YIL 11     SAYI 129    25 Kasım 2009

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

Mahmut Selim GÜRSEL BİR DAĞIN ARKASINDA BİR DAĞ DAHA VAR
Müslüm TUNABOYLU NEDEN 10 KASIMLAR
Mahir ODABAŞI ARABALARIN ÖN KOLTUKLARINA  KİMLER OTURMALI
İsa KAYACAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İÇİN, YABANCILARIN SÖYLEDİKLERİNDEN
Atilla ALPAY YEŞİLAY İLİM  YAYMA’DA
İsa KAYACAN YUSUF ERKAN’DAN BURDUR GEZİ REHBERİ
Hüseyin Hüsnü GÜREL TBMM DİLEKÇE KOMİSYONU BAŞKANLIĞI’NA ANKARA -V-
Mustafa Nevruz SINACI EZELİ DÜŞMANLA RAKS
Ahmet CANBABA İŞTE ÖYLE BİRİ
Selma GÜRSEL AŞURE
Dilek BİGA BAHANE
Yaşan KILIÇ DOST FAKİRLİK
 
 
   
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
 BİR DAĞIN ARKASINDA BİR DAĞ DAHA VAR
            Bir dağın arkasında bir dağ daha bulunduğunu hepimiz biliriz. Yazılan yazıların arkasından başka yazıların da gelmesi normaldir.
            Benim sizlerden birkaç sayı gecikmem,elde olmayan,gözükmeyen,akla gelmeyen yenilikleri evimize alma çabasında bulunmamızdan ötürüdür.
            Bizde yeni yakıt için evimizi,eşyamızı toz ve toprak içerisinde bırakarak yeni teknolojinin evimize konuk olmasını sağladık. Bu yüzden sizlerden biraz uzak kaldık.
            Yapılan işleri pek çoğunuz görmüş ve geçirmişsinizdir. Burada tekrar etmek istemesem de belki sizlerin geçen yıldan yaptığınız bu işlevleri unutmuş olma ihtimali ile tekrarlamak gerekli olduğunu düşünüyorum.
            İlk önce apartmanımızda karar almak için birkaç kere toplantı yapıldı. Sonra merkezi sistem veya ferdi sistem tartışmaları apartman meclisinde güne geldi. Neyse ki bizim apartman çabuk karar vererek ferdi ısınma olan kombi sistemini seçti. Başkan araştırdı,sordu,teklif aldı ve bir firmaya apartman iç gaz borusu kolonlarını yaptırma iznini verdi. İki üç gün süren bir çalışma sonucunda apartman içi yapıldı. Tabi bu iki üç gün çalışma süresi olarak geçen zaman dilimi fiili çalışmayı kapsamaktadır. Yoksa apartman içindeki çalışma yaklaşık on beş gün sürdü.
            İkinci olarak ferdi gayretlerimizle kendi evimizin içinin tesisatını yaptırmak için ayrı ayrı kişilerden bilgi ve teklif aldık. Ben de sordum,soruşturdum ve sonunda apartmanın iç gaz borusu kolonlarını yapan firmaya yaptırdım.
            Önce evin içinde bulunan eşyalarımızı gaz ve kalorifer tesisatının uğramadığı bölümlere yığdık,üzerlerini naylonla kapladık ki yapılacak duvar remle ve kaynak işlerinden bir nebze eşyalarımızı kendimizce sakınmış olduk. Gaz ve tesisat borularının yapımı yaklaşık iki gün sürdü. Evin içinin yerleşmesi ve temizlenmesi ise kaç gün sürdüğünü ne siz sorun ne de ben söyleyeyim.
            Bizler bazılarının verdikleri kararlar doğrultusunda önceleri yaktığımız linyitten olduk ve ithal kok diyerek ülkemizde petrokokları yaktık. Sonrada bu ithal kömür işi fiyatları alıp başını gittiğinden yeni bir yakıt olarak doğalgaza geçtik. Bu son iki yakıtımız da maalesef dışarıdan gelen yakıtlar olduğu için,hep parasını dışarıya vermek zorunda kaldık. Kömürlerimizin çıkartılıp işletilmesi bırakıldı. İç piyasada çıkartan ve tüketen toplum aynı olduğundan bazılarının bunlardan maddi açıdan faydalanma imkanları olmadı. Bu dışa bağımlı yakıtlardan birkaç faydalananın oyuncağı olundu. Başlıkta söylediğim gibi “BİR DAĞIN ARKASINDA BİR DAĞ DAHA VAR” birkaç sene sonra başka yakıtlarla karşılaşmamız ve bize daha temiz hava hikayeleri ile empoze edilmeleri kaçınılmaz gözükmektedir.

 

