YIL 10  SAYI 116  25 Ekim 2008

ÇORUM ÇÖPLÜK HAKKINDA YAZIMIZ

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1

 

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

 

Mahmut Selim GÜRSEL ÇÖPLÜKLE UĞRAŞMAK İSTİYORSANIZ; İŞTE ÇÖPLÜK
Sakin KARAKAŞ DEVLET MEMURLUĞUNA GİRİŞTE YAŞ SINIRININ KALDIRILMASI ÇAĞIN GEREĞİDİR
Salim SAVCI NO SÖZCÜĞÜ
Atilla ALPAY İLİMİZİN ÇEVRE SORUNLARI VE ACIL ÇÖZÜM BEKLEYEN MESELLER
Mustafa Nevruz SINACI ARTIK DEVLET OLMAK GEREK
İsa KAYACAN TÜRKÜ SAVAŞÇISI
Selma GÜRSEL SÜTLAÇ
Hıfzı ÖZBEKMEZ BIRAK YAKAM KURTULAYIM

 
 
 
   
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 01

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mahmut Selim GÜRSEL
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi
ÇÖPLÜKLE UĞRAŞMAK İSTİYORSANIZ; İŞTE ÇÖPLÜK
          Bu bizim insanlarımız yönlendirmeleri ne yazık ki yanlış anlıyorlar. İşte size bir örnek, hem de çok önemli bir örnek.
           Çorum’da “Çöplük Çarşısı” nı bilmeyeniniz yok. Bizim sitemizde de bulunan; http://copluk.buadresim.com  yani Çöplük diye andığımız ecdattan kalma , değerli ve kıymeti bilinmeyen, yıkılarak yer altına gömülecek bir çarşıda güncelliğinin resmi mercilerce devam ettirildiği, karşı çıkanların çoğunlukta olmasına rağmen Çorum için olmazsa olmaz felsefesini benimsemiş, dediğim dedik öttürdüğüm düdük misali ,yapılınca Çorum’a faydadan çok zararı olacak bir girişim olan ve bir çok esnafı mağdur etmeleri yetmez gibi bu esnafları da yapılabilirse yer altına indirerek ülkemizin zaten dar olarak ürettiği elektriğin çokça ve mecburen kullanılacağı bir mekan olan, burasının kanalizasyon ve havalandırma vesaire işlevlerini de elektrikle yapılacağı müthiş bir elektrik tüketim masraflarla tebelleş edecekleri, bu masrafları sonucu yine tüketici fatura edileceği  Çorum'da bululan insanlarımızın ödemek için fazladan para ödeyeceği ve buranın üzerinde betondan bir alan için yapılacak masrafın AŞAĞIDA YAZDIĞIM VE RESİMLEDİĞİM YERİN ISLAHI İÇİN KULLANILMASININ ÇORUM İÇİN DAHA ÖNEMLİ VE ÖNCELİKLİ OLDUĞUNU buradan yazmamın hiç bir şeyi değiştirmeyeceği gibi, beni destekleyecek bir Allah’ın kulununda çıkmayacağını bilerek en azından DOĞRU BİLDİĞİMİ kendi sitem de olsa yayınlamak istedim.
            Çöplükler; o toplumun medeniyet görüntüsüdür diyen kişi her halde derli toplu çöplükler için bu sözü söylese gerek.
            Bizim Çorum’un çöplüğü çöplük değil bir atıklar deposu olarak karşımıza çıkmakta. Katı atıklar ve sıvı atıklarla birlikte, tıbbi atıklarında aynı mekânda birazcık birbirlerine uzak gibi gözüken alanlarda olmasından başka bir özelliği olmayan atık toplama alanı bütünlüğü sayabiliriz.
            Atıklar; pek çok kişiye de ekmek kapısı olmuş durumdalar. Burada plastik ve diğer atıkları toplayarak geçimlerini sağladıklarını görmek ve onlarla da konuyu konuşmak istediysem de bu konulara pek yanaşan olmadı. Hatta resimlerini çekerken bile resim karesinden çıkmak için adeta kaçtılar. Ne de olsa ekmek kapılarından olma durumu var.
            Atık birikim alanında 2005 den bu güne epey birikimin olduğu gözükmekte. Bu birikimlerin ekonomiye kazandırılması ve geri dönüşümü olan atıkların de yeniden ayıklanarak işlenmesi gerekli değil im? Burada gömülerek kalacak ve daha önceki çöp dökme alanı gibi gömülerek kayıp edilecek mi?
            Bence burada tekrar edeceğim yatırım Çorum’un merkezinde bulunan ve “ÇÖPLÜK” diye anılan yerin http://copluk.buadresim.com  düzenlemesine ayrılan para ile; Çorum Katı ve Sıvı Atıklarının döküldüğü alan olan Çöplükler topluluğunun düzenlenmesine harcanması Çorum’un daha sağlıklı bir taban suyu ile tarım ile hayvan ve insanların bilinmeyen toksinlerden meydana gelecek zararlardan korunmasına harcanmasının uygun olduğunu düşünmek istemeyenlerin adını sizin koymanızı rica ederim.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 02

