|
 |
-
Hicri ve Miladi Yeni Yılınızı
Kutlarız
-
Hat Mahmut Selim GÜRSEL Bismillahirrrahmanirrrahim
|
DİKKAT !
BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN
KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
|
|
|
İÇİNDEKİLER
|
|
Ahmet CANBABA KÖTÜ KOKULAR
Ahmet CANBABA BEN SUSARIM
Ahmet CANBABA BİR YETKİLİ GÖRMEZ Kİ
Ahmet CANBABA MİR MEHMET
Atilla ALPAY YEŞİLAY KIZ YURDUNDA
Atilla ALPAY BALKONDA SİGARA İÇMEK İNTİHARDIR
Atilla ALPAY GAZETECİLER
Atilla ALPAY YEŞİLAY' DAN YILBAŞI UYARISI
Atilla ALPAY GÖZ AMELİYATI
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU İÇİMİZDEKİ KERKÜK” ÜN SESİ ŞEMSETTİN KÜZECİ...
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU HOŞÇA KAL CAN AZERBAYCAN
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU ÜŞÜMÜŞ KAR TANELERİ GÖNDERİYORUM SANA
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU KADIN
Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU LEYL-İ GECELERDE YUSUF
Hüseyin Hüsnü GÜREL MARMARA DENİZİNDE YERALTINDA DOĞALGAZ
PATLAMALARI İLE MEYDANA GELEN TSUNAMİ YÜKSEK DENİZ DALGALARI
KIYAMETLER KOPARCASINA ÇOK KORKUNÇ AFETLERE SEBEP OLMAKTADIR.
İsa KAYACAN BESTELENEN “BİRİ VAR” ADLI ŞİİRİM SESLENDİRİLDİ
İsa KAYACAN BİR SEMPOZYUMUN ARDINDAN
İsa KAYACAN MAKEDONYA TÜRKLERİNİN SESİ: YENİ BALKAN GAZETESİ
İsa KAYACAN ADİL ŞİRİN’İN LAÇİN ŞİKESTESİ
İsa KAYACAN KADİR YAVUZ’UN İKİ KİTABI
İsa KAYACAN BİR ÜMİD HARİBÜLBÜL
İsa KAYACAN RIZA BULUT DA ARAMIZDAN AYRILDI
İsa KAYACAN İMZA GÜNÜNDEN ŞİİR ŞÖLENİNE
İsa KAYACAN DİNLENDİRİLMİŞ ŞİİRLERII
İsa KAYACAN ERŞAT HÜRMÜZLÜ
İsa KAYACAN BİR GARİP ÖZÜR YOLCUSU
İsa KAYACAN BURDUR TSO’NUN FAALİYETLERİ-HEDEFLERİ
İsa KAYACAN AİLE SAADETİ
İsa KAYACAN İSTATİSTİKİ ANLATIMLA
İsa KAYACAN DİNLENDİRİLMİŞ ŞİİRLER I
İsa KAYACAN ŞİİRİMİZİN GELECEĞİ
İsa KAYACAN 80. DOĞUM YILINDA PROF. DR. İBRAHİM AGÂH ÇUBUKÇU’NUN
ŞİİR DÜNYASI
İsa KAYACAN BİRER TUTAM
İsa KAYACAN BURDUR’U GAZETECİLER DE KÜÇÜMSEYEMEZ!
İsa KAYACAN TÜRKÇEMİZİN GÜNAHI NE?
İsa KAYACAN BAYRAĞIM
İsmail TORUNBU ÇARŞININ MASALI
Mahmut Selim GÜRSEL INTERNET SAYFALARI TOPLAYICISI DEĞİLİM
Mahmut Selim GÜRSEL HİCRİ YIL VE MİLADİ KUTLAMASI ÇOK YAKIN
Mahmut Selim GÜRSEL ÇÖPLÜK
Mahmut Selim GÜRSEL Geçmiş sayılardan bir yazım DİKKAT !
Mahmut Selim GÜRSEL AVCI
Mahmut Selim GÜRSEL TEHLİKENİN NERESİNE KADAR GİDİLECEK?
Mahmut Selim GÜRSEL ÇORUM'UN KADISI
Mahmut Selim GÜRSEL GAZİ TOP (Gerçek hikaye)
Mahmut Selim GÜRSEL BİZ
Mahmut Selim GÜRSEL TIMARHANE YOLCUSU
Mesut ARTAR BUNUN BÖYLE OLDUĞUNU İSPAT EDEN AK PARTİYE TEŞEKKÜR
BORCUMUZ VAR..
Mesut ARTAR ANNE VE BABANIZIN KÜÇÜK YAVRUSU DEĞİL MİSİNİZ?
Mesut ARTAR AYNASI İŞTİR KİŞİNİN LAFINA BAKILMAZ1
Muhsin AKTAŞ DURDURUN ŞU ZALİMİ
Muhsin AKTAŞ DAFFEYLE GAZZELİ BALAM
Murat HACIOĞLU YENİ YIL VE ESKİ DEFTERLER
Murat HACIOĞLU YENİ YIL VE ESKİ DEFTERLER-2
Murat HACIOĞLU YENİ YIL ŞARKISI (ÜÇLEMENİN SONU)
Murat HACIOĞLU YANLIŞ HAYAT, DOĞRU SEZGİ; BEN DE VARIM
Murat HACIOĞLU KOYUNLUK BİZDE KALSIN
Murat HACIOĞLU DUYGULARA GEM VURMAK
Murat HACIOĞLU TARAF MI, TARAFTAR MI?..
Murat HACIOĞLU İNSANLARI ANLAMAK
Mustafa Nevruz SINACI BARAK HÜSEYİN OBAMA
Mustafa Nevruz SINACI ESKİ CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKANLARA KIYAK!.
Mustafa Nevruz SINACI ESKİ CUMHURBAŞKANLARINA VE BAŞBAKANLARA
YARDIM KAMPANYASI
Mustafa Nevruz SINACI DEMOKRASİ AYIBI VE HUKUKUN UTANCI
Mustafa Nevruz SINACI AHTAPOTUN KOLLARI VE ADALET’E DAVET
Mustafa Nevruz SINACI ACİL SORUN! İLAÇ, SAĞLIK VE ECZACILAR
Mustafa Nevruz SINACI İLAÇ’TA İNSANLIK SINAVI
Mustafa Nevruz SINACI GAZZE KATLİAMLARI VE GERÇEKLER
Mustafa Nevruz SINACI ZALİMİN ZULMÜ SÜRMEKTE
Mustafa Nevruz SINACI CUMHURİYET, BURSA NUTKU VE GALİP BARAN
Mustafa Nevruz SINACI DEVLET, ADALET, HUKUK VE CEMAATLER…
Neval KAVCAR PKK RAPORUNA SON RÖTUŞ
Neval KAVCAR NÜFUS MÜDÜRLÜĞÜ GENEL TOPLAMI NEDEN SİLDİ?
Neval KAVCAR MUSKA VE DOZER
Neval KAVCAR 2. CUMHURİYET BÖYLE BİR ŞEY OLMALI
Ömer SEZER GİTME!
Ömer SEZER İSİMSİZ 1
Ömer SEZER İSİMSİZ 2
Özkan KARACA GÜN BATIMI
Özkan KARACA YETİM ÇOCUK
Özkan KARACA SEVDANIN YALNIZLIK GÜLÜNE
Selma GÜRSEL RULO YAŞ PASTA
Serkan ÖKÇE HEPSİNİN TOPLAMI İSTANBUL
Serkan ÖKÇE BİRİSİ VAR
Üzeyir Lokman ÇAYCI UNUTMA
Üzeyir Lokman ÇAYCI KAPAR KAPILARINI DOSTLARINA
Üzeyir Lokman ÇAYCI ÖÇ (Tiyatro)
Üzeyir Lokman ÇAYCI DESENLER
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
KÖTÜ KOKULAR
İnsanın bazen burnuna hoş gelmeyen kokular
vardır. Hele oruçlu iken Ramazanda ağız kokusu hiç
çekilmez. Oradan uzaklaşmak istersiniz. Ya kokunun
nereden geldiği belli değilse , bir yerlerde ölmüş
fare kokusu yada kaynağını bulamadığınız bir havyan
leşi kokusu sizi canınızdan bezdirir. Çünkü sizin
yaşamsal alanınız içindedir, o mekanı da terk
edemezsiniz.
İşte siyasetin içindede çeşitli kokular
vardır. Bunlar yaşamımızı yakından ilgilendirir. Bu
kokular bazen bizim emeğimizin, alın terimizin
çalınması anlamına da gelir. Bu kokular kimini işinden
aşından eder, kimine para kazandırır. Şehitlerimizin
acısından, Deniz fenerinden, yılın davası Ergenokon’dan,
yani anlayacağınız yılın copçusundan tutunda yılın
popçusuna kadar herkes bu kokunun baş aktörleridir ve
etraflarına kokular yayarlar ve bundan da para
kazanırlar. Hükümetin başı kendi teşkilatlarından
gelen bu kokulara karşı mücadele etme gereği hiçbir
zaman duymuyorsa koku alabildiğine yayılır. Hükümetin
başı acaba neden bu kokulara karşı savaş açamaz
dersiniz. Çünkü kendiside iktidar olmadan etrafını
kokuttuğu için haklarında davalar açılmıştır. Bu davalar
dan dolayı dokunulmazlığına sığınarak milletten
kokusunu şimdilik gizlemiş görünmektedir.
Ama yıllardır bu konularda tecrübe kazanan
halkımız nereden bir koku gelse anlamaktadır artık.
Siyasetin başı, koku gelen teşkilatlara karşı
yeni önlemler alarak kokuya halkı alıştıracakmış.
Diyelim ki yumurta pazarlayacaksınız, sizin kokunuz
arşı alayı aştı. Önceden de bir mısır kokusu
gelmişti halkımızın burnuna, şimdide yumurta. Herkes
biliyor değil mi bu kokuyu. Birazda çocuklarınız
kokutsun etrafı canım onun kokusu halkın burnuna
gelene kadar atı alan Üsküdar’ı da geçmiş olur.
Şimdi diyelim ki yumurta pazarlayacaksınız.
Gazetelerde soyadınızın görüldüğü ve kimliğinizi
belli edecek şekilde önce ilanlarınız çıkar sonrada
pazarlama elemanlarınız büyük otellere restoranlara
açar telefonu yumurtasının markasını söyler işletme
sahibi de kendi elemanlarına “alın kardeşim bu
yumurtayı, pazarlayanların babası bakan yarın başımıza
bir iş gelir” der.
Doğalgaz saatlerinin satışlarından. Pakistan’da
yapılan üniversiteden. Belediyelerdeki arsa yolsuzluk
ve usulsüzlüklerinden, ihale, otobüs ve metrobüs
alımlarından gelen kokulara ilaveten, şaibe kokusu,
doğalgaz kokusu, dolandırıcılık kokusu, naylon fatura
kokusu, toprak kokusu, su kokusu, elektrik kokusu
kokuların çeşitleri arttıkça burunları koku almayan
namuslu milletvekilleri de “hani biz diğer partiler
gibi olmayacaktık” diye yola çıktıklarından gelen
kokuların üstüne üstüne gitmek istemişler ama
başkanda şimdi ben operasyon yapacağım sabırlı olun
demiş. Herkes sabır ettikçe bunlarda oy çokluğu
ile soruşturma kokularından kurtulmuşlar ve
kurtuluyorlar da.
Hayvanlar kızgınlık zamanlarında cinsel
hormonlarının etkisi ile karşı cinslerini cinsel yönden
uyarmak için bir koku salgılarlar. Bizim mecliste de
iktidarın salgılamış oldukları kokular muhalefet de
dâhil olmak üzere başka partileri uyarmış olacak ki
şimdi seçim zamanı bütün muhalefet ve iktidara karşı
olanlar bu kokularla uyandılar. Herkes sabah birbirine
soruyor bugün bir koku aldınız mı diye.
Şimdi milletin burnuna kokular gelmeye
başladı. Kaynağı belli olamayan kokuyu çıkaranların
hareketleri kendilerini ele veriyor. Artık millet
kokunun nereden geldiğini kesinlikle bilmektedir. Onun
için 29 Mart seçimleri önem kazanmaktadır.
İşte bir seçim nutku.
NUTUK
Sayın vatandaşlarım, öhhö!.. öhhö!..
Köprünüz yok, reyiniz var biliyom.
Öyle değel midir, dediler he!.. he!..
Neyiniz var, neyiniz yok biliyom.
Muhtarınız böyük bir ulu kişi
He deyin burada bitirin işi.
Mecliste abeyi, köyde gardaşı.
Cesur zengin beyiniz var biliyom.
Yolunuz çamurdan geçilmez imiş
Hökümet yaptırmaz diye kim demiş
Söyle len Murtaza, söyle len Memiş.
Yemyeşil bir beldeniz var biliyom.
Devletimiz okutup küçükleri
Sırtınızdan atacaaz yükleri
Bizim gibi değerli böyükleri
Sevip sayan huyunuz var biliyom.
Yanınızdayız son nefesimizde
Biz olalım çıkacak sesinizde
Sizlerinde böyük meclisimizde
Bizim gibi dayınız var biliyom.
Köylüye gredi dirsen bizde var
Emme irey dersen o da sizde var
İlkbahar var, sonbahar var, yaz da var
Çeşmeniz yok, caminiz var biliyom.
Yar vurmuşu gurbet ele göçtüren
Yel vurmuş Iraza şifa saçtıran
Kel Durmuşu böyük adam seçtiren
Çok değerli köyünüz var biliyom.
Kimler ermiş görüp bizleri ayan
Dinnemeye gelmişler yorgun yayan
İçer hastalığa çare arayan
Derde derman suyunuz var biliyom
Aha burda ne dirseniz ben varım
Yolunuz burdanmı geçer annarım.
Meclise seçtirecek gurbannarım
Bize yeter sayınız var biliyom.
Değil akrabanız hısmınız için
Vallah inanmayan gısmınız için
Bizler için değil hasmınız için
Yolunacak tüyünüz var biliyom.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- BEN SUSARIM
- Babam anam kardaşım
- Dostlarım merhaba merhaba.
-
- Gitsem canım kalır darda.
- Bir ölecek askerin var
- Oğlunla gurur duy baba.
- Ayrılmak ne zormuş sizden.
- Son bir kere daha sarıl
- Ardımdan dua et
- Yalvar Allaha.
- Anam gardaşım ne olur
- Bu son deyip sarıl daha
- Sarıl daha
- Daha daha çok sımsıkı.
- Biliyorum sarılmanın
- Gelmez sonu.
- El sallamak yaşlı göze.
- Bunlar giderken söylenen.
- Ya dönmeyen geliş nasıl.
- Adım anıldığı anda
- Bir yıkıma döner her şey
- Köşe bucak dostlar ağlar.
- Söylenmemiş sözüm saklı içimde.
- Söylenmemiş sözüm ağlar
- Mehmet ağlar satır satır.
- Hani ağlama demiştim sözlüme.
- Söz verdi
- Sözün zoruna.
- Veda demek bu son mektup
- Kendini bırakma bana.
- Susmak demek geleceğe
- Susmak demek bu son mektup.
- Birçok Mehmetlere
- Sıra gelir tükenmez Mehmetler.
- Makineli ölüm kusar
- Neler gelmez ki hatıra.
- Ama en son
- Kalem susar
- Ben susarım
- Hasret susar
- Ölüme.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
BİR YETKİLİ GÖRMEZ Kİ
Halk ekmeği kuyruğunda öleni
Halkım görür bir yetkili görmez ki
PKK ya yapılan her şöleni
Halkım görür bir yetkili görmez ki
Fabrikanın kirli atık suyunu
Vererek zehirler, akan çayını
Siyasinin gizli rüşvet huyunu
Halkım görür bir yetkili görmez ki
Yakıyoruz bize fayda sunanı
Kötülüğün olmaz Türkü Yunanı
Ormanlara avantadan konanı
Halkım görür bir yetkili görmez ki
Sıra sıra oto yolda yazları
Aşka davet eder sizi sözleri
Fuhuş için el kaldıran kızları
Halkım görür bir yetkili görmez ki
Alem yapar gençler erkekli kızlı
Yaşarlar hayatı oldukça hızlı
Uyuşturucuyu alırken gizli
Halkım görür bir yetkili görmez ki
23-8-2008
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ahmet CANBABA |
Ahmet CANBABA HAYAT HİKAYESİ |
- MİR MEHMET
-
- Haklı çık müfteri derken sözünde
- Sana süre verdim on gün mir Mehmet
- Kılıçdaroğlu’na cevap vermedin
- Takvimi unutma son gün mir Mehmet
-
- Sen anlattın inan bizler utandık
- Eyvah dedik vekil böyleyse yandık
- Kazancın alnının teriyle sandık
- Meğer esrardanmış zengin mir Mehmet
-
- Yüzün güldü dostların şans dilerken
- İçinden kin güdüp dişin bilerken
- Mendille yüzünün terin silerken
- Aldan mora döndü rengin mir Mehmet
-
- Kendi eyleminle çıkarken cılkın
- Ne imiş öğrendik emelin ülkün
- Fikir savaşında önünde halkın
- Hüsrana uğradı cengin mir Mehmet
-
- Hedef saptırarak hasmın sınanmaz
- Savunman herkesçe bil ki onanmaz
- Ağzınla kuş tutsan kimse inanmaz
- Bu savaşta düştü süngün mir Mehmet
-
- Lafın salatası olursa sözün
- Gerçek belgelerle açılır gözün
- Yüreğine düşmüş ateşi közün
- Sarar bedenini yangın mir Mehmet
-
- Pişkinlikten kaçamak söz soruşun
- Zannedersin ses getirir vuruşun
- Gözümün önünden gitmez duruşun
- Eriyip bitişin gün gün mir Mehmet
-
- Halk gibi her dertten yakınmadıkça
- Kirli kazançlardan sakınmadıkça
- Dokunulmazlığa dokunmadıkça
- Ali Dibo senin dengin mir Mehmet
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
YEŞİLAY KIZ YURDUNDA
Sigara Alkol ve tüm bağımlılık
yapan maddelerle ilgili mücadele ve bilgilendirme çalışmalarına
devam eden Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi geçtiğimiz günde
Çorum Shçek kız yurdunda bir konferans verdi.
Sigara bağımlılığının bilhassa
gençler arasında çok erken yaşlarda başladığına dikkat çeken
Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay
,sigarayı kolalı ve alkollü içeceklerin takip ettiğini bunun da
yükselerek ağır bağımlılık yapan maddelere doğru geliştiğine
dikkat çekerek şunları söyledi :
"Uzun yıllar sigara içen
arkadaşlarımız ve hemşerilerimiz sigara kanunu ile sigarayı
bırakmak mecburiyetinde kalmışlardır. Kırk-elli yıl içtikten sonra
bırakmanın bir faydası yoktur. Bizim maksadımız ruh ve beden
sağlığı yerinde bir nesil yetiştirmektir.Bunun da yolu hiç
başlamamaktır.
Şimdiki bilgisayar çağında
yetişen yavrularımız bizden çok daha geniş teknik bilgi ve beceri
imkanlarına sahip bulunuyorlar. Onların bizim düştüğümüz
hatalara düşeceklerini sanmıyorum. Yıllarca bir zehire tutsak
olarak bir servet ödemek ve karşılığında kanseri, kalp
hastalıklarını ve ölümü satın almak akıl işi olmasa gerek. Bizim
yaptığımız da onları bilgilendirerek gelecekte bizlerin
hatalarına düşmemelerini sağlamaktır.
Bu
itibarla her yıl geldiğimiz Shçek birimlerinde sinevizyon destekli
konferanslar vermeye bu yılda davet edildik. Gençlerimizin ilgisi
salon ve hazırlıklar mükemmeldi.Yurtta yaşıyan ve çoğunluğu orta
öğretim çağındaki gençlerimizi bilgilendirmemize ve işbirliği
yapmamıza imkan tanıyan Shçek İl Müdürü Sn.Mustafa Oruç' a ve
gerekli organizasyonları büyük bir titizlikle yapan Çocuk ve
gençlik Merkezi müdürü Sn.Numan Yakut' beyefendiye ;yetiştirme
yurdu idareci ve öğretmenlerine ve tüm yetkililere sonsuz
şükranlarımızı sunuyor; Türkiye Yeşilay Derneği ve şahsımız adına
çok teşekkür ediyoruz."
|
 |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
BALKONDA SİGARA İÇMEK İNTİHARDIR
Kış aylarında sigara tiryakilerinin
çevresindekileri rahatsız etmemek için evlerinin balkonuna çıkarak
sigara içmelerini intihardır.
Mevsim soğuklarına bile aldırış
etmeyerek yemeklerini yedikten sonra sigara içmek üzere
balkonlarına çıkan tiryakilerin en kısa zamanda kalp ve akciğer
hastalıklarına yakalanabilirler
"Sigara tiryakilerin yaptığı iki
yanlış burada hayatlarına mal olabilir. Birincisi evlerinin 25
derece sıcaklığından genellikle palto ve pardösü almadan -8 ve daha
soğuk derecelere çıkıyorlar. Otuz derecelik ısı farkı bilhassa
kilolu tiryakilerde ani enfarktüs krizlerinin başta gelen
sebebi olarak biliniyor. Hele tok karnına sigara bile içilmezse bu
hadise zaten tek başına bir intihardır. Böylesine soğuk havalarda
yemekten en az yarım saat sonra dışarı çıkılması gerekir.
İkincisi balkonda ve soğukta içilen
sigaranın sıcak katranı aniden donarak akciğer bronş hücrelerine
yapışmakta ve nefes alma yollarını tıkamaktadır. Bu da intiharın ve
ölümün bir başka biçimidir. Balkonlarımızda akşamları solunan hava
zaten yüksek karbon monoksit ile zehirli maddeler ihtiva etmekte ve
çok büyük kirlilikler arz etmektedir. Sigara ile zehirlenilmese bile
havadaki partikül maddeler hele kükürt dioksit gereken zehirliliği
yapmakta ve sigarayı aratmamaktadır. Görünen manzara tiryakilerin
bile bile intihar etmelerinden başka bir şey değildir. Soğuk hava,
sıcak zift, katran, nikotin, karbon monoksit, karbondioksit, kükürt
dioksitler kombine bir intiharın ve ölümün diğer bir şekli
olmaktadır.
Sigara tiryakilerini balkonlarında sigara içmemeleri konusunda
uyarıyorum.
İçeceklerse kalın giyinmeleri
gerektiğini hatta böyle soğuk havalarda ölüme davetiye çıkarmaktansa
bu zehirli maddeyi artık bırakmaları gerektiğini bir kere daha
hatırlatıyorum.
En iyisi ise hiç sigara içmemektir.
Tüm tiryakileri sigarayı bırakmaya ve sağlıklarını riske atmamaya
çağırıyorum !"
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
GAZETECİLER BAYRAMI MÜNASEBETİYLE…
GAZETECİLER….
Bulunduğu işyerinde hemen her
şeyden sorumlu olanı ve toplumumuzun en altta kalanı da ne
yazık ki gazetecilerdir.
Genellikle mesai saatleri ve ne
yiyip ne içtikleri ; ne zaman yatıp uyudukları ve tatilleri hatta
bayramları bile belli değildir.
Saat kulesi ile vilayet önündeki
haber üretim yerlerine ve bir de önündeki bilgisayarın uzaydaki
internet şebekelerine bağlı olan beyinlerinin telleri kopuncaya
kadar çalışan bu meslek gurubunu ne yazık ki kimse anlamamış ve
kıymetini de bilememiştir.
Gazeteci evine sabaha karşı mahalle bekçileriyle birlikte
gider.
Mesaisi altı saatlik uykusundan
kalktığı anda başlamıştır. Bazen önündeki klavyenin simit
susamlarından çalışmadığı da olur. Hele ona birde şekerli çay
dökülürse kopan küçük kıyamettir.
Yemek saatinde her an birisi bir
yerde bir basın toplantısı mutlaka yapacak; iyi resim almak için
girdiği kalabalıklarda birkaç cop da sırtına mutlaka yiyecek
veya kim vurduya gidecektir.Telefonlar birbiri peşine çaldığı
zamanlarda tablasında sigarası ve bardağındaki çayı da hep yarım
kalmaktadır.
Eni boyu birkaç km.lik bu şehirde
bir avuç insan daimi olarak hemen iki günde bir bu gazetelerin
sayfalarını işgal eder ; O bilgisayarını kapatmaksızın o haberden
bu habere ; bir toplantıdan diğerine koşar . Hızlı not tutmaktan
bilekleri ağrır, ayakkabısının tabanının yarılması kimsenin
umurunda değildir. Ve yine bu her gün bir şey söyleyen insanların
en güzel resimleri çekilir, onlar için kağıtlar harcanır,
matbaaların silindirleri döner, ağızlarından
çıkanlar haber lisanına çevrilir, satırlara dizilir, sayfalara
dökülür ve bu söz sahipleri bu suretle itibarlarına itibar katar;
bu şehirde büyük ve önemli insanlar olur, saygı görür; tanınır ve
bilinirler, böylece insanlarda memlekette olup biteni öğrenirler
Amma Oysa bunları yapan emek sahiplerini pek kimse tanımaz,
bilmez hatta sevmez...Ülkede iletişimli fakülteler orada
profesörler filan olsa da gazeteci Çorumda doğru dürüst bir iş
veya meslek
sahibi olmayan ,hatta evlenecek kız verilmeyen adam demektir.
Herkesin pijamalarını giyerek akşam
yemeklerini yiyip, ellerinde çay bardaklarıyla televizyonlarının
karşısına geçtikleri saatlerde onun işi esas şimdi başlamakta ve
yirmiye yakın sayfa bağlanıp matbaaya gönderilmek zorundadır.
Yoksa demoklesin kılıcı gibi bir
yasa başlarının üstlerinde bir ecel gibi daima sallanır:
"Üç gün hele bir çıkma resmi
ilanını keserim, sende hapı yutarsın "diyen bu ilgili mevzuat
da kaybedilecekler ; hep dokuz sıfırlı rakamlar olacağı ve o da
kağıtçı ile matbaacıya gideceği için hiç duraklama veya aksama
affedilmemektedir.
O günde en az on altı saat
çalışır. Hele kışın akşam saatlerinde otobüs durağında beklerken
tonlarca egzoz gazı yutar ve önünden homurtularla geçen cipleri ve
otomobilleri sayar .Ama kimse onun mesaisinin yeni başladığının
farkında değildir.Hatta onun orada
olduğunun da...
Sonra bu her gün sayfaları işgal
edenlerin yüzde doksan beşi bu gazeteleri almaz, abone olmaz hatta
kendi resmi veya haberi yoksa bile okumazlar. Onun için bu şehrin
nüfusu on yılda elli bin artmışken gazeteler hala 1500 adet bile
basılamamaktadır. Basılsa dahi para verip alan bir elin parmakları
kadar bile yoktur.
O bazen bekler, telefonla yapılacak
bir teşekkürü,not tutması için bir küçük ajandayı, bir buket
çiçeği veya bir tükenmez kalemi, veya bir çam sakızı armağanı…Ama
nafile, herkes sineğin yağını hesaplamaktadır. Öyle bir tepsi
baklava ile gazete idarehanelerine akşam sürprizi yapacak ve
cennete gidecek insan sayısı ise trilyonda bir bile değildir.
Hatta böyle bir hareket dahi ütopyanın ve halüsinasyon görmenin ta
kendisidir.
O günde yüz bardak demli çay ve
Yeşilaycı Attila efendinin inadına iki paket sigara içer.
Günlük radyasyon miktarını sekiz-on saat almazsa rahat uyuyamaz.
Öyle yirmi yılda emekli olan gazeteci tipi ancak İstanbul
plazalarının veya bilmem ne gurubunun dergi
editörleri ile ayağı uçaktan yere değmeyen parlamento veya
hükümet muhabirlerinin hakkıdır.Emekli olacağı gün genellikle onbeş-yirmi
yıl açığı çıkacak ve onu cebinden ödeyecek hatta emekli olduğunu
bile göremiyecektir. Sarı basın kartı en büyük hayalidir. Onunla
bütün kapılar açılacak ,uçaklara indirimli binecektir. İtibar
görecek belki silah ruhsatı alacak , memlekette nadirattan
sayılacaktır. Ama ona ulaşmak çoğunlukla kaf dağının ardında
Nuh'un gemisini aramak kadar zordur.Onun için gazetenin verdiği ve
genellikle de kendisi tarafından bilgisayarda hazırlanan ve sarıya
boyanan bir tanıtım
kartını arka cebinde taşımakla teselli bulacaktır.
Onun için seçim zamanları iyi
zamanlardır. Meydana çıkan pehlivan adayları kesenin ağzını açıp
yemekli kahvaltılı-mevlidli toplantılar yapacak ve O belki bir an
için yarım ekmek içine ayakta kafa kellesi tükrük köftesi yerine
belki sıcak bir çorba içebilecektir.
Artık karanlık odada film yapmasa ve arşivlerde toz yutmasa da
önündeki canavar monitörden çıkan radyasyon sayesinde bazen
aniden bir frankeştayn olması veya hastalanması da her zaman ihtimal
dahilindedir.
O gazetesinin muhabiri, yazarı,
fotoğrafçısı, dizgicisi, çaycısı, dağıtıcısı, reklamcısı, hatta
ilancısı bazen de paspasçısı hatta her şeyidir.
Bu kadar acıklı cümleyi buraya
sıralayarak konuyu izam ettiğimizi –abarttığımızı- düşünenler
olabilir.
Hani geçen gün çalışan gazeteciler
bayramıydı ya. Sanki çalışmayan gazeteci varmış gibi. Bir yerlerde
birileri kendi kendine bayram kutlamaları yapıyor ve demeçler
veriyordu ya .
Soruyoruz , gazeteci öldüğü gün mü
bayram edecektir.
Bütün cefakar
meslektaşlarıma-sigarayı az içmeleri hatta bırakmaları
dileklerimle/ selam olsun... Gazeteciler gününüz kutlu olsun…
Saygılarımızla...
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
YEŞİLAY' DAN YILBAŞI UYARISI
Yılbaşı dolayısıyla açıklaması
yollayan Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi Başkanı Attila
Alpay:
Yılbaşı alkol bayramı değildir;
böyle günlerde insanlarımız sefahat tabloları çizmesinler.
Yılbaşlarında alkol tüketimin had
safhaya çıkıyor. Alpay; bir gecede işlenen suçlar ve yapılan trafik
kazalarının aylık bilançolara eşdeğer olduğu: Milli gelenek ve
dini bayramlarımız arasında Noel kutlama ve yılbaşı eğlencesi
diye bir şey yoktur. Bunlar Hıristiyan batı dünyasının bize göre
çirkin adetleridir. Bir peygamberin doğumu içki içerek fuhuşla
,kumarla ve kepazeliklerle kutlanmaz. Eğer dünya globalleşiyorsa
onlarda bizim adetlerimize neden hassasiyet göstermezler. Çılgınlar
gibi içki içerek sızmak, zorla kazandığı paraları ,çoluk
çocuğunun nafakasını bir gecede içki ve kumar sofralarında harcamak
bize yakışan hal ve hareketler hiç değildir. Bir geceden bir şey
olmaz diye her türlü kötülüğün başlangıcı böyle gecelerde
başlamakta; bir günah gecesinin acısını insanlarımız bütün bir
ömür boyu maddi ve manevi felaketlere uğrayarak çekmektedirler.
Öte yandan İsrail"in Filistin de
yaptığı en büyük katliamın bu günlere rastlaması ,hepsi sivil
çok sayıda suçsuz Müslüman kardeşimizi şehit etmesi bu günlerin
mana ve önemini değiştirmekte ve yüreğimize büyük acılar
yerleştirmektedir. Dünyanın içinde
bulunduğu bu kriz ortamında yaşadığımız elim kayıplarımız için dua
ve tefekkür etmekten; çalışkan olup işlerimizi ve ekonomimizi
kurtarmaktan başka bir çare yoktur.
Basında yılbaşı için gereken
önlemler diye polisimizin sarhoşlarla ve çıkaracakları olaylarla
meşgul olmaları, eğlence yerlerini kollamaları ve otomobil
kullanamayacak derecede alkol alanları evlerine bırakmaya
çalışmaları Türk-İslam toplumuna yakışan işler
değildir.Biz ülkemizin terör yaraları aldığı; İslam Dünyasının
kan, katliam ve ateş denizinde boğulduğu, İslam coğrafyasının
Amerikan ve İsrail işgalinde olduğu bir dönemde hangi halimize
keyfedeceğiz ve işrete dalacağız. Garptaki Müslüman’ın acısını
şarktaki duymazsa tam iman etmiş sayılır mı?
Türk ve İslam ahlak ve aile
yapısına aykırı işret tabloları, magazin basınının sosyete ve
zenginlerin sefahatine yönelik eğlenceleri ve bunların
çarpık-rezil yaşantıları yetmiş
milyonluk bu fakir ülkeye hala dayatılmak istenmektedir. Medyanın
büyük bir kısmı da bu ihanetin maalesef içindedir.
Yılbaşı eğlencelerini, bunu alkol
bayramı yapanları, sefahat ve rezalet tabloları çizerek bunları bu
aziz milletin bayramı veya geleneği yapanları ve bunları
milletimize dayatanları şiddetle protesto ediyor; tüm
hemşerilerimi Filistinde ve Irakta katledilen
Müslüman kardeşlerim için duaya ve ihtirama davet ediyorum.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Atilla ALPAY |
Atilla ALPAY HAYAT HİKAYESİ |
GÖZ AMELİYATI
-Yaşayacak
mıyım doktor bey oğlum? Çok korkuyorum. Hayatımda hiç ameliyat
olmadım. Hatta iğne bile olmadım desem yeridir. Bu yaşa kadar hiçbir
hastalık da geçirmedim. Ama bu göz ameliyatı beni
korkutuyor.Ölecek miyim acaba..
-Korkma bey
amca, bir saat ya sürer ya sürmez. Hiç bir acı duymayacaksın. Bak
günde yirmi tane yapıyoruz bu ameliyattan burada .
-Yok yinede çok
korkuyorum. Ne olur, acımayacak değil mi?
-Merak etme
acımayacak, bak sana söz veriyorum.
-Elini ayağını
öpeyim, doktor bey oğlum.
-Sen nereden
emeklisin bey amca?
-Ben
emniyetçiydim, emekli polisim.
-Yaa, iyi. Seni
sanki bir yerden hatırlıyor gibiyim ama..
-Senin sesin
de yabancı gelmiyor bana ama göremiyorum ki..
-Bey amcayı
içeri alınız ve ameliyata hazırlayınız..
-Acımayacak
değil mi doktor bey oğlum..
-
-Evet,
Nasılsınız bakalım.. Birazdan sargılarınızı açacağız. Bir
şikayetiniz var mı ?
-Hayır yok;
Allah razı olsun. Hiç bir şey duymadım, hiç bir şey
hissetmedim.Eliniz ne kadar hafifmiş. Eksik olmayın...
-Eveet,
işte.Nasıl görüyor musunuz ?
-Görüyorum,
doktor görüyorum. Dünyayı görüyorum, beş yıldır hasrettim.
Bahçedeki ağaçları, bahar dallarını, çiçekleri görüyorum. Elinize
sağlık, Allah razı olsun.
Allah razı
olsun, Allah ne muradın varsa versin. Çoluk çocuğunuza bağışlasın.
Herkese
anlatacağım sizi ne kadar başarılı bir operatör olduğunuzu herkese
söyleyeceğim. Eksik olmayın, sağ olun var olun..
-Sizi birazdan
taburcu edeceğiz. Arkadaşlar işlemlerinizi yapıyorlar. Hazır
mısınız?
-Evet doktor,
çok iyiyim. Balkondan denize bakıyor ve uzaktaki gemileri bile
seçebiliyorum artık. Allah razı olsun. Allah ne muradınız varsa
versin. Hiç acı duymadım çok korkuyordum.
-Biz vazifemizi
yaptık. Gerisi Allahın takdiridir. Gayret bizden Tevfik Allah' CC
tandır.
-Evet, elbette,
elbette.
-Beni
hatırladınız mı ?
-Sesiniz hiç
yabancı gelmiyor ama..
-Siz siyasi
şubeden manyeto Kamil değil misiniz ;
-Beni nereden
tanıyorsunuz, lakabımı nereden biliyorsunuz.
-Sizi tanımayan
var mı ?
-Nereden
nasıl, ne oldu da , ne olur Allah aşına..?
-Onbeş yıl önce
Çapa tıp fakültesinde öğrenciydim. Eşimde eczacılıkta okuyordu.
Hatırlarcısınız, başörtüsü yasağını protesto ediyor, okulun önünde
masum eylemler yapıyor hakkımızı arıyorduk. En fazla basın bildirisi
okuyor, pankart açıyor ve alkış tutuyor, kız öğrencilere uygulanan
bu yasağı protesto ediyorduk.Hatırladınız mı o günleri..
-Evet,
hatırlamaz olur muyum, bizim görev alanıydı orası, yıllarca orada
çalıştık. Çok kötü günlerdi.
-Asıl bizim
için çok kötü günledi. Bir gün bir ihbar üzerine bizi
arkadaşlarımla içeri alıp üç gün sorguladınız. Hizbullah zanlısı
olarak işkence yaptınız. Ben arkadaşlarımın sözcüsüydüm. Sizinle
konuşurken niye sakallıyım ve niye karşınızda hazır olda durmuyorum
diye bana bir tokat attınız.
Sol gözümün
beyazındaki kan pıhtısını görüyor musunuz. O attığınız tokat
neticesi patlayan göz damarlarımdan günlerce göremedim. Sonra
hepimize elektrik verdiniz. İçeri girip çıkan arkadaşlarınız size
manyeto kamil diyorlardı. Ben ve beş arkadaşım bizlere verdiğiniz
elektrikten dolayı kısır kaldık. Hiç birimizin çocuğu olmuyor.
Size o zaman
yalvardık, sizin Allah’ınız kitabınız yok mu diye, burada.....
benim diyordunuz. Biz yalvardıkça manyetoyu daha hızlı
çeviriyordunuz. Hepimizin organlarını yaktınız. Sonra hiç bir şey
ispat edemediniz ve bizi serbest bıraktınız.
Eşim de okula
giremediği için sınıfta kaldı ve eczacılıktan atıldı. Şimdi evde.
Hani demin
Allah ne muradın varsa versin diyordunuz ya..Muradımız birer
evlattı. Şimdi ondan sayenizde mahrumuz.
Şu parmağımı da
görüyorsunuz değil mi? Hele ucundaki yanığı..İşte kabloyu
bağladığınız ve elektrik vererek yaktığınız yer de orasıydı.
Şimdi bu
ellerle sizi şifaya kavuşturmaya çalıştık. Ve bize yaptıklarınızı da
Allaha havale ettik.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
İÇİMİZDEKİ KERKÜK” ÜN SESİ ŞEMSETTİN KÜZECİ...
“Türk oğlu Türk aslım benim
Oğuz boyu neslim benim
Şan şöhretli ismim benim
Ben Kerkük'lü bir Türkmen'im”
O Türk dünyası edebiyatının önem arz
eden isimlerinden biri. Yaralı Kerkük'ün duyulmaz sesini duyuran
elçisi. Yaşamının büyük bölümünü edebiyatla geçirmiş, edebiyatı
yaşam tarzı olarak kabul etmiş usta bir kalem. Türk dünyasında
tanıdığım özü söz bir, güler yüzlü, misafirperver, adam gibi adam
diye tabir edebileceğim nadir beyefendilerdendir. Kendisini ve
ailesini yakinen tanımış olmam bana bu satırları yazarken hiç de
zorlama sözcüklere yer vermeden kaleme almamı kolaylaştırıyor. O
usta bir kalem olmasına rağmen, çok iyi bir eş, çocukları ile
dünyanın en iyi arkadaşı olmayı başarmış bir baba...
Kerkük'ün büyük edebiyat adamı,
Şemsettin Küzeci beyefendinin sanat yaşamını, onun bu güne kadar
yayımlanmış eserlerini siz değerli okuyucularımla paylaşmak
istiyorum...
Şair, Yazar Şemsettin KÜZECİ;
Türkiye’nin Lozan’da kaybettiği, adıyla ve sanıyla Türk, suyu ve
toprağıyla Türklük kokan, atalar diyarı Kerkük’te doğdu (1965).
Musul Üniversitesi- Beden Eğitimi Fakültesi Mezunudur(1989). 5 Yıl
Kerkük’te lise öğretmenliği yaptı. Kerkük Televizyonu Bağdat
Türkmence Radyosunda Gençlik ve Spor programları hazırlayıp sundu
(1992–1995). Şiir ve yazılarını Irak- Bağdat’ta yayınlanan Yurt
Gazetesi, Kardeşlik ve Birlik Sesi dergilerinde yayınladı.
1999 yılında ITC Türkiye
Temsilciliğinde Basın Yayın ve Enformasyon Şb. Müdürü olarak
çalıştı.(1999–2002). Şimdi ise Kerkük ve Irak Gazetesini Türkiye
Temsilcisi ve Türkmeneli TV’de program yapımcısıdır. www.avrasyagundemi.com
ve www.kerkukgazetesi.com web gazetelerinin imtiyaz sahibi ve Yazı
işleri müdürüdür. 2005–2008 yılları arasında G.Ü. İletişim Fakültesi
Radyo TV ve Sinema Bölümünden Yüksel Lisans yaptı.
Irak, Türkiye, Azerbaycan ve Avrasya
Yazarlar Birliği üyesi,
Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği
Eşbaşkanı, (Azerbaycan)
Irak Türkmen Edebiyatçılar Birliği
Uluslararası koordinatörü,(Kerkük)
Işık Edebiyatçılar Gurubunun kurucu
üyesidir. (Kerkük)
Merkezi Azerbaycan’da bulunan (VEKTOR”
International Secientific Center/
Beynelxalq Elm Merkezi)’ nin Irak
temsilcisidir.
Türk Dünyası Genç İletişimciler
Birliği Kurucu Genel Başkanı,
Türkiye ve Türk dünyasında Irak
Türklerini birçok uluslararası konferans, bilgi şöleni ve
toplantılarda temsil etti. 70’e yakın Hizmet, takdir, teşekkür, Onur
belgesi, plaket ve ödül almıştır. 03 Temmuz 2006 tarihinde; Irak,
Azerbaycan ve Türkiye ile ilgili yapmış olduğu ilmi ve edebi
çalışmalarından dolayı, VEKTOR tarafından kendisine Fahri Doktor
Payesi verildi.
YAYIMLANMIŞ ESERLERİ:
1.Şehit Şair Kemal Ömer BEG. Kerkük, 1992
2.İki Gönül. İstanbul, 1997-Ortaklaşa(Sami Tütüncü)
3.Suçum Türk Olmaktır. Ankara, 2000
4.Türkün Sesi. Azerbaycan, 2001-Ortaklaşa(Ekber Qoşalı)
5.Kerkük Soykırımları. Ankara, 2004
6.Fuzuli. Ankara, 2004
7.Hoyratlarım. Azerbaycan, 2004
8.Türkmeneli Edebiyatı. Ankara, 2005
9.Kerkük Şairleri. 1. Cilt. Ankara, 2006
10. Şehit Muazzam Kasapoğlu, Kerkük, 2007
11. Kerkük Şairleri. 2. Cilt. Ankara, 2007
“Gecem gündüzüm acı
Vatan başımın tacı
Derdimin yok ilacı
Tek suçum Türk olmaktır.”
“Suçum Türk olmaktır” diyerek yaralı
Kerkük'ün sesini neredeyse dünyaya duyurmuş bir edebiyat adamıdır. O
eserlerinde Türk olmanın gururunu, Kerkük'ün yürekleri dağlayan
yarasını büyük ustalıkla kaleme almıştır. Kerkük'te yaşayan
Türkmenlerin yaşadıkları çileleri, işkenceleri, Irak yönetimi
tarafından her türlü kötü muameleye maruz kalan Türkmenlerimizin
durumunu anlatmaktadır. Onlar zorlu günler yaşayarak Türk olmanın
bedelini fazlası ile ödemişlerdir. Ustaca kaleme aldığı “Suçum Türk
Olmaktır” isimli bu kitap bizim ne kadar rahat ve güzelliklerle dolu
bir ülkede yaşadığımızı bizlere bir kez daha anlatmaktadır.
Evet sevgili Küzeci; bizim ve siz Türkmenlerin suçu Türk olmak
değildir. Türk olmak bizim gururumuzdur, onurumuzdur, şerefimizdir.
İşte bu nedenledir ki; sizin acınız bizim de acımızdır...
Şemsettin Küzeci; bu iki önemli
Antoloji kitap içerisinde 70 Kekük'lü şairin isimleri, fotoğrafları,
öz geçmişleri ve beraberinde şiirlerine yer vermiştir. Bu iki önemli
Antoloji kitaplar son derece muntazam ve titiz hazırlanmış bir
çalışmanın ürünüdür. Tarihimizin bir olduğu ve gelecek
günlerimizinde bir olacağı, öz kültürümüzü yansıtan ve yaşatan bu
değerli şair kardeşlerimizin eserlerini derleyerek hem Türk
dünyasına, hem de Irak Türk edebiyatına çok değerli yazılı kaynak ve
arşiv olacak kitaplardır...
“Kerkük Şairleri” isimli bu iki
ciltlik nadide eser, Irak Türkmen şairlerinin ele alındığı son
derece emekli ve güzel araştırma kitaplarıdır. Yurt sevgisi ile dolu
yüreği, onun Vatanı bildiği topraklara olan özlemi, bir çok
çalışmalarına yansımıştır. Irak'ta ve Kerkük'te yetişmiş aydınlar,
Türklük uğruna bir hayli mücadeleler vermişlerdir ve halen de
vermeye devam etmektedirler. Kerkük her daim içimizdeki kapanmayan
yara olmuştur. Bana göre Türkmenler yaşadıkları ile tarihi bir
sınavdan geçmişlerdir. Elbette ki bu süreç bir hayli zor ve üzücü
olaylarla tarihe yazılmıştır.
