|
YIL
12 SAYI 139 25 Eylül 2010 |
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!1 |
1 |
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
|
-
|
|
|
|
01 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
- BEN BİR ŞEY ALMADIM
- Son günlerde gelen bazı tepkiler beni üzmüş bulunmaktadır. En
son gelen tepki ise bardağı taşıran bir dojaz da ve düşündürücü mahiyette idi.
- Yazanı ve bilgiyi sizinle paylaşmak isterdim fakat bu etik bir
hareket olmadığı gibi o kişinin de samimiyetinden dolayı tarafıma güvenerek
yazdıklarını deşifre etmiş olacağımı düşünerek yazının tamamını değil, bazı
başlıklarını sizinle paylaşmak istiyorum.
- 1-Seni bu dergilerden çıkarın nedir?
- 2-Ne yapmayı amaçlamaktasın?
- 3-Bu kişiler sana neden güvenerek yazı veriyorlar?
- 4-Bu kişileri gelir ortağı yapmışsın onları karşı taraftan nemalanıyorlar
mı?
- 5-Bu nemaların karşılığında mı bu resmi kurum, Resmi erkân ve şahısların
tanıtımını derginde yayınlamaktasın?
- 6-Bu siteye bu maddi katkılarından dolayı senin hiç yazar arkadaşlarına
teşekkür ettiğini göremedim?
-
“İşte bir kaya; nerene dayarsan daya” Diye bir
argo deyimi kullanma zorunda kaldığım için bütün bu yazıyı okuyanlardan özür
dilerim.
- Kendimi savunma olarak görebileceğinizi cevaplamak istiyorum:
- 1-Dergiyi çıkartmamın amacı yazar arkadaşlara yazılarından dolayı katkıda
bulunarak onları tanıtmak için kurmuştum. Yazılarından dolayı telif
veremediğim için ticari tanıtım ve yazılarına da bir miktar katkı payı
almaları için de: http://dergisi.info
- Bilgi vermiştim.
- 2-Amacımı pek çok kereler açıklamalarım olması ve bu açıklamalarımda
faaliyetlerimi ve faaliyetleri sizlere ulaştırmak çabasından ileri gitmediği
ve amacımın 1994 yılında bu güne aynı olduğunu söyleyebilirim.
- 3-Karşılıklı güven bizim söz ve yazı ile bilgilendirmemiz ile meydana
gelmiş güzel bir olgudur.
- 4-Bu güne kadar hiçbir arkadaşım böyle bir çalışma yapmamıştır. Bizde
böyle bir çalışmanın yapıldığını zannetmiyorum.
http://dergisi.info
burada zaten katkı payı
olarak sunulan katkılardan alacakları meblağ da bilinmektedir.
- 5- Hiçbir resmi kuruluştan, Resmi erkândan ve şahıslardan maddi katkı
almadım. Yazarlarımın yazılarını sansüre almadım. Yayınladım.
- 6-Bu siteye bu siteye hiçbir yazarımız (Eşim Hariç) maddi katkıda
bulunmamıştır. Onlar yazı yazdılar. Yazıların da maddi olmayıp manevi katkı
olarak gözükmesi normal değil midir? Onlar da makalelerinde, şiirlerinde
herhangi bir dergi yazısında yani
http://dergisi.info da şu ana kadar 11 ay boyunca (Benim beklentim
yoktur) yazılarında dergiye teşekkür etmemişlerdir. Arşivleri
inceleyebilirsiniz!
- Yazarlarımızın ve okuyucularımızı aydınlatma amacı ile bu
yazıyı yazmış bulunmaktayım.
- Bilginize sunulur.
|
|
|
|
|
02 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ Hayat Hikayesi
|
- DİLENCİLERİ SEVMİYORUM
-
Geçtiğimiz yıl ülkemizde
artık dilencilik müessesinin ortadan kalkması gerektiği üzerine bir yazı
yazmıştım. Bu yazıyı kaleme almamdaki gerekçem özetle şu şekildeydi.
-
Valilik veya
kaymakamlıklara bağlı olarak faaliyet gösteren sosyal dayanışma ve yardımlaşma
vakıfları vasıtası ile sosyal devlet olma yolunda önemli aşamalar kayıt
edilmiştir. Söz konusu vakıflar aracılığı ile fakir fukara ve garip guraba
ayni ve nakti yardımlarla desteklenmektedir. İlgili vakıflar yemek, yiyecek,
kömür ve para yardımlarını sürekli artırılarak yapmaktadır. Ayrıca faizsiz
kredi desteği ile insanımıza kendi işini kurma imkanı da verilmektedir.
-
Yeşil kart sistemi ile
bütün yoksullar sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmış ve sağlık hizmetinden
yararlandırılmaya başlanmıştır. Valilikler her ay halk günü düzenlemek sureti
ile ihtiyacı olanı takip ve tespit etmektedir. 65 yaşını aşkın sosyal
güvencesi olmayan yoksulların durumları incelenip huzurevine alınmaktadır.
-
Bütün bunların yanı sıra
belediyeler başta olmak üzere sürekli kendini yenileyen ve gelişen sosyal
dernekler de kermes, ayni ve nakti desteklerle fakir fukaraya yardım
etmektedir.
-
Son yıllarda Türk
insanının merhamet duygusu en üst seviyeye çıkmış ve sosyal dayanışma
konusunda süratle sivil örgütlenmesini tamamlamıştır. Bu bağlamda sosyal
dayanışma ve yardımlaşma hususunda sivil örgütlerde devletle yarışır hale
gelmiştir.
-
Kısaca özetlemek
gerekirse yukarıda açıklanan bilgiler ışığında yoksulun dilenmesi ile ilgili
bütün sebepler ortadan kaldırılmıştır. Buna rağmen Ramazan ayını da fırsat
bilen bir takım ar damarı çatlamış insanların sayısında artış
gözlemlenmektedir.
-
Maalesef yüksek İslam
ahlakı ile taçlanmış Türk insanının merhamet duyguları Ramazan ayının da
gelmesi ile birlikte sömürülmektedir. İhtiyacı olanın isteme makamının sosyal
dayanışma ve yardımlaşma vakıfları ya da ilgili sivil örgütler olduğunu en
cahil vatandaş bile bilmektedir.
-
Hal bu iken gün boyunca
kentin bütün caddelerini arşınlayan ve cami önlerinde bilinçli olarak yırtık
pırtık elbiseler giyinen, kafasını gözünü sarıp sarmalayan ve el açan
uyanıklara artık dur denilmesi gerekmektedir. Türk insanının merhamet
duygularının sömürülmesine göz yumulmamalıdır.
-
Son yıllarda hızla
gelişen sosyal devlet anlayışı neticesinde dilencilik müessesi ortadan
kalmıştır. İnsanların dilenmesini gerektiren bütün sebepler devlet ve millet
tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bütün bunlara rağmen merhamet duyguları
ticareti yapan uyanıklar ortada gezmektedir. İsteme adresi belli olduğu halde
bu çirkin ticaret anlayışı devam etmektedir.
-
Bu edepsiz ve ar damarı
çatlamış insanlar gerçek ihtiyaç sahipleri de değildir. Gün geçmeye görsün ki
hemen her gün bir dilencinin üzerinden milyarlar çıkmasın ya da banka
hesaplarında milyarlar bulunmasın. Hatta araba daire gibi onlarca mal ve mülk
sahibi dilencilerin ortaya çıktığını düşündüğünüzde nasıl aldatıldığınızı ve
merhamet duygularınızın nasıl sömürüldüğünü bir düşünün.
-
İşte bu yüzdendir ki
dilencileri hiç sevmiyorum. Üstelik sevmemekten de öte bütün dilencilerden
nefret ediyorum. Bu hassas konuda duyarlı davranarak bu konuyu geçtiğimiz gün
manşet haber olarak kamu oyu ile paylaşan Çorum Gazetesi’nin değerli
yöneticilerini de kutluyorum.
