YIL 11     SAYI 122    25 Nisan 2009

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 
 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

 

 

   
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
23 NİSAN 1920 ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI
Atatürk’ün Ulusumuza hediye ettiği Büyük Millet Meclisi'nin açılış yıldönümü olan 23 Nisan'da kutlanan, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal bayramını ayrıca Atatürk Çocuklara da hediye etmiş, istikbalin olarda olduğunu da göstermiş olduğu bir bayramdır.
Ülkemizi paylaşmak isteyen güçlerin İstanbul'un işgalinden üç gün sonra, Mustafa Kemal Atatürk 19 Mart 1920 tarihinde bildiri yayımladı: Bildiride, "olağanüstü yetkiler taşıyan bir Meclisin Ankara'da toplanacağı, Meclis'e katılacak üyelerin nasıl seçilecekleri, seçilenlerin en geç on beş gün içinde yapılması gereği” bildiren kesin ve kararlı emirleri yer alan bu bildiri ile, dağıtılan Meclis-i Mebusan'ın üyeleri de Ankara'daki Meclis'e katılmaları emrediliyordu.
Ankara’da toplanacak Meclis için yer arandı. İkinci Meşrutiyet döneminde, İttihat ve Terakki Cemiyeti kulübü olarak yapılmış olan bu bina Meclis için uygun görüldü. Eksik olarak gözüken yapı tamamlandı. Okullardan toplanan sıralar ile halkın katkısıyla mefruşatı donatıldı. Mustafa Kemal Atatürk 21 Nisan'da yayınladığı ikinci bir bildiride: “Meclis'in 23 Nisan” günü toplanacağını ve açılış töreninin duyurdu.
23 Nisan 1920 Cuma sabah ezanından itibaren Ankara'da bulunan herkes Meclis Binası çevresinde toplandı. Herkes ülkesinin yönetiminde kendi kaderine sahip çıkmanın coşkusu içindeydi. Hacı Bayram Camisinde kılınan Cuma Namazından sonra, Meclis binası girişinde bir dualarla tören yapıldı. Saat 13.45'de, Ankara'ya gelebilen 115 Milletvekili Meclis salonunda toplandı.
En yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey (1845), Başkanlık kürsüsüne çıktı ve aşağıdaki konuşmayı yaparak Meclis'in ilk toplantısını açtı.
"Burada Bulunan Saygıdeğer İnsanlar! İstanbul'un geçici kaydiyle yabancı kuvvetler tarafından işgal olunduğu ve bütün temelleri ile halifelik makamının ve hükümet merkezinin bağımsızlığının yok edildiği hepimizce bilinmektedir.
Bu duruma baş eğmek; Milletimizin, teklif olunan yabancı köleliğini kabul etmesi demektir. Ancak tam bağımsızlık ile yaşamak için kesin olarak kararlı bulunan ve ezelden beri hür ve başına buyruk yaşamış olan Milletimiz, kölelik durumunu son derece ve kesinlikle reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya başlayarak Yüksek Meclisimizi meydana getirmiştir.
Bu Yüksek Meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip, kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi'ni açıyorum."
Bu açış konuşmasında, Millî egemenliğe dayalı yeni Türk parlamentosunun adı da "Büyük Millet Meclisi" olarak konulmuştu. Bu ad herkesçe benimsendi. Daha sonra Mustafa Kemal Atatürk'ün tüm konuşmalarında yer aldığı şekliyle ve ilk kez 8 Şubat 1921 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesinde de yazılı olarak, "Türkiye Büyük Millet Meclisi" (TBMM) adı kalıcılık kazandı.
            Bu ilk toplantıdan sonraki  TBMM, 24 Nisan 1920 günü yaptığı ikinci toplantısında Mustafa Kemal Paşa'yı (Atatürk), başkanlığa seçti. Mustafa Kemal Paşa, kendi öncülüğünde kurulan TBMM'nin başkanlığını Cumhurbaşkanı seçildiği gün olan 29 Ekim 1923 tarihine kadar sürdürdü. TBMM, açılışından iki gün sonra, sadece yasama değil, yürütme gücüne de sahip olacak hukukî ve siyasî yapısını düzenleme çalışmalarına başladı.
            Çocuk bayramı olara ta kutladığımız bu bayramın Mustafa Kemal Atatürk’ün emaneti olarak ilelebet kalmasını dilerim.

 

 

 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Müslüm TUNABOYLU
Müslüm TUNABOYLU Hayat Hikayesi
GÖLÜN YAZI MI YOKSA EĞMİR GÖLÜ MÜ
Çorum’dan Laçin İlçesine uzanan karayolunun Kırkdilim Köyü yakınlarında yolun solunda genellikle ilkbaharda kendini göstererek ben buradayım diyen bir su birikintisiyle ve sazlıklarla karşılaşırsınız.Hatta siz oradan geçerken bazı kanatlı hayvanların su birikintisi üzerinde tur attıklarına tanık olursunuz.Bazende elinde tüfek  sazlığın içinde  pusu kurmuş avcılara rastlarsınız.
Dikkatimizi çeken bu su birikintisine göl diyoruz.Ben buradan her geçişimde  yıllar önce Prof.Faik Sabri Duran’ın imzası ile  yayımlanan yada basılan  Doğal Türkiye Haritasını anımsarım.Ama  nedense biz oraya Eğmir Gölü demiyoruz da gölün yazı diyoruz.Oradaki düzlüğe isim verirken göle isim vermeyi  unutuyoruz.Biz unutmuş olsak da birileri oranın ismini  çok değişik kaynaklarda okuyucusuna sunmuştur.
Samsun-Ladik –Akpınar Köy Enstitüsü’nde öğrenim gördüğüm bin dokuz yüz kırklı yıllarında Doğal Türkiye Haritasında illeri ve illerin doğal yapısını öğrenmeye çalışırken arkadaşlarıma ”BAKIN BİZİMDE GÖLÜMÜZ VAR” derdim.Ve Çorum’un da bir göle sahip olduğunu  gururlanarak  arkadaşlarıma  sezinletmeye çalışırdım.Göl sözcüğü her nedense beni çok etkilerdi.Okulun yakınındaki Ladik Gölünü ve göl üzerinde ki  kanatlıları ve sazlığı birkaç kez  izleme fırsatı bulmuştum.Bu gölde bulunan sazlıklardan yöre halkının hasırlar dokunduğuna da tanık olmuştum.
Öğretmenimiz Enver Metinel,bir gün bizi  Akpınar Köy Enstitüsü’ne yakın bir köye yürüyerek götürmüş,burada görevli bulunan bir eğitmenin başarılı çalışmalarını göstermişti.Okulun bitişiğindeki  lojmanında oturan eğitmenin evinde Ladik Gölünde yetişen sazlardan örülmüş hasırların  ekonomiye katkısını bir kez daha saptamıştım.
Öğretmenimizin bu köyde bizi  çok çeşitli dallarda somut olarak bilgilendirdiğini unutmam mümkün değil.
Son yıllarda bir markalaşma sevdasına kapıldık.Ne ölçüde başarılı olduk pek bilemiyorum.Ama  bilinen bir gerçek varsa yetkililerde aynı çabayı gösteriyorlar. Markalaşmanın ekonomiye katkısı  elbette azınsanamaz.Çaba gösterilmesinden yana olan bir kişi olarak diyorum ki ,bu su birikintisine yıllar önce  yetkili imzalar  “EĞMİR GÖLÜ” demişler.Biz neden bu isimden yararlanmıyoruz da gölü bırakıp gölün yazı diyoruz.Bu biraz haksızlık olmuyor mu?
Gölün  ve çevrenin korunmasında  ki çabaları yakından izleyen bir kişi olarak,buraya gölün yazı demeye dilim varmıyor.
1982 yılında yetkili uzmanlarca hazırlanan ve basımı yapılan  “YURT ANSİKLOPEDİSİ’NİN”3.cilt ve 2013 sayfasında yer alan ÇORUM tanıtılırken GÖLLER: bölümünde “il sınırları içinde önemli  göl yoktur.Merkez İlçe’oeki EĞMİR GÖLÜ aslında  b.ir birikinti gölü olup yazın suları çok azalır.Sazlık ve bataklıktır.Derinliği 0.50 ile 100 m arasında değişir.”denilmektedir.
Anılan yerdeki su birikintisinin ansiklopedik kayıtlarını size EĞMİR GÖLÜ olarak sundum.Belgesel kaynakların gençlere ulaştırılması varken ,neden yeni isimler peşinde koşuşturuyoruz anlamakta güçlük çekiyorum.
Konunun yetkililerce ele alınması ve gerçeklerin genç kuşağa ulaştırılması dileği ile saygılar sunarım.

