|
 |
DİKKAT !
BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
İÇİNDEKİLER
|
Ahmet CANBABA SUYA SABUNA
Ahmet CANBABA KİMSE KULAK ASMIYOR
Ahmet CANBABANE ZOR İMİŞ
Hüseyin Hüsnü GÜROL ERZİNCAN OVASINDAKİ DOĞALGAZ YATAĞI ÖNEM
KAZANMIŞTIR
İsa
KAYACAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İÇİN,
İsa
KAYACAN ÜÇ KALEMDEN, ÜÇ AYRI ŞİİR
İsa
KAYACAN MISRALARIN, SATIRLARIN İÇİNDEN
İsa
KAYACAN YABANCILARIN SÖYLEDİKLERİNDEN:
İsa
KAYACAN BURDURLU GAZİ, AĞIR TOPÇU KADEMLİOĞLU İSMAİL BAŞÇAVUŞ
Mahmut Selim GÜRSEL 10 KASIM
Mahmut Selim GÜRSEL BİLİYOR MUYUZ?
Mahmut Selim GÜRSEL NE DEMİŞTİ!
Mahmut Selim GÜRSEL CUMHURİYET BAYRAMI
Mahmut Selim GÜRSEL BU VATAN BİZİM
Mustafa Nevruz SINACI TÜRK'ÜM DOĞRUYUM
Mustafa Nevruz SINACI İT ÜRÜR KERVAN YÜRÜR
Mustafa Nevruz SINACI TABİATIN LANETİ
Mustafa Nevruz SINACI AÇILIMLAR VE AÇMAZLAR
Mustafa Nevruz SINACI EZELİ DÜŞMANLA RAKS
Müslüm TUNABOYLU 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ UNUTMAYALIM
Müslüm TUNABOYLU NEDEN 10 KASIMLAR
Müslüm TUNABOYLU Mahmut TUNABOYLU Çile bülbülüm, çile Derdim var
fax ile
Müslüm TUNABOYLU İLETİŞİMDE RADYOYU İHMAL ETMEYELİM
Sakin KARAKAŞLI ÖĞRETMEN OLMAK
Sakin KARAKAŞLI YEŞİL BOYALI BİBER
Sakin KARAKAŞLI SİMİTÇİ ELLERİNİ YIKIYOR MU?
Selma GÜRSEL KARNABAHAR KIZARTMASI
Üzeyir Lokman ÇAYCIBU ADAM SENİN BABAN
Sakin KARAKAŞLI KARGANIN AKLI001
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
SUYA SABUNA
Bir yazar hangi siyasi çizgide
olursa olsun halkın çıkarlarına uygun olmayan, ihtiyaçlarına cevap
vermeyen siyasi uygulamaları irdeleyerek, bir dergide yazı yazamaz
mı?
Yazamaz diyenler: efendim dergi
kültür ve sanat dergisi olmalı, her türlü siyasetten uzak durmalı
savı ile okurlarını, ülkemizde olup bitenlerden mahrum bırakıyorlar
anlamını taşımaz mı? Oysa siyasetinde bir kültürü vardır. Demokrasi,
Cumhuriyet, Mülki idareler, Dış ilişkiler gibi birçok konular
siyasetle iç içedir. Bir Türk vatandaşı olarak insan siyasi kültürü
de bilmek zorundadır. Bu zorunda olma; kültür dergilerinde inceleme
yazısı olarak yazılan ve bundan binlerce sene önceki Etilerden,
Sümerlerden ve hatta bir taş üzerindeki yazı kalıntılarının
incelenmesini kaleme alıp bir dergide yayınlanmasından da
önceliklidir.
Dergilerde öncelikle yazılması gereken güncel siyasi kültür
haberleri elbette ki suya sabuna dokunacaktır.
Şimdi biz Cumhuriyetin kuruluşu ile
kurulmuş fabrikalarımızı yok bahasına satmış, elden çıkartmışız.
Özelleştirmelere önem verip kağıt fabrikalarını satmışız
rafinerilerimizi, çimento fabrikalarımızı, enerji üreten
barajlarımızı satmışız. Telefon konuşmalarımızı yabancıların
tekeline bırakmışız. İstedikleri zaman bizleri dinleme olasılıkları
olmasına rağmen.
Ulusalcılığımız, dilimiz, devlet
yapımız, Anayasamız, Bayrağımız Sınırlarımız hep tartışılma konusu
yapılıyor. Sağlam bina, planlı şehirleşme yapmadığımızdan, depremde
ve sel felaketlerindeki ölümlere, kayıplara kader deyip
geçiştiriyoruz. Soygun ve talanlara dokunsan senden kötüsü yok.
Bazen insanlar kendi dürüstlüklerini ve belirli bir seviyede
kalmalarını suya, sabuna dokunmadıklarına bağlarlar. Haksızda
sayılmazlar. İnsanlar bazen bozulmamak için mücadele verir duruma
gelmiştir. Düşünün bir kere bir rüşvet çarkının dişlisi konumuna
getirilmiş namuslu vatandaşımız, inançları gereği o rüşvet çarkının
içinde görev alır ama rüşveti almazsa o kişiye enayi gözü ile
bakıldığı kesindir. Çevresi mal mülk sahibi olurken o durağandır.
Neden böyle insanlarımızı çoğaltmayalım? Neden onlara sahip
çıkmayalım?
Artık bütün yaşam tarzımızı suya,
sabuna dokunmamak üzerine geliştiriyoruz. Anne babalar çocuklarını,
ev kadınları eşlerini, Amirler yanında çalışanları tembihler duruma
gelmiş: “Sakın hiçbir şeye karışma gördüğünü görmezden gel,
duyduğunu duymazdan. Sağmış, solmuş sakın karışma. Varsın çalsın.
Var mı sana zararı. Çalıyor ama iyide çalışıyor. Hak ediyor adam”
gibi laflarla kötülüğü ve kötüleri de meşrulaştırmak üzerine
toplumsal bir düşünceye de sahibiz.
İnsanlar korkularından neredeyse
pandomima sanatçıları gibi işaretleşerek konuşup anlaşmaya
başlayacaklar. Herkes sus pus olmuş.
Dikkat edin köşe yazarlarına. Hangi
yazar suya, sabuna dokunmadan yazıyorsa o yazarın patronu tarafından
sırtı sıvazlanıyor. Eğer yazar inatla doğruları yazmaya devam
ediyorsa o gazetecinin işine son veriliyor. Dergilerde böyle. Aman
doğruları yazıp eleştiri almayalım. Siyaset bizim neyimize diyorlar.
O düşüncedeki yazarlar ayak uydurup kol sallayarak günlerini gün
ediyorlar.
Şimdi ben Nobel Barış Ödülünü bir
A.B.D. Başkanın almaması yönünden düşüncelerimi belirtsem ve bunun
nasıl bir iki yüzlülük olduğunu ve nasıl birilerine yalakalık
yapıldığını yazsam bunlar dergide yayınlanmayacak konular mıdır
acaba? Türkiye’deki yardım kurumlarıyla ilgili bir yazı yazacaksınız
ama içinde yargılanan dernekler geçmeyecek denilecek. Ama en güzeli
galiba televizyon haberleri izlemeyeceksin, internete girmeyeceksin,
gazete okumayacaksın, ülke sorunlarından, vatandaşın geçiminden
haberin olmayacak. Tabiî ki geriye nasıl balık tutulur, Kültür
etkinliklerinin değerlendirilmesi, Eymir gölünde ki mangal partisi,
Modanın getirdikleri, Yıldız falı gibi yaz yazabildiğin kadar. Konu
çok, atış serbest.
Sevgili dostlar! Okuyanları
bıkkınlığa sürükleyecek yazılar yazıp biz değişmeyiz. Biz adam
olmayız, eski tas, eski hamam gibi yorumlara sürükleyecek yazılardan
gelin kaçınalım. Gelin, biz adam olmayız ı bırakalım, onuncu köye
yolculuğumuzu sürdürelim hep beraber. Kirlilik diz boyunu geçmiş,
boğazımıza kadar bir pisliğe batmanın eşiğine gelmiş olabiliriz.
İnanın yazılarımızla davranış ve hareketlerimizle, çirkinliklerin
etrafında bir halka oluşturalım. Ne kadar doğruları yazsak ta hiç
bir şey değişmiyor gibi bir hezeyana kapılmayalım. Hiç olmazsa
yanlışa bir adım atacak olanların yollarını, fikirlerimizle
değiştirme olasılığı vardır.
Gelin bunun hazzını yaşayalım hep
beraber.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- KİMSE KULAK ASMIYOR
-
- Bu kötüye gidişin bir sebebi
- Var diyorum kimse kulak asmıyor
- Hayatı felce uğratır yağacak
- Kar diyorum kimse kulak asmıyor
-
- Kredi verdin önüne gelene
- Ağlayan var hayır gelmez gülene
- Bilmediğini ne olur bilene
- Sor diyorum kimse kulak asmıyor
-
- Yalnız gençliktir varımız yoğumuz
- Sırf kendini düşünüyor çoğumuz
- Eğitimde dinde çağdaş ufkumuz
- Dar diyorum kimse kulak asmıyor
-
- Ne zaman, nereye kimler gelecek
- Kimler örtülüden para verecek
- Bu bilgiyi yalnız başkan bilecek
- Sır diyorum kimse kulak asmıyor
-
- Nöbet değiştirip bırak yerini
- Halkım seçer sen üzülme birini
- Bastırılmış yokluk zincirlerini
- Kır diyorum kimse kulak asmıyor
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- NE ZOR İMİŞ
-
- Söyle vatandaşım doğru değil mi
- Girişimiz ne zor imiş A.B ye
- Kutsal saydığımız şeylerden ödün
- Verişimiz ne zor imiş A.B ye
-
- Öneriler yanlış ,karışık çözüm
- Önce kolum gidecek, sonra gözüm.
- Bizlere gelişi kolayda, bizim.
- Varışımız ne zor imiş A.B ye
-
- Başka devletler öz, bizler elde bir
- Uygulanmış bizlere şiddet, cebir
- Karambola getirip‘te binde bir
- Vuruşumuz ne zor imiş A.B ye
-
- Hangi devletler çıkacak arkayı
- Almasak ta olur A.B markayı
- Onlardayken ipin ucu hırkayı
- Örüşümüz ne zor imiş A.B ye
-
- Hatalarının oluyor aması
- Ara bulur,gönderirler Toması
- Çifte standartlar uygulaması
- Soruşumuz ne zor imiş A.B ye
-
- CANBABA der demek dolmamış çilem.
- Susturuyorlar etsek iki kelam.
- Peki ağam, peki paşam deyip de selam
- Duruşumuz ne zor imiş A.B
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Hüseyin Hüsnü GÜREL
|
Hüseyin Hüsnü GÜREL HAYAT HİKAYESİ |
- ERZİNCAN OVASINDAKİ DOĞALGAZ YATAĞI ÖNEM
KAZANMIŞTIR
- Doğalgaz fiyatlarının anormal ölçüde
artması ve bu artışların devam etmesi ayrıca NABUCCU projesi için
doğalgaz temininde çok büyük güçlük çekilmesi sebepleri ile;
Erzincan ovasındaki zengin doğalgaz yatağı fevkalade önem
kazanmıştır.
- İnternette yayınlanan http://milliservet.blokspot
com Web sitemde Erzincan ovasında Ülkemizin bütün doğalgaz
ihtiyacını fazlası ile karşılayacak ve fazlası ihraç edilecek ölçüde
çok zengin doğalgaz yatağı bulunduğu konusunda bilgiler verdim.
- Bu konuda Devlet Yetkili
Makamlarının ve Kurumlarının ilgi göstermesi istenilmiştir.
- Bu Web sitesinde açıklandığım üzere depremler esnasında Erzincan
ovasında bazı yerlerden çıkan alevler göklere yükselmekte; etraf nur
gibi aydınlanmakta; atmosfer sis bulutu ile kaplanmakta, gökyüzü
kızıl renge bürünmekte; gökte alev ile yanan doğalgaz ısısı ile;
deprem geceleri Erzincan ovasında trilyonlarca m3 çok soğuk hava
ısınmakta; ovadaki donmuş karlar erimekte ve her depremde Ülkemizin
yıllık doğalgaz ihtiyaçlarından kat kat fazla gökte doğalgaz
yanmakta olduğunu; Erzincan ovasında çok zengin doğalgaz yatağı
bulunduğunu; bu gerçekleri doğanın bangır-bangır bağırarak ilan
ettiğini; Malezya ve Endonezya da olduğu gibi Erzincan ovasındaki
fayların içerisinin tıka basa petrol (doğalgaz) ile dolu olduğu
konularında yazılı belgeler ışığında bilimsel bilgiler verilerek;
Devlet Yetkili Makamlarının, Kurum ve Kuruluşlarının bu konuya ilgi
göstermeleri ve yardımcı olmaları istenilmiştir.
- MTA Genel Müdürlüğünün 1/500.000 ölçekli Erzurum jeolojik
haritasında Diyarbakır’ın Hani ilçesi civarında açılan 13 petrol
kuyusunda üretim faaliyeti yapıldığı gösterilmektedir. Bu haritada
Hani, Erzincan ovası ve civarındaki petrol teşekkülüne müsait yaşlı
çökellerin benzer jeolojik yapıtı olduğu görüldüğünden; Erzincan
ovası civarında doğalgaz yatağı bulunduğu bir defa daha bilimsel
olarak doğrulanmıştır.
- TPOA Genel Müdürlüğünün
13.10.2008/3690-019229 sayılı yazıları ile; Erzincan ovası ve
civarında petrol ve doğalgaz arama faaliyetinin sürdürüldüğü
konusunda bilgi verilmiştir. Aradan bir yıl gibi uzun süre geçtiği
halde; Erzincan ovasında varlığı doğa tarafından kesin olarak
belirlenmiş bu doğalgaz yatağı konusunda TPOA Genel Müdürlüğünce
Erzincan Ovasında ciddi arama faaliyeti yapılmadığı ve Genel
Müdürlükçe bu doğalgaz yatağı varlığına inanılmadığı
anlaşılmaktadır.
- Erzincan ovasındaki sondaj ve
artezyen kuyuları ile yeraltından çıkan sular; depremler esnasında
ısınmadığından ve sıcak sular akmadığından; Erzincan ovasında
depremler esnasında trilyonlarca m3 soğuk havayı ısıtan ve ovadaki
donmuş karları eriten ısının gökte yanan doğalgaz ısısı enerjisinden
ileri geldiği kesin olarak belli olmaktadır. Doğa tarafından varlığı
belirlenen Erzincan ovasındaki bu çok zengin doğalgaz yatağını
hiçbir kimse yok edemeyecektir. Depremler esnasında Erzincan
şehrinde ve ovasında bazı yerlerden alevlerin göklere yükseldiği;
etrafın nur gibi aydınlandığı, atmosferin sis bulutu ile kaplandığı;
gökyüzünün kızıl renge büründüğü; deprem geceleri buz gibi soğuk
havanın ısındığı; ovadaki karların eridiği konularındaki gerçekleri
Erzincan depremlerini yaşayan sokaktan geçen hamal efendiler dahil,
bütün görgü tanıkları tarafından bilindiği halde; bu konudaki
gerçekler;
- Devlet Yetkili Makamları, Kurum ve Kuruluşlarınca, bilim
adamlarımızca ve Üniversitelerimizce bilinmemektedir.
- Erzincan depremlerini yaşayan görgü
tanıkları yaşamış oldukları bu gerçekleri; Valilik veya Belediye
Başkanlıkları vasıtası ile; Devlet Yetkililerine, Milletvekillerine,
bilim adamlarına, Üniversitelerimize ve özellik ile Ankara da
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Başkanlığı’na
ve Türkiye Petrolleri (TPAO) Genel Müdürlüğüne bildirildiği taktirde
Erzincan ovasındaki bu çok zengin doğalgaz yatağı varlığı en kısa
zamanda ortaya çıkacaktır. Erzincan şehri ve ovasında, bu konuda
araştırma, soruşturma ve inceleme yapıldığı ve depremi yaşayan görgü
tanıklarıyla bire bir görüşüldüğü takdirde; bu konudaki gerçekler
çok daha iyi anlaşılacaktır. Bu çok zengin doğalgaz yatağı ile
Ülkemiz, halkımız ve Erzincan’ın kaderi değişecek; Devletimiz
doğalgazda dışa bağımlı olmaktan kurtulacak; vatandaşlarımız çok
ucuz doğalgaza kavuşacak; ayrıca, yüz binlerce vatandaşımıza iş
imkanı sağlanacaktır.
- Bu doğalgaz yatağının işletmeye
açılmasıyla; Milyarlarca dolar gereksiz masraf ve israfa neden
olacak Mersin AKKUYU ve SİNOP nükleer enerji santrallarının
yapılmasından vazgeçilecektir.
- Kamuoyuna duyurulur.
-
- İnş. Yük. Müh. (İTÜ-1953) - e.MAİL: hhgure@hotmail.com
- WEB: http://milliservet.blogspot.com
- TEL: 0312.4181237 - 4179051 - 4391925
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
ÜÇ KALEMDEN, ÜÇ AYRI ŞİİR
Bana yazılan şiirlerin kitap halinde
yayınlanması çalışmalarımızın sonuna doğru gelindi
Aşağıda bana yazılan üç şiir var
efendim. Bunlar sırayla;
ANADOLU’NUN SESİ
(Sevgi Eser-Ankara, 2009)
*Prof.Dr. İsa Kayacan hocama ithaftır.
Anadolu’nun sesi, devrilmez koca bir çınarı,
Gücünü katan, teşvik eden, sevgi, selam ocağı.
Araştırma, yazılar elli iki yıllık süvari,
Sayısız kitabın kurdu, vaktinin gönül mekânı.
Bir uyanıştır, bir sedadır, titreyiştir gönülde,
Ruhu asla ölmeyen, eşine duyduğu sevgide,
Bütün bir olgu, meşgale durağı, kutsal bir seyir,
Yılların ayak sesini seriyor gözler önünde.
İSA KAYACAN-Akrostiş
(Melahat Ecevit, Isparta, 2007)
İnsanlar içinde, nadir olansın,
Seni yazmak, onur olur üstadım,
Aşina yanında, koca deryasın.
Kibir nedir, gurur nedir bilmezsin,
Ağzından çıkanlar, sözün incisi.
Yâren hanesine yazar, silmezsin,
Ak kağıda düşer gönül sancısı.
Canâna can telef eden tek cansın,
Acıda, sevinçte, hep arayansın,
Ne yazılsa azdır, bir Kaya-can’sın.
İSA KAYACAN
(Birdal Can Tüfekçi, Dalaman, 2007)
İlim çeşmesinin suyu ondadır,
Gürül gürül akar İsa Kayacan.
Dünya’nın en güzel huyu ondadır,
Örnektir bizlere, İsa Kayacan.
Bunca yıl çalışmış örnek bir lider,
Bir deryadır bilgin, ummana gider,
Burdur seninle hep, iftihar eder,
Bulunmaz bir eşin, İsa Kayacan.
Dostluk yolunda ki, sen meşalesin.
Sevgide rehbersin, ayda halesin,
Şiir ormanında, bir şelalesin,.
Çağlayıp akarsın, İsa Kayacan.
Her zaman her yerde, hep bizimlesin,.
Kocaman yüreğinle, koşar gelirsin,
Yurdun her yerinde basında sensin,
Saygılar sunarım, İsa Kayacan.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
MISRALARIN, SATIRLARIN İÇİNDEN
Şiirlerin mısraları, mektupların,
anlatımların satırları içinden seçtiklerimiz olur bazen.
şiirimizin ustalarından, duayenlerinden Feyzi Halıcı hocanın
Mayıs 2006’da yazdığı, Dergisi “Çağrı”nın Mayıs 2006 tarihli 558.
sayısında yayınladığı bendenize ait dörtlüğü:
DR. İSA KAYACAN (Feyzi Halıcı)
Bir bilgedir Doktor İsa Kayacan,
Sınırsız bir çaba, tekmil heyecan,
Gönülden başarı, sonsuz tebrikler,
Nasıl dayanıyor bu hizmete can?
