|
YIL
13 SAYI 149 25 Temmuz 2011 |
-
ÇORUM ULU CAMİ
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
Mahmut Selim GÜRSEL ZAMA ZİNGO İŞLER
-
Ahmet CANBA BABİLİNÇLİ YİYİN ZAYIFLAYIN
-
Galip BARAN TARHAN ERDEM'İN YAZISI IŞIĞINDA;
SINACI'YA ÖĞÜTLER VE HATIRLATMALAR
-
Murat HACIOĞLU NERESİNDEN BAŞLAMAK GEREK
BİLMİYORUM
-
İsa KAYACAN BURDUR’DAN NEZİHA
ANANIN ŞİİR DÜNYASI
-
Mustafa Nevruz SINACI KUŞATMA VE ÇULLANMA
-
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU EDEBİYAT DÜNYAMIZDAN
HOŞ SEDALAR
-
Selma GÜRSEL ÇORUM BAKLAVASI GÜL BURMA (SARIĞI BURMA)
-
Erhan TIĞLI DOST ELİ
-
Rıza KANDAMİR GEL GEL
|
|
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- ZAMA ZİNGO İŞLER
- “Zama Zingo” bizim buralarda
bir zamanlar anlaşılmayan işler için kullanılan bir anlamsız
sözdü. Sorsan kimse ne manaya geldiğini bilmez fakat;
bilmediği anlamadığı, aklının yetmediği işler için bu deyimi
kullanarak konuyu geçiştirmeye çalışırlardı.
- Nereden çıktı bu söz dersen;
Bizim buralarda insanlar artık ticari faaliyetlerde bulunmak
yerine “Zama Zingo” işlerle meşgul oluyorlar.
- Akşama kadar dükkânlarının,
iş yerlerinin işsiz ve boş oturduktan sonra evlerine giderken
günün zararından çok bu gün yaptık diye kara kara
düşünmektedirler.
- Cidden bu son yıllar
içerisinde Türkiye ekonomisinin gerilemesindeki sebeplerin
başında dışarıdaki ekonomik krizlerin Türkiye’ye de yansıması
mı? Yoksa o konu haricinde Zama Zingo bazı işlerden dolayı mı
Türkiye’de ekonomik kriz var diye gözükmekte.
- Ülkemiz bir zamanlar kendi
ürettiği ile geçinebilen bir ticari yapıya sahip iken yanlış
kararlar yüzünden nerede ise yediği somunu (ekmek) bile ithal
eder duruma düşmüştür. Bu yanlışlık halen büyüyerek devam
etmektedir. Neden kendi iç piyasamıza bazı kolaylıklar
getirerek küçük iş yerlerinin devamını sağlayacak önlemler
almıyoruz buna çok şaşıyorum.
- Küçük esnafı ayakta tutan
memur, memur emeklisi ve işçi emeklileri ile kendi çalışma
alanından sonra emekli olmuş şahısların gelir düzeylerinin
kısılarak alış veriş çarkının canlanmasının sağlanması her
nedense yapılmamaktadır. Asgari geçim gelirinin çok düşük
tutulması Türkiye içinde esnaf ve sanatkârları da zor duruma
düşürmekten başka bir uygulama olmadığı gözükmektedir.
- Gelir seviyesinin emekli
maaşları ile çalışanların maaşlarında Avrupa standartları
ölçüsüne getirilmesinin zamanının geldiği gözükmektedir.
Maaşların iyileşmesi ile Türkiye içerisinde para dönüşümünün
çoğalması enflasyonu getirir korkusu da bana göre yanlıştır.
Sabit gelirli yani maaşlı insanların refahının artması
esnafında refahının artması olarak gözükmekte, esnafın
refahının artması ise iç malların üretimine hız verilerek iş
istihdamının artmasına ön ayak olacağın kaçınılmaz olduğu
gözükmektedir.
- Bence artık büyük marketlerin
de hükmünün kalktığı bir ortam zamanının gözüktüğünü söylemek
kâhinlik olarak görülmemektedir. Sabit ücretliler ellerinde
bulunan kredi kartlarını 2009’un ortalarına kadar kullanmış
sadece bu kartların borçlarını ödeme çabası ile robotlaşmış
durumda olmaları düşündürücüdür.
- Ülkemizin kaynaklarının artık
dış mihraklara peşkeş çekenlerin ayıklanmasının zamanı
gelmişte geçmektedir. Satan kişiler için büyük gözüken bu
paralar Türkiye’nin zenginliklerinin çalıştırılmaması ile
Türkiye’nin sırtından paralar kazanmaya devam edecekleri ve
ülkemizi bir sülük gibi emdikleri artık görülmesinin zamanı
geldi de geçmektedir.
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi |
- BABİLİNÇLİ YİYİN ZAYIFLAYIN
-
Hemen her gün gazete sütunlarında
zayıflamayla ilgili yazılar okursunuz. Çamur banyosunun iyi geldiğiyle
ilgili bir mankenden diyet reçetesi alırsınız. Doktoru şunu yeyin, bunu
yemeyin demişte, mankende artık yiyeceği şeyleri seçmeye başlamış.
Alışveriş yapmak gibi özel hobisinin yanında yemek yemek gibide
özel bir hobisi vardı. Bilinçli yemek yiyerek zayıflayabileceğini
kendisi biliyordu ama bilinçli alışveriş yaparak gar dolabını
doldurması işi de oldukça zordu. Medyada artık kimin ne yiyeceğinin
tartışıldığı bir ortamda, bu zavallı bir türlü zayıflayamayan
insanlarımızın durumunu varın siz düşünün. Manken filancası, biraz
fazla kilolu diye iş alamıyorsa veya sevgilisine şirin görünemiyorsa,
bunun acısını yaşayan ve en çokta böyle mankenlerin halinden şikayetçi
şişman zengin sosyetenin TV deki münakaşalarını evinde zeytin ekmeğe
talim eden zümre yapmıyor mu?.
- Kışın mayo defilesi yapılırken podyumlarda yaza hazırlık
diye, yaz ortasında sıcakta kürklü, kazaklı kalın kumaşlardan yapılmış
giysilerle yapılan defilelerde sergilenen kıyafetleri sade vatandaş
seyrederken bunlar beni ilgilendirmez diye tepki koyabiliyor mu?.
