DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 

 
İÇİNDEKİLER
Mahmut Selim GÜRSEL
ZAMA ZİNGO İŞLER
ÇÖPLÜKLE UĞRAŞMAK İSTİYORSANIZ; İŞTE ÇÖPLÜK
İMDAT! GÖLET'İMİZ TAŞMAK ÜZERE
TIBBİ ATIK STERİLİZASYON BİNASI
BU NE PERHİZ;BU NE LAHANA TURŞUSU
10 KASIM
BÖYLE İNSANLAR VAR MIYMIŞ?
MERHABALAR!
KURBAN VE BİZ
NE VAR NE YOK?
BENİMDE GÖNLÜM DE VAR MIYDI?
INTERNET SAYFALARI TOPLAYICISI DEĞİLİM
HİCRİ YIL VE MİLADİ KUTLAMASI ÇOK YAKIN
ÇÖPLÜK
DİKKAT ! TEHLİKENİN NERESİNE KADAR GİDİLECEK?
GEL OKUYUCU KÜTÜPHANEYE GEL!
SİGARA VE HAFTALAR
SEÇİM Mİ;GEÇİM Mİ?
BİR e-POSTA VE CEVABI
DEYİMLERİMİZİ DÜZGÜN KULLANALIM "MÜREKKEP YALAMAK"
BEN
SESSİZLİK VE ZAMAN
23 NİSAN 1920 ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI
BİSİKLETE BİNELİM!
1 MAYIS KISA TARİHÇESİ
HIZIR- İLYAS (HIDIRELLEZ)
VEFA
OLMAK VEYA OLMAMAK
27 MAYIS 1998
BİRİLERİ; BİRİLERİNE SÖYLERSE
DOST OLMAK; BİR OLMAK VE BERABER OLMAK
BİR SERGİNİN ARKASINDAN
ÇOK BİLEN
TATİLİNİZ GELİNCE ZEHİR OLMASIN
GÜN OLA HARMAN OLA ON AY GERİDE KALA
YAZDIĞINA BAKMAK YETİYOR MU?
BEN BİR ŞEY ALMADIM
RAMAZAN AYI
DEĞİŞİME UĞRADIK MI?
GECE VE GÜNLER GEBE
OTUZ AĞUSTOS
TURKEY DEĞİL TÜRKİYE
YAZMAK MI YAZMAMAK MI?
CUMHURİYET BAYRAMI
BİZ SİZİ TANITIYORUZ, SİZ BURADAN BAŞKASINI TANITMAYINIZ!
YILLAR İÇİNDE; YILLAR MI VAR!
YILBAŞLARI VE TAKVİMLER
YAZSAK NE YAZAR YAZMAZSAK NE YAZAR!
İSMAİL PAMUK İLE
YILAR ÖNCE
ZİYARETÇİLER; OKUYUCULAR VE YAZARLARIMIZ!
GÖNÜL KIŞI “Zemherir”
PARANIZ YOKTU NEDEN?
Hacı Alı KAZANCI
BİR BAHARA DAHA ERDİK
İFTİRA VE ÖTESİ
KURBAN BAYRAMI
CUMHUR VE CUMHURİYET
TEKRAR GELEBİLİRSEM!
BİR MARUZATIM VAR!
27 MAYIS
557 YIL ÖNCE 29 MAYIS
SULAR AKAR TÜRKLER BAKAR
HOŞÇA KAL
YAŞADIKÇA
BELKİ


 

 
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan kullanmayınız!
Hazırlayan Mahmut Selim GÜRSEL
corumlu2000@gmail.com
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

 01

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

Mahmut Selim GÜRSEL
1947  tarihinde babamın subay olarak bulunduğu Erzurum'da bir at arabasında doğum evine giderken doğmuşum. Babam  Eminsu Ali Rıza Gürsel,annem ise Fahriye hanımefendi idi. 
İlkokula İskenderun'da başladım. Ankara' da bitirdim. Ankara Yenimahalle  Ortaokulunun birinci  sömestrsinde  babamın  emekli olmasından dolayı 1960 yılında Çorum'a gelince Atatürk Ortaokuluna devam ettim. Babamın "oku da oğlum ceketimi satar  seni  okuturum" diyerek bana yaptığı nasihatleri ters tepki  yaptı, okumuyorum  diyerek okulu birinci sınıfta bıraktım. Marangoz çırağı olarak Azmi Başar ustanın yanına girdim.  Askere gidene kadar ustanın yanında çalıştım. 1967 tarihin de askerlik dönüşü,Ankara  Emniyet   Müdürlüğüne teknisyen  olarak göreve  başladım.  Ortaokulu dışarıdan 2 yılda bitirdim 1972  tarihinde polis memuru olarak Ankara'da çeşitli şu beler ve kara kollarda çalıştım. 16 Eylül  1973  tarihinde  Selma (Kurşuncu) Hanımefendi ile evlendim. 
1978 yılında ayında naklen Çorum İl Halk Kütüphanesine Memur olarak geçtim.  Dışarıdan  Çorum Ticaret Lisesini iki yılda bitirdim. Kendi kendime Osmanlıca’yı öğrenmeye uğraştım,Hat sanatı ile biraz ilgilendim 150 ye yakın Ser levham var, Çorum Güzel Sanatlar Galerisinde  ve Kütüphane salonlarında bu levhaları sergiledim.  3.  8. 1988 tarihinde İl Halk Kütüphanesi Müdür yardımcılığına atandım. 
1990  tarihinde  kütüphanelerdeki kitapların tasnifi ile ilgili 10 yıllık bir araştırmamı "Alfabetik Onlu Tasnif Fihristi (Dewey)"kitap haline getirip Kültür Bakanlığına sundum.   Kitabımdan Türkiye'deki bütün kütüphanelere  dağıtılmak  üzere 1000 adet satın aldılar. 
1993 yılında Türkiye'deki  bütün kütüphanelerde bulunan " El Yazması "  kitapların Ankara Milli Kütüphanesine  toplanma kararı veren Kültür Bakanlığına karşı Çorumlu  hemşehrilerimi  haber dar ettim, mahalli radyodan ve gazeteler ile parti il Başkanlarını ile  Millet  Vekilimiz  Adnan Türkoğlu ve Belediye Başkanımız rahmetli Turan Kılıççıolu' nun destekleri ile el yazma kitaplarımızın  Çorum' da kalmasını sağladım . Açık öğretim için  üniversite sınavlarına girip kazandım. İkinci sınıfta iken 25 Nisan 1994 tarihinde Tatvan Bitlis'e Müdür olarak tayinim çıktı ,tayin  edildiğim  yere gitmeyerek emekliliğimi istedim. 
İlkokul sıralarında okuyarak pilot olmanın düşlerini kurardım. Bu hayalim gerçekleşmedi.Şu anda emekli  memurum. 
Marangozluk,oymacılık, polis memurluğu,memurluk  ve  idarecilik yaptım. Her çalıştığım meslekte çeşitli önemli olaylar oldu ise de son çalıştığım kurumda  bence  en  önemli bir hatıramı anlatmak istiyorum:Kütüphanedeki çalışmalarım  ve " El  Yazması Kitaplar"ın Çorum'da kalması  için  verdiğim  çabalar  neticesinde  Bitlis Tatvan’a tayin edilme olayım beni çok yıktı. Fakat bu  üzüntümün  boş olduğunu  zamanla  gördüm. Rabb’imin  izni  ile Hacca gitmek nasip oldu,iki kitap daha yayımladım ve elinizde bulunan bu derginin çıkmasına vesile oldum. Mesleklerin  insanlara sağladığı maddi avantaj olarak,evinizi geçindirecek,namerde muhtaç  etmeyecek  avantajından  başka,manevi olarak;sizin yaptığınız işlerle ilgili karşılaştığınız problemleri değerlendirirseniz avantajların neler olabileceğini hayat okulundan  öğrenmiş  oldum. 
Yazı yazmaya beni  kimse  teşvik  etmedi   Kütüphane için hazırladığım  kitap beni  yazmaya teşvik etti. Yazılarım mahalli basında yayımlandı. Yazılarımdan dolayı bir ödül almadım;fakat kitapları ve bu dergi benim için en büyük ödüldür. 
Gürsel Yayınevi 27 Mayıs 1998 tarihinde Çorum'da kuruldu. ISBN si kendinde olan kitapları aşağıda tanıtılmaktadır. Talep ettiğiniz kitaplar için bilgiyi de corumlu 2000@gmail.com   adresimize isteyiniz!
İdealim: Çorum'a  tam teşekküllü bilgisayar ortamında bir kütüphane kazandırmaktır. Bu idealim yüzünden tayinim çıktı. Yayımlanmış çalışmam KİTAP VE CD ile SİTELERİM bulunmaktadır.  
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ZAMA ZİNGO İŞLER
            “Zama Zingo” bizim buralarda bir zamanlar anlaşılmayan işler için kullanılan bir anlamsız sözdü.  Sorsan kimse ne manaya geldiğini bilmez fakat; bilmediği anlamadığı, aklının yetmediği işler için bu deyimi kullanarak konuyu geçiştirmeye çalışırlardı.
            Nereden çıktı bu söz dersen; Bizim buralarda insanlar artık ticari faaliyetlerde bulunmak yerine “Zama Zingo” işlerle meşgul oluyorlar.
            Akşama kadar dükkânlarının, iş yerlerinin işsiz ve boş oturduktan sonra evlerine giderken günün zararından çok bu gün yaptık diye kara kara düşünmektedirler.
            Cidden bu son yıllar içerisinde Türkiye ekonomisinin gerilemesindeki sebeplerin başında dışarıdaki ekonomik krizlerin Türkiye’ye de yansıması mı? Yoksa o konu haricinde Zama Zingo bazı işlerden dolayı mı Türkiye’de ekonomik kriz var diye gözükmekte.
            Ülkemiz bir zamanlar kendi ürettiği ile geçinebilen bir ticari yapıya sahip iken yanlış kararlar yüzünden nerede ise yediği somunu (ekmek) bile ithal eder duruma düşmüştür. Bu yanlışlık halen büyüyerek devam etmektedir. Neden kendi iç piyasamıza bazı kolaylıklar getirerek küçük iş yerlerinin devamını sağlayacak önlemler almıyoruz buna çok şaşıyorum.
            Küçük esnafı ayakta tutan memur, memur emeklisi ve işçi emeklileri ile kendi çalışma alanından sonra emekli olmuş şahısların gelir düzeylerinin kısılarak alış veriş çarkının canlanmasının sağlanması her nedense yapılmamaktadır. Asgari geçim gelirinin çok düşük tutulması Türkiye içinde esnaf ve sanatkârları da zor duruma düşürmekten başka bir uygulama olmadığı gözükmektedir.
            Gelir seviyesinin emekli maaşları ile çalışanların maaşlarında Avrupa standartları ölçüsüne getirilmesinin zamanının geldiği gözükmektedir. Maaşların iyileşmesi ile Türkiye içerisinde para dönüşümünün çoğalması enflasyonu getirir korkusu da bana göre yanlıştır. Sabit gelirli yani maaşlı insanların refahının artması esnafında refahının artması olarak gözükmekte, esnafın refahının artması ise iç malların üretimine hız verilerek iş istihdamının artmasına ön ayak olacağın kaçınılmaz olduğu gözükmektedir.
            Bence artık büyük marketlerin de hükmünün kalktığı bir ortam zamanının gözüktüğünü söylemek kâhinlik olarak görülmemektedir. Sabit ücretliler ellerinde bulunan kredi kartlarını 2009’un ortalarına kadar kullanmış sadece bu kartların borçlarını ödeme çabası ile robotlaşmış durumda olmaları düşündürücüdür.
            Ülkemizin kaynaklarının artık dış mihraklara peşkeş çekenlerin ayıklanmasının zamanı gelmişte geçmektedir. Satan kişiler için büyük gözüken bu paralar Türkiye’nin zenginliklerinin çalıştırılmaması ile Türkiye’nin sırtından paralar kazanmaya devam edecekleri ve ülkemizi bir sülük gibi emdikleri artık görülmesinin zamanı geldi de geçmektedir.

147. SAYI 25 Mayıs 2011 KİTAP

02. SAYI FİKİR  01/11/2008

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 03 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇÖPLÜKLE UĞRAŞMAK İSTİYORSANIZ; İŞTE ÇÖPLÜK
            Bu bizim insanlarımız yönlendirmeleri ne yazık ki yanlış anlıyorlar. İşte size bir örnek, hem de çok önemli bir örnek.
           Çorum’da “Çöplük Çarşısı” nı bilmeyeniniz yok. Bizim sitemizde de bulunan;  Çöplük diye andığımız ecdattan kalma , değerli ve kıymeti bilinmeyen, yıkılarak yer altına gömülecek bir çarşıda güncelliğinin resmi mercilerce devam ettirildiği, karşı çıkanların çoğunlukta olmasına rağmen Çorum için olmazsa olmaz felsefesini benimsemiş, dediğim dedik öttürdüğüm düdük misali ,yapılınca Çorum’a faydadan çok zararı olacak bir girişim olan ve bir çok esnafı mağdur etmeleri yetmez gibi bu esnafları da yapılabilirse yer altına indirerek ülkemizin zaten dar olarak ürettiği elektriğin çokça ve mecburen kullanılacağı bir mekan olan, burasının kanalizasyon ve havalandırma vesaire işlevlerini de elektrikle yapılacağı müthiş bir elektrik tüketim masraflarla tebelleş edecekleri, bu masrafları sonucu yine tüketici fatura edileceği  Çorum'da bululan insanlarımızın ödemek için fazladan para ödeyeceği ve buranın üzerinde betondan bir alan için yapılacak masrafın AŞAĞIDA YAZDIĞIM VE RESİMLEDİĞİM YERİN ISLAHI İÇİN KULLANILMASININ ÇORUM İÇİN DAHA ÖNEMLİ VE ÖNCELİKLİ OLDUĞUNU buradan yazmamın hiç bir şeyi değiştirmeyeceği gibi, beni destekleyecek bir Allah’ın kulununda çıkmayacağını bilerek en azından DOĞRU BİLDİĞİMİ kendi sitem de olsa yayınlamak istedim.
            Çöplükler; o toplumun medeniyet görüntüsüdür diyen kişi her halde derli toplu çöplükler için bu sözü söylese gerek.
            Bizim Çorum’un çöplüğü çöplük değil bir atıklar deposu olarak karşımıza çıkmakta. Katı atıklar ve sıvı atıklarla birlikte, tıbbi atıklarında aynı mekânda birazcık birbirlerine uzak gibi gözüken alanlarda olmasından başka bir özelliği olmayan atık toplama alanı bütünlüğü sayabiliriz.
            Atıklar; pek çok kişiye de ekmek kapısı olmuş durumdalar. Burada plastik ve diğer atıkları toplayarak geçimlerini sağladıklarını görmek ve onlarla da konuyu konuşmak istediysem de bu konulara pek yanaşan olmadı. Hatta resimlerini çekerken bile resim karesinden çıkmak için adeta kaçtılar. Ne de olsa ekmek kapılarından olma durumu var.
            Atık birikim alanında 2005 den bu güne epey birikimin olduğu gözükmekte. Bu birikimlerin ekonomiye kazandırılması ve geri dönüşümü olan atıkların de yeniden ayıklanarak işlenmesi gerekli değil im? Burada gömülerek kalacak ve daha önceki çöp dökme alanı gibi gömülerek kayıp edilecek mi?
            Bence burada tekrar edeceğim yatırım Çorum’un merkezinde bulunan ve “ÇÖPLÜK” diye anılan yerin düzenlemesine ayrılan para ile; Çorum Katı ve Sıvı Atıklarının döküldüğü alan olan Çöplükler topluluğunun düzenlenmesine harcanması Çorum’un daha sağlıklı bir taban suyu ile tarım ile hayvan ve insanların bilinmeyen toksinlerden meydana gelecek zararlardan korunmasına harcanmasının uygun olduğunu düşünmek istemeyenlerin adını sizin koymanızı rica ederim.

Resim 1 Benzinlikten Çöplük görünümü

Resim 2 Kardelen Atık yönetim sistemi levhası (Galanthus elwesii adlı kardelen türü 1874 yılında İzmir'in dağlık bölümlerinde bulunmuş ve botanik bilimine tanıtılmış. O günden sonra yapılan çalışmalarda çiçeğin ükemizde 10'a yakın türü olduğu keşfedilmiş  ) bence bu isim Çiğdem olsa daha gerçekçi (Crocus species (ÇİĞDEM) olurdu  

Resim 3 aracımızdan Çöplük dökülen alana giden köy yolunun resmi

Resim 4 Çöplük alanına giden köy yolundan TOKİ görünüşü

Resim 5 Tıbbi atıkların dökülüp yakıldığı alan

Resim 6 Tıbbi atıkların döküldüğü alan

Resim 7 Dezenfekte binasından Çöplük alanını genel görünümü

Resim 8 Dezenfekte binasından çöplük alanını diğer bir görünümü

Resim 9 Dezenfekte binasından gölet ve çöplük 

Resim 10 Gölet ve çöplük alanını kesiştiği sahil

Resim 11 Çöplükten Çorum'un görünümü

Resim 12 Çöplükten Çorum'un görünümü

Resim 13 Çöplükten Çorum'un görünümü

Resim 14 Çöplükten Çorum'un görünümü

Resim 15 Çöplükten İskilip yolunun görünümü

Resim 16 Yeni gelen çöpler dökülüyor

Resim 17 Nafakasını çıkartmaya çalışan bir vatandaş

Resim 18 Yararlı toplanan çöpler

Resim 19 Yararlı toplanan çöpler

Resim 20 Çöplükten bir bölüm

Resim 21 Çöplükten dezenfekte binasının görünümü

Resim 22 Toplanmış yararlı çöpler

Resim 23 İş makineleri

Resim 24 Çöplükten bir bölüm

Resim 25 Çöplüğün alt kısmından TOKİ ye giden yoldan Çorum'un görünümü

 

116 SAYI 25 EKİM 2008

01. SAYI FİKİR  01/10/2008

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 04 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İMDAT! GÖLET'İMİZ TAŞMAK ÜZERE
Geçenlerde bir arkadaş sohbetinde “Çorum Çöplüğüne” Özel İdare tarafından atıkların dezenfekte (arınık-arıtılma) yapılarak doğaya bırakılacağını duydum. Hemen aklıma Çorum’un Çöplüğünde bulunan kimyevi atıkların bulunduğu ve “Çorumlu 2000 Dergimizin YIL 7 – 15-  02 2005- 72.SAYI Sayımızda “İMDAT !GÖLET'İMİZ TAŞMAK ÜZERE!” Yazımız geldi. Sevimdim. Geçte olsa bahsi geçen atıkların toprağa karışmayacağı, gelecek nesillere kalacak olan Çorum’un taban suyuna karışmakta olan bu kimyevi atıklardan kurtulacağını düşünerek sevindim.
Malum bizim oralara gitmemiz için “Gaz” gerekli. Maaşın almamız ve harcama bütçemizi düzenlememiz gerekli. Aracımızın oralara gidebilmesi için fazladan bir harcama yapmamız lazım olduğunda ve ayrıca “Çorumlular Ve Çorum’a Hizmet Edenler” çalışmamızın da doğması için oldukça özveride bulunmamız gerekli idi. Ağustos Ayının 29’unda “gaz” bulundu bende çıktım yola.
            ÇÖPLÜKLE UĞRAŞMAK İSTİYORSANIZ; İŞTE ÇÖPLÜK Buradan nafakalarını çıkaranlarla konuştuktan sonra benim menşur gölet’imi görmek için aracıma bindim ve gölet’in etrafından çeşitli resimler çekmeyi planlandım.
Oldukça güzel resimler elde ettim. Yalnız beni gölet’in ülkemizdeki ve dünyadaki kuraklığa rağmen nerede ise taşacak şekilde büyümesi korkuttu. Ocak 2005’te ki kotundan bir eser kalmamıştı. İMDAT !GÖLET'İMİZ TAŞMAK ÜZERE! gözüken rengarenk akıntılar ve sıvı atık gölüne inebilmek için yazımızın sonundu yazdığımız bölümdeki çıkıştan girilince epey bir kot düşüklüğü ile inilmekte iken şimdi ise nerede ise düz bir yol halinde gözükmekte. Resim 3 e bakınız
Bu gölet’in oluşturanlar bizlerdik. Yani Çorumlular. Sıvı atıklarımızı buraya dökerek çevreyi temizlediğimizi sanıyorduk ve halen öyle olduğunu sanıyoruz.   Halbuki bu atıkların toprağın katmanlarına sızmasını önleyecek tabii bir iki tepe arasından başka bir önlem ve tedbirinde olduğunu düşünmüyorum. Bu gölet’in tabanında sızdırmama özelliğini koruyan bir kil tabakasının olduğunu ve bu atıkları buraya dökemeden önce de burada tabi bir havuzlama ve izolasyon işleminin yapıldığını da zannetmemekteyim. Buradan sızacak bu atıklarımızın yer altı sularını kirleterek Çorum'un geleceğini zehirlemesinin kaçınılmaz olduğu gözüken bir olgudur. Çorum’un zemin suyunun ve bur çanak olarak gözüken yerleşim yerinin alt tabakalarında bulunan ve artezyen ile çıkartılan diğer yer altı su kaynaklarına da ulaşması ihtimali büyüktür. Çanak olarak bu gölet çanak sularının kaynaklarından olarak gözüken yamaçta bulunması da af edilecek bir mazeret değildir.
Bizler neden: zemin suyunun kimyevi atıklarla doldurduğumuzu düşünmüyoruz? Yada neden düşünmek istemiyoruz?  Basiretimiz mi bağlandı. Yada bu günün beyliği beylik, gelecekten bana ne mi diyoruz?
Mahmut Selim Gürsel olarak 2005 yılında keşfettiğimiz yeri kim bilir hangi fi tarihinden o güne olduğunu nereden bilebilirim ki? Bilenler varsa yazsınlar bizde bilelim. Buraya dökülen atıklar ve sıvı atıkların hangi kararlarla buraya biriktirildiğini de sorgulamamız gerekli değil mi?
Şubat 2005 ve Ağustos 2008 epey zaman geçmiş olması ve atıkları için yapıldığı söylenen arıtım tesisi de beni sükutu hayale uğratması ile bu yazılarla karşınıza çıktım.  Bu dünyada doğru bildiğin ve halka faydalı olduğunu düşünebilen kimse isen, gerçekleri saklamamak gerekli olduğu “Yüce Yaratan” Niye söylemedin, sakladın diyeceği vakitte anlım ak olsun düşüncesi ile doğru bulduğumu sizlerle paylaşıyorum.
Gölet artık taşmak üzere.
Artık bir daha oraya da gitmem.
Kendini yormana ve üzmene ne gerek var?
Ben görevimi yaptığımı biliyorum.
Bilgimi paylaştım.
Yazdıklarımı da paylaştım.
Resimlediklerimi de paylaştım.

RESİMLER ALTTA

Resim1  Dumanların yükseldiği çöp yığınını altında yazımızda bahsi geçen yol gözükmekte

Resim2 Yukarıdaki resmin bir başka açıdan görünüşü

Resim3  Çöplerlerin kapattığı ve gölet'e kıyı olan iki tarafındı otlar olan sert alan daha önceki yılda geldiğim ve arabamla indiğim ÇORUM'UN YENİ GÖLET'İ HEPİMİZE HAYIRLI OLSUN yazımızı yazdığımız yol olsa gerek

Resim4 Sıvı atıkların yüzü sahi olarak çöp yığınından rüzgar etkisi ile gelen kağıt ve yüzebilen atıklarla kaplanmış

Resim5 Burada sıvı atıkların üzeri biraz olsun katı atıklardan soyutlanmış durumda.

Resim6-7 Burası da gölet bitimine yakın bölüm ve yola kotun birkaç metre kaldığı intibakını verse de attaki resim gölet'in en uçtan ve arabadan inmeden çektiği son bölüm olduğu karşıdaki yığından anlaşılmaktadır.

Resim8 Burası da gölet çevresinde devam eden yoldan çekilmiş bir resim

01. SAYI FİKİR  01/10/2008

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 05 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TIBBİ ATIK STERİLİZASYON BİNASI
 
Çevre yolunu geçip İskilip’e doğru yollanırken bir benzinlikten “Toki ve için için yanan “Çorum Çöplüğü”nü bizim fotoğraf makinesinin görüntüleyebildiği imkân dâhilinde resimledim.
Yola devam ettim, çöplerin döküldüğü mekâna dönen yoldan  dönerken gördüğüm levhayı da arabadan inmeden resimledim. Yavaş yavaş yol boyuna giderken yol paralelinden “Toki” yi yeniden resimledim.

Araçların şehir atıklarını döktükleri yere yaklaşırken tıbbi atıklarını bilindiği yerden keyifli bir duman havaya doğru süzülüyordu.

Çöplüğe girdikten Çöplükle kendilerine nafaka temin edenleri görüntüledim. Sonra karşıda gözüken yeni yapıldığı belli olan binaya gitmek için aracıma bindim.
 
Binanın önünde park ettim. Oradan konumuzun esas haberi olan gölet’e yaklaşa bildiğim kadar yaklaşarak resimleri çektim. Yukarıya çıkarak binanın resmini çektim Binanın dışı beni yaktı. İçi?

Binanın üzerindeki levhada T.C. Çorum Valiliği İl Özel İdaresi Kardelen Tıbbi Atık Yönetim Sistemi Projesi Tıbbi Atık Sterilizasyon Tesisi Yazılı levhadan buranın sadece tıbbi atıkları sterilizasyonu için yapıldığı anlaşılıyordu.
Hemen sola dönünce binada iki kapının daha olduğunu gördüm. İlkinde Temiz Konteynır çıkışı diğerinde de dolu konteynır girişi yazıyordu. 

Kapıyı açtım içeriye girdim.  İyi niyetli bir görevli fotoğraf çekmemi ve bilgi almam için gereken kolaylığı gösterdi.
Burası sadece “Tıbbi atıkların” dezenfekte edilerek sterilizasyonu yapıldıktan sonra normal çöplerle birlikte tıbbi atıkları için yapıldığını anlamış oldum.
.

Tıbbi atık konteynır

Yapılacak işlemleri şöyle sıralayabiliriz.
Hastaneden gelen küçük konteynır önce tartılıyor, steril edilmek için 138 derece ısılı buhar kazanında bekletiliyor buradan çıkan atıklar evsel atık olarak çöplere dökülüyor.