 

 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
 KOMŞULUK
            “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” Atalar boşa dememişler. Dışardan oğlun kızın gelene kadar eğer sen komşunla iyi münasebette isen komşun sana yeter. Ya sen komşundan memnun olmuyorsan, seni rahatsız etmekte ısrar ediyorsa ne yapmak gerekmekte?
            Şimdi benim oturduğum apartmanda komşularım ne hakka, ne hukuka ne de saygıda insanca ve Müslüman’ca davranmıyorlar. Üstümde oturan komşu kendi evinde oturuyor. Yirmi üç senedir karı koca kavgalarını dinledik durduk. Halen de dinliyoruz. Birde bundan başka torununu son zamanlarda kendi evine getirerek bizi kızdırmak için kızı ile torununu evin içinde koşturtuyor. Artık bizde de sabrın sonu kalmadı. Biz sustukça işi azıttılar. Geçen Cuma günü artık o kadar ileriye gittiler ki hanım beddua etti. Evet işte insanlar artık birbirlerine ancak beddualarla karşılık vermekteler. Bu neden olduğunu kısaca anlatayım.
            Apartmanımızın bitişiğinde en üstte oturan bir bayan var. Onun da iki-üç yaşlarında bizim üst kattaki komşunun kızı kadar bir kızı var. Balkondan balkona durmadan bütün ses güçleri ile isimlerini bağırarak birbirleri ile diyalog kurduklarını zannediyorlar. Hem komşu apartman, hem de bizim apartman bu seslerden müşteki fakat hiç birimizin sesi çıkmıyor. Kafa şişirmekten başka bir işe yaramayan bu diyalog için ne bizim üst kattaki anneanne ne de öbür apartmandaki anne ses çıkartmadıkları gibi bizleri rahatsız etmek içinde çocukları adeta teşvik ediyorlar. Açıkça bağırmalarını sağlıyorlar. Her halde ses tellerinin kuvvetlenmesi için bir nevi çalışma yaptırıyorlar. Bizlerin kızdığının farkındalar. Bilerek bu işe yaptırdıkları malum.
            Üstteki anneanne torununu bizzat bizim apartmana yakın evde oturan kızının evinden getirerek bu işlemi yaptırıyor. Bu günlere kadar torununa kızının evinde baktı. Torununu bu işlem için bizim apartmana getirdiğini diğer çocuğu bağıran kadına itiraf ta etti. Üstümüzde oturan anneannenin kızı yani çocuğun annesi de bizim eve çok yakın ilköğretim okulunda öğretmen. Artık o öğretmenin yetiştireceği çocuklardan vatana, millete ne gibi faydalı fertler yetişeceğini siz düşünün.
            Dünyanın düzeni bozuldu. İnsanlıktan bi haber olmamızın gerçek sebepleri herhalde bu gibi kişilerin eğitimde yetiştirdikleri talebelerden olsa gerek.

 

 
 

 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Salım SAVCI
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
AMAN DİKKAT!
            Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan her birey;etnik grubu ne olursa olsun TÜRK VATANDAŞI dır.
            Türk Vatandaşı;Vatan olan toprağa,bayrağa candan bağlıdır. Vatanı ve Bayrağı için canını da,kanını da vermekten çekinmemiştir,çekinmez de !..
            Etnik gruplardan olan vatandaş;evinde,çevresinde bir anadili var ise onunla  konuşur. Ama Türkçe’sine sahip çıkar.
            AB ye girebilmemiz için;konulan ilmelere uyuldu. Etnik yayınların dillerinde,lehçelerinde radyolardan TV (Tİ-Vİ değil)(TE-VE dir)den yayın yapılmasına başlandı. Bazı etnik gruplar,azınlık kabul edilmelerine yol açan bu yayınlara karşı çıktılar. Bazıları ise azınlığa düştüklerini göremediler,sevindiler.
            Azınlığa düşmenin en korkuncu Yugoslavya’da görüldü. Azınlıklar birbirlerinin hoşgörüsünü yürütemediler,dağıldılar,birer devlet oldular,huzura da kavuşamadılar.
            Biz Türkler Kurtuluş Savaşında,bu toprakların sahibi olarak varımızı,yoğumuzu ortaya koyarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk. Özgürlükçülüğün önderi olduk !
            Her Türk vatandaşı;evinde,çevresinde anlaşabildiği dil ile yaşan. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın onuruna ulaşsın,onu savunsun,birlikteliğimize gölge düşmesin.
            Okullarımızda,devlet dairelerinde Türkçe’miz kullanılacaktır. Türkiye Cumhuriyetinin anadili de bal gibi TÜRKÇE dir. Gerçek Türkçe akıcı bir dildir. İnsanın dudaklarını,yüz çizgilerini konuşurken sevimsizleştirmez.

