri şöyle dile getirmişti:
"İmam-Hatip okullarının açılması zaruretine kaniiyiz. Çünkü Türk Milletine hitap edecek olgun, kültürlü hatip ve imamların yetişmesini arzu ediyoruz."
         Bu temel yaklaşım sonucu 13 Ekim 1951 tarih ve 601 sayılı Müdürler Komisyonu kararı ile açılacak okulun adı " İmam Hatip Okulu" olarak belirlendi. İlk yılında Adana, Isparta, İstanbul, Kayseri, Konya ve Maraş'ta öğretime başladı.
İmam Hatip Okullarının açılışını arzu eden, maddi ve manevi desteği ile devamlı bu okullara sahip çıkan halkımız, yurdun her köşe sinden din eğitimi isteğiyle merkezî hükümete başvurmaya başladılar.
Aynı heyecan Çorum halkını da sardı. Şehrin eşrafından bazıları, Çorum'da da bir imam Hatip Okulu açılması için bir araya geldiler. Elli bir üyesi olan bir dernek kurdular. Kurucuları arasında; Nurettin Hacı İsmailoğlu, Rıza Peker, Mehmet Şahinci, Ahmet Şamlı, Ahmet Tütüncü, İhsan Sabuncuoğlu, Şevki Demirer, Hüseyin Kaynak, Hilmi Kadiroğlu,  Ömer Kadife, Mehmet Kuşçu, İsmail Bezgin, Nuri Bilal gibi tanınmış isimler de vardı. Yönetim Kurulu Başkanlığına Çorum Noteri merhum İhsan Sabuncuoğlu'nu getirdiler. Başkan Yardımcılığına Müftü Tevfik Ergun, Muhasipliğe Evkaf Memuru Mehmet Ergun, Veznedarlığa Ahmet Tütüncü, Katipliğe Arslan Bayburtlu seçildiler.
Bakanlık; dernekten yeni yapılacak bina için 250.000 liranın bankada bloke edilmesini, yapılacak arsanın tapu senedini ister. Çorumlular, bu isteklerin hepsini yerine getirirler. Tüccarlardan Mehmet Kuşçu ve İsmail Bezgin 250.000 liralık banka blokesini teminat mektubu ile garanti ederler.  Gerekli tüm evrakı tamamlayıp Bakanlığa başvururlar.
İmam Hatip Okulu Kurma ve Koruma Derneğinin 28 Şubat 1953 tarihli kongresinde alınan karar gereğince Divan Başkanı İsmail Bezgin, Milli Eğitim Bakanına bir telgraf çeker: "Bugün toplanan Genel Kurulumuz, siz sayın vekilimize saygılarımın arzına ve Çorum da açılacağını vaat buyurduğunuz İmam Hatip Okulunun ilk fırsatta açılması hususunda yüksek himmetlerinizi tekrar istirhama ittifakla karar verilmiştir.”
Bütün bu iltifatlara rağmen girişimlere Bakanlık olumlu cevap vermiyordu. Bunun üzerine 1953 yılı yazında 40 kişilik bir heyet Ankara'ya gitti. Zamanın Çorum Milletvekilleri; Ahmet Başıbüyük ve Hüseyin Ortakçı'nın da öncülüğünde önce Başvekil Adnan Menderes'le görüştüler. Okulun açılması için gereken sözü aldılar. Sonra Milli Eğitim Bakanı Rıfkı Salim Burçak'la 24 Temmuz 1953'de ilk görüşme ger çekleşti. Ama Bakan, müracaatılar sona erdi, açılacak okul sayısı tamamlandı. Diyerek bütün çalışmaları boşa çıkaracak bir cevap vermiş oldu.
Çorum heyeti, hemen pes etmek niyetinde değildi. Bakandan olumsuz cevap alan heyet, Başbakan Adnan Menderes'le tekrar görüşmek istediler. Günlerce Başbakanlık binası önünde beklediler.
Zamanın iktidar partisinin İl Başkanı Hilmi Kadiroğlu, Çorum İmam Hatip O kulunun açılmasında kararlı idi. Bakanın tavrını içine sindirememiş ve heyete:
"Siz Çorum'a dönün. Ben Menderes'le görüşeceğim" diyerek onlara, Ankara'da bin bir sıkıntı ile uzun süre kalamayacaklarını anlatmıştı. Heyet Çorum'a döndü.
Çorum halkı müjde beklerken, buruk bir haberle sarsıldı. Ama umudunu yitirmedi. Çünkü Hilmi Kadiroğlu, Başvekille görüşecekti.
Hilmi Kadiroğlu, Başvekilin yurt dışı gezisi için hava alanına gideceğini öğrendi. Ondan önce hava alanına vardı. Uçağa yanaşırken Başvekilin tam karşısında belirdi. Adnan Menderes onu görüp:
"Daha Çorum'a gitmedin mi?" deyince Hilmi Kadiroğlu:   "Ben   Çorum'a gidemem ki.. Gidersem halk beni protesto eder."  Diyerek Bakan tarafından geri çevrilen dilekçeyi Başbakana gösterdi.  Merhum Adnan Menderes, cebinden bir kart çıkartarak:
"Çorum'da bu eğitim yılında bir İmam Hatip Okulu açılacaktır" ibaresini yazıp imzalayıp İl Başkanı Hilmi Kadiroğlu'na verdi.
Hilmi Kadiroğlu, bu emri Milli Eğitim Bakanına götürdü. Bakanın söyleyecek bir sözü kalmamıştı. Çorum İmam Hatip Okulunun açılması için gerekli emir ve izin yazısını verdi. 31 Temmuz 1953 tarihli bu yazı ile Çorum'da İmam Hatip Okulunun açılışı gerçekleşmiş oldu.
Haber Çorum'da büyük bir sevinçle karşılandı. Halk, yine ezan okuyacak, Kur'an-ı Kerim okuyacak, imamlık yapabilecek, İslâm'a hizmet edecek, mihrabı, minberi, kürsüyü yeniden şenlendirecek gençlerin yetişeceği okullar açılıyor diye sevinç gözyaşları döküyordu.         O günleri hatıralarında dile getiren Prof. Dr. Hayrettin Karaman hocamız şunları anlatıyor:
" Çorum pazarı, Çarşamba günüdür. Bir tellâl pazarda:
- Ey ahali! Duyduk, duymadık demeyin diye başlar, bir şeyi ilan ederdi. Yanında bir iki çocuk, bazen de daha iyi anlamaya çalışan birkaç yaşlı bulunurdu. O gün çok kalabalık bir cemaat, tellâlla beraber yürüyor. Ezan-ı Muhammedî'nin ilan edildiği güne benzer yürüyor. Ezan-ı Muhammedî'nin ilan edildiği güne benzer bir heyecan var. O heyecan içinde İmam Hatip mekteplerinin açılacağını ilan ediyor. Bu işi kendiliğinden yapıyor. Ona bir makam ‘ilan et‘ dememiş. Allah rahmet eylesin, tellâl Hüseyin abi idi. İnsanlar, defaatle ilanı dinliyor. Her dinleyişte ayrı bir zevk alıyorlar ve                      ‘Elhamdülillah’ diyorlar, onunla birlikte dolaşıyorlar. Bu zevki ailemde işitip tatsın diye koşa koşa doğru eve gittim. Onlara müjdeledim. Tabii dünyalar bizim oldu. Bu mektebin ilk öğrencilerden biri olmaya niyet ettik.” (H.Karaman. Türkiye'de İslâmlaşma ve önündeki engeller. 75.s.)
Çorum'da İmam Hatip Okulunun açılış haberinin yayılmasından sonra 4 Ağustos 1953 tarihinde İmam Hatip Okulu Kurma ve Koruma Derneği Başkanı merhum İhsan Sabuncuoğlu, Başvekil Adnan Menderes'e ve Maarif Vekili Rıfkı Salim Burçak'a teşekkür telgrafı çekti.
Velipaşa Caminin karşısında Laçinli Paşa tarafından tahsis edilen iki katlı mütevazı konakta, 5 Ekim 1953 tarihinde yapılan bir törenle İmam Hatip Okulu, fiilen açıldı. Vali Rüştü Ülgen'in açılış kurdelesini keserken yaptığı konuşma, tarihi bir mesaj niteliğinde idi:
"Bu ilim ve irfan ocağı, memlekete hayırlı olsun ve feyzinden memlekete nurlar saçılsın"
Vali Rüştü Ülgen'in bu temennisini, Çorum basını, sevinç ve coşkuyla verdi:
"Sayın valimiz, bu hitabıyla hepimizin kalbinde olan temennilere tercüman oluşu, Vilayetimize teşrifi gününden beri kendilerini bir uğur saymaklığımızda aldanmamış olduğumuza olan inancımız kuvvetlendirmiştir." (Yeni Çorum Gazetesi 7.10.1953)
Çorum İmam Hatip Okulunun açılışını müteakip Müdür olarak atanıp,15 Ekim 1953'de göreve başlayan merhum Necmi Şamlı hocamız o günleri şöyle anlatıyor:
"İmam Hatip Okulunun açılışında, bu gün olduğu gibi kontenjan uygulaması vardı. Verilen kontenjan 50 kişi idi. Okul binası Velipaşa Caminin karşısında iki katlı, altı odalı bir bina idi. Sıralar, derleme idi. Harman zamanı köylere çıkıp yardım topladı. Eksiklikler, peyderpey giderilmeye başladı. Ayrıca hemen yeni binanın inşaatına başlamak gerekiyordu. Bu gün okulun üzerinde bulunduğu arsa, (Mahmut Hoşgör'den satın alınmıştı) imar planında yeşil saha idi. Bunun düzeltilmesi gerekiyordu. O yüzden 1954 yazı, yardım toplama ve arsanın durumunu değiştirme çabaları ile geçti. Bunlar da düzeltildi...."
"Karşılaşılan diğer güçlük ise öğretmen sorunu idi. Okulun kültür derslerine liseden öğretmenler geliyordu. Meslek dersleri öğretmenleri de müftü (Arapça), Murad-ı Rabi Cami İmamı (Kur'an), ilkokul öğretmenleri (Siyer, din dersi) gibi elemanlar kapatıyordu.”
Bu şartlar altında öğretime başlayan Çorum İmam Hatip Okulunun ilk öğrencilerinden birçokları, halkımızın teveccühünü kazanmış kişilerdir. Bunlardan bazılarını saymayı tarihi bir görev sayıyorum:
Mustafa Ahıskalı (Vaiz), Prof. Dr. Ahmet Lütfü Kazancı(Bursa İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi)  Fikret  Güven (Merkez Valisi), Yılmaz Yapar (Albayrak İlkokulu Müdürlüğünden emekli), Ahmet Özken (İmam), Nurettin  Yaz (Öğretmen), Nurettin Eftekin (Öğretmen), Abdulkadir Ozulu (Anadolu Lisesi Müdürlüğünden Emekli), Naim Arınık (Müftü), Prof. Dr. Emrullah Yüksel (Erzurum İlahiyat Fakültesi Öğretim  Üyesi), Ahmet Usta (Samsun İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ), Mehmet İlnan (Müftü), Mehmet Yaşar Şahin (Avukat-Öğretmen), Ahmet Kış (Sanayici-Tüccar)
1998 - 1999 öğretim yılı sonu itibarıyla orta kısımdan 8648, Lise kısmından 4760 öğrenci mezun olmuş olacak olan Çorum İmam Hatip lisesinin açılışı, böylesine tarihi bir nitelik taşımaktadır.
Çorum İmam Hatip Lisesinin Açılmasında, gelişip yaşatılmasında emeği geçen devlet adamlarımızdan, dernek yöneticilerine, fedakâr öğretmenlerinden vefakâr öğrencilerine kadar hepsine minnet ve şükranlarımızı sunmayı bir vicdan borcu saymaktayız.
 