BURDUR –BUCAK’TAN ÖĞRENCİ MEKTUBU
Gençlerimiz içinde, geleceğimiz
bakımından ümit verenlerin ilk sıralarında yer alan, Burdur Mehmet
Akif Ersoy Üniversitesi, Bucak, Hikmet Tolunay Meslek Yüksek
Okulu’nun 2 nci sınıfında okuyan Ökkeş Analık’tan aldığım bir
mektup:
53 yılın duayen yıldızı, sevgili
hocam İsa Kayacan’a; Size sizi anlatmaya ömür yetmez:
2 ay önceydi, Gaziantep’teydim
İnternette Prof. Dr. İsa Kayacan hocamın yazısını okuyordum. Birden
aklıma, hocamı arayıp tanışmak geldi içimden. Uzun süren
araştırmalarım sonucu hocamın telefonunu buldum ve aradım. Aradıktan
sonra hocam telefona çıktı ve bir anda hayatım değişti.
1 hafta sonra hocamdan telefon
geldi, İsa hocam;, “seninle ilgili bir yazı yazmak istiyorum” dedi.
Duyduklarıma şaşırdım önce sonra hocama şunları söyledim; “Size ne
kadar teşekkür etsem azdır. Bu çalışmalarım lafta kalmıyacak söz
veriyorum dedim. Gazeteci olunmaz yaşanır dedim.” İsa hocam yazdı.
“Geleceğin aydınlığından genç bir ses: Ökkeş Analık” Ben gazete ve
internette çıkana kadar yazıyı görmedim. Yazıyı okuduğumda rüyada
gibiydim. İlk kez gazeteciliğin duayen isimlerinden Prof. Dr. İsa
Kayacan hocam benle ilgili köşe yazısı yazmıştı. Kilis, Ankara,
Burdur, Antalya, Gaziantep ve bir çok ilimizde yayınlandı. Bende ilk
gazeteciliğe adım attığım gün gibi şımarmayıp çalışmalarımı daha da
hızlandırdım.
İsa Kayacan hocama bir teşekkür
borcum var. Bu borcumu da çalışarak ve yazarak yerine getireceğim.
Sevgili İsa Kayacan hocam; Başarılı
ve üretken bir gazeteci olarak, her yazdığımda aynı heyecanı
yaşamayı ve “gazetecilik yarını bugünden yaşamaktır” sözünü hep
yanımda taşıyacağım. Siz bana sadece yardım etmediniz. Gazetecilikte
ilerlememe ve bu güzel yazıları yazmayı öğrettiniz. Aydın bir
gazeteci olarak, sizin izinizden yürüyerek yoluma devam edeceğim.
İsa hocam: Edebiyat ve kültür
bahçemizin bekçisi.
İsa hocam: Gençlerin destekçisi,
Burdur’un vazgeçilmezi, benimse aydınlığımdır.
İsa hocam: Türkiye ve dünyamızın yaşayan efsanesi gönül
penceresidir.
Sevgili hocam;
Yağan yağmurlar vardır, yere düşer
ama ıslanmaz,
Yükselen yıldızlar vardı, hep
yükselen ama düşmeyen.
Yazanlar vardır ama
Size size anlatmaya, yazmaya ömür
yetmez.
(Öğrencimiz Ökkeş Analık, Bucak-Burdur, Ekim 2009)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İÇİN, YABANCILARIN
SÖYLEDİKLERİNDEN:
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu,
Yüce Atatürk için, yabancıların neler söylediğiyle ilgili kısa bir
araştırma ve değerlendirme yapalım efendim:
1- O, Atatürk Türkiye’yi kurmakla
bütün dünya uluslarına Müslümanların seslerini duyuracak kudrette
olduğunu ispat etti. (Muhammed Ali Cinnah, Pakistan’ın kurucusu,
Milliyet Gazetesi, 10 Kasım 1954)
2- Türkiye tarihi, bugün, her
zamandan çok Batı ve Avrupa tarihinden ayrılmaz bir durumdadır;
Atatürk’ün bu yöndeki gayretleri sonuçsuz kalmamıştır. (Charles De
Gaulle Neden – Fransa Devlet Başkanı, Vatan Gazetesi, 10 Kasım 1963)
3- Kemal Atatürk yalnız bu yüz yılın
en büyük liderlerinden biri değildir. Biz Pakistan’da O’nu, gelmiş,
geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz
(Eyüp Han, Pakistan Devlet Başkanı-Cumhuriyet Gazetesi, 10 Kasım
1963)
4- Yakın ve Orta Doğu’da ilk
Cumhuriyet, doğuşunu O’na borçludur. Bu cumhuriyet, birçok ulusun
milli özgürlük savaşlarına ışık tutmuştur. Atatürk’ün yönetimindeki
Türkiye’nin uluslararası otoritesi yükselmiş ve ülkesi dünya
siyasetinde önemli bir rol oynamaya başlamıştır. (Nikita S. Ruşçef-Sovyetler
Birliği Başkanı-Milliyet Gazetesi, 10 Kasım 1963)
5- Atatürk adı insana bu yüzyılın
büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk ulusuna ilham
veren önderliğini, modern dünyayı anlayışındaki ileri görüşlülüğü ve
bir askeri önder olarak kudret ve cesaretini hatırlatmaktadır. (John
F. Kennedy-ABD Başkanı, Hürriyet Gazetesi, 10 Kasım 1963)
6- Kemal Atatürk veya bizim O’nu o
zamanlar tanıdığımız ismiyle Kemal Paşa, gençlik günlerimde benim
kahramanımdı. Büyük devrimlerini okuduğum zaman çok duygulandım.
Türkiye’yi modernleştirme yolunda Atatürk’ün giriştiği genel çabayı
büyük bir takdirle karşıladım. O’nun en büyük hayranları arasında
bulunmakta devam ediyorum (Jawaharlal Nehru, Hindistan Başbakanı,
Gazeteler, 10 Kasım 1963)
7- Yüzyıllar nadir olarak dahi
yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki, o büyük dahi çağımızda
Türk Milletine nasip oldu. (Lody George-İngiltere Başbakanı, 1922,
K.Atatürk ve Milli Mücadele T. 1958-S.508),
8- Savaşta Türkiye’yi kurtaran,
savaştan sonra da Türk ulusunu yeniden dirilten Atatürk’ün ölümü,
yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır. (Winston
Churchill-İngiltere Başbakanı, Tan Gazetesi 18 Aralık 1938)
9- Mustafa Kemal sosyalist değildi.
Fakat görülüyor ki iyi bir teşkilatçı, yüksek anlayışlı, ilerici,
iyi düşünceli ve akıllı bir önderdir. O, soygunculara karşı İstiklâl
Savaşı yapıyor. (Lenin, Rus İhtilâli Lideri, 1921- Tek Adam
1964,S.378)
10- Paşa, size nasıl hayran
olmayayım? Ben Fıransa’da laik bir hükümet kurmuştum. Bu hükümeti
Papa’nın Paris’teki temsilcisinin yardımı ile papazlar devirdi. Siz
ise bir Halife’yi kovdunuz ve gerçek anlamıyla laik bir devlet
kurdunuz. Siz, bu taassup içinde laikliği bu topluma nasıl kabul
ettirdiniz? (Edouard Herriot-Fransa eski Başbakanı-1933-Yazılmayan
Yönleriyle Atatürk,1963, 5.62)
11- Kemal Atatürk için daimi bir
anıt tesisi münasebetiyle Türkiye’ye tebriklerimi arz ile gurur
duyuyorum. O’nun gösterdiği yolda yürüyen büyük ulusunuz çok önemli
başarılar elde etmiştir.(Dwight D.Eisenhower- ABD Başkanı, Anıtkabir
Özel Defteri’nden, 1953)
12- Sakarya Savaşı, Sakarya Zaferi,
yirmi yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar kendi
kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemez
miyim, onun ruhuna bu kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası
aşılayamaz mıyım? (Habib Burgiba-Tunus Devlet Başkanı, Cumhuriyet
Gazetesi, 26 Mart 1965)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
BURDURLU
GAZİ, AĞIR TOPÇU KADEMLİOĞLU İSMAİL BAŞÇAVUŞ
(Yarası sarıldıktan sonra, sedye üzerinde ateşe devam eden,
“Vatana parayla hizmet edilmez” diyerek, ikramiye ve şeref aylığını
almayan, Çanakkale ve İstiklâl Savaşı kahramanlarımızdan;)
Burdur’un Yenice Mahallesinden
Kademlioğullarından Hasan oğlu 1303 doğumlu ağır Topçu Başçavuşu
İsmail Doğaner, Çanakkale ve İstiklal Savaşlarında yararlılıklar,
kahramanlıklar göstererek “gazilik” mertebesine yükseldi. Dört
madalya aldı, adına destanlar yazıldı.
Duygularını zaman zaman şiirle
anlatan İsmail Doğaner 90 yaşında 04.04.1972 tarihinde Burdur’da
vefat etti. 05.04.1972 tarihinde askeri törenle, Burdur
mezarlığındaki 248 parseldeki aile mezarlığında toprağa verildi.
Bazı makale ve
destanlarda “Kademloğlu İsmail Başçavuş” olarak kaydedilmekte olup
“Kademlioğlu” doğrusudur. Esas adı ve soyadı ise: İsmail Doğaner’dir.
Seddülbahir
mıntıkasına topları yerleştirenlerden biri olan, yarası sarıldıktan
sonra sedye üzerinde ateşe devam eden, düşman gemilerinin üzerine
top yağmuru yağdıran, Çanakkale Savaşlarının bilinmeyen yönlerine
ışık tutan kahramanlarımızdan biridir Kademlioğlu İsmail Başçavuş.
Bu satırların
yazarı İsa Kayacan’ın Ocak 1991’de genişletilmiş 2 nci baskısını
yayınladığı “Burdur Hatırlamaları” adlı kitabın 173-188 nci
sayfalarında yeralan Kademlioğlu İsmail Başçavuş’un, tespit
edebildiğimiz aşağıdaki görüşleri, önemlilik ve ilginçlikle
karşımıza çıkmaktadır:
- Çanakkale
Boğazı’ndan geçip, Haydarpaşa’da şekerli kahvelerini içeceğini
hükümetine rapor edenler, denizin dibinde tuzlu kahvelerini
içmişlerdir.
- Türk vatanına göz
dikenlerin gözleri kılıcımızın ucu ile oyulmuştur.
- Nâra Burnu’na
askeriye tarafından bir sefer noktası tertip edilseydi Dumlupınar
Denizaltı Gemimizden 70-80 arkadaşımızı kaybetmezdik. Bunlar masum
katarında şehitlerdir.
- Çanakkale’de
aldığım yarada kalan bir mermi parçası, İstiklal Harbinde Köşk
Cephesinde geceleri düşman üzerine keşif kolu giderken iltihap edip,
geriye sevkedildim. 36 senesinde mermi parçası hak tarafından dışarı
atıldı.
- Alman Batarya
Kumandanına “ateş altında kaldık, siz ateş edin” diye haber verdik
ise de ateş açmadılar. Ateş açmadıklarını Alman Grup Kumandanına
şikayet ettim.
- Yaşım yetmiş,
vücudumda er kuvveti mevcuttur. Elan askerliğe devam etmekteyim.
Ordumuz harbe lüzum gösterdiğinde, yüz yaşıma girsem harbe iştirak
ederim. ORDUMUZA AŞK OLA: Kademlioğlu İsmail Doğaner’in
yakınlarından elde edebildiğimiz ve başlığını koyduğumuz “Ordumuza
Aşk Ola” adlı “Burdur’un Yenice Mahallesinde, No: 29’da” kaydı
bulunan şiiri aşağıda sunuyoruz:
ORDUMUZA AŞK OLA…
Subh-u mesahlarda top başında olanlar
Hatt-ı âlisinden düşmanları bulanlar
Ve (Ulül emri minküm) ayetini tutanlar
Medet Allah, Türk ordumuza aşk ola.
Hakkın divanında olur mu hatır
Nice marifetler kalblerde yatır
Var ise eksiği Hüdam sen yetir
Medet Allah, Türk ordumuza aşk ola.
Bin dokuz yüz ellialtıyı görenler
Hak ile bâtılı tefrik edenler
Doğan erin hakikatini bilenler
Medet Allah, Türk ordumuza aşk ola.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- 10 KASIM
-
- Geldi yine Ata’mızın gittiği o gün
- Onun bizi bırakıp ebediyete göçtüğü
- Sahip olduk mu Onun emaneti olana
- Yoksa savsakladık mı bıraktığını bize
- Ey Vatan evladı dilerek bizlere dedi
- Gençliğe emanetini okuduk mu gereği gibi
- Anladık mı okuduksa da ne dediğini bize
- Tuttuk mu onun bize verdiği büyük emrini
- Hayır, Ata’m! Sana layık olmadık bizler
- Vatanımızı bölmeye çalışırlarken baktık
- Parçalanmaya üç kuruş için çanak açtık
- Gidiyor diyen birkaç kişi azınlıkta kaldı
- Azınlıkların tahakkümü ile eridik bizler
- Maddi, manevi ne varsa sattık savdık
- Atam! Biz senin dediğinin tersini yaptık.
- Şimdi siliniyor “Ne Mutlu Türküm Diyene”
- Dağlarda bazıları küsüyorlarmış diye!
- Küserse küssün bu ne biçim kardeşlik
- Tek taraflı taviz olur mu bizde bir sorsak?
- Özünü bilmeyen kişilerle birlikte gitmek
- Vatanı parçalatan Irak gibi olmaya namzet
- Olduğumuzu görmüyor muyuz ey Türk bak!
- Şimdi Irak kalmadı ırak oldu Araplık
- Geçti yerine bize kendisini kardeş diyen
- Kardeşlikten nasibini almamış ırk
- Vatana karşı silah kullandı dağa kalkarak
- Şimdi düze inmek için taviz istiyor şuna bak.
- Tavizi verende veriyor ses yok Şehit’imin atası
- Anası, çocuğu, babası başka ses yok neden?
- Acaba bizde mi Türk değimli idik de sustuk
- Sadece Ülkede onlar mı vardı biz yoktuk
- Atam! On Kasım’da serzenişimi af et
- Elimden gelen bu neme ile sana müracaatım
- Ben bunu bu sitemde böylece yayınlarım.
- Anlayan anlar bana ne diyemem zamana
- Benden size bu kadar anlayan anlamayana
- Anlatır belki bunu bir zaman sonra onlara
- İş işten geçmez Irak gibi olmaz İnşallah
- Türkiye’m Dünyanın en güzel Vatanı benim!
- 07 Kasım 2009 Çorum 20,25
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- BİLİYOR MUYUZ?
-
- Biliyor muyuz ne yediğimizi biz.
- Biliyor muyuz ne dediğimizi biz.
- Kimi af ettiğimizi biliyor muyuz?
- Kimin ne yedirdiğini irdeliyor muyuz?
- Ne oldu medeniyet denilen canavar!
- Bize neler yedirdi medenisiniz diye
- Neler dedirdi çıkarımız için size
- Yaratanın yarattığını bozan biziz
- Ceremesini çeken gariban kimsesiz
- Bozduk tabiatın yeşilini, dağını, taşını
- Şimdi de yapıyoruz dölsüz tarımı
- İnsanlara yediriyoruz para için bunu
- Genetiği bozulmuş yiyecekler için bizler
- Sıraya giriyoruz Kanser olmak için bizler
- Ucuz olsun da nasıl olursa olsun deriz
- “Beleş olunca mezara bile hemen gireriz”
- Bizlere takdim ettiler hormonu önce
- Yedik pek çoğumuz olduk “obezite” adayı
- Bizde hormonlu olduk şiştik hepimiz!
- Ey halkım! Biz denek miyiz neyiz?
- Yoksa ülkemiz insanı satılık kobay mıyız?
- Kim alıyor bizim üzerimizden denek parasını?
- Kim emiyor bizim saf ve temiz kanımızı?
- Neden sormuyoruz bizler sus pus olmuşuz,
- Üzerimize serpmişler mezar toprağını,
- Neden diyemiyoruz, bizler bunlara neden?
- İşte gençler dikkat edin sağlığımız birlikte
- Sessizliğimizle gidiyor bu güzelim Vatan
- 07 Kasım 2009 Çorum 21,50
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
NE DEMİŞTİ! |
 |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
CUMHURİYET BAYRAMI
Türk
Tarihinin en önemli günlerinden birisi olan 29 Ekim 1923'te Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin Cumhuriyeti ilan etmesi dolayısı ile
kutlandığı, Türkiye'nin önemli Resmî Bayramlarından olan “Cumhuriyet
Bayramı” dır.
Mustafa
Kemal Paşa, Osmanlı Hükümeti tarafından görevlendirilerek, Anadolu
bölgesinde düzeni sağlaması için Osmanlı Devleti'nin onayı ile kırık
dökük bir gemi ile, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. Anadolu’da
bulunan askeri kuvvetleri ve dağıtılmış Türk askeri birliklerini
kontrol amacı ve Türk birliğini korumak için kongreler düzenledi.
23 Nisan 1920 günü Ankara'da Büyük
Millet Meclisi'nde toplandı. Meclis, Mustafa Kemal Paşa'yı "Meclis
Başkanı" olarak seçti. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Büyük
Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Halk ve düzenli ordular
düşmana karşı savaş verdiler, omuz omuza mücadele ettiler.
Kurtuluş
Savaşı zaferle bitmesinden itibaren 1 Kasım 1922'de Türkiye Büyük
Millet Meclisi “Saltanatı Lağvetti”. Padişah Vahdettin "Vatan Haini"
ilan edildi ve yurdu terk etti. 24 Temmuz 1923 tarihinde, Lozan
şehrinde, Lozan Üniversitesi'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi
temsilcileri ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan,
Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya
temsilcileri tarafından Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır.
Bu
antlaşma ile yeni bir devletin temelleri atılmıştır. Fakat Devletin
yönetim biçimi henüz belirlenmemiştir. Bu topraklarda kurulmuş olan
Vatan nöbetini Selçuklu Türk İmparatorluğunun dağılmasına yakın
zamanda kurulan Osman oğulları Beyliği kurulmuştur. Bu beyliğin
devamı olan Osmanlı İmparatorluğu'nun da süresini doldurması ve
dağılması ile birleşen ve işgal devletlerine karşı kazanılan Türk
Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası, Mustafa Kemal Atatürk'ün
önderliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından; Türkiye
Devleti'nin Misakı Milli sınırları içinde bir Cumhuriyet olduğu 29
Ekim 1923 tarihinde ilan edilmiştir.
Hepimiz bu bayrama sahip çıkacak vatan
evlatlarını yetiştirmek ile görevliyiz. Bu vatanı bize emanet eden
Atatürk’ün “Gençliğe Hitabını” sık sık okumalı ve gençlere ne demek
istediğini anlatmalıyız. Bu Vatan binlerce yıldır Türk egemenliğinde
kalmış ve ilelebet de Türk egemenliği’nde kalacaktır.
“Ne Mutlu
Türküm Diyene” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği yoldan bizleri
saptırmak isteyen bedbahtların çıkacağı ve kişilerin ülkeyi
satacağını ve düşmanın çizmeleri ile çiğneneceğini gören kişi yine
yanılmamıştır.
Arkadaş; Yurdunu yabancıya çiğnetme.
Ülkeni başka adlarla bölgelere ayırma çabalarına karşı çık. Bu ülke
senin ülken sahip çık.
29 Ekim
Bayramınızı kutlar ülkemizin ve bizim nicelerine ermesini dilerim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- BU VATAN BİZİM
-
- Bu vatan bizim Ey Türkoğlu Türk!
- Uyan artık uykundan sen;
- Üzerindeki ölü toprağını silk.
- Gözlerini para pul ile boyayanları
- Gör artık bunları iyi tanı;
- Bunların kim olduğunu söyledi
- Mustafa Kemal Atatürk;
- Oku onun gençliğe hitabını!
-
- Ülkeme Dostuz diye yaklaşanlar,
- Ülkemi kime neye pazarlarlar?
- Bu pazarladığın vatan senin mi?
- Bu Vatan Türkiye Türkün mü?
- Sen Türkiye’de yaşar isen,
- Türksün bunu bilmez isen,
- Sen ki Türkü sevmez isen
- Bu ülkede bulunman neye ki?
