YIL 16  SAYI 185    25-Temmuz-2014

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
 
 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
ANLAYAN VARSA ANLATSIN!
            İnsanlar devamlı hata yaparlar. Bu insan olarak bizim yaratılışımız da vardır.
İnsan olarak çevremize zarar vermekte yaşayan canlılar içinde sıralamaya konulursa insanlar birinci olarak gösterebiliriz. Radyasyon kirliliği ile çok önemli zararlara sebep olunması. Hava kirliliği ile yaktığımız katı ve fosil yakıtlar ile bu kirliliğe sebebiyet verdikleri gözükmektedir.
Su kirliliği ve denizleri kirletme ile de atıklarımızı ve kullandığımız suları sanayi atıklarına karıştırarak etrafta bulunan akarsulara, göllere ve denizlere dökerek kirletmek.
Çevreyi kirletmek için kullanılmayan ve pis olan atıklarımızı atmak, ağaçları katletme, medeniyet göstergesi diye lanse edilen çöp atıklarımızı tabiatın koynuna atarak yer üstü ve yer altı kirliliklerine sebebiyet verme, bilinçsiz olarak yapılanma sebebi ile erozyon sahalarındaki yerleşmelerde meydana gelen zararları sayabiliriz.
İnsanların diğer canlılara karşı işlediği suçları burada saymakla bitiremeyiz.
İnsan olarak karşısında bulunan insanların bazılarının vücut dokunulmazlıklarını, mallarını, ırzlarını, evlatlarını, canlarını, vatanlarını ellerinden alma girişiminde bulunurlar.
            İnsanların bu devamlı hatalarını idealleri için, din için veya toplumu düzenlediklerini düşünerek yukarıda yazdığımız hataları bilerek işlerler.
            İnsanlar bu hatalarını diğer insanlara terör veyahut baskı zoru ile de zorlayarak kabul etmelerini isteyerek onları sindirir ve ses çıkartamaz duruma getirmeye çalışırlar.
            Baskı zoru ile kabul ettirmeye çalışanlara isimler veririz.
İnsanların vücut dokunulmazlıklarını ihlal edenlere; darp eden, yaralayan, tacizci, organ mafyası isimleri verilir.
İnsanların Mallarına zarar verenlere ise; kapkaççı, yankesici, çalan, hırsız, dolandırıcı diye isimler verilir.
İnsanların Irzlarına zarar verenler ise tecavüzcü, sapık, ırz düşmanı isimleri verilir.
İnsanların Evlatlara zarar verenler ise çocuk kaçırma, çocuk pornosu, çocuk ticareti, çocukları anarşik ve toplumsal olaylarda kullanmak için yetiştirme, kanuna aykırı işlerde kullanmak üzere yetiştirme işlerinde kullanılmak için yetiştirilirler.
Canlarına zarar verme kişileri öldürme, asimile etmek için toplu öldürme. İdealini kabul etmediği için öldürme, devletin birlik ve düzenini bozmak için öldürme, terör yaratmak için öldürmeleri sayabiliriz.
Silahlı Örgüt kuran, bu örgütü yöneten!
Devletin silahlı kuvvetlerine karşı silah çeken, asker, polis, öğretmen, çocuk öldüren.!
İnsanları dağa kaçıran, hukuka aykırı para toplayan!
Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldırma girişiminde bulunan!
Türkiye Cumhuriyetin Hükümet görevlilerini çalıştırmamak için engeller yaratan!
Yöneticilerin görev yapmalarını engelleyen!
Uyuşturucu kaçakçılığı ve adam ticareti ile meşgul olan!
Bayrak düşmanlığını yayan!
Atatürk ve Türkiye’ye açıkça düşman olan kişileri af etmek naradan çıktı?
Bunun adını açılım olarak da bizlere anlatma görevini üstlenen kişiler, kuruluşlar ve partiler neden bu girişimde bulunuyorlar?
ANLAYAN VARSA ANLATSIN!

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 
 

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahfi EĞİLMEZ
Mahfi EĞİLMEZ Hayat Hikayesine tıklayarak gidiniz!

 

KADEŞ SAVAŞI VE TEKNOLOJİ

 

Mark Healy, 'Qadesh 1300 BC' adlı kitabında o tarihlerde en önemli bölgenin bugünkü Suriye olduğunu vurguluyor. Hititler, Mitanniler ve Mısırlılar, Suriye'yi ele geçirmek ya da en azından orada egemenliklerini kabul ettirmek için amansız bir mücadele içindeydiler. Bu mücadelenin temel nedeni Suriye'nin bakır, kalay ve lapis lazuli ticaretinin ana merkezi olmasıydı. Hititler önce Mitannilerin bölgedeki üstünlüğüyle savaştılar. Onlara karşı belirli bir egemenlik sağladıktan sonra bu kez Mısır'la mücadeleye girdiler.

Mısır ve Hitit orduları M.Ö. 1300'de Kadeş kale kenti önünde karşı karşıya geldiler. Orduların sayıları, yapıları, savaş arabalarının sayısı, kullanılan silahlar konusunda tam bir fikir birliği yok. Ama kabaca Mısır ordusunun 20 bin dolayında; Hitit ordusunun ise 30 bin dolayında askerden oluştuğunu söylemek mümkün. Hitit ordusu yalnızca Hitilerden değil, kendilerine bağlı devletlerin askerlerinden de oluşan bir konfederasyon niteliğindeydi. II.Ramses'in tapınak duvarlarına yazdırdıklarına bakılırsa bu savaşta Mısır büyük bir üstünlük elde etmiş görünür. Ama savaş sonrasında Suriye topraklarındaki üstünlüğe bakıldığında savaşın gerçek galibinin Hititler olduğu tartışmasız biçimde ortaya çıkar. II.Ramses'in, Kadeş kentini almak bir yana, atalarının Mısır'a bağladığı Amurru Prensliği'ni bile Hititlere kaptırmış olması başarısızlığının bir kanıtı gibi duruyor önümüzde. Ben burada daha teknik bir konuyu görsel olarak sunmak istiyorum. Hititlerin bu savaştaki en büyük üstünlüğü savaş arabalarında tekerleği doğru yere oturtmuş ve dolayısıyla Mısır savaş arabalarına karşı manevra üstünlüğü sağlamış olmasıydı. Yani günümüzden yaklaşık 3300 yıl önce teknolojinin getirdiği üstünlük.

Aşağıda Mısır ve Hitit savaş arabalarında tekerleğin konumu görülüyor. Bu resim, Mısır duvar çizimlerinde iki arabaya ilişkin betimlemelerden yola çıkılarak çizilmiştir. Arabanın ön tarafındaki uzantı, atların iki tarafına koşulduğu tahta. Sol taraftaki tekerlek Mısır savaş arabasındaki tekerleğin konumunu gösteriyor. Tekerleği oraya koymanın arabayı çeken at üzerinde yarattığı yükü gözünüzün önüne getirin. Bir de daha sağdaki tekerleğe (Hitit savaş arabası versiyonu) bakın ve yükün atla araba arasında nasıl akıllıca paylaştırıldığını göz önüne getirin.

