YIL 12  SAYI 139  25 Eylül 2010

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

1
 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 
 

 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
BEN BİR ŞEY ALMADIM
            Son günlerde gelen bazı tepkiler beni üzmüş bulunmaktadır. En son gelen tepki ise bardağı taşıran bir dojaz da ve düşündürücü mahiyette idi.
            Yazanı ve bilgiyi sizinle paylaşmak isterdim fakat bu etik bir hareket olmadığı gibi o kişinin de samimiyetinden dolayı tarafıma güvenerek yazdıklarını deşifre etmiş olacağımı düşünerek yazının tamamını değil, bazı başlıklarını sizinle paylaşmak istiyorum.
1-Seni bu dergilerden çıkarın nedir?
2-Ne yapmayı amaçlamaktasın?
3-Bu kişiler sana neden güvenerek yazı veriyorlar?
4-Bu kişileri gelir ortağı yapmışsın onları karşı taraftan nemalanıyorlar mı?
5-Bu nemaların karşılığında mı bu resmi kurum, Resmi erkân ve şahısların tanıtımını derginde yayınlamaktasın?
6-Bu siteye bu maddi katkılarından dolayı senin hiç yazar arkadaşlarına teşekkür ettiğini göremedim?
“İşte bir kaya; nerene dayarsan daya” Diye bir argo deyimi kullanma zorunda kaldığım için bütün bu yazıyı okuyanlardan özür dilerim.
            Kendimi savunma olarak görebileceğinizi cevaplamak istiyorum:
1-Dergiyi çıkartmamın amacı yazar arkadaşlara yazılarından dolayı katkıda bulunarak onları tanıtmak için kurmuştum. Yazılarından dolayı telif veremediğim için ticari tanıtım ve yazılarına da bir miktar katkı payı almaları için de: http://dergisi.info
Bilgi vermiştim.
2-Amacımı pek çok kereler açıklamalarım olması ve bu açıklamalarımda faaliyetlerimi ve faaliyetleri sizlere ulaştırmak çabasından ileri gitmediği ve amacımın 1994 yılında bu güne aynı olduğunu söyleyebilirim.
3-Karşılıklı güven bizim söz ve yazı ile bilgilendirmemiz ile meydana gelmiş güzel bir olgudur.
4-Bu güne kadar hiçbir arkadaşım böyle bir çalışma yapmamıştır. Bizde böyle bir çalışmanın yapıldığını zannetmiyorum. http://dergisi.info  burada zaten katkı payı olarak sunulan katkılardan alacakları meblağ da bilinmektedir.
5- Hiçbir resmi kuruluştan, Resmi erkândan ve şahıslardan maddi katkı almadım. Yazarlarımın yazılarını sansüre almadım. Yayınladım.
6-Bu siteye bu siteye hiçbir yazarımız (Eşim Hariç) maddi katkıda bulunmamıştır. Onlar yazı yazdılar. Yazıların da maddi olmayıp manevi katkı olarak gözükmesi normal değil midir? Onlar da makalelerinde, şiirlerinde herhangi bir dergi yazısında yani http://dergisi.info  da şu ana kadar 11 ay boyunca (Benim beklentim yoktur) yazılarında dergiye teşekkür etmemişlerdir. Arşivleri inceleyebilirsiniz!
            Yazarlarımızın ve okuyucularımızı aydınlatma amacı ile bu yazıyı yazmış bulunmaktayım.
            Bilginize sunulur.

 

