|
YIL 13 SAYI 151 25 Eylül 2011 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL NE VAR NE YOK
-
Murat HACIOĞLU GECE TERÖRÜ
-
Mesut ARTAR GELECEK NESİLLERE BIRAKACAĞIMIZ
MİRAS NE OLACAK?
-
İsa KAYACAN TASAVVUF
EDEBİYATIMIZIN İLK BÜYÜK ŞAİRİ YUNUS EMRE
-
Mustafa Nevruz SINACI BÜYÜK
FIRSAT MESELESİ
-
Özkan KARACA TARİHE SELAM
-
Selma GÜRSEL ÇATALAŞI
-
Erhan TIĞLI DOST
GÜNAYDINLAR
-
Rıza KANDAMİR
DENDİMİ DAHA NASIL
-
Emine GENÇ YOLCULUK
-
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- NE VAR NE YOK?
- Bu soruyu bilerek veya bilmeyerek sorarız. Ne haber?
- Haberler postada. Bir şeyler yaptık, iyiyiz, sağlığımız
yerinde, koşuşturuyoruz gibi pek çok cevap vererek karşımızdakinin sorduğu
cevaplamaya çalışırız.
- 1945 yılında Pennsylvania Üniversitesi’nden J.P. Erkert ilk işlevsel
bilgisayar olan 30 ton ağırlığındaki ve saniyede 5 bin işlem yapabilen ENIAC
‘Elektronik Sayısal Doğrulayıcı ve Bilgisayar” geliştirdi. ENIAC, 30 ton
ağırlığında, 167 m2 büyüklüğünde bir bilgisayardı. 1959-1964 yılları arasında
üretilen bilgisayarlarda transistorlar kullanılmaya başlandı.”
- Bu bilgiler meraklılarının ve bilim çevrelerinin dergi ve radyolardan
öğrendiği yüzeysel verilerle bizlerin merakını tatmin ediyordu.
-
Bu verileri neden yazdığımı yazımızın başlığı
olan “Ne var, ne yok”
-
1960’larda Türkiye’de pek popüler olan bir
fıkrayı hatırladığım kadar anlatmaya çalışayım diye yazdım.
-
Amerika bilgisayarı çalıştırınca Birleşmiş
Milletler temsilcilerine tanıtmak için bulunduğu binaya götürmüşler. Mihmandan
(dolaştıran) kişi üyelere dönerek istediğiniz soruyu kendi dilinizle yazın
cevabını yazılı olarak karlarla verecektir diye bilgi vermişler.
-
Bilirsiniz ülke alfabetik sıra üzerine
delegeler akıllarına gelen soruları sormuşlar. Kimi ülkesinin kaç metre kare
olduğunu, kimi hangi kıtada olduğunu, kimi nüfusunu, kimi başbakanının ismi
sormuş ve hepsine de birkaç saniye içinde doğru cevaplar almış ve takdirle
bilgisayarın önemini birbirlerine anlatmaya başlamışlar.
-
Sıra bizi Türk Delegesine gelmiş:
-
- Ne var, ne yok? Demiş. Birkaç saniye sonra
cevap gelecek diye beklerken bilgisayarıdan ses seda çıkmamış. Manika
çalışıyor fakat sorunun cevabını bir türlü bulamıyormuş. Aradan dakikalar
geçmiş sonunda bir kart gelmiş.
-
CEVAP YOK hemen mühendisler koşmuşlar Türk
Delegesine sormuşlar?
-
Ne sordunuz da cevaplayamadı? Delege gülmüş.
-
Hani bu makine her şeyi biliyordu?
-
Hepimiz her şeyi bilmeyiz. Bilemeyiz de. Ben
her şeyi biliyorum diyenlere cevabını sizin vereceğini biliyorum.
-
Hoşça
Kalınız!
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU Hayat Hikayesi |
- GECE TERÖRÜ
-
Yorgun geçen bir
günün ardından ılık bir duş alıp uzandığınız yatakta gözleriniz
ağırlaştıkça... Parmak uçlarınızdan başlayarak bütün vücudunuzu adım adım
kaplayan yorgunluğun taa kemik iliğinize kadar işlediğini hissettikçe... Her
biri birer ton ağırlığında gelen gözkapaklarınızı yummadan tavandaki çizgileri
saymaya çalıştığınızda... Üzerinize aldığınız yorganın kenar işlemelerinde
gezen parmaklarınızı hissetmemeye başladığınızda... Ve uyuşan beyninize
hükmedememeye başladığınızda, zihninizi dolduran aşk damlacıklarının
beyninizin bir bölümünden bir bölümüne uçuşuna tanık oldunuz mu?
-
Hayatınızda hiç
tanımadığınız yüzlerle haşır neşir olurken, bedeninizi hissetmeden istediğiniz
her anda ayaklarınızı yerden keserek uçabilirken, susuzluktan diliniz
damağınız kuruduğunda birdenbire önünüzde nehirler akmaya başlarken, sonra hiç
bilmediğiniz bir yerde kendinizi buluverdiğiniz rüyanızdan kalbinizin
çarpıntısıyla uyandığınızda; alnınızdan akan terleri silmek için peçeteye
uzandığınızda yatağınızın bir yanının boş olduğunu görerek gerçeğe aydınız mı?