Nüfusumuzun 35 milyonu açlık sınırındayken, yaz geliyor diye martta tv’ de
ve gazetelerde boy gösteren zayıflama rejimiyle ilgili öneriler sade
vatandaşın neredeyse baş sorunu olup çıkıyor. İşkence haline getirdikleri
aç yaşamayı rejim diye anlatmaları toplumu ne yerine koymaktır, ben bunu
söylemeye bir kelime bulamıyorum. Üstelik birde sade vatandaşlar nasıl
kandırılıyor. Hani aç kalmak işkence ya işte sizi bu işkenceden aç
kalmadan ve açlık çekmeden zayıflamanın metotları. Önce hangi yiyeceklerin
kaç kalori verdiğini bileceksiniz. Metabolizmanızı tok tutma eğilimine sokan
ve aynı zamanda size enerji veren yiyecekleri tespit ettiniz mi gerisi
kolay. Hangi yiyecekler yağ ihtiva eder. Bir defa yiyeceğiniz besinlerin
posası ve proteini bol olacak. İçindeki şeker yükü az olacak. Bu genel
bilgiden yola çıkarak yiyecekteki favorilerinizi tespit edin. Ama bu
arada damak tadınızı ve ne yapacağınızı uzmanına sorduğunuzda “canım
zayıflayacaksınız ya, zayıflamada damak tadı düşünülmez” der. Yağsız
salatayla, yağsız bir çorba yapın bakalım. Önceden öyle iştah açacak
acı yok, öyle sosmuş, mayonezmiş kullanmak yok. Lokmaları ağzınızda zaman
tutarak yiyin. Bir lokmayı bitirmek en az birkaç dakikanızı almalı.
Yiyeceğiniz bütün nesneleri gözünüzün önüne getirin. Bir tarafta pirzolalar
olsun, bir tarafta baklava, börek. Hindi dolması ile kuzu şişini de
belleğinizden geçirmeyi sakın ha ihmal etmeyin. Önce beyninizde tokluk
başlasın. Bunları TV den uzman anlatırken evinde çocuk annesine soruyor.
“Anne hindi dolması diyor, o da ne ki”. “Sus kızım manken ablanızı işte
bu uzman aha bizim gibi zayıflatacakmış. Gelseler de zayıflama
metodunu bana sorsalar olmaz sanki” der kadın. Çocuğu annesinin bu
mırıldanmasını duymamıştı bile. Diyelim ki tokluk sinyali onların beynine
ulaşırken garibanında beynine yokluk sinyali ulaştı. Sofradaki
zeytinini üç kere ısırarak ekmeğine katık etti ve çocuklarına :
-
“Bah gızım televizyondaki bu program
yarınki günümüzün bu günden daha iyi olmayacağının işareti. Ben ne
diyorsam siz öyle yapın” dedi. Sonra tv deki uzman demez mi ki, “yemek
yerken zaman zaman dinlenin. Sofradan kalkıp ta bir yere yatın
demiyorum sayın seyirciler. Birbirinizle konuşarak vakit geçirin” der
demez stüdyodaki mankenlerde birbirleri ile dedikodular seyircilerin
önüne seriliverdi. Kim kimin sevgilisini ayartmış, kimin göğüsleri
podyumda iş kazasına uğrayarak açılmışta seyirciler gördüğü için nazar
değmiş. Mankeninde silikon göğsü o ‘nazardan’ patlamış. Artık iş
kavgaya dökülüverecekti ki uzman “sevgili bayanlar, şu anda sofra
başında değilsiniz lütfen kendinize gelin” dedi de münakaşalar kesildi. Ve
uzman “işte kıymetli seyirciler, manken arkadaşlarımızın bu kırk dakikalık
tatlı sohbetleri kadar, yemek arasında sohbet etmelisiniz”. “Bir defa
diyette hem karnınız doyacak, hem de en kısa zamanda zayıflayacağım
diyeceksiniz. Bunun ikisi bir arada olmaz. En az altı ay gibi bir
zamana ihtiyacınız var” dediğinde zeytinini dört parçaya bölen ve kırk
dakikalık manken münakaşalarının ardından uzmanın arkasından da olsa
evinden uzmanı çekiştirmek zorunda kalan vatanım kadını, dört parçalık
rejime: “Vallah benim çocuklar dayanamaz. Tivi deki zayıflama rejimine.
Uzman zayıflama rejimi anlatırken, sanki onun evindeki normal yaşamından
bahsediyordu. Uzmanın zayıflama rejimini, ekonomik rejime uygulamak isteyen
hükümet, açlık sınırının altında yaşayan sade vatandaşı isyan
ettirmişti. Bir zeytini dört kerede yiyerek bunun altı ay devam
etmesine çocuklarımı alıştıramam diye isyan etti ama “hele şu diyet
rejiminin sonunu bir dinleyek bahak” dedi. Uzman: “Yağsız yiye yiye
damağınız bu lezzete alışacak. Altı ay sonraki lezzetsizlik, sizde
lezzete dönüşecek ve zorunlu olarak yağ kullanmaya bir alerjiniz
olacak. Gittiğiniz yerlerde yağlı, lezzetli ve şişmanlatıcı yemekler
olduğu için sizi yemeğe davet edenleri üzmemek için tadımlık olarak az
az alacağınız yemeklerde zaten sizi şişmanlatmayacaktır. Fazla yiyerek
obozite olmak yerine her şeyi kararında yerseniz zaten obozite olmaktan
da kurtulmuş olursunuz” . Bu sırada okurlardan alınan telefonları
yanıtlar uzman. Spiker bir seyircimizden telefon var diyerek uzmanın
sözünü kesip, Uşaktan Hanım çeneli: “Efendim senin dediğini anlamış
değilim. Ben zaten günde bir öğün yemek yiyordum. Şimdi ramazan
gelecek, mevcut bütçeme göre bunu artırmam mümkün değil. Ramazanda bir
öğünümü ikiye bölüp yarısını sahurda yiyeceğim. Benim bütün şikayetim
oğluma ekmekten başka bir şey veremiyoruz. Bütçemiz kafi değil.Günde
belki beş ekmek yiyor. Sekiz yaşında doksan kiloda nasıl rejim
uygulayabiliriz” dediğinde uzman. Bayana “Siz kilolarınızdan şikayetçi
değimlisiniz?” der. Bayan şikayetçi olmadığını söyler uzman bayanın
yaşını, kilosunu, boyunu sorar aldığı cevaplar karşısında “tam normal
kilodasınız. Nasıl bir rejim uyguluyorsunuz bize yazıp gönderin.
Bundan sonraki programımızda sizin yaptığınız diyeti anlatalım”
dedikten sonra seyircisine çocuğunun sorunu olarak yaptığı diyet
neticesi zayıflayarak ölümün eşiğine gelmiş bayanlardan şişmanlamak
isteyenlere senin çocuğunun uyguladığı diyeti uygulatarak
-
Zayıflıktan kurtulmak isteyen
müşterilerimize tatbik edeceğiz ve bundan dolayı siz seyircimizin bütçesine
katkıda bulunacağız deyip seyircisinin adresini alır . “Çocuğunuz bir
ay bizim misafirimiz olacak, bizim havuzumuzda yüzerek, her gün cim
lastik yaparak hekim nezaretinde kontrollü olarak zayıflatacağız.”