Tıbbi atık konteynır dezenfekte edileceği buhar ünitesi

Tıbbi atık kontrol odası

 

Tıbbi atık dezenfekte edilirken kullanılan buhar üreticisi

Konteynır temizleneme makinesine girip yeniden kullanılmak üzere hastane veya salık ocaklarına gönderiliyor. Gelen atıkların istatistiksel verileri de gelen yerlere bilgi olarak gönderildiğini öğrenmiş oldum.
Yalnız benim anlayamadığım bazı mikrop ve virüs ile bakterilerin yok olup olmayacağı düşüncesi ile gördüğüm "dağın bir virüs bile doğurmadığını" bu muazzam gölet’in bu gibi arıtmalarla yok olmayacağı üzüntüsü ile dışarıya çıktım.
Tıbbi atık saklama soğuk hava deposu

Tıbbi atık elektronik kontrol alarm panelleri

Dediğim gibi; "Dağ virüs bile doğurmamıştı" koca Çorum çöplüğü için yapılmış göstermelik bir çalışma yapılmış sadece tıbbi atıklar baz alınmıştı. Halbuki Çorum çöplüğünde daha ne atıklarımız vardı ki görülmeye değer  :-))  Binanın ön tarafında bulunan aracıma binerek binanın solunda bulunan yolu takip ederek gölet’in etrafını dolaşarak resimler çektim.(İMDAT! GÖLET'İMİZ TAŞMAK ÜZERE YAZIMIZA BAKINIZ)
Burada ayrılırken aracımdan bulunan kuşlardan da resim almaya çalıştım.

Çöplük ve kuşlar

Çöplük ve kuşlar

Çöplük ve kuşlar

Çöplük ve kuşlar

 

 
Aracımla çöplükte bulunan tıbbi atık levhasının bulunduğu yerde beni karşılayarak kovanları hiç kınamadım. Buranın esas sakinleri sayılan bu canlılar benim yaptıklarımı beğenmemiş olacaklar ki havlayarak kovaladılar. 

 01. SAYI FİKİR  01/10/2008

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 06 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU NE PERHİZ;BU NE LAHANA TURŞUSU

            Temizlik.
Bilhassa yiyeceklerimizin temiz tutulması.
Bu yiyeceklerin toptan satılan yerlerde hijyenik ortamların hazırlanarak,satışa sunulmadan bekletilen gıda maddelerinin her türlü toz,haşere ve uçucu böceklerden uzak olmaları gerekli değil midir ?
Bizde ise Çorum Toptancılar Sitesi her ne hikmetse Çorum Belediyesi Katı Atık Toplama Merkezinin karşısına yani Çorum Çevre Yoluna yapılmış. Halen  orada bulunmaktadır. Burada bekletilen çöplerin yaydığı nahoş koku ve sinek üreten ortamında üreyen sinekler bu çöplükten ayakları ve organizmalarına aldıkları mikropları fazla bir güç sağlamadan;Kandilkaya Rüzgarının etkisi ile Çorum Gıda Toptancıları Sitesine taşınmaktadırlar. Burada bulunan Çorum ve çevresine dağıtılan yiyecek kolilerine konarak mikropları bulaştırmakta,bu bulaşan mikroplar dağıtımı yapılan kolilerle bütün ile dağıtılmaktı. Kolileri tutan kişilerce de bu mikroplar açılan ürünlere bulaştırılarak bizlere satılmaktadır.

 
Ayrıca burası çevre yolunda olduğu için Karadeniz Ankara güzergahında seyreden kara taşıtlarında yolculuk yapan bilumum insanlarında gözlerine çirkin gözükmekte,hatta kuvvetli rüzgarda savrulan poşet atıkları arabaların camlarına yapışarak ma’az Allah kazalara sebebiyet te verebilecek cinsinden uçuşmakta ve bu naylon poşetler de çevreyi iyice kirletmekte.
Bu çöp toplama merkezinin buradan kalkması için Çorumlu 2000 Dergisinde bir iki kere yazdıysam da;hiçbir tepki alınmadı. Bu tepkisizliğe karşın hiçbir kuruluş veya şahısta evet bu çöp toplama ünitesi buradan kalkmalı demedi.
Gıda Toptancıları Sitesinin haricinde buraya yakın iki un fabrikası da  gıda üretmekte,yakınında bulunan okullar da cabası. Ayrıca bir de spor sahası var.
Çorum Belediyesi Katı Atık Toplama Merkezi olarak bu tesis hem mikrop üretmekte,hem de çevreden görünüşü çok çirkin. Birde bu yerin yakınında bulunanlar tehlikenin altında. Ayrıca kokusu da cabası. Burasının kaldırılarak başka müsait bir yere taşınması mümkün değil mi? Mümkündür de neden kaldırılmıyor ?
Şimdi gıda denetlemeleri Tarım İl Müdürlüklerinde. Sadece gıda üretilen yerleri,gıda satılan yerleri değil,gıdaların saklandığı yerleri de denetleyerek bizlerin sağlığı ile oynayanları uyararak sağlığımızı olacak salgınlardan korumalı değil mi ?
Gelecek hafta erersek,başka bir olumsuz görünümden bahsedeceğim.

53 SAYI 25 Ağustos 2003

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 07 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

10 KASIM
            Türkiye’mizin kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN bu gün ebediyete gidişinin 70. yılında bulunmaktayız.
            Türkiye için kendi özverilerini ve dehasını kullanarak, ülkesi için çarpışmak ve ülkesindeki insanları birleştirerek Kurtuluş Savaşına hazırlamak gözüktüğü kadar kolay olmazsa gerek.
            Bir yokluk ve uzun yıllar çeşitli cephelerde savaşmış, yorgun ve fakir bir milleti özgürlüğe kavuşturmak için verilen çabaları takdir etmeyenler ATATÜRK’Ü kıskanlardan başkası olmayacağını burada söylememde bir beis görmüyorum.
            Bizlerin kuşağında 10 Kasım’lar bir yas ve anma günü olarak kutlanmakta iken, bu günün kuşaklarında ise başka türlü anılmaya başlamıştır.
            10 Kasım’da bir başka hatıralarımın da burada anlatmakta bir beis görmüyorum. Askerliğimin son bölümünü Çavuş olarak İstanbul Dolma Bahçe Sarayında yapmış olmam da ayrı bir 10 Kasım anısı olarak bende bulunmaktadır.
            Dikkat ettiniz mi bilmiyorum? Bizlerin hayatlarında da bazı önemli zaman dilimlerini biz yaşadığımız o zaman ve anda anlayamamakta ve sonradan da bu anıların kıymetini düşünmeden edememekteyiz.
            Bizler ATATÜRK’ÜN emanetini korumak ve yüceltmekten başka; ülkemizin Dünya ülkeleri içerisinde ön sıralara başkalarının yardımı ile değil, kendi güç ve bilgilerimiz ile birikimlerimizle ileriye gitmemizin gerekliğini bu vesile ile de sizlere teklif etmekteyim.
            “Ne Mutlu Türk’üm Diyene”

 237 SAYI 25 Kasım 2018 -14. SAYI FİKİR  01/11/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 08 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BÖYLE İNSANLAR VAR MIYMIŞ?

            Birkaç gün önce saat 19,30 haberlerini izliyordum. Kapı çalındı. Herhalde komşulardan birisi olsa gerek diye düşünürken mutfakta bulunan eşim kapıyı açtı. Karşısındaki bayan:
            -Selma Abla! Beni tanıdın mı? Diye sorduğunu bende oturduğum odadan duydum. Eşim de:
            -Evet tanıdım. Sen bizim apartmanda oturan filancanın kızısın. Duydum. Herhalde bizi ziyarete geldiler diye düşünürken, bayanla gelen beyi eşime:
            -Selma Abla Selim ağabeyin arabanın kapısına bir araç vurup kaçtı. Biz de plakasını aldık. Selim Ağabey yok mu? Diyince eşim bana seslendi. Oturduğum odadan kapıya doğru gittim. Gelenlere:
-Hoş geldiniz dedim. Erkek misafir doğrudan konuya girdi:
-Selim Ağabey; senin arabaya şu plakalı araç çarptı ve durmadan gitti. Ön kapıyı çökertmiş. Plakası bu. Dedi. Bende:
-Sağ olun fakat bu plaka ile o aracın vurduğunu ben ispat edemem. Şayet siz görgü şahitliği yaparsanız o zaman o aracın sahibinden şikâyetçi olabilirim. Dedim. Birlikte aşağıya indik. Cidden aracımın ön kapısı epey çökmüş vaziyette idi. Kapıyı açmak için uğraştım açılmamıştı. Yeni trafik kazaları yaptırımına göre taraflardan birisinin olmadığı için polisi aradım. Beş dakika sonra mahalli karakoldun bir ekip geldi. Gelenler aracın konumuna baktılar ve şikâyetçi iseniz karakola gelin dediler.
Bize bilgi veren arkadaşa baktım.
-Giderim ağabey diyince. Aracımın öbür kapısından araca binerek karakola gittik. Aracıma vuran plakayı araştırdılar, sahibinin cep telefonunun buldular, benim telefonumdan araç sahibini aradılar, karakola gelip uzlaşmamızı söylediler. Bir saat sonra aracıma vuran şahıs ile babası geldiler. Anlaştığımız için tutanak tuttular, karakoldan ayrıldık.
Olmuşla yitmişe çare yoktu. Araca vuranda yakın komşu idi. Ertesi gün komşuya telefon ettim, kapıyı yaptıralım mı diye sordum. Olur dedi ve sanayiye gittik. Oto boyacısından fiyat istedik, pazarlık yapıldı ve aracıma vuranın babası parayı ödedi. Birlikte benim araçla çarşıya geldik, arkadaşı bıraktım. Ben eve geldim.
Aracım kaporta ve boya olunca baktık ki; minderlerin kılıfları yağ ve kara olmuş. Bunlar üzerimize çıkar diye eşimle beraber kılıfları söktük ve eşim kılıfları yıkadı. İki gün sonra kılıfları evin önünde takarken benden yaşlı olan karşı komşum bana kolay gelsin ne var ne yok? Diyince, bende yukarıdaki olayı anlattım.  Beni dinledi ve ekledi:
-Böyle insanlar halen var mıymış? Dedi ve yoluna devam etti.
Evet böyle insanlar halen var. Bu insanların yüzü suyu hürmetine Ülkemiz halen ayakta. Allah rızası için gördüğünü söyleyen, bu dünyada da, öbür dünyada da şahit olacağımı bilen kişidir. Benden büyük olan komşunun şaşması gayet normal. Dünya korkanların, susanların dünyası. Yalan yere yemin edenlerin, yapılanları ve duyulanları görmedim, duymadım diyenlerin dünyası.

147. SAYI 25 Mayıs 2011

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 09 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

MERHABALAR!
            Bu gün; 01 Kasım 2008 Yer İskilip Çorum yolu. Eşimle birlikte bu yol üzerinde bulunan kaynak pınarlarından birisinden su doldurarak Çorum’a doğru geliyoruz. Eşim:
            - Hacı! İki yıldır pancar (şeker pancarı) yemiyoruz. Gelirken bir kişi tarlada pancar söküyordu. Parası ile birkaç tane aslanda bu yıl hiç olmazsa yesek. Dedi. Bende:
            - Oraya gelince haber ver isteyelim. İsteyenin bir yüzü kara vermeyenin iki yüzü kürü dedim. Biraz sonra hacı hanım:
            -Hacı burası şu karşı tarla. Dedi. Bende arabayı durdurdum. İndim yalnız çalışan kişiye doğru yöneldim. Aramız 150 metre kadar vardı. Yaklaştım:
            -Merhaba! Kolay gelsin. Dedim. Tarlada çalışan yüzüme bakarak:
            -Merhaba Mahmut Amca! Satalı tıraş ettirmişsin tanıyamadım. Hoş geldin! Diyince şaşırdım ve sordum:
            -Sağ ol yeğenim fakat ben sizi hatırlayamadım. Dedim. Güldü.
            -Tabii hatırlayamazsın. Ben lisede okurken Kütüphaneye gelirdim. Herkese bilgi verdiğin gibi benim ödevlerim içinde kaynak gösterirdin. Çorumlu 2000 Dergisini çıkardın, birkaç tane de kitabın bende var. Diyince. Hay Allah! Ben şimdi bu adamdan nasıl pancar isterim ki. İçinden tanışlık gösterdik pancar istedi der diye düşündüm. Ve başka konu açtım:
            -Yeğenim neden yalnız çalışıyorsun?
            -Hocam! Pancar eskisi gibi getiri getirmiyor. Ben adam tutarsam bana para kalmaz. Kendim sürdüm, ektim, kendim de pancarı söküyorum, yeşilini kesiyorum. Bunları ben yalnız yapmazsam ekmek parası bana kalmaz. Diye cevap verdi. Ne diyebilirdim ki. Bir zamanlar sulak yerlerde tarlası olan köylü dört yılı iple çeker birkaç kuruş menfaatimiz olsun diye çabalardı. Ben bir şey diyemedim. Tarım öldü diyenler doğru söylüyorlar diye içimden düşündüm ve:
            -Yeğenim; bana müsaade. Arabada Hacı yengen var. Yolcu yolunda gerek. Saha kolay gelsin. Dedim. Döndüm arkamdan seslendi.
            -Hocam ! Tarlanın sonundan pancar al. Tadına bak dedi.
            -Teşekkür ettim. Üç tane alarak arabaya bindim. Hacı hanım:
            -Niçin az aldın diyince sadece güldüm.

117. SAYI  25 Kasım 2008

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 10 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

KURBAN VE BİZ
            İnsanoğlu’nun semavi kitaplarla başlangıcı olduğunu inananlar bilirler. İnanmayanlar da kendi bildiklerini okurlar. O da onların problemleridir.
            Hazreti İbrahim; Allah-u Teâlâ bir oğul verirse, onu Allah C.C. için kurban edeceğini dilemesi üzerine Hazreti İsmail dünyaya geldi. Allah-u Teâlâ verilen sözü yerine getirmesini Hazreti İbrahim’e rüyada bildirildi.
            Semavi kitaplara inananlar Hazreti İbrahim’in Allah C.C. tarafından imtihan edilmesinin ve biz insanlarında bu imtihandan geçmemizin emaresi olarak Peygamber efendimiz, Eshab-ı kirama, (Kurban kesmek, babanız İbrahim’in sünnetidir) buyurdu. Hakim)
Dinen zengin sayılmayan kimsenin, borcu yoksa, gücü de yeterse, kurban kesmesi çok iyi olur. Hadis-i şerifte, (Bayramda kurban kesmekten daha faziletli bir amel yoktur. Ancak sıla-i rahm bundan müstesnadır) buyuruldu. (Taberani)
            Bu bizim dünyada malımızla imtihan edilmemizin delaleti olarak her yıl karşımıza çıkar.
            Bilerek veya bilmeyerek bu imtihandan dikkat ederek çıkmamız gereklidir. Müslümanların bu dini vecibelerine de başka inanıştakilerin de dikkatli olarak incelemelerini ve bu sosyal bir yardımlaşma olarak incelenmesinin gerektiğini de göz ardı etmemeleri gereklidir. Çünkü herkesin inanışı kendisini bağladığı için başkalarının inancına da karışmak insanlık dışı bir anlayışın eseri olur.
            Kurban bayramınızı bütün yazarlarım adına buradan tebrik ederek nicelerine ermemizi dilerim.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

11 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

NE VAR NE YOK?
            Bu soruyu bilerek veya bilmeyerek sorarız. Ne haber?
            Haberler postada. Bir şeyler yaptık, iyiyiz, sağlığımız yerinde, koşuşturuyoruz gibi pek çok cevap vererek karşımızdakinin sorduğu cevaplamaya çalışırız.
1945 yılında Pennsylvania Üniversitesi’nden J.P. Erkert ilk işlevsel bilgisayar olan 30 ton ağırlığındaki ve saniyede 5 bin işlem yapabilen ENIAC ‘Elektronik Sayısal Doğrulayıcı ve Bilgisayar” geliştirdi. ENIAC, 30 ton ağırlığında, 167 m2 büyüklüğünde bir bilgisayardı. 1959-1964 yılları arasında üretilen bilgisayarlarda transistorlar kullanılmaya başlandı.”
Bu bilgiler meraklılarının ve bilim çevrelerinin dergi ve radyolardan öğrendiği yüzeysel verilerle bizlerin merakını tatmin ediyordu.
Bu verileri neden yazdığımı yazımızın başlığı olan “Ne var, ne yok”
1960’larda Türkiye’de pek popüler olan bir fıkrayı hatırladığım kadar anlatmaya çalışayım diye yazdım.
Amerika bilgisayarı çalıştırınca Birleşmiş Milletler temsilcilerine tanıtmak için bulunduğu binaya götürmüşler. Mihmandan (dolaştıran) kişi üyelere dönerek istediğiniz soruyu kendi dilinizle yazın cevabını yazılı olarak karlarla verecektir diye bilgi vermişler.
Bilirsiniz ülke alfabetik sıra üzerine delegeler akıllarına gelen soruları sormuşlar. Kimi ülkesinin kaç metre kare olduğunu, kimi hangi kıtada olduğunu, kimi nüfusunu, kimi başbakanının ismi sormuş ve hepsine de birkaç saniye içinde doğru cevaplar almış ve takdirle bilgisayarın önemini birbirlerine anlatmaya başlamışlar.
Sıra bizi Türk Delegesine gelmiş:
- Ne var, ne yok? Demiş. Birkaç saniye sonra cevap gelecek diye beklerken bilgisayarıdan ses seda çıkmamış. Manika çalışıyor fakat sorunun cevabını bir türlü bulamıyormuş. Aradan dakikalar geçmiş sonunda bir kart gelmiş.
CEVAP YOK hemen mühendisler koşmuşlar Türk Delegesine sormuşlar?
Ne sordunuz da cevaplayamadı? Delege gülmüş.
Hani bu makine her şeyi biliyordu?
Hepimiz her şeyi bilmeyiz. Bilemeyiz de. Ben her şeyi biliyorum diyenlere cevabını sizin vereceğini biliyorum.
Hoşça Kalınız!

 

151 SAYI 25 Eylül 2011

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 12 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BENİMDE GÖNLÜM DE VAR MIYDI?
            Bir gencin, bir kimseye vereceği neler olduğunu o delikanlılık çağında anlamasının imkânı ve ihtimali yoktur.
            O; yaşadığı dönemin etkisi ile kanının kaynadığı ve başındaki kavak yelleri ideali olmadan arkadaşları ve sevdiklerinin katkısı ile hayatın daima böyle olacağını zen etmesi çok tabidir.
            O; yaşadığının farkına varana kadar pek çok ileride ona lazım olacak yatırımları yapamamış, birçok fırsattan faydalanamamış olarak okumaya çalıştığı üniversitesindeki kol için uğraşırken hayatının ileriki döneminde kaybettiklerinin ve kazandığı bilgilerin etkisinde ve bilincinde yaşamına devam eder.
Bu yaşamının sonu olmadığı ve arkasına dönüp baktığında kimlere, nelere, nerelere ve o andaki hayatının düzenin bakmadan gününü gün etmeye çalışır.
Çevre ve arkadaşlarında görerek özentilerle kötü alışkanlıklar, sonradan edinilmiş huylar ve ileride kendisine pek çok sıkıntılar verecek bir çevre ile büyür ve gelişir.
Gün gelir o artık bir sorumluk sahibi olduğunu anlamış, iş başa düştüğünü görmüş ve yaşamının artık hayalle, arkadaşlarının hay huyları ile ve gezip tozduğu yerlerin, çevresinin ona verdiği zararları görür. Pişmanlığı artık fayda vermez, geriye dönülemez bir zaman diliminde yaşadığını farkına varır.
Bir meslek edindiğini zannettiği anda o eski birikimlerinin, zarar veren alışkanlıkların karşısına dikildiğini görünce şaşırır. Heyhat artık onları bir sünger çekerek silse sile, beyaz bir sayfa ile hayatına başlasa bile o eski çevre ve alışkanlıkları bir yerlerde çıkar karşısında dururu.
Basen bu geçmişini saklayarak mesleğinde ilerlese bile, belirli bir makama geldiğinde o eski birikimlerinin kaybolmadığını birileri ona anlatır. Birileri o eski arkadaşlar, eski alışkanlıklar ona en önemli yükselme zamanında bir Çin Setti gibi karşı durur ve onu mat eder.
Benim de gönlüm var mıydı? Sorusu ileriki yaşlarda düşünüldükçe ortaya çıkan bir soru olarak beynimizi kurcalar. Her insan gibi bu soruyu soranlar da hatalar yapmak için belirli olgu ve sahalarda bulunmuş ve bu hatalardan kaçınmasını bilerek yaşamışlar, arkadaşları tarafında hor görülmelerine rağmen belirli bir yaşa geldiklerinde bunun mükâfatını görerek hayatlarına devam ederler.
Gençlerin dikkat edecekleri bu davranış, arkadaş seçme, kötü alışkanlıktan kaçma en önemlisi ise kendi gözünün önüne bakması onun menfaatidir.
 “Nasihat veren çok olur. Para veren olmaz” derler.

152 SAYI 25 Ekim 2011

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

13 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

INTERNET SAYFALARI TOPLAYICISI DEĞİLİM
            Dergilerimde; yazılarım kendime ait olup, kendi fikirlerimi yazabildiğim kadar beyanda bulunduğum yerlerdir.
            Sanal olarak yayınlanan bu çalışmalarım haricinde de basılmış çalışmalarım bulunmaktadır.
            Ayrıca 63 sayısı basılmış olarak bulunan ÇORUMLU 2000 AYLIK KÜLTÜR SANAT TARİH VE EDEBİYAT dergimde pek çok çalışmalarımı da yayınladım. Bunlar basılmış olarak arşivlerde bulunmaktadır. Bu dergim basılırken ilk birkaçı hariç o günden bu güne okuyucularıma da sanal olarak ta yayınlama mutluluğuna eriştim. Dergimiz halen devam etmekte olup her ayın 15’inde güncellenmektedir. Bu elinizde bulunan sayımız  199. sayı olarak sizlerle birlikteliğini sürdürmektedir.
            Dergi ve sitelerime girmek için illaki üye olacaksınız diye bir şartımız da bulunmamaktadır. Bütün ziyaretçilere alenen açık olarak okuyucunun istediği an okunmaya açıktır.
            Dergilerimize yazı veren arkadaşlar bizzat endi çalışmalarını e-posta veya posta ile bana ulaştırmakta ve bende bazı ufak tefek kişilik hakları ve diğer bazı bana ve yazarıma gelebilecek kısımları kaldırarak yayınlamaktayım.
            Yazarlarıma ve çizerlerime buradan teşekkür ederken yazı yollayacak arkadaşlarımızın da kendi çalışmalarını  corumlu2000@gmail.com e-postama yollamaları gerekmektedir.
            Dergilerimde bulunan çalışmalar herhangi bir siteden alınarak yayınlanmamakta, yazarlarımızın müsaadeleri ve gönderdikleri yazıları yayınlanmaktadır. Bizim dergilerimizden başka yerlerde de yazarlarımızın çalışmalarını yayınlamaları onların en tabii haklarıdır. Bu bilginin de sizlerle paylaşmamım birkaç nedeni bulunmakla birlikte burada bunları yazmama da gerek görmemekteyim.
            Yazıyor, çiziyor, çekiyorsanız ve sanal değilseniz sizde davetlisiniz!

124. SAYI 25 Haziran 2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 14 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

HİCRİ YIL VE MİLADİ KUTLAMASI ÇOK YAKIN
Bu yıl nerede ise çakışacak ini yılbaşını aynı andı kutlamamıza imkân veren bir peş peşe lik sağladı.
Bu iki yıl kutlaması için şunları aklımdan geçirdim:
Merhaba kocamış yıl!
Nasıl de geçti 365 günün. Ben bilemedim. Ya san bildin mi?
Neler verdin bizlere? Nelerimizi aldın bizlerden?
Geldin gidiyorsun. Bizi bıraktığın gibi bizlerde burada bildiğimizi yapacağız. Sende gidiyorsun yaşlandım diyerek.
Eş, dost ve akraba ile yeniden gelmeni bekleyeceğiz gencecik ve kocamamış halini umutla bekleyeceğiz.
“Umut Bu” bilmem anlayacak mısın? Desem güler geçesin. Bana ve soranlara. Sen kaç yaşındasın ki benim yaşadıklarımı bileceksin dersin. Haklısın. Sen her yıl ölür, yeniden doğarsın. Yaşlanmaktan korktuğun için böylece kendini küçük ve genç göstererek bizleri eskitir ve yol olmamızı gözlersin.
Bizse senin hey yıl gelmeni sabırsızca beklerken yaşlandığımızı anlamadan bu dünyadaki sıramızı savar ve gideriz.
Savaşır, öldürür, ölür, gezer, tozar, trafik kazası yapar, salgın hastalıklarla boğuşur, bazen açlık çeker, bazen tok gezerken açlığımızı bastırmaya çalışır, bazen yazar, bazen de çizerek senin günlerini birer birer tüketiriz.
Sen yine bu günlerde,yine bu yaşının sonuna geldin.  Bize ne verdin? Bizden neler aldın? Düşünmeyeceğiz her zamanki gibi, yine senin geldiğin ilk günden yeniden doğmanı sabırsızca bekleyeceğiz.
Bu satırları yazan benim ömrümü tükettin ve yaşlandırdın sanma. Benim yaşım düşüncemle yaşıt bunu da unutma.
Her yıl gibi senden dilediğim bir şey yok!
Dilesem de senin elinden gelen bir şey olduğunu zannetmiyorum.
O yüzden isteklerimi seni ve beni yaratandan istiyorum.
İyi ki doğdun “Yeni Yaşın kutlu olsun 2009.”
Seninle yaşamaya çalışan fani Mahmut Selim GÜRSEL
 

 04. SAYI FİKİR  01/01/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

15 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇÖPLÜK
Çorum’un en eski alış veriş mekânı.
            Burası; Çorum’un en eski bir arastası.  Bu arastanın da; bazı kısımları ve bazı bina ve dükkânlarının deforme olduğu doğrudur. Biz insanlar yaşadığımız mekânları değiştirmeyi severiz. Bu değişilmeye uğraşı mekânların ana yapılarını da deforme olduğunu söylemek safdillilik olduğu malumdur. 
Çöplük tanımı için Osmanlıca harflerle basılmış olan “Çorum Tarihi” isimli çalışmada: “Çorum Kal‛asının Romalılar zamanındaki eserleri saat kulesi civarında evler altında kalmış bir temelin şimalinden cenuba doğru indiğine göre, şimdiki çarşının (Çöplük) bulunduğu yerde olması lazımdır. Zaten de Danişmentlilerin zabt ettiği Çorum Kal‛asının şimdikinden daha vâsi‛ olduğu içindeki askerlerin çokluğu ile anlaşılır.
            İşte Nastor bu kal‛ada uzun müdded Dânışmend Ahmed Gaziye karşı durdu. Mir‛atü’l-tevarih << ba‛de Nikonya ki Çorum’dur. Muhasara ve zahmetle zabt etti ve asker-i İslâm gana’im ve esir ile na’il oldu (1)>>
(1) Nazmi Tuğrul Çorum Tarihi << Çorum’un Fet’hi ve Melik Danişmend>>  ser levhasıyla başlayan kitabın mâ-ba‛dını tamalamış oluyor. Türk azmi “
Denmektedir.