“Ben Kerkük'lü ozanım
Canla şiir yazarım
Susturmayın ezanım
Kerküklüyüm, Türkmenem
“Kerkük Soykırımları” isimli bu
kitabında sevgili Küzeci; Irak Türklerinin uğradığı katliamları
hatta katliamdan daha çok bir soykırımı andıran olayları, toplu
idamları, işkence edilerek öldürülen insanları ve insanlık dışı
uygulanan vahşeti kaleme almıştır. Türkmenlerin başlarından geçen
olayları ve sonuçlarını tüm ayrıntıları ile ele almıştır yazar.
Türkmeneli topraklarında yaşanan olayları, dünü ve bu günü ile konu
edilen yapıt, geniş bir araştırma kitabıdır.
Türk dünyasının usta ismi Şemsettin
Küzeci; Kerkük ile yüreğinde güller açtırmış, bir umutla vatanına
dönüş yapacağı günü bekliyor. Bir umut işte... Onun yüreği sevda
acısı çeker gibi, vatan acısı yaşıyor. Sevdalısını bekleyen bir yar
gibi, vatana dönüş yapacağı günü bekliyor adeta...O Ata yurdum
dediği Kerkük için öyle çok şiirler kaleme almış, öyle çok kitaplar
yazmış ki, onun bu vatan sevgisini ve özlemini birkaç kelime ile
anlatabilmek mümkün değil. Bakın sevgili Küzeci'nin şu dizeleri
sanırım bizlere daha çok şey anlatacaktır...
“Bir acı yüzünden yurttan göç ettim
Dilim severken büyük suç ettim
Atamın emeğin erken hiç ettim
Bilmedim bu gurbet çok çok acıymış
İnsana en yakın kardeş, bacıymış.
Döneceğiz bir gün ata yurduna
Varacağız halkın tek umuduna
Can azizim vatan kurban adına
Bitecek bu gurbet güller açacak
Dağılır karanlık sökünce şafak.”
Yazarımızın bir diğer kitabı ise;
“Türkmeneli Edebiyatı” ismini taşımaktadır. Kitapta 1991 ve 2003
yılları arasında Irak'ın kuzey bölgesinde oluşturulan “Güvenlik
Bölgesi” adı verilen bölgede yaşayan Türkmenlerimizin, Türkiye
Türkçesi ile açtıkları okullar, Tv ve Radyo istasyonları, gazeteler,
dergiler, bazı eğitim ve yayın organları ile Türkmeneli Edebiyatına
bir çok önemli değerler kazandırmışlardır. Kitapta aynı zamanda
Şiirler, öyküler, düzyazı örnekleri, masallar, hoyratlar, yer
almaktadır. Kitapta tüm bunların varlığı; yazarın sanki bir hasret
giderme, adeta yüreğindekileri dökerek bir dertleşme, bir varoluş
mücadelesini okuyucuya hissettirmektedir. Önemli bir arşiv kitabı
olarak, herkese önemle tavsiye edebileceğim bir yapıttır...
“Kerkük için arzular al al kana boyandı
Ne gül kaldı ne çiçek, ne dağ başında karlar
Ne güvercin ne kumru, ne millet seven erler
Kıyım aştı haddini bıçak göğse dayandı"
Şemsettin Küzeci beyefendi; Türkmen
edebiyatının varlığını koruyarak, her katıldığı toplantıda Kerkük'ün
sesini duyurmaya çalışarak, tüm zorluklara, direnişlere göğüs
gererek, vatansever ve aydın kişiliği ile güzel bir örnek teşkil
etmektedir...
Halk şiirinin bir türü olan
Hoyratlar, Şemsettin Küzeci beyefendinin kaleminde ahenk bularak,
okuyucuları ile buluşmuş. “Hoyratlarım” yazar için son derece önem
arz eden bir kitap. Yazar bu kitabında adeta yeşeren milli
duygularını, bir kurtuluşun öyküsünü kaleme alır gibi aktarmış
şiirlerine. Yaşadığı sıkıntı ve acı dolu günler, yüreğindeki
direniş, sınır tanımayan milli görüşü onun hoyratlarını
oluşturmuş...
“Kerkük'üm mert Kerkük'üm
Milleti sert Kerkük'üm
İçine yadlar girip
Çekiri dert Kerkük'üm”
Kerkük Hoyratlarında yaygın olan iki
ses vardır. Şemsettin Küzeci beyefendi hoyratlarında bu iki sesi en
güzel şekilde kullanan ustalarımızdandır. Açıklayacak olursak;
X x = H h ( Hırıltılı he ) yerine
Q q = K k ( Arka damak K'sı ) yerine
Örneğin:
“Bizi vuran felekti (r
İçimizde ğem1 ekti
Görme üzde gülürüğ
Hasret çeken ürekti (r)”
Şemsettin Küzeci beyefendi ile Sami
Yusuf Tütüncü beyefendinin müşterek yapıtı olan “İki Gönül” iki
yüreğin aynı düşünceleri paylaşması sonucu doğmuş bir kitaptır.
Yılların hasreti ile pekiştirdikleri duygularını, Türkmenlerin alev
alev yanan yüreklerine bir avuç su serper gibi serptiler bu
kitapla...
“Türkün Sesi” isimli güzel yapıt;
Şemsettin Küzeci beyefendi ile Ekber Qoşalı beyefendinin müşterek
yayımladıkları bir kitap. Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği
tarafından yayımlanmış olup, araştırma, inceleme ve tanıtım
yazılarından oluşmaktadır. “Türkün sesi” ilk olarak 1999 yılında gün
yüzü görmüş olup, 8. baskısını yapmıştır ve her kütüphanede
bulunması gereken önemli bir kitaptır.
İkinci Uluslar arası Fuzuli Şiir
yarışması ve Türk Dünyası Şiir Şöleni için Sevgili kadim dostum,
kalem arkadaşım Şemsettin Küzeci beyefendi tarafından hazırlanmış
güzel ve emek verilmiş bir kitaptır.
“Neşe sevinç ekmişim ben
Türlü hasret çekmişim ben
Dağı dağdan sökmüşüm ben
Niçin gözüm nemli bu gün
Yaşıyorum gamlı bu gün.”
Kerkük'ün sesi Şemsettin Küzeci
beyefendinin kaleme aldığı bu kitap; bir Türkmen şehidin yaşam
serüvenini anlatıyor. Şehit Muazzam Kasapoğlu'nun düşünceleri,
tutuklanması, mahkeme salonlarında geçen günleri, şahadeti, acı
haberi ve son olarak Şehit Muazzam Kasapoğlu için kimler ne dediler
bölümleri yer almaktadır.
Şehit Şair Muazzam Kasapoğlu hakkında yazarımız şu bilgileri
aktarmaktadır kitabında:
Şehit Muazzam KASAPOĞLU; 1958
yılında Kerkük’ün Musalla mahallesinde doğdu. İlk, orta ve lise
öğrenimini Kerkük’te bitirdi. 1978‘de Süleymaniye Üniversitesi Tıbbi
Araştırmaları Enstitüsüne kabul edildi.
Şehit Muazzam; küçük yaşlarından
beri edebiyat meraklısı idi. Bu merak Şehidin hayatını ciddi bir
şekilde etkileyerek, kendisinde milli duygu hissini uyandırdı. Hele
Türkmen halkının uğradıkları sıkıntıları, genç yaşta algılaması
Muazzam’ın bir siyasi mücadele içine girişimine neden oldu. Dayısı
Şehit Gazi TERZİ’den de etkilenerek ortaokuldaki arkadaşlarıyla
birlikte “Türkmen Talebe Teşkilatı”nın çalışmalarında aktif bir genç
olarak arkadaşları tarafından olmazsa olmazlardan birisi haline
geldi.
Bu teşkilattaki arkadaşları: Erşet
MUHTAROĞLU, Sami TÜTÜNCÜ, Kasım KAZANCI, Sadettin Ali, Kemal FETTAH,
Şehit Niyazi Sıddık KASAPOĞLU ve başkaları…
Yaşının küçük olmasına rağmen 1970 yılında Kerkük’te Şehit
edilen Mehmet Remzi Fatih SAATÇİ’nin Kerkük’te düzenlenen protesto
yürüyüşüne katıldı. 1971‘de Irak “Türkmen Talebe Teşkilatı”nın
boykotunda büyük rol oynayarak Musalla Ortaokulun sorumlusu olarak
organizasyonda bulundu. 1975 yılında Şehit Rüştü Reşat MUHTAROĞLU’
nun kurduğu “Irak Türkmen Kurtuluş Hareketi”ne katıldı. Hareketin
“TURGUT” hücresinde çalışmalarını Şehit İzzettin Celil TERZİ, Sabah
Aziz BEKİR ve Erşet MUHTAROĞLU ile birlikte hareketin askeri
kanadında siyasi faaliyetlerini yürüttü.
TUTUKLANMASI:
07.12.1979 yılında Saddam rejiminin
adamları, Şehit Muazzam KASAPOĞLU’nu Süleymaniye’ de tutukladılar.
Devrim ve Baas Partisini eleştiren broşür ve yayınlar dağıtmak, Irak
Türkmen Kurtuluş Ordusu Teşkilatına üye olmak, Devletin ve Baas
Partisi’nin muhtelif kuruluşlarına karşı askeri operasyonlar
düzenlemek ile suçlanan şehidimiz, ABD’lilerin de Irak’lılara
yaptıkları işkence okulu haline gelen Abu Ğrep Cezaevi’nin Özel
Hükümlüler koğuşuna konuldu.
Bir süre sonra Askeri Devrim
Mahkemesi Başkanı Savcı Müslim Hadi EL- CENABİ’ nin başkanlığında
hazırlanan rapora dayanarak Devrim Mahkemesinde yargılanmasını
kararlaştırıldı.
MAHKEME SALONU:
Şehit Muazzam’ın Devrim Mahkemesinin
İddia Makamınca kendisine yöneltilen sunalara karşı bağırarak şöyle
dedi:
“Biz, Türkmenler Siyasi, Sosyal,
kültürel haklarımızı sonuna kadar savunacağız. Bize vaat ettiğiniz
ölümü dört gözle bekliyoruz.”
Bunları dedikten sonra mahkeme
heyetince Şehit Muazzam KASAPOĞLU; 10 yıl ağır hapis cezasına
çaptırıldı.
ŞAHADETİ:
Şehit Muazzam KASAPOĞLU; 10 yıl
aldığı hapis cezasının 8 yılını bitirdikten sonra 1986 Af kararıyla
hapisten çıktı. Hapisten çıkar çıkmaz dava arkadaşları Sabah Aziz ve
Erşet MUHTAROĞLU ile birlikte Irak Yüksek Öğretim ve Öğrenim
Bakanlığına öğrenimlerini tamamlamak için başvuruda bulunduk. Ancak,
Bakanlığın Hukuk Dairesi Müdüründen aldıkları ” Sizler siyasi
tutuklularsınız. Öğrenime dönemezsiniz. Cevabı onları hayal
kırıklığına uğrattı. Bu cevaba sessiz kalmayan Şehit Muazzam
KASAPOĞLU gönderdiği yazılı cevapla “Bizleri hapisten çıkardığınıza
hiçte memnun kalmadık.” Demiş…”
1986 yılından itibaren Saddam’ın emniyet güçleri tarafından
takibat altına alınan Muazzam ve arkadaşları Kerkük’ün Kerame
Emniyet Müdürlüğünde Yarbay Nezhan HALAF tarafından bizzat
gözetleniyordu. Bu durum uzun süre devam etti.
1991 yılında 1. Körfez Savaşında
askerliğe çağırıldı. Ne garip…
“Öğreniminizi tamamlamaya engel
oluyorlar. Ancak askerliğe çağırıyorlar. Kastedilen haklarınızı
kendi istekleri doğrultusunda verip alıyorlar…”
Askerliğe çağırıldıktan sonra
Bağdat’ın Kâzımiyye Beşinci Askerlik Şubesi tarafınca iki kez
tutuklanır. Daha sonra ailesiyle haberleşmesi kesilir. Bu arada Irak
ordusu Kuveyt’ten çekilmeden önce “ Bobyan” Adasına gönderildiği
öğrenilir.
ACI HABER
1990 yılında Kuveyt’i işgal eden,
Irak Ordusu 1991‘de ABD ve Müttefikleri olan 30 ülkenin ortaklaşa
düzenledikleri operasyon sonucu Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmayı
başarmıştı. Ancak, ABD güçleri Saddam’ı yok etmeye başlattığı
Operasyonu yarım bıraktı. Kuveyt’ten Kut’a kadar saldırısını
sürdüren ABD ve Müttefikleri Kut’tan sonra geri adım attı. Dönemin
T.C. Başbakanı Tansu ÇİLLER bile bugüne kadar neden ABD’nin
Bağdat’ta kadar girmediğinin nedenini anlamamıştı… İşte tam o zaman
Şehit Muazzam KASAPOĞLU’ nun ailesine Irak yetkililerince acı haber
verilir: “ Oğlunuz Muazzam Şehit düştü. Gelin cesedini teslim alın”
Şemsettin Küzeci beyefendinin
Profesör Gazanfer Paşayev beyefendiye Fahri Irak Vatandaşlığı ve
Irakşinas Ünvanı takdim töreni ile ilgili resim ve haber metni aynen
aşağıdaki gibidir...
İlk Protokol konuşmasını yapan
Gazanfer Paşayev Kürsüye çıkmadan önce sunucular tarafından Dr.
Abdüllatif Benderoğlu ile birlikte Irak ile Azerbaycan arasında
kültürel ilişkilerin pekiştirilmesindeki tarihi köprü oluşturan kişi
olarak anons edildi. Konuşmasında: “Gazanfer Pşayav; gece’de ilk
olarak sahne alan Azerbaycan’ın halk sanatçısı Balaoğlan Eşrefov’un
okuduğu şarkılar Şemsettin Küzeci’nin amcası Abdulavahit Küzeci’ye
ait olduğunu dile getirerek konuşmasına başladı. Bu şarkılar beni
bir daha gençliğime götürdü. Gençlikten talihimi “Bilmirem haralıyam
toprağım daşım garip” diyen Irak Türkmenleri, bunların sembolü
Kerkük şehridir. Kerküklülerle tanıştığım günden beri benim bir
günün yoktur ki, onlarla hayalen oturup durmaktayım. Bu bir
hakikattir. Ben bunu samimiyetle söylüyorum. Bu sahadaki Irak
Türkmenlerinin büyük adamları beni ruhlandıran, şuurlandıran
telesdiren bazen de mecbur eden adamlar göz önünden gelip geçiyor:
Onlardan Şakir Sabır Zabit, Ata Terzibaşı, Sinan Sait, Benderoğlu ve
birçok başkaları hemişe benimle bir yerde oluplar. Hayalen veya
ismen. Azerbaycan’da beni bu işe sevkeyliyen her şeyden evvel Resul
Rıza olmuştur. Halk şairimiz çok büyük bir şahsiyet ansiklopediye
devrini kuran yaradan onun esasını koyan. Resul Rıza ile benim
birinci Kitabım 1968 yılında “Kerkük Bayatıları kitabım çıkıp. Benim
onlarca makalem çıkmıştır. Hacı Haciyev Radyoda ve Nahit Haciyev
(bugün burada aramızda) televizyonda benim çok
Profesör Gazanfer Paşayev’e Fahri
Irak Vatandaşlığı ve Irakşinas Unvanı çalışmalarımı teşkil
edirdiler. Anca kitabımın Resul Rıza ile çıkmağı bana bir ilham
verdi bana bir kol kanat verdi. Ben işimi devam ettirdim. Ve birçok
kitaplar çıktı. Son Kitap ise Kerkük’ten teze gelmiş, “Ağlan çox
Gülen Hanı” adında Resul Rıza’nın kitabıdır ki, Benderoğlu bu kitabı
çap ettirip. Ben ve Benderoğlu birlikte onu tercüme eylemişiğ ve
giriş makalesini birlikte yazmışığ. Bu da 40 yıllık zahmetin
soncudur ki o vakitten biz kitaplar yazırığ ve çap eyliriği.
Bunların yanında Azerbaycan ile bağlı yeni kitaplar çıkıp yoldadır
yakında elimize yetişir. Bizim görkemli halk yazıcımız Elçin
Efendiyev’in “Mahmut ve Meryem” eseri Kerkük’te çıkmıştır. Bizim
alakalarımız hemişe muhkem olup ve bu devam ediri. Soruşabilirsiz ki
bu niye beledi; Bu mehebbettendir, doğmalıktandır ve yakınlıktandır.
Bu zal buna cevap veririri. Oturanlar kadar ayak üste insanlar
vardır. Bundan büyük mehebbet olur mu?
Gazanfer Paşayev konuşmasını bitirdikten sonra onu
sahnede tuttuk. Onu büyük bir Sürprizimiz vardı. Ankara’da Bakû’ye
geldiğimde Başta Gazanfer Paşayev ve Azerbaycan halkına içimizdeki
Türkmeneli ( Irak Türkmenleri) nin sevgisini “Size Selam Getirmişem”
şiirinden ilham alarak ve dört kıtalı bir şiire dökerek ve
Azerbaycan Sanatçısı İlham Aleskerov’un bestelediği bir makam ile
Gazanfer Paşayev’e armağan atik.
GETİRMİŞEM
Profesör Gazanfer Paşayev’e
Kerkük’ün kalasından
Öz Türkmen balasından
Mor sümbül lalasından
Mehebbet getirmişem
Azerbaycan soyundan
Oğuz, bayat köyünden
Dicle Fırat suyundan
Dad feryad getirmişem
Fuzuli nefesinden
Kerbela havasından
Küzeci’nin sesinden
Min hoyrat getirmişem
Kerkük, Tebriz, Marağa
Xudam salma ırağa
Vatanım Qarabağa
Men evlat getirmişem
Söz: Şemsettin KÜZECİ
Eveet... sevgili okuyucularım;
sizlere Türkmeneli edebiyatının, Kerkük'ün önemli isimlerinden bir
aydınımızı ve kitaplarını tanıtmaya, anlatmaya çalıştım. Sizlerde bu
değerli edebiyat adamının kitaplarını temin edip, okumak
istiyorsanız işte iletişim adresi:
Şemsettin KÜZECİ P.K. 285 Yenişehir
Ankara-Türkiye
Telefax: 312.334 90 84
www.kerkukgazetesi.com
YAZARIN DİĞER ÇALIŞMALARI
"ERTELENMİŞ DÜŞLER"in Şairi ŞEVKİ DİNÇAL / Emine SEVİNÇ
ÖKSÜZOĞLU
"Düşünce Okyanusu Mevlana" Celal Oymak-Nevin Balta / Emine
SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
"Düşler Köpüğünde" ve "Sevil Mısırlıoğlu" / Emine SEVİNÇ
ÖKSÜZOĞLU
"Gönlümden Gönlüne” - Dursun Yeşil / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
“Türk Dünyasından Bir Usta Kalem” - Prof. Dr. Elçin İskenderzade
/ Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
“Sırça Yürekte”te Bir “Yalgın” Şair - Münevver Düver / Emine
SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
Türk Edebiyatında Bir Usta Çınar-İsa Kayacan / Emine SEVİNÇ
ÖKSÜZOĞLU
"Sevdan Yüreğimde Saklı" - Hüseyin Güler / Emine SEVİNÇ
ÖKSÜZOĞLU
"Daracık Düşler" Mehmet Turan Yarar / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
“Yüreğim Sende Kalmış” ancak “Sensiz de Yaşanırmış” - İsmet Bora
Binatlı / Emine SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU /
“Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar” Abdullah Satoğlu / Emine
SEVİNÇ ÖKSÜZOĞLU
KİTAPLARIN DÜNYASINDAN MERHABA / Emine Sevinç Öksüzoğlu
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
HOŞÇA KAL CAN AZERBAYCAN
Bir sevda masalıydın yüreğimin en dipsiz köşesinde
Bir güz mevsimiydin yüzümün gölgesinde
Sahipsiz ve zamansız düşlerin durağıydın gönlümde
Can canımsın Azerbaycan’ımsın bedenimde
Umudun acımasız gecesinde ay gömülüyor sarıya
Ne de güzel yazılır şiirler Şairler diyarında
Kardeş ülkem özgürlüğüm sevdiğim vatanımsın
Sözün özü güneşimsin can canımsın Azerbaycan
Buğulu camlarda gözyaşlarımı siliyorken
Gözümdeki hüzün sana olan özlemimden
Anlamsızlıklar içinde düşlerim kaybolurken
Yarım kalmış şiirimsin can canımsın Azerbaycan
Kim bilir kaç yürekte kaç sevda da yer aldın
Kim bilir kaç fersah ötelerde özlenen yaşamlardın
Şimdi soğuk ellerim ya üşüyorum ya ölüyorum
Ki bakıyor yüzüm toprağa hoşça kal can Azerbaycan
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
- ÜŞÜMÜŞ KAR TANELERİ GÖNDERİYORUM
SANA
-
- Üşümüş kar taneleri gönderiyorum sana
- Ağarmış saçlarımdaki dökülen umutlarımı
- Kapına bıraktığım yarım yamalı sevdalarımı
- Ve bir de
- Sandıkta sakladığım düşlerimi
-
- Üşümüş kar taneleri gönderiyorum sana
- Yaşanılmış sevdaların aklığını
- Avucumda sıkı sıkıya tuttuğum
- Ve bir de
- dirhem dirhem satın aldığım hayallerimi
-
- Üşümüş kar taneleri gönderiyorum sana
- Buza dönmüş ayaz bir Mart akşamı
- Ve bir de
- Yüreğimi gönderiyorum sana
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
 |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
- KADIN
-
- Gözlerin kömür karası silinmez gözlerimden izi
- Dudakların bal damlası gitmez dudaklarımdan lekesi
- Ellerin taşır yankılanan gecede çaresizliğin izlerini
- Ödünç gülüşler gül açar masum yanağında yazık ki
-
- Gece aşk kokar eyy kadın çöl ateşi gezinir bedeninde
- Titrek mum alevidir çıplak vücudunun gölgesi
- Suçlu gülümsemeler köle olur kiralık aşklarda
- Ve saçların aşk doğurur rüzgâr kokunu savurdukça
-
- Kadınca duygular buz tutmuştur en karanlığında gecenin
- Sevgisizliğe kanıyorken yüreğin çölleşiyor ümitlerin
- Çıkmaz yüreğimden kelebek yalnızlığındaki bakışların
- Kısır düşüncelerde iz bırakmıştır katran karası çarşafın
-
- Aç koynunu ve tüm acılarını dök geceye eyy kadın
- Ay ışığında aksesuardır kısacık eteğin ucuz içkin
- Süzüldün alemlere efkar sarmış gözlerde filizlendin
- Hüzne boyadın hayallerini gecelere düştün kadın
-
- Sokak lambaları aydınlatır bir yosmanın ayak izini
- Pavyon kaldırımlarında acılar güldürüyor yüzünü
- Asılı kalmış sevdalar selamlarken gökyüzünü
- Hıçkırığın örtsün gecenin dile gelmiş melodisini
-
- Yediveren çiçekleri açsın göğsünün orta yerinde
- Tanımadığın adamlar var her gece çıplak koynunda
- Tamamlanmayan eksikliktin erkeklerin bakışında
- Değilmi ki ağzında küfür bir fahişe tadında
-
- Düzensiz kurulmuş hayatta nihayetinde bir anasın
- Resmini çizersin üşüyen yüreğine çocuğunun
- Serzenişlerde hayallerin kahrı ağır gelir yaşamın
- Gecelerin arasında kaybolur çorak gözyaşların
-
- Bu gece kalemim sana köle oldu eyy kadın
- Çalınmış aşklarda ıslandı yazdığım satırlar
- Can havliyle görülen düştün sütliman rüyalarda
- Yüreğinden tutulmuş sevdaydın mısralarımda
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU |
Emine Sevinç ÖKSÜZOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
- LEYL-İ GECELERDE
YUSUF
-
- Ey Yusuf
- Onbir yıldızı güneşi ve ayı perde ettin gözlerine
- Geceler seyre daldı ay ışığında gezinen rüyanı
- Yorum babandan geldi umut gülümserken yüzüne
- Ve yüzün güneşlendi babanın sözlerinde
-
- Ey oğul
- “Şeytan insan için apacık bir düşmandır” bilesin
- Bilesin ki İbrahim ve İshak gibi Tanrı seni seçecek
- Gün şavkını vururken herkes secdeye gelecek
-
- Onlar ki üşümediler seni derin kuyuya atarken
- Onlar ki düşünmediler geçmişini yok edip geleceğini
çalarken
- Ölüm gözlerinde kaybolmuş yanık kokulu zaman külüydü
- Gömleğindeki kan yalan babandaki sabır sevginin gücüydü
-
- Ey Yusuf
- Kardeşlerin seni mahkûm etti sancılı bekleyişlere
- Birkaç dirhemlik maldan öte değildin artık
- Esir düştün köle oldun satıldın Mısır pazarlarında
- Gözlerinin feri düştü hükümsüz akan Nil suyuna
-
- Bir kadının sözlerinde leyl-i gecelerde düştün
zindanlara
- Rüyalar perde oldu göz kıyılarındaki gelecek yaşamına
- Nice kadınlar bir bıçaklık yaşam sundu güzelliğin
karşısında
- Ve büyülendi Züleyha rüzgâr giyinmiş zamanlarda
-
- Ey Züleyha
- Kalbinin acılarını akıtma ruhunun ırmağına
- Vahayı terk et değmesin saçların ağustos sıcağına
- Terlemesin gözlerime değen nur kokulu avuçların
- Kelamın hükümsüz kalmasın sözcükler arasında
-
- Yakup karanlığında dem aldı sevgilerin en güzeli
- Mısır’ın ruhu döküldü şaha vuran Nil sularına
- Çığlıksız ter döktü bedenler Yusuf’un huzurunda
- Diz çöktü kardeşler arsız bakışların gölgesinde
-
- Gözleri ağardı Yakup’un vahanın siluetinde
- “Ah Yusuf’a olan tasam” dedi gök kubbenin altında
- Yusuf’un kokusu sarmıştı Mısır’ın dört yanını
- Ve Yakup gömleğinde bulmuştu gözlerinin ferini
-
- Ey Yusuf
- Leyl-i gecelerde hüküm sürdü Züleyha’nın sevdası
- Sözlerinden önce yüzün gül açtı karanlık yüreklerde
- Gelecek zamanlara yazıldı sözlerin alacası
- Leyl-i gecelerde Yusuf Züleyha’ya sevdalandı
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Hüseyin Hüsnü GÜREL
|
Hüseyin Hüsnü GÜREL HAYAT HİKAYESİ |
ARMARA DENİZİNDE YERALTINDA DOĞALGAZ
PATLAMALARI İLE MEYDANA GELEN TSUNAMİ YÜKSEK DENİZ DALGALARI
KIYAMETLER KOPARCASINA ÇOK KORKUNÇ AFETLERE SEBEP OLMAKTADIR.
Romalılar MS 300 yıllarında İstanbul
şehrini kurdukları zaman; İstanbul’da Yenikapı liman olarak
kullanılmıştır.
İstanbul’da Boğazda yeraltı tüp
geçidinin inşası esnasında Yenikapı’da ki eski limanın kıyı
bölümünde 15 geminin yan yana ve üst üste parçalanarak battığı
tespit edilmiştir.
Prof. Dr. Ufuk KOCABAŞ ve Jeolog Şengül AYDINGÜL; bu 15 geminin
MS 1000 yıllarında Marmara denizinde meydana gelen tsunami yüksek
deniz dalgaları ile Yenikapı limanında kıyıya sürüklenerek ve
parçalanarak, aynı zamanda batmış olduklarını belirlemişlerdir.
Marmara denizinde bu gemileri parçalayarak batıran tsunami yüksek
deniz dalgalarının 10-12 metre.büyüklüğünde olduğu anlaşılmaktadır.
Dünyada yalnız Marmara Bölgesi ile
Erzincan şehri ve ovasında deprem hareketleri başlamadan kısa bir
süre önce yeraltında doğalgaz patlamaları ve bu patlamalar ile
meydana gelen canavarlar kudretindeki sıvılaşma olayları ile
zeminlerin aşağıdan yukarı doğru itildiği; yüzey arazinin deniz gibi
dalgalandığı; binalar ile inşaatların burgu gibi bükerek canavarca
parçalandıkları; Marmara denizinde doğalgaz patlamaları ile deniz
suyunun göklere savrulduğu; kıyılardan sular geri çekildikten sonra
meydana gelen tsunami dalgaları ile; Marmara kıyılarında bir çok
yerlerin sular altında kaldığı; Marmara bölgesi ile Erzincan
şehrinde ve ovasında yeraltında doğalgaz patlamalarıyla dünyada
benzeri olmayan, kıyametler koparırcasına çok korkunç afetlerin
meydana geldiği; deprem hareketleri başlamadan önce yeraltında
doğalgaz patlamalarından ileri gelen bu afetlerin deprem olayı ile
hiçbir ilgisi olmadığı konularında internette http://www.milliservet.blogspot.com/
web sitesinde yayınlanan 10.10.2008 tarihli RAPOR’da ve bu RAPOR’a
bağlı 32 adet EK yazılı belgelerinde bu konudaki gerçekler bilimsel
olarak açık ve belirgin şekilde ortaya dökülmüştür. Bu konuda
gerekli teknik önlemlerin alınması için uyarı yapılmıştır.
Bu raporda 1509 İstanbul depreminde,
Marmara denizsinde İstanbul’un sahil boyundaki ve Galata surlarını
aşacak ölçüde tsunami dalgalarının meydana geldiğini; Marmara denizi
kıyılarında bir çok yerlerin sular altında kaldığını; Yavuz Sultan
Selim’in babası olan Osmanlı Padişahı II. BEYAZIT’ın kıyamet koptu
diye Edirne’ye kaçtığını; 13 gün sonra Edirne’de de deprem olunca
Padişahın İstanbul’a geri geldiğini; Osmanlı Padişahının İstanbul’un
çeşitli yerlerine 400 kuyu kazdırdığını; bu kuyuların “denge bacası”
görevi yaparak yeraltında doğalgaz patlamalarından ileri gelen
basınçları ve sıvılaşma olaylarını bilimsel yöntemle önlediği ve
Osmanlı Padişahı’nın bu kuyular ile yeraltında 30 gün veya 45 gün
devam eden doğalgaz patlamalarından ileri gelen sarsıntılardan
İstanbul’u çok az masrafla kurtardığı konusunda bilgi verilmiştir.
Bu tsunami dalgalarının 10-15 metre büyüklükte olduğu
anlaşılmaktadır.
Bu raporda 1894 İstanbul depreminde
Marmara denizinde meydana gelen tsunami dalgaları ile kayıkların,
mavnaların ve teknelerin parçalandığı ve bu tsunami dalgalarının 8-9
metre büyüklüğünde olabileceği konusunda bilgi verilmiştir.
Marmara denizinde meydana gelen bazı
depremlerde Marmara denizinde oluşan tsunami dalgalarının İstanbul
Beylerbeyi’nde 4 Km iç kısımlara kadar girdiğini; İzmit Körfezinde
birçok yerlerin sular altında kaldığını; deniz sularının geri
çekilmesi ile; buralarda yüzey araziden balıkların toplandığı
konusunda tarihi bilgiler vardır.
Marmara bölgesinde en şiddetli
depremin 7.2 gibi şiddette meydana gelebileceği bilindiği halde;
Marmara denizinde doğalgaz patlamaları ile kaç metre büyüklüğünde
tsunami dalgalarının meydana gelebileceği; bilinmemektedir.
Depremlerde hiçbir hasarın meydana
gelmediği kabul edilse bile; Marmara denizinde İstanbul’un sahil
boyundaki ve Galata surlarını aşacak veya İstanbul’da eski, Yenikapı
limanında olduğu gibi 15 gemiyi parçalayabilecek büyüklükte tsunami
dalgaları meydana geldiği taktirde; Marmara denizi kıyılarında yüz
binlerce can ve trilyonlarca ABD doları gibi çok büyük mal kaybı
verilecek ve Ülkemiz vefat edercesine felç olacaktır.
Depremleri önlemek mümkün olmadığı
halde; yeraltında faylarda ve antiseklinal yükseltilerinde biriken
doğalgazı sondajlar ile temizlemek; Trakya’dan Marmara bölgesine
doğalgaz getiren fayları barajlar ile tıkamak veya Yüce Osmanlı
Padişahı II. BEYAZIT gibi çeşitli yerlere kuyular kazmak gibi teknik
önlemlerle hem doğalgaz patlamalarından meydana gelen kıyametler
koparcasına çok korkunç afetlerden ve hem de Marmara denizinde
meydana gelen tsunami yüksek deniz dalgalarından kurtulmak mümkün
olacaktır.
İstanbul’da eski Yenikapı limanında
15 geminin parçalanarak batması ile Marmara denizinde çok büyük
tsunami yüksek deniz dalgalarının meydana geldiğini kesin şekilde
belirlemiştir.
İstanbul’da Boğaz’da yer altı tüp
geçidi inşaatında; bu tüp geçidinin giriş ve çıkışındaki binaların
deniz seviyesinden 4 metre yüksekte inşa edilmesi ve bu binalara
otomatik kapanan kapıların monte edilmesi ile tsunami deniz
dalgalarına karşı önlem alınmıştır. Bu yer altı tüp geçidi için
alınan bu önlem; İstanbul’un sahil boyundaki ve Galata surlarını
aşacak ölçülerde meydana gelecek tsunami dalgalarına karşı yeterli
olmayacaktır. Bu yer altı tüp geçiti sular ile dolma tehlikesiyle
karşı karşıya kalacaktır.
Marmara denizinde deprem
darbeleriyle meydana gelen 3-4 metre büyüklüğümdeki tsunami
dalgaları önemli olmadığı halde; bu denizde doğalgaz patlamalarından
ileri gelen tsunami dalgaları fevkalade önemlidir.
Marmara bölgesinde deprem
hareketleri başlamadan kısa bir süre önce yeraltından bomba gibi
patlama ve uğultulu, gürültülü seslerin işitilmesine; yüzey arazinin
deniz gibi dalgalanmasına, binaların ve ağaçların yana yatıp yatıp
kalkmalarına; bazı yerlerden alevlerin yükselmasine; etrafın nur
gibi ışıklanmasına; gökyüzünün kızıl renge bürünmesine ve bu
konularda yazılı belgelerle verilen bilgilere bilim adamlarınca,
Devlet yetkililerince ilgili Devlet kurum ve kuruluşlarınca
inanılmamakta ve güvenilmemektedir. Bu olayları yaşayarak bilen
kimseler bu konudaki bilgilerini bilim adamlarına, Devlet
yetkililerine ve ilgili Devlet kurumlarıyla kuruluşlarına
bildirdikleri veya bu konularda televizyonlarda açık oturumlarda
açıklama yaptıkları takdirde; bu kimseler kutsal vatandaşlık
görevlerini yerine getirmiş olacak ve Devletimiz gaflet uykusundan
uyanacaktır.
Bu suretle, Marmara bölgesinde, hem
kıyametler koparcasına korkunç afetlerden ve hem de Marmara
denizinde meydana gelebilecek tsunami yüksek deniz dalgaları
canavarından kurtulunmuş olunacaktır.
19 Ocak 2009 Pazartesi
hhgurel@hotmail.com
WEB: http://www.milliservet.blogspot.com
Gönderen Yüksek İnşaat Mühendisi, İTÜ-1953
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
BESTELENEN “BİRİ
VAR” ADLI ŞİİRİM SESLENDİRİLDİ
-
Başkent Ankara’da, öteki yerleşim
birimlerimizde, musikimize hizmet eden kuruluş ve kişiler var.
Bunların başında, şair, yazar ve araştırmacı TSM alanındaki
çalışmalarıyla da dikkat çeken “Sevgi Kültürevi”nin sahibi Ahmet
Sevgi geliyor.
-
18 Ocak 2009 tarihinde kısa adı
TÜMEK olan, Türk Musikisi Eğitim ve Kültür Derneği salonunda
(Sümer–1 Sk. No: 16–18 Ankara) adresinde, müzisyenlerin ve
bestekârların katıldığı bir müzik ziyafetinde bestelerin
seslendirildiği gönül ve kültür adamı, sanat ve edebiyatımızın dostu
eskimeyen Bakanlarımızdan Ali Nail Erdem’in başkanlığında, Özgen
Gürbüz, Ali Şenozan, Kadri Şarman gibi bestekârların ve Emre Aygen,
Derya Tunç, Mehmet Çağlaroğlu, Şenol Dinleyen, Nesrin Ersipahi gibi
müzisyenlerin katılımıyla ayrı bir anlam kazanan “Şiir ve Müsiki-4”ün
Ahmet Sevgi’nin titiz, ciddi ve yorulmak bilmeyen çalışmalarıyla
gerçekleştirildiğini kaydedeyim teşekkür, tebrik ve saygılarımı
sunayım efendim.
- Ali Nail Erdem’in, sanatın yücelliğinde, musikinin
ön planda bulunduğunu musikinin yaşanan devirlerin izlerini taşıması
bakımından önemli olduğunu, musikimizin bize has olan özelliklerinin
bulunduğunu hatırlatmasından sonra, repertuarda bulunanların
seslendirilmesine geçildi.
-
Şeyh Galip, Sultan Aziz Han, Vecdi
Bingöl, Cahit Sıtkı Tarancı, Dr. Bekir Mutlu, Uğur Gür, Cevdet
Aslangül, Abdullah Satoğlu, Yahya Akengin, Ahmet Sevgi ve Dr. İsa
Kayacan’ın sözlerini yazdıkları, Sadettin Kaynak, Sultan Abdülaziz
Han, Kadri Şençalar, Münir Nurettin Selçuk, Kadri Şarman, H. Özgen
Gürbüz, Ferit Sıdal, Bilge Özgen, Ali Şenoczan, Fethi Karamahmutoğlu,
İsmet Değer’in besteleri seslendirildi.
- Ahmet Sevgi’nin büyük emek ve gayretle hazırladığı “Bir doktora
tezi” haline gelen, 70 sayfalık fotoğrafların, beste sözlerinin,
notalarının detaylı olarak verildiği dökümanın 61 nci sayfasında
sözleri bana ait olan “Biri var” adlı ve İsmet Değer tarafından
bestelenen Kurdi fantezi olarak, usulü: düyek, açıklamasıyla verilen
bestenin notası 61 nci sayfada, arkasında bendenizin bir
ansiklopediden alınan biyografim ve 63 ncü sayfada bestekâr İsmet
Değer’in biyografi ve fotoğrafı yer alıyor. Biri var, adıyla
bestelenen şiirim:
-
- Beni düşünen biri var,
- Onunla gönlüm ferahlar,
- Sıralanan sevgilerde,
- Beni düşünen biri var.
-
- Dünyamı tamir edecek,
- Sevgi, mutluluk verecek,
- Hep gülecek, güldürecek,
- Beni düşünen biri var.
-
- Penceren aralık kalsın,
- Dua ve sevgim ulaşsın,
- Sana mutluluk bulaşsın,
- Diye çağıran bir var.
-
-
Bu sözlerimi Kürdi Fantezi olarak,
düyek usulünde besteleyen İsmet Değer:
-
-1944 yılında Çanakkale-Ayvacık’ta
doğdu. İstanbul Basın-Yayın Yüksek Okulundan mezun olduktan sonra,
Hürriyet Haber Ajansında çalıştı sonra TRT’ye geçti. Diyarbakır
Radyosu ve Genel Müdürlük Müzik Dairesinde uzman olarak görev yaptı.
Bestelerinin büyük bir bölümü TRT Denetleme kurulundan geçen, “Ömür
boyu tatmadım”, “Bir mendil ki sallanır”, “Yüreğinin götürdüğü yere
git”, “Sevgi döktüm yollarına” gibi pek çok bestesi bulunan İsmet
Değer 2007 yılında TRT’den emekli oldu. Halen “ud dersleri” veriyor.
- GÜNÜN SÖZLERİ:
- Bazı bestekârlar, hatır için beste yapıyor, şiirdeki, duygu,
mana, anlam zenginliği aranmıyor. Bu anlayış ve besteler musikimize
zarar veriyor. Kaleme alınan şiirler, “bestelenecek” diye yazılmaz.
Bestekârlar uygun görürlerse bestelenir. “Söz yazarlığı” diye de bir
meslek yoktur, şairlik vardır. (Ortak görüş)
- 1- Bir ülkedeki kültürü ortadan kaldırsanız, fabrikalarının
sayısı o milleti ayakta tutamaz (Ali Naili Erdem),
- 2- Sanatın içine maddiyat girince, duygusall›ktan ayrılındı.
Radyo’daki sevgi ve saygı müessesesi hep işler (Ali Şenozan)
- 3- Kültürümüzün içinde önemli bir yeri olan musikimize hizmet,
herkesin görevi ve sorumluluğu olmalıdır. (Ahmet Sevgi)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
BİR SEMPOZYUMUN ARDINDAN
Merkezi Ankara’da bulunan,
Cumhuriyet Kültür ve Tanıtım Vakfı, geride bıraktığımız Aralık
ayının son günlerinden, 27 Aralık 2008 tarihinde, Kıbrıs Türk Kültür
Derneği Salonunda “Türkiye, KKTC, Azerbaycan, tarih-kültür ve
ekonomi” konulu bir sempozyum düzenledi.
“Kıbrıs için, sivil toplum işbirliği
hareketi “olarak adlandırılan sempozyum iki oturum halinde
gerçekleştirildi. Açılış konuşmaları, Oktay Sanan, Ahmet Göksan ve
Prof. Dr. Anıl Çeçen tarafından yapıldı.
İlk oturumun başkanları; Prof. Dr.
Tuncer Gülensoy ve Prof. Dr. Mehmet Musaoğlu’ydu. Bu bölümde
konuşanlar, bildiri sundular;
-Prof. Dr. Elçin Eskenderzade, Prof.
Dr. Taciser Onuk, Salih Turhan, Dr. Yaşar Kalafat, Prof. Dr. Anıl
Çeçen, Prof. Dr. Ata Atun’dur.
Öğleden sonraki ikinci oturumun
Başkanları; Prof. Dr. Elçin İskenderzade, Dr. Yaşar Kalafat, Bildiri
sunanlar; Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Prof. Dr. Mehman Musaoğlu, Dr.
İsa Kayacan, Gülağ Öz, Ahmet Göksan, Hayrettin İvgin’di.
İlk oturumun sonunda değerlendirme oturumu yapıldı. Prof. Dr.
Tuncer Gülensoy, Hayrettin İvgin, Dr. Yaşar Kalafat, Prof. Dr. Elçin
İskenderzade, Prof. Dr. Taciser Onuk değerlendirmelerde bulundular.
Kapanış konuşmaları da Oktay Sanan ve Ahmet Göksan tarafından
gerçekleştirildi.
“Kıbrıstaki Türkler, umud
yorgunudur. Kıbrısta ve Türkiye’de insanlar diri tutulmalıdır/Dış
Türkler Bakanlığı kurulmalıdır” şeklindeki görüşlerle, “Dünyanın
neresinde Türk varsa ellerimizi uzatmalı ve kucaklaşmalıyız”
görüşleri sempozyumun üzerine konulan, damga olarak vurulanlar
olarak görüldü.
Bu sempozyum vesilesiyle
öğrendiğimiz önemli bir proje var: “İlk hedef yeni Akdeniz” Yani;
“Cumhuriyet Kültür ve Tanıtım Vakfı’nın ilk hedefi yine Akdeniz”.
Kurtuluş, güvenlik ve gelecek için dün olduğu gibi, bugün ve
yarın da “ilk hedef yine Akdeniz” olarak görünüyor. Proje bu hedef
doğrultusunda toplumsal, kültürel ve ekonomik bir “ilerleme” projesi
olarak karşımıza çıkıyor.
u arada, Oktay Sanan imzalı
“Atatürkiye” adlı kitap, Cumhuriyet Vakfı yayınlarının 2 ncisi
olarak günyüzü görmüş efendim.
BENDENİZ
“Türkiye, KKTC, Azerbaycan,
tarih-kültür ve ekonomi” konulu sempozyuma sunduğum bildiride;
Kıbrıs’tan bana karşı ilk ses, şair,
yazar ve eğitimci İlter Veziroğlu tarafından 1960’lı yılların
başında geldi. Azerbaycan’dan ise, 1992 yılında yayınladığım ve
yüzüncü kitabım olan, “dalya” dediğim “Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri” adlı kitabımla gelen dolaylı seslerdi.
Sonra, Doç. Dr. Tamilla Aliyeva Abbashanlı, Prof. Dr. Elçin
İskenderzade Vektor Neşirler Evi’yle önemli işler görüyor. Prof.
Celil Nagıyev ve giderek artan, şair, yazar dostlarımız
sayılabiliyor. Azerbaycan çıkışlı 1500’ün üzerinde makale yazıp
yayınladım “Dünyanın neresinde Türk varsa ellerimizi uzatmalı,
kucaklaşmalıyız” görüşümden hareket ettim
KATILIM BELGESİ
Cumhuriyet Kültür ve Tanıtım Vakfı,
Katılım Belgesi: Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla 27-28
Aralık 2008 tarihlerinde Ankara’da düzenlediğimiz ve “Kıbrıs için
Sivil İşbirliği” amacına yönelik, “Türkiye-KKTC-Azerbaycan
Tarih-Kültür ve Ekonomi Sempozyumu”na katılım ve katkılarından
dolayı sayın Dr. İsa Kayacan’a teşekkür eder, çalışmalarında
başarılar dileriz. (27 Aralık 2008, Oktay Sanan, Vakıf Yönetim
Kurulu Başkanı).