 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Müslüm TUNABOYLU
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi
 NEDEN 10 KASIMLAR 
Bugün 10 Kasım 2009, günlerden Salı. Ulusumuzun kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ü 10 kasım 1938 Perşembe günü saatler 9’u beş gece kaybettik.Hayatı boyunca rahat bir gün yada saat yaşamayan,hep ulusu için düşünen,onu dünyanın olumsuz koşullarından kurtararak mutluluğa kavuşturabilme çabasını gösteren o yüce insan elbette unutulmamalı.
Onu kaybettiğimiz gün daha sekiz ya da dokuz yaşlarındaydım. Yağmurlu bir gündü, okullar açılalı çok olmamıştı, mevsimi önce yaşayan ağaçların sarı yaprakları okulumuzun yolunu süslediği günlerde onları eze, eze yeni bir şeyler öğrenmek için koşarak gittiğimiz okulumuza, o irfan dolu yuvamıza öğle yemeğini yedikten sonra döndüğümüzde okul bahçesinde değil okulun girişindeki büyük salon da toplanmıştık. Hemen tüm arkadaşlarımızın giysileri ıslanmıştı, ama bu ıslaklık bizim hiç ama hiç umurumuzda değildi. Biz okulumuza gelmiştik ve tören sonrasın da derslere girmek için sınıflara koşar adımlarla dolarak öğretmenimizi bekleyecektik. Hemen her gün aynı yaşamın içinde olduğumuzdan bugün salonda ki toplantıya bir anlam verememiştik. Beynimiz henüz küçücüktü her olup biteni henüz anlayamıyor değerlendiremiyorduk. Öğretmenlerimizin neşesi her gün ki gibi yoktu. Onların bu durgunluğuna bir anlam veremiyorduk. Gözlerimiz henüz kapısı kapalı olan öğretmenler odasından okul müdürümüz çıkmamış, onu bekliyorduk. Koca salon iki yüz ya da daha fazla bir öğrenci gurubu ile dolmuştu. Yere iğne düşmeyecek bir kalabalıkta, öğretmenlerimizin bir kısmı salonda henüz yerlerini almışlardı ki, müdür kapıda göründü. O da çok durgun bir ortam içersinde önce salona ve bize bir göz gezdirdi. Üşümüşsünüzdür çocuklar sizi fazla bekletmek istemem bu ıslak elbiselerinizle dedikten sonra gözlerinin yaşlandığını, sesinin titrediğini algılayarak, olanları kendisinden öğrenmek istiyorduk. Müdürümüz öğretmenlerimize göre biraz kıdemli yani yaşlıydı.
Çocuklar size bir üzücü haberi vermek zorundayım. Dedi ve gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Titrek bir sesle,”ULUSUMUZUN KURTARICISI; DEVLETİMİZİN KURUCUSU GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü “ bugün sabah saat dokusu beş geçe kaybettik. Ulusumuzun başı sağ olsun diyebildi. Müdürümüzden sonra öğretmenlerimizden birisi Atatürk hakkında dilinin döndüğü kadar yüreğinin el verdiği süreç içinde o büyük insanı bize birkaç satır sözcüklerle anlatmaya çalıştı. Saygı duruşu ile sonuçlanan tören sonrasında dersliklere sıra ile girerek sıralarımızda ki yerimizi aldık. Salonda söylenenlerden olduğunca etkilenmiştik. Öğretmenimiz kapıda görünür görünmez ayağa kalkarak onu tüm sınıf olarak selamlamıştık. Oturun çocuklar, masasının bulunduğu yerde yerini alan öğretmenimiz bize o büyük insanın hayat hikâyesini bizim anlayabileceğimiz sözcüklerle süsleyerek anlattı ders boyunca. Derslikte sobalar yanmıştı. Dışarısı yağmurlu olduğu için okul müdürü hizmetlilere sobaları biz evden okula dönmezden önce yaktırmış, dersliklerin ısınmasını sağlamıştı. Dördüncü ders sonuna kadar giysilerimizdeki ıslaklıklar kalmamış, derslikte buharlaşmıştı.
O günleri hatırlayalım hep birlikte. Bugün ulaştığımız teknoloji ile hayal edemediğimiz haberleşme olanaklarına sahip olduk.10 Kasım 1938 de Atatürk’ün ölüm haberi çok kısa bir süre içinde tüm yurda iletilmişti. Anımsadığım kadarı ile köyler o günlerde birbirine paralel bağlanmış telefonlara sahipti. Bakır devreler o dönem mevcut değildi. Ama devlet her yerleşim biriminde bir telefon bulundurmayı o yokluğa rağmen sağlamıştı. İşte onun için “ DEVLETİN ELİ KOLU UZUN “ sözü o dönemlerden günümüze ulaşmıştır.
10 Kasım 1938 de okur-yazar sayımız çok azdı, bugün ise okumamış-yazmamışlarımız azdır. Genç cumhuriyetin kısa dönemde ülkemizde neleri gerçekleştirdiğini Atatürk’ün 10.yıl nutkunu kendi sesinden dinledikten sonra O’nun izinden gitmeye bir kez daha karar vermek zorundayız diyor okurlarımı selamlıyorum.
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahir ODABAŞI
Mahir ODABAŞI Hayat Hikayesi
ARABALARIN ÖN KOLTUKLARINA  KİMLER OTURMALI ?
Anadolu’da genelde örf ve adet olarak otomobillerin ön koltuklarına büyükler oturur. Yani kayınpeder, kayınvalide vs…Tabi işin saygı, hürmet penceresinden baktığımızda belki doğrudur.Ancak çok yaşlı büyüklerimizin aracın ön koltuğuna oturmasının sivil savunma, trafik açısından değerlendirdiğimizde  karşımıza baı olumsuz hususların  çıkabileceğini düşünüyorum.
Bir okulda seminer verirken bir bayan  öğretmenimiz hocam benim kayınvalide benden önce otomobilin ön koltuğunu oğlunun yanını hemen kapıyor.Eşimde bir şey diyemiyor dedi.Bende ileri derece de yaşlı mı yani dikkat eksikliği var mı diye sordum.Evet dedi.O zaman şu örneği veriyorum, bunu eşine anlat herhalde fikri değişir dedim. Örneğin; yakınınızın tayini Sivas İline çıktı.Sizde Çorum’dan kalkıp  aile boyu il defa  Sivas’a ziyaretine gideceksiniz.Eşiniz otomobili kullanıyor, yaşlı kayınpederiniz, kayınvalideniz yanında oturuyor.Sizlerde arka koltukta oturuyorsunuz.Dağ başına kış gelir / İnsan başına iş gelir hesabı araç yolda arıza yaptı veya küçük bir kaza yaptınız..Gece saat 02.00 civarı.Ortalık zifiri karanlık ve ormanlık.Bir yer, bir gökyüzü gözüküyor.Eyvah şimdi ne yaparız  dağın başında  diye endişelenmeye başladınız.Birden 156 Jandarma’dan yardım istemek aklınıza geldi.Aradınız, kendinizi tanıttınız, talebinizi ilettiniz.156 yerinizi tarif etmenizi istedi.Siz aracı kullanırken sağa sola pek dikkat etmediniz.Bu nedenle, yanınızda oturan yaşlı annenize, babanıza yolda en son neleri ( fabrika, kilometre levhası, köy vs.)  gördüğünü sordunuz.Onlarda arabaya oturur oturmaz uyuduğu için; ‘oğlum bilmiyorum ki, ben uyumuşum hiç hatırlamıyorum’ dedi.Arka koltukta oturan eşinize sordunuz, oda arka koltukta olduğu için pek dikkat etmemiş.Netice olarak sizin yerinizi 156 görevlilerine tarif etmeniz pek mümkün olamayacaktır.Ama  ön koltukta oturan ‘gören değil, bakan olursa’  bulundukları yeri tarif ederken, tahmini 10 dakika önce    tuğla fabrikası görmüştüm veya Sivas 41 km yazıyordu gibi bilgi verebilirse 156 yardımı daha erken ulaştırabilir dedim.O bayan öğretmen hocam ne olur, bu örneği tüm okullarda anlat belki eşim duyarda artık ön koltuğa benim oturmamın gerektiğini söyler!  dedi.Bende tamam ama SENDE GELECEKTE KAYINVALİDE OLDUĞUNDA, ARKA KOLTUĞA GEÇMEYİ UNUTMA dedim…
Geçmiş yıllarda, İzmir’den Erzincan’a giden yolcu otobüsünün freni boşalınca, şoför panikle eyvah fren boşaldı diye panikledi. Ön koltukta oturan yolcu, bilinçli olacak ki sakın panik yapma ben 155  polis  imdadı arıyorum dedi. Acil 155 polis imdattan yardım istendi.Yol düz olduğu için hemen sıkıntı yaşanmadı.Bu arada Polis acilen olay mahalline gelerek tali yolları kapattı. Gerekli  uyarıları yaparak güvenlik tedbirlerini  aldı. Yani yolu boşalttı. Otobüs frensiz olarak 10 – 15 km yol gitti.Yokuşa gelince  hız düştü ve bu arada  şoför otobüsü hafif yolun kenarına vurarak durdurmayı başardı.Araçta hasar meydana geldi ama 38 yolcunun burnu bile kanamadı.
Ankara’dan – Samsun istikametine giden bir otomobilin Çorum şeker fabrikasının yakınlarında frenin boşaldığını düşünelim. 155 Polis imdadı arayıp ulaşamazsa muhtemelen ilk kavşakta kaza yapar. (corum.meb.gov.tr Internet sitesinden alo-110-112-155… acil yardım başlıklı yazımıza bakınız) Ancak 155 polis imdada ulaşırda yardım isterse, (seyyar ekiplerinde olması nedeniyle)  polis tüm trafik ışıklarının yeşil yanmasını sağlayabilir. Ana yoldaki diğer sürücüleri uyarır ve tali yolları trafiğe kapatırsa, o freni tutmayan otomobil  yol bomboş olduğu için  frensiz olarak baraj yol ayrımına kadar kaza yapmadan gidebilir. Neticede kimsenin burnu kanamaz.
Yıllar önce Çorum hacılarının başında din görevlisi olarak bulunan arkadaşım anlatmıştı. Suudi Arabistan’a gitmek için, havaalanında İngiliz uçağına binmek için hazırlanıyoruz. Uçağın Kapısında hostes bizleri  ‘Well come !’ diyerek içeri alıyor. Koltuk numarası yok, hacılar boş bulduğu koltuğa oturuyor. Yalnız ön tarafta  birkaç tane koltuk boş duruyor. Oraya oturmak için yönelen yolculara ‘Well come, do you speak Englısh ?’ sorusunu ilave ediyorlar. Bende oraya yönelince aynı soruyu bana da  sordular.Bende  ilkokuldan liseyi bitirinceye kadar yıllarca okuduğum İngilizce dersine dayanarak hemen bir ‘yes’  deyip koltuğa oturabileceğimi zannettim.Fakat o kadarda kolay değilmiş. Çünkü peşinden bir soru daha  sordu.Bizim cevap ‘yes – no’ dan öteye gidemeyince  en arka tarafı gösterdi. 450 kişilik hacı kafilesine hep aynı soru soruldu. Neticemi cevap veren çıkmayınca, en son  binen hacıları oturtturmak zorunda kaldılar.Bu durum karşısında,  yıllarca İngilizce dersi görüpte birkaç pratik cümle konuşamadığıma çok ama çok üzüldüm.
Bu ilginç örnekte görüldüğü üzere, demek ki ihtiyaç halinde yolcularla iletişimi daha rahat kurabilmek için İngilizce bilenleri özel koltuğa oturtuyorlar. Bizlerde de keşke otobüslerin 1-2-3-4 numaralı koltuklarına oturacak yolcularda hassasiyet gösterilse. Çünkü buraya doksan yaşındaki yaşlı dedemde oturuyor, otuz yaşındaki akli dengesi yerinde olmayan vatandaşta oturuyor. İhtiyaç halinde bu yolcuların şoföre yardımcı olabilmesi mümkün değildir. Hatta geçmiş yıllarda akli dengesi yerinde olmayan bir vatandaşın şoförün kaza yapmasına sebep olduğunu basından öğrendik.
Özetin özeti: En iyi okul tecrübedir. Fakat okul masrafı biraz çoktur. Hele birde telafisi mümkün olamayacak masraf çıkarsa Kazaların eksik olmadığı günümüzde; hepinize kazasız, belasız yolculuk, afetsiz afiyet diliyorum. Saygılarımla. (07.04.2009)
 