 

Çöplük diye halkımızın bildiği çarşının; Çorum’un en eski yerleşim yerlerinden olan “Nikonya” nın zamanında da bulunmuş olma ihtimali büyüktür.
            Çorum bu tarihlerde kalesinin tanımı şu alanlar içinde olduğu zannedilmektedir. Çorum Tarihi ismili eserde:
 “Nikonya Tekfurunun sarayının bulunduğu yer, bu gün halen Albayrak ilköğretim okulu olarak bilinen bulunduğu yerde idi.
Alaybey sokağının güzergâhından kale suru şimdiki Ulu Cami meydanına kadar inmekte. Ulu Camiinin bulunduğu yerde büyük kilise bulunmakta, buradan Ulu cami Altından geçen camii kebir 3. sokak dan  Taşhan caddesi istikametinden, Emniyet sokaktan devam eden sur, şimdiki kaleyi de bir burç olarak düşünürsek oradan Kulaksız sokağı, Albayrak sokak olarak sınırlandırabiliriz.
Burası çok büyük bir alan olarak gözükse de haritada burasının üçgen şeklinde bir alan olduğu gözükmektedir.
Bu sınırların içerisinde halen bulunan ve kilise diye bilinen yerin “havra” olma ihtimali büyüktür. Burasın Nikonya’dan sonra yapılmış olması ihtimalinin olması gerekmektedir.
Çorum’un Türkler tarafından kuşatılması sırasında kuşatma 40 gün sürmüştür. Bu gün Devlet Hastanesi sırtlarlı ve Bahçelievler bölümü Türk çadırlarının bulunduğu kuşatma alanı olarak bulunmaktadır. Kuşatmanın sonlanması ise Çorum’da gece çok büyük bir deprem olmuş taş üzerinde taş kalmamış ve peşinden yağan müthiş bir yağmurdan sonra Çimento fabrikası ve şimdiki Nadık deresi tarafından gelen muazzam sel ve molozlarla Nikonya ortadan kalkmıştır. Sağ kalan Nikonyalılar bu olayın Allah’ın Türklere verdiği bir mükafat, kendilerine verilen biz ceza olarak görmeleri sonunda tamamı Müslüman olmuş ve Türk boylarından Çorumlu oymağının burada kalması ve Karakeçili Aşiretinin de yerleşmesi ile Çorum yeniden kurulmuş oldu.
Konumuza başlık olan Çöplük yukarıda bahsi geçen deprem ve selden sonra oluşan mezbelelikten sonra “Çöplük” ismini almış olması gerekir. Elde bulunan molozlarla şimdi bulana kalenin yapılmış olmasının delili olarak kalede kullanılan her türlü moloz taşının dıştan halen gözükmesi olarak görebiliriz.
Çöplük o zamanın tarihini yansıtan bir arkeolojik sit alanı olması gereklidir. Aynı şekilde o zamanlardan kalan Hıdırlık caminin altında bulunan yer altı mezarlarının da söylentileri bu konularla uğraşanlar tarafından anlatılmaktadır.
Çöplük Çarşısı için pek çok kişinin kalmaması için bizzat benim tarafımdan ve imzaları karşılığı yaptığım anket halen sitemde yayınlanmaktadır.  burada ÇÖPLÜ ÇARŞISI  YIKILSIN (KALKSIN) DİYEN  lerin adı soyadı ve  ÇÖPLÜ ÇARŞISI YIKILMASIN (KALKMASIN) DİYEN lerin adları ve soyadları ile anketi ile de tespit edilmiştir.
Burada isimleri yazılı olan ve ankete katılan zatlarla bizzat bire bir kendim konuştum ve sorduğum soruya kalksın veya kalkmasın cevabını yazmalarını adlarını soyadlarını ve imzalarını atmalarını istedim. Daha sonra sanal olarak katılanlara da belirli süre verdim ve katılanlardan TC kimlik nosunu verenleri buraya e-postaları ile kattım.
Bence Çöplük yani Çöplü Arastası kalkarsa Çorum büyük bir kültür erozyonuna uğrayarak betonlaşan bir alan ile yeraltına alınmış bir çarşı ile modernleşme tantanası ile birkaç kişinin cebinin olmasından başka bir işe yaramaz.
Kaybeden Çorum ve Çorumlular olur.

ÇÖPLÜK  04. SAYI FİKİR  01/01/2009

ÇÖPLÜK 119. SAYI 25 Aralık 2008

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 16 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

DİKKAT ! TEHLİKENİN NERESİNE KADAR GİDİLECEK?
Biraz  Çorum'da ne var,ne  yok diye yerel bir kanalını açtım. 
Çorum  Değişim Projesi bilgilendirme toplantısı. Anlatılanları dinleyince tüylerim  diken diken  oldu. Ya ne diyeceksiniz? 
Sevgili  Sayın   Prof.  Hocamın tek muhalif olan  matbaacı arkadaşımızın ne demek  istediğini anlar gibi olduğunu söylemesine. 
Konu: Çorum'un  kültür varlığı olarak tescil edilmiş olan bir bölümü. Anlatan : Diksiyonu çok düzgün ve ödevine  oldukça iyi çalışmış,teklemeden konuşan bir hatip. Anlatımı gayet mantıklı görünüyor. 20-25 dinleyici. Hiç çıt yok. Konuşmacı tezini anlatıyor. Yerine otururken Sorusu  olan var mı ? Diye sorunca sadece   bizim haklı  her konuya itiraz eden Sayın Nizamettin Oktay'ımız:
-... Bu çalışmalar için belirlenen   sınır nereden,ne reye kadar ?
Başlama  noktalar, itiş noktaları neresi...  diye sorunca.  Konuşmacı bir şeyler geveliyor. Nizamettin tekrarlıyor sorusunu.  Bu   sefer  Sayın Başkanımız cevap veriyor. 
Sonra Rüstem baba sarı levhalarla ilgili başkana soru yönetiyor.
Başkan cevaplıyor.  Şimdi  gelelim konunun özetine: Belediyemiz mantıklı gözüken bir proje için kollarını  sıvamış.  Bir bilene danışmış, proje istemiş. Acaba bu ön proje için ne kadar ücret vermiş ? 
35  dönümlük şehir merkezinin altı seçilmiş. Acaba; bu alanın üstünü düzenlemek  yerine  niçin altını seçmiş ? Bu alanın altında neler  var acaba ? Neler yok ki.  Bu  belirlenen  alanın  altında bir tarih yatıyor.  Bir  kent yatıyor. Tarih kokan büyük bir hazine yatıyor. 
Neden  buraya  ÇÖPLÜK denilmiş acaba belediye   bunu  araştırdı mı ? Hiç zannetmem. Bence bu fikirlerinden vazgeçmeleri  için gereken bir iki başlık sizle re ileteyim. 
Birincisi:Burası NİKONYA şehrinin bulunduğu  yer olabilir mi. Uzun süre Çorum'u fetih eden  atalarımız bu yıkıntıları çöplük  olarak kullanmış olamazlar mı ? Buralar ve  eski Karakeçili mahallesi bir önceki medeniyetin yıkıldığı alan olup olmadığı biliniyor mu ? 
İkincisi: 1 Temmuz 1940 Tarihli 24. Sayı Çorumlu Dergisinin normal sayfa 2. genel sayfa 725 şi bir güzel okumaları ve yine aynı derginin 25. Sayısında yayımlanan  "MTA TAG Direktörlüğü Tusik Raporu No:1057 Çorum Havalisinin Jeolojik ek sizi"ni  bir güzel inceleyiversinler. 
İkinci  bilgiyi bulamazlarsa;  yayımladığım Çorumlu   2000 dergisi 7 sayı 28 numaraya bakı versinler.  Ya da ; 8. Sayı 27.  Sayfada  bu  rapor hakkında   yazan  Sayın 
Hocam Oğuz Leblebicioğlu'nun yazısını bir inceleyiversinler. 
Bence bu iş biraz cıvık. Neden mi? Çünkü bu projenin yapılacağı alan oynak toprak yani alüvyon yatağı. Altında Ankara gibi  taban  kayası yok. Biliyoruz ki; bizim il merkezimizin yerleşim  alanı taban suyu bol bir yer.  Bu topraklar  bence yer altında bir katlı derinliği   kaldırabilir  fakat 35 dönümlük bir alanı  ve  hele hele,2 kat olan bu projeyi kaldıramaz. 
Gerekçeleri gayet açık. Bir kere bu alanı şu anda  bile beş dakikalık ufak sağanak yağmurlarda bile caddelerimizden dereler  gibi akan sular acaba nerelere akar. Nereler dolar ?  İşte  sizin projenizde Çorum'da bu  akıntıyı verecek ne bir eğilimli arazi var,nede  bu suları pompalayacak  bol  enerjimiz var. Yoksa burayı bitirdiğiniz   gün  yağan  şiddetli  bir yağmurla doldurarak  yüzme havuzu filan mı yapacaksınız ?  O  da  olamaz,koca Çorum'da   bu derinlikteki  bir  havuzda  yüzebilecek kaç hemşehrimiz var ? Belki de: Bir efsanevi söylenişte geçen;   "...yelden;Çorum selden batacak."  Denilen sözler sizin eserinizle  gerçekleşecektir.  Orayı yaptığınızı  var sayalım.   Şiddetli bir yağmur yağınca ne olacak acaba ? Olacağı malum.  Otopark,dükkanlar ve Allah C.C. korusun orada  yüzleri bulan dükkanlarda çalışanlar ile, yağmurdan  kaçmak için oraya doluşan binlerce Çorumluya mezar olacak. Bakın ; kendinizde söylüyorsunuz. Uydu kent. İstimlak ederek bir sürü güzel tarım arazisini,mesken yeri olarak alıp Çorum'a büyük bir kötülük yaptınız Bari oralarda bu projeyi yer üstünde yapıverin.    Yok olmaz diyorsunuz. Ben zor olanı seçtim.  Bence siz ; zor olanı değil,rant olanı seçtiniz. 
Yine de  size  5. Sayı  15. Sayfada kolay rantlı ve müteahhit ve istimlâke bile gerek  olmayan  bir teklifim vardı bir zahmet onu okuyuveriniz. Tek katlı olan önerimiz, şehrimizin tarihi dokusunu da zedelememektedir.
Sizin projeniz bence birilerine, proje karşılığı biraz   para vermek. Yada  bu proje ışığı altında “definecilik” yapmak. 
Son  olarak;  Alah’u  Teala  bir daha Türkiye’mizi  eleme  boğan depremle bizleri imtahan etmesin. Bu proje ile deprem bölgesi olan ilimizin gerçeklerini göz önüne  alınması gerekir. Kolay rant uğruna  ilimizi   büyük bir felakete sürükleyecek olan  bu  projenin   belki getirebileceği birkaç milyon dolar için, Çorumluları lütfen tehlikeye atmayınız. 
Saygılarımla.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 17 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

GEL OKUYUCU KÜTÜPHANEYE GEL!
            Bu sıralar üyesi olduğum  elit bir grup olan kütüphaneci grubunun en sık gelen grup mesajı okuyucu bulamama olarak gözükmektedir.
            Acaba semt pazarlarındaki satıcılar gibi okuyucuyu cezp etmek için” Gel Okuyucu Kütüphaneye Gel!” diyerek kapı önünden mi bağırmak mı gerekmekte?
            Hayır! Bağırarak, Söyleyerek kitap okutulmaz. Peki nasıl okuyucu miktarını arttırarak okuyucuyu kütüphaneye bağlayacağız?
            Öneriyi ben yıllar önce dile getirmiş, arkadaşlara açıklamıştım. Onlar sadece kendilerine bazı yükümlülükler ve zorluklar yüzünden benimsetemedim.
            Bu gün o öneriyi yapmaya da pek niyetim yok. Neden yok derseniz benim yapalım diyeceğim işlev içip personel gerekmekte. Ayrıca personelin çokluğu da bir işe yaramayacağını biliyorum.
            Zamanı gelince belki birileri hatırlar ve sizlere bu önerime kendisi lanse eder diye düşünmekteyim.
Emekli Kütüphane Müdür Yardımcısı.

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 18 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

SİGARA VE HAFTALAR.
Sigaranın zararı sadece kendimiz için değil, etrafımızdakilere de verdiğimiz büyük eziyetin ta kendisidir.
Sigara içerken etrafıma verdiğim eziyetin ne olduğunu anlayamamıştım. Sigarayı bırakınca; etrafımda sigara içenlerin bana verdikleri eziyeti gördüm ve, etrafımdakilerden utanır oldum. Kendilerinden özür diliyor verdiğim sıkıntı içinde utanıyorum.
Kutlanılan haftalara ben inanmıyor ve faydalıda olduğunu düşünmüyorum. Sanki bana senede bir hafta o kutlanan gün için yeterli görülmüş bir zaman dilimi olarak görmekteyim.
Bence bu haftalar; bazı kişilere getirim kazandırmak için icat edilmiş olduğu ve bizleri tüketmeye zorlayan bir alet olduğu kanındayım. Bizlerde bu alete kanarak önemi sadece bir gün veya bir haftaya sığan anmalarla kendimizi tatmin ediyor gözüküyoruz.
Günler ve haftalardan olan; Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü, Öğretmenler Günü v.b. Şimdi benim annem sağken ben annemi sadece "Anneler Günü"nde mi anacaktım:->
Babam Sağken "Babalar Günü"nde mi anıyordum. Bu günlerde onlara hediyeler mi alıyordum yoksa onları devamlı ziyaret ettiğim için bu onlara daha mı güzel gözüküyordu?
Eşimi ben sadece "Sevgililer Günü"nde mi hatırlayayım? Ona alacağım ihtiyacı için o günü mü bekleyeyim. Yoksa yanımda olduğu için ona devamlı sevgililer günü imiş gibi mi davranayım?
            Sevgi veya kutlama bizlerin birbirimize bağlanması için bir araç olarak görülmemesi, sevdiklerimizi günlerle değil ömür boyu sevmemizin daha doğru olmasını isterim.
            Bizlerin zaten uzun zannettiği ömür çok kısa ve kısıtlı bir zaman dilimi. Onun için kendimize zarar verirken başkalarına da zarar verdiğimizin bilincinde olur, bir kutlamadaki faydayı sadece o gün veya hafta olarak düşünmeyerek ömür boyu kutlarsak daha güzel olur.
 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

  19 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

SEÇİM Mİ;GEÇİM Mİ?
            Bu dönem mahalli seçimler neler getireceğini hep birlikte göreceğiz.
            Hele bu mahalli seçimler de ekonomik kriz denilen dünyayı yönetenlerce empoze edilen suni ve ekonomik özgürlüklerini kazanamayan ve dış borç içinde yüzen ülkemiz gibi ülkeleri yok etme veya ufaltma için yapılan operasyonlarda deneme tahtası haline gelmekteyiz.
            Bu yıl bu mahalli seçimlerin ekonomik krizin olup olmadığını bizlere gösterme açısından da büyük bir sınavı da bizlere göstermiş olacaktır.
            Aday adayların tamamının hemen hemen belli olduğu bu günlerde parti ve parti adaylarının yaptıkları harcamaların mercek altına alınması ve bu harcamalarda da takip edilmesi gerekli olması bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
            Seçimlerde her nedense parti harcamalarının pek çoğunun bağış ve katkı olarak harcanması ise başka bir problem olarak karşımıza çıkacaktır.
            Seçimlerde iktidar olanların ise avantajlarını kullanmaları kaçınılmaz olarak görülecektir.
            Krizin sonucu işsizlik büyük ölçüde artarken, fakirlikte artmaktadır. Gelirler kişilerce değil ailelerce tüketilerek geçim çabası verilmektedir. Mahalle seçimlerin sonuçlanmasından sonra krizin devam edeceği, bu krizi bize empoze edenlerin gönlü yetene kadar da devam edeceği gözükmektedir.
            Bizde burada sizlere “Seçim mi; Geçim mi?” diye soralım dedik.
            İleride bu konuların devamının dergimizde yayınlanacağını da sizlerin de görüşlerinin bizim için çok kıymetli olduğunu bilmenizi isteriz.

 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

  20 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR e-POSTA VE CEVABI
 
Ilisikte ki gönderdigim dosyalar (yazinlar) 
kurulmasi arzedilen
Corum Kültür Merkezi
ve
Güzel Sanatlar Fakültesini ilgilendirmekdedir.
Saygilarimla
 
 
 
Merhabalar Sayın Çoban!
Gözlü var gözsüz var. Okumayı sökemeyenler var. E-postanızı yazarmen18 punto kullanmanızın sebebini ne olur ne olmaz diye düşündünüz herhalde?
Çorum!
Kültür Merkezi!
Güzel Sanatlar Fakültesi!
Maalesef bu yolladığınız konular hakkında bilgim bulunmamaktadır.  
 
Açıkça ne yapmamı yazın; gerek görürse yapar veya yayınlarım.
Hamiş; Dosyalarınızı siz siz olun kopyalanmasını istiyorsanız word dosyası olarak yollayın ki yayınlasınlar. Sizin adınıza bir daha o yazıları yazan pek bulunmaz zannedersem.
Fotoğraflarını yayınladığı albümü dergimde yayınladığım fotoğrafçı.Ates Velidedeoglu
Çocukluğunu ve amcasın arkadaşım babasını tanıdığım Çorumlu.Kenan Dalgic
Tanıyamadığım serdar Kilickaplan Mehmet Ali DOGAN zerrin ayvazoglu
Adam gibi adam diye birilerini lanse ederek bu seçimde arkasında durmayan Çorum'u tanıdığını bile zannetmediğim Agah Kafkas
63 sayı basılan ve 120. sayısı hazırlanan dergiyi kültür olarak görmeyen yada 3. sayısı da basıldı diye gazete Sevket Erzen
Dergime reklam vermezsede abone olan Mustafa Yagli
Birkaç kere giderek görüştüğüm Ünal Kakac
Hiç görmediğim bir gazete Manset Gazetesi
Bilemediğim  Çorumlular  Mehmet Özdogan Mütallip Yalin
Beni de gönderdiğiniz e-postasında listede görünce şaşmadım desem yalan olur .->>corumlu2000
Dergime reklam vermezsede abone olan arasıra sanal yazıştığım Mahmut Köksal
Bilmediğim Haci Odabasi
Herhalde Sungurlulu olsa gerek tanışmadığım Halil Baklan
Tanıyamadığım şahıs Servet Seyfettin ;
İsmi yabancı gelmedi fakat tanışamadığım Mustafa Toprak ;
Bilemediği birisi daha Mustafa Harputlu ;
Dergime reklam katkısı veren ve ilk sayısından son sayısına kadar abone olan Ahmet Ahlatci
Çorumlu olduğunu bildiğim Çorum 1997 tanıtım katkısı istediğim Ahmet Hamoglu
Kendisine Anitta Otelde taktim ettiğim Çorum 1997 isimli çalışmamı görmemiş ki köşesinde Çorumla ilgi kitap olmadığını yazan telefonlar kendisine hatırlattığım halde hatırlamayan (Hatırlama mecburiyeti yoktur) Ahmet samsunlu
Tanışmadığım  Esra Keskin ; Nesrin Cobanoglu ; niyazi özmercan ; nilay çevik
Tanışız Sonmez Yanardag
Bilemediğim schneider-guerkan@gmx.de ; Faruk Gökmese ; web@corum.bel.tr ; Selahattin Toprakci ; Sirin, Metin (M.) ;
Dergilerimiz kendisine taktim edildiği halde; dergimizin yayın hayatı boyunca gazetesinde bir satır bile yayınlamayan gezete genel yönetmeni.Mehmet Yolyapar
Ben Çorumluyum
Kendime göre birşeyler yapıyorum.
Aralık tekil ziyaretçim 28912 Toplam sayfa 53 389 Toplam dosya ziyaretçisi 151861 ve toplam hiti 2962341 olan
 

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 21KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

DEYİMLERİMİZİ DÜZGÜN KULLANALIM "MÜREKKEP YALAMAK"
            Bu deyimi pek çoğumuz duymuşuzdur. Duyduğumuz bu deyimin tama olarak ne olduğunu pek bilenimiz de yoktur. Nasıl banyodan çıkana,tıraş olana “saatler olsun” dediğimiz gibi duyduklarımızı incelemediğimden kabullendiğimiz gibi bu temenniyi de yanlış biliyoruz. Banyodan çıkana ve tıraş olana “SIHHATLER OLSUN” demeyi akıl etmeyiz.
            Şimdi gelelim konu başlığına:
“MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimizi okumuş,yazmış kişiler için yakıştırırız. Aslında bu deyim “HATTTAT”LAR için söylenen bir deyimdir.
Pek çok kişinin matbaanın Osmanlılarca ülkeye gelmesine engel olunduğu  zan ederek,atalarımızı hakız olarak suçlarız. İşin aslı konumuzun içinde geçen hattatları korumak için yapılmış bir önlemdir. Nasıl bu günlerde AT girmek isteyen ülkemizin insanlarına serbest dolaşma hakkını kısıtlamaya kalkışan Avrupalılar gibi;Osmanlı da matbaa ülkede faaliyete geçmesi ile,ülkede büyük bir kitle olarak bulunan Hattatların ekmeklerinden olmaması sıkıntısı yatar.
Örneğin;şimdi bir arkadaş kitap yazarsa,kitabını hemen bulunduğu ilde kitabı bastırarak sadece savcılığa bilgi vererek dağıtımını yapabilir. Osmanlı döneminde bu denetim ülkenin tamamında yazılan kitapların “Babı Ali”de  bulunan denetim masasına ciltlemeden formalar halinde yollanır,onay alınırsa hattatlarca çoğaltılarak bulunan il,ilçe veya beldede okuyucuya tanıtılırdı.
Bu işlem nasıl olurdu ? Derseniz: örneğin;Çorum’da bir yazar kitap yazınca kervana vererek İstanbul’a yollardı. Onayı alınan kitap için Padişah tarafından kitabın değerine göre birkaç altından başlayan ve on binlerce altını bulan para ile kitabın çoğalması için müsaade verilirdi. İstanbul’la Çorum arasında bulunan kervanların konakladığı hanların sahipleri gelen kervana kitap var mı ? Diyerek sorarlar,eğer kitap varsa o hanın bulunduğu yerde bulunan hattatlar toplanarak formalar bölüşülerek kervan sabah gitmeden hemen kopyaları çıkartılırdı. Bu işlem İstanbul – Çorum arasında 11 konakta yapılırdı. Yani kitabın on bir adat kopyası çıkartılırdı. Kervandan sonra hattatlar o yerleşim yerinin ihtiyacı kadar sonradan çoğaltılırdı.
Diyeceksiniz ki;kitabı yazan müellifin bundan kar ne ? Derseniz: Kitabı daha Çorum’a gelmeden on bir kopyası alınmış olarak tanıtılmış olur. Kitap bu on bir konaktan diğer illerden gelen ve giden kervanlarca alınarak kısa zamanda hattatlar tarafından ülkenin tamamına ulaştırılmış olurdu. Ayrıca Padişah tarafından verilen para da o yazarın telif ücreti olurdu.
Şimdi gelelim konu başlığına:
“MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimize. Osmanlı döneminde el yazması kitaplar,hattatlar tarafından çoğu zaman çıra isi ile kendileri tarafından yapılırdı. Çıra isine bal karıştırılarak mürekkebin hem yapışıcılığı ve hem de parlaklığı sağlanırdı. Birde hattatların kullandığı kağıtların kamış kalemin kaymasını sağlanmasını sağlamak için aharlanırdı. Ahar da bildiğimiz tavuk yumurtasının akı idi. Bu ak samur fırçalarla kağıtlara bir iki kat kurudukça sürülür,kağıt üzerindeki ak kuruyunca da mühre taşı ile parlatılırdı. Mühre taşı da kaz yumurtası büyüklüğünde mermer bir taş idi. Kağıtta bulunan fırça izleri ile yumurta akının pürtükleri düzeltilerek bu gün kullandığımı kuşe kağıt gibi yapılırdı. Şimdi amma anlattın be birader. Ne diyeceksen de dediğinizi duyar gibiyim.
Hattat;bir harfi veya bir satırı yanlış yazınca acaba nasıl silerdi ?
Hattat yanlış kısmı DİLİ İLE YALAYARAK silerdi. Evet o zamanın mürekkebinin silgisi insan oğlunun tükürüğü idi. Bu gün bile  kütüphanelerde bulunan el yazması kitapları okuyanların başında bir görevli bulunur. El alışkınlığı ile sayfa çevirirken parmağını tükürüğü ile ıslatıp kitabın sayfasını çevirmemesini istenir. Yüzlerce yıl önce yazılmış el yazması kitaplar bu gün bile tükürük ile silinmektedir.
 “MÜREKKEP YALAMAK” deyimimiz hattatlar için kullanılan bir kelimedir.
Benim diyeceğim;konuştuklarımızı bilerek konuşmak ve bildiğimizi konuşmaktır

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 22 KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BEN!
İşte en sevmediğim kelime.
Bu kelime bence; biraz riya ve kendini beğenilmişlik kokuyor.
Her zaman söylerim ve yazarım :"Her insan bir kitaptır" O kitabı açıp okumak gerek. Okumazsanız bilemezsiniz. Her insanda kendisini okutmak istemez buna da artık siz kendiniz adını koyunuz. Bir iş ve bir girişimde bulunmak biz insanlar için ezelden yazılmış bir kader olsa gerek. Bu ise gündeme getirmek için bize verilmiş fırsattır. Tabi medeni cesaretimiz varsa yazılır ve okunur.
Bir işi yapmak ve bir şeyleri meydana getirip ondanda nemalanmak gayet tabii bir haktır. Dünyanın düzeni bu eksen ile yürümekte ve insanlar bu emekleri ile geçinmektedirler. İşimizi gerçek ve tam yapmamız gerekli ve o işleri yuvarlak kelimelerle geçiştirmemeliyiz. Örneğin “sitelerim” var demek yanlış olan bir bilgilendirme ve karşında bulunan okuyucuna gerçeği anlatmamanın bir göstergesi olarak gözükür.
Bizi tanıyanlara bilgi amacı ile

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 24KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