GÜNÜN HABERİ:
01 Kasım 2008 tarihinde hizmete
açılan, Burdur İli, Tefenni İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa
Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli daha kitap ve derginin
gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap ve dergi sayısı 8 bin
07’ye ulaştı.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
MAKEDONYA TÜRKLERİNİN SESİ: YENİ BALKAN
GAZETESİ
Gazeteler, dergiler, yayın
organları. Hele yurtdışından gelenler olursa, ilgimizin doruğuna
çıkarak, sayfalarında gezme aceleciliğimiz oluyor. Şahsen ben bu
duygu ve düşünceler içine giriyorum.
Yıllard›r söylediğim bir cümle,
görüş, ifade edişim var:
-“Dünyanın neresinde Türk varsa,
ellerimizi uzatmal›, kucaklaşmal›y›z.”
Hareket noktam, bu görüşüm, bu görüş
çıkış noktam.
Geçenlerde, Ankara’daki bir ödül
töreninde bana ulaşan, ulaştırılan bir gazete vardı. Adı: Makedonya
Türklerinin Sesi: Yeni Balkan.
Bu gazete, normal boyutlu 16 sayfa.
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Mürteza Suluoca. Yayın kurulunda
altı isim ve imza var. Gazetenin Kosova ve Batı Trakya temsilcileri
bulunuyor. İrtibat tlf: 00389(0)71913331, şeklinde kaydediliyor.
Gazetenin sayfalarına dönüyorum: İlk
sayfada manşet niteliğinde, ağ›rlıklı olan haberlerin verilişi,
fotoğraflarla zenginleştirilişi. iç sayfalarda yer alan bazı
haberlerin anonsları. Buradan, yani birinci sayfadan bazı başl›klar:
- İsrail, acımasızca çocukları
vurmaya devam ediyor/Gelecek ğitimdedir/Eğitim Türk Dili ve
Edebiyatı bölümü Yahya Kemal’i andı/Avrupa Birliği Para Fonu 200 bin
Euro maddi destek sağlayacak/Kameri Takvimin birinci ayı vd.
Makale yazar› olarak iç sayfalardaki köşelerinden okuyucular›yla
merhabalaşanlar var. Bunların yazılarından bazı cümleler vermek
istiyorum bu kez:
- Bugün halâ Makedonya’da Alaturka
ve alafranga ikilemi yaşanmakta (Alev Süleyman)
- Geçen saldırılarda bir grup
Makedonya’da İsrail’i protesto etmişti (Mürteza Sülooca)
- Azerbaycanlıları Özerk Cumhuriyet
kurmaya iten sebep, Türk dünyasının her yerinde olduğu gibi
varlıklarının yok edilmesine, hayatlarına kast edilmesine karflı
başkaldırıdır. (Abdullah Uluyurt),
- 2008 yılında Struga Şiir
Akşamlarında Türk Şiiri, Türkiye’den ve KKTC’den gelen şairlerle
temsil edildi (Fahri Ali),
- Aşure ayı gelince çok kez aşure
ikram etmesinler diye eş dostun evlerini ziyaret etmekten bile
kaçınıyorum (Fahri Kaya),
- Eğer anne sütü yetersiz ise,
bebeğinize demirle güçlendirilmiş mamalar verin (Dr. Beycan ilyas)
Altıncı yayın yılı içinde olan “Yeni
Balkan” Gazetesinin 05 Ocak 2009 tarih ve 238 nci sayısıydı,
sayfalarında gezdiğim gazete.
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığı -TİKA Üsküp Program Koordinatörü Ali Maskan’la yapılan
bir söyleşinin de yeraldığı ve bu anonsun gazete logosu altından
verildiğini hat›rlatt›ktan sonra, bir sanat ve edebiyat adamı,
kalemi olduğunu anladığımız Fahri Ali’nin “Kış oyunu” başlıkl›
(sayfa 14) fliirinden iki dörtlük verelim efendim:
Kışın tatlı neşesi ,
Yağan karlarla başlar,
Kışın acı havası,
Gelen soğukla başlar…
Eh ne güzel çocuklar,
Bir arada oynarlar,
Buz dede ile birlikte,
Kışı selâmlarlar..
GÜNÜN HABERİ:
01 Kasım 2008 tarihinde hizmete açılan, Burdur İli, Tefenni
İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli
daha kitap ve derginin gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap
ve dergi sayısı 8 bin 07’ye ulaştı.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
ADİL ŞİRİN’İN LAÇİN ŞİKESTESİ
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de
faaliyet gösteren, Prof. Dr. Elçin İskenderzade’nin genel
koordinatörlüğünde yayın yapan Vektor Neşirlerevi’nin birbiri ardına
gelen yayınlarından bir yenisi, Adil Şirin imzalı “Laçın Şikestesi”
adlı şiir kitabı.
Uzunca şiirli anlatımlar da dikkat çekiyor kitabın arkasında..
196 sayfayla günyüzü görmüş.
Redaktör ve önsözün müellifi: Prof.
Dr. Elçin İskenderzade, önsözünün bir yerinde:
-“Adil Şirinin bütün şiirleri her
yerde ve her zaman senet sınağından üzüağ çıkan ve ebedi olarak
üzüağ çıkacak şiirlerdir”” diyor.
Kitabın ilk şiiri “Bilirsen mi?” başlığıyla 5 nci sayfada
yeralıyor..
Bu şiirin ilk bölümü şöyle efendim:
Her şey arkada galdı,
Bilirsen mi, neler oldu?
Ayrılık illerinde,
Sana vaat ettiğim güzel rüyalar,
Ilgımlar gibi savrulur,
Ömrün semum yellerinde.
İlk anda, Azeri Türkçesiyle, Türkiye
Türkçesi arasında bazı farklılıklar olduğu görülüyor gibiysede, bu
farklılık önemli anlaşılmazlık tablosu ortaya koymuyor.
Adil Şirin şiirlerinin bazılarının başlıklarını koymamış.. Bir
yıldızla ayırımlaştırmış, belirginleştirmiş.
Prof. Dr. Elçin İskenderzade hocaya
ithaf ettiği şiir 24 ncü sayfada karşımıza çıkıyor. Dört ayrı
dörtlükten meydana gelen “Özüm burada, deli gönlüm uzakta” başlığı
altındaki anlatımların ilk dörtlüğü;
Kaderim ne ise ona razıyım,
Tek sen ganad ver, gana razıyım,
Anamın alnında gara yazıyam
Özüm burada, deli gönlüm uzakta.
Şiirlerin tamamına yakını hece
vezniyle şekillendirilmiş, ortaya konulmuş. Görünen o ki Adil Şirin,
şiirlerinin konu seçiminde, işlenişinde, belirli bir süre
dinlendirdikten sonra, okuyucularının beğeni veya eleştirileriyle
takdir topluyor, alkışlanıyor. Sayfa 98’de yeralan “Yalnızlık” adlı
başlıklı şiiri vermek istediğimiz örneklerdendir efendim. Bir
dörtlüğü bu şiirin:
Bu hazin yaz gecesi,
Seni düşünmek ağır,
Rüyamda hatıramın,
Gözlerinden yaş akıyor.
Adil Şirin: 1955 yılında Laçın
Rayonunda dünyaya geldi. 1972 yılında şiirleri, denemeleri
yayınlanmaya başladı.
Respublikanın bir sıra gazete ve dergilerinde sorumluluk taşıyan
görevlerde bulundu.. Şahmar Ekberzade ve Nazım Hikmet adına
düzenlenen yarışmalarda dereceler alan Adil Şirin, Türk Dünyası
Araştırmaları Beynelhalk Elmler Akademiyasının Fahri Doktorudur.
“Kızıl Yıldız” ödülünün de sahiplerindendir.
GÜNÜN SÖZÜ:
Prof. Dr. Elçin İskenderzade, tez
tez konuğu olduğu Avrupa ve Dünya ülkelerinde, Azerbaycan kültürünü
değişik yönleriyle anlatmakta ve kültürel köprü olma başarısının
bayrağını yükseklerde dalgalandırmaktadır (İK).
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
KADİR YAVUZ’UN İKİ KİTABI
Isparta ilimiz merkezinde yaşayan,
yayınlanmış pek çok kitabı bulunan Kadir Yavuz’un iki kitabı,
şair-yazar Fatma Uçarlar’ın 10.01.2009 tarihinde Isparta’da
düzenlediği “imza günü” pardon imza şöleni vesilesiyle gittiğim
toplantı salonunda bana ulaştırılanlardı bunlar:
HARMAN
Kadir Yavuz’un denemelerinden oluşuyor. 300 sayfayla
Ocak 2008’de günyüzü görmüş. İlk sayfalarda birkaç şiir, şiirli
anlatım. Sonra denemeler bölümünün başlayışı. Bu şiirli bölüm
dediğimiz, Murat Yüksel’in manzum anlatımla, Kadir Yavuz’dan sözediş
bölümü olarak görmeli, böyle nakletmeliyiz.
Gazeteci, yazar ve şair olan Kadir Yavuz’un uzunca
bir sunuşu, bir kapak yazısı var ilk sayfalarda:
- “İnsan olduğumuzu unuttuk.
Dostlarımızı, akrabalarımızı unuttuk. Teknoloji bizleri metale
çevirdi” hemen üst satırlarda sözettiği, sunuş ve kapak yazısından
iki cümleydi bunlar.
- Toplum yapısı bizim ki kadar
değişken bir millet görülmemiştir(S.134),
- Akşam üzeriydi. İş yerinden
çıkmış, istasyon caddesinden aşağı doğru ufak ufak yürüyordum
(S.135)
Bu cümlelerden hareket ettiğimizde, Kadir Yavuz’un
denemelerinin toplumumuz içinden seçilen ve işlenilen konular
olduğunu ve anlatım biçiminin, yumuşak ve netlik içinde bulunduğunu
hemen anlarız.
KÖPRÜ
Kadir Yavuz’un bir başka deneme kitabı. 280 sayfalık
Köprü. İçindekiler bölümü, bölümleri sayfalara aktarılırken
başlıkların karşılarına bulundukları sayfa numaraları unutulmuş. Her
yayında ufak –Tefek hata ve eksiklerin olması doğaldır.
Sunuş yine, araştırmacı-yazar-şair Murat Yüksel’e ait. Aynı
yolla, aynı anlatımla. Yani manzum anlatımla demek istiyoruz
efendim. Kitabın adı olan ara başlık altından:
Kadir Yavuz “Köprü” dedi kitabı,
Düşünelim, ne demektir acaba?
Akıl ve kalp, fikir ve his köprüsü,
Gönül sofrasının çiçeği süsü.
Birbirimizi anlayabilsek, tüm
sorunlarımızın çözüleceği gerçeğinden hareket ederek ortaya koyduğu
denemelerinin özellik ve güzelliklerini bu kitapda rastlıyoruz Kadir
Yavuz’un..
Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.
Kadir Yavuz: 1954 yılında Elazığ’da doğdu. Diyarbakır Eğitim
Enstitüsünden mezun olan Kadir Yavuz, Kars lisesinde edebiyat
öğretmenliği yaptı. 2002 yılına kadar 27 yıl Elazığ’da ticaretle
uğraştı. Final Dershanelerinde Müdür Yardımcısı olarak çalıştı. Lise
yıllarında şiir ve yazıları yerel gazetelerde yayınlandı. Şu anda
Ispartada yaşayan Kadir Yavuz, bu ilimizde şiir ve yazı hayatına hız
verdi. Bu ilimizdeki gazetelerde değişik konulardaki yazılarıyla
dikkat çekti. Kadir Yavuz’un yayınlanmış pek çok kitabı bulunuyor.
HOCAM İSA KAYACAN’a
Yıllardır, gönlümüzde taht kuran
Yüreği ve kalemiyle önde duran,
Asırlar boyu tarihte kalacak olan,
Altın harflerle kalbimize yazılan,
İsa Kayacan’dır, İsa Kayacan.
Hacer GEZER (Alanya, Temmuz 2008)
GÜNÜN HABERİ:
01 Kasım 2008 tarihinde hizmete açılan, Burdur İli, Tefenni
İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli
daha kitap ve derginin gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap
ve dergi sayısı 8 bin 07’ye ulaştı.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- BİR ÜMİD HARİBÜLBÜL
- Başlığımız bir kitab olarak bize ulaştı, karşımıza çıktı.
-
Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de
faaliyet gösteren, son aylarda yayınladığı kitaplarla dikkat çeken
“Vektor” Neşirlerevi’nin bir yayını. Bu yayınevinin sahibi ve Genel
Yayın Yönetmeni Prof. Dr. Elçin İskenderzade’nin şiirlerinin bir
araya getirildiği bir kitap bu efendim.
-
Kitabın redaktörü ve önsözünün
müellefi: Prof. Dr. Nizami Caferov. Cildin ressamı: Dr.Zeynel Beksaç
(Kosova).
-
Nizami Caferov, önsözünün bir
yerinde: “Elçinin istedadı halal istedaddır,
-
- Elçin’in sesi bağdan gelir” diyor.
- Bir Ümid Harıbülbül, adlı kitap:
-
-
-Sevdalı beyaz dualar, Üreyimin
sevda türküleri, Ülkeler insanlar sevdalar, çerçevesiz resimler…
bölümlerinden meydana geliyor.
-
Bölümlerin, daha doğrusu bölüm
yazılarının hemen arkasındaki sayfalarda, ressamların değişik
çalışmalarından örnekler verilmiş, yerleştirilmiş. Kitabın sonunda
da, çoğunluğu, daha doğrusu ağırlıklı bölümü Azerbaycan çıkışlı
olmak üzere bazı isim ve imzaların Elçin İskenderzade hakkında
ortaya koyduğu görüşlerden örnekler verilmiş, cümleler ve isimler
itibariyle.
-
Şiirlerin yazılış tarihleri veya
yılları da alt kısımlardaki yerlerinden bizimle selamlaşmakta..
- Dokuzuncu sayfada ve kitabın ilk şiiri, daha doğrusu ilk bölümün
ilk şiiri: Beyaz meleğin gece duası, adıyla karşımıza çıkmakta. İlk
dörtlüğü bu şiirin:
-
- -Bilmiyorum sinemde ürekdi, nedi,
- Köksümde döyünen çiçekdi, nedi,
- Geceler yukuma haram gatıram,
- Geceler ruhumda bir behanedi.
-
-
Elçin iskenderzade hakkında
yazılanlardan bazı cümleler nakletmek istiyorum:
-
1- Azerbaycan edebiyatının dünyada
tebliğ edilmesinde, Türk dilli halkların tanınmış yazıcılarının
eserlerinin ve özlerinin Azerbaycan okuyucularına tanıtılmasında
Elçin İskenderzade’nin misilsiz hizmetleri var (Anar),
-
2- Profesör Elçin İskenderzade’nin
Kırımtatar halkına ve şahsen bana gösterdiği büyük sevgi ve saygıyı
gördükten sonra, apardığımız mücadelenin ne kadar şerefli ve gerekli
olduğuna bir daha yürekten inandım (Mustafa Kırımoğlu)
-
3- Elçin İskenderzade, dünyanın
görünen ve görünmeyen tarafının şiirlerini yazıyor (Adil Mirseyid)
-
4- Elçin İskenderzade her şeyden
önce büyük bir Türkdür ve büyük bir Türk milliyetçisidir (Dr. Özgen
Keskin),
-
5- Şiirlerini zevkle okuduğum Elçin
İskenderzade, bana bizim milli edebiyat şairlerimizden Mehmet Emin
Yurdakul ile Faruk Nafız Çamlıbeli hatırlattı (Yavuz Bülent Bakiler)
-
6- Umarım ki, Türk Dünyasının Elçin
İskenderzade gibi, nadir istidatlar bizim başaramadıklarımızı, lakin
arzuladıklarımızı şerefle hayata geçirecekler (İhsan Doğramacı)
-
7- Prof. Dr. Elçin İskenderzade’nin
Türk medeniyeti ve edebiyatı için gördüğü işlerin kesinlikle
alternatifi yoktur (Prof. Dr. Levent Seçer)
-
- GÜNÜN HABERİ:
-
01 Kasım 2008 tarihinde hizmete
açılan, Burdur İli, Tefenni İçesi, Ece Köyü’ndeki “Prof. Dr. İsa
Kayacan Kütüphanesi”ne 17 koli daha kitap ve derginin
gönderilmesiyle, anılan kütüphanedeki kitap ve dergi sayısı 8 bin
07’ye ulaştı.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- RIZA BULUT DA ARAMIZDAN AYRILDI
-
-
Yıllardır, vefatla aramızdan
ayrılanlarla, Azerilerin deyimiyle dünyalarını değiştirenlerle
ilgili haber, biyografi yazıyor, kitaplarımın sayfalarında yer
almalarını sağlarken, üzülüyor, üzülüyorum.
-
- RIZA BULUT
-
Burdur gazetesinin köşe
yazarlarındandı Rıza Bulut. Kendine özgü yazışı, anlatımı,
yorumlayışı bir farklılık getiriyordu. Yazıları dikkatimi çeker,
satır satır okurdum. Bu noktadan hareketle, yazılarının
değerlendirildiği, kaleminin yorumlandığı “Burdur’dan Rıza Buulut
Yazıları” başlığıyla yazdığım yazı,Ankara gazetelerinden Belde’nin
28.11.2008 tarihli sayısında yayınlanmış, sonra Burdur ve Anadolu
gazetelerindeki köşelerimde yeralmıştı.
- Rıza Bulut bir gün telefonla arayarak, yazdığım yazıdan dolayı
memnun olduğunu, sevindiğini, “bu iltifatlara layık değilim hocam.
Ama siz yazmışsanız, bunun mutlaka bir değeri ve anlamı vardır.
Burdur’a gelince uzun uzun görüşmek isterim” demişti.
Kararlaştırmıştık, Burdur’a gidişimde mutlaka görüşecek, hasret
giderecektik. Ama nasip değilmiş.
-
2008 sonunda, Rahmi Ermiş aradı,
Rıza beyin vefat ettiği haberini verdi. Arkasından Adnan
Taraşlı’yla, akabinde de M. Ercan Taraşlı’yla görüşmemiz oldu.
Rıza Bulut, kalp krizi sonucu vefat etmiş, aramızdan ayrılmıştı.
- Rıza Bulut: 1954 yılında Burdur’un Kozluca beldesinde doğdu.
Gönen İlk öğretmen okulundan mezun olduktan sonra, değişik
okullarda çalıştı. Eğitim-İş Sendikası kurucuları arasında yer
aldı.
-
Emeklilikten sonra, “Bulut
Kitabevi”ni kurdu ve işletimini sağladı. Burkent-Burkoop
yöneticileri arasında yeralan, DSP’den milletvekili adayı olan
Rıza Bulut üç yıl süreyle Burdur Gazetesinde eğitici ve mizahi
ağırlıklı yazılarıyla dikkat çekti.
- Kalp krizi rahatsızlığı nedeniyle, Isparta SD-Ü. Tıp Fakültesi
Hastanesinde yoğun bakım ünitesinde tedavi görürken, 30.12.2008
tarihinde öğle saatlerinde vefat etti. 31.12.2008 tarihinde
Kozluca’da toprağa verildi.
-
1- Rıza Bulut’un yazılarını
ilgiyle izliyor, yararlanarak okuyordum (İbrahim Özçimen, Vali)
-
2- Rıza Bulut’u öğretmenlik
yıllarında tanımıştık. O’nu en çok köşe yazarlığında tanıdık. (M.
Ercan Taraşlı)
-
3- Rıza Bulut yazılarında yaptığı
eleştirilerle, kimseyi incitmeden, akılda kalacak öneriler ve
görüşler ortaya koyuyordu. (Adnan Taraşlı)
-
4- Rıza Bulut, birkaç yıldan beri,
gazetemizde yazdığı yazılarla bir ilk’I başarıp, yaygın basındaki
az sayıdaki yazar gibi, köşesi merakla beklenir, okunur hale
gelmişti. (Hasan Türkel)
-
5- Rıza Bulut, yüz yüze görüşmeden
tanıdığım Burdurlulardandı. Yazıları stil bakımından ilgimi
çekerdi, O’nun aramızdan ayrılışı gözlerimizi bulutlandırdı.
(Orhan Erenalp)
-
6- Gazeteyi hazırlarken, kontrol
ederken sıra Rıza hocamızın yazısına geldiğinde pür dikkat okuyor,
hemen her seferinde gülümsüyorduk. (Hacer Zeren)
-
- GÜNÜN HABERİ:
- Merkezi Ankara’da bulunan, Burdur İli ve
İlçelerini Tanıtma, Kalkınmadırma ve Yardımlaşma Derneği’nin
04.01.2009 tarihinde yapılan olağan genel kurulunda, Başkanlığa
Ahmet Şakar seçildi.
- www.isakayacan.blogspot.com
Tlf: 0312.355 13 76
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
İMZA GÜNÜNDEN ŞİİR ŞÖLENİNE
Hani bazen yola çıkarsınız. Şu
sokaktan yürüyeyim, bu sokaktan çıkayım gibi bir düşünceniz, plan
programınız olur ya.
Belirli bir yürüyüşten sonra,
farkına varmadan, varamadan sokaktan çıkar, caddeye, bulvara doğru
adım atarsınız, cadde ve bulvarda yürümeye başlarsınız ya.
Isparta ilimiz merkezinde yaşayan,
yazıp-yayınlayan şair ve yazar Fatma Uçarlar, 2008 yılında
yayınlandığı, basımında Eğirdir Belediye Başkanı Ömer Şengöl ve
Burdur Borsası Başkanı Baki Varol’un desteklediği “İçimde Söz
Dinlemez Deli Var” ve “Şöyle Giriversen Kapımdan” adlı şiir ve
deneme kitapları için 10 Ocak 2009 tarihinde Isparta’da “İmza
günü” düzenledi.
Bu imza günü için önce “Sıradan
bir imza günü olsa gerek” diye düşündüm. çünkü bazı kitabevleri
veya şair-yazarlar imza günleri düzenliyorlar, kendi yakın
çevrelerindeki insanlardan başka katılım olmuyor. Sözde imza
günleri, başladığı gibi bitiyor.
İMZA GÜNÜNDEN ŞİİR ŞÖLENİNE
Fatma Uçarlar’ın imza günü,
katılımın fazlalığı ve sunuluş biçimi itibariyle, şiir şölenine
dönüştü. Programın Kamu-Sen Isparta Şube Başkanı Bülent Özkan ve
eşi Serpil hanım tarafından desteklenmesi, katkıda bulunulması,
yer değiştirişin önde gelen etkenlerinden sayılıyordu.
Fatma Uçarlar’ın sunduğu, yer yer kendi
şiirlerinden, üzüntü-kırgınlık, sevinç, mutluluk konulu şiirlerini
seslendirişi, 150 dolayındaki katılımcının sessizce dinleyişleri,
alkışlarının sıklıkla tekrarlanışı Fatma Uçarlar imza gününün şiir
şölenine dönüştürüldüğünü, daha doğrusu kendiliğinden böyle bir
dönüşümün gerçekleştiğini ortaya koyması bakımından önem
taşıyordu.
Fatma Uçarlar’ın son iki kitabı
yanında, 2004 yılında yayınladığı ve ilk şiir kitabı olması
bakımından önem taşıyan “Sevdim Yetmez mi” de imzaladığı öteki iki
kitabı arasında yeralıyordu.
Bir kültür programı olan pek çok
çiçeğin geldiği Fatma Uçarlar imza gününden şölene dönüşen
programa, göreve başlayışının ilk günleri olması nedeniyle
katılamayan Isparta valisi Ali Haydar Öner başta olmak üzere,
değişik isim ve imzanın telgrafları, kutlamaları yanında,
Burdur’dan gelen işadamı ve medya kuruluşlarının sahibi Mehmet
Cadıl yanında Müzeyyen Düdük, Sabahat Gümüş, Durmuş Öcal, Osman
Tekerci, Mehmet Şimşek, Gültekin Artukoğlu gibi isimler ve
Ankara’dan İsa Kayacan, Simav’dan Osman Karaaslan ve eşi,
Afyonkarahisar Başmakçı’dan Hüsamettin Tat ve oğlu ilk sırada
kaydedilmesi gereken isimler arasında yeralıyorlardı.
Ayrıca, Burdur’dan Fatma
Uçarlar’ın mesai arkadaşlarından Hanım Akçay diğer arkadaş ve
dostları dikkat çekiyordu.
Isparta’dan, Göller Bölgesi Şair
ve Yazarlar Derneği Başkanı Melahat Ecevit başta olmak üzere,
Fatma hanımın kardeşi Recep Uçarlar, yengesi Mine Uçarlar, sevinç
ve mutluluk içinde görünüyorlardı. Gelin Sanem, oğulları
Emrah-Emre telefonlarla annelerinin mutluluğunu paylaşıyorlardı.
Şiir şöleni haline gelen Fatma
Uçarlar imza günündeki konuşmacılar; İsa Kayacan, Osman Karaarslan,
Mehmet Cadıl, Sabahat Gümüş, Abbas Şenel, Osman Tekerci ve Kadir
Yavuz’du.
Fatma Uçarlar’ın kişisel
yapısından kaynaklanan ciddi çalışmalarının sonunda ortaya böyle
kalıcı eserlerinin çıktığı görülürken, sosyal aktivitelerindeki
başarıları da eklenince sanat ve edebiyat dünyamızdaki yürüyüşünde
önemli ve anlamlı mesafelerin alıcısı bir Fatma Uçarlar’ın ortaya
çıktığı anlatıldı. Eğirdir Kaymakamı Halil Serdar Cevheroğlu’nun
da katıldığı Isparta yerel ve yaygın basın temsilcileriyle
Kanal-32 TV muhabirlerinin Fatma Uçarlar etkinliğine gösterdikleri
ilgi dikkatlerden kaçmıyordu. Söz konusu TV’nin akşam ana
haberlerinin içinde bu etkinliğin görüntü ve haber olarak
verilişi, teşhis ve tespitlerimizin doğruluğunu gösteriyordu.
Fatma Uçarlar ‘ın “Fatma’ya Geldim” ve “Mutluluk Saati” adlı,
başlıklı şiirlerinden birer dörtlük:
1- Şaşırma görünce karşında
beni/Elimde değil ki, özledim seni/İzin ver gireyim, döndürme
geri/Bu gece dizinde yatmaya geldim.
2- Çağlayıp akarken, duygular
sele/Sözüm geçmez oldu, şu esen yele/Muhtaçken yaramı saracak
ele/Düşünmedi bir an, kolumu kırdı.
GÜNÜN SÖZÜ: Sanat ve edebiyatın
ciddiye alınması, kalıcı sonuçlar ortaya koyar (Fatma Uçarlar)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- DİNLENDİRİLMİŞ ŞİİRLER
-
Bir şair, yazar, araştırmacı. Yeni
bir edebiyat akımının öncüsü Mustafa Ceylan’ın bendenize ithaf
ettiği “Köye Özlem” adlı, başlıklı bir şiiri var, dinlendirilmiş
şiirler arasında gördüğüm. Buyrun şiir aşağıda, birlikte okuyalım:
-
- KÖYE ÖZLEM - İSA KAYACAN’A (Mustafa Ceylan-1986)
-
- Moraran dağların esmer çocuğu,
- Yalın ayak gezen tarlada benim.
- Unutmamış, gerçek dostların çoğu,
- Tutuşur gözlerim sılada benim.
-
- Bağ bozum vaktini geçti sanmışım,
- Üzümleri salkım salkım anmışım
- Özlemiyle ateş olup yanmışım,
- Ayaklarım tozlu yollarda benim.
-
- Çapaya giderdim “imece” tutup,
- Ekin yığınında kendim unutup,
- Askere gidince yazdığım mektup
- Okunur dayıda, halada benim.
-
- Bilirim kağnılar dilsiz yatıyor,
- Çekirge bozkırda kaşın çatıyor.
- Ramazan akşamı güm güm atıyor,
- Yüreğim Ezan’da-Sala’da benim.
-
- Çeşmelerde testi testi sularım,
- Yayla akşamında tüm uykularım,
- Yetimler ağlasa bende ağlarım,
- Yamalı giyside, yoksulda benim.
-
- Sizin olsun beton yığını “şeğer”
- Geçmişi yaşamak mümkünse eğer,
- Büyülü gözlerim, alnımdaki ter
- Duruyor, kilimde-palada benim.
-
-
Bu Mustafa Ceylan şiirinden sonra,
yayınladığı şiir ve deneme kitaplarıyla dikkat çeken, Fatma
Uçarlar’ın 1998 yılında yazdığı “Anneme” adlı şiirine kulak
verelim. Buyurun:
-
- ANNEME (Fatma Uçarlar-1998)
-
- Gecenin bir vakti uyandığımda,
- Seccadenin üstü boş artık,
- Hafif ışık sızan odada,
- Yasin, Tebareke okuyan yok artık…
-
- Evimin kapısını açtığımda,
- Tüm odalarım boş artık.
- Her gün evimden çıkarken,
- Dualarla uğurlayan yok artık.
www.isakayacan.blogspot.com
Tlf: 0312.355 13 76
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- ERŞAT HÜRMÜZLÜ
-
İnsanlar doğup büyüdüğü yöreye
hizmetle işe başladıkları takdirde, yararlılık ve aranılırlık
oranı artıyor.
-
Bunların, önde geleni Kerkük’lü
Esat Hürmüzlü’dür.
-
Irak Türkmenlerinin tanınan, aydın
şahsiyetlerinden biri olan Erşat Hürmüzlü; 1943 yılında Kerkük’te
doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kerkük’te tamamladı. 1959 yılında
Bağdat Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. 1963 yılında Hukuk
Fakültesinden mezun olduktan sonra sigortacılık alanında çalışmaya
başladı.
-
İsinin büyük bölümünü yurt dışında
yaparak, bağlı bulunduğu sigorta şirketinin Kerkük şubesine müdür
olarak atandı. 1980 yılında bazı nedenlerden dolayı Irak dışına
çıkarak, Türkiye ve Suudi Arabistan’da hayatını sürdürdü.
- Arap Dünyasında Irak Türkmenlerinin kültür temsilcisi olarak
tanınan Hürmüzlü’nün, edebiyatla ilgisi çok genç yaslarda başladı.
Bağdat’ta henüz üniversite öğrencisi iken Bağdat Radyosu’nda
açılan Türkmence Bölümünde basarıyla hazırlayıp sunduğu “Radyo
Dergisi” adlı programı yıllarca edebiyat meraklıları tarafından
ilgiyle dinlendi.
-
Şiirlerinde sade bir dil kullanan
Erşat Hürmüzlü, hece vezni ile serbest biçimi de denedi. Şiiri
amaç değil araç olarak ele alan Hürmüzlü, asıl edebi başarısını
yazılarında gösterdi. Özellikle fikir alanında yazdığı denemeler,
bir dönem Kardaslık Dergisi’nin sayfalarında birçok okuyucu
tarafından merakla izlendi.
-
Bir kısmı takma adlarla yazdığı bu
makale ve denemeleri ile hem edebi hem de düşünce yönünden yeni
yetişen gençlik kuşağını geniş ölçüde etkilediği gözlendi.
Kardaşlık ile Türk Kültürü Dergilerinde yayımlanmış şiir ve çok
sayıda inceleme ve deneme yazılarının kitaplaştırılması
çalışmalarını sürdüren Erşat Hürmüzlü Irak Türkmenlerinin kültür
evi olan Kerkük Vakfı’nın kurucuları arasında yer aldı. Anılan
vakıf tarafından yayınlanan Arapça, Türkçe ve İngilizce, üç ayda
yayınlanan Kardaşlık Dergisi’nin yazı kurulu üyesi olan, 2008
yılında T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ortadoğu Danışmanı
olarak çalışmaya başlayan Erşat Hürmüzlü’nün;
-
1. El-Türkman Fil-Irak (Bağdat
1971, Arapça)
-
2. Irak Türkmenleri (İstanbul,
1991, 2. Baskı-Ankara, 1994)
-
3. Türkmen ve Irak (İstanbul,
2003-Arapça) adlı kitapları yayınlandı.
-
ÇALIŞMALARLA
-
Ortaya konulan çalışmalar, hangi
ortamda olursa olsun, mutlaka ses getiriyor, ilgi görüyor. Erşat
Hürmüzlü örneğimiz söylemek istediklerimizle iç içe bir görüntü
ortaya koymaktadır.
-
Irak Türkmenlerinin, Kerkük’te
yaşayan kardeşlerimizin sorunlarıyla ilgilenmek, çözüm yolları
arayıp bulmak, Ersat Hürmüzlülerin başarı bayrakları olarak
dalgalanmaktadır.
www.isakayacan.blogspot.com
Tlf: 0312.355 13 76
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- BİR GARİP ÖZÜR YOLCUSU
-
Niyetlenir, peynirinizi,
zeytininizi, çıkınınızı doldurur, yerleştirir yola çıkarsınız.
Hedefiniz bellidir. Kimliğinizdeki adınız yanında, yolculuğunuzun
ismiyle karışan, karıştırılan isminiz vardır.
-
Ticaret yolcusu, kültür yolcusu,
ekonomi yolcusu vd. Siz bunlardan hiçbirinin içinde yeralmıyorda
“Özür yolcusu”ysanız, duygularınızı açıklamak zorundasınız
demektir. Ve açıklarsınız:
-
- ÖZÜR YOLCUSU
- Anlattıklarınız, duygularınızın derinliğinden
gelenlerdir. Samimi ve teslimiyet içindekilerdir bunlar. Önce
kendi kendinize bir durum değerlendirmesi, vicdan muhasebesi içine
girersiniz. Başlayışınız:
-
- - Kurulan “Vicdan mahkemesi”nde,
- Duruşmalar, aylarca sürdü.
- Hakim “Özür dileme” cezası verdi,
- Karar Yargıtayca onandı.
-
-
Bu girişten sonra, hangi ulaşım
aracının yolcusu olduğunuz, yolcusu olunduğu anlatılır. Biraz
uzuncadır:
-
- - Kağnılarda, arabalarda, kervanlarda,
- Otobüslerde, kamyonlarda, minibüslerde,
- Trenlerde, gemilerde, uçaklarda,
- 3-G’yi arayan,
- Bir garip özür yolcusuyum...
- “Gidiyorum, gündüz-gece”...
-
-
Anlatımların ardından hemen ilave
edilir. Hatta adres gösterilir açıktan açığa.
-
- “Aramızdan Ayrılanlar”
- (Mayıs 2007, sayfa:124)
- “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler”
- (Temmuz 2008, sayfa:156)
-
-
Burdan yola çıkan, “Özür
yolcusu”nun girişi daha bitmemiştir. Yoluna devam eder. Kendi
kendine söylenip durur:
-
- Bazı; yazı, şiir, günün sözleri ve
- Özlü sözler için;
- “Özür dilemenin, dileyebilmenin,
- İnsani bir olgu,
- Ve erdemlilik olduğu”
- Gerçeğinden hareketle,
- Çıktığım yolculukta,
- Hangi yönden, hangi yoldan,
- Hareket edersem edeyim,
- Nereye gidersem gideyim,
- Kim adres,
- Sorarsam sorayım,
- Kimden bilgi, alırsam alayım,
- Bütün yollar sana çıkıyor...
-
-
“Özür yolcusu”nun hedefi belli,
varacağı yer belli. Söylemek istediklerinin sonunda şöyle
söyleniyor, sesleniyor:
-
- Her adımım, her bakışım,
- Her nefes alışım,
- Senin adresini gösteriyor,
- Senin kapı numaranı gösteriyor,
- Seninle, karşılaşmalı, konuşmalıyım,
- Seninle; anlaşmalı, barışmalıyım.
- Çünkü sen;
- Gerçekten; varlığıyla övündüğüm,
- Yokluğuyla dövündüğüm (sün).
- Kırgınlıklarımla, kızgınlıklarımla,
- Sana söylediklerimin, yazdıklarımın,
- Hepsi, tamamı yalan.
- Sensiz yapamadığımdır,
- Seni sevdiğim, özlediğimdir,
- Gerçek ve doğru olan…
-
- (Ankara 27.12.2008)
-
-
DÜZELTME: Artık eskisi gibi
kızmayacağım, kırılmayacağım/ Yanlışlarımı tekrarlamayacağım. Var
olan yanlışlarım için, düzeltme çabası ve yoğunluğu içinde
olacağım.
-
- DUYURU-HABER:
- Gazeteci-Yazar İsa Kayacan, kendisine atfen yazılan-ithaf
edilen şiirleri "Benim İçin Yazılan Şiirler" adıyla
kitaplaştırıyor.
- Bazı şairlerin, İsa Kayacan için yazdıkları şiirlerini yeni
yayınlayacakları kitaplarında yer vermek için beklettiklerini
ifade etmelerinden sonra Kayacan:
- -"Şair dostlarım benim için yazdıkları şiirlerini ellerinde
tutmasınlar. P.K. 15 A.Ayrancı-Ankara adresime göndersinler ki,
konuyla ilgili yayınlayacağım kitapta yer almaları mümkün olsun.
Bu vesileyle teşekkürlerimi, sevgi ve saygılarımı sunuyorum."
dedi.
www.isakayacan.blogspot.com
Tlf: 0312.355 13 76
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- BURDUR TSO’NUN FAALİYETLERİ-HEDEFLERİ
- Kısa adı Burdur TSO olan, Burdur Ticaret ve Sanayi
Odası’nca, birbiri ardına yayınlanan kitap, dergi ve bültenlerin
getirdikleri dikkat çekiyor. Bunlardan bir yenisi:
-
-2005-2008
Faaliyetlerimiz-Hedeflerimiz, adının taşıyıcısı. 206 büyük
sayfayla şekillenmiş.
-
Kitap serisinin 2 ncisi olan
“2005-2008 Faaliyetlerimiz-Hedeflerimiz”, Budur Ticaret ve Sanayi
Odası (Burdur TSO) Meclis Başkanı Feyzi Oktay ve Yönetim Kurulu
Başkanı Yusuf Keyik imzalarını taşıyor.
-
Kitap, TSO’nun Basın Danışmanı
Ahmet Can tarafından yazılmış, hazırlanmış.
- Girişin bir yerinde; “28 kişiden oluşan yönetim, fedakârlık
sınırlarını zorlayarak özverili çalışmalar yapmıştır. Yaklaşık
dört yıllık çalışmalarımızın örnek bir dönem olması nedeniyle,
Odamız ve ilimiz tarihine de kaynak teşkil edecek bu kesitin
kronolojik faaliyet raporu niteliğinde kitaplaştırılmasının
yararlı olacağını düşündük” deniyor.
-
Burdur TSO’da üst düzeyde görev
alanlarda, TSO bünyesinde görev yapanlar, fotoğraflarıyla
biyografileriyle zenginleştirilen bir görüntü tablosu ortaya
koymuştur.
- Sonraki sayfalara baktığımızda; Burdur TSO’nun kalite
politikasında, sürekli gelişen kütüphaneden, alınan ödüllerden
(görüntü olarak) TSO Meclisinden, Meclis çalışmalarından, grup
çalışmalarından, bölgesel kuruluş BAGEV çalışmalarından
sözediliyor, bu çalışmalardan örnekler veriliyor.
-
Ve bir başlık. Sayfa: 49, “Asırlık
oda arşivini yeniledik”. Temmuz 2008 tarihli. Buranın girişi:
-
- “Burdur Ticaret ve Sanayi
Odasının çürümeye yüz tutmuş, asırlık dosyalarını elden geçirerek,
arşivini yeniledik.
-
Kuruluşu Cumhuriyet’ten önceye
dayanan Burdur Ticaret ve Sanayi Odası’nın 1900’lerden kalan ve
adeta çürümeye yüz tutan arşivleri, Oda Başkanı Yusuf Keyik’in
talimatıyla tek tek elden geçirildi. Yaklaşık 3 ay süren arşiv
çalışmalarında, odanın bodrum katındaki arşiv odasında bulunan 5
bine yakın dosya tek tek, elden geçirildi. Üye dosyaları
içerisinde Ticaret Sicilleri gazeteleri, sicil evrakları, defter
ve tasdik belgeleri bulunuyor” şeklinde noktalanıyor efendim.
-
Bence, çalışmaların en önemle
bölümü veya bölümlerinden biri olarak görülebilir bu düzenleme.
-
Düzenlenen, eğitim, konferans,
panel şeklindeki toplantılar, yurtiçi mesleki inceleme gezileri,
merkez ve ilçelere yapılan mesleki ziyaretler, Isparta ile ortak
işbirliği çalışmaları, vergi ödül törenleri teker teker sayfalara
aktarılmış, fotoğraflarla zenginleştirilmiş.
-
Sayfa 124’deki başlık: “Burdur’a
yapılacak her türlü yatırım çalışmalarına rehberlik ettik, etmeye
de devam ediyoruz”.
-
Bu arada, Burdur Ticaret ve Sanayi
Odası’nın basın-yayın faaliyetleri de oldukça dikkat ceken
boyutlara ulaştığı görülüyor.
-
Ekonomik gündemle yola çıkılan
çalışmalar yanında, sosyal gündemlere de duyarlılık gösterilmiş.
-
Tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı
sunuyorum efendim.
www.isakayacan.blogspot.com
Tlf: 0312.355 13 76
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- AİLE SAADETİ
-
Ziya Çağlar… Yıllar evvel, İş ve
İşçi Bulma Kurumunda birlikte çalıştığımız sonraki yıllarda, İş ve
İşçi Bulma Kurumu’ndan ayrılıp, 1970’li yılların başında Bağ-Kur’un
oluşumu sırasında bu kuruluşa geçen, burada önemli görevlerde
bulunan, en son Genel Müdür Yardımcısı olarak emekli olan bir
arkadaşımız… Araştırmacı, yazar.
-
Yıllardır, birbirimizi kaybetmedik..
Hep aradık, sorduk… Yenilerde bir kitabı geldi. Adı: Aile Saadeti.
-
Ankara’da (a) yayınları arasında 268
sayfayla günyüzü görmüş, okurlarıyla buluşmuş, buluşturulmuş.
-
Kitap üç bölümde şekillenmiş. İlk
bölüm, aile, kavramı, Türkiye’de aile yapısı, aile kurumunun
oluşması, evlilik gibi başlıklar altında verilenlerle başlıyor.
Evlilik iki bölümde, iki ayrı noktada inceleniyor. Birincisi, görücü
usulüyle…
- İkincisi, anlaşarak (flört usulü) yapılan, gerçekleştirilen
evlilik olarak görülüyor, inceleniyor. Sonra, karıkoca münasebetleri
başlığı altında incelenenler, ortaya konulanların ilk sırada yer
alanı: Aile sorumluluğu, eşlerin konumu, başlıkları altında
inceleniyor. Burada yer alanların bazıları (başlıklar olarak):
-
- Sadakat, vefa, tevazu, kibir ve
gurur, kendini tanıma, kültürel uyum, önemli konularda fikir
birliği, açıklık, şiddetten kaçınma, istişare, paylaşma dostluk,
nefse hâkimiyet, çevresel olumsuzluklara kapılmamak vd.
-
Sonraki sayfalarda, ana ve
baba-evlat münasebetleri, ailede gelin ve damadın yeri, kardeşler
arası münasebetler, eski toplumların sosyal ve din ekseninde aile
kurumuna ve kadına bakış açıları, İslam dininde aile hayatına
yönelik insani, sosyal-hukuki hükümler ve uygulamalar..
-
Birinci bölümün (Aile) başlığının
altındaki cümleye bakalım:
-
- Kapıyı çaldığınızda sizi
karşılayacak ve duygularınızı paylaşacak bir aileniz varsa, tıpkı
üzüntünüzü bölüşüp hafiflettikleri gibi, mutluluğunuzun katlanarak
çoğalmasını da sağlar ev halkı.
-
Şimdi bu cümlenin üzerine, daha
doğrusu karşısına çıkıp, “bu görüşler yanlıştır” diyebilecek bir
babayiğit var mı?. Bence yoktur, olamaz.
- Aile ve aile kavramıyla ilgili görüşlerini ortaya
koyarken Ziya Çağlar, bu bölümün bir yerinde; “Aslında sadece
insanoğlu değil, yeryüzünde var olan bütün canlılar aile
toplulukları halinde yaşar. Mesela, aralarında az çok benzerlikler
bulunan bitki ve hayvanlar aleminin bir araya getirdikleri
topluluklardan her biri, ayrı ayrı bir aileyi oluşturur” diyor…
- Sıklıkla bazı (hasta) insanlarda görülen kibir ve
gurur hakkında neler söylüyor Ziya Çağlar, bakalım. Sayfa 39;
-
-Kibir ve gurur insanın kendisini beğenmesi, büyük ve üstün görmesi,
başkalarına yukarıdan bakması huyudur, hastalığıdır. Tevazunun
zıddıdır. Nefsin kişi üzerine kurduğu hâkimiyettir.
- İnsan büyüklüğü tasladığı oranda küçülür, başkaları tarafından
sevilmez. Zamanla toplum tarafından da dışlanır ve yalnızlaşır.
Kibir ve gurur sevimsiz ve hoş olmayan huylardandır. Bu tip
insanlar, evlerinde de üstünlük kompleksine kapılabilirler. Kendini
beğenmiş, gururlu ve kibirli insanların evlilik hayatlarında mutlu
olmaları çok güçtür.
- Ziya Çağlar: 1932 yılında Boyabat’ın boyalı köyünde
doğdu. 1953 yılında çalışmaya başladı. Devlet Meteoroloji İşleri
Genel Müdürlüğü, Türkiye Zirai Donatım Kurumu Genel Müdürlüğüyle, İş
ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğünde değişik kademelerde
çalıştıktan sonra, Bağ-Kur Genel Müdürlüğüne geçti. Burada Daire
Başkanlığı ve Genel Müdür Yardımcılığı yaptı. Buradan emekli oldu.