Geçmişin en büyük uygarlığı olan Mısır, genellikle uygarlık alanında küçümsenen Hititlerin böylesine ileri bir teknolojiyle geliştirdikleri savaş arabaları teknolojisini devirememişti.

Not: Hahfi EĞİLMEZ'DEN Tabibimiz üzerine sitesinden alınarak dergimizde yayınlanmıştır!

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
EKSİLTİLMİŞ BİR CEMİYET
            Milovan Cilas’ın “Eksik Kalmış Bir Cemiyet” isimli kitabı, dünün parçalanmış ve kan gölüne dönerek dağılmış Yugoslavya’sından günümüze ışık tutacak kadar önemli ve hikmetli bir büyük eserdir. Yazar Milovan Cilas, Yugoslavya'nın eski Başbakan Yardımcısı ve Mareşal Tito'nun yakın dostu, kader ve silâh arkadaşı olmasına rağmen ‘İmtiyazsız/sınıfsız bir toplum’ iddiasında olan iki yüzlü ve yalancı komünist sistemde bu kez de;, "İmtiyazlı yöneticilerden müteşekkil yeni bir sınıfın" oluştuğunu tespit, ispat ve “Eksik Kalmış Bir Cemiyet” isimli îlmi eserle bütün dünyaya duyurarak, Komünizmin kirli yüzünü açıklaması nedeniyle görevinden atılarak, yıllarca vahşi "Pranga mahkûmiyeti" ile zulme maruz kalan çileli bir yazardır.
            EKSİLTİLMİŞ BİR CEMİYET
            Yugoslavya, kuruluşu itibarıyla “eksik kalmış, yarım kalmış” bir cemiyetti. Vahşi batı (AB) tarafından kolaylıkla bölündü, parçalandı ve güdümlü derebeyliklere dönüştürüldü. Çok açık bir anlatımla Yugoslavya, eksik kalmış, yanlış tercih yapmış, kuruluşu tamamlanamamış olduğu için mukadderatına yenildi. Çok vahşi, alçakça ve ıstırap yüklü bir şekilde ortalığı kan gölüne çevirerek dağıldı. Bu lânetli vampir saldırısının kir-kin, derin acı ve elim sancıları hâlâ sürüyor. Srebrenika domuzluğu, NATO kahpeliği, BM kancıklığının acısı, yarası, kalleşlik ve Boşnak/Türk-Müslüman soykırımı dünya durdukça kapanmayacak. İşte, 200 yılda Osmanlı’yı içten içe çürüterek, tam bir alçaklık ve hileyle yıkan şerefsiz ve soysuz batının son marifeti!..
Fakat Türkiye Cumhuriyeti, “bir dünya devleti, adalet iklimi ve imparatorluk bakiyesi olarak” binlerce yıllık devlet tecrübesi, yüksek bilgi ve muazzam birikim sayesinde eksiksiz, hatasız ve mükemmel bir devlet projesi tarzında kuruldu. Bunu hâlâ Mustafa Kemal Atatürk’ü Yüce Peygamber ile mukayese edecek kadar geri zekâlı, bunak, aptal veya Türk İnkılâbından bağımsız “bir tür Kemalizm” algısıyla tarif ve tavsif etmeye kalkışanlar asla idrak edemezler.            Ders, ibret ve hikmetle düşündüğümüzde Türkiye; Mükemmel kurulmuş, Atatürk İlke ve Türk İnkılâpları sayesinde noksansız inşa edildiği için, çok büyük bir hasımlık, kıskançlık, korku, kaygı ve düşmanlığa maruz kalarak “11 Kasım 1938 ve 27 Mayıs 1960” ile bütünüyle ‘dâhili-harici bedhah, dönme-devşirme, mason-misyoner, AB ve ABD güdümünde vaki’ diğer bazı iç isyan:, Hain kalkışma, darbe, vesayet, çete ve cuntalarla eksiltilmiş bir cemiyettir.
            SÜRECİN SONU; HESAPLAŞMA VE YÜZLEŞME  
            Türkiye üzerinde oynanan kirli, kalleş ve sinsi oyunların ucu Lozan’a kadar uzanır. El etrak minel idrak; Türk iken mankurtlaşmış ya da aslen dönme/devşirme olduğu halde, henüz Türkleşememiş, yozlaşmış, çürümüş ve kokuşmuş unsurların itişiyle günümüze kadar intikal eder gelir. Bu menfurlar1960’a kadar öne çıkamaz, orduya, siyasete giremez ve cemiyette etki yönünden her hangi bir fonksiyon icra edemezken: Yıldızları 27 Mayıs soysuzluğu ile parladı.
            Lozan’dan sonra 1939-1950 arası bir hayli kirlenme, yozlaşma, çürüme, tarihi, milli, ilmî, manevi ve kültürel değerlerden bir hayli eksiltme yapılmış olmakla birlikte:, Düşmanca eksiltilenin, tarihi ve kadim Demokrat Parti tarafından “daha da mükemmel bir surette” ikame ve tahkim edilmesi üzerine Halk Partililerin öfkesi depreşmiş ve bilumum harici, selefi, süfli unsurlar ve dış düşmanlarla ittifak-iştirak ederek cemiyeti tekrar bu hale getirmeyi maalesef başarmışlardır… Tahribat hâlâ da devam etmekte, çürüme ve yozlaşma sürmektedir.
            Türkiye Cumhuriyeti milleti istese de istemese de; En başta bizzat kendisi, aile unsuru,  ikamet mahalli, okul, yerel yönetim, mülki idare, son 54 yılın (milletvekili nam) parlâmenter.; Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakan, müsteşar, genel müdür, bilumum parti sahibi, politikacılar, STK ve sendika başkanları ağır bir sorgulama, kamu vicdanı ve toplumsal sorumluluk namına yargılama, yüzleşme ve mukadder bir hesaplaşmanın tam da eşiğine gelmiş durumdadır.
            Bunun başta gelen sebebi kişisel/kurumsal sorumsuzluk ve toplumsal onursuzluktur.
Ankara Emniyet Müdürlüğü binasının ön yüzünü kaplayan bir kitabe var. Üzerinde “Herkesin vicdanı kendi Polisidir,” yazıyor. Yani: Hırsız, yolsuz, rüşvetçi, iltimasçı, yalancı, talancı, kötü ve mücrim eğilimli kimseler vicdanlarının sesini dinlemeyen veya vicdanı kör, kalbi kara vicdansız kimselerdir. Vicdansızlar insan, sosyal veya toplumsal varlık olarak da algılanamaz, kabul edilemez. Dolayısıyla, genellikle insan formundaki bu menfur yaratıkların 24 saat takip edilmesi, sürekli kontrol, denetim ve teftiş altında bulundurulması toplumsal bir görev ve mutlak zorunluluktur. “devlet varlığı ve insani boyut ağırlığının” zaruri gereği olan; daimi resmi denetim, özdenetim, otokontrol, sürekli takip, teftiş ve tescil (fişleme/arşivleme) görevlerinden imtina edilmesi, kaçınılması, boş verilmesi, sonuçta büyük felâketlerin sebebi olur. Bu felâket; En başta sosyal yozlaşma, toplumsal çürüme, iktisadi ve siyasi istikrarsızlık, sonra bencilleşme, içine kapanma, hırçınlaşma, saldırganlaşma ve nihayet sosyal şizofreniye dönüşmüş bir büyük çözülme belâsı biçiminde karşımıza çıkar. 
