YIL 13     SAYI 149    25 Temmuz 2011

ÇORUM ULU CAMİ

 

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

1
 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

Mahmut Selim GÜRSEL ZAMA ZİNGO İŞLER
Ahmet CANBA BABİLİNÇLİ  YİYİN  ZAYIFLAYIN
Galip BARAN TARHAN ERDEM'İN YAZISI IŞIĞINDA; SINACI'YA ÖĞÜTLER VE HATIRLATMALAR
Murat HACIOĞLU NERESİNDEN BAŞLAMAK GEREK BİLMİYORUM
İsa KAYACAN BURDUR’DAN NEZİHA ANANIN ŞİİR DÜNYASI
Mustafa Nevruz SINACI KUŞATMA VE ÇULLANMA
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU EDEBİYAT DÜNYAMIZDAN HOŞ SEDALAR
Selma GÜRSEL ÇORUM BAKLAVASI GÜL BURMA (SARIĞI BURMA)
Erhan TIĞLI DOST ELİ
Rıza KANDAMİR  GEL GEL
   
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
 ZAMA ZİNGO İŞLER
            “Zama Zingo” bizim buralarda bir zamanlar anlaşılmayan işler için kullanılan bir anlamsız sözdü.  Sorsan kimse ne manaya geldiğini bilmez fakat; bilmediği anlamadığı, aklının yetmediği işler için bu deyimi kullanarak konuyu geçiştirmeye çalışırlardı.
            Nereden çıktı bu söz dersen; Bizim buralarda insanlar artık ticari faaliyetlerde bulunmak yerine “Zama Zingo” işlerle meşgul oluyorlar.
            Akşama kadar dükkânlarının, iş yerlerinin işsiz ve boş oturduktan sonra evlerine giderken günün zararından çok bu gün yaptık diye kara kara düşünmektedirler.
            Cidden bu son yıllar içerisinde Türkiye ekonomisinin gerilemesindeki sebeplerin başında dışarıdaki ekonomik krizlerin Türkiye’ye de yansıması mı? Yoksa o konu haricinde Zama Zingo bazı işlerden dolayı mı Türkiye’de ekonomik kriz var diye gözükmekte.
            Ülkemiz bir zamanlar kendi ürettiği ile geçinebilen bir ticari yapıya sahip iken yanlış kararlar yüzünden nerede ise yediği somunu (ekmek) bile ithal eder duruma düşmüştür. Bu yanlışlık halen büyüyerek devam etmektedir. Neden kendi iç piyasamıza bazı kolaylıklar getirerek küçük iş yerlerinin devamını sağlayacak önlemler almıyoruz buna çok şaşıyorum.
            Küçük esnafı ayakta tutan memur, memur emeklisi ve işçi emeklileri ile kendi çalışma alanından sonra emekli olmuş şahısların gelir düzeylerinin kısılarak alış veriş çarkının canlanmasının sağlanması her nedense yapılmamaktadır. Asgari geçim gelirinin çok düşük tutulması Türkiye içinde esnaf ve sanatkârları da zor duruma düşürmekten başka bir uygulama olmadığı gözükmektedir.
            Gelir seviyesinin emekli maaşları ile çalışanların maaşlarında Avrupa standartları ölçüsüne getirilmesinin zamanının geldiği gözükmektedir. Maaşların iyileşmesi ile Türkiye içerisinde para dönüşümünün çoğalması enflasyonu getirir korkusu da bana göre yanlıştır. Sabit gelirli yani maaşlı insanların refahının artması esnafında refahının artması olarak gözükmekte, esnafın refahının artması ise iç malların üretimine hız verilerek iş istihdamının artmasına ön ayak olacağın kaçınılmaz olduğu gözükmektedir.
            Bence artık büyük marketlerin de hükmünün kalktığı bir ortam zamanının gözüktüğünü söylemek kâhinlik olarak görülmemektedir. Sabit ücretliler ellerinde bulunan kredi kartlarını 2009’un ortalarına kadar kullanmış sadece bu kartların borçlarını ödeme çabası ile robotlaşmış durumda olmaları düşündürücüdür.
            Ülkemizin kaynaklarının artık dış mihraklara peşkeş çekenlerin ayıklanmasının zamanı gelmişte geçmektedir. Satan kişiler için büyük gözüken bu paralar Türkiye’nin zenginliklerinin çalıştırılmaması ile Türkiye’nin sırtından paralar kazanmaya devam edecekleri ve ülkemizi bir sülük gibi emdikleri artık görülmesinin zamanı geldi de geçmektedir.
 