-
Bütün bu bilgiler ışığında bütün okuyucularımdan rica ediyorum. Dilencilere
para vermeyiniz. Eğer ısrarcı davranır yakarırsa sosyal yardımlaşma ve
dayanışma vakfını adres olarak gösteriniz.
|
|
|
|
|
|
03 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki
Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- STRATEJİK ORTAKLIK ÖNCESİ
-
Neredeyse bir haftadır dost, müttefik ve
stratejik ortak Amerika konusunda tarihi bilgiler vermeye ve kamuoyunca pek
fazla bilinmeyen gerçekleri açıklamaya çalışıyorum.
- Örneğin: Bunlardan biri de, 1780-1800 yıllarına değin Amerika’nın Osmanlı
devletine; Gemilerinin başta Akdeniz olmak üzere bazı okyanus ve denizlerde
seyrüsefer edebilmek için vergi ödemesidir.
-
Daha sonra da, ABD ile Osmanlı’nın tarihi
seyrini karşılaştırmalı olarak verdim.
- Ama, şimdiki olay bambaşka. Mevcut hükümete örnek olacak cinsten.
- Bunun başkaca bir nedeni de “Nisyan (unutmak) ile malul hafızamızı
diriltmek, ABD ile ilgili tarihi ve güncel gerçekleri, senaryoları hatırlatmak
ve “Milli Hafıza” mızın canlanmasına olabildiğince katkıda bulunmaktır.
Burada esas maksat şudur: Güçlü, onurlu ve sorumlu, adalete saygılı ve
istikrarlı-kararlı “hukuk devletleri” için, uluslar arası ilişkilerde geçerli
tek kural (tekerrürü önlemek, dikkatli olmak, ders ve ibret almak bakımından)
mütekabiliyet; Süiniyet (misilleme) halinde ise, “mukabele-i bilmisil” dir.
-
Eskilerin Hukuk-u Düvel dedikleri evrensel
hukukun temel ilkesi budur. Bu nedenle de, başta siyasetçiler olmak üzere,
devlet yönetiminden sorumlu bütün kadrolar mutlaka çok iyi tarih bilmek
zorundadır. Şu mutlak bir hakikattir ki, tarihi bilmeyenden ne siyasetçi, ne
maliyeci ve ne de (ASLA) hariciyeci/diplomat olmaz. Olamaz. Olursa da, işte şu
son 47 yılda görüldüğü gibi olur.
-
Bu konu üzerinde çalışırken Bursalı Kore
Gazisi Ramazan Kemerdere’nin anılarına rastladım. Sonra, Kore Gazisi yakın ve
aziz dostum Mehmet Ali Nogay ile bir mülâkat yaptım. Kendisinden çok değerli
bilgi ve belgeler içeren CD’ler aldım. Konuyu tam yazıya dökerken de
Trabzon’dan Ö. F. Demirkır’ın bir seçimine rastladım. Böylece, ele aldığım
olay belgelere bağlanmış ve doğrulanmış oldu.
-
Şimdi sizlere naklediyorum:
-
50 yıllık Kore savaşın büyük sırrı, Bursa’lı
Kore gazisi Ramazan Kemerdere'nin anıları, Kore Gazisi Mehmet Ali Nogay’ın
anlattıkları ve Ömer Faruk Demirkır’ın tespitleri ile 50 yıldır 'gizli'
tutulan bir olay ortaya çıktı.
-
BİR HATIRLATMA
-
Süleymaniye'de yaşanan alçakça, kin ve nefret
ifade eden, açık tehdit niteliğindeki menfur 'çuval' olayı hafızalardaki
yerini halen koruyor. Bölgede görevli askerlerimizi hile ve desise ile
tutuklayıp başına çuval geçiren ABD askerlerinin bu tutumu üzüntü ve infial
yaratmıştı. Daha sonra Jandarma Kurmay Albay Aziz Ergen’in 19 Mayıs 2003 günü,
görevde olduğu Şırnak Uludere’de; PKK’lılar ve peşmergelerin başındaki ABD’li
Albay Martin Rollinson’a verdiği ders, millet için teselliye vesile oldu ve
ordunun şerefini kurtardı.
-
İLK KEZ AÇIKLANIYOR
-
Oysa, iki dost kuvvet arasında geçen bu olay
bir ilk değildi, muhtemel ki son olay da olmayacaktır. Kuzey Kore ve Çin
ordularına karşı Kore'de omuz omuza çarpışan Türk ve ABD askerleri arasında da
dramatik olaylar yaşanmıştı. Bu makale ve makalemizin dayandığı nakiller ve
hatıralarla bir 'gizli gerçek' daha ortaya çıkıyor.
-
“Yıl 1952… Kumkale Cephesi'nin doğusunda
görevlendirilen Türk birliği Koreliler tarafından çembere alınıyor. Cephe
yakınında bulunan Amerikan birliğinden yardım bekleniyor ama onlar yardıma
koşmak yerine, geri çekiliyor. 400'e yakın şehit veren Mehmetçik, ağır zayiata
rağmen çemberi yarmayı başarıyor.
-
TANIKLAR ANLATIYOR
-
"Durumdan ABD'lileri sorumlu tuttuk. Aynı gece
biri rütbeli üç Türk askeri ABD bölgesine girdi, subayların bulunduğu çadırı
lav silahıyla yaktı. Çıkıp kaçmaya çalışan 3 Amerikalı subay da kurşuna
dizildi. Amerikan askeri mahkemesi idam cezası verdi ama uygulayamadı. Bu olay
da hep gizli tutuldu."
-
Anlatılan olaylar çok dramatik, üstelik
kamuoyunda hiç bilinmiyor. Çünkü Türk tarafı da, Amerikan tarafı da gizli
tutmayı tercih etmiş. Her ne kadar askeri mahkeme kurulup, sorumlular hakkında
idam cezası verilmiş olsa da, bu ceza uygulanmış değil.
- Aşağıda anlatılacak dramatik olay gerçek, savaş koşullarında yaşanmış ve
hakkında resmi işlem yapılmış, belgelere de 'gizli' kaydıyla ve 'savaş
gerekliliği içerisinde yapılmış bir hareket' diye not düşülmüş.
-
Ancak, Kore Savaşı sırasında Türk birliğine
yardımdan kaçınan 3 Amerikalı subayın, biri binbaşı rütbesinde diğerleri
rütbesiz üç Türk askeri tarafından kurşuna dizildiğini anlatan Gazi Ramazan
Kemerdere'nin rütbesiz asker olması nedeniyle, ABD ve Türk genelkurmayları ile
askeri birliklerin daha üst kademelerinde gelişen olaylara ilişkin detaylı
bilgisi yok.
-
O DA İLK BİRLİKTEYDİ
- Gazi Ramazan Kemerdere ve Mehmet Ali Nogay’ın anlattıkları
aynı:
-
"1951 yılında acemi eğitimini Susurluk'ta
yaparken Kore'ye gönderilecek birliğe seçildim. Kore'deki zor şartlara alışmak
için Gelibolu'da 3 ay süreli savaş eğitimi aldıktan sonra İskenderun'dan ABD
bandıralı savaş gemisiyle 26 gün süren yolculuğun ardından Seul Limanı'na
indik. Bir gece burada kaldıktan sonra ertesi gün yaklaşık 1.500 Türk
askerinden oluşan birliğimizi trene bindirip 20 saat süren yolculuğun ardından
Kumkale yakınlarındaki Elmalı cephesine götürdüler. Burada 10 gün kadar
kullanacağımız silahlar ve bölge hakkında bilgi verildi rehberler eşliğinde.