Uzman, dinleyenlerden gelen bir sürü telefonları yanıtlar. Bu arada
kendi kliniğinin ve tesislerinin reklamını yapmaktan da geri kalmaz
- Uzman kişi rejim yapmak isteyenleri yağ kullanmaya
karşı direnmeye davet ettikten sonra. Şekerle ilgili tehlikeleri
sıraladı. Kandaki şeker oranınız çok önemli üstelik halkımız
bilinçsizce yağla şekeri birlikte tüketiyor. Bu iştahınızı tetikler
oburlaşırsınız dediğinde, tivi deki diyeti dinleyen sade vatandaşımız,
komşusunun çay alamadığı için sıcak suya şeker konularak çay yerine
içtiği şerbet aklına geldi ve komşusunun duvarını yumrukladı. İki
dakika sonra gelen komşusuna. “Bak komşu kahvaltıda kullandığın
margarin yağıyla birlikte şerbet içiyorsunuz ya, o işte çok
zararlıymış bah doktorumuz ne diyor dinle” diyerek o anda söylediği
sözü tekrar eden doktoru komşusu da dinler. Bak tüm bunların yerine
kurabiye, çikolata, baklava yerine meyve yiyeceksin. Komşusu doktora
dönerek “hay ağzına sağlık doktor bizde zaten öyle yapıyoz”.
Kendisini çağıran komşusuna dönerek “öyle değilmi gı” dedikten sonra
neden öğle olduğunu da televizyondaki doktorun duymadığına üzülerek
anlattı komşusuna. “Komşum sen de aynı şeyi yapıyon hiç pazarda
satıcıların gofret attığını duydun mu? Hiç çikolata attığını duydun mu?,
ya baklava attığını? Biz zaten Pazar artığı olarak sebzemizi meyvemizi
topluyoz.. Onun için canımız istediğinde zaten sebze ve meyvemizi
yiyoz. Uzmanın anlattığı doğru gomşu bahsana çevrene bizlerden herkes
diyette herkes tığ gibi.” Diyetçi uzman doktor bu arada sık sık ama
az yemekten bahsetmez mi günlük ancak tek öğün yemek yiyen komşusunu
diğer komşusu uyararak. “bak gördün mü kaç kere dedim size akşamınızı
sabaha, öğleye, ikindine, yatsıya paylaştırın diye.” Komşusu: “her öğüne
çeyrek dilim ekmek hemi, öylemi diyon yani sen bana? Kız kim doy ar
çeyrek dilimle allasseen!”. Doktor: “Ara dilimlerde yüz kalori” der
demez komşu “işte şu kalori hesabından anlamıyom. Yüz kalori, yani yüz
gramı demek istıyo”. “Yoh anam, bi dinne bakalım sende. Ağız tadıyla
bir program dinletmiyon .
-
Bu arada diyet uzmanı sudan
bahsettiğinde, gelen komşu “kalk anam kalk aha bi sattır işe güce
bahmadan kilitlenip kaldık televizyona. Böyle havadan sudan şeylerle
vakit geçiriyoz” deyip de kalktı gitti evine. Ama ne yalan söyleyim
benim hala gulağım televizyonda doktorda. Doktor hala şişmanlar için,
onlar kendilerini fiziksel özürlü olarak görüyorlar normal kilolarında
olanları gören şişmanların, tanrım beni tekrar yarat dediklerini duyar
gibi oluyorum. O hala Bol su için diyordu. Şehrin içme suyu da
mikroplu. Ama bilmem ki nasıl içsek bol sudan. Doktor herhal dışardan
bidonla su alanları kastediyodur. Pazardan artık toplayarak evin
geçimini sağlayan bizler için değildir bu sözler.Eee günde sekiz on
bardakta su. Diyelim ki içtik.
- İşte bu tivilerdeki sağlık saatleri pek bi hoşuma
gider. Bak bugün ki hekimde ‘Ostropoz’ diyo dur bi gomşuya seslenek
bahak deyip üç dört kez komşusuyla bitişik olan duvarını gene
yumrukladı…
-
Aradan bir iki dakika geçmeden komşusu
demir rezleli kapının eşiğinden göründü “gene ne var sabah sabah daha
sofrayı bile kaldırmadım. “Bak anam bacım bizde hiç bi hayat galmamış
ta bizim habarımız yok. Biz orta yaşlı sayılıyoruz ama gören zanneder
ki yetmişinde. Doktor düzenli D vitamini kullanmamız gerekli diyo.
Baksana bidefa sofanızdan balık etini eksik etmeyin” deyip te ardından
televizyondaki doktor ‘somon’ dediğinde …. “eh bizim soframızdan çok
şükür ‘somun’ eksik olmaz” dedi. Komşusu: “sus hele somunu annadık
canım.” Doktor ‘Ton’ dediğinde “tonmuş” dedi gelen komşu “ohooo”
dedi “tonnan somunu tedarih ederik eee dohtor.” Doktor ‘ Levrek’ deyince
komşusu hemen ardından “Bah görüyonmu ekmek te gevrek olacakmış
besbelli” dedi. Doktor devamla “ardından da sardalye üstüne süt
ürünlerini sayabiliriz dediğinde …evin hanımı “demek ki sütü de sandalye
üstünde içecekmişiz” dedi. Komşusu “annadıysam arap oluyum. Osdurapusdan
korunacaaz ne demekse” Doktor: “D vitamini güneş ışığı yardımıyla
cildimizde üretilir bol bol güneşlenin” dediğinde ….ev hanımıyla gomşusu
sözleşmişcesine “aha bi onu yapıyoh zaten bizde”. Bu arada gene bir
seyirci bağlandı telofona “doktrcuum günde sekiz, dokuz saat bi güzel
uyku çekiyom. Saat on birde on ikide kahvaltıdan kalktı mı öğle
yemeğine de hacet kalmıyor. Kahvaltıda ağzınıza layık bi güzel beyaz
peynir. Ardından yumurta, tereyağı, reçel”, Doktor “duur orda”;
dedikçe bayan “niye duracam, kimse durduramaz beni kaç gündür
sabahları programı arıyom hep meşgul çıkıyo kimse durduramaz beni”
deyip “ardından ikindiyi çok hafif geçiştiririm kırmızı et ve balıkla
etin yanında mutlaka salata vardır. Akşama gene bunlara benzer bir
şey yerim ama yanında muhakkak pilav ve arkasından tatlı vardır .
Geceleri yoğurt ve sütü ihmal etmem .Tatlının yerine bazen muzu,
çileği, elmayı meyve olarak tercih ederim. Bazen rahatlık versin
diye şarapta içtiğim olur. Şu yirmi dört saat gün olarak o kadar kısa
ki doktorcum adam bile kızıyo bana. Yemek içmekten dolayı kendisiyle
ilgilenmiyormuşum. Doktorcuum günde bir tanede multivitamin içiyorum
çokmuu? Ama maalesef spor yapamıyorum bu yaptıklarım sizce doğrumu?”
- Doktor sabırla bayanı dinleyip “kaç kilosunuz, sizde
fazlaca obesit olmalısınız herhalde. Sabahları erken kalkın. Geç
kalkan fazla kalori yakmaz, hareket edin, kollestrol ve doymuş yağlara
dikkat etmiyorsunuz karbonhidratlı yiyecekleri daha az tüketin.4000
kalorilik öğle yemeği saydınız bana.”
- Evinde komşusuyla televizyonu izleyen Sakine hanım
Sakinliğini ilk defa bozup komşusuna dönerek: “Sankim onlar bana hayal
tacirliği yapıyor gibime geliyor. Zayıf olanlara şişmanlama, şişman
olanlara da zayıflama dersi verenlerin istediği şey bize göre değil.