Sebebi: İç-Dış düşman ve işbirlikçi menfur unsurların başarılı çalışmaları; Buna karşın devletin en tepesinde murakabe>takip, teftiş-kontrol ve denetleme ile görevli Cumhurbaşkanı; Yasama adına TBMM Başkanı ve Millet Vekilleri (parlâmenterler):, Yürütme adına Başbakan ve bakanlar kurulu üyeleri ile tepeden tırnağa bütün Güvenlik teşkilâtı, Ordu, Yargı ve millet adına iş gören Cumhuriyet Savcılarının görevlerini hakkıyla/lâyıkıyla yapmamalarından ileri gelmekte, adalet, yasa ve hukuku ihmalden, suiistimalden kaynaklanmaktadır.  
            OLAĞAN VE DOĞAL BİR ZORUNLULUK
            Konjonktürün gerekli kılmasının yanı sıra; Özellikle 12 Mart 1971-12 Eylül 1980 arası dışlama, pasife etme; 1983-2002 dönemi güdümleme, nihayet 2002-2014 yıllarında resen ya da sistematik bir plân çerçevesinde ilgaya maruz kalma nedeniyle, kamu Denetleme Kurulları ile bilumum teftiş unsurları devre dışı kaldığından Devletin düzeni temelinden sarsılmıştır.  
            Bilindiği üzere Devlet olmazsa olmaz üç ana unsurdan teşekkül eder:
            Düzenleme, Destekleme ve Denetleme..
Buna siyaset bilimi’nde 3D kuralı denir.
Yani devlet olmanın en birinci mecburiyeti ideal norm, adalet karinesi, mutlak eşitlik, kıdem, ehliyet ve liyakat bağlamında düzenleme, plânlama, programlama; (Devlet Plânlama Teşkilâtı, APK ve AR-GE ünitelerinin varlık nedeni budur.) İkincisi: Plân, program ve proje bazında destekleme, icabında finanse veya sübvanse etme; (Devlet Bankaları, Sağlık, Sosyal Güvenlik, Ekonomi ve Çalışma Bakanlıklarının varlık nedeni…) Üçüncüsü ve en hayati olanı ise; Sayıştay, Devlet Denetleme Kurulu, resmi Teftiş ve Denetleme kurulları olup.; Bu kurum, kurul ve kuruluşların “resen denetleme yapma ve daimi teftiş” yetkisi her şeye rağmen orijinal biçimde korunmak ve canlı tutulmak kaydıyla, bilumum kamusal uzantı, STK, sivil alan, özel sektör bağlantılarının sürekli aktif, dinamik ve homojen/görev başında olması şarttır.
Denetim ve teftiş özerk bir erktir, asla bir izin veya görevlendirmeye bağlanamaz.
Tıpkı “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesi gibi işler, muhtariyet arz eder, siyaset denetlemeye müessir olamaz. Şu kadar ki: Düzenleme ve Destekleme Yasama ve Yürütme, Denetleme ise münhasıran Adalet Cihazı, Yargı ve Güvenlik ile ilişkilidir.
BU SİSTEM TÜRKİYE’DE FELÇ EDİLMİŞTİR
Modern hukuk, adalet ve demokrasi devletlerinde durum, düzen ve sistem budur.
Aksi takdirde, kayıt, hukuk ve yasa dışı ilişkiler sökün eder. Başta din tüccarlığı, siyaset simsarlığı, duygusal sömürü, yasa, hukuk ve ahlâk dışı tertiplerle bu yalan-talan, yozlaşma ve çürüme faaliyetini sürdürme eğilimi güç kazanır, yaygınlaşır. Yasal ve etik ihlalleri, görev ve yetki suiistimalleri bünyesinde barındıran bu ilişkileri, sorgulama ve kamuoyunu doğru bilgilendirme görevi: Başta denetim unsurları ve teftiş kurulları olmak üzere; Muhalefet Partileri, parlâmenterler, sivil toplum kuruluşları, bilumum basın/medya ile taraf veya haberdar olanların tamamına aittir.    
TEMİZ TOPLUM, DÜRÜST DEVLET, ADİL HÜKÜMET
            Aksi takdirde “Temiz Toplum, Temiz Devlet ve Temiz Hükümet” den bahsedilemez.
            Yukarıda yer alan her hangi bir kamusal unsurda kirlilik vaki olması halinde ve derhal teyakkuza geçilerek acil önlem alınmadığı takdirde pislik, mazarrat ve hastalık bütün bedeni sarar. En tehlikeli kirlilik ise: Yalan, talan, rüşvet, iltimas, haksızlık, yolsuzluk, görevi ihmal ve her nevi suiistimal olup; Bunun arkasından anarşi, terör-tedhiş, devleti bölüşme, kamusal alan, kurum ve kuruluşları kullanmak suretiyle kapitalist-emperyalist domuzlarla, vahşi batı referanslı insanlık düşmanlarına kul, köle, uşak-köpek olma zafiyetidir.    
            Ülkemizde şu anda bu şartların tamamı mevcuttur.
            Şimdi halk’la hükümetlerin hesaplaşma zamanıdır.              
            Bu hesaplaşma, yüzleşme, yargılama ve sorgulama, başta Yüce Divan olmak üzere her derece ve düzey yerel mahkemelerde yapılabilir. Umulan, medeni, insani, adil, dürüst, makul ve sakin bir hesaplaşma olup; Eğer süreçte hukuk rafa kaldırılır, keyfiyet hâkim, anarşi, terör-tedhiş ya da Kuzey Irak, Irak ve Suriye de olduğu gibi düşman kuvvetleri vatanı, alenen işgal ederek hükümranlık tesis ederse bu defa ne olur?..
            İşte, kamuoyunda ihanet paketi, açılım yasası, çözüm (çözülüm) paketi veya eşkıyayı meşrulaştırma girişimi” olarak bilinen yasa tasarısının, 37 red oyuna karşılık, 237 oyla kabul edilerek kanunlaşması; Muhtemel felâketin ayak sesleri, dâhili ve harici bedhahlarınsa, çılgın sevinci, tam 50 yıl süren mücadeleyi kazanmış olmalarından kaynaklanan zafer çığlıklarıdır.
            Zira en başından beri mücadele kalleşçe;
Yürütülen süreç ikiyüzlü ve sinsidir.
            Bakınız: Mezkür yasa tasarısının adı ile anlam ve amacı tamamen farklı. Atatürkçü Cumhurbaşkanı adayı için imza vermiş olan CHP Milletvekili Birgül Ayman Güler açıkladı: “Eğer paket yasalaşırsa PKK terör-tedhiş örgütü olmaktan çıkarak müzakerenin tarafı olarak meşru hale gelecek. Tasarı, Anayasa’nın 3. Maddesindeki “Türkiye Devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür” ilkesini ihlal ettiğinden, tasarıya onay vermiyorum.” Bu menfur tuzak ve hain tasarının görüşüldüğü Komisyonda 6 üyesi olan CHP’den 2 üye, tasarıya onay vermedi: Bolu MV Tanju Özcan ile İzmir MV Birgül Ayman Güler.