 

 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Sakin KARAKAŞ
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
CEVİZ KATİLİ
            Geçtiğimiz Haziran ayı içerisinde Osmancık’ta yaşlı ve hasta olan bir yakınımızın ziyaretine birkaç arkadaşla birlikte gittik. Kapıyı açan yaşlı kadının iki gözü iki çeşme ağladığına şahit olduk. Bir an için yaşlı adama bir şey mi oldu acaba diye düşündük. Ancak durum korktuğumuz gibi değildi.
            Yaşlı kadın yaklaşık 25 yıl önce kendi elleri ile dikip yetiştirdiği cevize zarar verildiği anlatıyordu. Teyze ile birlikte bahçeye doğru yöneldik. Kadın verdiğimiz destek ile biraz moral bulmuş ve kendine gelmişti. Bahçedeki çeşmeden yüzünü yıkamasını sağladık. Yüzünü yıkadı ve bizimle birlikte cevizin yanına geldi.
            Gördüğümüz tablo karşısında irkildik. Yaklaşık 25 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğimiz ceviz hemen helmen bahçenin en heybetli ağaçlarından birisiydi. Geniş ve uzun kolları üzerindeki dallarında bulunan meyvelerin bolluğu ise oldukça cömert ve bereketli bir ağaç olduğunu gösteriyordu.
            Cevizin muhteşem görüntüsü birilerini tedirgin edip kıskandırmış olacak ki karanlık bir el cevize zarar vermişti. Ceviz ağacının Kuzey batıya bakan kısmının gövdeden kabukları ayrılmıştı. Gövdeyi saran kabuklar boydan boya özel bir bıçak ile sıyrılmıştı. Bu insanlık dışı davranışa tepki veren çeyrek asırlık ağaç adeta savunmaya geçmiş ve yarayı onarma gayreti içerisine girerek gövdenin yaralı kısmı sulanmıştı.
            Ziraat mühendisi olan arkadaşımız  yaşlı teyzeye toprağı çamur halinde yaralı kısma sıva halinde sürmesini, ceviz ağacına sık su vermesini ve gövdeyi iki üç günde bir sulandırmasını tembihledi. Bu durumda ağacı kurtarabileceklerini söyledi.
            İlgimizden oldukça memnun kalan yaşlı kadının ağlaması kesilmişti. Morali yükselen kadın ağaçtan ne istediniz diye söyleniyor; komşunun sevgiden uzak,topluma küskün oğlunun zamanla bu zararı yaptığını, ailesinin de yıllarca sınırlarına ve ağaçlarına zarar verdiğini; şimdi babasının yalan dünyayı terk edip gerçek dünyaya göçtüğünü ve bu hırs ile öteye bir şey götüremediğini anlatıyordu.
            Arkadaşlarımızla birlikte olayı Allah’a havale etmesini söyleyerek hasta olan beyinin ziyaretine geçtik. Hasta olan adama da ceviz olayından hiç bahsetmedik. Ziyaretimizden oldukça mutlu olan yaşlı adam ve karısının hayır dualarını alarak oradan ayrıldık.
Aradan geçen yaklaşık bir aylık zaman sonrasında ceviz ağacını hep merak ettim. Ağacın koyu yeşil olan yaprakları önce açık yeşile döndü. Diğer ceviz ağaçlarının yeşili ile kıyaslandığında bu durum açık ve net fark ediliyordu. Sonra Açık olan yeşil şimdilerde biraz sarıya doğru dönüştü.
Anlaşılan  çeyrek asırlık ceviz ağacından giderek umut kesiliyor. Ağacın kurtulma ihtimali %15 . Eğer ağaç kurtulursa büyük emekler sonunda kurtulmuş olacak. Eğer ağacı kurtaramazsak ceviz katili kına yakmaya hazırlansın.
 
 

 