 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Sakin KARAKAŞ
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
DİLENCİLERİ SEVMİYORUM 
Geçtiğimiz yıl ülkemizde artık dilencilik müessesinin ortadan kalkması gerektiği üzerine bir yazı yazmıştım. Bu yazıyı kaleme almamdaki gerekçem özetle şu şekildeydi.
Valilik veya kaymakamlıklara bağlı olarak faaliyet gösteren sosyal dayanışma ve yardımlaşma vakıfları vasıtası ile sosyal devlet olma yolunda önemli aşamalar kayıt edilmiştir. Söz konusu vakıflar aracılığı ile fakir fukara ve garip guraba ayni ve nakti yardımlarla desteklenmektedir. İlgili vakıflar yemek, yiyecek, kömür ve para yardımlarını sürekli artırılarak yapmaktadır. Ayrıca faizsiz kredi desteği ile  insanımıza kendi işini kurma imkanı da verilmektedir.
Yeşil kart sistemi ile bütün yoksullar sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmış ve sağlık hizmetinden yararlandırılmaya başlanmıştır. Valilikler her ay halk günü düzenlemek sureti ile ihtiyacı olanı takip ve tespit etmektedir. 65 yaşını aşkın sosyal güvencesi olmayan yoksulların durumları incelenip huzurevine alınmaktadır.
Bütün bunların yanı sıra belediyeler başta olmak üzere sürekli kendini yenileyen ve gelişen sosyal dernekler de kermes, ayni ve nakti desteklerle fakir fukaraya yardım etmektedir.
Son yıllarda Türk insanının merhamet duygusu en üst seviyeye çıkmış ve sosyal dayanışma konusunda süratle sivil örgütlenmesini tamamlamıştır. Bu bağlamda sosyal dayanışma ve yardımlaşma hususunda sivil örgütlerde devletle yarışır hale gelmiştir.
Kısaca özetlemek gerekirse  yukarıda açıklanan  bilgiler ışığında yoksulun dilenmesi ile ilgili bütün sebepler ortadan kaldırılmıştır. Buna rağmen Ramazan ayını da fırsat bilen bir takım ar damarı çatlamış insanların sayısında artış gözlemlenmektedir. 
Maalesef yüksek İslam ahlakı ile taçlanmış Türk insanının merhamet duyguları Ramazan ayının da gelmesi ile birlikte sömürülmektedir. İhtiyacı olanın isteme makamının sosyal dayanışma ve yardımlaşma vakıfları ya da ilgili sivil örgütler olduğunu  en cahil vatandaş bile bilmektedir.
Hal bu iken  gün boyunca kentin bütün caddelerini arşınlayan ve cami önlerinde bilinçli olarak yırtık pırtık elbiseler giyinen, kafasını gözünü sarıp sarmalayan ve el açan uyanıklara artık dur denilmesi gerekmektedir. Türk insanının merhamet duygularının sömürülmesine göz yumulmamalıdır.
Son yıllarda hızla gelişen sosyal devlet anlayışı neticesinde  dilencilik müessesi ortadan kalmıştır. İnsanların dilenmesini gerektiren bütün sebepler devlet ve millet tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bütün bunlara rağmen merhamet duyguları ticareti yapan uyanıklar ortada gezmektedir. İsteme adresi belli olduğu halde  bu çirkin ticaret anlayışı devam etmektedir. 
Bu edepsiz ve ar damarı çatlamış insanlar gerçek ihtiyaç sahipleri de değildir. Gün geçmeye görsün ki  hemen her gün bir dilencinin üzerinden milyarlar çıkmasın  ya da banka hesaplarında milyarlar bulunmasın. Hatta  araba daire gibi onlarca mal ve mülk sahibi dilencilerin ortaya çıktığını  düşündüğünüzde nasıl aldatıldığınızı ve merhamet duygularınızın nasıl sömürüldüğünü bir düşünün.
İşte bu yüzdendir ki dilencileri hiç sevmiyorum. Üstelik sevmemekten de öte bütün dilencilerden nefret ediyorum. Bu hassas konuda duyarlı davranarak bu konuyu geçtiğimiz gün manşet haber olarak kamu oyu ile paylaşan Çorum Gazetesi’nin değerli yöneticilerini de kutluyorum.
Bütün bu bilgiler ışığında bütün okuyucularımdan rica ediyorum. Dilencilere para vermeyiniz. Eğer ısrarcı davranır yakarırsa sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfını adres olarak gösteriniz.
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
  STRATEJİK ORTAKLIK ÖNCESİ
Neredeyse bir haftadır dost, müttefik ve stratejik ortak Amerika konusunda tarihi bilgiler vermeye ve kamuoyunca pek fazla bilinmeyen gerçekleri açıklamaya çalışıyorum.
Örneğin: Bunlardan biri de, 1780-1800 yıllarına değin Amerika’nın Osmanlı devletine; Gemilerinin başta Akdeniz olmak üzere bazı okyanus ve denizlerde seyrüsefer edebilmek için vergi ödemesidir.
Daha sonra da, ABD ile Osmanlı’nın tarihi seyrini karşılaştırmalı olarak verdim.
Ama, şimdiki olay bambaşka. Mevcut hükümete örnek olacak cinsten. 
Bunun başkaca bir nedeni de “Nisyan (unutmak) ile malul hafızamızı diriltmek, ABD ile ilgili tarihi ve güncel gerçekleri, senaryoları hatırlatmak ve “Milli Hafıza” mızın canlanmasına olabildiğince katkıda bulunmaktır.  Burada esas maksat şudur: Güçlü, onurlu ve sorumlu, adalete saygılı ve istikrarlı-kararlı “hukuk devletleri” için, uluslar arası ilişkilerde geçerli tek kural (tekerrürü önlemek, dikkatli olmak, ders ve ibret almak bakımından) mütekabiliyet; Süiniyet (misilleme) halinde ise, “mukabele-i bilmisil” dir.
Eskilerin Hukuk-u Düvel dedikleri evrensel hukukun temel ilkesi budur. Bu nedenle de, başta siyasetçiler olmak üzere, devlet yönetiminden sorumlu bütün kadrolar mutlaka çok iyi tarih bilmek zorundadır. Şu mutlak bir hakikattir ki, tarihi bilmeyenden ne siyasetçi, ne maliyeci ve ne de (ASLA) hariciyeci/diplomat olmaz. Olamaz. Olursa da, işte şu son 47 yılda görüldüğü gibi olur.
Bu konu üzerinde çalışırken Bursalı Kore Gazisi Ramazan Kemerdere’nin anılarına rastladım. Sonra, Kore Gazisi yakın ve aziz dostum Mehmet Ali Nogay ile bir mülâkat yaptım. Kendisinden çok değerli bilgi ve belgeler içeren CD’ler aldım. Konuyu tam yazıya dökerken de Trabzon’dan Ö. F. Demirkır’ın bir seçimine rastladım. Böylece, ele aldığım olay belgelere bağlanmış ve doğrulanmış oldu.
Şimdi sizlere naklediyorum:
50 yıllık Kore savaşın büyük sırrı, Bursa’lı Kore gazisi Ramazan Kemerdere'nin anıları, Kore Gazisi Mehmet Ali Nogay’ın anlattıkları ve Ömer Faruk Demirkır’ın tespitleri ile 50 yıldır 'gizli' tutulan bir olay ortaya çıktı.
BİR HATIRLATMA
Süleymaniye'de yaşanan alçakça, kin ve nefret ifade eden, açık tehdit niteliğindeki menfur 'çuval' olayı hafızalardaki yerini halen koruyor. Bölgede görevli askerlerimizi hile ve desise ile tutuklayıp başına çuval geçiren ABD askerlerinin bu tutumu üzüntü ve infial yaratmıştı. Daha sonra Jandarma Kurmay Albay Aziz Ergen’in 19 Mayıs 2003 günü, görevde olduğu Şırnak Uludere’de; PKK’lılar ve peşmergelerin başındaki ABD’li Albay Martin Rollinson’a verdiği ders, millet için teselliye vesile oldu ve ordunun şerefini kurtardı.
İLK KEZ AÇIKLANIYOR
Oysa, iki dost kuvvet arasında geçen bu olay bir ilk değildi, muhtemel ki son olay da olmayacaktır. Kuzey Kore ve Çin ordularına karşı Kore'de omuz omuza çarpışan Türk ve ABD askerleri arasında da dramatik olaylar yaşanmıştı. Bu makale ve makalemizin dayandığı nakiller ve hatıralarla bir 'gizli gerçek' daha ortaya çıkıyor.
“Yıl 1952… Kumkale Cephesi'nin doğusunda görevlendirilen Türk birliği Koreliler tarafından çembere alınıyor. Cephe yakınında bulunan Amerikan birliğinden yardım bekleniyor ama onlar yardıma koşmak yerine, geri çekiliyor. 400'e yakın şehit veren Mehmetçik, ağır zayiata rağmen çemberi yarmayı başarıyor.
TANIKLAR ANLATIYOR
"Durumdan ABD'lileri sorumlu tuttuk. Aynı gece biri rütbeli üç Türk askeri ABD bölgesine girdi, subayların bulunduğu çadırı lav silahıyla yaktı. Çıkıp kaçmaya çalışan 3 Amerikalı subay da kurşuna dizildi. Amerikan askeri mahkemesi idam cezası verdi ama uygulayamadı. Bu olay da hep gizli tutuldu."
Anlatılan olaylar çok dramatik, üstelik kamuoyunda hiç bilinmiyor. Çünkü Türk tarafı da, Amerikan tarafı da gizli tutmayı tercih etmiş. Her ne kadar askeri mahkeme kurulup, sorumlular hakkında idam cezası verilmiş olsa da, bu ceza uygulanmış değil.
Aşağıda anlatılacak dramatik olay gerçek, savaş koşullarında yaşanmış ve hakkında resmi işlem yapılmış, belgelere de 'gizli' kaydıyla ve 'savaş gerekliliği içerisinde yapılmış bir hareket' diye not düşülmüş.
