|
 |
DİKKAT !
BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
İÇİNDEKİLER
|
Ahmet CANBABA DEMOKRASİYE GEÇİŞ SANCILARI
Ahmet CANBABA BEN YOKSULLUĞUMU ÖZLÜYORUM
Ahmet CANBABA MENDERES ÇIKMASI
Ahmet CANBABA HAYAT BİRAZ DA MASALSI
Ahmet CANBABA HAYATA DÖNÜŞ (erken teşhis)
Ahmet CANBABA SABAHLAR
Ahmet CANBABA GÖZ GÖRE GÖRE
Ahmet CANBABA İŞTE ÖYLE BİRİ
Ahmet CANBABA HORTUMCU
Atilla ALPAY ÇOCUKLARIN HAYATLARINA DEĞER VERELİM
Bora ATILGAN BENİM HÜZÜNLERİM
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU BENİM İÇİN DE AĞLA
Hamit HANCI ÇOCUK SUÇLULUĞUNA ÇOK BİLİMLİ BAKIŞ SEMPOZYUMU
İsa
KAYACAN ZAMANIN İÇİNDEN
İsa
KAYACAN SEVGİ YOLU’NUN DÖRT ŞAİRİNDEN
İsa
KAYACAN HAYRETTİN İVGIN’DEN GELENLER
İsa
KAYACAN OSMAN TEKERCİ ŞİİRDE GİDEREK GÜÇLENİYOR
İsa KAYACAN KAZIM POYRAZ’IN ŞİİR DÜNYASI
İsa
KAYACAN TEFENNİ NAMIK KEMAL İLKÖĞRETİM OKULU ÖĞRENCİLERİNİN
ŞİİRLERİ
Mahmut Selim GÜRSEL BALIK MI YEM Mİ OLSAK
Mahmut Selim GÜRSEL ELİNDEKİ İLE YETİN
Mahmut Selim GÜRSEL BİDAT GECELERİ VE BİZLER
Mahmut Selim GÜRSEL SESSİZLİK VE ZAMAN
Mahmut Selim GÜRSEL 23 NİSAN 1920 ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK
BAYRAMI
Mehmet Şakir ÇIPLAK YAZILIŞININ 600. YILINDA VESÎLETÜ’N-NECÂT
Müslüm TUNABOYLU KENTLER BÜYÜDÜKÇE SORUNLAR ÇOĞALIYOR
Müslüm TUNABOYLU ANADOLU BOZKIRINDA UNUTULMAYAN EĞİTİM KURUMLARI
KÖY ENSTİTÜLERİ
Müslüm TUNABOYLU GÖLÜN YAZI MI YOKSA EĞMİR GÖLÜ MÜ
Necati ÇAVDAR "SONSUZLUK YOLCUSU”, PEYGAMBER ÇİÇEĞİ"Muhsin
YAZICIOĞLU
Selma GÜRSEL EKMEK MANTISI
Serkan GÖKÇE BULUTLARIN KALBİ KIRILINCA
Serkan GÖKÇE BENİM ANNEM
Üzeyr Lokman ÇAYCI YILDIZLI PEKİYİ
Üzeyr Lokman ÇAYCI DESEN
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
DEMOKRASİYE
GEÇİŞ SANCILARI
- 1951 Seçimlerinin ardından demokrat
partinin iş başına gelmesiyle birlikte Devletçilikten Özel
sektöre kayış başlamış, Amerikan yardımlarıyla ülkemizde
sanayice ilerlemenin önüne geçilmiş, daha fazla hürriyet, daha
fazla demokrasi adı altında dinci kesime yönelik özgürlük ve
demokrasi gelmiş ve bu gelişmeye engel olacak kavramlar
laiklik başta olmak üzere budanmış yabancıların daha fazla
söz sahibi olmaları açısından devlete ait neler varsa
satılmış, Cumhuriyete karşı ‘İkinci Cumhuriyetçiler’ çıkarak
Atatürk ilkelerinin önüne geçilmiştir.12 eylülle birlikte 1980
öncesi sağ sol çatışmalarıyla birbirine kırdırılan gençlik,
kendilerinin kullanıldıklarını anladıklarında artık kendileri
için vakit çok geçti. Sermaye 1970 öncesi bilinçsizliklerinin ve
tecrübesizliklerinin zararlarını gördüklerinden sermayeye karşı
çıkan sol örgütlenmenin karşısında ülkücü gençliği kullanmış, 1980
ihtilaline kadar gençlerin birbirlerini yok etmelerinde kapitalizm
sistemli olarak oldukça güçlenmiş, buna karşın işçi köylü, memur
kesimi de kendi davalarının takipçileri olmak açısından bir sınıf
oluşturmuşlardır. Yani emekçi kesimi de birçok yandaşını
yitirmesine rağmen güçlenmişlerdir. Tabiî ki bu kamplara
ayrılmayı da beraberinde getirmiştir.
- Düşünün bir kere 27 mayıs ihtilali olmuş,
devrimci bir anayasa kabul edilmiş.(BU anayasa ki halkın,
yani toplum kesimlerinin düşüncelerinin önünde bir
anayasa)Gençler emperyalizme karşı yürüyerek İstanbul’da 6.
filoyu defol git diye karşılamışlar. Deniz Gezmiş ve
arkadaşları devrimin bir kıvılcımı olmuş, ama ne yazık ki
faşizmin gücü bu üç fidanını asmakla kurtulacaklarını
sanmışlar, Deniz gezmiş ve arkadaşları idam edilmiş 12
eylüle böyle gelinmiştir.
- Siyasiler mecliste reisicumhurunu seçememiş,
sağ sol karmaşası mecliste de devam etmiş, halkın 12
eylülü bir kurtuluş olarak görmesine kadar müdahalesini
özellikle sürdüren ordu 12 Eylüle gelindiğinde darbe yaparak
yönetime el koymuştur.
- Oysa gençlerimiz 12 eylülle birlikte faili meçhullerle ve
işkencedeki ölümlerle bir girdabın içine sokulmuş
Hapishaneler sağcı ve solcu gençlerle doldurulmuştur. İşte
bütün bu olaylarda Türkiye başta Amerika olmak üzere harici
güçlerle hep dışarıdan yönetilmişlerdir.Barış gönüllüleri
denmiş memleketimiz karış karış gezilmiş, köylümüzün yani
halkımızın örf ve adetlerinden inanışlarına, kimliklerinden
milliyetçilik duygularına, dil ve lehçelerinden siyasi
görüşlerine kadar Amerikan casusları(Barış Gönüllüleri)
tarafından öğrenilmiş öğrenilen bilgilere göre Türkiye’nin
haritaları çıkarılmış ve bu konular karşısında aleyhimize
geliştirilecek stratejiler oluşturulmuş ve bu oluşturulan
stratejileri savunan kendi gençlerimiz Amerika da burslu
olarak okutulmuş ve Türkiye’ye gelip belirli kilit
noktalarına atandıklarında Amerikan siyasetini savunmuşlardır.
- Türkiye üzerindeki emellerinin koruyucuları ve
kollayıcıları olarak Avrupa ülkeleri de tabiî ki boş durmamışlardır.
Demokrasimizin önündeki engellerin kaldırılması da Avrupa Birliği
standartlarına uygun olarak ele alınmış Avrupa birliğine
alınmayacağını bilmemize rağmen halkımızda bir Avrupa birliğine
girme rüyaları yaratılmış, serbest dolaşım, bol para kazanmak gibi
halkımızın özlemleri hep canlı tutulmuş ve AB ye üye olmak
iktidarlarda oy potansiyelini artırma konusunda bir işlev haline
gelmiştir.
- Türkiye’nin 1996 yılından itibaren gümrük birliğine
girmesiyle Avrupa’daki ve dünyadaki gelişmiş ülkeler düzeyinde
olmayan sanayimiz bu ülkelerle rekabet edemez düzeyde olduğundan
ülkemizde birçok fabrika kendisine çekidüzen verip Avrupa’yla uyum
sağlarken birçok küçük işletmelerde kapanmıştır. Tarımın ve sanayin
devlet tarafından korunamaması sebebiyle ülkemiz yabancıların açık
pazarı haline gelmiş kendi çiftçisini destekleyen ülkeler, ülkemize
ucuz pirinç, buğday, mercimek ve her türlü bakliyat ürünlerini
satmışlar. Emeğinin karşılığını alamayıp zarar eden köylümüz ürün
ekmekten vazgeçmiş kendi kendimize yeterli olan bir ülke
pozisyonundan tarımda da dışa bağımlı bir ülke haline
getirilmiştir. Tabiî ki sanayimizde de öyle. Birçok
fabrikalarımız kapanmış, teknolojik yeniliklerle donatılamayan
ve devletin arpalıkları pozisyonunda bulunan ve sürekli zarar
eden eskimiş teknolojilerimizle çalışan fabrikalarımız
Avrupa’ya ayak uyduramadığından özelleştirilerek teker teker
elimizden çıkarılmıştır. Artık Avrupa’nın işçisini, çiftçisini
besleyen sömürge bir ülke konumuna getirildik. Kendimizle
barışık bir toplumken PKK nın dış güçlerce beslenip
desteklenmesi ve ve ülkemize karşı zararlı yayınlarda
bulunulmasına göz yumulması karşısında ülkemizdeki ayrılıkçı
grupların milli duyguları, kimlik tartışmaları yaratılarak
infial noktalarına kadar getirilmiş, en ufak olaylarda
meydanlara çıkarak yakıp yıkmaya ve öldürmeye yönelik
gösterilere kadar iş vardırılmıştır.
- Sorunlarımız birikerek gelmiş hiçbirisi çözüme
kavuşturulmamış bir dağ gibi önümüzdedir. Ermeni meselesinden,
Kıbrıs meselesine, Kürt sorunundan doğalgaz sorununa, dil
sorunundan, kriz sorununa, işsizlik sorunundan eğitim sağlık
yani aklınıza ne gelirse bütün sorunlara kadar. Bütün bu
sorunlarla başa çıkmak için devletin emniyet güçleri ile
halk karşı karşıya getirilmiş ve devlet kendi bünyesinde
kendine bağlı birde Gladyo oluşturmuş ve bu oluşumda
Susurluktaki Mercedes kazasıyla ortaya çıkmıştır.
- Ülkemizin çok değerli yazarları,
profesörleri, aydınları faili meçhul suikastlarla öldürülmüş
hiçbirisi aydınlatılamamıştır. Bu işleri halledemeyen siyasetin
elinden kuvvet kullanarak olayları bastırmanın ötesinde bir iş
gelmemiştir. Dışarıdan yönetilmenin neticesi Tarımı, sanayisi ve
ekonomisi çökmüş bir Türkiye’nin Özelleştirerek ayakta
kalacağını sananlar yanıldıklarını dışarıya satacakları bir
şey kalmadığı zaman anlayacaklardır. Şimdi artık taviz
verilerek işleri yürütüyoruz. . Tabiî ki buda satılmadık kalan
fabrika varsa satarak, Kürtçe tv kanalları açarak, buzdolabı
çamaşır makinesi ve gıda maddeleri dağıtarak, topraklarımızı
ve yer altı zenginliklerimizi satarak, İMF den borç para
alarak ayakta kalmaya çalışılmaktadır. İşte 29 mart
seçimleri yapılmış baştaki iktidar kan kaybetse de ne
değişmiştir. Halkımız layık olduğu veçhile yönetilmeye devam
edilecektir.
- Yeni Amerikan başkanı Obama geldi 20 milyar
dolar olarak İMF nin vereceği kredi ne gibi tavizler verildi
de İMF nin 45 milyar dolar gibi yüksek bir meblağa
ulaştırılmıştır. Acaba bu tavizler içinde Ermenistan’la sınır
açılırsa, Kıbrıs’ta Rumlara taviz verilirse, Irakta Kürtlere
tavizler verilirse gibi koşullar ileri sürülmüş müdür diye
insan kendi kendine sormaktan da kendini alamıyor.
- Daha bu gelişimin içersine Ergenekon’u dahil
etmedik. Oysa Ergenekon başlı başına işlenecek, ele alınacak
bir sorunlar yumağıdır.
- Çok partili rejimmiş gibi görünse
de demokrasinin oturmayışı, seçim sistemindeki çarpıklık, 1950
sonrası olguyu aynen getirmiş, 2008 ler de 1950 leri yaşar
konumuna gelmişiz. Tabiî ki şu anda Demokrat Partinin
iktidardan uzaklaştırıldığı ihtilaller geleneği ortadan
kalktığı için 2011 senesine kadar baskıcı ve sindirici ortama
yokluk , yoksulluk ve İşsizliği de dahil ettiğimizde acaba
demokrasiye nasıl ulaşırız. İşte 45 milyar dolarlık İMF
yardım burada imdada yetişecek gibi gözüküyor. Acaba bu
yardımlar beş yüz milyar doları geçen devletin borcunu daha
da yükselteceğinden daha fazla dış borç daha fazla dışa
bağımlılık değimli?
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- BEN YOKSULLUĞUMU ÖZLÜYORUM
-
- Umut ekmek arası bir düş.
- Hayat verecek bir iksir gibi
-
- Seni düşünmek ve hissetmek.
- Ve soluksuz bir rüya gibimsin gecemde.
-
- Unutulmuş seslerimle bir köşede
- Bir esintiye teslim olurdu güzelliğin.
-
- Yaranmaya geç kalmış sevgide
- Sıramı savardım sevmelerde,
-
- Sıramı savardım düş kurup.
- Bakışlarımızla ödeşirdik
-
- Saygı sanırdık utanmaları.
- Yüz kızarmalarına yenik düşerdi
-
- Yüreklerdeki sevdalar.
- Ben örfümü özlüyorum.
-
- Bütün yüzlerin gülmediği
- Gecikmiş bir ayrılık
-
- Gecikmiş bir sabır
- Yabanıl dağ kuşları yüreğinde
-
- Ürkek ve tedirgin.
- Yitirmelerinden belli baharlarını.
-
- Kırılmış bir dal ucu arar
- Konmaya kendi yalnızlığına.
-
- Hani lepiska saçları çocukluğunun
- Karşılıksız sevgilerden çıkardın yoluma.
-
- Yaşlandığımızı bilmezdik zaman içinde
- Ölümler çoğalırdı farkında olmadan.
-
- İçlerinde sevgi taşıyan
- Bağışlayan sözler gülümserdi dudaklarda.
-
- Ben senin feri kaçmış mavi gözlerini görmesem de
- Renksiz bir sevginin ışığı vuruyordu gözüme.
-
- Ölümsüz dokunuşlardı
- İki okyanus mavisi gözlere.
-
- Sessizdi eller.
- Çocuk hırçınlığında
-
- Ve susmayan ağıtlarda
- Büyüyen bir geleceği taşırdık
-
- Sevgimizle suladığımız yüreklerimizde.
- Ben çocukluk aşkımı özlüyorum
-
- Ne arabam vardı
- Ne villam yatım eskiden.
-
- Ayakta kalmaktı yaşamak
- Ölüme ayak sürüyüp.
-
- Sıkımı askerlerimi öldürecek biri
- Halkımı düşman belleyecek.
-
- Cezası ölümdü be yapanın.
- Hangi devlet niye astınız mı derdi.
-
- Onurumuz vardı be eskiden.
- Aslına dönsün be ne varsa
-
- Bir rüyadan uyanır gibi.
- Varsın hep yoksulluğa yüreğini aralasın yaşam
-
- Komşu gözlerin kem bakışlarında bile
- Bir mutluluk vardı be
-
- Beyazlar yamalıydı, çatılar çaresiz.
- Ne perişanlıklar damlardı yağmurla
-
- Bir anamın şefkati vardı
- Kardeşlerimin güler yüzü.
-
- Ben gecekondumu,
- Ben yoksulluğumu özlüyorum
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
-
MENDERES ÇIKMAZI
-
- Sevda türküleri söylerken
- Sevgililer fısıltılarla
- Aldandım.
- Ölümler düştü
- Parçalanmış bedenlere
- Kahpe bir bombada
- Haber soludum.
- Görgü tanıkları
- Olay yeri
- Feryat figan.
- Muammer güler
- Gözlerim boşaldı
- Hain ve acımasız teröristlere
- Lanet okudum.
- Korku cam kırıklarında
- Darmadağın.
- Hırsından kilitlenmiş dil
- Ve hırsından kilitlenmiş yumruk
- Ve gözyaşından ıslanmış
mendil.
- Ağıtlar çökmüş gözlere
- Acılara sağır ten
- 27 temmuz gecesi.
- Dağılmış sokaklara korkulu
gözler
- Kan gölüne düşmüş suretler
- Damarlarda çürümüş kan
- Ölüm sebil.
- Can çıkmazına döndü sokak
- Teselliye kaçmış üzüntüler
- Hain tuzaklara yem.
- Zavallılar sürüsü
- Bu gün
- Utanç duvarına çarpmış.
- Amerikan uşağı pkk
- Dönekler ordusu yaratmış
- Bir habis ur gibi memleketimde.
- Burjuvazi
- Yaşamda bir devinim
- İleri, geri sağ, sol
- Orta yol
- Oltada yem.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
-
HAYAT BİRAZDA MASALSI
-
- Şimdi bensiz hangi gerçeklere
açıksın yüreğinde
- Bizi kim yönlendirir doğru
gerçeklere yalın
- Düşüncelerine gelen mesajlar
soyut
- Hangi verilerle donatılmışsa
hücrelerin
-
- Tesirinde kalacak tatlı bir
masalın
- Uykularımın avlusuna serilmiş
- Kurumaya yüz tutmuş bir yüzüm
- Hani ölümü ödeşmek olmasa
- Zamandan çalardım senin için
-
- Bil ki senin için yaşamımda
öksüzüm
- Korkularımız tünerdi geceye
- Cesaretimiz cehennem
kapılarına sürgün
- Çıplak bir yalnızlıkla baş
başa
-
- Çocukluk sevincimi yaşarken
- Bırakırdım kendimi akşam
hüznüne her gün
- Dağların kar yağmış lekeli
beyazlığında
- Beyaz kurşuni simli göz alıcı
rengi var
-
- Bir kabusa dönüşmesin gelecek
- Derin dipsiz bir kuyudur
yalnızlık
- Ve yıkılmaya yüz tutmuş
yamalı duvar
- Bir öfkeye mahkum olmuşsa beyin
-
- Bir bak gözlerde haksızlıklar
desen desen
- Yası kalmış bir sevinci
neyleyim
- Sığınağım mor karanfil sarı
düş
- Bir alevden soluktur şimdi içimde
esen
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- HAYATA DÖNÜŞ (erken teşhis)
- Sırtımdaki, göksümdeki ve zaman
zaman vücudumu tümden saran ağrılarından şikayet ettiğimde
eşim:
- “ Hayatım kaç defa diyorum sana
bir dipten doruğa muayene ol. Bak hastanede çalışan komşumuzun
bir tanıdık doktoru var, önce muayenehanesine gideceğiz,
sonrada o bize bir yol gösterir, gerekirse bir Check-up
yaptırırız. Muhakkak bir şey var ki sende her gün
şikayetçisin kendinden.“ Dediğinde ben hep “haklısın hayatım”
derdim de bir türlü teşebbüse geçmezdik.
- Tabiî ki rahatsızdım ağrıdan
sızıdan yana ama direniyordum doktora gitmeye. Nasıl olduysa
ağrılarımın arttığı bir gün Hanımın da ağrılardan şikayeti
geldi aklıma ikimizde bir muayene olalım dedim. İşyerinden
telefon ederek bir randevu aldım doktordan. Ertesi gün
Fikret beyin muayene hane sine eşimle beraber giderek vizite
ücretini yatırdım. Benim göksümü, nefes alışverişimi, sırtımı
dinledi. Uzun tetkiklerden sonra kartvizitinin arkasına
imzasını atarak
- “yarın erkenden hastaneye gel,
kapıdan kartımı gösterdiğinde direk içeri girersin” dedi. Tabi
eşimi de aynı şekilde muayene ederek aynı şeyleri eşime de
söyledi ona da bir kart yazarak verdi.
- Ertesi gün bizde öyle yaptık.
Sabah hastanenin içi ana baba günüydü. Onları yararak
geçerken arkamızdan konuşuyorlardı.
- “İşte gene özelciler geldi,
bunların paraları var kuyruk beklemezler ki. Hele bizim gibi
geceden kalkıp ta sıramı alacaklar sanki.”
- Duymazlıktan gelmek zorundaydık.
Adamlar haksızda sayılmazdı ama ne yapacaksın sağlık sorunu
bu. Halimize şükrettik. Zaten şükürcü bir millet değilmiyiz.
Bir trfik kazası olsa, bir uçak düşse çok şükür, içinde biz
yokuz demezmiyiz. Ya sel felaketinde, depremde kendilerine
zarar gelmeyenler şükretmezler mi. Bizde para ile muayyene
olacak durumda olduğumuza şükrettik. Oysa çokları doktora
gitmeyi gerektirmeyecek derecede sağlıklarının yerinde
olduklarına şükrediyorlardı. Ya birde muayene olacak paramız
olmasaydı ?
- Her şeye para bulunuyordu da şu
sağlığa para bulamıyordu halk. Bulsa da halkın önceliği
sağlık değildi ki. Yakacak, giyecek ve en önemlisi gıda.
İşte en son kertesine getirmişler hastalıklarını. Artık
doktora gelmekten başka çare bulamamış insanların
yığılmalarıydı hastanedeki kalabalık.
- Kapıdaki görevlilere doktorun
arkası imzalı kartvizitini gösterince hiç bekletmeden
- “ikinci kat 109 numara” dedi görevli. İkinci kat 109
numaraya çıktığımda doktorun bulunduğu oda kapısının
karşısındaki görevli bayana doktorun yazılı kartvizitini
gösterdim
- “içerdekiler çıksınlar hemen sizi alacağım” dedi. Eşimin
ve benim sağlık karnesini alarak kaydını yaptı. İçerden çıkan
hastadan sonra muayene olmak için eşim girdi içeri. Doktor
hiç muayene etmeden bir kağıt üzerinde işaretlenmiş liseyi
eşime verdi. Sonra ben girdim benim elime de bir
işaretlenmiş tahlil kağıdı verdi
- “işaretli tahlilleri yap getir,
gittiğin yerlerde kartımı göster sıra beklemezsin” dedi.
Sistemin çarkı böyle işliyordu demek. Her gittiğimiz yerde
hiç beklemedik, kan tahlilinde, idrarda.
- Hele kandan bir sürü tahliller
yaptılar. Eşimle beraber hepsinin neticelerini aldık doktora
verdik. İçerde bir başkası daha vardı. Sanıyorum doktorun
tanıdığı biri. Çenesi düşük bir insan. Doktor sanki onu
dinlemiyordu. Elinde siyah bir çanta, içersinde bir sürü
ilaç numuneleri var. İlaçlarla ilgili bilgi alışverişinden
başka bir şey değildi adamın yaptığı. Kim bilir hangi
fabrikanın ilaç pazarlamacısıydı. Biz se doktorun tahlil
sonuçlarını söylemesini bekliyorduk. Hele adam bir konuşmasını
kesse sıra bize gelecekti.