            Kendilerini içtenlikle kutluyor ve tebrik ediyorum. Çok garip bir tecelli, acayip ironi ve karşıdevrimciliğin itişinden olsa gerek; Diğer 4 CHP parlamenterinin oyu ile Türkiye’nin kurucusu olduğunu iddia eden CHP, AKP’nin bölücü kanun tasarısını destekleme kararı aldı.
            Gazete haberleri ve Ajanslara göre; “Eski PKK avukatı ve CIA kaynaklarında TR705 olarak adı geçen CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, CHP örgütlerine bir yazı göndererek, CHP’nin çözüm sürecine ve PKK paketine destek verdiğini bildirdi, örgütlere bu konunun çevrelerine anlatılması görevi verdi.” MHP ise sadece bilinen ve beklenen şovları ile iktifa etti. Eşkıyanın siyasi kanadı (AP, DYP, DSP, SP, CHP ve ANAP sayesinde TBMM’ne duhul eden) unsurların verdiği önergeler istikametinde olaya analitik bakılırsa menfur paketin 3 ağır sonucu olacağı görülüyor:
            1-Müzakerelerin tarafları tanımlanmış olacak, 2-İhanet şebekesi ile müzakere yasa dışı olmaktan çıkacak, yasal zemine oturacak, 3-Yabancı kurum, kuruluş ve kişilerden müteşekkil üçüncü (sözde tarafsız, aslında düşman devlet görevlisi) gözlemci heyet(ler) bu müzakerelere katılabilecek. Vahamet ve şeametin, altına imza konulan yasanın felâket derecesine bakın!..
            Yasa uygulamaya girince: 1-PKK yasal taraf haline gelip, terör örgütü kapsamından çıkacak. Bundan sonra yapacağı eylemlere karşı alınacak olan her türlü önlem suç kapsamına girecek. Örneğin: Nasıl CHP’nin miting yapması önlenemezse, PKK’nın da istediği yerlerde miting yapması önlenemeyecek., 2-Örgüt taleplerinin Hükümet tarafından kabul edilmesi suç olmaktan çıkacak., 3-Oslo ve diğer yerlerde AKP ile terör örgütü arasında gizli olarak yapılan yasa dışı müzakerelerde yabancı bir ülkenin gözlemcileri vardı. Şimdi bu gözlemciler yasal hale gelmiş olan müzakerelere açıkça katılabilecekler.
            İLERİ DEMOKRASİ BU MU?..
            6271 Sayılı “Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu” 2011 yılı Kasım-Aralık ve 2012 Ocak aylarında güya müzakere edildi. 26 Ocak 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak, belli süre içinde Anayasa Mahkemesi’ne itiraz olmadığı için kesinleşti ve yürürlüğe girdi. Bahusus “parlamenterler kararının” hukuk tarihinin tam bir ucubesi, insanlık ayıbı ve yüzkarası olduğu ne zaman anlaşıldı?.. 2014 yılı Haziran ayında fiilen ve resmen uygulaması başladığında…   
            Millet baktı ki; Kimsenin münferiden (bağımsız/bireysel) aday olma hakkı yok.
            Egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi sıfatıyla halkın aday gösterme hakkı da yok!..
            İşin en kötü, acı ve tuhaf tarafı ise; Birileri tarafından ileri sürülen veya kendini öne çıkaran aday nam şahıslara karşı çıkma, itiraz etme hakkı da yok! Üstelik eşi emsali görülmemiş bir biçimde [Yüksek (!) Seçim Kurulu’nun 30 Mart yerel seçim hileleri, kurgu ve kararları uyarı] seçim yarışında eşitlik, adalet, hak ve hukuk yok. Biri fiilen başbakan, öbürü dünya çapında tehdit unsuru ve 35 bin asker/sivil vatandaşın katili terör-tedhiş örgütünün baş aktörü; Sonuncusu bir bilim adamı, emekli memur!..
            Ama SEN seçmensin?!..
            Çok açık ve net tabiri ile SEN burada sadece “Çankaya Noteri” olarak kullanılıyorsun.
            Aday olma, aday gösterme hakkın ve bir tek imza bile alabilme imkânın yok!...
            İleri demokrasi, adalet ve hukuk palavra…
            Vahamet bütün açıklık ve çıplaklığı ile ortaya çıkıp, millete kurulan tuzak deşifre olunca şikâyetler başlıyor. Hani demokrasi? Adalet, hukuk ve eşitlik nerede? İşi buraya kadar taşıyanların, bir zamanlar “hukuk guguk, yasa masa, tüzük büzük” dedikleri; Devrimci poz ve ilerici söylemleri ile fink atan çapulcuların büyük önderi Ecevit’in “bu düzen değişecek” teraneleri ne çabuk unutuldu? Malum, değişen düzenin yerine SSCB gelecekti!.. 
            İŞTE YOZLAŞMIŞLIK VE ÇÜRÜMŞLÜĞÜN SON NOKTASI
            Eğer durum/vaziyetten şikâyet edenler Atatürk döneminin kadim Halk Partilisi veya illa tarihi ve gerçek Demokrat Parti’li iseler mesele yok. Çünkü bu orijinal insanları 1960’dan sonra CHP’de, 12 Mart’tan sonra AP ve DYP’de ve kesinlikle Turgut Özal dönemi dışında ANAP’ta göremezsiniz. Gelenek ve gerçek çizgisinden, erbabı faziletten olup, demokrasi, hak, adalet ve hukuk düşmanı; Haksızlık, yolsuzluk, yalan-talan, ayırma ve kayırmanın hâkim olduğu siyaset şirketlerinde bunlardan bir tanesini bile göremezsiniz.   
            Şimdi bir özeleştiri, vicdani yargılama ve sorgulama yapalım:
Büyük Türk Milleti ve şanlı Türkiye Cumhuriyetini bu zor günlere, vahamet, kriz, kaos ve şeamete sürükleyenler: Başta İsmet İnönü, Alpaslan Türkeş, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Devlet Bahçeli, Deniz Baykal ve Doğu Perinçek ile şu an itibarıyla milli merkez başkanı Hüsamettin Cindoruk değil mi? Tarihe, tabiata ve millete ihanet ederek AKP’de yuvalanan eski Demokrat Parti, AP, DYP ve özellikle Anavatan Partililere ne demeli? Hani siyasi ahlâk ilkesi., Yüksek insanlık onuru., Milli dava, namus, şeref ve misyon haysiyeti nerede?..