SESSİZLİK VE ZAMAN
            Bende önceki bir zaman diliminin tılsımlı havanın esmesi ile meydana gelen bir tutkunun yazılmasının zamanı gelmiş olduğunu anlamış gibiyim.
Birinci yılını doldurduğum memuriyet hayatımda bizleri bekleyen büyük tehlikelerin neler olduğunun bilinci ile zamanımı geçirmekte ve kendi planımın doğrultusunda hayatımın yönünü vermeye çalışmaktaydım.
            Her hafta gittiğim Çorum’a gelince her zamanki gibi anne ve babamın baskılarının olacağını biliyor, onları bir bahane ile yine atlatacağımın bilinci ile otobüsün Çorum’a girdiği anda saat 22’yi gösteriyordu gayet iyi hatırlıyorum.
            Çorum otobüs garajı o yıllarda Çorum’un dışı sayılacak bir alana yeni yapılmakta idi. Otobüsler garaja girmeyip saat kulesi civarında yolcularını indirme geleneğini halen sürdürmekte idiler. Her ne hikmetse o gün otobüs eski garajların bulunduğu yere gelmiş ve yolcuları burada indirmişti. Durakta bulunan tek taksiye işaret ettim. Geldi ve bindim. Şoför her nedense hareket etmekte acele etmiyordu. Ben alışkanlığım üzerine şoförün yanındaki koltuğa oturmuştum. Aynı otobüste birlikte Ankara’dan geldiğimiz benim yaşımda iki çiftte taksinin arka kısmına binmişlerdi. Taksici hayatından memnun bana dönerek:
            -Birader ne tarafa gideceğiz? Diye sordu. Ben:
            -Arkadaşları bırakalım, ben sonra inerim. Dedim. Fort taksi homurdanarak yerinden kalktı. Taksi şimdiki hükümet konağının bulunduğu bir yere doğru yol aldı ve vilayetin arkasında bir evin önünde durdu. Taksi içindeki çift paralarını verip indiler. Taksinin çok yüksek bir fiyat talep ettiğini görünce inen çiftin erkek olanına:
            -Bir dakika bekler misiniz? Diye seslendim. Adam durdu taksiye geri döndü. Şoföre:
            -Arkadaştan fazla para aldınız. Aldığın o paranın dörtte üçünü geri ver dedim. Şoför de bizimle aynı yaşlarda olduğundan araçtan inenle beni, birbirini tanıyor diye düşünmüş olsa ki aldığı paranın dörtte üçünü geri verdi.  Adamcağız şükran sesleri çıkartırken ben şoföre:
            - Karakeçili Camiinin yanına gideceğim dedim. Albayrak sokağı aralığından taksiyi döndürerek ilk dönemeçte durdu. Levyeyi eline alarak:
            -İn bakalım yakışıklı. Sen benim nafakamı nasıl geri verdirirsin? Ben sizi birlikte sandım diye dayılandı. Ben gayet sakin:
            -Burası yeri değil. Bu saatte uyuyanları rahatsız etmeyelim. İstersen arabanı tenha bir yere çek. Diye tepki verince biraz duraksadı, araca bindi. Tir tir titremesi halen üzerinde idi. Ben istifimi bozmadan. Aşçıların orada ineceğim dedim. Taksi hareket etti yüz metre sonra durdu. Şoförün titremesi geçmiş, benim sakin halim onu korkutmuş ve ürkekleştirmişti. Araçtan indim. Şoför tarafına geçtim ve diğer yolcudan benim ikazım üzerine aldığı para kadar para uzattım.
            -Bak ahbap. Sen evli misin? Diye sordum. Şoför cevap verdi.
            -Evet. Üç çocuğum var. Diyince ben:
            -Haram para ile mi çocuklarını doyuruyorsun. Diye serteldim. Levyeyi kaptığı ile kapıyı açtığı bir oldu. İndiğine pişman olduğunu pantolonunu ıslattığından anlamıştım. Benim beylik tabancam saldırgan şoförüm burnuna dayanmıştı. Şoföre:
            -Hem haram kazanıyorsun, hem de adam mı dövmeye kalkıyorsun. Dedim. Cevap verecek mecali olmayan şoföre:
            -Dua et üç çocuğuna ve eşine. Seni karakola götürür, fahiş para alıyor, birde levye ile adam dövmeye yelteniyor diye içeri attırırdım. Bir daha böyle olmasın dedim. Şoför pelte gibi aracına bindi. Kontağı çevirmeye mecali kalmamıştı. Ben eve girdim.
            Aradan üç ay geçti, tesadüf Samsun arabası ile tekrar Çorum’a geldiğimde durakta bulunan tek araca el kaldırdım. Araç geldi. Yine aynı şofördü. Bana:
            Merhaba birader. Evinize müşteri geldikçe uğradım. Seni sordum. validen O Ankara’da çalışıyor dedi. Bir gün yine taksine biner oğlum dedi. İşte yine karşılaştık. Sana minnet ve teşekkür borcumu sunmak istiyorum. Senle karşılaştığımız güne kadar arabanın hiç eksiği, gediği bitmiyordu. Sen beni uyardın. Evlatlarına haram yedirme dedin. Senden sonra sabaha kadar durakta düşündüm. Sana hak verdim. Bir daha kimseden hak etmediğim ücreti istemedim. O adamla senin verdiğin para bir bereketlendi ki. Arabam o günden bu güne arızalanmadı. Hiçbir masrafta çıkmadı. Daha önce hiç olmadık masraflarla kazancımı bitiriyor bazen eve ekmek bile götüremiyordum. Dedi. Ben cevap veremedim. Beni eve bıraktı. Ücretini verdim.
            -Bereket versin birader. Dedi. Bende:
            -Bereketini bul dedim. Bir gerçek veya hikaye olarak okuyabilirsiniz.
12/04/2009 01,30 Çorum

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 25KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

23 NİSAN 1920 ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI
Atatürk’ün Ulusumuza hediye ettiği Büyük Millet Meclisi'nin açılış yıldönümü olan 23 Nisan'da kutlanan, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal bayramını ayrıca Atatürk Çocuklara da hediye etmiş, istikbalin olarda olduğunu da göstermiş olduğu bir bayramdır.
Ülkemizi paylaşmak isteyen güçlerin İstanbul'un işgalinden üç gün sonra, Mustafa Kemal Atatürk 19 Mart 1920 tarihinde bildiri yayımladı: Bildiride, "olağanüstü yetkiler taşıyan bir Meclisin Ankara'da toplanacağı, Meclis'e katılacak üyelerin nasıl seçilecekleri, seçilenlerin en geç on beş gün içinde yapılması gereği” bildiren kesin ve kararlı emirleri yer alan bu bildiri ile, dağıtılan Meclis-i Mebusan'ın üyeleri de Ankara'daki Meclis'e katılmaları emrediliyordu.
Ankara’da toplanacak Meclis için yer arandı. İkinci Meşrutiyet döneminde, İttihat ve Terakki Cemiyeti kulübü olarak yapılmış olan bu bina Meclis için uygun görüldü. Eksik olarak gözüken yapı tamamlandı. Okullardan toplanan sıralar ile halkın katkısıyla mefruşatı donatıldı. Mustafa Kemal Atatürk 21 Nisan'da yayınladığı ikinci bir bildiride: “Meclis'in 23 Nisan” günü toplanacağını ve açılış töreninin duyurdu.
23 Nisan 1920 Cuma sabah ezanından itibaren Ankara'da bulunan herkes Meclis Binası çevresinde toplandı. Herkes ülkesinin yönetiminde kendi kaderine sahip çıkmanın coşkusu içindeydi. Hacı Bayram Camisinde kılınan Cuma Namazından sonra, Meclis binası girişinde bir dualarla tören yapıldı. Saat 13.45'de, Ankara'ya gelebilen 115 Milletvekili Meclis salonunda toplandı.
En yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey (1845), Başkanlık kürsüsüne çıktı ve aşağıdaki konuşmayı yaparak Meclis'in ilk toplantısını açtı.
"Burada Bulunan Saygıdeğer İnsanlar! İstanbul'un geçici kaydiyle yabancı kuvvetler tarafından işgal olunduğu ve bütün temelleri ile halifelik makamının ve hükümet merkezinin bağımsızlığının yok edildiği hepimizce bilinmektedir.
Bu duruma baş eğmek; Milletimizin, teklif olunan yabancı köleliğini kabul etmesi demektir. Ancak tam bağımsızlık ile yaşamak için kesin olarak kararlı bulunan ve ezelden beri hür ve başına buyruk yaşamış olan Milletimiz, kölelik durumunu son derece ve kesinlikle reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya başlayarak Yüksek Meclisimizi meydana getirmiştir.
Bu Yüksek Meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip, kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi'ni açıyorum."
Bu açış konuşmasında, Millî egemenliğe dayalı yeni Türk parlamentosunun adı da "Büyük Millet Meclisi" olarak konulmuştu. Bu ad herkesçe benimsendi. Daha sonra Mustafa Kemal Atatürk'ün tüm konuşmalarında yer aldığı şekliyle ve ilk kez 8 Şubat 1921 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesinde de yazılı olarak, "Türkiye Büyük Millet Meclisi" (TBMM) adı kalıcılık kazandı.
            Bu ilk toplantıdan sonraki  TBMM, 24 Nisan 1920 günü yaptığı ikinci toplantısında Mustafa Kemal Paşa'yı (Atatürk), başkanlığa seçti. Mustafa Kemal Paşa, kendi öncülüğünde kurulan TBMM'nin başkanlığını Cumhurbaşkanı seçildiği gün olan 29 Ekim 1923 tarihine kadar sürdürdü. TBMM, açılışından iki gün sonra, sadece yasama değil, yürütme gücüne de sahip olacak hukukî ve siyasî yapısını düzenleme çalışmalarına başladı.
            Çocuk bayramı olara ta kutladığımız bu bayramın Mustafa Kemal Atatürk’ün emaneti olarak ilelebet kalmasını dilerim.

122. SAYI 25 Nisan 2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 26KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİSİKLETE BİNELİM!
Geçenlerde bir acil işi için Saat kulesinden Bahçelievler de bulunan evime çıkmak yürürken bir Gazi Caddesinde araçların olmaması dikkatimi çekti. Dikkatli bakınca yolun iki tarafının da araç trafiğine kapalı olduğunu gördüm. Etrafta da pek çok polisin olması beni biraz daha araştırmaya itti.
Birisine sordum:
- Ne oluyor. Hayırdır? Sorduğum kişi:
- Bir şey yok amca otuz yaşın üzerindeki şahıslara bisiklete binmelerini tavsiye için bisiklete mi bineceklermiş. Biraz önce bisikletlerle yukarı çıkmışlar. Şimdide buradan geçeceklermiş. Dedi.
Fotoğraf makinemi çıkartarak bir iki poz alalım diye bekledim. Bir ekip aracının eskortluğunda bisikletliler gözüktü. Birkaç kare resim alabildim.
Lafı uzatmayalım. Bu grupta otuz yaşında 9 şahıs vardı 30 yaşının altında da bir o kadar kişilerin de bulunması dikkatimi çekti.

 

08. SAYI FİKİR  01/05/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 

 

 

 27KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

1 MAYIS KISA TARİHÇESİ
Sekiz saatlik iş gününü elde etme amacı düşüncesi ilk kez Avustralyalı isçiler, 1856'da, sekiz saatlik işgünü lehinde gösteriler, toplantılar ve eğlenceler düzenleyerek, hep birlikte bir günlük iş bırakmaya karar verdiler.
Bu kutlama 21 Nisan olarak kararlaştırıldı. Avustralyalı isçiler bu kararı, sadece o yıl için düşünmüşlerdi. Bu girişim heyecanlara yol açtı ve bu kutlamanın her yıl tekrarlanmasına karar verildi. Bu kutlama diğer ülke yayılmaya başladı ve dünyanın bütün ülkelerince benimsendi. Amerikalılar 1886'da l Mayıs'ın evrensel bir iş bırakma günü olmasına karar verdiler ve l Mayıs'ta 200 bin Amerikalı işçi iş bırakarak 8 saatlik işgünü talebinde bulundular. Polisiye ve yasal baskılarla, gösteriyi tekrarlamasını birkaç yıl engellendi. 1888'de bu kutlamalar için yeniden karar alındı. Avrupa'daki işçi hareketi de, bu hareketin en güçlü ifadesini 1889'da toplanan Uluslararası İsçiler Kongresi 400 delegenin katıldığı sekiz saatlik işgünü talebinin en basta yer alması gerektiği yolunda “Uluslar Arası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul kararını aldılar. Fransız sendikalarının temsilcisi, Bordeaux'lu isçi Lavigne, bu talebin tüm ülkelerde evrensel bir iş bırakma ile dile getirilmesini teklif etti. Amerikan isçilerinin temsilcisinin l Mayıs 1890'da grev yapılması yolunda aldığı karara dikkat çekti ve Amerika Kongresi bu tarihte uluslararası gününün kutlanmasına karar verdi.
Türkiye’de; Anadolu'da 1 Mayıs ilk defa 1905 yılında İzmir'de kutlandı. Bunu 1909 Üsküp kutlaması izledi İstanbul'da ilk 1 Mayıs kutlaması 1910'da yapıldı. 1912 İstanbul Pangaltı da yapılan kutlamadan sonra, 1913 Kutlamalar yasaklandı.
1920 1 Mayısı'nda işgal idaresinin ve Osmanlı hükümetinin yoğun baskılarına karşın 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak kutlandı. 1921'in 1 Mayısı'nda yürüyüş ve kutlamalar askeri suç ilan edilmesine rağmen İstanbul'un hemen tüm işçileri, özellikle şirket-i Hayriye, Seyrü Sefain, Haliç idaresi ve Tramvay şirketi çalışanları 1 Mayıs'ı kutladılar. 1922  Sultan Ahmet Meydanında toplanan emekçiler, Galata’dan gelen gurupla birleşerek Kağıt haneye yürüyerek gösteri yaptılar. 1923 1 Mayısı'nda çok sayıda yerli ve yabancı işletmede çalışan işçiler greve çıktı. İşçi taleplerinin arasında, yabancı şirketlere el konulması, 1 Mayıs'ın resmen işçi bayramı olarak tanınması, sekiz saatlik işgünü, hafta tatili, serbest sendika ve grev hakkı talepleri vardı. Birçok işçi bu gösterilerde tutuklandı.
1924 yılında1 Mayısı'nı "İşçi Bayramı" olarak kutlayan işçiler engellenmek istendi. Sekiz saatlik işgünü için bildiri dağıtan birçok işçi tutuklandı. 1925 yılında Takrir-i Sükun Kanunu sonrasında kutlamalara izin verilmedi. 1935 yılına kadar her yıl ancak gizli kutlanabildi. 1 Mayıs'ın bundan sonraki tarihi yasaklarla yazıldı.
1935 yılında "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun" adıyla çıkarılan düzenleme ile "Bahar ve Çiçek Bayramı" olarak 1 Mayıs genel tatil günlerine dâhil edildi. 27 Mayıs 1960 ihtilalinde yasaklar yaşandı. Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu'nun kabul tarihi olan 24 Temmuz, işçi sınıfına 1 Mayıs'ın yerine bayram olarak dayatıldı. Ancak bu girişimlerin hepsi, kararlı mücadeleler sonucu geri döndü.
En büyük katılımlı 1 Mayıs, 1976 tarihinde kutlandı. Bu kutlama DİSK'in öncülüğünde Taksim Meydanında yapıldı. O gün Taksim Meydanı' nı 400 bin emekçi doldurdu. Taksim meydanı "Bir Mayıs Meydani" adi ile anılmaya başladı. 1977 tarihinde 500 bin emekçi Beşiktaş ve Saraçhanede toplanıp Taksime yürüdü. Halen meçhul olan saldırılar sonucunda 37 kişi katledildi, 200'den fazla yaralı mevcudu ile kanlı 1 Mayıs olarak tarihimize geçti. 1978 tarihinde yüz binler Taksim alanında toplandı. 1977 katliamının failleri bulunsun taleplerinde bulunuldu. 1979 yılında Sıkıyönetim Komutanlığı İstanbul'da mitinge izin vermedi; yasağa uymayarak Taksime çıkan 1059 kişi göz altına alındı. 1979 1 Mayısı İzmir Konak Meydanı'nda kutlandı.
1980 12 Eylül Askeri Darbesi sonucu tüm kutlamalar yasaklandı. Bu yasaklar içerisinde 1 Mayıs’ta bulunmakta idi. Bu yeni bir yasaklı dönemde; kısa süreli iş bırakmalar, bayramlaşmalar ve bildiri dağıtılması gibi etkinliklerle, 1 Mayıs anısının belleklerden silinmesine izin verilmedi. 1987 tarihinde yedi yıl aradan sonra, bazı Milletvekilleri ve sendikalar öncülüğünde, aydın, sanatçı ve bilim adamları ile birlikte yaklaşık 1000 kişilik bir grup Taksim Anıtı'na 1 Mayıs Şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak istediler. Polis sadece Milletvekillerinin araçla anıta ulaşmasına izin verdi. 1988 İstanbul Valiliği 1 Mayıs Kutlamaları için Taksime izin vermedi. Taksime çıkmak isteyen sendikacıları polis önledi. 1989 tarihinde Taksim'de bir araya 2000 kişiye saldırıldı. Mehmet Akif Dalcı isimli bir işçi yaşamını yitirdi. İzmir, Ankara, Adana, Kayseri, Gaziantep, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Balıkesir, Manisa ve Elazığ´da gösteriler yapıldı ve tutuklamalar oldu. 1990 tarihinde Taksim'e yürümek isteyenlere izin verilmedi. Çıkan çatışmada İTÜ Öğrencisi Gülay Beceren felç oldu. 1991 tarihinde İzmir´de 20 bin kişilik gösteri gerçekleştirildi. 1992 TÜRK-IŞ, HAK-IŞ, ve DİSK Ankara´da salon toplantısı yaparak ortak kutlama yapılarak gerçekleştirdi.
1996 tarihinde 1980 sonrasının en kitlesel mitingi gerçekleştirildi. Kutlayanların ortak katilimi ile 20 yerde kutlama yapıldı. Kadıköy'ü dolduran yaklaşık 100-150 bin gösterici toplandı ama yine açılan ateş sonrası 3 kişi yaşamını kaybetti. 1997 1 Mayıs'ının geçen yılla kıyaslanamayacak kadar az bir katılımla gerçekti 1997 1 Mayıs’ı İstanbul- Ankara- İzmir-Mersin- Antalya- Denizli ve Uşak’ta yürüyüş ve mitinglerle kutlanmıştır. Bu organizasyonu Türk-İş / DİSK / KESK yapmıştır.
1998 tarihinde 1 Mayıs “Şimdi Demokrasi Zamanıdır” sloganı ile alanlarda kutlanmıştır. 1999 da Büyük Kentler dışında ilçelerde de kutlamalar yapılmıştır. 2000 yıl farklı bir şekilde “Küresel saldırıya küresel direniş”; sloganı ile alanlarda mitinglerle kutlandı. 2001 yılı 1 Mayıs kutlaması İstanbul Abide-i Hürriyet Meydanında “küresel saldırıya karşı güç birliği” sloganı ile kutlandı.
Bu kutlamalar 2004 1 Mayısına gelince DİSK, KESK ve diğer meslek örgütleri “bizi Çağlayan alanına hapis edemezsiniz” direnmesi ile kutlamalarını Saraçhane de toplanıp Yenikapı ya yürüyüşlerle ve mitingle kutlarken, Türk-iş ile diğer bazı parti ve meslek kuruluşları Çağlayan alanını doldurdular. 2005 1 Mayıs kutlaması İstanbul Kadıköy meydanında 80 bin kişi katılımı ile kutlandı. 2006 1 Mayıs en geniş katılımın yaşandığı ilçe Kadıköy oldu. Çeşitli sendikalar ve gruplar saat 12.00 sularında Rıhtım Caddesi`ne yürüdü. Düzenlenen miting sonrası saat 16.00 sularında gruplar tamamen dağıldı. 2007 yılında 1 Mayıs'ı tekrar Taksim'de kutlayarak aynı zamanda 1977'de olan olayları anmak isteyen grupları polis silah, biber gazı, gaz bombası kullanarak durdurmaya çalıştı. 100'den fazla kişi yaralandı. 580, diğer kaynaklara göre 700'e yakın gözaltı gerçekleşti. İbrahim Sevindik adındaki bir vatandaş hayatını kaybetti. 2007 Tarihinde İşçi Örgütleri karar alarak 1977 Taksim Kanlı Olaylarını anmak istedi. 900 kadar gösterici tutuklandı. Çok sayıda tabanca ve Molotof kokteyli ele geçirildi. 2008 Tarihinde 1 Mayıs Taksim Meydanında kutlanmasına izin verilmedi. İstanbul´da şiddetin dozu artı, hastaneye gaz bombası atıldı. İstanbul genelinde 531 gözaltı ve 38 yaralı ile kutlandı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 1 Mayıs'ın resmi tatil olmasına ilişkin düzenlemeyi içeren “5892 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un onaylayarak Başbakanlığa gönderdi. 2009 Nisan'ında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilen önergeden sonra 1981'den sonra tekrar resmi bayram olarak kabul edildi.
 Mayıs Bayramı bayram olarak kutlanan ve toplulukların çatışması olarak kutlanması olarak nice yıllarca, yasaklanmadan kutlanmasını dilerim!

08. SAYI FİKİR  01/05/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 28KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

HIZIR- İLYAS (HIDIRELLEZ)
            Geleneklerimizle dini kişilerin karıştığı ve sadece ülkemizde değil bütün İslam âleminde de çeşitli atlarla kutlanan bir bahar karşılama şenliğidir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan Hıdrellez günü; Gregoryen takvimi (Miladi takvimi)ne göre 6 Mayıs, eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Jülyen takvimine göre 23 Nisan günü olarak  Hızır ve İlyas’ın yeryüzünde buluştukları gün olduğu sayılarak kutlanmaktadır.
6 Mayıs’tan Hızır Günleri adıyla anılır8 Kasım’a kadar olan süre yaz mevsimi, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs günü kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığının da gösterdiğinin işareti olarak kutlanılır.
            Türkiye 6 Mayıs tarihinde kutlanan HIDIRELLEZ ismi olarak anılmaktadır. Bu kutlamalar daha çok kadınlar arasında kutlanır.
Hızır Aleyhisselâm’ın (Arapça: al Khidr; Yeşil adam), İbrahim'den sonra yaşamış bir Peygamber veya Veli. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim olan Zülkarney’nin askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ bin Melkan, künyesinin Ebü'l-Abbâs olduğu ve soyunun Nuh Aleyhisselâmın Sam dayandığı bildirilmiştir. Bazıları da Hızır aleyhisselâm’ın İsrâiloğulların’dan olduğunu söylemiştir.
Hızır lakabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı zaman, oranın yeşerip yemyeşil olmasıdır.
İlyas peygamberin M.Ö. 9. yüzyılda yaşadığı tahmin edilmektedir. İsmi Kur'an-ı Kerim'de geçen bir peygamberdir.
Bu iki dini şahsın buluştukları ve bu günün insanların dileklerinin Hızır’ın uğraması ile gerçekleşeceğini umarak dileklerde bulunurlar.

08. SAYI FİKİR  01/05/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 29KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

VEFA
            İnsanlar birbirleri ile tanış, arkadaş dost olurlar. Birbirlerini ara sırada olsa ziyaret ederler, hatırlarını sorarlar. Bu insanların birbirlerine vefa borcudur.
            Bu günlerde insanlar artık birbirlerinden koptular ve birbirlerini aramaz oldular. Bazen bu aramalar artık ulaşım aracı olarak kullandığımız Internet ile arkadaşlarımızı arar olduk.
            Üyesi olduğumuz bir gruptan yazarımız olan hocamız Dr. İsa Kayacan’dan şöyle bir serzeniş geldi:
 
----- Original Message -----
From: drisakayacan
To: Dr.İSA KAYACAN
Sent: Thursday, June 18, 2009 4:53 PM
Subject: BANA GELEN // BİLGİ İÇİNDİR :::: İlt: İlt: {liberal-izmirliler.63217} "DİKKAAT" ÇOK ÖNEMLİ !!!!!
 
 
Kimden : "Şahabettin YÜCEL"
Kime : "E-TÜRKİYE GRUP"
Gönderme tarihi : 18/06/2009 13:26
Konu : İlt: {liberal-izmirliler.63217} "DİKKAAT" ÇOK ÖNEMLİ !!!!!
 
Evet, 2.5 aydır aramadığım ve sormadığım yer kalmadı.  Çok garip ve esrarengiz bir durum. Mustafa  Nevruz Sınacı gerçekten 3 aydır ortada yok. Araştıralım ve soruşturalım lütfen. Bütün vatansever ve milliyetperverlere vazife değil mi bu ??? Gerçekten aciliyeti olan ÇOK ÖNEMLİ bir konu bu. Üstelik çok üzücü ve düşündürücü !!!! Bu ülkenin hakikik ve samimimi ilim, hahikat ve adalet adamlarına ne oluyor böyle ??????????? 

--- 17/06/09 Çar tarihinde Prof. Dr. Salih Ziya Konyali <kamuvicdani.ataturk@yahoo.com.tr> şöyle yazıyor:

Kimden: Prof. Dr. Salih Ziya Konyali <kamuvicdani.ataturk@yahoo.com.tr>
Konu: {liberal-izmirliler.63217} "DİKKAAT" ÇOK ÖNEMLİ !!!!!
Kime: liberal-izmirliler@googlegroups.com
Tarihi: 17 Haziran 2009 Çarşamba, 15:54
TürkishFORUM (Dünya Türk Kongresi/ABD) Yüksek Danışma ve Bilim Kurulu Üyesi, Bilinç Üniversitesi Rektör Yardımcısı, değerli bilim adamı, kendini demokrasi-adalet ve hukuk'a adamış "örnek insan, değerli kanaat önderi" Sayın Mustafa Nevruz Sınacı tam 84 gündür ortada yok !!!
Şu ana kadar kendisi hakkında veya akıbetine dair hiçbir haber alınamadı.
Büyük kaygı, ani kaybı (yaşanan ortam) dolayısıyla derin korku, merak ve endişe içindeyiz.
Lütfen !... Çok rica ediyoruz..
Devlet ve hükümet dahil, bilenler bir cevap versin veya açıklma yapılsın. 
17.Haziran.2009ı-Çarşamba,
BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ 
            İsa hocama da başka merak eden arkadaşlarca da bilgi gönderiler; Yazarımız Kadim Dostum Mustafa Nevruz SINACI yı merak etmişler.
Bende İsa hocama:
Merhaba Hocam!
Http://fikir.dergisi.info
yazı yolluyorsunuz fakat
siteye girip her halde tıkmalıyorsunuz (1)
Dergiye girip
geçen ayın sayısını tıklarsanız
ve
çiceklerin üzerinde bulunan
kayan yazıyı takip ederseniz
Mustafa beyin rahatsız olduğunu öğrenirsiniz
Birde
http://mustafanevruzsinaci.buadresim.com
sizin sayfanız gibi onun sayfasını da tıklayarak girmiş olsaydınız CEP TELEFONU denen bir aletin numaralarını görürdünüz.
Siz dergimize
bir sürü yazı olarak dergimize
VÜRÜS yolluyorsunuz
Size birkaç kere yazdım
Yazılarınızı yayınlıyorum
Fakat YAZI DİYE gönderdiğiniz vürüsü yayınlayamam
Şayet yazılarınız çıksın derseniz
yazılarınızı WORT ortamında
ve ek olarak (Ataç) gönderiniz.
Çorumdan selamlar
Gruba da yazımı forvet ediniz.
 
Ayrıca aşağıda bulunan e postayı da Prof. Dr. Salih Ziya Konyalı hocama yolladım.
 