Türk birliği artık cephedeki yerlerini almak için son hazırlarını yaparken
Tugay Komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı, Albay Nuri Pamir ve Yüzbaşı Nazım
Dündar'dan oluşan askeri Türk heyetinin denetlemeye geleceği söylendi. Kore'ye
gelen ilk Türk birliği olduğumuzdan, bölgeyi ve araziyi tanımadığımız için
bize ABD'li subaylar eşlik ediyordu. İki gün sonra söylendiği gibi heyet,
bulunduğumuz Elmalı cephesine geldi."
-
KOMUTANIMIZ ŞEHİT DÜŞTÜ
-
"Hepimiz 'hazır ol' da komutanlarımızı
selamlamak için bekliyorduk. Bu arada Kızıl Çin ordusunun taarruzu hemen
yakınımızda devam ediyordu. İşte tam bu sırada, Çinlilerin attığı bir havan
mermisi, hepimizin gözü önünde Albay Nuri Pamir'e isabet etti. Albayımız
oracıkta şehit oldu. Bu manzara karşısında pek çok arkadaşımız, sinir krizleri
geçirdi. Her şey rüya gibiydi. Daha henüz mevzilerimizdeki yerimizi bile
almadan bu durumla karşılaşmamız hepimizi dehşete düşürmüştü. Bir kaç günlük
şoktan sonra bölgeye gelen diğer Türk subaylarının talimatları doğrultusunda,
taarruza devam ettik. Komutanımızın şehit oluş anı her gün gözümün önüne
geliyordu."
-
'AMERİKALILAR YARDIM ETMEDİ'
-
"Yaklaşık 3 ay sonra Güney Kore'ye gelen
ikinci Türk kafilesiyle Kumkale cephesinin doğusunda buluşarak, 4 bin 500 Türk
askeri mevcuduna ulaştık.
- ABD'li askeri yetkililerin, bize gösterdiği bölgede savaşı sürdürüyorduk.
O gece müthiş bir kar yağmıştı. Mevzide nöbet beklerken, donmamak için
birbirimizi sırtımızda kısa mesafeli taşıyıp, ısınmaya, hayatta kalmaya
çalışıyorduk. İşte o gece nasıl olduğunu anlayamadan, yaklaşık 10 bin Kuzey
Koreli asker, Türk askeri birliğinin bulunduğu bölgeyi çembere alıp üzerimize
saldırdı. Bir anda neye uğradığımızı şaşırdık.
-
Düşman birliklerinin çemberi içinde kalan 4
bin 500 Türk askerinin bu durumunu gören karşı tepedeki ABD birliği, bize
yardıma gelecekleri yerde geri çekildi. 10 bin Kuzey Koreli askerin
saldırısında 6 saat süren çatışmadan ne yazık ki, 400 şehit, 900 yaralı ve 350
esir vererek ateş çemberini yarmayı başardık."
-
ÖFKEMİZE YENİK DÜŞTÜK
-
"Eğer Amerikan askerleri geri çekilmeyip bize
yardım etselerdi, muhtemelen bu kadar çok şehit vermeyecektik. Bu nedenle, 400
civarında şehit vermemizden Amerikalıları sorumlu tuttuk. O günün şartlarında,
çok kızgındık. Bugünden geriye bakıldığında hiç doğru bir iş değil ama orada,
o günlerde işte bu acı olay yaşandı.
-
Birlikteki herkes kayıplardan Amerikalıları
sorumlu tutuyor, ceza vermek konuşuluyordu. Aynı gece üç Türk askeri bizim
cephenin yakınındaki ABD'lilerin bulunduğu bölgeye girdi, subayların bulunduğu
çadırı lav silahıyla yaktı. İçerideki 3 Amerikalı da alevlerin arasından
çıkarak kaçmaya çalıştı. Fakat kaçışa müsaade edilmedi. 3'ü birden kurşuna
dizildi.
-
Çünkü orada bulunan bizler Güney Kore'de
Amerikalılarla omuz omuza, canımız pahasına savaşıyorduk ama bu subaylar bizi
göz göre göre ölüme terk etme emrini vermişti. 400 askerimiz şehit olmuştu."
-
ASKERİ MAHKEMEYE İNTİKAL ETTİ
-
"Bu olaydan hemen sonra ABD'li askeri
yetkililer mahkeme oluşturdu. Olaydan sorumlu tutulan, benim de aralarında
bulunduğum üç askere 'idam' cezası verdiler.
- Türk Tugayı, bizi Amerikalılara teslim etmemekte direndi. Çünkü teslim
ederse, çıkacak ceza peşinen belliydi, hemen de uygulanırdı. Durum Türkiye'ye,
dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Türk hükümetine bildirildi."
-
ANKARA'DAN GELEN TARİHİ YAZI
-
"Tabii bu gelişmeler sırasında bizlere
Kore'deki Türk birliğimizin başındaki üst düzey komutanlarımız destek
oluyorlardı. Türkiye'den beklediğimiz cevap bir ay sonra geldi. Bize verilen
bilgiye göre, Türk ve Amerikan dışişleri bakanlarının da imzasının bulunduğu
evrakta;
- ‘Türk askeri kanunlarına göre cephede savaştan kaçan kişilerin ölüm
cezasına çarptırıldığı’ bildiriliyormuş. Amerikalı subayların durumu da bu
tanıma uygunmuş. Bu yazı bizim için kurtarıcı rol oynadı. ABD'li askeri
yetkililer ölüm cezasını uygulayamadılar. 11 ay kaldığımız Kore'den apar topar
Türkiye'ye çağrıldık. Bize köyünüzden dışarı çıkmayın, kimseye bir şey
anlatmayın dediler. Özellikle Ramazan Kemerdere hatıratında sonrası için şöyle
diyor: “Ana Vatana döndükten sonra ne köyden çıktım, ne iş yapabildim ne de
kimseye anlatabildim.. Adresim belli olmasın diye oy bile kullanmadım ilk
birkaç seçimde.. Aradan tam 50 yıldan fazla geçmesine rağmen, bu olayı halen
unutamıyorum."
-
KISSADAN HİSE
-
Dönem itibarıyla hükümet eden Demokrat
Partinin kurucu Genel Başkanı ve Atatürk’ ün “Galip Hocası” Celâl Bayar ve
Demokrasi Şehidi merhum Adnan Menderes Hükümeti’nin Amerikalılara verdiği
cevaba bakın :
-
“Türk askeri kanunlarına göre cephede savaştan
kaçan kişiler ölüm cezasına çarptırılır”
-
Bu cevaba göre, Türk birliğinin yardımına
koşmaktansa, korkup kaçan Amerikan ordusunun bütün er, erbaş ve subaylarının
“ölüm cezasına” çarptırılması gereği ifade olunmaktadır.
-
Bu, Türk milletinin gücünü, dönem hükümetinin
basiret, cesaret ve vatanseverliğinin onurlu bir belgesidir.
-
Tıpkı, Cemiyet-i Akvam’ın (BM’den önceki
Milletler Cemiyeti) kuruluş bildirimine mukabil Atatürk verdiği cevap gibi...
-
“Bu muahede, mazlum milletler aleyhine
hükümleri havi bulunmaktadır. Ekte teklif olunduğu tarzda tashihi halinde
TC’nin hususan daveti halinde icabet düşünülebilir...”
- Türkiye Cumhuriyeti, işte bu akaid üzre kurulmuştur.
-
Milletin güç ve iradesini yanında
hissetmeksizin, millet ve devlet aleyhine zafiyet izhar edenler; Milletin
yöneticisi olmaya lâyık değildirler. Bunlar, meşru da olamazlar. Meşru
hükümetler; Türk İnkılâbını şiar edinerek, kurucu unsurun mutabakatı ve TC’nin
kurucusu Mustafa Kemâl Atatürk’ün dediği gibi: “Türkçe Düşünen, Türkçe Konuşan
ve Türkçe Yaşayan” , “Namuslu, Dürüst, İlkeli, Onurlu ve Sorumlu”
vatandaşlardan mürekkep olmak zorunda ve durumundadır.