MİLLET VEKİLİ Mİ?.. parlamenter mi?..
Bırakın Türkiye’yi, dünyanın en dinsiz, (dini anlamda) ahlâksız ve ateist ülkelerinde bile, Millet Parlâmentoları’nda temsil görevi yapan kimseler millete vekâleten ve bizzat millet adına vazife icra ve ifa ederler. Hareket tarzları tıpkı bir “vekil avukat” durum ve derecesinde olup; Asla had ve hudutlarını aşmazlar. Objektif ve orijinali bu; Peki bizimkiler neyin nesi?..  
Neden ve niçin Türkiye Cumhuriyeti parlâmenterleri bir Cumhurbaşkanı adayı ileri sürebilme, bizzat aday olma veya istediklerini (ya da isteyeni) aday gösterebilmek uğruna medeni cesaret ve fazilet gösteremediler?. Durumdan şikâyetçi olup; 6271 sayılı yasayı suç unsuru olarak gösterenler; Mezkür yasa 2011 ve 2012 yıllarında görüşülürken “akıl tutulması ile malul” idiler?, veya akıl ve mantık melekeleri, idrak ve basiret becerileri uçup mu gitmişti?
Beka, basiret, ilim ve ferasetten nasipsiz eşhasın oralarda işi ne?
YÜKSEK YARGI NEDİR?..
Diğer taraftan; Ancak ve sadece adalet, hakkaniyet ve hukukta hata yapmayacak kadar ilim, ahlâk, kıdem, ehliyet, ilke, şahsiyet, haysiyet, yüksek karakter; Yani liyakat sahiplerinin görev yapabilecekleri “hak, adalet ve hukuk” hanelere YÜKSEK MAHKEME denilir. Türk Milleti’nin yüksek hars’ı ve asırlarca dünyayı idare etmiş medeniyetinin gerçeği ve değişmez geleneği, düsturu budur.
Her ne kadar; Bu tarihi gelenek ve genetik gerçek doğrultusunda, sadece yüksek ilim, ahlâk ve fazilet sahipleri Hukukçu (Hâkim, Savcı, Avukat), Ast. Subay, Subay, Polis ve Millet Memuru olabilirken (Osmanlı/Enderun ve İngiltere/Exeter örneği), 1960’dan sonra her önüne gelenin her yere girebildiği her makama aday olabildiği (vaktiyle Türk Ordusuna silâh çekmiş bir eşkıyanın Cumhurbaşkanı adayı olması) bir memleket büyük bir hesabın arifesindedir.      
Çünkü artık bu ülkede yüksek mahkemeler adalet, hakkaniyet ve hukuk üretemiyor.    
Şimdi söyleyin bakalım:
YSK neden adil değil acaba?   
            BİR MESELE VAR!..
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist (toplumsal şizofreniye yakalanmış, paralize olmuş ve insani değerler yönünden mutasyona uğramış) olmuş durumda. Çok bencil (cahil, aciz ve zavallı) bir milletiz biz.  Bu memleketin; bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, birtakım menfaatler uğruna “üç maymunları” oynayan insanlara değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, seven, uyum sağlayan, ortak alan kurabilen insanlara ihtiyacımız var. Bizim asıl sıkıntımız buradadır.” (Evrensel İnsan; Ergün Arıkdal-Ruh ve Madde Yayınları, Sayfa: 222)
NETİCE OLARAK:
1. Türkiye Cumhuriyeti öncelikle ve derhal “milli para karşılığı teminat” olarak dolar göstermekten ve Merkez Bankası dolar rezerv etmekten vazgeçmek ve eskiden olduğu gibi “rezerv altın” uygulamasına geçmek zorunda ve durumundadır. Ayrıca, Merkez Bankası’nca belirlendiği açıklanan “politik faiz” reel ekonomi ve iktisat biliminde bulunmayan bir utanç, ayıp ve yüz karasıdır. Bu suiistimalden derhal vazgeçilmelidir.
2. BOP, kesinlikle Türk ve İslâm âleminin aleyhinedir. Türkiye bu menfur projeye taraf olmaktan acilen kurtulmak; Türk medeniyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ve amansız düşmanı olan AB’yi terk etmek, Gümrük Birliği’nden çıkmak zorundadır. 1960’dan günümüze “millet iradesinin devlet idaresinde hükümferma olmaması” nedeniyle siyasette hâsıl olan güdümlülük, siyasi şirketçilik ve din ticareti olgusu büyük tahribatlara yol açmış bulunmaktadır. Bunun çaresi medeni, ilmî ve objektif siyasettir. Vesayet kovulmalıdır.     
3. Şu an dünyayı alçakça sömüren:, Adalet, İnsan Hakları, Demokrasi ve Evrensel Hukuk kurumlarını kendi çıkarına kullanan NATO, BM, AİHM, LAHEY ve sair emperyalist kurumlarla ilişki, bağlılık, mütekabiliyet ve “insanlık davası, küresel adalet ve evrensel barış” yönünden etkinlik ve yarar durumlarını dikkate alarak yeni politikalar ve yeni tercihler ileri sürmelidir… İsrail’in, insanlık dışı saldırı ve alçakça soykırımlarından birini daha bu mel’un teşekküllerin gözü önünde yaşamaktayız. Şerefsiz ve soysuz mütegallibe durumundaki İslâm ülkesi diktatörleri ise lâf-ı güzaftan gayri önemi olmayan şarlatanlık ve şaklabanlıktan başka bir şey yapamıyorlar. Bu bir insanlık utancı ve “BM GÜVENLİK KONSEYİ SUÇUDUR”  Şimdi bu melânet, şer ve şeamet suç örgütlerinde kurtulmanın tam zamanıdır.    
4. Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 11 Kasım 1938 ve 27 Mayıs 1960 karşıdevrimlerinin yıkıcı etkisinden, kirlilik ve çöküntülerinden kurtulmak; İş bu makalede bahsettiğimiz şekilde bir hesaplaşma ve yüzleşme ile iade-i itibar ve güven tazeleme cihetine gitmek zorundadır.
5. Bu meyanda: Öncelikle ve evvelâ kuvvetler ayrılığı ilkesi tahkim edilmeli:, Adalet siyasetten kesinlikle ayrılmalı:, Siyasi Partiler ve seçim yasaları çöpe atılıp mevcut rezilliğe son verilerek:, Milletin kendi vekilini seçmesi ve şaibeli siyaset şirketlerinin kapatılarak, halkın “doğru, dürüst, demokrat, saydam” kitle partilerine kavuşması sağlanmak zorundadır.
Türk Vatanı, Güvenlik-Esenlik Yurdu, Demokrasi, Lâiklik, Adalet ve Huzur İkliminin hırsızlık, rüşvet, gasp-irtikap, iltimas, ayırma-kayırma, anarşi, terör-tedhiş, haksızlık, görevi ihmal, suiistimal, sahtecilik, namussuzluk, kanunsuzluklara tahammülü yoktur. Artık mel’un kötülük