 

 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsa KAYACAN
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İÇİN, YABANCILARIN SÖYLEDİKLERİNDEN:
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Yüce Atatürk için, yabancıların neler söylediğiyle ilgili kısa bir araştırma ve değerlendirme yapalım efendim:
1- O, Atatürk Türkiye’yi kurmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti. (Muhammed Ali Cinnah, Pakistan’ın kurucusu, Milliyet Gazetesi, 10 Kasım 1954)
2- Türkiye tarihi, bugün, her zamandan çok Batı ve Avrupa tarihinden ayrılmaz bir durumdadır; Atatürk’ün bu yöndeki gayretleri sonuçsuz kalmamıştır. (Charles De Gaulle Neden – Fransa Devlet Başkanı, Vatan Gazetesi, 10 Kasım 1963)
3- Kemal Atatürk yalnız bu yüz yılın en büyük liderlerinden biri değildir. Biz Pakistan’da O’nu, gelmiş, geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz (Eyüp Han, Pakistan Devlet Başkanı-Cumhuriyet Gazetesi, 10 Kasım 1963)
4- Yakın ve Orta Doğu’da ilk Cumhuriyet, doğuşunu O’na borçludur. Bu cumhuriyet, birçok ulusun milli özgürlük savaşlarına ışık tutmuştur. Atatürk’ün yönetimindeki Türkiye’nin uluslararası otoritesi yükselmiş ve ülkesi dünya siyasetinde önemli bir rol oynamaya başlamıştır. (Nikita S. Ruşçef-Sovyetler Birliği Başkanı-Milliyet Gazetesi, 10 Kasım 1963)
5- Atatürk adı insana bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk ulusuna ilham veren önderliğini, modern dünyayı anlayışındaki ileri görüşlülüğü ve bir askeri önder olarak kudret ve cesaretini hatırlatmaktadır. (John F. Kennedy-ABD Başkanı, Hürriyet Gazetesi, 10 Kasım 1963)
6- Kemal Atatürk veya bizim O’nu o zamanlar tanıdığımız ismiyle Kemal Paşa, gençlik günlerimde benim kahramanımdı. Büyük devrimlerini okuduğum zaman çok duygulandım. Türkiye’yi modernleştirme yolunda Atatürk’ün giriştiği genel çabayı büyük bir takdirle karşıladım. O’nun en büyük hayranları arasında bulunmakta devam ediyorum (Jawaharlal Nehru, Hindistan Başbakanı, Gazeteler, 10 Kasım 1963)
7- Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki, o büyük dahi çağımızda Türk Milletine nasip oldu. (Lody George-İngiltere Başbakanı, 1922, K.Atatürk ve Milli Mücadele T. 1958-S.508),
8- Savaşta Türkiye’yi kurtaran, savaştan sonra da Türk ulusunu yeniden dirilten Atatürk’ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır. (Winston Churchill-İngiltere Başbakanı, Tan Gazetesi 18 Aralık 1938)
9- Mustafa Kemal sosyalist değildi. Fakat görülüyor ki iyi bir teşkilatçı, yüksek anlayışlı, ilerici, iyi düşünceli ve akıllı bir önderdir. O, soygunculara karşı İstiklâl Savaşı yapıyor. (Lenin, Rus İhtilâli Lideri, 1921- Tek Adam 1964,S.378)
10- Paşa, size nasıl hayran olmayayım? Ben Fıransa’da laik bir hükümet kurmuştum. Bu hükümeti Papa’nın Paris’teki temsilcisinin yardımı ile papazlar devirdi. Siz ise bir Halife’yi kovdunuz ve gerçek anlamıyla laik bir devlet kurdunuz. Siz, bu taassup içinde laikliği bu topluma nasıl kabul ettirdiniz? (Edouard Herriot-Fransa eski Başbakanı-1933-Yazılmayan Yönleriyle Atatürk,1963, 5.62)
11- Kemal Atatürk için daimi bir anıt tesisi münasebetiyle Türkiye’ye tebriklerimi arz ile gurur duyuyorum. O’nun gösterdiği yolda yürüyen büyük ulusunuz çok önemli başarılar elde etmiştir.(Dwight D.Eisenhower- ABD Başkanı, Anıtkabir Özel Defteri’nden, 1953)
12- Sakarya Savaşı, Sakarya Zaferi, yirmi yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemez miyim, onun ruhuna bu kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım? (Habib Burgiba-Tunus Devlet Başkanı, Cumhuriyet Gazetesi, 26 Mart 1965)