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Sakin KARAKAŞ
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
DEVLET MEMURLUĞUNA GİRİŞTE YAŞ SINIRININ KALDIRILMASI ÇAĞIN GEREĞİDİR 
Devlet memurluğuna giriş yaş sınırı halihazırda otuzbeştir. Öğretmenliğe giriş yaş sınırı ise kırktır.
Günümüz dünyasında ortalama insan ömrü uzamış ve Sosyal güvenlik yasalarında düzenleme yapılmış ve emeklililk yaşı atmışbeşlere çıkarılmıştır. İlköğretime başlangıç yaşı yedi;  İlköğretim sekiz yıl olmuş ve liseler dört yıla çıkarılmıştır. Ortalama yüksek öğretim süresi beş yıldır.
Basit bir hesaplama ile bir kişinin lisede bir yıl kaybettiğini,Üniversite kapısında iki yıl beklediğini ve bir yıl hazırlık okuduğunu üstelik beş yıllık bir bölümde de bir yıl kaybettiğini ayrıca kamu personeli seçme sınavına girip üç yıl iş beklediğini varsayalım.  Bu durumda kalemi elimize alıp topladığımızda karşımıza  0tuz ve otuz iki yaş gibi rakamlar çıkmaktadır. Bu rakamların üzerine erkekler için askerlik görevini de eklediğinizde yaş otuz dört olur.
Bu durumda insana yatırım ya
pma faktörü işlevini kaybeder. Böylece yaklaşık otuz yılda yetiştirdiğiniz,yatırım yapıp paralar harcadığınız insanları işsizlik korkusu sarar. İşsizlik korkusuna ek olarak işe yaramazlık sendromu da bu olumsuzluklara eklendiğinde ortaya vahim bir tablo  çıkar. Burada da senin yaşın doldu. Sen devlet memuru da olamazsın Kamu personeli seçme sınavına da giremezsin demek öncelikle insan haklarına aykırıdır.
Evet belki hayata atılmak için liselerin üç yıl olduğu ve ön lisans eğitimin yeterli olduğu,emeklilik yaşının ellilerde olduğu,insan ömrünün ortalama atmış beş yıl olduğu  bir dönemde devlet memurluğu ve öğretmenliğe giriş için otuz beş ve kırk yaş sınırı  mantıklıydı.
 Ancak artık Türkiye gelişmiş ve şartlar değişmiştir. Hayata atılmak için ön lisans eğitimi bazı mesleklerde yeterli değildir. İlköğrenime başlama yaşı yedilere çıkmış lise eğitimi dört  yıla çıkarılmıştır. Ortalama insan ömrü yetmiş yaş üzerine çıkmış ve emeklilik yaşı da  atmış beşlere çıkarılmıştır. Yaşam standartlarının gelişmesi ile eğitim ihtiyacı da  yükselmiştir.
Bu bağlamda devletin resmi istatistiklerine bakıldığında evlenme yaşı da yükselmiştir. Dolayısı ile hayata atılma yaşı ilerlemiştir. Bütün bu gelişmeler ışığında gelişmeyen geride kalan tek faktör devlet memurluğu ve öğretmenliğe giriş yaş sınırlamasıdır. Dolayısı ile ivedilikle bu sınırlama kaldırılmalıdır.
 Devlet bakanımız Mehmet Ali Şahin'in bu hususta geçen yıl düzenleme yapılacağı sözü vardır. Meclis açılır açılmaz görüşülecek olan öğrenci af yasasına  bir madde ilave edilerek  bu çağ dışı sınırlamaya son verilmelidir. Aksi taktirde af ile üniversiteye dönecek öğrenciler için de bu af bir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü otuz beş yaşında üniversiteden mezun olma fırsatını yakalayan bu insanların da hevesleri kursaklarında kalacaktır. Dolayısı ile bu öğrenci affı güdük kalacaktır.
Eğer sosyal güvenlik  ve emeklilik hususu düşünülürse bir hatırlatma yapma gereği hissedeceğim. Bilinmektedir ki artık çağdaş toplumlarda emeklilik kişinin bireysel sorunudur.  Üstelik otuz beş  kırk yaşlarına yaklaşmış bu insanların genelde üç beş yıl gibi sigortalılıkları nın var olduğu da göz ardı edilmemelidir. Ayrıca yukarıda anlatıp hatırlatma yaptığımıza göre çağdaş toplumlarda devletin bireyi zorla emekli etme gibi bir yükümlülüğü olmayıp bu durum  bireysel bir sorundur.
Bu durumda mağdur olan; Kamu personeli seçme sınavı kapısında yıllarca bekleyen, öğrenci affı nedeni kırk otuz beş kırk yaşlarında üniversite bitirme konumunda olan onbinlerce insan mevcuttur. Bu insanlar iş güç sahibi olduklarında geçmişteki üç beş yıllık sigortalılıkları da dikkate alınırsa  emeklilik yaşı da atmış beş olduğuna göre emeklilikleri  için hiç bir engel yoktur.
Konuyu kısaca özetlemek gerekirse; ekonomik ve sosyal gelişmeler gereği Kamu personeli seçme sınavı için yaş sınırlaması anlamsız ve çağ dışı bir uygulama olup kaldırılmalıdır. Bu durumda üniversite öğrenci affı da anlam kazanacaktır. Aksi taktirde af anlamsız ve güdük bir af olmaktan öteye gidemeyecektir. Bir hukuk devleti olan Türkiye’de bu durum belki de gözden kaçmış önemli bir husustur. Büyük umutlarla bir lisans bölümünden mezun olmuş ve bilim yuvaları Üniversitelerce öğretmenlik ünvanı ile taçlandırılmış ve bir kısmı öğrenci afları ile üniversite bitirererek yarınları için umut tohumları ekmiş insanların önüne sınır koymak önemli bir insan hakkını ihlal etmek anlamına gelmektedir. İşin en dramatik yanı ise bu durum gelecekte Avrupa insan hakları mahkemesine taşınabilir ve  ülkemizi sıkıntıya sokabilir kanaatini taşımaktayım.
Bütün bu haklı sebepler göz önüne alındığında siyasilerimizin işi çok kolaydır. Meclis açılır açılmaz görüşülecek olan üniversitelerden ilişiği kesilen öğrencilerin üniversiteye dönüşlerine imkan sağlayacak olan af Yasasına bir iki madde eklenmeli ve Kamu personeli seçme sınavı ve öğretmenlik mesleğine girişin önündeki engeller kaldırılmalıdır.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 03

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Salım SAVCI
Salim SAVCI Hayat Hikayesi
NO SÖZCÜĞÜ
            Bu satırların yazarına sorulan soru:
            No;size ne anlatıyor ? Oldu. Cevabini şöyle verdim:
            No;Nobilyum elementinin simgesidir.
            Bir de adreslerde çok kullanıldığını görüyorum. Ama;bir sözlüğe bakmak gerekir. Dedim. Türk Dil Kurumu Sözlüğünü açtım.
            No: Kim. Nobilyumun simgesi sayfa 885.
            Bunun dışındakileri aradım. Bir şey bulamadım. Hemen kapı numaraları aklıma geldi. Orada da No’ya rastlamadım. Bulduklarım şunlardır.
            Numara: a,Fr./1. Bir şeyin,bir dizi içindeki yerini gösteren sayı;
            Numara: a ve s.
1-Numarası olan (Yerler numaralı gibi)
2-Belli numarası olan (İki numaralı ev gibi)
Numara sözcüğünü “ Fransızca’dan almışız. Kapı numarası yerine de No: kısaltmasını oturtmuşuz. Bal gibi,hepimiz de kullanıyoruz.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde Numara yerine Nu: kısaltmasını almış. Ama bunun Nu:2 gibi yazılmasını Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu istiyor. Bu yanlışlığı gördükleri için,onları kutlamak gerekir.
Yorum yapmadan sunuyorum.
 