ÇORUM İMAM HATİP LİSESİ İSTATİSTİK VERİSİ
ÖĞRETİM YILI    KIZ    ERKEK        TOPLAM
1953-1954             -            39                39
1959-1960             -         200                    200        
1969-1970             69     1148                  1217
1979-1980           253     1558                   1811
1989-1990           641     1592                  2233
1991-1992           844     2169                  3013
1996-1997         1686     2862                  4548
1997-1998           993     1200                  2193
 
NOT: 1991-1992 öğretim yılında Anadolu İmam Hatip Lisesi Açılmış olduğu için bu tarihten itibaren A. İ. H. Lisesi öğrenci sayıları eklenmiştir.
Eğitim, insanlık tarihi kadar geçmişi olan bir kavramdır. İnsana ve topluma yaşamayı öğreten, birlikte yaşamanın ilkelerini belirleyip, davranışlara aktaran eğitim kişinin bedensel, duygusal, düşünsel ve toplumsal yeteneklerinin, davranışlarının istenilen doğrultuda gelişmesi ya da ona bir takım amaçlana dönük yeni yetenekler, davranışlar, bilgiler kazandırması yönündeki çalışmaların tümüdür.
Eğitim; bireysel bazda kişiyi ilgilendirse bile toplumun şekillenmesinde temel faktördür Her toplum belli bir kültür yapısı üzerine eğitimle geçmişten hız alıp geleceğe umutla bakma arzusunu hayata geçirmek ister.
Eğitim; beşikten mezara kadar sürer Ama öğretim içinden uygun zaman diliminin tespiti ayrı bir önem taşır İşte bu, ders araç gereçleriyle belli bir mekânda okuma yazma ve bazı ilimlerin öğretilmesi bazı davranış biçimleniniz kazandırılması amacıyla eğitilmesi gayesiyle yürütülen okul dönemidir. Aynı gaye ile ailede, çevrede, mabet de, sohbet meclisinde yapılan öğretme, öğrenme, bilgi aktarma çalışmalarının tümünü kapsayan bu çabalara yaygın eğitim denilmektedir.
Türk Eğitim Tarihinin ilk dönemlerinde yaygın eğitim ağır basmaktadır.
1075 yılında Danişmendi Melik Ahmet Gazi komutasındaki Türk ordusu tarafından Çorum’un fethedilmesiyle Çorum merkezine ve köylerine çeşitli Türk boyları yerleşmeye başlamıştır. Bu yerleşim yerlerin de cami merkezi özgün eğitimin yanı sıra Orta Asya’dan gelen Alp erenler eliyle yaygın eğitim de sürdürülmüştür.
İslâm dünyasında eğitim, ilk dönemlerde cami ve mescitlerde yapılıyordu. Osmanlılarda camilerde bir öğretmenin çevresinde öğrenciler halka kurarlardı. Her öğretmenin bir halkası vardı. Halkalar, hocaların adı ile anılırdı. Basılı kitapların bulunmağı o günlerde ders yapılan her caminin yanında bir kütüphane vardı. Buradan öğretmen ye öğrenciler faydalanırdı.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