- Bana ne istiyorsun açık söyle!
-
- Sana öneriliyor sınırlar,
- Osmanlı Devletisin diye,
- Geçmişteki sınırları mı?
- Geçti onlar inan öyle.
- Sana oraları verelim diyenler
- Elinden alanlar onlar değil miydi?
- Şimdi sana vaat edeler
- Bunlar değil miydi çabuk söyle!
- Vaat ettikleri toprakta
- Bulanların içinde var biri
- Önce onun ortadan kalması iste
- Sonra sana verileni kabul eyle.
- Sonra seni onlar yok ederler,
- Ağzına sürdükleri bir parmak balı
- Sonra kustururlar batman ile
- Ey Türk Vatanının sahipleri
- Gitti gidiyor derler iken
- Sahipsiz olmasın ülken
- Sahip ol vatanına sen!
- Vatan elden gitmez iken!
- 14 Ekim 2009
-
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- TÜRK’ÜM, DOĞRUYUM
- Ulu’l-emr (yönetim-hükümet)
tarafından “milli birlik ve kardeşlik projesi” biçiminde
açıklanıp-tanımlanan ve asıl adı “demokratik açılımlar” olan eylem
plânının en başında “Kürt açılımı” yer almaktadır. Bunu; Irak,
Ermeni, Rum-Yunan, Kıbrıs, İsrail, AB gibi evrensel; Dil, din,
demokrasi, hukuk, ahlâk, anayasa, Alevilik vs., mahalli-yerel, sözde
bilimsel, ekonomik-sosyal kültürel açılımlar izliyor. İş bu
açılımlarda gözlenen tek ve yegâne temel nosyon “orijinal be
objektif” olmamaları; Her birinde hâkim unsur mürailik, iki
yüzlülük, yapaylık, sanallık ve zorlama! Üstelik her açılımın
kendine özgü takipçi, iddiacı ve sav’cısı belirli lobiler var.
Bunlar arasında en dikkat çekeni; çok sinsi ve kurnazca ‘milli
birlik-kardeşlik teranesi’ ardına sığınıp-saklanarak, esasta Kürt
kisvesi ile Ermenicilik yaptığı ayan ‘GDO-AB’ damgalı dönme,
devşirme, koza ve kriptolar. Her biri elli yıldır kamuoyunda iyi
tanınıyor. Tanınma nedeni ise: Mâ-aile ‘Türk milleti ve devletinin
başına atılan” her taşın altından çıkmaları. Tüm kirli ellerin,
menfur emellerin ve belaların patentli sahibi olmaları.
- EYLEMLERİ KARAKTERLERİNE UYANLAR
- Bu güruhun lâğım çukurlarının bile
kabulden hayâ edeceği iğrenç sicilleri var.
- Kimlik ve kişilikleri karakter kavramına ters; Ahlâken tam bir
çöküntü içindeler.
- Bilumum rüşvet, iltimas (my bradır işleri) ayırma-kayırma
(hamili kart, kardeş-yoldaş meselesi), görevi kötüye kullanma,
hırsızlık-yolsuzluk, gasp-irtikap, suiistimal, organize çıkar
örgütçülüğü (yol arkadaşlığı), anarşi, terör-tedhiş taşeronculuğu
(bu kisve altında uyuşturucu, beyaz kadın ve insan-köle tüccarlığı,
kiralık katillik, GDO, tohum, hormon, ilâç, ilâh ve silâh
lobiciliği) ve ticari particilik (siyaset simsarlığı) ile din
tüccarlığı yapanlar hep bu güruhtandır.
- Bunlar, benzerleri, yardım ve yatakçıları Türk halk lügatinde
“domuz” olarak nitelenir.
- Zira bu gelenekte: ‘devletin malı deniz’, ‘hırsızlar ve
yolsuzlar domuz’dur”
- Bahusus güruhun en nefret ettiği
“şey”: DOĞRULUK ve DÜRÜSTLÜK!…
- Bu nedenle 2009 yılı başından itibaren “AND’IMIZ” a fena
taktılar.
- Merhum Dr. Reşit Galip tarafından
yazılan ve Mustafa Kemal Atatürk tarafından uygun görülerek, tasdik
ve tasvip edilen ve bütün okullarda okunması emredilen milli AND.
- *Türk’üm, Doğruyum, Çalışkanım!..
- BİR İHANET VE MENFUR TEŞEBBÜS
- Dahili bedhah, dönme, devşirme, koza
ve kriptolar öncülüğünde;
- 'Andımız kaldırılsın’ başvurusu:
- “Diyarbakır'da mazlum-der ile bazı
kimseler, okullarda her sabah okutulan "Andımız" ın kaldırılması
için Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvurdu.
- YANDAŞ-YOLDAŞ MUTLULUĞU
- Müteakiben hadise, akredite
dediğimiz; Türkiye’de yayınlanan ‘yabancı medya’da, buna paralel
‘kartel gazetelerinde’ yer aldı. Nesebi bozuklara “mevzii” olsun
diye kasten tahsis edilen köşelerden vaveyla yükselmekte gecikmedi.
“Evet, evet, ne demek Türk’üm, doğruyum, çalışkanım! Ardından dağa
taşa yazılan, Kürt’ün gözünün içine sokulurcasına “Ne Mutlu Türk’üm
diyene” demek de çok yanlış! Bir üniter devlette olmaz böyle şey,
antidemokratik bunlar, hem de şoven, açılımların özüne, ruhuna,
amacına aykırı bunlar!
- Sonra ‘hiç umulmadık ve beklenmedik bir biçimde” MİLLİ eğitim
bakanı: “Konu elbette tartışılabilir” dedi. Ne yazık, ne ayıp ve ne
büyük bir talihsizlik bu! Haklı ve doğru tepki gösterenlerin
sesi-soluğu boğuldu. Yazılmadı, yazdırılmadı. Ekranlar
vatanseverlerin ve milli devlet yanlılarının yüzüne kapandı. İhanet
şebekeleriyse aylarca gündemden düşmediler.
- NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE
- Bir kere, “Ne mutlu Türk’üm diyene”
vecizesi orijinal değil, soyutlama, aslı şöyle:
- “TÜRK Demek: Türk’çe düşünmek, Türk’çe konuşmak ve Türk’çe
yaşamaktır. Ne Mutlu Türk’üm Diyene” Sözün özü ve aslı bu. (Bak:
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu / MNS)
- Vecizenin aslına ve orijinaline 1960
sonrası hiçbir yayında rastlayamazsınız.
- Atatürk’ün 1924 (1928) Anayasası ile
eser, hizmet ve inkılâpları da perdelenmiş; DP tarafından, 1938-1950
fetret devrinden sonra tekrar canlandırılan ve hayata geçirilen
“Milli Rejim Kemalizm” , gizlenen, hafızalardan, hayattan ve
tarihten silinmeye, inat, ısrar ve özenle unutturulmaya çalışılan
bir rejim haline gelmiştir.
- AĞA BABALARINDAN ÖRNEK
- İşte size menfaatleri uğruna
'analarını bile satarlar' denilen, de’Facto haymatlos ve fiili
primitiflerin hayran olduğu, 72 buçuk milletin yaşadığı, kamusal
alanda İngilizceden başka bir dil kullanmanın yasak olduğu ABD’de
her sabah “ilk, orta ve liselerde” söylenen AND:...
- "I pledge allegiance to the flag of the United States of America,
and to the Republic for which it stands: one Nation under God,
indivisible, with Liberty and Justice for all" Yani: “ABD'nin
Bayrağına ve o bayrağın simgelediği Cumhuriyete sadakat için AND
içiyorum. Herkes için özgürlük ve adaletle, Allah'ın gözetiminde,
bölünmez – tek vatan" ABD kaç yaşında? 233; Osmanlı: 624, ya TC:
86, ayıp, ayıp, utanın biraz!..
- NE TÜRK VE NE DE DOĞRU-DÜRÜST
- Yukarda verdiğim örnekte açıkça
görüleceği üzere; Neseben ve asaleten Türk, bilhassa Müslüman
Türk’lerde “insan’a ve insanlığa aykırı” bir eylem, cürüm, teşebbüs
ve yüzkarası suç temayülü yoktur. Çünkü, genelde zekâ düzeyi çok
düşük primitif varlıklar, kripto-koza, dönme-devşirme,
mason-misyoner ile Sırp-Rum-Yunan, Ermeni ve kompleks içinde
kıvranan Bulgar halkları gibi kronik Türk-İslâm düşmanlarında çokça
ve sıkça görülen bir hastalık bu.
- Dolayısıyla “dâhili bedhah” (iç düşman) dediğimiz uzantılarının
huyudur kötülük.
- Sosyolojik bir vakıa, ama gerçek!
- Ülkemizi Gümrük Birliği tuzağına
atmada acele ve öncülük edenler dönmedir.
- NEDEN? ÖNCELİKLE 301 VE CMUK!...
- Bunu bir düşünün!..
- Neden AB en çok CMUK üzerinde durdu?
- Niçin Türkiye, en ağır ve amansız
dayatmalara CMUK nedeniyle maruz kaldı.
- Hatta bu uğurda ağır cürümler ve cinayetler işlendi?
- Ve nihayet: Ölüm cezası niçin
kaldırıldı bir düşünün!..
- Tabii bu bağlamda “AB yanlısı
olmanın” ne anlama geldiğini de…
- Türk insanının anlamakta çok güçlük
çektiği bir meseleyi daha düşünün lütfen.
- Milliyetçi (nasyonal) bir parti
(MHP) nasıl AB yanlısı (enternasyonal) olabilir?
- Ya millet enayi yerine konulup, fena
halde kandırılmakta ya da “amansız” bir oyun oynanmaktadır!....Ne
dersiniz? = Türk; Öğün, çalış, güven!...
-
-
-
- e.POSTA : gercek.demokrat@hotmail.com
- WEB : http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com,
- POSTA : PK, 118 [ 06 442 ] Yenişehir/ANKARA
- NOT : Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına
izinlidir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- İT ÜRÜR, KERVAN YÜRÜR
- Önce “ATA” sözünü iyice araştırdım.
Bulgular şöyle:
- 1. Kökeni Kumuk Türklerine kadar
dayanan, orijinali "İt haplar, kervan geçer" olan çok güzel bir Türk
atasözüdür. İlk kez 1600’lerin başlarında Muhammed Şeybâni Han'ın
Divan adlı eserinde yer almıştır. "ne kadar hır gür çıkarmaya, engel
olmaya çalışsalar da cürümleri yetmez, bu isler olacaktır" anlamına
gelir. (İnternet: zamane sözlük)
- Burada ‘it’; yasa, usul, ahlâk ve kural dışı, gelenek ve düzen
karşıtı suç odaklarını;
- Kervan: Meşru ve hukuki, kurumsal düzeni, yani “devlet” i
simgeler.
- 2. 2007 Eskişehir mitinginde RTE
muhalefeti eleştirirken: “Onlar çok konuşuyor ama biz çok iş
yapıyoruz, içiniz rahat olsun, kervan yürür, kervan yürür!..”
diyerek muhalefete meşru yoldan hakaret etmiş ve kalabalığın
bilinçaltına "içinizden biriyim" mesajını vererek seçmenine seçmen
katmıştı. (İnternet: İTÜ sözlük)
- Örnek analiz edildiğinde; Alın teri,
el emeği-göz nuru ve bilek gücüyle çalışarak helâl kazanan,
vergisini veren, namuslu-dürüst, ilkeli, onurlu ve sorumlu hayat
süren “iyi insan ve iyi vatandaşlar” kervan ehlini; Yalan-talan,
soygun-vurgun, polemik ve demagoji takımı ise iti, yani güruhu
temsil etmektedir. 2008 -2009 küresel ekonomik krizi çıkaranlar da
bunlardır.
- Şimdi atasözünü ‘din, iman-itikat, hak ve hakikat’ miyarına
(ölçeğine) vuralım. Ortaya çıkan fotoğraf şu:
- Ana ve evrensel yasalara özenle
uyan, adalet ahlâkı ve hukuk bağlamında meşruiyet kespeden, kul
hakkı ve haramdan şiddetle, mutlaka kaçınan “Namuslu, Dürüst ve
Demokrat” kesim “hak yolunda yürüyen” kervan; Başta kene, sülük,
vampir, bit-pire ve domuz misal (yasa ve ahlâk dışı) mazarrat “it”
güruhundandır.
- Şimdi bir örnek daha:
- 3. Gerçek yaşama bakıldığında
dünyanın en güzel atasözü. Bakarsınız mahalle, sokak, hatta
apartmanınızda bazı tipler vardır. Siz kendi başınıza yaşamak
istersiniz, sevdiklerinizle parkta, bahçede gezer oynarsınız. Derken
bunlar türer gelir, onların farkına bile varamazsınız. Size taş
atarlar, lâf atarlar. Adam sanıp siz de taş atarsanız, attığınız
taşa yazıktır. Atmazsanız durmazlar. Durmadan bulaşırlar yağlı kara
gibi. Gene taş atar. it gibi ürür dururlar. Yapılması en doğru
hareket kervanı devam ettirip melâneti yok saymaktır. İşte zurnanın
zırt dediği yer burasıdır. Bu itleri yok saydın mı bu sefer, it
sürüsünü toplar ve dalaşmaya başlarlar.
- Bozacının şahidi şıracı hesabı
birbirlerinin yalakalığını yaparak, sürü sepet saldırırlar. Ha,
akıllı insan ne yapar? Bunları kaale almaz. Bırakır havlayan
havlasın. Eh, itin ağzı torba değil ki büzesin. Eğer illa
havlayacaksa susturamazsın. Lâf yetiştirmek adına öğrenmemişsin ki,
bu saatten sonra it' çe öğrenecek değilsin! Sen kendi yoluna devam
eder gidersin. Doğrusu kervanın selameti için, “İte dalaşmaktansa,
çalıyı dolaşmak” evlâdır. (İnternet: Eksi Sözlük)
- YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE
- Yukarda açıklanan ve örneklenen
atasözümüzle adeta birebir ötüşen, onu tamamlayan ve bütünleyen bir
atasözümüz daha var: “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe”
- Anlamına gelince:
- 1. Büyük bir zafer için her
tehlikenin, hatta ölümün göze alındığını belirtir, sonunda büyük bir
başarıya ulaşmak için yok olma tehlikesi bile göze alınır. (Viki
sözlük)
- 2. Ya devlet başa, ya kuzgun leşe'
demişler. Devlet başa geçmezse leş kargaları ortaya çıkar..Devlet
Milletimizin güvenliğini ülke asayişini sağlamak
zorundadır..yaklaşık 5 yıldır asayiş ve güvenlik önemsenmemekte ve
kap, kaç-kurtul anlayışı hakim olmuştur..Ayrıca, devletin başına
'Devlet' gelmez ise, ya 'Devlet' başa ya kuzgun leşe.
- KERVAN, “ADALET” VE “MEDENİ SİYASET’İ” SİMGELER
- Hukuk hikmetle (iyilik, insanlık,
hakkaniyet), kervan meşruiyet ve adaletle kaimdir
- Başta Türk’ler olmakla, vahiy kaynaklı dindar yahut lâik; hak ve
lâyıkıyla “hüküm-hikmet” üzere devlet, millet ve yönetimlerde
“medeni siyasette” gelenek ve gerçek budur.
- Devlet, adalet ve faziletle (hükmeden yönetim) baştadır,
iktidardır;
- Kuzgun (soyguncu-vurguncu, bozguncu)
it’ler ve kuduz köpekler leş’tedir.
- İt (kötüler, harici ve dâhili bedhahlar) ulur, kervan (devlet)
onur ve erdemle yürür.
- Ürüyenlerin, kervana yürüyenler arasından taraftar, yandaş ve
yoldaş bulması büyük bir felâket; kervan Türkiye devlet’tir;.icrayı
kullanan hükümet; Her konuda ve mutlaka adaletli, itlere karşı daima
tedbirli, temkini-mukavim ve teyakkuz halinde olmaya mecburdur.
- EBED-MÜDDET DEVLET:
- Amerika da çocuklar her sabah AND
içiyorlar. Anaokulundan Lise sona kadar tüm öğrenciler sabahları
ders öncesinde, ayağa kalkarak hazır ol’da şu yemini ederler:
- “I pledge allegiance to the flag of the United States of America,
and to the Republic for which it stands: one Nation under God,
indivisible, with Liberty and Justice for all; Amerika Birleşik
Devletleri'nin bayrağına ve o bayrağın simgelediği Cumhuriyete
bağlılık ve sadakat için AND içiyorum. Allah’ın gözetiminde herkes
için adalet ve özgürlük. Bölünmez, tek vatan Amerika" 233 yıldır
bunu yapmaktadır. Anayasalarının nihai hükmü de: “Ya, Amerika’yı
seveceksin ya da defolup gideceksin”
- Halbuki “TÜRKÜM DOĞRUYUM ÇALIŞKANIM”
biçimindeki andımızın yanlış ve aykırı olduğunu tartışacak kadar
alçaklaşır, köpekleşir, bir güruh olur, ama “it ulur, kervan yürür”.
Devlete ve halka silâha çekmedikçe, polise taş atmadıkça,
hırsızlık-yolsuzluk, anarşi, terör-tedhiş yapmadıkça “itin ürüme
hakkı” vardır. Bu “hayvan hakları ve demokrasinin” doğal gereğidir.
Devlet, hayvan haklarına ilişkin mevzuat ikame ederek bunların da
hakkını korur. Ama güruhun “insan hakları” dernekleri oluşturarak
ağır istismarları yanlıştır.
- Bunu AB veya ABD’nin it’leri yapabiliyor mu? Asla ve kesinlikle
hayır!. Üstelik dünyada ne kadar ırk, din, dil ve inanç unsuru varsa
ABD’de hepsi var.
- AB ülkelerinde de durum Amerika’dan
farklı değil. Sokaklar bin türlü ırkla dolu.
- ABD VE AB’DE BAŞKA NE VAR?
- Meselâ ABD’de gerçek anlamda
demokrasi, hukuk ve bütün kurum ve kuruluşlarıyla (kendi
vatandaşları için) adalet vardır. Kimse polise taş atamaz, itiraz
edemez, el aldıramaz, ABD Kızılderili, İNKA veya AZTEK katliamı
yaptı diyemez. Suç işlemek, vergi kaçırmak, yolsuzluk ve suiistimal
‘devlet hariç’ herkse yasaktır. Devlet ise kendi ülkesinde suç
işlemez, ülke dışında bütün Amerikalılara suç işlemek serbesttir.
İçerde idam cezası ve adalet vardır. Polis iyi çalışır. Hukuk işler.
OYSA AB’de ölüm cezası yoktur. Başta Türkler olmak üzere bütün
yabancıları yakarak, işkenceyle veya hapiste öldürmek serbesttir.
Yabancıların birbirlerini öldürmelerine, sömürmelerine ve işkence
etmelerine de karışmazlar. Yeter ki, asli unsura halel gelmesin.
Batıda, ABD’de olduğu gibi demokrasi de yoktur. Türkiye’ye nazaran
bir tane bile lâik devlet yoktur. Örneğin bütün Avrupa da “milli
dil” dışında, parklar ve bahçeler dâhil asla başka bir dil
konuşulamaz. Avrupa’ya gidecekler önce dil kursuna gitmek
zorundadırlar. AMMA LAKİN! Bize göre Amerika ve AB, aşırı
milliyetçi, şoven, dindar ve anti-lâik (gerici, mürteci ve yobaz)
olduğundan, dünya nüfusunun üçte ikisini sömürür, milletleri
diledikleri gibi böler-ayırır, birleştirir-üleştir, insanlar ve
halkların kaderleriyle diledikleri gibi oyun oynarlar. AB konseyi
insan hakları komiseri Alman T. Hammarberg “Ne mutlu Türk’üm diyene”
demeyi ayrımcılık olarak niteler. Buna Türkiye’deki it’ler çok
sevinirler! İşte, Kürt sorunu, Alevi sorunu ve dersim isyanını
bastırma yerine “katliam” diyenler bunlardandır.