Ancak, Kore Savaşı sırasında Türk birliğine yardımdan kaçınan 3 Amerikalı subayın, biri binbaşı rütbesinde diğerleri rütbesiz üç Türk askeri tarafından kurşuna dizildiğini anlatan Gazi Ramazan Kemerdere'nin rütbesiz asker olması nedeniyle, ABD ve Türk genelkurmayları ile askeri birliklerin daha üst kademelerinde gelişen olaylara ilişkin detaylı bilgisi yok.
O DA İLK BİRLİKTEYDİ
            Gazi Ramazan Kemerdere ve Mehmet Ali Nogay’ın anlattıkları aynı:
"1951 yılında acemi eğitimini Susurluk'ta yaparken Kore'ye gönderilecek birliğe seçildim. Kore'deki zor şartlara alışmak için Gelibolu'da 3 ay süreli savaş eğitimi aldıktan sonra İskenderun'dan ABD bandıralı savaş gemisiyle 26 gün süren yolculuğun ardından Seul Limanı'na indik. Bir gece burada kaldıktan sonra ertesi gün yaklaşık 1.500 Türk askerinden oluşan birliğimizi trene bindirip 20 saat süren yolculuğun ardından Kumkale yakınlarındaki Elmalı cephesine götürdüler. Burada 10 gün kadar kullanacağımız silahlar ve bölge hakkında bilgi verildi rehberler eşliğinde. Türk birliği artık cephedeki yerlerini almak için son hazırlarını yaparken Tugay Komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı, Albay Nuri Pamir ve Yüzbaşı Nazım Dündar'dan oluşan askeri Türk heyetinin denetlemeye geleceği söylendi. Kore'ye gelen ilk Türk birliği olduğumuzdan, bölgeyi ve araziyi tanımadığımız için bize ABD'li subaylar eşlik ediyordu. İki gün sonra söylendiği gibi heyet, bulunduğumuz Elmalı cephesine geldi."
KOMUTANIMIZ ŞEHİT DÜŞTÜ
"Hepimiz 'hazır ol' da komutanlarımızı selamlamak için bekliyorduk. Bu arada Kızıl Çin ordusunun taarruzu hemen yakınımızda devam ediyordu. İşte tam bu sırada, Çinlilerin attığı bir havan mermisi, hepimizin gözü önünde Albay Nuri Pamir'e isabet etti. Albayımız oracıkta şehit oldu. Bu manzara karşısında pek çok arkadaşımız, sinir krizleri geçirdi. Her şey rüya gibiydi. Daha henüz mevzilerimizdeki yerimizi bile almadan bu durumla karşılaşmamız hepimizi dehşete düşürmüştü. Bir kaç günlük şoktan sonra bölgeye gelen diğer Türk subaylarının talimatları doğrultusunda, taarruza devam ettik. Komutanımızın şehit oluş anı her gün gözümün önüne geliyordu."
'AMERİKALILAR YARDIM ETMEDİ'
"Yaklaşık 3 ay sonra Güney Kore'ye gelen ikinci Türk kafilesiyle Kumkale cephesinin doğusunda buluşarak, 4 bin 500 Türk askeri mevcuduna ulaştık.
ABD'li askeri yetkililerin, bize gösterdiği bölgede savaşı sürdürüyorduk. O gece müthiş bir kar yağmıştı. Mevzide nöbet beklerken, donmamak için birbirimizi sırtımızda kısa mesafeli taşıyıp, ısınmaya, hayatta kalmaya çalışıyorduk. İşte o gece nasıl olduğunu anlayamadan, yaklaşık 10 bin Kuzey Koreli asker, Türk askeri birliğinin bulunduğu bölgeyi çembere alıp üzerimize saldırdı. Bir anda neye uğradığımızı şaşırdık.
Düşman birliklerinin çemberi içinde kalan 4 bin 500 Türk askerinin bu durumunu gören karşı tepedeki ABD birliği, bize yardıma gelecekleri yerde geri çekildi. 10 bin Kuzey Koreli askerin saldırısında 6 saat süren çatışmadan ne yazık ki, 400 şehit, 900 yaralı ve 350 esir vererek ateş çemberini yarmayı başardık."
ÖFKEMİZE YENİK DÜŞTÜK
"Eğer Amerikan askerleri geri çekilmeyip bize yardım etselerdi, muhtemelen bu kadar çok şehit vermeyecektik. Bu nedenle, 400 civarında şehit vermemizden Amerikalıları sorumlu tuttuk. O günün şartlarında, çok kızgındık. Bugünden geriye bakıldığında hiç doğru bir iş değil ama orada, o günlerde işte bu acı olay yaşandı.
Birlikteki herkes kayıplardan Amerikalıları sorumlu tutuyor, ceza vermek konuşuluyordu. Aynı gece üç Türk askeri bizim cephenin yakınındaki ABD'lilerin bulunduğu bölgeye girdi, subayların bulunduğu çadırı lav silahıyla yaktı. İçerideki 3 Amerikalı da alevlerin arasından çıkarak kaçmaya çalıştı. Fakat kaçışa müsaade edilmedi. 3'ü birden kurşuna dizildi.
Çünkü orada bulunan bizler Güney Kore'de Amerikalılarla omuz omuza, canımız pahasına savaşıyorduk ama bu subaylar bizi göz göre göre ölüme terk etme emrini vermişti. 400 askerimiz şehit olmuştu."
ASKERİ MAHKEMEYE İNTİKAL ETTİ
"Bu olaydan hemen sonra ABD'li askeri yetkililer mahkeme oluşturdu. Olaydan sorumlu tutulan, benim de aralarında bulunduğum üç askere 'idam' cezası verdiler.
Türk Tugayı, bizi Amerikalılara teslim etmemekte direndi. Çünkü teslim ederse, çıkacak ceza peşinen belliydi, hemen de uygulanırdı. Durum Türkiye'ye, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Türk hükümetine bildirildi."
ANKARA'DAN GELEN TARİHİ YAZI
"Tabii bu gelişmeler sırasında bizlere Kore'deki Türk birliğimizin başındaki üst düzey komutanlarımız destek oluyorlardı. Türkiye'den beklediğimiz cevap bir ay sonra geldi. Bize verilen bilgiye göre, Türk ve Amerikan dışişleri bakanlarının da imzasının bulunduğu evrakta;
‘Türk askeri kanunlarına göre cephede savaştan kaçan kişilerin ölüm cezasına çarptırıldığı’ bildiriliyormuş. Amerikalı subayların durumu da bu tanıma uygunmuş. Bu yazı bizim için kurtarıcı rol oynadı. ABD'li askeri yetkililer ölüm cezasını uygulayamadılar. 11 ay kaldığımız Kore'den apar topar Türkiye'ye çağrıldık. Bize köyünüzden dışarı çıkmayın, kimseye bir şey anlatmayın dediler. Özellikle Ramazan Kemerdere hatıratında sonrası için şöyle diyor: “Ana Vatana döndükten sonra ne köyden çıktım, ne iş yapabildim ne de kimseye anlatabildim.. Adresim belli olmasın diye oy bile kullanmadım ilk birkaç seçimde.. Aradan tam 50 yıldan fazla geçmesine rağmen, bu olayı halen unutamıyorum."
KISSADAN HİSE
Dönem itibarıyla hükümet eden Demokrat Partinin kurucu Genel Başkanı ve Atatürk’ ün “Galip Hocası” Celâl Bayar ve Demokrasi Şehidi merhum Adnan Menderes Hükümeti’nin Amerikalılara verdiği cevaba bakın :
“Türk askeri kanunlarına göre cephede savaştan kaçan kişiler ölüm cezasına çarptırılır”
Bu cevaba göre, Türk birliğinin yardımına koşmaktansa, korkup kaçan Amerikan ordusunun bütün er, erbaş ve subaylarının “ölüm cezasına” çarptırılması gereği ifade olunmaktadır.
Bu, Türk milletinin gücünü, dönem hükümetinin basiret, cesaret ve vatanseverliğinin onurlu bir belgesidir.
Tıpkı, Cemiyet-i Akvam’ın (BM’den önceki Milletler Cemiyeti) kuruluş bildirimine mukabil Atatürk verdiği cevap gibi...
“Bu muahede, mazlum milletler aleyhine hükümleri havi bulunmaktadır. Ekte teklif olunduğu tarzda tashihi halinde TC’nin hususan daveti halinde icabet düşünülebilir...”
Türkiye Cumhuriyeti, işte bu akaid üzre kurulmuştur.
Milletin güç ve iradesini yanında hissetmeksizin, millet ve devlet aleyhine zafiyet izhar edenler; Milletin yöneticisi olmaya lâyık değildirler. Bunlar, meşru da olamazlar. Meşru hükümetler; Türk İnkılâbını şiar edinerek, kurucu unsurun mutabakatı ve TC’nin kurucusu Mustafa Kemâl Atatürk’ün dediği gibi: “Türkçe Düşünen, Türkçe Konuşan ve Türkçe Yaşayan” , “Namuslu, Dürüst, İlkeli, Onurlu ve Sorumlu” vatandaşlardan mürekkep olmak zorunda ve durumundadır.
Dahası; Osmanlı bakiyesi TC’nin her yöneticisinin: “Türk Milletinin Kıblesi Kâbe; Kalbi, bütün Cihanı Saran Türk Dünyası ve Türk Sevdası ile dolu olmak zorundadır” İlke budur. İşte size çok özgün bir örnek daha:
ŞİMDİ DAHA KARARLI VE İSTİKRARLI OLMAK GEREK
            “1933 yılı 29 Ekim gecesi, herkes Cumhuriyet'in 10. yılını kutluyor. Atatürk o sırada Türk Ocağı'nda yabancı diplomatlara yemek veriyor, davetliler gecenin ilerleyen saatlerinde birer ikişer dağılırlar, Atatürk yakın arkadaşları Salih Bozok, Kılıç Ali, Nuri Conker'i kast ederek "Bizimkiler nerede ?" diye sorar, Tevfik Rüştü Aras (Atatürk'ün dışişleri bakanı) Ziraat Bankası salonundaki baloda olduklarını söyler.
Hep beraber Ziraat Bankası'nın balo salonuna giderler. İçerisi tıklım tıklımdır, Atatürk gelince herkes alkışlar, "Yaşa Gazi Paşam" şeklinde tezahürat yapar. Atatürk halkıyla sohbet etmeyi çok sevdiği için sandalye ve masa ister ki isteyenler ona sorularına sorabilsinler. Soru sormak için gelen kişilerden biri Zeki isimli 25 yaşlarında bir doktordur. Şunu sorar;