Kimler neyi hayal ediyorlarsa işte o hayal tacirlerine müracaat
etsinler. Zayıflamanın iki yolu var. Kendimize gerekli günlük
enerjiden az alırsak zayıflarız, fazla alırsak şişmanlarız. Sağlıklı
yaşamdan büyük ikramiye kazanmış gibi yiyip içseler de şişmanlamayanlardan
bahsediyorum.
-
Tüm böyle rejimi tatbik ederek ölüm
döşeğine düşmüş bir mankenin acı dramı ve bu arada zaten tatsız,
tuzsuz, yağsız, etsiz sofrası olan vatandaşın gene öyle zayıf kalarak
zaten rejimde olduğundan, ölmeden açlık sınırında yaşamaya devam
ettiğini, halkını düşünen devlet adamlarının, zenginler gibi hiç para
harcamadan halkı rejimde tuttuğunu, milletinde bundan rahatsızlık
duymayarak gene bizleri açlığa mahkum edenleri seçtiğimizi anlatacağım.
-
Doğru ve dengeli besleneceez diye bi
kalori listesi tutuşturuverir diyetisyenler insanların ellerine. İhtiyaç
duyduğu kalorileri herkes kendi bünyesine göre alırsa, diyetisyene
gitmeye hacet kalır mı?. İnsan ihtiyaç duyduğu kadar kalsiyum alırsa
ve hangi besinlerin ne kadar kalsiyum ihtiva ettiğini bilirse, kemik
yapısını insan dengede tutamaz mı?.
- Artık eskisi gibi devletin himayesi altında değil
vatandaş. Evvelden devlet babalık yapardı. Fakire fukaraya yetime
dula. Şimdi her şey özelleştirildi. Birey olarak ailelerde özelleşti.
Şimdi kadınlar kocasının, çocuklar anne ve babasının sorumluluğunda olmak
istemiyorlar. Çünkü bireysel özgürlükte sevmek ve sevilmenin de şartları
değişti. Her şey gidebildiği yere kadar gidiyor. Günübirlik mutluluğu
sürekli hale getirmeye çalışıyoruz.
-
Koca baskısında kalan kadınlara ‘sığınma’
evleri açılması, kadının çaresizliğinde sokakta kalmaması açısından ne
iyi”. Sakine hanımı hayretler içinde dinleyen komşusu,:” Ne gadar da çok
şey örenmişin bacım sen” Öğrenmeziyim hiç geçende bizim adamada biraz
bahsettim de adam: “Peki öyleysem kadın sığınma evi varda, neden bir
erkek sığıma evi yok?” dedi . “Napacaan” dediydim, “valla hanım senin
bu çok bilmişliğinden başka nasıl gurtulacaam” demez mi. Komşusu “Valla
adam haklı, bahsana neler biliyon canım. Fazla bilmişlik pek hayır
getirmez insana.”
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Galip BARAN |
Galip BARAN Hayat Hikayesi
|
- TARHAN ERDEM'İN YAZISI IŞIĞINDA; SINACI'YA ÖĞÜTLER VE
HATIRLATMALAR
- Sayın Mustafa Nevruz SINACI,
- Siyaset Bilimci, Hukukçu, Araştırmacı-Yazar
- Bilinç Üniversitesi Rektör Yardımcısı
- ANKARA
-
Ekli yazıda, Tarhan Erdem, poliste ve
cezaevinde ölen genç bir adamla ilgili yazısında, Başbakan, içişleri ve Adalet
Bakanlarına istifa etmelerini önermiş...
-
Bizim ülkemizde, siyaset erbabının öyle kolay
kolay istifa etmeyeceği bellidir. Bu konuda, rahmetli Ecevit'in Erbakan'la
kurduğu hükümeti "hükümet etme anlayışımız farklı" diyerek bozduğunu, istifa
ettiğini hatırlıyorum.
-
Sayın Erdem yazısının bir yerinde, "Adalet
Bakanına soruşturma açmış (biz ne soruşturmalar duyduk); İçişleri Bakanı
suskun! Basına yansıyanlardan ilgili Bakanların, sorumluluk alanlarındaki bu
yüz karası olayla kendilerini ilgili görmedikleri anlaşılıyor!
- Oysa böyle bir olayda bakanlar istifa ederse, polis ve infaz kurumları da
yaptıklarından devletin utandığını anlar, bunu bilerek görev yaparlar!"demiş
olduğu görülüyor.
-
Olaya bir de bizim açımızdan bakalım: Yalnız
sıradan olanların değil, trafik ve çevik kuvvet polislerinin hatta avukatların
(hukuk fakültesi mezunlarının) bile kural çiğnedikleri, yasalara uymadıkları
biliyoruz. Bende fotoğrafları var. Bu durumu sen de Kızılay da
gözleyebilirsin.
-
Bu gerçek karşısında çok sağlam ve avantajlı
bir konumdayız, bana göre…
-
Bu devletin polisleri ile Başbakanı, İçişleri
Bakanı ve Adalet Bakanı arasında yasa bilgisi, anlayışı, bilinci bağlamında
bir fark olmadığının farkındayım.
-
Bir insan Başbakan, İçişleri veya Adalet
Bakanı oldu diye bilinçlenemez ki. Başbakan, İçişleri, Adalet Bakanı olmazdan
önce ne ise, odur. Bu değişmez...
-
Sayın SINACI,
-
Eğer sen Trafik Yasası'nın yayalarla ilgili
kırmızı ışık kuralına uymuyorsan, (Trafik yasası bir bütündür. Yasanın bir
kuralına uyup diğerine uymamanın bir anlamı yoktur) ya da uysan bile uymayanı
en azından uyarmıyorsan, Avukat veya Hukukçu SINACI olsan bile, Bilinç
Ünivesitesi'nden SIFIR alırsın...
-
Bu durum karşısında, "Devlet" olabilmenin
"olmazsa olmaz" şartı olan "yasa" konusunda öğrendiklerimizi, bildiklerimizi
yaşama geçirme yükümlülüğümüz, sorumluluğumuz var.
-
Bu konuda Başbakan, İçişleri Bakanı ve Adalet
Bakanından da biz sorumluyuz.
-
Sayın Ergün Arıkdal'ın bu konuda
söylediklerini bir hatırlayalım:
-
"Şimdi daha pratik bir şey söyleyeyim. Bir
trafik yasası çıkarılıyor, değil mi?
- Ancak bu cezalarla trafiği düzeltmek asla mümkün olmayacaktır, bakın
istatistiklere, daha fazla kaza olacağını göreceksiniz. Bu insanlar cezayla,
canı yanarak, maddesinden zarar vererek, egoizmasından (bencilliğinden) veya
nefsaniyetinden veya menfaatinden yoksun bırakılarak terbiye edilmek
istenmektedir.
-
Bu çok yanlış bir iştir.
-
Çünkü yönlendirici olmaları gerekenlerin
ilkeleri, prensipleri yoktur. Her şeyden önce topluma trafik ilkesinin,
prensibinin öğretilmesi gerekir. Trafiğin ne olduğunun anlatılması gerekir.