- O çenesi düşük adam işi
bittiği halde çıkıp gideceğine, eşimle beraber doktorun
söylediğini dinlemez mi. Doktor tekrar tekrar tahlil
sonuçlarına baktı, kafasını salladı. Ters giden bir şeyler
vardı galiba. Gözlerini benden kaçırarak eşime bir şeyler
diyordu ki eşim benim kolumdan tutup;
- “Güven sen biraz dışarı da
bekle benim doktorla bir özel görüşmem olacak” dedi. Ben
dışarıda beklerken O geveze adamında sesinin yükseldiğini
duydum içerden. Durmadan konuştular konuştular ama konuşan hep o
geveze adamdı. Ama tam anlayamıyordum konuşulanları. Sonra o
geveze adam kapıdan çıktı bana dönerek
- “hücre çoğalmasıymış, geçmiş olsun iyi huyluysa korkulacak
bir şey yok” dedi. Adam söyledi söylemesine ama benim
kendisine birşeyler sormamı beklemeden çekip gitti. Bir
ara peşinden koşturayım dedim vazgeçtim. Doktor eşime içerde
tedavi şekillerini izah etmiş, ayrıca başka ülkelerde tedavi
görebileceğini söylemiş. Hiç konuşmadan geldik eve. Ben
istiyorum ki kendi birşeyler söylesin. ‘Korkulacak bir şey yok’
desin, geveze adamın söylediği gibi. Ama ne gezer eşimde çıt
yok.
- Eve geldiğimizde birazda yüzü
ağlamaklı:
- “hücre çoğalmasıymış, kansermiş
yani” dedi. Ben oturduğum koltuktan fırlamıştım sanki.
Ellerimle yüzümü kapatıp
- “Aman Allah’ım buda mı gelecekti
başıma” dedim. Yalnız hücre çoğalmasını bir şeye
benzetememiştim adam söylediğinde.
- Eşimin gözyaşlarına karışmış
sözleri düştü üst üste dudaklarından. Lavanta kokan çarşafları
serilmiş yatak odasının kapısında durmuş, içeriye bakıyordu
öylece. Bir dil sürçmesi onu ele verdi. ‘Hücre çoğalmasıymış
tan sonra kansermiş’ demesi. Şimdi benimde bildiğimi
bilmesinden biraz rahatlamıştı. Oysa nasıl söyleyebilirim kinin
hesaplarını yapmıştı yol boyu. Tedavimdeki uzun sürecin
ruhunda yaratacağı karmaşadaki davranış bozukluklarını
algılıyordum eşimin.
- Benim hastalığımı duyduğunda çoktan iç dünyası yıkılmıştı.
Ben yatak odası kapısından içeri girdiğimde eşimde arkamdaydı.
Yatağın bir köşesine usulca oturdum. Eşimde yanıma oturdu.
Şimdi az da olsa kendisine gelmişti. Doğal davranışların
kimyasındaki sükuneti yaratan neydi. Sanki hastanedeki korku
ve telaş gitmişti şimdi. Benim kıyametler koparacağımı, hayatı
hem kendisine hem de kendime zehir edeceğimi düşünüyordu.
- Kendisini hiç de ilgilendirmeyen
bir konuda doktorun anlattıklarını duyan bir yabancı, bana
patavatsızca
- “ Hücre çoğalmasıymış demek ”
dediğinde benim dünyam zaten kararmıştı. Demek benim
hastalığımı duyduğunda o şarlatan içerde bağırmıştı “çaresiz
bir hastalık” diye. O münasebetsiz adam ne münasebetle benim
hastalığım hakkında patavatsızca konuşmuştu. “Beyefendi seni
ilgilendirmez bilmediğin şeylere lütfen karışma” diye eşimin
sinirlenip bağırdığını duymuştum kapıdan. Sanki ona
denmiyormuş gibi yüzü kızarmayan adam büsbütün moralimi
bozmuştu dışarıya çıkıp ayrıca bana hücre çoğalmasıymış diye
söylediğinde. Güya ben duymayacaktım. Yüzsüzlerin yüzlü
çıkmalarını düşünmek insanı üzmez mi. Adam sanki uyuşturucu
bağımlısı gibi söze karşılık verme bağımlısı içinde görüyor
kendisini ve durmadan konuşuyordu. Zaten içerde doktoru
yüceltecek konuşmalar yaptığında doktorun da sesi çıkmadan
propogandist beyi dinliyordu.
- “Sağlık bu hanımefendi. Eşiniz
için doktor beyin dediği ülkeye giderseniz tedavi için
kesin çözüm bulunur.” dediğinde eşimin iyice dolduğunun
farkındaydım. Adam durmadan konuşuyor benim sağlığım üzerine
çözümler üretiyordu. Eşimde artık adamın konuşmalarına daha
fazla tahammül edememiş demekki.
- “Beyefendi Her şeyde tüketim
toplumu olmuş çıkmışız. Şimdide olur olmaz söz tüketiyoruz,
ses tüketiyoruz, onur tüketiyoruz, en güzel değerlerimizi
tüketiyoruz. Sevdiklerimizi ve kendimizi tüketiyoruz, onun için
siz burada boşuna sesinizi tüketmeyin” dedikten sonra adam
doktorun odasından çıkmak zorunda kalmıştı. Üstelik bana da
hastalığımı söyleyerek uzaklaştı.
- Eşimin doktorun yanından
çıktığında benim değil de sanki onun teselliye ihtiyacı
vardı. Birazda onun için kendimle ilgili bir şey sormamıştım
eve gelene kadar. Adamın boş yere gevezelik etmesini
unutamamıştım “neden doktorun söylemesi gerekeni o adi adam
söyledi” diye eşimin saçlarını okşayarak yanaklarından öpmüştüm
.
- “Seni seviyorum hayatım.
Hastalığım unutmaki her şeyin sonu değil” dedim. Eşimi kendi
hastalığımın vahim düşüncesinden uzaklaştırmak için bir savaş
veriyordum sanki.
- Sanki her tarafa savrulmuş
başıboş dönen gezegenler gibiydi kafamdakiler.
- Şimdi yatağa uzandık birbirimize sarılıp çaresizlik içinde
ağlaşıyorduk. Karı koca ortak bir sessizliğin içindeydik.
Hareketlerimizin devinimleri sıfıra inmiş bir pelte gibi
yatağın üzerine serilip öylece bırakmıştı bizi.
- Yaşlı ve şeker hastası olan
anneme ve hele bana çok düşkün kalp hastası olan babama
nasıl diyecektim.
- “Çocuklarıma nasıl söylerim”.
Şimdi kendi içimizdeki boşlukta kendimizi mahkum etmiş, bir
çıkış noktası arıyorduk. Ben ne yapmıştım da tanrı çaresiz
bir hastalığın eline bırakmıştı beni. Çevremdeki en
yakınlarıma söyleyerek, düşüncelerimi kemiren olumsuzluklar
paylaşıldığında yerine olumlu söylenecek her söz belki bana ilaç
olurdu. Şu anda çaresizliğin şokundaydık. Vurgun yemiştik.
- “Hastane kapılarındaki çare
bulunacak dertler içindeki çaresizlikler zincirinin bir halkası
da bendim” diye düşündüm. Ama şimdi eşimin ne düşündüğünü
sezebiliyordum. Benim dalgın bakışlarımdan kendimi uyandırarak
eşime
- “Kiradaki dairemizi sattığımızda
Amerika’da tedavisi olabilir diyorsundur” değilmi?
- “Tamam düşündüğün gibi
düşünüyorum bende” dedi. O da anladığımı anlamış olacak ki
- “onu sonra konuşuruz” dedi.
Ertesi sabah, geçirdiğimiz tedirgin bir geceden sonra tekrar
hastanedeydik. Oğluma ve iki kızıma üstü kapalıda olsa durumu
anlattığımda
- “anne annenizle, dedenize
söylemeyin sakın” diye de tembih ettim. Büyük kızım
- “hastaneye bende geleceğim baba”
seni yalnız bırakamam” dedi. Ufak kızımla oğlum yaşlı dedesi ve
anneannelerinin yanlarında kaldılar. Sekseninin üzerinde
insanlar, onlarında bakıma ihtiyaçları var nede olsa. Büyük
kentlerdeki bir başka endişede hızla artan kapkaç olayları.
Eşim bizimle beraber gelen büyük kızımıza hastaneye gidene
kadar tembih üzerine tembih etti. Aman çantana dikkat et
sanki bizim kıza söylenmemiş. Eşim eczaneden ilaç almak için
yanımızdan ayrıldığında, kızımda benim kan verirken çıkardığım
paltomu koluna asıyor. Hemşireler kan alma işini tamamlayıp
ta ben tekrar paltomu kızımdan aldığımda bakmış ki kızım
kolunda çantası yok. İki tane kesilmiş deri sap sallanıyor
kolunda kızımın. Pes yani bu kadara da. Anne gelene kadar sağa
sola koşuşturdular ama nafile. Bu ikinci çarpılışı kızımın.
Bazen insanlar hayatta bedavadan yaşıyor. Bana “aman olsun
canımıza bir şey gelmedi ya” deyip geçiştirdiler. Ama önemli
olan benim bir şeye üzülmemem lazım. Hanım ilaçlarla geldikten
sonra tomografilerim çekilecek tabiki. Hadi bu seferde
elektrikler kesilmesin mi. Yalnızca kan tahlili yaptırmış olduk
o gün. Akşam evde çocuklar “ Anne, babamı Çine götür. Türkiye
den kanser hastaları Çine gidiyorlarmış ameliyat olmak için.
Kanser turları düzenleniyormuş. Herkes gezi için umreye
gidiyor, siz sağlığınız için Çine gitmişsiniz çok mu”? diye
üsteleyince
- “haklısın kızım” dedim. Ama
doktorumuz bendeki gelişmelerden çok umutlu, sanıyorum
sizlerin sevgisi ve benim stresten uzak durarak hiçbir şeyi
dert edinmemem kurtaracak beni bu dertten” Oysa her şeyimiz
problem. Birçok şeyi bana aksettirmediklerinizi biliyorum. Ne
şehit ailelerinin dramını, nede Cumhuriyet ilkelerinin yavaş
yavaş elden gitmesini. Benim bu konulardaki hassasiyetim kendi
canımdanda önemli.
- Eşim hastalığım devam ederken,
sürekli bu hastalıktan tedavi olanlardan ne kullandıkları ve
nelerden çare bulduklarını hep araştırmaktaydı. İçimde iyi
olmama yönelik büyük bir inanç vardı. Artık eşimle dağlardan ot
toplamaya gidiyorduk. İnternet ten yeni tedavi sistemlerini
araştırıyorduk. Çocuklarımın benim yanımda olmaları bana
destek vermeleri beni hayata bağlıyordu. Bir gün iliğimden
kan aldılar çok büyük bir iğneydi. Aman Allahım Birkaç
gün sonra gittiğimizde hastalığımın düzeldiği yolundaki
doktorun ifadesi bana dirençli olmayı öğretmişti.
- “Sen bunu yenebilecek güçtesin”
kanser ve karamsarlık arasında ilişki olduğunu ifade ederek
“Milattan sonra 2. yüzyılda melankolik insanların neşeli insanlara
kıyasla kansere yakalanmaya daha yatkın oldukları anlaşılmıştı.18.
ve 19. yüzyıllarda pek çok doktor , özellikle karamsar dediğimiz
kişilerde kanserin, o kişinin yaşamındaki bir trajediden sonra
oluştuğunu fark ettiler." dedi. " strese verdiğimiz tepki,
stresin kendisinden daha önemliydi.
- Uzun tedavilerin ardından
ameliyata hazırlandım. Radyoaktif karantinalarda kaldım. Işın
tedavileri, atom kapsülü haplar, tekrar tekrar testler
tahliller, eşimin , çocuklarımın ve dostlarımın beni yalnız
bırakmayışları beni hayata döndürdü diyebilirim.
- Şimdi sağlığım düzelmiş olarak ,
sanki hayata yeniden gelmişim gibi yaşamıma sıfırdan başladım.
Sizde benim yaptığımı yapın. Neticesini değiştiremeyeceğiniz
hiçbir olayda üzülmeyeceksiniz. Çünkü üzülmeniz hiçbir şeyi
geri getirmeyecektir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- SABAHLAR
-
- Uykum kaçmış bir gece yüksek bir terastayım
- Yıldızları doyumsuz seyretmeye hastayım
-
- Milyarlarca ışık yıl zamanı var aramda
- Geceyi tek başına yaşarken Ankara’mda
-
- Var mıdır başka biri yıldızlara bakıp ta
- Bir haz duysun o rahat uykuyu bırakıp ta
-
- Herkes uykuda, kuşlar,uyumayan bir benim
- Gece serinliğinde dinç ve sağlam bedenim
-
- Düşün, binlerce beyin rüya görür uykuda
- Kimi uçar havada, kimi boğulur suda
-
- Bulutlardan sıyrılıp görülür teker ,teker
- Göz kırparken yıldızlar sanki bir merhaba der
-
- Karanlık, karanlığa karışmışken zifiri
- Görünmez karanlıkta havanın isli kiri
-
- Uykuya teslim olmuş binlerce çarpan yürek
- Rüya denizlerinde sessizce çeker kürek
-
- Rüyalara girse de aşk gecede yaşanır
- Kimi yerde gönülden ne sevgiler boşanır
-
- Kimi diskoda, barda kimi mahpus damında
- Yürekleri cız eder her günün akşamında
-
- Belki bir gece boyu kalkmış konan yasaklar
- Hangi acı nerede, hangi sevdayı saklar
-
- Kimi yerde dertlerle sorunlar uyanmadan
- Evlerin ışıkları ara sıra yanmadan
-
- Bir gizemlik sevgiyi davet ediyor aşka
- Her mevsimde geceden sabaha kalkış başka
-
- Umuda sürgün veren fikirler uyumakta
- Ömürler gece boyu sarılır bir yumakta
-
- Bir sonraki sabaha gece verirken mola
- Kimi derdi erteler, sabah ola hayrola
-
- Hiç farkında olmadan geçerken güne yarın
- Tesiri yavaş, yavaş kaybolur ışıkların
-
- Sokak köpeklerinin sesleridir ürüyen
- Gece karanlığıdır yudum, yudum eriyen
-
- Kimi erken kalkacak gün başı yolculuğa
- Veda edip gidecek belki çoluk, çocuğa
-
- Gün ışığına gebe hayır şer saklı düşte
- Uyanıyorlar sabah ezanı saat beşte
-
- Karanlığın içinden gelirken ezan sesi
- Bir güne başlanacak bir gecenin ertesi
-
- Geceden nasıl çıkmak, güne nasıl başlamak
- Ya, hızlı kalkmak yada, boş verip yavaşlamak
-
- Mahmurluğu üstünden zor atıp kalkan kişi
- Kalkmaz güne kimisi, yatmak en güzel işi
-
- Uykuya dalmış gece, dalmış tasa, dert, hüzün
- Feryatlar yükselecek uyanınca gündüzün
-
- Kim bilir daha başka acıyı tattıracak
- Sakinleşmiş olaylar başlarken güne sıcak
-
- Bir kızartı belirdi henüz güneş doğuyor
- Tabiat alemini kaplayarak boğuyor
-
- Horozların ötüşü sabahı müjdelerken
- Yıldızlar gibi ayda kayboldu erken, erken
-
- Yine herkesin derdi başladı ahlar, vahlar
- Gece boyu içimde, huzur bende sabahlar.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- GÖZ GÖRE GÖRE
-
- Hak yolu deyip de uçkur
- Çözülmez göz göre gör
- Tanrı aşkına kadın kız
- Üzülmez göz, göre göre
-
- Hata kimde ne demeli
- Herkes suçunu bilmeli
- Uçacak evin temeli
- Kazılmaz göz göre göre
-
- Tahrik etme sağı solu
- Nedir işin çıkar yolu
- Hakaretler dolu, dolu
- Yazılmaz göz, göre göre
-
- Yönetirler cambaz gibi
- Çalarlar düzenbaz gibi
- Bunca vatandaş kaz gibi
- Yolunmaz göz, göre göre
-
- Ateşten gömlek giyerek
- Allahuekber diyerek
- Bilerek ve bilmeyerek
- Ölünmez göz, göre göre
-
- Düşün yobazın kastı ne
- Çıkar Atanın büstüne
- Kırsınlar diye üstüne
- Salınmaz göz, göre göre.
-
- Demokrasi almış yara
- Ufkumuz görünmez kara
- Gizli ödenekten para
- Çalınmaz göz ,göre göre.
-
- Söyleyim gelmişken yeri
- Göster kim sözünün eri
- Bizden akılsızdan geri
- Kalınmaz göz, göre göre
-
- Neler kime serbest yasak
- Derler bir arayıp bulsak
- Kanunlarla verilmiş hak
- Alınmaz göz, göre göre.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- İŞTE ÖYLE BİRİ
- Önümüzde trafik lambaları kırmızı
yanıyordu durduk. Sahipsiz şiirler gibi tedirgin birazdan bizi talan
edecek bir fırtınanın içine düşeceğimizin farkında olmadan durduk.
Bir metre uzağımızda hemen solumuzda da ekip arabası her zaman
durduğu yerde orta refüjde ki yerini almış bekliyordu. Bizi polis
arabasına yabancı kılan bir şey mi vardı, bilemiyoruz.
- Eee e haliyle insan o saate yanı başında polis arabası ve biri
içinde biride dışında olmak üzere iki polis memuru olduğunu görünce
kendini güvende hissediyor sanmasına rağmen gene de bu saatte
kalmanın tedirginliği var. En azından o geceye kadar öyle sanırdık.
Daha birkaç saniye beklemiştik ki dilsiz ve sağır olan üstelik
çirkin düşleri içinde saklı olmasına rağmen huzursuzca şirretinin
dışa vuruşuyla (o an numara yaptığını anlayamadığımız) bir
simitçi bozması polislerin olduğu taraftan direksiyonda olan
eşimin yanına doğru yaklaştı ve camı tıklattı sertçe, boş
meydanlara sahip çıkan birisinin edasıyla, kirlilikten keçe gibi
olmuş saçları ve uzun kirli tırnakları arasından tezgahındaki
simidi işaret etti eliyle. Adamın simit satmak istediğini düşünen
eşim: almayacağız dercesine iki eliyle ellerini yukarı kaldırarak
işaret etti. Simitçi kendisinin ne yapmak istediğini karşı
tarafa anlatamamanın verdiği sinirlilikle tezgahtaki simidi
göstermeyi bırakıp biraz üşüdüğünü belirtmek için kollarını
kendi iki beline dolayarak ve aynı zamanda yüzünü ekşiterek
üşüdüğünü belirtmeye çalıştığında camı kapalı otomobilin
içindeki bayan kendisini kucaklanmak gibi bir şeyin yapacağını
anlayarak eşinin yanında bu nasıl bir küstahlık diye
düşündüğü bir sırada adam bu defa sigara istediğini
belirtmek için elini sigara içer gibi ağzına götürdü. Eşim
yine aynı hareketle iki ellerini yukarıya kaldırarak
istemediğini belirtti. ben direksiyonun başındayım bu normal
bir insan olmasa gerek baksana laftan anlamıyor, bunu adam
değil yaratık olarak belirtmek gerekiyor. Sokak aralarındaki
boş asfalt kenarlarını park alanları olarak gören sokak
eşkıyaları arabanızı park etmek istediğinizde de karşınıza
çıkıverirdi. Yaratık arabanın arkasına doğru ilerlerken işaret
parmağını kaldırıp ben size şimdi gösteririm der gibi salladı,
önce arabaya tükürdü ve cama bir yumruk attı. Gece geç saatte
tüm gürültüler uyumuş, etraftaki sessizliği yaratığın yarattığı
gürültü bozuyordu. Gene bir takım el ve kol hareketleri
yaptıktan sonrada bir tekme attı arabaya. Artık bu kadar
hakareti hazmedemeyen eşim arabadan indi “ne yapıyorsun sen”
diye seslendi o: “he bebebe ha bübeee” diye bir takım
anlaşılmaz kelimelerle bağırıp ahrazlığın verdiği konuşamama
hareketini el ve kol hareketlerine döküp parr, parr deyip eşimin
üzerine doğru giderken, eşim derhal yüzü bize dönük olan polis
memuruna doğru iki adım attı içindeki korkusunu ve sessiz
çığlıklarını duymayan polislerin karşısında bir iki dakikalık
duraksadı. ‘Acaba polisler bir şey söylerler miydi kendisine’
diye düşündü. Sonrada hiçbir şey söylemeyen polislere karşı
“görmüyor musunuz adam arabama tükürüyor, tekmeliyor, müdahale
etmeyecek misiniz? Bu arada ben arabanın içinden açık olan camdan
duyuyor ve görüyorum olanı biteni. Sanki polis adamın yaptıklarını
göz ardı edin, adamın anlamsız davranışlarına anlam katmayarak
bırakın öylece bir mesele çıkarmayın def olun gidin gibi
bir hali vardı. Hani böyle bir durumda arabayı terk edip inmemek
gerekir ya bende arabadan inmeden ‘du bakalım noolecek’ hikayesi
gibi düşünürken adam iki eliyle eşimi itekledi. Böyle
durumlarda ben hala sabrımı sabırsızlığa döndürmeden onların
amaçlarına hizmet etmemek için arabada beklemeyi tercih
ediyordum. Amaç zaten arabadan herkesi indirmek ve ardından
soygunu gerçekleştirmek gibi bir bayat numaranın içinde
olabilirler diye düşündüm. İlk olarak polisin tepkisi karşısında
şaşkına döndük.
- Hani Adana’da da asfaltın kenarına karısını yatırmış, elinde
bıçakla karısını rasgele bıçaklayan bir caniyi polisler
seyrediyordu, adam yaklaşanlara bıçak sallayıp “gelmeyin keserim
ha doğrarım sizi” deyip herkesi ve bu arada polisleri de
korkutup boyuna karısına bıçak saplıyordu ya işte oradaki
polisten farkı yoktu bu polisinde. Demek ki hepsine aman ha
vatandaşla soyguncu arasına girip canınızı tehlikeye atmayın
mı demişlerdi.
- Polis eşime “bak genç kardeşim çekip gitmezseniz
adamın davranışları katlanarak büyür, sonra müdahale etsem ne
olacak? Aydınlığa yol vermeyen kararlar verirse yetkililer, herkes
başka kulvarlarda koşarsa, suçlular salıverilip ikide bir karşımıza
çıkarsa, adamlar suç işlerken daha sonraki işleyeceği suçları da
yedeğinde taşımaya devam ederse ben ne yapabilirim? Aha tutanak
tuttum diyelim. Siz şikayetçi olacaksınız adamın raporu varsa
biz bir gün nezarette yatırırız devlet adamı alıp iki gün yemek
yedirecek, barındıracak, savcılık takipsizlik kararı verecek, sonra
adam gene buraya gelecek. Biz burada sürekli görev yapıyoruz biz o
zaman bu adama söz geçirebilir miyiz adam bizi de hiç saymaz.