-
Sırılsıklam terle
uyandığınız da sizi sakinleştirecek bir sevgilinin o anda yanınızda olmadığını
bilmenin dayanılmaz acısını yaşadınız mı?...
-
Belki sizden çok
uzaklarda bir başına uyuyan sevgilinizi düşlediniz, belki de hiç olmayan
sevgilinin hayalini düşündünüz... Oysaki bir zamanlar elinizi
uzatıverdiğinizde sıcacık bir ele rastlıyor, içinizi dolduran huzuru ve
dinginliği doyasıya yaşayarak yeniden tatlı uykunuza dalıyordunuz.
-
Gece terörünün
hangi gece başlayacağınızı bilememek sizin suçunuz değil elbette. Hangi gün,
hangi soğuk gecede sizi bombalayacağını da bilemezsiniz. Kaç gecenizi
parçalayacak, kaç hayalinizi çalacak, kaç mutluluğunuzu örseleyecek hesap
edemezsiniz.
-
En umulmadık
zamanlarda kapınızı çalacağı aşikardır.
-
Tan yeri ağarana
dek sürecek bahtsızlığınız, ama bitmeyecek. Belki sizi meşgul eden günlük
yaşantınızın ayrıntılarında unutacaksınız. Ama bir başınıza kaldığınızda
yeniden hortlayacak. Ve en dingin zamanınızda, gecenizde misafiriniz olacak.
Gecenize damgasını vurmakla kalmayacak, gözlerinizdeki ışıltıyı söndürecek.
Sabaha dair beslediğiniz ümitlerinizin heyecanını azaltacak, hevesinize limon
sıkacak...
-
O zaman ne
yapmalısınız? Ne yapmalıyız?...
-
Gece teröründen
uzak yaşantınızda onu size getirecek herşeyden olabildiğince uzaklaşmak
gerekecek. Ya yaşadığınız aşk vurgunlarından uzanıp küstürdüğünüz sevgi
meleklerinizle yeniden barış imzalayacak, ya da elinizde var olanların
kıymetini bileceksiniz.
-
Yokluk yaşanmadan
varlığın kıymetini anlayamamak galiba en zayıf yanımız. O zaman kaybetmeden
kıymet bilmeyi öğrenmemiz gerekmiyor mu?
-
Gece terörü
rüyalarımıza,hayallerimize sirayet etmeden güvenlik önlemlerini arttırmamız
gerekmiyor mu?
-
Gecenin bir
vakti o "bomba" patladığında vakit geçmiş olabilir... Aman dikkat!
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR Hayat Hikayesi
|
- GELECEK NESİLLERE BIRAKACAĞIMIZ MİRAS NE OLACAK?
-
Yıkık bir dünya, tükenen doğal kaynaklar,
yüzyıllardır gelişme göstermeyen bir sosyal yapı falan? Geçmişin mirasını
koruma ve geleceğe aktarma paniği? Acaba bize geçmişten kalan birikim nedir ki
biz bu mirası geleceğe eksiksiz devretmeyi istiyoruz? Geçmişte neler
yitirildiğini biliyor muyuz? Görülmeyen veya gözden kaçan fırsatlar var mıydı?
Bunları hiçbir zaman tam olarak bilemeyiz. Elimizdekileri sağlıklı bir şekilde
gelecek nesillere devretmek amacında olduğumuz söylenebilir. Ama bu amacın
amacı nedir? İnsan uygarlığının sonsuza dek devamı mı veya evrene ve zamana
hâkim olma düşü mü? Yoksa ölümsüzlük mü? İnsanlar iz bırakmaya, gelecek
nesillere kendilerini tanıtmaya çalışır. Üretmeye çalışır. Bu doğrultuda
ortaya fikirler atılır, eserler sunulur, çalışmalar yapılır. Üretme tatmininin
tükenmeye başladığı noktada üreme fikri akla gelir ve üreme gerçekleşir.
İnsanlar hatırlanmaya, hiç değilse öldükleri zaman geride yaşayan bir şey
bırakmaya çalışırlar. Üretmek ve üremek düşüncesinin altında ölüm korkusunu
bulmak hiç de şaşırtıcı olmaz. Yok olmak, hatırlanmamak nedense insanlara
korkunç gelir. Çoğu zaman bellek hatırlanmak için hatırlar. Her hatırlayışta
kendinden bir şeyler katıp hatırlanmak isteği vardır. Elindekilere kendinden
bir şeyler katıp yeni bir şey yaratmak?