 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ahmet CANBABA
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi
BABİLİNÇLİ  YİYİN  ZAYIFLAYIN
Hemen  her gün  gazete  sütunlarında  zayıflamayla  ilgili  yazılar  okursunuz. Çamur  banyosunun iyi  geldiğiyle ilgili  bir  mankenden diyet reçetesi  alırsınız. Doktoru  şunu  yeyin,  bunu  yemeyin  demişte,  mankende  artık yiyeceği  şeyleri  seçmeye  başlamış. Alışveriş  yapmak  gibi  özel  hobisinin  yanında  yemek yemek  gibide    özel  bir  hobisi  vardı. Bilinçli  yemek  yiyerek  zayıflayabileceğini  kendisi  biliyordu  ama  bilinçli  alışveriş    yaparak  gar dolabını  doldurması  işi de oldukça  zordu. Medyada  artık kimin ne yiyeceğinin  tartışıldığı  bir  ortamda, bu zavallı  bir türlü  zayıflayamayan insanlarımızın  durumunu  varın  siz düşünün.  Manken filancası,  biraz  fazla  kilolu  diye iş  alamıyorsa  veya sevgilisine  şirin  görünemiyorsa,  bunun  acısını  yaşayan  ve en çokta  böyle  mankenlerin  halinden  şikayetçi  şişman  zengin  sosyetenin TV deki  münakaşalarını  evinde zeytin  ekmeğe  talim  eden zümre  yapmıyor mu?. 
            Kışın mayo  defilesi  yapılırken podyumlarda  yaza  hazırlık  diye, yaz  ortasında sıcakta  kürklü,  kazaklı  kalın kumaşlardan  yapılmış  giysilerle yapılan defilelerde sergilenen kıyafetleri sade vatandaş  seyrederken  bunlar beni ilgilendirmez diye  tepki  koyabiliyor mu?.  Nüfusumuzun 35 milyonu  açlık sınırındayken, yaz  geliyor  diye martta  tv’ de ve  gazetelerde boy  gösteren  zayıflama  rejimiyle  ilgili  öneriler  sade  vatandaşın  neredeyse  baş  sorunu  olup  çıkıyor. İşkence haline getirdikleri aç yaşamayı rejim diye anlatmaları toplumu ne  yerine  koymaktır,  ben bunu  söylemeye  bir  kelime  bulamıyorum. Üstelik birde sade  vatandaşlar  nasıl kandırılıyor. Hani  aç kalmak işkence ya işte sizi  bu işkenceden  aç kalmadan  ve  açlık  çekmeden zayıflamanın metotları. Önce hangi  yiyeceklerin kaç kalori  verdiğini  bileceksiniz. Metabolizmanızı tok tutma eğilimine sokan ve  aynı  zamanda size  enerji  veren yiyecekleri  tespit  ettiniz mi  gerisi  kolay. Hangi yiyecekler yağ ihtiva eder. Bir  defa yiyeceğiniz  besinlerin  posası ve proteini bol  olacak. İçindeki şeker yükü  az olacak. Bu  genel bilgiden yola  çıkarak  yiyecekteki  favorilerinizi  tespit  edin. Ama bu  arada  damak  tadınızı ve ne  yapacağınızı  uzmanına sorduğunuzda   “canım  zayıflayacaksınız ya,  zayıflamada damak  tadı  düşünülmez”  der.  Yağsız salatayla,  yağsız  bir  çorba  yapın  bakalım.  Önceden öyle iştah açacak  acı yok, öyle  sosmuş,  mayonezmiş  kullanmak  yok. Lokmaları ağzınızda zaman tutarak yiyin.  Bir lokmayı  bitirmek  en az birkaç  dakikanızı  almalı. Yiyeceğiniz bütün nesneleri gözünüzün önüne getirin. Bir tarafta pirzolalar  olsun,  bir tarafta  baklava,  börek.  Hindi dolması ile kuzu  şişini de  belleğinizden  geçirmeyi  sakın ha ihmal  etmeyin. Önce beyninizde tokluk  başlasın. Bunları TV den   uzman  anlatırken evinde çocuk  annesine  soruyor.  “Anne hindi  dolması diyor,  o da ne ki”.   “Sus kızım  manken  ablanızı işte  bu  uzman  aha  bizim  gibi  zayıflatacakmış.  Gelseler de zayıflama   metodunu  bana  sorsalar  olmaz  sanki”  der kadın. Çocuğu  annesinin  bu  mırıldanmasını  duymamıştı  bile. Diyelim ki  tokluk sinyali  onların  beynine ulaşırken garibanında  beynine  yokluk  sinyali  ulaştı.  Sofradaki  zeytinini  üç kere ısırarak  ekmeğine katık  etti  ve çocuklarına :
“Bah  gızım  televizyondaki  bu  program yarınki  günümüzün  bu  günden  daha iyi  olmayacağının  işareti.  Ben ne diyorsam  siz öyle  yapın” dedi.  Sonra tv deki  uzman demez mi ki,  “yemek  yerken   zaman zaman dinlenin.  Sofradan kalkıp ta  bir yere  yatın  demiyorum  sayın  seyirciler.  Birbirinizle  konuşarak  vakit  geçirin” der demez stüdyodaki  mankenlerde  birbirleri ile dedikodular  seyircilerin  önüne  seriliverdi. Kim kimin  sevgilisini  ayartmış,  kimin  göğüsleri  podyumda iş  kazasına  uğrayarak  açılmışta  seyirciler  gördüğü  için  nazar  değmiş.  Mankeninde  silikon  göğsü  o  ‘nazardan’  patlamış.   Artık iş  kavgaya  dökülüverecekti ki  uzman  “sevgili  bayanlar, şu  anda  sofra  başında değilsiniz  lütfen kendinize  gelin” dedi de münakaşalar  kesildi. Ve uzman “işte kıymetli  seyirciler, manken  arkadaşlarımızın bu kırk dakikalık tatlı  sohbetleri  kadar, yemek  arasında sohbet  etmelisiniz”. “Bir  defa diyette  hem  karnınız  doyacak,  hem de en kısa  zamanda zayıflayacağım diyeceksiniz. Bunun ikisi  bir  arada  olmaz. En  az  altı  ay  gibi  bir  zamana  ihtiyacınız  var” dediğinde  zeytinini  dört  parçaya  bölen  ve kırk  dakikalık  manken münakaşalarının  ardından  uzmanın  arkasından da  olsa  evinden uzmanı  çekiştirmek  zorunda  kalan vatanım  kadını,  dört  parçalık  rejime:  “Vallah  benim  çocuklar  dayanamaz.  Tivi deki zayıflama rejimine.  Uzman zayıflama rejimi  anlatırken, sanki  onun  evindeki normal  yaşamından  bahsediyordu. Uzmanın zayıflama rejimini,   ekonomik rejime uygulamak isteyen  hükümet,  açlık  sınırının  altında  yaşayan  sade  vatandaşı  isyan  ettirmişti.  Bir  zeytini  dört kerede  yiyerek  bunun  altı  ay  devam  etmesine  çocuklarımı  alıştıramam diye  isyan  etti  ama  “hele şu   diyet  rejiminin  sonunu  bir  dinleyek  bahak”  dedi.   Uzman: “Yağsız yiye yiye damağınız bu lezzete alışacak.  Altı  ay sonraki  lezzetsizlik,  sizde  lezzete  dönüşecek ve  zorunlu  olarak  yağ  kullanmaya  bir  alerjiniz  olacak. Gittiğiniz yerlerde  yağlı,  lezzetli ve şişmanlatıcı  yemekler  olduğu  için  sizi  yemeğe  davet  edenleri üzmemek  için tadımlık  olarak  az az alacağınız  yemeklerde  zaten sizi  şişmanlatmayacaktır. Fazla  yiyerek  obozite olmak  yerine  her şeyi  kararında yerseniz zaten  obozite  olmaktan da  kurtulmuş   olursunuz” .  Bu  sırada  okurlardan  alınan telefonları  yanıtlar  uzman.  Spiker  bir  seyircimizden  telefon  var diyerek  uzmanın  sözünü  kesip, Uşaktan  Hanım  çeneli: “Efendim   senin dediğini  anlamış  değilim. Ben  zaten  günde bir  öğün yemek  yiyordum.  Şimdi  ramazan  gelecek,  mevcut  bütçeme  göre  bunu  artırmam mümkün  değil. Ramazanda  bir  öğünümü  ikiye bölüp  yarısını sahurda yiyeceğim. Benim bütün  şikayetim  oğluma  ekmekten  başka  bir şey veremiyoruz. Bütçemiz  kafi  değil.Günde  belki  beş  ekmek  yiyor. Sekiz  yaşında  doksan  kiloda  nasıl rejim uygulayabiliriz” dediğinde  uzman. Bayana  “Siz  kilolarınızdan  şikayetçi  değimlisiniz?” der.  Bayan  şikayetçi olmadığını  söyler  uzman  bayanın  yaşını,  kilosunu,   boyunu  sorar aldığı  cevaplar  karşısında  “tam  normal  kilodasınız.  Nasıl   bir  rejim  uyguluyorsunuz  bize  yazıp  gönderin.  Bundan  sonraki  programımızda  sizin  yaptığınız  diyeti  anlatalım”  dedikten  sonra seyircisine  çocuğunun  sorunu   olarak yaptığı  diyet  neticesi zayıflayarak  ölümün  eşiğine  gelmiş  bayanlardan  şişmanlamak  isteyenlere  senin  çocuğunun   uyguladığı  diyeti  uygulatarak