- www.isakayacan.blogspot.com
- Tlf: 0312.355 13 76
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
İSTATİSTİKİ
ANLATIMLA:
-
Hasan Hüseyin ve Güldali’nin
çocukları olarak, 20 Eylül 1943 tarihinde Burdur'un Tefenni
ilçesi'ne bağlı Ece Köyü'nde doğdu. Lisans Eğitimini AÜ. — AÖF.
Halkla İlişkiler Bölümünde tamamladı. İlk şiiri Nisan 1956’da, ilk
yazısı 24 Ocak 1961’ de yayınlandı. Tercüman, Son Havadis, Ortadoğu,
Hergün, Belde, Anayurt Gazeteleri başta olmak üzere, Ana, Bakış,
Çağrı, Gülpınar, Ece, Kemalist Ülkü, Size gibi dergilerde yazdı.
Edebiyatın değişik dallarında 125 ayrı kitap “Ece” adlı aylık bir
dergi yayınladı. “Kendi istatistiğini tutan adam” olarak bilinen İsa
Kayacan’ın 31.12.2008 tarihi itibariyle 40 bin 350 makalesi, bugün
kapananlar dahil 3 bin 450 ayrı gazete ve dergide yer aldı.
-
Yine 31.12.2008 tarihi itibariyle
onlarca rekorun sahibi olan, Azerbaycan için bin 520, Irak’taki
Türkmenler için 805 makalesi yayınlanan İsa Kayacan, değişik
kuruluşlara 28 bin 895 kitap ve dergi bağışında bulundu. 7 bin 635
kitap ve dergiyle doğum yeri olan Ece Köyündeki “İsa Kayacan
Kütüphanesi”nin açılısını gerçekleştirdi.
-
Ayrıca, yazılarında 62 bin 750 kez
Burdur’dan ve Burdurludan söz ederken Türkiye genelinde 2 bin 750
sairin 11 bin 420 şiirine gazetelerdeki köşe ve sütunlarında yer
verdi.
- Burdur’da adının bir eğitim kurumuna verilmesi ve heykelinin
dikilmesi için Valilik ve Belediye Başkanlığına onlarca imzayla
tekliflerde bulunulan, kendisine posta aracılığıyla gelen
gönderilerin sayısı: 34 bin 225’e, kendisinin posta ile
gönderdiklerinin sayısı 45 bin 720’ye ulaşması nedeniyle, PTT Genel
Müdürlüğünce “İsa Kayacan Özel Pulu” basılması talep edildi.
-
İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel
Müdürlüğü, Orman ve Sanayi-Ticaret Bakanlıkları, Basın-Yayın
Enformasyon Genel Müdürlüğü, TRT ve Başbakanlıkta görev yapan İsa
Kayacan, 11 ayrı Bakanın “Basın Danışmanı” olarak çalıştı.
“Bakanlıklar arası en çalışkan ve başarılı Basın Danışmanı” seçildi.
“Basında 25 yılın şeref ödülü” basta olmak üzere, onlarca ödülle 209
plaket aldı. Defalarca yılın yazarı, yılın edebiyatçısı, yılın şairi
ve yılın editörü seçildi.
-
Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de
bulunan Üniversitelerce iki ayrı “Fahri Doktora”, bir “Fahri
Profesörlük” pâyesi alan ve “Guinnes Rekorlar Kitabı” na başvuru
çalışmalarını sürdüren Kayacan’ın; Burdur merkez ve Tefenni
ilçesinde Belediye Meclislerinin kararlarıyla adı; Burdur’da bir
caddeye, Tefenni’de ve Ece Köyünde birer sokağa verildi. Burdur’da
İl Halk Kütüphanesinde bir salona “İsa Kayacan Okuma Salonu” levhası
asıldı.
-
2006 yılında Ankara ve Burdur’da
“Türk Kültür ve Basın-Yayınına 50. Hizmet Yılı” kutlanan, adına iki
belgesel hazırlanan, sürekli basın kartı (Eski adı Basın Şeref
Kartı) sahibi olan, yüzlerce gazetenin “yazar” ve “Başyazar”
kadrosunda yer alan İsa Kayacan için; “Bir gün O’nu tam
anlatabilecek bir sözcük veya bir terim bulunursa, o sözcük veya
terim asrın icadı olabilir.” denildi.
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
-
DİLENDİRİLMİŞ
ŞİİRLER 1
- Şiirlerimizin geleceğiyle ilgili endişelerimizi her fırsatta
ortaya koyarken, şiirleriyle beğenilenler, beğenilen şiirleriyle
hatırlananlar azda olsa vardır. Bunlardan biri, önde geleni 09 Mayıs
2005 tarihinde kaybettiğimiz, şiirimizin beş yıldızlı çınarı Ahmet
Tufan Şentürk’tür. O’nun 1944 yılında yazdığı şiirlerinden birini
aşağıya almak istiyorum efendim:
-
- YOLLARIM GURBETTEN GURBETE BENİM
- (Ahmet Tufan Şentürk)
-
- Yıllar gelip geçti bak bir gün gibi
- Her şey hatırımda sanki dün gibi
- Ucu bulunmayan kör düğüm gibi
- Yollarım gurbetten, gurbete benim…
-
- Kış gelir kapanır yaylalar, beller
- Keser yollarımı bulanık seller
- Baharla sılaya dönerken eller
- Yollarım gurbetten, gurbete benim.
-
- Nerde güzel yurdum, şimdi ben nerde
- Gözlerimde hayal hep perde perde
- Gelen gelir dostlar giden gider de
- Yollarım gurbetten, gurbete benim
-
- Beddua etmişler, gülme demişler
- Sürün dizin dizin, ölme demişler
- Gittiğin yollardan gelme, demişler
- Yollarım gurbetten, gurbete benim.
-
- Ahmet Tufan Şentürk hocanın şiirinin ardından, yaşayan
şairlerimizden Prof. Dr. İbrahim Ağah Çubukçu hocanın dörtlüklerini
birlikte okuyalım:
-
- DÖRTLÜKLER (Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu)
-
- Dünyaya gel dedin bak geldik işte
- Yaşayıp dururuz bir çeşit düşte
- Gün gelir git dersin gideriz elbet
- Sır var hem gelişte hem de gidişte.
-
- Sırları çözmekte akıl yetmiyor
- İnsan düşünse de rahat etmiyor
- Aklın ötesinde bir alem vardır
- Orada çıkar yok, hayat bitmiyor.
-
- Feleğin dönüyor durmadan çarkı
- Evrendeki ahenk duyana şarkı
- Kulak verip duymak, sezginin işi
- Bilgenin bulunur, yobazdan farkı.
-
- Bıktım sakal bıyık tartışmasından
- Gönül mutlu haber bekler basından
- Bırakın türbanı mutluluk verin
- Halkımız küsmesin söz hatasından .
-
- Halkın kıyafeti dillerde alet
- Din kullanılırsa büyür cehalet
- Açlığa çare bul güzel söz söyle
- Milletin başına, gelmesin afet.
-
- Aklını yitiren kabından taşar
- Şeyhi ilah sanan yolundan şaşar
- Bu dünyada erdem ile yürüyen
- Yaşamayı bilir, güçlüğü aşar.
|
-
DİLENDİRİLMİŞ
ŞİİRLER 1
- Şiirlerimizin geleceğiyle ilgili endişelerimizi her fırsatta
ortaya koyarken, şiirleriyle beğenilenler, beğenilen şiirleriyle
hatırlananlar azda olsa vardır. Bunlardan biri, önde geleni 09 Mayıs
2005 tarihinde kaybettiğimiz, şiirimizin beş yıldızlı çınarı Ahmet
Tufan Şentürk’tür. O’nun 1944 yılında yazdığı şiirlerinden birini
aşağıya almak istiyorum efendim:
-
- YOLLARIM GURBETTEN GURBETE BENİM
- (Ahmet Tufan Şentürk)
-
- Yıllar gelip geçti bak bir gün gibi
- Her şey hatırımda sanki dün gibi
- Ucu bulunmayan kör düğüm gibi
- Yollarım gurbetten, gurbete benim…
-
- Kış gelir kapanır yaylalar, beller
- Keser yollarımı bulanık seller
- Baharla sılaya dönerken eller
- Yollarım gurbetten, gurbete benim.
-
- Nerde güzel yurdum, şimdi ben nerde
- Gözlerimde hayal hep perde perde
- Gelen gelir dostlar giden gider de
- Yollarım gurbetten, gurbete benim
-
- Beddua etmişler, gülme demişler
- Sürün dizin dizin, ölme demişler
- Gittiğin yollardan gelme, demişler
- Yollarım gurbetten, gurbete benim.
-
- Ahmet Tufan Şentürk hocanın şiirinin ardından, yaşayan
şairlerimizden Prof. Dr. İbrahim Ağah Çubukçu hocanın dörtlüklerini
birlikte okuyalım:
-
- DÖRTLÜKLER (Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu)
-
- Dünyaya gel dedin bak geldik işte
- Yaşayıp dururuz bir çeşit düşte
- Gün gelir git dersin gideriz elbet
- Sır var hem gelişte hem de gidişte.
-
- Sırları çözmekte akıl yetmiyor
- İnsan düşünse de rahat etmiyor
- Aklın ötesinde bir alem vardır
- Orada çıkar yok, hayat bitmiyor.
-
- Feleğin dönüyor durmadan çarkı
- Evrendeki ahenk duyana şarkı
- Kulak verip duymak, sezginin işi
- Bilgenin bulunur, yobazdan farkı.
-
- Bıktım sakal bıyık tartışmasından
- Gönül mutlu haber bekler basından
- Bırakın türbanı mutluluk verin
- Halkımız küsmesin söz hatasından .
-
- Halkın kıyafeti dillerde alet
- Din kullanılırsa büyür cehalet
- Açlığa çare bul güzel söz söyle
- Milletin başına, gelmesin afet.
-
- Aklını yitiren kabından taşar
- Şeyhi ilah sanan yolundan şaşar
- Bu dünyada erdem ile yürüyen
- Yaşamayı bilir, güçlüğü aşar.
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- ŞİİRİMİZİN GELECEĞİ
-
Şiirimiz, şairlerimiz-şairelerimiz
sıklıkla gündemimde yer alıyor. İstesem de, istemesem de gerçek bu.
-
2008 yılının son ayının, son
günlerinde kültürel ağırlıklı faaliyetlerin sahibi bir derneğimizin
düzenlediği “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu şiir yarışmasına katılan
şiirlerin genel değerlendirilişini yapan jürinin içinde yer aldım.
-
Kendi-kişisel görüşlerim olarak
ifade ediyorum ki; şiirimizin geleceği pek parlak görünmüyor.
- 60 dolayındaki rumuzlu şiirler üzerinde yaptığım
değerlendirmeyle, ümitlenemedim, üzüldüm.
-
- GENEL OLARAK
-
- Şiirler sanki aceleyle yazılmış.
Arkadan bir kovalayan varmış gibi, mısra, uyumsuzluklarıyla dolu
olarak şekillenmişler, bitirilmişler.
-
- Şairlerin pek çoğu, noktalama
işaretlerini yok saymış, yani noktalama yerleşimini okuyucularına
bırakmışlar.
-
- Şiirler hiçmi hiç
dinlendirilmemiş.
-
- Bütünüyle bakıldığında, alt alta
getirilenler, mısra değil, satır olarak karşımıza çıkarılmak
istenmiş, çıkarılmış.
-
- Bölümler arasında uyum yok.
-
- Pek çoğu, şiir tekniğinden uzak,
-
- Şiirimizin geleceği açısından ümit
verenlerin sayısı çok az.
-
- NEREYE VARILACAK?
-
Yazılan, yarışmaya gönderilen
onlarca şiir veya şiir adıyla yazılanlar defalarca okunmasına
rağmen, sinyal veren, “ben varım” diyen, diyebilen mısraların
azlığından yüreğim üzüntülüydü.
-
Başlıklar, Atatürk veya Cumhuriyet
kelimeleriyle başlamasına rağmen, şiirin bütünlüğünde buradan
uzaklaşıldığı veya unutulduğu görülüyordu. Şiirin sonunda veya
birkaç mısraında Atatürk’ten ve Cumhuriyet’ten söz edince, yer
verilince şiirin tamamlanmış olduğu anlayışına kapılındığı
görülüyordu.
-
Birinci, ikinci, üçüncü ve jüri özel
ödülü alanlar arasındaki tasnif, sıralama zorluğu, yarışmaya
katılanların tamamının başarılı olduğundan değil, son aşamada,
süzgeçten sonra, dereceye girebilecekler olarak ayrılanların
sıralamasındaki benzerliklerden, aldıkları puan yakınlığından
kaynaklanıyordu.
-
Cumhuriyet kızı rumuzuyla “Atatürk”
başlıklı şiiriyle yarışmaya katılan Fatma Şadan Bayburtluoğlu’nun
şiiri dikkatimi çekenler arasında yeraldı. Bu şiirden:
-
- Birinci dünya savaşı;
- Uluslar boğaz boğaza,
- Kavga dalaş/Ölüm kusuyor
- Kan kusuyor savaş.
-
- Ve şiirin sonunda;
-
- Yeni bir vatan doğdu,
- Viranede,
- Adı; Türkiye.
- Atatürk dedi ulusum,
- Mustafa Kemal’e…
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
80. DOĞUM YILINDA PROF. DR. İBRAHİM AGÂH
ÇUBUKÇU’NUN ŞİİR DÜNYASI
İnsanlar, doğarlar, yaşarlar ve
vefatla aramızdan ayrılırlar. Azerilerin deyimiyle dünyalarını
değiştirirler
Yaşarken, bilgi ve tecrübeleriyle,
çevrelerine, toplumlarına yararlı olanlar, iz bırakanlarla
karşılaşırız. Bunların sayılarının fazla olduğunu söyleme olanağımız
yoktur.
Prof. Dr. İBRAHİM AGÂH ÇUBUKÇU
1928 YILINDA Adana ilimizin Kadirli ilçesinde doğdu.
1953 yılında, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun
oldu. Bu noktadan sonra, İbrahim Agah Çubukçu isim ve imzası
sayfalara sığmayan olumluluklar, örnek alınacak bir kişilik,
çevresine ışık saçan aydınlık gibi değişik tanımlarla ortaya
konulmaya devam etmişti.
Çok yönlülükle herkesin gönlünde yaşayan, çevresine verdiği
sevinç ve mutluluk görüntüleriyle kendisiyle barışık olmanın
yollarını gösteren, bitmeyen-tükenmeyen enerjisiyle her gün
kendisini yineleyen bir şair, yazar ve bilim adamının mısraları
arasında gezmek kolay bir iş değildir. Bendeniz böyle bir
yürekliliği gösterebilmek için uzun süredir düşündüm…
ŞİİRLERİNDE-YAZILARINDA
Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu hocanın gerek
şiirlerinde, gerek yazılarında, barış, dostluk, iyi niyet, gelecek
iyimserliği, insan sevgisi, gönülden gönüllere giden yolların
düzlüğü, genişliği gibi özellikler, güzellikler vardır. Divanlara
sığmayan şiirlerindeki anlatım, hareket noktası sonsuzluğa akıp
giden duygu zenginlikleriyle dolu, dopdoludur. Hocamız, zaman zaman
sorar, zaman zaman cevaplar verir. “Sor” başlığı altındaki
duygularındaki gerçeklerle, sıcaklığı hemen hissedersiniz. Şöyle
söze başlar hoca:
Tasavvuf ince yol, herkes bilemez,
Bu yolun halini geçenlerden sor.
Kur’an ‘ın özünü softa bulamaz,
Ak ile karayı seçenlerden sor.
İbrahim Agâh Çubukçu hoca,
karanlıkların değil aydınlıkların, yanlışlıkların değil doğruların
ifade edicisi, savunucusudur. Anlayamayanlara, anlamak istemeyenlere
karşı verdiği derslerde yorgunluk hissetmez;
Mevlana şarap der, bu bir mecazdır,
Anlayana vahiy sırdır, icazdır,
Kimi kanatlı kuş ördektir, kazdır,
Gökteki havayı, uçanlardan sor…
Hocanın, yaratanla arasındaki
iletişim nettir, açıklık içindedir. “Yaratan yaratmış varlık
çözülmez/ Koyunun yediği ayran oluyor/Yaşam denizinde rahat
yüzülmez/mevsimler geçiyor devran oluyor” mısralarının
anlaşılamayacak herhangi bir yanı yoktur.
İbrahim Agâh Çubukçu hoca, bazen
başöğretmenliğinin verdiği yetki ve tavırla, bazı sorular yöneltir,
sana, bana ona, şuna. “Çöz bakalım” şiirinin ilk dörtlüğündeki
soruları:
Varlık nedir, hiçlik nedir?
Tokluk nedir, açlık nedir?;
Binbir türlü güçlük nedir?
Düşün, düşün çöz bakalım…
İbrahim Agâh Çubukçu hoca, “Dünyaya
gel dedin bak geldik işte/Yaşayıp dururuz bir çeşit düşte/Gün gelir
git dersin gideriz elbet/Sır var hem gelişte hem de
gidişte”mısralarıyla, sorduklarının çözümündeki ipuçlarını
göstermekte gecikmez.
“Şiir okumasını severim. Okudukça da
dinlenirim. Bir şiiri okurken şairi ile dostluk başlar. Bu dostluk,
şairin ifade ettiği buluşlar ve güzellikler oranında artar. Şiir
böylece en etkili iletişim sağlar” diyen
Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu
hocamızı, 80. doğum yılında, sevgi, saygı ve minnetle selamlıyor,
sağlık içinde nice yıllara ulaşması dileklerimi sunuyorum efendim.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- BİRER TUTAM
- İnsanlar, birbirlerine karşı anlayışlı olup, tartışmalardan
uzaklaşabildikleri andan itibaren mutluluğu yakalayabilirler veya
çok yakınında yeralabilirler.
-
- AŞKIN TARİFİ
- Bu konuda değişik görüşler var. Anlatılanlar var, sonuç alıp
gerçeklerin yakalanışını yaşayanlar var.
- Ankara’da Balgat semtinde bir kebapçıya gittik birkaç
arkadaşımla. Çıkışta bize minik bir termometrenin bulunduğu “Aşkın
tarifi”nin yer aldığı bilgi yumağı verdiler. Burada “Aşkın tarifi”
şöyle yazılıyor yemek yapım açısından, kebap yapım açısından:
-
- Malzemesi:
- 1 adet lekesiz gönül,
- 1 adet açık yürek,
- 500 gr. güler yüz,
- 250 gr. tatlı dil,
- 100 gr. hürmet,
- 1 çorba kaşığı sevgi,
- 1 çay kaşığı hoşgörü,
- 1 su bardağı iyi niyet,
- 1 ölçek dürüstlük,
- göz kararı saygı,
-
- Hazırlanışı:
- Gönüllü duygu tasına atıp güler yüz ile karıştır. Yumuşatılmış
tatlı dili üzerine ilave ederken, sevgi ve saygıyı ince ince üzerine
ekle.
- Hürmet, iyi niyet ve hoşgörüden meydana gelen şurubu buna kat.
Samimiyet ölçüsünde parçalara bölerek dürüstçe hayata diz ve
yüreğinde pişmesini bekle. Yüreğinde pişirdiğin bu sevgi tatlısını
karnın acıkınca değil, ruhunun hissettiği anda mangal kebabı
arayarak karşıla. (Son cümle ilan reklam bölümü).
-
- ÖZÜR YOLCUSU
-
- Kurulan “Vicdan Mahkemesi”nde;
- Duruşmalar, aylarca sürdü.
- Hakim “özür dileme” cezası verdi,
- Karar Yargıtay’ca onandı..
-
- Kağnılarda, arabalarda, kervanlarda,
- Otobüslerde, kamyonlarda, minibüslerde,
- Trenlerde, gemilerde, uçaklarda,
- 3-G’yi arayan
- Bir garip özür yolcusuyum,
- “Gidiyorum, gündüz-gece”.
-
- “Aramızdan Ayrılanlar”
- (Mayıs 2007, sayfa: 124)
- “Mezarlık Kültürümüzden Örnekler”
- (Temmuz 2008, sayfa: 156)
- Bazı, yazı, şiir, günün sözleri
- Ve özlü sözleri için;
- “Özür dilemenin dileyebilmenin,
- İnsani bir olgu
- Ve erdemlilik olduğu”
- Gerçeğinden hareketle,
- Çıktığım yolculukta,
- Hangi yönden, hangi yoldan,
- Hareket edersem edeyim,
- Nereye gidersem gideyim,
- Kime adres,
- Sorarsam sorayım,
- Kimden bilgi, alırsam alayım,
- Bütün yollar sana çıkıyor.
- Her adımım, her bakışım,
- Her nefes alışım,
- Senin adresini gösteriyor,
- Senin kapı numaranı gösteriyor. (Ankara: 27.12.2008)
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
34 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- BURDUR’U GAZETECİLER DE KÜÇÜMSEYEMEZ!
-
Gazeteci olmak, basın kartı
taşımakla mümkün olmuyor. Yönetmeliklerin, yasaların anlatımı içine
girip, “gazeteci” görünebilirsiniz.
-
Ancak, mesleğinizi icra ederken,
yazdıklarınızla, yayınladıklarınızla beğenilen, aranılan ve takdir
edilen bir kalem sahibi, imza sahibi iseniz, gazetecilik
kimliğinizle örtüşen, iç içe olan bir özelliğiyle sahip
olabilirsiniz.
-
Hiç unutmuyorum: Makale olarak
yazmıştım, yakında yayınlayacağım “Siz Beni Anlayamazsınız!” adlı
kitabımda da yer alacak:
-
Yıllar önce TGRT’nin 13.00
haberlerinde verilen zeytin kralı Erol Evcil’in “askerliğini yapmak
üzere, Antalya'nın Burdur ilçesindeki Tugaya teslim oldu” şeklindeki
haber Burdurlular olarak bizleri çileden çıkartmış, TGRT’nin
İstanbul, Ankara merkezlerine telefon ve görüşme yağmuruna
tutmuştuk.
-
- “BURDUR DA BİLE” KÜÇÜMSEMESİ
- Yaygın basının Antalya merkezli, çıkışlı “Akdeniz
ekleri” var. Milliyet gazetesinin de böyle bir eki var. Antalya ve
çevresindeki haber kaynaklarından, çevre illerden gelen haberler bu
ek’te yeralıyor.
-
Burdur gazetesinin 27 Aralık 2008
tarih ve 18 bin 256 ncı sayısının manşetinde, logo üstündeki
haberlerin başlağı; “Burdur’da bile ölçüm cihazı varken” Artık
yeter! Bu kadarını hak etmiyoruz, şeklindeydi.
-
Merak edip okudum: DHA’nın Isparta
muhabiri, değerli kardeşimiz Isparta’da karbonmonoksit gazı ölçüm
cihazının olmadığını öğreniyor. Haber yapacak ya, kıyaslamayla örnek
verecek ya.. Bu cihazın Burdur’da olduğunu, Isparta’da olmadığını
nasıl ifade edecek.. Önce Burdur’u küçümseyecek. Burdur kim oluyor
da, karbonmonoksit gazı ölçüm cihazı bulunuyor… Hem de Isparta’da
yokken…Önce her şey Isparta’da olmalı, sıra gelirse, Isparta’lı
muhabirler DHA muhabiri gibi üstün nitelikli gazeteciler izin
verirse, bu cihazdan Burdur’da olmalı, olmasında sakınca yoktur!...
-
Böyle bir mantık, böyle bir anlayış,
kıyaslama, küçümseme, gazeteci olduğunu ifade eden bir kalem
sahibine yakışıyor mu? diye sormak lazım.
-
26.12.2008 tarihli Milliyet gazetesi
ekinde yer alan bu haberle, haberi yazan şahsın ne söylemek
istediğini pek anlayamadım. “Burdur’un cihazı var,” başlıklı haberin
girişinde; “Burdur’da bile ölçüm cihazı varken, Isparta’da
karbonmonoksit gazı ölçüm cihazının bulunmadığını öğrenen Vali
Yardımcısı Tayyar Şaşmaz, 2009 yılında bu cihazın alınması için
Bakanlıktan kaynak isteyeceklerini söyledi” haber girişini, Burdur
gazetesindeki Milliyet gazetesi ekindeki haber görüntüsünden
öğreniyoruz.
-
İl, ilçe ve öteki yerleşim
birimlerimizdeki, medya kuruluşlarımızın muhabirlerinin seçiminde
gerekli titizliğin gösterilmediğini yıllardır bilen, gören,
değerlendiren ve önerilerde bulunan birisi olarak diyorum ki; DHA
yetkilileri Isparta’daki muhabirleriyle ilgili genel bir
değerlendirme yapıp, bu sevgili kardeşimizi uzunca bir eğitimden
geçirmelidirler. Öyle, bir haber içinde yok olan bir cihazın
gerekliliğini anlatmak için, komşu ilde oluşunu küçümseyerek
anlatmanın gazetecilik, habercilik olmadığını, “gazeteciyim”
diyenler bilmeli, anlamalı, zaman geçirmeden Burdur’dan,
Burdurlulardan özür dilemelidirler.
-
Herkes, tanıtma kardı, basın kartı
taşıyarak “ben gazeteciyim-açılın bakayım”larla bulundukları kent
içinde itibar görebilirler… Ama, gazetecilikten anlayanlar yanında,
gerçek manada gazetecilik yapanlar yanında, bu sun’i görüntülerini
sürdüremezler, sınır tanımayışlarını kimseye anlatamazlar… Böyle
biline!..
-
GÜNÜN HABERİ: Şair ve yazar Fatma
Uçarlar, Isparta’da, “İçimde Söz Dinlemez Deli Var” ve “Şöyle
Giriversen Kapımdan” adlı, şiir ve deneme kitapları için 10.01.2009
tarihinde “imza günü” düzenledi.
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
35 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
- TÜRKÇEMİZİN GÜNAHI NE?
-
Dilimizin anlatım için var olduğu,
anlaşma için yaratıldığı biliniyor. Doğru yazmak, Doğru konuşmak,
doğru anlaşmak için çaba göstermek hepimizin görevi.
- Merkezi Ankara’da bulunan, günlük yayınlanan “Belde”
Gazetesinde, Semiha Korkmaz ve Fatma Betül Kaya’nın hazırladığı
sütunlarda, 26,27 Aralık 2008 tarihlerinde görüntü olarak yayınlanan
“Komikler” sütunlarına geçen duyurular vardı. Bunların içinde elle
yazılanlar olduğu gibi, bilgisayar çıktılı olanlar da yeralıyordu.
-
Bunlar sırasıyla;
- 1- Satılık karalüferli daire..Tel:
- 2- Tembel avrat reyonu (Bir marketten)
- 3- Misir uni gelmiştur,
- 4- Osman Gazi Ünivestesinde ürüleci servisinde Ameliyata gitti.
Yunus Çini sahibi Eskişehir.
- 5- Muazzez Abacı, TSM sanatçısı. TRT–1, 31.12.2008 yılın son
günü. Saat: 20.40, Yılbaşı eğlence programı: “TRT çalışan
personellerine teşekkür ederim” diye mikrofondan, ekrandan
sesleniyor.
-
-“TRT’de çalışan personele teşekkür
ederim” denmesi daha doğru değil mi?.
- Bunların sayısı giderek artırılabilir. Artırmak mümkün. Siz
şöyle Anadolu ya bir uzanın nelerle karşılaşırsınız, nelerle. Bu
yanlışların sahipleri, fazla eğitim görmemiş olabilirler… Hiç
değilse, çevrelerindeki, yakınlarındaki güvendikleri kişilerden
yardım talep etseler olmaz mı acaba?.
-
- TÜRK DİL KURUMU DUYARLI
-
Türk Dil Kurumu, dilimiz konusundaki
yanlışlıklar için, yabancı hayranlığının zirveye ulaşmasının
getirdiği sıkıntılar konusunda duyarlı. Bu kurumumuzun başkanı Prof.
Dr. Sayın Şükrü Haluk Akalın yaptığı açıklamalarla, verdiği
konferanslarla, sempozyumlardaki bildirileriyle, dilimizin üzerine
titriyor. Sayın Akalın’dan aldığım 25.12.2008 tarih ve 2713 sayılı
yazıyı aşağıya alıyorum efendim:
-
Prof. Dr. Sayın İsa Kayacan;
-
Belde Gazetesinde 20 Aralık 2008
günü yayımlanan “Türkçe yaz, Türkçe oku” başlıklı yazınızı da diğer
yazılarınız gibi ilgiyle okudum.
-
Türk Dil Kurumu, bilimsel çalışma ve
araştırmalarının yanında yazınızda da belirttiğiniz gibi Türkçenin
kullanıldığı alanlarda yaşanan yabancılaşmanın kaynaklandığı yasal
düzenlemelerin yapılmasına kadar geçecek zaman içerisinde;
belediyeler, sivil toplum kuruluşları, eğitim kurumları ve basın
yayın kuruluşları ile iş birliği içerisinde çeşitli etkinlikler
yürütmektedir. Kurumun benimsediği ilke çerçevesinde de tüm
çalışmalarımız, Genel Ağ üzerinden kullanıcıların eleştiri ve
önerilerine açık bir şekilde yürütülmektedir ve sizin gibi değerli
bilim insanı ve yazarlarımızın Kuruma gösterdikleri ilgi bizi
yüreklendirmektedir. Yazınızda şahsım ve Kurumuma yönelttiğiniz
övgüler için teşekkür eder tüm değerlendirmelerinizin bizler için
ufuk açıcı olduğunu, çalışmalarımızı daha iyiye götürmemizde bize
güç verdiğini belirtmek isterim.
-
Sayın Kayacan, yazınızda verdiğiniz
örnek ile sizin de dikkat çektiğiniz gibi Türkçenin doğru ve düzgün
kullanımına yönelik duyarlılığın toplumun tüm kesimlerince
paylaşılması gerekmektedir. Böyle bir duyarlılığın oluşması ve
yerleşmesinde özellikle basın yayın kuruluşlarının, yazar ve
şairlerimizin çok önemli bir sorumluluğu olduğu inancı ile bu yönde
yazmış olduğunuz yazılarınız için çok teşekkür eder, saygılarımı
sunarım (Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Türk Dil Kurumu
Başkanı-Ankara)
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
36 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
İsa KAYACAN |
İsa KAYACAN HAYAT HİKAYESİ |
|
- BAYRAĞIM
-
Bayrağımızla ilgili duygular,
şiirler, ortaya konulanlar. Rahmetli Arif Nihat Asya hocanın
dillerden düşmeyen“Bayrak” şiiri. Bu şiirin yazılışının öyküsünü
kendisinden dinleme şansını yakalayanlardan birisi olarak, göklerde
bayrak bayrak dalgalanmaların onur ve gururuyla yaşamalıyız, diye
söze başlamak istiyorum:
-
Arif Nihat hocanın bilinen
alkışlanan, aranan şiirinin girişi:
- Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü…
- Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
- Işık ışık, dalga dalga bayrağım.
- Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
-
Ve bu şiirin sonundaki duygular,
anlatılmak istenilenler, anlatılanlar verilmek istenilen,
verilenler:
- Tarihim, şerefim, şiirim, her yeşim;
- Yer yüzünde yer beğen,
- Nereye dikilmek istersen,
- Söyle, seni oraya dikeyim!..
-
Ve Güzide Gülpınar Taranoğlu’nun iki
“Bayrağım” adlı şiiri. Bunların mısraları arasındaki gezintimiz:
-
- BAYRAĞIM
-
Güzide Gülpınar Taranoğlu aynı adla
iki şiir yazmış. Daha doğrusu tespitlerimiz böyle. Birinde,
“Varlığım, ölüm-kalım anlamım/damarlarımdan akıttığım kanım/Yediden
yetmişe milli heyecanım” diye başlayan şiir.
-
Bir başkasında, bayrak duyguları
yine yoğun, doruklarda Güzide Taranoğlu’nun. Bu şiirin iki dörtlüğü.
-
- Al bayrağım kanım benim,
- Varlığınla övünenim,
- Dünya durdukça güvenim,
- Pay alırım bu onurdan.
-
- Ay-yıldızla gökte esen,
- Ülkelerde en hoş desen,
- Yurdumuza sembolsün sen,
- Pay alırım, bu onurdan..
-
Ve son şiirimiz Fatma Uçarlar’a ait
yine “Bayrağım” adıyla, Dört dörtlükten meydana gelen Bayrağım’dan:
-
- BAYRAĞIM
-
Fatma Uçarlar, bayrak duygularını
temelden kucaklayarak yola çıkıyor. İçten ve samimi duygularıyla
“Ağlamayı bilmeyen bu gözlerim/söz dinlemez bayrak adı geçince/Türkü
olur, destan olur sözlerim/Semalarda al bayrağım esince” diye söze
başlıyor ve iki dörtlüğünde şöyle haykırıyor:
-
- Asırlarca kıtaları dolaştın
- Türk neferin yanındaydın, yoldaştın,
- Özgürlüğün yolunu da sen açtın,
- Kalleş düşman yolumuzu kesince.
-
- Huzurludur senin gölgende yatan,
- Dalgalandığın yerlerdir bu vatan,
- Şaşırıp da seni yerlere atan,
- Korksun Türk’ten, uzaklaşsın sessizce.
-
- ***BAK; WEB: http://www.isakayacan.blogspot.com
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
37 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İsmail TORUN |
- BU ÇARŞININ MASALI
-
-
Çöplü Çarşısının yıkılamayacağı
İdare Mahkemesinde devam eden davada ikinci bilirkişi raporu ile
onandı, artık sayın Çordum Belediyesi bu çarşıyı yıkamayacak.
Bir Çanakkale şiirinden uyarlanmış olan Bu Çarşının Masal'ını
sana gönderiyorum.
-
İyi yıllar dileğiyle sevgiler,
saygılar.İ.Torun
-
-
BU ÇARŞININ MASALI
-
- Bundan yıllarca evvel bu Çorum’un dışında
- Çarşımızı seyreden bir evliya yatardı:
- Hıdırlık tepesinde, bir devi andırırdı.
- En cesur yüreklerde sevgi uyandırırdı.
- Nur inerken semadan ÇARŞI sokaklarına
- Yeşil sarıklı bir pir, bürünerek allara,
- Göğsünde bir ay yıldız her gece zikrederdi.
- “Bu ÇARŞI mukaddestir, kimse yıkamaz” derdi.
- Velinin kudretine inanmayan dört çapkın
- Bu çarşıya ettiler kazmalarıyla akın
- Sabırla bekledi esnaf;çoluk çocuk,
- İçten gelen bir dua dolaştı dükkan dükkan;
- “Göster bu zevata kudretini Yarabbi”!
- Birdenbire yıkıldı maketler dağ göçer gibi;
- Dört çapkın kazmalarla taşlar altında kaldı.
- Karanlıklar boşlukta sallanarak alçaldı.
- O gece evliyanın ruhu uçtu Allaha!
- Hiç kimse yaklaşmadı bu Çarşıya bir daha
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
38 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
INTERNET SAYFALARI TOPLAYICISI DEĞİLİM
Dergilerimde; yazılarım kendime ait olup, kendi
fikirlerimi yazabildiğim kadar beyanda bulunduğum yerlerdir.
Sanal olarak yayınlanan bu çalışmalarım haricinde de
basılmış çalışmalarım bulunmaktadır.
Ayrıca 63 sayısı basılmış olarak bulunan ÇORUMLU
2000 AYLIK KÜLTÜR SANAT TARİH VE EDEBİYAT dergimde pek çok
çalışmalarımı da yayınladım. Bunlar basılmış olarak arşivlerde
bulunmaktadır. Bu dergim basılırken ilk birkaçı hariç o günden bu
güne okuyucularıma da sanal olarak ta yayınlama mutluluğuna eriştim.
Dergimiz halen devam etmekte olup her ayın 15’inde
güncellenmektedir. Bu elinizde bulunan sayımız 199. sayı olarak sizlerle
birlikteliğini sürdürmektedir.
Dergi ve sitelerime girmek için illaki üye
olacaksınız diye bir şartımız da bulunmamaktadır. Bütün
ziyaretçilere alenen açık olarak okuyucunun istediği an okunmaya
açıktır.
Dergilerimize yazı veren arkadaşlar bizzat endi
çalışmalarını e-posta veya posta ile bana ulaştırmakta ve bende bazı
ufak tefek kişilik hakları ve diğer bazı bana ve yazarıma
gelebilecek kısımları kaldırarak yayınlamaktayım.
Yazarlarıma ve çizerlerime buradan teşekkür ederken
yazı yollayacak arkadaşlarımızın da kendi çalışmalarını
corumlu2000@gmail.com e-postama yollamaları gerekmektedir.
Dergilerimde bulunan çalışmalar herhangi bir siteden
alınarak yayınlanmamakta, yazarlarımızın müsaadeleri ve
gönderdikleri yazıları yayınlanmaktadır. Bizim dergilerimizden başka
yerlerde de yazarlarımızın çalışmalarını yayınlamaları onların en
tabii haklarıdır. Bu bilginin de sizlerle paylaşmamım birkaç nedeni
bulunmakla birlikte burada bunları yazmama da gerek görmemekteyim.
Yazıyor, çiziyor, çekiyorsanız ve sanal değilseniz
sizde davetlisiniz!
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
39 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
HİCRİ YIL VE
MİLADİ KUTLAMASI ÇOK YAKIN
Bu yıl nerede ise çakışacak ini
yılbaşını aynı andı kutlamamıza imkân veren bir peş peşe lik
sağladı.
Bu iki yıl kutlaması için şunları
aklımdan geçirdim:
Merhaba kocamış yıl!
Nasıl de geçti 365 günün. Ben
bilemedim. Ya san bildin mi?
Neler verdin bizlere? Nelerimizi
aldın bizlerden?
Geldin gidiyorsun. Bizi bıraktığın
gibi bizlerde burada bildiğimizi yapacağız. Sende gidiyorsun
yaşlandım diyerek.
Eş, dost ve akraba ile yeniden
gelmeni bekleyeceğiz gencecik ve kocamamış halini umutla
bekleyeceğiz.
“Umut Bu” bilmem anlayacak mısın?
Desem güler geçesin. Bana ve soranlara. Sen kaç yaşındasın ki benim
yaşadıklarımı bileceksin dersin. Haklısın. Sen her yıl ölür, yeniden
doğarsın. Yaşlanmaktan korktuğun için böylece kendini küçük ve genç
göstererek bizleri eskitir ve yol olmamızı gözlersin.
Bizse senin hey yıl gelmeni
sabırsızca beklerken yaşlandığımızı anlamadan bu dünyadaki sıramızı
savar ve gideriz.
Savaşır, öldürür, ölür, gezer,
tozar, trafik kazası yapar, salgın hastalıklarla boğuşur, bazen
açlık çeker, bazen tok gezerken açlığımızı bastırmaya çalışır, bazen
yazar, bazen de çizerek senin günlerini birer birer tüketiriz.
Sen yine bu günlerde,yine bu yaşının
sonuna geldin. Bize ne verdin? Bizden neler aldın? Düşünmeyeceğiz
her zamanki gibi, yine senin geldiğin ilk günden yeniden doğmanı
sabırsızca bekleyeceğiz.
Bu satırları yazan benim ömrümü
tükettin ve yaşlandırdın sanma. Benim yaşım düşüncemle yaşıt bunu da
unutma.
Her yıl gibi senden dilediğim bir
şey yok!
Dilesem de senin elinden gelen bir
şey olduğunu zannetmiyorum.
O yüzden isteklerimi seni ve beni
yaratandan istiyorum.
İyi ki doğdun “Yeni Yaşın kutlu
olsun 2009.”
Seninle yaşamaya çalışan fani Mahmut
Selim GÜRSEL
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
40 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
ÇÖPLÜK
Çorum’un en eski alış veriş mekânı.
Burası; Çorum’un en eski bir arastası. Bu arastanın
da; bazı kısımları ve bazı bina ve dükkânlarının deforme olduğu
doğrudur. Biz insanlar yaşadığımız mekânları değiştirmeyi severiz.
Bu değişilmeye uğraşı mekânların ana yapılarını da deforme olduğunu
söylemek safdillilik olduğu malumdur.
Çöplük tanımı için Osmanlıca
harflerle basılmış olan “Çorum Tarihi” isimli çalışmada: “Çorum
Kal‛asının Romalılar zamanındaki eserleri saat kulesi civarında
evler altında kalmış bir temelin şimalinden cenuba doğru indiğine
göre, şimdiki çarşının (Çöplük) bulunduğu yerde olması lazımdır.
Zaten de Danişmentlilerin zabt ettiği Çorum Kal‛asının şimdikinden
daha vâsi‛ olduğu içindeki askerlerin çokluğu ile anlaşılır.
İşte Nastor bu kal‛ada uzun müdded Dânışmend Ahmed
Gaziye karşı durdu. Mir‛atü’l-tevarih << ba‛de Nikonya ki Çorum’dur.
Muhasara ve zahmetle zabt etti ve asker-i İslâm gana’im ve esir ile
na’il oldu (1)>>
(1) Nazmi Tuğrul Çorum Tarihi << Çorum’un Fet’hi ve Melik
Danişmend>> ser levhasıyla başlayan kitabın mâ-ba‛dını tamalamış
oluyor. Türk azmi “
Denmektedir. |
 |
- Çöplük diye halkımızın bildiği çarşının; Çorum’un en eski
yerleşim yerlerinden olan “Nikonya” nın zamanında da bulunmuş
olma ihtimali büyüktür.
- Çorum bu tarihlerde kalesinin tanımı şu alanlar
içinde olduğu zannedilmektedir. Çorum Tarihi ismili eserde:
-
“Nikonya Tekfurunun sarayının
bulunduğu yer, bu gün halen Albayrak ilköğretim okulu olarak bilinen
bulunduğu yerde idi.
-
Alaybey sokağının güzergâhından kale
suru şimdiki Ulu Cami meydanına kadar inmekte. Ulu Camiinin
bulunduğu yerde büyük kilise bulunmakta, buradan Ulu cami Altından
geçen camii kebir 3. sokak dan Taşhan caddesi istikametinden,
Emniyet sokaktan devam eden sur, şimdiki kaleyi de bir burç olarak
düşünürsek oradan Kulaksız sokağı, Albayrak sokak olarak
sınırlandırabiliriz.
-
Burası çok büyük bir alan olarak
gözükse de haritada burasının üçgen şeklinde bir alan olduğu
gözükmektedir.
-
Bu sınırların içerisinde halen
bulunan ve kilise diye bilinen yerin “havra” olma ihtimali büyüktür.
Burasın Nikonya’dan sonra yapılmış olması ihtimalinin olması
gerekmektedir.
-
Çorum’un Türkler tarafından
kuşatılması sırasında kuşatma 40 gün sürmüştür. Bu gün Devlet
Hastanesi sırtlarlı ve Bahçelievler bölümü Türk çadırlarının
bulunduğu kuşatma alanı olarak bulunmaktadır. Kuşatmanın sonlanması
ise Çorum’da gece çok büyük bir deprem olmuş taş üzerinde taş
kalmamış ve peşinden yağan müthiş bir yağmurdan sonra Çimento
fabrikası ve şimdiki Nadık deresi tarafından gelen muazzam sel ve
molozlarla Nikonya ortadan kalkmıştır. Sağ kalan Nikonyalılar bu
olayın Allah’ın Türklere verdiği bir mükafat, kendilerine verilen
biz ceza olarak görmeleri sonunda tamamı Müslüman olmuş ve Türk
boylarından Çorumlu oymağının burada kalması ve Karakeçili
Aşiretinin de yerleşmesi ile Çorum yeniden kurulmuş oldu.
-
Konumuza başlık olan Çöplük yukarıda
bahsi geçen deprem ve selden sonra oluşan mezbelelikten sonra
“Çöplük” ismini almış olması gerekir. Elde bulunan molozlarla şimdi
bulana kalenin yapılmış olmasının delili olarak kalede kullanılan
her türlü moloz taşının dıştan halen gözükmesi olarak görebiliriz.
-
Çöplük o zamanın tarihini yansıtan
bir arkeolojik sit alanı olması gereklidir. Aynı şekilde o
zamanlardan kalan Hıdırlık caminin altında bulunan yer altı
mezarlarının da söylentileri bu konularla uğraşanlar tarafından
anlatılmaktadır.
-
Çöplük Çarşısı için pek çok kişinin
kalmaması için bizzat benim tarafımdan ve imzaları karşılığı
yaptığım anket halen sitemde yayınlanmaktadır. burada
ÇÖPLÜ ÇARŞISI
YIKILSIN (KALKSIN) DİYEN
lerin adı soyadı ve
ÇÖPLÜ
ÇARŞISI YIKILMASIN (KALKMASIN) DİYEN
lerin adları ve
soyadları ile anketi ile de tespit edilmiştir.
-
Burada isimleri yazılı olan ve
ankete katılan zatlarla bizzat bire bir kendim konuştum ve sorduğum
soruya kalksın veya kalkmasın cevabını yazmalarını adlarını
soyadlarını ve imzalarını atmalarını istedim. Daha sonra sanal
olarak katılanlara da belirli süre verdim ve katılanlardan TC kimlik
nosunu verenleri buraya e-postaları ile kattım.
-
Bence Çöplük yani Çöplü Arastası
kalkarsa Çorum büyük bir kültür erozyonuna uğrayarak betonlaşan bir
alan ile yeraltına alınmış bir çarşı ile modernleşme tantanası ile
birkaç kişinin cebinin olmasından başka bir işe yaramaz.
-
Kaybeden Çorum ve Çorumlular olur.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
41 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
AVCI
Devrimizde masraflı ve insanlığın dünyaya
geldiğinden bu güne gelen bir masraflı alışkanlık.
Kimi zaman bir zamanlar fil avlamak
içi Afrika’ya gidilmiş, kimi zaman yüksek bir dağın bir yerlerinde
akan pırıl pırıl sularda avlanan alabalık zevki.
Av sezonun açılmış, bizlere de
Avrupa’dan gelerek Türkiye’de avlanan birkaç avcıdan birisi olarak
bende av sahasına gelmiştim.