-
Yaratıcılık! Benzer noktalarda bazı kişiler
ellerindekileri değerlendirip başarılı olmuş ve üst düzey eserlerin ortaya
çıkmasını sağlamıştır. Bu eserler tarihe mal olmuştur. Tarih bir çeşit ortak
bellek olmuş ve onu herkes kendine göre yorumlamıştır. Bu eserler, artık
yaratanlarına ait değildir ve yaratıcılarını kaçınılmaz sondan
kurtaramamışlardır. Toplum ise bu eserlere sahip olduğunu zanneder. Bu
eserlerin algılanması ve yargılanması, zaman ve bakış açılarıyla farklılıklar
gösterir. Toplumun tek bir belleği veya algılama şekli olamaz Her şey evrensel
bir belleğe ait olacaktır. Ancak bence bu bellek tanrısal bir kusursuzluğa
sahip değildir. Bu bellek belki toplumun, belki de dilin olacaktır. Yaşamın
değişken dengesi içinde oluşmaktadır ve asla adaletli değildir ve de
olmayacaktır. Amaca göre değişken olaylar ve eserler yer alacaktır bu
bellekte. Kopuk kopuk ve anlamsız, sadece yüzeysel bir bellek kalacaktır
ileriye? Unutuş ve unutuluş günden güne daha çok kemirecektir. Üretmek veya
ilerleyen bir insanlık fikri bana her zaman şaibeli gelmiştir. Öyle ya da
böyle kendi egolarını tatmin etmeye çalışan insanların ortadaki birtakım
kombinasyonları deneyerek bunlardan bazı mantık düzeneklerine göre sonuçlar
çıkarıp bu sonuçları, yaratıcılık ya da üretim olarak adlandırmaları ve
bunlardan tatmin olmaları acıklıdır. Gelecek nesiller bizim ne kaybettiğimizle
ilgilenecek mi yoksa gene bizimkine benzer bir düzenek içinde elindekilerle mi
yetinecek? Belki onlar da geçmişten kalanı düşünmek yerine ileriye sağlıklı
bir miras bırakmayı düşünürler. İnsanlar bu güne kadar birçok denge içinde
yaşamayı öğrendiler. Bundan sonra ağaçlar yok olsa da insanlık ağaçsız
yaşamayı öğrenecektir. Öğrenemeyen yok olur. Biz doğayı egemenliğimiz altına
alamadık. Doğanın değişimine bakıp onu öldürdüğümüzü sanıyoruz ve doğa bizi de
kapsayarak yoluna devam ediyor. Ağaçsız belki de insansız yeni dengelere
doğru.
-
Geleceği düşünmek ve ona sahip olmak, onu
yönlendirebilmek. Var olmak, yaşamak, insanlık, uygarlık ve sahip olduğumuzu
sandığımız her şey. Kavramlarımız, tanımlarımız ve de geleceğimiz. İlerleme
diye adlandırdığımız değişim. Biz eninde sonunda bir dinozor soyuyuz ve
sonumuz, amaçlarımızın, hayallerimizin, ümitlerimizin çok dışında komik ve
trajik olacak. Bundan eminim.
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
- TASAVVUF EDEBİYATIMIZIN İLK BÜYÜK ŞAİRİ YUNUS EMRE
-
Yunus Emre’nin şiirleriyle karşılaşmayanımız
yok gibidir. O, Tasavvuf edebiyatımızın ilk büyük şairidir. Hayatı hakkında
kesin bilgilere sahip olmadığımızı biliyoruz. Yunus Emre’yle ilgili
bildiklerimiz, din ve tasavvuf büyüklerinin rivayetlerinden oluşan menkıbelere
dayanmaktadır.
-
Risaletü’n-Nushiye adlı mesnevisini 1307–1308
yıllarında yazmış olmasından yola çıkarak yaptığımız değerlendirmelere göre;
XIV. Yüzyılın başlarına kadar yaşadığı kabul edilmektedir.
-
Son araştırmalara bakarsak; Yunus Emre’nin
1240–1241 yıllarında, muhtemelen Eskişehir’de doğduğu, seksen iki yıl
yaşayarak 1320–1321 yıllarında vefat ettiği tahmin edilmektedir.
-
Yunus Emre’nin iki defa evlendiği, bu
evliliklerinden iki çocuğunun olduğu, Konya, Şam ve Azerbaycan’ı dolaştığı
bilinmektedir. Aşık Çelebi, Rıza Tevfik, Bursalı Mehmet Tahir, Hüseyin Vassaf
gibi araştırmacılar, şairin okuma-yazma bilmediğini, medrese eğitiminden
geçmediğini; İsmail Hakkı Bursevi, Abdulbaki Gölpınarlı, Faruk Kadri Timurtaş
gibi araştırmacılar ise, medrese eğitimi almış olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Yunus’un ümmiliğini Hz. Peygamber’den kinaye bir ümmilik kabul edenler de
vardır. Aslında Yunus, ümmi olmadığını düşündürecek kadar ilim sahibidir.
-
O’nun ilmi, ilahi aşk ve güzel ahlakla elde
edilmiş ledünni (ilham yoluyla elde edilmiş) bir ilimdir. Menkıbeleri ve
şiirlerinden anlaşıldığına göre; Yunus Emre, tasavvuf yoluna girmeden önce,
güçlü bir medrese öğrenimi görerek yetişmiştir. Yunus Emre’nin menkbevi hayatı
daha çok Hacı Bektaş-ı Veli “Velâyetname”sine dayanmaktadır.
-
Rivayetlerden birine göre; Yunus Emre, Hacı
Bektaş-ı Veli’nin huzuruna çıkar ve, “Ben bir fakir kişiyim. Bu yıl ekinimden
nasip alamadım. Ümittir ki bu yemişi alıp buğday verirsiniz” der. Birkaç gün
bekledikten sonra ayrılacağı Hacı Bektaş’a haber verilir.
-
Hacı Bektaş; “sorun bakalım, buğday mı ister,
nefes mi?”der. Yunus’un “buğday” cevabı bildirilince, Hacı Bektaş-ı Veli;
“Varın söyleyin, alıcın her tanesi için bir (iki) nefes verelim” buyurur.