11

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR HALK İNANIŞI: HIDIRELLEZ
Hıdırellez; Hızır ve İlyas A.S.'in buluştuklarına inanılan Miladi 6 Mayıs, Rumi 23 Nisana rastlayan güne verilen özel addır. Söz konusu tarihte Hızır İle  İlyas A.S.'in buluşup sohbet ettiklerine ve o gün bolluk ve bereketin yer yüzüne indiğine dair halk inancının bulunuşunu sembolize ettiği için, Hızır-İlyas (Hıdırellez) günü  yüzyıllardır şenliklerle kutlanır. Konunun folklorik boyutu böyledir.
Kur'an-ı Kerim'de bir Peygamber olan İlyas A.S.  için sadece "Salih Kul" diye bir ifade kullanılır.  Hızır A.S. ile Musa A.S.'in birlikteliğinden söz edildiği halde, Hızır A.S. ile İlyas'ın birlikteliğinden hiç bahsedilmemektedir. Hz. Muhammed S.A.V.'in hadislerinde de böyle bir anlatım yoktur. Ancak; Taberi tarihin de ve İbn-i Esir'in el-Kamil adlı eserlerinde eski Arap kültüründe Hızır A.S. ile İlyas A.S.' ın her yıl Hac mevsiminde buluştuklarına dair bir inancın bulunduğu yazılıdır.
Aslında bu inanış; sadece Arap kültüründe değil, değişik adlarla Hıristiyan, Yahudi ve İslâm öncesi Türk kültüründe de bulunmaktadır.
Bu konuda araştırma yapan Ahmet Yaşar Ocak, Yesevi Tarikatı mensuplarının Bu hara ve Semerkant'da "Hızır-İlyas Şenlikleri",  Karakoyunlu Türkmenlerinin "Hızır Nebi Bayramı" adıyla Hıdırellez kutladıklarını, Osmanlılar döneminde "Hıdırellez eğlencelerinin" içkili, çalgılı ve çengili bir hal alması üzerine Devlet müdahalesi ile karşılandığını ve bu çevrede hemşerimiz Şeyhülislam Ebussuud Efendinin böyle bir günün kutsallığına inanmak şartıyla işretsiz olarak eğlenilmesinin sakıncalı olmadığına dair fetva vermesini ayrıntılarıyla anlatır.
Hıdırellez inancının Bizans Hıristiyanlarının bereket ve yeşilliğin sembolü olan Aziz Yorgi (Aya Yorgi) adına düzenlenen şenliklerle aynı tarihe denk düşüşünü, bu tarihin dünyada yazın başlangıcı olarak kutlanmış olduğunun delili sayar.
Hızır-İlyas terkibinde yer alan Hızır A. S.'ın gerçek adı konusunda farklı görüşler vardır. Ancak;"yeşil-yeşillik"  anlamına  gelen bu kelimenin isim değil, künye olduğu konusunda görüş birliği  bulunmaktadır. 
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa A.S. ile buluşan Hızır A. S. Ledün ilmine sahip oluşu, mutasavvıflar tarafından onun mistik yönü üzerine yorum yapılmasına yol açmıştır. Bu yüzden onun ölmediğine, kıyamete kadar ömrünün uzatıldığı gibi batıl bir inanç halk arasında yerleşmiştir. Bu inanış o  kadar ileri olduğu ve Peygamberin elçisi olarak Enes'in kendisiyle görüştüğünü, Resülullah vefat ettiği zaman gelip Ehl-i Beyte  taziyede  bulunduğu, Ömer b. Abdülaziz, İbrahim Ethem, Bişir el-Hafi, Maruf-u Kehri, Cüneyd-i  Bağdadi  ve  Muhyiddin İbn-i Arabi gibi mutasavvıflarla görüştüğünü, Hızır A.S.'ın denizlerde ve İlyas A.S.  karada yaşadığı, her yıl arefe günü Arafat'ta buluştukları... iddia edilir olmuştur. Ancak Sadettin Konevi gibi bazı alimler; Hızır A.S.'ın kıyamete kadar yaşayan bir kişi olamayacağını, Hızır A.S.'ı gördüğünü söyleyen kişilerin gerçekte onun bazı özelliklerinin tecellisiyle karşılaştıklarını açıklamışlardır.
Başta Buhari, İbrahim el-Harbi, Ebu Hayyam el-Endülüsi, Ebu-l Ferec İbnu'l-Cevzi, Muhammed Abdurrauf, Takıyyüd-din İbn-i Teymiyye ve Suhuti olmak üzere Hızır A.S.'ın hayatta olmadığını söylemiş ve onun da "Her nefis ölümü tadacaktır  (Enbiye - 35) Ayetinin hükmü gereğince öldüğünü açıkça belirtmişlerdir. 
Son devir âlimlerinden Mahmut Alusi, İbn-i Kayyım el-Cevziye, Türk ilim adamlarından Prof. Kamil Miras, Muhammed Hamdi Yazır da Hızır A.S.'ın Hz. Musa A.S. zamanında yaşamış ve vefat etmiş olduğunu söylerler.  İslâm inanışında durum böyle olmasına rağmen, geniş bir coğrafyadaki halk inanışı farklıdır.  Buna göre Hızır A.S. "Hıdırellez" denilen Mayısın altıncı gününde rastlanılacağına inanılır.
Hızır A.S. ile İlyas A.S. Her sene bir defa bu günde buluşurlar. Bugün halk, Hızır A.S.'ı görmek için genellikle bir yerde toplanır, baharın yeşilliğinde ona rastlanacağına inanılır.  Onun için bu güne Hıdırellez, Hızır A. S.'ın göründüğüne inanılan bu yerlere de "Hıdırlık" adı verilir. Bütün İslâm âleminde olduğu gibi Anadolu’da "Hıdırlık" ve "Hızır " adını alan pek çok cami, tekke, ziyaret yeri, türbe, mezarlık, dağ, mesire yeri, akarsu ve köy vardır. Hızır A.S.'ın uğradığına inanılan bazı şehir, kale ve cami kapılarına "Hızır Kapısı" denilmiştir. 
Hıdırellez şenlikleri genellikle köy, kasaba ve şehirlerde dere kenarlarında ve yeşillik bir mekânda toplu halde yapılır. Bir türbe kenarında olması tercih edilir. Çorum' da Hıdırlık, Osmancık'ta Koyun Baba, Mecitözü yöresinde Elvan Çelebi gibi mekânların seçilişi bu halk inancının eseridir.
Halk inanışlarına göre Hızır A.S. Genellikle aksakallı, nurani yüzlü, uzun boylu, merhametli, tatlı dilli ve cana yakın bir insandır.  Bazen de yoksul, üstü başı dağınık, elbisesi kirli, kendisi hasta, zayıf ve aciz kimsedir. Böyle perişan bir kişiliğe bürünerek yardım bile isteyebilir.  "Her geceyi Kadir bil, her gördüğünü Hızır bil"  sözü bu inanışın eseridir. Bu durumda ona yardım edenlere dua edince bunların malları ve servetleri bereketlenir, sağlıklı bir hayat yaşarlar.  Onu aşağılayıp bedduasını alanlar ise perişan olurlar. Ayrıca; Hızır A.S. darda kalan insanların imdadına yetişerek onları sıkıntıdan kurtarır. "Hızır gibi imdada yetişmek" gibi deyimler bu inançla ilgilidir. Hızır A.S.'ın hastalar şifa verdiğine, elini dokunduğu her şeye bereket getirdiğine inanılır.  Bu nedenle Hıdırellez günü evlerindeki yiyecek ve içeceklerin ağzının açık bırakılması, ambarların açılması, dileklerin yazılarak gül ağacının dibine konulması, dilediği şeyin maketinin yapılarak pencere önlerine yerleştirilmesi, genç kızların gül dibine yüzük atması... gibi gelenekler Dede Korkut hikayelerinden beri edebiyatımıza konu olmuştur. Geleneklerimize yerleşen bu batıl inançlardan hareket eden Musahipzade Celal Bey,"Eski İstanbul Yaşayışları"   adlı eserinde Hıdırellezi yabancıların Noel Babalarına benzetmiş ve iğneli bir espiri ile konuya girmiştir: "Yabancıların Noel Babasına benzetebileceğimiz bizim de bir babamız vardır. Adına Hızır Baba (Hızır-İlyas)  deriz. Noel Baba, kışın kar yağarken gelir.  Kırmızı mantosu, püsküllü külahı, beyaz sakalıyla bacalardan odalara girer, çocuklara hediyeler getirir. Bizim Hızır, İlyas babamız ise baharın müjdecisidir. Pembeli, sarıklı, allı morlu bahar çiçeklerinden örülmüş cüppesi vardır. Al renkli külahına sardığı baharın çimenleri gibi zümrüt yeşili sarığının ucu, nurlu yüzünü, aksakalını okşar. Hıdırellezin kırmızı pabuçlarının bastığı yerlerde renk çiçekler açar. Elindeki değneğin değdiği yerlerde bolluk, bereket olur...”
Mayıs ayının beşinci gününü altıncıya bağlayan gece, güneşin Ülker Burcuna girdiği bir zaman parçasıdır baharın ve yazın başlangıcıdır. Bu tarih, değişik milletlerde, değişik adlarla bahar bayramı olarak kutlanır. Şenlikler yapılır, eğlenceler düzenlenir.  Yeşil çimenler üzerinde yılın ilk pikniği yapılır. İşin içine dini boyut katılması, ilgiyi artırmaktan öte bir anlam taşımaktadır. Hıdırellez; dini temellere dayandırılmak istense de aslında halk inanışının bir ürünüdür. Baharın başlangıcı, bereket umudu, yeşilin müjdecisidir. Anadolu'da da bu duygularla kutlanır.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 12