 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 04

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Atilla ALPAY
Atilla ALPAY Hayat Hikayesi
İLİMİZİN  ÇEVRE  SORUNLARI VE ACİL ÇÖZÜM BEKLEYEN  MESELELER:
1/ ÇİMENTO FABRİKASI:
Yıllardır  kentin atmosferini  tehdit eden en büyük faktördür. Gecenin ilerlemiş saatlerinde filtreleri  devreden  çıkarılmakta ve kente kükürt  dioksit, kil ve atık gazlar saçmaktadır.Yapıldığı  yıllarda  ilimizin bu kadar büyüyeceği ve daimi rüzgarları hesaplanmadığı artık için kentin ortasında kalmış  en büyük sanayi  kuruluşudur. İlk  zamanların da sulu sistemle atık maddeleri  tutan filtreleme  olayı bugün kaldırılmış ve tehlike gün geçtikçe büyümüş; baca gazlarından etkilenen  insan sayısı artmıştır. Fabrika yaklaşım alanındaki semtlerin sağlık analizleri, çevredeki  etkilenen bitki florası ve faunası bunun çarpıcı sonuçlarını mutlaka ortaya çıkaracaktır.
2/TAŞ OCAKLARI:
Melikgazi  semti  tepesinde bulunan ve çevre  tüzüğüne  göre taşların  kırılması esnasında su püskürtülmesi gereken   tesislerde  maliyetlerin artması, su püskürtme sisteminin  elektrik harcaması, taşlık arazide kuyu açılamaması ve suyun  şehirden bozuk yollarla ve tankerlerle getirilmesi sonucu  bütün ocaklar  kuru taş kırma işiyle mıcır elde etmektedir.Aktif çalışan beş ocaktan en büyüğü  belediyenindir.
Taş kırılması esnasında ortaya çıkan toz bulutunun  uzmanlarca incelenmesi çok çarpıcı  tesbitleri  ortaya çıkaracaktır. Taşların ana maddesi  olan kalsiyum bileşiklerinden  başta kalsit olmak üzere silisyum dioksit,kuvars,kireçtaşı vs gibi mineral  yapılı bir çok doğal malzeme mikronize olmakta ve daimi  esen rüzgarlarla  bir bulut halinde şehrimizin  üzerine savrulmaktadır.İlimizin bütün yüzeylerine yapışan bu toz tabakaları  araçların  hareketi ve doğal sirkülasyonlar  neticesi havaya  kalkmakta atmosfere karışmakta ve solunumla insan akciğerlerine yerleşmektedir.Minerallerinin  mikroskobik iğneler  halinde olduğu bu  taş tozları bronşlara  saplanmakta ;orada  iltihap toplayarak bilhassa kış  aylarında koah ve benzeri hastalıklara sebeb olmakta; fark edilmediği  takdirde kansere kadar gidebilmektedir.
İlimizde hava  kirliliğinin  azalmasına ters orantılı olarak akciğer hastalıklarında  artış olduğunu uzmanlar gözlemlemişlerdir.
3/ BELEDİYENİN  ASFAST  FABRİKASI:
Bitümlü  kanserojen hidrokarbonları  ısıtarak  taşlara  yapıştıran ve 140  derecede  yüksek ısı, zehir ve toz saçan bu tesisin orada hala bulunması toprak,hava ve su kirliliği  açısından bir cinayettir.
4/TAVUK ÇİFTLİKLERİ ; BÜYÜKBAŞ HAYVAN ÇİFTLİKLERİ:
Yüz otuza yakın tavuk çiftliği ve doksan  adet büyükbaş hayvan çiftliğinin kuşatması altında  bulunan  talihsiz  şehrimiz gibi yeryüzünde  başka bir yerleşim yeri   daha bulunmamaktadır.
Birkaçı hariç hemen hepsi  atıklarını   araziye bırakmakta,  yer altı sularını   kirletmekte; atmosferimize  bilhassa yaz aylarında  ağır ve iğrenç kokular saçmaktadırlar. Maalesef  koku  tüzüğü diye bir çevre koruma  maddesi  olmadığı  için bu  madde hiç dert edilmemektedir.
 
5/ÇORUM ÇÖPLÜĞÜ:
Yangını  asla sönmeyen ve atmosfere devamlı metan gazı  saçan; arada bir küçük patlamalar  yapan, dumanı  uzaydan  bile görülebilen bu yer rakım olarak il merkezinden yüksekte  dev bir dağ oluşturmaktadır.Tıbbı atıklarında atıldığı  tepenin altında  büyükçe bir göl oluşmakta ; bahsedilen bu  iğrenç  bölgeye  kokudan dört km.den fazla -gaz maskesiz- yaklaşmak imkansız  bulunmaktadır.
Zehirli çöplük gölünün görüntüsü iğrençtir. Atmosfere  yazın buharlaşma ile saçtığı  kokuların içinde sanıyorum ki yeryüzünün bütün elementleri bulunmaktadır.Sayıları  kırka yaklaşan ve oraya her gelene saldıran  çöp adamlar  kabilesi geceleri de il genelinde  bidonları karıştırmakta; orada  eşelenen kedi ve köpekler mikrop taşımakta ve bu pisliklere konan kuşlar ilimizin  parklarında  tünemekteler.sadece  tıbbı atıklara çözüm bulunduğunu  işitiyoruz. Ama büyük çöplük için  henüz ufukta bir tasarı görülmemektedir.
6/BACA GAZLARI :
Evsel katı yakıt dumanları, sanayi bacaları,petrokok isleri vb..
7/Otomobil Egzostları ve Doğazgaz kombilerinin  bacaları  :
İlimizde üç kişide iki kişinin otomobili bulunmakta bunların da yarısı  doğal gazla  çalışmaktadır.Egzost ölçümleri yapılırken  doğaz gaz atıkları  olan başta ölümcül karbonmonoksit gazı ölçülmekte midir ?
Kan hemoglobininden  yapıştığı zaman çok güç ayrılan  karbonmonoksitin -karboksihemoglobin zehirlenmesinin- insan dolaşım  sistemi ve  damar  yapısı üzerinde  etkisi  tıp otoritelerinin  malumu  iken karbonmonoksit  zehirlenmesi  neden hiç konuşulmamaktadır.
Ayrıca şu anda yeni olan kombi bacalarından  araç ekzostları kadar bir miktarda karbonmonoksit ilimiz atmosferine karışmakta ve gizli bir ölüm tabakası  haline dönüşmektedir.
Benzinli motorların, sayıları  gittikçe artan motorsikletlerin,çevre yolunda seyreden ağır tonajlı vasıtaların zehirli gazlarını da  bunlara mutlaka eklemeliyiz.
8/ASBEST KİRLİLİĞİ :
Araç balatalarından fren yaptıkları esnada ayrılan ve koparak atmosfere karışan amyant  yani asbest lifleri  ilimiz atmoferinde  yılda birkaç yüz kg.lık bir zehirli  atık oluşturmaktadır. Asbest  liflerinin  akciğere yapışması sonucu oluşan asbestosis  hastalığı tehlikeli bir akciğer kanserine yol açmaktadır.
9/PERKLORETİLEN VE SİYANÜR KİRLİLİĞİ :
Kuru temizlemecilerin ana hammaddesi olan perkloretilen zehirli  bir kanserojendir.temizlenen elbiselerin üzerinde de kalmakta; kuru temizlemecilerin makinalarında ısıtılarak  buhar halinde  atmosfere  karışmaktadır. Bilhassa eskiyen ve madde kaçıran  bu makinaların ve kuru temizlemecilerin denetimi gerekir.Bunlar  katı atıklarını  çöpe ve sıvı atıkları da şehir kanalizasyonuna vermektedirler.
Fotoğraf  stüdyolarının  film yıkama kimyasalları ağır siyanür bileşiklerinden-Potasyum ferrosiyanür,hiposülfit,vb- oluşmaktadır.Bunlarda  bidonlarla  toplanarak  her akşam ilimizin ücra köşelerindeki semt çeşmelerine  boşaltılmaktadır.
Bu iki  maddenin  yer altı sularına bıraktığı  zehirliliğin önüne  geçmek imkansızdır.
10/ ATIK PİLLER,KADMİYUM  ZEHİRLİLİĞİ VE AĞIR METALLER….
11/GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ ;
Egzostları sökülmüş ve sayıları gittikçe  artan motorsikletlerin meydana getirdiği hava ve gürültü kirliliği,yine eskimiş ,bakımsız egsoztlu  vasıtalar.Gereksiz  çalınan klaksonlar…
12/ELEKTROMANYETİK DALGA  KİRLİLİĞİ ;
baz istasyonları, radyo ve telsizler, cep telefonları, uydu antenleri