-
Cevaben Yunus Emre; “Ehlim var, nefes karın
doyurmaz. Lütuf ederse buğday versinler. Kifaf edelim” der. Hacı Bektaş-ı Veli
bu defa; “Alıcın çekirdeğine on nefes verelim” dese de o kabul etmez.
Kendisine istediği kadar buğday verilir. Yunus Emre yolda buğdayıyla giderken,
“Vilayet eri bana nasip sundu, alıcın her çekirdeğine karşı on nefes verdi. Ne
olmayacak iş ettim. Buğday sayılı günde tükenir, nefes bir ömür yeter. Ola ki
himmet eder, nasibi verir” diye düşünür.
-
Yunus Emre Dergâha varıp halini arzeder. Hacı
Bektaş’a istediği haber verilince, “O şimdiden sonra olmaz, biz onun kilidini
Tapduk Emre’ye verdik”der. Yunus Emre bunun üzerine Tapduk Emre’ye gider.
Tapduk Emre, “hoş geldin” halin bize arzolundu. Hizmet et, emek yetir,
nasibini al” buyurur. Bunun üzerine Yunus emre, Tapduk dergâhına kırk yıl odun
taşır. Bu kırk yıl boyunca Yunus Emre’deki istidat, tasavvufi eğitim yoluyla
işlenir. Teslimiyeti, samimi hizmetleri sonucu olgunluk mertebesine erer. Daha
sonra şiirleriyle halkı irşat etmek üzere yeniden gurbete çıkar.
-
Yunus Emre, Konya, Şam ve Azerbaycan dahil
geniş sayılabilecek bir coğrafyayı dolaşmıştır. Çağdaşı büyük mutasavvıf
Mevlâna Celâleddin’le görüşerek, yolculuğunu doğduğu yer olan Porsuk çayının
Sakarya’ya döküldüğü Sarıköy’e dönerek tamamlamıştır. Eskişehir’in Mihalıççık
ilçesine bağlı Sarıköy’de gömüldüğü yere, 1970 yılında yeni bir mezar
yapılmıştır. Anadolu’nun birçok bölgesinde, Ona ait mezarın bulunması şaire
duyulan büyük sevginin göstergesi olarak kabul edilmektedir.
-
Kendisinden sonra gelen binlerce düşünce ve
sanat adamını derinden etkileyen, şiirleri bugün de en az aydınlar kadar halk
arasında dillerden düşmeyen Yunus Emre’nin, Türkçe edebiyatın en büyük şairi
olduğunu söylemek yanlış sayılmaz. Yunus emre, şiirlerinde kullandığı süsten,
gösterişten uzak temiz bir Türkçe ile şiirimizin en temiz ve berrak
kaynaklarından birini oluşturmuştur. Allah ve insan sevgisini, dostluğu,
kardeşliği, merhamet ve yardımlaşmayı esas alan, öğütleyen İslâm tasavvufundan
kaynaklanan ve güçlü bir lirizmle beslediği şiirlerinin yüzyılları aşıp
gelmesi tesadüfi değildir.
-
Bazı şiirlerinde aruzu, büyük çoğunlukla hece
ölçüsünü kullanan Yunus Emre’nin Divan’da üçyüz altmış kadar ilâhi ve nefes
topladığı görülmektedir. Şiirinin temel birimi beyit, biçmi ilâhidir. Müstezat
ilâhiyi sever. Aruzla yazar, Türkçe hece ölçüsüne uygun olan “hezec” ve
“recez” bahrlarını kullanır genellikle. Kusursuz bir kafiye yapısına sahip
Yunus Emre, Türk tasavvuf edebiyatının ilk büyük şairi olarak kabul
edilmektedir. Yunus Emre, bir ozan, yahut bir saz şairi değil, dini-tasavvufi
Türk edebiyatı alanında kendine özgü bir tarzın temsilcisidir.
-
Kur’an ve sünnet esaslarından hareketle, bütün
insanlığı Allah’ı zikre ve kardeşliğe davet eden Yunus Emre, şiirlerinde,
ölüm, fanilik, gurbet ve dervişlik konularını işlemiştir. Yine de onun
şiirlerinde en çok işlediği konu ilahi aşktır. O’na göre “aşk makamı” yüce bir
makamdır.
-
Yunus Emre, ne dünya, nede ahiret
hesabındadır. O, hasret ile doludur. İlâhi aşktan sonra, Yunus Emre’nin
düşüncesinde, en köklü yere sahip olan fikir, ölüm fikridir. Şaire göre ölüm
“sevgiliyle buluşmaktan” başka bir şey değildir.
-
Beylikler döneminin karışık Anadolu’sunda
yaşamış olan Yunus Emre, dünya ile tümüyle bağlarını koparmamıştır. Bu nedenle
de gündelik olaylar şu dörtlüğünde olduğu gibi karşımıza çıkar:
-
- Bu dünyada bir nesneye,
Yanar içim, göynür özüm,
Yiğit iken ölenlere,
Gök ekini biçmiş gibi..
-
-
Yunus Emre’nin dili, ortak İslâm medeniyeti
içinde öteden beri gelişmeye başlamış ve ortak medeniyet dillerinden
Türkçeleştirilmiş kelimelerle zengin bir İslâmi Türk dilidir.