-
Dahası; Osmanlı bakiyesi TC’nin her
yöneticisinin: “Türk Milletinin Kıblesi Kâbe; Kalbi, bütün Cihanı Saran Türk
Dünyası ve Türk Sevdası ile dolu olmak zorundadır” İlke budur. İşte size çok
özgün bir örnek daha:
-
ŞİMDİ DAHA KARARLI VE İSTİKRARLI OLMAK GEREK
- “1933 yılı 29 Ekim gecesi, herkes Cumhuriyet'in 10. yılını
kutluyor. Atatürk o sırada Türk Ocağı'nda yabancı diplomatlara yemek veriyor,
davetliler gecenin ilerleyen saatlerinde birer ikişer dağılırlar, Atatürk
yakın arkadaşları Salih Bozok, Kılıç Ali, Nuri Conker'i kast ederek
"Bizimkiler nerede ?" diye sorar, Tevfik Rüştü Aras (Atatürk'ün dışişleri
bakanı) Ziraat Bankası salonundaki baloda olduklarını söyler.
-
Hep beraber Ziraat Bankası'nın balo salonuna
giderler. İçerisi tıklım tıklımdır, Atatürk gelince herkes alkışlar, "Yaşa
Gazi Paşam" şeklinde tezahürat yapar. Atatürk halkıyla sohbet etmeyi çok
sevdiği için sandalye ve masa ister ki isteyenler ona sorularına
sorabilsinler. Soru sormak için gelen kişilerden biri Zeki isimli 25
yaşlarında bir doktordur. Şunu sorar;
-
-Gazi paşam! Saltanatı kaldırdık, hilafeti
meclisin manevi şahsiyetinin içine aldık; bunlar yapılana kadar bir milletin
ideali olabilirler. Fakat yapıldıktan sonra yeni bir düzen kurulur ve işler...
Onun iyi işlemesi, kötü işlemesi, ideal değildir, iyi işlemesini sağlamaya
mecburuz! Yaptığımız öteki devrimler de yapıldığı an ideal olmaktan çıkar.
Artık ideallerimiz, yaşadığımız gerçekler haline dönüşmüştür. iyi ya da kötü
sonuç vermesi bizim sorumluluğumuzun sonuçlarını belirler. Ama bir de
Milletlerin babadan-oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize
böyle bir ideal aşılamadınız! Yahut benim bundan haberim yok ! Bunu bize
açıklar mısınız Gazi Hazretleri?
-
Atatürk bu soruya şöyle cevap verir:
-
-Bunlar vicdanımıza yazılmış gerçeklerdir;
konuşulmaz, yaşanır! Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır ama bu ülküler
devletler tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır! Nasıl, bakarken
gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında
olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız... Ben Devlet
Başkanıyım! Sorumluluklarım vardır! Bu sorumluluklarım altında konuşamam! Bu
konuda genç arkadaşlarımla ayrıca konuşacağım.
-
Sonra Atatürk halkın Cumhuriyet bayramını
tekrar kutlar ve Dr. Zeki’yi yanına alarak Genel Müdür’ün odasına çıkar.
Atatürk’ün arkasında duvarda bir Türkiye haritası vardır. Karşısında oturan
Dr. Zeki’ye:
-
-Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?
-
-Evet Paşam.
-
-O haritada Türkiye’nin üstüne abanmış bir
blok var, Onu da görüyor musun?
-Evet, görüyorum Paşa Hazretleri
-
-Hah. İşte o ağırlık benim omuzlarım
üstündedir. Omuzlarım üstünde olduğu için, Ben Konuşamam! Düşün bir kere..
Osmanlı imparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu?
Daha dün bunlar vardılar.. Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten
Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek hiçbir şey sür-git değildir! Bugün ölümsüz
gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır.
Devletler ve Milletler, bu idrakin içine olmalıdırlar.
-
Bugün Sovyetler Rusya dostumuzdur,
komşumuzdur, müttefikimizdir.. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var!
Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi,
tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün elinde
sımsıkı tuttuğu Milletler, avuçlarından sıyrılabilirler.. Dünya yeni bir
dengeye ulaşabilir! İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir! Bizim bu
dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır.
Onları arkalamaya hazır olmalıyız!“Hazır olmak” yalnız o günü susup beklemek
değildir, “hazırlanmak lazımdır”. Milletler, buna nasıl hazırlanırlar? Manevi
köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir
köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih
bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru,
onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur!
-
Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim,
onlara yaklaşmamız gerekli...
-
Tarih bağı kurmamız lazım.. Folklor bağı
kurmamız lazım .. Dil bağı kurmamız lazım.. Bunları kim yapacak? Elbette Biz..
Nasıl yapacağız?
-
İşte görüyorsunuz , “Dil Encümenleri” , “Tarih
Encümenleri” kuruluyor.
Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye
çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi
parlayacak aramızda, tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi
duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih
öğretimiz olması gerekli.. Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize
taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi Orta Asya’dan
başlattık! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidirler. Orada
yaşayanlar da bizi bilmeli..
-
İşte bunu sağlamak için de “Türkiyat
Enstitüsü”nü kurduk. Kültürlerimizi, bütünleştirmeye çalışıyoruz! Ama bunlar,
açıktan yapılmaz! Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış
anlaşılabildiği gibi, savaşlara da sebep olabilir. Bunlar, Devletlerin ve
Milletlerin derin düşünceleridir.
-
İşitiyorum: Benim dil ve tarih ile uğraştığımı
gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız; “Paşanın işi yok! Dil ile Tarih ile
uğraşmaya başladı” diyorlarmış. Yağma yok !. Benim işim başımdan aşkın. Ben
bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin
temellerini de atmaya o kadar dikkat ediyorum.
- Bu yaptıklarımız, hiçbir millete düşmanlık değildir.
-
Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız!
-
Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel
dengeleri için hazır olacağız.
-
Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için
söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum.. Sen bil, gerekçesini
kimseye söylemeden böyle davran, çevrenin de böyle davranması için gerekeni
yap! İdealler konuşulmaz, yaşanır!
- İşte senin sorunun karşılığını da böylece vermiş oldum!
-
Gece ilerlemişti. Atatürk arkadaşları ile
birlikte, bulvara çıktığı zaman, taze bir sabah Ankara göklerinde ışımaya
başlamıştı. (4)
-
SONUÇ:
-
Bu gün, başta stratejik ortak ABD ve Avrupa
Konseyi bağlamında doğal müttefik AB Türkiye’nin etrafında adeta bir çevirme
harekatı gerçekleştirmeye çalışıyorlar. İçeride ve dışarıda türlü taktiklerle
toplumun kafasını karıştırmaya, fikirleri zayıflatmaya, adeta, bizleri, kendi
benliğimizden uzaklaştırmaya, Milli hafızamızı silmeye ve utandırmaya gayret
ediyorlar. Özgüvenimizi, inancımızı, değerlerimizi ve dirençimizi kırmaya
çalışıyorlar. Tam bir asimetrik savaş Psikolojik taarruz Taktiği! Vakti
zamanında İznik Konsülleri tarafından çalınan bu menfur maya bir tutarsa, o
zaman bizi sahada da yenmek kolaydır, askeri olarak ta.
- Yeter ki bir kerre bu millete Yenilmişlik ve Teslimiyetçi ruh halini,
ezilmişliği, paraya kul ve gâvura köle olmayı kabul ettirsinler.İŞTE, biz de
asla bunu kabul etmeyeceğiz.
-
BURADA DUR! DİYECEĞİZ.!.
-
Dikkat edin, Rumlar hamle üstüne hamle yaparak
Türkiye’yi bunaltmaya çalışıyor.