- Eşim:
- “eee ne yapacağız o zaman?”
- Polis “binin arabanıza gidin . Elde kaldıramazsın
bunlara. Dalaşmaya gelmez. Bıçak çıkarır saplar maazallah.”
- Anlayamadığım şu :
- Bu dilsiz ve sağır yaratık yapacağını yaptı ve
can kulağıyla polisin arkasından uzanıp muhabbeti dinlemeye
koyuldu. Acaba polis yaratığın söyleyemediği yada rolü gereği dile
getiremediği tehdidini bize iletmekle mi görevliydi.
- Polis:
- “Zaten trafiği de tıkıyorsunuz lütfen aracınızı
çekiniz ‘bu arada saat gecenin 01 i ve bizden başka tek
araba polisin refüjdeki arabasıydı’
- Eşim hemen arabaya döndü ve kıvrak bir
manevrayla arabamızı polis otosunun yanına güzelce yerleştirdi.
Ve yine indi. Bu arada dayanamayarak bende arabadan indim.
iki araç arasında bizim hususi aracımız ve polis arabası
vardı, konuşmamız kaldığı yerden devam etmeye başladı. Bu
arada trafik polisi olan ilerdeki iki polis memurunun yanına
koşarak gitti yanına bir polis memuru daha geldi. Bildiğimiz
düz polis bu. Düz polis diye bir şey olur mu demeyin oluyor
işte.
- 2. polis kül rengi bakışlarının içersinden kolay baş
edebileceklere çıkışmanın kendilerinde yarattığı rahatlıkla:
- “Ne yapıyorsunuz siz? dedi. bizim başka bir
şey yapmadığımız ortada iken bizim yüreğimizdeki diklenişin
yağmalandığını hissetmek ve bizi kolayca teslim almak veya,
beynimizin haksızlıklara karşı döşenmiş mayınlarının tetikçisi
olabilirlerdi. Bizim patlamamız, bizi suçlu konumuna düşürecek
faktörlerin başında gelmekteydi.
- “Aracınızı buraya koyamazsınız. Burası yaya yolu . Ceza
yazmak zorunda kalırım.” dedi. polis yapacağı hamlesini
yapmıştı.
- İçimden ya sabır çektim ve
- “Polis bey bir şey yapmayacak mısınız? Bu şerefi
olmayan yaratık görenlerde acıtasyon yaratıp insanların
vicdanlarını kendi sistemiyle soyamaya gece bu yoldan
geçenlere illallah dedirtmeye, buralarda dolanıp huzur
kaçırmaya devam mı edecek?”
- İşte o an yaratık her şeyi duyuyor, anlıyor ve
konuşamıyor ama üzerime yürümeye yelteniyor, bu üzerime
yürümeye yeltenmek için kendisinde bulacağı gücü polislerden
almış olmalı ki böyle bir davranışın içine girmişti . Hayatın
ve sistemin düzensizliğinden vurgun yemiş biri gibi hissettim
kendimi geri çekilerek sendeledim. Yaratık elindeki tezgahı
havalandırdı. Şimdi ben biraz daha çileme teslim olmuş,
ateşe dönüşmemiş içimdeki kıvılcımı tutuşturmak üzereydim ki
Eşim yaratığın havalandırdığı tezgahını tuttu. Şimdi donduruyorum
görüntüyü. Bir tarafta tezgahtan sakınmış ama karşı bir hamle
yapmak üzerek kendi içindeki öfkeleri ateşleyecek birinin
durumu, diğer taraftan iki trafik polisi, heyecanlı gözlerle
bizi seyrediyor ama diğer taraf tanda karşı saldırıya geçmiş
birinin kendi yüklerini hafifletmenin verdiği rahatlıkla
gizliden bir oh çekmeleri. Gene sağır dilsiz ama her şeyi
duyan, polislerin biz bir şey yapamayız endişesinden bir kat
daha bizim karşımıza güçlenerek çıkmış adeta canavarlaşmış ,
bağırıp çağırabilen karşısındaki suçsuzu feveranlarıyla suçlu
düşürebilen, küfredebilen, bomboş havaya kalkmış vurmaya duran
tezgahıyla simitçi kılığına girmiş sapık bir yaratık. Geç
saatte evine giderken kırmızı ışıkta durma gafletinde bulunan
ve simitçinin tezgahını tutmuş eşim. Gözlerdeki bu
enstantaneyi bizim haricimizdekiler başka bir çekimle size
sunarlar biliyorum.
- Ama biliyorum ki manzaraya sizde
hayret etmişsinizdir. Şayet sizde bizim anlattığımızın dışında
bizimde görmediğimiz bir görüntü yakalamışsanız biliniz ki bu
memlekette şaşırma yeteneğini kaybedenlerdensiniz. Ben hala
şaşkınlık içindeyim ve eşim soruyor
- “ Polis bey şimdi ben bu adamın kafasını
kırsam ne olur?
- Düz polis:
- “Sizi tutuklamak zorunda kalırım. Eğer bu adama
bir şey yaparsanız onu adam yerine koyarlar siz de nezarette
kalırsınız bu gece.”
- “Peki karşı koymazsak bizim kafamızı kıracak? Bir
zahmet o zaman bizi de adam yerine koyacak mısınız?” diyorum. O
kişi çekip gidiyor.
- Düz polis
- “Ben zaten bir şey görmedim arada çalılar vardı
.”
- Sonra bizde çekip gidiyoruz.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- HORTUMCU
-
- İktidara gelip bir af çıkardı
- Yasa ile yasa deldi hortumcu
- Artık kuvvetli ya kimi takardı
- Memleket bir anda doldu hortumcum
-
- Herkes gibi gördü halkı koyunca
- Fırsat çıktı bir kez yaşam boyunca
- İtibarı arttı banka soyunca
- Hapis yattı maaş aldı hortumcu
-
- Kin besledi çıkarına değene
- Kötü şöhret oldu yeni doğana
- Kendi bankasını soyup soğana
- Çevirdi parayı çaldı hortumcu
-
- Açıklardan bin bir çıkar türeden
- Anlat desen bin su gelir dereden
- Yat, kat alır kimse bilmez nereden
- Bu kadar parayı buldu hortumcu
-
- Arsız yaşayarak fakirce gülüp
- Örfünden adeti sinsice alıp
- Yardım dağıtarak daha çok çalıp
- Halkın arasına daldı hortumcu
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
ÇOCUKLARIN HAYATLARINA DEĞER VERELİM
YEŞİLAY 23 Nisan Çocuk Bayramında
tüm dünya çocuklarının bayramını kutlarken, çocuklarımızın sağlığını
korumak için uyarıyor:
Bugünkü sigara içme oranları aynı
şekilde devam ettiği takdirde halen yaşayan 250 milyon çocuk sigara
nedeniyle ölecektir!
Yeşilay Çorum şubesi Başkanı Attila
Alpay; basın açıklamasında, “Dünya bankası verilerine göre, her gün
80.000 ile 100.000 arasında çocuk ve genç sigara bağımlısı oluyor.
Dünya sağlık örgütü, eğer bu trend devam ederse bu gün yaşayan 250
milyon çocuğun sigaraya bağlı nedenlerden dolayı hayatını
kaybedeceğini bildiriyor. Bu çocuklara, pasif içici durumundaki
çocukları da eklediğimizde, tablomun vahameti artıyor. Malesef
ülkemizde çocukların büyük bir bölümü pasif içici durumunda. Bu
durum 23 nisanda neşelerini paylaştığımız, bayramlarını
kutladığımız sevgili çocuklarımızın şimdiki ve gelecekteki hastalık
risklerini büyük ölçüde artırıyor.” diye konuştu.
Alpay “ Sigara çocuklarımızı daha
dünyaya gelmeden önce vuruyor, hamilelik süresince sigara içmiş
annelerin çocukları, içmemiş annelerin çocuklarından 200- 250 gr
daha düşük ağırlıkta doğuyor. Sigara dumanına maruz kalan çocuklarda
ani bebek ölümü, astım, solunum yolu enfeksiyonları ve orta kulak
iltihabı daha sık görülüyor. Evlerinde sigara içilen çocukların
hastaneye kaldırılma oranları 3 kat daha fazla.” dedi.
Alpay sözlerine; “Bu gün
çocuklarımızın bayramı. Yeşilay 23 Nisanda sağlıklı nesiller ve
çocuklar için anne ve babaları çocuklarının sağlığı konusunda daha
duyarlı olmaya ve sigara ve pasif içicilikten korumaya davet ediyor.
Bu gün bayramlarını kutladığımız
çocukların temiz hava soluma haklarını, sağlıklarını koruyalım.
Kapalı alanlardaki sigara yasağıyla ilgili haklarınızı öğrenmek ve
bilgi edinmek için Yeşilayın danışma hattından 0 216 444 10 16
faydalanabilirsiniz.” diye devam etti.
Sağlıklı çocuklarla nice 23
Nisanlara.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Bora ATILGAN |
Bora ATILGAN HAYAT HİKAYESİ |
- BENİM HÜZÜNLERİM
- Bitkin bir hüzün benimkisi. Kurumuş
ağaçların gölgesinden beslenir. Nasıl ki kişi yalnızlığının
kuytusunu seçerse bu hüzün de seçilmiş bir bitkinliktir. Kimin
gölgesinde kaldıysa onun şeklini alan bu hüzün yüzyıllık bir
yalnızlıktan arta kalan belli belirsiz suskunlukların karanlık
düşüdür.
- Suskun bir hüzün benimkisi. Nice
dilsizin dilinden alınarak dilsizlerin dili olmaya aday olmuştur.
Suskunluğunu arkasından sürükleyip gelirken tozu dumana kattığı
yollarda arkasından gelenleri görememiş ve hep tek başına olduğunu
düşünerek yüzyıllarca yürümüştür. Yürüdüğü yolların yolcusu olup
yüzlerce yerleşik yolcuya yol olmuştur.
- Kırgın bir hüzün benimkisi.
İnsanlığın yaşadığı her kırılmada sadece o zedelenmiş, kaybedilmiş
düşlerin kırgını olması için ikna edilmeye çalışılmış fakat bir
türlü kandırılamamıştır. Yalancıların düzen tuttuğu bütün bağlama
sohbetlerinde kara düzen bağlamasıyla boy gösterip edep erken adına
söz söylemiş ve bade içmiştir.
- Yorgun bir hüzün benimkisi.
Senelerce didinerek kurduğu kalabalıkların ortasında üzüntüyü ve
yalnızlığı tatmış güleç yüzleriyle yüceltici tavırlar sergileyen
insanlara inanan yönlerine kendini teslim etmiştir. Yorgunluğun
uykusunu gecelerin karanlık yüzlerinde yaşamaya çalışsa da
başarısızlığını umudum gözlerinde okumuş ve yıldığını hissetmiştir.
- Yalçın bir hüzün benimkisi. Yüksek
kayalardan kendini atarak insan denen yaratığın bendini aşmaya
çalışmış her denemesinde başarısız olduğunu görüp umutsuzluğa
kapılmış ama yine de heybetini korumayı bilmiştir. Yüzyılların
yozlaştırmayı başardığı nice yalçın düşlerin içinde deniz feneri
gibi parlayan benim hüznüm yalçın kavramının soysuzlaştırıldığı
küresel güllerin bostanında yerli üretim bir lale olup kısa süreli
de olsa açmayı başarabilmiştir.
- Olgun bir hüzün benimkisi. Her türlü
zamana ve mekâna alışkın bir yapısı olmakla birlikte içini girdiği
her kabın şeklini alamamış bu nedenle de hiçbir kabın kapağı olmayı
becerememiştir. Küf tutmaya başladığı gün de hurdaya çıkarılmıştır.
Hüzünlerin ikinci el piyasasına bomba gibi düşerek fiyat kırmış, çok
ucuza gittiğini bilmesine rağmen ağırbaşlılığından taviz vermeyerek
kaderine boyun eğmiştir.
- Hırçın bir hüzün benimkisi. Yırtıcı
kuşların kanatlarından baktığı dünyayı yorumlamaya çalışırken hep
büyük bir aynaya yansımış olan kendi görüntüsüne bakarak övünmüştür.
Ateşliliğini borçlu olduğu bu yansıma sonucu giriştiği her kavgada
yenilen taraf olma zorunda kaldığından ateşini kendine ve
çevresindekilere saklamıştır.
- Zengin bir hüzün benimkisi.
Kesesinin deliklerini çam sakızları ile sıvarken ibrişimleri
gücendirdiğinin farkına varmamış ve kesesinden daha fazla altın
kaybetmiştir. Varlığı nedeniyle kimseyi aşağılamamış bu nedenle de
aşağılamadığı diğer duygular tarafından enayi yerine koyulmuştur.
Zengin sözcüğüne yakınlık duyamayan bir kişilikte yaşamaya
çalışırken ruhunun zenginliği ile o kişilik arasında olumlu bir bağ
sezmiş ve rahatlamış bir biçimde mutluluğun tadına varmıştır.
- Bütün bunlar benim özge cemalleri
tertemiz hüzünlerimdir. Aralarında asi, yılmaz, dinç olanları da
vardır. Kim bilebilir ki? Bildiğimizi sandığımız birçok şeyi
bilmediğimizin farkına varma durumunu yaşayıp da bütün bu hüzünleri
doğru tanımladığını savlayan bir kişilik yaratmak elbette çok
zordur. Böcekleşen insanın evrensel dönüşüm süreci içinde
varlığımızı yapısal kökeninden uzaklaştırarak açıklamaya çalışma
gayretinin çarpıklığı ilk anda göze çarpmamaktadır.
- Kimi zamanlarımı yalnızlığın
kumsalında umutsuz beklentilerimi tatmin etmek amacıyla hızlı ve
anlamsız yaşama gereğini duymaktaydım. Kimsesizce bitkin nice
hüzünlerimi teselli etmeye çabalarken kendimin bile kuytusunda
kaldığımı fark ettim. Hüzünlerim hep aynı yalnızlığın kumsalında
yüzen ve boğulmamak için devamlı mücadele eden bir yorgun
denizciydiler. Birçok büyük okyanusu yüzerek aşıp gelmişler
defalarca ölümle yüz yüze gelmişler ve neticede bu güne ulaşmışlar.
- Ben bütün bunların farkına sonradan
vardım. Farkındalığın değerini de böylece anladım. Bizlere dayatılan
tüm hüzünler küreselleşen dünyanın soyut ve yozlaşmış değerlerini
yüklenmeye çalışan pespayelerdi. Biz ise bunun farkına varmış olsak
dahi bir şeyler yapamamaktan, bu gidişe bir son verememekten büyük
bir üzüntü duymaktaydık. Yapay nice gülleri koklamamız istenmekteydi
bizden. Bir bahçenin güllerini koklamak isterken onlar bize plastik
dünyalarının yapay güllerini sunmaktaydılar. Ben ve hüzünlerim. Yani
biz . Tanıtlanmış bir aşkın yoz güllerini bile bile devşirmeye
mahkûm edilmiştik.
- Benim hüzünlerimin de çarpık olması
olağandır. Onlar benim hüzünlerim. Çelişik bir kişilikte çekimser
kalmış birçok duygunun bir köşesine ilişmiş seferi hüzünlerim. Hangi
dalın okunmuş güllerisiniz siz ve ben niçin yıkılmış nice düşlerin
mıcır ve moloz dolu kumsallarında güneşin tutulduğu bir günde
bronzlaşmaya çalışmaktayım.
- Bu benim hüznümdür, duyun ey ahali!
- Çelişik bir hüzün benimkisi.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
BENİM İÇİN DE AĞLA
“Benim İçin de Ağla” isimli şiir
kitabı İsmet Bora Binatlı beyefendinin, Ankara Ürün Yayınları
arasında günyüzü görerek okuyucuları ile buluştuğu yeni kitabının
adıdır. Kitabın adı her ne kadar “Benim İçin de Ağla” ise,
okuyuculuların yüzünü güldüren, son derece başarılı bir kitap olarak
elimizde.
Bir hüzün bulutudur yalnızlık denen
illet
Şeytan tasallutundan ruhum bizar bu
gece
Eyyub’un duasını bana bir daha
dinlet
Bu gurbet odaları bana mezar bu gece
İsmet Bora Binatlı; ufku son derece
geniş olan ve özgün temler üzerine şiirlerini kaleme alan,
şiirlerini adeta bir mihenk taşı gibi sağlam cümleler üzerine kuran
değerli bir şairdir. Şiirlerinde hiçbir zorlama sözcüğe yer
vermeden, okuyucuları ile güçlü bir bağ kuran Binatlı, şiir dilini
iyi biliyor. Şiirlerindeki mistik boyut ve duyguyu, son derece
kuvvetle okuyucularına sezdiriyor. Bu da şairin şiirdeki ustalığını
apaçık ortaya koyuyor.
Sayfa:23
Bayıra tırmanan kağnı misali
Gıcırtı başladı inceden ince
Kaç şekle giriyor dünyanın hali
Kaç kağnı geçiyor vakti gelince
Binatlı; şiirlerinde ahengi sağlamak
için bildiğimiz geleneksel unsurlardan vazgeçmemiş. Şiirlerinde
genel olarak yalın bir üslup göze çarpmakta ve bu bakımdan
şiirlerinde dil sapmaları görülmemektedir. Türkçeyi çok güzel
kullanmakta ve dilbilgisi kurallarına uyma konusunda hassasiyet
duymaktadır. Konuşma dili unsurlarına fazla yer vermemekte; daha çok
gelişmiş yazı diline yaslanmayı tercih etmektedir. O kendine özgü
bir şiir yolu oluşturmuş ve yolda emin adımlarla ilerlemekte.
Sayfa 40:
Saçının her teline bir günah
ekliyorum
Bunca yükü çekmeğe gücün var mı
bilemem
Suya hasret çöl gibi dönmeni
bekliyorum
Kalbi kırılan benim, sen gelmezsen
ben gelmem.
İsmet Bora Binatlı; “Benim İçin de
Ağla” isimli şiir kitabında, manevi değerlerden vazgeçmeden, Türk
millî yapısı karşısında olağanüstü heyecanlanarak ve bu heyecanını
hamasî bir yaklaşımla, büyük bir yiğitlik, kahramanlık, özgüven
duygusuyla yansıtmış şiirlerine. Şiirlerinde yeri gelmiş genç bir
delikanlı olmuş aşkı yaşamış, yeri gelmiş “Uyan Ey Müslüman” diyerek
öğütler vermiş. Bazen Mevlana’ca, bazen de Yunus’ça şiirler sunmuş
okuyucularına.
Sayfa 17:
Bir ayağı Konya’da Hak üzre kavi
basar
Nefsini kor torbaya, darağacına asar
Böyle vasi bir gönül bilinmez ki
nerde var
Odur başların tacı, O Hazreti
Mevlana.
Şiirlerinde nesnel görüntü belirgin
biçimde sunulmuş. Ancak bazı şiirleri var ki; nesnel görüntünün
hemen hemen hiç olmadığı, hayalî bağlamda öznel görüntüler hâkim
olduğu şiirleri cesurca kaleme almış şair. İsmet Bora Binatlı’nın
Türk şiirindeki yazım dili ve üslubunun zenginliği yanı sıra, şiirde
hitabet üslubunu belirgin biçimde hissettiriyor okuyucularına. Çünkü
onun amacı, okuyucu ya da dinleyiciyi duygulandırmak ve
heyecanlandırmaktır. Şair; yukarıda vurguladığım tanımların yanı
sıra, kafiye, redif ve vezin sistemlerinden faydalanarak şiirlerini
ahenkli kılmayı başarmıştır.
Sayfa 53:
Son limana demirler derler aşkın
gemisi
Unutulur her sevgi, öyle diyor
kimisi
Kaldırdım gözlerimi kapatan yoğun
sisi
İçimde yarım kalmış bir sevginin
tadı var.
İSMET BORA BİNATLI KİMDİR?
İsmet Bora Binatlı’yı tanımak için
öncelikle şiirlerini okumak, anlamak ve onun ruhani derinliklerine
inebilmek gerekmektedir. İsmet Bora Binatlı’ya kendini anlatmasını
rica ettik, bakınız bizimle neler paylaştı:
1944 yılının sıcak bir Ağustos
sabahında doğup, babamın gurbette olması sebebiyle 7 ay sonra nüfusa
kaydım yapılmış. Erzurum’un soğuk ve uzun kış gecelerinden birinde
henüz 14 aylıkken ,annem doğum sırasında ölünce öksüz kalmışım. Üvey
annem ve ondan olan 4 kız kardeşim, annemin benimle birlikte geride
bıraktığı 6 çocuk ve o da benim gibi 1 yaşlarında yetim kalmış olan
büyük ağabeyim, onun eşi, çocukları, babamın 90 yaşındaki annesi ile
birlikte 16 kişi aynı evi aynı sofrayı aynı çileyi paylaşarak, kâh
babamın ticari faaliyetlerinin iyi olduğu dönemlerin refahını, kâh
iflas dönemlerinin yoksulluğunu birlikte yaşayarak nasıl bir bütün
olduğumuzun bilincine vardık.
Aynı sofrada aynı tastan birlikte
çorba kaşıklamanın, paylaşımcılıkta etkili bir yanı var mı üzerimde
bilmiyorum, ama ben kendimi bildim bileli maddi imkânlarımı,
sevinçlerimi, sıkıntılarımı ve hatta sırlarımı paylaşmaktan hep zevk
aldım. Bazen iyi mi ettim diye de kendime sormadım değil. Uzun ve
soğuk kış gecelerinde, 2400 rakımda gaz lambası ışığında ve
kalabalık bir ortamda çalıştığım dersler hep kafama girmiş olmalı ki
liseyi bitirinceye kadar daima başarılı bir öğrenci oldum.
6 yaşımdan itibaren karınca
kaderince çalışarak aile bütçesine veya okul masraflarıma katkı
sağladım. Yüksek öğrenimim sırasında da işçilik/memurluk gibi
faaliyetlerle meşgul olurken bir yandan, diğer yandan tahsilime
devam ettim ve yine 4 yılda mezun olmak bahtiyarlığına eriştim.
Çocukluğumda rahmetli babam bütün ev
halkına imamlık yapıp sabah namazını kıldırırken sesim biraz iyi
diye bana müezzinlik yaptırırdı. Arkadaşları ile sohbet ederken bizi
yanından uzaklaştırmaz ve dolaylı şekilde eğitilmemizi sağlardı.
Dürüst olmayı, vatanı, milleti, bayrağı sevmeyi, iman etmeyi, komşu
hakkının kul hakkının ağırlığını ve özellikle de miri malı üzerinde
ne kadar hassas olunması gerektiğini öğretti bize yaşantısından
örnekler sunarak.