Orta Asya’da Ahmet Yesevi ile başlayan tasavvuf şiirinin doruk noktasına Yunus
Emre ile çıktığı, Anadolu erenlerinin en büyüğünün Yunus Emre olduğu kabul
gören gerçeklerin başında gelmektedir.
-
Yunus Emre’nin üçbin şiir söylediği, fakat bu
şiirlerin Molla Kasım adlı bir zahid tarafından şeraite aykırı bulunduğu için
tahrip edildiği, yılların gerisinden gönümüze akıp gelen
değerlendirmelerdendir. Molla Kasım, Yunus’un şiirlerini ele geçirip, bir su
kenarına oturur. Bin tanesini yakar, bin tanesini de suya verir. Üçüncü
bindeki şiirleri okumaya başlayınca, şu dizelerle karşılaşır:
-
- Derviş Yunus bu söze eğri büğrü söyleme,
Seni sığaya çeken bir Molla Kasım gelir..
-
-
Bu beyti okuyan Molla Kasım şaşırır, tövbeye
gelir ve Yunus Emre’nin ermiş bir kişi olduğuna inanır. Ne var ki iş işten
geçmiştir. Elde sadece bin tane şiir kalmıştır.
-
- ESERLERİ:
-
Yunus Emre’nin iki eseri vardır. Bunlardan
Risaletü’n Nushiyye olarak bilineni 1307 yılında mesnevi şeklinde yazılmış,
tasavvufi bir nasihatnamedir. Yunus Emre’nin bu eserinde ahenk ve âşıkanelik
olmamakla birlikte sembolizmi mükemmeldir. Eserde kavramlar soyut olup teşhis
sanatıyla işlenmiştir. Didaktik bir eser olan bu risale, insanın kâmil olma
yolunda yaşadığı manevi yolculuğu anlatır.
-
Yunus’un öteki asıl eseri ise, düşünce
dünyasını da ortaya koyduğu Divan’dır. “Yunus olduysa adım pes ne aceb/Okuyalar
defter-ü divanımı “beyitinden anlaşıldığı kadarıyla, Yunus Emre hayattayken
Divan-ı bulunuyordu, şeklinde yorum yapmak, bunu gerçek olarak kabul etmiş
yanlış olmaz.
-
Yunus Emre’yi ilim ve edebiyat dünyasına ciddi
anlamda tanıtan ilk kişi, isim ve imza Fuat Köprülü’dür. “Türk Edebiyatında
İlk Mutasavvıflar (1918)” adlı eserinde Ahmed Yesevi ve Yunus Emre etrafında
gelişen Türk tasavvuf edebiyatı tarihi, geniş şekilde incelenmiştir.
Cumhuriyet döneminde Yunus Emre üzerine ilk ciddi araştırmayı ise Burhan
Toprak yapmış ve Yunus’un şiirlerini “Yunus Emre Divanı-(1933–34)” adıyla
yayımlamıştır.
-
- HAKKINDA YAZILANLARDAN
-
1- Yunus Emre bir bakıma Mâvlana ile adeta
aynı inancı ve aynı dünya ve hayat görüşünü paylaşmıştır. Mevlâna’nın Farsca
terennüm ettiklerini, çok uzun ve geniş bir ufukta, bize aydınlığı
gösterdiklerini Yunus Emre çok daha kısa tesirli bir Türkçe ile şakımıştır. (Abdülkadir
Karahan)
-
2- Yunus Emre’nin sanatı tamamiyle “Milli”
yani “Türk” bir sanattır ki, bunu tahlil edecek olursak, başlıca iki unsura
tesadüf ederiz: Evvela ona ahlaki-süfiyane esaslarını veren
“İslami-Nev-Eflâtuni” unsur. İkinci olarak; lisanın edasını, şeklini, veznini
veren milli unsur. Birisi “Esas”ı, diğeri “Şekl”i teşkil eden bu iki unsur.
(Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, 1986)
-
3- Bu dünya, insanın bakıp bakıp doyamadığı
kızıl, yeşil donanmış pırıl pırıl bir gelindir. Ölümü en sakin ve soyut
çizgilerle anlatan Yunus, ölüme geçiş acılarını en dehşetli imajlarla, hayatı
da bir çocuğun dünyaya bakışı kadar taze, renkli ve parlak, canlı kelimelerle
anlatıyor (Sezai Karakoç, Yunus Emre, 1989).
-
4- Şiirimizin ustalarından, rahmetli Halil
Soyuer’in sekiz dörtlükten meydana gelen “Gizlidir” başlıklı şiirinin bir
dörtlüğü: Halil diye doğmuş biri/Yunus olmuş onun pir’i/Belki de bunca
şiiri/Yazanda, Yunus gizlidir..