Zayıflıktan  kurtulmak  isteyen   müşterilerimize tatbik  edeceğiz ve bundan dolayı  siz seyircimizin bütçesine  katkıda bulunacağız  deyip seyircisinin  adresini   alır .   “Çocuğunuz  bir  ay  bizim  misafirimiz  olacak,  bizim  havuzumuzda  yüzerek,  her gün  cim lastik  yaparak  hekim  nezaretinde  kontrollü  olarak  zayıflatacağız.” Uzman,  dinleyenlerden gelen bir  sürü  telefonları   yanıtlar.  Bu  arada  kendi  kliniğinin  ve tesislerinin  reklamını  yapmaktan da  geri  kalmaz
            Uzman kişi  rejim  yapmak  isteyenleri  yağ  kullanmaya  karşı  direnmeye  davet  ettikten  sonra. Şekerle  ilgili  tehlikeleri  sıraladı. Kandaki  şeker  oranınız  çok   önemli  üstelik  halkımız  bilinçsizce  yağla  şekeri  birlikte  tüketiyor. Bu  iştahınızı  tetikler  oburlaşırsınız dediğinde, tivi deki  diyeti  dinleyen  sade  vatandaşımız,  komşusunun  çay  alamadığı  için  sıcak  suya  şeker konularak   çay  yerine  içtiği  şerbet  aklına  geldi ve  komşusunun  duvarını  yumrukladı.  İki  dakika   sonra  gelen  komşusuna.  “Bak  komşu  kahvaltıda  kullandığın  margarin  yağıyla  birlikte  şerbet  içiyorsunuz  ya,  o  işte  çok  zararlıymış  bah  doktorumuz  ne diyor  dinle”  diyerek  o  anda  söylediği  sözü  tekrar eden  doktoru komşusu da  dinler. Bak  tüm  bunların  yerine  kurabiye, çikolata, baklava  yerine  meyve  yiyeceksin. Komşusu  doktora  dönerek  “hay  ağzına  sağlık  doktor  bizde  zaten  öyle  yapıyoz”.  Kendisini  çağıran  komşusuna  dönerek  “öyle  değilmi  gı” dedikten sonra  neden öğle  olduğunu da televizyondaki  doktorun  duymadığına  üzülerek anlattı komşusuna. “Komşum  sen  de  aynı  şeyi  yapıyon  hiç  pazarda  satıcıların  gofret  attığını  duydun mu? Hiç  çikolata  attığını  duydun mu?, ya  baklava  attığını?  Biz zaten  Pazar  artığı  olarak sebzemizi  meyvemizi  topluyoz..  Onun  için  canımız  istediğinde  zaten sebze  ve  meyvemizi  yiyoz. Uzmanın  anlattığı   doğru  gomşu  bahsana  çevrene  bizlerden  herkes diyette  herkes  tığ  gibi.” Diyetçi  uzman  doktor  bu  arada sık sık  ama  az yemekten  bahsetmez mi günlük  ancak tek  öğün    yemek yiyen  komşusunu  diğer  komşusu  uyararak. “bak  gördün mü  kaç kere dedim size  akşamınızı  sabaha,  öğleye,  ikindine,  yatsıya  paylaştırın diye.” Komşusu:  “her öğüne çeyrek  dilim  ekmek  hemi,  öylemi diyon yani  sen bana? Kız kim doy ar  çeyrek  dilimle  allasseen!”. Doktor: “Ara  dilimlerde   yüz kalori”  der demez  komşu  “işte şu kalori  hesabından  anlamıyom. Yüz kalori,  yani yüz gramı  demek  istıyo”. “Yoh  anam,  bi  dinne bakalım  sende.  Ağız  tadıyla  bir  program   dinletmiyon .
Bu  arada diyet  uzmanı  sudan  bahsettiğinde,  gelen  komşu  “kalk  anam  kalk  aha bi  sattır  işe  güce   bahmadan  kilitlenip  kaldık   televizyona.  Böyle havadan  sudan  şeylerle  vakit  geçiriyoz”  deyip de  kalktı gitti  evine.  Ama  ne yalan  söyleyim  benim  hala  gulağım  televizyonda  doktorda. Doktor hala şişmanlar için,  onlar  kendilerini  fiziksel  özürlü  olarak  görüyorlar normal kilolarında  olanları gören  şişmanların,  tanrım  beni  tekrar  yarat dediklerini  duyar  gibi  oluyorum.  O  hala  Bol  su  için  diyordu. Şehrin  içme  suyu da  mikroplu.  Ama bilmem ki  nasıl  içsek  bol sudan. Doktor  herhal  dışardan  bidonla  su  alanları  kastediyodur. Pazardan  artık  toplayarak  evin  geçimini  sağlayan  bizler  için  değildir  bu  sözler.Eee  günde  sekiz  on bardakta  su.  Diyelim ki  içtik.
            İşte bu  tivilerdeki  sağlık  saatleri  pek  bi  hoşuma  gider. Bak  bugün ki  hekimde ‘Ostropoz’ diyo  dur  bi  gomşuya  seslenek bahak  deyip üç  dört  kez komşusuyla  bitişik  olan   duvarını  gene  yumrukladı…
 Aradan bir  iki  dakika   geçmeden  komşusu  demir  rezleli  kapının eşiğinden  göründü   “gene  ne var sabah  sabah  daha  sofrayı  bile  kaldırmadım. “Bak anam  bacım  bizde  hiç bi  hayat  galmamış ta  bizim  habarımız  yok.  Biz  orta  yaşlı  sayılıyoruz  ama gören  zanneder ki  yetmişinde.  Doktor  düzenli D  vitamini  kullanmamız  gerekli diyo.  Baksana  bidefa  sofanızdan  balık  etini  eksik  etmeyin”   deyip te ardından televizyondaki doktor  ‘somon’  dediğinde  …. “eh  bizim  soframızdan  çok şükür  ‘somun’  eksik  olmaz”  dedi.   Komşusu:  “sus  hele  somunu  annadık canım.”  Doktor  ‘Ton’  dediğinde  “tonmuş” dedi  gelen  komşu  “ohooo”  dedi   “tonnan  somunu  tedarih  ederik  eee dohtor.” Doktor ‘ Levrek’ deyince komşusu  hemen  ardından  “Bah  görüyonmu  ekmek te  gevrek  olacakmış besbelli” dedi. Doktor  devamla     “ardından da  sardalye  üstüne  süt  ürünlerini  sayabiliriz dediğinde …evin hanımı  “demek ki  sütü de  sandalye  üstünde  içecekmişiz”  dedi.  Komşusu  “annadıysam  arap  oluyum. Osdurapusdan  korunacaaz ne demekse”  Doktor: “D vitamini  güneş ışığı yardımıyla  cildimizde üretilir  bol  bol  güneşlenin” dediğinde ….ev hanımıyla  gomşusu  sözleşmişcesine  “aha  bi  onu  yapıyoh  zaten  bizde”. Bu  arada gene  bir  seyirci  bağlandı  telofona  “doktrcuum  günde  sekiz,  dokuz saat  bi  güzel  uyku  çekiyom. Saat  on birde  on ikide  kahvaltıdan  kalktı mı  öğle  yemeğine de  hacet  kalmıyor.  Kahvaltıda  ağzınıza  layık bi güzel  beyaz  peynir.  Ardından yumurta,  tereyağı,  reçel”,  Doktor  “duur  orda”;  dedikçe  bayan  “niye  duracam,  kimse  durduramaz  beni  kaç  gündür  sabahları  programı  arıyom  hep  meşgul  çıkıyo  kimse  durduramaz  beni”  deyip “ardından  ikindiyi  çok  hafif  geçiştiririm kırmızı  et  ve  balıkla  etin  yanında  mutlaka  salata  vardır.    Akşama  gene  bunlara  benzer  bir  şey  yerim  ama  yanında muhakkak pilav  ve  arkasından  tatlı  vardır .  Geceleri  yoğurt  ve sütü  ihmal  etmem .Tatlının  yerine  bazen  muzu,  çileği,  elmayı  meyve  olarak  tercih  ederim.  Bazen  rahatlık  versin  diye  şarapta  içtiğim  olur.  Şu  yirmi dört saat  gün  olarak o kadar  kısa ki  doktorcum adam bile  kızıyo  bana.  Yemek içmekten dolayı  kendisiyle  ilgilenmiyormuşum. Doktorcuum  günde bir  tanede multivitamin  içiyorum  çokmuu?  Ama  maalesef  spor  yapamıyorum  bu yaptıklarım  sizce  doğrumu?”
            Doktor  sabırla  bayanı  dinleyip  “kaç  kilosunuz,  sizde fazlaca obesit  olmalısınız    herhalde. Sabahları  erken  kalkın.  Geç  kalkan  fazla  kalori  yakmaz,  hareket  edin, kollestrol  ve doymuş  yağlara  dikkat  etmiyorsunuz  karbonhidratlı  yiyecekleri  daha  az tüketin.4000 kalorilik  öğle  yemeği  saydınız  bana.” 
             Evinde komşusuyla  televizyonu  izleyen  Sakine  hanım  Sakinliğini ilk  defa  bozup  komşusuna  dönerek: “Sankim  onlar bana   hayal  tacirliği  yapıyor  gibime  geliyor. Zayıf  olanlara    şişmanlama,  şişman  olanlara da   zayıflama dersi  verenlerin istediği şey bize  göre değil. Kimler  neyi  hayal  ediyorlarsa  işte o  hayal  tacirlerine  müracaat  etsinler. Zayıflamanın  iki  yolu  var.   Kendimize  gerekli  günlük  enerjiden  az alırsak  zayıflarız,  fazla  alırsak  şişmanlarız. Sağlıklı  yaşamdan  büyük  ikramiye  kazanmış gibi yiyip içseler de şişmanlamayanlardan  bahsediyorum.   
