Şükrü GÜNALTAY
-
1937yılında
Çorum’un Ululkavak Mahallesi,Osmancık Caddesi 101 nolu ahşap bir
evde doğdum. 4 yaşında geçirmiş olduğum elim bir kaza neticesinde
sol omuzu mu,omuz mafsalından kaybettim. İlk okulu Cumhuriyet
İlkokulunda bitirdim. Rahmetli Fevziye Arna öğretmenimiz,hem de okul
müdürümüz idi,Allah Rahmet eylesin. Bizleri yetişmesine çok emek
verdi. Orta tahsilimi
-
Çorum’da
okudum. 1950-yılında babamı kaybettim. Tahsilimi yarıda bırakmak
zorunda kaldım. Fakir bir aile idik. Babam çok çalışkan ve titiz bir
adamdı. Tahsili yoktu fakat ileri görüşlüydü. Ta ilkokulda iken
öğretmen olmayı kafama koymuştum. 1951 yılından 1959 yılları
arasında Çorum’un merkez köylerinde sırasıyla;Çağsak, Divanıkebir,Karasar,
Çamlıca köylerinde öğretmen vekili olarak çalıştım. Öğretmenlik
mesleğini çok seviyorum. Çocuklarla uğraşmak,acı ve tatlı günleri
onlarla paylaşmak ne güzeldir. Benim yiğit ve mert köylüm
sevecendir,çalışkandır. Gittiğim her köyden çok yardım gördüm.
Çalışkanlığı,sevecenliği onlardan öğrendim.
-
1960 yılında
Çorum’da şimdiki ismi Hasan Paşa kütüphanesine atandım. Bu kütüphane
Çorum Belediye Binasının batı kapısı girişindeydi. Allah Rahmet
Eylesin Müdürümüz İlhan Erdemli idi. Çalışkan,disiplinli bir
insandı. 1962-1963 de Piribaba Çamlığı arkasındaki binaya yani Hasan
Paşa Kütüphanesine taşındık. 1964 yılında merkez Faik Tonguç Çocuk
Kütüphanesi açıldı. Buraya atandım. Tam 40 yıl 6 ay çalıştıktan
sonra 15 Temmuz 2000 yılında emekliye ayrıldım.
-
Evli ve üç
çocuk babasıyım. Üç çocuğum da yüksek tahsilli kamu hizmetinde görev
yapmaktadırlar. Şiir yazmayı ve resim yapmayı çok seviyorum. Yağlı
boya tablolarımın çoğunu sattım. 2 şiir defterim var. Zaman zaman
yazıyorum. Boş zamanlarımda kitap okuyor,geziyorum. Böylece hayatı
devam ettiriyorum.
-
Babamla geçen
bir hatıramı burada anlatmadan geçemeyeceğim:
-
Ortaokul son
sınıfta idim. Bir dersten kalmıştım. Eve ağlayarak geldim. Babam
annemle evde idi.
-
Onlar vaziyeti
anlamışlardı. Babam:
-
-Ağlama oğlum.
Allah deldiği boğazı aç koymaz. Hiç merak etme. Ben Gümüşhacıköy’üne
gidiyorum,hadi senide götüreyim. Dedi.
-
Tek atlı
arabamıza atı koştu. Yola çıktık. Mevsim sonbahar idi. Açık hava
pırıl,pırıl bir güneş vardı. Soğuk su başlarında oturuyor,bu oturma
sırasında babam bana nasihatte bulunuyordu. Nihayet saat 16.30
sıralarında Gümüşhacıköy’e vardık. Arabayı bir hana çektik, babam
bana biraz harçlık vererek etrafı dolaşmamı söyledi. Handan dışarıya
çıktım. Hanın tam karşısında bir kalabalık gördüm,oraya doğru
yürüdüm. Gördüğüm manzara beni çok duygulandırdı. 14-15 yaşlarında
bir genç sandalyede oturuyor,yanı başında bir adam elinde bir salkım
üzüm,gencin ağzına salkımdan birer birer tanelerden veriyor. Bu genç
adamın ta omuzlarından iki kolu yoktu. Oradan gözü yaşlı olarak
ayrılıp hana döndüm. Babam arabanın üzerine oturuyordu. Yanına çıkıp
bende oturdu. Beni takip etmiş olmalı ki,elini başıma koyarak :
-
- Bak oğlum
gördün. Sen sakatım diye üzülme. Koştuğunu yakalayabiliyor,yemeğini
yiyebiliyorsun ne mutlu ! Yeter ki insan ol,bir kafaya bir gözde
yeter. Beterin beteri var. Diyerek beni teselli etti. İçim
ferahlamıştı.
-
Allah Rahmet
eylesin babam beni o genci görmem,sakatım diye üzüldüğümü
bildiğinden ta Gümüşhacıköy’e kadar getirmişti.
-
Saygılarımla.
Yayınevimizin basılmış ve sanal yayınlanmış dergilerinde yazıları
bulunmaktadır.
|