- Hemen hatırlanmalı ki yine aynı Yunanistan’ın dış işleri bakanı Melina
Merkürü, Kurtarılacak Topraklar Haritalarını yayınlayarak Trabzon yöresini
Pontus olarak ilan etmiş ve hedef göstermiş durumdadır. Hele bir “Ermeni
soykırım yalanı” tutsun, bu defa tarihte en çok Türk soykırımı yapmış olan
Yunan, daha vahim iftira ve yalanlarla zuhur edecektir.
- Ermeniler atakta: içte, dışta, Amerika da, Avrupa da ve sonra da hiç
yüzleri kızarmadan “önşartsız masaya oturmaya” hazırız gibisinden laflar
ediyorlar. Sanki, hala Azerbaycan’ın %21’ni işgal eden onlar değilmiş, sanki
bizin Doğu Vilayetlerimizi talep eden kendi anayasaları değilmiş gibi. Sanki,
Bakü’de, Hocalıda, Erzurum, Kars, Adana, Mersin ve birçok yerlerde kitle
katliamı yapan Ermeniler değilmiş gibi. Sanki yıllarca Türk diplomatlarını
öldürüp, “Türkiye’yi öldürüyoruz” diye çığlık atan Ermeniler değilmiş gibi.
- Amerika ve Avrupada ki Diyasporayı kullanarak Türkiye’ye baskı yapan
kendileri değilmiş gibi, sanki Avrupa Parlamentosu kullanan kendileri değilmiş
gibi şimdi “ön şartsız görüşmeye hazırız” diyorlar. Ve sanki, anarşi-terör ve
tedhiş örgütü kendi icat ve kuklaları değilmiş gibi...Bu kadar oyun ve şov
olmaz. Bizim gerçekleri görüp, bu yaratılan duman dalgasının ardında ki
oyunları fark etmemizin zamanı çoktan gelmiş bulunmaktadır.
- Irak sınırında yasaklar, Bulgar ve Romanya sınırında kısıtlama ve vizeler,
geciktirmeler. Tam o sırada AB de 8 fasıl’ın askıya alınışı, AB’nin “ille de
Kıbrıs işini halledin” diye dayatması. Hepsi tesadüf değil mi? Biz bu
taktikleri ve tutumları daha önce hiç görmedik değil mi?
-
Karşımıza tüm benzer oyunlardan sonra Sevr’i
dayadıklarını, unuttuk değil mi? Hayır, hiç birini unutmadık. Hiç birine de
kanmıyoruz. Tüm taktik ve oyunların farkındayız. Tüm bağlantıları da daha net
görmeye başladık. Bir haberim var: hala bunları görmediğini iddia eden varsa,
hala AB ve ABD’ye şirin görüneceğim diye çeşitli izahlara yeltenen varsa,
onlar sadece kendilerini kandırıyorlar ve sadece kendilerinin geleceğini
garantiye almak istiyorlar yoksa milleti ve vatanı falan düşünmüyorlar. İşte
ilaveten, bizler bunların da farkındayız. Artık Dik durmanın, Bir Türk gibi
güçlü olmanın ve Berrak düşünmenin zamanı gelmiştir. Ezik ruh halinden ve
adeta “azınlık” psikolojisinden kurtulmamız gerekmektedir. Kısacası, artık
hepimiz için toparlanma zamanı gelmiş bulunmaktadır. Dosdoğru bir yol ve
gerçek bir istikamet için lütfen Atatürk’e kulak veriniz:
- "İskenderun güneyi Antakya, Halep ve katma İstasyonları,
Cerablus, Fırat köprüsünün güneyi, Deyr'i zor, Musul, Kerkük ve Süleymaniye;
Vatanımızın Türklerle meskun güney sınırlarıdır. Türk süngüleriyle çizilmiş
olup, sınırlarımız içindedir."
-
“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk
milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun
fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de
o kadar kuvvetli olur.” ( M.Kemal ATATÜRK-1923)
- 1) Ö. F. Demirkır 27.11.2007, Trabzon
- 2) Mehmet Ali Nogay, Kore Gazisi, Ankara
- 3) Ramazan Kemerdere, Kore Gazisi, “Anılar”
- 4) Olay İhsan Sabri Çağlayangil’den dinlenmiş, Sebati Ataman, Kılıç Ali,
Tevfik Rüştü Aras, Hikmey Bayur tarafından doğrulanmıştır. Kaynak:
Atatürk'ün Avrasya Devleti/ İsmet Bozdağ
|
|
|
|
|
04 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN Hayat Hikayesi
|
- YOZGAT
-
Yerleşim birimlerimizle, il ve ilçelerimizle,
belde ve köylerimizle ilgili araştırma, yorum ve değerlendirmeler, eldeki,
masa üstündeki yayınlarla, yapılıyor, yapılabiliyor.
-
Yozgat ilimiz için, “yiğidin harman olduğu
yer” ifadesi, yorumu kullanılıyor. Coğrafi açıdan baktığımızda Yozgat; İç
Anadolu Bölgesinin orta kızılırmak bölümünde yer almaktadır.Kuzeyinde Çorum,
Amasya ve Tokat, doğusunda Sivas,batısında Kırıkkale ve Kırşehir, güneyinde
Kayseri ve Nevşehir illeriyle çevrilidir.
-
10. Sürmeli Festivali kapsamında 04 Temmuz
2009 tarihinde Yozgat merkezinde, Yozgat Şairler ve Yazarlar Birliği’nin
koordinatörlüğünde, Valilik ve Belediye Başkanlığı’nın katkılarıyla
gerçekleştirilen “Şiir şöleni” sırasında bana ulaştırılan ve genellikle Yozgat
Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü imzasının taşıyıcısı yayın ve
dökümanlara bakıyorum.Bunlar:
-
- 1-Yozgat Kent Tarihi (240 sayfa)
- 2-Termal kaplıcalarıyla Yozgat,
- 3-Bozok diyarı (Yozgat’la ilgili tarihi fotoğraflar-siyah-beyaz)
- 4- Yozgat antik kentleri,
- 5-Yozgat,
- 6-Kazankaya Kanyonu Yozgat-Aydıncık,
- 7-Yozgat il haritası,
- 8-Yozgat balgeseli (cd)
- 9-Yozgatlı şair Salim Gülbahçe’nin şiir kitabı
- 10-Şehriyar, aylık kültür,sanat,edebiyat ve aktüalite dergisi, sayı:
13,2009.
- 64 sayfalık bu derginin sahibi: Derviş Tavşancıoğlu. Keyseri’de basılıyor.
Yozgat’ta irtibat bürosu var.
-
Yozgat’ın tarihçesine baktığımızda
gördüklerimizden:
-
-Yozgat’ın tarihi ve arkeolojik
araştırmalarına halen devam ediliyor.Yozgat’ta ilk yerleşim izleri M.Ö 3 bine
kadar iniyor. Anadolu’nun ilk merkezi devletini ve imparatorluğunu kurmuş olan
Hititler döneminde Yozgat’ın başkent Boğazköy’e yakınlığı ve Alişar gibi
önemli bir merkezi sınırları içerisinde bulundurması, M.Ö 2 bin yılda
Anadolu’nun merkezinde, ne kadar öneme sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
-
Yozgat, Sürmeli ve Ziya türküleri başta olmak
üzere pek çok ünlü türkünün çıkış yeridir.
-
Ziya türküsünün öyküsü veriliyor Yozgat Kent
Tarihi’nin 187 nci sayfasında.Ziya’nın yakışıklı bir delikanlı olduğu
anlatılıyor. Yozgat’ın Karacalar köyünde yaşayan Ziya aynı köyden Fikriye adlı
bir kızı sever. Fikriye’nin babası Karacalar Köyü’nün imamı Ali Hocadır. Ali
Hoca Kızıltepe Köyü’ne imam olur. Ziya sık sık nişanlısını görmek için at
üstünde gider. Ziya bir gün ekin sularken üşütmüştür. Karın ağrısı nedeniyle
doktora gider. Fayda bulamaz. Bir hafta sonra ölür.