-
Bunu bize kim anlatacak?
-
Bu işi hiç bilmeyen, bir türlü öğrenememiş
olanlar mı? Zaten bilseler bu şekilde yani cezaları artırarak eğitim vermeyi
amaçlayan yasa tasarıları hazırlamazlar. Eğitim mükâfatla da cezayla da olmaz.
-
Eğitim şuurlu bir iştir. Bilgi, ancak şuur
vasıtasıyla, bir anlayışla elde edilir. Siz anlayışları artırıcı imkanları
sağlarsanız; onlar da ilkelerdir, prensiplerdir. İşte o zaman bir gelişim
sağlanır.
-
Sayın Arıkdal'ın bu yazısında "eğitim şuurlu
bir iştir" derken bizleri, Bilinç Üniversitesi'ni kastettiğini düşünüyorum...
-
Bu nedenle, "Yasa bilinci" ve "yasa
bağımlılığı" gibi kavramlarını yaşama geçirme konusunda Bilinç Üniversitesi
olarak hemen harekete geçmeliyiz.
-
Polisle, jandarmayla, iç güvenlikle ilgili
kurumların tümünü bu konuda bir tür yakın işbirliği, eşgüdüm, takip ve baskı
altına almalıyız.
-
İçişleri ve Adalet Bakanları ile Emniyet Genel
Müdürlüğü nezdinde girişimde bulunup polis kolejlerinde, polis Akademisi'nde
"Yasa Bilinci" ve "Yasa Bağımlılığı" kavramlarıyla ilgili konferanslar
düzenlemeliyiz. Bu kavramları nasıl ürettiğimizi ileride Başbakan, İçişleri,
Adalet Bakanı, Emniyet Genel Müdürü ya da Emniyet Müdürü olacak gençlere
anlatmalı, onları bugünden bilgilendirmeliyiz.
-
Ta ki; bu ülkede, herkesten önce iç güvenlik
görevlileri, "Yasa Bağımlısı" olamasalar bile "Yasa Bilinci"nin ne olduğunu
öğrensinler. Öyle ki, üst düzey yetkililere istifa etmeleri önerilmesin.
-
Sayın SINACI, masa telefonunun gene
çalışmıyor, yine birisi ahizeyi açık bırakmış anlaşılan, bilesin. Bana, bu
gibi durumlarda sana ulaşmamı sağlayacak bir komşu telefonu numarası versen
nasıl olur....
-
Galip BARAN
-
Bilinç Üniversitesi Rektörü
-
Galip'tir bu yolda MAĞLUP. Nam-ı diğer DELİ
GALİP
-
Gönderen "BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ" TÜRKİYE //
-
http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU Hayat Hikayesi |
- NERESİNDEN BAŞLAMAK GEREK BİLMİYORUM
-
Hayallerden mi, beklentilerden mi, yoksa
verilen sözlerden mi…
-
Farkında varmadan yaşanan aşkların
kırıntılarından mı yoksa lekelenmiş gururlardan akan pişmanlıklardan mı…
-
İsteksizce geçirilen tatil günlerinden mi,
yoksa farkına varılmadan geçen günlerden mi…
-
Puzzle yapar gibi yaşanılan saatlerle mi
dertleşmeyi yoksa, klavyenin eskimiş tuşlarındaki matlığını mı anlatmalı…
-
Hüzzam şarkı gibi uyanılan sabahların
mahmurluğundan mı dem vurmalı, an be an geçirilen nöbetlerin ruhumda yarattığı
sarsıntıların kalıntılarından mı…
-
İçilen sigaranın dumanıyla yapılan hayal
yolculuklarının yüreğimde ateşlediği sevinç kıvılcımlarının aleve dönüşemeden
sönüşünün hüznünü mü paylaşmalı, yoksa saklambaç oynar gibi aynı mekan içinde
birbirini sobelemenin getirdiği uslanmaz kederli burukluğun işlediği mısraları
mı yazmalı bir kenara…
-
Aşk denilen yürek fırtınasının dinginliğinden
sonra talan olan damar yollarındaki ezikliğin meydana getirdiği trafik
sıkışıklığının, beyin denilen karmakarışık iletiler zincirinin, yine
karmakarışık döngüler içerisinde algılamaya çalışan akıl denilen dumura
uğramış kısmının halini mi tasvir etmeli fütursuzca ve vurdumduymaz halimle…
-
Gecenin ilk dakikalarında henüz uyumamışken
görülmeye başlayan kabusların siyah siluetlerinin içime düşürdüğü korku
meyvelerinden damlayan esrarengiz elementlerin toplaştığı derin fakat bir o
kadar da küçük kabımın taşmaya başladığı o anlarda, eklemlerimde hissettiğim
çatırtılardan korkan ruhumun saklandığı gözbebeklerimin halsizliğini mi yazsam
satırlara…
-
Elimdeki kadehin yüzeyinde yüzen buz
parçacıklarının dilime verdiği ferahlığı alıp götüren hasret ateşinin, aynı
zamanda dişlerimde vuku bulan erozyona katkısını mı hesaplamak gerekir elimde
erimiş ömür hesabında…
-
Elemlerin paylaşıldığı içki masalarında
kederin yanına kondurmak istediğim neşe kırıntılarını yiyen gamlı baykuşların
sortilerinden usanmışlığın getirdiği öfkeyi mi düşmeli not olarak defterin bir
kenarına yoksa baykuşlara meydan okuyan kekliklerin ötüşlerini mi, çalı çırpı
arasındaki daracık patikalara…
-
Balkonlara asılan çarşaflara mı yazmalı, ömrün
geçip giden en güzel anlarının acı-tatlı hatıralarını, yoksa o balkonlarda
uluyan finoların huzursuzluklarını mı dinlemeli gecenin sessiz saatlerinde,
elinde bir fincan kahve ile…
-
Olmayan sabahların çetelesini tuttuğumuz
gecelerin derinliğinde kaybolmuş benliğimizin hafızasını mı silmeli bir
çırpıda, yoksa sabah olacak ümitlerinin damıttığı şiirlerimizde mi anlatmalı
gecenin en bilinmez anlarının ruhumuzda edindiği karanlık köşeleri….
-
Ve yanımızda bağdaş kuran ümitsizliğin
beslendiği debdebelerden hangi akıl yoluyla kurtulacağımızın boğuşmasını mı
resmetmeli her bir köşesinden yırtılmış gönül mahkemelerine…
-
Nesilleri tükendi sanılan dinozorların bir
anda toplaştığı aklımın daracık dehlizlerinde, kapana kısılmış fare gibi,
avazım çıktığı kadar bağırabilmeliyim içgüdüsüyle, bir-ki-üç ses kontrol
diyemeden, notaların esrarengiz büyüsünden habersizce bam telime basa basa,
gırtlağımın yırtıldığını hissederek ve frekansların en ucunda gezinerek
söylediğim vuslat türküsünün mısralarında kaybolduğumun farkına varmaksızın,
hala hayatın gayesine iniş yapmaya çalışmanın zavallılığından mı bahsetmeli
son cümlelerde…
-
Ve nihayet, bardaktaki son yudum içkiyi mi
resmetmeli ellerimizin silinmez hafızasına, yoksa bedenin isyan çıkarmaya
hazır yorgunluğunu mu silmeli gelmiş geçmiş istihbarat kayıtlarından…
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
- BURDUR’DAN NEZİHA
ANANIN ŞİİR DÜNYASI
-
Edebiyatımızın
önde gelen dallarından olan şiir için söylenenler değişik. Şiirin ruhlara
hitap edebilme sanatı olduğunu söylemek daha doğrusu bence.