Merhaba Hocam!
Http://fikir.dergisi.info
siteye girmiyorsunuz her halde tıkmalıyorsunuz
Dergiye girip
geçen ayın sayısını tıklarsanız rahatsız olduğu kayan yazıda bellidir.
Mustafa beyin rahatsız olduğunu öğrenirsiniz
Birde
http://mustafanevruzsinaci.buadresim.com
ona açtığım sayfada
cep telefonu da bulunmaktadır.
Durubu kendisinden bizzat öğrenirsiniz
Bu bilgiyi de gruba iletirseniz sizin gibi merak ederler öğrenirler
Gürsel Yayınevi Sahibii
Mahmut Selim GÜRSEL

09. SAYI FİKİR  01/06/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 30KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

OLMAK VEYA OLMAMAK
Yayıncılık; en zor mesleklerden birisi olması ve yayın yaptığınız ürünlerin yerine ulaşması büyük bir özveri ve çalışma ile ortala çıkan telif eser niteliği taşıyan bilgi birikiminin sunulması demektir.
Yayıncı yukarıdaki esaslar doğrultusunda; kanun ve yönetmeliklerde bulunan yasakların ve emirlerin dışına çıkamayan, gerektiğinde yayınlarının sansüre uğradığı ve yazdıklarının fikirleri ile karşısındakine bilgi verdiği gerekçesi ile de sorumlu olan bir alandır.
Yayıncılar kendi aralarında birlikler kurmuşsalar da pek çok yayıncının bu birliklerden bile haberi olmadığı aşikârdır. Yayıncıların kendi bildikleri ve kendi anladıkları ölçüde yayınlarını sürdürmeleri bir bakıma da zaman içerisinde mesleklerinde pişmeleri ile düzenli ve kaliteli bir yayın çizgisine gelebilmektedir.
Son beş yıl içerisinde ülkemizde de yaygınlaşan sanal yayın Internet üzerinden de yayılmış pek çok yayın yapan özel, tüzel yayıncılar da daha serbestçe yayınlar ve bilgi dağıtımını da yapmaya başlamış bulunmaktadır.
Internet yayıncılığının denetim dışı olarak görülmesi ve başkalarının telif eserlerinin kendilerininmiş gibi yayınlanması ancak tefli sahibinin dikkati ve araştırması ile bulunarak gerekli girişimlerde bulunma zorunluluğu meydana gelmesini sağlamaktadır. Fikir ve eser hırsızlığı sanal âlemde daha büyük bir hızla olmakta ve çalınmış eserlerin okuyucu ile başka başka isimlerle sanal olarak okuyucuca sunulması ise yayıncıların da bu işe göz yumduklarının bir işareti olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kısacası artık Yayın Cılık olmuştur. Cılkı çıkan bir meslek olmaya yüz tutmuş bulunmaktadır. Korsan kaset ve görüntüler ile korsan kitaptan baksa da korsan yayınlar da bu vesile ile artmış bulunmaktadır. Burada yayıncının olmak veya olmamak arasında olduğu gözükmektedir. 12 Haziran 2009 12,00 

09. SAYI FİKİR  01/06/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 31KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

27 MAYIS 1998
            27 Mayıslar benim ömrümde bazı dönüm noktalarının kesişen gününe rastlar.
            27 Mayıs 1960 Babamın Emekli olduğu tarihin başlangıcıdır.
            27 Mayıs 1998 Gürsel Yayınevimin kuruluş yıldönümü
            27 Mayıs Bir miras davamın açılış tarihi.
            Bu tarihlerin üçüncüsü olan 27 Mayıs 1998 bu sayfalarımızın oluşmasının nüvesini de teşkil eden yayınevimin kuruluş tarihidir. Bana göre oldukça meşakkat ve zahmet ile emeğin birikimi ile geçen günlerin mazide kalan günleridir. Bu günler geldi geçti. Bu yaptıklarımda kar amacı gütmediğim için bana binen külfeti de yalnız karşılamaya çalıştım.
            Sitelerimi incelerseniz yaptıklarımın yansımalarını orada görebilirsiniz. Çorumlu 2000 Dergisinin 63 sayı basarak ve sanal olarak yayınlayarak okuyucularımıza sunma mutluğu bana yetmekte. Ayrıca Sarı Çiğdem Şiir Defterini 14 sayı yayınlayarak sanal olarak devam etmekteyim. Çorumlu dergisi tıpkıbasım sayıları fırsat buldukça siteye yüklemekteyim. Türkiye’de ve Dünyada Çevre dergimiz sanal olarak hizmette bulunmaktadır. Yine sizlerin okuduğunuz bu sitede fikir dergimiz devam etmektedir.
            Allah’ım nasip ettikçe, ömrüm oldukça, aklım yettikçe, elimiz tuttukça sizlerle birlikte olmaya devam edeceğim. 26 Mayıs 2009 13,20 

09. SAYI FİKİR  01/06/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

  32KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİRİLERİ; BİRİLERİNE SÖYLERSE.
            İnsanlar; birlikte yaşamaları ile bazı birimlerini birbirleri ile paylaşmalının önemini anlamışlardır. Bu birikimlerini bazen vecize ve atasözleri ile, bazen maniler ile, bazen hikaye veya masal ile aktarmışlar ve yaşamaları için gerekli bilgileri birbirlerine öğretmeye çalışmışlardır.
            İnsanlar; bu yaratılıştan var olan güdüleri ile birlikte daime birbirlerinden öğrendikleri ve yapılan işlerin kendilerine lazım oldukça kullanarak daha da geliştirmeleri zaman içerisinde bu birikimleri anlatarak değil yazarak başkalarına aktarmalarını gerekliliğini görerek zaman içerisinde yazı yazmayı ve birikimlerini yazı ile ileriki kuşaklara aktarmaya çalışmaları bu gün bile geçerliliğini korumaktadır.
            Bu bilgiler yazan için bir fayda sağladığı için başkalarının da bu bilgileri kullanmaları ve faydalanmaları için yazmışlar ve ihtiyacı olanlara bu bilgilerini sunmuşlardır.
            Benim bu ön girişten sonra konuya girmemin ve bu görüşü yazmamın sebebini sizlere açmam gerekmektedir.
            Bu yazılanı okuyan sizler belki de bu dergilerde de yazılar yazmakta ve buradan başkalarına fikirlerinizi ve birikimlerinizi aktarmaya çalışmaktasınız. Benim amacım da bu noktada başlamaktadır. Kendi birikimlerimi sizlerle paylaşırken neden sizin birikimlerini de bu sayfalarda yayınlamayım amacı ile bu “fikir Dergisi”ni sizlere sunmuş oldum. Dergimizin bu sayı ile 9 sayıya ermesi de bir kıvanç kaynağımız olarak karşınızda bulunmaktadır.
            Fikir Dergisi’nin geçmiş sayıları sitede yüklü olarak okuyuculara ve yazarlara halen hizmet vermektedir. Ayrıca yazarlarımıza da belli ölçüler dâhilinde kendilerini tanıtmaları için isimleri ise yayınlanan sayfalar açmış bulunmaktayım. Bu sayfalara isterlerse doğrudan girerek kendi sayfalarına, isterlerse yazılarının bulunduğu dergilerden yazılarına ulaşmaları mümkünlüğü sağlanmıştır.
            Fikir Dergimiz yazarlarımızın bir ay içinde yaptıkları etkinlikleri tarafıma yolladıkları takdirde o ay yayınlanan dergide okuyucu ve ziyaretçilerle buluşturma amaçlı bir çalışmanın eseridir. Sadece Gürsel Yayınevinin katkıları ve benim çabalarım ile yazarlarımızın çalışmaları ile hiçbir kuruluş veya yan kuruluştan katkı almadan sizlerin karşısına çıkmaktadır. Benim ömrüm oldukça, aklım erdikçe ve elim yazdıkça bu çalışmalarımızı yayımlamaya devam edeceğim.
            Nice dokuz aylara.

09. SAYI FİKİR  01/06/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 33KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

DOST OLMAK; BİR OLMAK VE BERABER OLMAK
"BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR" güzel ve Atalarımızdan kalan bir olgudur. Ahilik ve lonca sistemleri ile halen devam eden odalar ve esnaf ve sanatkârlar odaları gibi pek çok örneklemeleri silerde bilmektesiniz.
Dostluk işte en önemli olgu bütün bir yaşamda olan ve arkamızdaki en büyük destek ve birikimlerimizi destekleyen kişi "dost" olarak tanımlayabiliriz.
"Dost acı söyler" diyen atalarımız kişinin dostunun ona doğruyu göstermesi bakımından söylediği ve önerdiği işlerin acı bir reçete olduğunu belirtmesidir. Yaptığımız yanlışımızı bizi dost bilen dostumuz bize ikaz veya tenkit olarak bize dost olduğu için açıklar. Yaratılışımızdaki huyumuz olarak bilinen fıtratımızda bizlerin tenkite ve yaptığımız yanlışlıklara düzeltilmesi için yapılan öneri ve nasihatleri kaile almaz kulak ardı ederiz. Bu sebeplerden dolayı dostumuzun bize tavsiyesini de dikkate almayarak bencilliğimizi gösterir hatamızın ceremesini etrafımızdakilere ve kendimize çektiririz.
“DOST DOST DİYE NİCESİNE SARILDIM
BENİM SADIK YARİM KARA TOPRAKTIR”
Diye dostluğun ne kadar bulunmaz bir nimet olduğunu vurgulayan Aşık Veysel, kendisinin en son giderek kapısına varacağı kara toprağı “dost” olarak bizlere bir işaret ve en sonunda varılacak menzilimizi de belirtmeye çalışmıştır.
            Kısacası dost bulabilen en mutlu ve şanslı kişi olarak görmemiz zannedersem abartma olmaz.
            “Bir dost az, iki dost çok” atalar sözü ile satırlarıma son veriyorum.
24 HAZİRAN 2009 Saat 16,04

10. SAYI FİKİR  01/07/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 34KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SERGİNİN ARKASINDAN
            Bir girişimin gerçekleşmesi için yapılacak emeğin sonuçlanması ve bu sonucun da diğer üçüncü kişilerce görülmesi gerektir. Bu gerekçenin en büyük sebebi; etkinlikte bulunan ve bu etkinliğe katılanların da onura edilmesi gerekmektedir.
            Bir giriş olarak Ressamların Çorum’da misafir edilerek, onların yapıtlarının da sergilenmesi ile sonuçlanan bu hareketliliğin hava muhalefeti ile biraz sekteye uğraması, etkinliği fazla etkilememiştir umarım.
            Dışarıdan takip eden birisi olarak, takip etmeye çalışarak serginin yapılacağı gün sergi yerine giderek sergi hazırlıkları yapılırken çekebildiğim kadar oradaki faaliyeti görüntüleyerek sitemde ve fikir dergim de de yayımladım.
            Bizimde birazcık bu etkinlikte tuzumuzun bulunması ve okuyucularımıza bu bilgileri vermeyi gerekli görerek be çalışmanın görüntülerini sizlerle paylaşmış oldum.
            Görüşebildiğim kişilere kart ve sitemizin bilgilerini aktararak numaraladığım çalışmaların kendilerine ait olduğunu ve hayat hikâyelerinin de yollarlarsa bilgi ve diğer kendi gönderecekleri yapıtlarını da sizlerle sanal olarak da olsa paylaşacağımı belirttim.

ÇORUM'DA RESSAMLARIN YAPTIKLARI VE

SERGİLERİ 21 Temmuz 2009

Ressam Arkadaşlar! Benim resimlediğim çalışmalarınızı burada sergilemekteyim.

Resimleriniz ve sizin diğer çalışmalarınızı yollarsanız adınızla yayınlayalım!

10  SAYI ÇORUMLU2000 25- Temmuz 1999

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 35KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÇOK BİLEN
            Bildiğiniz gibi dergimizin sizlere bilgi verdiği ve sizleri dergi ile ilgili bilgilerin yenilendiğini bildirmeye çalıştığım
 
Grubumuza her nasılsa kayıt olunmuş bir okuyucumuz beni bazı hatalarımı görerek kendince cevap vermiş. Türkçe kelimeleri kullanmamızı tavsiye eden bu arkadaşın yazısında yazım hataları olduğu gibi; yazdıklarının kaç tanesinin Türkçe olduğundan bile bi-haber olduğu gözükmektedir. Ayrıca kendisinin yazdıklarını da hiç kontrol etmeden göndermiş.
Aşağıda ismi bizde saklı olarak şöyle yazmış:
 
19 07 2009 tarihinde Saat 11.20
“Günaydın Çorum Fikir Dergisi yöneticileri,
“İsteğim dışı bana da ulaştırılan iletinize bağlı öbekte biraz gezindim, Türkçe adına. Bir kesit olarak algılayıp dile getireceğim yanlışların düzeltilmesi dileğim var:
“Türkiye’de Emlak”, “Siz de katılın” derken doğru yazmışsınız da, “Sizde katılınız” ve “Sizde bulunmak isterseniz…”  derken ‘de’ neden bitişti acaba?
"Bu yaptığınızı Çorumlu yapmaz!.."
Türkçe yazmayı sürdürürken araya bir “subdomain” sıkıştırmanız neden acaba?
Bu bölümü yazanın kendisini ifade etme yeteneğinde bir bellek silinmesi mi oldu?
Bu tümceyi yazanın tam orada da Türkçe düşünmesini salık veririm. Genelde olması gereken konusunda yardımcı olurum ama burada olmayacağım. Madem bir kazanç amaçlı öbek oluşturmuşsunuz, bir de Türkçeyi düzgün kullanan yurttaş istihdam edin ya da görevlendirin. Yine de bir yardım daha yapayım, ‘link’ yerine genel kabul gören ‘ilişim’ sözünü kullanın. Kandil aşkına, Türkçe adına”
İmzası: Sağlık adına sağlıklı düşünüp sağlığa önem veren -  Türkçeye çok duyarlı bir araştırmacı, yazar, çevirmen – 2 kitap çevirmeni isimlerini veremeyeceğim reklam olur- M…. Sivil Toplum Birliği Platformu Kurucu ve Eşgüdümcü Başkanı - Tüm Çeviri İşletmeleri Derneği Kurucu Gen Sekreteri, en yaşlı-genç bilgesi - Türkçeyi, havayı, suyu, toprağı, zamanı, enerjiyi akıllı kullanmaya çalışan yurttaş  - Not: Bugün ilk iletim size gidiyor; bilin Türkçenin ne kadar önemli olduğunu!..
            Bu sağlıklı düşünen, Türkçeye duyarlı” ne yazık ki Türkçe birkaç kelimeden başka yazamayan” bilge arkadaşı buradan REKLAM etmeyi düşünmüyorum “O kendisini bilir” zaten aşağıdaki bölümü de kendisine yazıyı dergimize yükleyince tıklayarak yollayacağım.
Yolladığım cevap:
 
İnsan kendi hatasını nedense görmezde başkasın hataları ile uğraşır?
 
1-sizin iletiniz de her nedense bizim goole nin SPAM’A (elektronik posta sağanağı, mesaj sağanağı) bölümüne gelmiş.
 
2- Fikir Dergisi Yöneticileri yoktur. Yazarları vardır. Yöneticisi sadece benim.
 
3- İsteğin dışında geldi ise şu an itibarı ile http://groups.google.com/group/fikir-dergisi e-posta gönderisinden çıkartılmış bulunmaktasınız. Bunu sizde yapabilirdiniz!
 
4- Bizim sadece e-posta listemiz yapılanları bilgilendirme için kurulmuştur. http://groups.google.com/group/fikir-dergisi ise http://dergisi.info 10. alını tamamlamış bulunmaktadır. Diğer dokuz sayı yazarlarımızın yazılarını da inceleyebilirsiniz. Üye olma mecburiyeti yoktur.
 
5-"Bu yaptığınızı Çorumlu yapmaz" Acaba ÇORUMLU size ne yaptı? Çok merak ediyorum! Çok İktisatçı, Turizmci Sağlık adına sağlıklı düşünüp sağlığa önem veren ,Türkçeye çok duyarlı bir araştırmacı, yazar, çevirmen, Tüm Çeviri İşletmeleri Derneği Kurucu Gen Sekreteri, en yaşlı-genç bilgesi, Türkçeyi, havayı, suyu, toprağı, zamanı, enerjiyi akıllı kullanmaya çalışan yurttaş vb. imzanız var da ondan sonrum.
 
6- Domain "etki alanı -tanım kümesi -1) alan, ilgi alanı, 2) tanım alanı (işlev) "olarak çevrilmiştir ki bu kelime ile bağdaşamaz. Domain sadece bir hedeftir. Domaini aldıktan sonra değiştirme imkânınız olamaz. Yönetim alanında ise her türlü düzenlemeleri yapabilinsiniz. İlgi alanı ile de alakası aynı isimleri anlatan pek çok isim veya kelime bulunmaktadır ve subdomain Türkçe karşılığı bana biraz daha kelime bilimcileri düşündürse gerek diyorum
 
7- SALIK (Ucu zincirli Topuz) her halde SAĞLIK demek istediniz(!)
ÖBEK (Yaş ve yapıları aynı olan kişilerin veya topluluğuna denilir.) Bizim öbeğimiz değil e-posta topluluğumuz vardır ki burada 90 yaşında da 18 yaşında da cinsiyetleri karışık kişiler de bulunmaktadır.
 
8- LİNG karşılığı olarak verdiğin örneğe insanlar değil “kazlar” bile güler.
 
9- En önemlisi iki adınız var . Ha sahi unuttum adınızı Türkçe mi?
Hamiş: http://fdergisi.info dergimizde adınız verilmeden bu cevabı yayınlayacağım
 
Mahmut Selim GÜRSEL

125. SAYI ÇORUMLU2000 25 Temmuz 2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 36KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TATİLİNİZ GELİNCE ZEHİR OLMASIN
 
            Yaz yazlığını gösterdi. Herkeste bir yerlere gitme hevesi kabardı. Hakkımız tabiî ki gideceğiz. Giderken bazı tedbirlerimizi almayı unutmayalım. Arkadaşlarımızla birlikte yapacağımız programları sakın Internet’ten yazışarak yapmayalım. Bilhassa gruplar kurulmuş ve bu grupları barındıran arkadaşlık sitelerine dikkatli davranarak şu tarihte, şu saat falan yerde buluşacağız, bekliyoruz gibi yazışmalardan sakınmamız gerekli olduğunu hatırlatmak istedim.
            Bilgisayar kullananların pek çoğu kişisel bilgisayarlarına devamlı çerezlerin, solucanların atıldıklarını bilirler. Hepimiz kendi yöntemimize veya birikimimize göre bu gibi saldırılara önlemlerimizi aldığımızı düşünsek de; bizde daha ileri düzeyde olan çerez atıcıları veya solucan göndericileri bizden ileri olduklarını hatırda tutmamız gerekmektedir.
            Kişisel arkadaşlık grupları veya arkadaşlık sitelerindeki kişilerle telefonlaşarak randevularınızı kararlaştırmanız sizler için daha güvenirli olduğunu aklımızdan çıkartmayalım.
            Örneğin bir arkadaşlık grubunuzla beraber Akdeniz’de bir kampta buluşacağınızı birbirinize safça yazarken, bu mesajınızın sizlerin ne zaman nerede ve kimlerle olacağınızı bilmeleri olasılığını sakın göz ardı etmeyiniz.
            Hani birisi diyor ya:
            Demedi deme.
            İyi tatiller.

10. SAYI FİKİR  01/07/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 37KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

GÜN OLA HARMAN OLA ON AY GERİDE KALA
            Zaman. İnsanlar için olduğu kadar canlılarında yaşamalarına yön veren, ayarlayan bir olgu. Gecesi var, gündüzü var. İnsanlar için Haftası, ayı, mevsimi, yılı var.  Diğer canlılar içinde mevsimler oldukça önemli.
            Belki pek çoğumuzun alışa gelen hale gelen “Gün Dönümü” Haziran ayın 21’inde başlıyor. Pek çok bitkilerin ömürlerinin bittiği ve meyvelerinin olgunlaştığı zaman dilimi!
            Bizim bu okumakta olduğunuz sanal olup yazarlarının gerçek olduğu “FİKİR” dergimizin de bu sayı ile 10 ayı geride bıraktığını görmekteyiz. Görüldüğü gibi zaman dilimi çok çabuk geçmekte ve ilerlemektedir. Dergi çıkartmak ve yayınlamak bir grup ve gönül işidir. Yazar arkadaşlarımızı tarafıma güvenerek verdikleri yazıları ile dergimiz devam etmekte. Ömrümüz sağ, kesemiz uygun olduğu müddetçe de devam ettirmeye çalışacağım.
            “Söz ağızdan çıkar” Atalar sözünü bizzat uygulamaya çalışacağım.
            Aşağıda dergimizin amaç ve gerekli bilgileri hakkında sorulanları cevaplamak istiyorum:
            1- Dergimiz nedir?
            Dergimiz Yazlarımızın, Çizerlerimizin (Karikatürist, desinatör, resim) ile çekerlerimizin Fotoğraf sanatı ile meşgul olanların çalışmalarını hiçbir ücrete tabii olmadan ve her ayın 26’tısından 25’ine kadar yaptıkları etkinliklerin (Reklam olmamak kaydı ile) sizlere bilgilendirmek amacı ile kurulmuştur.
            2- Dergide bir ay içinde kaç çalışmaya yer verilmekte?
            Dergimizde basılı eserlerde olduğu gibi sayfa bastırma derdi ve külfeti olmadığından çalışmalar için bir sınırlandırma bulunmamaktadır.
            3- Bazı yazılarımızda ufak silinmeler olmakta neden?
            Evet çok azda olsa bazı arkadaşlarımızın yazılarında istemeyerek yazdıkları kişilere sataşma, aşırı yerme ve diğer ahlaka aykırı kelimeleri çıkartmak zorunluluğunda çalışmalar ufak tefek sansüre tabi tutulmaktadır.
            4- Telif ücreti neden vermiyorsunuz?
            Yayınevi olarak yazarlarımıza telif ücreti vermediğimizi söylüyoruz ve bu çalışmaları için de yayınlanmasını bildiren umumi bir not istemekteyiz. Bakınız:  Bu imkânsızlığa karşı yazarlarımız dergimizin ve sitemizin ortaklık payına doğrudan ücretsiz katılımları sağlanmakta ve isimleri ile ilgili sitemizde sayfaları açılmaktadır. Bakınız:  yapacakları röportaj ve tanıtımlar için belirli bir nemalandırma teklifimiz bulunmaktadır.
5- Bu çalışmaları topladığınız Internet domainler, site barındırmaları ve diğer masrafları herhangi bir kuruluş veya dernek mi karşılamakta?
Hayır bütün masrafları ve giderleri kendi bütçemden karşılamaktayım
6- Sizin bundan çıkarınız o zaman nedir?
Hiçbir çıkar gözetmemekteyim. Halka hizmet Hak’a hizmet olarak yayınevimizi kurmuştuk sanal hizmetimizi de devam ettirmekteyim.
7- Sizin sitelerinizi oldukça fasla. Bu siteleri derli toplu gösteren bir sayfanız var mı?

137. SAYI ÇORUMLU 2000 25  Temmuz  2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 38KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

YAZDIĞINA BAKMAK YETİYOR MU?
            İnsanların bir objeye bakmalarında görünüş beyne anında yansıtılır. Baktığımızda gördüğümüz bize beynimiz tarafından görüntü halinde gösterildiğini bilim adamları ispat etmiş bulunuyorlar.
            Ayrıca yine insanlar gördükleri belgelerin üzerinde bulunan bütün bilgileri aynen bilgisayarlarda bulunan ram (sanal bellek) gibi algıladıktan sonra beynin çözümlemesi ile görüntünün yazı ise harf harf birleştirerek okuduğunu tespit ettiklerini söylüyorlar. Bu yazışmaları yapan kurumların daktilografın yazdığını bir şefin okuduğu ve yanlışlıkları düzettiği ve yeniden yazıldığı şefin parafından sonra da müdür yardımcısının okuyup gözüken eksiklik tamamlatarak tekrar şefin okuduğu ve müdür yardımcısından sonra da müdürün okuyarak evrakı imzalaması bu bilgiyi zaman içerisinde tecrübe ile edindikleri ve bürokraside kullandıkları görmüşsünüzdür.
            Sizde bir yazılı kağıtta ilk olarak gözün ramının yanlışı algıladığını beynin bunu çözümleyerek sizin o yanlış yazılmış yere geldiğinde o yanlış yazılmış yeri gördüğünüz olmuştur.
            İnsanlar yanlışlıklar yaparak pek çok kurum veya kişilere zarar verebilirler. Mesela geçenlerde başımda geçen bir noter işleminde daha sonradan gözüken eksik bir bilginin düzeltilmesi için yazılı dilekçe ile müracaat ettiğimde noterin düzenleme bilgisi vermemek için savsakladığını ve hatta dilekçemi kabul etmeyerek almadığı üzerine ben de Cumhuriyet Savcılığına dilekçemin kabul edilmediği hakkında bir müracaatta bulundum. Bu soruşturma belki aylar sürecek sonuç olarak yanlış yapılan işlem aynen kalarak benim kağıttaki yanlış bilgiyi düzelttirebilmem için mahkeme kararı almam gerekecek.
            Buna benzer pek çok yanlışlıklar ile insanlar tarafından yapılmakta ve yapılmaya devam edilmektedir.  

101. SAYI ÇORUMLU 2000 25 Temmuz 2007

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 39KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BEN BİR ŞEY ALMADIM
            Son günlerde gelen bazı tepkiler beni üzmüş bulunmaktadır. En son gelen tepki ise bardağı taşıran bir dojaz da ve düşündürücü mahiyette idi.
            Yazanı ve bilgiyi sizinle paylaşmak isterdim fakat bu etik bir hareket olmadığı gibi o kişinin de samimiyetinden dolayı tarafıma güvenerek yazdıklarını deşifre etmiş olacağımı düşünerek yazının tamamını değil, bazı başlıklarını sizinle paylaşmak istiyorum.
 
1-Seni bu dergilerden çıkarın nedir?
2-Ne yapmayı amaçlamaktasın?
3-Bu kişiler sana neden güvenerek yazı veriyorlar?
4-Bu kişileri gelir ortağı yapmışsın onları karşı taraftan nemalanıyorlar mı?
5-Bu nemaların karşılığında mı bu resmi kurum, Resmi erkân ve şahısların tanıtımını derginde yayınlamaktasın?
6-Bu siteye bu maddi katkılarından dolayı senin hiç yazar arkadaşlarına teşekkür ettiğini göremedim?
 
“İşte bir kaya; nerene dayarsan daya” Diye bir argo deyimi kullanma zorunda kaldığım için bütün bu yazıyı okuyanlardan özür dilerim.
            Kendimi savunma olarak görebileceğinizi cevaplamak istiyorum:
1-Dergiyi çıkartmamın amacı yazar arkadaşlara yazılarından dolayı katkıda bulunarak onları tanıtmak için kurmuştum. Yazılarından dolayı telif veremediğim için ticari tanıtım ve yazılarına da bir miktar katkı payı almaları için
Bilgi vermiştim.
2-Amacımı pek çok kereler açıklamalarım olması ve bu açıklamalarımda faaliyetlerimi ve faaliyetleri sizlere ulaştırmak çabasından ileri gitmediği ve amacımın 1994 yılında bu güne aynı olduğunu söyleyebilirim.
3-Karşılıklı güven bizim söz ve yazı ile bilgilendirmemiz ile meydana gelmiş güzel bir olgudur.
4-Bu güne kadar hiçbir arkadaşım böyle bir çalışma yapmamıştır. Bizde böyle bir çalışmanın yapıldığını zannetmiyorum. burada zaten katkı payı olarak sunulan katkılardan alacakları meblağ da bilinmektedir.
5- Hiçbir resmi kuruluştan, Resmi erkândan ve şahıslardan maddi katkı almadım. Yazarlarımın yazılarını sansüre almadım. Yayınladım.
6-Bu siteye bu siteye hiçbir yazarımız (Eşim Hariç) maddi katkıda bulunmamıştır. Onlar yazı yazdılar. Yazıların da maddi olmayıp manevi katkı olarak gözükmesi normal değil midir? Onlar da makalelerinde, şiirlerinde herhangi bir dergi yazısında yani  da şu ana kadar 11 ay boyunca (Benim beklentim yoktur) yazılarında dergiye teşekkür etmemişlerdir. Arşivleri inceleyebilirsiniz!
            Yazarlarımızın ve okuyucularımızı aydınlatma amacı ile bu yazıyı yazmış bulunmaktayım.
            Bilginize sunulur.