- NİÇİN?.. İliklerine kadar
sömürdükleri, kaderleriyle oynadıkları, böldükleri ve parça-parça
ettikleri devletlerde hak, adalet ve hukuk olmadığı için. Tıpkı Lord
Curzon’un Lozan da İsmet’e dediği gibi, şimdi kuduz it’ler ürümekte,
kuzgun leşe çullanmakta, kervan acizlik ve şaşkınlık içinde
bocalamaktadır. Oysa Türk Devlet-Millet geleneği: Kul hakkı, adalet
ahlâkı, fazilet derecesinde Cumhuriyet ve tam demokrasi; Sorun
bunların tebahur etmiş olmasıdır.
- Bu gelenek 27 Mayıs isyanıyla
çökertilmiş; Yürürlükten kaldırılan Atatürk anayasası ile Milli
devlet ve milli siyaset çökertilmiştir. İmar-inşa, “Temiz Eller” ile
mümkündür. ..
-
- e.POSTA : gercek.demokrat@hotmail.com
- WEB : http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com,
- POSTA : PK, 118 [ 06 442 ] Yenişehir/ANKARA
- NOT : Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına
izinlidir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- TABİATIN LANETİ
- Ancak, yıllardır amansız
hastalıklara neden olan, insanları zayıf düşüren, dirençlerini
(antikor özelliğini) kıran, madden-manen büyük zaaf, bedensel-ruhsal
hasar ve tahribata neden olan hormonlar ile; Yahudi tekelinde kronik
kanser misali; ‘kimyasal-biyolojik savaş’ unsurları bağlamında
ülkemizi saran, insanlarımız, ürünlerimiz, tarım-toprak, su ve
ziraatımızı alçakça sabote edip, olumsuz etkileyen tohum konusu
ilişkilendirilerek birlikte ele alınmalı ve işlenmeliydi. Maalesef
öyle olmadı. Ama buna da şükür.
- Lütfen hatırlamaya çalışınız! Aziz
Nesin ne demişti?
- “Bu ülkede yaşayanların yüzde 60’ı
geri zekâlı ve aptal!..”
- Aziz Usta bunu söylemeye söyledi,
mahkemelik de oldu ama sebebini söylememekle çok büyük bir haksızlık
yaptı millete. İşin garibi soran da olmadı. Ama biz, şahsen sormamış
olsak da, soranları ve cevabını alanları bulduk, bildik, öğrendik..
- Sebebi: 1963’den günümüze giderek
yoğunlaşan-yaygınlaşan hormonlu gıdalar!..
- İlk izin verenlerin, Atatürk’ün
kurduğu (Tohum, fidan, hayvan vd) Islah İstasyonlarını kapatanların
ve et, süt, meyve, sebze ‘besin-gıda maddesi” namına ne varsa hepsi
dahil içine hormon katanların Allah belasını versin! Usul ve
füruğlarına, dahili bedhah (iç düşmanlar) ve harici patronlarına
lânet olsun. Sözde bilim adına bunlara arka çıkanların tamamına da…
- GDO VE HORMON TEPKİSİ
- Hormonlu gıda ve GDO katkılı
ürünler, antikor oluşumunu önlemekte ve hastalıklara karşı vücut
direncini sıfırlamaktadır. Bu nedenle, DSÖ verilerinin de açıkça
gösterdiği gibi dünyada hastalıklar hızla artmakta, Tıp bu artış
karşısında aciz kalmakta, milletlerim milli gelir ve servetlerinin
en büyük bölümü ise bu durumda sağlığa gitmektedir. Sağlık ve ilâç
sektörü ise, büyük ölçüde virüs üreticilerinin elindedir. Yani GDO,
suni tohum ve hormon imalatçılarının; Yani, İlâh, İlâç ve Silâh
tüccarı vampirlerin elinde…
- BİR KAÇ ÖRNEK:
- 1. Ülkemizin sağlık (sektör, ilâç,
alet-edevat, teknik donanım ve tahkim) harcamaları toplamı 50 milyar
Dolar/YIL olup; Sosyal Güvenlik yatırım, prim ve idame harcamaları
buna dâhil değildir. Üstelik bu 50 milyar dolar tutarındaki miktar
bütünüyle gâvura gitmektedir.
- 2. Yabancı sigara üretim ve
satışından önce ülkemizde “sigaradan ve sigaraya bağlı”
hastalıklardan ölenlerin sayısı yılda ortalama 15-20 bin iken; Şimdi
bu rakam yılda 120 bin kişiye ulaşmıştır. GDO, programlı tohum ve
hormon kaynaklı ölüm ve hastalık sayısında ise akıllara durgunluk
veren bir artış vardır. Bunu anlamak için 1963-2009 dönemine ait
“nüfus ile mukayeseli” hastane, hasta, yatak ve ex sayılarına bir
bakmanızda zaruret vardır.
- Aşağıda, başta GDO konusu gelmek
üzere, buna mümasil, insan sağlığı, doğal bitki varlığı ve bu alanı
etkileyen faktörler hakkında mükemmel bir çalışma ve araştırma var.
*
- Asla kafa karışıklığına yol
açmayacak, son derece net, objektif ve orijinal bilgi, bulgu, tespit
ve tavsiyelerle tahkim edilmiş “bu” değerli çalışmayı; Konjonktür
gereği aydınlatma görevimizin bir parçası olarak bilgi ve
görüşlerinize sunuyorum.
- GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR MI???...
- Uygarlığın son yıllarda gösterdiği baş döndürücü
gelişmeler, önceleri imkânsız görülen amaçların ve hedeflerin
belirlenmesini, onların şekillenmesini etkilemiş, günümüz
koşullarında farklı yaşam biçimlerinin insan eliyle oluşmalarına yol
açmıştır.
- Başka bir deyişle, insanoğlu, doğaya
bir ölçüde müdahale etmeye başlamıştır. Bilimsel gelişme ve insanın
doğaya müdahalesi, belki de bundan sonraki tartışmaların odak
noktasını teşkil edecektir. Var olan teknolojiler ve bunların
insanlığın geleceğindeki rolleri konusu ise, tüm dünyada temel
tartışmaları da beraberinde getirmiştir.
- Son günlerde basın ve televizyon
kanallarında, daha önce son derece sağlıklı görülen bir katkı
maddesinin yasaklanmasına, yada, insan sağlığı adına tedavi amaçlı
kullanılan farmasötik (ilaç formunda) bir ürünün sakıncalarının
ortaya çıkmasına dair haberlerin ciddi anlamda yoğunlaşması dikkat
çekmekte ve ürkütücü boyutları gözler önüne serilmektedir.
- Yıllar boyu sağlık için tüketilen onlarca çeşitli
(doğal olmayan) maddelerin yarattığı riskler, üreticileri çok da
fazla üzmüş veya ticari kaygıların ağırlığı açısından, standart
insanların vicdani sorumlulukları kadar bile etkilemiş gibi
görünmemektedir.
- Bu tavır sürmekte ve insanlar
tarafından beslenme yoluyla alınan her türlü ürün için, birbirine
zıt iki farklı anlayışı karşı-karşıya getirmektedir.Kabul
edilmiş,yıllarca denendiği için risk değerlendirilmelerinde sorun
yaşanmamış, yeni gelişmeleri ve mevcut metodolojiyi savunanlarla,
belirlenen süreler için gerekli etkileşim analizlerini yaparak çok
yeni atılımları öngören modern moleküler biyoteknolojiyi savunanlar,
tamamen karşıt görüşler ileri sürmekte ve mücadele etmektedirler.
- Mevcut teknolojileri ve doğal yöntemleri
benimseyenler için, genetiği değiştirilmiş organizmalar, (GDO)
onlarca yıl sonra ortaya önlenmesi, aşılması mümkün olmayan risklere
ve sağlık sorunlarına neden olabilir endişesi ile zaten sıcak
karşılanmamaktadır. Genetik alanında sağlanan olağanüstü gelişmeler
ve bunların günlük gıdalarla sürekli tüketilir olması, bir
zamanların korku filmlerine konu olan frankenstein (frankenşıtayn)
türü varlıklar veya metabolizmalar oluşturması riski yüzünden
genellikle reddedilmektedir.
- Sigaranın kanser riski bile onlarca
yıl sonra ortaya çıktığına göre, bakış açısı ile ilgili olarak, hak
vermemek elde değildir. Modern moleküler biyoteknolojiyi
savunanların, çeşitli kültür bitkilerinin genetik şifreleri ile
oynayarak ve aslında bitkilere, bitkilerden değil de, çeşitli
mikroorganizmaların genlerinden alınan molekülleri monte ederek
sağladıkları avantajlar cazip görünmesine rağmen “hayvanlaşmış
bitkiler” ortaya çıkmaktadır.
- Süreç içinde hangi olumsuzlukların
yaşanacağını tahmin etmek bile bazen çok zorlaşacaktır. Kanser
tedavisi için kullanılan ilaçların tedavi etmesi gereken kanseri
geliştirdiğinin tespit edilmesi, normal ve kabul edilir deneme
sürelerine rağmen ortaya bu sonucun çıkması, bitki genlerine
bitkisel olmayan moleküller monte edilmesine karşı çıkanların
ellerini doğal olarak güçlendirmiştir.
- Genetiği değiştirilmiş
organizmaların gerekliliğini savunan üreticilerin savları ise,
genellikle, daha yüksek verimlilik, zararlılardan etkilenmeyen veya
zararlıların etkisine daha az maruz kalmış en düşük hasarlı ürün
elde edilmesi, hızla artan dünya nüfusu gibi konulardan bahsedilerek
desteklenmektedir.
- Çeşitli ürün yelpazelerinde yapılan
deneyler sonucu alınan neticeleri savunarak, bu şekilde yapılan
üretimin gelecekte tek çıkış yolu olarak gösterilmesi ve bunda ısrar
edilmesi gibi, belki de kabul edilebilirliğini iyice zorlaştıran bir
yaklaşımla sunulması, bu ürünlerin, şüphe edenleri tatmin etmekten
uzak bir görünüme bürünmesini sağlamaktadır.
- Dünya Sağlık Örgütü araştırmalarında
hastalıkların % 72 kaynağının beslenmeye bağlanması, bu açıdan
baktığınız zaman ürkütücüdür. Bilimsel gelişmeye karşı çıkmak ve
çeşitli buluşları reddetmek, düşünen üreten insan için asla mümkün
değildir. GDO larla ilgili çalışmalar ve onları geliştirip insanlığa
sunan modern moleküler biyoteknoloji şaşırtıcı bir hızla mesafe
almakta, radikal bazı değişimleri de beraberinde getirip
güncelleştirmektedir.
- Son derece karmaşık, kontrolü güç,
hassas ve titizlik gerektiren bir dizi teknoloji uygulamalarıyla
elde edilen bu ürünler esas itibarıyla ‘genlerle oynamayı’
gerektirmektedir.
- Tarihe baktığınız zaman mucitlerin
yaşamlarını pek zengin olmadan sürdürdüklerini, başka bir deyişle,
buluşların kabul edilmesinin öyle kolay bir iş olmadığını biraz da
üzülerek izlersiniz. Çünkü teknoloji ve gelişme, sıradan insanlar
için, takip edilebilir veya hemen algılanabilir konular değildir.
Bir yeniliği takdim edersiniz.
- Onlarca yıl geçtikten sonra değeri
anlaşılabilir.
- Geçen süre insanlık adına kayıp
hanesine yazılması gereken ve paranın satın alamadığı tek şey olarak
öne sürülen zamandan başka bir şey de değildir.
- Son 25 yıl içinde ortaya çıkan
genetiği değiştirilmiş ürünlerin de böyle bir süreç yaşaması son
derece doğaldır. Bilim adamları ile sıradan vatandaşların aynı
konuya çok farklı bakmaları normaldir, mümkündür. Arada ise diğer
gelişmelerden farklı bir risk faktörü vardır. Söz konusu olan
materyalin etkileyeceği ve belki de geri dönülemez hasarlara yol
açacağı varlık, bizzat insanını ta kendisidir.
- O halde, konu tamamen insan
varlığının geleceği ile ilgilidir. Yanlış beslenmenin, sadece
insanların oluşturduğu çevre kirliliğinin, doğal olmayan gıdaların,
doğal olup da bilinçsiz yemek hazırlama metotları ile aslında
yenmeyecek duruma getirdiğimiz gıdaların ve diğerlerinin insan
varlığına yönelttiği tehditler gözden geçirilirse, geleceğimiz
adına, her türlü teknolojik gelişmeyi daha çok araştırıp, ince
eleyip sık dokumamız gerekmektedir.
- Başka bir açıdan baktığımız zaman
ise durum gerçekten çok ciddidir.
- Aynı konuda, bilim insanlarının bu
seviyede farklı düşündükleri ve taban-tabana zıt görüşlere sahip
olarak ısrarcı tutum takınmaları olağan bir durumdan çok öte,
gerçekte ise acıtıcıdır.
- GDO lu ürünlerin Dünya Ticaret
Örgütün’ün (DTÖ) baskıları ile bu kadar yaygınlaştırılması, doğal
ürünler üzerindeki riskleri, ürünlere karşı çıkanların haklı
çıkmaları halinde insanlık için, belki de bir felakete neden
olabilecektir.
- Savunma mekanizmaları çok güçlü
çeşitli hayat formlarının, bu tür ürünlere direnemeyişleri, bu
ürünlerin kuşku ile karşılanmasında en büyük etkenlerden biridir.
Çünkü, insan organizması, kültür bitki zararlısı diğer canlılarla
kıyaslandığı zaman, daha dirençsiz, daha büyük risk altındadır.
- Etkilenmesi ise onlarca yıl sonra
olabilmektedir. Sürekli yüksek oranda alkol kullanan insanda
görülecek olan hasarlar, bazen 40-50 yıl sonra ortaya çıkmaktadır.
Acaba yeni geliştirilen genetiği değiştirilmiş organizmaların
etkisi kaç yıl sonra ortaya çıkacak veya insan genetiğini de
etkileyerek kuşaklar arasında bir deformasyona neden olmayacağı
nasıl garanti edilecektir?
- Gen teknolojisi en başta, mısır,
soya, patates, pamuk, kolza ve domates ürünlerini gündemine almış,
yoğun olarak ülkemize girmeye başlamıştır. Son yıllarda yapılan
spesifik araştırmalardan kamu oyuna bildirilen bir örneği sizlere
sunmak, bir fikir vermesi açısından önemli olabilir.
- Pancar şekeri tamamen doğal olan
pancar bitkisinden elde edilmektedir.
- Doğal yollardan, katkısız, sağlıklı
şeker elde etmenin en garantili ve geçerli metodu budur. Ülkemizde
kurulan fabrikalardan bazıları ise nişasta bazlı şeker üretmekte ve
piyasaya sürmektedirler. Bu üretim biçiminde genellikle GDO lu
mısırların yaygın olarak kullanıldığı ise çok yüksek bir ihtimaldir.
Önceki yıllarda ortaya çıkan deli dana hastalığının artışı ile,
insanlarda rastlanan ve hızla artan Alzheimer hastalığının büyük
ölçüde GDOlu ürünlerle ilişkilendirilmesi, durumun zaman içinde
yükselen bir tehdit boyutunun da olduğunu gözler önüne sermiştir.
- GDOlu ürünler doğal olmayan çevre
kirliliği oluşturmakta, diğer bitki formlarını etkilemekte,
ekosistemi değiştirmekte ve önemli oranda sosyo-ekonomik sıkıntılar
yaratmaktadır. Bir kısım ürünlerde ise baz olarak domuz geni
kullanılıyor olması iddiası, işin başka yönüdür. Sağınıza solunuza
baktığınız zaman rahatlıkla görebileceğiniz çeşitli allerji vakaları
artışı, yine GDOlarla ilişkilendirilmektedir. Alınan toksik
(zehirli) maddelerin tasfiyesi ise başlı başına sorun oluşturmakta,
ortaya çıkan toksisite (zehirlilik) zor giderilebilmektedir.
Antibiyotiklere direnç kazanmış patolojik (hastalık yapan)
mikroplar, kanserojenik etkiler, besin değerlerinde görülen
bozulmalar ve geliştiği saptanan beri-beri hastalığı da tabloyu
genişletmektedir.
- En çok dikkat çekmesi gereken konu
ise, organik hallerindeyken hayatlarını bu ürünlerle sürdüren doğal
bitki zararlıları, aynı bitkinin GDO’lu olanını ASLA YEMEMEKTEDİR.
- Doğal ürünlerin öneminin arttığı
günümüzde, sahip olduğu coğrafyası ile ve 12600 endemik çeşitliliği
ile dünyanın önde gelen bir ülkesi olmamızın farkına varmamızın ve
buna göre bir üretim modeli oluşturmamızın zamanı geldi ve geçiyor.
- Kontrolsuz, denetimsiz, araştırma
laboratuarları eksik ve yetersiz uygulamalarla çağın gerisinde
kalarak bu tehditlerin üstesinden gelebilmenin mümkün görülmediği
ülkemizde durum gün geçtikce daha vahim bir hal almaktadır.Var olan
kaynaklarımızın altın değerinde fırsatlar sunduğu bu coğrafyada,
risk oluşturmayan organik gıda üretiminden vazgeçerek, GDO lu
ürünleri tercih etmenin, günümüz koşullarında, kendi-kendini
tüketmekle eş anlamlı olduğu inancı ile, aziz milletimizin tüm
insanlarına, sağlıklı, mutlu ve geleceğinden endişe duymayan
bireyler olarak mutlu günler dilerim.
-
- (*) Süleyman AKDEMİR: 1948 yılında Ankara’da doğdu. İlk, orta ve
lise eğitimini Ankara’da tamamladıktan sonra A.Ü. Ziraat
Fakültesinden mezun oldu. (1969) Almanya’da Goethe Enstitüsünde dil
eğitimi aldı. Uzun yıllar ticaretle uğraşan Akdemir, imalât, ihracat
ve gıda maddeleri bayiliği gibi çeşitli iş alanlarında faaliyette
bulundu. Yurt içi ve yurt dışı araştırmalarını, mesleği gereği
“Beslenme ve Koruyucu Hekimlik, Çevre Sağlığı” gibi alanlarda da
sürdüren Akdemir’in; Kemalizm, Din, Sosyo-Ekonomik Sistemler ve
Felsefe gibi alanlarda da yoğun araştırmaları vardır. “Tek Çare
Kemalizm” Akdemir’in ilk kitabıdır.
- Kendisi, aynı zamanda “Tek Çare Kemalizm” isimli kitabın da
yazarıdır.
-
- Mustafa Nevruz SINACI; e.MAİL: gercek.demokrat@hotmail.com
- WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com,
- Posta: PK, 118 [ 06 442 ] Yenişehir/ANKARA
- NOT: Kaynak göstermek şartıyla makaleler yayına izinlidir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
AÇILIMLAR VE AÇMAZLAR
Her ne kadar hükümet, ‘Akan kanlar
dursun; Analar ağlamasın’ gerekçesiyle cürmünü cemaate mâl-etmeye;
‘milli birlik ve kardeşlik’ yalanı ile de, suç teşkil eden eylemini
devlet politikası göstermeye çalışıyorsa da nafile. Çünkü olay bir
komplo, baskı ve dayatma eseri.
Bakınız!..Yunan Savunma Bakanlığı’na
yakınlığı ile bilinen, Amina&Asfalia dergisi yazarı ve strateji
uzmanı Dimitris Patsules, Derginin 2009 yılı Temmuz sayısında;
“ABD’nin, PKK’yı baskı aracı olarak kullandığını ve tamamıyla yok
etmeyeceğini, Güneydoğu Anadolu bölgesinin uzun vadede, ABD ve
İsrail’in desteğiyle oluşturulacak ‘Büyük Kürdistan’a dâhil
edilmesinin planlandığı”nı yazıyor.Makale şöyle:
“ABD askerinin 2010’da Irak'tan
çıkması ve bölgede istikrar sağlanması çerçevesinde, PKK ile TC
hükümeti müzakereye başlama kararına yöneldi. Şimdiye kadar PKK'ya
katlanan ve onu Türkiye'ye karşı baskı unsuru ve sorun aracı olarak
kullanan Washington, Afganistan-Pakistan cephesinde ihtiyaçların
artmasıyla ABD ordusunun Irak'ta kalamayacağını anladı ve 2007’de
politika değiştirerek Ankara ile PKK 'nın tehdit unsuru olarak
kalmaması konusunda bir anlaşma yaptı. Karşılığında İsrail'den sonra
Amerika'nın Orta Doğu'daki en sadık müttefiki olarak K. Irak'taki
Kürt hükümetini tanımasını ve Irak'ın istikrarına yardımcı olmasını
istedi.