-Gazi paşam! Saltanatı kaldırdık, hilafeti meclisin manevi şahsiyetinin içine aldık; bunlar yapılana kadar bir milletin ideali olabilirler. Fakat yapıldıktan sonra yeni bir düzen kurulur ve işler... Onun iyi işlemesi, kötü işlemesi, ideal değildir, iyi işlemesini sağlamaya mecburuz! Yaptığımız öteki devrimler de yapıldığı an ideal olmaktan çıkar. Artık ideallerimiz, yaşadığımız gerçekler haline dönüşmüştür. iyi ya da kötü sonuç vermesi bizim sorumluluğumuzun sonuçlarını belirler. Ama bir de Milletlerin babadan-oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal aşılamadınız! Yahut benim bundan haberim yok ! Bunu bize açıklar mısınız Gazi Hazretleri?
Atatürk bu soruya şöyle cevap verir:
-Bunlar vicdanımıza yazılmış gerçeklerdir; konuşulmaz, yaşanır! Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır ama bu ülküler devletler tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır! Nasıl, bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız... Ben Devlet Başkanıyım! Sorumluluklarım vardır! Bu sorumluluklarım altında konuşamam!  Bu konuda genç arkadaşlarımla ayrıca konuşacağım.
Sonra Atatürk halkın Cumhuriyet bayramını tekrar kutlar ve Dr. Zeki’yi yanına alarak Genel Müdür’ün odasına çıkar. Atatürk’ün arkasında duvarda bir Türkiye haritası vardır. Karşısında oturan Dr. Zeki’ye:
-Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?
-Evet Paşam.
-O haritada Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var, Onu da görüyor musun?
-Evet, görüyorum Paşa Hazretleri
-Hah. İşte o ağırlık benim omuzlarım üstündedir. Omuzlarım üstünde olduğu için, Ben Konuşamam! Düşün bir kere.. Osmanlı imparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün bunlar vardılar.. Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek hiçbir şey sür-git değildir! Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içine olmalıdırlar.
Bugün Sovyetler Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir.. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün elinde sımsıkı tuttuğu Milletler, avuçlarından sıyrılabilirler.. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir! İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir! Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız!“Hazır olmak” yalnız o günü susup beklemek değildir, “hazırlanmak lazımdır”. Milletler, buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur!
Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim, onlara yaklaşmamız gerekli...
Tarih bağı kurmamız lazım.. Folklor bağı kurmamız lazım .. Dil bağı kurmamız lazım.. Bunları kim yapacak? Elbette Biz.. Nasıl yapacağız?
İşte görüyorsunuz , “Dil Encümenleri” , “Tarih Encümenleri” kuruluyor.
Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda, tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimiz olması gerekli.. Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi Orta Asya’dan başlattık! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidirler. Orada yaşayanlar da bizi bilmeli..
İşte bunu sağlamak için de “Türkiyat Enstitüsü”nü kurduk. Kültürlerimizi, bütünleştirmeye çalışıyoruz! Ama bunlar, açıktan yapılmaz! Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabildiği gibi, savaşlara da sebep olabilir. Bunlar, Devletlerin ve Milletlerin derin düşünceleridir.
İşitiyorum: Benim dil ve tarih ile uğraştığımı gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız; “Paşanın işi yok! Dil ile Tarih ile uğraşmaya başladı” diyorlarmış. Yağma yok !. Benim işim başımdan aşkın. Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini de atmaya o kadar dikkat ediyorum.
Bu yaptıklarımız, hiçbir millete düşmanlık değildir.
Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız!
Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız.
Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum.. Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran, çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap! İdealler konuşulmaz, yaşanır!
İşte senin sorunun karşılığını da böylece vermiş oldum!
Gece ilerlemişti. Atatürk arkadaşları ile birlikte, bulvara çıktığı zaman, taze bir sabah Ankara göklerinde ışımaya başlamıştı. (4)
SONUÇ:
Bu gün, başta stratejik ortak ABD ve Avrupa Konseyi bağlamında doğal müttefik AB Türkiye’nin etrafında adeta bir çevirme harekatı gerçekleştirmeye çalışıyorlar. İçeride ve dışarıda türlü taktiklerle toplumun kafasını karıştırmaya, fikirleri zayıflatmaya, adeta, bizleri, kendi benliğimizden uzaklaştırmaya, Milli hafızamızı silmeye ve  utandırmaya gayret ediyorlar. Özgüvenimizi, inancımızı, değerlerimizi ve dirençimizi kırmaya çalışıyorlar. Tam bir asimetrik savaş Psikolojik taarruz  Taktiği! Vakti zamanında İznik Konsülleri tarafından çalınan bu menfur maya bir tutarsa, o zaman bizi sahada da yenmek kolaydır, askeri olarak ta.
Yeter ki bir kerre bu millete Yenilmişlik ve Teslimiyetçi ruh halini, ezilmişliği, paraya kul ve gâvura köle olmayı  kabul ettirsinler.İŞTE, biz de asla bunu kabul etmeyeceğiz. 
BURADA DUR! DİYECEĞİZ.!.
Dikkat edin, Rumlar hamle üstüne hamle yaparak Türkiye’yi bunaltmaya çalışıyor.
Hemen hatırlanmalı ki yine aynı Yunanistan’ın dış işleri bakanı Melina Merkürü, Kurtarılacak Topraklar Haritalarını yayınlayarak Trabzon yöresini Pontus olarak ilan etmiş ve hedef göstermiş durumdadır. Hele bir “Ermeni soykırım yalanı” tutsun, bu defa tarihte en çok Türk soykırımı yapmış olan Yunan, daha vahim iftira ve yalanlarla zuhur edecektir.
Ermeniler atakta: içte, dışta, Amerika da, Avrupa da ve sonra da hiç yüzleri kızarmadan “önşartsız masaya oturmaya” hazırız gibisinden laflar ediyorlar. Sanki, hala Azerbaycan’ın %21’ni işgal eden onlar değilmiş, sanki bizin Doğu Vilayetlerimizi talep eden kendi anayasaları değilmiş gibi. Sanki, Bakü’de, Hocalıda, Erzurum, Kars, Adana, Mersin ve birçok yerlerde kitle katliamı yapan Ermeniler değilmiş gibi. Sanki yıllarca Türk diplomatlarını öldürüp, “Türkiye’yi öldürüyoruz” diye çığlık atan Ermeniler değilmiş gibi.
Amerika ve Avrupada ki Diyasporayı kullanarak Türkiye’ye baskı yapan kendileri değilmiş gibi, sanki Avrupa Parlamentosu kullanan kendileri değilmiş gibi şimdi “ön şartsız görüşmeye hazırız” diyorlar. Ve sanki, anarşi-terör ve tedhiş örgütü kendi icat ve kuklaları değilmiş gibi...Bu kadar oyun ve şov olmaz.  Bizim gerçekleri görüp, bu yaratılan duman dalgasının ardında ki oyunları fark etmemizin zamanı çoktan gelmiş bulunmaktadır.
Irak sınırında yasaklar, Bulgar ve Romanya sınırında kısıtlama ve vizeler, geciktirmeler. Tam o sırada AB de 8 fasıl’ın askıya alınışı, AB’nin “ille de Kıbrıs işini halledin” diye dayatması. Hepsi tesadüf değil mi? Biz bu taktikleri ve tutumları daha önce hiç görmedik değil mi?
Karşımıza tüm benzer oyunlardan sonra Sevr’i dayadıklarını, unuttuk değil mi? Hayır, hiç birini unutmadık. Hiç birine de kanmıyoruz. Tüm taktik ve oyunların farkındayız. Tüm bağlantıları da daha net görmeye başladık. Bir haberim var: hala bunları görmediğini iddia eden varsa, hala AB ve ABD’ye şirin görüneceğim diye çeşitli izahlara yeltenen varsa, onlar sadece kendilerini kandırıyorlar ve sadece kendilerinin geleceğini garantiye almak istiyorlar yoksa milleti ve vatanı falan düşünmüyorlar. İşte ilaveten, bizler bunların da farkındayız. Artık Dik durmanın, Bir Türk gibi güçlü olmanın ve  Berrak düşünmenin zamanı gelmiştir. Ezik ruh halinden ve adeta “azınlık” psikolojisinden kurtulmamız gerekmektedir. Kısacası, artık hepimiz için toparlanma zamanı gelmiş bulunmaktadır. Dosdoğru bir yol ve gerçek bir istikamet için lütfen Atatürk’e kulak veriniz:
            "İskenderun güneyi Antakya, Halep ve katma İstasyonları,  Cerablus, Fırat köprüsünün güneyi, Deyr'i zor, Musul, Kerkük ve Süleymaniye; Vatanımızın Türklerle meskun güney sınırlarıdır. Türk süngüleriyle çizilmiş olup, sınırlarımız içindedir."                                       
“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” ( M.Kemal ATATÜRK-1923)
1) Ö. F. Demirkır 27.11.2007, Trabzon
2) Mehmet Ali Nogay, Kore Gazisi, Ankara
3) Ramazan Kemerdere, Kore Gazisi, “Anılar”
4) Olay İhsan Sabri Çağlayangil’den dinlenmiş, Sebati Ataman, Kılıç Ali, Tevfik Rüştü    Aras, Hikmey Bayur tarafından doğrulanmıştır. Kaynak: Atatürk'ün Avrasya Devleti/ İsmet Bozdağ
 