Türkiye’de birkaç yıl sayılan
denetimli avcılık bizleri de sevindirmişti. Bizlere bu dağların av
hayvanları ile av ve avcı münasebetini yaşatan önemli bir alan
olarak Avrupa’ya da yakın ve ucuz bir yerdir.
Bölgede ben yaban keçisi avlamak
için gelen birisiyim. Avrupa’da yaşayan bir Türk olarak av yapıp,
memleket hasretini gidermeye ülkeme gelmekteydim.
Bu dağlarda son iki senedir av
yapmaya gelmekte ve av yapmaktaydım. Çevreyi av alanından başka
yerlerini gezememiştim. Burada insanlardan yaşanların olacağını da
fark etmemiştim. Av sahasının bulunduğu şehir Dünya’ca da turistik
bir merkez olarak bilinmekte olduğundan bu av alanı çevresinde de
ekonomik sıkıntının olması aklımın ucundan geçmeyen bir yerdi.
Av için geldiğimin ertesi gün
grubumuz iki İngiliz, bir Alman ve birde ben Türk olarak dört avcı,
dört mihmandan olarak mihmandarımızın eşliğinde şasesi uzatılmış bir
Land Rovar jipi süren söför ile birlikte av için müsaade verilen
dairenin bulunduğu yere gittik. Tercümanımız her zamanki bizlere
söylenen Mustafa olanları tercüme ederek anlattı. Hepimize birden
rast gele temennisi ile av sahamıza gitmemiz için müsaade başlamış
oldu.
Av grubu mihmandarları ile birlikte
Dört avcı olarak bizi av için davet eden turizm şirketi
mihmandarları ile birlikte jeepe binerek yola koyulduk. Jeep hareket
ederken bende memleketimizde yaşanan gelir farkları ile ilgili
mahalli bir gazetedeki haberleri okumaya başladım. On dakika sonra
aracımız artık av yapacağımız alanın yamaçlarını tırmanmaya
başlamıştı. Önümüzde orman yolu olarak adlandırılan sabitleştirilmiş
yol bir yılan gibi uzanıyordu. Etraf dağın özelliğini yansıtan çam
ağaçları ile örtülmüş yem yeşil bir doku içerisinde uzayıp
gidiyordu.
Benim gazeteden başımı kaldırdığımı
gören mihmandan bana dönerek tatlı lehçesi ile İngilizce konuşmaya
başlayınca ben gülerek:
-Merhaba ben Mehmet. Nasılsınız?
Diye konuşunca yarı şaşırmış, yarı memnun:
-Merhaba ben de Mustafa. Hoş
geldiniz! Buraya geçen yıl av gelen Türk siz olmalısınız? Bu yılda
geçen yıl gibi avınız bereketli geçer inşallah! Dedi. Bende:
-İnşallah. Ya nasip. Diyince ikimiz
de gülüştük. Bu arada da av alanımıza gelmiş olduğumuzu jeepimizin
durduğundan öğrenmiş olduk.
-
Sabah’ın ilk saatleri ve temiz
hava ciğerimi patlatacak gibi olduğunu hissetim. Araçtan inice
ayaklarımın biraz uyuştuğunu görüp, biraz kültür fizik hareketleri
ile hem ciğerlerimi hem de vücudumu dinçleştirmeye çalıştım.
-
Mustafa ile binlikte önümüzde
gözüken keçi yoluna doğru yürürken bir an ileride bir kıpırtı
görür gibi oldum. Kendi kendime adım bir av bir ya nasip diye
geçirirken dürbünümü gördüğüm kıpırtıya doğrulttum. Aman Allah’ım
bu gördüğüme her halde bir serap veya rüya mı diye düşünürken
Mustafa:
-Mehmet Bey ! O gördüğünüz çocuklar
burada ya konar göçer Yörüklerin, ya da orman işçilerinin çocukları
olsa gerek. Dedi. Beni iki şaşkınlık kaplamıştı:
Birincisi çocukluğumu hatırlatmıştı.
Kardeşimle bende köyümüzde okuldan kalan boş zamanımızda köyümüzün
hemen yanında bulunan çayırları hatırladım. Dürbünde gözüken iki
küçük çocuk bizleri 500-600 metre uzaktan incelediklerini görmüştüm.
Giyimleri biraz yoksul ve eskice görmüştüm. Mustafa’ye dönerek:
-Mustafa Bey. Bunlar her halde orman
işçisi çocuğu olması muhtemel mi? Giyim kuşamları pek iyi
gözükmüyor. Benim kırk yıl önce giydiğim lastik ayakkabılardan
giymişler? Konar geçer olsalar onların ekonomik durumları iyi olası
gerek değil mi? Diye sordum. Mustafa:
-Mehmet Bey! Bu gördüklerimiz
zannedersem konar göçer bir ailenin çocukları. Siz bu çevrenin fakir
olduğunu bilmiyor muydunuz? Bu çevrede yaşayan halk hMustafani
kimselere söylemeden yaşarlar. Güneydoğu ve Doğu da yaşayan bazı
vatandaşlarımız gibi fakirlik edebiyatı yaparak devlete isyan
etmezler. Diye konuşarak çocukların bulunduğu karşı yamacın karşı
kısmına geldik. Ben çocuklara hitaben:
-Nasılsınız çocuklar ? Diye sorunca,
ikisi bir ağızdan:
-Sağ ol amca. Diye bağırdılar. Benim
nasılsınız sesimin yankısı ile çocukları sağ ol amcası aynı anda
kulaklarımızda çınladı. Mustafa ile gülümsedik. El sallayarak av
yapacağımız tepeye doğru tırmandık.
Tepenin son kıvrımını dönünce ileri
kayanın üzerinde üç yaşlarında heybetli Teke bizimle alay edercesine
bizi seyrediyordu. Tüfeğimi doğrultarak peş peşe iki el ateş ettim.
Tüfeğimizde kurallar gereği iki mermiden başka bulunması yasaktı.
Teke hiçbir şey olmamış gibi bakmaya devam ediyordu. Iskalamıştım.
Acaba bu kadar kısa mesafeden neden vuramadım diye düşünürken avım
kıvrıldı ve kayadan aşağıya yuvarlandı. Mustafa beni alkışlayarak
belinde bulunan telsisini çıkarttı. Avın konumunu verdi alınmasını
talep etti. Telsizden diğer avcı arkadaşlardan tebrikler geldi.
Mustafa:
-Mehmet Bey; ikinci hakkınız için
devam edecek misiniz? Diye sordu: Ben de:
-Hayır dönelim. Avım gayet güzel.
Kayalardan yuvarlanırken boynuzları zarar görmediyse güzel bir av
anısı olur. Diye cevapladım. Tüfeğimi sırtıma alarak geldiğimiz keçi
yolundan geri dönmeye başlamıştık. Avımız 2 saat sürmüştü. Akşam
güneş batana kadar av devam edebilecek bir zaman dilimine sahiptik.
Aşağıya inerken bizden ayrı gelen
bir araçla vurulan avları taşıyacak yardımcılardan ikisi ile yolun
yarısında karşılaştık. Mustafa onları muhiti tarif etti. Biz jeep
doğru giderken onlarda keçi yolundan ayrılarak keçinin düştüğü
vadiye doğru indiler. Biz jeepin yanına gelince av malzemelerimi
jeepe koydum. Mustafa’ye:
-Şu çocukların yanına gidebilir
miyiz diye sordum. Mustafa. Tabii niye olmasın. Dedi. Çocukların
bulunduğu bölüme doğru yürüdük. Çocuklar halen oturdukları yerde
bulunuyorlardı. Bize gülen gözlerle bakıyorlardı. Fotoğraf makinemi
çıkartarak resimleri çektim. Yanlarına yanaştık. Ben:
Çocuklar nerede oturuyorsunuz?
Dedim. Kızdan büyük olduğu anlaşılan erkek çocuk cevap verdi:
-Aha şu aşağı yerde. Diyerek: arka
tarafı gösterdi. Bizde zaten onların oturdukları kayaya çıkmıştık.
Cidden çocukların değdi gibi aşağıda iki kıl çadır vardı. Etrafında
da koyunlar ve tavuklar bulunmaktaydı. İnce bir derecik şırıltısı
yanımıza kadar geliyordu. Mustafa’ye dönerek:
Avı almaya giden arkadaşlar avı bu
çadırların yanına getirseler olur mu? Dedim. Mustafa telsisi açarak
aşağıda bulunan ikinci aracı arayarak, bizim avı bizim geldiğimiz
tarafta bulunan iki kıl çadıra getirsinler. Av sahibi öyle istiyor
diye tMustafamat verdi. Biz çocuklarla birlikte çadırlara doğru
yürüdük. Çadırlara yaklaşırken bizi bir Kangal karşıladı.
Sahiplerini yanımızda görünce gelen var manasına gelen kısa ve sert:
-Hav. Diye çadırdakilere bilgi
verdi. Çadırdan birisi sakallı, birisi genç iki erker, çadırın
diğerinden ise iki kadın çıktılar. Ben:
-Merhabalar! Dedim. Yaşlı adam:
-Merhaba Bey! Diye cevap verdi. Ben:
-Misafir kabul ediyor musunuz?
Dedim.
-Baş üstüne Bey! Diye cevapladı.
Hemen çadırdan çıkan kadınlara çitle getirin, ayran hazırlayın
beyler susamışlardır. Diye seslendi.
-Biz çadıra gelene kadar çitleler
çadırı gölge tarafına serildi, minderler serpiştirildi. Yaşlı adam
bana yer gösterdi, Mustafa ye de yer göstererek bana:
-Hayırdır Bey. Buraya av için mi
geldiniz? Diye sordu. Ben otururken cevap verdim:
Evet Amca. Av için geldik. Sizin
bebeleri görünce yanınıza bir uğrayalım dedim. Mustafa bey de olur
dedi. Birlikte geldik. Dedim. Yaşlı adam tekrar hoş geldiniz dedi.
Genç adam kalaylı iki tas ile saf mı saf yağlı ayranı bize sundu.
Buz gibi ayran cidden çok hoştu. Beni eskilere götürdü. Bizi
seyreden iki çocuğa genç işaret ederek gitmelerini işaret ettiğini
gördüm. Müdahale ederek:
-Babası müsaade edersen yanımızda
otura bilirler mi? Dedim. Yaşlı adam oğluna işaret etti ve:
-Evet Bey biz sizi rahatsız ederler
diye düşünmüştük! Dedi. Çocukları yanıma çağırdım. Yalnızlığın
verdiği serbestlikle koşarak yanıma geldiler. Oturmalarını işret
ederek dedelerine döndüm:
-Amca adınız ne? Yaşlı adam:
-Mehmet ! Dedi. Bende gülümseyerek:
-Benim ismim de Mehmet! Dedim.
Gülüştük. Devam ettim: Biliyor musunuz bilir mi siniz? Osmanlı
döneminde sayım yapılırken hanelere gidilir erkeklerin isimleri
yazılarak sayılırmış. Evde ev erkeği olmayınca yada hanede kimse
olmayınca kayıt yapan yazıcıya memur bir mim koyuver dermiş.
Duymuşsunuzdur yeri gelince bir mim koy deyimi buradan gelmekte.
Diye anlattım. Genç durumu anlamamış olacak ki:
-Bey neden mim koy derlermiş? Diye
sordu ve kıp kırmızı oldu. Babası tersler gibi bakarken ben:
-Bakın babanın ismim Mehmet,
Arkadaşımızın ismi Mustafa ya senin ismin ne dediğimde: Usulca:
-Mahmut. Dedi. Ben:
-Gördüğünüz gibi burada dört erkeğiz
deyince yanımda oturan çocuk atıldı:
-Benim adım da Muhammed. Dedi. Ben:
-Bak burada beş erkeğiz. Hepimizin
isminin baş harfi M harfi ile başlıyor. Osmanlıca M harfinin okunuşu
MİM dir. İşte Nüfus sayımını yapan kişi muhakkak böyle
düşündüğünden muhakkak burada oturan kişinin ismi M ile başler, bir
mim koy demiş. Diye anlatmaya çalıştım. Bu sıra keçiyi tutuşarak iki
yardımcı geldiler. Kalkıp hep birlikte karşıladık. 70 kiloya yakın
bir hayvandı. Getirenlere bahşişlerini verdim. Mustafa:
-Arkadaşlar siz arabanın yanında
bekleyin. Grup toplanınca telsizden bilgi verirsiniz dönerim. Diye
talimat verdi. Gelenler araca doğru gittiler. Teke’ye baktım
boynuzları zarar görmemişti. Sakalı da yeni yeni uzamaya başlamış
olgunluğa ulaşmaya başlamıştı. Yaşlı adama dönerek:
-Mehmet amca. Sen bu işi iyi
bilinsin. Bana sadece keçinin başını kesip ver. Diğerini de kavurun
birlikte tadına bakalım. Sakatatı ve kalan etleri ile derisinden de
siz faydalanırsınız diyince:
-Mehmet bey oğlum sağ ol. Biz
hazırlayalım. Eti birlikte yeriz, kalanın siz götürün. Diye cevap
verdi. Ben:
-Mehmet amca: Ben İtalya’ya bu eti
nasıl götürüyüm? Diye güldüm. Siz çocuklarla güle güle yiyin. Dedim.
Sevindiler.
Tekenin başı itina ile kesildi,
derisi yüzüldü, içi boşaltıldı. Etleri parçalandı. Bu sıra kadınlar
büyük bir ateş yaktılar. Tekenin etleri el büyüklüğünde parçalanarak
derede yıkandı köz olan ateşin üzerine bir saçayağı kondu. Bir ekmek
saçı ters olarak konuldu. Etler yapışmasın diye halis koyun yağı ile
yağlarak etler düzüldü. Üzerine bir saç daha kapatılarak saçladın
birleşen yerlerine hamur sürülerek beş santim kadar açık bırakılarak
sacın üzerine de bir miktar olan köz ateşinden koydular. Yarım saat
kadar sonra, yaşlı bayan közleri saçtan sıyırdı. Bir beyle saçı
saçayağından* indirdi. Halis ev ekmeklerinin üzerine etler birer
parça koydu. İçimden gülümseyerek ebemin yani babaannemin dediği
aklıma geldi. “Sakın keçi etinden bir parçadan fazla yeme iltilem**
olursun) Mehmet amca gülümsememi görerek alındı.
-Bey ben bağ bağışladım, onlar bir
salkım üzüm verdi mi diye düşündün? Derken ben hemen:
-Hayır Mehmet Amca babaannemin
dediği aklıma geldi. Bir parçadan fazla keçi eti yeme diye biz
küçükken tembih ederdi. Aklıma o gelmişti. Dedim Gülüştük.
-Etimizi ve ekmeğimizi yedikten
sonda biz müsaade istedik. Mehmet amca:
-Olmaz! Üstüne kahvemizi içelim.
Arkadaşların gelene kadar konuşuruz. Bırakmam. Diye ısrar etti..
Olur babından başımı salladım.
-Birazdan kahvelerimiz geldi. İçtik.
Sordum:
-Mehmet Amca! Çocuklar okula
gidebiliyor mu?
-Hayır oğul, nasıl gitsinler. Ben:
-Mehmet Amca gelir seviyeniz ne
durumda?
-Allah’a şükür. Biraz bizden artarsa
şehre peynir ve yağ götürüp diğer ihtiyaçları karşılamaya
çalışıyoruz. Ben:
-Mehmet amca sorması ayıp. Siz yılda
ne kadar kazanıyorsunuz?
-250- 300 lira Bununla da üst baş ve
tuz un filan alıyoruz. Diyince utandım. Şimdi para teklif etsem
bunları kıracağımı biliyordum. Öğleni biraz geçerken telsizde biz
hazırız cevabı geldi. Bizde müsaade isteyerek kalktık. Mehmet amcaya
dönerek:
-Mehmet Amca ben geline bir hediye
alman için şu parayı bırakıyorum. Diyince kızardı:
-Yok Olmaz dedi. Ayıp olur dedi.
Ben:
-Hayır, gönlümden koptu. Ne olur
alın dedim bir miktar parayı zorla verdim. Aracımıza kadar bizimle
geldiler. Mahmut arkamızdan gelmekte ve elinde bir beze bohça ile
bir bardak*** bulunmakta idi. Jeepin yanına gelince bütün ekibin
tamam olduğunu gördük. Elimi Mehmet amcaya uzatırken:
-Bey bir dakika dedi. Mahmut’a
işaret etti. Mahmut elindeki bohçayı yere serdi ve diğer ekipteki
arkadaşlara buyurun dedi. Üç yabancı avcıya ben İngilizce:
-Buyurun yemek yiyiniz dedim.
Şaşırarak oturdular. Mahmut Şoförler ve mihmandanlar ile
hizmetlileri de çağırdı:
Siz de buyurun! Evet bende mars
olmuştum. Güya aileye keçi hediye etmiştim. Keçinin sakatatı,
döküntüleri ve biraz kemikli kısmı kalmıştı.
Arkadaşlar beğenerek yediler.
Bardaktan ayran içtiler. Karnımız tok olarak jeeplerimize binerek
otelimize döndük. Burada yaşayanlar için 250-300 lira ile bir yılı
geçiren gönlü zengin insanlarla tanışmış olduk.
21 Ocak 2009 saat 01,00 ÇORUM
* Saçayağı. Üç ayaklı ateş üzerine
konulacak kapın konacağı demirden üçgen üç ayaklı gerek.
** İltilem İrsal.
*** Çam ağacından yapılmış su kabı.
|
|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
42 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
-
Geçmiş
sayılardan bir yazım
-
DİKKAT !
TEHLİKENİN NERESİNE KADAR GİDİLECEK?
-
Biraz Çorum'da ne var,ne yok diye
yerel bir kanalını açtım.
- Çorum Değişim Projesi bilgilendirme toplantısı. Anlatılanları
dinleyince tüylerim diken diken oldu. Ya ne diyeceksiniz?
-
Sevgili Sayın Prof. Hocamın tek
muhalif olan matbaacı arkadaşımızın ne demek istediğini anlar gibi
olduğunu söylemesine.
-
Konu: Çorum'un kültür varlığı
olarak tescil edilmiş olan bir bölümü. Anlatan : Diksiyonu çok
düzgün ve ödevine oldukça iyi çalışmış,teklemeden konuşan bir
hatip. Anlatımı gayet mantıklı görünüyor. 20-25 dinleyici. Hiç çıt
yok. Konuşmacı tezini anlatıyor. Yerine otururken Sorusu olan var
mı ? Diye sorunca sadece bizim haklı her konuya itiraz eden Sayın
Nizamettin Oktay'ımız:
-
-... Bu çalışmalar için belirlenen
sınır nereden,ne reye kadar ?
-
Başlama noktalar, itiş noktaları
neresi... diye sorunca. Konuşmacı bir şeyler geveliyor. Nizamettin
tekrarlıyor sorusunu. Bu sefer Sayın Başkanımız cevap veriyor.
-
Sonra Rüstem baba sarı levhalarla
ilgili başkana soru yönetiyor.
-
Başkan cevaplıyor. Şimdi gelelim
konunun özetine: Belediyemiz mantıklı gözüken bir proje için
kollarını sıvamış. Bir bilene danışmış, proje istemiş. Acaba bu ön
proje için ne kadar ücret vermiş ?
-
35 dönümlük şehir merkezinin altı
seçilmiş. Acaba; bu alanın üstünü düzenlemek yerine niçin altını
seçmiş ? Bu alanın altında neler var acaba ? Neler yok ki. Bu
belirlenen alanın altında bir tarih yatıyor. Bir kent yatıyor.
Tarih kokan büyük bir hazine yatıyor.
- Neden buraya ÇÖPLÜK denilmiş acaba belediye bunu araştırdı
mı ? Hiç zannetmem. Bence bu fikirlerinden vazgeçmeleri için
gereken bir iki başlık sizle re ileteyim.
- Birincisi:Burası NİKONYA şehrinin bulunduğu yer olabilir mi.
Uzun süre Çorum'u fetih eden atalarımız bu yıkıntıları çöplük
olarak kullanmış olamazlar mı ? Buralar ve eski Karakeçili
mahallesi bir önceki medeniyetin yıkıldığı alan olup olmadığı
biliniyor mu ?
-
İkincisi: 1 Temmuz 1940 Tarihli 24.
Sayı Çorumlu Dergisinin normal sayfa 2. genel sayfa 725 şi bir güzel
okumaları ve yine aynı derginin 25. Sayısında yayımlanan "MTA TAG
Direktörlüğü Tusik Raporu No:1057 Çorum Havalisinin Jeolojik ek
sizi"ni bir güzel inceleyiversinler.
-
İkinci bilgiyi bulamazlarsa;
yayımladığım Çorumlu 2000 dergisi 7 sayı 28 numaraya bakı
versinler. Ya da ; 8. Sayı 27. Sayfada bu rapor hakkında
yazan Sayın
- Hocam Oğuz Leblebicioğlu'nun yazısını bir inceleyiversinler.
-
Bence bu iş biraz cıvık. Neden mi?
Çünkü bu projenin yapılacağı alan oynak toprak yani alüvyon yatağı.
Altında Ankara gibi taban kayası yok. Biliyoruz ki; bizim il
merkezimizin yerleşim alanı taban suyu bol bir yer. Bu topraklar
bence yer altında bir katlı derinliği kaldırabilir fakat 35
dönümlük bir alanı ve hele hele,2 kat olan bu projeyi kaldıramaz.
-
Gerekçeleri gayet açık. Bir kere bu
alanı şu anda bile beş dakikalık ufak sağanak yağmurlarda bile
caddelerimizden dereler gibi akan sular acaba nerelere akar.
Nereler dolar ? İşte sizin projenizde Çorum'da bu akıntıyı
verecek ne bir eğilimli arazi var,nede bu suları pompalayacak bol
enerjimiz var. Yoksa burayı bitirdiğiniz gün yağan şiddetli bir
yağmurla doldurarak yüzme havuzu filan mı yapacaksınız ? O da
olamaz,koca Çorum'da bu derinlikteki bir havuzda yüzebilecek
kaç hemşehrimiz var ? Belki de: Bir efsanevi söylenişte geçen;
"...yelden;Çorum selden batacak." Denilen sözler sizin eserinizle
gerçekleşecektir. Orayı yaptığınızı var sayalım. Şiddetli bir
yağmur yağınca ne olacak acaba ? Olacağı malum. Otopark,dükkanlar
ve Allah C.C. korusun orada yüzleri bulan dükkanlarda çalışanlar
ile, yağmurdan kaçmak için oraya doluşan binlerce Çorumluya mezar
olacak. Bakın ; kendinizde söylüyorsunuz. Uydu kent. İstimlak ederek
bir sürü güzel tarım arazisini,mesken yeri olarak alıp Çorum'a büyük
bir kötülük yaptınız Bari oralarda bu projeyi yer üstünde
yapıverin. Yok olmaz diyorsunuz. Ben zor olanı seçtim. Bence siz
; zor olanı değil,rant olanı seçtiniz.
-
Yine de size 5. Sayı 15. Sayfada
kolay rantlı ve müteahhit ve istimlâke bile gerek olmayan bir
teklifim vardı bir zahmet onu okuyuveriniz. Tek katlı olan önerimiz,
şehrimizin tarihi dokusunu da zedelememektedir.
-
Sizin projeniz bence birilerine,
proje karşılığı biraz para vermek. Yada bu proje ışığı altında
“definecilik” yapmak.
-
Son olarak; Alah’u Teala bir
daha Türkiye’mizi eleme boğan depremle bizleri imtahan etmesin. Bu
proje ile deprem bölgesi olan ilimizin gerçeklerini göz önüne
alınması gerekir. Kolay rant uğruna ilimizi büyük bir felakete
sürükleyecek olan bu projenin belki getirebileceği birkaç milyon
dolar için, Çorumluları lütfen tehlikeye atmayınız.
-
Saygılarımla.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
43 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
-
ÇORUM'UN KADISI
- Çorum;Amasya’ya bağlı iken;
- Bir rüşvetçi kadı varmış.
- Aldığı rüşvetler ile,
- Çorumluların canına tak etmiş.
- Çorumlular toplanıp;
- Gizlice bir name yazıp padişaha;
- Bir heyet seçerek yola
çıkarmışlar.
- Heyet Kırk dilim'e varınca
arkalarından,
- Yetişmiş kadı ile adamları .
- Heyeti durdurmuşlar hemen.
- Kadı heyet başkanının yanına
gelip:
- Geri dönmelerini,bir şey
göstereceğini,
- Heyetin ikna olmazsa eğer;
- İstanbul'a tekrar gitmelerini
dilemiş,
- Heyettekiler bakalım,ikna
olmazsak eğer,
- Müsaade de etti gideriz
İstanbul'a.
- Padişaha şikayet ederiz demişler.
- Kırk dilim'den Çorum'a dönmüşler.
- Doğruca heyet ve kadının adamları
- Kadının evine birlikte gitmişler.
- Kadı adamlarına dışarıda kalın
demiş.
- İçeri gidince de heyete dönmüş:
- Burada gördükleriniz sizde
kalacak
- Kimseye söylemeyin ben o zaman
- Size söyleyin diye
bildiririm!Demiş.
- Yemin de almış orada heyetten.
- Beraberce bodruma girmişler.
- Kadı bodrumdaki üç küpü
göstermiş,
- Heyet başkanına dönerek söylemiş:
- Şu baştakinin ağzını aç demiş,
- Heyet başkanı küpü açmış,
- Görmüşler ki ağzına kadar altın
dolu
- İkincisini de açtırmış ,oda altın
dolu,
- Üçüncüsünü de açtırmış kadı
ısrarla;
- Bakmışlar yarıyı biraz geçmiş
- Olarak o da çil çil altınla dolu.
- Kadı sesini biraz yükseltmiş:
- Bakın şikayete giden Çorum
heyeti!
- Ben üç küple geldim,iki buçuğu
doldu.
- Yarımı da yakında dolar,başkası
da yok.
- Şayet beni şikayet ederseniz,
- Ben iki buçuk küpü alıp giderim.
- Yalnız;gelen kadı da üç küple
gelir,
- Gerisini siz artık düşünün.
Demiş.
- Eski rüşvetçiler belki de
kanaatkarlarmış,
- Üç küple idare ederlermiş.
- Ya şimdikiler küp değil oda da
- Doldursalar yetmez imiş.
- 01/03/2006
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
44 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
GAZİ TOP (Gerçek hikaye)
Geçtiği yerde herkesle selamlaşarak dükkanın önüne
gelen Yusuf dükkanını Besmele ile açtı. Allah’a hamt etti. İçinde de
“Ya Rabb’i,bu sıkıntılı günlerden bizleri kurtar” diyerek duasını
etti. Son on aydır dükkana gelenlerin sayısı gittikçe azalmıştı.
Yaşı 55’e ermiş,güzel günler,sıkıntılı geceler geçirmişti. Açıkçası
feleğin çemberinden geçmiş bir yaşa ermişti. Bu düşünceleri bir
tarafa atarak gelirken aldığı gazetesini açtı okumaya başladı. Üç
beş yıldır alıştığı gazetesinin ekonomi bölümünü inceledi. Dün akşam
giderken hayali yatırdığı tahvilleri ile dövizin ne getirdiğini
öğrenmek artık onda bir tutku olmuştu. Bu tutkuları kazanmasının
birinci sebebi müşterilerinin azalmasından dolayı kendisine maddesel
olmazsa bile düşünsel bir meşgale bulmasının yansımasından başka bir
şey değildi. Birde Çorum’da pek popüler olan at yarışı tahminleri
onu oyalıyordu. Bir ara kolundaki saate baktı saat dokuzu biraz
geçmekte idi. Yavaş yavaş diğer esnaflarda “Çöplük”’te ki
dükkanlarını açmaya başlamışlardı.
Kalktı,küçük tüpü yakarak çay suyu için demliği
koydu tekrar gazetesinin başına döndü. Bu sefer spor sayfasını
açarak at yarışı tahminleri ile o gün hangi atların ve hangi
jokeylerin koşacağını inceledi. Bu inceleme de onun on dakikasını
almıştı. Kendi kullandığı bir tarafı yazılı kağıtlarından birisine
bir altılı ganyan çıkarttı,aynanın kenarına itinalı olarak
yerleştirdi. Beli ağrımıştı. Belini tutarak küçük tüpün üzerinde
kaynamakta olan demliği aldı. Kaynayan suyun büyük bir kısmını
dükkanda bulunan çift kapaklı termosun birinci gözüne boşalttı.
Demlikte kalan suyu da küçük demliğe boşalttı,belirli miktarda çay
atarak tüpün üzerinde bir taşım kaynayana kadar demlik elinde
bekledi. Demliği alarak bir kenara koydu. İyice boşalan büyük
demliğe su doldurarak tüpün üzerine dikkatlice koydu,küçük çay
demliğini de üzerine oturttu. Doğrulurken:“biz çırakken tüp ne
gezerdi. Yanan ocağın üzerinde güğümle su kaynatırdık. O zamanlar
Çorum’da dükkanda çay demlemek ayıp sayılırdı” diye düşündü.
Her zaman ki saatte tertibi Selim
dükkana uğradı. Hal hatır sorduktan sonra kendi iş yerine gitti.
Saatte on olmuş,sokaklar dolmuştu. Bir ara bir müşteri geldi,acele
bir sakal tıraşı yapıver usta diyerek koltuğa oturdu. Yusuf gelen bu
genç müşteriyi tanıyamadı. Berberliğin verdiği alışkanlıkla sordu:
- Çorumlu musunuz ? Genç adam
- Evet” diyerek cevapladı. Yusuf:
- Hangi mahalleden ? Diye tekrar
sordu. Genç adam:
- Kale mahallesinde. Diye cevapladı.
Yusuf’un gözleri daldı. Genç adamın sakalına sürdüğü sabun köpüğünü
biraz daha dolaştırarak,yeğenim:
- Sen bizim rahmetli koca Üsüğe çok
benziyorsun,bir akrabalığın var mı ? Dedi. Genç adam:
- Dedemin ismi Hüseyin’di. Diye
cevap verdi. Yusuf.
-“Evet bizim Üsüğün torunusun demek.
Maşallah. Yeğenim deden sana “Gazi Top”u anlatı mı ? Genç adam
meraklanmıştı. Dikkat etti,berberin yüzünde geniş bir gülümseme ve
parlaklık gelmişti. Kendi kendine düşündü. Dedesi böyle bir hikaye
anlatmamıştı.Dedesi kendisi ile çok ilgilenirdi fakat onunla sohbet
etmeyi pek sevmezdi. Meraklandı,berbere:
- Hayır usta böyle bir hikayeden
haberim yok. Dedi.
- Yusuf hafifçe gülümseyerek
usturayı eline aldı;genç adamın yeni gürlemeye başlamış sakalını
tıraşa başladı. Genç adam;berberin söylediği hikayeyi iyice merak
etmişti. Berbere:
- Usta hani demin söylediğin
hikayeyi bana anlatabilir misin ? Dedi. Yusuf:
- Bak yeğenim;bundan yıllarca önce
idi. Duymamış olsan da ders kitaplarında okumuşsundur. Ülkemizi
idare edenler karar alarak kahraman Mehmetçiklerimizi Kore’ye
göndermişlerdi. O yılın Ramazan ayıydı. Belediye tarafından kaleden
atılan Ramazan topunun merkezden duyulmaması nedeni ile merkeze
yakın olan Parka alınması ve oradan Ramazan topunun atılması karar
çıkmıştı. Derken bu kararı tatbik eden Belediye Zabıta Memurları
Arife günü öğleden sonra topu Kale’den alarak Parka getirmişlerdi.
Ramazan topunu atan Osman ağa sahur topunu atar,akşam topunu da
Metin usta atardı. Zabıta akşam topunu atan Metin Ustaya haber
vererek topun yerini bildirmiş ve ikindiden sonra Ramazan karşılama
toplarını atması için haber vermişti. Osman Ağaya ise topun yeri
haber verilmemişti. Diyerek soluk alarak sabun artıklarını
temizlemeye başladı. Hüseyin anlatılanları dinlemeye başlamıştı. Bu
hem bir yakın tarihle ilgili anı idi ve hem de meraklı bir bilgiye
benziyordu,sabırsızlanarak.
- Usta sonra ne oldu ? Dedi. Yusuf:
- Bak Üsüğüm neler oldu neler
anlatayım da dinle: Kale mahallesinin delikanlıları bu topun
gittiğine çok içerlemişlerdi. Hemen mahallede toplandılar. Kendi
aralarında konuştular ve karar aldılar. Akşam bütün şehir teravide
iken topu alıp yerine koyacaklardı. Bu kararı alınca herkes evine
gitti. Yatsı vakti sela verilirken her zamanki toplantı yaptıkları
buluştular. Deden Üsük de dahil dokuz kişiydiler. O zamanlar her
akşam başka camide teravi kılmak için dolaşıldığı için
delikanlıların topluca gitmeleri dikkati çekmedi. Yürüyerek parka
geldiler. Hava karardığı için ortalık zifiri karanlık olmuştu. O
zamanlar şimdiki lisenin bulunduğu yerde ev filan yoktu. Karşısında
bulunan yeni kurulan Bahçelievler Mahallesi yeni kurulmuş,yavaş
yavaş canlanmakta idi. Hele Esnaf Evleri diye bir mahalle yoktu.
Milönün dediğimiz yerde bir sellağı vardı,sellanın şehir sınırı
sayılırdı.
Parkta topun yanına geldiler.
Kundağından kaldırarak yürüterek,Yeşilyurt üzerinden Milönüne
geldiler,orada sellayı takip ederek topu kaleye getirerek eski
yerine koydular. Şimdi bundan sonraki kısmını bana Osman ağa
anlatmıştı :” Sahur topunu atan Osman Ağanın topun yerinin
değiştirilmesi olaylardan haberi olmadığı için,barutunu alarak topun
yanına gelerek sahur başlangıç topunu atarak bir sigara yakıp evine
dönerken camilerin birinden temcit okunmaya başladı. Ne güzel
okuyorlardı temcit ilahilerini diyerek eve girdi. Sofra
hazırlanmıştı,mayalıları birer birer mideye indiren Osman ağa
hanımına bir kahve yap hatun dedi. Hanımı ocakta bulunan ateşe kahve
cezvesini koyarak kahve pişirdi. Osman ağa serkisof marka saatine
bakarak yerinden kalktı. Bir sigara daha yakarak topun bulunduğu
yere gitti,topu doldurdu bekledi,sigarası bitince evden adeti üzere
getirdiği matarasından ağzını yıkadı,suyunu içti fitili ateşledi
evine döndü. Diyen Yusuf sustu. Bir bardak su doldurdu. Bir yudum
aldı. Herhalde Ramazan,mayalı,su derken ağzı kurumuştu. Hüseyin
iyice meraklanmıştı.Acele ediyordu,sabırsızlanıyordu sonucu dinlemek
için. Dayanamayarak sordu:
Usta kimse topu sormadı mı ? Diyerek
sonucu dinlemeyi bekledi. Yusuf gülümseyerek.
- Patlama be oğlum anlatacağım.
dedi. Soluklandı,sanki o günleri yaşıyordu 50 yıl öncesinin
dinlediği hikayeyi sanki toparlıyordu. Anlattığı bu hikayenin her
bölümünü birisi anlattığı için hafızasında sıraya koyuyordu :
- Ertesi gün; Parkın bahçıvanı
koşarak belediyeye gelir,Zabıta Müdürüne çıkarak durumu
anlatır,topun yerinde olmadığını söyleyince Belediye karışır,hem de
ne karışma koskoca tarihi top yok olmuştu,olur mu böyle bir şey
diyerek Başkanın odasına çıktı. Başkan da şaşmıştı bu işe. Telefona
sarılarak karakolu ararken Zabıta Müdürüne dönerek yahu temcit topu
atıldı ben kulağımla duydum diyince Zabıta Müdürü de evet bende
duydum derken,odacı içeriye evrak getirmiş bulunuyordu,top bahsini
duyunca sıkıla büzüle,Başkanım top kalede duruyor,bir şey
olmamış,ben buraya gelirken yerinde duruyordu deyiverdi. İş temelli
karışmış bulunuyordu. Parkın bahçıvanı top yerinde yok diyor,odacı
ise top kalede duruyor diyordu. Hemen telefon etmekten vaz geçerek
odacıya,makam arabası hazırlansın diyerek Zabıta Müdürüne beraber
gidelim bir bakalım diyerek aşağı indiler ve makam aracına binerek
Kale’ye geldiler. Cidden top yerli yerinde duruyordu. Fazla
düşünmediler ve Belediyeye döndüler,zabıtalar tekrar topu Kaleden
alarak Parka geri getirdiler.
Ramazanın birinci günü akşam topu
yine Parktan atıldı. Akşam aynı gençler topu alıp kaleye
getirdiler,bu git gel dört gün sürdü. Dördüncü gün Başkan bu
gençleri topu götürürken zabıtaları ile yakaladı. Suçüstü yakalanan
gençlere niçin böyle yaptıklarını sorunca,onlarda mahallemizin
topunun Parka gitmesine gönlümüz razı olmadı dediler. Reis önce
kahkaha ile güldü,sonra düşündü delikanlılar haklı diye düşündü
zabıtalara da emir vererek topu Kaleye götürün dedi. Gidiş geliş
sırasında topun tekerleğinin birisinin arızalanmasının da aşağıdaki
söylentiye sebep olduğunu düşünebilirsiniz.
İşte Üsüğüm top olayı böyle oldu.
Yalnız;şehirde bir dedikodu
yayıldı:”Top savaşmak için Kore’ye gidiyor,geliyor dediler”
sonraları da halk tarafında topa "Gazi" unvanı verildi.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
45 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
-
BİZ
- Bizi; biz yapan bu dünya sanırız.
- Kimi kimden sorar, kimi ararız
- Bekleriz Allah’tan emek vermeyiz
- Dünyaya da esir olduk kime ne?
-
- Arkamızda bir eser var demeyiz,
- Yaptığımız kıymet görür bilmeyiz
- Ölünce bilinir kıymet ederiz
- Bu dünya ya esir olduk kime ne?
-
- Ağlayan değil de, gülen olduk biz,
- Öldürene köle olduk hepimiz
- Bombalanır dindaşlar seyrederiz
-
İki devletin kuklası olduk biz
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
46 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mahmut Selim GÜRSEL
|
Mahmut Selim GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
- TIMARHANE YOLCUSU
-
- Kader ağlarını yavaş yavaş örüyor.
- Bataklığa gidiyorsun bak milim milim
- Düşünmezsen bu dünyayı olursun salim
- Boş ver şu geçmişe,şen olsun istikbalin.
-
- Sevmek ne haddine be,sevilmekte keza.
- Tutuldum zannetme,sen bu kara sevdaya
- Bir yol alır gider,boş yorumlanır rüya.
- Kanma kimseye. Gidersin tımarhaneye.
- 20/12/1972
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
47 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
BUNUN BÖYLE OLDUĞUNU İSPAT EDEN AK PARTİYE
TEŞEKKÜR BORCUMUZ VAR..
Kafese beş maymun, kafesin ortasına
da bir merdiven konur. Merdivenin üzerine de iple bir kangal muz
asılır. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak
istediğinde dışarıdan üzerine hortumla soğuk su sıkılır. Her bir
maymun aynı denemeyi yapar, buz gibi soğuk suyla ıslatılır. Bütün
maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam olurlar. Bir süre sonra
muzlara doğru hareketleneni diğer maymunlar engellemeye başlar.
Su kapatılıp maymunlardan biri
dışarı alınır, yerine yeni bir maymun koyulur. Yeni gelen maymunun
ilk yaptığı iş, koşup muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur.
Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni gelen maymunu
üstüne üstlük bir de güzelce döverler.
Daha sonra ıslanmış maymunlardan
biri daha yeni bir maymunla değiştirilir ve o da merdivene ilk
yaptığı atakta dayak yer. Bu maymunu en şiddetli ve istekli döven de
biraz önce diğerleri tarafından engellenen ve ilk dayağı yiyen
birinci yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir.
Bu da ilk atağında diğerleri tarafından cezalandırılır.
Diğer dört maymundan yeni gelen
ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir
fikirleri yoktur ama en iştahlı dövenler de onlardır. Sonra en
baştaki ıslanan maymunların dördüncü ve beşincisi de yenileriyle
değiştirilir.
Ama tepelerinde o bir kangal muz
hâlâ asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır.
Maymunların tamamı değiştirilmiş olmasına rağmen muza hamle yapan da
olmaz. Muz, merdivenin üzerinde durur, fakat hiçbir maymunun neden
muza hamle yapmadığını da bilmez. Muzun merdiven üzerinde durması
tüm maymunlar tarafından kanıksanmıştır. Muzu çok seven maymunlar,
hayatlarından memnundurlar!
Neden mi? Çünkü; burada işler böyle
gelmiş ve böyle gitmektedir. Eskiden beş yıl dolmadan seçimler
yapılırdı. Kanunlarda seçimler beş yılda bir yapılır denilse de
kimse bunu sorgusunu yapmazdı. Koalisyon hükümetleri canları
istediklerinde seçim yapar, istediklerinde bakan değiştirirlerdi.
Bizler de halk olarak ne zaman seçim yapılırsa sandığa giderdik. Bir
anlamda sandığa gitmeyi kanıksamıştık.
Şimdi ilk kez seçimler vaktinde
yapıldı. muhalefet partisi CHP bilmelidir ki . Türkiye'de siyasetin
temel sorunu, özgürlükler çerçevesinde kolayca çözülebilecek yaşam
tarzları, kimlikler, inanç farklılıklarının algılanması üzerinde
kurulu gerginlikleri bir türlü ortadan kaldıramayışıdır. Sosyal
demokrat bir parti, CHP. 'Sosyal' kelimesi çerçevesinde
konuşacağımız çok ciddi sorunlar varken. Büyük bir neoliberal
kuşatma içine girdi. Sosyal güvenlik reformunu tartışırken. CHP'nin
gündeminde bunlar yok, 'AB'ye yaptığınız liman teklifini, Çankaya'ya
sordunuz mu, sormadınız mı?' Ana muhalefet bununla meşgul. Laik -
cumhuriyetçi eksen ile İslamcılar arasındaki kırılmadan yararlanıp,
Meclis'te tekrar nasıl var olacağının hesaplarını yaptı. Aslında bu
gerilim aslında AKP'nin da işine geldi. Uzaktan davulun sesi hoş
gelirmiş. Atıp tutmak kolaydır. Şunu bilmek lazım Türkiye
kurulduğundan beri gelen hükümetler yabancı ülkelerle yaptıkları
anlaşmalar, kötü yönetim ve yanlış siyasetler sonucu öyle bir hale
gelmiştir ki başbakan olduğunuzda yabancı ülkeler elinize ilk önce
kelepçe vuruyorlar ve ağzınızı da bantlıyorlar. Artık bu durumda
yapabileceklerinizin en fazlasını ülkeniz için yapmaya
çalışıyorsunuz. Ne zamanki alışa gelmişlik muhalefet çizgisini terk
edersek o zaman banttan da kurtulup kelepçeyi de elinden söküp
atabilirsek yani ülkemizi yabancı ülkelerin baskısından kurtulmuş
tam bağımsız bir ülke haline getirirse o zaman uyuyan dev uyanacak.
İşte o zaman dediğimizi yapabilecek, saygı görecek ve herkesin içine
korku salabileceğiz. Zaten Uygulamalar konusunda memnun olmayanlar
sandıkta kararını verdi. Başarılı olanlar yine beş yıllığına iktidar
oldu, başarılı olamayanlar da baraja takıldı. Birçok uygulamasına
karşı olup olmadığımız veya katılmadığımız AK Partinin bize
seçimlerin beş yılda bir yapıldığını hatırlatması ve halkın
istikrardan yana oluşu görüşüne bir vatandaş olarak sonuna kadar
katılıyorum. Temennimiz, alışkanlıkların bitip, doğru olanın
yapılmasıdır.
Ama Kimse halkın beş yıllığına
iktidar seçtiğine bakmıyor. Garip gelse de alışkanlıklarımızın
yanlış olduğu ortada. Bunun böyle olduğunu ispat eden AK Partiye
teşekkür borcumuz var.
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
48 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
ANNE VE BABANIZIN KÜÇÜK YAVRUSU DEĞİL
MİSİNİZ?
Her insan belli bir yaştan
sonra,'hep çocuk kalsaydım keşke' der. Her insan özler
çocukluğunu... İster kötü ister güzel geçsin çocukluk dönemi; gene
de çocuk saflığıyla yaşamak ister hayatını. Nedendir bilinmez küçük
bir çocukken ve daha annemiz elimizden tutup parka götürürken bizi
oyun oynamaya; en büyük hayalimizdir büyümek ve kocaman bir adam
olmak...Düşünsenize bir kere o günleri...Hep büyüklere özenerek
oynamaz mıydık oyunlarımızı? Öğretmencilik...Evcilik... bir an önce
büyümek için dualar ederdik. Böyle giderdi,hepimiz için, küçüklerin
hayalindeki büyüklük halleri ve onları örnek alarak yarattığımız
çocuk tiyatrosu...Hep büyüyünce ne olacağımız sorulurdu da büyük bir
gururla cevap verirdik. 'Doktor olacağım yok yok öğretmen...'Her an
bir meslek değiştirebilen başka hangi insanoğlu var çocuklardan
başka? Ne güzeldi o dönemlerimiz öyle değil mi? Ağladığımız yada
korktuğumuz zaman babamızın güvenli kollarında huzur bulmamız,
annemizin şefkatli kollarında, onun kokusuyla uykuya dalmamız... Ne
güzeldi kardeşimizle yaptığımız oyuncak kavgaları.. Bir oyuncağı
bile paylaşamazken, başka biri ona zarar vermeye kalktı mı nasılda
koruma altına alır yada alınırdık kardeşimiz tarafından Ve...