 

 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi
YEŞİLAY İLİM  YAYMA’DA
İlim Yayma Cemiyeti Çorum Yurdunda Türkiye Yeşilay derneği  Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay; gençleri zararlı maddeler konusunda  bilgilendirdi.
Yurdumuzda  gün geçtikçe artan  sigara  bağımlılığı  başta olmak üzere  gençlerimizin ruh ve beden sağlığını etkileyen her türlü  madde bağımlılığı  üzerinde de  duran Yeşilay şubesi  başkanı Alpay; bu tür konferanslarında  dinleyicilerini  sigara  içmekle  itham etmediğini ; bilakis gençlerimizi yarınların  geleceği olarak gördüğünü ve bilgilendirmek  için bu  tür davetlere  gittiğini de  belirterek : “Burası  bir paratoner gibi  gençlerimizi her türlü  tehlikeden  kurtaran ve  koruyan bir cemiyet  çatısıdır. Bu itibarla biz bu tür yerleri diğer  toplu öğrenci kurumlarından  farklı görmekteyiz.  Zira bir misyonu temsil eden  gençler burada  barınır ve eğitilirler. Bu itibarla bizde üzerimize düşeni yapmaya geldik. Sevgili genç kardeşlerimizi her yıl olduğu gibi bu  yılda bilgilendirdik. Onları da gelecekte zararlı  maddelerle mücadelede yanımızda görmek istiyor; Türk İslam toplumunu   tehdit eden  unsurlarla mücadele de   birlikte  çalışmaya  gerekirse savaşmaya  davet ediyoruz.
Bizi bu gece buraya davet eden kıymetli eğitimcilerimize ve yurt müdürlüğüne sonsuz şükranlarımızı sunuyor; tüm öğrenci kardeşlerimize başarılar ve sağlıklar diliyoruz.”
 
 

 

 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsa KAYACAN
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
YUSUF ERKAN’DAN BURDUR GEZİ REHBERİ
Araştırma ve incelemeye yönelik, çalışma-edebiyat alanındaki noktadan yapılan çıkışlar, hareket noktalarıyla ortaya konulanların zorlukları vardır.
Hemşehrim Yusuf Erkan, uzun bir Burdur araştırma ve incelemesinden sonra;
600 sayfalık, “Zamanın Ötesinden Burdur Gezi Rehberi” adlı kitabını, İstanbul’da, Birleşmiş Yazarlar Şairler ve Bestekarlar Derneği yayınları arasında günyüzü görmesini sağladı.
Geride bıraktığımız 2008 yılının son aylarında gerçekleştirilen basım çalışmasıyla, Burdurluların, Burdur severlerin ve kültürel çalışmaların içinde bulunanların hizmetine sunulan anılan kitabın önsözü Yusuf Erkan imzasını taşıyor. Uzunca olan önsözün biryerinde Yusuf Erkan;
-“Burdur’un tanıtılması, turizmde daha fazla pay alması, ekonomisinin gelişmesi ve bir arada Burdur insanının bilinçlenmesine, katkıda bulunmasında küçücük bir adım olarak niteleyebileceğim bu çalışmayı babam Bayram Erkan ve annem Azime Erkan olmak üzere tüm Burdurlulara ithaf ediyorum” diyor. Bu cümleler, önsözün sonunda yer alıyor efendim. Düzeltelim.
İçindekiler bölümlerinin ana başlıkları; Burdur, adının kökeni, araştırmalar, tarihçe kalıntılar, Burdur Müzesi, Burdur’daki Müze Evler, Camiler, Türbeler, hamamlar, çeşmeler, kütüphaneler, kiliseler, Burdur’daki arkeolojik kazılar, Yakın dönemdeki yüzey araştırmaları,
-Burdur’dan yurtdışına kaçırılan önemli eserler, Burdur’da bulunan eserlerin sergilendiği müzeler, Burdur’da neolitik dönem, Burdur’un neolotik dönem özellikleri, Burdur’un höyükleri,
-          Frigya, Frigya kentleri, Lykia-Lykia kentleri, Pisidia, Pisidia Kentleri, Burdur’daki Nekropoller, Burdur’daki hanlar, Turizm, doğal güzellikler, mağaralar, içmeler, göller, kanyonlar, orman içi dinlenme yerleri, yaylalar, anıt ağaçlar, önemli bitki alanları, Burdur Faunası, rehber, geleneksel şenlikler, geleneksel sanatlar, Burdur mutfağı, vd.
Yusuf Erkan, Burdur’un turizm açısından önemli bir fotoğrafını çekmiş, bu fotoğrafın kareleri içinde neler var onların değerlendirilişini başarılı bir şekilde ortaya koymuş, sayfalara aktarmış. Yine kitap içindeki fotoğrafları, kendi fotoğrafları, Valilik arşivi ve ötekiler şeklinde sayfalara aktarılmış.
Bunları anlatırken, naklederken, ifade olarak sayfaya aktarırken, Burdurlu olduğum için,Yusuf Erkan’ın bu çalışmasından dolayı gururlandığını da bir pay çıkarma ifadesi olarak kaydedeyim efendim.
Yusuf Erkan: 1970 yılında Burdur iline bağlı Gölhisar ilçesinin Evciler köyünde doğdu. 1998 yılında Gazi Üniversitesi, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi “Konaklama İşletmeciliği” bölümünden mezun oldu. Halen İstanbul’da “Otelcilik ve Turizm Meslek Grubu’ öğretmeni olarak görev yapıyor. Yusuf Erkan, Burdur’u Burdur folklorunu enine-boyuna incelemeye devam ediyor.
 
Hazırlamakta olduğum “Burdur Destanı”ndan: Yusuf Erkan: İstanbul’da yaşayan/Turizm eğitimi alan/Zamanın ötesinden/Burdur’u araştıran/Yayınlarla kitaplaştıran/Yusuf Erkan benim.. Bensiz olmaz.