-
Ziya için bir başka söylenti vardır: İyi at
binen, cirit oynayan Ziya, iki köy arasında oynanan ciritte attan düşer, orada
ölür. Fikriye nişanlısının ani ölümü karşısında duyduğu acıyı şiire döker.
Türkü ortaya çıkar. Ağıdın tamamı 30 kıtadır. Bu türkünün bir dörtlügü:
-
- Çamlığın başında tüter bir tütün,
- Acı görmeyenin yürüğü bütün,
- Ziya’mın atını pazara tutun,
-
Gelen geçen Ziyam ölmüş desinler.
|
|
|
|
|
05 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mustafa Nevruz SINACI |
Mustafa Nevruz SINACI Hayat Hikayesi
|
- HÜKÜMET “YOK” HÜKMÜNDE!
-
Dış (düşman) kaynaklı, İsrail+AB-D destekli
Ermeni orijinli çete, terör/tedhiş, suç örgütü; Hakkâri’nin Irak sınırı
Şemdinli ilçesindeki askeri birliğe 19 Haziran 2010 gecesi saldırdı. 8 asker
şehit oldu, 14 yaralı var. Gün içinde sayı 11’e çıktı. 12 adet çeteci
öldürüldü. Menfur saldırı, bölgesine takviye timler sevk edildi, silahlı
helikopter ve topçu ateş desteği sağlandı. Kuzey Irak'ta tespit edilen
hedefler de savaş uçakları tarafından bombalandı.
-
Hatırlanacağı üzere: 1 Ekim 1999 tarihinde
İran, Irak ve Türkiye sınırında bulunan ve şeytan üçgeni olarak adlandırılan
bölgeden giriş yapan çetecilerden Ali Sapan’ın da aralarında bulunduğu 8 kişi,
açılım politikaları gereği (güya) teslim olmuştu. Her türlü hukuk, mantık,
umur-u devlet ve ahlâk akaidine aykırı olarak oynanan bu oyun ve pervasızca
sergilenen sinsi senaryo; hükümetin içine düştüğü gaflet, dalalet, acz ve
zaaf’ı açıkça göstermeye yetmişti.
-
Nitekim o günden bu güne şehit sayısı artarak
çoğaldı. Son iki ayda sayı 50’yi buldu.
-
“Açılım, düz ovada siyaset, demokrasi,
kardeşlik ve barış” adına akıl almaz cürümler, menfur emellere matuf
ihanetler, kirli oyunlar, yerli kripto, kalleş diyaspora, dönme, devşirme
dümenleri ayyuka çıktı. Başta ABD, şeriki İsrail, AB, GKR çete yönetimi ile
fink atıp Ermeni yalanları uğruna; Ülkelerine anıtlar dikerek necasete bulaşan
kimi sözde İslâmcı ülkeler dâhil, 20 küsur devletin yardım ve yataklıkla
“taşeron” olarak kullandığı bu güruh iyice azıttı!
-
Ayrıca, açılım kapsamında af, atıfet, tolerans
ve taviz kapısının aralanması eşkıyayı yüreklendirdi, meclis içinden açıkça
ışmar olunması melunlara cesaret verdi, şımarttı. Buna paralel zaafa uğrayan
erkler, felç edilen stabilizatörler ve bozulan kuvvetler dengesi ile terör ve
tedhişle lâubali ilişkilere girilmesi, iş bu -zıvanadan çıkmanın nedeni oldu!
-
ŞİMDİ NE YAPMALI? Tıpkı Fuzûli’nin dediği
gibi; "Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok" Ülkenin son 47 yılına kir
ve kan damgası vurmuş eli kanlı eşkıyanın, İmralı mahpusu bebek katili; Nasıl
oluyor da ülkede gündem belirliyor? Buna hangi hain, bedhah ve küstahlar cevaz
vermekte! Başkaca kaç mahkum avukatları ile görüşüyor? "31 Mayıs'tan sonra
artık ben yokum, olacakların sorumlusu değilim" Biçimi, açık tehdit içeren
mesajı kim açıkladı? Kim yaydı? Hangi yandaş/yoldaş, Candaş medyalar mesajı
yayınıp terörü azdırdı?
-
Eğer hükümet varsa, derlesin-toplasın
suçluları, çıkarsın yargı önüne.
-
Yürütme açılım zaafı ile malul; Yasama
çatısında parlâmenterlik mesleği icra edenler içinde hiç mi ‘onurlu, sorumlu,
vicdanı hür, irfanı hür’ kula kulluk etmeyen adam gibi adam; İyi insan ve iyi
vatandaş yok!.. Cumhuriyet (!) Savcısı, Polisi, Askeri, Jandarması ve Hâkimi
ile Yargı ne iş yapar? Dördüncü kuvvet; Hukukun üstünlüğünden sorumlu
namuslu/dürüst, onurlu/sorumlu, milli memleket medyası nerede? Ülkede,
binlerce sorun, haksızlık, yolsuzluk, hırsızlık, hukuksuzluk ve her türlü
ihanet hüküm sürerken; dünya kupası maçları, adi televole, fuhuş, ahlâksızlık
furyası, menfur ihanet senaryoları ve çete reklâmları ile müştegil; Türk'e ait
değerleri yok sayan diziler ve beyin yıkama metotları ile milleti uyutan,
avutan bir medya!
-
Ve; Beşinci Güç olarak tanımlanan Sivil
Toplum!.. Adına STK denilen, açık toplum örgütlerinin ekserisi ihanet şebekesi
işleten dâhili ve harici bedhahlara angaje; Açlık, işsizlik, yokluk ve
yoksulluktan malul, geçim derdine mağlup, gözü bir lokma ekmekten başka bir
şey görmeyen, sorunlar sarmalı içinde boğulmuş, paralize bir millet! Kendi
evinde işkence, devlet kapısında zulüm, eziyet ve azap’a maruz, zavallı yurdum
insanı! Amma buna mukabil:Dürüst yurttaşların vergileriyle bitleri kanlanan
kravatlı hırsızlar, yolsuz ve teröristler, TC’nin her noktasını gezip, devleti
tehdit eder, milli-manevi değerlere alçakça saldırırken!
-
Her tür azınlık ırkçılığı meşru edilip,
Türküm diyenlerin boynuna yaftalar asılırken!
-
Şehit cenazelerine sahip çıkmak ‘istismar’
çete leşlerinin ‘şehit namırın’ çığlıkları ve melânet örgüt paçavralarıyla
kadavra gömmeleri "sağduyu" olarak adlandırılırken; sözüm ona "aydın" geçinen
"akademik unvanlı vatan hainleri" ekran gezip, bayrak inmesin diye canlarını
sebil eden güvenlik güçlerine ağız dolusu hakaret ederlerken! İsim önüne
‘insan hakları’ gibi ‘yüce evrensel değerler’ koyarak, nitelikli dolandırıcı
yüzlerce dernek, vakıf vb, STK alenen teröre hizmet edip, anarşist haklarını
savunurken; Ülke yöneticileri, şehit cenazelerindeki tepki ve coşkuyu
‘yaygara’ olarak nitelerken. Politik-ACI’lar, milli birlik ve beraberliğimizi
güçlendirecek atılımlar yapmak yerine, TC’nin 36 etnik grup olduğu yalanıyla,
et ile tırnak gibi kaynaşmış insanlarımızı ayrıştırmaya yönelik kerameti
kendinden menkul, esas işlevi “tefrika” olan “açılımlar” peşinde koşarken;
üstelik tüm olup biten, cereyan eden icraatı inceleme/araştırma/sorgulama,
yargıya ve savcıya taşıma görevi ile yükümlü ‘demokrasinin vazgeçilmez
unsurları” siyasi partiler; Derin uyku, gaflet-dalâlet, demokrasi/adalet ve
hukuka ihanet, günlük çıkar rant peşindeler!