Ve...Zaman...O günlerin, deli gibi büyümek istediğimiz zamanın hızla
akıp geçmesi, zamanın bizi yenişi... Düşünün bir kere hangimiz
kendimizi çaresiz hissettiğimiz zaman, iki büklüm olup cenin halini
almıyoruz. Bir an için annemizin güvenli karnında olmak
istemiyoruz.. Hangimiz ağlarken anmaz annesinin ismini yada duymak
istemez onun şefkatli sesini? Babamızın güvenli kollarına sığınmak
için neler verebilirdik acaba o anlarda?.. O kadar kaptırmışız ki
kendimizi büyümeğe, büyüdüğümüzü anladığımızda çok geç olmuş belki
de... Peki şimdi yapabileceğimiz sadece, 'keşke çocuk kalsaydım.
'Demek mi acaba? Hayır, tabii ki değil; çünkü çocuk saflığıyla
yaşayabilmek, yüreğimizdeki çocuğu çıkarmak kendi elimizdedir her
zaman. Lunaparka gidip de atlı karıncaya binmeyi deneyin
mesela...Yada bir gün toplayın bütün arkadaşlarınızı saklambaç
oynayın gecenin bir vakti çığlık çığlığa...Hayır.. Hayır.. sakın
utanmayın bunları yapmaktan, sakın utanmayın sizi mutlu eden bu
şeylerden.. Size tuhaf tuhaf bakan gözlere de aldırmayın, emin olun
ki onların bakışlarının nedeni ayıplamak değil, bir nevi, 'keşke
bende yapabilsem.' Düşüncesidir, siz mutlu olacağınız şeyleri
yapmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyin.. En önemlisi de yüreğinizi o
çocuktan uzak tutmayın.. Hep sevin, sevilin, gülün ama; bir çocuğun
kalbinin şeffaflığıyla yapın bunları... Böylece de daima mutlu
olun... Hem düşünün 70 yaşına da gelseniz hala biricik anne ve
babanızın küçük yavrusu değil misiniz? Yüreğinizdeki küçük sizi hep
yaşatın ve hep yaşayın
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
49 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mesut ARTAR |
Mesut ARTAR HAYAT HİKAYESİ |
AYNASI İŞTİR KİŞİNİN LAFINA BAKILMAZ
Öylesine güzel ve köklü bir vatanın
evlatlarıyız ki ne kadar şükür etsek azdır. Bu cennet vatanın her
köşesi ayrı bir güzel Doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle
bulunmaz bir cennettir.
Malum herkes kendi ilini, ilçesini,
köyünü çok sever ve doğru olanda budur. Ancak ben konuyu kendi
memleketime Çoruma getireceğim.
Geçmiş yıllarda bir çok sıkıntılar
yaşadık, fakirlik yaşadık, geride kalmışlık yaşadık ama hiç bir
zaman isyan eden olmadık ve olmayız da. Çünkü "Vatan sevgisi
imandandır. "hadisi şerifine gönülden inanmış, gönül erleriyle dolu
bir şehirdir Çorum. Ta ezelden bu böyle gelmiş ve böyle de
gidecektir.
Her nimetin bir külfeti vardır,
bunlarında sabırla, sevgiyle hoşgörüyle ve vatan sevgimizle
hallederiz Eyvelallah!.
Çünkü vatanı olmayanın dini, dili,
namusu tehlikededir. Üzerinde yaşadığımız Vatanımızı, şehrimizi,
köyümüzü sevelim, sahip çıkalım ve yaban ellere çiğnetmeden
birbirimizle barışık yaşayalım. Kimselerin kaşının üstünde ki
karaya, soğanı sarımsağı saymaya gerek yok, Gerçek Çorumlu gibi
çalışıp kendi yağımızla kavrulup, şahlanışımızı her alanda kendimiz
yapacağız başka yolu yok.
Çoğu insan kendi şehrini candan
sever. Ona tutkuyla bağlıdır.
Başka bir şehre yada yere değişmez
kendi şehrini. Çeşitli sebeplerle başka yerlere göçse de başka
yerleri de yurt tutsa, kendi doğduğu şehir yani memleketi bir
başkadır gözünde.
Onunla ilgili her haberle ilgilenir,
her resme doya doya bakar; bir çok kez. Oradan gelenleri hasretle
kucaklar, oraya gidenleri bir başka uğurlar insan.
Gurbetteki insan bir başka gözle
bakar şehrine, daha çok sahip çıkar belki.
Şehirde yaşayanlar o an için onun
kıymetini bilmezler belki.
Sabahlarını, yaz akşamlarını, tozlu
sokaklarını, kalabalık çarşılarını, caddelerini, yollarını ve diğer
nice özelliklerini hiç bilmeden yaşarlar. Şehrini seven insan için
yaşadıkları şehir kayıp değildir. Tozuna, toprağına, çamuruna, daha
duyarlı olur şehrine.
Şehirleri insanlar idare eder. İster
seçilmiş ister atanmış.
Onlarında şehri sevmeleri gerekir.
Candan, canı gönülden.
Bu sevgi hem borçtur üzerlerine.
Çünkü ya devlet yada bu millet görev
vermiştir kendilerine şehri sevsinler güzelleştirsinler diye.Onların
görevi çok zordur. Kendilerini düşünmeden hizmet etmeleri gerekir
şehre ve şehirde yaşayanlara. Hizmet edeni şehirlerde sever
yaşayanları da.
Bu yüzden çok çalışmalı, her zaman neşeli güler yüzlü olmalı,
zorluklarla yorulmamalı, kimseye tepeden bakmamalı, üretmeli, her
zaman şehri ve yaşayan insanlarını düşünmeli, klasik söylemler ve
günü birlik bildik politikalarla vakit geçirmemeli şehri yönetenler.
İster seçilmiş ister atanmış olsun.
Yoksa şehir ve insanı yapılanları
unutmaz. İster iyi ister kötü olsun.Bakmışsınız bir gün hiç
umulmayan bir insan sizden büyük fil var deyiverir. Atandım yada
seçildim diyen burnu bir karış havada yöneticiye. Güzel sözler
söylemiş atalar ?aynası iştir kişinin lafına bakılmaz?.Bu yüzden
söylemek yada gazetelere çıkmak kurtarmaz insanı. Şehrin insanı
yapılanlara bakar ve notunu verir ve oyunu ona göre yönlendirir. Ben
şehrimi seviyorum ve şehri yönetenlerden de bu sevgiyi bekliyorum.
Kendilerine karşı değil şehre, şehrimize karşı...
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
50 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Muhsin AKTAŞ |
Muhsin AKTAŞ HAYAT HİKAYESİ |
DURDURUN ŞU ZALİMİ
Dimağ durdu bu akşam ciğerim kin kusuyor,
Zalim zulüm yapıyor kefereler susuyor,
Nice Mümin Müslüman koltuğunda pusuyor,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.
Büyük şeytan haince arkasında duruyor,
Katil şerefsiz hain acımadan vuruyor,
Bir milletin tüm soyu bombalarla kuruyor,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.
Küçücük yavrucaklar kurşunlarla ölüyor,
Arap şeyhi makamdan utanmadan gülüyor,
Vahşet demek bu işe inan hafif geliyor,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.
Dünya denen âlemde böylesi görülmedi,
Üç buçuk boz ayının defteri dürülmedi,
İnsanlığa bu kara boşuna sürülmedi,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.
Gece ayazı çöktü yüreğimin üstüne,
Kurt bürünmüş sinsice yavru kuzu postuna,
Bebek kurban gidiyor vicdansızın kastına,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.
Lokmalar boğazıma kurşun gibi dizildi,
Seyrettiğim her canda kalbim durdu ezildi.
Yirmi yedi aralık katliamla yazıldı,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.
Kalem kurşun olmaya yemin etti bu gece,
Katile isyan etti tüm kelime ve hece,
Filistin’de tütmüyor birçok hanede baca,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i
Espiyeli MUHSİN AKTAŞ
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
51 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Muhsin AKTAŞ |
Muhsin AKTAŞ HAYAT HİKAYESİ |
- AFFEYLE GAZZELİ BALAM
-
- Yahudi’nin dölleri bombalar yağdırıyor
- Sivillerin kanını göklere ağdırıyor
- Pirifâni yaşlıyı itine boğduruyor
- Mazluma kurşun sıkan elleri kır Allah’ım
-
- Ağlayan yürekleri hırsından çatlatıyor
- Müslüman’a kinini ininde hortlatıyor
- Cami okul demeden füzeyi patlatıyor
- Mazlum evini yıkan elleri kır Allah’ım
-
- Bebek ağlatan dünya bu utanç sana yeter
- Filistin’de yapılan vahşetten de bin beter
- Anaların karnında bomba dumanı tüter
- Mazlum canını yakan elleri kır Allah’ım
-
- Çoluk çocuk demeden masumlar vuruluyor
- Yardakçı yönetimler koltuk da kuruluyor
- Kundağında yavrular kefene sarılıyor
- Gazzeye ceset eken elleri kır Allah’ım
-
- Büyük Şeytan, Avrupa, açık destek veriyor
- İnsan hakları var mı? Asil vicdan soruyor
- Mazlumların kanları yanağında kuruyor
- Bebek kanını döken elleri kır Allah’ım
-
- Lanetlenmiş İsrail leş yemeye doymuyor
- Kendinden başkasını insan bile saymıyor
- Eli kanlı katiller kurallara uymuyor
- Bebek gözleri söken elleri kır Allah’ım
-
- Affeyle yavru balam uzanıp alamdım
- Oyuncak oynamaya sana yer bulamadım
- Göğsündeki kurşuna siper de olamadım
- Kafayı kuma sokan elleri kır Allah’ım
-
- Espiyeli Muhsin AKTAŞ
- 05.01.2009
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
52 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
YENİ YIL VE ESKİ DEFTERLER
Siyah beyaz televizyonlu yıllardan
kalma bir alışkanlık olsa gerek, her yılbaşı akşamında nedense bir
türlü vazgeçemediğim bir ritüelim var… Siz ona batıl inanç da
diyebilirsiniz… Az sonra söyleyeceğim…
“Nerede o eski bayramlar” dedirten
erozyondan nasibini almış bir kuşak temsilcisi olarak (buradan çok
yaşlı olduğum zannına kapılmayın, dipçik gibiyim daha) şimdilerde
bayram hüzünlerini anımsatan “nerede o eski yılbaşı akşamları”
diye hayıflanırken yakaladım kendimi…
Hakikaten de insanın kendini
“suçüstü” yakalaması, suçüstü yakalanmasından daha beter bir
durummuş… İnsan kendini böyle bir durumda yakaladığında ne
yapacağını şaşırıyor vesselam… Atsan atılmaz, satsan satılmaz,
çünkü kendi bedenin, kendi ruhun, kendi fikriyatın, kendi
hislerin…
O zaman en iyisi kendimden kısa
bir süre uzaklaşayım ve karşıdan şöyle bir kendimi süzeyim ve
nihai kararımı vereyim diye niyetlendim… Bir nevi kendi kendimin
“Anayasa Mahkemesi” olacaktım veya “Danıştay”ı yahut her ne
derseniz… Önce kendime dair delillerden işe başlamalıydım ancak o
konuda belirli bir eğitimim olmadığından “delil yetersizliğinden”
berat edeceğim ümidi hasıl oldu…
Ancak “demokrasilerde çare
tükenmez” demişlerdi ya ben de çareyi çabucak buluverdim… Eski
defterleri karıştıracak, eski kayıtlardan delil toplama eylemine
girişecektim… Evet, en iyisi böyle yapmak olmalıydı… Aksi takdirde
daha mahkeme başlamadan bitecek, “suçüstü” yakaladığım kendime
dair bir yaptırım uygulayamayan “kendim” üzüntüden helak olup
gidecekti…
İşte böyle kendimle uğraşan
kendime hangi yöntemi salık vereceğimi düşünedurayım, planlar
yapadurayım, öte yandan yaklaşan yılbaşı akşamı için de bir plan
hazırlamam gerektiği şu kış ortasında buzlanmaya meyilli sular
gibi suratıma suratıma çarpıyordu… “Yahu daha bu sabah yüzümü
yıkamamış mıydım, nedir bu soğuk işkence?”
İşe koyulma vaktidir diyerek,
dolapların karşısına karargâhımı kurdum, yanıma uzunca süre
yetecek kadar kahve, kraker, bonbon, kabak çekirdeği ve su almayı
da ihmal etmedim, ayrıca doğal gazın doğal olmaktan çıkması
nedeniyle bir adet battaniye almayı da asli görev sayarak görevimi
ifa ettim…
Şimdi sıra delil toplama eylemine
başlamaya gelmişti… İlkin okul zamanlarımdan kalan defterlerimi
bulmalıydım, zira oralarda bir yerlerde mutlaka yeni yıl
münasebetiyle yazılmış birkaç satır bulma ümidim saklıydı… Yine
eskiden her seferinde “günlük” yazma hevesiyle aldığım, birkaç
sayfadan sonra yazmayı unuttuğum “ajanda”lar da o dolaplardan
birinde bulunmayı bekliyor olabilirdi… Öyle ki hasretimden
prangayı falan bırakın hapishaneler eskitmiş olma ihtimalleri de
kuvvetliydi hani…
Aslında kısa bir süre düşününce bu
delil toplama eyleminin başarısız olabileceği aklıma düştü, zira
ben eskiden hiç yazmazdım ki… Evet, yazmayı zül addeder,
kompozisyon derslerinden hoşlanmaz, edebiyat derslerinde “Divan
Edebiyatı” şiirlerini tercüme etmekten hiç hazzetmezdim… Ayrıca
öğrencisi olduğum “Fen” şubesinin kalıplarını yumurtanın kabuğunu
kırıp başını çıkartan civciv gibi de kıramazdım… Tamam sanata dair
ilgisiz değildim, şiire ve yazıya da ilgim vardı, lakin o ağır
aksak kağnı misali ilerleyen, konu-konu işlenen ve ders programına
tabi olan o kitapları sevemedim işte… Müfredat haricine
çıkılamayan bir eğitim sistemi içerisinde ormanda yolunu kaybetmiş
“çaylak tilki” misali, kim ne tarafa işaret etse o tarafa yönelen,
kendi sapımızdan tutamayacak kadar kendimize uzak bırakılan bir
kuşaktık ne de olsa… (Şimdilerde bizim kuşağa “darbe kuşağı” da
diyen oluyor)
Hazır konuya girmişken oradan
devam edeyim bari… İşte o “kendi sapından tutamayan” ama herhangi
bir “baltaya sap” olması istenen kuşağın çocuklarından olduğumuz
için olsa gerek düşünce sistematiğimiz de aynı okuma kültürümüz
gibi ağır aksak ilerliyordu nitekim… Zaten dumur halindeki düşünce
sistemimiz (isterseniz “düşüncesiz sistemimiz” de diyebiliriz)
tamamen “fen ve matematik” üzerine yoğunlaştırılmaya çalışılarak
daha beter felç edilmiş, “edebiyat” dersleri olmasa da olur
alışkanlığına maruz bırakılarak değersizleştirilmiş ve öyle
algılanmasına sebep olunmuştu… Matematiği bilen adamın “mantık”
dersiyle ne alakası olabilir ki, “fizik” kitabını yalamış yutmuş
üstüne bir de soda içmiş gencin “felsefe” dersini almasına ne
gerek var ki düşüncesinden olsa gerek, “felsefe ve mantık” dersi
de gereksiz kategorisine alınarak diskalifiye edilmişti…
“Kimya ve biyoloji” dersleri savaş
taktiğinin önemli bir parçası bellenmiş, girilecek üniversite
seçme sınavında bizi kurtaracak can yelekleri olarak nam
salmışlardı ya, o vakit “sosyoloji” gibi ne idüğü belirsiz bir
dersin okutulması da elzem değildi demek… Sosyoloji okuyup da
sosyolog mu olacaktık nasıl olsa… Ahanda bakın işte sosyologlar
bir araştırma yapıyorlar da bir küfür yemedikleri kalıyor…
Resim ve müzik dersleri de “el
emeği göz nuru” hazırlık testleri ile yavanlaştırılmış, “sol
anahtarı” evrim geçirerek “cevap anahtarı” halini almış, masa
üzerine koyulan bir vazonun resmi defalarca çizilmeye çalışılmış
ama her defasında ders bitmişti…
İşte kısaca anlattığım şahsi/öz/hakiki hikayemde de gördüğünüz
üzere geçmişimde yazmaya özendirecek, yazıp bir kenara saklamayı
adet haline getirecek, “yazayım da ilerde lazım olur” düşüncesiyle
arşiv oluşturmayı sağlayacak bir çocukluk/gençlik geçirmemişim… O
halde dolabın karşısındaki karargahımda kabak çekirdeği yiyerek
eski defter arama girişimimin hüsranla sonuçlanacağını siz bile
kestirebildiniz… Ben yine de ümitliydim… Bir süre sonra azık
olarak yanıma aldığım yiyecekler tükenince gerçeğe aydım ve aymaz
olaydım… Ne yazık ki eskiye dair yazılı bir “delil”
bulamayacaktım…
O zaman bu delil toplama olayını
başka türlü halletmek gerekecek… Nasıl olsa dolaplardan eli boş
döneceğim hiç olmazsa yorulmayayım, akılsız başımın cezasını başka
yerlerim çekmesin… Bu arada girişte belirttiğim “ritüel”ime de
geleceğim, lakin bana ayrılan sürenin sonuna geldik… Demek ki bir
sonraki yazıda kaldığım yerden devam edeceğim…
29 Aralık 2008 Pazartesi
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
53 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
- YENİ YIL VE ESKİ DEFTERLER-2
-
Her yılbaşı akşamında musallat
olan ve bir türlü vazgeçemediğim ritüelimden bahis açmış ve konuyu
dallandıra budaklandıra ve belki de ballandıra ballandıra
anlatmaya başlamıştım…
-
Her zaman olduğu gibi yine araya
ufak tefek de olsa yan konular girmiş, yan konuları derinlemesine
irdeleyemeden ve en mühimi de esas konuya bir türlü giremeden
yazıyı bitirmiştim… İşte kaldığım yerden devam ediyorum… Bu defa
bitirmeye gayret edeceğim, söz…
-
Aslında mevzu bahis olan ritüel
olsa da, bir nevi şahsi yıl sonu hesaplaşması gibi de
algılayabilirsiniz yazdıklarımı… Çünkü yazdıklarım daha çok o
minvalde yani “kişinin kendiyle hesaplaşması” mahiyetinde vuku
buluyor… Zaten bir çok yazımı da kişisel iç dökümüm gibi görüyor
ve o rahatlıkta yazıyorum… Aksi halde samimiyetsiz ve gerçeğe uzak
yazılar ortaya çıkar…
-
Bence herkes yılbaşı akşamları
sadece deli danalar gibi oynayarak, yiyerek, içerek vakit
öldüreceğine bir miktar, çok değil, mebzul miktarda iç
hesaplaşmasına gitmeli, bir nevi yıl sonu hesap dökümünü yapmalı
ve bu temel üzerine yeni yılda izleyeceği yolları
değerlendirmelidir… Tamamen şahsi bir düşünce ve öneridir… Yoksa
eğlenmeye karşı olduğum filan yok… Aksine ben de az önce bahsini
ettiğim türde yiyecek ve içeceğim, üstüne bir de deli danalar gibi
oynayacağım… Zira bütün yıl bedenime toplanan negatif enerjiyi bir
şekilde atmam, üçyüzaltmışbeş gün boyunca biriktirdiğim stresli
kurtlarımı kızgın kumlardan serin ve derin sulara dökmem lazım…
-
İşte bir yıl boyunca bedenimde ve
ruhumda birikmiş, dökülmeyi bekleyen kurtlarımı dökebilmem için ve
hatta eski yıllarda kıyıda köşede tutunmayı başarmış “eski”
kurtları da alaşağı edebilmem için dört başı mamur bir yılbaşı
programı hazırlamalı, buna uygun bir ortam oluşturmalı ve
öngördüklerimi eksiksiz yapabilmeliyim…
-
Tabi bunu yapabilmek “güven,
özveri ve tecrübe” istediği kadar aynı zamanda “güzel, özel ve
tedarikli” bir plan da istiyor… Her ne kadar hariçten “gazel, öğüt
ve terane” söyleyecekler olsa da dostlar arasında mutlaka
“gayretli, özenli ve teyakkuz halinde” şahsıma yardım eli
uzatacaklar da mevcuttur hamdolsun… İşte bunun rahatlığından olsa
gerek şimdilik hesaplaşmaya devam ediyor ve plan yapmayı bir
müddet daha erteliyorum…
-
Nerede kalmıştım diye kendime
soruyorum, ama malum kendimle bir hesaplaşmam var ya, kendim
kendime nerede kaldığım konusunda belki yanlış bilgi ve beyanda
bulunur diye sayfanın üst taraflarına ve önceki yazıya göz
atıyorum…
- Evet, “suçüstü” yaptığım kendimle ilgili delillerde kalmıştım…
Malum yazılı bir delil arama çalışmaları daha başlamadan bitmek
zorunda kaldı ve maalesef yazılı olmayan delillerden
yararlanacağım…
-
Şimdi kafamda o eski yıllara bir
yolculuğa çıkıyorum… Zira kendimi “nerede o eski yılbaşı
akşamları” diye hayıflanırken yakalamıştım, bakalım neredelermiş…
-
Siyah beyaz televizyonumuzda henüz
günün yayını başlamamışken “dıııııt” sesiyle birlikte ekranda
gördüğümüz siyah beyaz enine ve boyuna çubuklu, içinde saat olan,
televizyon görüntü netliğinin ayarlanmasına yardımcı olduğunu
düşündüğüm ve şimdilerde sadece TRT-4 yayını bittiğinde
görebildiğim görüntüyü hatırıma getirdim… Televizyonun yayına
başlamasını kardeşimle birlikte dört gözle beklerken, akşam yemeği
hazırlıkları yapan annemin “daha açılmadan karşısına geçip
oturdunuz, ne anlayacaksınız bundan” şeklindeki homurdanmasına
aldırış etmeden, suratlarımızdaki tarifsiz heyecanın resmini nasıl
anlatayım ki size?…
-
Hele ki televizyon açıldıktan
sonra, İstiklal Marşı’nın ruhumuzda yarattığı “zafer” depreminin
içimize salınan coşkusunun, kişiliğimizdeki ve benliğimizdeki
devinimlere katkısını nasıl izah edeyim?…
-
Reklamlar da dahil olmak üzere
televizyonda çıkan her şeyi mutlaka görmeliyiz içgüdüsüyle
donanmış arzu dolu iç sesimiz “bu uğurda gerekirse altınıza da
yapabilirsiniz” telkinlerini kulaklarımıza fısıldayadursun;
sobanın yanında her daim hazır bulunan ve annemin hünerli eline
geçtiğinde popolarımıza kırbaç gibi inecek olan maşanın o soğuk
görüntüsünün korkusuna ne yazık ki söz dinletecek bir “içgüdü”
sesi yoktu… O yüzden birimiz tuvaletteyken televizyonda olup
bitenleri diğerimiz en ince ayrıntısına kadar anlatıyor, böylece
havsalamızda eksik raf kalmıyordu…
-
İşte bu şerait altında bir de
yılbaşı akşamlarını düşünebiliyor musunuz? Yılbaşı demek;
kesintisiz saatlerce yayın demekti, yılbaşı demek; bir sürü
şarkıcıyı ardı ardına dinleyebilmek demekti, yılbaşı demek;
annemin “haydi yatın artık, geç oldu” diye bize tasallut etmemesi
demekti, yılbaşı demek; ağabeyimin “akşam yatmıyorsunuz, sabah
kalkmıyorsunuz, hadi yatağa!” diye bağırıp çığırmaması demekti
bizim için…
- Evet o yılbaşı akşamı “Olacak O Kadar, Güler misin Ağlar
mısın” başta olmak üzere türlü türlü parodileri hem de bir hafta
beklemeden doya doya izlemek serbestti… Bütün bir yıl boyunca bir
arada göremediğimiz her türlü kuruyemişten tıka basa yiyebilmek
demekti… Tabi birde “gelsin koka-kola” sloganını söyleye söyleye,
arada bir geğirerek kola içmekti…
- Tombalanın ayrı zevki vardı, Milli Piyango’nun ayrı…
Büyüklerimiz gece 12’yi dört gözle beklerdi belki ama o zamanlar
daha küçük olduğumuzdan “dansöz” zevkinden mahrumduk… “Küçüktüm
ufacıktım/Top oynadım acıktım” şeklinde gayet masumane zevklerimiz
vardı… Zaten en büyük zevkimiz var olanlarla mutlu olabilmekti…
Daha doğrusu öyleymiş… Şimdi daha iyi anlıyorum…
-
İşte ta o zamanlardan beri bir
ritüelim var ki bir türlü vazgeçemedim… Anlattığım bütün bu
detaylar şimdi değişti; eğlenceler farklılaştı, mutluluk kavramı
nadide pozisyonlara devindi, televizyonlarda zaten her akşam
“yılbaşı” mönüsü verilir oldu, şarkıcı-türkücü desen gırla,
kuruyemiş hakgetire… Ama o ritüel hala bırakmadı beni… Ve korkarım
ki bırakmayacak, zira bana ayrılan süre yine bitti… Zaten ben “Bu
defa bitirmeye gayret edeceğim, söz…” demiştim, yani bitireceğim,
söz dememiştim… Ne demişler, büyük lokma ye, büyük konuşma… Devam
edeceğim…
- 30 Aralık 2008 Salı
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
54 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
YENİ YIL ŞARKISI (ÜÇLEMENİN SONU)
Bundan önceki iki yazıda anlatmayı
beceremediğim, daha doğrusu araya giren ufak hikâyeler ve detaylar
nedeniyle bir türlü sırasının gelmediği; yılbaşına ait şahsi
“ritüel”imi anlatma çabalarım tam gaz devam ediyor, durmak yok,
yazmaya devam… Ritüele dair üçlemenin son yazısını okuyorsunuz…
Bu kez meramımı ikinci paragrafta
çarçabuk deyivereyim de bu işkence bitsin diye düşündüm… İşkence
dediysem, “bana dair” bir işkenceden söz etmiyorum, size verdiğim
rahatsızlıktan ötürü duyduğum hicaptan ve çektiğiniz işkenceden
bahsediyorum… Hatta öyle ki yazının başlığını “Çevreye verdiğim
rahatsızlıktan ötürü içimdeki ben ve dışarıdan görünen öteki ben
adına özür dilerim” diye değiştirecektim de, bu kadar uzun yazı
başlığı daha çok işkence suçu teşkil eder diye çekindim…
E malum zaten kendimle hesaplaşma
derdindeyim, bir yandan geçmişe dair delil toplayacağım diye
yırtınıyorum, öte yandan meramımı nasıl anlatacağım diye göbeğimi
çatlatıyorum… Üstüne bir de “işkence” mağduru olmayın diye
çalışıyorum işte, kıymeti bilin yani…
Efendim, çocukluğumda nereden
duydumsa, yılbaşı akşamına dair bir batıl inanç geliştirmişim…
Şimdilerde düşününce sanki yengem söylemiş gibi geliyor… Farz
edelim ki o söylemiş; dedi ki: “yeni yıla nasıl girersen, bir yıl
boyunca hep onu yaparsın”… Yani demek istemişti ki; saatler giden
yılın son saniyelerini gösterirken, o anda yapmakta olduğun eylem
her ne ise, gelen yeni yılda da en çok o eylemi yapacaksın…
Çocuk aklı işte… Ben de o zamanlar
bunu gerçek sandım, hatta yalnız ben değil, benden 3 yaş küçük
erkek kardeşim de aynı düşünceye sahipti… İkimiz de o andan
itibaren yılbaşı akşamlarına ayrı bir ihtimam göstermeye başladık…
Öyle ki günler evvelinden yeni yıla “ne yaparken” gireceğimize
dair planlar bile hazırladığımız olmuştu…
Çocukluğumuzda şimdiki gibi her
şeyden bol bol bulunmazdı tabi, mesela çikolata nadiren
alabildiğimiz enfes bir gıdaydı bizim için ya da muz öyle her
mevsim elimizin altında olmayan hatta pazarlarımızda bile arada
bir satılan bir meyveydi… İşte buna benzer “nadide gıda maddeleri”
ile ilgili planlarımız olurdu… Bir seferinde muzlarımızı
hazırladık ve saatler tam 12 ‘yi gösterdiği anda yemeye
başlamıştık, kıt aklımızla yeni yıl boyunca her istediğimizde
“muz” yiyebileceğimizi düşünmüştük işte… Diyelim ki o yıl
beklediğimiz gibi hep muz yiyemedik, asla vazgeçmezdik, ertesi
senelerde başka bir “nadide gıda maddesi” ile deneyimize devam
ederdik… Çikolata, kola, Antep fıstığı gibi az bulunan gıda
maddeleri ile yılmadan yıllarca deneyleri yani bir anlamda
“araştırmacı/didikleyici/şansa bırakmayıcı” kişiliğimizi
sürdürdük… Hiç akıllanmadık… Nitekim balık hafızalı olacağımız o
zamandan belliymiş…
Tabi bu işin “yeme ve içme”
boyutu… Bir de bu ritüel nedeniyle içimizi kaplayan, zaman zaman
kabus olup rüyalarımıza giren kötü olasılıklar da vardı… Bir
defasında 39 derece ateşle yattığımı bilirim, hasta olduğuma değil
de, yeni yıla hasta girdiğime üzülmüş, bütün yıl boyunca hep hasta
olup yatacağım diye korkmuştum… Öyle mi oldu bilmiyorum… Çünkü o
kısımlar hafızamdan silinmiş…
Yine buna benzer olası bir kötü
senaryo da kardeşimin aklına gelmişti… “Ya tam yeni yıla girerken
tuvaletim gelirse” fikrini beyan ederek benim aklıma da korkutucu
ve bir o kadar da ürkütücü o kötü olasılığı sokmuş oldu… Haydı
bakalım, günlerce içim içimi kemirdi, kemirilmekten içim boşaldı,
en nihayet yılbaşı akşamı geldiğinde ben bir müddet hiçbir şey
yemeden ve içmeden beklemeye koyulmuştum…
Ailecek geçirilen o yılbaşı
akşamında sofrada neler neler yoktu ki… Her türlü meze (büyükler
için), her çeşit meyve ve kuruyemiş, gazoz, kola, patlamış mısır
vesaire… Gel de yeme bakalım… En fazla 1 saat direnebildim, “aman
be, gelirse gelir, ben de biraz sıkarım dişimi” diyerek yemeye
koyuldum… Saatin yelkovanı yeni yılın ilk dakikalarına doğru yol
aldıkça beni iyiden iyiye bir anksiyete sardı… Panik atak geçirdim
adeta… Gerçekten de kâbuslar görerek yeni yıla girdim, güya yeni
yıla “iyi bir şey” yaparak gireyim de bütün yıl o “iyi şey” ile
meşgul olayım diye düşünürken, yeni yıla tuvalet korkusu
içerisinde girmiştim… Herkes o yıl bir yıl yaşlanırken sanırım ben
3 yaş birden büyümüştüm…
İşte ta o yıllardan beri her
yılbaşı, çocukluğumdaki kadar olmasa da yine mebzul miktarda bir
dürtü ve içgüdü ile o hissi yaşar oldum… Tabi büyüdükçe o
yıllardaki deneyleri yapmaz oldum ama içten içe bu ritüelin beni
kemirmeye devam ettiğini hissediyordum…
Büyümüş halimle yeni yıla muz yiyerek girecek halim yok ya…
Büyüdükten hele ki delikanlılığa eriştikten sonra yıl boyunca
yapmak isteyeceğiniz şeyin şekli de değişiyor meali de… Örneğin
üniversite yıllarında o saatlerde ders çalışmamaya özen
gösterirdim ki sene boyunca çalışmak zorunda kalmayayım… Ne yani
“yıl boyunca yapmak isteyeceğiniz şeyin şekli de değişiyor”
deyince başka bir “şey” mi yazacağımı düşündünüz, aşk olsun… Haydi
ufacık bir örnekle geçiştireyim bari; o zamanlarda eğer sevgilim
varsa ki çok olmadı, yeni yıla onunla sarmaş dolaş girmeyi istedim
hep… Böylece yıl boyu hep sarmaş dolaş oluruz diye bekledim…
Tabi yaş kemale erme noktasına
yaklaşınca da işler değişiyor… (Başbakanımız gibi “nokta” vurgusu
yaptım, fark ettiniz mi?) Ne çocukluktaki o saflık kalıyor ortada,
ne gençlikteki deli-kanlılık… Ne çocukluğa dair absürd istek ve
beklentiler kaplıyor içinizi ne de gençliğinizdeki sarmaş dolaş,
ye-iç-eğlen doktrini… Yolun yarısını bir çırpıda devirdiğinizi
arkanıza dönüp anladığınızda artık yeni yılları eskisi kadar
istemediğiniz fark ediyorsunuz… Zira yeni yıl demek; bir yıl daha
yaşlanmak demek, yeni yıl demek; ruhunuzda esen deli yellerin
yerini sakin meltemlerin alması demek…
Elbette eş-dost bir araya gelip
yine eğlenebiliyoruz, kimi zaman nezih bir ortamda, kimi zaman da
eğlenceli bir mekanda yeni yılı karşılıyoruz ancak
çocukluğumuzdaki o damak tadını bulabiliyor muyuz, bilmem?... Hani
ne bileyim bu yıl ekran karşısına yerleşip, önüme türlü çerezleri
dizip, TRT kanalını açsam, akşamüstü yemek vakitlerinde çıkan
“Çocuk Korosu”ndan “Yeni Yıl Şarkısı”nı dinlesem, nasıl olur
acaba…
Hatırlarsanız şöyle bir şarkıydı;
Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni
yıl
Bizlere kutlu olsun
Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl
Sizlere mutlu olsun
İsteyene linkini de vereyim;
http://www.dersimiz.com/sarkilar/sarki.asp?id=32
Ya bırak bu çocuk işlerini adam gibi bir öneri yap diyenlere
de alternatif bir başka ilişim (link) veriyorum; http://www.yonkis.com/mediaflash/reverse.htm
Bundan iyisi, Şam’da kayısı…
Yeni yılınız kutlu olsun…
31 Aralık 2008 Çarşamba
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
55 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
- YANLIŞ HAYAT, DOĞRU SEZGİ; BEN DE VARIM
-
Yıllardır hep kendimden şüphe
etmiş, benliğimden kuşkulanmış, arzularımdan tiksinmiş,
hayallerimden iğrenmiştim…
-
Kendime dair bir projeksiyonun
ruhumda meydana getirdiği yansımaların hayatımdaki ‘kara tahta’lar
üzerine çiziktirilen üç beş harf benzeri çizgilerden ibaret
olduğundan zinhar kuşku duymamaya, her nefes alıp verişim ile
bedenime aldığımız sandığım oksijenin giderek kalbimi yakmaya
başladığına kani olmuştum…
-
Gözlerimin gördüğü her nesnenin
aslında beynimin bana oynadığı lalettayin bir mizansenin kötü
karakterleri olduğuna inanmış, gözlerimin inanamadığı, retinamın
hayretlere gark olduğu görüntülerin de suyu çekilmiş beyin
kıvrımlarımın rejisörlüğünde kotarılmış kötü birer Fransız kopyası
film olduğuna kanaat ederek koroner damarlarımı serinletmiştim…
-
Kulaklarımda uğuldayan nağmelerin
annemin küçükken söylediği ninniler olduğundan hareketle hala
gündemi yakalayamayan, müzik gıdasından zerre kadar haberi olmayan
Gıdasız Ruhumun sefillik içerisinde çırpınışlarını yeni bir beste
sanarak, kendimce katkıda bulunduğum müzik literatüründe listeye
ne zaman girebileceğim ümidiyle yaşadığım zannına kapılmışım…
-
“Bir lisan bir insan” dediklerini
duyar gibi olduğumda yalnızca YARIM lisan konuşabiliyor olmanın
getirdiği amansız ve bir o kadar da ağır yükün, zavallı bedenim
tarafından nasıl taşınabileceğini kara kara düşünmeye başlamış,
Karadeniz’de gemileri batan her hangi biri gibi KARA düşünceler
içerisinde ağıma takılan hamsilerin bile farkına varmamışım…
-
Bütün bu şartlar altında ve
koşullar üstünde hop hop zıplayarak, aldığım kalorileri yakabilme
pahasına en ağır sporları vücuduma reva gördüğüm kadar benliğime
ağır gelen her türlü iç hesaplaşmasından ‘kan revan’ olmuş düşünce
iklimlerimdeki yangınların sorumluluğundan da kaçmışım, hayret
kaçabilmişim… Üstelik hayat bana bir telefon kadar yakınken…
-
İşte zalimlere taş çıkartırcasına,
onlara nispet edercesine icraatını yaptığım, ve icraatım
neticesinde kendime eziyet ve işkence etmedeki başarımı tam da
madalya ile taçlandıracakken iki çift satır ile aniden beynimdeki
şimşekleri dellendirmiş bulunmaktayım…
-
Bugün okuduğum Berk Yüksel’e ait
yazının (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=148265)
düşündürdükleri bunlar… “Bilmiyorum diyebilmek” isimli makalenin
ruhumda yarattığı depremlerdir titreşimini el yordamıyla
betimleyebildiğim…
-
“Herhangi bir konuda aniden bir
şey sorarlarsa ne derim?” korkusuyla yaşamış durmuşum, bu korkunun
eseri olan ‘Sosyal Fobi’mi yenebilmek içinse elimi taşın altına
koymadan ‘taşı gediğe koyma’ merakına düçar olmuşum…
-
İşte marifet değilmiş bilmek ve
dünyanın sonu değilmiş bilmemek… Bilmediğini bilmek ne kadar erdem
ise, bilmediğini bilmemek o kadar ahmaklık ve üstüne üstlük
bilmediği halde biliyor sandığı konuda atıp tutmak ise ahmaklık
kere ahmaklık…
-
Kendime bir barış antlaşması
hazırladım… Şimdiye dek bir şey bilmiyorum diye dövünüp durduğum
her dakikanın anısına bir imza atacağım, ama bilmem ki sayfalar
yetecek mi?...
- Girdiğim her ortamda, hemen her konuda bilgi sahibi olup
saatlerce konuşabilen insanlar arasında duyduğum rahatsızlığın,
hissettiğim yalnızlığın, benliğimi sıkıştıran aşağılık
kompleksinin, “neden daha çok okumadın” diye hayıflanan ve sürekli
beni azarlayan üst benliğimin intikamını alıyorum…
-
İntikam vaktidir, çünkü; bilmek
konuşmak değildir… Susmak belki bilmemekten kaynaklanıyor olabilir
ama her zaman bilmemek değildir… Susmak haddini bilmektir…
Susuyorsam haddimi bildiğimdendir… Konuşmuyorsam o konuya dair
söyleyeceklerimin olmadığından değil bildiğim onca şeye rağmen
konuşmaya değer bulmadığımdan ya da konuşarak vakit kaybetmenin
anlamsızlığındandır…
-
Konuşamadığım için yazıyorum
zaten… Belki çok bilmişçe, belki küstahça, belki ukalaca
yazıyorum, ama yazıyorum… Belki bilgince, belki alimce, belki
zalimce yazıyorum, ama yazıyorum… Belki salakça, belki ahmakça,
belki delice yazıyorum, ama yazıyorum… Belki gaddarca, belki
şefkatle, belki de gereksizce yazıyorum, ama yazıyorum…
-
Yazıyorum çünkü; konuşan binlerce
insan gibi havaya yazı yazmayı sevmiyorum.
-
Yazıyorum çünkü; konuşarak
anlatamayacaklarımı anlatabiliyorum… Yazıyorum çünkü; düşünerek
yazıyorum… İşkembe-i kübradan sallanan konuşma metinleri gibi uçup
gitmiyor yazdıklarım… Her satırın bir anısı, her harfin bir hazzı
var yüreğimde… Ve düşüncemin ispatı…
-
Yazıyorum, çünkü; konuşamıyorum…
Konuşamıyorum ama düşünüyorum… Öyleyse ben de varım…
- 14 Aralık 2008 Pazar
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
56 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
- KOYUNLUK BİZDE KALSIN
-
Küçükken anneannemden dinlerdik
hikâyeleri, o başka diyarlara göçüp gittikten sonra annemin
anlattıklarıyla büyümüştük… Çok kardeştik ya, kimi zaman
komşuların bizi kıskandığını da hissederdik ama bozuntuya
vermezdik… İşte dinlediğimiz o hikâyelerin hepsinde küçük küçük
dersler vardı… Dersimizi aldık mı, alamadık mı hala çözebilmiş
değildim… Ta ki ‘kurban bayramı’na kadar…
-
Her şey ‘kurban bayramı’ gelişiyle
değişti… Anneannemin ve annemin anlattıklarını artık daha iyi
idrak eder oldum… Buna ‘pişmek’ de denebilir aslında… Hoş pişmek
deyince başka başka şeyler de işin içine giriyor ama bu
kastettiğim ‘zihnen pişmek’ durumu…
-
İlk çocukluğumu hatırlıyorum da,
ne güzel hayallerle kandırmıştık kendimizi… Masmavi denizler,
göller; etrafını çevreleyen yemyeşil ormanlar, ormanların yanı
başında türlü türlü sebzelerin, meyvelerin yetiştiği bahçeler…
Hoplaya zıplaya oyunlar oynardık kardeşlerimle; bazen otlar
arasında bazen dere kenarında… Annemin bizi çağıran o tatlı sesi
de kulaklarımda çınlar hala…
-
Şimdilerde büyümüşüz anlaşılan,
büyümüşüz ki artık ele avuca sığmayan bedenimizle süklüm püklüm
bir vaziyette kaderimizi bekliyoruz pazarlarda…
-
Aslında çok üzülmüyorum bayramın
geldiğine…. Nasıl olsa gelecekti… Bu sene olmazsa gelecek sene
mutlaka piyango bize vuracaktı… O da olmadı ‘yaşı geldi bunun’
diyerek malum kaderimize doğru yol alacaktık nasıl olsa…
-
Pazarcının nasırlı kalın
parmakları arasında gördüğüm şeyi ilk anneannemden öğrenmiştim…
‘Para’ diyordu insanlar buna… Hayatlarını devam ettirebilmek için
bundan kazanmaları gerekiyormuş… Yiyecek ve bilumum ihtiyaç
malzemelerini bununla temin ediyorlarmış… İnsanların ‘para’
dedikleri bu kağıt parçaları biz koyunlar için bir anlam ifade
etmiyor ama bizim yediğimiz samanları da bununla satın
alıyorlarmış…
-
İşte yine bir bayram geldi dedi
kardeşim… O bayramı kendince eğlenecek bir şey sanıyordu hala…
Kardeşime isim de takmıştı bu insanoğlu… ‘Kınalı Kuzu’ diye
çağırıyorlardı… Kardeşim ismini filan bilmiyor esasında, sadece
tanıdık simalar olduğu için ‘ot’ verecekler diye koşup gidiyor… O
benim gibi değil… Aklını kullanmıyor hiç… Zaten kullansa ne olacak
ki, değil mi?... Bak ben kullanıyorum da ne oluyor… Sonumu
erteliyorum sadece… Eninde sonunda beni de götürecekler mezbahaya…
Şimdilik direniyorum… Sadece bu…
-
İnsanlar bizi yemek için
besliyorlar ya, bunu ilk öğrendiğimde çok ağlamıştım… Annemin
teselli verici sözleri bile beni teskin etmeye yetmemişti de,
sahibimiz Ahmet Ağa beni doktora götürmüştü… Ben sürekli
hıçkırınca belki hastalığım vardır, diğer koyunlara
bulaştırmayayım diye götürmüş… Doktor diyorum ama, insanlar ona
‘baytar’ diyorlar… Hayvan doktoruymuş… Beni biraz inceledi… Sonra
Ahmet Ağa’ya bir ilaç verdi, o ilacı bir hafta bana içirdiler…
İğrenç bir tadı vardı; yediğim otlara, samanlara hiç benzemeyen
metalik bir tadı vardı o ilacın… İyi olmam için onu içmem
gerekiyormuş, her gün zorla içirdiler… Oysaki onların öksürük
sandığı şey benim ağlama nöbetlerim sırasındaki hıçkırıklarımdı…
-
Arife günü dedikleri günde
kardeşimi iri yarı bir adam alıp gitti… Bizimki pek keyifliydi,
sanki güney sahillerine tatile gidiyordu ahmak… Başına gelecekleri
bir bilse, bilmem gitmek için bu kadar hevesli olur muydu?... Ben
yine ağladım o giderken… Ahmet Ağa bana yine o şeyden içirdi…
Annem sessiz sessiz duruyordu, belli ki için için ağlıyordu…
Annemin sütü bol olduğundan onu satmıyordu Ahmet Ağa… Her gün
sütünü sağıyorlardı… İnsanoğlu sütü çocuklarına içiriyormuş…
Kemiklerini geliştiriyor diye…
-
Bahçeye çıktık… Ben sahibimizin
evinin içine girebilen yegane koyundum… Hastayım diye bana iyi
davranıyorlardı… O yüzden her yere girip çıkabiliyordum… İşte yine
böyle bir anda evin içine girdim… Ahmet Ağa koltuğuna oturmuş,
adına televizyon dedikleri şeye bakıyordu… Arada sırada kendi
kendine konuşuyordu…
-
Yunanistan dedikleri bir yer
varmış… Orada ‘polis’ dedikleri bir görevli bir çocuğu öldürmüş,
bundan dolayı o ülkede yaşayan insanlar isyan etmişler… Her gün
sokaklarda toplanıp hükümet dedikleri şeyi protesto ediyorlarmış…
Ben bunları pek anlamam ama Ahmet Ağa söylenip duruyordu… “Bak
işte elin oğlu koyun değil ki, hemen hakkını arıyor, polise ve
devlete karşı hakkını savunuyor” deyip duruyordu…
-
Hemen gidip anneme sordum; “Anne,
koyun olmak kötü bir şey mi, Ahmet Ağa habire ‘elin oğlu koyun
değil ki’ deyip duruyor” dedim… Annem gülümsedi… “Bu insanoğlu pek
ilginç bir yaratıktır evladım, işine geldi mi koyun gibi güdülür,
işine gelmedi mi aslan kesilir” dedi… Ben yine bir şey
anlamamıştım…
-
Bir gün yine gizlice evin içine
girdim, Ahmet Ağa yine o televizyon dedikleri kutuya bakıp bakıp
gülüyordu… Kurban bayramında insanların ellerinden kaçırdığı
danalar sokaklarda koşuşturuyordu… Ama sadece danalar kaçmıştı…
Hemen anneme gittim… “Anne neden sadece danalar kaçıyor, koyunlar
hiç kaçmıyor?” dedim…
-
Annem derin bir iç çekti… “Boşver
oğlum” dedi…
-
“Eninde sonunda yakalanacaksın ve
boğazın keskin bir bıçakla kesilecek… Ne diye kaçıp kendini
yoracaksın… Sen düşünme bunları, boş ver KOYUNLUK BİZDE KALSIN”
dedi…
-
Ben yine bir şey anlamamıştım…
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
57 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
DUYGULARA GEM VURMAK
Kimi zaman nereden geldiğini
bilemediğiniz bir duygu yoğunluğu içerisinde hayata dair yönünüzü
ve yörüngenizi kaybettiğiniz hissine kapılırsınız…
Öyle ki bu düşünce yoğunluğu
içerisinde hayatınızı idame ettirmeye yardım ettiğini düşündüğünüz
birçok şahsi ve ailesel değerlerinizin bile farkına
varmayabilirsiniz…
Masanızda duran saatin tik-tak’ları
arasında adeta evveliyatta annenizin ninnisini dinliyormuşçasına
bir ruh hali içerisinde zamana ve mekâna dair gerçekleri fark
edemiyor olabilirsiniz…
Bilmem kaç voltluk lambaların
huzmeleri altında, geleceğinize ait yol gösterici ışık
tünellerinde yolculuğun ve hayal dünyanızda inşa ettiğiniz,
duygusal depremlere dayanıklı olduğunu iddia ettiğiniz
konaklarınızda, huzura giden yolun ipuçlarıyla meşgaleyi seçmiş
olmanın rahatlığı içerisinde bir sonraki sahnenin kurgusunu
yapıyor da olabilirsiniz…
Maratona hazırlanan bir koşucu
misali hayat koşusunda her türlü donanıma sahip olduğunuz fikri de
hâsıl olabilir düşünce kazanlarınızda…
Bütün düşüncelerinizin doğruluğuna inanmış bir ruh hali
içerisinde beyninizdeki ayrık otlarını ayıklıyor da
olabilirsiniz…
İşte bütün bu ahval ve şerait
içinde objektifliğinize halel getirmeyi istemeden, karıncayı dahi
incitmekten imtina eden gönlünüzün rehberliğinde ruhsal âlemde bir
yolculuğa çıkmayı hayal ve ümit etmiş olabilirsiniz…
İnsanoğlunun doyumsuzluğuna
mukabil içinizde büyüttüğünüz sonsuz tevekkül depolarını cümle
âleme duyurmayı bir görev addetmiş de olabilirsiniz…
Hal böyleyken; bulmayı arzu
ettiğiniz hazinelerin yakınından bile geçememeyi fütursuz
gönlünüze kabul ettirebilmenin çarelerini düşünüyor muydunuz?...