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi
İSRAİL'LE BAŞ EDEMEZSİNİZ!
Bu mübarek günlerde otuz milyon sigara tiryakisi baca gibi tüter ve yine bu İslam memleketi ramazan ayında orucunu kola ile açarsa;  İsrail’le baş edemezsiniz!
Uyuşturucu, alkol ve fast foodlarla, tüketim çılgınlığı ve marka deliliği toplumun tüm kesimlerini zehirli bir sarmaşık gibi sarmışsa; İsrail’le baş edemezsiniz!
Olmayan paralarla, kredi kartı ile lüks tüketim manyaklığı, hunharca alışveriş çılgınlığı ve insanımızı Amerikan kâfirine benzetmişse; İsrail’le baş edemezsiniz!
Her türlü moda akımları ve buna benzer rezillikler modacı, topçu ve popçu takımı önderleri otuz milyon gencimizi peşine takıp, tv kanallarındaki kepazeliklerle birlikte uçuruma doğru götürüyor da kimse buna ses çıkarmıyorsa;  İsrail’le baş edemezsiniz!
Avmlerde hunharca alışveriş yapan vatandaş -haramı helali zaten geçtik- parasının nereye gittiğine bakmadan Siyonistlerin ve onların dünyada palazlanmasına yardım eden Avrupalı ülkelerin mallarını bir türlü boykot etmeye yanaşmıyorsa; İsrail’le baş edemezsiniz!
İçimizdeki hainler ve onların menfaatçileri mümin kardeşleri için ellerini açıp adeta havaya zıplarcasına beddua ederken İsrail’le gelince sesini çıkaramıyorsa,
Üstelik bunların siyasetteki izdüşümleri Türk- İslam tarihinin iki bin yıldır görülmemiş en büyük ihaneti için birlikte hareket edip stratejiler geliştiriyorlarsa; İsrail’le baş edemezsiniz!
İslam dünyasının zengin petrol ülkeleri, İsviçre bankalarındaki paraları, Avrupa daki
sarışınları ve Amerika daki malikanelerinin hatırına günümüzün firavun ve zalimlerinin yanında yer alıp onlara destek veriyorlarsa; İsrail’le baş edemezsiniz!
Orada sokaktaki her Yahudi birer keskin nişancı olarak kadın- erkek dört yıl askerlik yapıyor ve sizinkilerde askerden kaçmak için bedelli ve çifte vatandaşlık dümenleri ile bu kutsal vatan görevinden habire kaytarmak için çabalıyorsa, İsrail’le baş edemezsiniz!
 Uçak bilgisayar yazılımları, silah programları, tank yenilemeleri tohum ve zirai terörizm işleri hep bu milletin başının altından çıkıyor ve buna karşı da hala milli bir çabanın ve seferberliğin içine giremiyorsak, 140 tıp fakültesi ve dev araştırma hastanelerinin bulunduğu bu ülkede eski maliye bakanı tedavi için oraya gidiyorsa, Sekiz milyonluk bir ülke yüzölçümü Ankara kadar bir yerde çocuk kanı döküyor, masum sivilleri katlediyor ve bu eski Osmanlı toprağındaki alçakça işgalini hala sürdürüyor da bir buçuk milyarlık dev İslam alemi de buna seyirci kalıyorsa; İsrail’le baş edemezsiniz!
Nükleer denizaltıları, nükleer füze kalkanları ve hava savunma sistemleri varda bunların hiç biri sizde yoksa. İsrail’le baş edemezsiniz!
Organize sanayideki Yahudi pazarlama firmaları ile  iş yapan bir sürü fabrika devletin “ two minüte” dediği anda  kapısına kilit vuracak ve çorumun yarısı işsiz kalacak ve gezicilerde bunu fırsat bilip  hükümet istifa diye sokaklara  dökülecek, Diyarbakır’da  molotoflar ve büyük şehirlerde de  gaz bombaları patlayacaksa İsrail’le baş edemezsiniz!
Gazze’deki  katliamları protesto için saat kulesinin  dibinde  basın bülteni okuyan, hassasiyet gösteren  yalnızca bazı dernekler ve İslami  kuruluşların  duyarlı ve sayısı bini bile bulmayan aziz insanlarıdır. Bunların haricinde iftardan sonra  klimalı  dev cipleriyle caddelerde piyasa yapan ve simitçi kovalayan  diğer bir kısım hemşerilerimizin ne Filistin, ne Bosna ne Çeçenistan nede doğu Türkistan umurunda değildir. Böyle bir gençlik profili ve ahali yapısıyla; bu  maksatsız, amaçsız, davasız ve kavgasız kalabalıklarla; İsrail’le baş edemezsiniz!
Ramazan biterken Enderun teravihleri bile okusanız, nihavent makamında gazeller  bile atsanız  camilerimiz bomboş parklarımız, bahçelerimiz ağzına kadar dolu ve tv lerimizin başında insanlar abuk- sabuk yarışma programları ve saçma- sapan dizileri seyrediyor ,Gazze’deki  çocukların canhıraş çığlıklarını dünya kupası höykürmeleri bastırıyorsa;
İsrail’le baş edemezsiniz!
Üçüncü dünya savaşı başlamış “küfür  milleti” modasıyla, spor ayakkabısı kot pantolonu, makyaj malzemesi budalaca yarışmaları, sineması, otomobili, popçusu, topçusu, bonzaisi, kolası, hamburgeri  ve tüm rezillikleriyle, Cep telefonu, İnterneti, vatsapı, feyzbuku ve bilmemne boku ile  milyonlarca yeniyetme  salağımızı  esir almışsa
Ve bu tablo İslam ülkelerinin  kahir ekseriyetinde de  aşağı yukarı aynı ise; İsrail’le baş edemezsiniz!
Bu katiller topluluğu ,ben-i İsrail kabilesi inşallah Yüce Allah CC  “ Elkahhar” ismi azamı ile tez zamanda hake yeksan olarak mahvü perişan olsun.
ALLAH CC önce Filistin’in  sonrada  bizim yardımcımız ola
 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 