 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
DEVLET; HÜKÜMET VE HALK
Bilgi çağının çöküşü ve “bilinç çağı”na geçişin en önemli nedenlerinden biri de; dünya çapında kelimeler ve kavramlar üzerinde oynanan oyun ve bu bağlamında insan hakları, adalet, hukuk ve demokrasi sözcüklerinin anlamsız kılınması ve içlerinin boşaltılmasıdır.
Örneğin: Türkiye Cumhuriyeti ‘Ermeni soykırım yalanı’ konusunda bu kastın kurbanı;
Afganistan, Pakistan, Irak ve pek çok Müslüman ülke de; İnsan hakları ve demokrasi söyleminin mağdurudur. Bunun başlıca üç ana nedeni vardır:
Birincisi: Yenidünya ‘düzen’i peşinde koşan kene, vampir, sülük ve pire türü kan emici (insani değer ve erdemler yönünden mutasyona uğramış ve vahiy ahlakından arınmış) varlıkların içine düştüğü vahşet, şehvet, şöhret, hırs ve ihtiras; Çok öz ve anlamlı bir tanımla, ilâh, silâh ve ilâç tüccarları;
İkincisi: Bunlara, aynı zaaflar ile malul olmaları nedeniyle yardım ve yataklık eden; Milliyet, mensubiyet, insani değer, medeni mefküre (ilmi dava), hamd, kanaat, şükür, samimi inanç, sevgi-saygı, tolerans, ibadet ve ihlâstan arınmış primitif ve prototip yöneticiler;
Üçüncüsü: Tıpkı kurbağa örneğinde görüldüğü gibi beyni uyuşmuş, içine kapanmış, onursuz ve sorumsuzlaştırılmış, miskin, medeni cesaretten yoksun, bütün insani, milli ve manevi duyguları, asil-aziz ve harsi (kültürel) erdemleri korku, baskı, zulüm, maddi-manevi işkenceler ile bastırılmış pasif-palyatif ‘sürü psikolojisi’ içine sürüklenmiş toplumsal yapı. Bu örnekte halkı idare eden, hâkim ve hükümran, başına buyruk bir çoban, millet ise icabında azgın köpeklerce korkutulan, hizaya sokulan sürü mesabesindedir.
İşte bütün dünyada siyaset sisteminin tıkanması, kaynakların tükenmesi ve ekolojik sistemin temelden sarsılmasının nedeni budur. Sahipsizlik ve sorumsuzluk… Ortak değerler, toplumsal müşterekler ve evrensel dengeler konusunda kafa yormamak, bilinç ve bilhassa inisiyatif geliştirmemek. Kurumsal ve bireysel sorumluluk almamak...
Tıpkı fanatik ve cahil softaların ileri sürdüğü bir sapkınlık olan ‘kaderciliğe’ geleceğini, özgürlüğünü, yaşam hakkı ve güvenliğini şuursuzca teslim etmek; Kötülerin bilinçle yürüttükleri “gasp-irtikap ve haksız edinim” mücadelesine iyi insan ve iyi vatandaş olarak kayıtsız kalmak. Bütünüyle gayrimeşru, şiddet, tehdit, baskı, yalan-talan, hırsızlık-yolsuzluk ve özellikle: İnsan hakları, adalet ahlâkı, eşitlik ve hukuk istismarı ile yönetilmeye karşı “meşru direnme” hakkını kullanmamak!..
BİLİNÇ ÇAĞINA DOĞRU
Oysa, başta insanlık tarihinin tek ve yegâne semavi (vahiy kaynaklı) dini olan İslâm; İslâm’ın son peygamberi Hazreti Muhammed’in, bütün zamanları şamil mukaddes Kitabı Kur’an; İlim yolunun kanaat önderleri, dünyanın ‘kendilerini insanlık ve medeniyet davasına” adamış örnek ve önder şahsiyetleri, namuslu bilim ve siyaset adamları ve nihayet Türk siyaset ve devlet hayatının aynası; Özgür insanlık âlemi ve davasının ışığı-nihai lideri Mustafa Kemal Atatürk; “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek yol göstermiştir.
Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Bilinçli, kendinde ve farkında olmak yeter.
Tekâmül nazariyesinin esası, her defasında sıfırdan başlamak değil, gelinen noktadan itibaren alarak ilmin yolunu ve önderlerin ışığını takip etmektir.
Konuyu bu bağlamda ele alacak ve bir yol haritası çizecek olursak!..
MANA VE MUHTEVA OLARAK DEVLET:
Kelime, kavram ve anlam (manâ ve muhteva) olarak devlet, “Siyasi, idari ve merkezi bir teşkilâta sahip, belirli ve müseccel sınırlarla muhkem ve mukayyet, toprakları üzerinde hâkim, halkıyla hür, müstakil, özgür ve hükümran, (tam bağımsız) ülke;
Üzerindeki insan topluluğunu, mutlak bir adâlet, hukuk, eşitlik ve hakkaniyetle yöneten, refahı tabana yayan, dengeli kalkınan, doğrusal yönde hareket eden, milletin işlerini tam bir dürüstlükle, vukuf, ehliyet ve liyakatle yürüten, insan haklarına sahip ve hukuka saygılı meşru bir hükümetle ‘milli hakimiyet’ tesis etmiş bulunan evrensel bir kurumdur.
Esas olarak devlette kanunlar Anayasa’ ya, Anayasalar ise insana ve insan tabiatına (doğuştan var olan insan haklarına) aykırı olamaz. Devlet insan için vardır. İnsanlar, halk, millet, yani yurttaşlar tarafından “Namuslu, dürüst, katılımcı, saydam-şeffaf, ilkeli, onurlu, sorumlu, hak-hukuk ve bilumum medeni tasarruflarda mutlak eşitlik esasına dayalı”, özellikle demokrasi ve demokrasinin mutlak mütemmimi (ayrılmaz parçası olan) Cumhuriyetle yönetilmek zorunda ve durumundadır.
Bu insana ve İslâm’a uygun bir toplumsal sözleşmedir.
Toplumsal sözleşmeler kuruluşla birlikte ikame olunur.
Zaman içinde değiştirilmez. Geliştirilir ve mükemmelleştirilir.
İNSAN ODAKLI “ORİJİNAL” DEVLET
Bilinen ve belli olan tarihte ilk kez bu ideolojik tanım ve siyaset felsefesi günümüzden 2500 yıl önce Plâton (Eflâtun) tarafından vâzedilmiş; Bu rejim ve siyaset felsefesinin en ileri ve çağdaş-modern versiyonu ise, Atatürk ilke ve inkılâpları bağlamında “İnsan odaklı” doğru, demokratik ‘İnsani Boyut ve Bilgi Toplumunun ideal rejimi’ “Türk İnkılâbı” (Atatürk’ün kendi deyişi ile) “KEMALİZM” olarak biçimlenmiş devlet-rejim budur.