Tüm böyle  rejimi tatbik  ederek  ölüm  döşeğine  düşmüş  bir  mankenin  acı  dramı  ve bu  arada zaten  tatsız, tuzsuz, yağsız,  etsiz  sofrası  olan  vatandaşın  gene öyle  zayıf  kalarak  zaten rejimde  olduğundan, ölmeden  açlık  sınırında  yaşamaya  devam  ettiğini,  halkını  düşünen  devlet  adamlarının,  zenginler gibi  hiç  para  harcamadan  halkı  rejimde tuttuğunu,   milletinde  bundan  rahatsızlık  duymayarak  gene  bizleri  açlığa  mahkum  edenleri  seçtiğimizi  anlatacağım.
 Doğru  ve dengeli  besleneceez diye   bi  kalori  listesi  tutuşturuverir  diyetisyenler  insanların ellerine.  İhtiyaç  duyduğu  kalorileri herkes  kendi  bünyesine  göre  alırsa, diyetisyene  gitmeye  hacet  kalır mı?.  İnsan  ihtiyaç  duyduğu  kadar  kalsiyum  alırsa  ve  hangi  besinlerin  ne kadar  kalsiyum  ihtiva  ettiğini  bilirse,  kemik  yapısını  insan  dengede  tutamaz mı?.
            Artık eskisi  gibi  devletin himayesi  altında  değil  vatandaş.  Evvelden  devlet  babalık  yapardı.  Fakire  fukaraya  yetime  dula.  Şimdi  her şey  özelleştirildi.  Birey  olarak   ailelerde   özelleşti. Şimdi kadınlar kocasının,  çocuklar  anne  ve babasının sorumluluğunda  olmak  istemiyorlar. Çünkü  bireysel  özgürlükte  sevmek  ve sevilmenin de  şartları  değişti.  Her şey  gidebildiği  yere  kadar  gidiyor. Günübirlik  mutluluğu  sürekli  hale  getirmeye  çalışıyoruz.
Koca  baskısında  kalan  kadınlara  ‘sığınma’  evleri  açılması,  kadının  çaresizliğinde  sokakta  kalmaması  açısından ne  iyi”.  Sakine hanımı  hayretler  içinde  dinleyen  komşusu,:” Ne gadar da  çok şey  örenmişin  bacım  sen” Öğrenmeziyim  hiç geçende  bizim  adamada  biraz  bahsettim de  adam:  “Peki öyleysem  kadın  sığınma  evi  varda,   neden  bir  erkek  sığıma  evi  yok?”  dedi . “Napacaan”  dediydim, “valla  hanım senin bu  çok  bilmişliğinden başka  nasıl  gurtulacaam”  demez mi. Komşusu “Valla  adam  haklı, bahsana  neler  biliyon  canım. Fazla  bilmişlik pek hayır  getirmez  insana.”
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Galip BARAN
Galip BARAN Hayat Hikayesi
TARHAN ERDEM'İN YAZISI IŞIĞINDA; SINACI'YA ÖĞÜTLER VE HATIRLATMALAR
Sayın Mustafa Nevruz SINACI,
Siyaset Bilimci, Hukukçu, Araştırmacı-Yazar
Bilinç Üniversitesi Rektör Yardımcısı
ANKARA
Ekli yazıda, Tarhan Erdem, poliste ve cezaevinde ölen genç bir adamla ilgili yazısında, Başbakan, içişleri ve Adalet Bakanlarına istifa etmelerini önermiş...
Bizim ülkemizde, siyaset erbabının öyle kolay kolay istifa etmeyeceği bellidir. Bu konuda, rahmetli Ecevit'in Erbakan'la kurduğu hükümeti "hükümet etme anlayışımız farklı" diyerek bozduğunu, istifa ettiğini hatırlıyorum.
Sayın Erdem yazısının bir yerinde, "Adalet Bakanına soruşturma açmış (biz ne soruşturmalar duyduk); İçişleri Bakanı suskun! Basına yansıyanlardan ilgili Bakanların, sorumluluk alanlarındaki bu yüz karası olayla kendilerini ilgili görmedikleri anlaşılıyor!
Oysa böyle bir olayda bakanlar istifa ederse, polis ve infaz kurumları da yaptıklarından devletin utandığını anlar, bunu bilerek görev yaparlar!"demiş olduğu görülüyor.
Olaya bir de bizim açımızdan bakalım: Yalnız sıradan olanların değil, trafik ve çevik kuvvet polislerinin hatta avukatların (hukuk fakültesi mezunlarının) bile kural çiğnedikleri, yasalara uymadıkları biliyoruz. Bende fotoğrafları var. Bu durumu sen de Kızılay da gözleyebilirsin.
Bu gerçek karşısında çok sağlam ve avantajlı bir konumdayız, bana göre…
Bu devletin polisleri ile Başbakanı, İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı arasında yasa bilgisi, anlayışı, bilinci bağlamında bir fark olmadığının farkındayım.
Bir insan Başbakan, İçişleri veya Adalet Bakanı oldu diye bilinçlenemez ki. Başbakan, İçişleri, Adalet Bakanı olmazdan önce ne ise, odur. Bu değişmez...
Sayın SINACI,
Eğer sen Trafik Yasası'nın yayalarla ilgili kırmızı ışık kuralına uymuyorsan, (Trafik yasası bir bütündür. Yasanın bir kuralına uyup diğerine uymamanın bir anlamı yoktur) ya da uysan bile uymayanı en azından uyarmıyorsan, Avukat veya Hukukçu SINACI olsan bile, Bilinç Ünivesitesi'nden SIFIR alırsın...
Bu durum karşısında, "Devlet" olabilmenin "olmazsa olmaz" şartı olan "yasa" konusunda öğrendiklerimizi, bildiklerimizi yaşama geçirme yükümlülüğümüz, sorumluluğumuz var.
Bu konuda Başbakan, İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanından da biz sorumluyuz.
Sayın Ergün Arıkdal'ın bu konuda söylediklerini bir hatırlayalım:
"Şimdi daha pratik bir şey söyleyeyim. Bir trafik yasası çıkarılıyor, değil mi?
Ancak bu cezalarla trafiği düzeltmek asla mümkün olmayacaktır, bakın istatistiklere, daha fazla kaza olacağını göreceksiniz. Bu insanlar cezayla, canı yanarak, maddesinden zarar vererek, egoizmasından (bencilliğinden) veya nefsaniyetinden veya menfaatinden yoksun bırakılarak terbiye edilmek istenmektedir.
Bu çok yanlış bir iştir.
Çünkü yönlendirici olmaları gerekenlerin ilkeleri, prensipleri yoktur. Her şeyden önce topluma trafik ilkesinin, prensibinin öğretilmesi gerekir. Trafiğin ne olduğunun anlatılması gerekir.
Bunu bize kim anlatacak?
Bu işi hiç bilmeyen, bir türlü öğrenememiş olanlar mı? Zaten bilseler bu şekilde yani cezaları artırarak eğitim vermeyi amaçlayan yasa tasarıları hazırlamazlar. Eğitim mükâfatla da cezayla da olmaz.
Eğitim şuurlu bir iştir. Bilgi, ancak şuur vasıtasıyla, bir anlayışla elde edilir. Siz anlayışları artırıcı imkanları sağlarsanız; onlar da ilkelerdir, prensiplerdir. İşte o zaman bir gelişim sağlanır.
Sayın Arıkdal'ın bu yazısında "eğitim şuurlu bir iştir" derken bizleri, Bilinç Üniversitesi'ni kastettiğini düşünüyorum...
Bu nedenle, "Yasa bilinci" ve "yasa bağımlılığı" gibi kavramlarını yaşama geçirme konusunda Bilinç Üniversitesi olarak hemen harekete geçmeliyiz.
Polisle, jandarmayla, iç güvenlikle ilgili kurumların tümünü bu konuda bir tür yakın işbirliği, eşgüdüm, takip ve baskı altına almalıyız.
İçişleri ve Adalet Bakanları ile Emniyet Genel Müdürlüğü nezdinde girişimde bulunup polis kolejlerinde, polis Akademisi'nde "Yasa Bilinci" ve "Yasa Bağımlılığı" kavramlarıyla ilgili konferanslar düzenlemeliyiz. Bu kavramları nasıl ürettiğimizi ileride Başbakan, İçişleri, Adalet Bakanı, Emniyet Genel Müdürü ya da Emniyet Müdürü olacak gençlere anlatmalı, onları bugünden bilgilendirmeliyiz.
Ta ki; bu ülkede, herkesten önce iç güvenlik görevlileri, "Yasa Bağımlısı" olamasalar bile "Yasa Bilinci"nin ne olduğunu öğrensinler. Öyle ki, üst düzey yetkililere istifa etmeleri önerilmesin.
Sayın SINACI, masa telefonunun gene çalışmıyor, yine birisi ahizeyi açık bırakmış anlaşılan, bilesin. Bana, bu gibi durumlarda sana ulaşmamı sağlayacak bir komşu telefonu numarası versen nasıl olur....
Galip BARAN
Bilinç Üniversitesi Rektörü
Galip'tir bu yolda MAĞLUP. Nam-ı diğer DELİ GALİP
Gönderen "BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ" TÜRKİYE //
http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com
 