101. SAYI ÇORUMLU 2000 25 Temmuz 2007

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 40KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

RAMAZAN AYI
            Müslümanların en önemli aylarından bir tanesi olan Ramazan Ayında Müslümanlar ibadetlerini daha bir hazla yaparlar.
Allah C.C. Kur’an-ı Kerimde Bakara Suresi: 183. Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Diyerek bize Oruç7u hatırlatmakta ve Bakara Suresi: 185. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir. Diyerek bize emreder.
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed S.A.V. :“İnanarak ve karşılığını yalnız Allah'tan umarak ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahları bağışlanır" buyurmuşlardır.
Ramazan ve Oruç için birçok Ayı Müslümanlar için ibadetlerin kabulündeki bereket için bu ayda yoğunlaşır. Kur’an-ı Kerim okunur, ibadetler bütün olgunluğu ile devam eder ve iyilikler ile yardımlar had sayfasına ulaşır.
            Müslümanlar; iradelerini kullanmaya çalışarak her türlü kötü işlerden sakınmaya çalışarak Ramazan Orucunun sadece aç kalma ile tutulmadığını bilirler elleri ile, ayakları ile, dili ile, kulakları ile, gözü ile de oruç tutarlar.
            Mazeretleri ve hasta olanlar; oruçlarının kefaretini bir veya birkaç fakire saka-ı fıtır kadar ya da daha fazla bir miktar parayı verirler. Yolcular seferi oldukları için isterlerse oruçlarını tutmazlar ve ilerideki bir zaman diliminde tutarak borçlarını kaza ederler. Yolculuk artık eskisi kadar meşakkatli bir olay olmadığı için oruç tutmaya mani değildir, istenirse tutanların daha büyük sevaplar kazanacağı aşikârdır.
Ramazan Ayında, dünyanın sayısız nimetleri içinde Allah’ın lütfüne mazhar olan insanın belli bir süre zarfında bunlardan kendini uzak tutarak, bir bakıma nimetin kadrini daha yakından bildiği, nimete ulaşamayan insanların halini anladığı ve paylaşmayı öğrendiği oruç ayıdır.
Ramazan Ayının; baştan sona bir feyiz, rahmet ve bereket zamanı olarak bildiğimiz bu günlerinde Müslümanlar iradelerini kullanarak “oruç” tutarlar, yemek, içmek, cinsi münasebetten, yalan söylemekten, kötü sözlerden uygunsuz sayılan beylere bakmaktan sakınırlar.
Ramazan Ayında sahurda oruç tutmak için uykularını bölerler ve yemeklerini yerler. Camilerde ve evlerde beş vakit namaz haricinde teravih namazı kılınır. Bu ayın içerisinde bulunan “Kadir” gecesini ararlar. Bol bol Kur’an okunur, Kuran’ı Kerim’i hatmederler yani baştan sonuna kadar her gün bir cüz okurlar. Mallarının zekâtlarını pek çok Müslüman bu ayda vererek bu ayın bereketinden faydalanmayı umarlar. Sadaka verirler, imkânı olanlar evlerinde fakir fukaraya iftar vermeye çalışırlar. Akşam ezanı ile de oruçlarını açarak Allah’a hatmeder.
Hepimize sağlıklı, sıhhatli bir Ramazan Ayı geçirmemizi diler, nicelerine ermemizi Allah C.C. den niyaz ederim.
Ramazanınız kutlu ve bereketli olsun.

11. SAYI FİKİR  01/08/2009  

SAYI 32  ÇORUMLU2000  25 Kasım 2001

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 41KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

DEĞİŞİME UĞRADIK MI?
            Zaman ve mekân içerisinde uzuca bir yolu takip eden biz insanoğlu; gerekli bilgi ve birikimleri kullanabilme imkân ve gereğini bilmeyince, ne kadar değişime uğradığımızı iddia edebiliriz!
            İnsanlığın tarihi olarak bilinen MÖ7000 ve biraz daha ilerisinden önceki dönemleri bizler neden araştırarak bulmaya çalışmaktayız? Buradaki amacımız atalarımızın bizlerden daha ileri bir seviyede olan yaşayışlarının ispatını mı yapmaya çalışmaktayız?
            Bulunduğumu dünya denilen yere Adam ile Havva anamızın geldiğinde dünyada yaşayan cins denilen tür ne olmuş ve yerine ins denilen insanlar gelmişti? Burada yaşamın cins ve inslerle devam etmesinin sıkıntılarını hangi grup etkilenmişti?
            Bir sürü sualler ve cevap bekleyen konular ile bizler değişime uğradığımızı savunanlar acaba neden değişimin bedenen değil de düşünce ve fen ile olduğunu düşünmüyorlar?
            Geriye bir yirmi yılı incelersek teknolojinin bir patlama noktasını görebilmekteyiz. İletişi, bilişim, sağlık ve diğer kollarda bilinmeyenlerin ve uygulanmayanların birden bire insanların hizmetlerine girmesi de ayrı bir konuyu içermekte değimlidir?
            Değişime uğradık mı sorumuzu kendimizde inceleyerek uğradığımızı görmekte ve yaşamaktayız. Birçok ülkeler arası yaklaşımların ve dil birliklerinin iç içe olduğu bu dünyada Internet ile iletişim ve bilgi aktarımı ile de bilmediklerimizi ve görmediklerimizi anında görme imkânına kavuşmuş olmaktayız. Değişim işte bu olsa gerek.

142. SAYI ÇORUMLU2000  25 Aralık 2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 42KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

GECE VE GÜNLER GEBE
            Ülkemiz ve dünya sıkıntılı ve karanlık bir döneme aydınlık çığlıkları ile gitmeye başladı.
            Birileri; diğerlerine zorla bazı planları yaptırmak için maşa ve el tutağı olarak tek taraflı bir baş eğmeye sebep olan tahakküm ve zorlamanın içinde girdiler ve planlarını işletmeye başladılar.
            Geceler ve gündüzler neler doğuracağını bilmeden sancılı ve ıstıraplı geçmeye başladı. O kadar sancı çekerek diğer güne bu devirdeki kadar geçmedi.
            Alt ve orta dereceli çalışan ve emekli olan ücretliler verilen para ile geçinmeye çalışırken; geçirdiği günün açlık ve sefilliğini unutarak geceyi geçirmek için soğuk yataklarına girerek umut ışıkları altında gebe geceyi sancılar içinde geçirmeye çekildiler. Kendilerine bir yıl için zam olarak verilenlerin ertesi saatte diğer tüketim mallarını etkileyecek olarak bütün ülkeye gözükmeden etkileyecek bir zamla anında alındığının farkına varmadılar. Ayrıca bu zamlardan başka etrafta bulunan sıkıntıları adeta gündeme getirilerek pompalanan gündemle getirilerek açlıkların bastırılması telaşında olan çoğunluğun dikkatlerini başka bir alana çevirmeye çalışmaktalar.
            Bu bilinmeyen güç gibi gözüken dayatıcı ülkeler. Geçen her gece ve günlerin geçmesinde bir oyalama tablosu gözükmektedir. Ülkemizin komşularına verilen karşılıksız tavizlerle ağababalara hoş gözükme çabaları da bu gecelerin sabahında ülkenin geleceğini nasıl etkileyeceğini gizleyerek uygulamalara çoğunluklarının verdiği güç ile zorlayarak kapalı ve açık oturumlarda oldubittiler ile şifa hapları gibi bize zorla yutturulmaya çalışılmamak şifa dağıttıkları bize, dinlemediğimiz halde anlatmaya çalıştılar.
            Gece olmasını gündüzden bekler, gece olmasını gündüzden bekler olduk. Ülkenin selametini idarecilerimizin de bildiğini bilmekteyiz. Bu gebe gece ve gündüzleri ülkemizin yaşayanlarını oyalama politikası olarak hepimizin görmekteyiz.
Bu zaman diliminin bir an önce bitirilerek; ülke sınırlarında bulunduğu söylenilen Petrol, doğalgaz ve bu asrın en önemli sosyo-ekonomik emtiası olan sularımızın sahiplenilmesi gereklidir. Bu değerler ülkemizin insanlarının refahı için gün ışığına çıkartılarak verimliğin artırılmasının sağlanması gereklidir.
Ülke piyasası için televizyonlarda reklâm olarak gözüken: yapılan bir simit al! Uncu da kazansın, çiftçi de kazansın, ekonomi de canlansın gibi gülünç olan ve ülke ekonomisine hemen hemen hiç gelir getirmeyen ve tamamına yakını kayıt dışı olarak dönen simit, dondurma, ekmek ve diğer yiyecek maddelerini örnek göstermek ise bu ülkenin yaşayanları ile adeta alay etmek değil midir?
Gecelerimiz ve günlerimin neler doğuracağını merak etmeyen bir ülkenin yaşayanları olmayı biz hak etmiyor muyuz?

12. SAYI FİKİR  01/09/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 43KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

OTUZ AĞUSTOS
            Türk’üm diyen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına ve Türkiye’nin sınırlarını bu güne gelerek bir ülke oluşunun en büyük payı olan ve “Başkomutanlık Meydan Muharebesinin” kazanılması ile 30 Ağustos 1922 tarihîni yâd etmek için her yıl 30 Ağustos’ta kutlanan Millî Bayram olarak kutlanmaya devam edilmektedir.
            Türkiye Cumhuriyeti Milli Bayramlarının bu güne kadar kutlanmasını ve Türk olarak bu bayramlarla gurur duymamızın ilelebet eksik olmamasını dilerim.
            Millet olmanın, bir olmanın, bütün olmanın bu günlerde adeta parçalanması için girişimlerin olduğu bu günlerde ülke bütünlüğümüze gelecek olan zararını her nedense görmek istememekteyiz. Bizlerin bu Türk Vatan için koruyucu olacağımıza, parçalayıcı olmaya çalışmamız çok düşündürücü değil midir?
            Bu savaşın kazanılması ve Türk Vatanı olarak bizlerin bu günleri görmemizi sağlayan Mustafa Kemal Atatürk “Gençliğe yaptığı hitabe” adeta bu günleri görmüştür.
Biraz geçmişi hatırlayarak Ülkemizin Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla Ülkemizi tamamen elimizden alınıyor; bizlerin hür olarak yaşama hakkımıza son verilmeye çalışılıyor; bu zorlatmalar ile ülkemiz paylaşılıyor; bizlerin bu şartları kabul etmemizi istiyorlardı.
Türk Milleti olarak bu şartları kabul etmesi elbette mümkün değildi. Atatürk 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. Anadolu’da, Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı başladı
Atatürk; Amasya Genelgesi'nin yayınlandı. Erzurum ve Sivas Kongreleri yapıldı. Daha sonra 27 Aralık 1919'da Ankara'ya geldi. 23 Nisan 1920'de TBMM'yi kurdu. Memleketin yönetimi halkın iradesine verilmiş oluyordu. Hem de Kurtuluş Savaşı'nın merkezi Ankara oluyordu. TBM Meclisi yaptığı görüşmelerde yurdun durumunu ve kurtuluş çarelerini aradı. "Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğunu; parçalanamayacağı kararını alarak işgal kuvvetleri ile mücadele kararı aldı. İlk düzenli ordu ile Doğu’da Ermeni çetelerine karşı zafer kazandı. Batı cephesinde I. İnönü, II. İnönü savaşları yapılarak Yunanlılara karşı büyük bir darbe indirilmiş oldu. Bu darbeyi hazmedemeyen Yunan kuvvetleri müttefiklerinden aldığı güç ve kışkırtma ile tekrar saldırıya geçtiler. Mustafa Kemal Atatürk’ün Yunanlıların bu saldırılarının üzerine Türk Ordusu mensuplarına:
"Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." dedi. Türk ordusu askerleri, 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesi’yle, Türk Milleti topraklarını geri almaya başlıyordu. Sakarya Savaşı’nın önemi; ordunun taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMMeclisi tarafından, Mustafa Kemal'e "Gazi" unvanı ve "Mareşal" rütbesi verildi. Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı'ndan sonra, Büyük Taarruzla düşmanı tamamen yok etme kararı alındı. 1922 yılı Ağustos’una kadar gizlilik içinde Türk Ordusu hazırlandı. Gazi Mustafa Kemal'in Başkomutanlığını yaptığı ordumuz, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Bir saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis'te vardı. Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı. Düşman, İzmir'e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla yurdumuz düşmandan temizlenmiş oldu. Bu büyük Zaferi her yıl, 30 Ağustos günü, Milli Bayram olarak kutluyoruz.

138. SAYI ÇORUMLU2000  25  Ağustos  2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 44KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TURKEY DEĞİL TÜRKİYE
Bayanlar ve Baylar!
Artik TÜRK'LERIN TÜRKÇE yazı, Türkçe okumaları gerekliliğini bilmemizin
ve ihtar etmemizin zamanı gelmiş bulunmaktadır.
Bütün okur yazarların beraberce başta kendileri olmak üzere; geleceğimizde kullanacak olan çocukların ve gençlerin hiç olmazsa TÜRKÇE tabelalara, isimlere hasret kalmaması için birbirimizi uyarmamız gereklidir.
Özgürlükler vardır. Özgürlüklerin kötü emellerce bir ülkenin geleceği olan DİL'İNİ bozmaya çalışmalarına, yozlaştırmalarına karşı çıkmamız ve hepimizin TÜRKÇE kullanmamız gereklidir.
Başta Bütün Internet kullanıcılarının Turizm firmalarının kullandığı HİNDİ (Turkey) kelimesini TÜRKİYE olarak değiştirmelerini istemekle başlayabiliriz.
Bizim ülkemiz HİNDİ ülkesi değildir.
Bizin ülkemiz; Şehitleri, Gazileri, Zaferleri ile bütünleşmeyi, birleşmeyi bilerek yöneten geçmişte özümüz olan İmparatorlukların mirasçılarıyız.  Su anda bütün dünyayı birleştirme çabasında olan ülkenin veya ülkelerin bildiği; fakat söylemeye dili varmadığı bir idareyle Üç Kıtada birlik beraberlik sağlayan Türk’lerin kullandıkları dilin bulunduğu vatanimiz HINDİ ÜLKESİ (Turkey) olamaz.
Bizlere Türkçe olarak okuyup yazmamızı; Valilik, Bakanlık, Başbakanlık, Reisicumhurların emirleri ile olmaz. Bizlerin birbirimizi kırmadan uyarmalarız la olur. Gelecekler Türk ve Türkçenin olması için birlikte bu konuyu yazıştıklarımıza; tanıdıklarımıza ileterek onların da yazışmalarında daha dikkatli olmalarını isteyerek etrafımızı uyarmaya çalışalım. Bana ne demeyelim!
Bilhassa; yurt dışında yasayan yurttaşlarımız itina ile Türkiye ile
yapacakları yazışmalarında artik HİNDİ (Turkey) kelimesinin yerine (i harfi
yabancı dilde büyük harfle yazılmadığı için) TÜRKIYE diye yazalım.
Bu tepkimi hakli görüyorsanız; e-posta arkadaşlarınıza, gruplarınıza kendi görüşleriz ile yollayınız!
Saygılarımla.

13. SAYI FİKİR  01/10/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 45KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

YAZMAK MI YAZMAMAK MI?
İşte bütün problem burada!
Formlara, sitelerde ve diğer basılı yerlerde yazı yazmak her halde yazamayan üyelerin  ilgisini çekerek onları da az çok cevap verme amacını taşıması açısından bence önemlidir.
Yazabilmek bir nevi alışkanlık haline gelince yazan; yazmaya devam eder ve bildiklerini karşısında tanımadığı okuyucusu ile paylaşmak amacındadır.
Yazan; yazdığının okunduğunun farkında olmasına karşı, okuyanın tepkisini öğrenmek ister. Pek çok okuyucu bu yazıyı beğenip beğenmediğini söylemek tenezzülünde bulunmazlar. Gerekçesi ise bellidir. Bu konumuzun başlığını belirleyen "YAZMAK MI YAZMAMAK MI?" düşüncesinin meydana gelmesini ve sonuçlarını okuyanca analizinden sonra ortaya çıkar.
Yazılan yazıya "Ben bu yazıyı beğendim" diye yazsa. Neresini beğendiğini soracak ve sorgulayacak onlarca cevap verenin çıkacağı malumdur.
Yine aynı şekilde okuduğunu "Ben bu yazıyı beğenmedim" diye yazsa, bu sefer en azından yazının yazarı tarafından tenkide uğrama ihtimali mevcuttur.
Yazanlar yine bildikleri gibi yazarlar; okuyanları onları okurlar ve cevaplayamazlar.

13. SAYI FİKİR  01/10/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 46KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

CUMHURİYET BAYRAMI
Türk Tarihinin en önemli günlerinden birisi olan 29 Ekim 1923'te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Cumhuriyeti ilan etmesi dolayısı ile kutlandığı, Türkiye'nin önemli Resmî Bayramlarından olan “Cumhuriyet Bayramı” dır.
Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı Hükümeti tarafından görevlendirilerek, Anadolu bölgesinde düzeni sağlaması için Osmanlı Devleti'nin onayı ile kırık dökük bir gemi ile, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. Anadolu’da bulunan askeri kuvvetleri ve dağıtılmış Türk askeri birliklerini kontrol amacı ve Türk birliğini korumak için kongreler düzenledi.
23 Nisan 1920 günü Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nde toplandı. Meclis, Mustafa Kemal Paşa'yı "Meclis Başkanı" olarak seçti. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Halk ve düzenli ordular düşmana karşı savaş verdiler, omuz omuza mücadele ettiler.
Kurtuluş Savaşı zaferle bitmesinden itibaren 1 Kasım 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi “Saltanatı Lağvetti”. Padişah Vahdettin "Vatan Haini" ilan edildi ve yurdu terk etti.  24 Temmuz 1923 tarihinde, Lozan şehrinde, Lozan Üniversitesi'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri tarafından Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır.
Bu antlaşma ile yeni bir devletin temelleri atılmıştır. Fakat Devletin yönetim biçimi henüz belirlenmemiştir. Bu topraklarda kurulmuş olan Vatan nöbetini Selçuklu Türk İmparatorluğunun dağılmasına yakın zamanda kurulan Osman oğulları Beyliği kurulmuştur. Bu beyliğin devamı olan Osmanlı İmparatorluğu'nun da süresini doldurması ve dağılması ile birleşen ve işgal devletlerine karşı kazanılan Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından; Türkiye Devleti'nin Misakı Milli sınırları içinde bir Cumhuriyet olduğu 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilmiştir.
Hepimiz bu bayrama sahip çıkacak vatan evlatlarını yetiştirmek ile görevliyiz. Bu vatanı bize emanet eden Atatürk’ün “Gençliğe Hitabını” sık sık okumalı ve gençlere ne demek istediğini anlatmalıyız. Bu Vatan binlerce yıldır Türk egemenliğinde kalmış ve ilelebet de Türk egemenliği’nde kalacaktır.
“Ne Mutlu Türküm Diyene” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği yoldan bizleri saptırmak isteyen bedbahtların çıkacağı ve kişilerin ülkeyi satacağını ve düşmanın çizmeleri ile çiğneneceğini gören kişi yine yanılmamıştır.
Arkadaş; Yurdunu yabancıya çiğnetme. Ülkeni başka adlarla bölgelere ayırma çabalarına karşı çık. Bu ülke senin ülken sahip çık.
29 Ekim Bayramınızı kutlar ülkemizin ve bizim nicelerine ermesini dilerim.

128. SAYI ÇORUMLU 2000 25 Ekim 2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 47KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİZ SİZİ TANITIYORUZ, SİZ BURADAN BAŞKASINI TANITMAYINIZ!
            Dergilerimizde sizlerin fikirleri ve yazıları ile meydana gelen topluluğumuzda; sizlerin dergine inmeyen ve üçüncü şahıslarla hem kendinizi hem de yayınevimizi karşı karşıya getirecek fikri çalışmalarınızı elemek ve yazar ve yayınlayan için hukuki girişimlerden kaçınılması için yazılarınızda kesme, kırpma, kısaltma gibi kısaca (sansür) yaptığımın farkındasınızdır.
            Neden bunlara gerek duymaktayım?
            Bildiğiniz gibi Fikir Sanat Eserleri Kanunu yazarı bağladığı gibi yayıncıyı da müteselsilsen (birlikte) yargılamaktadır.
            Buraya yazanların ve ben yayıncı olarak birer “Donkişotluk” yaparak fikirlerimizi dergilerimizden okutmaktayız. Yaptığımız iş kurbağayı ürkütmesin ve bizleri mahkeme mahkeme süründürmesin diyerekten sansür uygulamasını yapmaktayım.
            Neler yazılarımızda batar:
            1- Mahmut şöyle yazmış buna katılıyorum. Burada Mahmut’un yazdığını kopyalayıp yapıştırmak ile Mahmut’a katıldığını bildirme sizi Mahmut’un Fikiri çalışmasını sizin yayınlamanıza imkan vermez. Mahmut yayınlayana da yazana da telif ücreti talebi ile tazminat davası açabilir.
            2- Yazınızda Mahmut’un bir kitabını tanıtıyorsunuz. Masum ve o yazara karşı yapılmış bir jest karşı taraf olan Mahmut’u acaba memnun edecek mi? Belki etmeyecek. O zaman Mahmut fikri eseri hakkında olumlu veya olumsuz çalışmasını yayınlayan ve yazan hakkında tazminat ve eseri hakkında içinden alıntılardan dolayı da telif hakkı isteyebilir.
            3- Yazınızda Mahmut’un dini görüşleri ile ilgili bir yanlışlık gördünüz ve bunu yazınızda kopyalayarak yayınladınız tenkit veya övgünüzü yaptınız. Yine yukarıdaki sakıncaları muhatap olabilirsiniz.
            4- Bir partinin aleni yaptığı bir eylem, bir icraat için partinin ismi veya o partinin vekili ile ilgili alıntılar da yine telif eserleri kapsamına girmektedir.
            5- Sizin dini görüşünüz veya siyasi görüşünüze Mahmut ile çakışırsa Mahmut sizin yazdığınıza fikir eserleri kanunu gereği Tekzip hakkı doğar ki yazınızı tekrar tekzipli yayınlama mecburiyeti de yayıncı olarak bana düşer.
            6- Falancanın çalışması çıkmıştır. Siz o çalışmaya sahipsinizdir, satın almışınızdır. O çalışmayı tanıtmak için lütfen bana yazı olarak göndermeyiniz. Be tanıttığını kitabı görmemişimdir, sizin tanıttığınız bölümleri beğenmemişimdir. Kitabını veya çalışması tanıtacak Fert bizzat dergilerimize kendisi yazsın. Biz değerlendirelim değer bulursak yayınlayalım.
            7- Yanlış anlaşılan bir konuyu da buradan tekrarlayayım. Bir firma tanıtımı için o firma ile yazarımız mülakat, röportaj gibi çalışmalar yapabilir. Sanal dergilerimize yazı veren yazarlarımıza telif veremiyorum. Bu açığı kapatmak gerekçesi ile  belirttiğim nemayı siz vermiş olarak kabul edilmektesiniz. Bu ortaklık çerçevesi ile yapılacak tanıtımlardan alacağınız %33 dışındaki meblağı katkı olarak yollamanız gerekmektedir. Bu bölümde yanlış anlamalara son vermek için şunu da belirtiyi ki İLLA Kİ SİZDE PARALI röportaj yapma mecburiyetiniz yoktur. Bu bir bakıma hepimizin eş, dost ve diğer tanıdıkları yahu bizi de tanıtı ver dileklerine de bir nevi sigortanız olarak sizlere bilgi verilmektedir.
            8-  iş arayan okuyucularımız ve tanıtım firmaları için yapılan teklif olarak sitemizde bulunmaktadır.
            Bu nedenler ve buna benzer nedenlerle gelen pek çok yazıyı yayınlayamamaktayım. Tazminat parası ve mahkeme kapılarında zaman kaybı benim çalışmalarıma zarar verir. Bu nedenler ışığı altında sizlerinde çalışmalarınızda örneklemeye çalıştığım gerekçeleri dikkate almanızı rica eder, kaleminiz (klavyeniz) e güç ve kuvvet dilerim.

15. SAYI FİKİR  01/12/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 48KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

YILLAR İÇİNDE; YILLAR MI VAR!
            Yıllar; birbirini kovalarken insanlar ve canlılar olarak geçen zaman dilimine dikkat etmemekteyiz. Bu kovalana zaman diliminde bizlere düşen geçmişte yaptıklarımızı irdeleyerek başka yanlışlıklara sebebiyet vermememizin gerektiği bilebilsek ne güzel olur değil mi?
Yaşadıklarımızın birçok kişiye belki de bir kılavuz veya ders çıkartacakları geçmiş anılar dizini olması bizlere birer guru vesilesi olarak karşımızda durması bizlere de bir başka yıl içinde yılları yaşamamıza gerekçe olacaktır.
Anıların iyi ve kötü olması, bizim için önemli veya önemsiz olması hiç amma hiçbir zaman anılarımızın saklanmasına bir sebep olarak göstermemiz bizim kendimizden kaçmamızın göstergesi değil midir?
Bizlerin yazarak veya anlatarak dile getirdiğimiz geçmiş yıllardaki anılarımız başkalarının en azından sizin çabalarınızın da neler olduğunun bir delili olarak gösterilen kaynak olarak diğerlerini karşılarına çıkması size de bir şeyler yapmış olmanın hazını yıllar içinde yıllar mı var sorusunu sormanızı sağlar.
Sözün ortasında kalmamak ve sonucu daha da irdelememek için bizlerin yaptıklarımızı yazmamız, başkaların da bu yazdıklarımızı okumaları ile öğrenmelerine fırsat vermemiz gerekir.