 

 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Hüseyin Hüsnü GÜREL
Hüseyin Hüsnü GÜREL Hayat Hikayesi
TBMM DİLEKÇE KOMİSYONU BAŞKANLIĞI’NA ANKARA
 KONU: Marmara Bölgesi ile Erzincan ovasında yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen korkunç afetler ve Erzincan ovasında çok zengin doğalgaz yatağı varlığı Hk.
İLGİ : TBMM Dilekçe Komisyonu Başkanlığının 05.11.2008 / 2396 No’lu Kararı Marmara bölgesi ile Erzincan ovasında deprem hareketi başlamadan önce  yeraltından bomba gibi patlama ve gürültülü sesler işitilmektedir. Depremler ile ilgisi olmayan bu patlama seslerinin sebebini hiç kimse araştırmamıştır.
 
Geçen sayıdan devam
ERZİNCAN OVASINDA DEPREMLER ESNASINDA MEYDANA GELEN OLAYLAR VE GÖKTE DOĞALGAZIN ALEV İLE YANDIĞI KONUSUNDA YAZILI BELGELER VE GÖRGÜ TANIKLARI VARDIR
 1) 965 sene önce 1045 Erzincan depreminden bugüne kadar günümüzde yaşanan 1939,1983. ve 1992 depremleri dahil Erzincan da en az 29 deprem meydana gelmiş ve her depremde kıyametler koparcasına çok korkunç afetler meydana geldiği ve her depremde gökte muazzam miktarlarda doğalgaz alevle yandığı halde; bu depremlerden yalnız 1045 depremine ait yazılı belge vardır. 
2)1045 Depreminden beri ilk defa Abdülkadir Deliktaş 1992 Erzincan depreminde karanlık gece vaktinde kıpkızıl ışık ortamının meydana geldiği ve Karakaya köyünde yeraltı ateş topunun fışkırdığı konusunda bilgi vererek Ülkemize ve Erzincan'a çok büyük yardım etmiştir.
1045 Erzincan depreminde gökte doğalgazın alev ile yanması ile güneş ve ay kan rengine boyandığı anlaşılmaktadır.
Abdülkadir DELİKTAŞ; 1992 Erzincan depreminde;, deprem hareketi başlamadan önce; yeraltından bomba gibi patlama ve uğultulu gürültülü sesler işitildiği; bazı yerlerden alevlerin göklere yükseldiği; etrafın nur gibi ışıklandığı yüzey arazinin deniz gibi dalgalandığı; ağaçların ve binaların yana yatıp yatıp kalktıkları, depremi gecesinde Erzincan ovasında gökyüzünün saatlerce ve günlerce kızıl renge büründüğü; Erzincan ovasında çok soğuk havanın ısındığı; sabaha kadar hava çok ısındığından paltoların çıkarıldığı, ovadaki karların eridiği konusunda bilgi vermiş olsaydı Ülkemize ve Erzincan'a daha çok yardım etmiş olurdu.
            3)TBMM Deprem Komisyonu Başkanı İdris GÜLLÜCE; televizyon açık oturumlarında ve medyada; Ülkemizde meydana gelen depremleri düşündükçe; uykularının kaçtığını ve kimyasının bozulduğunu; depremlere çareler bulmak için TBMM Deprem Araştırma Komisyonu tarafından çok büyük çalışmalar yapıldığı konusunda bilgi vermektedir.
Başkan Güllüce'nin ve Deprem Komisyonu üyelerinin depremlere karşı çareler bulmak için gösterdikleri büyük ilgi ve çalışmalar takdirle ve şükranla karşılanmaktadır.
Marmara bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen kıyametler koparcasına çok korkunç afetlerin meydana geldiğini ve Erzincan ovasındaki çok zengin doğalgaz yatağını düşündükçe benim de sabahlara kadar uykularım kaçmaktadır.
            4) Başkan GÜLLÜCE bu YENÎ RAPOR da sayfa 4,5,6 da isimleri verilen ve 1992 Erzincan depremini yaşayan Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü Daire Başkanı elek. Yük. Mühendis Yakup AY, THY İşlemler Genel Müdürü Orhan BİRDAL; Nihat ALPTEKİN ve Zeynel ÇAYIR ile görüşülür ise;, Marmara Bölgesi ile Erzincan şehrinde ve ovasında yeraltından bomba gibi patlama gürültülü sesler işittikten sonra depremin başladığını; yüzey arazinin deniz gibi dalgalandığını; ağaçların ve binaların yana yatıp, yatıp kalktığını; bazı yerlerden alevlerin göklere yükseldiğini; etrafın nur gibi aydınlandığını; gökyüzünün kızıl renge büründüğünü. deprem gecesi Erzincan ovasında çok soğuk havanın ısındığı; ovadaki donmuş karların eridiği bu nedenler ile Erzincan ovasında çok zengin doğalgaz yatağı varlığını ve Başkan AY tarafından depremlerden 8 dakika önce depremlerin meydana geleceği konusunda fevkalade önemli keşif yapıldığı konularındaki gerçekler anlaşılacaktır.
Bu YENİ RAPOR da isimleri verilen ve 1999 Marmara depremini yaşayan Adapazarı Eski Çevre Müdürü Bayan Şafak OKTAY, Cemil DEMİR ve Osman KARA ile görüşüldüğünde 1999 Marmara depremlerinde; yeraltından bomba gibi patlama ve gürültülü sesler işittikten sonra depremin başladığını; bazı yerlerden alevlerin göklere yükseldiği; etrafın nur gibi aydınlandığı; Sapanca gölüne petrol dökülmüş gibi göl yüzünün alev ile yandığını; yüzey arazinin deniz gibi dalgalandığı; binaların yana yatıp, yatıp kalkarak ve horoz gibi kafa kafaya dövüştükleri konusundaki gerçekler anlaşılacaktır.
Marmara ve Erzincan depremlerini yaşamış olan sokaktan geçen hamal efendiler dâhil binlerce ve on binlerce görgü tanıklarından da bu gerçekler konusunda bilgi edinmek mümkündür.
5) Yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen sıvılaşma olayları ile fay olmayan yerde DDY rayını bükülmekte; 1894 depreminde faylardan 25-30 Km. uzakta bulunan İstanbul Anbarlı da fay olmayan yerde zemin yarılarak 3 Km. boyunda çatlak açılmakta ve Adapazarında faylardan daha fazla hasar meydana gelmekte ve doğalgaz patlamalarından ileri gelen sıvılaşma olaylarının canavarlar kudretinde olduğu belli olmaktadır.
En şiddetli depremlere dayanıklı inşaatların DDY rayını büken canavarlar kudretindeki sıvılaşma olayına dayanması mümkün değildir.
Bu sebep ile yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen korkunç afetlere karşı icap edecek gerekli önlem alınması
Devamı Gelecek Sayıda

 