 

 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa TURAN
Mustafa TURAN Hayat Hikayesi
AŞK BAHÇESİNİN BÜLBÜLÜ
Mevlana 17 Aralık 1273’de Büyük Sevgili’ye kavuştu.Bu geceye Şeb-i Arus (Düğün-Vuslat Gecesi) deniyor.Mevlana’ya mensup olup yolundan gidenler de Mevlevi diye anılıyor.Nef’i,Şeyh Galip gibi şairler,Itri ve İsmail Dede Efendi gibi meşhur besteciler Mevlevi’dir.Sonraları şehirlerin en işlek yerlerinde Mevlevihaneler kurulmuştur. Sema denilen mistik bir raks ile ney,kudüm ve rübap çalgılarından oluşan musiki, Mevleviliğin en önemli özelliklerinden biridir.
Bizim tarihi zenginliğimiz kadar kültürel zenginliğimiz de dünyaca bilinmektedir.Ama ne yazık ki,Şair’in:“Ol mahiler ki derya içredür deryayı bilmezler” dediği gibi,bizi biz yapan dinamikleri ve kültürümüzün üstün şahsiyetlerini gereği gibi tanımamakta ve tanıtamamaktayız.Mevlana hakkında yabancıların bizden fazla bilgiye sahip olduklarını yapılan bir anketten öğrendik.Yüz Konyalıdan ,91’i O’nun nerede doğduğunu,78’i bu yılın kaçıncı vuslat gecesi yıldönümü  olduğunu ,59’u en önemli eserinin ne olduğunu bilmiyor.
Hamdım,piştim,yandım.”diyerek insani değerler idealini ruhunda ve çevresinde gerçekleştiren Mevlana,  kendi çağını ilmi ve nuruyla aydınlattığı gibi,bütün çağlara da hoşgörü ve sevgi ilkelerini armağan etmiştir.O,insanları sırf insan oldukları için sevmiş ve saygıdeğer bulmuştur.Yer yer devlet adamlarını dahi ikaz etmekten çekinmemiştir.Nitekim Selçuklu Sultanı II.İzzettin Keykavus huzuruna gelip öğüt isteyince şöyle diyecektir:“Ne diyeyim sana,çoban ol demişler kurt oluyorsun.Bekçilik et demişler,hırsızlığa kalkıyorsun.Rahman seni Padişah yapmış,sen tutuyorsun şeytana uyuyorsun.”
Mevlana,bir gün yolda yürürken kavga edenlere rastlar ve  biri diğerine:“Bana bir söyle benden bin işitirsin.”deyince ,hemen yanına yaklaşır ve:“Ne söyleyeceksen bana söyle.Benden bir bile işitemezsin.”diyerek onları sakinleştirip kucaklaştırır.Oğlu Sultan Veled’e:
            “Oğlum,eğer düşmanını,düşmanının da seni sevmesini istiyorsan,40 gün hayrını ve iyiliğini söyle,göreceksin ki o düşman ,senin en yakın dostun olacaktır.Çünkü gönülden dile,dilden gönüle yol vardır.”tarzında yaptığı tavsiyelerle onu,dolayısıyla tüm insanlığı sevgi ve dostluğa yönlendirir.
“Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.”diyerek insanları hoşgörüye davet eden Mevlana’ya ve onun fikirlerine , bu gün insanlık her zamankinden daha fazla muhtaçtır.Onun lakabı “  Vedud” tur ki,seven ve sevilen anlamına gelir.O bütün insanları sevdiği için,800 yıldır da sevilmektedir ve hep sevilecektir.Biz de :“Sev,sevdir,sevindir.”ilkesinden hareketle ,bu büyük insanı, rahmet ve minnetle anarken, şu altın sözlerini de bir kez daha hatırlayalım:
“Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Tevazuda toprak gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Cömertlikte akarsu gibi ol.
Hoşgörürlülükte deniz gibi ol.
Olduğun gibi görün,göründüğün gibi ol.”
 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Sakin KARAKAŞ
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
AREFET TEPESİ ÇAMLIĞINA AÇIK HAVA ANFİSİ İNŞA EDİLMESİ GEREKLİDİR
            Osmancık’ta yaz aylarında gerçekleştirilen bütün sosyal ve kültürel etkinlikler Arefet tepesi çamlığında gerçekleştirilmektedir. Çünkü Arefet tepesi çamlığı Osmancık için özel bir bölgedir. Şöyle ki; Yüzyıllardan bu yana  Osmancık’ta hıdırellez kutlamaları Arefet tepesi çamlığında yapılmaktadır. Arefet tepesi çamlığında yüz yaşını aşkın yüzlerce çitlembik (sakız) ağacı vardır ve bu ağaçlar Osmancık halkınca kutsal sayılmaktadır. Bu ağaçların Koyunbaba Hazretlerinin bölgeye yerleştiği 1400 lü yıllarda da var olduğunu Koyunbaba’nın menkibelerinden öğrenmekteyiz. Ayrıca bölgede Hz. Koyunbaba’nın türbesi ile birlikte etrafında müritlerinin mezarları vardır ki hemen her biri dört yüz beş yüz yıllık olan bu mezarlarda Koyunbaba’nın felsefesine inanan alp erenler yatmaktadır. Ayrıca  bölgenin D 100 karayoluna açık olması da ziyaretleri sıklaştırmış ve bölgenin önemini artırmıştır.
            Bütün bu özellikler göz önüne alındığında Arefet tepesi çamlığının halkın sık ziyaret ettiği önemli bir bölge olduğu bilinmektedir. Yılda birkaç defa belediyenin burada hıdırellez başta olmak üzere kültürel etkinliklerde bulunduğu gerçeği de notlarımıza eklenirse bu özel bölge de belediyenin  bir proje hazırlatarak bölgede bir kutlama alanı oluşturulması kaçınılmaz ve önemli bir ihtiyaç halini almıştır.
            İvedilikle bir proje hazırlanmalı, en az dört bin kişiye hitap edebilecek bir açık hava anfisi kurulmalıdır. Böylece hıdırellez başta olmak üzere bölgede kutlanacak faaliyetlerde belediye rahat bir nefes alacak yaz aylarında yapılması muhtemel açık hava konserleri içinde halkın rahatça eğlenebileceği sosyal bir alan elde edilmiş olacaktır. Hatta yaz aylarında yapılacak açık hava düğünleri için de kiraya verilmek  sureti ile belediye için az da olsa bir gelir kapısı açılmış olacaktır.
            Proje hazırlanırken Arefet tepesinin doğal ortamının değerlendirilmesi yoluna gidileceği gibi; çitlembik ağaçları başta olmak üzere  bölgenin tarihi ve doğal dokusu mutlaka korunmalıdır. Anfinin etrafında oluşturulacak sosyal tesisler için gelecek düşünülmeli ve Osmancık’ın acil ihtiyaç duyduğu böyle bir tesis öyle kapsamlı olmalı ki belediyenin de gururu olmalı ve D 100 karayolu üzerinde Osmancık’lıların eseri olarak Türkiye’yi selamlamalıdır.
 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
SEMİZOTU CACIĞI (SOĞUKLUK)
İki tabak yoğurt
Doğranınca iki avuç olacak kadar semizotu
Her tabağa iki dal dereotu
Her tabak için 1 diş sarımsak
1 zeytinyağı
İstenildiği kadar sirke
İstenildiği kadar tuz
            Semizotlarının kök kısımları bıçak ile kesilerek temizlerin.
Solmuş olan kısımları varsa ayıklanır.
Ayıklanan semizotu güzelce yıkanır ve süzgeçte bekletilir. Tere otu da ayıklanarak güzelce yıkanır.
Tabaklara yoğurt konularak hafifçe karıştırılır.
Semizotu bıçakla doğranarak yoğurtların üzerine konulur. Yoğurtla birlikte karıştırılır.
Üzerine doğradığımız bir diş sarımsak konulur. Tuz ilavesi yapılarak yine karıştırılır.
Karışımın üzerine zeytinyağı ve sirke ilave edilerek tere otu ile süslenerek servis yapılır.