Sonuçta, Bağdat ve Kuzey Irak Kürt
hükümeti, PKK'ya cephe aldı. Örgüt kaçış yolu, eğitim-ikmal ve
yeniden organize için üs olarak kullanacağı güvenli bir yer
kalmadığı için Türkiye'nin güneydoğusunda eylemlerini
sürdüremeyecek.PKK şimdi zor durumda..Çünkü ABD Irak'a istikrar
kazandırmak istiyor. Kürtler ise var olan ‘devletlerini’ koruma
peşinde...
Amerika ve İsrail, Orta Doğu'da
‘Büyük Kürdistan’ın kurulmasını öngörmekte ve 12 milyon Kürt'ün
yaşadığı Türkiye’nin G. Doğusunun bu devlete dâhil edilmesini
istemektedir. Bu stratejinin uzun vadede Türkiye'nin çöküşüne neden
olacağı unutulmamalı!..”
KRİTİK HAFTA:
Yazar, Ekim sayısındaki "Kürt
Meselesindeki Gelişmeler" başlıklı makalesinde: "Kürt meselesi
kritik haftaya girmiştir. 25 yıl süren savaştan sonra ilk kez çözüm
imkânı, TC’nin bütünlüğünü kurtarma çabalarıyla birlikte
görünmektedir. Esasında Washington isterse, bir gecede PKK'yı yok
edebilir veya Irak kuvvetlerince temizlenmelerini sağlayabilir.
Ancak, ABD şu aşamada PKK'yı yok etmeyi değil, bir süre daha
kullanmayı planlamaktadır.. .
Ayrıca, ABD ve AB'nin PKK'ya karşı
Türkiye'ye sağladığı yardımlar karşılıksız değil. PKK izole
edilmeden siyasi çözüm bulunması talebi ağırlıklıdır. Erdoğan’ın
Kürtler için geniş özgürlükleri kapsayan planlar hazırlaması ABD-AB
isteğidir. Sonuçta, kaybeden Türkiye’dir. Çünkü çete savaşının
bedeli askeri galibiyet değil, hükümetle müzakere ve siyasi bir
çözümün kabul ettirilmesi idi. Bu itibarla PKK, hedefine ulaşmayı
başarmıştır.
Türkiye ve Kürtler arasında gerçek
savaş, artık siyasi arenada sürecektir. Ancak bunun devamı,
öngörülen çete harekâtlı baskı manivelası ile mümkündür. Şimdi
Erdoğan, Kürtlere mümkün olduğunca az şey vermeye ve PKK'yı
silahsızlandırmaya çalışmakta, oysa Kürtlerin amacı özlü haklar ile
siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamda kendi kaderlerini tayin
edebilmedir.
Generaller ve milliyetçi partilerin,
Kürtlere serbestiler verilmesine tepkileri mesnetsiz değildir. Her
ne kadar, DTP ve PKK'nın askeri sorumlusu Murat Karayılan, federe
devlete dair taleplerini terk ederek, Türkiye'yi bölmeyecek bir
çözümü kabul ediyor gözükse de; Türk liderler Kürtlerin gelecekte
ülkeyi bölmenin ön şartlarını yarattığını, bunun sonucu olarak da,
sonuçta bir Kürt devletinin kurulacağını bilmektedirler. İşte bu,
İsrail ve ABD'nin hedefidir."
Yunanlı strateji uzmanı D.Patsules
olanları böyle açıklıyor. Atina Büyükelçiliğimizin bir tekzip’i var
mı? Hayır. Hükümetten tepki, reddiye? Yok. Öyleyse hükümetin
“demokratik açılım”ının her ne kadar içeriği belli değilse de,
birtakım “ayrıcalık ve serbestiler” kapsadığı tahmin edilen projenin
uygulamaya konulması halinde, Dimitris Patsules’un ifade ettiği
gibi, bunun uzun vadede Türkiye’nin lehine gelişmeler yaratmayacağı
çok açık.
Kimsenin aklına gelmez ve “hayati
önemi haiz olmasına rağmen” kamuoyu ve halkın gündemine girmezken;
2009 yılı Kasım ayı başında Tarım Bakanlığı’nın ilgili yasa’dan
önce, yönetmeliğini yayınladığı GDO (Genetiği Değiştirilmiş
Organizma) konusu ‘umulmadık bir biçimde” patlama yaptı ve “şok
etkisiyle” gündeme oturdu.
Bu, ‘genelde dünya; özelde vatan,
insan, toprak, bayrak ve doğa (çevre) sevgisinin ne anlama geldiğini
ve ne demek olduğunu?’ bilenler, rasgele değil, ‘bilinçle-inançla’
yaşayan, başka deyişle ‘diğerkâm’ insanlar için çok önemli,
sevindirici ve ümit verici bir gelişmedir.
İnşallah bu mücadele sonuç
alınıncaya ve halkımıza yönelik kimyasal-biyolojik savaş unsurları
def edilinceye kadar, azim, irade, bilim ve kararlılıkla sürer…
Bu ‘bilinçlenme ve kutsal olan
yaşamı koruma” savaşının sürmesi zorunludur.. .
ÇÜNKÜ: “Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre; hızla çoğalan,
çeşitlenen ve artan hastalıkların % 72’sinin kaynağının besinler ve
beslenmeye bağlanmakta olduğu” kritik bir dönemde konu, son derece
önemli, dolayısıyla güncel olması çok doğru, yerinde ve isabetli.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
EZELİ DÜŞMANLA RAKS
Siz, Drakula kimdir, nedir, bilir
misiniz?
Drakula, Ulah (Germen) asıllı prens
III. Vlad (Voyvoda)’dır.
Türkleri alçakça-kalleşçe,
canlı-canlı kazığa geçirerek veya vücutlarına kazık çakarak
katleden; Korumasız bebek, çocuk, ihtiyar ve kadınlara yönelik
mezalimi sayesinde adı tarihe “Kazıklı Voyvoda” olarak yazılan,
vampirleşen ilk yarasa türüdür. Karanlık Batı ve her batılı ferdin
iliklerine kadar sinmiş Türk-İslâm düşmanlığının en iğrenç
örneklerinden biri olan III. Vlad Dracula (Tepeş) kara büyü okulu
Scholomance'da öğrendiği büyüler sayesinde ölüm'den korunmuş
(1431-1476) döneme damgasını vuran terör-tedhiş ve iğrenç
suçlarından olsa gerek yaşarken Vampir'e dönüşmüştür. Goethe gibi
İblis’e köle olunca dünyayı ele geçirme ve kana bulama sevdasına
düşmüş; Fakat, dünyayı bu karanlık, kirli-kanlı el (crna ruka) ve
kâbustan Osmanlı kurtarmış ve kafası kesilerek cehennemin dibine
havale edilmiştir.
Papa II. Urbanus ve Türk
Kemiklerinden Kilise
Peki, ya Çek Cumhuriyeti’nde
Sedelik’e giden var mı?
Gittiyseniz “Türk ve Müslüman”
kemiklerinden mamul kiliseyi görmüşsünüzdür.
Evet, Çek cumhuriyetinin Sedelik
kentinde çok korkunç bir kilise var. Adına Kilise denilen bu şeytan
tapınağının inşaat malzemesi ne tahta, ne taş ve beton, ne de demir,
Tapınak tepeden-temele Türk (Müslüman) kanı ve kemiklerinden mamul.
1218'lerin sapık papa’sı II. Urbanus haçlı savaşlarında öldürülen
Müslüman naaşlarını gurur ve övünme aracı olarak Sedelik’e getirtmiş
ve kemiklerinden kilise inşasını emretmiş. Papa’nın isteği üzerine
40.000 Türk’ün mübarek kemikleri derdest edilerek, bu menfur
(kirli-kanlı, vahşi ve insanlık dışı yaratığın) emri yerine
getirilmiş. Bu iki örnek, Müslümanlara hayâsızca saldıran ve
‘terörist’ diye iftira eden AB ironisi, iblis damarı, kanı-kimyası
bozuk haçlı zihniyetinin gerçek yüzü ve tarihi hakikatini açıklayıp,
“bizdeki mukallit, gaflet, hıyanet ve dalalet erbabına” hatırlatmak
içindir. Tarihleri kan-kâbus, terör-tedhiş ve lânetle kazınmış
sürülere medeni denilemez.
ŞOK RAPOR "Ermeniler 2 milyon
Osmanlı'yı öldürdü" (ABD, 22 June 2009)
ABD Başkanı Ronald Reagan’ın hukuk
danışmanlığını yapan Bruce Fein, sözde Ermeni soykırımı iddialarını
değerlendirdi ve Ermenilerin bu iddialarının son derece asılsız
olduğunu belirterek: “Reagan’ın başkan olduğu 1981’de bu konu, Beyaz
Saray tarafından araştırıldı. Sonuçta Ermenilerin 2 milyon Müslüman
Osmanlı’yı katlettiği ortaya çıktı. Ermeni iddialarının asılsız
olduğu belgelendi. Bu nedenle Ermeniler, kendi arşivlerini açmıyor,
çünkü bu gerçeğin ortaya çıkmasından korkuyorlar…” dedi ve
açıklamalarını şöyle sürdürdü:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun
azınlıklara karşı ‘müthiş’ sayılabilecek bir hoşgörü, özen ve özveri
gösterdiği gerçeğini unutmamak gerekir. Azınlıklar, kendi dini
özgürlüklerini ve hayatlarını son derece rahat bir şekilde sürdürdü.
Ermeni terör çeteleri I. Dünya Savaşı sırasında Fransa ve Rusya ile
birlikte Osmanlıları öldürdü. Bu rakamın 2 milyon civarında olduğu
bir gerçek olarak belgelendi. Ermeni kayıplarının ise 500 bin
civarında olduğu aynı araştırmalarla kanıtlandı. Ancak burada asıl
önemli konu, Ermenilerin ihanetidir. Osmanlı da kendisini savundu.
Özellikle ABD’de yaşayan Ermeniler, soykırım yalanı ile büyük getiri
sağlıyor. ABD yönetimi de büyük paralar döndüğü için Ermenileri
karşısına almak istemiyor. Ermeniler ısrarla kendi arşivlerini
açmıyor. Çünkü yıllardır soykırım yalanı ile dönen getirimi
kaybetmek istemiyorlar. Arşivler açıldığı anda gerçek ortaya
çıkacak.”
Mesele şu ki; Hiç kimse, kiminle
dans ettiğinin farkında bile değil. Ülkemizde 7 yıldır vahim bir
‘bilinç kaybı ve milli şuur erozyonu’ yaşanıyor. Elli yıldır gaflet,
dalâlet ve hıyanet hâkim! Bu nedenle “açılım” namına sahneye
konulanların vahşi, alçak, hain ve kalleş batı’nın ‘Türk açılımı’,
namı diğer ‘Şark Mesele’sinden’ başka bir şey olmadığı idrak
edilemiyor!
Yani yönetim, gaflet-dalalet ve
hıyanet içinde değilse, Yunan Temyiz Mahkemesinin Kıbrıs kararı ile
ABD’den mezkür belgeyi alsın ve müzakere masalarına koysun bakalım.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
- 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ UNUTMAYALIM
-
24 Kasım
Öğretmenler Günü nedeniyle geçmişimize, hele yakın tarihimizde bir
gezinti yapmak istedim. Umarım benim bu gezime sizde katılır
davetime hayır demezsiniz.
- 24 Kasım tarihinde ne olmuştur ki
Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır?
-
Konuyu
izninizle biraz açalım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan
sonra ülkede bazı yeniliklerin yapılması bir kaçınılmazdı. Bugüne
dek çok yazıldı çizildi amma yine de yazmak yine de çizmek
gerekliliğini bir türlü yaşamımızdan uzaklaştıramıyoruz.
-
Okulların
açılışı günlerinde eğitim ve öğretimle uğraşan yetkililerin ülkede
hala okuma-yazmadan mahrum vatandaşlarımızın bulunduğundan söz
edilmesi, bazı rakamlar öne çıkarılması doğal olarak görülmektedir.
Bu rakamlar hemen her yıl birbirine yakın şekilde öne çıkarılmakta,
hala okur yazar onanından bahsedilmektedir. Yani sorun
çözümlenmemiş,yada çözümlenememiştir.
-
Altı yüz yıllık
bir Osmanlı İmparatorluğu döneminde sınırlarımız içersindeki
insanlarımıza okuma-yazmayı yüzde elli oranında her nasılsa bir
türlü öğretememişiz.Bu gerçeği öncelikle herkesin kabul etmesi
gerekir.Okuma-yazmadan mahrum bırakılmış insanlar ülkeleri için he
ölçüde yararlı olabilirler.Okur-yazar olmasa da insanımızın ülkeyi
savunma da,yada kurtarma da ne ölçüde başarılı oldukları hepimiz
tarafından bilinmektedir.Ancak barışta okuma-yazma yanında
yenilikleri öğrenmek ve öğretmek sonsuza dek sürecektir.
- Değerli okurlarım,
-
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu sırasında görev alan başta Mustafa
Kemal Atatürk ile silah arkadaşlarının bu ulus için neleri
göğüsledikleri unutulmaz birer gerçektir.
-
Ulusun
bağımsızlığa kavuşturulması sonunda genç cumhuriyetin bir yol
haritası yapması kaçınılmaz olmuş, nüfusun büyük çoğunluğunun
okuma-yazma becerisine öncelikle ulaştırılabilmesi için Arap
Harfleriyle öğretimin yerine Latin Alfabesinin kabulü
gerçekleştirilmiştir.Gazi Mustafa Kemal Atatürk yeni harflerin
öğretilmesinde kendisi kara tahtanın başına geçerek uygulamayı
başlatmıştır.Harf Devrimi dediğimiz bu eylem 1928 yılında
gerçekleştirilmiştir.Yani cumhuriyetin kuruluşundan beş yıl sonra.O
dönem koşullarını bir göz önüne getirelim.Harf Devrimi kiminle,yada
kimlerle ulusun öğrenimine kazandırılacak.
-
16 Mart 1848 de
kurulmuş bulunan Muallim Mektepleri sayı bakımından çok az.Öğretmen
Okullarının Harf Devrimini Anadolu insanına kazandırması o günlerde
mümkün değildi.Öğretmenler nüfusça kalabalık yerleşim birimlerinde
görev alabiliyorlardı.Ülkenin en ücra köşelerine dek ulaşılması için
yeni bazı atılımların yapılması gerekiyordu.Ülkenin birkaç yerinde
askerliğini onbaşı yada çavuş olarak yapan başarılı askerler için
altı aylık kurslar düzenlenmiş,çok sayıda ki bu gençler
köylere,bilhassa kendi köylerine yakın yerleşim birimlerinde EĞİTMEN
olarak görevlendirilmişler,1932 yılında kurulan HALKEVLERİ ile de
geceleri öğrenim verebilecek HALK DERSANELERİ ,17 NİSAN 194O da
kurulan KÖY ENSTİTÜLERİ ile kısa sürede ülkenin her yerinde bir
okuma-yazma seferberliği gerçekleştirilmiştir.
-
OKUMA-YAZMA
SEFERBERLİĞİNDE görev alan o yüzlerce EĞİTMENİN ,binlerce KÖY
ENSTİTÜSÜ mezunu köy çocuğu öğretmenlerin hizmetlerini unutmak
mümkün mü?
-
12 Eylül Dönemi
sonrasında ki yönetim Atatürk’ün 100.doğum yılı nedeniyle 24 kasım
tarihini Öğretmenler Günü olarak kabul etmiştir.O tarihten bu yana
kutlanmakta olan her 24 Kasım Öğretmenler Gününde,eğitimin önde
gelen mensupları tarafından günün anlamı ile ilgili konuşmalar
gerçekleştirilmektedir.
-
24 Kasım
Öğretmenler Günü nedeniyle bazı kalemler nedense bir türlü
Okuma-Yazma seferberliğinde görev almış EĞİTMENLERİ ve KÖY
ENSTİTÜSÜ’nden mezun öğretmenleri unutuyoruz.Eğitmen ve köy
enstitüsü mezunu öğretmenlerin bu eylemde ki başarılı hizmetleri
zaman geçmiş olsa da, onlardan geride kalan neslin birkaç sözcükle
olsun ONARE edilmesi gerekir diye düşünüyorum.
-
24 Kasım
Öğretmenler Günün nedeniyle yılda bir kez olsun hatırlanan elleri
öpülesi öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ kutluyor,ebediyete
intikal eden tüm eğitimcilerin manevi huzurlarında saygı ile eğilir
şükranlarımı sunarım.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
NEDEN 10 KASIMLAR
Bugün 10 Kasım 2009, günlerden Salı.
Ulusumuzun kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurtarıcısı Mustafa Kemal
Atatürk’ü 10 kasım 1938 Perşembe günü saatler 9’u beş gece
kaybettik.Hayatı boyunca rahat bir gün yada saat yaşamayan,hep ulusu
için düşünen,onu dünyanın olumsuz koşullarından kurtararak mutluluğa
kavuşturabilme çabasını gösteren o yüce insan elbette unutulmamalı.
Onu kaybettiğimiz gün daha sekiz ya
da dokuz yaşlarındaydım. Yağmurlu bir gündü, okullar açılalı çok
olmamıştı, mevsimi önce yaşayan ağaçların sarı yaprakları okulumuzun
yolunu süslediği günlerde onları eze, eze yeni bir şeyler öğrenmek
için koşarak gittiğimiz okulumuza, o irfan dolu yuvamıza öğle
yemeğini yedikten sonra döndüğümüzde okul bahçesinde değil okulun
girişindeki büyük salon da toplanmıştık. Hemen tüm arkadaşlarımızın
giysileri ıslanmıştı, ama bu ıslaklık bizim hiç ama hiç umurumuzda
değildi. Biz okulumuza gelmiştik ve tören sonrasın da derslere
girmek için sınıflara koşar adımlarla dolarak öğretmenimizi
bekleyecektik. Hemen her gün aynı yaşamın içinde olduğumuzdan bugün
salonda ki toplantıya bir anlam verememiştik. Beynimiz henüz
küçücüktü her olup biteni henüz anlayamıyor değerlendiremiyorduk.
Öğretmenlerimizin neşesi her gün ki gibi yoktu. Onların bu
durgunluğuna bir anlam veremiyorduk. Gözlerimiz henüz kapısı kapalı
olan öğretmenler odasından okul müdürümüz çıkmamış, onu bekliyorduk.
Koca salon iki yüz ya da daha fazla bir öğrenci gurubu ile dolmuştu.
Yere iğne düşmeyecek bir kalabalıkta, öğretmenlerimizin bir kısmı
salonda henüz yerlerini almışlardı ki, müdür kapıda göründü. O da
çok durgun bir ortam içersinde önce salona ve bize bir göz gezdirdi.
Üşümüşsünüzdür çocuklar sizi fazla bekletmek istemem bu ıslak
elbiselerinizle dedikten sonra gözlerinin yaşlandığını, sesinin
titrediğini algılayarak, olanları kendisinden öğrenmek istiyorduk.
Müdürümüz öğretmenlerimize göre biraz kıdemli yani yaşlıydı.
Çocuklar size bir üzücü haberi
vermek zorundayım. Dedi ve gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı.
Titrek bir sesle,”ULUSUMUZUN KURTARICISI; DEVLETİMİZİN KURUCUSU GAZİ
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü “ bugün sabah saat dokusu beş geçe
kaybettik. Ulusumuzun başı sağ olsun diyebildi. Müdürümüzden sonra
öğretmenlerimizden birisi Atatürk hakkında dilinin döndüğü kadar
yüreğinin el verdiği süreç içinde o büyük insanı bize birkaç satır
sözcüklerle anlatmaya çalıştı. Saygı duruşu ile sonuçlanan tören
sonrasında dersliklere sıra ile girerek sıralarımızda ki yerimizi
aldık. Salonda söylenenlerden olduğunca etkilenmiştik. Öğretmenimiz
kapıda görünür görünmez ayağa kalkarak onu tüm sınıf olarak
selamlamıştık. Oturun çocuklar, masasının bulunduğu yerde yerini
alan öğretmenimiz bize o büyük insanın hayat hikâyesini bizim
anlayabileceğimiz sözcüklerle süsleyerek anlattı ders boyunca.