-
Bir yanda bireysel risk ve sorumluluk alan,
vatanını canından çok seven, bu uğurda ölümü göze alarak kışlalarına
saklanmayıp gece gündüz, kar kış demeden teröristi her nerede ve hangi
bataklıkta olursa olsun arayıp bulan ve onu yok eden korkusuz Türk askeri.
Diğer tarafta, risk üstlenmekten korkan, sinsi, siyaset peşinde sünepe,
dalkavuk, lânetli Yahudi tarikatı mensubu “menfur mason”, kurnazca kışlasına
sinmiş, bana dokunmayan yılan bin yaşasın zaafı ile malul! Türk Ordusunu
“Peygamber Ocağı” olarak değil, bol paralı, çok avantalı, itibarlı ve
garantili bir meslek olarak gören! Lâfla birçok aksaklığın üstünü örtmeye
çalışan, ateist-pagan, terörle dans’a açık ve şehit vermeye mahkûm,
paralı/lejyoner portresi.
-
DAHASI VAR! Terörün bir numaralı hamisi
İsrail'e savunmamızı teslim etmek gafleti! Çetenin ağababası, Amerika’dan
istihbarat dilenmek gibi iğrenç bir rezalet! Her halde bu nedenlerle olsa
gerek, alçakça/kahpece, kalleş saldırılara uğruyoruz? Nerde savunma planı?
Kendi istihbaratımıza ne oldu? Hava harekâtları ne işe yarıyor? Alınan termal
kamera, gece görüş cihazları, insansız uçaklar ne işe yarıyor? Eşkıya nasıl
olup da bu kadar rahatça gelebiliyor? Bu memleketin; Cumhur-başkanı,
baş-bakanı, genelkurmay başkanı, içişleri ve dışişleri bakanı ne iş yapar? BİR
milyona yakın askerin üç buçuk eşkıyaya nasıl olur da gücü yetmez? Neden?
Niçin? Askerin elini tutanlar tutuklanmaz? Sonuçta: Terörün finans kaynakları,
lojistik desteği kesilmedikçe, siyasi uzantıları, iç ve dış bağlantıları
tutuklanıp yargıya teslim edilmedikçe, bataklığın kurutulması ve eşkıyanın yok
edilmesi zordur. Çünkü ABD ve AB stratejik öneme sahip ülkemize karşı,
''terör-tedhiş silahını'' kullanmaktan kaçınmamaktadır. Bu gerçek apaçık
ortada iken; ABD istihbaratına bel bağlamaksa büyük bir çelişkidir, saflıktır,
gaflet, dalalet ve aptallıktır.
-
Lütfen hatırlayınız: 8 yıl öncesinde terör
sıfır seviyesindeydi. Sonra nice evlatlar şehit düştü. Nice avratlar dul,
evlâtlar yetim kaldı. Genelkurmay başkanın ‘acımız büyük, üzüntülüyüz’,
Politik ACI’ ların ‘kanları yerde kalmayacak’ ve zavallı muhalefetin ‘Şehitler
ölmez, vatan bölünmez’ teraneleri, acıları dindirmiyor. “Babalar gibi paralar”
başka yerlere harcanacağına; TSK'ya savunma donanımı alınsın. Başta İsrail
olmak üzere, diğer himaye, yardım-yataklık unsurları ile savunma ilişkilerimiz
derhal kesilsin ve “ihanet bölgesinde/olağanüstü hal” ilân edilsin.
-
DUYUMLARA GÖRE: Sağlıklı istihbarat yok,
F16'lar sorunlu, tanklar düzgün çalışmıyor, silâhlar tutukluk yapıyor! Suç
teşkil etmesi gereken: “Kürt sorunu, bölücü terör örgütü, örgüt adları, bebek
katilinin mesaj ve demeçleri, hayali etnik ve anadil sorunları ve kerameti
kendinden menkul “demokratik barış ve kardeşlik” söylemleri! Bunlar AB
domuzlarının “Kıbrıs için barış” palavrasını andırıyor. Gerçek şu ki: TC’nin
ve Türk halkının bu alanda bir sorunu yok. Var olan sorun sadece “Umur-u
devlet yokluğu” adaletsizlik, haksızlık ve hukuk! Hak, güvenlik, hukuk ve
huzuru tesisle mükellef olan kimdir? Elbette hükümet!
-
Çünkü adalet, saadet ve sulhu salâh, hükmün
hikmeti ile kabil ve mümkündür.
-
Peki, niçin ‘hükümet” var da; “Adalet,
hakkaniyet, eşitlik, huzur ve hukuk” yok?
-
Çünkü; bunları tesise muktedir olamayan
hükümet de “YOK” hükmündedir!
-
Allah (CC), bu Millete akıl, iman, izan,
basiret ve feraset versin İnşallah.
|
|
|
|
|
06 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Mahmut Selim GÜRSEL |
Mahmut Selim GÜRSEL Hayat Hikayesi |
SESSİZ
VE GÜZELLİĞE DOĞRU
Göz ve
kulak birlikte olmasının kıymetini bunlardan birisinde yoksun olanlara
sorsak daha güzel olursa da belki bir nebze olsun bu duyu
organlarımızı kullanamama eksikliği veya da azalmasını belli bir
yaştan sonra istesek de,istemesek de öğrenmekteyiz.
Göz organımızın
yavaş yavaş asıl vazifesini yaparken yorulması,belirli işlevlerin
artık görüntülerin gerektiği gibi beyne ulaştıramaması belli bir
yaştan sonra insanların pek çoğunda gözüken gerçek bir olaydır. Bir
gün elinize aldığınız bir kitabın sayfalarındaki yazıların
ufaldığını.bulanıklaştığını görünce bir korkuya kapılmayanımız var mı
? Elbette yoktur. Hemen gözlerimizi ovuştururken acaba gözümüze n oldu
diye telaşlandığımızı olmuştur.
Benim gözlükle tanışmam yaşında olmuştu. Kütüphanede çalışırken
öğrencilerin istedikleri ödevlerin bilinen meşhur bir ansiklopediden
vermek için elime aldığımda sayfada bulunan yazıları okuyamamış ve
korkmuştum. Hemen bir aynanın karşısına gitmiş gözümü kontrol
etmiştim. Sonra bir göz doktoruna gözüktüm. Yakını göremediğimi
belirtmiş,doktorun yaşımı sorması ve kırk demem üzerine daha gözünüzün
yorulma ve görme kaybı için yaşımın erken olduğundan bahsederek
muayene bile etmeden hastaneden yollamıştı. Öğlen paydosunda aynı
doktorun muayenehanesine özel olarak gittiğimde ise,bilgisayar ile
gözümü ölçtüğü zaman görme kaybının başladığını görmüş ve ilk olarak
da nerede çalıştığım hakkında bilgi sormuştu. Kütüphanede çalıştığımı
söyleyince de mesleki olarak kitaplarla meşguliyetten gözümün
yorulduğunu söyleyerek gözüme koyduğu teşhise göre gözlük kullanmaya
başlamamamı tavsiye ederek reçetesini yazmıştı. O günden sonra üç dört
senede bir gözlük değiştirme ihtiyacı duydum ve halen duymaktayım.