 

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Rıza HARDAL
Rıza HARDAL Hayat Hikayesi
TEMELİ BUDUR
Geçti ramazan geldi bayram
Niceleri oldu hayran
Çalışalım ehli iman
İslam’ın temeli budur.
 
Bayram geldi barışalım
Uzay çağı yarışalım
Çarpışmadan anlaşalım
İnsanlığı yolu budur.
 
Bayramın ikinci günü
Unutalım kini,dünü
Evveli,ahiri hani
İmanın temeli budur
 
Üçüncü gün daha canlı
Eskilerden kalan var mı ?
Dargınlık,kırgınlık olur mu ?
Kur’an-ın temeli budur
 
Kırgın dargın barışı
Koyun kuzuya karışır
Küçük büyüğe danışır
İnsanlığın yolu budur.
 
Doğru yürü izlerini
Hakka çevir gözlerini
RIZA bitir sözlerini
İyiliğin temeli budur.
 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Şaket TOMBUŞ
Şevket TOMBUŞ Hayat Hikayesi
BEŞ ŞART
Tanrım beşe ayrılmış şu yirmi dört saati,
Sabah, Öğle, İkindi, Akşam, Yatsı zamanı,
Beş vakitte emretmiş ibadeti taatı,
Huzuruna istemiş rabbim her Müslüman.
 
Orucu da emretti bak yazıyor Kur’an da,
Onu da ede gerek ol muayyen zamanda,
Gelir oruç zamanı mübarek Ramazanda.
O ramazan ayı ki on bir ayın sultanı.:
 
Mal vermiş Allah bize malına haram katma,
Emrettiği zevk yerde üstüne yatına,
Fukaramız hakkıdır sakın onu unutma.
Gözlerin kapanacak hatırla sen o anı
 
Haccı da o emretti müsait şart gelince,
Kalpler heyecanlanır Beytullahı görünce,
Ruhlar huzur buluyor oraya yüz sürülüce,
Vaktinde ifa gerek varken dizin dermanı.
 
İslam’ın mühim şartı Kelimeyi Şahadet,
Onu daim söylemek en büyük bir ibadet.
Verir Rabbim bu yüzden bize sonsuz saadet,
Beş şartın ifasın buyurdu o fermanı.

 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Nihat İNCE
Nihat İNCE Hayat Hikayesi
MÜBAREK RAMAZAN AYINDA!
Mübarek Ramazan ayında,
Bolluk, bereket olur.
Güzel Ramazan ayında,
Mümin olan neşe bulur.
 
Bütün insanlar camilere doluyor
İnsanlar neşe buluyor
Fakirin yüzü gülüyor
Mübarek Ramazan ayında!
 
İnsanlar mis gibi kokar
Müminler camiye koşar
İmam nehir gibi coşar
Mübarek Ramazan ayında!
 
Fitre, zekâtlar verilir
Allah katına erilir
İyilikler ortaya serilir
Mübarek Ramazan ayında!
 
NİHAT bu ayı seviyor
Allah yolunda gidiyor
Mümine saygı duyuyor
Mübarek Ramazan ayında!
30/09/2007
 

Telif Eseridir izinsiz kullanmayınız

 
 
 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Şükrü GÜLTEPE
Şükrü GÜLTEPE Hayat Hikayesi
HOŞ GELDİN RAMAZAN
Gönüllerin dermanısın
İnançların fermanısın
Hayallerin armağanısın
On bir ayın sultanısın
 
Niyet edip kalkacaksın
Orucunu tutacaksın
Dua ile yatacaksın
On bir ayın sultanısın
 
Senin rızkın ile kandım
Cümle gafletlere daldım
Mis kokulu amber sandım
On bir ayın sultanısın
 
Ezanların okunacak
Kandil mumlar yakılacak
Gerçek dostlar bilinecek
On bir ayın sultanısın
 
On bir ayda gelir geçer
Alemlere koku saçan
Davul çalar,uyku kaçar
On bir ayın sultanısın
 
Tanrımıza kavuşalım
Gerçek yolda buluşalım
Kırgın isek barışalım
On bir ayın sultanısın
 
Vakit gelir oruç açar
Gençlik geçer,ömür uçar
Sağlık bir ol tren kaçar
On bir ayın sultanısın
 
Bu dünyadan göçeceğiz
Kefen gömlek biçeceğiz
Tabut ile uçacağız
On bir ayın sultanısın
 
Adem Baba,Havva Ana,
Günahlarım kaba,kaba
Kıble yöne eyle eda
On bir ayın sultanısın
 
 
Bahar gözüm görmez oldu
Yazar elim yazmaz oldu
Seven dostlar sevmez oldu
On bir ayın sultanısın
 
GÜLTEPE der özüm hastır
Ben söylerim sözüp paktır
Günahlarım sevaptan çoktur
On bir ayın sultanısın
24.11.2000
 
 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

186 SAYI 25 Ağustos 2014 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!