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 05

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Mustafa Nevruz SINACI
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
ARTIK DEVLET OLMAK GEREK
Bu makalenin ana esin kaynağı, “İnsan hakları, adalet, hukuk, ilim-irfan ‘doğrusal yönde’ Bilinç Üstadı” ülkemizin tek “Bilinçolog” u; Kendisini, “Davutpaşa, Bağcılar, Konya, Ankara ve daha nice elim faciaların sorumlusu, “toplumsal sorumluluk ve yönetimi denetleme bilinci”” çılgını “Milli Kahraman Galip Baran”dır.
O, dayandığı ilkeler, sahip olduğu yüksek onur-erdem, bilgelik, olgunluk ve kemâl mertebesi, ve bütün insanlığa örnek yaşam biçimi ile tıpkı Mevlâna, Taptuk Erenler, Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli, Phidaias, Archimedes ve Diyojen gibi dünyaya meydan okuyor.(1)
O, “Yurdunu ve milletini özünden; Türkiye ve Türk milletini herkesten, dünyayı ise, bütün dünyalılardan daha çok seven” bir insan. Bu, öyle bir sevgi ve sorumluluk duygusu ki;
lkemiz ve dünyanın bütün sorunlarından “kendini sorumlu” tutacak kadar !.
Evet, bende öyle sanıyorum.
Türkiye ve dünyada yaşanan tüm sorunların, bilinçsizce katlanılan, çekilen acılar ve ıstırapların sorumlusu elbette “Galip Baran” değil ama; Sorumlu makam ve mevkilerde olduğu halde, en azından O’nun kadar sorumluluk, sevgi, saygı ve insanlık davasına bağlılık duymayanlarındır. Başta, bizzat kendi varlığı-vücudu ve yakın çevresi olmak üzere, yapılan yanlışların, olumsuzluklar ve aykırı uygulamaların farkında-bilincinde olmayanlarındır.
O, Kızılay da izmarit toplar, trafik ışıklarında yayaları nezaketle yönlendirir ve başta Ankara, İstanbul, İzmir ve Muğla olmak üzere ülkenin dört bir yanında; İyi insan iyi vatandaş; Bencilliğin yarattığı sorunsalın çözümü Sencillik; Türk’üm doğruyum-çalışkanım; Yasalara saygı; Devleti düzenleme ve yönetimi denetleme; Yolsuzlukla mücadele.. gibi, özgün “bilinç” eylemleri yaparken insanlar O’na; “Keşke herkes senin gibi olsa”, “İşte şu senin yaptığın tam bir ibadettir” biçiminde özen, taktir memnuniyet ve şükran ifade eden sözler söylerler.
İnsanlar O’nu seviyor, sayıyor, saygı duyuyor ve örnek alıyorlar.
Amma! Muğla’dan bağımsız Milletvekili adayı olduğunda oy vermiyorlar.
Çünkü, çok sağlam dayanakları ve taviz vermeyen yüksek bir karakteri var.
Mevcut Politik-ACI’ları sorumsuz buluyor ve tasvip etmiyor.
Tıpkı, Astronom Phidias'ın oğlu Archimedes’in "Bana yeterince uzun bir kaldıraç ve sağlam bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım" diyerek kaldıraç kanununu bulduğu gibi, (2) O’da adalet ve hakikati (gerçeği) “en sağlam dayanak” olarak kabul ve ilan eden, önemli ve lâkin hiç kimse değerini bilmese de “aslında çok değerli” bir bilim adamı.
“Devlet de, hükümet de çok sağlam dayanaklar üzerine oturmalı” diyor.
Galip Baran’ın tek başına, Turgutreis belediyesi, Muğla Valiliği, Ankara hükümeti, Meclis ve Cumhurbaşkanlığı dahil bütün dünyaya meydan okuyabilmesinin nedeni: Sadece ve yalnızca dürüstlüğü, Atatürk’ün telâffuz ettiği anlamda radikal (objektif bilim, norm, kriter ve evrensel standartlar) bağlamında sağlam ve mükemmel karaktere müstenit dayanakları.
Devlete önerdiği sağlam dayanaklar ise: Demokrasi, Adalet, Hukuk ve saydamlık.
Yani; “Hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici ilim ve fen’dir.” Bunlar nedir? Adalet-hukuk, ilim-fen ve demokrasi. Zira, Demokrasi olmazsa bilim, özgür bilimin olmadığı yerde ise hak yoktur. Dikkat edin!.Kanun veya kutsal devlet değil!. Neden “kanun” değil ? Çünkü, esas olan millet-halk ve kutsal insandır. Bu anlamda, devlet olmanın, milli birlik (insicam-imtizaç) beraberlik ve bütünlüğün esası insan hakları, insan sevgisi, insan için var olma bilinci, eşitlik (yalnızca kanun önünde değil, hayatın her alanında); Hak, Halk, Adalet ve Hukuktur. Milli Şâir Mehmet Âkif Ersoy’un dediği gibi yani: “Hakkıdır Hakka Tapan Milletimin İstiklâl” Hükümet ise; Adaletle hüküm ve hikmet işidir. Hüküm-hikmet sahipleri; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, milletvekilleri gibi seçilmişler ve bilumum atanmışlar (bu nedenle) milletin emrinde ve hizmetinde olduklarının idraki (bilinci) dahilinde hareket, tasarruf ve halktan aldıkları yetki muvacehesinde; “Devlet idaresinde millet iradesini hakim kılma” umdesine sadık kalmak zorundadırlar. Zira: “Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir”
ŞU HALE NAZARAN: İstanbul’da yaşanan patlama faciası, Diyarbakır, Ankara ve yurdun çeşitli yörelerinde anarşi, terör-tedhiş, gasp-irtikap, kundakçılık, sabotaj, tehdit sürüp gider; Memleket, suç ve suçlu için cennet, çıkar örgütleri için çiftlik; “iyi insan, namuslu-dürüst vatandaş için” adeta cehennem; Yalan-talan-rüşvet-iltimas-kaçakçılık-kayıt ve kapsam dışı ‘önlenemez’ kronik bir hastalıktır. Sözde serbest piyasada pahalılık-fahiş fiyat, soygun-vurgun revaçta. Haksız rekabet atakta; Kamu yararı esaslı namuslu-dürüst, ilkeli-onurlu ve sorumlu piyasa dumura uğramış. Buna rağmen hakim siyaset en kritik zamanda kalkıp türban politikasına soyunup; “sadece üniversitelerde serbest” kalacak biçimde abesle iştigal ediyor.
Manâ, muhteva, amaç ve kapsam olarak yukarıda tanımlanan bu teşebbüs objektif olmaktan uzaktır. Geçerli ilkeler bazında insan hakları kriterleri, evrensel standartlar, adalet, ahlâk ve hukuk normlarına aykırıdır. Subjektiftir. Umur-u devlette “suç teşkil eden fiiller hariç” ferdi serbestlik umumi; Söz söyleme (düşünce ve fikir) hürriyeti esas, kılık-kıyafetle uğraşmaksa irticadır. İnfialdir. Affedilmez bir hata, onursuzluk ve sorumsuzluktur.
Şu halde; Artık, bütünüyle millet, kurumlar ve sektörler, tüm okullar ve üniversiteler üzerinde, eşitlik adalet, hak-hukuk ve faziletle hakim ‘hikmetli devlet’ olma zamanı gelmiştir.