-
- ŞİİRLERİNDEN
- Yunus Emre’nin şiirlerinden:
- Aşkın aldı benden beni
- Bana seni gerek seni
- Ben yanarım dün-ü günü
- Bana seni gerek seni (Kül’den)
-
- Bir garip ölmüş deyeler
- Üç günden sonra duyalar
- Soğuk su ile yuyalar
- Şöyle garip bencileyin (Soğuk su’dan)
-
- Gökyüzünde İsa ile
- Tur dağında Musa ile
- Elimdeki âsâ ile
- Çağırayım Mevlâm seni (Dağlar ile, Taşlar ile’den)
-
- Ne dilersen Haktan dile
- Kılavuzla gir doğru yola
- Bülbül âşık olmuş güle
- Öter “Allah” deyu deyu
- (Şol cennetin ırmakları’ndan)
Gönlüm düştü bu sevdaya
- Gel gör beni aşk neyledi
- Başımı verdim kavgaya
- Gel,gör beni aşk neyledi (Baştan ayağa yâreyim’den)
-
- Bir hastaya vardın ise
- Bir içim su verdin ise
- Yarın anda karşı gele
- Hak şarabın içmiş gibi (Gök Ekini’nden)
-
-
KAYNAK: Işık, İhsan: (Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi,
cilt 9 Ankara 2007)
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- “BÜYÜK FIRSAT” MESELESİ
-
Hani Cumhuriyet’in yeddi emini, memurların baş
amiri ve halkın emanetçisi Abdullah Gül, Mart ayında İran'a giderken "Kürt
sorununda iyi şeyler olacak” demiş, devamla da “Kürt meselesi Türkiye'nin
birinci sorunudur. Halledilmesi lazımdır” açıklamasını yapmıştı.
-
Çek Cumhuriyetinde yapılan Prag zirvesi
dönüşünde de, "İster terör, ister Güney Doğu yahut Kürt meselesi deyin. Bu,
Türkiye'nin birinci sorunudur. İyi gelişmeler olması lazım ve olabilir. Herkes
işin farkında. Önce böyle bir çalışma anlayışının olması lazımdı. Devletin
içinde herkes birbiriyle çok daha açık seçik konuşuyor. Herkes derken, asker,
sivil, istihbarat, hepsi için söylüyorum. Bu ortamda iyi şeyler olur. O yüzden
de iyi şeyler olacak diyorum. Bir fırsat var, bu fırsatın kaçmaması lazım”
dedi.
-
HÜKÜMETİ SARSAN “ŞOK”
-
Gül’ün ‘beklenmedik’ söz ve açıklamaları
hükümette şok etkisi yaparken, başta Rum-Yunan, Ermeni ve Yahudi diasporaları
ile Misyonerler camiasında bayram havası yarattı.
-
Tam bir vukuf, ehliyet-liyakat, basiret ve
beka ile “Cumhuriyetin Kanunlarını” adalet, fazilet ve eşitlikle uygulamak,
yetimin malını gözetip kul hakkını korumakla memur-mükellef “bakan’ların başı,
halk hizmetkârı ‘başbakan’ RTE, açıklamayı önce “genel af” gibi algıladı.
-
Ancak meselenin (şimdilik) öyle olmadığı
anlaşılıp “Kürt açılımı” tepki alınca hemen “güneydoğu meselesi” diye ağız
değiştirildi. Sonra “demokrasi ve barış atılımı”, “huzur ve kardeşlik projesi”
ve “Toplumsal barış girişimi” ne dönüştü. Sonunda örtülü bir AB söylemi ve
dünya modası olan “Demokratik açılım” da karar kılındı!
-
NEDİR; DEMOKRATİK AÇILIM?
-
‘Ne men-em bir büyük fırsat’ konulu makalemize
göz atarsanız; ‘Yurttaşlıkta Birlik” başlığı altında işlenen bir hukuk ve
insanlık mucizesini görürsünüz. Zira 1926 -27 yıllarından beri TC yurttaşları
eşitlenmiş, millet arasında hiçbir ayrılık, azınlık ve ayrıcalık kalmamıştır.
Şimdi sorulur: “Ne sorunu kardeşim? Sorun varsa, ya her kesin sorunudur, ya da
yoktur.”
-
Öyle ya; 40 yıldır alıştıra-alıştıra gündeme
taşınan; Ülkede konuşulan 36 ana dil ve 48 etnik kök’ün varlığı, Anadolu’ya
1071’de gelindiği yalanı., 1071’den önce Anadolu’da Türk olmadığı, sonra
geleneyse haçlıların (haşâ) aşılama yaptığı; Egedeyse (kalleş-kancık) Yunan
palikaryasının tohum ektiği, akabinde de Wilson prensiplerinden dem vurarak
‘bütün halklara Flebisit (kendi kaderini tayin) hakkı tanıyan karar, metin ve
tasarılar hükümetlere dayatıldı.
-
Diğer taraftan, sözde “Kürt’lerin Ermeni
önderi” kundaktaki bebek dâhil 7’den 70’e 35 bini aşkın Kürt kardeşin kalleş
katili, eşkıya Artin Agopyan: “Federe devlet kabul etmem, ayrı bir devlet de
istemem” sözleri “yol haritaları” ve devlette zaaftan istifade ‘sayın’
taltifleri ile “binlerce şehit, aileleri ve necip Türk Milleti rencide
edilerek” gündeme sokuldu.
-
OYSA!
-
Malum ve mezkür ihanet furyası elli yıldır
sürerken; “FIRSAT” Nabuko’nun “hortum döşeme” açılımından “PKK’nın tasfiyesi”
olarak çıktı. ABD’nin BOP işinin bitmesi üzerine AB’nin “ucuz gaz hortumu”
gündeme geldi. Hat borularının yegâne tehdit, sabotaj ve şantaj unsuru PKK
için “işimiz bitti, mazarratı halledin” vizesi “büyük fırsattır” Diğer
taraftan; Yıllardır Kürt kamuflâjıyla rant sağlayan Ermeni-Rum-Yahudi
diasporası, vaktiyle Ağar’a ihale ettikleri olağanüstü kârlı “düz ova”
siyasetini hayata geçirme peşine düştüler. Sonuçta: “Demokratik açılım” içi
boş ve muğlâk bir kavram; Ortada kimlik sorunu falan yok. Zaten Doğu ve
Güneydoğu Ana-vatan bölgesi ve öz Türkmen yöresi. Öyleyse!