 

 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Murat HACIOĞLU
Murat HACIOĞLU Hayat Hikayesi
NERESİNDEN BAŞLAMAK GEREK BİLMİYORUM
Hayallerden mi, beklentilerden mi, yoksa verilen sözlerden mi…
Farkında varmadan yaşanan aşkların kırıntılarından mı yoksa lekelenmiş gururlardan akan pişmanlıklardan mı…
İsteksizce geçirilen tatil günlerinden mi, yoksa farkına varılmadan geçen günlerden mi…
Puzzle yapar gibi yaşanılan saatlerle mi dertleşmeyi yoksa, klavyenin eskimiş tuşlarındaki matlığını mı anlatmalı…
Hüzzam şarkı gibi uyanılan sabahların mahmurluğundan mı dem vurmalı, an be an geçirilen nöbetlerin ruhumda yarattığı sarsıntıların kalıntılarından mı…
İçilen sigaranın dumanıyla yapılan hayal yolculuklarının yüreğimde ateşlediği sevinç kıvılcımlarının aleve dönüşemeden sönüşünün hüznünü mü paylaşmalı, yoksa saklambaç oynar gibi aynı mekan içinde birbirini sobelemenin getirdiği uslanmaz kederli burukluğun işlediği mısraları mı yazmalı bir kenara…
Aşk denilen yürek fırtınasının dinginliğinden sonra talan olan damar yollarındaki ezikliğin meydana getirdiği trafik sıkışıklığının, beyin denilen karmakarışık iletiler zincirinin, yine karmakarışık döngüler içerisinde algılamaya çalışan akıl denilen dumura uğramış kısmının halini mi tasvir etmeli fütursuzca ve vurdumduymaz halimle…
Gecenin ilk dakikalarında henüz uyumamışken görülmeye başlayan kabusların siyah siluetlerinin içime düşürdüğü korku meyvelerinden damlayan esrarengiz elementlerin toplaştığı derin fakat bir o kadar da küçük kabımın taşmaya başladığı o anlarda, eklemlerimde hissettiğim çatırtılardan korkan ruhumun saklandığı gözbebeklerimin halsizliğini mi yazsam satırlara…
Elimdeki kadehin yüzeyinde yüzen buz parçacıklarının dilime verdiği ferahlığı alıp götüren hasret ateşinin, aynı zamanda dişlerimde vuku bulan erozyona katkısını mı hesaplamak gerekir elimde erimiş ömür hesabında…
Elemlerin paylaşıldığı içki masalarında kederin yanına kondurmak istediğim neşe kırıntılarını yiyen gamlı baykuşların sortilerinden usanmışlığın getirdiği öfkeyi mi düşmeli not olarak defterin bir kenarına yoksa baykuşlara meydan okuyan kekliklerin ötüşlerini mi, çalı çırpı arasındaki daracık patikalara…
Balkonlara asılan çarşaflara mı yazmalı, ömrün geçip giden en güzel anlarının acı-tatlı hatıralarını, yoksa o balkonlarda uluyan finoların huzursuzluklarını mı dinlemeli gecenin sessiz saatlerinde, elinde bir fincan kahve ile…
Olmayan sabahların çetelesini tuttuğumuz gecelerin derinliğinde kaybolmuş benliğimizin hafızasını mı silmeli bir çırpıda, yoksa sabah olacak ümitlerinin damıttığı şiirlerimizde mi anlatmalı gecenin en bilinmez anlarının ruhumuzda edindiği karanlık köşeleri….
Ve yanımızda bağdaş kuran ümitsizliğin beslendiği debdebelerden hangi akıl yoluyla kurtulacağımızın boğuşmasını mı resmetmeli her bir köşesinden yırtılmış gönül mahkemelerine…
Nesilleri tükendi sanılan dinozorların bir anda toplaştığı aklımın daracık dehlizlerinde, kapana kısılmış fare gibi, avazım çıktığı kadar bağırabilmeliyim içgüdüsüyle, bir-ki-üç ses kontrol diyemeden, notaların esrarengiz büyüsünden habersizce bam telime basa basa, gırtlağımın yırtıldığını hissederek ve frekansların en ucunda gezinerek söylediğim vuslat türküsünün mısralarında kaybolduğumun farkına varmaksızın, hala hayatın gayesine iniş yapmaya çalışmanın zavallılığından mı bahsetmeli son cümlelerde…
Ve nihayet, bardaktaki son yudum içkiyi mi resmetmeli ellerimizin silinmez hafızasına, yoksa bedenin isyan çıkarmaya hazır yorgunluğunu mu silmeli gelmiş geçmiş istihbarat kayıtlarından…