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

GENEL TURİZM POLİTİKASI VE ÇORUM'DA İNANÇ TURİZMİ
Turizm, farklı amaçlarla da olsa insanların sürekli yaşadıkları yerlerden başka yerlere seyahat etmeleriyle ortaya çıkan yatay hareketliliktir.
Turizme iş, mekân, spor, tedavi, dost ve akraba ziyareti, bilimsel toplantılar gibi belli amaçlara yönelik seyahatler de önemli yer tutar.
Turizm sosyo-kültürel yönünden başka tüketimi artırıcı, üretimi teşvik edici boyutu da önemlidir. Bu yönüyle turizm, bacasız endüstri olarak da adlandırılır.
Turizmin ödemeler dengesine, ticaret hacmine, devlet gelirlerinin artırılmasına, sektörel bazda istihdamın gelişmesine, alt yapı yatırımlarının tamamlanmasını zorunlu kılmasına, turistik eşya üretimini teşvik etmesine, genel olarak milli gelirin artmasına etkileri herkesçe bilinmektedir.
İdeolojik ve eğlence amaçlı turizmin milli kültür ve genel ahlak için bir tehdit oluşturduğu da gerçektir. Ama bu, alınacak önlemlerle aşılabilir.
Günümüzde dünya ülkeleri turizm gelirini artırabilmek için gerekli üst yapı yatırımları ve yan tedbirleri hızla alınmaya çalışmaktadırlar. 200 yılı verilerine göre Fransa 47.5 milyon, İspanya 48.5 milyon, İtalya 44.1 milyon turist celp etmekle dünyada ilk üç sırayı paylaşmışlardır. Türkiye ise,10 milyon civarında yabancı turist gelmiştir. Türkiye'nin bundan sağlamış olduğu döviz 8 milyar civarındadır.
Çorum'a gelen turistlerin büyük çoğunluğunu, ören yerlerini ziyaret amacıyla gelen yabancı turistler teşkil etmektedir.
Bunlar: Boğazköy, Alacahöyük ve Ortaköy Şapinuva'daki Hititler dönemine ait ören yerlerini gezip aynı gün oradan ayrılmaktadırlar.
Bu bölgelerde turistler için konaklama tesisleri bulunmamaktadır. Yemek yiyebilecekleri lokantalar yok denilecek durumdadır. Turistik eşya satış yerleri bile yoktur. Yerli yabancı turistler, tuvalet ihtiyacını bile karşılayacak yer bulma konusunda şikâyetçidirler.
Bu şartlar altında, dünyada tek merkez konumunda olan Çorum, yabancı turistlerden hiçbir gelir sağlayamamaktadır. Şehir içindeki birkaç otel de bu konuyu ciddi girişimlerde bulunarak buradan rant sağlamayı düşünmemiş olsalar gerek.
Çorum'un ören yeri turizmden başka iç turizme yönelik şahane yaylaları ve mesire yerleri vardır. Kargı'daki Eğinönü ve Abdullah yaylaları, Bayat ilçemizdeki Kunduzlu ve Kuşçaçimeni yaylası, İskilip yakınlarındaki Elmabeli, Beşoluk ve Çiçekli yaylaları temiz havası ve otantik evleriyle tam bir dinlenme mekânıdır.
Çorum çevresindeki çamlıklar, Çatak Tabiat Parkı da önemli mesire yerlerimizdendir.
Kapalı spor salonumuz sayesinde bazı milli maçların Çorum'da yapılmasıyla spor turizminden kısmen yararlanabildiğimiz halde, kaplıca turizminden yeterince faydalandığımız söylenemez.
Çorum'un turizm alt yapısında merkez ve ilçelerde yer alan dini yapı ve mekânlar önemli yer tutar.
Çorum'a gelen yerli ve yabancı turistler merkezde Ulu Cami, Hıdırlık Cami, Han Cami, Kubbeli Cami, Velipaşa Cami ve Ulu Camiin küçük maketi durumundaki Kulaksız camiini inceler. İskilip'te Ulu Cami, Şeyh Muhittin Yavsi Cami, Alaca'da Altıntaş Köyü Cami, Mecitözü'nde Elvan Çelebi Cami, Osmancık'da Koca Mehmet Paşa Cami (İmaret Cami), Sungurlu'da Ulu Cami önemli tarihi camilerdir.
Çorum'a İNANÇ TURİZMİ nedeniyle gelen insanlar,bu tarihi camilerin yanı sıra tanınmış ulu kişilerin ve sahabelerin türbelerini de ziyaret ederler. Bu bağlamda Hıdırlık Mevki en önemli yeri işgal etmektedir.
Hıdırlık Cami çatısı altında Hz. Muhammed (S.A.V.) arkadaşlarından Suheyb-i Rumi ve Ubeyd Gazi'nin türbeleri, camiye yakın yerde Amr b. Madikerep (Kerep Gazi)'nin makamları, Cankara meydanında bir evin avlusunda Sa'd b. Ebu Vakkas'ın türbeleri ile Hıdırlıktaki on dokuzuncu yüzyıl âlimlerinden Yusuf Bahri'nin kabirleri sürekli ziyaret edilen yerlerdir!
Osmancık'ta Koyun Baba Türbesi, Alaca'da Hüseyin Gazi Türbesi, Mecitözünde Elvan Çelebi Türbesi, Oğuzlar'da Karadonlu Can Baba Türbesi önemli ziyaret mahalleridir.
Çorum turizminin sadece ören yeri turizminden ibaret saymamak gerek. Tarihi cami ve türbelerinde önemli turistik mekânlar olduğu dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede, Çorum'u tanıtan broşürlerde inanç turizmini ön plana çıkaracak öğelere yer verilmeli veya bu konuda müstakil broşürler hazırlatılmalıdır. Ayrıca bu mekânların çevre düzenlemeleri, temizlik ve bakımları da yeni baştan ele alınmalıdır.
 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 13