 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
EZELİ DÜŞMANLA RAKS
Siz, Drakula kimdir, nedir, bilir misiniz?
Drakula, Ulah (Germen) asıllı prens III. Vlad (Voyvoda)’dır.
Türkleri alçakça-kalleşçe, canlı-canlı kazığa geçirerek veya vücutlarına kazık çakarak katleden; Korumasız bebek, çocuk, ihtiyar ve kadınlara yönelik mezalimi sayesinde adı tarihe “Kazıklı Voyvoda” olarak yazılan, vampirleşen ilk yarasa türüdür. Karanlık Batı ve her batılı ferdin iliklerine kadar sinmiş Türk-İslâm düşmanlığının en iğrenç örneklerinden biri olan III. Vlad Dracula (Tepeş) kara büyü okulu Scholomance'da öğrendiği büyüler sayesinde ölüm'den korunmuş (1431-1476) döneme damgasını vuran terör-tedhiş ve iğrenç suçlarından olsa gerek yaşarken Vampir'e dönüşmüştür. Goethe gibi İblis’e köle olunca dünyayı ele geçirme ve kana bulama sevdasına düşmüş; Fakat, dünyayı bu karanlık, kirli-kanlı el (crna ruka) ve kâbustan Osmanlı kurtarmış ve kafası kesilerek cehennemin dibine havale edilmiştir.
Papa II. Urbanus ve Türk (Müslüman) Kemiklerinden Kilise.
Peki, ya Çek Cumhuriyeti’nde  Sedelik’e giden var mı?
Gittiyseniz “Türk ve Müslüman” kemiklerinden mamul kiliseyi görmüşsünüzdür…
Evet, Çek cumhuriyetinin Sedelik kentinde çok korkunç bir kilise var. Adına Kilise denilen bu şeytan tapınağının inşaat malzemesi ne tahta, ne taş ve beton, ne de demir, Tapınak tepeden-temele Türk (Müslüman) kanı ve kemiklerinden mamul.... 1218'lerin sapık papa’sı II. Urbanus haçlı savaşlarında öldürülen Müslüman naaşlarını gurur ve övünme aracı olarak Sedelik’e getirtmiş ve kemiklerinden kilise inşasını emretmiş. Papa’nın isteği üzerine 40.000 Türk’ün mübarek kemikleri derdest edilerek, bu menfur (kirli-kanlı, vahşi ve insanlık dışı yaratığın) emri yerine getirilmiş. Bu iki örnek, Müslümanlara hayâsızca saldıran ve ‘terörist’ diye iftira eden AB ironisi, iblis damarı, kanı-kimyası bozuk haçlı zihniyetinin gerçek yüzü ve tarihi hakikatini açıklayıp, “bizdeki mukallit, gaflet, hıyanet ve dalalet erbabına” hatırlatmak içindir. Tarihleri kan-kâbus, terör-tedhiş ve lânetle kazınmış sürülere medeni denilemez.
ŞOK RAPOR:
"Ermeniler 2 milyon Osmanlı'yı öldürdü" (ABD, 22 June 2009)
ABD Başkanı Ronald Reagan’ın hukuk danışmanlığını yapan Bruce Fein, sözde Ermeni soykırımı iddialarını değerlendirdi ve Ermenilerin bu iddialarının son derece asılsız olduğunu belirterek: “Reagan’ın başkan olduğu 1981’de bu konu, Beyaz Saray tarafından araştırıldı. Sonuçta Ermenilerin 2 milyon Müslüman Osmanlı’yı katlettiği ortaya çıktı. Ermeni iddialarının asılsız olduğu belgelendi. Bu nedenle Ermeniler, kendi arşivlerini açmıyor, çünkü bu gerçeğin ortaya çıkmasından korkuyorlar…” dedi ve açıklamalarını şöyle sürdürdü:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun azınlıklara karşı ‘müthiş’ sayılabilecek bir hoşgörü, özen ve özveri gösterdiği gerçeğini unutmamak gerekir. Azınlıklar, kendi dini özgürlüklerini ve hayatlarını son derece rahat bir şekilde sürdürdü. Ermeni terör çeteleri I. Dünya Savaşı sırasında Fransa ve Rusya ile birlikte Osmanlıları öldürdü. Bu rakamın 2 milyon civarında olduğu bir gerçek olarak belgelendi. Ermeni kayıplarının ise 500 bin civarında olduğu aynı araştırmalarla kanıtlandı. Ancak burada asıl önemli konu, Ermenilerin ihanetidir. Osmanlı da kendisini savundu. Özellikle ABD’de yaşayan Ermeniler, soykırım yalanı ile büyük getiri sağlıyor. ABD yönetimi de büyük paralar döndüğü için Ermenileri karşısına almak istemiyor. Ermeniler ısrarla kendi arşivlerini açmıyor. Çünkü yıllardır soykırım yalanı ile dönen getirimi kaybetmek istemiyorlar. Arşivler açıldığı anda gerçek ortaya çıkacak.”
Mesele şu ki; Hiç kimse, kiminle dans ettiğinin farkında bile değil. Ülkemizde 7 yıldır vahim bir ‘bilinç kaybı ve milli şuur erozyonu’ yaşanıyor. Elli yıldır gaflet, dalâlet ve hıyanet hâkim! Bu nedenle “açılım” namına sahneye konulanların vahşi, alçak, hain ve kalleş batı’nın ‘Türk açılımı’, namı diğer ‘Şark Mesele’sinden’ başka bir şey olmadığı idrak edilemiyor!...
Yani yönetim, gaflet-dalalet ve hıyanet içinde değilse, Yunan Temyiz Mahkemesinin Kıbrıs kararı ile ABD’den mezkür belgeyi alsın ve müzakere masalarına koysun bakalım.
 