Günümüzde, orijinal ve objektif bir rejim olan bu yönetim biçimini örnek alan veya uygulayan, (dünyada) gerçek devlet sayısı iki elin parmakları kadar azdır. Yakın ve uzak tarihte ise, ağırlıklı olarak Türk ve İslâm devletleri ile 20.500.000 km2’de yaklaşık 600 yılı mücavir süre ile “huzur iklimi” olarak adâletle hüküm süren Osmanlı örneği ile 1923-1938 dönemi Türkiye Cumhuriyeti gösterilir.
Dünya devleri ve devletlerinin pek çoğu bilime kıyasen çete devletidir.
Bunlar tasallutla tasarruf eder, evrensel hukuk ve adalet ilkelerini tanımazlar.
GİZLENEN REJİM KEMALİZM
Şu anda ülkemizde de Kemalizm maalesef ‘gizlenen rejim’ durumunda olup, 1961’ den itibaren terk edilmiştir. Ancak, AB Komisyonunca onaylanan Ortlander raporunda yer aldığı veçhile batı, Türkiye’nin kesinlikle Atatürk’ü unutmasını istemektedir. Zira, kapitalist ve emperyalist küresel sermaye, önünde en büyük tehlike olarak “Kemalizm” i görmektedir.
Bu talep ve yaşanan gerçek yönünde biz yine de konuyu irdelemeyi sürdürelim: Devletler, halk tarafından tesis ve idame ettirilen hükümetler eliyle yönetilir. Hükümetlerin mutlak şartı meşruiyettir. Hüküm ve hikmet meşruiyetle mümkündür.
HÜKÜMET VE MEŞRUİYET:
Gücünü sadece ve yalnızca halktan alan ve halka dayanan, kuvvet, kudret ve hakimiyet-hükümranlık hakkını “halkla birlikte-halk için kullanan”, halkın emrinde ve hizmetinde olan ve bu (hüküm ve hikmet) hakkını; Ulusal ve evrensel hukukun kabul görmüş ilke, norm, standart ve kriterleri muvacehesinde; İlmi değer, manevi mukaddes, milli mefküre, temel inanç, adet, örf, yerleşik töre, birikim ve gelenekleri doğrultusunda kullanan; Halkın gücü, kudreti, irade ve adâlet ahlâkı “doğrudan milletçe onaylanmış” müşterek hak, hukuk ve menfaatleri tavizsiz-ivazsız bir “kamu ahlâkı dairesinde” yönetme erkidir.
Bu, Türk milleti ve TC devleti bağlamında bir “Kuvâ-i Milliye” veya “Çanakkale” rûhu, nizamı; Yani, halk iktidarı anlamına gelir. Halk iktidarı ‘hak iktidarı’ demektir. Diğer bir anlamda, kamu yönetiminde ‘kamu onayı ve kamu vicdanı’ esastır. Türk milletinin kamu vicdanı: Mustafa Kemal ATATÜRK, O’ nun ilkeleri ve Türk İnkılâbıdır. (devamı var)
DEVLET; HÜKÜMET VE HALK (2) Mustafa Nevruz SINACI
CUMHURİYET FAZİLETTİR, ERDEMDİR:
Türk İnkılâbı ‘Cumhuriyet Fazilettir” ilkesine dayalıdır. Mutlak dürüstlüğü esas alır. Yani; Türk devleti (orijinal Fransızca da ‘bon-sens’ denilen) haklıların güçlülüğü, hak, adalet ve hukukun mutlak hakimiyeti; her türlü ayırma, kayırma, farklılık, üstünlük, imtiyaz ve kanunsuz koruma dışında ‘tam eşitliği’ öngörür. Bilimin, milli birikimin ve insani bilincin gereği olan ‘doğrusal yönde temlik ve tasarrufu”, “En hakiki mürşit ilimdir” ilkesini esas alır.
Türk milleti ve TC devleti, vahşi kapitalizm ve küresel emperyalizme karşıdır. Türkiye, hür, müstakil, hakim ve kendi hukuku ile kaim medeni bir dünya devletidir. Türkiye Cumhuriyeti; Binlerce yıllık devlet geleneğinin gereği; Namuslu bir devlettir.
DEVLETİN NAMUSU:
Yukarda açıklanan usul, esas ve münhasıran “Türk İnkılâbı” çerçevesinde ‘Türk Devleti’ “CUMHURİYET FAZİLETTİR” ilkesi bağlamında kuruludur. Cumhuriyet’in ana ilkelerinden biri de: Haklıların güçlülüğü ilkesidir. Güçlülerin haklılığı değil…
“Fazilet” Türk ve dünya lügatlarında;
“Doğruluk, dürüstlük, değer, meziyet, iyilik, ilim, irfan ve iman itibarı ile yüksek, adalet ve ahlâk-edep sahibi, hürmet ve muhabbete lâyık, saygınlık” anlamına gelir. Tek kelime ile fazilet: Kişisel ve kurumsal bazda namuslu, dürüst ve demokrat olmaktır. Gerçek anlamda namuslu, dürüst ve demokrat olmayanın devlette işi yoktur.
Bu tanımları, günümüzde yaşanan ‘derin’ kavram kargaşasını açıklamak için yaptım.
ASIL MESELE NEDİR:
83 yıllık cumhuriyet tarihini “Hakiki devlet ve namuslu hükümetler” bağlamında büyüteç altına koyduğumuzda ortaya çıkan profil şudur: 1923-1938 dönemi: Tam bir yokluk, yoksulluk ve kıtlıktan; Taban ve tavan arasında makul bir denge korunarak, el ve gönül birliği ve “millet olma” bilinci içinde kalkınma ve gelişme yolunda büyük mesafe alınmış; Kurucu önderi, bütün ayni ve nakdi mal varlığını milletine ve milletin kurumlarına bağışlamış, bütün dünyanın saygı duyduğu “kederde ve kıvançta bir” yüksek bir medeniyet bu dönemde yaşanmıştır. Atatürk dönemi, tertemiz ve pırıl pırıl bir dönemdir.
1938-1950: Karşı devrim adına, her şeyin yerle bir, Türk inkılâbınınsa ter-yüz edildiği, ilk yolsuzluk ve suistimallerin uç verdiği, demokrasinin yerini despotluğun aldığı kıtlık ve kâbusların hortladığı karanlık ve kara bir dönem. Kayıp yıllar...
1950-1960 : Türk inkılâbının düştüğü yerden ayağa kalktığı, Atatürk programlarının tekrar, özenle yürürlüğe konduğu, milletçe kalkınma-gelişme, devletçe yükselme ve ‘muasır medeniyet seviyesine ulaşma” seferberliğinin başladığı ve ülkenin karanlıktan aydınlığa çıkarılarak birinci sınıf bir dünya devleti noktasına yükseldiği, taşındığı harika yıllar.
DİKKAT:
14 Mayıs 1950 seçimlerinde ‘beyaz ihtilâl’ olarak tarihe geçen ve büyük bir halk hareketi ve kuvâ-i milliye ruhuyla “demokrasi zaferi” kazanan parti, halk partisi tarafından “devr-i sabık” yaratmama konusunda uyarılmış, aksi taktirde askeri darbe ile tehdit edilmiş olmakla; DP, demokrasiye geçiş evresi nedeniyle bu şartı kabule mecbur kalmıştır.
DARBE:
27 Mayıs 1960’da, başta halk partililer ile Cumhuriyet, Demokrasi, Atatürk, Adalet, ahlâk ve milli değerler düşmanı, hukuk özürlü dahili ve harici bedhahların iştirak ve işbirliği sonucu yapılan darbe, 10 yıldır yaşanan “asr-ı saadet” dönemini sonlandırdı. Bir değil binlerce “DEVR-İ SABIK” yaratma ihtirası uğruna kurulan ‘adalet ve hukukun yüz karası, utancı’ güdümlü mahkemelerde binlerce masum insan, memur, müsdahdem, genel müdür, genel kurmay başkanı, bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı alçakça sorgulandı ve yargılandı. Nâhak yere üç masum ve müsemma lider hunharca asıldı. Ancak, örtülü ödenek dahil devletin ve hükümetin bütün hesapları tertemiz çıktı... Devr-i Sabık yaratamadılar. Çünkü devlet bu dönemde Atatürk’ün yolunda ve izinde yürümüştü.
Atatürkçülük, yani ‘Kemalizm’ ile yalan-talan ve yolsuzluk birleşmezdi. Oysa, müsebbipler 1950’de devri sabık yaratılmamasını şart koşmuşlardı.Çünkü 1938-1950 döneminde devleti yönetenler, reddi miras etmişlerdi. Ortam pisti.
NEREDEN NEREYE:
Emekli Jandarma Kurmay Albay ve dönemin Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanı; Namus ve fazilet timsali büyük insan, gerçek bir Türk Askeri, Kuvva-i Milliyeci Aziz ERGEN’ in “Kirli Ellerin İttifakı” isimli kitabı yayınlandığı gün bana geldi. Türünün nadir örneklerinden olan bu kitabı; Yukarda irdelediğim siyaset bilimini (Türk inkılâbını) baz alıp, “1960-2006” döneminde olup bitenleri düşünerek büyük bir dikkat ve itina ile satır satır okudum. Başlangıçta vaki açıklama ve tanımlar doğrultusunda mukayeseli bir şekilde inceledim, değerlendirdim.
Daha sonra Kuvvai Milliye Derneği Genel Başkanı Bekir Öztürk, Talât ŞALK (DGM eski, emekli Cumhuriyet Başsavcısı) ile Aziz ERGEN tarafından; Ankara Sürmeli Otel’ de yapılan ‘tanıtım amaçlı basın toplantısını izledim. Evet, demek artık, ‘yeni bir beyaz sayfa daha’ açmanın değil; ‘iyice kirlenen’ son 40 yılın hesabını sormak zamanı gelmişti
“KİRLİ ELLERİN İTTİFAKI” ADLI KİTAP
Bahusus toplantıda, Aziz Albayın son derece ağır başlı, temkinli ve (emekli de olsa) temsil ettiği camia ve emekli olduğu kurumun onur ve erdemini düşünerek verdiği cevaplar ile Talât ŞALK’ ın açıklamalarını ‘bu amaçla’ not aldım. Akabinde aldığım önemli notlar ve kitabı bir kenara koyarak, ertesi günden itibaren İnternet, radyolar, yazılı-görsel medya ve televizyonlarda yer alan haber ve programları dikkatle izlemeye başladım.
Acaba, Türkiye’yi sarsacak nitelikteki bu açıklamaların yansıması ne olacaktı?
Halkın tutumu, hükümetin tavrı, başta insan hakları örgütleri olmak üzere, sivil toplum kuruluşlarının ve genelde kamuoyunun tepkileri konusunda ciddi beklentilerim vardı.
Sanki bütün medya harekete geçecek, aziz ve necip Türk halkı ayağa kalkacak, STK’ lar (Hrant Dink’in cenazesi ve 301.madde konusunda olduğu gibi) hepten teyakkuz durumuna geçecek, başta Sayın Cumhurbaşkanı, Devlet Denetleme Kurulu, Başbakan, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, Bakanlar ve Bakanlık Teftiş Kurulları derhal işe el koyacak; Dönem itibarıyla kayıp, kaçak, gasp, hırsızlık ve yolsuzlukla hortumlanmış, kitapta açıklanan ‘millete ait’ 500 milyar doların peşine düşerek;
‘DEVLETİN NAMUSUNU” kurtaracaklardı…
Zira, dönemin hayali ihracat komisyonu başkanı ve eski Aksaray milletvekili Mahmut ÖZTÜRK, Manisa eski milletvekili Tevfik DİKER (Anayurt), o gün için vizyondaki “Kurtlar Vadisi” dizisinin yapımcıları, konuyla ilgili başkaca kitaplar yazan yazarlar, dönem içinde konuyla ilgili dizileri yayınlayan gazeteler ve gazeteciler sayesinde (Aziz Albay kadar olmasa bile) yine de ‘harekete geçmeye yetecek kadar’ pislik, kirlilik, hırsızlık, yolsuzluk, yozlaşma, erime ve çürüme ortaya çıkmıştı.
Üstüne üstlük bir de, ‘dokunulmazlara’ ait dosyalar vardı. (devamı var)
TÜYÜ BİTMEMİŞ YETİMİN HAKKI
Böylece tüyü bitmemiş yetimin hakkı söke söke geri alınacak, Aziz Türk milletinin alçakça çalınan geleceği kurtarılacak, suçlular yakalanacak, adil mahkemelerde yargılanacak ve kamu vicdanı rahatlatılacaktı. Bu son derece olağan, doğal, masum ve yasal bir beklenti idi. Zira, devlet ve hükümetler bunun için vardı. Hiç olmazsa beyaz enerji dahil, aysbergin dışarıda kalan, görünen bölümü aydınlandı. Kirli eller, kara vicdanlar ve irin dolu yüreklerin sırrı ayândı artık. Devlet varsa (ki, vardır) şimdi harekete geçmeliydi. Zira;
Aziz Ergen’in kitabı, izah ve itirafları bir bakıma rüşvetin, hırsızlığın, hortumculuğun ve devleti kullanarak milleti soymanın aleni belgesi idi. Üstüne üstlük bu güne kadar benzer konularda yayınlanan hatırat, belge, bilgi, kitap ve itirafları da tamamlıyordu. Hazır, Anayasa mahkemesi, yerel mahkemeler ve Cumhuriyet Savcıları da konu üstünde idi.
NELER GÖRDÜK, NELERE ŞAHİT OLDUK
Bir tarafta aleni dolandırıcılıktan yakalanan bakan, diğer tarafta sahtecilik, görevi kötüye kullanma, rüşvet, iltimas, suistimal, nüfuz ticareti gibi yüz kızartıcı suçlarla yargılanan eski bakan ve vekiller; Diğer tarafta, aynı suçlara ilâveten bölücülük, teröre destek, yardım-yataklık ve dahi vatana ihanete kadar varan iddialarla suçlanan, ancak insan onuru, adalet ahlâkı, demokrasi, anayasa’ nın eşitlik ilkesine aykırı bir biçimde dokunulmazlık zırhı ile korunan ‘milletvekilleri’ vardı.