15 yıl müfettişlik, 4 yıl müsteşar
yardımcılığı, 5 yıl Holding denetim kurulu üyeliği, 2 yıl başbakan
danışmanlığı ve 14 yıldır sürdürdüğüm bir işveren sendikasının genel
sekreterliği sırasında edindiğim tek servet; yüksek öğrenimlerini
tamamlattırdığım 3 kız evladı oldu ve yüce Rabbimin bana hediye diye
lütfettiği üç erkek torun. Çocuk yaşımda kalem kâğıtla ve basınla
tanıştım. 10 kitap yayımladım iyi ya da kötü. 7 kitap münderecatını
gazetede tefrika ettirdim. Duygusal bir insanım ve okuduğum
kitapların sahife aralarında saç tellerimle gözyaşlarım saklıdır.
İnsanları severim ve her ne kadar bir kısmından kazık yemiş olsam da
bu duygumu kolay değiştiremem. Büyüklerin yanında konuşmak terk-i
edeptir demişlerdi hep sıkılırım konuşacağım zaman. Liseli
yıllarımda kılık kıyafetimden utandığımdan sözlü imtihanlara kalkmak
istemezdim. Hâlâ o sıkıntı yüzünden elim ayağım dolaşır topluluk
karşısında konuşurken.
Okumadan yattığım gece yok gibidir.
Geriye dönüp baktığımda öğrendiklerim kalmış elimde ama ne yazık ki
öğrenemediklerimin yanında zerre miskal bile değilmiş. Sevdalı
yüreğim, sılaya dönüş gününün özlemi, ancak hesapta açık verecek
olma ihtimalinin korkusu arasında çırpınıp durmakta. Bu günüme
şükürdeyim ve şükrün bilincindeyim elhamdülillah.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
Hamit HANCI |
ÇOCUK
SUÇLULUĞUNA ÇOK BİLİMLİ BAKIŞ SEMPOZYUMU
Ankara
Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü’nün himayelerinde sunulan ve Ankara
Üniversitesi Tip Fakültesi Adli Tip Ana bilim dalı işbirliği ile
düzenlenen ‘’Çocuk Suçluluğuna Çok Bilimli Bakış” sempozyumu 8 Nisan
2009 günü başlamış olup iki gün sure ile 4 oturumda
gerçekleştirilmiştir.
Sempozyumun takdim sunuculuğunu Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğünden
Komiser Fazilet Bayar arz etmiş olup, açılış konuşmalarını Ankara
Üniversitesi Tip Fakültesi Adli Tip Anabilim dalı Öğretim Üyesi
Sayın Prof. Dr. Hamit Hancı ve Ankara İl Emniyet Müdürü Sayın
Ercüment Yılmaz tarafından yapılmıştır. Sayın Yılmaz konuşmasında
Başkentte çocuk suçluların önüne geçmek için emniyet teşkilatı
olarak tüm imkânların seferber edildiğini belirtmiştir.
1.Oturum
Hukukçular Gözü İle Çocuk Suçluluğu Sempozyumun ilk oturum konu
baslığı “Hukukçular gözü ile çocuk” Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu Üyesi Sayin Hakim Ali Suat Ertosun oturum başkanlığında,
Dünyanın en güzel çiçekleri çocuklardır benzetmesi ile Ceyhun Atıf
Kansu’nun, 24 yasında ölen köy öğretmeni Şefik Sinag’in anısına
yazdığı, Dünyanın Bütün Çiçekleri isimli şiiri ile oturumu
başlatmıştır.
Çocuklarla ilgili önemli bir alanda çocuk suçluluğunu
inceleyeceklerini ve tartışacaklarını bu önemli konuya bilim
dallarının pencerelerinden bakacaklarını ifade etmişlerdir.
Oturum
konuşmacıları kendi alanlarına Gore Soruşturma, Kavuşturma,
Yargılama ve İnfaz aşamaları dikkate alınarak: Ankara Cumhuriyet
Savcısı Sayin Cengiz Koksal: “Suç isleyen çocuklar ile ilgili
hazırlık soruşturmalarında karşılaşılan güçlükler”, Sayin Avukat
Hatice Kaynak: “Suç isleyen çocuklar ve savunma hakki”, Ankara çocuk
mahkemesi Hakimi Sayın Gökten Kocoğlu:” Çocuk suçlarında yargılama”,
Ceza ve Tevkif evleri Genel Müdürü Nizamettin Kalaman’da:”çocuk ceza
infaz sistemi” konularında sunumlarda bulunmuşlardır.
Oturum
sonunda yapılan değerlendirmede: İslenen suç, çocuğun geçmişi,
sosyal durumu dikkate alınarak bir kısım suçların ceza adalet
sistemine girmeden uzmanlar tarafından gerçekleştirilecek uyarı ile
sonuçlanmasının sağlanmasını, Yargılama suresinin kısaltılmasını,
Ceza adalet sistemine giren çocuklarda ailelerine yönelik çalışmalar
yapılmasını, bu kapsamda “Aile Eğitim Programlarının” uygulanmasını,
Mahkemede bulunan uzman şayisinin arttırılmasını, savcılıklara uzman
verilmesini,
Hak temelli bakış acısı eksikliği sorununun düzeltilmesi gibi daha
bir çok noktada değerlendirme yapılmıştır.
Ayrıca
değinilen bir başka konu önemi itibari ile ”polise tas atan
çocuklardır”. Bu durumun bio-psikolo-sosyal boyutunun
değerlendirilmesi çalışmasının Mersin Valiliği is birliği içinde
planlandığını Sayin Prof. Dr. Hamit Hanci’da oturum sonunda soru
cevap ve tartışma bölümünde anekdot olarak değinmiştir.
2.Oturum
Hukukçular Gözü ile çocuk Suçluluğu: Yeditepe Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Ceza Hukuku Öğretim Üyesi Sayin Prof. Dr. Yener Unver’in
başkanlığında, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü
ve es zamanlı Denetimli Serbestlik Daire Başkanı Sayin Hakim Vehbi
Kadri Kamer, İstanbul Kültür Üniversitesi Araştırma Görevlisi Sayin
Esra Alan, Ankara 8.Aile Mahkemesi Başkanı Sayin Hakim Eray Karınca
konuşma yapmıştır.
İlk
olarak Hâkim Vehbi Kadri Kamer söze başlamış, İngiltere ceza adalet
sistemine ilişkin yapmış olduğu araştırma sonuçlarını paylaşmıştır.
Söz konusu sistemde yapılan reform sonucunda sucun önlenmesi ve
yeniden islenmesinin önlenmesi konusunda önemli ölçüde başarıya
ulaşıldığının belirlendiğini vurgulamıştır. Ülkemizde de suçluluğun
önlenmesi konusunda politikalar oluşturularak bir sistem
oluşturulmasın, çalışanların eğitimden geçirilmesini önermiştir.
Ardından Prof. Dr. Bahri Ozturk yerine sempozyuma katılan Araştırma
Görevlisi Esra Alan, çocuğun ceza hukukunda tanımını, çocuğun ceza
sorumluluğunda yapılan gruplandırmayı anlattıktan sonra İstanbul
Kültür Üniversitesi öğrencileriyle yapılan anket çalışmasının
sonuçlarını paylaşmıştır. Anket çocukların şiddet konusunda suca
karışma veya maruz kalmaları hakkında bilgi toplamayı
amaçlamıştır. Esra Alan konuşmasını bitirdikten sonra Prof.
Dr. Yener Unver, çocukların ceza sorumluluğu ve istismara uğramaları
halinde uygulanan ceza yaptırımları konusunda önemli hususlarda
görüş bildirmiştir.
Bunlardan
bazıları internet kahvelere: 18 yasından küçük çocukların yasak
olduğu halde alınması. Porno yayınlarla etkili savaşılamaması. Çocuk
kaçırma sucuna ilişkin 2007’de yapılan değişiklik sonucunda çocuk
rızayla götürülse dahi yasal temsilcisinin rızasının olmaması
halinde sucun gerçekleştiği, ancak rızanın korunmaya değer olmaması,
bir menfaat karşılığı verilmesi durumunda rıza bulunsa dahi
soruşturmaya geçilmesi gerektiğidir.
Oturumun
son konuşmacısı olan Hâkim Eray Karınca çocukların aile içi
şiddetten ve esler arasındaki savaşımdan nasıl etkilendiğini
anlatmıştır. Son zamanlarda iştirak nafakasının artırımı davalarının
çetinleştiğini, her iki ebeveynin de bakim yükümlülüğü konusunda
isteksiz veya yetersiz kalması durumunda çocuğun korumasız
kaldığından söz ederek buna bulunabilecek çözümleri paylaşmıştır.
Ayrıca çocuk mahkemelerinin soruna çözüm olamadığını belirterek bu
konularda yargılama yetkisinin aile mahkemelerine verilmesini, aile
mahkemelerinin her aileye bir mahkeme biçiminde yapılandırılmasını,
aile mahkemelerinin adliye binasından ayrılarak çocukların
dinlenmesine ve ailenin sorunlarına çözüm bulmaya elverişli
yapılarda hizmet vermesini savunmuştur.
Daha
sonra dinleyicilerin katkı ve soruları dinlenmiş ve yanıtlar
verilerek oturuma son verilmiş, katılan konuşmacılara teşekkür
belgeleri sunulmuştur.
3.Oturum
Sağlık Profesyonelleri gözü ile çocuk suçluluğu Sempozyum kapsamında
3. oturumun konusunu oluşturan sağlık personeli gözü ile çocuk
oturumunun oturum başkanlığını Ankara Üniversitesi Tip Fakültesi
Adli Tip AD öğretim üyesi Sayin Prof. Dr.Hamit Hancı yapmıştır.
Oturum konuşmacılarından ilk olarak sözü alan, Ufuk Üniversitesi Tip
Fakültesi çocuk Psikiyatrisi AD öğretim üyelerinden Doç. Dr.Yasemen
Işık Taner konuşmasında, çocuk ruh sağlığı profesyonelleri ve çocuk
suçluluğunun çocuk ruh sağlığı acısından değerlendirmesinde suca
yönelik durumlardan bahsetmiş, suçla mücadelenin en önemli müdahale
önleme çalışmaları olduğunu savunmuş ve çok disiplinli işbirliği ile
biyolojik,psikolojik ve sosyal risklerle çalışma gerektiğini
belirtmiştir.
Sayin
Doç. Dr.Yasemin Işık Taner’in ardından konuşmasına Doç. Dr. Rasim
Arıkan başlamış,Sayin Arakan konuşmasında çocuk suçluluğunda risk
unsurları ve önlenmesi konusunda ,suç islenmesinin önüne geçilmesi
suçlu ile ilgilenmekten daha önde gelmelidir savunusu ile görevli
olduğu ABD Mesh Sef’s Üniversitesi Adli Psikiyatri ABD dan örnekler
vererek sevgi yoksunluğu,yanlış ve eksik eğitim,baskıcı disiplin
yöntemleri,çocuk istismarı ve diş göçlerin oluşturduğu kirlilikten
bahsederek konuşmasını tamamlamıştır.
Oturumun
bir diğer konuşmacısı Ankara Üniversitesi çocuk Sağlığı AD Sosyal
Psikiyatri öğretim üyesi ve es zamanlı çocuk koruma birimi (ACOK)
sorumlusu Sayin Prof. Dr.Betul Ulukol çocuk suçluluğu ve istismarı
ilişkisini değerlendirmiş suçlu çocuğun ayni zamanda mağdur
olduğunu, istismar ve ihmale uğrayan çocukların suç islemeye
itildiğini yapılan çalışmalarla ortaya koymuştur.
Oturumun
son konuşmacısı olan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tip Fakültesi
Adli Tip AD öğretim yelesi Doç. Dr. Nevzat Alkan çocuk suçluluğunu
adli tip acısından değerlendirmiştir. Mağdur çocuğun suç islemiş
yada suca yönlendirilmiş çocuk olduğunu belirtmiş, TCK 31.maddesi
üzerinde durarak 12 yasin ülkemiz için uygun olmadığını belirterek
çocuk suçluluğunda ülkelere Gore cezai muayede yaslarının bilgisini
vermiştir.
Bir diğer önemli konunun da çocukların cinsel sömürü basta olmak
üzere yasadığı sorunların giderek arttığına dikkat çekerek,
internetle çocuk pornografisinden kazanılan yıllık paranın 3 milyon
dolar olduğunu kaydetmiştir. Oturum sonunda sayin baskan Pro.Dr.Hamit
Hancı’nin ve değerli katılımcıların görüş ve katkıları ile
konuşmacılara teşekkür belgelerinin verilmesi ile oturum sona
ermiştir.
4.Oturum
Kolluk ve alandaki uygulayıcılar acısından çocuk suçluluğu
Sempozyumun son oturumunu
oluşturan kolluk ve alandaki uygulayıcılar acısından çocuk suçluluğu
Prof. Dr. Doğan Soyaslan başkanlığında başlamıştır. Oturumun ilk
konuşmasını suç islemede tekrar gösteren aileler çalışması ile
2.sınıf Emniyet Müdürü çocuk Şube Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı
Sayin Mahir Ersiz yapmıştır.Sayin Ersiz konuşmasında çocuklar ile
isler yapan bütün birimlerin mutlaka çocuğun yüksek yararını elde
edebilmek arayışı içinde hareket etmesi gerekliliğini,suç isleyen
çocuğun yeniden ve defalarca suç isleme gerçeğinin olduğunu, yapmış
olduğu çalışma kapsamında belirtmiştir.
Sayin
Ersoz’den sonra sözü alan SHCEK Genel Müdür Yardımcısı Dr.Ozcan Kars
çocuk suçluluğunun önlenmesinde SHCEK’in hizmetlerinden bahsetmiş,
2006 yılında sonuçlanan ve sosyal riski azaltma projesi kapsamında
SHCEK’in koruma sisteminin değerlendirilmesi araştırmasını ortaya
çıkarılan verilerle belirtmiştir.
Oturumun
üçüncü konuşmacısı olarak İngiltere Corewel Denetimli Serbestlik
Başkanı Marre Ann, İngiltere uygulamalarından bahsetmiş, İngiltere
ve Galler’de Gençlik (çocuk/Ergen) Adaletinden örnekler vererek
düzenli yüksek kaliteli iletişim, iletişim stratejisi, yöntem
çeşitleri, konuşmaya ve dinlemeye devam ile ortaklık çalışmalarında
bulunulması gerektiğinin altını çizmiştir.
Sayin
Ann’in ardindan bir sivil toplum örgütü olan OZGEDER Dernek başkanı
Berrin Canlı ceza alan çocukların topluma yeniden kazandırılması
çalışmalarından bahsederek, çocukların yeniden ve tekrar suca
itilmemesi gerektiğini savunmuştur.
Çok
hareketli ve yoğun gecen 4.oturumun bir diğer sivil toplum örgütü
temsilcisi Türkiye Çocuklarına Yeniden Özgürlük Dernek Başkanı Yasar
Çavdar, salıverme sonrası suca itilen çocuklarla ilgi
çalışmalarından bahsetmiş, ortaya çocuklardan gelen içler acısı
cevaplar çıktığını ifade etmiştir. Sayin Çavdar’dan sonra sözü
alan Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bolumu Öğretim Üyesi Prof.
Dr.Tulin Gunsen İçli, sokakta çalışan-sokakta yasayan ve suç isleyen
çocuklarla ilgi İstanbul Emniyet Müdürlüğü ile ortak çalışmalarını
sunmak üzere, çalışmayı yürüten Komiser Yardımcısı Sayin Hanefi
Sefer’e sözü devretmiştir. Sayin Sever calisma sonunda orneklemin
suc tureri ile arkadasinin isledigi suc turlerinin incelenmesinde
iki degisken arasinda cok guclu bir iliski oldugu bulundugunu ifade
etmistir.
Yukarıda da belirttiğim üzere çok yoğun gecen oturumun sekizinci
konuşmacısı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Bütçe ve
Mali Planlama Ana bilim dalı Başkanı Doç. Dr. A.Hakan Yılmaz ise
kendi alanında duruma farklı ve etkin bir bakış acısıyla yaklaşmış
olup yapmış olduğu Türkiye’de erken çocukluk gelişim donemi
anne-baba eğitimine ilksin bir değerlendirme ile eğitim basarisi ve
suç oranlarında ki azalmaya ilksin bir maliyet etkinlik ve maliyet
fayda analizi çalışması ile sempozyumun bütünlüğünü sağlamıştır.
Yapmış
olduğu çalışmayla ortaya koyduğu savunusu ise şöyledir; Amacı ve
hedefleri acık, kaynak yapısı belirlenmiş ve tüm toplumsal
tarafların sahiplendiği güçlü bir ulusal strateji oluşturulması,
toplumsal gelişim ve refah için büyük önem taşıdığıdır.
Sayin Yılmaz’dan sonra sözü alan İstatistik Uzmanı Komiser Özlem Göz
Cekceki tekrarlanan çocuk suçluluğu üzerine bir araştırmayı sunmuş,
araştırma sonucunun öğrenim durumu ve çocukların ilk karsılaştıkları
suç turunun ikinci kez suçla karışmalarını etkileyen anlamlı birer
değişken olduklarını vurgulamıştır.
Oturum sonunda Sayin Başkan Prof. Dr.Dogan Soyaslan’in anlamlı
bulduğu sempozyum konusunun Öfke Kontrol Yöntemleri sempozyumu ile
devam etmesi gerektiği önerisinin ardından katılımcıların katkı ve
soruları ile oturum tamamlanmıştır.
Çok
anlamlı ve dolu dolu gecen sempozyumun kapanış konuşmasını Ankara İl
Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz yapmış, konuşmacılara teşekkür
belgesi takdim töreninden sonra sempozyum sona ermiştir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
ZAMANIN İÇİNDEN
Zamanın içinden bize gelenler,
sütun, sayfalarımızda yer alanlar. Burdur’dan şiir annemiz Müzeyyen
Düdük el yazılı, bilgisayar çıktılı şiirleriyle dikkat çekiyor.
Müzeyyen annemizin şiirlerinden:
ATAM BU TOPRAKLAR SENİN
Beş ayrı bölümden meydana gelen “Bu
topraklar senin” adlı şiirlerinin bir bölümünde şöyle sesleniyor
Müzeyyen Düdük annemiz:
- Bastığımız topraklar, senin
eserin,
Büyüyen evlatlar, senin eserin,
Yoktan var ettin Türkiye’yi,
Açtın okulları, kurdun fabrikaları,
Senin eserlerini, seni unutmayız
Atam.
Müzeyyen annemiz, samimi, içten
gelen duygularının bütünlüğü içinde şekillendirdiği ve bana
gönderdiği şiirlerinde, kaderden, yalan dünyadan bahseden
mısralarıyla karşımıza çıkıyor.
YALAN DÜNYANIN
Bizi yaşatan hayaller
Gece gündüz hayal kurarız,
Bazen tatlı hayaller,
Bazen de hiç olmayacak hayaller.
Kabuslu hayaller bizi üzer,
Tatlı hayallerde bizi mutlu eder.
Müzeyyen Düdük annemizin şiirlerinde
kaderden, kabuslu gecelerin karanlığından da söz edilir.
Kaderime küstüm,
Kimseye küsmedim,
Kader beni ağlattı,
Karlı dağ ardına attı,
Kader sana küstüm..
Kırgınlıklar, sıkıntıların
getirdikleri. Bir bir Müzeyyen Düdük mısralarında şekillenir,
karşımıza çıkar.
DÖRTLÜKLER
Müzeyyen Düdük annemizden sonra;
Burdur’da uzun süre görev yapan, sonra Isparta’ya naklen geçen şaire
Fatma Uçarlar’dan iki dörtlük sunarak, zamanın içindenin noktasını
koymak istiyorum efendim:
YAĞAN ÇIĞ GİBİSİN
Kuruyan dallarıma yağan bir çiğ
gibisin
Bırak ruhum, tertemiz aşkın ile
erisin,
Bil ki sen artık, elin değil yalnız
benimsin,
Bırak ruhum tertemiz aşkın ile
erisin..
YOKSUN
Ufuk karardı yoksun, baharda yazda
yoksun,
Yıllardır seven kalbim,
güzelliğinden yoksun,
Bir kerecik ara da özlediğim o
sesin,
Kanayan yüreğimin yarası şifa
bulsun.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
SEVGİ YOLU’NUN DÖRT ŞAİRİNDEN
Dergilerimiz, gazetelerimiz.
Getirdikleriyle beğenilen, alkışlanan veya aksi bir değerlendirme
içinde tutulanlar, görülenler, değerlendirilenler.
Sevgi Yolu Dergisi, Manisa ilimize
bağlı Salihli ilçemizde yayınlanıyor. Kurucusu merhum Mustafa Aydın.
Ay Yayınları adına sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü: Gündüz
Aydın.
Kültür ve sanat dergisi “Sevgi
Yolu”nun Eylül-Ekim 2008 aylarına ait 73. sayısı bize ulaştı. Dergi
içinde, araştırma-denemeler vardı. Ama ağırlıklı olarak şiirleriyle,
şairlerimiz dikkat çekiyor. Sayfa düzenlemesi, zemin ve çerçeve
renklendirmesi, bir profesyonellik görüntüsünü beraberinde
getiriyor. “Sevgi Yolu”nun anılan sayısından, dört ayrı şairimizin
şiirlerinden kısa kısa bölümler nakletmek istiyorum efendim:
1- Gündüz Aydın’ın “Gülüm” adlı
uzunca şiirinden bir bölümle işe, söze başlayalım:
Gülüm,
Unuttum seni,
Bayrağımın dalgalandığı gözlerini,
İdeallerini,
Sevgini, sesini,
Seni
Unuttum gülüm, unuttum..
2- Isparta ilimiz merkezinden
Melahat Ecevit’in “Aşkı sende buldum” adlı, başlıklı şiirinden bir
dörtlük var sırada:
Aşk denilen duygu söze yazılmaz,
Sevdanın mektubu gözle okunmaz,
Yürek yanar ama, öze dokunmaz,
Yakacaksan sen yak duygularımı…
3- Yine Isparta ilimiz merkezinden
Fatma Uçarlar’ın “Bayrağım” adlı şiiri var Sevgi Yolu dergisinin 30.
sayfasında. Bu şiirin bir dörtlüğü, şöyle:
Doğan güneş sana verir selamı,
Gözlerden başka yer sana reva mı?
Hasta olsam, ilaç bana deva mı?
Şifam ol, al bayrağım öpünce..
4- Muğla ilimize bağlı, Dalaman
ilçemizden Birdal Can Tüfekçi’nin “Kime gidem rabbim” adlı, başlıklı
şiirinden bir dörtlük naklederek, notamızı koyalım efendim. Buyurun:
Peygamber aşkına, senin aşkına,
Merhamet et, affet, garip düşküne,
Bir günahkar kulum, döndüm şaşkına,
Kime gidem rabbim, ben sana geldim.
Sevgi yolu Dergisinin sayfalarında
yeralan şiirleriyle, daha doğrusu şiirlerinin birer bölümleriyle
sütunumuzun konukları olan şairlerimize teşekkür ediyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
HAYRETTİN İVGIN’DEN GELENLER
Kültür camiamızın içinde oldunuz mu,
bu alandaki duayenlerle sık sık karşılaşır, onların dünyalarından,
onların ellerinden aldığınız kitap, dergi, bülten diğer dokümanlarla
dünyanız genişler, güzelleşir.