15. SAYI FİKİR  01/12/2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

49KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

YILBAŞLARI VE TAKVİMLER
            İnsanlar zaman dilimlerinden olan yılların bitiş ve başlangıç anlarını bilmeleri ve takvimlerin gerçekliliğinin oluşumunu sağlamaları için bir bitiş gününe ve birde başlama gününe ihtiyaç duymuşlardır. Bu biten gün ile başlayan gün dilimlerini çeşitli şekillerde de kutlamalar ile gelenekselleştirmişlerdir.
            Hicri Takvim Müslümanların gördükleri baskılar bir yerden başka bir yere göç etmesine verilen isimdir. Hazreti Ömer zamanında kabul edilen Hicri takvim Müslüman ülkeleri tarafından resmi veya gayri resmi olarak kullanılmaktadır.
Hicri Takvim 12 kameri aya göre düzenlendiğinden 354 güne denk gelir. Hicri Takvimde yılbaşı Muharrem ayının 1'inde gerçekleşir. Hicri Takvim Miladi takvime göre yılbaşı her yıl 11 gün önce gerçekleşir. Miladi takvime göne kutlanan bayram ve dirini günler devamlı on bir gün önceye gelir. 2009 yılında Miladi Yılbaşı 14 Aralık 2009 gününe denk gelmektedir.
Jülyen Takvimine göre 1 Ocak; Ancak en büyük 12 Doğu Ortodoks Kilisesinin sekizi, iki tarihin aynı güne geldiği Güncellenmiş Jülyen Takvimini benimsemiştirler, Doğu Ortodoks Kilisesi'nde yılbaşı (İsa'nın sünnet yıldönümüne de denk gelen) 14 Ocak'da kutlanır. Doğu Ortodoks Kiliseler, Hıristiyanlıkta monofizit görüşe sahip olup, 451 yılında yapılan Kadıköy Konsili'nin kararlarını tanımayarak ayrılan doğu kiliselerine denir.
Miladî takvim ya da Gregoryen takvimi, Jülyen takviminin yerine Papa XIII. Gregory tarafından yaptırılan takvim. Milad'ı tarih başlangıcı ve Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı "1 yıl" olarak kabul eder. Dünyada en yaygın olarak kullanılan takvimdir. Türkiye de kullanılan Gregoryen Takvim'inin yılın ilk resmi günüdür.
Ülkemiz dede Yanlış bilinen ağaç süsleme ve hediyeleşme gibi aktiviteler yılbaşında değil, Noel'de gerçekleştirilir. Bir Hıristiyan bayramı olan ve İsa'nın doğuşunu kutlayan Noel'den tamamen ayrı olarak kutlanır. Ancak bazı ülkelerde Noel ve Yılbaşı tatilleri birleştirilir. Ülkemizde yaşadığı bilinen Noel Baba diye adlandırılan Nicholas (Noel Baba) günümüzden 1700 yıl kadar önce, Akdeniz kıyısındaki Patara/Ovagelemiş’te doğmuş. Hayatı boyunca da, Patara’nın yakınındaki Mira/Demre’de yaşamış Babasından kalan servetle yoksullara yardım etmiş ve ünü yayılır. Bir anlatıda da: Nicholaos hacı olmak üzere Kudüs'e gider. Geri dönüşünde fırtınaya tutulan gemiyi dualarıyla batmaktan kurtarır, ayrıca denize düşerek boğulan bir denizciyi de diriltir. O günden sonra Aziz Nicholaos denizcilerin de koruyucu azizi olarak kabul edilmiştir.
Roşaşana İbranice yeni yıl Musevi yılbaşıdır. İbrani Takvimine göre, Tışri ayının ilk ve ikinci günü, Yılbaşı olarak kabul edilmektedir Hamursuz Bayramı'ndan 163 gün sonra kutlanır. Roşaşana'nın kutlandığı gün yıldan yıla değişmektedir.
Musevi takvimine göre yılbaşıdır ve dünyanın her yerindeki Museviler tarafından bayram olarak kutlanır. İki gün süren bayram boyunca ailece yemekler yenilir Havra (sinagog)'da bayram'ın ikinci sabahı senenin iyi geçmesini dilemenin sembolü olarak koç boynuzundan yapılan Şofar isimli çalgı çalınır. Roşaşana'nın kutlandığı gün boyunca Yahudilerin haftalık tatil günü olan Şabbat günü yani cumartesi günü olan yasaklar geçerlidir.
İran takviminde yılbaşı Norous (Nevruz) olarak anılır ve ilkbaharın başında kutlanır (20 veya 21 Mart).
Çin yılbaşı her yıl ilk kameri ayının yeni Ay gününde kutlanır, ki bu da kabaca ilkbahara denk gelir. Çin'de yılın en önemli bayramı konumundadır. Tam tarihi, Miladi takvime göre 21 Ocak ile 21 Şubat arasına düşer. 12 Hayvanlı Takvimi Dìzhī veya  Shíèrzhī; Japonca: Jūnishi veya Eto, Çin kökenli olup Asya'da yaygın olarak kullanılmış takvim, aynı zamanda bir sistem olarak bilinmektedir. 12 yılın 5 katı olan 60 yıllık devreleri ile Göktürkler, Uygur Türkleri, Tuna Bulgarları, İdil Bulgarları da kullandıkları bilinmektedir.
Tayland, Kamboçya ve Laos'da yılbaşı 13 Nisan'dan 15 Nisan'a kadar kutlanır. Özellikle Tayland' bu kutlama su dökerek gerçekleşir.
Sümerliler astronomide de gelişmişlerdir. Burçları ilk Sümerler bulmuştur ve günümüze değin gelmiştir. Artıklı ve doğru bir takvim kullanmışlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır. Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerliler bulmuşlardır.
            Mayaların 2012 tarihinde son bulan takvimleri ile de bu günlerde pek çok yazı ve kitap yayınlanmıştır.
            Kısaca; insanlar yaşadıkları yerlerde güneş, ay ve yıllıdızları inceleyerek kendi tespitleri ile çeşitle takvimler hazırlamışlardır. Bu takvimlerin en önemli hazırlanma sebebi de bezlenme ile ilgili olan tarım için gerekli bilgilerin ne zamanlar içinde yapılmasının önemi ve zamanın tespitinden doğmuştur.
            Bu vesile ile Hicri ve Miladi yıl başlarının ülkemize ve bizlere hayır getirmesini dilerim.

 129. SAYI ÇORUMLU2000 25 Kasım 2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 50KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

YAZSAK NE YAZAR YAZMAZSAK NE YAZAR!
            Yazan yazıyor.
Okuyoruz.
Aklımızın aldığını, desteklediğimizi kopyalayarak alıp kullanıyoruz.
            Bu yazıyı yazısında kopyalayarak yazan için ne kadar doğru?
            Bir yazıyı alıp kopyalayarak altına: Falanın filan kitabı sayfa bilmem ne, Ya da Filan yazarın fişkan sitesi yazmakla ne kadar doğru iş yapıyoruz?
            Bunlar bence yazan kişinin yazdığını alıp pardon “çalıp” ismini kullanarak kullanmak değil midir?
            Evet. Bu hırsızlığın daniskasıdır.
            Yazarlık değil aşırmacılıktan başka bir şey değildir.
            Yazsak ne yazar, yazmazsak ne yazar!
            Yazmaksak daha iye değil mi?
            İrdelersek:
            Kaynak olarak aldığımız satırlar, paragraflar, bölümler ne kadar yazıyı hazırlayan yazarın hakkını gasp etmek ve onun çalışmasını izinli veya izinsiz kendi yazınızda referans olarak göstermeniz için acaba o kişinin içtenlikle de olsa verdiği hakkını kendinizin yazısı gibi kullanılmasını ben anlayamıyorum.
            Peki! Şimdi ne yazalım?
            Yazmak birikim işidir. Birikiminiz varsa yazarsınız.
Birikiminiz yoksa falancanın yazısını çalışmanıza yapıştırır ve yazdım diyerek yayınlar veya yayınlatırsınız.
            Öğrendiklerinizi yazarak yayınlatınız. İlla ki filan kaynak demeyiniz. Sizi okuyan sizin o konu hakkındaki bilginizi ölçmek yada o bilgiyi öğrenmek için okuduğunu bilmemiz çok önemlidir. Okuyan zaten gazete ve TV den öğreneceklerini öğrenmektedir. Bizlerin o bilgilerde eksiklik veya yanlışlıklar varsa onları okuyanlarımıza kendi birikimimizle anlatarak onun ilgisini çekmemiz gerekmektedir.
            Diyorum ve talep ediyorum ki dergimizde yazılarınızın yayınlanmama sebebinin en büyük etkenliği budur.
            Kendi birikimlerinizi yazın ve yollayın.
            Güncel veya haftası kutlanacak ve bazıları 52 haftaya sığmayan önemli günlerimizi anlatırken bilgisayarımızın arama motorundaki bilgileri değil; bizlere düşünmeyi, fikir yürütmeyi ve bütün fiillerimizi yaptıran beynimizdekini yazalım lütfen.
            Dergimiz “DERLEME”, “AKTARMA” dergisi değildir.
            Adı üzerinde FİKİR DERGİSİ

17. SAYI FİKİR  01/02/2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 51KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İSMAİL PAMUK İLE YILAR ÖNCE
            Yıllardan öncelere dayanan bir tanışın zamanını doldurunca ebedi aleme göçüşünün tarihine bakınca günlerin ne kadar çabuk geçtiğini anlıyoruz. O bu diyardan göçtüğünde seni 2001 yılını gösteriyordu.
            İş yerimde otururken her zamanki iri ve şen cüssesi ile kapıdan gözüktü ve selam verdi. Selamını alınca biraz İsmail Hocanın mırığının kırık (neşesiz) olduğunu gözlemledim. Takıldım:
            -Hocam ne haber; Bugün birisine mi kızdın? Neşen yok dedim. Bana yorgun gözlerle bakarak:
            -Selim ben artık uzatmaları oynamaya çalışıyorum. Biraz moralim bizim kalpte bir problem var Ankara’ya giderek ona bir revizyon yaptıracağım. Baktıracağım. Esas ben sana gelmemin sebebi helallik dilemek. Gidip gelmemek var, gelip görmemek var! Diyince ben ne söyleyeceğimi şaşırdım. Kekeleyerek:
            -Hayırlısı olsun; bunda bir şey yok dedim. Sustuk. Çaylar geldi içtik. Müsaade istedi. Bende işyerini kapatacağım beraber gidelim dedim ve arabaya binerek aynı yönde oturduğumuz mahalleye geldik. Arabada havadan sudan bahsettik.
            Birkaç gün sonra Uğur Pamuk dergimizin çizeri karikatür getirmek için işyerine uğradı. Sordum:
            Hocam geldi mi? Dedim. O da:
            Selim ağabey babam birkaç gün sonra pay-pas olması gerekiyormuş diye telefonda söyledi. Uğur’a hastanenin telefonu var mı dedim telefonunu verdi. Uğuru teselli ederek yolcu ettim. Eve gelince hastaneyi aradım. Hocam çıktı. Hal hatır sorduktan sonra bir ihtiyacının olup olmadığını, yapabileceğim bir şeyin olup olmadığını sordum. Ameliyat gününü sordum. Yarın saban bıçağın altına yatacağını söyledi, ben erkenden geleceğim dedi. Yemin verdi gelmemem için. Gelince burada beklemekten başka bir yapılacak iş olmadığını söyledi.
            Akşama doğru iş yerimin telefonu çaldı. Arayan Uğur’du:
            Selim Ağabey babamı kaybettik dedi. Şok oldum ve bir şey diyemedim. Günü gelince köye defnettik. Birkaç gün sonra da köye mevlidine gittik.
            Bir çınar böylece yok oldu zan edilse de dergimizde ve basında yazıları ile ve kalbimizde yaşamada. 

120. SAYI ÇORUMLU2000  25 Şubat 2009

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 52KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ZİYARETÇİLER; OKUYUCULAR VE YAZARLARIMIZ !
            Sanal çalışmalarımın olduğunu sizler bu sayfalara girerek bilginiz dâhilinde olduğunu biliyorum. Ayrıca burada çalışmaları yayınlanan yazarlarımız da buralarda çalışmalarını sergilemekte. Yeni yapılandırmaya çalıştığım bu sanal yayını sizlere sunmanın gururu ve daha da iyi içerikler sunma arayışlarımızın sürmesi sonucunda bazı kesin kararlar alma zorunluluğu ortaya çıkmış bulunmaktadır.
            Yukarıdaki bilgilerin ışığında yapılması gerekenlerin neler olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
            Konuyu açmaya okuyucu ve ziyaretçilerimizle başlamayı uygun gördüm. Bu grup bililerimizi inceleyerek okur veya seyrederler. Faydalanıp faydalanmadıklarını ve onların bu konular hakkında görüş ve düşüncelerini 1997 tarihinden bu güne katıldıklarını ne yazık ki göremedim. Dergilerim olan Çorumlu 2000 ve Sarı Çiğdem Şiir defterini sanal olarak ve basılarak bizzat tek tek elimle dağıttığım zamanlarda da bu konuyu biraz irdelemiş ve sizlere yazmıştım. O zamanda medeni cesareti olan da olmayan da bir iki satır yazmaktan çekindi. Bu nedenle bu sitelerin ziyaretinin ancak sitelerde bulunan ziyaretçilerin tıklamaları ile anlamaya çalışmaktayız ziyaretçi trafiğinin yoğunluğundan bazen sitelerimizin barındırılan alanlarına erişilemeyecek boyutlara ulaşmaktadır.
Bu sayfalar bilindiği gibi üç gurup tarafından devamlılığı sağlanmaktadır. Bunlardan birincisi yayıncı olarak ben; yazarlar olarak burada çalışmaları ve bilgi ile tanıtımları yayınlanan sizler ve üçüncü grup olarak da bu yayınların işlerliği için bizlere yön veren okuyucu ve sitelerimize tıklamalar ile site ziyaretçilerimiz olan okuyucularımız olan sizlersiniz.
            Ayrıca okurlarımıza da bezi önemli günler ve dergilerimizin yayınları hakkında bilgiler sunduğum Çorumlular Google grupları olarak Fikir Dergisi Üye sayısı: 56606 Çorum ve Çorumlular Üye sayısı: 3489 e ulaşmış bulunmaktayız.  Grubumuzun bulunduğu adres   budur Buradan üye olabilir yada Çorum ve Çorumlular üye olmak isterseniz  e postasına mesaj yollayarak üye olmanız mümkündür yine  Fikir Dergisi için   yazabilirsiniz.
            Okuyucularımızın da fikir ve dergi ile sitelerimiz için görüşlerinin bizleri yönlendirdiğini unutmamamız gerekmektedir. Birkaç yazı ve öneri bizi tam bir sanal bileşime getirmemektedir.
            Gelelim bende dahil yazar arkadaşlarıma: Onlara ferdi olarak dergilerimizde yayınlanacak yazılarınızda başka yazılardan alıntı yapmayın, başka yazarların öz çalışmalarını tırnak içinde, dip not olarak kullanmayın, kaynak göstermeyi diye yazmaktayım. Onlar bu isteklerimi yanlış anlayarak kendi fikirlerini değil bir başkasının fikirlerini veya çalışmalarını kendilerinin ki gibi yayınlamamaların; sadece kendilerine ait fikir ve yazılarına o konular için yazmalarını istemekteyim. Bence yazarlar ansiklopedi değil kendi fikirlerini yazmaları önemli ve yazıları ile de okuyucularına bilgi ve yön vermeleri gereklidir. Kaynak vermeden nasıl yazalım, alıntı olmazsa o yazıya katılıp katılmadığımızı nasıl bilelim derseniz işte o zaman şunu salık veririm. Diyelim bu yazıya karşı veya katıldığınızı yazacaksınız. Yazıyı okursunuz buradaki tezim hakkında yazarsınız. Katıldıklarınızı kendinize göre yorumlar, katılmadıklarınızı ise aynı şekilde yazar veya çizersiniz. Bu yazı benim fikri çalışmamın bir ürünüdür, sizinki de sizin fikri ürününüzdür. Siz bu fikrinizi istenildiği gibi eğilip bükülerek; yazınızın tamamındaki öz bellek fikrini parçalanmış ve sizin demek istemediğiniz şekilde yayınlanmasına göz yumar mısınız?
            Şimdi sıra yayıncı olarak bende: Neler yapmaya çalışıyorum, neler yeni bunları da sitelerimi inceleyerek görebilirsiniz!
Sitelerimiz

131. SAYI ÇORUMLU2000 25  Ocak 2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 53KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

GÖNÜL KIŞI “Zemherir”
            Zemherir: Cehennem'deki soğuk yer, soğuk cehennem. Zemherir’in soğukluğu pek şiddetlidir
Zemherir: Gün dönümü olara bildiğimiz 21 Aralık gününden sonra başlayan şiddetli soğukların 22 Aralıkta başlayarak 31 Ocak ayına kadar geçen süre olarak sözlüklerde kayıtlıdır.
Bu ay bilindiği üzere eski takvimlerde “Zemherir” halk arasında “r” harfi kullanılmayarak zemheri olarak kullanılmaktadır. Ben yine de gerçeğini yazacağım:
Atalarımız bir çok atasözleri ile kışın soğukluğunu anlatan atasözleri söylemişlerdir.
            Ağustos’ta gölge kovan zemheride karnını ovar!
            Zemheride yoğurt isteyen cebinde inek taşır!
            Zemheride kar yağmadan kan yağması iyi!
            Zemheriden sonra ekilen darıdan, kocasından sonra kalkan karıdan hayır gelmez!
            Ve başkaları da bulunabilir.
Bir Orta Anadolu Türküsünde
Bilmem şu gönlümün bende nesi var,
Her gittiğim yerde yar ister benden
Sanki benim mor sümbüllü bağım var
“Zemheri” ayında gittiği ister benden!                   
ve
Musa Eroğlu’nun
Sevdan uykulu düş gibi
Ayrılığı görmüş gibi
Bir manalı gülüş gibi
Zemheride sözüm …
Demiş.
Demiş diyenler. Artık bu devirde ne istersen her şey elinin altında! Tek elinin dönmesi, kesenin tıngırdaması varsa.
Artık “Zemheri”de gül de bulabilirsin, bülbülde bulabilirsin, her çeşit sebze de bulabilirsin. Yeter ki paran olsun.
Bu saman diliminde yaşadığımız için belki varlıklı olanlarımı çok şanslı. Kombisi olan ve doğal gaz parasını ödeyebilen yakabiliyor ve ısınıyor. Ya olmayanlar ne yapıyorlar? İte en önemlisi “Zemheride” olmayanların halleri.
Cehennemin bir bölümünün de soğuk olması ve gönlümüzün zemheri kışı olmaması dileği ile.

118. SAYI ÇORUMLU2000 25 Aralık 2008

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 54KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

PARANIZ YOKTU NEDEN?
Bir cemiyet veya dernek; bulunduğu yerin ahval ve şartlarına uyarak yediden yapılanma girişi yaparsa. Bu da ayrılmayı planlayarak bir kendi çıkarı için düşünen üyenin menfaati mi önemlidir?
O kuruluşu beğenilmeyen yöneticilerin kendi çıkar veya heveslerine uygun bir topluluğu kendi amaçları doğrultusunda yönetmek amacı ile mi yeniden aynı işlev ve görevi yapacağını öne sürerek diğer üyeleri de yerlerinden koparması önemlidir?
Bu kapalı şekilde anlatmaya çalıştığım olay benimde mensubu olduğum fakat bu güne kadar kendimi oradan uzak tuttuğum ve bir hizmet yapılmadığını gördüm yer olarak bildiğim yerdir.
Başkanlığını yapan şansın ilini tanımaması ve hatta bu makamın verdiği rehavetle ilinin Cumhuriyetinin kurulmasından bir önceki devirde bir gazeteci tarafından tertip edilen ayaklanmanın önderini bir sopa vuruşu ile dünyasını değiştiren şahsı tanımamasıdır. Bu şahıs kendi emeği ve kendi çabaları ile erlikten paşalığa kadar yükselen ve yaptıkları yararlılıklar gösteren ve şehrin en büyük camisin bir kütüphane kuran ve yüzlerce el yazması ve matbu eser vakfeden ve iline halen adı ile müsenna kütüphanesin bulunan şahsı cahil olarak bir ulusal gazetenin ili için verdiği beyanatta tanımlayan şahıstır.
Yeni bir kuruluşun alel acele kurduğu gözükmektedir. Eski dernekten ayrılan ve yeni derneği kuranların isminin bulunduğu Internet sitesinde ayrılanan kişilerin isimlerini görmek çok şaşırtıcı olarak gözükmektedir. Dernekten 62 kişinin koptuğu ve yeni derneğin bünyesini oluşturduğu http://www.facebook.com  bu sitede yazılmaktadır.
Bu listesinde 23, 24, 56, 57, 60, 94, 97, 115, 123, 132, 160 numarada kayıtlı bulunmaktadır. Bu isimleri http://www.facebook.com  üye olduğum gruptan tespit ederek burada yayınlamayı düşündüm. Davet üzerine bu http://www.facebook.com üyeliğe abone olmuştum. Bu gün bu gruptan gelen haberin içinde bulunan dernek kurucu başkanını bir cümlesi benim buradan çıkmama yetti. “Belediyenin katkıları ile teşrifatının tamamlandığını” belirtmesi buranın da Belediye himayesine girildiğinin bir itirafı olarak gözükmektedir.
62 kopan üye veya bu üyelerin kopmasını sağlayanların birkaç masa ve sandalye iye bir oda veya dükkan kiralayamadıktan sonra yana üyelerin birkaç kuruş vermeleri ile yürür mü? O da ayrı bir problem.
Bu işlev Ülkemizin bütün kurum ve kuruluşlarının ve çalışanlarının PARÇALANDIĞI süreçte ilimiz için acı bir tespittir.
Ayrıca bu ayrılanlar gerçekten dernekten ayrıldılarsa üye listelerinden de çıkartılmaları için gereken hassasiyeti göstermeleri gerekmektedir. Bu eksik ve dikkatsizlik komedisi karşısında kapalı olan tenkidim uyarı içindir.
17 Nisan 2010 Çorum   

134. SAYI ÇORUMLU2000 25  Nisan  2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 55KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

HACI ALİ KAZANCI
            1970 li yıllarda bir toplantı yerinde karşılaştık. Bu günkü gibi aynı çehre ve cüssede idi. O günden sonra Çorum’da karşılaştıkça birbirimize selamlaşma ve hal hatır sorma ile geçen uzunca bir süre geçti.
            Ortak bir arkadaşımızın söylemesi ile de sergi açtığını öğrendi. Sergi salonuna da yakın olmam sergiyi görmem için güzel bir vesile idi. Sergi salonuna girdiğimde ortak tanıdığımız bir öğretmen arkadaşımızdan müsaade isteyerek hızlı adımlarla yanıma geldi. Hayırlı olsun temennisi ile sergisini resimleyerek dergilerimde yayınlamak istediğimi söyledim. Her sanatkâr gibi o da memnun oldu. Çorum Güzel Sanatlar galerisinde açtığı sergisine katkılarından dolayı eşine, çocuklarına, ailesine ve emeği geçenler ile sergisini ziyarete gelenlere teşekkür etti.
Kısa hayat hikayesi:
            “Hacı Ali KAZANCI
            06/06/1952 tarihinde Çorum’da doğdu. İlköğretimini Çorum Zafer İlkokulunda yaptı. Lise öğrenimini Çorum Öğretmen lisesinde tamamladı.
            1971 tarihinde göreve başladı. 36 yıl eğitim ordusunun bir neferi olarak hizmet verdi ve 207 tarihinde emekli oldu. Emekli olduktan sonra ahşap el sanatları ile uğraşmaya başladı. İlk çalışması bir “kağnı” onu diğer çalışmalarını yapmaya itti. Halen çalışmalarını sürdüren Hacı Ali KAZANCI Çorum kalesi, Semerciler çarşısı, Yemeniciler çarşısı çalışmalarınıda düşünmektedir.”

133. SAYI ÇORUMLU2000 25  Mart  2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

56KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR BAHARA DAHA ERDİK
            Dünyayı yaratan belirli ve düzenli bir yörünge ile gece ile gündüzün çeşitli zaman diliminde olmasına özen göstermiş.
            Bizler bu alışagelmiş dünyanın zaman çizelgesinde bunlara pek dikkat ederek kendimize bazı zaman ayarlamaları yapmışız. İlkbahar, yaz, sonbahar, kış gibi mevsimler ile bu mevsimlerin arasında bulunan ayları tespit etmişiz. Ayrıca gün dönümü dediğimiz zaman dilimini tespit ederek bu zaman diliminde belirli zirai çalışmalarımızı düzenlemişiz. En son mevsim ve gün uzatıp kısalmalarda enerji tasarrufu diye bize yutturulmaya çalışılar belirli bir kesimin menfaati uğruna saatleri bir ileri bir geri almalarla bazı kesimlerinde bundan rahatsız olacakların düşünmeden uygulamalara girmişiz.
            Dün sabaha karşı yine saat 03..00 te saatler Türkiye’de bir saat ileriye alındı. Gün ışığından daha fazla faydalanılacağı tezi ile
            Bizim konumuz gün ışığı ile olmayıp günlerin içinde İlkbahar Mevsimi ile olan konu için bir iki satır yazmak.
            İlkbahar ile birlikte toprak ve hava değişiklikleri ile canlılar yeni bir uyanış ile adeta zaman içindeki hoş ve saadetlerini dışa vurarak üreme ve gelişmelerini bütün hızları ile genlerindeki ilahi emirle gerçekleştirmeye çalışırlar.
            Bizim için bu mevsim hem çalışma ve hem de üretim açıklarımızı yapılandırma zamanıdır. Sanayici eksik malzemelerini toplar. Esnaf yeni çalışmalar için araştırma ve geliştirmelere girişir. Çiftçiler ekmiş oldukları ürününün gelişimini ve gidişatını kontrol ederler. Bitkiler yeşillenerek yaşamını devam ettirecek gün ışığını toplayacak yapraklarını açar ve üremek için elzem olan çiçeklerini açmaya başlarlar, bazıları da kendi alanında daha geniş yerleri kaplamak için yeraltından kökleri vasıtası ile gürleşirler, meyveler çiçeklerini meyveye dönüştürme çabasına girer. Böcekler ise yeni nesillerinin üremesi girişiminde bulunur, kuş ve diğer hayvanlar ise ya kışın doğurduğu yavrularını geliştirir ya da bahar ile yeni bir neslin üremesi için çabalara girişirler.
            İşte ilkbahar biz dünyada yaşayanlar için gerekli bir noktadır. İnsanlar bu zaman dilimini çeşitli etkinliklerle de kutlamaya çalışırlar.
            Bütün hepinizin ilkbahar ile yeniden doğuş anının kıymetini bilmemizi dilerim.  1,3,2010

205 SAYI ÇORUMLU2000 25 Mart 2016

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 57KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İFTİRA VE ÖTESİ
            İnsanlar bazen kendi çıkarları veya karşısındakileri çekememeleri yüzünden onlara bazı karalar çalmaktan çekinmezler. Gözleri öyle karar ki o yaptıklarının bir iftira olduğunu bile düşünemezler. Neden böyle yaptıklarını ise kendileri bilgi sorsanız bilmezler.
            Bu davranışta bulunanların bu yaptıkları işlev ile o kadar içli dışlı olurlar ki yaptıklarının doğruluğuna kendilerini inandırarak karşısındakinin sanki o yapılmamış veya söylenmemiş işi yapmış veya söylemiş gibi algılarlar ve o yaptıklarının doğruluğunu ispat etmeye çalışan bir avukatı olarak devam ederler.
            Sonuçta ise hüsrana uğramaları bir gerçektir. Bu iftiranın bu dünyada çözülememesinin birde öbür dünyada da bütün insanlar karşısında görülecek hesapta eller ve ayakların şahitliği ile dillerin sustuğu zaman diliminde hesap gününde bu iftiranın meydana çıkacağını düşünemezler.
            Nedir bu insanlarda bulunan haset ve çekememezlik?
            Bu çekememezlik aslında bizimle beraber büyüyen bir nefsin emaresi değil midir?
            Bu icraatta sadece kendimizi tatmin etme duygusu ile acaba başkalarına karşı yaptığımız bu hareketle kendimizi öne çıkartma duygumuz olabilir mi?
            İşte bu düşüncelerin ve bilgilerin ışığında yapacağımızı düşünmek bile istediğim iftiramızı önce kendimiz için getireceği zararları göz önüne getirmemiz bizi bu dünya ve gelecek hayatımızda ebediyen yaşayacağımız dünyamız için iyi veya kötü bir meta olup olmadığın düşünmemiz gerekmektedir.