Devlet demek: Adalet, eşitlik, hakkaniyet, hükümde hukuk ve hikmet demektir. (3) Hikmet: Adaletli ve faziletli yönetim anlamına gelir. Yönetim, etkinlik alanı büyük, spekülâtif ve sansasyonel unsurlara bakmadan gereğini yapmak ve TSK tarafından da, çekincesiz kabul, taktir ve tasvip edilen “başörtüsü” toplumun bütün kesim ve kurumlarında serbest bırakılarak, bundan böyle “arz-talep” kanunları dahilinde kendi mecrasına terk edilmelidir.
Umur-u devlet ve Galip Baran emsal sorumluluk bunu gerektirir.
Bakınız, size çok önemli iki belge sunacağım:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN, “MİLLİ SİYASET BELGESİ VE GELENEĞİ”
(ESASA DAİR MÜSTENİDAT / DAYANAKLAR)
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “BİZ” lâfzıyla bilinen, “Kuvâ-i Milliye Ruhu ile mündemiç efsane isimler” ve “Destan Kahramanları” olarak anılıp, tarihe mâlolan kurucu ve kurtarıcıları; Mustafa Kemal Atatürk, Mahmut Celâl Bayar, Rauf Orbay, Fevzi Çakmak, Kâzım Karabekir, Salih Omurtak, Ali Fuat Cebesoy, Ali Fuat Başgil, Refet Bele ve İsmet İnönü’ (!) dür. Vatan-millet-bayrak-insan-toprak sevgisi, Adalet, hukuk ve fazilet timsali olan bu müstesna zat’lar; Canları ve kanları pahasına kurdukları devletin, ulusal değerler, evrensel norm ve kriterler muvacehesinde “milli siyaset belgesinin esas, usul, kapsam ve çerçevesini belirleyen” belgeyi vazetmişler. Bu belgeyi “manevi vasiyet, emanet ve gelenek” anlamında formatlayıp, başta “Türk Gençliği” olmak üzere; Türkiye’yi muasır medeniyet seviyesinin üstüne ve daha ilerisine taşıyacak “ilkeli, onurlu, sorumlu, namuslu-dürüst ve demokrat” insanlar ve gelecek nesillerin uygulama ve korumasına “Atatürk’ün manevi şahsında ebed-müddet kaim bir vasiyet” olarak havale etmişlerdir.
Buna göre; “Yürürlükte olması-kalması ve uygulanması gereken” maddi-manevi-ilmi vasiyetin, geleneğin esası ve nokta-i istinadı, Milli siyaset belgesinden calip-i dikkat pasajlar:
MİLLİ SİYASET; Türk Devleti için vuzuh (açıklıkla) ve kabiliyeti tatbikiye görülen (uygulama imkânı olan) mesleki siyasi Milli Siyasettir : “Milletimizin, kavi, (sağlam-emin) mesut ve müstekar (istikrarlı-kararlı-sabit ve sakin/meskün) yaşıyabilmesi için, devletin tamamen milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin, teşkilâtı dahiliyemize tamamen mutabık ve müstenit olması (dayanması) lâzımdır. Milli siyaset dediğim zaman, kastettiğim manâ ve medlûl, (delâlet-işaret edilen, gösterilen) şudur : Hududu milliyemiz dahilinde, her şeyden evvel kendi kuvvetlerimize müsteniden muhafazai mevcudiyet ederek millet ve memleketin hakiki saadet ve umranına çalışmak. Alelıtlak (umumiyetle, mutlaka, bir suretle kayıtlı olmayarak, min-gayri tahsis) türlü emeller peşinde milleti işgal ve ızrar etmemek... Medeni cihandan, medeni ve insani muameleye ve mütekabil dostluğa intizar etmektir.” (4)
DİKKAT EDİN : Belgede, “Milletimizin, kavi, (sağlam-emin) mesut ve müstekar (istikrarlı, kararlı, sabit ve sakin/meskün) yaşayabilmesi (refahın adaletle tabana yayılması) için, devletin tamamen milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin, teşkilâtı dahiliyemize bütünüyle mutabık ve müstenit (uyumlu) olması (dayanması) lâzımdır.” Diyor. Tüm yönetim unsurları ile devlet ve hükümetin buna dikkat etmesi ve icabını yerine getirmesi gerek. Zira,devlet belli bir kesim,grup veya zümrenin değil bütün halkın-milletin devletidir.”
Denilmekle; “Milli Siyaset” sadece ve yalnızca dışa karşı hürriyet, hakimiyet ve istiklâl olarak değil, aynı zamanda hiçbir ayrım gözetmeden bütün yurttaşları eşit görmek, bir tutmak, hizmet ve muamelât ile elem-keder ve kıvanç paylaşmada, sorumluluk ve yükümlülük bağlamında “aynı-farksız ve eşit” tutmak anlamına gelir. Esas olarak suç işlemek yasak; Ve fakat suç teşkil etmeyen fiil ve tasarruflarda halk özgürce hareket etmek hakkına sahiptir.
KALDI Kİ ! TCK’da açıkça tanımlanmış, İnkılâp Kanunlarında vâzedilmiş hüküm ve yönetmeliklerde yer almış “gayri ahlâki” edinim, giyim-kuşam, fiil ve tasarruflar ile lokal toplumsal tepki ve refleksler dikkate alındığında; Alenen tahrik ve suça teşvik mahiyeti arz eden açıklığa nazaran, kapanmak ve örtünmekte ne gibi bir menfi unsur görülmektedir.
Buna verilen cevap genellikle lâiklik ve (sözde) cumhuriyetin kazanımları olmakla; Zaten, cumhuriyet, lâiklik ve demokrasi İslâm’ın kendi iç yapısı, önerdiği yönetim biçimi ve yaşam tarzında mevcuttur. Batı bu öğeleri İslâm’dan mütevaris olarak almıştır. Dahası İslâm, insan hakları, hayvan hakları, doğal denge ve çevrenin korunmasında en önemli fenomendir.
Gelelim devletin ve devlet (halk) adına hüküm ferma olan hükümetin görevine:
DAHİLİ SİYASET; Hükümetler (devlet) bütün vatandaşlara eşit mesafede olmak ve adil davranmak zorunda ve durumundadır. (29.Nisan.1928’de hükümet bütçesi üzerinde yaptığı konuşma)
Bizim takip ettiğimiz siyaseti, dahili ve harici safhasında vuzuh ve istikametle ifade edebiliriz. Dahili siyasette vuzuh (açıklık-şeffaflık) ve istikamet: Cumhuriyet kanunlarını bilâ fark ve bilâ imtiyaz herkese tatbik etmekte dikkat ve hassasiyet gösteren bir siyasettir.
Demokrasinin bu tarzda tezahürü elbette kuvvet ve kudretle tecelli eder.
Biz bu memlekette hayırlı ve semereli olarak yapılacak bütün işler için ilk şart ve azimet (çıkış) noktası evvel emirde vatandaşların huzurunu ve cemiyetin nizamını salim ve müstakim (sağlam ve doğru) bir dahili siyasette bizatihi müteharrik (kendiliğinden hareket edebilen) hâkimler eline mevdu (teslim eden) bir usul ile kabil-i tahakkuk görüyoruz.
Bu memleketin yüz seneden beri tarihi gösterir ki; Hayırlı ve iyi ıslahat yapmak için memleketin şeraitinin, vesaitinin müsait ve mütehammil (uygun ve dayanıklı) olduğu azami hasılayı idrak etmekte tereddüt ne kadar muzır (zararlı) ise, geniş ve kayıtsız şeraiti memleketin ortasına sererek anarşiyi tesci etmek (desteklemek), onun kadar muzır, onun kadar kısırdır. Memleketin hayır ve nef’i (faydası) için şeraitinin ve vesaitinin müsait ve mütehammil olduğu azami hasılayı isteyecek ve alacak kadar idrak ve cesaret, sonra bütün icraatı memleketin demokrasi yolunda her gün bir hatve (adım) daha ilerlemesini temin edecek dikkat, hassasiyet ve kudret; İşte bizim anlayışımız dahili siyasette budur.(İsmet İnönü, İsmet İnönü’nün TBMM Konuşmaları, 1920-1973 Birinci Cilt, 1920-1938 s.285) (5)