Yahut akıp giden zaman nehri
içerisine “yahu bir kerecik de olsa yıkanabilsem” mantığıyla mı
girmeyi hayal ediyordunuz?...
Elemlerle bezenmiş olduğunu
varsaydığınız hayatınızın her köşe başında elinde kocaman bir
balyoz ile sizi gafil avlamak üzere saklanmış tarifsiz ve tanımsız
düşmanlarınıza savunma sporları öğrenerek mi karşı koymayı
düşlediniz?...
Ya da fikirlerinizi saran ve
ardından zehrini damla damla içine akıtmaya başlayan zehirli
sarmaşıklardan kurtulabilmek için nerede üretildiği bile
bilinmeyen gamlı yağmurlar altında kala kala pas tutmuş telkin
makaslarından mı medet umdunuz?...
Uykularınızı bölen çileli
kâbusların denetiminde ve gözetiminde geçirdiğiniz karanlık
gecelerin çetelesini tutamamanın ezikliği ve sorumluluğu altında,
kıymeti kendinden menkul zat-ı şahanelerden parasını son kuruşuna
kadar ödeyerek matematik kursu almayı mı planlamıştınız?..
Savruklaşan ve sığlaşan düşünce
dünyanıza çeki düzen vermek amacıyla elinizin altındaki çareleri
görmeyerek, yol yordam bilmez mürebbiyelerden terbiye almayı
düşünüp, üstüne üstlük bunu gönlünüze kabul ettirebilmenin
çarelerini ararken, çaresizliğin tam orta yerinde çöldeki kaktüs
misali dikenlerinizle baş başa mı kaldınız?..
O vakit elinizin altına
bakacaksınız…
O ana değin hiç farkına
varmadığınız ve sapı yer yer çözülmeye yüz tutmuş çalı
süpürgenizin kirli ve kopuk uçları ile bir çırpıda hasıraltı
ediverdiğiniz gönül güzelliğiniz oracıkta duruyor…
Evet tam da oracıkta, elinizin
altında, avuçlarınızdan tuzlu terleri yiye yiye büzüşmüş bir
vaziyette öylece kurtarılmayı ve size geri dönmeyi bekliyor…
Bekliyor zira onun kurtuluşu sizin
de kurtuluşunuz demek oluyor… O zaten sizin can kurtarıcınız
olmayı dört gözle beklemiş, sizin bunu fark etmenizi bekliyor
sadece…
Elinizin altına bakın…
Sakladığınız duygularınızı oracıktan kurtarın, gözlerinize aks
edecek parıltısının mutluluğunu yaşama fırsatını değerlendirin…
Yoksa, elimize yüklenerek
altındakini tek hamlede ezecek ve duygulara gem vurmaya devam mı
edeceğiz?...
Sevgi ve sağlıcakla kalın…
16 Kasım 2008
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
58 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
TARAF MI, TARAFTAR MI?..
Hayatın türlü aşamalarında kimi
fikrilere, kimi inanışlara ve hatta kimi anlamsız ritüellere taraf
olunabilir, zaman içinde yaşanılan çeşitli olaylar ve çıkarılan
sonuçlar neticesinde de bulunulan yer gözden geçirilebilir ve
yeniden bir değerlendirme ile son duruma kavuşulur…
Hayatın bu döngüsü kaçınılmazdır,
dün karşı olduğunuz bir fikre bugün sempati duyabilir ve hatta
taraftar olabilirsiniz… Bu durum utanılacak ve saklanılacak bir
acizlik olmadığı gibi, bir tutarsızlık da değildir… Zira insan
gelişen bir varlıktır… (Değişmeyen tek şey değişimdir demişler).
Hangi kademede olursanız olun ve
hangi imkanlara sahip olursanız olun bu yadsınamaz bir gerçektir,
belki de siz fark etmeden bu döngüyü yaşamaktasınızdır…
Sıradan bireyler bu döngüyü kendi hallerinde yaşayıp giderken,
toplumun gözü önünde bulunan ve bireylerin bir çoğu ile öyle ya da
böyle sürekli temas halinde bulunan şimdiki moda deyimiyle
“medyatik” kişilerde ise bu dönüşüm kimi zaman sancılara neden
olur…
Hele ki bir zamanlar sizin
tarafınızda olduğunu düşündüğünüz hatırı sayılır, söylediği
dinlenir zevatın dönüşümü size kısmen ıstırap bile verebilir…
Veyahut karşı cenahtan addettiğiniz eşhasın gün gelip sizin
taburelerinizde oturuyor olması size doyumsuz bir mutluluk, coşku
sağlayabilir hatta ve hatta çılgınca eğlenmeyi gerektirecek bir
bahane olabilir…
İşte son zamanlarda tartışılan
“Mustafa” filmini ve Can Dündar’ı bu bağlamda da değerlendirmek
gerekir diye düşünüyorum…
Öyle, çünkü yazılı basında
ağırlıklı olmak üzere bilumum medya organlarında tartışıla gelen
bazı hususların temelinde bu huzursuzluk sendromu ya da aşırı
taşkınlık hali yatıyor olabilir… Tamamında demiyorum ama bir
kısmında bu halin etkili olduğunu düşünmekteyim…
Tartışmaların ucuna naçizane kendi
düşüncelerimi de eklemek gayesi ile bu makaleyi kaleme almaya
karar verişimden bu yana günler geçti… Meseleye hangi açıdan
bakmak kararını veremediğimden ancak yazabiliyorum… Amaç kişiyi ya
da olayı kişiselleştirerek polemik yaratmak değil elbet…
Vurgulamak istediğim hususlar kişisel görüşten ziyade yöntemlerin
hassasiyetine binaen olacaktır…
Topluma mal olmuş ve aydın kimliği
ile gerek genç kuşaklara gerek ihtiyacı olan yetişkin topluluğa,
olayların ve gelişmelerin, fikirlerin ve altında yatan sebeplerin,
olayların oluş anındaki koşulları da göz önünde tutarak daha iyi
anlayabilmelerine imkân sağlamak için ışık tutması gerekenler
“kendi penceremden böyle gördüm ve böyle yorumladım” dememelidir…
O vakit biz sıradan vatandaşların
kendi pencerelerinden olaylara bakışından bir farkı kalmayacak
olan bu anlatım biçimi, eğer makul bir şekil ise; sıradan
insanların da tek tek kendi pencerelerinden gördüklerinin
değerlendirilmesi, bu gördüklerini belgeselleştirme konusunda
yardım edilmesi gerekmez mi?... Hatta bu konuda teşvik edilmeleri
bile gerekebilir…
Bir yöneticinin sorumluluğu ile
emrinde çalışan bir hizmetlinin sorumluluğunun aynı olmaması gibi;
aydın addedilen kişiler ile hitap ettikleri kitlelerin
sorumlulukları da aynı değildir…
Var olan statükoyu eleştirmek bir
hak olabilir, ancak eleştirirken olaya her açıdan yaklaşabilmeli,
türlü pencerelerden görünenleri eşit yoğunlukta ve eşit ağırlıkta
sunabilmelidir… Aksi takdirde açıkça itiraf edemeseniz bile iki
taraf arasında olmanız gereken tam orta yerde olmazsınız, bir
tarafa daha yakın durduğunuz aşikar hale geldiği için her iki
cenahtan da hiç ummadığınız tepkileri duymak durumunda
kalabilirsiniz…
Buradan tam orta yerde durmanız gerektiği gibi bir anlam
çıkarılabilir, kastettiğimiz gerçek anlamda orta yerde durmak
değildir… Anlatmak istediğimiz tarihsel olayları zımnen de olsa
tarafsızlık gözlüğü ile gösterebilmenizdir (görebilmeniz değil)…
Zira bulunduğunuz yerin orta
sahaya uzaklığı sadece sizi ilgilendiren pozisyonel bir durum iken
gösterebildikleriniz toplumsal yargı oluşturacak ve geleceğe dair
bazı tohumları ekecek olan; özünde, tamamen olmasa bile kısmen
genel bakışa yön ve şekil verici jölelerdir…
İşte bu noktada yönetici veya
idareci (her ikisi de farklı sonuca ulaşır) olgunluğundaki
makamların takınacağı objektiflik tavrın önemi vurgulanmaktadır…
Yönetici yönetmekle sorumlu iken, idareci her türlü olayı idare
etmekle yükümlüdür… Bahsini ettiğimiz “medyatik” sorumlu kişiler
ise her iki yönetim makamının inceliklerini taşımalı,
sorumluluklarının bilincinde, yön göstermeksizin yön
verebilmelidir…
Çünkü yön vermek ile yön göstermek
arasında dağlar kadar fark vardır…
Sevgi ve sağlıcakla kalın…
14 Kasım 2008
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
59
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Murat HACIOĞLU |
Murat HACIOĞLU HAYAT HİKAYESİ |
İNSANLARI ANLAMAK
Çok zor olduğunu biliyorum. Zaten çok zor olduğu
için tam anlamıyla beceremiyoruz ya. İnsanları anlamaya çalışıyoruz,
ya da anlamak istiyoruz. Bu madalyonun sadece bir yüzü. Bir de diğer
yüzü var elbet. İnsanları anlamaya çalışmamak, anlamak istememek.
Toplumda en çok duyduklarınızdan bir tanesi değil
midir bu soru? “Yahu şu insanları anlamıyorum bir türlü” diyene çok
rastlamışsınızdır eminim. Meselenin hangi tarafında olduğumuz çok
önemli. Anlamak istiyor muyuz, istemiyor muyuz? İnsanları
anlamadığını söyleyen kişi, gerçekte insanları anlamaya çabalamış
mıdır, yoksa hiçbir çaba sarf etmeden ve hatta anlamak istemezcesine
meseleyi savuşturmuştur.
Kimi toplumlarda bazı insani değerler farklılık
gösterebilir. Batı toplumlarında duygusallığa fazla yer yokken,
bizim gibi topluluklarda duygusallık ağır basmaktadır. Dolayısıyla
tepkiler genellikle duygusal mantık yürütülerek verilmektedir.
Zaten sokaktaki herhangi bir insana,
ya da oradaki topluluğa “İnsanları anlamıyorum” gözüyle bakmak
mantıklı bir sonuç değildir. İçerisinde duygusal ögeler taşır. Zira
insanları anlamak ya da anlamamak o kişiye herhangi bir kazanım
oluşturmaz. Kişi kendi işinde gücünde hayatını idame ettirmektedir.
İnsanları anlamak istemek, anlamaya çalışmak duygusallığın getirdiği
bir süreçtir.
Bizim konumuz mantıki usullerle meseleleri
çözümleyen batı toplumlarındaki uygulamalar değil elbet. Çünkü biz
anlamak isteriz. Anlamamız gerekir. Her ne kadar madalyonun arka
tarafında, insanları anlamak istemeyen kesim ve onların düşünce
tarzı varsa da, yine de duygusal bir millet oluşumuzdan mütevellit
insanları anlamaya kafa yormayı tercih ediyoruz.
Peki anlamak isterken izlediğimiz yöntem ve
uyguladığımız metodlar doğru mudur? Esasında yazıya başlarken
meselenin sadece bu kısmına değinecektim. Ama yazarken diğer yönleri
de kısaca belirtmeden geçemeyeceğimi fark ettim.
Kim hangi yöntemi uyguluyor, kimlerin metodu doğru.
İnsanları anlamak isterken hangi gözle bakıyoruz, hangi yönlerden
değerlendiriyoruz. Kısaca empati denilen kavramdaki gibi, kendimizi
karşımızdaki insanın ya da insanların yerine koyabiliyor muyuz?
Empati yaparak bu soruya doğru yanıtı bulabilecek miyiz? Empati
yapmayı biliyor muyuz? Empati yapabiliyorsak, sonuçları doğru
değerlendirebiliyor ve sonuca uygun hareket edebiliyor muyuz?
Gerçek şu ki, tam anlamıyla insanı anlayabilmek,
çözebilmek mümkün değil. Öyle olsa zaten hiçbir problemimiz
kalmazdı. Kimse kimseyle tartışmaz, kavga etmez, gül gibi geçinip
giderdik. Demek ki anlamak o kadar da kolay bir mesele değil.
Peki kendimizi karşıdaki insanın
yerine koyabilmeyi başardığımızda onu anlamış mı oluyoruz. Empati
yapabilmek ile karşıdakini düşünmek arasında da fark var işte. Bir
tanesinde koşullar gereği kendinizi o insan yerinde düşünmek söz
konusu iken, diğerinde her türlü duygusal, fiziksel özellikler ile o
insanın düşündüklerini düşünmeye çalışmak var.
“Acınızı anlıyorum” cümlesi tanıdık
değil mi? Burada yapılmaya çalışılan empati kurabilmektir, ki çok
zordur. İnsanları anlamaya çalışmanın birinci ve vazgeçilmez
kuralıdır bence. Çünkü empati yapmadan, kendinizi her türlü duygusal
ve düşünsel şartlarda karşıdaki insanın yaşadıklarıyla
hissettiklerini hissetmeye çalışarak, aynı duygusal tepkileri
yaşayabilme çabası olmadan onu anlayamazsınız.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
60 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- BARAK HÜSEYİN OBAMA
-
ABD tarihinin ilk siyahi (44.üncü)
başkanı Barak Hüseyin Obama, 20 Ocak Salı günü, 233 yıldır (4 Temmuz
1776-20 Ocak 2009) tam bir inanç, sadakat ve kararlılıkla sürdürülen
gelenek uyarı İsevilerin kutsal kitabı İNCİL üzerine yemin ederek
görevi George W. Bush'dan bu güne kadar görülmemiş muhteşem bir
merasimle devraldı.
-
Aralıksız 623 yıl yaşayan ve sadece
yıkılışı bile, ABD’nin dünya siyaset sahnesinde zuhur etmesinden
fazla süren (222 yıl) Osmanlı Türk-İslâm Devleti’nin bakiyesi
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken; Mustafa Kemal’de böyle bir
başlangıç yapmış ve Cumhuriyet’in temellerini Hacı Bayram-ı Veli
Camii’nde okunan mevlid-i Şerif ve ülkenin her yanında 30 gün
boyunca okunan Sahih-i Buhari ve Kur’an-ı Kerim hatim duaları ile
atmıştı.
- Bu törende ayrıca ‘Türk Devlet kurma’ geleneği’nin bütün
icapları yerine getirildi.
-
TBMM kurbanlar kesilerek, ilâhiler
söylenip dualar okunarak açıldı. Ayrıca;
- Devlet’in; ‘ebed-müddet’ kaydı, Misak-ı Milli şartı ve ‘Alemi
İslâm Halifeliği’nin münhasıran TBMM’nin nevi-i şahsında mündemiç
kalması kaydıyla Cumhuriyet, insanlık düşmanı emperyalizme karşı
‘fazilet rejimi’ düsturu ile kuruldu. Cumhuriyet’in temelinde yatan
asil gerçekleri, umur-u devletin usul ve idame biçimini bu vesileyle
anmakta ve hususan hatırlamakta fayda ve zururet vardır.
-
Kaldı ki, O, (Mustafa Kemal Atatürk)
hayatta olduğu sürece asker beş vakit namaz ictimâsına kalktı.
Kur-an, Bayrak ve silâh üzerine “Besmele-i Şerif” ile yemin etti.
Neferler ‘Askerin Din Kitabı’nı okurlar, Genelkurmay Başkanları,
Generaller ve üst rütbeli subaylar beş vakit namaz kılarlardı.
Orduda rütbeli tabur İmamları vardı. Cumhuriyet o dönemde sağlam,
emin, adil, akil ve müstekar, adalet üzere, hür ve hükümran idi.
Sonra İslâm’ın çimentosu lâiklik, Atatürk ilkeleri ve Türk
İnkılâbına düşman ‘fundamentalist’ karşı devrimci koza ve
kriptolarca sulandırıldı… Terör ve tedhiş unsuru ajan
provokatörlerce bulandırıldı.
-
Fazilet rejimi yerini yozlaşma,
çürüme, yalan ve talana bıraktı.
-
Şimdi bu elim ihmal ve derin
sapmanın ağır bedeli ödenmekte.
-
Yalnız biz değil, Bilgi Çağını
fetrete dönüştüren dünya da bedel ödemekte.
- İnsanlığın maruz kaldığı bu ıstırabın ‘bilinç’inde olan Obama,
ahtapotun kolları gibi dünyayı saran ve ülkeleri abluka altına alan
‘organize çıkar örgütleri, küresel mafyalar ve nitelikli
dolandırıcıların neden olduğu krizin doruğunda’ samimi bir imanla
işe başladı. .
- Ülke tarihinin ilk
siyahi başkanı yemin töreninden bir gece önce siyahi halkların ve
Amerika’da yaşayan Müslümanların lideri (Hacı) Martin Luther King (Malcolm
X) (1929-1968) anısına düzenlenen anlamlı bir konsere katıldı.
(Dikkat: Bu çok önemli bir ayrıntıdır.)
- Müslüman olduktan sonra
Martin Luther King’in tek bir hedefi, ideali ve rüyası vardı:
“Amerikan kâbusuna son vermek, bu ülkeye İslâm’ın öngördüğü insan
sevgisi, adalet ahlâkı ve evrensel hukuk’un temel ilkelerini
taşımak.”
-
O’na göre bu emel ve idealin
gerçekleşmesi için illâ bir siyahi zencinin yani, ‘ÖTEKİ’ lerden
birinin başkan olması gerekmekte idi. Aksi taktirde 250 sene önce
Avrupa’dan kaçan, kovulan ve hayatlarını çapulculuk (yağma,
yalan-talan, vahşi kapitalizm ve emperyalizm) üzerine inşa eden
mutasyona uğramış imtiyazlı kitleden birinin adaleti sağlaması
imkânsızdı.
-
- SONUNDA RÜYA GERÇEKLEŞTİ!
-
Martin Luther King, Müslüman olup
Hacca gidip döndükten sonra hakikati kavradı ve “dünyadan umudum var
artık!” demeye başladı. Şimdi artık o umudu gerçekleşti. ABD’de
Barak Hüseyin Obama bir tarih yazdı! ABD tarihinde ilk defa
ötekilerden biri, bir siyahi zenci "BAŞKAN" oldu! Dünya vampir
Bushtan kurtuldu!
-
İşte, Martin Luther King’in ruhu
şimdi belki huzura kavuşmuş olabilir.
-
Darısı başımıza!...
-
Burada ‘belki’ diyorum çünkü Malcolm
X’den bu yana ABD yönetimi yalnız Amerika ve halkının değil, bütün
dünyanın kâbusu artık. Barak Hüseyin’ın dediği gibi ABD yeniden
inşa, restore ve rehabilite edilmez ise; Haram, yalan-talan, baskı,
zulüm, sömürü, işkence ve istibdat üzerine kurulu sermaye
imparatorluğu ‘bütün dünyanın üstüne’ korkunç bir deprem, kahredici
bir elem ve ölümcül bir sarsıntıyla çökecek.
-
Acil tedbir alınmazsa o gün ABD için
çok yakındır!..
-
Kenya asıllı Müslüman bir babayla
beyaz bir Amerikalı annenin oğlu Hüseyin Obama bunun ‘bilinçli
olarak’ farkında.
-
O, 1964 yılında "tarla zencisi"
Malcolm X"i 16 kurşunla delik deşik eden Amerika’nın 2008 yılında
kendisini neden başkan yaptığını çok iyi biliyor...
-
- DÜNYA’YA MESAJLAR!...
-
“Terörizme karşı savaşta kararlılık
gevşemeyecek ve amacını terörle elde etmeye çalışanlar yenilecek.”
-
- Önce ABD terörist devlet olmaktan
kurtarılmak zorundadır.
-
Müslüman ülkelere: ''İlerlemek için
ortak çıkarlar ve karşılıklı saygıya dayalı yeni bir yol arıyoruz''
-
- Yol adalet ahlâkı, evrensel hukuk,
mutlak mütekabiliyet, insanlık onuru ve idealidir.
- Batı liderlerine: ''Unutmayın ki halklarınız sizi,
yıktıklarınızla değil, inşa ettiklerinizle hatırlayacak''
-
- Demek ki günün bölücü, yıkıcı,
çıkarcı ve karanlık liderleri lânetle anılacak!
- ''Hayat tarzımız için özür dilemeyecek veya savunmamızı
gevşetmeyeceğiz. Amacını terörle elde edenlere karşı kararlılığımız
güçlenecek ve onları yeneceğiz''
-
- Amacını terörle elde edenlerin
başında ABD gelmektedir. Buradan kast olunan halen işgal altında
tutup alenen sömürdükleri ulusları kaybetme kaygısı mıdır? Acaba!..
- “ABD, dünyada herkes için eşitlik ve barış isteyenlerin dostudur
ve onlara liderlik (!) etmeye hazırdır. Sadece güç bizi koruyamaz.
Canımızın her istediğini yapamayız. Bugün burada, önümüzdeki sınavın
farkında olarak alçak gönüllülükle duruyorum. Bundan böyle ABD’yi
yeniden inşa edecek ve yeni bir çağ açacağız…”
-
Elbette adalet ve müesses hukuka ve
yedi milyar insanın eşit hakka sahip olduğu arz’a pervasızca
hükmetmeye kalkışmak kimsenin haddi ve hakkı değildir. Güç, haklının
elinde ve emrinde olursa meşru; Haksızın, emperyalist ve müstebitin
elinde olursa gayrimeşrudur. Adil olmayan güçlere karşı ‘dünya
ailesi’ birlikte mücadele ve bütün haksızlıklara müdahaleye
mecburdur. İnsani boyut ve bilinç toplumunun (hakiki medeniyetin)
gereği budur.
- Obama bilmeli ki;
-
“Dünya barışı, adalet ve evrensel
hukuk'un hakiki teminatı, evrensellik arz eden, tüm uluslara ışık
tutan ve dünyayı aydınlatan Atatürk ilkeleri, Türk İnkılâbı ve
binlerce yıllık bilgi, birikim ve deneyimden damıtılarak günümüze
ulaşmış kadim Türk medeniyetinin “medeni siyaset" geleneğidir.
-
Umarız Obama bu gerçeği kavrar,
icraatını; Atatürk'ün 'Yurtta sulh, cihanda sulh' ve Bilinç
Üniversitesi’nin "Sorun bencillik, çözüm sencillik" misyonu üzerine
inşa ederek, bilgi çağı kepazeliğine son verip “Bilinç Çağı”nı açar.
-
Böylece, bu “‘yeni” açılım, aşama ve
ÇAĞ’a Atatürk ve Türk damgası vurulmuş olur.
- Sonuçta Obama; tüm dünyada yankı uyandıran 'değişim vaadlerini'
bu bağlamda ve mutlaka yerine getirmelidir!
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
61 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
ESKİ CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKANLARA KIYAK!.
Bakanlar Kurulu hafta başında (16
Ocak 2009), kamuoyuna açıklanan her hangi bir talep, istem ve
halinden şikâyet vaki olmamasına rağmen, emekli cumhurbaşkanları ve
eski başbakan maaşlarına yüzde 14 gibi (emsallerine oranla)
astronomik bir zam yapma kararı aldı.
Memur, işçi ve emekli kesiminde derin infial yaratan bu haksız,
adalet, ahlâk ve hukuk dışı kararın sebebi hikmeti, gerekçesi henüz
bilinmiyor. Zira bir açıklama yapılmadı. Şu ana kadar bu çifte
standart, haksızlık, onursuzluk ve adaletsizliğe muhatap eski
Cumhurbaşkanı ve baş bakanlardan da bir ‘ret’ kararı veya tepki de
gelmedi.
Sonuçta; Bakanlar Kurulu’nun bu tek
yanlı, gelenek, adalet ve hukuka aykırı kararı ile eski
Cumhurbaşkanlarının 2009 yılı emekli maaşları % 14 zamlanarak, cari
asgari ücretin % 2000’ini aşan 10 bin 800 TL’ye yükseldi.
Kendi bütçesindeki maaş ödeneğine
göre hesaplanan cumhurbaşkanlığı emekli maaşı, 1 Ocak’ta bin 330 TL
arttı. ( Sadece oransal artışın karşılığı olan bu miktar bile;
mevcut işçi, memur ve emekli maaşlarının kahir ekseriyetinden
fazladır. Bu adaletsiz, hukuksuz, eşit işe eşit ücret ve hakkaniyet
kavramına bütünüyle aykırı (yüzdeli artış) sistemin apaçık hak ve
insanlık düşmanlığı olduğunun göstergesidir. Doğru olan: Kıdem,
tahsil (hakkı müktesep) ehliyet, liyakat ve adalet ilkelerine uygun
‘seyyanen’ eşit miktarda artıştır.)
Bu haksız tasarruf ile geçen yıl
9.470 TL olan cumhurbaşkanlığı emekli aylığı, 2009 yılı için 10 bin
800 TL olarak tespit edildi. Bu çerçevede eski Cumhurbaşkanlarından
Kenan Evren, Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer, bu yılın sonuna
kadar ayda 10 bin 800 TL miktarında ‘imtiyazlı (kıyak)’ emekli maaşı
alacaklar.
Cumhurbaşkanlığı emekli maaşına
bağlı olarak aylık ödenen eski Başbakanlar da bu yıl 7 bin 102 TL
yerine 8 bin 100 TL (998 TL zamlı) emekli aylığı alacaklar. Böylece
Bülent Ulusu, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Necmettin Erbakan gibi
eski başbakanlara, 2009 yılı içinde yüzde 14 zamlı olarak 8 bin 100
TL emekli maaşı ödenecek.
İşte her fırsatta adalet ve hukuktan
bahseden ‘Adalet ve Kalkınma Partisi’ hükümeti Bakanlar Kurulu’nun
adaleti bu!.. Ne kadar adaletse bu!... Oysa adalet ve hukuk, insani
ve ahlâki bir vecibe olarak ‘kılı kırk yarmak’ değil midir?
Buna mukabil memur, işçi ve emekli
maaşlarına, TÜİK’in de yüksek katkılarıyla kılı kırk yararak (zam
falan değil!) sadaka verildiğini esef, şaşkınlık ve üzüntüyle
görüyoruz.
ÖTEKİ’LERE YAPILAN ZAM!...
Diğer taraftan, maaşları bütçe
katsayılarına bağlanan memur emekli aylıkları yılın ilk yarısında %
4 artış gördü. (Bu oran bile SSK ve Bağ-Kur emeklilerine göre % 0.17
daha fazla. Adalet, ahlak ve hukukun terazisi nerede?) Bu oran yılın
ikinci 6 aylık döneminde yüzde 4.5. Şu an 7’nin 9’undan emekli olan
normal bir memurun eline Ocak – Haziran döneminde 803.9 TL geçecek.
Yani milletvekili, eski başbakan ve cumhurbaşkanlarına verilen
zamdan bile az)
SSK ve Bağ-Kur emeklilerine ise, yılın ilk 6 ayı için yüzde 3.83
zam yapılacak.
Ekim 2008'de yürürlüğe giren 5510
sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın 55.
maddesi doğrultusunda, "Bir önceki 6 aylık (Temmuz-Aralık 2008)
enflasyon oranında artırılacaktır” hükmüne göre: 2009 yılı Temmuz
ayında alacakları zam % 6.77.
Tabii eğer adalet ve (hüküm doğrultusunda) hakkaniyet ilkelerine
uyulursa eğer!..
ADALETSİZ 'AKP' VE HÜKÜMET!
Bir yanda eski ricale vaki % 14 zam,
diğer tarafta ekonomik kriz, fakru zaruret ve sefalet içinde
kıvranan, hayati ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz, yaşamı zindana
dönen, sefalete mahkum edilen asıl vatandaş!..
Dahası var; Krediler ve kartlar
yoluyla vaki banka zulmü,
Belediyelerin keyfi ulaşım zamları,
İçilemeyen şehir suları nedeniyle
hane halkına yüklenen iyi su bedeli,
Dünyanın en pahalı akaryakıt,
elektrik, su, doğalgaz ve ‘sabit ücretli’ telefon paraları..
Son aylarda doğalgaz, elektrik ve temel gıda maddelerine yapılan
yüksek oranlı zam, aleni zulüm ve işkenceye karşın, bir de TÜİK’in
hesaplamalarında gözlenen istihza, ince alay!.. Enflasyon
sepetindeki ‘insanlık, hakkaniyet, hukuk ve adalet dışı”
yansımalar..
Özellikle kışın vatandaş bütçesinin
büyük bölümü doğalgaz, elektrik, su, odun, kömür gibi ısınma
giderlerine ayrılmakta; Bu kalemlerde yapılan artışlar net yüzde
30'u bulmakta ve bir emekli sadece evini ısıtabilmek için ayda
yaklaşık 250–300 TL arasında bir fatura ödemek zorunda
kalmaktadır.Bütün bu gerçekleri TÜİK'in hesaplama sisteminde
göremezsiniz!..
Üstelik bu zamlar doğrudan ve net
biçimde aile bütçesine yansımaktadır.
Bunu neden hükümet ve TÜİK bilemez,
anlayamaz ve kavrayamaz?
Diğer taraftan; 2008 yılı içinde SSK
ve Bağ-Kur emeklilerine yapılan zam yüzde 9.3 iken, enflasyon 10.6
olduğuna göre: SSK ve Bağ-Kur emeklileri hükümetten yüzde 1.3; 2008
yılında ortalama yüzde 8 zam alan memur emeklileri de yüzde 2.6
alacaklı durumdadırlar.
Memur ve memur emeklilerine 2009
yılı ilk 6 ayı için verilen yüzde 4 zamma göre en düşük memur emekli
aylığı yaklaşık 803 TL olacak, bu 30 TL'lik artış, yeterli mi? İşçi
ve Bağ-Kur emekli aylıklarına gelince tüm ödemeler dâhil şuanda
598.27 TL olan en düşük işçi emekli aylığı Ocak 2009 itibariyle
621.18 TL' ye yükselmekte olup; yapılan artış aylık olarak 23 TL dir.
Bağ-Kur'lunun en düşük emekliği aylığı 460 TL, Bağ-Kur (Tarım)
aylığının ise en düşüğü 305 TL olacaktır.
İNSANI YAŞAT Kİ, DEVLET YAŞASIN!..
Çalışanlar ve özellikle Emekliler bu
zorlu, zalim ve insanlık dışı koşullara rağmen, tedbir almaya,
adaletli olmaya, Anayasanın emrettiği eşitlik ilkesine uymaya ve
uygulamaya yanaşmayan yetkililere karşı haklı bir tepki içindeler.
Giderek artan gelir adaletsizliği ve
süratle açılan makas karşısında insanlar adeta şok geçiriyor. Bir
yanda asgari ücretin dahi altında seyreden utanç verici maaşlar,
diğer tarafta asgari ücreti % 2000 (iki/bin) ilâ % 26.000’e kadar
katlayan maaşlar…
Yaklaşık % 60’ı kayıt ve kapsam dışı
reel sektörde ise ‘krizden dolayı’ işçi çıkaran, işçisinin maaşını
gasp eden, vergi ve sigortasını yatırmayan patronlar, trilyonluk
arabalara biniyor. Şato gibi devasa köşklerle süper lüks evlerde,
israf ve safahat içinde yaşıyor, Alpler veya Havai’de tatil yapıyor,
domuz gibi yiyip-içiyor, lordlar gibi giyiniyor, bazıları bilmem
kaçıncı kez ‘Mecca Tavır’larına hac yapmak üzere gidiyor, tam bir
safahat hayatı yaşıyorlar.
BU MU?.. ADALET!...
Elbette adalet falan değil!..
Nitekim bu bağlamda en önemli ve anlamlı tepki, sanal âlemin lider
kuruluşu Bilinç Üniversitesi’nden geldi:
“Her türlü yanlış iş, davranış ve
haksızlıktan kendilerini sorumlu tutmayı ve bu uğurda sorumluluğun
gereğini yapmayı ilke edinenlerin inşa ettikleri Turgutreis Bilinç
Üniversitesi; eski cumhurbaşkanları ile eski Başbakanlar için, maruz
kaldıkları ağır (!) geçim sıkıntılarını hafifletmek amacıyla bir
yardım kampanyası başlatma kararı aldı. Alınan karar ve kampanya
kapsamında ilk bağış; kurucu Rektör "TC Emekli Sandığı emeklisi
Galip Baran'dan..G. Baran bu kampanya için, Üniversite adına, "aylık
1082.00 TL olan maaşından", her ay 500.00 TL katkıda bulunmayı vaat
ve TAAHHÜT etti.” Hani? Neden hüküm adalet ve hikmetle değil?
Hükümet AKP’yi haksızlık ve zulümle abâd edeceğini sanıyorsa, çok
aldanıyor!
Alma mazlumun âhını, çıkar aheste,
aheste!...
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
62 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
ESKİ CUMHURBAŞKANLARINA VE BAŞBAKANLARA YARDIM
KAMPANYASI…
“Her türlü yanlış iş, davranış ve
haksızlıktan kendilerini sorumlu tutmayı ve bu sorumluluğun gereğini
yerine getirmek için ellerinden geleni yapma"yı ilke edinenlerin
inşa ettikleri Turgutreis Bilinç Üniversitesi; eski cumhurbaşkanları
Kenan Evren, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer ile eski
Başbakanlar Bülent Ulusu, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, ve Necmettin
Erbakan'ın geçim sıkıntılarını (!) hafifletmek amacıyla bir yardım
kampanyası başlatma kararı aldı.
Alınan karar ve açılacak kampanya
kapsamında ilk bağış; Bilinç Üniversitesi kurucularından "T. C.
Emekli Sandığı emeklisi Galip Baran'dan... Galip Baran bu kampanya
için, Üniversite adına, "aylık 1082.00 TL olan maaşından", her ay
500.00 TL katkıda bulunmayı TAAHHÜT etti.
Bilinç Üniversitesi
Rektör yardımcısı
Mustafa Nevruz SINACI
TEL: 0312.433 82 06
E.posta: gercek.demokrat@hotmail.com
Gönderen "BİLİNÇ
ÜNİVERSİTESİ" TÜRKİYE
BAK:
http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com
BİLGİ İÇİN: galipbaran@ttmail.com
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
63 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
DEMOKRASİ AYIBI VE HUKUKUN UTANCI
Vahşi bir vampirlik ve
kudurmuşçasına, evrensel savaş hukuku ve sulh kurumlarını hiçe
sayarak sivillere saldıran İsrail, dünyada demokrasi havarileri
tarafından korunuyor. Onlar ki hanelerinde bin türlü tefessüh
(bozulmuşluk ve çürüme) içinde yaşarken nizam-ı âleme
kalkışıyorlar. Bu, demokrasi adına büyük ayıp, evrensel hukukunsa
“derin” utancıdır.
Gerçek şu ki; Bilgi çağı (!) falan
yalan-dolan, fasa fiso.
Ülkelerin çoğu derin karanlık
güçler, gizli diktatörlükler, oligarşi, illegal monarşi ve
demokrasi düşmanları tarafından yönetiliyor. Şimdi bir kez daha
maskeler düştü. Çoklu standart, bin bir surat, sinsilik,
kurnazlık, içten pazarlık, kronik bencillik ve ruhlara sinen
sosyal şizofreni bütün çirkinliğiyle göründü.
İnsanlık Osmanlı devleti ve
Türk-İslâm medeniyeti’nin huzur ve güven iklimini arıyor.
Evet, dünya bilgi, deha, insani
kalite ve ilmi değeri tabana vurmuş, ihtiras kurbanı Siyonizm’in
“ilâh-silâh ve ilâç” tüccarları elinde bunalım ve buhrana
sürüklenmiş durumda. Dünyayı ve pek çok ülkeyi insanların idare
etmediğinin aleni göstergesi bu.
Merhum Abdülkadir Duru’nun dediği
gibi, acaba dünyayı hayvanlar mı idare ediyor?
Örneğin: İsrail’in Gazze saldırısı
ile başlayan insanlık dışı vahşi dram, soykırım ve katliam, başta
AB olmak üzere diğer dünya devletleri ve evrensel kurumların
gerçek yüzlerini bir kez daha ortaya koydu. Araplar tarafından
“ateş olsa cürmü kadar yer yakar” denilen, fanatik dinci çete
devleti’nin dünyaya meydan okuyan tavrı inadına görmezlikten
gelindi, aymazlık, umursamazlık, pişkinlik, sorumsuzluk, insanlı
ayıbı diz boyu.
Hani, dünya bir insanlık ailesi
idi!
Bakın şu ‘insanlık ailesi’ ve
Adem’in çocuklarının haline!
Ne kadar utanç verici!
Üzücü ve düşündürücü!
ABD’nin İsrail tarafından
yönetilen bir eyalet olduğu artık herkesçe biliniyor.
AB, görünürde ABD’nin güdümünde,
gerçekte Siyonizm’in emir ve hizmetinde.
Onca devlet ve milyonlarca
nüfustan ibaret Arap âlemi sus pus. Hac, gaz ve petrol
gelirlerinden elde ettiği sermaye ABD ve AB bankalarında, IMF’de
ve gayrimüslim, Yahudi ve Siyonist yatırımcılar tarafından
kullanılıyor. Müslüman, kardeş ülkelerde değil!.. Arap, tıpkı
fetret devrinde olduğu gibi sapkın, adalet, samimi inanç, ihlâsla
ibadet ve hukuktan uzak; İslâm’ın öngördüğü sistem “fazilet
anlamında cumhuriyet, lâiklik ve demokrasi” olduğu halde
hiçbirinde bu erdemlerden eser yok. Safahat devam ettiği sürece
Araplar, ezilmeye, düşmanca sömürülmeye, ezilmeye ve harici
unsurlar tarafından yönetilmeye müstahak.
Çünkü İslâmi bir iktisat, insani
yaşam ve milli siyasetleri yok.
NATO Amerikan uydusu, BM İsrail
yanlısı, diğer uluslar arası kurumlar seyirci.
İslâm Konferansı çekingen,
olabildiğince pasif ve palyatif.
Arap Birliği kaotik kriz yaşıyor,
onursuz ve sorumsuz bir tavır içinde.
Türkiye’nin rolüne gelince :
Türkiye, Osmanlı’nın bakiyesi ve
bölgesel aktör sıfatıyla görünürde çok aktif.
Fakat bu girişimleri tahkim
edecek, destekleyecek, etkili kılarak samimiyet ve kararlılık
göstergesi olacak en küçük bir yaptırımı yok. Bunun yanı sıra,
yürürlükteki ikili antlaşmalardan tutun, menşei Yahudi 37 büyük
şirket astronomik kârlarla ülkemizin dört bir yanında faaliyetini
sürdürüyor. Bu şirketlerin diğer Arap ve İslâm ülkelerinde
mevcudiyetini de hesaba katarsak, ortaya son derece garip, ters ve
çelişkili akıl almaz bir durum çıkmakta.
Düşmanlarını besleyen ve maddi
yönden destekleyen Müslümanlar.
Oysa bir Yahudi, Yahudi olmayan
bir esnaftan asla alış-veriş yapmaz.
Bize neden yaptırılır! ve neden
Yahudi sermayesi dayatılır? Bilinmez.
Sebebi şu ki, doğru dürüst,
ilkeli, onurlu ve sorumlu bir milli politikamız yok.
Netice olarak dünya, büyük bir
‘demokrasi ayıbı’ yaşıyor. Ancak, dünyanın her karış toprağında
hâkim ve hükümran olması gereken Adalet adamları ve hukukun utancı
bu!..
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
64 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
AHTAPOTUN KOLLARI VE ADALET’E DAVET
İnsanlığın yüz karası, sözde
‘bilgi çağı’nın istismarı-suiistimali bütün dünyada yaşamı kâbusa
çevirdi. Tıpkı Cemiyet-i Akvam gibi NATO, BM ve diğer uluslar
arası adalet, hukuk ve güvenlik kuruluşları da akamete uğradı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtarıcısı ve kurucu önderi Mustafa Kemal
Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi, sözde modern dünya
tarafından idrak edilemedi. Yahut ‘çok iyi’ algılandı, lâkin
‘barış içinde bir dünya’ kimsenin işine gelmedi. Tarih boyunca
olduğu gibi bencillik, menfaatperestlik ve çıkar ağır bastı.
Aslında bütün dünya ve insanlığın
sorunu bu.. Bencillik… Çözüm: Adalet, hukuk, ahlâki formasyon ve
Demokrasi.. Yukarda yer alan vecizede kastedilen ‘dünya barışı’nın
durumu malum…Bu gün iç siyaset ve ‘yurtta barış’a bir bakalım:
İç siyasette, ‘yurtta barış’ da da
aynı durumdayız?
“Yurtta Barış”ın olmazsa olmaz
şartı adalet ahlâkı, hukuk, Türk İnkılâbı istikametinde
kararlılık, istikrar ve sebatla ilerleme, yani “yurdu ve milleti
öz’ünden çok sevmek” tir. Türk medeni siyasetinin kadim büyükleri
buna, ‘umur-u devlet’ ve ‘istikamet’ derler. Bu, siyasette fazilet
mücadelesi, haklıların güçlülüğü (bon sens) ve devletin, iyi
insan, namuslu-dürüst ve iyi vatandaşlar adına icra-i faaliyet
göstermesidir. Bir başka deyişle: Devlet iyidir, adalet ve fazilet
timsalidir. Hak, hakikat ve hukuk’la iş görür.
Devlet kurumunu yönetmeye ve
yürütmeye sadece iyiler lâyıktır.
Dolayısıyla, devlet idaresinde
‘kötülere’ yer yoktur!..
Örneğin şu Ümraniye soruşturması
ve sözde “Ergenekon” davasının aldığı hal..
Halkın (kamu vicdanının) bu
araştırma ve soruşturmadan ‘haklı olarak’ beklediği “kapsamlı bir
temiz eller operasyonu, yüzleşme ve hesaplaşma” dır. Şu ana kadar
beklenen olmadı. Tam tersine zaman içinde olay tam bir siyasi
hesaplaşmaya, ahtapotun beyni ve gövdesini bütünüyle yok etme
yerine, sadece kollardan birini kesmeyi hedefleyen ‘olası
muhalefeti’ tasfiyesi hareketine dönüştü.
Bu bir hayâli sükut ve hüsrandır.