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

FUAR VE FESTİVAL
Çorum; coğrafi konum ve tarihi süreç yönünden incelendiğinde görüleceği gibi harp- darptan uzak, emin bir belde olarak hep ticaret yollarının kesiştiği noktada yer almıştır. Hitit, Bizans, Selçuklu dönemlerinde hep böyle olmuştur.
Selçuklu kaynaklarında Nikonya diye geçen Çorum'un batılı kaynaklarda Eukhaita isminde söz edilir. O dönemlerde Aziz Thedoreus'u anma günleri ve diğer önemli günlerde bu kentte fuar ve panayırlar kurulmuştur.  Bu sayede burası büyük ölçekli bir ticaret merkezi olmuştur. Çorum' da o günlerde kurulan fuar ve panayırlar, Karadeniz sahilindeki fuar ve panayırlar kadar ünlü hale gelmiştir. Bu etkinlikler sayesinde kentin nüfusunun çoğaldığı, ekonomisinin geliştiği, çarşı, pazarların çok canlı olduğu kaydedilmiştir. Yine tarihlerin kaydettiğine göre Selçuklu ve Osmanlı döneminde de kentin bu niteliği uzun zaman devam etmiştir.
Osmanlının son döneminden itibaren yakın zamana kadar Çorum, büyük bir durgunluk devri yaşamış ve içe kapanık bir kent halini almıştır.
Şehir merkezinde ve bazı ilçelerde kiremit ve tuğla fabrikaları ile tekrar canlanma sürecine giren Çorum, yeniden festival ve fuar kavramlarıyla tanışmaya başlamıştır.
Şu günlerde 20. Yılına ulaşan Hitit Fuar ve Festivali, önce eğlence ağırlıklı olarak başlamış zamanla kültür -sanat-spor gibi unsurlarla zenginleşmiştir.
Festivalde her yıl yurt içinden ve yurt dışından halk oyunları ekipleri getirilir, tanınmış sanatçılara konser verdirilir. Çeşitli sanat sergileri açılır. Leblebi yarışması yapılır. Çorum'un tarih ve kültürünü konu alan sempozyumlar, paneller düzenlenir. Gazeteciler, aydınlar, ilim adamları davet edilip konferanslar verilir. Bunlar güzel. Ama yenilik gerek. Daha değişik etkinlikler gerek.
Tertip komitesi bunu fark etmiş olacak ki; bu sene hazırlanan program oldukça zengin. Festival yürüyüşünden sportif karşılaşmalara, panel -konferanslardan müzik, tiyatro, sinemaya kadar her şey var. Bu seneki tiyatro sayısı daha çok! Türk Sanat Müziği, Halk Müziği, Tasavvuf Müziğinden, çocuk tiyatrosuna, filarmoni orkestrasına kadar müziğin her türlüsü var. Geçen yıllardaki güreş, koşu, at yarışı, futbol turnuvasına ilaveten bu yıl cirit müsabakası, bilek güreşi, otomobil yarışlarının da bulunması bir zenginlik elbette.
Benim gibi düşünenler için altı adet panel konferans, sempozyum yer almış programda. Yerel âşıklar şöleni ve şiir böleni de bu bağlamda ele almak gerek.
Halk oyunları ekipleri yundun değişik yerlerinden seçilmiş.  Yabancı ülkelerden davet edilen ekipler de belli bir denge gözetilmiş.
Bunlar festivalin güzel yanları.
Bir de işin fuarcılık yanı var. Burada esas olan tarım, ticaret ve sanayi ile Çorum'u tanıtmaktır.
         Günümüzde gelişen teknoloji, sanayileşme çerçevesinde ilimizin sanayi zenginliklerinin yeni bir fuarcılık anlayışıyla hem yurt içinde, hem yurt dışında tanıtımı yapılabilmelidir.
Çorumlu sanayici ve iş adamları, geniş ve iyi donanımlı reyonlarda mallarını, mamullerini sergilemelidirler, uzman kişilerce tanıtımını yapmalıdırlar, yurt dışından gelen yabancılara hitap edebilecek bir kaç dil bilen tanıtım elemanlarıyla reyonları izlemeye gelen tüccarlar ve sanayicilerle iş bağlantıları yapmalıdırlar.
Bunun sağlanabilmesi için, seyyar satıcıların, lunapark halkacılarının etkisi en aza indirgeyecek fuar alanının sabit mekânlarla yeniden dizayn edilmesi şart. Buna ilaveten Çorum il merkezindeki ve ilçelerindeki önemli kuruluşların, organize sanayideki firmaların fuara katılması mutlaka sağlanmalıdır. Tertip komitesi en az işin eğlence yönü kadar bunu da sağlamalıdır. Vilayet, Belediye, sanayici iş birliği ile bu sorunun çözüleceğine inanıyorum. Konu, önemli ve hassas bir konu! Burada siyasi mülahazalar değil, Çorum'un temsil ve tanıtımı esas alınmalıdır.
Bu tür fuarcılık, durma noktasına gelmiş olan Çorum ticaret ve sanayine yeni bir canlılık getirecektir. Belki yeni teknolojiyle tanışmasına vesile olacaktır. Belki üretip de bir türlü satamadıkları stokların eritilmesinin zemini hazırlanacaktır.
Fuarcılık anlayışı temel alınırsa bu, Çorum'un sanayi, ticaret ve tarımına katkıda bulunacaktır. Sanayide üretim artışına neden olacak, çarklar yeniden dönmeye başlayacaktır. Ticaret de canlanacaktır. İşten çıkarmalara son verilecek, hatta yeni iş imkânları ortaya çıkacaktır. Yeni yatırımlar başlayacaktır.
Çorum sadece leblebicisi, tuğla ve kiremidi, yumurta üretimi ile değil, tüm sınaî ürünleriyle, tüm ekonomik potansiyeli ile anılır hale gelecektir.
Bütün bunlar hayal değil.
Sanayicimiz, tüccarımız buna gönülden inandıktan sonra aşılmayacak engel, başaramayacağı iş yoktur.
Fuar, sanayi ve ticaretin en can alıcı kesişme noktasıdır. Fuar, kentin sanayi ve ticaret kapasitesinin yurt  içi ve yurt dışına tanıtımı için büyük fırsattır. Çorumlu iş adamlarımızın bu fırsatı iyi değerlendirmesini diliyorum.
Fuar ve festivaller, bir kentin iyi tanıtımı için amaçtır. Amaç iyi tanıtımdır. Kazanç hepimizindir, tüm Çorumlularındır.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 14