NETİCE OLARAK: 1923-1938 Atatürk döneminde askerde imam sınıfı vardı.
Milli müfredat gereği bütün okullarda Kur’an-ı Kerim dersi verilir, askeri lise ve harp akademilerinin mezuniyet törenlerinde dualarla yemin edilir, askeri okulların tamamında resmen beş vakit namaz kılınırdı. İnkılâp Kanunları çerçevesinde bazı (aykırı ve çarpıcı) kılık ve kıyafetler yasaklandı. Lâkin, Türk ve Müslüman kadının ‘Anadolu Anası’nın’ baş örtüsüne ilişilmedi. Milliyet, etnik kök, meslek ve meşrep ifade eden kıyafetler dışında asla halkın kılık ve kıyafetine karışılmadı. Sorun oldu mu ? Hayır. Bilâkis, toplumsal barış pekiştirildi.
1940-1950 arasında camiler kapatıldı, Kur’an-ı Kerim okumak, almak-bulundurmak, öğrenmek ve öğretmek yasaklandı. Asker yemini değiştirildi ve imam sınıfı kaldırıldı. Milli, manevi, ilmi, sosyal ve kültürel değerler baskı altına alındı. Ezan dahil din işlerine, halkın gelenek ve törelerine müdahil olundu. Baskı, zulüm ve diktatörlük estirildi. Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı hafızalardan kazınmak-silinmek istendi. Rus diktatör Stalin’in bile asla cesaret edemediği “para ve pullardan Atatürk resmini kaldırmak” dahil olmak üzere “halka rağmen halkı yönetme” adına bin türlü kepazelik yapıldı. Amaç: Prototip insan ve standart vatandaş yaratmaktı. Başarılı oldu mu ? Kesinlikle HAYIR !.. Bu despotluk, mezalim ve işkence, başta kalkınma ve gelişme olmak üzere, halka ve devlete bir yarar sağladı mı ? HAYIR... HAYIR !.
Peki “sorun” oldu mu? Elbette, mem de çok.
1950-1960 döneminde Atatürk ve dünyanın en insani rejimi “Kemalizm’e tepki olarak yapılan karşı devrime mukabil”, tekrar milli ve manevi değerleri ihya eden BEYAZ İHTİLÂL kötü mü oldu? HAYIR. Bilâkis, demokrasinin cumhuriyetle bütünleşmesi, halkın devletle barışmasına ve buluşmasına neden oldu. On yılda 100 yıla denk kalkınma ve gelişme sağlandı. Türkiye, çağdaş, ileri, modern dünya devletleri arasında hak ettiği yeri aldı. Üstelik adalet ve hakkaniyetle.Üretimle-yatırımla. Evrensel politikalar izlemekle. Halkla omuz omuza güç ve inanç birliği içinde çalışmakla açlık, yokluk, yoksulluk ve cehalet aşıldı. Refah tabana yayıldı. Demokrasi kurumlaştı. Türkiye, 1938’lerden sonra bir kanun devletine dönüştürülmüş iken, tekrar demokratik, lâik bir hukuk devleti oldu. Yani, FEVKALÂDE. MÜKEMMEL.
1960 ne yaptı ? Milli devleti ve Atatürk Anayasasını ortadan kaldırdı. Kemalizm’in tasfiyesini kalınan yerden tekrar başlamak suretiyle sürdürdü. Toplumsal barış bozuldu. İç ve dış güvenlik, ekonomi ve siyaset yozlaşma sürecine girdi. Siyaset kurumları tahribata uğradı.
Cumhuriyete ara verildi. Demokrasi, onarılması mümkün olamayacak büyüklükte darbe aldı.
Gerçek anlamda lâiklik, Cumhuriyet ve demokrasinin dengeleri sarsıldı.
Doğal dengeler (stabilizatörler) tahrip ve tarumar edildi.
Ekonomi dar boğaza girdi, tarihin en büyük kriz, bunalım ve buhranları yaşandı.
Anarşi, terör ve tedhiş yoktu. Geldi.
Pahalılık, açlık, yokluk, yoksulluk ve adaletsizlik yoktu. Oldu.
DEVLET RAYINDAN “İSTİNADINDAN” ÇIKTI
İstiklâl savaşı gazileri hunharca asıldı. Milletin yarısından fazlası fesat, ifsat, nifak ve iftiralara maruz bırakılarak tahrik, hakaret, baskı ve zulme uğratıldı. Umur-u devlet, nizam-ı hükümet ve adalet kalmadı. 27 Mayıs milletin ve ülkenin üzerine adeta bir kâbus gibi çöktü.
Hani yukarda, birinci bölümde Galip Baran ile bir başka örnek daha vermiştik:
“O, dayandığı ilkeler, sahip olduğu yüksek onur-erdem, bilgelik, olgunluk ve kemâl mertebesi, ve bütün insanlığa örnek yaşam biçimi ile tıpkı Mevlâna, Taptuk Erenler, Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli, Phidaias, Archimedes ve Diyojen gibi dünyaya meydan okuyor.(1)”
Demek ki; Devlet ve hükümetin ilkelerini gözden geçirmesi zamanı gelmiştir. Sarsılan sağduyu hakimiyeti “Atatürk dönemi gibi” tekrar sağlanmalı; Azınlığın çoğunluğa tahakküm zihniyeti kökünden kazınıp atılmalıdır. Zira, esas olan millettir. Millet devlettir ve devlet millet için vardır. Atanmış veya seçilmiş “herkes” milletin emrinde ve hizmetindedir.
Bu gerçeğin iyice bilinme ve fiilen yaşama geçirme zamanı gelmiştir.
Mesele aynı zamanda “kurumsal taassup, mesleki şovenizm, bürokratik oligarşi, dış baskı ve çıkar örgütleri odaklı iç güdümü tasfiye etmektir. Her ne kadar kuvvetler ayrılığı esas olsa bile “devlette tevhid-birlik” mutlaktır. Birliğin istinadı: Adalet ahlâkı ve hukuk olmalıdır.
“O, Kızılayda izmarit toplar, trafik ışıklarında yayaları nezaketle yönlendirir ve başta Ankara, İstanbul, İzmir ve Muğla olmak üzere ülkenin dört bir yanında; İyi insan iyi vatandaş; Bencilliğin yarattığı sorunsalın çözümü Sencillik; Türk’üm doğruyum-çalışkanım; Yasalara saygı; Devleti düzenleme ve yönetimi denetleme; Yolsuzlukla mücadele.. gibi, özgün “bilinç” eylemleri yaparken insanlar O’na; “Keşke herkes senin gibi olsa”, “İşte şu senin yaptığın tam bir ibadettir” biçiminde özen, taktir memnuniyet ve şükran ifade eden sözler söylerler...”
Milletin hizmetkârları adaletsiz ve hukuksuz, fuzuli ‘türban-örtü işi ile uğraşmaktan; Halkın kılık kıyafeti ile gündemi saptırıp beyinleri bulandırmaktansa; Üretim ve yatırımı arttırmaya, iç ve dış borcu tasfiye etmeye, EMEKLİNİN HAKKINI YEMEMEYE, bütün maaş, ücret ve gelirlerde eşitlik, hakkaniyet ve adaleti sağlamaya ve refahı tabana yaymaya gayret etmelidirler. Şu an için, bizatihi iktidar bir sorundur ve çözüm üretmek yerine sorunsalı yoğunlaştırmakta, doğal dengeleri sarsmakta ve “insan odaklı olmayan” tedbir, tasarruf ve “vatandaş haklarına aykırı” uygulamaları ile doğal dengeleri bozmaktadır.