19. SAYI FİKİR  01/04/2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

  58KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

KURBAN BAYRAMI
            Bayramlar.
            Gelirler, biterler ve geçerler.
            Zaman diliminde biz insanlara verilen bir görev ile deneniriz. Deneme yanılma ile olan bir olay değildir bayramlar. Bizlere verilmiş sosyal düzende bir vakit dilimidir. Bu dilim arasında bazı kendimize ait olan varlıkları başkaları ile paylaşmamızın denemesidir.
            Bayramlarda bizler Milli ve Dini olarak ayırabiliriz.
Müslümanların dininin bize verdiği bu görevler bazen nefsimizi kolayına giden kaçamakları hoş gösterir. Bu bilgileri ise son zamanlarda sulandırarak bilerek Müslümanları yoldan çıkartama amaçları da açıkça gözükmektedir.
Kurban’ın çeşitlerini, Hac ibadetinde yapılan Hac’ın niyetine göre kesilen Hedy Kurbanını, Kurban Bayramında kesilen Hedy kurbanı, farz ve nafile olmak üzere ikiye çeşittir ve hedy kurbanının kesilme yeri, Harem bölgesidir. Temettü ve kıran hacılarının keseceği şükür kurbanı gibi kurban bayramı günleridir. Harem bölgesinde oturanlar için şükür kurbanı kesme zorunluluğu yoktur.
Bilediklerimizi öğrenmemiz gereklidir. Fakat bilgileri öğrenmek için herhangi bir yerden, herhangi bir kişiden, herhangi bir siteden öğrenmemiz doğru değildir. Yazılmış ve bilinmiş bilgileri incelemeliyiz. Bilerek işlerimizi yapmalıyız.
Hepinizin Kurban Bayramınızı Kutlar, yanlış bilgilerden arınmamızı dilerim.  2010

KURBAN BAYRAMI  19. SAYI FİKİR  01/04/2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 59  KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

CUMHUR VE CUMHURİYET
            CUMHUR sözlük anlamı:: (Arapça kelime olup çoğulu Cemahir’dir);  Halk, Ahali. Kalabalık, Başıboş Kalabalık. Erkek İsmi.
            Cumhuriyetin karşılığı, ulusun kendi kendisini yönetmesi anlamına gelir. Bu yönetim şeklinde iki unsur bulunmaktadır. İdare edenler ve idare edilenler. Bu iki unsuru teşkil edenlerin en önemli özelliklerin başında dürüstlük ve namuslu olması gereklidir ve Cumhuriyet Rejimin demokrasi platformuna oturtulması şarttır.
Cumhuriyet Ulus ve Vatan sevgisi ve bağlılığı olan idare edenler ve idare edilenlerce bulunması ve en önemli bir bağlılık ile birlikte hukuka saygı ve tarafsız adaleti de beklemeleri gerekerek yaşamaları gerekmektedir.
Cumhuriyet idaresinin en önemli hayat veren demokrasi olarak gözükür.  Cumhuriyet idaresi sistemin demokrasi ile olan ilişkisi çok önemli bir ikili olarak karşımıza çıkar.  Ülke idaresinin iç ve dış tehlikelere karşı cumhuriyet sert ve katı bir şekilde ama demokrasinin gerekleri ile korur. Bunun dışına çıkılmasında cumhuriyet ile demokrasi arasında kopukluklar ve ayrılıklar başlayabilir. Ülkenin idarecileri bu ayrımcılık ve kopuklukları önlemekle görevlidirler. Cumhuriyet ile demokrasi idaresinde özgürlükleri kullanmada hiç kimse veya kuruluşun sınırsız hak kullanma hukuku bulunamaz. Kanunların verdiği yasama yetkisi ile özel ve tüzel haklara belirli çerçeveler içerisinde kullanılırlar.
Ülkemiz 23 Nisan 1920 Tarihinde kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye’nin idaresi için uygun bir devlet şeklini bulması gerekli hale gelmiştir. 1 Nisan 1923 tarihinde yenilenen seçim sonunda Lozan Antlaşması ve Türk Ordusunun İstanbul’a girmesinden Türkiye’nin Vatan sınırları gerçeğe yakın bir hal almıştır.  25 Ekim 1923 bir kabine bunalımı Büyük Millet Meclisi'nde güçlük çıkartmış ve 28 Ekim 1923 tarihine kadar kabinenin kurulamaması üzerine; Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çankaya köşkünde yemek sırasında arkadaşlarına; "Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz" diyerek görüşünü açıklamıştır.
29 Ekim 1923 tarihinde Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı. Mustafa Kemal Paşa, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın değiştirilmesi gerektiğini ve Cumhuriyetin kabul edilmesini söyledi. Mustafa Kemal Atatürk önergesinde ‘Türkiye Devletinin şekli bir cumhuriyettir Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur” önergesi tartışıldı. Saat 20.30 Cumhuriyet ilan edildi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ilk başkan seçimine geçildi Saat 2045 de oyların ayrımından 158 Milletvekilinin de Gazi Mustafa Kemal’i Cumhurbaşkanı seçtiler.
Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1923 kurup bizlere armağan ettiği Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun. 2010

CUMHUR VE CUMHURİYET 19. SAYI FİKİR 01/04/2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 60KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

TEKRAR GELEBİLİRSEM!
            Yaşamımızda bir ömür boyu beklenilen bazı anlar bulunmaktadır. Bunlar bizlerin isteklerinin yönlendirilmesinden çok bizi yaratanın yönlendirmesi ile meydana gelen emir ve yapılması gerekenlerdir. Doğmak, Yaşamak, Gitmek, Gelmek ve Ölmek gibi.
            Hazreti İbrahim A.S. Kabe’yi Allah C.C. yeniden yapılandırınca emredildiği gibi insanlara buraya gelmesin tebliğ etmesini istemiş ve o tebliği duyabilenlerin Kabe’ye gelmelerin nasıp olmuştur. İnsanların nerede vefat edecekleri bilinmemektedir. Toprağının alındığı yerde kalıp vefat ederlerinde oralardaki topraktan halk edildiği ve toprağının alındığı yerde defnedildiğini hepimiz bilmekteyiz.
            İnsan olarak yaratılan bizlerin; bazı kolaylıklara erebilmesi isteklerimizin Yüce yardana ulaşması ile mümkün gözükmekle birlikte Amentünün “Hayrihi ve Şerrihi” imanımızı gereği bazı bilmediklerimizin bizlere yön verdiğini görmüş ve hayatımızda yaşamış oluyoruz.
            Bütün hayatımız boyunca istememize rağmen on beş yıl önce Hac borcumuzu ödemek nasip oldu. Gidenlerin bildiği gibi Mekke ve Medine’nin çekiciliği gittikten sonraki hasreti insanın içini kavurmakta ve tekrar tekrar oraları ziyaret etmek istemektedir. Bizimde bu hasret gidermemiz İnşallah giderilmiş olacak ve bu yerleri tekrar görebilmemiz nasip olacak. Gidip Görmeye niyetlendik, nasip olursa yarın 26’tısnda yolculuk başlayacak.
            Kapağa da oranın bir resmini almayı uygun gördüm.
            Nasip olup Umre yapabilirsek ve Kabe’yi tavaf ederken 6. şaftta (dönüş) Rabbimizden mealen:
“Ey rabbimiz!
Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.
            Allah’ım. Sana karşı görevlerimde birçok eksiğim var.
Yarattıklarının da benim üzerimde de birçok hakkı bulunmaktadır. Allah’ım sana karşı olan eksikliklerimi bağışla.
Yarattıklarına karşı olan haklardan ve alacaklarından beni kurtar.
Bana helali ver, haramdan uzak kalayım. İbadetinle meşgul et, günaha düşmeyeyim. Lütfünü ver, başkalarına muhtaç olmayayım.
Ey bağışlaması bol olan Rabbim!
Rabbimiz. Bize dünyada iyilik ver. Ahrette de iyilik ver.
Bizi Cehennem azabından koru. İyilerle birlikte cennetine koy beni de iyilerden eyle.
Ey sınırsız güç sahibi!
Ey günahları çok bağışlayan, Ey âlemlerin RABBİ! “
İşte bu yakarış insanın borçlarını kabullenerek acizliğinin nişanesi olarak Rabbine sunduğu ve istediği andır.
Selam Gönderenlerin selam ve dileklerini İnşallah ulaştıracağım.
Rabbimizden gitmeyenlere de gitmeleri için sebepler ihsan etmesini dileyeceğim.
Gidip gelmemek ver. Gelip Görmemek var. Allah erdirirse dergimizi devam ettirmemizi de nasip ederse yine sizlerle olacağız.
25 Haziran 2010  12,05

136. SAYI ÇORUMLU2000  25  Haziran  2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 61KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR MARUZATIM VAR!
            Bunca aylar ve yıllar birlikte olduk. Sanal da olsa birbirimize bildiklerimizi aktardık. Bilgi paylaşımında bulunduk. Bir maruzatım var. İKİ AYA YAKIN ARANIZDA BULUNAMAYACAĞIM.
            Nasip ve kısmet meselesi!
            Hani giden gelmiyor, gelen bulmuyor mesellemesi gibi.
            Belki gider gelemem. Belki gelir bulamam.
            Nasip oldu, bir ziyarete gitmem gerek. On beş yıl önceden gelirim demiştim. Ancak şimdi nasip oldu gidebilmem.
            Kabul görürsem gittiğim yerde, dönüşüm çok sevinçli olacak.
            Bildiğimiz ve gördüğümüzü sizlerle buralardan paylaşırım.
            Şimdilik hoşça kalınız. Bu ayın yirmisinden sonra yolcuyum.
            Hakım üzerinizde ise helal olsun. Sizin hakkınızı da helal etmenizi talep ediyorum.
            Allah’a emanet olunuz!

 19. SAYI FİKİR  01/04/2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 62KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

27 MAYIS
            Bu tarih benim hayatımda birçok dönemin tarihi olarak yer buldu.
            İlk 27 Mayıs 1960 günü sabahleyin Ankara Yenimahalle 9. durakta bulunan evimizden okula gitmek için giyinip çıktım ve sokakta bir asker yolumu keserek:
            -Çocuk dışarı çıkma yasağı var. Okullar kapatıldı evine dön dedi. Nede olsa subay çocuğu olduğum için askere:
            -Asker ağabey! Neden çıkma yasağı var? Diye sorunca asker:
            -İhtilal oldu haydi eve git! Dedi. Eve girdim. Annem benden sonrada babam için kahvaltı hazırlıyordu. Anneme:
            -Babam kalktı mı? Diye sordum. Annem: Birazdan kaldıracaktım git kaldırıver! Dedi. Babamla annemin odasının kapısına gittim, kapıyı tıklattım. Saat 07 yi 3 geçiyordu. Babam:
            -Gir dedi. Girdim. Babam üzerini giymekle meşguldü. Döndü kapıdan tarafa baktı. Beni görünce şaşırdı. Bana dönerek:
            -Oğlum okula niçin gitmedin? Bende heyecanla:
            -Baba sokakta askerler var askerin biri okullar kapatıldı. İhtilal oldu dedi. Ben böyle diyince babamın yüzü bembeyaz oldu. Koşar adımla salonda bulunan radyoyu açtı. O sırada bir tok ses ihtilal’ı  haber veriyordu. Bebem ceketini ve şapkasını alarak kapıya yöneldi. Aracının gelmesine daha 15 dakika olmasına rağmen ve kahvaltı yapmadan çıkması beni de şaşırttı. Biraz sonra babamda eve girdi. Babam da subay olmasına rağmen eve girmesi ihtarı ile karşılaşmış ve aracınız görev kağıdı ile gelir binbaşım evde bekleyiniz denmişti.
            On dakika sonra kapı çalındı. Babamın aracının şoförü kapıda idi. Selam vererek:
            Komutanım araç hazır gidebiliriz dedi ve çıktılar.
            Aradan yıllar yıllar geçti. Biraz bakanlık ile, biraz kitapların gitmemesi için mücadelemiz ve memuriyette görevimizin son bulması üzerine Çorum’da bulunmayan bir iş yapmayı düşündüm il olarak Çorum’da Gürsel Yayınevini açtım. 27 Mayıs1988
            Yakın tarihlerde de bir mahkememizin başlangıç tarihi 27 Mayıs 2008 Bu mahkemeye Yargıtay itirazım 27 Mayıs 2010 en sonda bu tarihte yeni pasaportumu aldığım tarihde aynı tarihi taşımakta.
            Artık; bu bir tesadüf mü ilahi bir takdir mi onu da siz değerlendirirsiniz.

19. SAYI FİKİR  01/04/2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 63KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

557 YIL ÖNCE 29 MAYIS
İstanbul’un fethi çok önemli sonuçları bulunmaktadır.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra Batıdaki hâkimiyetini, sınırların genişlemesi, Son din İslam’ı en uzak yerlere kadar yaymak ve Hıristiyan birliğini bozmak amacıyla Avrupa üzerine birçok seferler düzenledi. Sırbistan Krallığı ortadan kaldırıldı, sancağımız haline getirildi. Mora fethedildi, Eflak eyalet yapıldı, Bosna tekrar Osmanlı hâkimiyetine alındı, Arnavutluk ele geçirildi. 16 yıl süren Osmanlı-Venedik Deniz Savaşları sonunda Venedik barış imzalamayı kabul etti. İtalya’ya yapılan sefer sırasında Roma’nın fethi açısından çok önemli bir merkez olan Otranto fethedildi ancak şaibeli ve bu güne kadar da gerçek sebebi bulunamayan Fatih Sultan Mehmet’ in vefatı üzerine kaybedildi.
Bin yıllık Bizans İmparatorluğuna son verildi, Doğu Roma İmparatorluğu olarak da bilinen son yeri İstanbul’un alınması ile tarihe karıştı. Venedik ve Ceneviz ticareti eski şaasını bulamadı. Dünya’da derebeylik sistemi çözülmeye başladı. Fatih Sultan Mehmet’in emri üzerine İstanbul kalmak istemeyen Bizanslı aydınlar Avrupa’da Reform  hareketlerinin başlaması sayılan Rönesans hareketleri başları ve Ortaçağ kapanmış,  yeniçağ başlamış oldu.
Osmanlı toprakları arasında sürekli sorun çıkaran bir fitne yuvası olan Bizans ortadan kalktı. Osmanlı Devleti’nin başkenti Edirne’den İstanbul’a getirildi. Osmanlı İmparatorluğu toprak bütünlüğü sağlandı. Osmanlı’nın Anadolu-Rumeli geçişi kolaylaştı. Karadeniz-Akdeniz deniz ticaret yolunun denetimi Osmanlılara geçti. Osmanlı Devleti İslam dünyasında itibara kavuştu ve Osmanlı Devleti yükselme dönemine girmiş oldu.
557 yıl önce bizlerin ataları bu önemli tarihi işlevi yaptılar. Bizler ne yazık ki artık bu büyük olayı gençlere ve geleceğin mirasçılarına hatırlatmayı cılız bir etkinlikle geçiştirmeye çalışıyoruz. 2010

135. SAYI ÇORUMLU2000 25  Mayıs  2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

64KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

SULAR AKAR TÜRKLER BAKAR
Dağlar ve ovaları insanlarımız faydalanması için ve bizden sonraki kuşaklara emanet olarak kullandığımızı hiçbir zaman unutmamalıyız. Bu dünyanın en güzel ve gözde köşelerine her ne hikmetse bizler birkaç seçimi olan yerlere değil de tarım arazilerine, güzel koylarımıza, biraz daha karlı olsun diye sahillerimize sanayi işletmelerini kurmaktan çekinmiyoruz. Haydi yapanlar yapıyor rantlarını düşük tutmak için ve masraflarını daha aza indirmek için uğraşıyorlar da buralarda yaşayan bizler ufacık faydalar için seslerimizi çıkartmıyoruz.
Yine güzel bir köşemize nükleer enerji santrali kurulma girişimlerini en yoğun olduğu bir zaman dilimindeyiz. Neden nükleer enerji istasyonu yapmak ve çevreyi kirletmek istiyoruz? Acaba birilerinin ceplerine birazcık dünyalık mı girecek? Yoksa başka bir sebeplerden mi bu işlemlere hız verilmesi düşünülmekte? Yoksa birilerine verimleş sözler için mi bu gibi faydadan çok zararı olan girişimler bu gündemleri dolduruyor?
 Bizler her işimizi biraz veya çok gelirler getirmek için yaparız. Biraz olanı değil çok gelirler getiren kısımları satarız. Bizden sonra ne olursa olsun diyerek bu dünyayı kirletmek, yok etmek için geride kalacak atıkları ve onların insan, canlılar ve tabiat üzerindeki etkilerini neden düşünmeyiz?
Bizlerin sahip olduğu ve tabiatın bizlere sunduğu güzelliklerden başka yaşadığımız yarların bizler için kıymetini bilmememiz ne acı verici bir insanlık ayıbı olarak karşımıza gelirken neden birileri, bilerler veya önlemeye muktedir olanlar bu işlere ses çıkartmamakta direnmeleri beni inanın yıpratıyor.
Bir güzel yer nükleer santrali yapımı için eda ediliyor. Bir yabancının değdi gibi “Sular akar Türkler bakar” ne yazık ki bizde suların akışına bakıyoruz. Ondaki kuvveti kullanarak enerji

142. SAYI ÇORUMLU2000 25 Aralık 2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 65KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

HOŞÇA KAL
            İlk ayrılıktan sonra etraftaki pek çok dedikodulara aldırmadan arkadaşı ile kırgınlıklarını unutmak için karar aldılar.  Birlikte geçirdikleri güzel ve maceralı günlerin hatırına bir daha birbirlerini kırmayacaklarına ve darılmayacaklarını söyleyerek arkadaşlıklarını pekiştirdiler.
            Birlikte memleketlerinin bilinmeyen yerlerini tanımış ve tanımayanlara tanıtmalardı. Eski tarihi köyler, eski ören yerleri ve gizli kalmış tabiat güzelliklerini ortaya çıkartmaları onlar için büyük bir haz ve macera idi.
            Birçok kereler birçok kişiye buldukları yerleri paylaşmak için onları gördükleri yerleri görmeleri için ellerinden geleni yapmışlardı. Hatırladıkları pek çok güzel olay olduğu kadar pek çok da tehlikeler atlatmışlar ve pek çok kere de ölümden dönmüşlerdi.
            Yedikleri ve içtikleri ayrı gitmeyen bu arkadaşlığın etrafında birçok arkadaşlıkların kurulu olması olağandı. Bu arkadaşlıklar iki arkadaşın birlikteliğine zarar vermemiş, birbirlerinin huy ve kişiliklerini tanıdıkça daha da artmıştı. Dini inanç ve felsefi görüşlerinin çok az bir ince ayrım farkı olması arkadaşlıklarının daha da ileriye götürmüştü.Aradan tam on beş yıl geçtikten sonra arkadaşların birisi verdikleri karardan cayarak diğer arkadaşını ortada yalnız bıraktı. Giden arkadaş istemeden ayrılığa sebebiyet vermiş ve ebedi yolculuğa çıkarak hayatta kalan arkadaşını dünyaca yalnız bırakmıştı.
            Bu istenmeyen ayrılığın nişanesi olarak sağ kalan arkadaş, dünyadan göçen arkadaşına son görevini yaptı. Cenazesini toprağa verdi. Bütün cenazeye gelenlerin kabirden ayrılmaları üzerine kabre dönerek gözleri dolu dolu “hoşça kal” diye dudaklarından dökülen kelime ile o da kabirden ayrıldı. Kabirde yalnız kala hoca efendi de falan hanımın oğlu falan diye seslendiğini duyar gibi oldu. 

110. SAYI ÇORUMLU2000 25 Nisan 2008

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 66KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

YAŞADIKÇA
            Beşer olarak bizlerin birince vazifesi öğrenmek olduğu düşüncesi ile bizlerin öğrenmek ve öğretebilmek için çalışmalar yapmamız yaratılışımızın gereği olsa gerek. Bizlerin yaş ve meslek ile ilgisi olmayan öğrenme refleksimiz bizleri yeni ve bilmediğimiz şeylerin neler olduğunu yaratan tarafından bilgi dolu fakat kullanma imkânı olmayan beynimizi bilgilerle öğrenerek yenilemek gereği hâsıl olur.
            Gözlemlerinizde muhakkak görmüşsünüzdür ki; yeni doğmuş insanoğlu ilk önce nefes almayı öğrenmek için bütün gücü ile ağlayarak dünyaya gelmektedir. Yeni geldiği dünyanın ne olduğunu anlamak için şayet yaratan eksiksiz olarak beş duyusunu yarattı ise etrafını dinlemeye, elleri ile bir şeyler tutmaya, hareket ede her şeyi gözleri ile takip etmeye başlar. Bunların ne olduğunu; neler için kullanıldığını beynine emirler vererek kaydetmeye çalışır. Daha sonraki tecrübelerinde bu bilgileri geliştirerek detayları ile faydalanmak için biriktirir ve zamanı gelince veya ihtiyacı olunca kullanmaya çalışır.
            Bizler belirli yaşlara geldikçe öğrenme ve bilgilerimizi geliştirme safhalarımızı geliştirir ve o bilgiler ışığında çalışmalarımıza yön vermeye çalışırız.
            Yaşadıkça yaşlanmakla birlikte artık pek kullanmadığımız veya hiç kullanmadığımız his ve bilgilerimizi beynimiz siler ve hatırlayamayız. Bu hatırlamama artık belli bir yaş dilimine geldikçe çoğalır ve yaşlılık alameti olarak bizlerle birlikte beynimizin bize bildirdikleri ile yaşar ve ağlayarak geldiğimiz dünyadan göçer gideriz.
            Bizlerin bilgi ve birikimlerini ben her zaman yazmamızı savunurum. Her insanın kendisine göre bir bilgi birikimi vardır. Bir duvarcı ustasının birikimleri ile bir ressamın birikimleri bir olmadığı gibi, bir matematikçinin birikimleri ile yazarın birikimleri bir olmaz. Her bilgi sahibinin birikimleri kendine has gözlemlere dayandığı için başka başka olabilmektedir. Biz fani ve bu dünyada belli bir süre yaşayarak göçeceğimiz için bilgilerimizi yazıp birilerine lazım olur diye yayınlamaya çalışmalıyız.
            Emekli olduğum Kütüphanelerinde görevleri bu bilgileri tasnifleyerek araştırmak ve faydalanmak için raflarında yıllarca bekletmeleri bu yüzdendir. Herhangi bir kitap kütüphanede belki yüzlerce sene bekledikten sonra bir kişinin aradığı konuyu ihtiva ettiğinden okuyucu veya araştırmacısı tarafından incelenir. İşte o zaman o kitap görevini, o kütüphane yıllarca raflarında beklettiği kitabın gereğini yaptığını bilmelidir. Çağdaş kütüphaneciler olarak bunları tersten algılamakla birlikte kitap düşme ve okunmuyor, istenmiyor gerekçesi ile kitapları da katletmemiz doğru değildir. Şu an Devletin himayesinde bulunan ve üvey evlat olarak benim zamanımda da bu günde bulunan kütüphane ve bağlı olduğu Genel Müdürlüğünün ve illerde bulunan kütüphanelerin Devlet himayesinden il himayesine geçirilme çabaları yanlış politika olarak bence uygulanmamalıdır.

19. SAYI FİKİR  01/04/2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

 67KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BELKİ
Kendisinden başka birisini düşünmeyen bir şahıs; ağlar mı güler mi belli olmayan dudakları ile bakan, saygıyı bile bilemeyecek kadar düşüce yoksunu, olan birisini düşüne bilir misiniz?
Arakasında bir sürü bilmedikleri bu şahsı alkışlayan; kişilerin koştuğu ve alkışladığını düşünün.
Bunun gibi kişileri birileri tarafından yetiştirildiğini ve o toplumun bütün değerlerinin yok edilmesin ve değiştirmeleri için elinden geleni yapar ve görevini tamamlayarak anasının kucağına gider ve oradan yapacaklarını yapmaya devam ederler.
Yetiştirilenler filizlerini vermiş, Vatanın toprağına kök salarlar ve iyice benimsedikleri yeni görevlerine körü körüne bağlanır ve büyüdükleri, yiyip içtikleri Vatanlarını ya mürşitleri için ya da birkaç kuruş için satarlar. Bu yeni kök selenlerin esas köklerinin daha önceleri bu vatanın toprağında yaşamış ve o Vatanın idarecileri tarafından tolerans ve insandır diye ülkede kalmasına müsaade etmiş başka din sahipleridirler.
Bunlar yeni yapılanmada kendi dinlerine de artık serbestlik olarak gördükleri ve ele geçirdikleri ülkenin artık sessizleştirilmiş fertlerinin sessizliği ölçüsünde artık tohum olmaya başladıklarını zannederler.
Bu kişilerin; kendilerini ve etraflarındaki topluluktan başka hiçbir şey düşünmez, ülkenin diğer fertlerini sömüren ve kanını emen varlıklar haline gelirler.
“Ey Bu Topraklar İçin Toprağa Düşenler” beni ve diğer susanları af edin. Susturulmuşları da af edin! Karışmayanları da af edin!
Önündeki örnek olan ülkenin en yakın komşusunun hali seninde başına gelmesine ramak kalmadı mı?
Onlar da; bu suskunlukları ve ülkelerin idarelerine katkıda bulunmadılar ve bildikleri doğruları söylemediler veya söyletilmediler. Birkaçı ülkelerini kurtarmak girişimi gibi göstererek Yeni Dünyadan güç ve kuvvet gelmesini dilediler. Onlar da geldiler. Onları öldürdüler. On binlerce kadının ırzına geçtiler ve bir o kadar çocukların masumluğuna bakmadan katlettiler. Onları çağıran kuklalarına da yönetimi bırakarak ilerde büyük bir yara olarak bıraktılar ve uzaktan kumandaya ait programlarını çalıştırmak için kontrol mekanizmalarını kurmaya başladılar.
Ey uykuda olan ve üzerine ölüm toprağı serpilmiş insanlar!
Ne diyeceğiz?
Belki!

141. SAYI ÇORUMLU2000 25 Kasım 2010

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 
 
 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.