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

GENÇLİK, FESTİVAL VE BİR SERGİ ÖNERİSİ
Ülkemizin genç nüfusu, birçok ülke yöneticilerini kıskandırmaktadır. Çünkü bu bir ülkenin en doğal zenginliğidir. Ama bu kaynağı yerli yerinde değerlendirmek gerekir.
Günümüz gençliğinde bir karamsarlık ve umutsuzluk vardır. Okuma, kendini geliştirme, geleceğe hazırlanma şevkleri her geçen gün azalmaktadır. Onları yüksek mevkilere, yüce değerlere motive edecek ciddi ve olumlu örnekler sergilemek gerek.  Çevrelerinde yerleşmiş yüzlerce olumlu örnek bulmak mümkün. O ideal insanlarla gençleri buluşturacak birçok yöntem var.  Paneller, konferanslar,    sempozyumlar, açık oturumlar, konserler, sergiler birer buluşma aracıdır.
Festivaller, sadece halkı eğlendirme aracı olarak düşünülmemelidir. Festivaller; kültüre hizmet, gençliğe moral için bir araç olmalıdır. Bu çerçevede bir önerimiz var. Önce önerimizin gerekçesini açıklamakta yarar görüyorum.
Çorum gibi Anadolu kentinde kabuğunu kırıp ülke çapında, dünya çapında insan olmak isteyen gençlere; hayır, buradan oralara varamazsınız demek çok yanlış. Oralara ulaşan insanlarında aynı sıralardan geçtiğini söylemek lazım! Ama buda yetersiz. Zira gençler, boş söze değil, somut gerçeklere inanmıyorlar ve değer veriyorlar.
İşte bu noktada somut ve canlı örneklere ihtiyaç var.
Çorum'daki okullarda okumuş, buralardan yetişmiş Türkiye'nin çeşitli üniversitelerinde görevli tanınmış ilim adamlarımız var. Eserleri elden ele dolaşan yazarlarımız, tiyatrocu ve romancılarımız var. Devlet kademelerinde, bürokraside, siyasette, askeriyede, tıp ve hukuk alanında tanınmış hemşerilerimiz var. Bunların bazıları dünya çapında isim yapmış kişiler.
Bu ünlü insanları bir araya getirmek güzel ama imkânsız. Zira hepsinin boş zamanını tespit edip onları bir anda kentimizde buluşturmak sanıldığı kadar kolay değil.
Öyleyse yapılabilecek bir şey olmalı.
Bunları önce isim isim tespit etmek, sonra resim ve hayat hikayelerini derlemek, daha sonra da yayınlanmış eser ve çalışmalarını istemek veya temin etmek suretiyle bir serginin alt yapısını hazırlamak (Cumhuriyet Döneminde Çorum'da Yetişmiş Ünlüler ve Eserleri)  gibi bir adla geniş kapsamlı bir sergi                 hazırlanabilir.
Ama asıl amaç gençliğe hizmet olacağı için örneğin: Ahmet   Samsunlu'dan Hayrettin Karaman'a, Tuncer Cücenoğlu'dan  Osman  Çeviksoy'a, Mustafa İsen'e kadar yüzlerce insanı hayat hikayeleri ve eserleriyle öğrencilere tanıtabilmek için eğitim, öğretim yılı başlarında sergi tekrar açılıp tüm öğrencilerinin burayı ziyaret etmeleri sağlanabilir.
Bu tür organizasyon, ancak vilayet ve belediyenin işbirliği ile gerçekleştirilebilir. Maddi külfeti de festival programı kapsamında karşılanabilir.
Festival kapsamında bu ve benzeri etkinlikler yapılırsa gençlere canlı örnek sunarak onları geleceğe motive etmiş oluruz.
Festival programlarını sadece eğlenceye yönelik değil de eğitime katkı sağlayacak biçimde ele almak da yarar vardır. Önerimizin âmâcıda budur.
Bizim ancak öneri getirmeye gücümüz yeter. Festivali organize eden insanların, yetkililerin iyi niyetli önerileri dikkate alacağını umuyor ve bekliyoruz.
 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

15

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

DİNİ BAYRAMLAR
Bayramlar, neşe ve sürur günleridir. İnsanlar o günde ortak duygu ve düşüncelerle gülerler, eğlenirler, birbirlerini ziyaret ederler, sevinç ve neşelerini paylaşırlar. Bu milletlerin sosyo-kültürel yapıları, inançları, ahlak anlayışlarıyla orantılı olarak farklı şekillerde kutlanır.
Bayramlar, milletlerin tarihindeki önemli günlerin kutlanmasını simgeliyorsa ”milli bayram”, dini bir emir veya esaslardan kaynaklanıyorsa “dini bayram” diye adlandırılır.
İslâm Tarihinin başlangıç yıllarında Hz. Muhammed (S.A.V.) in Medine yıllarında şehir halkının kutladığı iki bayram vardı. Nevruz ve Mihrican adı verilen bu bayramların menşei Mecusi inancına dayanıyordu. Medine’de artık yeni bir din, tevhid inancına dayalı İslâm Dini hâkim olmaya başlamıştı. Ateşe tapmayı esas alan Mecusiliğin dini bayramlarının kaldırılma zamanı gelmişti. Bir şeyi yasaklarken daha güzelini koymak gerekiyordu. Toplum psikolojisini iyi bilen Hz. Peygamber (S.A.V.) de öyle yaptı.
“Allah sizin için o iki günü, daha hayırlı iki günle; Kurban ve Ramazan bayramlarıyla değiştirmiştir” böyle buyurdu ashabına. İki bayram hediye etti ümmetine.
Hicretin ikinci yılından beri müminler coşkuyla kutlarlar bu iki bayramı. Şölen havasında, sosyal barış anlayışıyla neşe ve heyecanla kutlanır on dört asırdır.
Ramazanda oruç tutmanın manevi hazzı yaşanır. Toklar açların halini anlamaya başlarlar. Fakir, fukaraya yardım eli uzanır. Sohbetlerin konusu bile değişir. O günlerde insan kendini Rabb’ine daha yakın hisseder. Şeytanlar zincire vurulur. Melekler rahmet ve dua için yeryüzüne inerler. Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden azat olan Ramazan ayı dolu dolu yaşanır. İşte bu yaşayışın sevinci olarak Ramazanın bitiminde bayram yapılır.
Hac zamanına da denk gelen Zilhiccenin onuncu günü Kurban Bayramıdır. O gün kurban kesilir, fakir, fukaraya dağıtılır, gelenlere ikram edilir. O gün tam bir ziyafet, tam bir şölendir. Var olanların değil, herkesin bayramıdır o gün.
         Ramazan ve Kurban bayramının ilk günü sabahleyin Bayram Namazı kılınır. Camiler dolar, taşar. Tarihte de böyleymiş. Camiler yeterli olmaz diye büyük Musalla (namazgâh) da kılınırmış bayram namazları.
Bayramlar; birlik, beraberlik ve dayanışmanın sembolüdür. Dostluk ve barışın membaıdır. Başka milletlere karşı güç ve kuvvetin tezahürüdür. Bu düşünceyle Abbasiler Döneminden başlayarak Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Devlet törenleriyle kutlanırmış dini bayramlar. Resmi protokollün bayramlaşması, ulema ve meşayıhın taltif edilmesiyle başlayan törene her meslek mensubu kendi otağıyla katılırmış.
Bayramlar: her dönemde Müminlerin birbirlerini ziyareti, gurbettekilerin ziyaret amaçlı seyahati, küskünlerin barışması, dostlukların pekişmesi için önemli ve vazgeçilmez günleridir.
Bayramlar ekonomik hareketliliğin yaşandığı, piyasaların canlılığı günlerdir. Çocukların sevindiği, fakir, fukaranın sevindirildiği günlerdir.
Milletler, kültürleriyle yaşarlar. Kültürlerinin temelinde din olmayan milletler, bayramları bile faşinge çevirirler.
Bizlerse Müminler olarak bayramları, yaşanması gereken şuurla idrak edelim ve gerekeni yapalım.
 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 16