Derslikte sobalar yanmıştı. Dışarısı yağmurlu olduğu için okul
müdürü hizmetlilere sobaları biz evden okula dönmezden önce
yaktırmış, dersliklerin ısınmasını sağlamıştı. Dördüncü ders sonuna
kadar giysilerimizdeki ıslaklıklar kalmamış, derslikte
buharlaşmıştı.
O günleri hatırlayalım hep birlikte. Bugün ulaştığımız teknoloji
ile hayal edemediğimiz haberleşme olanaklarına sahip olduk.10 Kasım
1938 de Atatürk’ün ölüm haberi çok kısa bir süre içinde tüm yurda
iletilmişti. Anımsadığım kadarı ile köyler o günlerde birbirine
paralel bağlanmış telefonlara sahipti. Bakır devreler o dönem mevcut
değildi. Ama devlet her yerleşim biriminde bir telefon bulundurmayı
o yokluğa rağmen sağlamıştı. İşte onun için “ DEVLETİN ELİ KOLU UZUN
“ sözü o dönemlerden günümüze ulaşmıştır.
10 Kasım 1938 de okur-yazar sayımız
çok azdı, bugün ise okumamış-yazmamışlarımız azdır. Genç
cumhuriyetin kısa dönemde ülkemizde neleri gerçekleştirdiğini
Atatürk’ün 10.yıl nutkunu kendi sesinden dinledikten sonra O’nun
izinden gitmeye bir kez daha karar vermek zorundayız diyor
okurlarımı selamlıyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
- NOT; Sayın Gürsel, adaşın Mahmut
Tunaboylu’nun bir yazısını arşivden alarak size gönderiyorum.
Günümüzün olaylarına ışık tutacağına katkıları olabileceği düşünü
ile saygılar sunarım.30 Ekim 2009 / Tunaboylu /Çorum
-
- Mahmut TUNABOYLU Çile bülbülüm, çile
Derdim var fax ile
-
- Bir kaç gündür bilgisayarımın faksı
ile başım beladaydı.
- Gelen faksları ya da öteki iletileri
alıyordum ama ben dışarı bi şey gönderemiyordum.
- Bu yüzden de iki günlüğüne
yazılarımdan mahrum kaldınız.
- Sağ olsun -bilisayarla ilgili hemen
her derdime koşan- Ö. F. Ç. -ki kendisi memleketin en yakışıklı TV
spikeridir ve genç kızlar onun sayesinde TV haberlerini
izlemektedir- dün eve geldi de beş dakikada beşiktaş -ki kendisi
aynı zamanda azılı bir Beşiktaşlıdır- yapıp gitti...
- Yoksa iki gündür bilgisayarın
başında güya arızayı gidermek için çabalamaktan kurdeşen
olacaktım...
- İnsanın seveni olması ve o kişinin
bilgisayardan anlaması ne iyi bi şey.
- Şunu anladım ki insanın hayatta üç
tane dostu olsun sırtı yere gelmez.
- Bunlardan biri doktor olmalı...(Ne
olur, ne olmaz. İnsanın her an kendisine ihtiyacı olabilir)
- İkincisi teknolojiden
anlamalı...(Çağımız artık bunu gerektiriyor)
- Üçüncüsü de şöyle iyi bir lokanta
işletmeli...(İnsan parasız kalınca bedava yiyip içebilmeli. Bir
dostuna hesabı düşünmeden ziyafet çekebilmeli)
- Gerisi boş!
- S. Ö. beyin dediği gibi:
- "Kuru kuru kurban
olayım. ben ne anladım bu işten!" devri geçti!
- Şimdi devir iş bilip,
ona göre kılıç kuşanma devri.
- Mesela bakınız
değirmenciliğe soyunan acemi Don Kişot'a!
- Kendisi nasıl
kiralıyor tükenmez kalemini doktor kısmına!
-
- Maalesef alışmadık
popoda - ki siz kıç da diyebilirsiniz, çünkü malum yerin Türkçe adı
öyle. Ben entellektüel olduğum için gavurcasını söyledim- don
durmuyor!
- Bunu şundan
söylüyorum;
- Biz, yani alışmadığı
için poposunda don durmayan takımı bilgisayarı 30'undan sonra
keşfettik.
- Ve fena halde korktuk!
- Çünkü bize küçükken
aletlerle oynamanın sakıncalı olduğu öğretilmiş;
- "Lan oolum, oynama
onunla, sakat olacak!" denilmiş; bir de üstüne sırf uyarı olsun diye
-ve Nasrettin Hoca'nın testiyi kırmadan önce çocuklarınızı mutlaka
şamarlayın- öğüdüne uyularak bi güzel şamarlanmışızdır.
- O bakımdan, bizim kuşak teknolojiden hep
korkmuştur.
-
- Fakat maşallah
bakıyorum da şimdiki veletlere -yani çoluk çocuk- teknoloji filan vız
gelmekte, tırıs gitmekte.
- Bilgisayarlar, cep
telefonları, televizyonlar -onlarla ilgili aletler-, falanlar,
filanlar sanki vücutlarının bir parçası gibi.
- Korkmadan, çekinmeden
ellerine alıyorlar, içini açıp bakıyorlar, altından girip üstünden
çıkıyorlar.
- Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de o aletler
için programlar üretip, dizayn ediyorlar. Kimse ne ellerine vuruyor,
ne de "Oynama oolum şununla, sakat olacak!.." diye enselerini
şamarlıyor.
- Tam tersine:
- "Oğlum, yavrum, aslan
evladım, çükünü yediğim, gel şu numarayı cep telefonumun hafızasına
yazıver. Ben şeyedemiyorum.Deden kurban olsun sana" filan gibi laflar
dolanıyor ortalıkta.
-
- Yani demem o ki,
hakketen şimdiki çocuklar harika.
- O bakımdan, zamanında
bu lafı söylediği için çok haklı Aziz Nesin Usta!
-
- Yazımı noktalamadan
önce bi şey daha:
- Yahu bu DSP'lilere
benim aklım ermiyor.
- Sizin eriyor mu?
- Zırt-pırt kongre
yapıyorlar ve tüm kongreler olaylı geçiyor.
- Birbirini suçlayan
suçlayana.
- İşin tuhafı, herkesin
birbirini 'Sosyal demokrat ya da demokratik solcu olmamakla'
suçlaması!
- Yahu erenler, nedir
bu sosyal demokratlık?
- Demokratik Solculuk?
- Kim icad etti
bunları?
- Az çok felsefe bilen
biri bu söylemlerin gerçekte sağcılık olduğunu bilir!
- Ee?
- Bu vatandaşların
sağcılıkta yarıştığını sanmıyorum.
- Peki nedir mesele?
- Paylaşılamayan şey
sosyal demokratlık mı? Yoksa iktidar postu mu?
-
- Kimsenin kimseye
kızmaya hakkı yok.
- DSP'de oyunun kuralı
bu.
- Kim Genel Merkeze
yakınsa koltuğa o oturur.
- Bu kadar basit.
- Yok seçimler
demokratik değilmiş, yok bilmem neymiş!..
- Geçin bunları gözüm,
geçin!
- Sanki başka
partilerde durum farklı mı?
- Uyanın artık yahu!..
- Bu memekette her
alanda dikey bir örgütlenme vardır.
- İşlerin düzelmesi
için, bu rezilliklerin yaşanmaması için mutlaka yatay örgütlenmeye
ihtiyaç vardır.
- Bu da ancak sürü
psikozundan kurtulmakla,
- Lider takımını 'Baba'
yerine koymamakla gerçekleşir.
- Onları baba, başbuğ,
değişmez lider, karaoğlan, yağızoğlan, ana...yerine koymayı
sürdürürseniz, başınıza gelenlere de katlanmak zorundasınız!
-
- Son Söz:
- Köse dağına kar
yağdı,
- Bu yazı beni fena
baydı!..
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
- İLETİŞİMDE RADYOYU İHMAL ETMEYELİM
-
İnsanoğlunun
haberleşmeye verdiği önemi, tarihin hiçbir döneminde bugün ki gibi
kolayca bulduğu söylenemez. Haberleşme de postacıların geçmişte
sağladığı hızlı iletişimle ilgili çok
-
Fıkralar
anlatılır. Önce yaya yapılan haberleşmeler, tepelere yakılan
ateşler, haber çantasına çıkışta konulan taşların bir süre atılarak
hızın ve çabukluğun sağlanması unutulacak cinsinden değildir. Yaya
postacılık daha sonra atlı postacılığa dönüşmüş, devlet vatandaşına
gere duyduğunda onlarla ulaşmıştır. Yörelere göre postacılığı,
haberleşme türlerini görme olasılığına ulaşabiliriz.
-
Radyo
yayıncılığı önce İstanbul’da daha sonra Ankara da daha sonrada
batıda ki büyük yerleşim birimlerinde görmekteyiz.Bu gelişime
tarihsel olarak bakarsak, değişim batıdan doğuya doğru gelişme
göstermiştir.Her ne kadar beğenmesek de medeniyet denilen olguda
öyle gelişme göstermiştir.Onun için biz gözümüzü hep batıya
çevirmişiz..Olguyu yakalama çabası ve hızını düne göre bugün de
hızını sürdürmekteyiz.
-
Sizinle birkaç
dakika şöyle bir geçmişe yolculuk yapalım. Umarım bu yolculuk
sonrası oluşan yorgunluğu üzerinizden tabi öyle oldu diye
atabileceksiniz.Konumuz radyo yayıncılığı,Cumhuriyet sonrasına bir
göz atarsak,radyo yayıncılığı batıdan doğuya hızla ulaşmıştır.Gün
ışığında ulaşılamayan yörelere ORTA DALGA İSTASYONLARIYLA ulaşılmaya
çalışılmış,Özellikle doğu bölgelerimizde gün ışığında dinlenemeyen
bölgeler için 1960 sonrasında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in emir ve
direktifleriyle Erzurum’a UZUN DALGA.RADYO İSTASYONU
kurulmuş,böylece batıdan doğuya tüm yurtta başkent Ankara’dan
yapılan radyo yayınları dinlenir olmuş,vatandaş güçlü radyo
aramaktan kurtarılmıştır .Bugün yerleşim birimlerinin küçüğünde
büyüğünde kurulmuş radyo istasyonlarını görmekteyiz.Müzik ruhun
gıdası deyip akla hayale gelmeyen müzik türlerini insanımıza monte
etmeye çalışıyoruz.Öncelikle eğitme yer vereceğimiz yerde onu en
altlara çekmişiz.Bu radyo yayınlarını yapan yöneticilere biraz
,eğitimi öne çıkaralım dendiğinde vatandaş öyle yada böyle istiyor
denmektedir.Aslında vatandaşın eğitim yozlaşmalığını istediği yok.
-
Bu satırların
yazarı, henüz radyonun ancak büyük yerleşim birimlerinde bulunduğu
dönemlerde iki aylık maaşını bir kulaklığa vererek Ankara’dan
yapılan UZUN DALGA RADYO YAYINLARINI dinliyor, yurtta ve dünya da
olup biteni öğrenme olanağı buluyordu. Radyo yayıncılığının giderek
geliştiği dünyada ve ülkemizde her nedense uzun ve kısa dalga radyo
yayınlarının yerini FM yayınları almıştır. Kuveyt Savaşı sırasında
Amerikalılar yörede olup bitenleri öğrenmek için kullanımdan
kaldırılan kısa dalga üretimine geçmişlerdi. Sıkıntılı ve
olumsuzluklar sonucu pille çalışan radyoların imdada yetiştiğine
tanık olmuşuzdur. Geçtiğimiz kış ülkemizde meydana gelen bir
helikopter kazasında hayatta kalan tek basın mensubu elindeki
cihazın bataryası bitinceye kadar bağırmış ancak yörede onun
çığlığını enerji olmadığı için duyan olmamış ve yardımına
koşamamıştır. Benzeri olayları gelecekte.yaşamayacağız güvencesini
verebilecek bir güç yada kuvvet bulunmamaktadır.Teknolojiyi iyi
dönemler için değil kütü ve zor dönemlerde cevap verebilecek duruma
getirmeliyiz diye düşünüyorum.
-
Uzun Dalga
radyo yayıncılığından vazgeçmiş olmayı bir türlü kabullenemiyorum
dersem beni kınamayın.Doğa koşullarının olumsuzluklarını yaşayan bir
kişi olarak,bazı konularda elimizin kolumuzun bağlı kalmasını
arzulamadığımdandır.
-
Radyo
televizyon gibi değil,herkesin son model teknolojik cihazlarla
donatılması imkansız.Toplumun bir bölümünü değil tümünü düşünmek
zorundayız.
-
TRT nin FM
yayınları nın bir bölümü Çorum’da bir türlü rayına oturmamıştır.TRT
nin Radyo 1 haber bültenlerini sağlıklı dinlemek mümkün değil.Haber
bülteninin başında yada birkaç saniye sonra yayın birden
gitmekte,bir süre sonra tekrar gelmektedir.Sanki birisi haber
bültenini okuyan spikerin elinden haber kağıdını çekip almasına
benziyor..TRT radyo 1 ÇORUM’DA sağlıklı bir şekilde dinlenmiyor
diyebiliriz.İlgililer yada yetkililerin bu konunun bir süre
izlenmesini ve gereğinin yapılması için girişimlerini bekliyoruz
Televizyon yada telefon henüz her çocuğun elinde yok.Çocukların
rahatça TRT Radyo 1 den yapılan yayınları dinleyebilmesi geleceğimiz
bakımından çok önemli olduğuna inanıyor,okurlarıma saygılar
sunuyorum..
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ |
ÖĞRETMEN OLMAK
Bir tutkudur öğretmen olmak. Bir
sanattır; Toplumu nakış nakış dokumak. Ekmek gibi aş gibi gece
gündüz demeden vatan için çalışmaktır. Öğretmen olmak, bilim ve
teknolojinin aydınlığında koşmaktır, paylaşmaktır. Verdikçe
çoğalmak, paylaştıkça kucaklamaktır.
Öğretmen olmak; dik durmaktır.
Öğretmen olmak, şereftir, namustur, haysiyettir. Bir öğretmenler
gününde bir demet çiçek beklemek ve aldığında mutluluktan bir kaç
damla gözyaşı dökmektir.
Öğretmen olmak; ilimdir, irfandır,
medeniyettir. Öğretmen olmak kökünü bilmek, geçmişine sövmemektir.
Geçmişten geleceğe köprü olmaktır. Öğretmen olmak, kökü mazide kalan
ati olmaktır. Öğretmen olmak Mustafa Kemalleri, Enver paşaları ve
Abdülhamitleri bir arada sevebilmektir.
Gri bir kartonu beyaz çiçeğe
dönüştürebilmektir öğretmen olmak. Umuttur, yarındır ve örnek
olmaktır öğretmen olmak. Düzgün konuşmaktır, argo sözler
kullanmamaktır, kendini yenilemek, okumak ve araştırmaktır öğretmen
olmak. Yenilikçi olmak ve her gün yeni olmaktır öğretmen olmak.
Engin bir hoşgörüdür öğretmen olmak,
Yunus Emre’den, Dede Korkut’tan, Hacbektaş-ı Veli’den ve Mevlana’dan
ilham almaktır.
Bir şiirdir öğretmen olmak;
Fuzulileri, Necip Fazılları ve Nazım Hikmetleri aynı anda
sevebilmektir. Vatanı sevmektir; birleştirmektir, Öğretmen olmak,
Ilgaz dağlarında bir pınar başında yudum yudum sevdalar içmektir.
Bir bulut gibi süzülmektir Kızılırmak boylarından Altaylara doğru
allı turna misali uçmaktır. Sivas dağlarına ve Hazer sularına türkü
yakmaktır. Öğretmen olmak, üzümleri kurumuş Kerkük bağlarına,
Karabağ’a ve Doğu Türkistan için gözyaşı dökmektir.
Öğretmen olmak, damarındaki kanı
bayrak, yüreğindeki canı vatan bilmektir. Her gün sabahın alacasında
Ne Mutlu Türküm Diyene diye haykıran genç gözlere Türküm demenin
ırkçılık değil haysiyet, onur ve gurur olduğunu, şeref olduğunu
anlatmaktır. Ne Mutlu Türküm demenin Fatih Sultan Mehmet’leri,
Alparslan’ları ve Mustafa Kemal’leri anlamak olduğunu anlatmaktır.
Türklük kavramının vatanın mayası ve ana unsuru olduğunu
vurgulamaktır.
Sivil bir güçtür öğretmen olmak,
dargınlık değil saygınlıktır, yılgınlık değil atılganlıktır, eğrilik
değil doğruluktur. Öğretmek uğruna kışı yağmuru, karı,
fırtınayı,tozu ve dumanı unutmaktır.
Her şeye rağmen gülümsemek ve hayata
umutla bakmaktır öğretmen olmak. Sınıfa girdiğinizde sorunlarınızı
unutmaktır. Size özenerek bakan çiçeklere umut olmaktır.
Yiğitliktir, öğretmen olmak; yürekli
olmaktır. Beyninizle yüreğinizi bir arada ustaca kullanabilmektir.
Aydınlatmaktır; Örnek olmak ve örnek yaşamaktır öğretmen olmak.
Cehaletle savaşmak ve karanlığın üzerine güneş gibi doğmaktır
öğretmen olmak.
Duru bir Türkçedir öğretmen olmak,
Türkçe duymak, Türkçe hissetmek, Türkçe konuşmak ve diline sımsıkı
sarılmaktır. Kültürlü olmaktır öğretmen olmak, her şeyi bilmektir,
kültürünü yaşatmaktır.
Bir öğretmenler gününde
hatırlanmaktır öğretmen olmak. Görev yaptığın cennet vatan köşesinde
Abdi hocaları, Rahmi hocaları, Cemal hocaları, Mehmet Özbekleri
saygıyla anmak ve ruhlarına bir Fatiha okumaktır.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ |
YEŞİL BOYALI BİBER
Bir canlının gen diziliminin
değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir
karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara
"Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar", kısaca GDO adı veriliyor. Bir
canlıdan diğerine gen aktarımı, bir çeşit kesme, yapıştırma ve
çoğaltma işlemi olup, genetik mühendisleri tarafından uygulanıyor.
Aktarılacak gen önce bulunduğu canlının DNA sından kesilerek
çıkarılıyor. Sonra vektör adı verilen taşıyıcı virüs ile bu gen DNA
molekülüne yapıştırılıyor.
Frankeştayn Gıda olarak da nitelenen
GDO'lar bugün kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni
taşıyan pamuk, tavuk genli patates,balık genli domates gibi gıdalar
şeklinde karşımıza çıkıyor. İnsanlık bugün doğal çeşitliliğe zarar
vererek tür zenginliğinin yok olmasına yol açan GDO ların çeşitli
yollardan yayılarak yeni Frankeştaynlar yaratma tehlikesiyle karşı
karşıya. Frankeştayn gıda yaratanların bir amacı var. Birim alandan
daha çok verim alıp, daha çok para kazanmak. Gözünü para hırsı
bürümüş olan frankeştayn gıda üreticileri yani GDO nun mimarları boş
durmuyorlar. Balık genli domatesle birlikte kabak bitkisine
aşılanmış devasa karpuzlarda onların eseri.
GDO cuların bir başka marifetleri
bunlarla bitmiyor. Birim alandan daha fazla ürün almanın yanında
ürünün güzel görünmesi de onlar için önemli. Ürünün iri olması,
düzgün olması, parlak olması bu frankeştayn meyve üreticileri için
çok önemli. Tabii ki ürünün albenisi de tüketimi körüklüyor. Böylece
GDO nun yanında boyalı biber, şeker spreyli çilek, parlatıcılı
patlıcanlarla ilgili bir gıda parlatma ve boyama sektörü oluşmuş
durumda. Yani Genetiği değiştirilmiş mikroorganizma tekniği ile
üretilen ürünler için rahat yok. Ürün toplandıktan sonra bir kaç
günlük işlemden daha geçiriliyor.