 

 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsa KAYACAN
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
 YOZGAT
Yerleşim birimlerimizle, il ve ilçelerimizle, belde ve köylerimizle ilgili araştırma, yorum ve değerlendirmeler, eldeki, masa üstündeki yayınlarla, yapılıyor, yapılabiliyor.
Yozgat ilimiz için, “yiğidin harman olduğu yer” ifadesi, yorumu kullanılıyor. Coğrafi açıdan baktığımızda Yozgat; İç Anadolu Bölgesinin orta kızılırmak bölümünde yer almaktadır.Kuzeyinde Çorum, Amasya ve Tokat, doğusunda Sivas,batısında Kırıkkale ve Kırşehir, güneyinde Kayseri ve Nevşehir illeriyle çevrilidir.
10. Sürmeli Festivali kapsamında 04 Temmuz 2009 tarihinde Yozgat merkezinde, Yozgat Şairler ve Yazarlar Birliği’nin koordinatörlüğünde, Valilik ve Belediye Başkanlığı’nın katkılarıyla gerçekleştirilen “Şiir şöleni” sırasında bana ulaştırılan ve genellikle Yozgat Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü imzasının taşıyıcısı yayın ve dökümanlara bakıyorum.Bunlar:
 
1-Yozgat Kent Tarihi (240 sayfa)
2-Termal kaplıcalarıyla Yozgat,
3-Bozok diyarı (Yozgat’la ilgili tarihi fotoğraflar-siyah-beyaz)
4- Yozgat antik kentleri,
5-Yozgat,
6-Kazankaya Kanyonu Yozgat-Aydıncık,
7-Yozgat il haritası,
8-Yozgat balgeseli (cd)
9-Yozgatlı şair Salim Gülbahçe’nin şiir kitabı
10-Şehriyar, aylık kültür,sanat,edebiyat ve aktüalite dergisi, sayı: 13,2009.
64 sayfalık bu derginin sahibi: Derviş Tavşancıoğlu. Keyseri’de basılıyor. Yozgat’ta irtibat bürosu var.
Yozgat’ın tarihçesine baktığımızda gördüklerimizden:
-Yozgat’ın tarihi ve arkeolojik araştırmalarına halen devam ediliyor.Yozgat’ta ilk yerleşim izleri M.Ö 3 bine kadar iniyor. Anadolu’nun ilk merkezi devletini ve imparatorluğunu kurmuş olan Hititler döneminde Yozgat’ın başkent Boğazköy’e yakınlığı ve Alişar gibi önemli bir merkezi sınırları içerisinde bulundurması, M.Ö 2 bin yılda Anadolu’nun merkezinde, ne kadar öneme sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Yozgat, Sürmeli ve Ziya türküleri başta olmak üzere pek çok ünlü türkünün çıkış yeridir.
Ziya türküsünün öyküsü veriliyor Yozgat Kent Tarihi’nin 187 nci sayfasında.Ziya’nın yakışıklı bir delikanlı olduğu anlatılıyor. Yozgat’ın Karacalar köyünde yaşayan Ziya aynı köyden Fikriye adlı bir kızı sever. Fikriye’nin babası Karacalar Köyü’nün imamı Ali Hocadır. Ali Hoca Kızıltepe Köyü’ne imam olur. Ziya sık sık nişanlısını görmek için at üstünde gider. Ziya bir gün ekin sularken üşütmüştür. Karın ağrısı nedeniyle doktora gider. Fayda bulamaz. Bir hafta sonra ölür.
Ziya için bir başka söylenti vardır: İyi at binen, cirit oynayan Ziya, iki köy arasında oynanan ciritte attan düşer, orada ölür. Fikriye nişanlısının ani ölümü karşısında duyduğu acıyı şiire döker. Türkü ortaya çıkar. Ağıdın tamamı 30 kıtadır. Bu türkünün bir dörtlügü:
 
Çamlığın başında tüter bir tütün,
Acı görmeyenin yürüğü bütün,
Ziya’mın atını pazara tutun,
Gelen geçen Ziyam ölmüş desinler. 