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TÜRK GENÇLERİ VE İSVİÇRE’DE EĞİTİM
İsviçre’de herkes kendine göre farklı şeylere dikkat eder. Bir işçinin bakacağı şeyler ile bir tüccarın bakacağı şeyler aynı değildir. Bir diplomat ile, bir iktisatçının gözlemleri de farklıdır. Ben de oradaki eğitim sistemini ve bu sistem içinde Türk öğrencilerinin durumunu mercek altına almaya çalıştım.
İsviçre’de eğitim, iki yıllık anaokulu ile başlıyor. Anaokulunda öğretime değil, eğitime ağırlık veriliyor. Bu duruma göre dört-beş yaşlarında başlıyor. Bunu altı yıllık Primarschule (ilkokul) izliyor. İlkokuldaki başarı durumu eğitimde temel teşkil ediyor. Buradaki başarı durumuna göre karnelerin ortalaması pekiyi olanlar Gymnasium’a, iyi olanlar Secundarshule’ye, orta olanlar Realschule’ye giderken, zayıf olanlar Oberschule’ye gidebiliyorlar. Çok zayıf olanlar ise Zonder denilen geri zekâlılar okuluna gönderiliyorlar. Bu son iki okul, aslında hiç tercih edilmeyen ortaokullardır. Ama maalesef Türk çocuklarının epeyi bu okullara gönderiliyorlar. Almancalarının çok zayıf olmasının da bunda rolü var belki ama en önemli sebep işçilerimizin bilinçsiz oluşu ve çocuklarının eğitime motive edememelerindendir. Buradan çıkanlar vasıfsız işçe olabildikleri için, işçilerimiz son zamanlara tadar bununla yetinmeyi tercih etmişlerdir.
Son zamanlarda işçilerimiz, çocuklarına daha çok eğitim verme yoluna gitmişlerdir. “Real” denilen ortaokul, meslek liselerine öğrenci gönderdiği için buralara yöneliş daha fazladır. “Sekundar” denilen ortaokul ise üniversiteye girişin ilk basamağını teşkil ediyor. Buradan mezun olanlar “Gimnezyum” denilen üniversiteye hazırlık liselerine gidiyorlar. Üniversiteye başka liselerden de geçmek mümkün ama Gimnezyum’daki öğrencilerin seviyesinde olduğunu sınavlarda ispatlaması şart.
Gimnezyum’u bitiren öğrenciler karnelerindeki notlara göre fakültelere başvuruyorlar. Ona göre üniversiteye yerleştiriliyorlar.
İsviçre eğitim sistemini göz önüne getiren bir tablo var elimde. O tablonun ayrıntılarını vererek konuyu teknik terimlerle boğmak istemiyorum, ana hatlarıyla söyleyecek olursak, İsviçre’de iki yıl anaokulu, altı yıl ilkokul, üç-dört yıl ortaokul olmak üzere toplam on bir yıl zorunlu eğitim var. Ama bu eğitim; aynı okulda, aynı mekânda değil. Kabiliyetine, başarısına ve isteğine göre değişik okullarda sürdürülüyor.
Tatil anlayışları da bize benzemiyor. Bizde sekiz ayda öğretilenin dört ayda unutulması gibi bir anlayışla uzun bir yaz tatiline karşılık onlarda sadece bir aylık yaz tatili var. Öğretim yılı içerisinde iki defa ikişer haftalık, Noel dolayısıyla da üç haftalık tatil uygulaması bulunmaktadır. Bu ara tatilleri de okullar, bir şekilde eğitime çevirme çabası içindeler. Bu tatil dönemlerinde dağ kampları, ülke gezileri, sektör incelemeleri gibi çalışmalarla öğrencinin okul ve öğretmenle diyalogu canlı tutmaya çalışmaktadırlar. Bu gezi ve kamplarda öğrencilerin kendine öz güvenle yetişmeleri amaçlanmaktadır. Burada tek başına ayakta durabilmenin temel eğitim verilmektedir. Öğrenciler böylelikle ailelerden ayrı yaşamalarının şartlarına alışmaktadırlar. Bu kamplarda bize göre ahlaki olmayan cinsel özgürlüğün sınır tanımaz boyutlarının da bulunduğunu söylemek zorundayım.
İsviçre’de eğitimin ilkeleri bizden çok farklı! Orada özellikle eğitimde dayak faktörü yoktur. Yaramazlık yapan, kavgalara karışan, öğretmenlere karşı gelen, dersine çalışmayan, ödevini yapmayan öğrencilere karşı para cezası, ödevini on-yirmi kere yapma cezası, tatil günlerinde okulda etüt cezası, bulunduğu sportif faaliyetlerden uzaklaştırma cezası, gezi ve kamplardan men cezası gibi cezalar veriliyor. Bu da öğrencinin düzelmesine yetmiyorsa okul yönetimi o öğrenciyi bir alt sınıfa veya bir alt düzeydeki okula gönderme cezası ile cezalandırabiliyor.
Her okulda laboratuar, kantin, spor salonu bulunuyor. Bazı okullarda özel yüzme havuzları bile var. Ama bu tesisler göstermelik, baştan savma değil. İçinde bulunması gereken her şey, o tesiste mevcut.
Okullarda sandalye ve sıralar mükemmel. Araç-gereç eksiksiz! Tek amaç var; eğitim ve öğretim. Şekilcilikle işleri yok. Öğrenciler, dilediği kılık, kıyafetle okula gelebiliyorlar. Göbeği açık kızla, başörtülü kız veya kısa pantolonlu gençle, eşofmanlı delikanlı aynı sınıfta oturabiliyor. Öğretmenler de aynı şekilde kılık-kıyafet hürriyetine sahip, ceket, kravat, ütülü pantolon zorunluluğu yok. İsviçre’de eğitimin amacı tek tip insan yetiştirmek değil, yetenekleri değerlendirmektir.
İsviçre okullarındaki öğrencilerin en az üçte ikisi yabancı. Bunun temel nedeni, İsviçreliler arasında nüfus artış hızının geriye gidişidir.
İsviçre’de yabancılar arasında bizi ilgilendiren Türklerdir. Türklerin maalesef % 68’i vasıfsız işçidir. % 28 kadarı mesleki eğitimden geçmiştir. Lise eğitimi görenlerin oranı %3,5 dir. Bu tablo bile bizlerin eğitim konusunda duyarlı olmaya yöneltmektedir. Eğitimden başka her şeye karışan bakanlık teşkilatının yurt dışındaki Türk çocuklarının eğitim konusunda göstermelik birkaç Türkçe öğretmen göndermekten başka bir şey yapılmadığı oralarda görülmemektedir.
Yurt dışındaki Türk aileleri de geçimlerini sağlayıp, mal-mülk edinmekle övünmektedirler. Evlatlarını kaybetmekle karşı karşıya olduklarını yeni, yeni farkına varmaya başlamışlar. Almancaları kadar Türkçeleri de zayıf olan Türk çocuklarından Türk okullarına gidenler, camilerdeki dini eğitime katılanlar... Milli Kültürünü ve İslâmi kimliğini koruyabilmektedirler. Buradan uzak duranların çoğu, içki, fuhuş ve uyuşturucu kurbanı olmuşlardır. Bu noktada Devletimize, âlimlerimize, eğitimcilerimize ve cemaatlere büyük görevler düşmektedir.
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 17

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇORUM'DA ANLATILAN BAZI MENKIBELER
Şairleri ve âşıklarıyla ünlü Çorum'da her olaya bir destan yazıldığı bilinmektedir. Şiir ve nesir biçimindeki Battal Gazi, Ebu Müslim, Kan Kalesi, Siyret, Aşık Garip, Aşık Yunus, Danişmentname gibi eserler kıraathanelerde, köy odalarında nameli bir eda ile okunurdu. Bu da yeni eserlerin ortaya çıkmasına neden olmakta idi. Bunlara ek olarak Çorum ili ve ilçelerinde yetişmiş ulu kişilere ait menkıbeler de dilden dile dolaşmakta idi.
Bunların en ünlüsü Osmancık'ta ki Koyun Baba'ya ait menkıbedir. Koyun Babanın otuzu aşkın keramet ve menkıbesi bilinmektedir:
Köylerine dehşet saçan ejderhadan onları kurtarması,
Ejderhanın taşlaşmasını sağlaması,
Abdullah Yahşi adlı bir fakiri göz açıp yumuncaya kadar hac için Mekke'ye götürmesi, orada bir Arap’ın ona kurbanlık getirmesi, hac ibadetinin bitiminde onu yine aynı yöntemle Osmancık'a döndürmesi,
İbadet için girdiği mağaranın tavanından yukarıya yol gibi geniş delik açılmasını sağlaması,
Bu mağaradaki asasını çalan Boyabatlı bir kişinin sabahleyin yastığının altında asayı bulamayıp, asanın tekrar mağaraya dönmüş olması,
Müritlerinden Ali Koca'nın Tuna boylarında Vidin Kalesine tayy-ı mekân yoluyla bir anda gidişini sağlaması.
Kargı'da 110 yaşındaki çocuksuz kadının, daha yaşlı eşinden çocuk sahibi olması için dua etmesi ve ikiz çocuğunun dünyaya gelmesi,
Zamanındaki bazı kadıların haram demeden rüşvet yemelerini ispat için köpeklerinin haram lokma konulan kaplardan yal yemediklerini göstermesi... Ve buna benzer keramet ve menkıbeleri dilden dile dolaşmaktadır.
İskilip'li Şeyh Muhittin Yavsi de menkıbeleriyle anılır:
Rumeli Kazaskeri Abdurrahman'ın görevinden alındıktan sonra tekrar kendisini ziyarete geldiğinde Şeyh Muhittin Yavsi, kendisine yeni görevinin hayırla olmasını söylemesi ve İstanbul'a döndüğünde tekrar Rumeli Kazaskerliğine atanmış olduğunu öğrenmesi.
Ordunun savaş sırasında bir gece bir kaleyi kuşattığında şeyhin nuruyla kaleyi aydınlatması ve bu sayede kalenin fethinin sağlanması...gibi menkıbeleriyle tanınır.
Sungurlu'nun Yörüklü köyünde türbesi bulunan Ergülü Baba da kerametleriyle bilinir:
Babanın çalınan danasını hırsızlar yemişler. Ergülü Baba ho, no diye bağırarak danasını çağırdığında kemikleri bir araya gelerek dana canlanıvermiş. Ergülü Baba da hırsızlara, köye ve köy halkına intizar etmiş.
Evrenkaya denilen kayada bir ejderha türemiş, oralardan geçenleri yutarmış. Onu hiçbir güç ve hiçbir silah öldürememiş. Ergülü Baba kılıcıyla kayayı ikiye bölmüş. Bakmışlar ki içinden kırmızı su akıyor. Böylece halk ejderha belasından kurtulmuş. Kendisi de oradaki caminin yanına cami ve tekkesini kurmuş.
Çorum; Suheyb-i Rumi, Ubeyd Gazi, Kereb-i Gazi, Saad b. Ebu Vakkas gibi sahabeye, Yusuf Bahri, Erzurumlu Sultan Abdulcabbar Dede, Piri Baba, Ecir Dede gibi ermişlere ev sahipliği yapmaktadır. Her birine ait keramet ve menkıbeler, kitaplara konu olmuştur. 
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