Dilerseniz okuyucularımızı
aydınlatmak için biz sadece boyalı biber ve boyalı mandalinalardan
örnek verelim. Öncelikle GDO lu mandalinalar normalden iri oluyor.
Dalından toplandıktan sonra önce yaprakları ayıklanıyor ve boylara
ayrılarak hizaya getiriliyor. Şekil bozukluğu olanlar tekrar
ayrılıyor. Kapalı özel karpit odalarında iki üç gün bekletiliyor.
Dayanıklı olması için sprey ile özel olarak ilaçlanıyor. Boyanması
gerekenler turuncu renkli ve parlatıcı özelliği olan özel sprey
boyalarla boyanıyor. Bir gün daha bekletildikten sonra etiketlenerek
markalı ambalajlara sarılıyor. Bir gün daha bekletildikten sonra
kasalanarak pazara sunuluyor.
Boyalı biberlere gelince; Biberlerin
dalında irileşmesi için sera ortamında sürekli hormonla
destekleniyor. Hormonun ayarı kaçtığında ise biberin rengi yeşilden
sarıya doğru yön alıyor. Tabii ki bunun da kolayı var. Biberler
toplandıktan sonra yapraklarından ayrılıyor. Boy boy ayrılarak
gruplanıp hizaya getiriliyor. Renk vermek için parlatıcı özelliği de
olan ilaçlı boyalarla boyanıyor. Sonra etiketlenip ambalajlanarak
piyasaya sürülüyor. Bu durumda bizlerde tabii ki en irisini, en
güzelini, en parlağını ve en renklisini alıyoruz. Daha sonra
gözümüzden sakındığımız ciğerparemiz eşimiz ve çocuklarımızla
hormonlu, GDO’lu,cilalı ve boyalı biberleri midemize indiriyoruz.
Haliyle panik halimiz var. GDO’lu
ürün yemekten nasıl kurtuluruz diye kara kara düşünüyoruz. Nasıl mı?
Elleri öpülesi babaannemiz ölmeden onun köyde bin bir zahmet kurutup
hazırladığı tarhananın tarifini öğrenip ve marketten aldığımız hazır
çorbalardan kurtularak. Sizin kız; Yazın köye tatile gittiğinizde
çırparak yayık ayranı yapmayı, Kızılcık, vişne ve ayva marmelatını
karıştırarak meyve suyu yapmayı mutlaka öğrenecek. Damağını bu
tatlara alıştıracak ve okul kantininden kola içme alışkanlığını terk
edecek. Küçük oğlan okul kantininde hemen her gün ilaçlı patates
cipsi yemeyi, hamburger ile tıkınmayı bırakacak. Köyden bir çuval un
sipariş edeceksiniz ve börek ve çörekleri evde yapacak çantasına
koyacaksınız. Salçayı köyden getirecek; Yoğurdu evde yapacaksınız.
Katkı maddeli beyazlatılmış ekmeği evinize sokmayacak, buğday unu
ile karıştırılmış çavdar unundan ekmeği evde yapacaksınız. Tonla
para verip parlatılmış, boyanmış iri mi iri tornadan çıkmış gibi
düzgün meyve ve sebzeleri evinize sokmayacaksınız. Amerikan pirinci
yerine Osmancık pirincini, Brüksel lahanası yerine Güvercinlik
lahanasını, İsrail domatesi yerine İskilip Karaburun domatesini
tercih edeceksiniz. Bamyayı Kargı’dan, fasulyeyi Gümüşhane’den
sipariş edeceksiniz. Böylece önce bozulmuş olan kendi mutfağımızın
genetiğini eski haline döndüreceğiz. Şunu asla unutmayalım. Dışarıda
tıkınmak ve ambalajlı ürün tüketmek zenginlik değildir. Önce kafayı
değiştirip özümüze dönmek gerek.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Sakin KARAKAŞ |
Sakin KARAKAŞ HAYAT HİKAYESİ |
SİMİTÇİ ELLERİNİ YIKIYOR MU?
H1N1 virüsü; Yani domuz gribi son
bir aydan bu yana ülke gündemindeki yerini koruyor. Gelişmelere
bakılırsa bu kış boyunca da gündemdeki yerini koruyacak gibi.
Domuz gribi ile ilgili olarak
kafalar karmakarışık. Geçtiğimiz yıllarda kuş gribi ve Kırım Kongo
kanamalı ateşine sebep olan ölümcül kene vakaları derken domuz gribi
de geldi kapımıza dayandı.
Halk arasında önümüzdeki yıllarda at
gribi adında bir virüsün insan sağlılığını tehdit edeceği
söyleniyor. Kafalarda soru işaretleri bırakan bütün bu hastalıkları
insanlığın başına musallat edenlerin İsrailliler olduğu bile
söyleniyor.
Bazı komplo teorisyenleri İsrail’in
Mossad ajanları vasıtası ile başta Türkiye olmak üzere değişik
ülkelerde toprak analizleri yaptığını iddia ediyor. İsrail’in
toprağın yapısını bozucu mikroorganizmalar üreterek çeşitli hastalık
virüsleri elde ettiği ve bu yolla insanlığın sonunu hazırladığı
ileri sürülüyor. Kuş gribi,kene vakaları ve son olarak ta domuz
gribi vakalarının İsrail’in bu yöndeki denemeleri sonucunda
ortaya çıktığı söyleniyor.
İsrail’in son olarak GDO’lu ürünler
yani genetiği ile oynanmış ürünler üreterek insanlığı tehdit
ettiğini söyleyenler de var.
Tabii ki bunların önemli bir kısmı
gerçek olmakla birlikte bir kısmı ise komplo teorisinden oluşmakta.
Bizim gündemdeki en önemli meselemiz
ise domuz gribi ve aşısı. Bu konuda kafalar biraz karışık. Kimin
doğru söylediği henüz tam olarak belli değil. Aşı hususunda bilim
camiası ikiye bölünmüş durumda. Bilim adamları bu hususta ikna edici
bir karara imza atmış değiller. Umarım bu konu kısa sürede aydınlığa
kavuşur.
Tabii ki domuz gribi aşısı H1N1
Virüsüne karşı insan bedenini koruyacak. Aşının virüse karşı
korumasına kimsenin bir şey dediği yok. Esas mesele aşının yan
etkilerinde bu konu ile ilgili olarak insanımıza doyurucu bilgilerin
bir an önce verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Aşının yanı sıra alınması gereken
bir dizi önlemler var. Kişisel hijyen,çevre temizliği ve hijyeni
konusunda devlet seferber olmuş durumda. Donuz gribini anlatan sunum
ve cd ler öğrencilerimize izlettirildi. Broşürler dağıtıldı.
Okulların dezenfekte edildiği
söyleniyor. Ancak bu konuda bir iç denetim söz konusu mudur?
Böyle bir illetle karşılaştığımıza
göre millet olarak biraz öz eleştiri yapmamız gerekir diye
düşünmekteyim. Lafa gelince temizlik imandandır yazılarını en
görkemli noktalara yazarız da maalesef bir türlü gerekeni yapmayız.
Kişisel temizlik,çevre temizliği ve hijyen kuralları domuz gribi
olunca mı aklımıza geldi? Kişisel temizliğimizin domuz gribi ile ne
alakası var. Domuz gribi ortaya çıkınca öğrencilerimize
çocuklar ellerinizi şu şekilde yıkayacaksınız diye öğretmeye
kalkışıyoruz. Bir öğrenci de çıkıp öğretmenim ben zaten ellerimi
günde beş altı defa sabunla güzelce yıkıyorum açıklamasını yapıyor.
Hijyen kurallarını öğretmekle görevli olan öğretmenler acaba
hijyenin neresinde?
Türkiye hijyen kurallarının
öğretilme yaşı olan 5-6 yaş yani okul öncesi okullaşmada henüz
yüzde elli bir seviyesini yakalayabilmiş durumda. Türkiye’de son
yedi yılda yüzde ondan ellibirlere ulaşan okulöncesi başarısı niçin
görmezden geliniyor.
İşte geçtiğimiz elli yıl içerinde
okul öncesine gereken önemi veremediğimiz için bu gün hijyen
kurallarını tam olarak uygulamayan ve kişisel temizlik hususunda
problemler yaşayan bir toplumla karşı karşıyayız.
Dilerseniz Türkiye’den hijyen
manzaraları sunarak ve kendimize samimi sorular sorduktan sonra
sözlerimizi nihayetlendirelim.
Millet olarak biz hijyenin
neresindeyiz? Ellerimizi sabunlamamız için illa ki domuz gribinden
korkmamız mı gerekiyor? Domuz gribi olmasaydı ellerimizi sabunlamayı
ve okullarımızı dezenfekte etmeyi öteleyecekmiydik? Okullarımızın
dezenfekte edilmesi ile ilgili olarak iç denetim mekanizmamız
çalışıyor mu? Bazı okullar bu işi gönülden gerçekleştirip okulu
çiçek bahçesine çevirirken bazıları neden kitabına uyduruyor?
Hemen her gün ortalıkta gezinen
simitçi ellerini günde kaç defa usulüne uygun sabunluyor. Kahveci
çay bardaklarını her gün çamaşır suyu ile dezenfekte ediyor mu?
Kahvehanelerdeki bardak, kaşık, okey taşları ve oyun kağıtlarının
çamaşır suyu ile dezenfektesi yapılıyor mu? Kahvehanelerdeki
tuvaletleri idrar kokusundan arındırabildik mi? Gününün önemli bir
kısmını kahvehanede geçiren Hasan dayının iyice sıkıştıktan sonra
tuvalete koştuğunu ve işini yaptıktan sonra ellerini yıkamadan
koşarak okey masasına oturduğunu biliyor musunuz? Kahvecinin yıllar
boyu dezenfektan yüzü görmeyen elleriyle okeyleri topladıktan sonra
onları bardakların yanına koyduğunu, Balıkçının balıklı elleri ile
para üstü verdiğini ve balıklara doğru hapşırdığını biliyor musunuz?
Taşımalı sistemle karınlarını okullarımızda doyurduğumuz
çocuklarımıza yemek öncesi ve sonrası hijyen ortamı sağlayabiliyor
muyuz? Yine taşımalı sistemde çocuklarımızın kullandıkları kap
kacakların gün boyu ortalık yerde beklediğinden haberiniz var mı?
Dezenfektan ve temizlik malzemelerinin kişi başı tüketiminde Avrupa
da sonuncu sırada olduğumuzu biliyor musunuz?
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
KARNABAHAR KIZARTMASI
Yarım kilo karnı bahar
2 yumurta
Bir miktar tuz
Bir miktar yağ
Bir çay bardağı un
İstenildiği kadar yoğurt
Bir diş sarımsak
Karnıbahar önce bıçak ile
parçalanarak güzelce yıkanır. Süzgeçte süzülmeye bırakılın.
Sonra tencereye konularak haşlanır. Haşlanan karnıbahar
süzgeçten süzülerek soğutulur.
Bir kapta iki adet yumurta çırpılır.
Bir kaba da un konulur.
Süzülen karnı bahara bir miktar tuz
serpilir. Süzülen karnıbahar alınarak önce yumurtaya, sonra da una
bölünerek tavada kızdırılan yağa atılarak her iki tarafı kızartılır.
Kızartılan karnabaharlar bir tabağa alınarak istenilirse
sarımsaklı istenmezse sarımsaksız yoğurt ile servis yapılır.























|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
BU ADAM SENİN BABAN
Dört Mevsim Kasabası’nda esnaflık
yapan Ferit Efendi herkes tarafından sevilen bir kişi idi. En küçüğü
üç yaşında olan üç çocuğu vardı. Hanımı okul arkadaşıydı. Oldukça
mutluydular.
Yezit Ağa, Gülek Kasabası ve
çevresindeki kasabalarda, baskıları, tacizleri ve cinayetleriyle
tanınıyordu. Bir çok araziyi ucuz fiyatlarla ele geçiren Yezit Ağa
Ferit Efendi’nin arsasına da sahip olmak istedi. Adamlarından Neco
ile Keço’yu Dört Mevsim Kasabası’na gönderdi ve Ferit Efendi’nin
yolu kesildi. Onlar ona:
-Bizi Yezit Ağamız gönderdi. Senin
Gölek Tepesi’nde bulunan arazini satın almak istiyor. Sana bir hafta
müddet veriyoruz. Düşün, taşın acele bize cevabını ver! Dediler.
Ferit Efendi de onlara :
-Düşünüp taşınmaya gerek yok. Çoluk
çocuğumun rızkı için ekip biçtiğim baba yadigârı tek bir arsam var!
Bunu da satmaya niyetli değilim! Cevabını verdi. Onlar:
-Demek koskoca Yezit Ağa’nın
isteğine olumsuz cevap veriyorsun? Biliyorsun ki o tuttuğunu
koparır. İyi düşün, acele etme! Sonra dönüşü olmayan bir yola
girersin. Seni kimse kurtaramaz! Dediler. Ferit Efendi onlara:
-Önünüzde oyuncaklarınız olduğu
sürece çocuksunuz. Bugün zayıf eşeklere zorla taşıttıklarınızı yarın
mutlaka siz taşıyacaksınız! Dedi. Yezit Ağa, Ferit Efendi’nin
verdiği olumsuz cevaba oldukça sinirlenmişti. Adamlarına:
-Gidin, bir hafta o bölgede
kendisini ve hanımını takip edin! Evlerinden ayrılış saatlerini
tespit edin. Çocuklarının yaşlarını, dışarıya ne zaman çıktıklarını
öğrenin! Dedi.
Adamlarından Zebani ve Yabani hemen harekete geçtiler. Dört
Mevsim Kasabası’nda bir hafta süre içinde Ferit Efendi’nin eşi ve
çocuklarını adım adım izlediler. Bir hafta sonra da Yezit Ağa’ya
elde ettikleri bilgileri aktardılar. Zebani:
-Ağam en küçüğü üç yaşında oğlan
olmak üzere iki de kız veletleri var. Avradı her gün öğle namazı
sonrasına gelen bir vakitte çocuk arabasıyla kasabanın Yeşil Vadi
Parkı’na gidiyor. Yabani :
-Karısının gezdirdiği bu oğlan
çocuğu üç yaşında. Her sabah yedi ve dokuz yaşlarındaki iki kızı da
öğrenci aracıyla evlerinin önünden alınarak okula götürülüyorlar.
Onları her gün annesi ve babası uğurluyorlar. Akşama doğru aynı
şekilde evlerine getiriliyorlar, aynı şekilde annesi ve babası
tarafından karşılanıyorlar. Zebani:
-Oğlanın ismi, Cemal. Kızlarının
isimleri, Zennure ve Mihriban. Avradının ismi ise Hacer. Yezit Ağa:
-Pekiyi Ferit ne iş yapıyor Ferit?
Zebani:
-Onun küçük bir dükkanı var, Gölek
Tepesi’nde bulunan tarlasında yetiştirdiği sebze ve meyvelerden
satıyor. Kasaba halkı, çoluk çocuk herkes onu çok seviyorlar. Hatta
ilerde onu belediye başkanı yapacaklarını dahi söylüyorlar.
Yezit Ağa bir hafta sonra tekrar
adamlarından Neco ile Keço’yu Dört Mevsim Kasabası’na gönderdi ve
Ferit Efendi’nin yolu kesildi. Onlar ona:
-Bizi Yezit Ağamız gönderdi. Senin
Gölek Tepesi’nde bulunan arazini satın almak istiyor. Sana bir hafta
müddet veriyoruz. Düşün, taşın bize cevabını ver! Dediler. Ferit
Efendi de onlara:
-Düşünüp taşınmaya gerek yok. Ayrıca
çoluk çocuğumun rızkı için ekip biçtiğim baba yadigârı tek bir arsam
var. Bunu da satmaya niyetli değilim! Cevabını verdi. Onlar :
-Demek koskoca Yezit Ağa’nın
isteğine olumsuz cevap veriyorsun. Biliyorsun ki tuttuğunu o
mutlaka koparır. İyi düşün, acele etme. Sonra dönüşü olmayan bir
yola girersin. Seni kimse kurtaramaz! Dediler. Ferit Efendi onların
arkasından:
-Paranın aşağıladıkları kişiler
sustukça, makamların aşındırdıkları beyinler söz sahibi oldukça siz
daha çok gelip gidersiniz! Dedi. Yezit Ağa, Ferit Efendi’nin ikinci
kez verdiği olumsuz cevaba oldukça sinirlenmişti. Adamlarına:
-Gidin, bir hafta o bölgede hanımını
ve kendisini takip edin! Akşamları evlerinden çıkıyorlar mı?
Evlerinin dış kapısı olup olmadığını, duvarlarını, köpekleri var
mı? Bunları tek tek araştırın! Dedi. Adamlarından Zebani ve Yabani
hemen harekete geçtiler. Dört Mevsim Kasabası’nda bir hafta süre
içinde Ferit Efendi’nin eşi ve çocuklarını adım adım izlediler.
Çeşitli araştırmalar yaparak, bir hafta sonra da istediği bilgileri
Yezit Ağa’ya aktardılar. Zebani:
-Ağam, her akşam evlerine bir çok
aile çoluk çocuklarıyla ziyarete geliyorlar. Sevenleri çok yani.
Yabani:
-Evlerinin duvarları oldukça yüksek.
Kapı açılıp kapanırken dışarıdan bahçelerindeki oldukça iri,
saldırgan köpekleri görünüyor. Duyduğumuza göre hayvan yiyeceklerini
dahi kontol edecek hassasiyete sahipmiş. Kötü niyetli olanları kalp
atışlarından hissediyormuş.
Zebani:
-Yani fırsat bulursa adamı
parçalayacak gibi, heybetli ve korkunç. Yezit Ağa:
-Pekiyi Ferit ne yapıyor Ferit?
Yabani:
-Cuma namazlarını hiç kaçırmadığı
söyleniyor. Oldukça inançlı ve dürüst; herkes hoca olmadığı halde
ona “hoca” diyor. Teraziye çok dikkat ediyor, Sebze ve meyveleri
satarken darasını koymayı unutmuyor. Müşterileri onu çok seviyorlar.
«Bir emrin var mı Ferit Ağabey?» diye gelen giden uzaktan bağırarak
ona yakınlıklarını ifade ediyorlar. Yezit Ağa bir hafta sonra üçüncü
kez adamlarından Neco ile Keço’yu Dört Mevsim Kasabası’na gönderdi
ve Ferit Efendi’nin yolu kesildi. Onlar ona:
-Bizi Yezit Ağamız gönderdi. Senin
Gölek Tepesi’nde bulunan arazini satın almak istiyor. Sana bir hafta
müddet veriyoruz. Düşün, taşın bize cevabını ver! Dediler. Ferit
Efendi de onlara:
- Düşünüp taşınmaya gerek yok.
Ayrıca çoluk çocuğumun rızkı için ekip biçtiğim baba yadigârı tek
bir arsam var. Bunu da satmaya niyetli değilim! Cevabını verdi.
Onlar :
-Demek koskoca Yezit Ağa’nın
isteğine olumsuz cevap veriyorsun.. Biliyorsun ki o tuttuğunu
mutlaka koparır. İyi düşün, acele etme. Sonra dönüşü olmayan bir
yola girersin. Seni kimse kurtaramaz! Dediler. Ferit Efendi onların
arkalarından bağırarak:
-Tehditle, kötülük yaparak
yaraladığınız kuşları asla uçuramazsınız! Düşmanlıklarla da dostluk
kapılarını açtıramazsınız! Aptalların, hainlerin ve zalimlerin
oyuncağı olmayın. Çiçeklere saygılı olanlar yaratanına da saygılı
olurlar! Dedi. Yezit Ağa, Ferit Efendi’nin üçüncü kez verdiği
olumsuz cevaba da oldukça sinirlenmişti. Bir ay sonra adamlarından
Zebani ve Yabani’ye :
-Gidin, bir hafta o bölgede hanımını
ve kendisini takip edin. Hanımı Yeşil Vadi Parkı’na gittiği zaman
küçük çocuğu Cemal’i iz bırakmadan kaçırın! Dedi. Zebani ve Yabani
on dört kilometre uzaklıkta bulunan Dört Mevsim Kasabası’na
geldiler. Zebani o bölgede bulunan fakir bir bayanla anlaştı.