Hayrettin İvgin, kültür dünyamızın
önde gelen isim ve imzalarından. Prof. Dr. Hayrettin İvgin’den
sıklıkla kitap, dergi vb. yayın gelir bana. Bu yayınlar elden
ulaşır. 2008’in son günlerinde gelenlerden:
ÖMER LÜTFİ DİVANI
Balkan Türkoloji Araştırmaları
Merkezi yayınlarının 15 ncisi olarak, Prof. Dr. Tacida Zubçeviç-Hafız
imzasıyla, Prizren’de geçen yıl 480 sayfayla Günyüzü görmüş,
yayınlanmış.
Ömer Lütfi’nin fotoğrafının altında
(13.01.1870 – 25.10.1928) tarihleri gösteriliyor.
Önsözün altındaki imza BAL-TAM
Yayınları kuruluna ait. Bu önsözün bir yerinde;
“Ömer Lütfi’nin başlıca ve en büyük
eseri Divanı’dır. İçinde lirik şiirlerini topladığı ve asıl gücünü
gazel tarzında ispatladığı bu eserini, Osmanlı alfabesinden günümüz
Türk alfabesine transkripsiyonunu ve edebi tahlilini yapıp,
BALTAM’ın Ömer Lütfi’nin tüm eserlerinin Yayınlanması Projesinin
ikinci eseri olarak okurlarımıza sunmaktayız” deniliyor.
TÜRKLÜK BİLGİSİ
BAL-TAM Türklük Bilgisi, derginin
tam adı Prizren’de yayınlanıyor. Eylül 2008 ayına ait 9 ncu sayısı
bu derginin. 328 sayfalık bir kitap görünümü var. Balkan Türkoloji
Araştırmaları Merkezi yayınlarından biri, önde geleni bu dergi.
Yayınlanışını sağlayan: BAL-TAM,
Balkan Türkolojisi Araştırmaları Merkezi adına, Prof. Dr. Tacida
Zubçeviç-Hafız. Sorumlu yazar: Prof. Dr. Nimetullah Hafız. Danışma
kurulu var ayrıca. İçindekilerin; tarih, dil, edebiyat, halk bilimi,
yayınlar-olaylar şeklinde bölüm başlıkları olarak verildiği,
ayrıldığı görülüyor. Bu bölümlerde imzaları bulunanlardan bazıları:
Tuncer Gülensoy, Nail Tan, Hayrettin İvgin, Deniz Ünver, Yaşar
Kalafat, Taner Güçlütürk vd.
İKİYE BÖLMEYELİM GECEYİ
Günay Öztürk Özdemir’in yeni şiir
kitabının adı ara başlığımız. Şiir dünyamızdaki yola çıkışı,
yürüyüşü, mesafe alışı dikkat çekmeye başlamıştır Günay Hanım’ın.
Yazdıkları, yayınladıkları ve bu noktadan hareketle, sayfa ve
sütunlara aktarılanlar teşhisimizin doğruluğunu göstermektedir.
Hedef olarak seçilen, varılmak
istenen noktanın netleştirilmesi ve şiir yolculuğundaki adımlar,
şiirimiz için ümit veren görüntülerdir, Günay Öztürk Özdemir
görüntüleridir bunlar.
128 sayfalık “İkiye Bölmeyelim
Geceyi” adlı kitaptan, Hayrettin İvgin’in sunuş yazdığı kitaptan
türkülerin düğümüne kulak verelim bir dörtlükte:
Yalnızlığımın türkülerini söylerim,
Bir yanık, bir güzel türkülerim,
Nerede hani, dost denilen canlar?
Can dost arar, artar hüzünlerim
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- OSMAN TEKERCİ ŞİİRDE GİDEREK GÜÇLENİYOR
- Şairler, yazarlar, araştırmacılar.
Kalem erbabı düşünürler. Başlangıç yıllarından itibaren gelişme
kaydederler, sanat ve edebiyat alanımızdaki aldıkları mesafenin
oranıyla ölçülür ve değerlendirilirler.
- Osman Tekerci, Burdur ilimize
bağlı Bucak ilçemizde çalışan, eğitim camiamızın yüzlerce
isminden, imzasından biri. Ama şiirleri var göz dolduran,
mısraları var öz dolduran.
- 2007 yılında yayınladığı “Allıca
Turnam” adlı şiir kitabıyla, şiirimizin meşakkatli yolculuğuna
çıktı. Yürüdü,yürüdü. yürüyüş devam ediyor.
- Özellikle Burdur ve çevresindeki
şairlerimizin, yaşayan şairlerimizin yan yana getirilişi ve yazıp
yayınladıklarının değerlendirilişiyle ortaya çıktı ki, Osman
Tekerci, yaşayan Burdurlu şairlerin ilk beş rakamı içinde yer
alıyor.
- Bu tarafsız ve genel
değerlendirmemiz, O’nun için bir onur, bir gurur olmakla
birlikte, hiçbir zaman “kendini yeterli bulma” gibi eksik, yanlış
bir düşüncenin içine girip, kasılıp, bağdaş kurup oturması
anlamına gelmedi. Böyle bir yanlışlığı, böyle bir eksikliği
görmedik, görmedim.
- İnsanın mütavazılığı, yükselmesi
için önemli bir merdivendir gerçeğini Osman Tekerci hep yaşadı, bu
gerçeği hep çevresindekilerle paylaştı.
- 2009 yılına geldiğimizde,yeni bir
şiir kitabından, “Sürmeli Güzel” adlı şiir kitabından söz etmeye
başladı. Dosyalar dolusu şiirlerini gönderdi bana. Bu şiirlerin,
yeni yayınlanacağı “Sürmeli Güzel” adlı şiir kitabında yer
alacağını söyledi, hatırlattı.
- Hani, Yozgat’ın sürmelisi var ya..
Birde Burdur’un sürmelisi olsun diyerek yola çıkan Osman Tekerci,
Sürmeli gözden, sürmeli turnadan, gözlerin sürmelisinden, söz
ediyor uzun uzun. Sürmeli göz’den söz ederken şöyle söze başlıyor:
-
- Dokunur sözlerin, yaralar beni,
- Sürmeli gözüne kurban olduğum.
- Karadır benlerin, paralar beni,
- Sürmeli gözüne kurban olduğum,
- Gözlerin sürmesin sevdiğim dilber.
-
- Osman Tekerci, sürmeli gözlerin
içinde olan sevgilisinden söz edecekken, sevgilisinin gözlerindeki
sürmeden söz ediyor. Farklı bir anlatım, tamamlayıcı bir ifade
biçimi. Hocanın anlatımda getirmek istediği yenilik.
- Bu kez gözler sürmelidir. Yer
değişimiyle karşımıza çıkar. Yakınlık isteyen bir beklentisi
vardır. Zaman geçirilsin istemez. “Uzak durma” diye söze başlar,
uyarılarıyla seslenir, sakin, samimi, arzu dolu, beklenti dolu.
-
- Uzak durma hallerimi sor benim,
- İnsafa gel, yaralarım sar benim,
- Hayalimi, düşlerimi yor benim,
- Gözlerin sürmeli, sürmeli güzel.
-
- Osman Tekerci’nin ilk kitabının
adı “Allıca Turnam”dı ya. Sürmeli Turnam, başlığıyla yazdığı şiiri
de vardır:” İki turnam gelmiş bizim ellere/Selam götür yare
sürmeli turnam” mısralarıyla zenginleşen bir anlatım biçimiyle de
dikkatimizi çeker Osman Tekerci hoca.
-
Geçen yıllarla birlikte, güçlenerek sanat ve edebiyat dünyamızdaki
yürüyüşüyle alkışlamaya devam edeceğimiz Osman Tekerci’nin,
“Sürmeli Güzel” kitabıyla karşımıza çıkışından dolayı kutluyor,
sevgi ve saygılarımla tebriklerimi yineliyorum efendim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
KAZIM POYRAZ’IN ŞİİR DÜNYASI
Şairlerimizden, yazarlarımızdan
kucak dolusu mektup, mesaj, telefon görüşmesi almaya devam ediyorum.
Manisa ilimiz merkezinden, gönül
zenginliğiyle, sanat ve edebiyat dünyamızın “ağabeyi” Kazım
Poyraz’dan yeni şiirler aldım. 03 Mart 2009 tarihinin taşıyıcısıydı
bunlar.
“Gönül dolusu sevgi ve saygılarını”
da ilave ederek gönderdiği şiirlerinde Kazım Poyraz, Hakk’a giden
yollardan söz ediyor, örnekler veriyor, Ne zaman? Diye soruyor, uzun
süren yolculukların ardından; “kapandı o kapım” diye kestirip
atıyor.
Masamda bulunan Kazım Poyraz
şiirleri, 2009 yılının ilk aylarında kaleme alınmışlar. Çiceği
burnunda şiirler diyebiliriz, böyle kabul edebiliriz. “Yollarım”
adlı, başlıklı şiirinin ilk dörtlüğüne kulak verelim:
Yaram derin, yürekte umutla
yaşıyorum,
Sevdan öyle ağır ki, özümde
taşıyorum,
Dolanıp geçiyorum, tuzak dolu
yıllarım.
Yalnızım bir viranda gece baykuş
sırdaşım.
Ne zaman?. Bir soruyla gelen
duygular. Cevaplarının varlığı inancıyla gerçekleştirilen arayışlar.
Aylar geçmesine rağmen, beklenilenin aksine, üzüntülerin sıralanışı
şairimizi üzüyor. Bu şiirin bir dörtlüğündeki duygular:
Bir tek çiçek bari sal, saklarım
ömür boyu,
Soldurmaz onu inan, akan gözyaşım
suyu,
Bu acımı dindirir, sarar derin
yarayı,
Kalmadı artık gücüm ne zaman biter
nazın?
Sorular, sorular..Birbiri ardına
gelenler, sıralananlar. İyimserlikle yola çıkan, çıkmak isteyen
şairimiz Kazım Poyraz. Ard niyetli olanlarla yola çıkmak
istemediğini hemen söyler, belirtir, dikkat çeker. “Hoş dedim”
başlıklı, adlı şiirinden bir dörtlükle karşılaştırma yapalım,
söylediklerimiz doğru mu:
Şu riyakar kimseyle dostluk kurmak
istemem,
Eşkin atım yokuşa, sürüp yormak
istemem,
Yüze gelen fesadı, özden görmek
istemem,
Yetim başı okşamak, öyle güzel hoş
dedim.
Ve arkasından, Kapandı o kapım”dan;
Gökte katar olmuş, uçuyor Turna
Bahçem ıssız kaldı gel yalnız durma
Zalim vurdu geçti birde sen vurma
Kapandı o kapım, şimdi dardayım…
Hakk’a çıkan yollar. Hakk’a
gidenler, ruhlara dönenler. Mısralar arasına yerleşip bize
ulaşanlar, ulaştırılanlar. Kazım Poyraz mısralarından efendim:
Kazım der, gönlüm yoruldu,
Deryada dümen kırıldı,
Dünyadan hesap soruldu,
Bütün canlar Hakk’a gider..
Kazım Poyraz’ın şiir dünyasındaki
yolculuğunda sağlıklar, başarılar diliyor sevgi ve saygılarımı
sunuyorum efendim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
TEFENNİ NAMIK
KEMAL İLKÖĞRETİM OKULU ÖĞRENCİLERİNİN ŞİİRLERİ
Çocuklarımızın
dünyalarında olup-bitenler, gelip-geçenler şöyle bir sıralansa,
sıralanma imkanı olsa, ne güzel ve anlamlı görüntüler ortaya çıkar
kim bilir!...
20 Mart 2009
tarihinde, Burdur ilimize bağlı Tefenni ilçemizdeki Namık Kemal
İlköğretim okulu öğrencileriyle bir sohbet toplantım gerçekleşti.
Onların karşısına geçtim sohbet üstüne sohbet ettim, sohbet ettik.
Onların sorularıyla karşılaştım, cevaplamaya gayret ettim.
Tefenni Namık Kemal
İlköğretim Okulu, müdürleri Faden Okatan yönetiminde, öğretmen ve
öğrencileriyle kaynaşmışlar, büyük bir aile görünümünde eğitim ve
öğretimlerini başarıyla sürdürüyorlar.
Öğrenciler
arasında, şiir yazanlar varsa, hazırlanması ricasında bulunmuştum.
Gittiğimde bir dosya dolusu şiir, sayfalardaki minik ellerin yazdığı
sevimli yazılar, mısralar, bazılarının fotoğrafları bana verildi.
Şimdi bu konuda bir değerlendirme yapmak istiyorum:
2-A sınıfından
Hatice Topçuoğlu, 3-A sınıfından Murat Uysal, Armağan Arslan, Zehra
Öcal, 4-A sınıfından; Bayram Yıldıran, İbrahim Bayraktar, Ahmet
Erkan, Yüksel Nur Koyuncu, Makbule Şakır, Halide Türker, Rahime Gül
Arslan, Mehmet Uysal, 6-B sınıfından Duygu Esra Ersoy, 8-A
sınıfından; Yıldırım Üzümcü (Sabira-Ayşin’in yazdıkları şiir)
şiirleriyle bana ulaşanlardı.
Görülüyor ki, en
çok şiir denemesi bulunan öğrenciler 4-A sınıfından sesleniyorlar.
Bu bir sonuç mu, tesadüf mü, yoksa diğer sınıflardakiler bize
ulaşmadı, ulaştırılmadı mı?. Öğrencilerimizin mısralarına dönelim,
birlikte bazı mısraları üzerine bir göz atalım efendim:
1- Hatice Topçuoğlu:
8 yaşında 2-A sınıfında okuyor. “İnsanlık” başlıklı şiirinden:
İnsanlık bitti baştan aşağıya/Artık kimseye güvenilmiyor/Hırsız
dolandırıcı kaynıyor/Eskiden ne güzeldi/Dolaş, gez..
2- Murat Uysal: 3-A
sınıfı öğrencilerinden “Tsunami” adlı şiiri var. Bir dörtlüğünde
şöyle diyor: Tsunami gelince/Her şeyi alıp çeker/Tsunami
gelince/Hayatı felç eder.
3- Armağan Arslan:
3-A sınıfında okuyor. “Mustafa Kemal Paşa” adlı şiirinin bir
dörtlüğünde şöyle diyor: Düşman yurda girmişken/Ümitler
kesilmişken/Sen geldin/Mustafa Kemal Paşa.
4- Zehra Öcal: 3-A
sınıfında okuyor. “Sevimli öğretmenim” adlı şiirinin bir dörtlüğünde
şöyle diyor: Ay parlatır günleri/Sevgi dolu çiçekleri/Öğretmenler
üzülmesin/Sevgi dolu kalpleri.
5- Bayram Yıldıran:
4-A sınıfında okuyor. “Öğretmen mesleği” adlı şiirinin bir
dörtlüğünde şöyle diyor: Bizi okutup yazdıran kim?/Okutup büyük iş
sahibi yapan kim?/İşte bu öğretmenlerin mesleği/Onlar okurken bu
koşullar var mıydı?.
6- İbrahim
Bayraktar: 4-A sınıfında okuyor. “Doğa” adlı şiirinin ilk
dörtlüğünde şöyle diyor: Şırıl şırıl ırmak/Balıklar yüzüyor
bak/Yemyeşil kokuyor çiçekler/İnanmazsan gelde bak..
7- Ahmet Erkan: 4-A
sınıfında okuyor. “Cumhuriyetin ilanı” adlı şiirinin girişinde şöyle
diyor: Temizlenince vatan/Düşmanların hepsinden/Cumhuriyet
ilanı/Geldi hemen peşinden.
8- Yüksel Nur
Koyuncu: 4-A sınıfında okuyor. “Uyuşturucu” başlıklı şiirinin bir
dörtlüğünde şöyle diyor: Uyuşturucu kullanmamalı/Kullananları
uyarmalı/Eğer kullanırsan/Olursun bir bağımlı.
9- Rahime Gül
Arslan: 4-A sınıfında okuyor. “Sevgi, dostluk ve kardeşlik” başlıklı
şiirinin girişinde şöyle diyor: Sevgi dünyamızda/Bizi mutlu etmek
için/Dostluk kurmamız için/Bulunuyor.
10- Makbule Şakır:
4-A sınıfında okuyor. “Sevgi” adlı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle
diyor: Sevgi dünyaları aşar/Kardeşlik bizleri aşar/Sevgi, dostluk
kardeşlik/Gelmiş bize böyle duygu.
11- Halide Türker:
4-A sınıfında okuyor. “Annem benim” adlı şiirinin sonunda şöyle
diyor: O güzel kalbini/Bir gün bende kazanıcam/Sana bakmak için/Her
şeyi yapıcam.
12- Mehmet Uysal:
4-A sınıfında okuyor. “Türkiyem uyanıyor” adlı şiirinin girişinde
şöyle diyor: Türkiye uyanıyor/Toprağıyla, taşıyla/Yemyeşil otuyla/Türkiyem
uyanıyor.
13- Duygu Esra
Ersoy: 6-B sınıfında okuyor. “İsa Kayacan” başlıklı şiirinin bir
dörtlüğünde şöyle diyor: Burdur’un Tefenni ilçesinde/Ece Köyü
denilen, gül bahçesinde/Bir sonbahar gecesinde/Doğdu duayen İsa
Kayacan.
14- Yıldırım
Üzümcü: 8-A sınıfında okuyor. Sebira-Ayşin’in yazdıkları “Duygular”
adlı ortak şiirle bize ulaştı. Bu şiirin bir dörtlüğü: Mutluluk
insanı çocuklaştırır/Üzüntü ise olgunlaştırır/Elbette kimse istemez
üzülmeyi/Duygular, hayatın oyunu, senin elinde değil.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- BALIK MI YEM Mİ OLSAK
-
- Hayat bu yaşarken bizler
- Balık mı olsak, yem mi olsak
- Bu dünya düzenine nasıl uysak!
- Yem olursan takarlar oltaya
- Balık olup yaşarsın aldanmasan
- Oltada takılı o cazip yeme
- Elindeki yiyeceğinle yaşa
- Kanma sen oltadaki yeme!
- Bir anlık gafletin sana inan
- Ömür boyu çektirir özüne.
- Sadece sen kalmazsın mağdur
- Etrafındakiler de senle yok olur
- Kanma atlatacaklar seni o yemle
- Satarlar pazarda sonra seni
- Arkanda da gülerler sonra
- İşte bak o koca sazan diye.
- 22 Nisan 2009 Çorum 16,45
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- ELİNDEKİ İLE YETİN
- İnsan fakir doğar anasından;
- Gözün olsa elin malında elinden ne gelir?
- İnsan açta kalır, tok ta yaşar ömründe,
- Umsan ne yazar. Ummakla kalırsın sen.
- Verecek olan Allah'tır insan değil.
- Kimseden istemeden ondan istemek gerek.
- Dost b ulunmaz edinilir, onu da bilmen gerek.
- Sen; sen olalı ne dediğin oldu ki?
- Hiç benim dediğim de olmadı ki.
- O ne yazdı ise yazımıza, biz isteriz.
- Mal, Mülk alem onun O ne derse biz olur deriz.
- Takmayın kafanıza. Taksan kendine edersin.
- Yiyeceğim var yeter dersen iyi edersin.
- Dostun para için dostsa; senin için değil
- Malını yemek içindir düşün başka nedir?
- Hiç takma dünyayı, mutlu ol aldığın nefesten
- Sıhhat gibi zenginlik, ömürde işe yarar
- Trilyonun olsa varsa şekerin, alerjin
- Ne yiyebilirsin, nede yedirebilirsin.
- Onun için sende olduğun gibi ol ve yaşa
- Bak vardır sende daha fakir ve aşağı
- Haline şükret, kazanmak için çalış
- Belki vakti gelir seninde olur nimetin.
- Dikkat et paran olunca dostum çoğaldı deme
- Deme sonra elindekilere göz diktiler yine.
- Haydi hayırlısı dile yaratanından.
- Mutluluktan daha iyi zenginlik mi var.
- Bir şeyler karaladım belki fazla
- Belki senin dilediğinden daha az.
- Hoşça kal. Mutlu ol. Elindekini de kaybetme.
- 19 Nisan 2009 Çorum 20,00
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
BİDAT GECELERİ VE BİZLER |
Allah
C.C. ve Peygamberimizi Neden KAMERİ TAKVİMİ Müslümanlara
ön gördü?
REGAİP KANDİLİ Peygamberimizin Ana Rahmine düştüğü gece
kesin belli değildir,
MEVLİD
KANDİLİ; KADİR GECESİ, REGAİP KANDİLİ, MİRAÇ KANDİLİ,
BERAT KANDİLİ olarak kutladığımız günler aşağıda
listesini çıkarttığım günlerde miydi?
Allah
C.C. Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa S.A.V. Ümmetin
Miraç kandili kutlasın diye bir emri var mı? YOK!
Kadir
Gecesi Kuran-ı Kerim'de KUR'ANIN KADİR GECESİNDE
İNDİRİLDİĞİNİ, KADER GECESİNİN NE OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUN
DİYE BİZE SORUYOR, KADİR GECESİNİN BİN AYDAN HAYIRLI
OLDUĞUNU bildirmekte FAKAT ŞÜ GECEDİR demiyor.
Miladi yıl 365 gün içinde aramamız gerekmektedir.
|
 |
|
-
Kadir
Gecesi bu gece diye kutlamak BİD’AT olduğu ve sonradan
insanlar tarafından şu gün denmesi, Peygamber
Efendimizin de hadislerinde kesin bir gün bilgisi
verilmedi, RAMAZAN AYI içerisinde
Kadir
gecesi Ramazanın yirmi bir, yirmi üç, yirmi beş, yirmi
yedi veya yirmi dokuzuncu gecelerinden herhangi biri
olabilir. Yani Kadir gecesi, zamanımızda Müslümanlarca
ihya edilmeye çalışıldığı gibi herkesçe bilinen sabit
bir gece değildir.
-
Burada
Peygamber Efendimizin NEDEN HİCRİ TAKVİMİ kabul etme
sebebi de bu günlerin saklı kalmasını gerektiği için
olsa gerek. Peygamberimizin zamanında MİLADİ takvim
bulunduğu ve Peygamber Efendimizin zamanında bilindiği
gibi MİLADİ TAKVİM bulunmakta idi. Biz burada BİD'AT
dediğimiz kutlanan aşağıdaki günlerin KADİR GECESİ
Olarak kutlanmasının bid'at olduğunu söylüyorum.
|
Peygamberimize MİRAÇ
KANDİLE Peygamberimizin Miraca Çıktığı gece kesin olarak
belli değildir! Kur’an İsra Suresi 1 ayette konu
anlatılmış, Necm Suresinde de Peygamber Efendimiz hakkında
bizleri aydınlatmaktadır!
|
 |

 |
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- SESSİZLİK VE ZAMAN
- Bende önceki bir zaman diliminin tılsımlı havanın
esmesi ile meydana gelen bir tutkunun yazılmasının zamanı gelmiş
olduğunu anlamış gibiyim.