OYSA; Her ne şekilde teşekkül etmiş olursa olsun, TBMM ve Milletvekilleri Türk halkının huzur, barış, karşılıklı anlayış, güven-emniyet, tolerans ve demokratik-lâik hukuk devleti bağlamında ve “MUTLAK EŞİTLİK” çerçevesinde sağlamak ve sürdürmek zorunda ve durumundadırlar. Bu nedenle: “İnsanlar O’nu seviyor, sayıyor, saygı duyuyor ve örnek alıyorlar. Amma ! Muğla’dan bağımsız Milletvekili adayı olduğunda oy vermiyorlar.Çünkü, çok sağlam dayanakları var. Mevcut Politik-ACI’ları tasvip etmiyor.Tıpkı, Astronom Phidias'ın oğlu Archimedes’in "Bana yeterince uzun bir kaldıraç ve sağlam bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım" diyerek kaldıraç kanununu bulduğu gibi, (2) O’da adalet ve hakikati (gerçeği) “en sağlam dayanak” olarak ilan eden çok önemli ve hiç kimse değerini bilmese de “aslında çok değerli” bir bilim adamı.
Galip Baran’ın tek başına, Turgutreis belediyesi, Muğla Valiliği, Ankara hükümeti,
Meclis ve Cumhurbaşkanlığı dahil bütün dünyaya meydan okuyabilmesinin nedeni: Sadece ve yalnızca dürüstlüğü, Atatürk’ün telâffuz ettiği anlamda radikal (objektif bilim, norm, kriter ve evrensel standartlar) bağlamında sağlam ve mükemmel karaktere müstenit dayanakları.
Yani; “Hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici ilim ve fen’dir.” Bunlar nedir? Adalet-hukuk, ilim-fen ve demokrasi. Zira, Demokrasi olmazsa bilim, özgür bilimin olmadığı yerde ise hak yoktur. Dikkat edin!.Kanun veya kutsal devlet değil!. Neden “kanun” değil ? Çünkü, esas olan millet-halk ve kutsal insandır. Bu anlamda, devlet olmanın, milli birlik (insicam-imtizaç) beraberlik ve bütünlüğün esası insan hakları, insan sevgisi, insan için var olma bilinci, eşitlik (yalnızca kanun önünde değil, hayatın her alanında); Hak, Halk, Adalet ve Hukuktur. Milli Şâir merhum Mehmet Âkif Ersoy’un dediği gibi: “Hakkıdır Hak’a Tapan Milletimin İstiklâl”
Hükümet; Adaletle hüküm ve hikmet işidir. Hüküm-hikmet sahipleri; Cumhurbaşkanı,
Başbakan, Bakanlar, milletvekilleri gibi seçilmişler ve bilumum atanmışlar (bu nedenle) milletin emrinde ve hizmetinde olduklarının idraki (bilinci) dahilinde hareket, tasarruf ve halktan aldıkları yetki muvacehesinde; “Devlet idaresinde millet iradesini hakim kılma” umdesine sadık kalmak zorundadırlar. Zira: “Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir”
Ancak, bazı gerçeklerin iyi anlaşılması, beyinlere kazınması ve “BİLİNÇ” toplumsal şuur oluşturulması; ARTIK, devletin de hakkıyla ve lâyıkıyla devlet olması gerek !..
Dahası: Devletin de, yukarda sayılan emsaller gibi “adalet ahlâkı, eşitlik ve hukuk” temeline dayanması; En sağlam dayanak olan bu istinatla kalkınma ve gelişmede şahlanması, muasır medeniyet seviyesini aşmak için “yurttaşlar arasında asla bir ayrıma gitmeden” olağan üstü bir performansla hak yolunda-millet hizmetinde çalışması şarttır. Bu açıdan bakıldığında, şu an yaratılan sanal gündem ve kuru gürültü boş ve anlamsız bir teşebbüsten ibarettir. Harcanan imkân, kaynak, enerji ve mesaiye yazıktır. Bu ve benzer konuları sorun olmaktan çıkartmış ileri ve modern dünyaya karşı ise ayıptır.
Gerçek o ki, devlet din alanına karışamaz. Dinin de siyasete alet edilmesine asla ve kesinlikle müdahil olamaz. Elbette, İnkılâp Kanunları tanımlanan ve öngörülenler dışında halk istediği biçimde kılık-kıyafet edinmekte ve kamu kurum ve kuruluşları ile her türlü okul ve öğrenim kurumu dahil giyinmekte serbest olmalıdır. Bunun, sadece ve yalnızca yüksek öğrenim “üniversiteler” ile sınırlanması telâfisi kabil olamayacak kadar büyük bir hatadır.
Eğer tasarı düşünüldüğü biçimde yasalaşır ve anayasaya girerse çok büyük toplumsal travmalara neden olacağı kesindir. Söze Galip Baran la başladık yine O’nunla bitirelim:
Yurdunu ve milletini özünden çok seven “ÖĞRENCİ’nin ANDI”
Ben; Bundan böyle; (a) Yaşıtlarıma: Çevreyi kirletmemelerini/aşırı tüketmemelerini /trafik kurallarını çiğnememelerini / milli servete zarar vermemelerini/ toplum sağlığına aykırı davranış ve alışkanlıklar edinmemelerini, yani KIRMIZIDA DURMALARINI ve geçmeğe kalkışan yaşıtlarını, “SOSYAL YAPTIRIM” olarak bilinen yöntemle uyarmalarını, uyardıklarına, kendilerinin de başka yaşıtlarını aynı yöntemle uyarmalarını önermelerini önereceğime VE; (b) (yakınım olan) Büyüklerime, ayrıca: Vergi kaçırmamalarını/rüşvet vermemelerini-almamalarını/imar yasasına aykırı işler yapmamalarını / iş ahlakının korunması için çaba göstermelerini/her şeyi devletten bekleme alışkanlığından vazgeçmelerini, yani KIRMIZIDA DURMALARINI ve geçmeğe kalkışanları “SOSYAL YAPTIRIM” olarak bilinen yöntemle uyarmalarını, uyardıklarına başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını önermelerini, önereceğime “SÖZ VERİYORUM”
KIRMIZIDA DURMAK: “İnsan ve insan haklarına saygı”yı ve “her türlü yanlış, iş, davranış ve haksızlıktan kaçınma”yı öngören bir kavramdır.
SOSYAL YAPTIRIM : “Kırmızıda geçeni; anında, yüzüne karşı, utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak”tır. (7) (BİTTİ)
1) www.galipbaran.blogspot.com
2) http://www.mcs.drexel.edu/...archimedes/contents.html
3) www.mustafanevruzsinaci.blogspot.com
4) (Atatürk, Büyük Nutuk 1919-1923) “Türk Milleti’nin davası yüksek ve medeni bir milletin asilâne ideal davasıdır, İsmet İnönü” (Prof. Dr. Melzig, der., İsmet İnönü: Millet ve İnsaniyet – s: 52)
5) MİLLİ SİYASET BELGESİ : Devlet ve Milli Hükümetlerin, ülkenin bütün kurum, kuruluş ve unsurları ile iç ve dış politikayı şamil olarak uygulamak ve uymak zorunda oldukları; Esas, Usul ve Çerçevesini belirleyen ilkeleri teşkil eden belgeye Milli Siyaset Belgesi denir.) (Devletin üzerinde yükseldiği temel ilke, öz değer, kavram ve kurumlar)
6) Galip Baran (Türkiye’nin Kurtuluş Projesi)7) Galip BARAN: Bilinçolog; HABİTAT Mevlana, Bilinç, Sencillik ve Yolsuzlukları Önleme Kozaları Kolaylaştırıcısı, (0252)3823477/0535. 844 84 76 e-Mail: galipbaran@ttmail.com WEB: www.turkcelil.com, www.galipbaran.blogspot.com
http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com.tr
 