Öğleden sonra saat 14.00’de Yeşil Vadi Parkı’nın girişinde kendisini
beklemesini istedi. Öğleye kadar çeşitli araştırmalar yaptılar.
Zebani Yabani’ye :
- Bak! Ferit Efendi’nin Avradı
Hacer velediyle buraya doğru geliyor. Ben hem atları kontrol
edeceğim, hem de anlaştığımız avratla görüşeceğim. Hacer ne zaman
yerinden kalkar, çocuğu arabasında bırakarak ters istikamete
yönelirse sen şu ağacın arkasından çıkarak çocuğu al ve kaç. Atların
bulunduğu yere git, atına bin ve süratle kasabadan uzaklaş. Ben
arkadan sana atımla yetişirim. Tamam mı? Dedi. Yabani:
-Tamam! Dedi. Zebani, girişte
bekleyen bayana önce 50 lira verdi. Sonra park içinde bulunan
geçitte bir müddet onunla yürüdükten sonra durdu. Bak bir dakika
sonra:
-Hacer Abla, Hacer Abla! Diye olanca
gücünle buradan bağır! Tamam mı? Ben biraz sonra geri geleceğim!
Dedi. Zebani, Yeşil Vadi Parkı’nın çıkışına doğru hızla yürüdü ve
orada beklemeye koyuldu. Sonra gür sesiyle bayanın sesi duyuldu:
-Hacer Abla! Hacer Abla! Hacer Hanım
can havliyle oturduğu kanapeden kalktı, çocuk arabasında uyuyan
çocuğunu orada bırakarak arkasına bakmadan sesin geldiği yere doğru
yöneldi. Kadın yere çakılmış gibi Zebani’yi bekliyordu. Hacer onu
görünce:
-Bacım biraz evvel Hacer Abla! Hacer
Abla! diye bağıran sen miydin? Dedi. Bayan:
-Evet, bendim! Dedi. Hacer:
-Bir şey mi oldu? Benim ismimi
nereden biliyorsun? Dedi. Bayan:
-Hiç! Birisi bana 50 lira para verdi
ve “Hacer Abla, Hacer Abla! “ diye bağır, dedi. Ben de bağırdım.
Hemen geri geleceğim, burada bekle, dedi sonra. Şu an onu
bekliyorum. Hacer oldukça kuşkulanmıştı. Çocuğunun bulunduğu yere
doğru geri döndü. «Çocuğum arabasıyla yerinde duruyor çok şükür...»
dedi içinden. Rahatlamıştı. Sonra arabanın üzerinde bulunan tülbenti
çekerek çocuğuna bakmak istedi. Cemal yerinde yoktu. İşte o zaman
çığlık çığlığa bağırdı:
-Cemal’im Cemal’im yok! Biricik
evlâdımı çaldılar! O sırada oradan geçenler Hacer’e yardımcı olmak
istediler. Hacer, yutkunarak:
-Bir bayanın “Hacer Abla, Hacer
Abla!“ diye bağırdığını, bu sesle yerinden fırladığını, çocuğunu
orada bırakarak sesin geldiği yere yöneldiğini «Bacım biraz evvel
Hacer Abla! Hacer Abla! diye bağıran sen miydin ?» diye ona
sorduğunu, bayanın : «Evet, bendim» dediğini, söyledi. Hacer :
«Bir şey mi oldu? Benim ismimi nereden biliyorsun?» diye sorduğunu,
bayanın : «Hiç! Birisi bana 50 lira para verdi ve “Hacer Abla, Hacer
Abla! “ diye bağır, dedi ben de bağırdım! Hemen geri geleceğim,
burada bekle, dedi sonra. Şu an onu bekliyorum.» dediğini söyledi.
Oradakiler hâlâ yerinde bekleyen kadının yakasına sarılarak ona
çeşitli sorular yönelttiler. Kadın ise Hacer’e anlattıklarını
tekrarladı. Hacer tekrar gözyaşları içinde:
-Cemal’im Cemal’im yok! Biricik
evlâdımı çaldılar. Ne olursunuz çocuğumu bulun! Bana yardım edin!
Diye hüzünlü bir şekilde bağırdı. Oldukça yaşlı bir adam kalabalığın
arasına girerek:
-Olup bitenleri dinledim.
Yapacağınız tek iş polise haber vermek olmalı. Kasabanın dışına
çıkarılmadan çocuğun bulunması gerekir. Değilse organ mafyasının
veya dilencilerin ellerine geçerse çok tehlikeli sonuçlarla
karşılaşabilirsiniz! Dedi. Çok geçmeden polisler olay yerine
geldiler. Kadın gözaltına alındı. Soruşturma derinleştirildi. Ama en
ufak bir iz bulunamadı. Mahkeme para alan kadını suçsuz buldu ve
serbest bıraktı. Cemal, Yezit’in eline geçmişti. Zebani ve Yabani
ona:
-Ağam sen her şeye kadirsin! Diye
taltifte bulundular. Yezit de önce sırtlarını tapışladı sonra onları
para ile ödüllendirdi. Zebani bir cuma günü, «Kasabanın yeni
imamının camide cemaate ağalıkla ilgili vaaz verdiğini ve ağaları
kötülediğini» söyledi. Yezit Ağa:
-Ne dedi; ne dedi? Zebani:
-Ağam, ben de kulaklarımla işittim.
Zalimlerin beşiklerinde çocuklar uyuyamazlar! Şu modern çağda
ağalara, ağalığa fırsat vermeyin, topraklarınıza sahip çıkın.
Haklarınızı mahkemelerde arayın. Hukuk devleti olmanın gereği bu;
Atatürk sevgisini ve demokrasiyi herkes içine sindirmelidir. Hiçbir
şeyden korkmayın! Allah’a kul olun! Kulun kula kulluk yapması
dinimizde de yok! Dedi. Yezit Ağa:
-Vay edepsiz vay! Demek bizim yüksek
irademizi tanımıyor. Neco, Keço! Hemen gidin kaza süsü vererek ot
arabalarımızdan birini onun evine doğru devirin, sonra ateşe verin!.
Yakın hainin evini! Yabani:
-Ama ağam, günah olur! Allah diyen
adamın evi yakılır mı hiç? Yezit Ağa:
-Ulan bizim Tanrımız para, toprak.
Siyaset, hava. Neco! Keço! Gelin buraya götürün şu Yabani’yi. Önce
onu iyice her tarafı moraracak şekilde dayakla ıslatın, sonra
bölgemizin dışına atın! Bir daha buralara uğrarsa öldürün onu. Neco
ile Keço:
-Emrin başlarımızın üstünde ağam»
diyerek Yabani’yi oradan uzaklaştırdılar. Yezit bir bayan bakıcı
tutarak Cemal’in kulaklarına her gün:
-Ferit Efendi bizim en büyük
düşmanımız! Diye fısıldattı. Bu eziyet yıllarca sürdü.
Cemal kasabada okula gidiyordu. Çok sevdiği arkadaşı Mehmet’in
dedesi, Atatürk’ün çok sevdiği ve ödüllendirdiği bir kahramandı.
Yezit de dürüstlüğünden dolayı Mehmet’i çok seviyordu. O bölgede
Cemal’le birlikte büyüdüler. Yezit, Lise son sınıftan mezun olduktan
sonra Cemal’i çağırdı:
-Bak evlâdım, artık büyüdün, sana
bir görev vereceğim. Benim hayatta tek bir isteğim var! Dört Mevsim
Kasabası’na gideceksin, orada Ferit Efendi ismiyle tanınan bir adam
var. Hayatta hiç kimse benim isteğimi geri çevirmedi. Bu adam
adamlarımı kasabasında hem dövdürttü, hem tehdit etti, hem de
kasabanın dışına attırdı. Bana da oğlun Cemal’in leşini görmek
istemiyorsan bir daha kasabamıza girme diye haber gönderdi. Ya
evlâdım, şimdi bu adamdan intikam alma işi sana düşüyor. Al; sana
yakışan bir at, modern bir tabanca ve kırmalı bir tüfek. Ancak
senin gibi bir yiğit, tereyağından kıl çeker gibi bu işi bitirir.
Aslan oğlum yolun açık ola! Zebani ve Yezit onu yolcu ettiler.
Cemal yola koyulmadan önce atını nallatmak ve semer almak için
Kasaba çarşısına gitti. On dakika geçmemişti, Yezit’in arkadaşı
Yahya, Güngörmez Kasabası’ndan ziyaret için gelmişti. Yezit evinin
odalarını gösterdi. Cemal’in odasına girdikleri sırada pencere
açıktı. Cemal’in arkadaşı Mehmet her zaman olduğu gibi dışarıdan
pencereyi tıklatarak onu çağırmak için oraya iyice yaklaştı.
Oradaki konuşmalar dikkatini çektiği için görünmeden dinlemeye
koyuldu. Yahya :
-Cemal nerede? Yezit:
-Belki biliyorsundur. Cemal benim
oğlum değil. Onu küçük yaşta kaçırttım. Biraz evvel de babasını
düşmanımız gibi göstererek oğluna yani Cemal’ e vurdurtmak için
gönderdim. Bir kaç saat sonra Dört Mevsim Kasabası polisini ve
jandarmasını arayarak Cemal’in Ferit Efendi’yi öldürdüğünü ihbar
edeceğim. Yani bir taşla iki kuş vurmuş olacağım. Böylece eski bir
hesap uzun süreli bir projeyle bugün kapanmış olacak. Ve onun Gölek
Tepesi’nde bulunan arazisini nihayet ele geçirmiş olacağım. Mehmet
bütün konuşmaları dinlemişti. Koşarak evlerine gitti. Annesine
atıyla gezintiye çıkacağını söyledi. Silahını da alarak oradan
uzaklaştı. Kestirme yollardan Dört Mevsim Kasabası’na geldi. Önüne
çıkan ilk kişiye Ferit Efendi’yi sordu. Kasaba’da uzun süre
belediye başkanlığı yaptığı için ona bölge halkı «başkan» diye hitap
ediyorlardı. Evini kolayca buldu. Saçları bembeyazdı. Sağ elinde
baston vardı. O esnada hanımı balkondan bakıyordu. Atatürk’ün çok
sevdiği ve ödüllendirdiği bir kahraman olan Mehmet Efendi’nin
torunu olduğunu söyleyerek önce kendini tanıtan Mehmet:
-Teyze, Allah rızası için Ferit
Efendi’yle birlikte kasabanın girişine kadar gelir misiniz? Dedi.
Ferit Efendi, Mehmet’in isteği üzerine birçok tanıdığını telefonla
arayarak kasabanın girişine gelmelerini istedi. Mehmet Dört Mevsim
Kasabası’nda bulunan bir yakınını bularak onu da tanıdığı
çalgıcılarla birlikte kasaba girişine davet etti. Kendisi, Cemal
gelmeden önce onu karşılamak üzere kasabanın girişinde yer aldı. Atı
zaman zaman kişniyordu. Zor zapt ediyordu onu. Ferit Efendi ve Hacer
de bir yakınının minibüsüyle geldiler. Epey kalabalık vardı. Herkes
birbirine:
-Ne var, ne oluyor burada, önemli
birisi mi geliyor? Diye çeşitli sorular soruyorlardı. Çalgıcılar da
gelince orası düğün yerine dönmüştü. Mehmet, Cemal atıyla uzaktan
görününce oradakilere:
-Dostumuz geliyor! Dedi. Cemal
oraya yaklaşırken kalabalığı görünce kendi kendine: «Burada ne olup,
ne bitiyor? » dedi. Sonra çok sevdiği arkadaşı Mehmet’le
karşılaşınca atından indi. Mehmet de ona doğru yaklaştı. Çalgıcılar
da orada bulunanlar gibi sessiz bir şekilde onları izliyorlardı.
Cemal ve Mehmet ellerindeki silahlarıyla birbirlerine sarıldılar.
Mehmet:
-Senin buraya niçin geldiğini ve
bazı gerçekleri bugün Yezit Ağa’nın ağzından duydum. Seni üç
yaşından itibaren kendisine mahkum eden o insafsız adam sana hiç
tanımadığın öz babanı vurdutturacak, arkandan polis ve jandarmaya
ihbar ederek seni tutuklattıracaktı. Biraz sonra çevremizi saracak
polis ve jandarmalarla bu sözlerimin doğruluğunu gözlerinle
göreceksin. Sana bir sorum olacak, buradaki insanlar duysunlar diye
soruyorum, senin adın ne ? Cemal:
-Adım Cemal! Mehmet:
-Bir daha, gür bir sesle söyle!
Cemal:
-Adım Cemal! O an eşi Hacer ile
Ferit Efendi kalabalığı yararak öne çıktılar. Hacer:
-Cemal’im Cemal’im yok! Biricik
evlâdımı çaldılar. Diye çığlık attığı anları tekrar yaşıyor
gibiydi. Geçmiş günleri hatırlayarak her ikisi birden gözyaşlarını
tutamadılar. Mehmet:
-Bak Cemal, buraya senin için
geldim. Yıllarca senin hasretinle yanıp tutuşan annen ve baban
burada. Tam karşındalar yani. Sana bu güzel insanları düşman gibi
gösteren ve çevresindekilere kendisini senin baban gibi gösteren
Yezit de orada, yani Gülek Kasabası’nda. O hain ve zalim biri.
Kendisi gibi olan siyasetçileri de arkasına alarak bölgemizde
yemediği nane kalmadı! Kararını ver. Mehmet, Ferit Efendi’yi
göstererek:
-İşte hasretinle saçları tuz gibi
bembeyaz olan bastonlu bu adam senin baban. Yanındaki teyze de senin
annen. Cemal aniden silahını onlara doğru doğrulttu. Sonra yere
atarak önce annesi Hacer’e:
-Aanam! Diye sarıldı, sonra da
babasına. Oradakiler gözyaşlarını tutamadılar. 15 yıl sonra Cemal’e
kavuştukları sırada, kasabanın içinden gelen polis araçları
etraflarını sardılar. Komiser kalabalığa hitaben:
-Hanginiz Cemal? Dedi. Cemal:
-Benim memur bey! Komiser:
-Kimi öldürdün? Hacer:
-Komiser bey, o benim oğlum! Pırıl
kalbiyle hiç kimseyi öldüremez. O sineğin kanadını dahi incitmez,
babası gibi insan sevgisi taşır. Biz babasıyla yıllarca onun
hasretiyle yandık kavrulduk. Komiser:
-Gülek Kasabası’ndan Yezit Ağa bizi
arayarak Cemal’in Ferit Efendi’yi öldürdüğünü ihbar etti. Bu ifade
Mehmet’in açıklamalarını da doğrular şekildeydi. Ferit Efendi:
-Komiser Bey, ben kasabamızda
yıllarca belediye başkanlığı yapmış bir kişiyim. Şu an anlıyorum ki
oğlumuzu Gölek Tepesi’nde bulunan arazimizi zorla ele geçirmek
isteyen Yezit Ağa kaçırmış. Şimdi de hâlâ kinini sürdürüyor. Beni
oğluma vurdurtmayı ve oğlumu da hapse attırmayı planladığı
anlaşılıyor. Tutuklanacak birisi varsa bu da oğlumdan yıllarca bizi
koparan Yezit Ağa’dır. İhbar ediyorum, onu hemen tutuklayın.
Jandarmalar da oraya gelmişti.
Komiser Jandarma komutanına:
-Herhangi bir vukuat yok komutanım.
Telsizle o bölgedeki emniyet görevlilerine derhal haber verelim,
kirli işler ve kanunsuzluklar içinde bulunan Yezit Ağa derhal
tutuklansın! Dedi. Mehmet de onlara:
-Yezit Ağa çok tehlikeli bir adam.
Bölgemiz kasabalarındaki birçok araziyi sahiplerine baskı yaparak,
yakarak, yıkarak ele geçirdi. Birçok vatandaşımız kasabalarını terk
etmek zorunda kaldılar. Şu an onların birçoğu da büyük şehirlerde
dilencilik yapıyorlar. Bir kaç saat önce bizzat ben birisiyle
konuşurken duydum. Yıllar önce kaçırttığı Cemal’e babasını
vurdutturacaktı. Ben vakit kaybetmeden ve buraya geldim ve cinayeti
önledim! Dedi. Yahya’nın daveti üzerine Yezit Ağa eski aracıyla
Güngörmez Kasabası’na gitmek üzere yola koyuldu. Gülek Kasabası’nın
çıkışında bulunan Nartepe’ye geldikleri zaman Yahya, yolun kenarında
kanlar içinde yatan bir kişiyi gördü. Aracını yol kenarında
durdurdu. Aşağıya indi. Yezit Ağa külüstür aracıyla tozu dumana
katarak uzaklardan kendisine yaklaşıyordu. Yahya yerde yatan kişiye:
-Sen kimsin? Dedi. O da mosmor
haline getirilmiş başını yukarı kaldırarak:
-Yahya Ağabey senin amcanın oğlu
Yabani. Yahya gözyaşlarını tutamadı. Onu kucaklayarak arabasının
arka koltuğuna yatırdı. Tekrar yola koyuldu. Yezit Ağa aracıyla ona
yaklaşmaya çalışıyordu. Güngörmez Kasabası’nda evinin önüne geldiği
zaman aşağıya indi. Oğlu Hasan’a:
-Oğlum arabamızın içinde bir
hastamız var. Benim şu an üzüntüden başım dönüyor, sen onu hemen
hastaneye yetiştir. Tedavisi için ne gerekiyorsa yap, masraflarını
da karşıla. Sonra görüşürüz.
Yezit Ağa’yı evinde uzun süre
bekledi. Ama o gelemedi. Ertesi günü, hastaneden çıktıktan sonra
Yabani olup bitenleri Yahya’ya anlattı. O oldukça sinirlenmişti.
Yezit Ağa hakkında dava açtırmak üzere avukatını çağırttı. Gülek
Kasabası’nda görev yapan imamın evini yaktırmaktan, Yabani’yi
öldüresiye dövdürtmekten, halkı baskı ve tehditlerle sindirmekten,
zorla arazilerini gasbetmekten Yezit Ağa hakkında dava açıldı. Ama
iki gün önce Ferit Efendi’nin oğlu Cemal’i kaçırmaktan, uzun süre
evinde alıkoymaktan, tertiplerle devleti ve devlet kurumlarını kendi
ihtiraslarına alet etmekten tutuklanmıştı.
Yezit Ağa gibi halka zulmeden
diktatör insanlara göz yuman, zalimlerle işbirliği içinde bulunan,
din maskesi altında hırsızlık ve haksızlık yapan, emperyalist
ülkelerin güdümünde olan iktidar partisi de Anayasa Mahkemesi
tarafından kapatılmış, yöneticileri de yüce divanda
yargılanıyorlardı.
«Ne mutlu Türk’üm diyene!» diye
haykıran herkes Yezit Ağa’dan ve onun gibilerden kurtulmanın
sevincini yaşıyorlardı. Ay yıldızlı bayraklar da yıllar sonra yine
devletin asil güçleriyle birlikte bölgede yerlerini almışlardı.
Ankara, 29.10.2009
Üzeyir Lokman ÇAYCI
55, rue Louise Michel 78711 Mantes la Ville France
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
- KARGANIN
AKLI
-
- Kargaya sormuşlar :
" Düğünün ne zaman olacak? " diye.
Cevap vermiş :
" Arpa zamanı... "
Eklemişler :
" Pekiyi, o zamana kadar
Yapacakların neler var? "
Demiş :
" Korkulukları devirmek... "
" Neden ?... " diye
Gülmüşler.
Karga, biraz düşündükten sonra
Cevabı yetiştirmiş:
" Bazı insanların
Farkı yok korkuluklardan... "
-
- Üzeyir Lokman ÇAYCI
Paris - 06.06.2000
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
|
|
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
15. SAYI FİKİR DERGİSİ
NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/12/2009 |