- Birinci yılını doldurduğum memuriyet
hayatımda bizleri bekleyen büyük tehlikelerin neler olduğunun
bilinci ile zamanımı geçirmekte ve kendi planımın doğrultusunda
hayatımın yönünü vermeye çalışmaktaydım.
- Her hafta gittiğim Çorum’a gelince her zamanki gibi
anne ve babamın baskılarının olacağını biliyor, onları bir bahane
ile yine atlatacağımın bilinci ile otobüsün Çorum’a girdiği anda
saat 22’yi gösteriyordu gayet iyi hatırlıyorum.
- Çorum otobüs garajı o yıllarda Çorum’un dışı
sayılacak bir alana yeni yapılmakta idi. Otobüsler garaja girmeyip
saat kulesi civarında yolcularını indirme geleneğini halen
sürdürmekte idiler. Her ne hikmetse o gün otobüs eski garajların
bulunduğu yere gelmiş ve yolcuları burada indirmişti. Durakta
bulunan tek taksiye işaret ettim. Geldi ve bindim. Şoför her nedense
hareket etmekte acele etmiyordu. Ben alışkanlığım üzerine şoförün
yanındaki koltuğa oturmuştum. Aynı otobüste birlikte Ankara’dan
geldiğimiz benim yaşımda iki çiftte taksinin arka kısmına
binmişlerdi. Taksici hayatından memnun bana dönerek:
- -Birader ne tarafa gideceğiz? Diye sordu. Ben:
- -Arkadaşları bırakalım, ben sonra inerim. Dedim.
Fort taksi homurdanarak yerinden kalktı. Taksi şimdiki hükümet
konağının bulunduğu bir yere doğru yol aldı ve vilayetin arkasında
bir evin önünde durdu. Taksi içindeki çift paralarını verip indiler.
Taksinin çok yüksek bir fiyat talep ettiğini görünce inen çiftin
erkek olanına:
- -Bir dakika bekler misiniz? Diye seslendim. Adam
durdu taksiye geri döndü. Şoföre:
- -Arkadaştan fazla para aldınız. Aldığın o paranın
dörtte üçünü geri ver dedim. Şoför de bizimle aynı yaşlarda
olduğundan araçtan inenle beni, birbirini tanıyor diye düşünmüş olsa
ki aldığı paranın dörtte üçünü geri verdi. Adamcağız şükran sesleri
çıkartırken ben şoföre:
- - Karakeçili Camiinin yanına gideceğim dedim.
Albayrak sokağı aralığından taksiyi döndürerek ilk dönemeçte durdu.
Levyeyi eline alarak:
- -İn bakalım yakışıklı. Sen benim nafakamı nasıl geri
verdirirsin? Ben sizi birlikte sandım diye dayılandı. Ben gayet
sakin:
- -Burası yeri değil. Bu saatte uyuyanları rahatsız
etmeyelim. İstersen arabanı tenha bir yere çek. Diye tepki verince
biraz duraksadı, araca bindi. Tir tir titremesi halen üzerinde idi.
Ben istifimi bozmadan. Aşçıların orada ineceğim dedim. Taksi hareket
etti yüz metre sonra durdu. Şoförün titremesi geçmiş, benim sakin
halim onu korkutmuş ve ürkekleştirmişti. Araçtan indim. Şoför
tarafına geçtim ve diğer yolcudan benim ikazım üzerine aldığı para
kadar para uzattım.
- -Bak ahbap. Sen evli misin? Diye sordum. Şoför cevap
verdi.
- -Evet. Üç çocuğum var. Diyince ben:
- -Haram para ile mi çocuklarını doyuruyorsun. Diye
serteldim. Levyeyi kaptığı ile kapıyı açtığı bir oldu. İndiğine
pişman olduğunu pantolonunu ıslattığından anlamıştım. Benim beylik
tabancam saldırgan şoförüm burnuna dayanmıştı. Şoföre:
- -Hem haram kazanıyorsun, hem de adam mı dövmeye
kalkıyorsun. Dedim. Cevap verecek mecali olmayan şoföre:
- -Dua et üç çocuğuna ve eşine. Seni karakola götürür,
fahiş para alıyor, birde levye ile adam dövmeye yelteniyor diye
içeri attırırdım. Bir daha böyle olmasın dedim. Şoför pelte gibi
aracına bindi. Kontağı çevirmeye mecali kalmamıştı. Ben eve girdim.
- Aradan üç ay geçti, tesadüf Samsun arabası ile
tekrar Çorum’a geldiğimde durakta bulunan tek araca el kaldırdım.
Araç geldi. Yine aynı şofördü. Bana:
- Merhaba birader. Evinize müşteri geldikçe uğradım.
Seni sordum. validen O Ankara’da çalışıyor dedi. Bir gün yine
taksine biner oğlum dedi. İşte yine karşılaştık. Sana minnet ve
teşekkür borcumu sunmak istiyorum. Senle karşılaştığımız güne kadar
arabanın hiç eksiği, gediği bitmiyordu. Sen beni uyardın.
Evlatlarına haram yedirme dedin. Senden sonra sabaha kadar durakta
düşündüm. Sana hak verdim. Bir daha kimseden hak etmediğim ücreti
istemedim. O adamla senin verdiğin para bir bereketlendi ki. Arabam
o günden bu güne arızalanmadı. Hiçbir masrafta çıkmadı. Daha önce
hiç olmadık masraflarla kazancımı bitiriyor bazen eve ekmek bile
götüremiyordum. Dedi. Ben cevap veremedim. Beni eve bıraktı.
Ücretini verdim.
- -Bereket versin birader. Dedi. Bende:
- -Bereketini bul dedim. Bir gerçek veya hikaye olarak
okuyabilirsiniz.
- 12/04/2009 01,30 Çorum
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
23 NİSAN 1920 ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK
BAYRAMI
Atatürk’ün Ulusumuza hediye ettiği
Büyük Millet Meclisi'nin açılış yıldönümü olan 23 Nisan'da kutlanan,
Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal bayramını ayrıca Atatürk Çocuklara da
hediye etmiş, istikbalin olarda olduğunu da göstermiş olduğu bir
bayramdır.
Ülkemizi paylaşmak isteyen güçlerin
İstanbul'un işgalinden üç gün sonra, Mustafa Kemal Atatürk 19 Mart
1920 tarihinde bildiri yayımladı: Bildiride, "olağanüstü yetkiler
taşıyan bir Meclisin Ankara'da toplanacağı, Meclis'e katılacak
üyelerin nasıl seçilecekleri, seçilenlerin en geç on beş gün içinde
yapılması gereği” bildiren kesin ve kararlı emirleri yer alan bu
bildiri ile, dağıtılan Meclis-i Mebusan'ın üyeleri de Ankara'daki
Meclis'e katılmaları emrediliyordu.
Ankara’da toplanacak Meclis için yer
arandı. İkinci Meşrutiyet döneminde, İttihat ve Terakki Cemiyeti
kulübü olarak yapılmış olan bu bina Meclis için uygun görüldü. Eksik
olarak gözüken yapı tamamlandı. Okullardan toplanan sıralar ile
halkın katkısıyla mefruşatı donatıldı. Mustafa Kemal Atatürk 21
Nisan'da yayınladığı ikinci bir bildiride: “Meclis'in 23 Nisan” günü
toplanacağını ve açılış töreninin duyurdu.
23 Nisan 1920 Cuma sabah ezanından
itibaren Ankara'da bulunan herkes Meclis Binası çevresinde toplandı.
Herkes ülkesinin yönetiminde kendi kaderine sahip çıkmanın coşkusu
içindeydi. Hacı Bayram Camisinde kılınan Cuma Namazından sonra,
Meclis binası girişinde bir dualarla tören yapıldı. Saat 13.45'de,
Ankara'ya gelebilen 115 Milletvekili Meclis salonunda toplandı.
En yaşlı üye olan Sinop Milletvekili
Şerif Bey (1845), Başkanlık kürsüsüne çıktı ve aşağıdaki konuşmayı
yaparak Meclis'in ilk toplantısını açtı.
"Burada Bulunan Saygıdeğer İnsanlar!
İstanbul'un geçici kaydiyle yabancı kuvvetler tarafından işgal
olunduğu ve bütün temelleri ile halifelik makamının ve hükümet
merkezinin bağımsızlığının yok edildiği hepimizce bilinmektedir.
Bu duruma baş eğmek; Milletimizin,
teklif olunan yabancı köleliğini kabul etmesi demektir. Ancak tam
bağımsızlık ile yaşamak için kesin olarak kararlı bulunan ve ezelden
beri hür ve başına buyruk yaşamış olan Milletimiz, kölelik durumunu
son derece ve kesinlikle reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya
başlayarak Yüksek Meclisimizi meydana getirmiştir.
Bu Yüksek Meclisin en yaşlı üyesi
sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla milletimizin iç ve dış tam
bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya
yüklenip, kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan
ederek, Büyük Millet Meclisi'ni açıyorum."
Bu açış konuşmasında, Millî
egemenliğe dayalı yeni Türk parlamentosunun adı da "Büyük Millet
Meclisi" olarak konulmuştu. Bu ad herkesçe benimsendi. Daha sonra
Mustafa Kemal Atatürk'ün tüm konuşmalarında yer aldığı şekliyle ve
ilk kez 8 Şubat 1921 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesinde de
yazılı olarak, "Türkiye Büyük Millet Meclisi" (TBMM) adı kalıcılık
kazandı.
Bu ilk toplantıdan sonraki TBMM, 24 Nisan 1920 günü
yaptığı ikinci toplantısında Mustafa Kemal Paşa'yı (Atatürk),
başkanlığa seçti. Mustafa Kemal Paşa, kendi öncülüğünde kurulan
TBMM'nin başkanlığını Cumhurbaşkanı seçildiği gün olan 29 Ekim 1923
tarihine kadar sürdürdü. TBMM, açılışından iki gün sonra, sadece
yasama değil, yürütme gücüne de sahip olacak hukukî ve siyasî
yapısını düzenleme çalışmalarına başladı.
Çocuk bayramı olara ta kutladığımız bu bayramın
Mustafa Kemal Atatürk’ün emaneti olarak ilelebet kalmasını dilerim.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mehmet Şakir ÇIPLAK |
Mehmet Şakir ÇIPLAK HAYAT HİKAYESİ |
YAZILIŞININ 600. YILINDA VESÎLETÜ’N-NECÂT
Peygamberimiz Hazreti Muhammed
(SAV)’e karşı duyulan derin sevgi ve saygının çok samimi, çok temiz
ve çok güzel bir ifadesi olan “Mevlid”, “Vesîletü’n-Necât” adıyla
büyük Türk şairi Süleyman Çelebi tarafından bundan tam altı yüz yıl
önce kaleme alınmıştır.
Bu eser altı yüz yıldır derin bir vecd içinde okunmakta,
okunduğu ortamda da Türk Milletinin gönlünde engin heyecanlar
meydana getirmektedir. Türk Edebiyat tarihinde hiçbir eser Süleyman
Çelebi’nin bu şaheseri kadar millete mal olmamıştır.
Süleyman Çelebi’nin elimizdeki tek
eseri olan Türk Edebiyatının bu âbidesinin özgün adı
“Vesîletü’n-Necât”tır. Selamete ve mutluluğa ulaşmak anlamındadır.
Vesîletü’n-Necât’a halk arasında Mevlid denilmektedir. Bu isim
sözlükte “doğmak, doğum zamanı” anlamında kullanılmıştır. Terim
olarak ise Hz. Muhammed (SAV)’in doğduğu zaman demektir.
İslam Peygamberi için “Mevlid” olarak kullanılan bu terim, Hz.
İsa’nın doğum zamanı için aynı kökten gelen “Milat” kelimesi ile
ifade edilmiştir. Bu bağlamda kelimeyi “Mevlüd veya Mevlûd” olarak
kullanmak yanlıştır.
Hz. Peygamberin hayatı, ahlakı ve
gazaları hakkında başta İbn Hişam (ö. 834) olmak üzere birçok
müellifin “Siret” veya “Siyer” adı verilen eserleri bulunmaktadır.
Mevlidler ise mahiyeti biraz daha farklı eserlerdir. Mevlid yazan
şâirler, Hz. Peygamber’in doğumunu, hayatını, başta miraç olmak
üzere birtakım mucizelerini ve ölümünü kaleme almışlardır. Adında
“Mevlid” kelimesi geçen ilk eser Ebu’l-Cevzî’nin (ö.1201)
“Mevlidü’n-Nebî” veya “el-Arus” adlı eseridir. Süleyman Çelebi’den
önce İbn Dıhye (ö. 1235), Muhyiddin-i Arabî (ö. 1240), el-Bekrî
(ö.1295), İbn el-Cezerî (ö.1429) bu konuda Arapça eserler
yazmışlardır. Türkçede ise Süleyman Çelebi’den önce iki eserden söz
edebiliriz. Bunlardan ilki Âşık Paşa (ö.1332)’nın “Garibnâme” adlı
eseridir. Âşık Paşa, şehrimizde medfun bulunan Elvan Çelebi’nin
babasıdır. Garibnâme, on iki bin beyitten oluşan dînî-tasavvufî,
sosyal ve ahlak içerikli muazzam bir eserdir. Türkçenin bilim ve
edebiyat dili olduğu bu eserde özellikle vurgulanmaktadır. Süleyman
Çelebi, bu önemli çalışmadan konu, fikir, kafiye, vezin bazen tasvir
ve duyuş bakımından etkilenmiş ve yararlanmıştır:
Allah adın zikr edelim evvela
Vâcib oldur cümle işde her kula
Allah Adın her kim ol evvel ana
Her işi asan ider Allah ana
Cümle alem yoğ iken ol var idi
Yaradılmışdan gani cebbar idi.
Vesîletü’n-Necât’ın girişinde zevkle
okuyup dinlediğimiz bu dizeler Âşık Paşa’nın
Garibname’sinde de şöyledir;
Allah adın eyledüm ibtida
K’andan oldı ibtida vü intiha
Evvelin ol evvelidir bî-gümân
Ahirin hep ahiridir cavidan
Cümle alem yoğ iken ol var idi
Şöyle eksiksüz gani cebbar idi
Erzurumlu Kadı Darîr Mustafa
(ö.1393?)’in “Siyer-i Nebî” adlı eserinden Süleyman Çelebi’nin
Vesîletü’n-Necât’ta “Velâdet” bölümünü yazarken etkilendiğini açıkça
görmekteyiz Kadı Darîr Mustafa, eserini mensur olarak yazmış ancak
içine çok sayıda manzum parça da ilave etmiştir. Bu manzûmeler
içerisinde en güzellerinden biri, Hz. Peygamber’in doğumunu anlatan
üç bölümlük ve elli beş beyitlik mevlîd manzûmesidir. Kadı Darîr’in
anlatımı şöyledir:
“Amine eydür: bana oğlan doğmak
heleti hasıl oldu. Susadım su diledim. Bir cevherden ibrik birle
bana su virdiler dir. Kardan ak şekerden şirin oldum içdim dir.
Andan sonra ak kuş kanadı birle arkamı sığadı dir.”
Vesîletü’n-Necât’ta ise bu bölüm şöyle şiirleştirilmiştir:
Amine eydür çün vakt oldu temam
Kim vücude gele ol hayrü’l-enam
Susadım gayet hararetten kati
Sundular bir cam dolusu şerbeti
Kardan ak idi ve hem soğuk idi
Lezzeti dahi şekerde yok idi
Geldi bir ak kuş kanadıyla revan
Arkam sığadı kuvvetle heman
Gerek daha önce yazılmış Arapça
eserler gerekse örneklerini verdiğimiz Türkçe eserler her ne kadar
Süleyman Çelebi’ye ilham vermişse de Vesîletü’n-Necât orijinal,
sanat değeri yüksek, şiir dili zengin, anlatım gücü kuvvetli özgün
bir eserdir. Adını andığımız eserler edebiyat tarihinde önemli bir
yere sahip olsa da Vesîletü’n-Necât kadar şöhret bulamamıştır.
Vesîletü’n-Necât ise altı yüz yıl boyunca sevilerek huşû içinde
okunmakta ve dinlenmektedir. Süleyman Çelebi’yi etkileyen sadece
yazılı kaynakları iyi değerlendirmiş olması değildir. Onun aile
çevresi, yaşadığı ortam ve aldığı eğitim ve Türk dili anlatımına
olan özel alaka da bu aşkın vücuda gelmesinde büyük rol oynamıştır.
Tarihlerin kaydettiğine göre
Süleyman Çelebi, Osmanlı Devleti’nin manevi kurucusu sayılan ve her
seferinde Osman Bey’i Dede Korkut gibi “Ey Oğul…” diye uyaran, yol
gösteren Şeyh Edebali’nin kızdan torunudur. Babası, I. Murad (ö.
1389)’ın vezirlerinden Ahmed Paşa; dedesi ise Orhan Bey’in hem silah
arkadaşı hem de İznik müderrislerinden Şeyh Mahmud tur, Buna binaen
Süleyman Çelebi, eğitimi yüksek meziyetlere sahip bir ailenin evladı
olarak yetişmiştir. Yüksek bir tasavvuf ve ahlak terbiyesi aldığı
malum olan şairi zamanın yönetimi değerlendirmiştir. Yıldırım
Bayezid (ö.1402) tarafından önce Divan İmamlığına tayin olunan
Süleyman Çelebi, daha sonra Bursa Ulu Camii İmamlığına getirilmiştir
ki bu önemli eserini de burada vücuda getirmiştir.
Vesîletü’n-Necât’ın yazılmasını
tetikleyen olay bugün dahi güncelliğini koruyacak kadar ilginçtir.
Rivayete göre Bursa Ulu Camii’nde vaaz sırasında Bakara Suresinin
285. ayetinde geçen "Biz Allah'ın peygamberleri arasında ayırım
yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz,
dönüş ancak sanadır.” Mealindeki ifadeyi tefsir eden Acem vaiz,
peygamberler arasında fark olmadığını hiçbir peygamberin ve onun
getirdiği ilkelerin, diğerlerinden daha üstün tutulamayacağını
vurgular. Halbuki ayetin tefsiri bütün Peygamberlerin Tanrı elçisi
olarak tanınması bakımından aralarında bir fark olmadığına işaret
etmektedir. Yine Bakara Suresinin 253. ayetinde “O peygamberler ki
biz onların bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık” buyurulmaktadır.
Sapkın Batınî inancını benimseyen Acem Vaizin Hz. Peygamber
sevgisini kasıtlı olarak zedelemeye çalışmasına çok üzülen Süleyman
Çelebi, Allah ve Peygamber sevgisini öne çıkaran bu eseri yazmıştır.
Öz değerlerin görmezden gelinip ithal düşüncelere rağbet edilen
günümüzde de dinler arası diyalog, ılımlı İslam modeli veya terörizm
ile İslam’ı aynı cümlede anmak gafletinde bulunanlar gibi geçmişte
de bu türden olaylar cereyan etmiş fakat ortaya Vesîletü’n-Necât
gibi önemli bir şaheser meydana gelmiştir. Eserin Arapça olarak
yazılan Önsöz’ünde şu ifadeler dikkat çeker; “Rahmân ve Rahîm olan
Allahü Teâlâ'nın ismiyle başlarım. Muhammed (AS)’i bütün
yaratılmışların sebebi, en şereflisi ve en azîzi yapan, makâm-i
Mahmûd ile şefâat hakkını vererek O'nu bütün Peygamberlerden üstün
kılan, ismini O'nun ismiyle yan yana yazarak, hasetçi şeytanın
burnunu sürtüp, O'nun şânını yücelten Allahü Teâlâ’ya hamd ü senâlar
olsun. Muhammed (AS), Allahü Teâlâ’nın indinde çok makbûldür. Allahü
Teâlâ’nın melekleri O'nun yardımcılarıdır. Ağaçlar, toprak ve
taşlar, O'nunla konuştular. O'nu sevenler dünyâda ve âhirette
sevilip kurtulurlar. O'na düşman olanlar kovulup, Cehennem'e
atılırlar. Bizi Muhammed (AS)’in ümmeti yapmakla şereflendiren
Allahü Teâlâ’ya hamd ederim. Şerîki ve benzeri olmayan, mekândan
münezzeh bulunan Allahü Teâlâ’nın bir olduğuna şehâdet ederim. O,
herkesin kendisine muhtâç olduğu, ibâdet ettiği ve yöneldiği Allahü
Teâlâ’dır. O, şâni yüce, kullarını merhametle bağışlayandır. Güzel
ahlâk ve cömertlik gibi pek çok meziyetleri ortaya çıkaran, vaat
edilen kıyâmet gününde, her tarafta şefâati kabûl edilir bir
şefâatçi olan Muhammed (AS)’in, Allahü Teâlâ’nın kulu, resûlü ve
habîbi olduğuna şehâdet ederim. Allahü Teâlâ, O'na seçilmişlerin en
üstünleri olan tertemi ev halkına ve Eshâb-ı kirâmına sonsuz rahmet
etsin.”
Yine bu sapkın îtikâdli vâizin
sözüne cevap olarak:
"Ölmeyüb Îsâ göğe bulduğu yol,
Ümmetinden olmak için idi ol."
beytini söyledikten sonra,
Resûlullah Efendimizin fazîletlerini söyle îzâh etmiştir:
"Dahî hem Mûsâ elindeki asâ,
Oldu O'nun izzetine ejderhâ.
Çok temennî kıldılar Hak'dan bular,
Kim Muhammed ümmetinden olalar.
Gerçi kim bunlar dahî mürsel durur.
Lâkin Ahmed efdâl-ü-ekmel durur.
Zîrâ efdallige ol elyak durur,
Âni öyle bilmeyen ahmak durur."
Süleyman Çelebi, eserini böyle büyük
bir aşk ve hayranlık duygularıyla kaleme almaya başlamış,
anlatımlarında sık sık Kur’an ayetlerini ve Hadis-i Şerifleri
referans almış, onları Türkçenin müzikal retoriği ile birleştirerek
halkına bir sanat eseri sunmuştur.
Âl-i İmran Suresinin 189. ayetinde geçen “Göklerin ve yerin
hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın her şeye gücü yeter.” Mealindeki
ifadeyi, Süleyman Çelebi’nin eserinde;
Yir ü gök içre dahi her ne ki var
Oldı Hak emri duttı karar, şeklnde
görürüz.
Rahman Suresinin 26-27. ayetlerinde
geçen “Her canlı yok olacak ancak azamet ve ikram sahibi Rabbin zatı
kalacak” meali ise;
Öldürür Allah u Kuddusü’s-Selam
Rabb-i Bâki la-yemût la-yemân
şeklinde ifade edilmiştir
Bakara Suresi 163. ayette
geçen“İlahınız bir tek Allah’tır. Ondan başka ilah yoktur. O
Rahman’dır Rahim’dir.” ifadesini
Bari ne hacet kılavuz sözü çok
Birdir Allah andan artık Tanrı
yok.
Şeklinde şiirleştirmiştir.
“Bir şey yaratmak istediği zaman
onun yaptığı Ol demekten ibarettir, hemen oluverir.” Mealindeki
Yasin Suresi 82. ayetini ise;
Bir gez “ol” dimekle oldu Cihan
“Olma” dirse girü yok olur heman.