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr
 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Ahmet CANBABA
Ahmet CANBABA Hayat Hikayesi
İŞTE ÖYLE BİRİ
Önümüzde trafik lambaları kırmızı yanıyordu durduk. Sahipsiz şiirler gibi tedirgin birazdan bizi talan edecek bir fırtınanın içine düşeceğimizin farkında olmadan durduk.  Bir metre uzağımızda hemen solumuzda da ekip arabası her zaman durduğu yerde orta refüjde ki yerini almış bekliyordu. Bizi polis arabasına yabancı kılan bir şey mi vardı, bilemiyoruz.  
Eee e haliyle insan o saate yanı başında polis arabası ve biri içinde biride dışında olmak üzere iki polis memuru olduğunu görünce kendini güvende hissediyor sanmasına rağmen gene de bu saatte kalmanın tedirginliği var. En azından o geceye kadar öyle sanırdık. Daha birkaç  saniye  beklemiştik ki dilsiz ve sağır olan üstelik çirkin düşleri içinde saklı olmasına  rağmen  huzursuzca  şirretinin dışa vuruşuyla (o an numara yaptığını  anlayamadığımız)  bir simitçi  bozması polislerin olduğu taraftan  direksiyonda olan eşimin yanına doğru yaklaştı ve camı  tıklattı  sertçe, boş  meydanlara  sahip çıkan  birisinin  edasıyla, kirlilikten  keçe gibi olmuş  saçları ve uzun kirli tırnakları arasından tezgahındaki simidi işaret etti eliyle. Adamın simit satmak istediğini düşünen eşim: almayacağız dercesine iki eliyle ellerini yukarı kaldırarak işaret  etti. Simitçi kendisinin ne yapmak  istediğini  karşı tarafa  anlatamamanın  verdiği  sinirlilikle tezgahtaki  simidi  göstermeyi  bırakıp  biraz  üşüdüğünü  belirtmek için  kollarını  kendi iki  beline  dolayarak ve  aynı  zamanda  yüzünü  ekşiterek  üşüdüğünü  belirtmeye  çalıştığında  camı kapalı  otomobilin  içindeki  bayan kendisini kucaklanmak  gibi  bir  şeyin  yapacağını  anlayarak  eşinin  yanında  bu  nasıl  bir  küstahlık diye  düşündüğü   bir  sırada   adam  bu  defa  sigara  istediğini  belirtmek için  elini  sigara  içer  gibi  ağzına  götürdü. Eşim  yine  aynı  hareketle iki ellerini  yukarıya kaldırarak istemediğini  belirtti. ben  direksiyonun  başındayım bu  normal bir  insan  olmasa  gerek  baksana  laftan  anlamıyor, bunu  adam  değil yaratık olarak  belirtmek  gerekiyor. Sokak  aralarındaki  boş   asfalt  kenarlarını   park  alanları  olarak gören  sokak  eşkıyaları arabanızı  park  etmek  istediğinizde de  karşınıza  çıkıverirdi. Yaratık arabanın arkasına doğru ilerlerken işaret parmağını kaldırıp ben size şimdi  gösteririm  der gibi salladı,  önce  arabaya  tükürdü  ve  cama  bir  yumruk  attı. Gece geç saatte tüm  gürültüler uyumuş, etraftaki  sessizliği  yaratığın  yarattığı  gürültü  bozuyordu. Gene  bir takım  el ve kol hareketleri  yaptıktan  sonrada   bir  tekme attı  arabaya. Artık  bu kadar  hakareti  hazmedemeyen  eşim arabadan indi “ne yapıyorsun  sen”  diye  seslendi o: “he bebebe ha bübeee”  diye  bir takım  anlaşılmaz  kelimelerle  bağırıp ahrazlığın  verdiği  konuşamama hareketini el ve  kol  hareketlerine  döküp parr, parr deyip eşimin üzerine  doğru  giderken, eşim  derhal  yüzü bize  dönük olan polis  memuruna  doğru iki  adım  attı içindeki  korkusunu  ve  sessiz  çığlıklarını  duymayan polislerin karşısında  bir iki  dakikalık  duraksadı.  ‘Acaba  polisler  bir  şey  söylerler miydi kendisine’ diye  düşündü.   Sonrada  hiçbir şey  söylemeyen  polislere  karşı “görmüyor musunuz  adam  arabama  tükürüyor, tekmeliyor,  müdahale  etmeyecek misiniz? Bu arada ben arabanın içinden açık olan camdan  duyuyor ve  görüyorum olanı biteni. Sanki polis adamın yaptıklarını göz ardı edin, adamın  anlamsız  davranışlarına anlam katmayarak bırakın  öylece  bir mesele  çıkarmayın  def  olun  gidin  gibi  bir  hali  vardı.  Hani böyle bir durumda arabayı terk edip inmemek gerekir ya bende arabadan inmeden  ‘du  bakalım noolecek’ hikayesi  gibi düşünürken  adam  iki  eliyle  eşimi  itekledi. Böyle durumlarda  ben hala sabrımı sabırsızlığa  döndürmeden onların  amaçlarına  hizmet  etmemek için  arabada  beklemeyi  tercih  ediyordum.  Amaç zaten  arabadan herkesi indirmek  ve  ardından  soygunu  gerçekleştirmek gibi  bir bayat numaranın  içinde  olabilirler diye düşündüm. İlk olarak  polisin  tepkisi karşısında  şaşkına  döndük. Hani Adana’da da asfaltın kenarına karısını yatırmış, elinde bıçakla karısını rasgele bıçaklayan bir caniyi polisler seyrediyordu,  adam yaklaşanlara bıçak sallayıp  “gelmeyin  keserim ha doğrarım sizi”  deyip herkesi  ve  bu  arada  polisleri de  korkutup  boyuna  karısına bıçak  saplıyordu ya işte oradaki polisten  farkı  yoktu  bu  polisinde. Demek ki  hepsine aman ha  vatandaşla  soyguncu  arasına  girip  canınızı  tehlikeye  atmayın mı  demişlerdi.
            Polis eşime “bak genç kardeşim çekip gitmezseniz adamın davranışları katlanarak büyür, sonra müdahale etsem ne olacak? Aydınlığa yol vermeyen kararlar verirse yetkililer,  herkes başka kulvarlarda koşarsa, suçlular salıverilip ikide bir  karşımıza çıkarsa, adamlar suç işlerken daha sonraki işleyeceği suçları da yedeğinde taşımaya devam ederse ben  ne  yapabilirim? Aha tutanak tuttum diyelim. Siz şikayetçi olacaksınız adamın  raporu  varsa  biz  bir gün nezarette yatırırız devlet adamı  alıp iki  gün  yemek yedirecek, barındıracak, savcılık  takipsizlik kararı verecek, sonra adam gene  buraya  gelecek. Biz burada sürekli görev yapıyoruz biz o zaman bu adama söz geçirebilir miyiz adam bizi de hiç saymaz.
Eşim:
“eee ne yapacağız o  zaman?”
            Polis “binin  arabanıza  gidin . Elde kaldıramazsın bunlara. Dalaşmaya gelmez. Bıçak  çıkarır saplar  maazallah.”
            Anlayamadığım  şu :
            Bu  dilsiz ve sağır  yaratık  yapacağını  yaptı ve  can kulağıyla  polisin  arkasından  uzanıp  muhabbeti  dinlemeye  koyuldu. Acaba polis yaratığın söyleyemediği yada rolü gereği dile getiremediği tehdidini bize iletmekle mi görevliydi.
            Polis:
            “Zaten  trafiği de  tıkıyorsunuz lütfen  aracınızı  çekiniz  ‘bu  arada  saat  gecenin  01 i  ve  bizden  başka  tek  araba  polisin  refüjdeki  arabasıydı’
            Eşim  hemen  arabaya  döndü ve  kıvrak  bir  manevrayla  arabamızı  polis otosunun  yanına  güzelce  yerleştirdi. Ve  yine  indi.  Bu  arada  dayanamayarak  bende  arabadan  indim. iki  araç  arasında  bizim hususi  aracımız  ve  polis  arabası  vardı, konuşmamız  kaldığı  yerden  devam  etmeye  başladı. Bu  arada  trafik polisi olan   ilerdeki  iki polis  memurunun  yanına  koşarak  gitti  yanına  bir  polis  memuru  daha  geldi.  Bildiğimiz düz  polis  bu. Düz polis diye bir şey  olur mu  demeyin oluyor  işte.
            2. polis kül rengi bakışlarının içersinden kolay baş edebileceklere çıkışmanın kendilerinde yarattığı rahatlıkla:
            “Ne yapıyorsunuz  siz?  dedi.  bizim  başka  bir şey  yapmadığımız  ortada  iken  bizim  yüreğimizdeki  diklenişin  yağmalandığını  hissetmek  ve  bizi kolayca  teslim  almak  veya, beynimizin  haksızlıklara  karşı  döşenmiş  mayınlarının tetikçisi  olabilirlerdi.  Bizim patlamamız, bizi  suçlu  konumuna  düşürecek  faktörlerin  başında  gelmekteydi.
 “Aracınızı buraya  koyamazsınız. Burası yaya  yolu . Ceza yazmak zorunda kalırım.” dedi.  polis  yapacağı  hamlesini  yapmıştı.
            İçimden ya sabır çektim  ve  
            “Polis bey  bir şey  yapmayacak mısınız? Bu şerefi olmayan yaratık görenlerde  acıtasyon  yaratıp  insanların  vicdanlarını  kendi  sistemiyle soyamaya gece  bu  yoldan  geçenlere  illallah dedirtmeye,   buralarda  dolanıp  huzur  kaçırmaya  devam mı  edecek?”
            İşte o an  yaratık her şeyi  duyuyor, anlıyor  ve  konuşamıyor  ama  üzerime  yürümeye  yelteniyor, bu  üzerime  yürümeye  yeltenmek için kendisinde  bulacağı  gücü polislerden  almış  olmalı ki böyle  bir  davranışın içine  girmişti . Hayatın  ve  sistemin  düzensizliğinden  vurgun  yemiş  biri  gibi hissettim  kendimi  geri  çekilerek  sendeledim. Yaratık elindeki  tezgahı havalandırdı. Şimdi  ben  biraz  daha  çileme  teslim  olmuş,  ateşe  dönüşmemiş  içimdeki  kıvılcımı tutuşturmak  üzereydim ki Eşim yaratığın  havalandırdığı tezgahını tuttu.
Şimdi  donduruyorum  görüntüyü. Bir  tarafta tezgahtan  sakınmış  ama  karşı  bir  hamle  yapmak üzerek  kendi içindeki  öfkeleri  ateşleyecek birinin durumu,  diğer taraftan iki  trafik polisi, heyecanlı  gözlerle  bizi  seyrediyor ama  diğer taraf tanda   karşı  saldırıya  geçmiş  birinin  kendi  yüklerini  hafifletmenin  verdiği  rahatlıkla  gizliden  bir  oh  çekmeleri. Gene   sağır  dilsiz ama  her şeyi  duyan, polislerin  biz  bir şey  yapamayız  endişesinden  bir kat  daha  bizim karşımıza güçlenerek  çıkmış adeta  canavarlaşmış , bağırıp  çağırabilen  karşısındaki  suçsuzu  feveranlarıyla  suçlu düşürebilen, küfredebilen, bomboş  havaya  kalkmış  vurmaya duran   tezgahıyla  simitçi kılığına  girmiş sapık  bir yaratık. Geç  saatte  evine  giderken  kırmızı ışıkta  durma  gafletinde  bulunan  ve  simitçinin  tezgahını  tutmuş  eşim. Gözlerdeki  bu  enstantaneyi bizim  haricimizdekiler  başka  bir  çekimle  size  sunarlar  biliyorum.  
Ama biliyorum ki  manzaraya  sizde  hayret  etmişsinizdir. Şayet  sizde  bizim  anlattığımızın  dışında  bizimde  görmediğimiz  bir  görüntü  yakalamışsanız  biliniz ki   bu memlekette  şaşırma  yeteneğini  kaybedenlerdensiniz. Ben  hala  şaşkınlık  içindeyim ve  eşim  soruyor
            “ Polis bey şimdi  ben  bu  adamın  kafasını  kırsam  ne olur?
            Düz polis:
            “Sizi tutuklamak  zorunda  kalırım. Eğer  bu  adama  bir şey  yaparsanız  onu  adam yerine  koyarlar siz de  nezarette  kalırsınız  bu  gece.”
            “Peki  karşı koymazsak  bizim kafamızı kıracak? Bir zahmet o zaman bizi de adam yerine koyacak mısınız?”  diyorum. O kişi çekip  gidiyor.
            Düz polis
            “Ben  zaten  bir şey görmedim  arada çalılar  vardı .”
          Sonra bizde çekip gidiyoruz.   