 

 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsa KAYACAN
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
 BURDUR’DAN NEZİHA ANANIN ŞİİR DÜNYASI
Edebiyatımızın önde gelen dallarından olan şiir için söylenenler değişik. Şiirin ruhlara hitap edebilme sanatı olduğunu söylemek daha doğrusu bence.
72 milyon nüfusumuzun tamamının şair olduğunu söyleyerek geliyorum. Öyle şairlerimiz, şair adaylarımız var ki maşallah  bir gecede şiirin zirvesine çıkıp oturduklarını zannediyorlar, kabul ediyorlar.
Burdur ilimize bağlı (merkez) Yarıköy’de yaşayan Neziha Çetiner annemizin varlığını Burdur merkezde bir şiir programı içerisinde gördüm, alkışladım. o,  sade duyguları, yapmacıktan uzak anlatım ve şiir okuyuşuyla herkes gibi benim de dikkatimi çekiyordu.
Yenilerde dört şiiri geldi, ulaştı bana. Bunlar sırasıyla;
BABAM-CAN DİREĞİM
Şiirin tam adı: Babam benim can direğim.Altı dörtlük ve beşlikten meydana geliyor. İlk dörtlüğü şöyle başlıyor bu şiirin:
-Babam benim tek varlığım,
 Babam benim yüce dağım,
 Babam benim,köşküm sarayım
 Babam benim can direğim
Dikkat ettiniz mi, mısraların sonundaki kelimeler, yani hecenin varlığını, uyumunu ortaya koyan kelimeler: Varlığım, dayanağım, sarayım şeklinde nasıl da güzel sıralanıyor. Sonraki mısralarda, başkasının baba olamayacağı, hatırlatıldıktan sonra, ”Babama dağlar gibi yaslanırım” mısrasın da ki baba güçlülüğünü görüyor, anlatım zenginliğini hissediyoruz. Ve arkasından, ”Arıyorum bilgisini/Özlüyorum sevgisini/Bulamam babam gibisini/Babam benim can direğim/Babam benim can direğim/Babam benim köşküm, sarayım” mısralarıyla şiirleşen duygular ne kadar güzel ve anlamlı değil mi?
 
ANAM BAŞLIĞIYLA
Neziha Çetiner anamızın bir başka şiiri ”Anam” başlığını taşıyor. Burada da annesine karşı duygularını anlatıyor. Beş beşlikten meydana geliyor bu şiir. Bir bölümünde şöyle deniyor:
-Ana olunca anladım anayı/Dindiremedim içimdeki yarayı/Cennet olsun anaların durağı/Sardı içime ana baba merağı/Hakkınızı nasıl öderim anam.
 
DİĞER İKİ ŞİİR
Neziha Çetiner anamızın diğer iki şiiri; Git yavrum askere ve uyan Türkiyem uyan,adlarının taşıyıcısı efendim.Bu şiirlerden “Git yavrum askere” başlıklı olanından:
1-Git guzum git vatan borcudur/ Git guzum git her yiğidin harcıdır/Korkma sakın sonu acıdır/Git yavrum git, uğurlar olsun.
Beş ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiir; Neziha ananın torunu 2007 yılında askere giderken yazılmış.
2-Uyan Türkiye’m uyan, uzunca bir şiir. Yer yer nefes alınmış, mola verilmiş. Bir dörtlüğünden :”Bütün dünya Atatürk’ten örnek almıştı dersini/Olgunluğunu gösterirdi hakimdi nefsini/Dünyalara duyururdu vatana olan sevgisini/O kadar övünülecek hizmeti vardı ki, bitiremem gerisini” deniyor.
Burada; ”Olgunluğunu gösterirdi, hakimdi nefsini/Dünyalara duyururdu vatanına olan sevgisini” mısralarındaki gerçek anlatımla, Atatürk sevgisinin bütünlüğünü ortaya koyan Neziha Çetiner ananın ellerinden öpmez misiniz? Ben öpüyorum, biz öpüyoruz...
 
 

 