Dizeleri ile anlatır.
Kadir Suresinde meleklerin yeryüzüne
inişleri anlatılır. İsra Suresinin 61. ayetinde de Meleklerin Adem
(AS)’e secde ettiği belirtilir. Bu hususlar şu mısralarda ifade
edilir:
Anın için geldi Cebrail emin
Anın içindi Kur’an-ı Mübin
Adem’e kıldı ferihtehler sücûd
Hem ana çok kıldı ol lutf ıssı cûd
Peygamberimizin âlemlere rahmet
olarak gönderildiğini anlatan Enbiya Suresinin 107. ayetini de;
Rahmeten li’l-alemîndir Mustafa
Hem şefîu’l-müznibindir Mustafa.
diye mısalara aktarır.
“Allah’ın ismiyle başlanmamış olan
bütün işler güdük (ebter) kalır.” Mealindeki Hadis-i Şerif;
Allah adın olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaya anın sonu,
“Muhakkak ki sizden bana en yakın
olanınız beni çokça Salavat ile anan kimsedir.” Mealindeki Hadis-i
Şerifi ise eserin şah beytini oluşturacak şekilde şöyle yazmıştır:
Ger dilersiz bulasız oddan necât
Işk ile derd ile eydün es-Salât.
Mevlid, XV. Asır Eski Anadolu
Türkçesi ile yazılmıştır. Devrinin telaffuz ve gramer özelliklerini
taşır. Süleyman Çelebi açık, sade bir dil kullanmıştır. Üslubu sade
ve külfetsizdir. Süse, yapmacık ifadelere kapılmadan abartılı
anlatımlara yer vermeden samimiyetle duygu, heyecan ve düşüncelerini
anlatmıştır. Şair eserde, XV. asır dil özelliklerini kullanmış ve
Mesnevi tarzında yazmıştır. “Münacat” (Allahü Tealaya yalvarma),
“viladet” (Peygamber efendimizin doğumu), “risalet” (Peygamber
oluşu), “mirac” (göklere çıkışı, Cenneti ve Cehennemi görmesi),
“rıhlet” (Peygamberimizin vefatı) ve “dua” olmak üzere altı bölümden
ibarettir. Destani bir anlatımı vardır. Yarım ve basit kafiyeler
kullanılmıştır. Aruz vezni ise eserin bestelenmesine ve okunmasına
katkı sağlamaktadır. Mevlid’in yüzyıllar boyunca bu kadar sevilmesi
ve anlaşılması dil ve anlatımındaki sadelik, açıklık ve samimiyetten
ileri gelmektedir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde milli
duyguların daha yoğun olduğunu varsayarsak devlet adamlarının
Arapça, Farsça gibi başka dillerde yazılmış eserleri neden tenkit
ettiklerini de anlamış oluruz. Mesela; Yusuf Kırşehrî’nin yazdığı
“Rısâle-i Mûsikî” adlı eserin Önsöz’ünde, kitabın Sultan I. Murad’a
takdim edildiği ve şu şekilde geri çevrildiği yazılıdır: “Hoş
kitaptır, içinde faideler vardır ama Farisi dilindedir. Bir kişi
Türkçeye tercüme etmiş rûşen değil ve lakin bir kimse kitabı açık
tercüme etse.” Eserlerin hem açık ve anlaşılır olmasına özen
gösterilmesi hem de Türkçenin kullanılması özellikle istenmektedir.
Süleyman Çelebi bu isteğe hürmeten eserini bu şekilde yazmaya özen
göstermiştir. Mevlid, Hz. Peygamber’in doğum yıldönümünü kutlamak
için yazılmıştır. Ancak Kandil geceleri, ölüm, doğum, şehit ve din
büyüklerini anma törenlerinde, evlenme, hac farizası gibi her türlü
sosyal bütünlüğü gerektiren hallerde okunarak Hz. Muhammed’in
şefaatine erme dilenmektedir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
KENTLER BÜYÜDÜKÇE SORUNLAR ÇOĞALIYOR
Toprak ana
doğal nemi bulduğu süre içinde canlılar için neler üretir
neler.Üretilenleri isimlendirmeye kalksak belki ömrümüz yeterli
olmaz.
Bir zamanlar
Orta Asya da bir iç deniz var iken insanlar bu su birikintisinden
uzun süre yararlanmış,toprağın nemi kaybolmaya başladığında ise
dünyanın çeşitli yerlerine göç başlamıştır.
İnsanlar Orta
Asya da ki kazanımlarını karşılaştıkları nemli topraklarda
konaklayarak yaşamları için gerekli üretimleri
gerçekleştirmişlerdir.
Yerkürenin her
yeri nemli topraklarla kaplı olmadığı içindir ki insanlar
bulundukları yerleşim birimlerinde uzun süre kalamamışlar,zorunlu
olarak nemli toprakları aramaya koyulmuşlardır.Buna tarihi bir süreç
diyebiliriz.
Küçücük
toplumlar giderek artış göstermiş böylece artan nüfusla birlikte
bazı sorunlarda birlikte gelmiştir.
Ülkemizin
tarihine bir göz attığımızda,üretimin bol olduğu yerlerde nüfus
yoğunluğunun giderek arttığına tanık oluruz.Buralarda ki sorunlar
çok değişik türde gelişirken çözümlerde aranmaya başlanmıştır.Böyle
olmasının tek nedeni kentlerin büyümesi, kırsal kesimin sorunlarını
da ikinci plana bırakılması zorunluluğunu getirmektedir.
Ülkemizde
akarsuların toplanarak,göletler ve barajlar yapılmaya başlanması
cumhuriyet döneminde başlamıştır.İlimiz sınırları içinde uzun süre
kalan Hititlerin toprak anayı nemlendirmek için barajlar
yaptıklarına kazılar sonucu tanık olmaktayız.
İnsanoğlu
zamanın koşullarına göre çözüm üretmeyi de bilmiş,yıllar boyu
yaşamını artan nüfusuna karşılık yeni çözümleri de beraberinde
getirmiştir.Dün karasabanla nemli toprağı değerlendirerek gerekli
oranda üretimi gerçekleştirmiş,karşılaştığı zor koşullara karşı
kendi varlığını koruyabilmiştir.
Nüfus
yoğunluğunun artış gösterdiği yerleşim birimlerinde insanoğluna
öncelikle içme ve kullanma suyu gereklidir.Sağlıklı bir işgücünü su
sorunu bulunan yörede sağlamanız mümkün değildir.İnsanoğlu yaşamanın
ilk koşulu olarak suyu kullanmayı öne çıkarmıştır.Bu olgu tarihte de
öyle olmuş,şimdide öyle olmaktadır.Dün mahalle çeşmeleri var iken
bugün onlar birer tarih olmuş,insanoğlu suya yakın olmak için onu
konutuna kadar getirmiştir.
Nereden nereye
geldik.kırsal alandan kentlere göç zorunlu olarak başlamasından
sonra kentlerin nüfus yoğunluğu artmış,kırsal alanda ise köylerde
günün gelişen ve değişen koşullarını karşılamak imkansız hale
gelmiştir.Devlet öncelikle nüfus yoğunluğunu dikkate alarak
hizmetleri karşılamaya çalışmaktadır.
Yaklaşık olarak
yirmi yıldan fazla basında çalışarak Çorumun sorunlarını kamuoyu
adına ilgililere yansıtmaya çalıştığım süre içinde kırsal alan
olsun kent sorunları olsun su sorunu önde gelen sorun olmuştur.
Bin dokuz yüz
yetmişli yıllarda. Çorum’da su sorunu artış göstermiş olmasına
karşın kent halkı olanla yaşamını sürdürmeyi bilmiş,ilgili kurum ve
kuruluşlar sorunu çözümlemek için olduğunca çaba harcamışlar,bazı
kısa vadeli ve masrafı az olan su olanaklarını Çoruma getirmeye
çalışmışlar,ancak yöredeki yöneticilerin kendi yörelerindeki su
olanaklarının Çoruma uzantısını engellemişlerdir.
Rakımı
Çorum’dan l50 metre yüksekte olan bir ilçemizden cazibe ile su
getirmek istenilmiş,ilçe yönetimi bu girişimi önlemiştir.
Bana göre ülke genelinde su sorununu
çözümlemek için önce bir su yasasına ihtiyaç vardır.Yasama organı
yurt ölçeğinde ki suların kullanımını bu yasa ile
belirlemeli,enerji yurt ölçeğinde nasıl uygulanıyorsa sularda o
şekilde bir uygulamaya tabi tutulmalıdır.
Son yağmurlar gelmeseydi Çorum
nerdeyse bir çölleşmeye doğru yol almaya başlamıştı.
Bundan böyle
kentlerin,beldelerin ve köylerin su sorununu çok ucuz olarak
sağlamanın yolu il sınırları içindeki akarsuların yüksek rakımlara
enerji ile depo edilerek cazibe yolu ile yerleşim birimlerine eşit
düzeyde ulaştırmak olmalıdır .Aksi halde enerji bedelleri ülkenin
ekonomi sorununu daha da artıracaktır diyor saygılar sunuyorum.
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
ANADOLU BOZKIRINDA UNUTULMAYAN EĞİTİM
KURUMLARI KÖY ENSTİTÜLERİ
- Adından da anlaşılacağı gibi Köy
Enstitüleri köyler için kurulmuş bir Eğitim ve Öğretim
kurumudur.Burada yalnız köy çocukları eğitim ve öğretim görecek
sonra da köyüne dönerek kendisine verilen bilgi ve beceriler
doğrultusunda çalışmalar yapacaktır.Köy Enstitüleri duyulan bir
zorunluluk sonucudur ki ülkenin 21 yerleşim biriminde
kurulmuştur.Bu eğitim yuvalarına ilkokuldan mezun olan bozkırın
çocukları alınmaktadır.İlk yıllar bu uygulama yapılırken,her
nedense birkaç yıl sonra uygulama sistemi değiştirilmeye
başlanmıştır.Yalnız köy ilkokulundan mezun olan çocukların bu
okullara gittiğini gören bazı açıkgözler kentsel alandan kırsal
alana bir yıllığına taşınarak köy çocuklarının kontenjanını
daraltmak istemişlerdir..Bu girişim giderek daha da değiştirilerek
ilkokuldan mezun olan çocukların bu okullarda okutulmasına
başlanmıştır.
- Bir zorunluluk sonucu Köy
Enstitülerinin kurulması ile ülkenin dört bir yanında okuma-yazma
olayları arzulanandan daha çabuk gelişmiş,Anadolu insanı okuyup
yazmaya başlamıştır.Kısaca bozkırdaki aile oğlundan gelen mektubu
köy katibinin köye gelmesini beklemekten kurtarılmıştır.Ama ne
yazık ki bugün bile ülkede okuma yazma bilmeyen binlerce insan
bulunmaktadır.Bazı eğitim kurumlarının okuma-yazma kursları
açtığına tanık olunmaktadır.
- Köy Enstitüleri’nde köy
çocuklarının günlük hareketlerini bir değerlendirmeye tabi
tutarsak, okulda her türlü işçilik bulunmakta,öğrenciler
becerilerine göre bu iş dallarına ayrılarak eğitim görmeleri
sağlanmaktadır. Enstitülerde yalnız kültür dersleri değil iş
eğitimine de ağırlık verilmiştir.
- İkinci Dünya Savaşı öncesinde
askerde onbaşı ve çavuş olan gençlerin, altı aylık bir kurstan
sonra köylere eğitmen olarak gönderilmeleri ile başlayan eğitim
seferberliğine l944 yılı 17 Nisan’ında TBMM de kabul edilen bir
yasa ile kurulan Köy Enstitüleri damgasını vurmuştu.
- İlk yıllar çadırlarda başlayan
eğitim öğretim çalışmaları giderek köy çocuklarının çabaları ile
çadırlardan modern binalara taşınmasına neden
olmuştur. Enstitülerin tarım alanlarında hemen her türlü tahıl,
sebze, meyve yetiştiriliyordu. Mutfakta hep okul tarım alanlarında
üretilen sebze, meyveler değerlendiriliyor, satın alma olayı çok
nadir oluyordu. Enstitülerin mutfak olayında devlete herhangi bir
yükü bulunmuyordu.
- Öğrenciler okul tarım alanlarında
yetişen sebzelerden usanmış olmalılar ki okul müdürüne olayı bir
kart büyüklüğünde ki kağıda yazılan: ÖĞLE KABAK AKŞAM KABAK MÜDÜR
BEY BUNUN BİR ÇARESİNE BAK” sözleri dikkatini çekmiş olacak ki bir
sabah toplantısında okul müdürü:
- -Çocuklar bir savaşın
ortasındayız.elimizdeki olanakları kullanarak devlete fazla yük
olmaktan kurtuluyoruz.Ama ben size bir söz vereyim ..Bundan böyle
günde iki kez değil bir kez kabak yemeği yiyeceksiniz.Öğrenci
topluluğu ile müdürde söylediklerine gülmüştü. Bunları neden
aktardığımı bende pek anlayamıyorum. Ancak bir şey hiç aklımdan
çıkmıyor. O kadar sıkıntıların karşısında kalmamıza rağmen
idareye ya da yönetime karşı her hangi bir yıpratıcı, incitici,
zorlayıcı davranışta bulunulmamıştır. Okul idaresi ile öğrenciler
arasında öğle bir bağ vardı ki bu bağı koparacak yeni bir güç
oluşturulmamış, ya da oluşturulamamıştır. Köy Enstitülerinde görev
almış yöneticiden tutunda en alt kademedeki uzmanlara kadar
unutulmaz bir eğitim ve öğretim kadrosu kurulmuştur. Bu kadroların
kuruluşunda İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne getirilen İsmail Hakkı
Tonguç’un imzasını görürüz.
- Köy Enstitüleri’nin genç Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilke ve devrimlerinin Ankara’dan Anadolu Bozkırına
dek uzanmasında unutulmayan katkılarda bulunmuştur. Yapılanları
küçümseyen bir gurup Köy Enstitülerinin kuruluşunda karşıt
görüşler bulunmuş ancak bunların eğitim ve öğretimde herhangi bir
etkinliği olmamıştır.
- Köy Enstitülerinde verilen bilgi
ve becerilerle köy çocukları beş yıl sonra köylerine öğretmen
olarak döndüklerinde karşılaştıkları bazı idari konularda okul
yönetiminden destek görmüşlerdir.
- 1940 lı yılların ilk yarısında
ülkede meydana gelen depremlerde Köy Enstitüsü’ndeki öğrencilerden
oluşturulan küçük guruplarla enstitü bölgesindeki köylerde yapı
onarım ve yapımlarında görev almışlardır. Olayın en güzel örneği
Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde deprem sonrasında komşu Köy
Enstitülerinden gelen öğrencilerin yaptıkları tahta barakalarla
1945 yılında bizzat tanışan ve 1947 de bu okuldan mezun olarak
bozkırda görev alan bir kişiyim. Öğrenciler guruplar halinde
okulun tuğla ocaklarına giderek burada toprağı tuğlaya
dönüştürülüşüne dek olan evrelerinde isteyerek görev almışlardır.
Tuğla ocağında ki çalışmaların o denemde ekonomiye olan katkısı
unutulamaz. Köy Enstitülerinin gelişip büyümesinde tuğla
ocaklarının bir damgasının bulunduğunu söylersek yanılmış olmayız
- Ülkenin yirmiyi aşkın yerinde
kurularak faaliyetini sürdüren Köy Enstitüleri’nin Anadolu
insanının bilgi becerisinin artmasında etken olduğu bir gerçektir.
Köy çocukları okullardan bozkırdaki köylere dönünce köylerin
çehreleri birkaç yıl içersinde her bakımdan değişmiştir.Ne yazık
ki bozkırda yeni filizlenen fidanlar çok geçmeden günün
iktidarınca kurutulmaya başlandı.
- Köy Enstitüleri’nden mezun olan
köy çocuklarının bir bölümü yine okul yönetimlerince belirlenerek
Hasanoğlan Köy Enstitüsünde kurulan Yüksek Köy Enstitüsüne
aktarılarak yüksek öğrenim görmeleri sağlandı. Bu öğrencilerin
Türk yazım hayatında unutulmayan eserlerini görmekteyiz. Bu yazılı
eserler bundan böyle genç kuşak tarafından incelenmeli ve gereği
yapılmalıdır diye düşünüyorum.
- Köy Enstitüleri bölgelerinde
tarımın tüm dallarını modernleştirmede de önemli görevleri
üstlenmiştir. Sanatın hemen tüm dalları bu dönemde kırsal alana
dek ulaştırılmıştır. Enstitüde verilen bilgi ve beceriler ile
donatılan öğretmenler kırsal da etkin olmaya başlamışlar, bozkırda
tarımın dışında ufak atölyelerin kurulduğunu görüyoruz. O dönemde
çiftçi saban demirinin onarımı için kentsel alana taşınmaktan
kurtarılmıştır. Okulların hemen bitişiğinde kurulan işliklerde
öğretmenin sanat dalına göre etkinliğini görmek mümkündü.
Eğitimin yanında öğreniminde etkin olabilmesi için Köy
Enstitülerin de kütüphaneler ve kitaplıklar kurulmuş, Bozkırın
Çocukları Dünya Klasikleri ile tanıştırılmıştır. Milli Eğitim
Bakanı Hasan Ali Yücel’in eğitim seferberliğine olan katkısı
hafızalardan silinemeyecektir. Ama ne yazıktır ki o güzelim dünya
klasikleri kitaplıklardan ve kütüphanelerden alınarak
katledilmişlerdir. Dünyanın çoğu ülkesinde klasik eser katliamı o
günün koşulları ile kınanmıştır.
- Köy Enstitüleri’nde spor
faaliyetleri hemen tüm dallarda yapılmaktaydı.Milli Bayramlarda
törenlere illerde ve ilçelerde katılan enstitü öğrencilerinin
etkinleri gösteriliyor,bu öğrenciler kırsal alanla kentsel alanın
birbirine yaklaşımını sağlıyordu. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı
törenleri için öğrenciler en azından on beş günlük bir çalışma ile
becerilerini sergileme olanağı buluyordu.
- Köy Enstitülerinde köy öğretmeni
dışında köy sağlık memurları da yetiştirildi.Bu sağlık memurları
faaliyetleri için görevlendirildikleri köylere giderek bizzat ilk
sağlık müdahalelerini yapabiliyorlardı.Sayıları az olan sağlık
memurlarının köylerdeki hizmetleri küçümsenecek cinsinden
değildi.O dönemde görülen görevliler arasında Köy Enstitüsünden
mezun olan sağlık memurları Sıtma Savaşında kırsal alanda en etkin
olan kamu görevlileriydi.
Son yıllarda Köy Enstitüleri’nin adından sık, sık bahsedilmekte,
bazı kamu kurum ve kuruluşlarınca düzenlenen toplantılarda bu
Eğitim ve Öğretim yuvalarının kapatılmasının büyük bir yanılgı
olduğu vurgulanmaktadır.
- Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra
Büyük Atatürk’ün emirleri doğrultusunda köy eğitmenleri ile
başlayan okuma-yazma seferberliği Köy Enstitüleri’nden mezun olan
köy çocuklarının sayesinde gerçekleştirilmiştir. Türk Halkı bundan
böyle, Köy Enstitüleri’nin Cumhuriyetimizin gelişip güçlenmesinde
ki görevini hiçbir zaman unutmayacaktır.
- Köy Enstitüleri’nin kuruluşunda ve
daha sonraki dönemlerde görev alan tüm yönetici ve öğretim
görevlilerini ,kuruluş yıldönümü nedeniyle bir kez daha şükranla
anar saygılarımı sunarım.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Müslüm TUNABOYLU |
Müslüm TUNABOYLU HAYAT HİKAYESİ |
“GÖLÜN YAZI MI YOKSA EĞMİR GÖLÜ MÜ “
Çorum’dan Laçin İlçesine uzanan
karayolunun Kırkdilim Köyü yakınlarında yolun solunda genellikle
ilkbaharda kendini göstererek ben buradayım diyen bir su
birikintisiyle ve sazlıklarla karşılaşırsınız.Hatta siz oradan
geçerken bazı kanatlı hayvanların su birikintisi üzerinde tur
attıklarına tanık olursunuz.Bazende elinde tüfek sazlığın içinde
pusu kurmuş avcılara rastlarsınız.
Dikkatimizi çeken bu su
birikintisine göl diyoruz.Ben buradan her geçişimde yıllar önce
Prof.Faik Sabri Duran’ın imzası ile yayımlanan yada basılan Doğal
Türkiye Haritasını anımsarım.Ama nedense biz oraya Eğmir Gölü
demiyoruz da gölün yazı diyoruz.Oradaki düzlüğe isim verirken göle
isim vermeyi unutuyoruz.Biz unutmuş olsak da birileri oranın
ismini çok değişik kaynaklarda okuyucusuna sunmuştur.
Samsun-Ladik –Akpınar Köy
Enstitüsü’nde öğrenim gördüğüm bin dokuz yüz kırklı yıllarında Doğal
Türkiye Haritasında illeri ve illerin doğal yapısını öğrenmeye
çalışırken arkadaşlarıma ”BAKIN BİZİMDE GÖLÜMÜZ VAR” derdim.Ve
Çorum’un da bir göle sahip olduğunu gururlanarak arkadaşlarıma
sezinletmeye çalışırdım.Göl sözcüğü her nedense beni çok
etkilerdi.Okulun yakınındaki Ladik Gölünü ve göl üzerinde ki
kanatlıları ve sazlığı birkaç kez izleme fırsatı bulmuştum.Bu gölde
bulunan sazlıklardan yöre halkının hasırlar dokunduğuna da tanık
olmuştum.
Öğretmenimiz Enver Metinel,bir gün
bizi Akpınar Köy Enstitüsü’ne yakın bir köye yürüyerek
götürmüş,burada görevli bulunan bir eğitmenin başarılı çalışmalarını
göstermişti.Okulun bitişiğindeki lojmanında oturan eğitmenin evinde
Ladik Gölünde yetişen sazlardan örülmüş hasırların ekonomiye
katkısını bir kez daha saptamıştım.
Öğretmenimizin bu köyde bizi çok çeşitli dallarda somut olarak
bilgilendirdiğini unutmam mümkün değil.
Son yıllarda bir markalaşma
sevdasına kapıldık.Ne ölçüde başarılı olduk pek bilemiyorum.Ama
bilinen bir gerçek varsa yetkililerde aynı çabayı gösteriyorlar.
Markalaşmanın ekonomiye katkısı elbette azınsanamaz.Çaba
gösterilmesinden yana olan bir kişi olarak diyorum ki ,bu su
birikintisine yıllar önce yetkili imzalar “EĞMİR GÖLÜ”
demişler.Biz neden bu isimden yararlanmıyoruz da gölü bırakıp gölün
yazı diyoruz.Bu biraz haksızlık olmuyor mu?
Gölün ve çevrenin korunmasında ki
çabaları yakından izleyen bir kişi olarak,buraya gölün yazı demeye
dilim varmıyor.