Hattâ, buna rağmen yalan-talan, soygun ve vurgun bütün şiddeti ile devam etmekte idi. Üstüne üstlük, şimdilerde Türkiye’yi soyanlar ve hortumlayanlar kervanına İMF, AB kurumları, Dünya Bankası ve ülkemizin “Milli İktisat”sınırlarını yok eden “Gümrük Birliği” çeteleri bile vardı. Ülkemizde mafyalar cirit atıyor, organize çıkar örgütleri “Medya-Mafya-Politika” şeytan üçgeninde, rahatça hareket ediyor ve diledikleri gibi faaliyet gösteriyordu. Evet, devlet, hükümet ve halk bütün kurum ve kuruluşları ile harekete geçmeliydi. Şimdi tam zamanı idi. Artık, ‘hiçbir şey eskisi gibi olmamak’ zorundaydı.
AMA HAYRET!..
Alenen suçlanan ve marifetleri deşifre edilen kesimlerden çıt yok. En küçük bir ret, tekzip veya itiraz bahis konusu değil. Mütareke medyası popülizm peşinde. Tutturmuş bir ‘Amerikalı albay nasıl soyuldu’ konusu speküle edip duruyor. Milliyetçi, sağcı ve muhafazakâr yayın organları da, sanki söz birliği etmişçesine “Çuvalın intikamını alan albay” teranesine sarılmakta. Ortada tam bir sağırlar ve körler diyalogu ‘pandomima’ var.
Tedbir olarak sadece, devletten ve halktan alenen çalınan 300 milyar dolarlık miktarı mücavir olaylar ve saiklerine ilişkin bölüm nedeniyle, “KURTLAR VADİSİ” dizisi kapatıldı.
SUÇ VE CEZA: (ADALET, ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK)
Öteden beri ve günümüzde yurttaşlarımız mahalle marketlerinden, ülke bakanlarına kadar ulaşan yolsuzluklardan bıkmış, yılmış ve usanmıştır. Sokaklarda gasp, devlette irtikap ve yolsuzluk vardır. Suç patlamıştır. Suçlu rahattır. Yargı, Hukuk, Adalet ve ceza kurumu dumura uğramıştır. Mâşeri vicdanı ATATÜRK olan millet rahatsızdır. Durum kriz boyutunu aşmış, ümitsizlik, güven bunalımı ve buhrana dönüşmeye başlamıştır.
GELECEK VE GERÇEK!..
Oysa, gelecekle ilgili umut ve inanç yaratmak, her türlü yolsuzluğa karşı toplumsal refleks oluşturmak ve doğal stabilizatörleri tekrar hayata geçirmek gerekir. Bu meyanda, Aziz Albay tarafından açıklanan dehşet verici olaylar; Zati şehadetle taraf olunan, vakıaların kamu tarafından sorgulanması, müsebbiplerin yargılanması ve cezalandırılması şarttır. Bunun yanı sıra, 1960’dan günümüze ‘devlet erki kullanılmak ve kuruluşlar istismar edilmek” suretiyle, siyaset kurumları ve siyasi partiler de alet edilerek yapılan ve boyutları dönem itibarıyla 500 milyar dolarlara varan dehşet verici devasa soygun, vurgun, yalan ve talan anatomisi ‘keyifle ve korkusuzca’ menfur icraatını sürdürememelidir. Bu soyguna “DUR” demek zamanıdır.
Suç ve suçlu ‘cürüm’ cenneti haline getirilen ülkede namuslu insanlar güvende değil. Suçlular küstah ve acımasız. Masumlar ve mazlumlar korumasız. Yeni TCK ve AB sayesinde suçlulara avukat verilmekte, mağdurlar ise daha da mağdur ve perişan. 1923-1938 ilâ 1950-60 dönemi devlet anlayışı unutulmuş, herkes Atatürkçü, fakat, Atatürkçülük, Kemalizm ve Türk inkılâbından eser yok. Bu ne iki yüzlülük, mürailik ve münâfıklıktır ki; Milliyetçiler, sağcılar, solcular, dinciler dahil bütün kesimlerden hırsız, yolsuz ve hortumcu çıkabilmekte.
Adama (vatandaşa) sorarlar!
Hani ilkelere ne oldu. Hani binlerce yıllık tertemiz Türk medeniyeti !
Bize pırıl pırıl, tertemiz ve berrak bir Cumhuriyet emanet eden Atatürk’e ihanet niye ?
Cemiyetin temeli adâlet ahlâkıdır. Ancak, adaleti kaim olan kanun hukukidir.
Türk inkılâbının amacı kanun devleti değil; Hukuk devletidir. Hukuk devletinde suç cezasız kalmaz. Ceza, suça mümasil (denk) olmak zorundadır. Ne eksik, ne fazla.
Evet, İnsan elbette özgür bir varlıktır. Lâkin bu, suç işleme özgürlüğünü kapsamaz. Kanun ve kuralları belirleme hakkı, ‘güçlülerin’ değil, haklı-doğru ve dürüstlerindir.Demokrasilerde hırsız, yolsuz, hortumcu, yıkıcı ve bölücü unsurlara; Cezalarını çekip ıslah olmadan “halk içinde” serbestçe dolaşma hakkı tanınamaz.
Hukuk devletinde ‘suç işlemek’ herkes için yasaktır. Mutlak kaide budur.
DEVRİ SABIK YARATMAK GEREK:
Şimdi tam zamanıdır.
Zira kapımıza tekrar bir ekonomik kriz dayanmıştır.
Bizim yeteri kadar kriz, kaos, bunalım ve buhranımız varken buna dayanamayız.
Millet, meri hükümet, ‘durumdan vazife çıkartarak’ Anayasa Mahkemesi veya yüksek yargı önce cürmün milâdı olan 27 Mayıs’ın hesabını sormalıdır. Bununla birlikte o mâkus günden itibaren bu güne değin yapılan bütün haksızlık, hırsızlık, gasp, irtikap ve yolsuzluğun hesabı muhakeme edilmeli; Ülkemiz, istiklâl ve istikbalimiz aleyhine işleyen AB süreci behemahal durdurulmalı, Gümrük Birliğinden derhal çıkılmalı, devlet “namuslu-dürüst ve demokrat” Atatürk’çü-Kemalist Cumhuriyet konumuna tekrar çekilerek; 46 yıllık kâbusun kara vicdanlı, kirli el’li ve kansızlar (damarlarında asil kan akmayan) hain, dönme, devşirme, ateist, pagan ve Türklüğünü kaybetmiş insanlık düşmanları sorgulanıp, yargılanarak ‘devr-i sabıkları” yaratılmalıdır.
Temiz devlet ve temiz toplum için bu şarttır. Türkiye’nin kendi kendisi ile yüzleşme ve yönetenlerin halkla hesaplaşması zamanı gelmiştir. Yarın çok geç olabilir.
DEVLETİN MALI DENİZ:
Bu söylemin doğrusu, haksızlıktan, rüşvet, hırsızlık ve yolsuzluktan bıkmış-bunalmış, bu alt varlıklara karşı illet ve nefretle muzdarip halkımın, kinayeten söylediği bir söz olup;
DOĞRUSU şöyle: “Devletin malı deniz, hırsızlık, haksızlık ve yolsuzluk yapan domuzdur.”
Bu manâ ve muhtevada “Domuzlar” devr-i sabıklar olsa gerektir.
Devlet gibi devlet, adam gibi adam olmanın yolu da; Ülkemiz ve devletimizi her tür haksızlık, yolsuzluk, adaletsizlik ve hukuksuzluktan arındırmaktan geçer. Bu konuda fert ve millet olarak günün hükümetine güvenmek isteriz.
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr

 

 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsa KAYACAN
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
YAZAR MISIN?
Yıllarca Ankara’da üst düzey bürokrat olarak çalışan, emekliliğinden sona İzmir’e gidip yerleşen Milli duyguların harman olduğu kalemlerimizden T. Turan Atasever, 12 bölümünden oluşacak “Sesim” adlı şiir kitabının yayın hazırlığı içinde. Heyecan içinde görünüyor. Bu kitabının önsözünün yazılması için ortaya koyduğu duygularını şiirleştirmiş. Bu şiir şöyle (Ocak 2009),
 
YAZAR MISIN?
Aziz İsa Kayacan,
Sesimi duyar mısın?,
Bende sonsuz heyecan,
Önsözü yazar mısın?.
 
Sesimde, hayat çile,
Sizinle gelsin dile,
Güzel görüşün ile,
Önsözü yazar mısın?.
 
Millet içindir ağrım,
İyileredir çağrım,
Bağrım yanıyor, bağrım,
Önsözü yazar mısın?.
 
Yıllardır beraberiz,
Bizlerden kalsın iz
En değerli dostum, siz,
Önsözü yazar mısın?
 
Gözümün feri söndü,
Bahar, yaz-kışa döndü,
Ömrümün sonu göründü,
Sen Öz’ü yazar mısın?.
 
Arkasından, Ankara’dan Ali Bozkurt’un yine bendenize yazdığı bir dörtlük var. Anılan dörtlük. (İsa Kayacan hocama):
 
Atan’dan mı aldın güzel yapını,
Ömer’den mi aldın hukuk tapunu,
Heybemde şiirim çalsam kapını,
Umarım hayır demezsin hocam…
 
BURDUR’DAN
1-Sosyal hayatımızın her alanında bir yabancılaşmadır sürüyor. Yurdun dört bucağında adı lügâtımızda geçmeyen türlü mağaza adları. Migros-Bauhaus-Contınentam Armada-Outlet vs. Buna paralel “Süper-hiper-mega” ile başlayan hiçbir iş yeri yok ki orada yabancı müzik çalmasın. Birinin olsun beni yanıltmasını umuyorum tez zamanda. Elin türküsü çağrılıyor alenen, Türk’ün mahallesinde anlayacağınız. (Osman Erenalp, Yenigün Gazetesi, Burdur, 25.12.2008)
2-Şair ve Yazar Fatma Uçarlar, Isparta’da bir inşaatta yazılı, “Satılık lüx daire” ilanı görür. İlanın altındaki telefonu arayıp, “ilanda yazılı lüx kelimesindeki (x) harfinin alfabemizde olmadığı için (x) yerine (ks) harflerinin konulmasını rica eder, hatırlatır.
Bu ilan – ilandaki yabancı hayranlığını ifade eden yanlışlık 15–20 gün düzeltilmez. Fatma Uçarlar yeniden telefon eder Lüx kelimesinin, lüks şeklinde neden değiştirilmediğini sorar. Sonra görülür ki Lüx kelimesi, Lüks kelimesiyle yer değişmiş ilan “Satılık Lüks daire” şekline dönüştürülmüştür. Burada ısrarlı izleniş olmasaydı, acaba bu ilandaki yabancı kelime, Türkçe kelimeyle yer değişebilir miydi?. (Makale: Yenigün Gazetesi, Burdur, 26.12.2008)

 

 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
TOYGA AŞI  
MALZEMESİ: 2-3 porsiyon için,3 yemek kaşığı un yarım kilo katık (süzme yoğurt),1 çay bardağı pirinç (istenilirse yarma),1 yumurta,1 veya 2 kaşık tereyağı,yeterli kadar pul kırmızı biber,yeterli kadar nane.
Yarım kilo katık, 3 yemek kaşığı un,bir çay bardağı pirinç (istenilirse yarma), bir yumurta kırılır su ilave edilerek karıştırılır. 
Ateşin üzerine konularak devamlı karıştırılır. Bu karışım devamlı karıştırılmazsa çorba süt kesiği gibi olur.                   
Kaynayan çorba ocaktan indirildikten sonra,bir miktar tereyağı eritilir,yağın içerisine pul kırmızı biber,nane katılır yağ kızdırılır. Kızgın yağ karışımı ocaktan indirilen çorba karışımının üzerine dökülür.  Bu çorba Çorum'un düğünlerinin birinci  yemeğidir. Düğün yemeklerinin üzerine ayrıca yumurta,un ve su ile katıca yoğrulan hamur serçe parmağı kalınlığında uzunca yuvarlanır kalınlığı kadar keskin bıçakla kesilerek kaynar yağda iyice kızartılır. Çorba servis yapılır.
Düğünlerde bu üzerine krakerle beraber yağlı et suyu ile servis yapılır.

 
 
 
 
 09

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Rıza HARDAL
Rıza HARDAL Hayat Hikayesi
GÖRMEĞE DEĞİYOR ŞU ÇORUM İLİ
Görem dedim bende Çorum ilini.
Derem dedim bahçesini gülünü.
Biraz methedeyim hasbıhalini.
Görmeğe değiyor şu Çorum ili.
Mevsimine göre ürün yetişir.
Dallarında bülbülleri ötüşür.
Nice âşıkları yanar tutuşur.
Görmeğe değiyor şu Çorum ili.
Ankara, Samsun güzergâhında
Fabrika bacaları Köse dağında
Nice insanlar yetiştirmiş bağrında.
Görmeğe değiyor şu Çorum ili.
Esnafı, memuru, çiftçisi, köylü
Güzeli meşhurdur, hep uzun boylu.
Antika olmuştur, araba yaylı.
Görmeğe değiyor şu Çorum ili.
Yükseğinde sıra dağlar kurulur.
Büyük kale ortasında durulur.
Saat kulesinde zaman vurulur.
Görmeğe değiyor şu Çorum ili.
Osmancık'ta Kızılırmak çağlıyor.
İskilip'in ormanları sağlıyor.
Alaca Hattuşaş dilde anılıyor.
Görmeğe değiyor şu Çorum ili.
Alacahöyük müzendir eserin.
Geçtim Ortaköy’e meftun gezerim.
Mecitözü, Kargı,Bayat pazarın.
Görmeğe değiyor şu Çorum ili.
Elli okul yirmi beştir camisi
On ikiye bölmüştür mahallesi
Yüz elliye yükselmiştir nüfusu
Görmeğe değiyor şu Çorum ili.
Reklâmın dağılmış Hattuşaş, Hitit.
Kentlerin, lokantan, folklorun Hitit
RIZA der yer altı eserin Hitit.
Görmeğe değiyor şu Çorum ili.

 

 

 
 
 
 10

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!
Cuma TÜRKMEN
Cuma TÜRKMEN Hayat Hikayesi
ÂŞIK OLDUM
İstersen deli de, ister divane
Yaratana âşık oldum yanarım.
Gece, gündüz hayaliyle pervane
Sular durur ben durmaz dönerim.
Baksam şu doğaya gelir korkusu
Yaratmış mahlûkatın hepisi
Birbirine benzemiş yapısı
Rab’bim için ben hepsini severim
Bu nasıl terazi, bu nasıl nizam,
İbretini alır semaya bakan
On sekiz bin âlem boşlukta yüzen
İşte sırrın sahibini ararım
Ummanı deryalar bir başka âlem
Binlerce canlısı hep aynı telden
Denizden fışkırır tatlı su yerden
Koymuş sırlarını şaşıp donarım
Herkes yalvarıyor kendi dilince
Yaşar Rab’den nasibini alınca
TÜRKMENOĞLU herkes cinsi neslince
Bakar,bakar ben Rab’bimi bilirim
 

 

1

 

 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

123 SAYI 25 Mayıs 2009 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!