 

 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
HÜKÜMET “YOK” HÜKMÜNDE!
Dış (düşman) kaynaklı, İsrail+AB-D destekli Ermeni orijinli çete, terör/tedhiş, suç örgütü; Hakkâri’nin Irak sınırı Şemdinli ilçesindeki askeri birliğe 19 Haziran 2010 gecesi saldırdı. 8 asker şehit oldu, 14 yaralı var. Gün içinde sayı 11’e çıktı. 12 adet çeteci öldürüldü. Menfur saldırı, bölgesine takviye timler sevk edildi, silahlı helikopter ve topçu ateş desteği sağlandı. Kuzey Irak'ta tespit edilen hedefler de savaş uçakları tarafından bombalandı.
Hatırlanacağı üzere: 1 Ekim 1999 tarihinde İran, Irak ve Türkiye sınırında bulunan ve şeytan üçgeni olarak adlandırılan bölgeden giriş yapan çetecilerden Ali Sapan’ın da aralarında bulunduğu 8 kişi, açılım politikaları gereği (güya) teslim olmuştu. Her türlü hukuk, mantık, umur-u devlet ve ahlâk akaidine aykırı olarak oynanan bu oyun ve pervasızca sergilenen sinsi senaryo; hükümetin içine düştüğü gaflet, dalalet, acz ve zaaf’ı açıkça göstermeye yetmişti.
Nitekim o günden bu güne şehit sayısı artarak çoğaldı. Son iki ayda sayı 50’yi buldu.
“Açılım, düz ovada siyaset, demokrasi, kardeşlik ve barış” adına akıl almaz cürümler, menfur emellere matuf ihanetler, kirli oyunlar, yerli kripto, kalleş diyaspora, dönme, devşirme dümenleri ayyuka çıktı. Başta ABD, şeriki İsrail, AB, GKR çete yönetimi ile fink atıp Ermeni yalanları uğruna; Ülkelerine anıtlar dikerek necasete bulaşan kimi sözde İslâmcı ülkeler dâhil, 20 küsur devletin yardım ve yataklıkla “taşeron” olarak kullandığı bu güruh iyice azıttı!
Ayrıca, açılım kapsamında af, atıfet, tolerans ve taviz kapısının aralanması eşkıyayı yüreklendirdi, meclis içinden açıkça ışmar olunması melunlara cesaret verdi, şımarttı. Buna paralel zaafa uğrayan erkler, felç edilen stabilizatörler ve bozulan kuvvetler dengesi ile terör ve tedhişle lâubali ilişkilere girilmesi, iş bu -zıvanadan çıkmanın nedeni oldu!
ŞİMDİ NE YAPMALI? Tıpkı Fuzûli’nin dediği gibi; "Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok" Ülkenin son 47 yılına kir ve kan damgası vurmuş eli kanlı eşkıyanın, İmralı mahpusu bebek katili; Nasıl oluyor da ülkede gündem belirliyor? Buna hangi hain, bedhah ve küstahlar cevaz vermekte! Başkaca kaç mahkum avukatları ile görüşüyor? "31 Mayıs'tan sonra artık ben yokum, olacakların sorumlusu değilim" Biçimi, açık tehdit içeren mesajı kim açıkladı? Kim yaydı? Hangi yandaş/yoldaş, Candaş medyalar mesajı yayınıp terörü azdırdı?
Eğer hükümet varsa, derlesin-toplasın suçluları, çıkarsın yargı önüne.
Yürütme açılım zaafı ile malul; Yasama çatısında parlâmenterlik mesleği icra edenler içinde hiç mi ‘onurlu, sorumlu, vicdanı hür, irfanı hür’ kula kulluk etmeyen adam gibi adam; İyi insan ve iyi vatandaş yok!.. Cumhuriyet (!) Savcısı, Polisi, Askeri, Jandarması ve Hâkimi ile Yargı ne iş yapar? Dördüncü kuvvet; Hukukun üstünlüğünden sorumlu namuslu/dürüst, onurlu/sorumlu, milli memleket medyası nerede? Ülkede, binlerce sorun, haksızlık, yolsuzluk, hırsızlık, hukuksuzluk ve her türlü ihanet hüküm sürerken; dünya kupası maçları, adi televole, fuhuş, ahlâksızlık furyası, menfur ihanet senaryoları ve çete reklâmları ile müştegil; Türk'e ait değerleri yok sayan diziler ve beyin yıkama metotları ile milleti uyutan, avutan bir medya!
Ve; Beşinci Güç olarak tanımlanan Sivil Toplum!.. Adına STK denilen, açık toplum örgütlerinin ekserisi ihanet şebekesi işleten dâhili ve harici bedhahlara angaje; Açlık, işsizlik, yokluk ve yoksulluktan malul, geçim derdine mağlup, gözü bir lokma ekmekten başka bir şey görmeyen, sorunlar sarmalı içinde boğulmuş, paralize bir millet! Kendi evinde işkence, devlet kapısında zulüm, eziyet ve azap’a maruz, zavallı yurdum insanı! Amma buna mukabil:Dürüst yurttaşların vergileriyle bitleri kanlanan kravatlı hırsızlar, yolsuz ve teröristler, TC’nin her noktasını gezip, devleti tehdit eder, milli-manevi değerlere alçakça saldırırken!
Her tür azınlık ırkçılığı meşru  edilip, Türküm diyenlerin boynuna yaftalar asılırken!
Şehit cenazelerine sahip çıkmak ‘istismar’ çete leşlerinin ‘şehit namırın’ çığlıkları ve melânet örgüt paçavralarıyla kadavra gömmeleri "sağduyu" olarak adlandırılırken; sözüm ona "aydın" geçinen "akademik unvanlı vatan hainleri" ekran gezip, bayrak inmesin diye canlarını sebil eden güvenlik güçlerine ağız dolusu hakaret ederlerken! İsim önüne ‘insan hakları’ gibi ‘yüce evrensel değerler’ koyarak, nitelikli dolandırıcı yüzlerce dernek, vakıf vb, STK alenen teröre hizmet edip, anarşist haklarını savunurken; Ülke yöneticileri, şehit cenazelerindeki tepki ve coşkuyu ‘yaygara’ olarak nitelerken. Politik-ACI’lar, milli birlik ve beraberliğimizi güçlendirecek atılımlar yapmak yerine, TC’nin 36 etnik grup olduğu yalanıyla, et ile tırnak gibi kaynaşmış insanlarımızı ayrıştırmaya yönelik kerameti kendinden menkul, esas işlevi “tefrika” olan “açılımlar” peşinde koşarken; üstelik tüm olup biten, cereyan eden icraatı inceleme/araştırma/sorgulama, yargıya ve savcıya taşıma görevi ile yükümlü ‘demokrasinin vazgeçilmez unsurları” siyasi partiler; Derin uyku, gaflet-dalâlet, demokrasi/adalet ve hukuka ihanet, günlük çıkar rant peşindeler!
Bir yanda bireysel risk ve sorumluluk alan, vatanını canından çok seven, bu uğurda ölümü göze alarak kışlalarına saklanmayıp gece gündüz, kar kış demeden teröristi her nerede ve hangi bataklıkta olursa olsun arayıp bulan ve onu yok eden korkusuz Türk askeri. Diğer tarafta, risk üstlenmekten korkan, sinsi, siyaset peşinde sünepe, dalkavuk, lânetli Yahudi tarikatı mensubu “menfur mason”, kurnazca kışlasına sinmiş, bana dokunmayan yılan bin yaşasın zaafı ile malul! Türk Ordusunu “Peygamber Ocağı” olarak değil, bol paralı, çok avantalı, itibarlı ve garantili bir meslek olarak gören! Lâfla birçok aksaklığın üstünü örtmeye çalışan, ateist-pagan, terörle dans’a açık ve şehit vermeye mahkûm,  paralı/lejyoner portresi.
DAHASI VAR! Terörün bir numaralı hamisi İsrail'e savunmamızı teslim etmek gafleti! Çetenin ağababası, Amerika’dan istihbarat dilenmek gibi iğrenç bir rezalet! Her halde bu nedenlerle olsa gerek, alçakça/kahpece, kalleş saldırılara uğruyoruz? Nerde savunma planı? Kendi istihbaratımıza ne oldu? Hava harekâtları ne işe yarıyor? Alınan termal kamera, gece görüş cihazları, insansız uçaklar ne işe yarıyor? Eşkıya nasıl olup da bu kadar rahatça gelebiliyor? Bu memleketin; Cumhur-başkanı, baş-bakanı, genelkurmay başkanı, içişleri ve dışişleri bakanı ne iş yapar? BİR milyona yakın askerin üç buçuk eşkıyaya nasıl olur da gücü yetmez? Neden? Niçin? Askerin elini tutanlar tutuklanmaz? Sonuçta: Terörün finans kaynakları, lojistik desteği kesilmedikçe, siyasi uzantıları, iç ve dış bağlantıları tutuklanıp yargıya teslim edilmedikçe, bataklığın kurutulması ve eşkıyanın yok edilmesi zordur. Çünkü ABD ve AB stratejik öneme sahip ülkemize karşı, ''terör-tedhiş silahını'' kullanmaktan kaçınmamaktadır. Bu gerçek apaçık ortada iken; ABD istihbaratına bel bağlamaksa büyük bir çelişkidir, saflıktır, gaflet, dalalet ve aptallıktır.
Lütfen hatırlayınız: 8 yıl öncesinde terör sıfır seviyesindeydi. Sonra nice evlatlar şehit düştü. Nice avratlar dul, evlâtlar yetim kaldı. Genelkurmay başkanın ‘acımız büyük, üzüntülüyüz’, Politik ACI’ ların ‘kanları yerde kalmayacak’ ve zavallı muhalefetin ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ teraneleri, acıları dindirmiyor. “Babalar gibi paralar” başka yerlere harcanacağına; TSK'ya savunma donanımı alınsın. Başta İsrail olmak üzere, diğer himaye, yardım-yataklık unsurları ile savunma ilişkilerimiz derhal kesilsin ve “ihanet bölgesinde/olağanüstü hal” ilân edilsin. 
DUYUMLARA GÖRE: Sağlıklı istihbarat yok, F16'lar sorunlu, tanklar düzgün çalışmıyor, silâhlar tutukluk yapıyor! Suç teşkil etmesi gereken: “Kürt sorunu, bölücü terör örgütü, örgüt adları, bebek katilinin mesaj ve demeçleri, hayali etnik ve anadil sorunları ve kerameti kendinden menkul “demokratik barış ve kardeşlik” söylemleri! Bunlar AB domuzlarının “Kıbrıs için barış” palavrasını andırıyor. Gerçek şu ki: TC’nin ve Türk halkının bu alanda bir sorunu yok. Var olan sorun sadece “Umur-u devlet yokluğu” adaletsizlik, haksızlık ve hukuk! Hak, güvenlik, hukuk ve huzuru tesisle mükellef olan kimdir? Elbette hükümet!
Çünkü adalet, saadet ve sulhu salâh, hükmün hikmeti ile kabil ve mümkündür.
Peki, niçin ‘hükümet” var da; “Adalet, hakkaniyet, eşitlik, huzur ve hukuk” yok?
Çünkü; bunları tesise muktedir olamayan hükümet de “YOK” hükmündedir!
Allah (CC), bu Millete akıl, iman, izan, basiret ve feraset versin İnşallah. 
 