 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
KUŞATMA VE ÇULLANMA
Sevgili ve değerli okuyucularım; Aziz ve kadim gönül dostlarım!
Ülke, İnsan, Bayrak ve Toprağın; Adalet ve Hukuk’un gerçek sahipleri!
Hak yolunda fazilet mücadelesi veren ve/veya vermeye talip kardeşlerim !
Geçirdiğim ağır bir felç nedeniyle “üç ay”dan fazla bir süredir dostlarım hüzün, bilumum vatan hainleri, insanlık, adalet ve hukuk düşmanları sevinç içinde. 7 yıldır çektirdikleri maddi-manevi baskı, aleni tehdit, günde on binleri bulan virüs saldırısı ve trojan (truva atı) zulmü ile organize büro baskınlarına rağmen; Allah’a şükür hâlâ ayakta ve hayattayız.
Borcumuz, derdimiz olmuş, bir el, bir ayak sıkıntı yaratmakta imiş ne gam! İnsan, “Hürriyet, adalet ve bari hakikat (insanca yaşam) uğruna vardır. İşte bu minvalde kaderimiz ve karakterimiz olan süreç devam edecektir. Muhtemel kısa süreli mazeretimiz nedeniyle bazen; bilim insanları ve dava adamlarından nakiller“ yeri geldikçe ve mümkün oldukça da “kendi yazılarımız, yayın ve makalelerimizle“ İnşâllah.
Yeni dönemi TURGEM Genel Başkanı kadim dostum Remzi UYSAL’ın (*) çok önemli ve değerli “BİR YORUM YAZISI“ ile başlatıyorum. Makale 07 Temmuz 2009 tarihli. Konu ve başlık aynı
Remzi UYSAL KUŞATMA VE ÇULLANMA“
“Türkiye Psikiyatri Derneği Üyesi Sayın Prof. Mehmet Kerem DOKSAT´ın posta kutuma düşen ’Türkçe Bülten’in ’Etiketler Bölümü’nde, “Erdenekon ATATÜRK´ün kişiliğine psikolojik saldırı“ başlıkllı yazısını ve de Sayın Gökhan DEMİR´in de bu yazının içeriğine 28.6.2009 günlü yaptığı eleştiriyi okudum.
Sayın Doksat yazısında, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumu, halkımızın nasıl bir psikolojik süreç ve travmalardan geçirilmiş olduğunu, ulusal duygu ve reflekslerinin nasıl yok edildiğinin, ülkemizin yağmalanmasına neden tepkisiz kalınmakta olduğunun, bir bilim adamı olarak analizini yapıyor.
Sayın Demir´in eleştiri yazısından; Ulusal ve laik devlet düzenimiz gerekirse dağılsın da, bu nasıl olursa olsun ve bunu kim yaparsa yapsın, bizim umurumuzda değil diyebilecek bir kesimin, devlet yapımıza ve aydınlarımıza duydukları öfkenin dışa vuruşu anlaşılıyor.
Aslında Sayın Demir´e, kendisi gibi düşünenlerin neler hissettiğini bize çok samimi bir şekilde hissettirdiği, anlatmaya çalıştığı için, teşekkür etmek istiyorum.
Demek oluyor ki; bir kesim Türkiye´de pusuya yatıp, emperyalistlerin Türkiye’nin başına çullanmalarını beklemiş ve bu kesim bunu, inanıyorum ki, dinimizdeki vatan sevgisi ile de bağdaşlaştırabilmiş. Ama şu unutulmamalı ki; bugün ulusal onur ve değerlerimize saldıranların karşısında -birilerine kızdıkları için de olsa- suskun kalan kesim, gelecekte bu topraklarda ibadetlerini bile gönül rahatlığı içinde yapamayacaklar.
Türkiye’nin başına çullanmakta olanlar, Pakistan ve Afganistan´da söz yerinde ise sokaklarda rast gele yakaladıklarına, terörist ve yandaşları diye Guantanamo´da yaptıkları ortada. Irak kapı komşumuz. O insanların yaşam haklarına, kutsal inançlarına ve hatta ibadethanelerde yapılan saldırı ve hakaretleri yıllarca okuyup, dinledik, görüntüleri izledik.
Anlaşılıyor ki, ülkemizde üstelik dindar geçinen bir kesim, kendileri gibi düşünmeyen aydınlarımıza, içlerine sindiremedikleri laik devlet düzenine, nedeni ne olursa olsun duydukları kin ve öfkeden, ülkemiz ekonomisinin can damarı olan bankalarımızın %70´ inin üzerinde yabancılara peşkeş çekilmesine seyirci kalabiliyorlar. Oysa; hiç bir Avrupa Birliği (AB) ülkesinde, banka sektöründe yabancı sermayenin oranı %21´i geçmez. Biz bankalarımızı yabancılara orantısız şekilde yabancılara sunarken, Almanya´da birleşik sağ partilerin ağır bastığı ve başbakanı da sağcı olan koalisyon hükümeti, zarar eden bankalarda yüksek oranda hisse senetleri alıp, banka yönetiminde ve ekonomide devletin gücünü artırıyor. Biz de ise tam tersi oluyor. Bunun izahı nasıl yapılabilir? Sadece bankalar mı, yabancılara altın tepside sunduğumuz.
Bu da yetmezmiş gibi; yabancı banka sermayesi kuşattığı yerli sermayemize, en düşük kredi için bile, en güç şartları öne sürmekteler. Böylece yerli sermayemizin yok olmasına göz yumuluyor.
Bütün bunların kaynağı, ATATÜRK ve Devrimlerine, (Türk İnkılâbına) yurtsever aydınlarımıza duyulan, nefret, kin ve öfke midir?
Bunun vatanseverlikle, sağduyu ile bağdaşır tarafı var mıdır?
Bugün soframıza gelen ekmek bile, tarım politikamız böyle devam ederse, vücudumuzda tıp biliminin bile tanımlamakta aciz kalabileceği hastalıkların nedeni olabilecektir. Genleri ile oynanmış ve köylümüze empoze edilen tohumlar, tarlalarımızın verimini tamamen yitirip, harmandan kaldırdığımız buğdayın da tohum olamayacağına tanık olduğumuzda, hem bazı şeyleri düzeltmek için çok geç olacak, hem de bu zaman içinde çok şeyin ellerimizden kayıp gittiğini görebiliriz.
İşte üç ay içinde oluşan ve %13,8 küçülen ekonomimiz, milli gelirimizden buharlaşıp uçan 57 milyar dolar, kimleri mutlu etmiştir?
Bu mu teğet geçen kriz?
Yoksa; Türkiye´yi kuşatma ve başına çullanmanın bir işareti midir?
Ülke değerlerinin yağmalanmasına, peşkeş çekilmesine göz yummakla mukkadesatcılık nasıl bağdaşabiliyor?
Oysa dinimizin en değerli ve kutsal öğesi, vatan ve toprak sevgisi değil midir?
Bana 27 yıl önce bir ayağı takma genç bir Filistinlinin: “Bizim kıldığımız Cuma namazı kabul değil“ dediği, halen kulaklarımda çınlamaktadır.
Sayın Demir gibi düşünen ve davrananlar, istediklerinin “gönüllerince gelişmediğini” öne sürerek, bugün reddettikleri “eskinin“ de geri dönemeyeceğini, yaşayıp öğrenmek mi istiyorlar, yoksa?
İşte o zaman, bazı şeyleri düzeltmek için zaman da, fırsat ta kaçmış olmayacak mı?
Allah Türkiye´yi, başımıza çullanmak için dışarıdaki pusu siperlerinde yatanlardan değil de, öncelikle içerideki işbirlikçilerden ve siperlerde yatanlardan korusun.
Korkarım ki bu süreci dibe vuruncaya kadar yaşayacağız.
Ama unutulmamalı ki; tarihimiz sabrımızın sınandığı örneklerle doludur.
Ondan sonra mı?
Tarihimizde yaşadığımız 86 yıl öncesinin örneğini kim yok sayabilir?
 