 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 06

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

İsa KAYACAN
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
 TÜRKÜ SAVAŞÇISI
            Her alanda bir mücadeleci, savaşçı olur.. Çoban Hüseyin Çemrek, öz yaşam öykülerinden, Türküleşen şiirlerinden oluşan sayfalar bütününü 208 sayfayla kitaplaştırmış.
            Adı: Türkü Savaşçısı.
            Bir giriş var, Türkünün savaşçısı, başlıklı şiir dikkat çekiyor. İbrahim Sartaş, Yahya Aksoy imzalı değerlendirmeler dikkat çekmekte ilk sayfalarda. Sonra değişik isim ve imzaların özlü sözleri-değerli sözleri bir araya getirilmiş. Bunlardan ikisi:
-           Gönlü Aydın bir kişiye kul olmak, Padişahların başına taç olmaktan iyidir (Gazi Mustafa Kemal Atatürk),
-           Haksızlık önünde eğilmeyiniz. Çünkü hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz (Hz. Ali).
 
Türkünün savaşçısı başlıklı şiirin son dörtlüğü: 
-Aşık Veysel tutkundur, doğa vardır özünde,
Mahzuni, Ertaşlar var, bu Çoban’ın sözünde,
Türküler çiçek açmış, Atatürk’ün izinde,
Türkünün savaşçısı budur halkın ozanı.
 
            Av. Sema Aksoy’un da Çoban Hüseyin Çemrek’le ilgili değerlendirmesi var 10 ucu sayfada. Rehber edinilen üstadların cümlelerinden alıntılar yapılmış.
            Kalıcı bir araştırma, inceleme eseri olarak gördüm “Türkü Savaşçısı” adlı kitapla kendi alanında kalıcılığın sağlandığı bir yayın karşımıza çıkarılmış. Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim. Bazı fotoğraflarla da zenginleştirilen kitap sayfalarında, Çemrek’in aile efradı da görüntü olarak sayfalara aktarılmış, bilgiler verilmiş.
            Çoban Hüseyin Çemrek’in bazı bitirme tezlerine konu oluşunu da öğreniyoruz ki, seviniyor, mutlu oluyoruz. Bir ölçüde bu kitap, Çoban Hüseyin Çemrek’in hayatında, şiirlerinin bir araya getirilen anlatım bütünlüğü olarak bizimle selamlaşıyor. Arka kapakta “İnsandır” başlıklı 7 dörtlükten meydana gelen bir şiir dikkat çekiyor. İlk dörtlüğü bu şiirin:
 
-Beş duyuya hakim canlı yaratık,
İlk önce ateşi bulan insandır.
Göçebe yaşantı paylaşan toplum,
İnsanla, barışık kalan insandır.
 
Çoban Hüseyin Çemrek: 1951 yılında Amasya ili, Hamamözü ilçesi Yukarı Ovacık köyünde doğdu. 500 dolayında eseri, kaset, sesli ve görüntülü cd’ler olarak biraya getirdi kitap olarak yayınlanmasını sağladı. Kısa adı AŞ-DER olan Ankara Halk Aşıkları Kültür ve Araştırma Derneği’nin başkanlığını yapan Çemrek Kültür Bakanlığından emekli oldu. Halk aşıklarıyla ilgili çalışmalarını sürdürüyor.
 
GÜNÜN YORUMLARI:
1- İsa Kayacan, çalışkan, özverili, fedekar olduğu kadar, vefa duygularını en iyi bilenlerimizden biri. O, karşılık beklemez, hep verir. O’nun vermesi ve insani vasıflarıyla, bu ülkeye nice değerler kattığını da biliyoruz (Şükrü Tekin Kaptan)
2- Bitmez tükenmez kalemi ile pek çok “rekorun” sahibi ve mesleğine aşıklığı ile bilinen çok yönlü araştırmacı, yazar ve şairliğiyle Türkiye’nin her köşesinde alkışlanmakta olan İsa Kayacan, aynı zamanda “bir dünya İnsanı”dır (Melahat Ecevit)
3- İsa Kayacan, daha önceki yıllarda onbir ayrı bakanın Basın Danışmanlığı’nı yaparak, yoğun bir tempoda çalışmış ve bu yoğunluk içinde dahi kalemi elinden bırakmamış, edebiyat dünyamızın duayenlerindendir. Sayın Kayacan, ektiğini biçen ve çalışmalarının karşılığını da yaşarken gören, nadir edebiyatçılarımızdan biridir (Fatma Uçarlar)
GÜNÜN SÖZÜ: Sen Ankaradasın/Ben Ankaradayım/Biz Ankaradayız/Biz Ankaralıyız. 25 Ocak 2009)

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 07

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

Bir sonraki Sayfaya Gitmek için Tıklayınız!

Selma GÜRSEL
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi
SÜTLAÇ
Beş kişilik
1 bardak pirinç
2 su bardağı su
1 tatlı kaşığı tuz
4 su bardağı süt
½ su bardağı şeker
            1 su bardağı pirinç ayıklanır, yıkanır. Tencereye 2 bardak su konularak bir tatlı kaşığı tuz konulur ve pirinç haşlanır pirincin suyunu çekmesi beklenir.
            4 su bardağı süt iyice kaynatılır, haşlanan pirinç e kaynatılan süt konulur. Sonra su bardağının yarısı kadar toz şeker konularak kısık ateşte kaynatılmaya bırakılır, istenilirse vanilyada konulur. Dibine tutmasın diye ara sıra sütlaç karıştırılır. Koyulaşan sütlaç kâselere konularak soğuyunca servis yapılır.
İsteyenler tarçın, Hindistan cevizi dökülebilir.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  08

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız!

 
Hıfzı ÖZBEKMEZ
Hıfzı ÖZBEKMEZ Hayat Hikayesi
BIRAK YAKAM KURTULAYIM
Nere gitsem peşimdesin
Bırak yakam kurtulayım
Uyku bölen düşümdesin
Bırak yakam kurtulayım
 
Döktürdün gözümden yaşı
Zehir ettin ekmek aşı
Bağrıma bastırdın taşı
Bırak yakam kurtulayım
 
Dikenmişsin sandım gülsün
Tanımayan nerden bilsin
Bu hesap mahşere kalsın
Bırak yakam kurtulayım
 
Çağlayandım akmaz oldum
El yüzüne bakmaz oldum
Dertten gamdan çıkmaz oldum
Bırak yakam kurtulayım
 
Lal eyledin bu şen dili
Âlem sanar artık deli
Kırık kalsın sazım teli
Bırak yakam kurtulayım
 
Sanma dünya sana kalır
Azrail canını alır
Unutma edenler bulur
Bırak yakam kurtulayım
 
Latife ettiğin yetti
Yuvamda baykuşlar öttü
Anlasana bu aşk bitti
Bırak yakam kurtulayım
 
31 AĞUSTOS 2007 SAAT: 09.00
 

 

YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ!

Bu sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız

DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN  İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ!
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

117 SAYI 25 Kasım 2008 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!