Evvelki sene içinde de kulaklarımda bir çınlama ile kulaklarımın ses
duyma kaybına başladığını algılamaya başladım. Doktorlar;belli bir
yaştan sonra olabilecek bir gelişme olarak tanı koyduklarında pek de
umursamadım. Bazen Hacı Hanımın beni duymuyor musun serzenişinden
başka bir sıkıntım da olmadı. Bununda belli bir yaşın gereği olduğunu
bilmek bana bir elem ve üzüntü vermektedir. |
|
|
|
|
07 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL Hayat Hikayesi |
MALZEMESİ: 2-3
porsiyon için,2 yumurta,500 gram yoğurt, 50 gram tereyağı,bir tutam nane,1-2
diş sarımsak.
Tavada kızdırılan yağın
içerisine yumurtalar kırılarak karıştırılır. yumurtalar pişmek üzere iken
üzerine nane,kırmızı pul biber ve istenildiği kadar tuz konulur.
Başka bir kabın içinde özenen yoğurda bir miktar sarımsak dövülür. Kızartılan
yumurtalar üzerine sarımsak dövülmüş yogurt ile karıştırılarak servis yapılır.
İstenirse; Kaynar suya
yumurtalar kırılarak haşlanırlar. Haşlanan yumurtanın suyu süzülür ayrı bir
kaba konulur. Süzülen
yumurtaların bulunduğu kaba özenen sarımsaklı yoğurt ve bir miktar tuz
katılarak karıştırılır. Tavada tereyağı ile nane kavrularak yoğurtlu
yumurtanın üzerine dökülerek karıştırılarak servis yapılır. İstenirse yumurta
tereyağı kırılarak pişirilebilir. Üzerine tekrar tereyağının diğer kısmı nane
ile kızartılarak dökülür ve servis yapılır.
BORHANI (Mantarlı)
Mantarlar soğuk su ile iyice yıkanır. Yıkanana
mantarlar küçük küçük doğranarak tekrar yıkanır. Suyunun süzülmesi çini
süzgece konur. 50 gram tereyağı tavaya konarak eritilir. Doğranmış mantarlar
yağın içine atılır ve bir miktar tuz konularak karıştırılarak kavrulur.
Kavrulmuş mantarlar atılarak karıştırılır. Üzerine tekrar tereyağının diğer
kısmı nane ile kızartılarak dökülür ve servis yapılır.
Malzemesi: 2-3 porsiyon için,250 gram kültür
mantarı,bir kilogram yoğurt, 100 gram tereyağı,bir tutam nane,1-2 diş
sarımsak.
BORHANI (Hamurlu)
Bu borhanı daha çok kadınların Ramazan ayı için
imece olarak mantı bükmeleri için toplandıklarında hazır bulunan hamurdan
yapılır.
Açılmış hamur parçalara mantı hamuru gibi 4x4
ebadında kesilir,bu hamurun içine kıyma konularak ikiye bükülerek muska
şeklinde içerisine kavrulmuş kıyma ve maydanoz konularak hamurlar
birleştirirler. Bir kapta yeterli kadar su kaynatılır. Muska hamurlar bu
kaynar suya atılarak bir miktar haşlanırlar. Hamurlar suda haşlanınca
süzülerek leğene alınır. Yoğurt,mikser veya bir kaşıkla koyu ayran kıvamında
özenir. Başka bir kapta ezilen sarımsaklar katılarak karıştırılır. Haşlanan
hamur özenmiş hamurun içine dökülerek karıştırılır. Üzerine tereyağı nane ile
kızartılarak dökülür ve servis yapılır.
Malzemesi: 2-3 porsiyon için,bir yufka ekmeği büyüklüğünde hamur,bir kilogram
yoğurt, 50 gram tereyağı,bir tutam nane,1-2 diş sarımsak.
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Özkan KARACA |
Özkan KARACA Hayat Hikayesi |
GÜN BATIMI
Gecenin mezarında alnımı kemiren anılar
Düşler yurdunun bulutlarını parçalayarak kaçar
İzbe duvarların hicranında nefes olarak bakar
Kafa hatırasının defteri soluk kalarak rüyalara yatar
Yitip giden zamanların toprağı çöktü
Küskün bulutların özlemi yağmurunu döktü
Gün batımı güneşin kanlı gözleri
Gün yakıtı hayatın sıcak şefkati
Gün batıyor, gün doğuyor
Zamanlar suya yazılarak kaybolur
Bulutlar başımızda taç olarak
hatıralar kuma kazılarak yok olur
Ufuklar ötesine taş adımı uzatacak
Gün batımı,
Gün yakıtı... |
|
|
|
|
09 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Dile BİGA |
Dilek BİGA Hayat Hikayesi |
- İSTENMİYORSUN
- Yalan aşkın için mi dil döküyorsun
- Kemküm etme suçunu sen biliyorsun
- Ne yazık ki; güzelim aldanıyorsun
- Bu defa ben deyil sen gidiyorsun
- Gururun yokmu senin istenmiyorsun...
- Artık eskisi gibi özlenmiyorsun
- Bu naz bu kapris ile çekilmiyorsun
- Bu defa ben deyil sen gidiyorsun...
- Sen beni bir an önce unutmaya bak
- Kül oldum yeterince başka bir can yak
- Düşürdün eğilince yeni maske tak
- Bu defa ben değil sen gidiyorsun
|
|
|
|
|
10 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
Bir sonraki Sayfaya Gitmek için
Tıklayınız! |
|
Rıza KANDEMİR |
Rıza KANDEMİR Hayat Hikayesi
|
SÖZ OLUR GELİN
Karşıki dağların karı erirse
Gönül deryasına sular yürürse
Volkanın küllenir külü çürürse
Açma sinelerin söz olur gelin
Tabiat uyanır otlar büyürse
Arasını gonca güller bürürse
Koyun meler kuzusuna gelirse
Bastığımız yerler iz olur gelin
Çiftçi tarlasına tohum ekerse
Ala keklik kayalarda sekerse
Dost bağının meyveleri yeterse
Giyme karaları söz olur gelin
Kızıl kına ak ellere yakılsa
Şafak söküp gün başına dikilse
Sevda gülü bahçemize ekilse
Güzelde azıcık naz olur gelin
Genç yaşında saçına aklar düşerse
KUL RIZA DA hayalinle yaşarsa
Hasret bir gün sevgi olup taşarsa
Manalı bakışında söz olur gelin
|
|
|
|
|
11 |
Bu sayının
içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
Bir önceki Sayfaya Gitmek İçin Tıklayınız! |
|
|
Mehmet KARADAĞ |
Mehmet KARADAĞ Hayat Hikayesi
|
ŞU DÜZENİN HALİNE BAK
Gezin dostlar dağı taşı
Bilen olmaz akıl yaş
Kuru yanar odur aşı
Şu dünyanın haline bak
Haller böyle olmaz şükür
İsyan ette yüze tükür
Vade doldu tekbir getir
Şu düzenin haline bak
Orman yandı villa doldu
Olan dostum kime oldu
Her gelen saçlar yoldu
Şu düzenin haline bak
Güzel yaşar ağa,paşa
Su katarlar pişen aşa
Dokunmam ben size boşa
Şu düzenin haline bak
Böyle gitmez batar gemi
Yarış atı biter yemi
On milyona maaş hemi
Şu düzenin haline bak
İstediğim eşit düzen
İnsan değil biz üzen
Milyon oldu işsiz gezen
Şu düzenin haline bak
KARADAĞ’IM yazma yeter
Bize kızan olsun beter
Doğru kullar çile çeker
Şu düzenin haline bak
11-08-2005 |
|
YAZARLARIMIZIN HAYAT HİKAYELERİNE GİTMEK
İÇİN TIKLAYARAK GİDİNİZ! |
Bu
sayının içindekiler bölümüne dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
DİKKAT ; BU BİLGİLER TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMDEN
İZİN ALINMADAN KULLANMAYINIZ! |
YAPTIKLARIM YAPACAKLARIMIN GARANTİSİ ALTINDADIR! |
1 |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
1 |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
140 SAYI 25 Ekim 2010 SAYIYA Gitmek İçin Tıklayınız!
|