-
SÖZ KONUSU OLAN VATAN'DIR; GERİSİ TEFERRUAT!
-
Ülkemiz elli yıldır siyasi vesayet, dâhili-harici kuşatma ve abluka
altındadır. Şimdilik bunu kırmanın tek ve son hukuki ve demokratik yolu sandık
olup; Son çare: ‘ya AKP’ye karşı tek parti olarak birleşmek’ veya seçimde
hiçbir parti’ye oy vermemek şartıyla 27 Mayıs cunta, dikta, sulta ve statüko
partilerini sandığa gömerek Cumhuriyet’i kurtarmaktır.
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Özkan KARACA |
Özkan KARACA Hayat Hikayesi |
- TARİHE SELAM
-
Selam Sana! Bin bir çile ve zahmetlerle
yoğrulmuş, al kana bulanmış, gözyaşı ile sulanmış, toprağının her bir karışı-
bin tarağı şehitlerin kemikleri ve sulbünden geldiğimiz atalarımızın ten(r) i
ile süslenmiş eşsiz güzellikte, zarif özellikte ülke: Türkiye’m
-
Anadolu’nun kapısını Malazgirt’te (Ağustos
1071) ’ de yıldırım yumruğuyla aralayarak giren: Veli duruşlu muzaffer komutan
Alparslan ve akıncıları… Hilal etli bedenlerini, çelik bileklerini, azim dolu
başlarını feda ederek on beş yıl içinde Anadolu’nun tapusu bütünü ile kıyamete
kadar; çağların mirasında, dağların mevkisinde, bağların meyvesinde,
şehirlerin menzilinde ikamet eden nesillerine geçti.
-
Bozkır kültüründen, İslam medeniyeti dairesine
giren atalarımız yerleşik mekânlarda toplanarak, şehirler kurup geliştirerek;
kültür, sanat ve sosyal müessesler tesis ederek bulundukları yerleri izanların
derinliğinde; bileklerini yorarak, dileklerini geleceğe sorarak imar
seferberliğinde geliştirmeye başladılar. Böylece çağların alnında parlayan,
zamanların yelkovanını güzelliklerle yakalayan, gönüllerin duvarını paklayan
ve günümüze de ışık tutan: Kıymetli mimari eserleri ile Anadolu’yu ve
fethettikleri üç kıtanın; yer in bakırını, gök’ün bakışını! İnci gerdanla,
yakut endamla, altın cevherle süslediler. Bilek terinde, beyin zerinde, kalbin
yerinde hayırla yâd edilen ecdadımızın pak ruhlarına, hak sürurlarına selam…
-
Osmanlı Ordusu önce insanların; dil, din, ırk
ne olursa olsun kucaklarını açarak, toprak fethinden önce kalpleri fethederek
topraklarını: Avrupa’nın Viyana kapısına, Orta Doğu’nun ve Orta Asya’nın
yapısına ve Afrika’nın çöl ortasına kadar geliştirdiler.
-
Edirne başkenttir. Devasa Osmanlı Devletinin
bağrında duran fitne ocağı, fesat kucağı Bizans Devletine son verilmelidir.
Altın asrın kutlu peygamberimizce Muhammet Mustafa (S.A.V) ’in mutlu
sahabelerine dile getirdiği “Kostantiniyye (İstanbul) , elbette fetih
olunacaktır. O’nu fetheden komutan ne güzel komutan, O’nun askeri ne güzel
askerdir.” Müjdeye mazhar olabilmek toplandılar. Tarih boyunca yıkılmaz ve
aşılmaz denilen İstanbul surlarına nemli gözlerini sürdüler. Şanlı Komutan 2.
Mehmet ve neferleri, Bizanslıların; Rum ateşine, ok adedine, kılıç aletine
karşılık… Canları yere yıkılarak, kanları sur’lar da yıkanarak: Ulubatlı
Hasan’ın burçların üzerine çıkardığı ve göklerin işaretinde al kanlı
bayrağımız kıyamete kadar dalgalanmak üzere göndere çekilmiştir. Bu büyük
gelişmeyle de Avrupa oldukça sarsılarak reform hareketi başlattılar. Zaferle
(Mayıs 1454) Bizans Devleti bir daha dirilmemek üzere tarihin kaçınılmaz
boşluğuna yuvarlanmıştır. O zamana kadar Osmanlı ‘Devlet ‘ olarak
isimlendiriliyordu. İstanbul’un Fethi ile Osmanlı ‘ İmparator ‘ olarak Cihan
hâkimiyetini pekiştirerek anılmaya başlayacaktır. Bir çağı kapatıp, yeni bir
çağ açan Fatih in fatih yürekli torunları olan sizler… Selam.