-
72 milyon
nüfusumuzun tamamının şair olduğunu söyleyerek geliyorum. Öyle şairlerimiz,
şair adaylarımız var ki maşallah bir gecede şiirin zirvesine çıkıp
oturduklarını zannediyorlar, kabul ediyorlar.
-
Burdur ilimize
bağlı (merkez) Yarıköy’de yaşayan Neziha Çetiner annemizin varlığını Burdur
merkezde bir şiir programı içerisinde gördüm, alkışladım. o, sade duyguları,
yapmacıktan uzak anlatım ve şiir okuyuşuyla herkes gibi benim de dikkatimi
çekiyordu.
- Yenilerde dört şiiri geldi, ulaştı bana.
Bunlar sırasıyla;
-
BABAM-CAN
DİREĞİM
-
Şiirin tam
adı: Babam benim can direğim.Altı dörtlük ve beşlikten meydana geliyor. İlk
dörtlüğü şöyle başlıyor bu şiirin:
- -Babam benim tek varlığım,
- Babam benim yüce dağım,
- Babam benim,köşküm sarayım
- Babam benim can direğim
-
Dikkat ettiniz
mi, mısraların sonundaki kelimeler, yani hecenin varlığını, uyumunu ortaya
koyan kelimeler: Varlığım, dayanağım, sarayım şeklinde nasıl da güzel
sıralanıyor. Sonraki mısralarda, başkasının baba olamayacağı, hatırlatıldıktan
sonra, ”Babama dağlar gibi yaslanırım” mısrasın da ki baba güçlülüğünü
görüyor, anlatım zenginliğini hissediyoruz. Ve arkasından, ”Arıyorum
bilgisini/Özlüyorum sevgisini/Bulamam babam gibisini/Babam benim can
direğim/Babam benim can direğim/Babam benim köşküm, sarayım” mısralarıyla
şiirleşen duygular ne kadar güzel ve anlamlı değil mi?
-
- ANAM BAŞLIĞIYLA
-
Neziha Çetiner
anamızın bir başka şiiri ”Anam” başlığını taşıyor. Burada da annesine karşı
duygularını anlatıyor. Beş beşlikten meydana geliyor bu şiir. Bir bölümünde
şöyle deniyor:
-
-Ana olunca
anladım anayı/Dindiremedim içimdeki yarayı/Cennet olsun anaların durağı/Sardı
içime ana baba merağı/Hakkınızı nasıl öderim anam.
-
- DİĞER İKİ ŞİİR
-
Neziha Çetiner
anamızın diğer iki şiiri; Git yavrum askere ve uyan Türkiyem uyan,adlarının
taşıyıcısı efendim.Bu şiirlerden “Git yavrum askere” başlıklı olanından:
-
1-Git guzum
git vatan borcudur/ Git guzum git her yiğidin harcıdır/Korkma sakın sonu
acıdır/Git yavrum git, uğurlar olsun.
- Beş ayrı dörtlükten meydana gelen bu şiir;
Neziha ananın torunu 2007 yılında askere giderken yazılmış.
-
2-Uyan
Türkiye’m uyan, uzunca bir şiir. Yer yer nefes alınmış, mola verilmiş. Bir
dörtlüğünden :”Bütün dünya Atatürk’ten örnek almıştı dersini/Olgunluğunu
gösterirdi hakimdi nefsini/Dünyalara duyururdu vatana olan sevgisini/O kadar
övünülecek hizmeti vardı ki, bitiremem gerisini” deniyor.
-
Burada;
”Olgunluğunu gösterirdi, hakimdi nefsini/Dünyalara duyururdu vatanına olan
sevgisini” mısralarındaki gerçek anlatımla, Atatürk sevgisinin bütünlüğünü
ortaya koyan Neziha Çetiner ananın ellerinden öpmez misiniz? Ben öpüyorum, biz
öpüyoruz...
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- KUŞATMA VE ÇULLANMA
-
Sevgili ve değerli okuyucularım; Aziz ve kadim
gönül dostlarım!
-
Ülke, İnsan, Bayrak ve Toprağın; Adalet ve
Hukuk’un gerçek sahipleri!
-
Hak yolunda fazilet mücadelesi veren ve/veya
vermeye talip kardeşlerim !
-
Geçirdiğim ağır bir felç nedeniyle “üç ay”dan
fazla bir süredir dostlarım hüzün, bilumum vatan hainleri, insanlık, adalet ve
hukuk düşmanları sevinç içinde. 7 yıldır çektirdikleri maddi-manevi baskı,
aleni tehdit, günde on binleri bulan virüs saldırısı ve trojan (truva atı)
zulmü ile organize büro baskınlarına rağmen; Allah’a şükür hâlâ ayakta ve
hayattayız.
-
Borcumuz, derdimiz olmuş, bir el, bir ayak
sıkıntı yaratmakta imiş ne gam! İnsan, “Hürriyet, adalet ve bari hakikat
(insanca yaşam) uğruna vardır. İşte bu minvalde kaderimiz ve karakterimiz olan
süreç devam edecektir. Muhtemel kısa süreli mazeretimiz nedeniyle bazen; bilim
insanları ve dava adamlarından nakiller“ yeri geldikçe ve mümkün oldukça da
“kendi yazılarımız, yayın ve makalelerimizle“ İnşâllah.
-
Yeni dönemi TURGEM Genel Başkanı kadim dostum
Remzi UYSAL’ın (*) çok önemli ve değerli “BİR YORUM YAZISI“ ile başlatıyorum.
Makale 07 Temmuz 2009 tarihli. Konu ve başlık aynı
- Remzi UYSAL KUŞATMA VE ÇULLANMA“
-
“Türkiye Psikiyatri Derneği Üyesi Sayın
Prof. Mehmet Kerem DOKSAT´ın posta kutuma düşen ’Türkçe Bülten’in ’Etiketler
Bölümü’nde, “Erdenekon ATATÜRK´ün kişiliğine psikolojik saldırı“ başlıkllı
yazısını ve de Sayın Gökhan DEMİR´in de bu yazının içeriğine 28.6.2009 günlü
yaptığı eleştiriyi okudum.
-
Sayın Doksat yazısında, Türkiye’nin bugün
içinde bulunduğu durumu, halkımızın nasıl bir psikolojik süreç ve
travmalardan geçirilmiş olduğunu, ulusal duygu ve reflekslerinin nasıl yok
edildiğinin, ülkemizin yağmalanmasına neden tepkisiz kalınmakta olduğunun,
bir bilim adamı olarak analizini yapıyor.