   18

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

KUDÜS'TE TÜRK İZLERİ
Kudüs; tarihin derinliklerinden süzülüp getiren kutsal bir şehirdir. Hıristiyanların, Musevilerin ve Müslümanların mabetlerini barındırmaktadır.
Kudüs ve çevresinin ilk halkı Amerika, Arap milletinin atalarıdır. Bölgenin yönetimi zaman zaman el değiştirse de buradaki yerleşik nüfus hep aynı kalmıştır.
Hazret-i Davut A.S. ve Hazret-i Süleyman A.S. döneminde İbrani Devleti hüküm sürmüşse de ondan sonra Asur, Babil, Roma, Sasani, Bizans hükümranlıklarını görmüştür.
Hz. Muhammed S.A.V.'in Hicretten bir yıl kadar önce Miraç'a çıkarken Kudüs'deki Beyt-i Makdis'den göğe yükselmesi ve uzun süre buranın kıble olmasıyla Kudüs; Müslümanlarının ilgi alanına girmiştir.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed S.A.V.'in vefatından sonra 634 yılında Ecnadeyn Zaferi ile Suriye ve Filistin'in kapıları açılmış oldu. 636 yılındaki Yermuk Zaferi ile Filistin bölgesi Bizans'tan kurtarıldı. Ama Kudüs'e girilmedi. 637 yılında Hz. Ömer, barış yoluyla Kudüs'e girdi. Kudüs ve çevresinde Cafer-i Tayyar, ikrime, Dıhyetül-Kelbi,Muaz b. Cebel,Ebi Ubeyde b. Cerrah,Şurahbil,usame b. Zeyd gibi bir çok Sahabenin türbesi vardır.
Türklerin bu bölgeye girişi Kurlu Bey zamanında olmuştur. Kurlu Bey;1069'da Filistin'de Selçukluya bağlı ilk Türkmen Beyliğini kurmuştur. Daha sonra Uval Oğlu Atsız Bey, bu beyliği Kudüs'ü de içine alacak şekilde genişletmiştir. Sonra bu bölgenin yönetimi Artuk Beye verilmiştir.
Kudüs ve çevresinde Fatimi egemenliği sürerken 1099 yılında Haçlı Orduları Kudüs'ü işgal ederek Frenk Devletini kurdular. Bu devletin ömrü 88 yıl sürebildi. 1187'de Selahaddin Eyyübi tarafından Kudüs ikinci kez Hıristiyanlardan kurtarıldı.
1516 yılında Yavuz Sultan Selim'in Mercidabık Zaferiyle Kudüs ve Filistin, Suriye ile birlikte Osmanlı topraklarına katıldı. 400 yıl süren dönem, Kudüs bölgesinin en huzurlu ve barış dolu yıllarıdır.
Bugün Eski Kent diye anılan tarihi Kudüs şehrinin Harem bölgesi, kenarları yaklaşık bir kilometre uzunluğunda kare biçiminde surlarla çevrilidir. Bu surlar; Kanuni Sultan Süleyman tarafından 538-1540 yılları arasında yaptırılmıştır. Ayrıca buraya medreseler, imarethaneler inşa edilmiş, vakıflar tesis edilmiştir. Kubbe-tüssahra'nın duvarları ve kapısı yenilenerek süslemeler artmıştır. Bugün bu bölgedeki her kentte, her kasabada Osmanlı mimarisinin eşsiz eserleri vardır.
Kudüs, Suriye eyaletlerine bir sancak merkezi olarak bağlanmış, daha sonra müstakil sancak olarak doğrudan Dahiliye Nezaretine bağlı hale getirilmiştir. Bu ender statü; Osmanlı Döneminin sonuna kadar yani;1917'de Filistin İngilizlerin eline geçene kadar sürmüştür.
Kudüs'ün Tarihi seyrini değiştiren en önemli gelişme, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Dr. Thedore Herzel'in Yahudi Devleti kurma teziyle ortaya çıkmasıdır. 1897'de toplanan ilk Dünya Siyonist Kongresinde bu tez benimsenmiş ve Filistin'de bir Yahudi Devleti kurulması, Kudüsdeki Siyon tepesine Salamon Mabedinin tekrar inşa edilmesi kararı alınmıştır.
O zaman Osmanlı Egemenliğinde olan bu bölgenin elde edilebilmesi için çalışmalar başlamıştır. Bu kararlardan haberdar olan padişah II. Abdülhamit Han; ilk tedbir olarak, Kudüs'ü ziyaret edecek olanlara izin belgesi alma şartı getirir. Bir nevi vize uygular. Buna ek olarak Filistin'e yerleşmek için gelen Yahudilere izin vermez. Kaçak gelenleri de nüfusuna kaydettirmez, ülke dışından gelen Yahudileri vatandaşlığa kabul ekmez.
Bütün bunlara rağmen Thedore Herzel, İstanbul Baş Hahamının yardımıyla II. Abdülhamid'in huzuruna çıkmayı başarır. “-Biz Yahudi kullarına da Filistin'den bir çiftlik vermenizi bekliyoruz” Der ve buna karşılık milyonlarca altın para teklif eder. Sultan Abdülhamid Han; niyetlerini bildiği için “-Vatan toprağı para ile satılmaz” diyerek onları huzurundan kovar. Bu olay tüm tarihi kaynaklarda böylece geçer. Ne yazık ki; Abdülhamid'ten sonraki yöneticiler Yahudilerin oraya yerleşmelerine ve toprak edinmelerine izin verirler. Bu süreç, Yahudi Devletinin kurulma hayallerini gerçekleştirmek isteyenlerce iyi değerlendirilmiştir.
Bölgenin İngiliz egemenliğine geçişinden İsrail Devletinin kuruluşuna, oradan da bu günkü zulüm senaryolarına kadar olanı yakinen izliyoruz.
Filistin ve Kudüs halkı, 400 yıllık Osmanlı Dönemindeki huzurlu günlerini arıyor.
 
 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

 
 
 
 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.