(*) Remzi UYSAL, TÜRGEM Başkanı e.Mail: uysalremzi@yahoo.de

 

 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU Hayat Hikayesi
EDEBİYAT DÜNYAMIZDAN HOŞ SEDALAR
Sevgili kadim dostum, pek muhterem Sn. Abdullah Satoğlu Beyefendinin 2. cildini çıkarmış olduğu “Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” isimli bu kitap, derin araştırmalar sonucu doğmuş ve okuyucusu ile buluşmuştur. Kitapta 30 tanınmış edebiyat, fikir, kültür ve sanat adamının eserleri hakkında örneklemeler ve değerli bilgiler bulunmaktadır. Kitabın içinde yer alan bu değerli şahsiyetlerden tanıdığım ve usta kalem olarak adlettiğim bazı kalem arkadaşlarımı görmek beni son derece mutlu etti. Ayrıca kitaptan okuduğuma göre, kitabın basım aşamasında olduğu süreçte bazı değerli üstatlarımızın kitabı göremeden hayata veda ettiklerini öğrendim. İşte bu okuduğum satırlar yazımın ana başlığını “Edebiyat Dünyamızdan Hoş Vedalar” olarak koymama vesile oldu.
Ancak bana sorarsanız onlar şahsen aramızdan ayrılmış olsalar da, arkalarında bıraktıkları değerli eserleri ile daima gönüllerde yer alacaktır, yaşayacaktır.
Kayseri’nin yetiştirdiği değerli gazeteci, şair, yazar, kültür ve folklor adamı araştırmacı, mümtaz insan Abdullah Satoğlu; “Edebiyat dünyamızdan Hoş Sedalar” isimli bu kıymetli eserini son derece büyük bir titizlik içinde hazırlamış. Kitapta kimi anlatıyorsa, yazının baş sayfasına anlatılan kişinin fotoğrafını koymuş olması, kitabın daha kolay okunur ve anlaşılır olması bakımından kitaba ayrı bir ahenk katmış. Anlatılan portrelerde şiirlerinden seçilmiş örneklere yer verilmesi, beraberinde yer alan yazılarda lirik bir hava estirmiş.
Anlatımlarında son derece sade, temiz ve arı bir dil kullanan Satoğlu, bu güzel çalışması ile, Türk Edebiyat Dünyasına son derece önemli bir eser kazandırmıştır.
Sevgili dostum, değerli kalem arkadaşım Abdullah Satoğlu’nun güzel kişiliği, her daim gülen yüzü, misafirperverliği, beyefendiliği, insani yönünün kuvvetliliği, duyarlı yüreği, sevgili ve saygılı davranışları ile çevresinde son derece sevilen ve sayılan bir insan olduğu gözle görülür bir gerçektir. Bu gerçek duruş, gelecek kuşaklara muhterem bir kişilik içinde eserlerini büyük bir özenle bırakacaktır.
Bu gönül dostunu, mana da ve madde ayrı ayrı tanımak lazımdır diye düşünüyorum. Manada tanımak için; şiirlerini okumak, zaten onun ruh âlemi içine girmek demek olduğundan pek zor değildir. Maddede tanımak için ise; bu kadar da zahmete gerek yok. Ne kadar faal, ne kadar hareketli, ne kadar atılgan olduğunu, bu meziyetleri kadar da insan sevgisi ile dolu olduğunu ve dost olduğunu bilmeyen yoktur herhalde; çünkü o, bazen Yunus yüreğini taşır yüreğinde, bazen bir Evliya Çelebi olur yazılarında, bazen Molla Fenari olur aziz inancıyla, bazen de küçük bir çocuk olur yüzündeki gülüşüyle, ama her şeyden önce o Türk Edebiyat dünyasının ağabeyidir, kalemi kırılmaz güçlü ve muhterem bir edebiyatçıdır.
Birbirinden değerli birçok güzel esere imza atmış Satoğlu’nun bu kitabını okurken, ufkum ve gönlüm aydınlandı. İyi ki varsın, iyi ki yazıyorsun… Eline, yüreğine, gönlüne sağlık…
“Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” Akçağ yayınlarında gün yüzü görmüş olup, 2. hamur kâğıda, ofset baskı tekniği kullanılarak 176 sayfadan oluşmaktadır.
“Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” kitabını sizde okumak istiyorsanız;
Tuna Cad. No:8/1 Kızılay adresinden ya da 0312. 432 17 98 numaralı telefonu arayarak temin edebilirsiniz.

 

 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
ÇORUM BAKLAVASI GÜL BURMA (SARIĞI BURMA)
MALZEMESİ: 700 gram hası,4 yumurta,1 yemek kaşığı sirke,üç yemek kaşığı yoğurt,bir tutam tuz,1 kilogram su,1 kilogram buğday nişasta,1 kilogram toz şeker,leblebi kadar limontuzu
Normal bir tepsi sarığıburma için yedi yüz gram birinci sınıf un konulur.
Bir miktar su,dört adet çiğ yumurta kırılarak bir yemek kaşığı sirke, üç yemek kaşığı yoğurt ilave edilir ve bir tutam da tuz ilavesiyle kulak memesi katılığında hamur yoğrulur.
Hamur yoğrulduktan sonra bir miktar dinlendirilir. Dinlenen hamur ersinle yumurta büyüklüğünde yumak tutularak nemli bir bezin altında yufka yazılana kadar bekletilir.
Gülburma hamur ok ile yazılır. Yazılan yufkaların ince olmasına dikkat edilir.
Hamur yazılırken nişasta serpilerek yapışması önlenmelidir.
Yazılan yufka kuru ve temiz bir bez veya çarşafın üzerinde nemini alana kadar kurutulur. Kurutulan yufkalar on beş santim erinde kesilirler.
Kesilen şeritlerin üzerine kıyılmış ceviz içi serpilir. İçi kıyılmış ceviz serpilen şeritler uzunlamasına dörde katlanır,katlanan şerit ucundan sarılarak rulo yapılır ve altı tuzsuz tereyağı iye yağlanmış tepsiye düzülür. Tepsi dolunca üzerine eritilmiş tereyağı ekilerek fırında kızartılır.
Kızartılan sarığıburmanın üzerine kestirilmiş şeker şerbeti ekilir.
Dikkat edilecek husus sarığıburma sıcaksa,şerbet soğuk olmalı, sarığıburma soğuksa şerbet sıcak olmalıdır.
Şeker kestirilirken ufak bir parça limontuzu atılır iyice kaynatılmalıdır.
Soğuyan sarığıburma servise hazır olur.

 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Erhan TIĞLI
Erhan TIĞLI Hayat Hikayesi
DOST ELİ...
Dost dostun öz elidir
Sevginin yücesidir
Hiç dostu olmayana
Ölü dense yeridir
Yalnız et ve deridir
Ruhsuz duygusuz çöldür
Bağlarda bahçelerde
Arama bulamazsın
O bir sirk cücesidir
Bencillik çadırında
Kendisine güldüren
Komedi gecesidir
 

 

 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!
 
Rıza KANDEMİR
Rıza KANDEMİR Hayat Hikayesi
GEL GEL
Ay karanlık ilk akşamdan batarken
Bülbül figan edip gülde öterken
Gün doğup da şafak vakti sökerken
Gözlerimden yaşlar sel oldu gel gel

Sevda gülü dost bağında biterken
Ulu hasta gibi yoğun yatarken
Of çektikçe duman duman tüterken
Yandı sinelerim kül oldu gel gel


Mecnun Leyla’sını çölde ararken
Ferhat Şirin için dağı delerken
Gönül bağım gonca gülü solarken
Şimdi sevenlerim el oldu gel gel.

Nazlı yarim top zülüfü tararken
Zalim tarak sarı saçı yolarken
Yavrum diye koyun gibi melerken
İyi gün dostlarım el oldu gel gel.

Kul RIZA da hasret çekip ağlarken
Göz yaşlarım ırmak gibi çağlarken
El vurup yaremi tabip bağlarken
Gönül dağım tozlu yol oldu gel gel.

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

150 SAYI 25 Ağustos 2011 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!