1982 yılında yetkili uzmanlarca
hazırlanan ve basımı yapılan “YURT ANSİKLOPEDİSİ’NİN”3.cilt ve 2013
sayfasında yer alan ÇORUM tanıtılırken GÖLLER: bölümünde “il
sınırları içinde önemli göl yoktur.Merkez İlçe’oeki EĞMİR GÖLÜ
aslında b.ir birikinti gölü olup yazın suları çok azalır.Sazlık ve
bataklıktır.Derinliği 0.50 ile 100 m arasında
değişir.”denilmektedir.
Anılan yerdeki su birikintisinin
ansiklopedik kayıtlarını size EĞMİR GÖLÜ olarak sundum.Belgesel
kaynakların gençlere ulaştırılması varken ,neden yeni isimler
peşinde koşuşturuyoruz anlamakta güçlük çekiyorum.
Konunun yetkililerce ele alınması ve
gerçeklerin genç kuşağa ulaştırılması dileği ile saygılar sunarım.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Necati ÇAVDAR
|
Necati ÇAVDAR HAYAT HİKAYESİ |
“SONSUZLUK YOLCUSU”, PEYGAMBER ÇİÇEĞİ
Muhsin YAZICIOĞLU
- Bozukta olsa;
- Kurulu, düzenimiz
- “Her yeni oluş da
ümit, var” diye
Başlamıştı;
- “Demokrasi şölenimiz”
Duyuldu;
Milletin namuslarına
emanet ettiği silahları,
- Milletine çevirenlere;
“Namlusunu millete
çeviren tanka selam durmam” diyen
Demokrasinin; “Dik adamı”
Boynu bükük Milletin; gür
sesi
Sırtlan saldırısında ki
Anadolu’nun; yiğit evladı
:
- “Muhsin, bizce
bilinmezlikte”
“Yarışı ilan eden; kösler,
sustu
Peygamber Çiçeği
Millet, Gülü
Vatan’ın yiğit evladı!..
- Nizam-ı Alem ülküsünün
Serdarı
Ovalarda; at kişnemesi
Dağlarda; kurt ulusu
Göklerde; uçaklar..
-
Seheri soğuk,akşamı ayaz
- Davanın derdinden
dağlanan
Dumanlı
Dağlarım,
- Seni sever
- Seni saklar, vermez..
Millet umutla
“döngel” der,
“Sonsuzluğun sahibine”,
teslime çoktan hazır!
O, “sonsuzluk” yolcusu
Kader!
- Cedit’e şahin gibi kon
- Çağlayan gibi coş,
konuş
- Yolculuk?..
- Yerköy’e...
Döngel’de ..
Kanlıçukur..
Keşdağları..
Kurt misali,
-
Enginlere sığmaz
- Dağlar; çekti.
Kefen; beyaz kar
Hür dağlar; mezar
Uğruna ölümü özlediğin
Toprak, su,dağ, ova, orman
Sahibiyim ben diye
Yeşillikler içinde bütün,
vatan
Ve
Beyazlar giymiş yüce
dağlarda;
Seni bekler;
Peygamber çiçekleri…
Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!…
Derler ki;
“Sevgi çiçeği”denen nadide
çiçek
Ankara yaylalarında sadece
Gölbaşı’nda
Yalan!..
Birde Göksun yaylalarında
var
Ankara’da engerekler;
kahpe, tuzaklar
- Kim
derdi ki, seni bekler?
- Tüm
masumlukları ile
- Kahraman Maraş
illerinde
Milletine deremediğin;
çiçekler
Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!…
Kopunca ruhun cesetle ipi
Yukarda; kar, boran,tipi,
- Bulutları öpen sisler
var
Aşağıda da yavru kurtlar
misali kardeşler
Haberler; “haberi” bekler
Bayraklaşma; işte öyle şey
Gönüllerde üç hilalli
“bayrak” dı
Nakşediyor; kapkara
kalplere, Yaradan
“Peygamber çiçeği”, koku
saçıyor,
-
Kahredici zaman;
- Ne
de zor geçiyor?..
-
Hakim-i Mutlak!
- Dantel dantel,oya oya
Sana yer vermeyen
gönülleri, açıyor
-
Dostlar;
-
Yanında olmak,
- Kim
bilir?
- Yer
bulmak için;
- -Yad ellerden “nizam-intizam alanlar” bile-
-
“Niamı-ı Alem” evine koşuyor.
-
-
Sırrı bilemeyiz,biz
-
Oluşları;
- Kim
planlar, kim dizer?
-
Allah’dan gayrısına eğilmeyeni
- Hak dilerde,
- Şahları, padişahları
peşine düzer..
Artık sen varsın, milletin
gözyaşında
- İnsanları; renkleri
ile sevdin
- Tüm renkler, göz
dikmiş;
- Tanrı Dağı’na eş,
-
Ak gelinlikli
hiyabanına
- Bir muştu bekliyor
-
Keşdağları!
- Ziyaretten sarhoş,
- Misafirini; vermiyor
Suskun; teknoloji
Çaresiz; yetkililer
- Millet yol gözler
Alçaklar da;
hıyanet,
- Kucaklamak için
”Hesapsız”, dağlar; seni
özler
Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü…
- Al Bayrak-Gök Bayrak
aşığı
Milletin yiğit evladı!
”Ruhunu dinlendirme” gayretinde
Rüzgar,
- Türkü çalıyor
-
Ezan dinleyen
Dağlar,
- Seni çağıyor:
Kelebek gibi gel
Arabalar yetmez,yollar
bitmez
Kartal gibi süzülerek,gel
- Turnalar gibi uçarak,
çabuk gel.
Ana sütünden ak
Karlar olsun sana kefen
Mezar, buruk gönüler
Gönüller Sultanına;
- Açılmış bütün vatan
Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!
Enginler yetmiyor
Hür dağlar çağırıyor…
Sen;”millet ve vatan”
derdin..
Göz pınarlarından kopup
gelen, sen
Şahsında bire ermiş,
ağlıyor; vatan..
Gün, Perşembe
Hak dostları bilir! “Cuma
akşamı”
Ey Osmanlı..
- Cumhuriyetin, yiğit
“adamı”!
Sana.
Aşığı olduğun;
Üç Hilal’e karanfiller
ekleyip
“Al bayrak”la “Gök Bayrak”
serdim
Zira..
- Derdimiz aynı dert..
Dava, bir..
Ev, perişan olsa da
Sönmesin, son yanan ocak
Millet; var oldukça
Yeniden derilecek
Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!…
-
Kellemi alsalar da,
- “Açıkça” ret ettiğim
“darbelere” inat;
Sözde düşüncemin
iktidarında
Hapsolduğum ev, karanlık
mezar
- Sokaklarını
dolaşıyorum,
- Her sonucu kabule
hazır,dualar var
-
- “İktidarı” elinde
tutan(!) Ankara;
Çaresiz..
Millet; seni bekler,
sessiz
Gönüllerde sen, dillerde
dua..
Aynı Çankırı
yaylalarımdaki gibi
Rahmet bulutları,
Tek fark,
Gözyaşlarına eş ıslatıyor,
vatanı
Düşünce aynı. Millet;
sesiz
Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!…
Gidip vardım, otağına..
- Kahırlara kahır ekler
-
Öznurlar, yolara
düşmüş
-
Buğlar, aynı
sadakatle, nöbette
- Ruhu; sinelerine
sinmiş Başbuğu’nu bekler..
O kapı!..
Bekledim,
Ses versin!
- Fakat ..
- Gözler nemlenip
Gözyaşları yüreğimize
akarken
Yine boğazımız düğümlenip
Dilimiz dönmediğinde “Hal
dili” ile anlaşmak üzere;
Dil, gönül bir olunca,
kıyamet gürültüsünde bile
Yürekten kopan ÇIĞLIK’ı
alan..
Elin biçtiği sınır, dar gelir
- Millete çok zorluk verir..
- Son vatan parçasına yaban gözü var
- Pay kapmak için pusu kurar,
- Eldekini sıkı tutmak gerek
Düşlerimiz Kaf dağı..
- Sırtlanların
parçalayıp, çakallar elindeki
- Alparslan otağı,Kanuni
yurdu
Bizim Kafkasya,
- Canımız Bağdat, Basra
- Selahattin yadigarı..
- Kan çağlayan
Filistin..
Yaralı Türkistan
- Esir coğrafya,
- Şamil’in rüyası,
- Cevher;kanı
Çeçenistanı,
Fatih’in hülyasını!
-
Bosna, Tuna, bütün
rummelini
-
Çağrıbey’den Piri
Reis’e bilinmez ufuklara
- Hızır’dan
Barbaros’adenizler ötesi
- Yelken açtığımız
okyanusları
- Dolaştığımız
uzak-yakın bizim illeri..
- Hayırlı şafaklara
gebe,
- -İvik ivik köhne
Bizans arayan-
- Haç’ın koynunda
mayalanan iklimi
- Kainat planında:
- Ay, ne ki?
- Nebülozlar ötesine
- Işık hızına eş,“Ufuk
turunda” kat ettiğimiz
zaman –mekan ötesini
konuşmak üzere, desin ki;
- “Gardaş,buyur”,
Ses, yok!
Dağlarımda uyur, Muhsin..
Elbet, her daim Hakk’a
teslim.
- Ümit bu ya,
Bekleşiyorlar yiğit
gardaşlar;
- Buruk,mahzun..
Şahidi; Işık Dağı..
-
Karatekin bucağına
Aydos’tan indiği
Kaybedip de bulduğumuz
gibi..
-Belki de- “Geliyor,
başkan Muhsin..
Peygamber, Çiçeği
MİLLET, Gülü…
Vatan’ın yiğit evladı!..
Enginlerde rant savaşı..
İhanete eş, kalleşlikler
Peşinde pusu.
Engerekler, çakallar,,
Kahpe planlara;
- Vakur, dimdik
duruş
Yalpalamadan gaye; hedefe
varış
Yarış?..
El kol bağlı,
İmkan dar, ne kadar
koşarsan koş..
- Dava; büyük
- Yol; uzun,
- Ömür; kısa
- Sen; gönüllere konuş
Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü…
-
Gardaş!
- Sorular içinde sorular
çok
- Sorulara cevap, yok
- Söylerlerdi;
- Batı ayarlı
kurmaylar(!)
- Yerin altını
- Dağın içini
- Denizin derinini
- Göklerin katlarını
“gözleyen donanımız” var.
- Vicdan sahipleri,
dağlar delen çığlıkta..
- Bırakın,
- Milletin bağrındaki
yangını soğutacak bir çift söz,
- Seda bile yok.
- Radarlar; suskun..
- Taşkışla paşaları
-
NATO cenirilları
- Milletin hissiyatına
ters
- Her hayırlı harekete
tepkili
- Resepsiyonlarda etkili
- İşleri dışında “tam”
yetkili
- Yağ, gürle, es
- Lazım olunca dil yut,
nefes kes
- Bu; sessizlikten öte,
sağırlık?
-
Nato’nun “our
boys”ları!
Atmışlardı, ölmeden
“tabutluk” denen mezara
Ne tesadüf?
- Radarlar, suskun.
-
Pentegon patentli
kirli planlar mı?
- Kime hizmet, neden,
niçin..
- Konacak yer için
Batman’ı seçin
- İnemezseniz, turlar
atıp paslar geçin
Cirit atıyor Avaks’lar
semalarımızda,
Katiller(!,)operasyon
mu... ?
- Korkarım; öyle
değildir, manzara
Zira..
Başlar, döndü,
Yetkililer; şapşal..
An; perişan..
- Zaman; isyanda..
Ajanslara aydınlık
değil,”kaos” düşüyor,
Hakikat; halden hale geçiş
yaşıyor
Hararetten kan beynine sıçramış,
vatandaş; üşüyor
İsyana ramak kalmış,
İmdada ilahi sabır yetişiyor
-
- Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü…
Vatan’ın yiğit evladı…
Beton “Tapulukta” nöbet
tutanlar;
“Uçan tabuttan”almak için
yoldalar
Sevenlerin peşinde..
- Akla mı gelir?
Tapuluklarda çekilen çile
Sana kelepçe olanlar bile
Koşsa da, gidemez!
Değil ulaşmak, yön
bulamaz..
Üstünü örtüyor;
- -kainat ayağa kalksa yapılamaz-
- Kristal kristal kar
Duman duman kaplamış,sis
O, taptıkları teknoloji,
iflas!
Devlet, çaresiz
Millet, perişan
- Ve
tek yürek
- Karıncalanmış
dil,yorgun eller
- Cuma dualarında
müşterek gönüller
Üşümek ne?
Dağlar buz kesiyor
Gücünü millete zorlayan,
imkânları elinde tutan o derin(!) devlet; dondu
Gücünü devlete sebil eden
İmkanlardan yoksun, engin
imanlı millet;buldu..
Hüküm, kesilmiş,
“Dualar gibi yükselip”
Dinlenmek için Ruh,
Çoktan asli yurduna
varmış!
“Zikre dalmış her şey”
Ah o..Ümitlerimiz..
Fizik imkanlar,
zorlanıyor..
“Ay yıldızlı” dağlar,
saklıyor
“ Tabiat ana”, tüm yolları
bağlıyor
Peygamber, Çiçeği
Millet, Gülü!…
28 Mart 2009, Dağlar
saralı, tam üç gün oldu
Batını, bilemeyiz
Zahire bakarız elbet,
Uzaklardan,
-
Çoook uzaklardan haber
mi var?
-
Davet ediyor, sanki:
- ”Kekik kokulu
koyaklardan aşarak”,
“Güvercinler ülkesinden”,
koşup
Pencereme konan bir çift
güvercin;
“Aradığı çeşme başı”!
- O’nu dağlar gibi kar
kandırmaz
-
Fırat kenarında susuzluğa mahkum,
-
“sevgi çiçeği”Hüseyin misali;
- gerçek pınara varmak,
- rahmet deryasından kana kana içmek için
- Bir tek “Bilen”in alim
olduğu yere uçarak,
- -Dünya zulmünden -
“Kurtulup”
“Sonsuzluğun sahibi”ne
teslim olan;
Mis kokulu ”Peygamber
Çiçeği”
Milletin;umudu,
Kızılelma’nın; bahadırı
İla-i Kelimetullah’ın
Alperen’i
İnsanlar arasından bir
Muhsin!
Sonsuzluk yolcuları;
- “Uçmağa” gitti!…
Birliğe, yolculukta:
Vahdet’e ermek için..
“Toyumuz var,
HOŞ GELDİNİZ.”
-
-
- MUHSİN:::
- (Ve innallàhe lemeal-muhsinîn) “Hiç şüphe yok ki Allah-u Allah-u
Teàlâ Hazretleri, MUHSİN kullarını severek,
destekleyerek, onlarla beraberdir.”
-
- Allahü Teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
(O takvâ sâhipleri ki); bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler,
öfkelerini yenenler, insanların kusurlarını bağışlayanlardır. Allah
muhsinleri sever. (Âl-i İmrân sûresi: 134)
Sana nasîhat şudur ki, dört huy ile huylan böylece muhsinler
zümresinden (kısmından) olursun.
1) Genişlikte (zenginlikte) zekât, darlıkta sadaka ver.
2) Gazâb (öfke) zamânında gazâbını ve hırsını yen.
3) Başkasının aybını görünce, onu açmayıp, kapatmaya çalış.
4) Hizmetçiye, ehline (hanımına) evlâd ve akrabâya ihsân ederek
onları hoş tut. (İmâm-ı Gazâlî)
-
- 28 Mart 2009-Er Yaman
- Peygamber Çiçeği ;
Sadece Ankara Gölbaşında yetiştiği söylense de K.Maraş Göksun ilçesi
yakınlarında bol miktarda yayılım gösterir. Güzel
- kokulu ve çok estetik bir bitkidir.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
EKMEK MANTISI
MALZEMESİ:
2-3
porsiyon-100 gram kavrulmuş kıyma,2,5 Bardak su,1kaşık margarin yada
tereya-ğı,1 kaşık salça,tuz,pul biber,bir çanak yoğurt 2 diş sarımsak
- Evde bayatlamış ekmeklerden yapılır. Ev ekonomisine katkı
bakımından önemlidir. Bayatlamış ekmek bıçakla küçük parçalara
bölünerek hazırlanan tepsiye konulur.
- Tereyağı tencerede su bir tencereye konularak bir miktar salça
konulur. Tencereye kıyma eklenerek su kaynatılır.
- Kaynayan karışımlı su ocaktan indirilince biraz soğumaya
bırakılır. Ilık karışımlı su doğranmış ekmeklerin üzerine kaşıkla
dökülür. Bol sarımsaklı yoğurt mantının üzerine dökülerek tabaklara
servis yapılır.
|









|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Serkan ÖKÇE |
Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ |
BULUTLARIN KALBİ KIRILINCA
Bulutların kalbi kırılıp
Kararınca mı yağar yağmur
O kadar sinirli o kadar öfkeli
Neden yırtıp atmak isterler kalbini
Ne söyler bu rüzgar onlara
Neydi ki acıları arttırırlar şiddetini
Ben de onlar gibi olunca
Yüzüm kızarır,
Çenem titrer,
Neden hep ağlar kafamda ki gözler
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Serkan ÖKÇE |
Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ |
- BENİM ANNEM
-
- Benim annem vatan gibidir
- Kucağında sarar bizi
- Benim annem bir ırmak gibidir
- Akar ve akar hep duru hep berrak
- Benim annem bir dağ gibidir
- O kadar yüce o kadar pak,
-
- Benim annem toprak gibidir
- Eli buğday kokar, ekmek kokar, aş kokar
- Benim annem bahar gibidir
- Güldüğünde çiçekler açar
- Benim annem gece gibidir
- Kararınca hava sarar bizi usul usul
- Benim annem göğe yıldızlar saçar
- Annemin başında uğur böcekleri uçar, hep uçar
-
- Benim annem zaman gibidir
- Onunla doğar onunla başlar hayat
- Benim annem can gibidir
- Ağlayan her bebek onda bulur şefkat
- Benim annem sevgidir
- Umutsuzluğa güneş gibi doğar
- Onda bulduğum bu tek hakikat,
-
- Benim annem gül gibidir
- Babam kokar, kardeşim kokar, süt kokar
- Benim annem berekettir
- Onda her şey çoğalır artar
- Benim annem derya gibidir
- Bağrında nice sırlar tutar
- Benim annem denizdir mavi yakamozlar saçar
- Dev dalgalar kabarır coşar
- Benim annem melektir
- Uçar, uçar ve hep uçar.
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
YILDIZLI PEKİYİ
Okul, öğretmen, kitabın başlığı,
Sıralar üstünde gelecek!
Karne, ilim, tahsil,
Beklenti.
Öğrenciler değil,
Sorunlar büyüyecek.
Küçük zarf içinde bir çocuk
Duvar üstünde
Baş aşağı yürüyor
Eflatun renkli bir böcek!
Anlatılanlar masal değil
Belki şiir gibi okunabilir ya da
sahnelenebilinir. İsmail öğretmenin karşısında el pençe durmanıza da
gerek yok. Bize anılarını anlatan Semiha ve Bahtiyar da onun
öğrencilerindendi. Olanlar önemli bir şey değildi onlara göre
şaşılacak ya da gülünecek!
Şehrin içinde dükkânı vardı. Evinde
inekleri, eşekleri, keçileri, tavukları ve horozları yaşardı! O «moooo’ları»
ve «meeeee’leri» çok severdi. Okulda öğrencileri ve arkadaşları
vardı. Hepsi sevecendi.
Asıl görevi öğretmenlik olan bu
insanı ilçemizde tanımayan yok gibiydi. Oldukça sevimli, cana yakın,
dost biriydi. Zaman zaman inekleriyle ve diğer hayvanlarıyla
ilgilenmek için evine giderdi. O anlarda sınıfın en yaşlı ve iri
yarı öğrencisini «arkadaşlarınla ilgilen» diye kendi yerine
bırakırdı. O gidince görev verdiği öğrencisi masanın üzerine
çıkarak namaz kılar, durumu idare ederdi.
İsmail öğretmen kendisine sadık olan
bütün öğrencilerini «yıldızlı pekiyi not ile» ödüllendirirdi.
Öğrencilerinin karneleri bu müstesna notlar ile adeta süslü idi.
Göğüslerine takılan başarı kurdeleleriyle evlerine gelen evlatları
için anne ve babalar adeta düğün ederlerdi. Not olarak hiç tembel
öğrenci yoktu. Bilgi bakımından ise bir şeyler öğrenemedikleri için
hepsi tembeldi. İlkokulu bitiren öğrencilerinin ortaokula gelir
gelmez tökezlemeleri ve birinci sınıftan terk etmeleri ise yüzde yüz
muhtemeldi.
Benler bizlerden daha çok!
Çocuklar bilmiyorlar çarpım
tablosunu ya da kuşları sevmeyi.
Sen anlat bana başından geçenleri.
Gündüzleri yaşanan geceleri.
Bunları dinlerken Yusuf ayağa kalktı
: «İlçenizdeki İsmail öğretmene bravo», dedi. «Vilayetimizde bizim
başımızdan geçenler daha da farklı. Bizim Nedret öğretmenin annesi
mi ölmüş babası mı ölmüş. Neyse, dersin tam ortasında her birinde
tesbih bulunan öğrencilerine «haydi çocuklar tesbih çekelim» derdi.
Hepimiz tesbih çekmeye başlardık.. Ders yerine bize dua okuturdu. 3.
sınıftan 5. sınıfa kadar hiç mi hiç ders yapmadık. Günlerimiz
laklakla geçti yani. Bizim okulda Devrim isimli dindar bir
arkadaşımızı din dersi öğretmenimiz isminden dolayı sınıfta
bıraktı! Üniversitede okuyan bir başka arkadaşıma da «neden senin
ismin Evrim» diye baskı yapmışlar! Evrim : «Öğretmenim bu ismi ben
koymadım, gidin şu an Mersin mezarlığında bulunan babama sorun»
dediğini bana söyledi. Ben açık öğrenimimi bu nedenlerle temelim
olmadığı için yarım bırakan öğrencilerdendim.
Siz açın kapıları onlar girsinler
Karşılaştıklarının ne olduğunu
bilmiyorlar ki dillendirsinler?
Olan oldu bir çok şey kaybettiler
Güçleri yok ki dirensinler
Kemal oldukça düşünceli : «Bu
anlattıklarınıza göre Gözde Manav’da kasada duran 26 yaşındaki
vatandaşımızın içki sebebiyle ölümünün sorumlusu kim? Eğitim
Bakanları mı, öğretmenler mi, anne ve babalar mı? Haydi bu soruma
cevap verin!» dedi.
Denetimsiz bir hayat
Devlet sofrası!
Kolay değil
Bütün bunları birlikte yaşamak,
Bize yazın olanları, insanlar bilsin
Böyle Eğitim’in karşısında herkes
eğilsin!
Bor, 15.08.2004
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
34 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
DESEN |
 |
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
08. SAYI FİKİR DERGİSİ
NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/05/2009 |