-
Fatih Sultan Mehmet’ten birkaç yıl sonra tahta
oturacak olan, Yavuz Sultan Selimle gelen Mısır’ın fethi bereketi ile Abbasi
devletinden hilafeti alarak, bundan sonra da Osmanlı padişahları İslam
Halifesi olarak tarihin sayfalarına kayıt düşülecektir. Yavuz Selimin hemen
ardından: Kanun yapan, adaleti gözeten olarak ta zikredilen oğlu Kanuni Sultan
Süleyman’ la; sosyal, siyasal, kültürel seferberlikle iman ve izan inşası
seferberliği hızlanacaktır. Kanuni ile Osmanlı İmparatorluğu zirveye
oturacaktır. Osmanlı ordusu öncü kuvvette kalplerin fethini kazanarak,
dünyanın nizamını hak- hukuk sesinde açarak: Arş, arş üç kıtaya kadar ayak
ritmini açarak gelişleşmişti. Ne var ki tarih tekerrürü aynalardan yansıyarak;
çağların ağlayan beyin kürekli, bilek yürekli banileri zamanın bulutlarını
yürek yangınlarına emerek güzden güne Osmanlının devasa toprağının eridiğini
gösterecektir.
-
Osmanlının kaynakları ve dayanakları tarumar
edilerek beli bükük, yorgun düşmüştü. Öyle yorgun ki Avrupa’nın ellerini
ovuşturarak, dilleri coşturarak adlandırdığı “ Can çekişen hasta adam.” Ve
hasta adamın! Göz kamaştıran zenginliğini harita üzerinde, mücrim ellerle
paylaşılan pasta. Bir millet mozaiği; Türk, Kürt, Laz, Çerkez ve daha
sayamayacağımız irili ufaklı ırktan mensuplarla, var oluş istikbali
kaybetmemek için istiklal mücadelesine girmiştir. Acı savaşın mücadelesinin
sonucu olarak; düşmanın sırıtkan süngüsü, gürültülü topu ve hedefli namlusuna
karşı iman dolu göğüslerini siper ederek: Dini sağlam örgüsü, geleceğin beyaz
örtüsü ve neslin özgürlüğü için şehit yada gazi olan nice isimsiz
kahramanların evlatları olan sizler. Selam…
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- ÇATAL AŞI
- MALZEMESİ: 5-6 porsiyon için.
- 6 su bardağı su.
- 1 su bardağı yeşil mercimek,
- 1 su bardağı yarma.
- 2 kaşık tereyağı,
- 1 çay bardağı kavrulmuş kıyma veya kakırdak,
- 1 baş kuru soğan,bir tatlı kaşığı nane,isteğe göre kırmızı pul biber.
-
Yeşil mercimek önceden ayıklanır ve yıkanır.
Yarma ayıklanmış geldiği için sadece yıkanır.
-
Yeşil mercimek önceden 6 su bardağı su ile
haşlanır. Haşlanan mercimeğin üzerine bir bardak yarma katılarak biraz tuz
konulur. Yarmalar pişene kadar kaynatılır. Sonra tavaya iki kaşık katı yağ
konarak eritilir.
-
Pembeleşene kadar soğanlar kızartılır Kızaran
soğanın üzerine çiğ veya kavrulmuş kıyma konularak kıyma kavrulur.
(İstenilirse kakırdak konulur.)
-
Kavrulan kıymanın üzerine nane ve istenilirse
kırmızı biber dökülür.Çorba servisi yapılırken kaşıkla tabaklara bu sos
konulur. İstenilirse kızartılan bu sos tencereye dökülebilir.
-
İsteğe bağlı olarak çorba tabaklara konunca; bu çorbanın üzerine çökelek
de yenilebilir.Yanında kuru soğanla gayet güzel Yenilir.
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Erhan TIĞLI |
Erhan TIĞLI Hayat Hikayesi |
- DOST GÜNAYDINLAR
- Ne zaman günaydın dese dostlarım
- Güneş doğar içime
- Cıvıldaşmaya başlar kuşlarım
- Bal arıları konar çiçeklerime
- Dağılır kara bulutlarım
- Sevginin şiiriyle
- Bezenir bahçem
- Özlemim umudumla öpüşür
- Güzelliklere açılır pencerem
- Mutluluğum türküleşir
- Fırından yeni çıkmış sıcacık
- Bir ekmeğe dönüşür
- Duygum düşüncem
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Rıza KANDEMİR |
Rıza KANDEMİR Hayat Hikayesi
|
DENDİMİ DAHA NASIL
Ben derdimi daha nasıl söylemiş
Mısır’da yazıla var insanoğlu
Dur ki sana ip ucu da vereyim
Okuyup içinden bul insanoğlu
Beş nus var kazancımız yetmedi
Kış geldi bacadan duman tütmedi
Aç yattı yavrular uyku tutmadı
Birde ulu hasta var insanoğlu
Koyun sattık veresiye gelmedi
Usta oldum patron para vermedi
Halam vampir bacım kanım emdi
Bizde hayat böyle zor insanoğlu
Oruç bitti herkes bayram edecek
Tatil bitti öğrenci var gidecek
Yoksullar bayramda nasıl edecek
Bayramda işimiz zor insanoğlu.
Mesaj yazdım geç kalmadan alırsan
KUL RIZA’YI bir tenhada bulursan
Ben ölmeden gadir gıymet bilirsen
Bize de uzansın el insanoğlu
20 Ekim 2007 01,30 |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
152 SAYI 25 Ekim 2011 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız! |