-
Sayın Demir´in eleştiri yazısından; Ulusal
ve laik devlet düzenimiz gerekirse dağılsın da, bu nasıl olursa olsun ve
bunu kim yaparsa yapsın, bizim umurumuzda değil diyebilecek bir kesimin,
devlet yapımıza ve aydınlarımıza duydukları öfkenin dışa vuruşu anlaşılıyor.
- Aslında Sayın Demir´e, kendisi gibi düşünenlerin neler hissettiğini bize
çok samimi bir şekilde hissettirdiği, anlatmaya çalıştığı için, teşekkür
etmek istiyorum.
-
Demek oluyor ki; bir kesim Türkiye´de pusuya
yatıp, emperyalistlerin Türkiye’nin başına çullanmalarını beklemiş ve bu
kesim bunu, inanıyorum ki, dinimizdeki vatan sevgisi ile de
bağdaşlaştırabilmiş. Ama şu unutulmamalı ki; bugün ulusal onur ve
değerlerimize saldıranların karşısında -birilerine kızdıkları için de olsa-
suskun kalan kesim, gelecekte bu topraklarda ibadetlerini bile gönül
rahatlığı içinde yapamayacaklar.
-
Türkiye’nin başına çullanmakta olanlar,
Pakistan ve Afganistan´da söz yerinde ise sokaklarda rast gele
yakaladıklarına, terörist ve yandaşları diye Guantanamo´da yaptıkları
ortada. Irak kapı komşumuz. O insanların yaşam haklarına, kutsal inançlarına
ve hatta ibadethanelerde yapılan saldırı ve hakaretleri yıllarca okuyup,
dinledik, görüntüleri izledik.
- Anlaşılıyor ki, ülkemizde üstelik dindar geçinen bir kesim, kendileri
gibi düşünmeyen aydınlarımıza, içlerine sindiremedikleri laik devlet
düzenine, nedeni ne olursa olsun duydukları kin ve öfkeden, ülkemiz
ekonomisinin can damarı olan bankalarımızın %70´ inin üzerinde yabancılara
peşkeş çekilmesine seyirci kalabiliyorlar. Oysa; hiç bir Avrupa Birliği (AB)
ülkesinde, banka sektöründe yabancı sermayenin oranı %21´i geçmez. Biz
bankalarımızı yabancılara orantısız şekilde yabancılara sunarken, Almanya´da
birleşik sağ partilerin ağır bastığı ve başbakanı da sağcı olan koalisyon
hükümeti, zarar eden bankalarda yüksek oranda hisse senetleri alıp, banka
yönetiminde ve ekonomide devletin gücünü artırıyor. Biz de ise tam tersi
oluyor. Bunun izahı nasıl yapılabilir? Sadece bankalar mı, yabancılara altın
tepside sunduğumuz.
-
Bu da yetmezmiş gibi; yabancı banka
sermayesi kuşattığı yerli sermayemize, en düşük kredi için bile, en güç
şartları öne sürmekteler. Böylece yerli sermayemizin yok olmasına göz
yumuluyor.
-
Bütün bunların kaynağı, ATATÜRK ve
Devrimlerine, (Türk İnkılâbına) yurtsever aydınlarımıza duyulan, nefret, kin
ve öfke midir?
-
Bunun vatanseverlikle, sağduyu ile bağdaşır
tarafı var mıdır?
-
Bugün soframıza gelen ekmek bile, tarım
politikamız böyle devam ederse, vücudumuzda tıp biliminin bile tanımlamakta
aciz kalabileceği hastalıkların nedeni olabilecektir. Genleri ile oynanmış
ve köylümüze empoze edilen tohumlar, tarlalarımızın verimini tamamen
yitirip, harmandan kaldırdığımız buğdayın da tohum olamayacağına tanık
olduğumuzda, hem bazı şeyleri düzeltmek için çok geç olacak, hem de bu zaman
içinde çok şeyin ellerimizden kayıp gittiğini görebiliriz.
-
İşte üç ay içinde oluşan ve %13,8 küçülen
ekonomimiz, milli gelirimizden buharlaşıp uçan 57 milyar dolar, kimleri
mutlu etmiştir?
-
Bu mu teğet geçen kriz?
-
Yoksa; Türkiye´yi kuşatma ve başına
çullanmanın bir işareti midir?
-
Ülke değerlerinin yağmalanmasına, peşkeş
çekilmesine göz yummakla mukkadesatcılık nasıl bağdaşabiliyor?
-
Oysa dinimizin en değerli ve kutsal öğesi,
vatan ve toprak sevgisi değil midir?
-
Bana 27 yıl önce bir ayağı takma genç bir
Filistinlinin: “Bizim kıldığımız Cuma namazı kabul değil“ dediği, halen
kulaklarımda çınlamaktadır.
-
Sayın Demir gibi düşünen ve davrananlar,
istediklerinin “gönüllerince gelişmediğini” öne sürerek, bugün reddettikleri
“eskinin“ de geri dönemeyeceğini, yaşayıp öğrenmek mi istiyorlar, yoksa?
-
İşte o zaman, bazı şeyleri düzeltmek için
zaman da, fırsat ta kaçmış olmayacak mı?
- Allah Türkiye´yi, başımıza çullanmak için dışarıdaki pusu siperlerinde
yatanlardan değil de, öncelikle içerideki işbirlikçilerden ve siperlerde
yatanlardan korusun.
-
Korkarım ki bu süreci dibe vuruncaya kadar
yaşayacağız.
-
Ama unutulmamalı ki; tarihimiz sabrımızın
sınandığı örneklerle doludur.
-
Ondan sonra mı?
-
Tarihimizde yaşadığımız 86 yıl öncesinin
örneğini kim yok sayabilir?
-
-
(*) Remzi UYSAL, TÜRGEM Başkanı e.Mail:
uysalremzi@yahoo.de
|
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU Hayat Hikayesi |
- EDEBİYAT DÜNYAMIZDAN HOŞ SEDALAR
-
Sevgili kadim
dostum, pek muhterem Sn. Abdullah Satoğlu Beyefendinin 2. cildini çıkarmış
olduğu “Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” isimli bu kitap, derin araştırmalar
sonucu doğmuş ve okuyucusu ile buluşmuştur. Kitapta 30 tanınmış edebiyat,
fikir, kültür ve sanat adamının eserleri hakkında örneklemeler ve değerli
bilgiler bulunmaktadır. Kitabın içinde yer alan bu değerli şahsiyetlerden
tanıdığım ve usta kalem olarak adlettiğim bazı kalem arkadaşlarımı görmek beni
son derece mutlu etti. Ayrıca kitaptan okuduğuma göre, kitabın basım
aşamasında olduğu süreçte bazı değerli üstatlarımızın kitabı göremeden hayata
veda ettiklerini öğrendim. İşte bu okuduğum satırlar yazımın ana başlığını
“Edebiyat Dünyamızdan Hoş Vedalar” olarak koymama vesile oldu.