 

 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
 AŞURE   
MALZEMESİ: 2 su bardağı Bütün yarma, 1çay bardağı kuru fasulye, 1çay bardağı nohut,2 su bardağı şeker(İstenirse 1 su bardağı kara pekmez),istenildiği kadar,kuru üzüm,incir,ceviz içi,portakal vb. İstenilirse tarçın,yeteri kadar su
Türkiye'nin her tarafında yapılan milli bir tatlımızdır. Aşure;daha çok “Aşure Günü” pişirilmekle beraber,Çorum evlerinde sık sık tatlı yerine pişirilir. Pekmez veya şeker tatlandırıcı olarak kullanılır. Önceden haşlanılan kuru fasulye,ıslatılarak hazırlanmış nohut,bütün yarma ile kuru üzüm,incir gibi çerezlerle beraber pişirilir. Soğuk veya sıcak servis yapılır. Servis yapılırken üzerine tarçın ve dövülmüş ceviz serpilir

 

 
 
 
 11

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Dile BİGA
Dilek BİGA Hayat Hikayesi
BAHANE
Her gün biraz daha uzaksın benden
Bu hasret bu özlem hep vardı zaten..
Kendimi zor tuttum seni dinlerken
Gözünden süzülen seller bahane.
 
Kader diye di ye di ye geldik bu hale
Yalanların bence hepsi bahane
Anlattı her şeyi o iki cümle
Seviyorum diyen diller bahane.
 
Gördük işte döndük yine en başa
Ne değişti sanki kaderden başka
Sevmek yetse ömrüm gitmezdi boşa
Ayrılık estiren yeller bahane.

 

 
 
 
 12

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Yaşar KILIÇ
Yaşar KILIÇ Hayat Hikayesi
DOST FAKİRLİK
Fakirlik dostumla doğdum tanıştım,
Peşimsire gezip durur fakirlik.
Fakirliğe kardeş gibi alıştım,
Gönül diyarına varır fakirlik.
Sevgi ile aşkı ben onda buldum.
Yolu çıktım,bazen yarıda kaldım.
Bazen yolum kesti,bazen de güldüm.
Beni kollarına alır fakirlik.
Ağlayanla ağlar,gülersen güler
Merttir;hatır nedir hepsini bilir.
YAŞAR hep yaşamaz,bir gün de ölür
Artık başkasını bulur fakirlik.
10.05.1976

 

 

 

1

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

130 SAYI 25 Aralık 2009 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!