 

 

 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
SESSİZ VE GÜZELLİĞE DOĞRU
            Göz ve kulak birlikte olmasının kıymetini bunlardan birisinde yoksun olanlara sorsak daha güzel olursa da belki bir nebze olsun bu duyu organlarımızı kullanamama eksikliği veya da azalmasını belli bir yaştan sonra istesek de,istemesek de öğrenmekteyiz. 
            Göz organımızın yavaş yavaş asıl vazifesini yaparken yorulması,belirli işlevlerin artık görüntülerin gerektiği gibi beyne ulaştıramaması belli bir yaştan sonra insanların pek çoğunda gözüken gerçek bir olaydır. Bir gün elinize aldığınız bir kitabın sayfalarındaki yazıların ufaldığını.bulanıklaştığını görünce bir korkuya kapılmayanımız var mı ? Elbette yoktur. Hemen gözlerimizi ovuştururken acaba gözümüze n oldu diye telaşlandığımızı olmuştur.
Benim gözlükle tanışmam yaşında olmuştu. Kütüphanede çalışırken öğrencilerin istedikleri ödevlerin bilinen meşhur bir ansiklopediden vermek için elime aldığımda sayfada bulunan yazıları okuyamamış ve korkmuştum. Hemen bir aynanın karşısına gitmiş gözümü kontrol etmiştim. Sonra bir göz doktoruna gözüktüm. Yakını göremediğimi belirtmiş,doktorun yaşımı sorması ve kırk demem üzerine daha gözünüzün yorulma ve görme kaybı için yaşımın erken olduğundan bahsederek muayene bile etmeden hastaneden yollamıştı. Öğlen paydosunda aynı doktorun muayenehanesine özel olarak gittiğimde ise,bilgisayar ile gözümü ölçtüğü zaman görme kaybının başladığını görmüş ve ilk olarak da nerede çalıştığım hakkında bilgi sormuştu. Kütüphanede çalıştığımı söyleyince de mesleki olarak kitaplarla meşguliyetten gözümün yorulduğunu söyleyerek gözüme koyduğu teşhise göre gözlük kullanmaya başlamamamı tavsiye ederek reçetesini yazmıştı. O günden sonra üç dört senede bir gözlük değiştirme ihtiyacı duydum ve halen duymaktayım.
Evvelki sene içinde de kulaklarımda bir çınlama ile kulaklarımın ses duyma kaybına başladığını algılamaya başladım. Doktorlar;belli bir yaştan sonra olabilecek bir gelişme olarak tanı koyduklarında pek de umursamadım. Bazen Hacı Hanımın beni duymuyor musun serzenişinden başka bir sıkıntım da olmadı. Bununda belli bir yaşın gereği olduğunu bilmek bana bir elem ve üzüntü vermektedir.
 