-
Ancak bana
sorarsanız onlar şahsen aramızdan ayrılmış olsalar da, arkalarında
bıraktıkları değerli eserleri ile daima gönüllerde yer alacaktır,
yaşayacaktır.
- Kayseri’nin yetiştirdiği değerli gazeteci, şair, yazar, kültür ve folklor
adamı araştırmacı, mümtaz insan Abdullah Satoğlu; “Edebiyat dünyamızdan Hoş
Sedalar” isimli bu kıymetli eserini son derece büyük bir titizlik içinde
hazırlamış. Kitapta kimi anlatıyorsa, yazının baş sayfasına anlatılan kişinin
fotoğrafını koymuş olması, kitabın daha kolay okunur ve anlaşılır olması
bakımından kitaba ayrı bir ahenk katmış. Anlatılan portrelerde şiirlerinden
seçilmiş örneklere yer verilmesi, beraberinde yer alan yazılarda lirik bir
hava estirmiş.
-
Anlatımlarında son derece sade, temiz ve arı
bir dil kullanan Satoğlu, bu güzel çalışması ile, Türk Edebiyat Dünyasına son
derece önemli bir eser kazandırmıştır.
Sevgili dostum, değerli kalem arkadaşım Abdullah Satoğlu’nun güzel kişiliği,
her daim gülen yüzü, misafirperverliği, beyefendiliği, insani yönünün
kuvvetliliği, duyarlı yüreği, sevgili ve saygılı davranışları ile çevresinde
son derece sevilen ve sayılan bir insan olduğu gözle görülür bir gerçektir. Bu
gerçek duruş, gelecek kuşaklara muhterem bir kişilik içinde eserlerini büyük
bir özenle bırakacaktır.
-
Bu gönül dostunu, mana da ve madde ayrı ayrı
tanımak lazımdır diye düşünüyorum. Manada tanımak için; şiirlerini okumak,
zaten onun ruh âlemi içine girmek demek olduğundan pek zor değildir. Maddede
tanımak için ise; bu kadar da zahmete gerek yok. Ne kadar faal, ne kadar
hareketli, ne kadar atılgan olduğunu, bu meziyetleri kadar da insan sevgisi
ile dolu olduğunu ve dost olduğunu bilmeyen yoktur herhalde; çünkü o, bazen
Yunus yüreğini taşır yüreğinde, bazen bir Evliya Çelebi olur yazılarında,
bazen Molla Fenari olur aziz inancıyla, bazen de küçük bir çocuk olur
yüzündeki gülüşüyle, ama her şeyden önce o Türk Edebiyat dünyasının
ağabeyidir, kalemi kırılmaz güçlü ve muhterem bir edebiyatçıdır.
Birbirinden değerli birçok güzel esere imza atmış Satoğlu’nun bu kitabını
okurken, ufkum ve gönlüm aydınlandı. İyi ki varsın, iyi ki yazıyorsun… Eline,
yüreğine, gönlüne sağlık…
-
“Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” Akçağ yayınlarında gün yüzü görmüş olup, 2.
hamur kâğıda, ofset baskı tekniği kullanılarak 176 sayfadan oluşmaktadır.
“Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” kitabını sizde okumak istiyorsanız;
Tuna Cad. No:8/1 Kızılay adresinden ya da 0312. 432 17 98 numaralı telefonu
arayarak temin edebilirsiniz.
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
ÇORUM BAKLAVASI GÜL BURMA (SARIĞI BURMA)
MALZEMESİ: 700 gram hası,4 yumurta,1 yemek kaşığı sirke,üç
yemek kaşığı yoğurt,bir tutam tuz,1 kilogram su,1 kilogram buğday nişasta,1 kilogram toz şeker,leblebi
kadar limontuzu
Normal bir tepsi sarığıburma için yedi yüz
gram birinci sınıf un konulur.
Bir miktar su,dört adet çiğ yumurta
kırılarak bir yemek kaşığı sirke, üç yemek kaşığı yoğurt ilave edilir ve bir
tutam da tuz ilavesiyle kulak memesi katılığında hamur yoğrulur.
Hamur yoğrulduktan sonra bir miktar
dinlendirilir. Dinlenen hamur ersinle yumurta büyüklüğünde yumak tutularak
nemli bir bezin altında yufka yazılana kadar bekletilir.
Gülburma hamur ok ile yazılır. Yazılan
yufkaların ince olmasına dikkat edilir.
Hamur yazılırken nişasta serpilerek
yapışması önlenmelidir.
Yazılan yufka kuru ve temiz bir bez
veya çarşafın üzerinde nemini alana kadar kurutulur. Kurutulan yufkalar on
beş santim erinde kesilirler.
Kesilen şeritlerin üzerine kıyılmış ceviz içi
serpilir. İçi kıyılmış
ceviz serpilen şeritler uzunlamasına dörde katlanır,katlanan şerit ucundan
sarılarak rulo yapılır ve altı tuzsuz tereyağı iye yağlanmış tepsiye
düzülür. Tepsi dolunca üzerine eritilmiş tereyağı ekilerek fırında
kızartılır.
Kızartılan sarığıburmanın üzerine
kestirilmiş şeker şerbeti ekilir.
Dikkat edilecek husus
sarığıburma sıcaksa,şerbet soğuk olmalı, sarığıburma soğuksa şerbet sıcak
olmalıdır.
Şeker kestirilirken ufak bir parça limontuzu
atılır iyice kaynatılmalıdır.
Soğuyan sarığıburma servise hazır olur.
|
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Erhan TIĞLI |
Erhan TIĞLI Hayat Hikayesi |
-
DOST ELİ...
- Dost dostun öz elidir
- Sevginin yücesidir
- Hiç dostu olmayana
- Ölü dense yeridir
- Yalnız et ve deridir
- Ruhsuz duygusuz çöldür
- Bağlarda bahçelerde
- Arama bulamazsın
- O bir sirk cücesidir
- Bencillik çadırında
- Kendisine güldüren
- Komedi gecesidir
|
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Rıza KANDEMİR |
Rıza KANDEMİR Hayat Hikayesi
|
GEL GEL
Ay karanlık ilk akşamdan batarken
Bülbül figan edip gülde öterken
Gün doğup da şafak vakti sökerken
Gözlerimden yaşlar sel oldu gel gel
Sevda gülü dost bağında biterken
Ulu hasta gibi yoğun yatarken
Of çektikçe duman duman tüterken
Yandı sinelerim kül oldu gel gel
Mecnun Leyla’sını çölde ararken
Ferhat Şirin için dağı delerken
Gönül bağım gonca gülü solarken
Şimdi sevenlerim el oldu gel gel.
Nazlı yarim top zülüfü tararken
Zalim tarak sarı saçı yolarken
Yavrum diye koyun gibi melerken
İyi gün dostlarım el oldu gel gel.
Kul RIZA da hasret çekip ağlarken
Göz yaşlarım ırmak gibi çağlarken
El vurup yaremi tabip bağlarken
Gönül dağım tozlu yol oldu gel gel. |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!
|
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL
yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
150 SAYI 25 Ağustos 2011 SAYIYA Gitmek İçin
Tıklayınız! |