 

 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
BORHANI (Yumurtalı) 
 
MALZEMESİ: 2-3 porsiyon için,2 yumurta,500 gram yoğurt, 50 gram tereyağı,bir tutam nane,1-2 diş sarımsak. 

    

Tavada kızdırılan yağın içerisine yumurtalar kırılarak karıştırılır. yumurtalar pişmek üzere iken üzerine nane,kırmızı pul biber ve istenildiği kadar tuz konulur. Başka bir kabın içinde özenen yoğurda bir miktar sarımsak dövülür. Kızartılan yumurtalar üzerine sarımsak dövülmüş yogurt ile karıştırılarak servis yapılır.
İstenirse; Kaynar suya yumurtalar kırılarak haşlanırlar. Haşlanan yumurtanın suyu süzülür ayrı bir kaba konulur. Süzülen yumurtaların bulunduğu kaba özenen sarımsaklı yoğurt ve bir miktar tuz katılarak karıştırılır. Tavada tereyağı ile nane kavrularak yoğurtlu yumurtanın üzerine dökülerek karıştırılarak servis yapılır. İstenirse yumurta tereyağı kırılarak pişirilebilir. Üzerine tekrar tereyağının diğer kısmı nane ile kızartılarak dökülür ve servis yapılır. 
BORHANI (Mantarlı)
Mantarlar soğuk su ile iyice yıkanır. Yıkanana mantarlar küçük küçük doğranarak tekrar yıkanır. Suyunun süzülmesi çini süzgece konur. 50 gram tereyağı tavaya konarak eritilir. Doğranmış mantarlar  yağın içine atılır ve bir miktar tuz konularak  karıştırılarak kavrulur. Kavrulmuş mantarlar atılarak karıştırılır. Üzerine tekrar tereyağının diğer kısmı nane ile kızartılarak dökülür ve servis yapılır.
Malzemesi: 2-3 porsiyon için,250 gram kültür mantarı,bir kilogram yoğurt, 100 gram tereyağı,bir tutam nane,1-2 diş sarımsak. 
BORHANI (Hamurlu)
Bu borhanı daha çok kadınların Ramazan ayı için imece olarak mantı bükmeleri için toplandıklarında hazır bulunan hamurdan yapılır. 
Açılmış hamur parçalara mantı hamuru gibi 4x4 ebadında kesilir,bu hamurun içine kıyma konularak ikiye bükülerek muska şeklinde içerisine kavrulmuş kıyma ve maydanoz konularak hamurlar birleştirirler. Bir kapta yeterli kadar su kaynatılır. Muska hamurlar bu kaynar suya  atılarak bir miktar haşlanırlar. Hamurlar suda haşlanınca süzülerek leğene alınır. Yoğurt,mikser veya bir kaşıkla koyu ayran kıvamında özenir. Başka bir kapta ezilen sarımsaklar katılarak karıştırılır. Haşlanan hamur özenmiş hamurun içine dökülerek karıştırılır. Üzerine tereyağı nane ile kızartılarak dökülür ve servis yapılır.
Malzemesi: 2-3 porsiyon için,bir yufka ekmeği büyüklüğünde hamur,bir kilogram yoğurt, 50 gram tereyağı,bir tutam nane,1-2 diş sarımsak.
 

 

 
 

 

 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Özkan KARACA
Özkan KARACA Hayat Hikayesi
 GÜN BATIMI
Gecenin mezarında alnımı kemiren anılar
Düşler yurdunun bulutlarını parçalayarak kaçar
İzbe duvarların hicranında nefes olarak bakar
Kafa hatırasının defteri soluk kalarak rüyalara yatar

Yitip giden zamanların toprağı çöktü
Küskün bulutların özlemi yağmurunu döktü

Gün batımı güneşin kanlı gözleri
Gün yakıtı hayatın sıcak şefkati

Gün batıyor, gün doğuyor
Zamanlar suya yazılarak kaybolur
Bulutlar başımızda taç olarak
hatıralar kuma kazılarak yok olur
Ufuklar ötesine taş adımı uzatacak
Gün batımı,
Gün yakıtı...
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Dile BİGA
Dilek BİGA Hayat Hikayesi
İSTENMİYORSUN
Yalan aşkın için mi dil döküyorsun
Kemküm etme suçunu sen biliyorsun
Ne yazık ki; güzelim aldanıyorsun
Bu defa ben deyil sen gidiyorsun
Gururun yokmu senin istenmiyorsun...
Artık eskisi gibi özlenmiyorsun
Bu naz bu kapris ile çekilmiyorsun
Bu defa ben deyil sen gidiyorsun...
Sen beni bir an önce unutmaya bak
Kül oldum yeterince başka bir can yak
Düşürdün eğilince yeni maske tak
Bu defa ben değil sen gidiyorsun

 

 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Rıza KANDEMİR
Rıza KANDEMİR Hayat Hikayesi
SÖZ OLUR GELİN
Karşıki dağların karı erirse
Gönül deryasına sular yürürse
Volkanın küllenir külü çürürse
Açma sinelerin söz olur gelin

Tabiat uyanır otlar büyürse
Arasını gonca güller bürürse
Koyun meler kuzusuna gelirse
Bastığımız yerler iz olur gelin

Çiftçi tarlasına tohum ekerse
Ala keklik kayalarda sekerse
Dost bağının meyveleri yeterse
Giyme karaları söz olur gelin

Kızıl kına ak ellere yakılsa
Şafak söküp gün başına dikilse
Sevda gülü bahçemize ekilse
Güzelde azıcık naz olur gelin

Genç yaşında saçına aklar düşerse
KUL RIZA DA hayalinle yaşarsa
Hasret bir gün sevgi olup taşarsa
Manalı bakışında söz olur gelin

 

 
 
 
 11

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!
 
Mehmet KARADAĞ
Mehmet KARADAĞ Hayat Hikayesi
ŞU DÜZENİN HALİNE BAK
Gezin dostlar dağı taşı
Bilen olmaz akıl yaş
Kuru yanar odur aşı
Şu dünyanın haline bak

Haller böyle olmaz şükür
İsyan ette yüze tükür
Vade doldu tekbir getir
Şu düzenin haline bak

Orman yandı villa doldu
Olan dostum kime oldu
Her gelen saçlar yoldu
Şu düzenin haline bak

Güzel yaşar ağa,paşa
Su katarlar pişen aşa
Dokunmam ben size boşa
Şu düzenin haline bak

Böyle gitmez batar gemi
Yarış atı biter yemi
On milyona maaş hemi
Şu düzenin haline bak

İstediğim eşit düzen
İnsan değil biz üzen
Milyon oldu işsiz gezen
Şu düzenin haline bak

KARADAĞ’IM yazma yeter
Bize kızan olsun beter
Doğru kullar çile çeker
Şu düzenin haline bak
11-08-2005

 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

1

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.

1

Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

140 SAYI 25 Ekim 2010 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!