Bataklık bütünüyle kurutulmazsa kâbusa döner. Nasıl? Şöyle ki:
Sıkça vaki iddialara göre son kırk yılda ülkemizde, kamu
kurum-kuruluşları, hayati sektörler, her nevi işletmeler ve
özellikle Belediyelerde yapılan soygun-vurgun, görevi kötüye
kullanma, rüşvet-iltimas, vergi kaçakçılığı, hortumculuk,
yolsuzluk ve suiistimalin faturası 500 milyar doları aşmasına
rağmen; Bu süreçte alenen belli fail, zanlı ve müsebbiplerin
üstüne gidilmiyor. Belki de gidilemiyor. Oysa Ergenekon’un da
finansörleri, ortak, yandaş, yoldaş, yardım ve yatakçı unsurları
bunlar. Yani bataklık burada.. Görünüşte tepeye yani, ahtapotun
başına (beynine) dokunulmuyor, tabana (köklere) inilmiyor, ana
gövde üstüne de gidilmiyor. Sadece menfur kollardan biri olan
teorisyen, tetikçi, maşa ve taşeronların ütüne gidiliyor. Bu çok
derin bir iç sorundur ve uygulanan yöntem yanlıştır.
Doğrusu, son 48 yılı büyüteç
altına koymak, medya-mafya-siyaset üçgeninde, gelmiş, geçmiş bütün
iş adamı, bürokrat, diplomat, bankacı, gazeteci ve siyasetçileri
kapsayacak bir yüzleşme ve hesaplaşma operasyonunu
gerçekleştirmektir. Kamu vicdanının ‘eğer varsa’ adalet cihazı ve
Yargıdan arzu, talep ve beklentisi budur. Mevcut hükümet, dava
sürecinde her türlü dokunulmazlık, masuniyet, memurin muhakemat ve
sair koruma zırhları, ayrıcalık ve imtiyazları askıya alarak
adalete yardımcı olmak zorunda ve durumundadır.
Zira ancak bu şekilde ve bu
operasyon sonucunda, ülkemizde hüküm süren karanlık, gizli
diktatörlük, kararsızlık-belirsizlik, oligarşi, illegal monarşi ve
demokrasi düşmanlığı son bulabilir. Adalet ahlâkı ve hukukla
donanmış, demokrasiyi bütün kurum ve kuruluşları ile hayata
geçirmiş bir Türkiye, çok kısa sürede muasır medeniyet seviyesine
ulaşabilir.
Aksi takdirde, tek yanlı bir
tasfiye asla çözüm getirmeyecek; Fırsatı ganimet bilerek hükümete
sorun dayatan illegal kesim ve unsurlar, menfur amaçlarını
gerçekleştirme yolunda önemli bir mesafe alacaktır. Örnek mi
istiyorsunuz? Alın size, “sözde” Kürt sorunu meselâ!..
EĞER! İçerde istikrar, dışarıda
barış ve itibar istiyorsak, “Adaletli” olmak zorundayız.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
65 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- ACİL SORUN! İLAÇ, SAĞLIK VE ECZACILAR
-
Adına ‘bilgi çağı’ denilen
‘yenidünya düzeni’ aldatmacası vahşi kapitalizmin üç temel sömürü
aracı ve ‘insan, insanın kurdudur’ teorisine odaklı ütopik-fanatik
bir saplantısı var.
-
Sömürü araçları: İlâh, silâh ve
ilâç...
-
İnsanlık dışı saplantı: Yahudi
fanatizmi ve Hıristiyan fundamentalizmi.
-
Ancak, bu gün değinmek istediğim
konu saplantılar değil, sömürü araçları.
-
Zira ‘saplantı’ olarak belirginleşen
iki ana faktör, Musevilik ve İsevilik, dinsel (vahiy) kaynakları ve
kitabi dayanakları ihtilâflı (muharref), uydurma ve orijinal
olmaktan uzak bir sapkınlık olmakla çok tartışmaya açık bir konudur.
Zira binlerce yıldır Musevilik, 2000 yıldır da İsevilik
(Hıristiyanlık) emperyalizm ve sömürgecilik, gasp, işgal, katliam,
soykırım ve vahşi kapitalizmin aracı olarak kullanılmaktadır.
Dolayısıyla vahşi batı ve Siyonist İsrail bu bağlamda, dünyada ‘din
ticaretinin’ en insanlık dışı aktörleri durumundadır.
-
Onlar, insanlık âleminin kâbusu,
evrensel hukuk, adalet ve demokrasi düşmanıdırlar.
-
Kendileri hariç ‘insan hakları’ diye
bir mefhum da tanımazlar.
-
Bu nedenle, asırlar süren sistematik
bir savaşla bütün dünyayı ‘ahtapotun kolları’ gibi sımsıkı sarmış,
düşmanca niyetler, hırs ve ihtirasla ana sektörleri abluka altına
almış ve tam bir vampir vahşetiyle milletleri sömürmeye
koyulmuşlardır.
-
Yani, ‘bilgi, barış ve demokrasi
çağı’ yalanı ve ‘globalleşme-küreselleşme’ kisvesi ardına saklanarak
insanlık âleminin kene gibi kanını emen, bütün varlığını, refah,
huzur, güvenlik ve geleceğini tehdit eden İlâh, silâh ve ilâç
ticareti.
-
Bu, insanlık davası, evrensel adalet
ahlâkı, hukuk, demokrasi ve dünya barışına aykırı menfur tezgâh,
şöylece yürütülerek hükmünü icra etmektedir:
-
Önce, tefessüh etmiş batı
uygarlığının insanlık düşmanı emperyalist vampirleri elinde birer
“organize çıkar örgütü” ne dönüşmüş etkin devletler; Dünya
Jandarmalığı, demokrasi ve barış havarisi kesilerek, milletleri
yeniden yapılandırma, değiştirme ve dönüştürme görevine
soyunuyorlar. Son yıllarda, bu insani değerlere karşı verdikleri
savaşın adını ‘yenidünya düzeni’ bağlamında globalleşme ve
küreselleşme koydular. Diğer bir anlamda, emperyalizmi yayma, milli
orduları yok etme, kültürleri izole, halkları köleleştirme, bütün
dünyanın yeraltı ve yerüstü servetlerini ele geçirme projesi. Nihai
amaçları Dünyada tek dil (Esperanto), tek devlet (AB-D) ve tek
kuvvet ütopyasıdır. Şimdi bu amaçla ‘dinler (!) arası diyalog’
isimli bir furya peşindeler. Menfur planın görünen icra unsurları:
IMF, DTM, AB-D, BM, NATO ile Biderberg ve türevleridir. Bunlar
aysberg’in görünen yüzü. Dipte 7 kız kardeşler ve 5 partner olmak
üzere toplam 12 kartel vardır. Bunlar maalesef dünya ticareti,
siyaset ve sermayesine hâkim belirleyici unsurlardır. Diğer bir
anlamda dünya barışının baş belâları…
-
Bunlar, menfur amaçları
doğrultusunda ilk adım olan, “İLAH” gerekçesini kullanarak kimyasal,
biyolojik ve psikolojik savaşın bütün usul ve unsurlarını pervasızca
kullanıyorlar. Sonra masum-müsemma, gaflet ve dalalet içindeki
milletleri içten bölüyor, anarşi, terör ve tedhişi körüklüyor,
yalan-yanlış iftira, fesat ve tefrikalarla kanlı savaşlar çıkarıyor,
insanları haince katlediyor, alçakça soykırım yapıyor ve bütün
taraflara “SİLAH” pazarlıyorlar.
-
Psikolojik savaş, NBC dâhil her tür
silâh ve saldırı ile pazar yaratarak ilaç satıyorlar.
-
Bu sürecin en kârlı, en tatlı temel
ticaret unsuru “İLAÇ”!..
-
Soykırım ve saldırı türlerinin
tamamını kullanarak açtıkları yara, yaydıkları hastalık ve neden
oldukları tahribatı tedavi edebilmek gibi, sözde insani bir amaç
adına ilaç pazarlıyorlar.
-
Ana konumuz olan bu sorun aslında
çok derin.
-
Sektör tüm dünyada yukarda
açıkladığımız kartellerle doğrudan bağlantılı ve sonuçta bir kaç
şirketin elinde. Üretim, uluslar arası piyasa koşullarında çok sıkı
bir ‘patent’ zırhı çerçevesinde yürüyor. Fiyat karteller tarafından
tek yanlı belirleniyor. Milli ilâç sanayileri kartelin başlıca
hedefi, bu tür üretim unsurlarını ya özelleştirme baskısı ile satın
alarak veya ortak olmak suretiyle absorbe ediyor ve sektörde
rekabete asla izin vermiyorlar.
-
Yani, milyarca insanın sağlığı bu
tekel, kartel ve ‘paraya tapan’ tröstlere teslim...
-
Bu nedenle dünyanın dört bir
tarafında ilâç piyasası, sağlık ve tedavi sektöründe az veya çok
sorun var. Ancak, AKP hükümet olduktan sonra bu sorun ‘bütün
alanlarda olduğu gibi’ bizde de kronikleşti, derinleşti ve kördüğüme
dönüştü. Nihayet, Eczacının rızkına göz diken çıkar odakları işi,
hırs ve ihtirasla hükümete ‘aykırı yasa’ dayatma, Eczaneleri
tasfiye, dükkân kapattırma ve geniş halk kitlelerini mağdur etme
pahasına, sektörde kriz ve kaos yaratma noktasına vardırdılar.
-
Kalkışmanın en önemli nedeni:
Eczacı-Depo-Üretici zincirinin, Ecza Depolarından sonra gelen ilâç
firmaları ve bunlara entegre olmak isteyen yerli tekeller ile
Eczacıyı aradan çıkartmak isteyen özel hastane kombinasyonları. Daha
doğru bir anlatımla; İlâçta hırsızlık, yolsuzluk, tıbbi cihaz ve
malzemelerde rüşvet, suiistimal ve talan unsurları devrede.
-
Sonuçta “İnsan’a hizmeti” ibadet
sayan, mahallenin mahremi ve mesleği kutsal bir kamu hizmeti
anlayışıyla icra eden Eczacılar 21 Aralık 2008 günü, maruz
kaldıkları sıkıntı, baskı ve haksızlıkları dile getirmek üzere
Ankara çok geniş katılımlı bir miting düzenledi.
-
- YETERİNCE YANKI BULMADI
-
Evet, çok teknik ve karmaşık bir
konu olması nedeniyle esas muhatap halk tarafından pek anlaşılmayan
ve kamuoyunda hak ettiği yankıyı bulamayan bu miting, ana
belirleyici ve karar mercii olan hükümette de beklenen hassasiyeti
uyandırmadı. Yani hükümet, bütün açıklık ve çıplaklığı ile mitinge
kadar ve mitingde ortaya konan ‘ilâçta oyuna’ uyanamadı!
-
Bu nedenle sorun ağırlıklı olarak
sürmekte ve sağlık üzerindeki tehdidini sürdürmekte.
-
Biraz da Eczacıların mitingine
bakalım ve seslerine kulak verelim.
-
Mitingde, on binlerce eczacı,
yaşadıkları mesleki sorunlar karşısında “Artık Yeter” diye haykırıp,
içinde bulundukları sıkıntıların acilen çözümlenmesini istediler.
-
“IMF sağlıktan elini çek, Kömür
bedava-sağlık parayla, Sermaye defol, eczaneler bizim, Susma haykır,
zincire hayır, E-Sözleşme tıklama, geleceğini karartma" biçiminde
anlamlı sloganların sıkça atıldığı mitingde; TEB Genel Başkanı
Eczacı Erdoğan Çolak:
-
''Her birimizin ama dahası
çocuklarımızın sağlık ve yaşam hakkı için yola çıktık''
-
''Bugün burada olanlar, bu alanları
dolduranlar, ülkenin dört bir yanına dağılmış, en ücra köşelerde
dahi kesintisiz ve sürekli sağlık hizmeti sunan eczacılardır''
diyerek, bugüne kadar dertlerini anlatmak için çok çaba sarf
ettiklerini, ''Sözümüzü masalarda dinlemediyseniz bu alandan
dinleyeceksiniz! Bıçak kemiğe dayandı. Artık yeter'' ifadesiyle
sorunu bütün ayrıntıları ile anlatıp açıkladı. Meslek odası olarak
belirledikleri ‘kamu ve halk yararı içeren” çözüm önerilerini sundu.
Sonuçta ne kadar haklı, doğru ve yerinde bir mücadele verdikleri
apaçık ortaya çıktı. Neye ve kime karşı mücadele ettiklerini;
Muhatapların menfur amaçları, art niyetleri, halk düşmanlıkları ve
paraya tapındıklarını da..
-
Şimdi soruyorum:
-
Kuruluşunun temelinde sosyal devlet,
insana hizmet, adalet-hukuk ve emperyalizm karşıtlığı esas olan
Türkiye Cumhuriyetini temsil eden bu Hükümet Eczacıların sesine
kulak verdi mi? Mitingde önerilen insani çözümleri ele aldı mı?
Yoksa! Hakiki ve samimi niyet ve nihai amacı ne? Bunu elbette zaman
gösterecek. Fakat doğrusu hükümetin halk, kamu sağlığı ve Türk
milletinin geleneksel ‘vazgeçilmez’ kurumları olan Eczacıların
yanında yer almasıdır.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
66 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- ACİL SORUN! İLAÇ, SAĞLIK VE ECZACILAR
-
Adına ‘bilgi çağı’ denilen
‘yenidünya düzeni’ aldatmacası vahşi kapitalizmin üç temel sömürü
aracı ve ‘insan, insanın kurdudur’ teorisine odaklı ütopik-fanatik
bir saplantısı var.
-
Sömürü araçları: İlâh, silâh ve
ilâç...
-
İnsanlık dışı saplantı: Yahudi
fanatizmi ve Hıristiyan fundamentalizmi.
-
Ancak, bu gün değinmek istediğim
konu saplantılar değil, sömürü araçları.
-
Zira ‘saplantı’ olarak belirginleşen
iki ana faktör, Musevilik ve İsevilik, dinsel (vahiy) kaynakları ve
kitabi dayanakları ihtilâflı (muharref), uydurma ve orijinal
olmaktan uzak bir sapkınlık olmakla çok tartışmaya açık bir konudur.
Zira binlerce yıldır Musevilik, 2000 yıldır da İsevilik
(Hıristiyanlık) emperyalizm ve sömürgecilik, gasp, işgal, katliam,
soykırım ve vahşi kapitalizmin aracı olarak kullanılmaktadır.
Dolayısıyla vahşi batı ve Siyonist İsrail bu bağlamda, dünyada ‘din
ticaretinin’ en insanlık dışı aktörleri durumundadır.
-
Onlar, insanlık âleminin kâbusu,
evrensel hukuk, adalet ve demokrasi düşmanıdırlar.
-
Kendileri hariç ‘insan hakları’ diye
bir mefhum da tanımazlar.
-
Bu nedenle, asırlar süren sistematik
bir savaşla bütün dünyayı ‘ahtapotun kolları’ gibi sımsıkı sarmış,
düşmanca niyetler, hırs ve ihtirasla ana sektörleri abluka altına
almış ve tam bir vampir vahşetiyle milletleri sömürmeye
koyulmuşlardır.
-
Yani, ‘bilgi, barış ve demokrasi
çağı’ yalanı ve ‘globalleşme-küreselleşme’ kisvesi ardına saklanarak
insanlık âleminin kene gibi kanını emen, bütün varlığını, refah,
huzur, güvenlik ve geleceğini tehdit eden İlâh, silâh ve ilâç
ticareti.
-
Bu, insanlık davası, evrensel adalet
ahlâkı, hukuk, demokrasi ve dünya barışına aykırı menfur tezgâh,
şöylece yürütülerek hükmünü icra etmektedir:
-
Önce, tefessüh etmiş batı
uygarlığının insanlık düşmanı emperyalist vampirleri elinde birer
“organize çıkar örgütü” ne dönüşmüş etkin devletler; Dünya
Jandarmalığı, demokrasi ve barış havarisi kesilerek, milletleri
yeniden yapılandırma, değiştirme ve dönüştürme görevine
soyunuyorlar. Son yıllarda, bu insani değerlere karşı verdikleri
savaşın adını ‘yenidünya düzeni’ bağlamında globalleşme ve
küreselleşme koydular. Diğer bir anlamda, emperyalizmi yayma, milli
orduları yok etme, kültürleri izole, halkları köleleştirme, bütün
dünyanın yeraltı ve yerüstü servetlerini ele geçirme projesi. Nihai
amaçları Dünyada tek dil (Esperanto), tek devlet (AB-D) ve tek
kuvvet ütopyasıdır. Şimdi bu amaçla ‘dinler (!) arası diyalog’
isimli bir furya peşindeler. Menfur planın görünen icra unsurları:
IMF, DTM, AB-D, BM, NATO ile Biderberg ve türevleridir. Bunlar
aysberg’in görünen yüzü. Dipte 7 kız kardeşler ve 5 partner olmak
üzere toplam 12 kartel vardır. Bunlar maalesef dünya ticareti,
siyaset ve sermayesine hâkim belirleyici unsurlardır. Diğer bir
anlamda dünya barışının baş belâları…
-
Bunlar, menfur amaçları
doğrultusunda ilk adım olan, “İLAH” gerekçesini kullanarak kimyasal,
biyolojik ve psikolojik savaşın bütün usul ve unsurlarını pervasızca
kullanıyorlar. Sonra masum-müsemma, gaflet ve dalalet içindeki
milletleri içten bölüyor, anarşi, terör ve tedhişi körüklüyor,
yalan-yanlış iftira, fesat ve tefrikalarla kanlı savaşlar çıkarıyor,
insanları haince katlediyor, alçakça soykırım yapıyor ve bütün
taraflara “SİLAH” pazarlıyorlar.
-
Psikolojik savaş, NBC dâhil her tür
silâh ve saldırı ile pazar yaratarak ilaç satıyorlar.
-
Bu sürecin en kârlı, en tatlı temel
ticaret unsuru “İLAÇ”!..
-
Soykırım ve saldırı türlerinin
tamamını kullanarak açtıkları yara, yaydıkları hastalık ve neden
oldukları tahribatı tedavi edebilmek gibi, sözde insani bir amaç
adına ilaç pazarlıyorlar.
-
Ana konumuz olan bu sorun aslında
çok derin.
-
Sektör tüm dünyada yukarda
açıkladığımız kartellerle doğrudan bağlantılı ve sonuçta bir kaç
şirketin elinde. Üretim, uluslar arası piyasa koşullarında çok sıkı
bir ‘patent’ zırhı çerçevesinde yürüyor. Fiyat karteller tarafından
tek yanlı belirleniyor. Milli ilâç sanayileri kartelin başlıca
hedefi, bu tür üretim unsurlarını ya özelleştirme baskısı ile satın
alarak veya ortak olmak suretiyle absorbe ediyor ve sektörde
rekabete asla izin vermiyorlar.
-
Yani, milyarca insanın sağlığı bu
tekel, kartel ve ‘paraya tapan’ tröstlere teslim...
-
Bu nedenle dünyanın dört bir
tarafında ilâç piyasası, sağlık ve tedavi sektöründe az veya çok
sorun var. Ancak, AKP hükümet olduktan sonra bu sorun ‘bütün
alanlarda olduğu gibi’ bizde de kronikleşti, derinleşti ve kördüğüme
dönüştü. Nihayet, Eczacının rızkına göz diken çıkar odakları işi,
hırs ve ihtirasla hükümete ‘aykırı yasa’ dayatma, Eczaneleri
tasfiye, dükkân kapattırma ve geniş halk kitlelerini mağdur etme
pahasına, sektörde kriz ve kaos yaratma noktasına vardırdılar.
-
Kalkışmanın en önemli nedeni:
Eczacı-Depo-Üretici zincirinin, Ecza Depolarından sonra gelen ilâç
firmaları ve bunlara entegre olmak isteyen yerli tekeller ile
Eczacıyı aradan çıkartmak isteyen özel hastane kombinasyonları. Daha
doğru bir anlatımla; İlâçta hırsızlık, yolsuzluk, tıbbi cihaz ve
malzemelerde rüşvet, suiistimal ve talan unsurları devrede.
-
Sonuçta “İnsan’a hizmeti” ibadet
sayan, mahallenin mahremi ve mesleği kutsal bir kamu hizmeti
anlayışıyla icra eden Eczacılar 21 Aralık 2008 günü, maruz
kaldıkları sıkıntı, baskı ve haksızlıkları dile getirmek üzere
Ankara çok geniş katılımlı bir miting düzenledi.
-
- YETERİNCE YANKI BULMADI
-
Evet, çok teknik ve karmaşık bir
konu olması nedeniyle esas muhatap halk tarafından pek anlaşılmayan
ve kamuoyunda hak ettiği yankıyı bulamayan bu miting, ana
belirleyici ve karar mercii olan hükümette de beklenen hassasiyeti
uyandırmadı. Yani hükümet, bütün açıklık ve çıplaklığı ile mitinge
kadar ve mitingde ortaya konan ‘ilâçta oyuna’ uyanamadı!
-
Bu nedenle sorun ağırlıklı olarak
sürmekte ve sağlık üzerindeki tehdidini sürdürmekte.
-
Biraz da Eczacıların mitingine
bakalım ve seslerine kulak verelim.
-
Mitingde, on binlerce eczacı,
yaşadıkları mesleki sorunlar karşısında “Artık Yeter” diye haykırıp,
içinde bulundukları sıkıntıların acilen çözümlenmesini istediler.
-
“IMF sağlıktan elini çek, Kömür
bedava-sağlık parayla, Sermaye defol, eczaneler bizim, Susma haykır,
zincire hayır, E-Sözleşme tıklama, geleceğini karartma" biçiminde
anlamlı sloganların sıkça atıldığı mitingde; TEB Genel Başkanı
Eczacı Erdoğan Çolak:
-
''Her birimizin ama dahası
çocuklarımızın sağlık ve yaşam hakkı için yola çıktık''
-
''Bugün burada olanlar, bu alanları
dolduranlar, ülkenin dört bir yanına dağılmış, en ücra köşelerde
dahi kesintisiz ve sürekli sağlık hizmeti sunan eczacılardır''
diyerek, bugüne kadar dertlerini anlatmak için çok çaba sarf
ettiklerini, ''Sözümüzü masalarda dinlemediyseniz bu alandan
dinleyeceksiniz! Bıçak kemiğe dayandı. Artık yeter'' ifadesiyle
sorunu bütün ayrıntıları ile anlatıp açıkladı. Meslek odası olarak
belirledikleri ‘kamu ve halk yararı içeren” çözüm önerilerini sundu.
Sonuçta ne kadar haklı, doğru ve yerinde bir mücadele verdikleri
apaçık ortaya çıktı. Neye ve kime karşı mücadele ettiklerini;
Muhatapların menfur amaçları, art niyetleri, halk düşmanlıkları ve
paraya tapındıklarını da..
-
Şimdi soruyorum:
-
Kuruluşunun temelinde sosyal devlet,
insana hizmet, adalet-hukuk ve emperyalizm karşıtlığı esas olan
Türkiye Cumhuriyetini temsil eden bu Hükümet Eczacıların sesine
kulak verdi mi? Mitingde önerilen insani çözümleri ele aldı mı?
Yoksa! Hakiki ve samimi niyet ve nihai amacı ne? Bunu elbette zaman
gösterecek. Fakat doğrusu hükümetin halk, kamu sağlığı ve Türk
milletinin geleneksel ‘vazgeçilmez’ kurumları olan Eczacıların
yanında yer almasıdır.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
67 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
İLAÇ’TA İNSANLIK SINAVI
Öncelikle belirteyim ki, son beş
altı yıldır sağlık sektöründe insan haklarının zorunlu gereği kamu
yararı, sosyalizasyon politikaları ve anayasada belirlenmiş devlet
görevi göz ardı edilmekte ve sektör, giderek serbest piyasa
ekonomisi çerçevesinde gelişen sıradan bir ticari faaliyete
dönüştürülmektedir. Oysa bu alan ‘nevi-i şahsına münhasır’ çok özel
bir alandır.
Burada hükümetlerin görevi ‘dış
baskı, uluslar arası üretimin belirleyici unsurları’ ve kartelin iç
uzantı ve işbirlikçilerine karşı Ecza depolarını tahkim etmek,
spekülâtörlere karşı tedbir geliştirmek ve geleneksel Eczane
kurumunu korumaktır.
Şu anda genel olarak sistem şöyle
işlemektedir:
Üreticiler ile Eczacı arasında Ecza
depoları var. Depolar yaptıkları dağıtım karşılığı % 9 oranında kâr
alıyorlar. Toptancı niteliği taşıyan bu aşamada aslında % 9 kâr
fazla. Bunun azami % 5’e çekilmesi gerekir. Bu kâr oranı Eczanelerde
% 20. Fakat kurum iskontoları ve sair unsurlar dikkate alındığında
bu oran reel olarak % 7-8’lere kadar düşebiliyor. Ayrıca devlet ilâç
satışları üzerinden % 8 KDV mahsup etmekte. Bunun gerekçesi artı
gelir sağlamak değil, piyasayı denetim, takip ve kontrol altında
tutmak! Peki, madem öyle neden % 1 değil? Hiç sağlık hizmetleri ve
ilâç vergi konusu olur mu? Bu sistem içinde oluyor ne yazık ki!..
Ayrıca, son 5-6 yıldır ikame edilen
sistem Eczacıları bürokrasiye boğmuş, ek personel istihdamını
zorunlu kılarak işletme masraflarını önemli ölçüde arttırmış; Buna
mukabil reel gelirlerinde ciddi düşüşler olmuştur. Dolayısıyla
getirilen sistem ferahlık yerine sıkıntı yaratmıştır. Şimdi daha da
sıkıntılı hale getirilmek istenmektedir. Oysa devletin görevi,
zorlaştırmak yerine kolaylaştırmak, namuslu ve dürüst sektörleri
korumak ve kollamaktır.
''2004'ten bu yana atılan adımlar,
'Sağlıkta Dönüşüm'le birlikte tüm sağlık sistemini hasta hale
getirdi. Krizinizin bedelini de ödemeyeceğiz, hastalarımıza da
ödettirmenize izin vermeyeceğiz. Bize dört yıldır haksız yere bedel
ödetiyorlar. Şirketler kârlarını katlarken, emeğiyle geçinen
eczacının ekmeğine göz dikiyorlar. Bizler, üzerimize kâbus gibi
çöken ‘kamu kurum iskontosu’ kamburunu üzerimizden atmadan bu
meydanlardan inmeyeceğiz.”
''Bu ülkede sağlık hizmeti ücretsiz
mi? Sizden muayene ücreti almaya cesaretleri bile yok. Sağlık
hizmetinin ücretini eczacılara aldırıyorlar. Böyle bir tek ülke daha
gösterin bana?''
''Günübirlik tedavi hizmeti de ne
demek? Böyle bir uygulama Türkiye'den başka hiçbir ülkede yok. Bizde
özel hastaneler kârlarını katlasınlar diye var! Peki, reçete dağıtım
sistemimiz neden kaldırıldı? Rekabete aykırıymış!. Eşit reçete
dağıtım sistemi bu ülkenin, bu halkın sağlık sigortasıdır. Sağlıkta
asla rekabet olmaz. İlaçta reklâm ve rekabet öldürür!”
''Kimse sağlık bütçesini artırma
peşinde değil. Eczacılık yasasını değiştirip, alanı kartellere açma
peşindeler. Biz eczaneyi ticarethaneye çevirmelerine izin
vermeyeceğiz''
Bu sözler TEB Başkanı Eczacı Erdoğan
Çolak’a ait. Dahası var.
- Ankara Eczacı Odası Başkanı Oğuz
Ekincioğlu: “Eczacılık mesleğini sistemli olarak yok etmeye
çalışıyorlar. Raflarımızdaki ilaçları bedava kamulaştırdılar";
- İstanbul Eczacı Odası Başkanı
Eczacı Semih Güngör. “Uluslararası ilâç tekellerinin çıkarlarını
koruyan sağlık politikalarıyla eczane ekonomileri olumsuz etkiledi.
10 bine yakın eczane fiili iflasın eşiğinde. Sağlıkta dönüşüm bu
yıkım sürecini hızlandırdı. Sistemi eczaneler üzerinden yürüttüler.
Bütün sorunları eczacının sırtına yüklediler. Sanayi ıskontosunun,
muayene ücretlerinin, bedelsiz kamulaştırmaların, provizyon
sisteminden kaynaklanan sorunların tüm yükünü biz eczacılar taşıdık.
Şimdi, Eczacı-Eczacı ortaklığı ile biz eczacıların iradesine rağmen
meslek yasamıza sokulmak isteniyor. Eczanelerimizi şirketleştirmek
istiyorlar. Şirketleşen eczanelerle hizmetin niteliği temelden
değişecek. Eczanelerimiz sağlık hizmeti üreten kurumlar olmaktan
çıkacak, birer ticarethaneye dönüşecek. İlaç, eczacılık ve sağlık
sistemini tümüyle sermayenin egemenliğine teslim etmek istiyorlar.
Bunun içindir ki 'Sağlıkta ve Eczanede Yıkıma Son' diye
haykırıyoruz"
- Uşak Eczacı Odası Yönetim Kurulu
Başkanı Halime Özen: “Sağlık politikasının adı ilaçta tasarruf
olunca, hem hastalarımızın sağlığı hem de eczanelerimizin geleceği
açısından tehlike büyüyor. Eczaneler dört yıldır ayakta kalma
mücadelesi veriyor. Hükümet eczaneyi gerçek sağlık hizmet sunucusu
olarak değil, “tedarikçi aktörlerden “ biri olarak görüyor.”
- Tüm Eczacı Kooperatifleri Birliği
Başkanı Abdullah Özyiğit: “Bizler, kendi öz sermayelerimizle
kurduğumuz eczanelerimizin sahibi ve sorumlusu olarak, halka sağlık
hizmeti vermek, bunun karşılığında doğal olarak meslek haklarımızı
almak ve korumak istiyoruz. Ancak, sağlık hizmetleri yasası içinde,
eczacı yer almamakta ve Eczacı yok sayılmaktadır. Gelecek için
tasarlanan tüm modellemelerde eczacı sağlık emekçisi değil,
perakendeci olarak tanımlanmaktadır. Oysa ilaç herhangi bir ürün
değildir. İlacın değişim değeri değil, kullanım değeri önemlidir ve
ilaç kâr odaklı holdinglerin eline bırakılmayacak kadar hayati bir
üründür. Yıllardır 6197 sayılı yasanın değişimine yönelik çabalar
var. Ancak, çağın gerekliliği olan bu değişiklikler yapılmadı. Şimdi
bazı çevrelerce eczacı-eczacı ortaklığı ileri sürülüyor. Meslek
örgütümüzün ve meslektaşlarımızın hiç böyle bir talebi yokken bunun
ileri sürülmesini anlamak mümkün değil. Eczanelerimiz üzerinde
emelleri olan ve bu konuda alt yapı hazırlıklarını tamamlayan
sermaye grupları eczacılık alanını ele geçirmek istiyorlar”
İşte, ilâçta verilen insanlık
sınavının görünen yüzü! Bir tarafta ‘üretici-depo-eczane’ zincirinde
yıllardır sorunsuz yürüyen sektör; diğer tarafta kâr hırsıyla
kudurmuş kartellerin kirli pazarlıkları. Bu süreçte Eczacılar
Birliği, ilaç alım protokolünü feshetti. Sorun çözülmez ise artık
sigortalı kendi parasıyla ilaç alacak. Rezalet! İlâç üzerinde oyun,
kâr hırsı ve rant kavgası apaçık insanlık düşmanlığı, halka zulüm ve
işkence değil mi?
ECZACILAR NE İSTİYOR?
"Muayene ücretinin eczaneler
aracılığıyla tahsili uygulamasına son verilmesi; Türk Eczacıları
Birliği’ne verilen sözleşme yapma yetkisinin mutlak olarak
tanınması; 6197 sayılı yasa değişikliğine ilişkin yasa tasarısından
eczacı-eczacı ortaklığının geri çekilmesi; Avans uygulamasının
hayata geçirilmemesi; Sözleşme süresi içinde yüzde 100 ödeme
yapılması; Kamu kurum iskontoları yükünün eczacı üzerinden
kaldırılması; Eczanelerin 1'inci basamak sağlık kuruluşu olarak
değerlendirilmesi; Reçete dağıtım sisteminin devamı; Hastanelerde
eczacı istihdamı sağlanması; Günübirlik tedavi uygulamasının
kaldırılması ile Reçete onay sisteminin kesintisiz ve verimli
çalışmasının sağlanması..”
Şu anda yeşil karttan dolayı devlet
2007 yılından eczacılara 350 milyon YTL borçlu.
Konsolide bütçe ve Yeşil Kart geri
ödeme sürelerindeki bu gecikme ve ödemelerde yaşanan diğer
sıkıntılar eczaneleri ciddi bir ticari risk altına sokmakta. Buna
rağmen Ocak ayı içinde sorun çözülmezse Sosyal güvenlik kapsamındaki
vatandaşlar, 1 Şubat 2009 tarihinden itibaren eczanelerden
alamayacaklar. Her ilacın parası fiş veya fatura karşılığı tahsil
edilecek. Şu hale nazaran bu dönemin sorumlusu Türk Eczacıları
Birliği değil, sorunlara kayıtsız kalan bürokratların uzlaşmaz
tavırları dolayısıyla hükümet olacaktır. .
Eczacılar haklı taleplerinin
karşılanmasını, SGK ile birlikte uzlaşı ortamında 2009 ilaç alım
Protokolünün imzalanmasını ve vatandaşa ilaç hizmeti sunmaya devam
etmeyi istiyorlar.
BU SES’E KULAK VERİN: “TEB'in davası
haklı ve doğrudur. Ancak gücümüz kalmadı. Biz yasamak istiyoruz.
Yaşamadan yaşatamayız. 2005'e kadar yılda 70-80 eczane kapanırken
2005'te 400, 2006'da 700, 2008'de ise 850 eczane kapandı,
yaşadığımız sıkıntıların göstergesi bu. Biz, insanları nasıl ilaçsız
bırakacağız diye kara kara düşünüyoruz. Huzursuzuz. Ancak
yapabileceğimiz bir sey de yok. Sonuçlarına katlanacağız.” (TEB
Genel Başkanı)
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
68 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
GAZZE KATLİAMLARI VE GERÇEKLER
"Yanlışlar musibetleri, musibetler
felaketleri getirir" diyor, konuya vukufu ile maruf gazeteci-yazar
Mehmet Nacar.. Bu sözün en son örneği Irak ve Filistin, Irak, Suriye
ve hiç de lâyık olmadığı halde Filistin (Devlet-i âli Osmân'ın
bünyesinde Yahudiler) ve diğer Ortadoğu (Arap) halkları asırlarca,
medeni siyasetin huzur iklimi Osmanlı İmparatorluğu himayesinde
müreffeh, memnun, mutlu ve güvenlik içinde yaşadılar. Bu güven
onları rahatsız etti. Şeytana uyup, Osmanlı'nın aleyhinde
çalıştılar, yetmedi Osmanlıyı yıkanların da safında yer aldılar.
Sonuçta ne oldu?
Casus Lawrens ve Mekke Şerifi öncülüğünde Osmanlıya
alenen ihanet ve Türk'e karşı kıyama kalkan bu gafil halka dost ve
hami gibi yaklaşan İngiltere, Avrupa ve ABD, önce ülkelerini işgal
ederek, maddi-manevi değerlerini yağmalamaya, namuslarını kirletmeye
başladılar. Derken, soygun-vurgun, soykırım ve alçakça zulmün sonu
gelmedi. Ta ki bu güne kadar… Kaç günden beri İsrail'in Gazze
katliamları haber bültenlerini doldurmakta. Eğer Hamas'la El Fetih,
hırs ve ihtiraslarının zebunu olup birbiriyle kavgalı, içten
bölünmüş olmasalardı, Gazze de bu insanlık dramını yaşamazdı. İşte,
tefrika tuzağına düşmüş, bölünmüş, parçalanmış, milli birlik ve
bütünlüğünü yitirmiş ülkelerin acı sonu ve kaderi budur. Demem o ki,
onlar bu makus kaderi kendi elleriyle çizdiler. Nasıl mı?
Siyonistlerin koltuk değneği Hamas:
Hamas, 1987'de ABD tarafından FKÖ'nü bölerek
yıpratmak ve Siyonistlerin savaş politikasına hizmet etmesi için
kurduruldu. O nedenle Hamas, Filistinlilerin İsrail ile başa çıkacak
gücünün olmadığını bilerek yıllardır, kuruluş nedenine uygun şekilde
Yahudileri masum ve mazlum gösterecek tarzda her barış girişimini
baltalamakta ve Siyonistleri ölüm kusması için kuruluma uygun olarak
sözde tahrik etmektedir.
ABD'li silah üreticilerinin koltuk değneği
Siyonistler
Hani, İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminde savaş
üretiminin güçlü ayağı Almanya yenilince Nazizmin en büyük silah
üreticileri Alman Yahudilerinden özelikle Krupp ailesinin öteki
Yahudi silah üreticileri gibi kârlı silah üretimi de sekteye uğradı.
Yahudilerin dünyayı birbirine kırdırdıkları savaşı yenidünya ayağı
kazanmıştı. Artık ABD'li Yahudi silah tüccarı ve üreticilerine
savaşı sürekli kılacak uygulanabilir senaryolar gerekliydi. O
senaryoların birinde 6 milyon Yahudi'nin fırınlarda yakıldığı yalanı
işlendi. Oysa bu, büyük bir yalandı. Yahudi bir kadın tarafından
temerküz kampında yazıldığı iddia edilen anılarında, (Anna Frank'ın
Hatıra Defteri) 1945'te piyasaya çıkan tükenmez kalem kullanıldığı,
yani yalan, yanlış ve uydurulmuş olduğu anlaşıldı. Fakat bu hakikat,
Yahudi "yenidünya" düzencileri tarafından özenle gizlendi, Almanya
haksız bir tazminata mâhkum edilerek İsrail'in kuruluş ve belirli
süre idame masrafları çıkartıldı.
Bu senaryoya göre Siyonistler başrol
insan katliamı ve kasaplığını oynayacaktı. Zira, zaten Siyonistler
(ırkçı Yahudiler) tarihten gelen gözü dönmüşlükleriyle kasap rolüne
çoktan hazırdı; 1948'de, gaflet, dalalet ve hıyanet içindeki
Filistinlilerden para mukabili satın alınan topraklar üzerinde
İsrail kuruldu. Sonraları katledilenlerse, tarihin geri
bıraktırılmış gerçek mazlumları Filistinlilerdi. Böylelikle 1948'den
sonra silahlarını kullanabilecekleri alanlardan birini yaratmış olan
ABD'li silah üreticileri, Filistinlilere de silah sattı. İsrail
ordusu da en büyük destekçisi ABD'nin silahlarını ve teknolojisini
ABD silah üreticilerinin verdiği silahları üreterek kullandı. İşte
bir büyük yalan, hile-desise, kurnazlık ve kan üzerine kurulu plan…
Canavara Dönüştürülen Yahudiler
Her biri kasap olarak eğitilip,
canavara dönüştürülen Yahudilerin karşısında düşman yaratmaktan daha
kolay başka şey olamazdı. Gözün dönmüşcesine katlet! Katlet ki,
düşman yarat! Yarattığın düşmana karşı sözde savunmak için sonra
yeniden saldır. On Emir'in DNA'sında "Öldürmeyeceksin!" sözü sadece,
kendi Yahudi halkından olan için mi geçerli? Bir Yahudi insani
davranmak istese de sonunçta bir Siyonist'e "Yahudi ırkçısı"na
dönüşür. Artık her Yahudi, her katliam sonrasında kendisini korumak
için taşla saldırana ABD'li silah üreticilerinin ürünleri tankla
tüfekle yeniden saldırarak ölüm kusacaktır ve böylece kendisine
biçilen kısır döngüden kurtulamayacaktır. Geleceklerine kanlı ipotek
koyulan Yahudilere duyulan nefretin tek mimarı "ırkçı Yahudilerin /
Siyonistlerin" gözlerinin dönmüşlüğüdür
Şimdi Gazze'de neler oluyor? Özetlemeye çalışalım:
Aslında Gazze öteden beri abluka altında ve bir
kapalı cezaevi durumunda. Bütün sınırları kapatılmış, İsrail denen
gardiyan içerde istediğine istediği işkenceyi yapmakta. Cezaevi
demek konuyu hafife almak olur. Tıpkı Hitlerin toplama kampları,
Yahudileri yaktığı fırınlar, her şeyi yağmalanan Yahudiler o
yıllarda nasıl bir felaket yaşadıysa, şimdi Gazze de daha fazlasını
yaşatıyorlar. Sınırlar kapalı. Elektrik ve ısınmada kullanılan LPG,
ilaç ve diğer tıbbi malzeme yok. Ekmek, su, gıda yok. Silâh, bomba,
füze çok… 1000'e yaklaşan ölü, üç bine varan yaralı var. Ancak
hastane, doktor, ilaç hak getire. İnsani yardımların Filistin'e
ulaşmasına bile imkân yok. İzin verilmiyor. Havadan uçaklar, misket
bombaları, füzeler, top mermileri yağıyor, yerde İbrani komandoları
ateş kusmakta.
Bu vahşet ve soykırımın adına
"orantısız güç kullanımı" diyorlar ama bu, kesinlikle bir savaş
değil. Dünyanın gözü önünde yapılan katliam. Haberleri izledikçe
insanlığımızdan utanıyoruz. Petrol gelirleriyle hovardalık yapan
Arap zenginleri ve zengin Arap ülkeleri sağır mı? Suudi Arabistan,
BAE neden suskun? Normal zamanda aslan kesilen İran ve onların
Cumhurbaşkanı Ahmedinecat'a ne oldu. Mangalda kül bırakmıyordu hani!
Dünkü kaplan halinin kediye dönüşme sebebi nedir? Mısır neden
sınırlarını kapattı ve topu Türkiye'ye attı?
Sorular çok ama cevabı yok.
Kıbrıs'ta böyle bir zulüm olmadığı halde, barış teraneleri atan ve
Rumları gündemden düşürmeyen Avrupa, uyduruk Ermeni soykırımını
Türkiye'ye kabul ettirmek için işbirliği içinde olan AB ve ABD
nerede? Sahte bahanelerle kitle imha silahı aramak için Irak'ı
mahveden demokrasi ve barış havarisi Bush ve ABD hani?.
Gazze'de kitleler imha edilmekte.
Vahşet hüküm sürmekte ve soykırım yapılmaktadır.
Yediği ile çıkardığını birbirine
karıştıran ABD neden İsrail safında? Ermeni-Azeri savaşında, Rusya
dâhil, AB ile ABD niçin Ermenistan'ı destekledi? Türkleri Kıbrıs'ta
işgalci gören zihniyetler yüzde yirmisi Ermeni işgalinde kalan
Azerbaycan lehine niçin tek kelime konuşmazlar? Bosna-Hersek
olaylarının perde arkasında yatan zihniyet nedir? 483 yıldır Rus
devinin mezalimine maruz Çeçenistan insanlık ve iyilik havarisi
kesilen Avrupa ve ABD den neden bir kuruş yardım alamıyor?
İşte bu soruların hepsinin tek
cevabı var.
Dünya üzerinde fiilen bir Müslüman
ve muharref Hıristiyanlık savaşı yaşanmakta. Adı konmamış bir savaş
da diyemezsini buna. Bu savaşların adını Afganistan işgaline
başlarken Bush koymuştu. Ne demişti Bush oğlu Bush: "Bu bir Haçlı
Seferidir." İspat ve safahatını bölümler halinde yaşamaktayız.
Avrupa ile ABD'nin taraf olduğu olaylar sözde Ermeni soykırımı,
İsrail, Bosna'da Sırplar, doğu komşularımızda Ermeniler, Çeçenistan
savaşında Ruslar… Kısacası, canavarlıkta gelişmiş sayılan Avrupa ile
ABD her zaman Hıristiyanların safında ve Müslüman ülkelerin
karşısındadır. Hitlerin yaptığı soykırımda haklı olduğuna ve
insanlığa hizmette bulunduğuna Gazze'de yaşananlardan sonra inanmak
gerek. Ya bir de Hitlerin öldürdüğü beş milyon Yahudi de bu günlerde
İsrail'de olsaydı..? Ortadoğu'nun tümünün soyunu kırarlardı. Şuna
kesinlikle inanıyorum. Üçüncü dünya savaşı Avrupa ile ABD'nin
tahrikleri sonucu Müslüman-Hıristiyan savaşı şeklinde yaşanacaktır.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
69 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
- ZALİMİN ZULMÜ SÜRMEKTE
-
Hükümet aldığı bir kararla, Ağustos
ayında memurlara yapılan ek ödeme zammının yol açtığı mağduriyetleri
giderdi. Düzenleme sebebiyle maaşları çalışanlarından daha düşük
kalan müdür, bölge müdürü, il müdürü ve müdür yardımcılarının yüzde
53 olan ek ödemeleri yüzde 100'e çıkarıldı. İdarecilerin ek
ödemesini düzenleyen Bakanlar Kurulu kararı 1 Ocak 2009 tarihli
Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Böylece bu konumda
görev yapan idarecilerin maaşlarına 230 YTL zam yapılmış oldu.
Zamlar 15 Ağustos'tan itibaren geçerli. Beş aylık maaş farkları da
toplu şekilde ödenecek.
-
- ÖĞRETMENLERİN DE YÜZÜ GÜLDÜ
-
Ek ödeme konusundaki bir başka
mağduriyet grubu ise MEB çalışanları. Halen ilçe müdürleri, şube
müdür ve müdür yardımcıları ile ilköğretim müfettişlerinin maaşları,
tam ek ders alan öğretmenlerin gerisinde kalmakta. Son karar Milli
Eğitim çalışanlarını kapsamazken bunlarla ilgili Bakanlar Kurulu
kararının önümüzdeki günlerde çıkacağı söyleniyor.
-
Buna göre MEB'de görev yapan
yöneticilerin sorunu, ilave 10 saat ek ders ücreti 15 saatten 25
saate çıkarılarak çözülecek. Bunun karşılığı ücret ise 250 TL
civarında. Ek ödeme alamayan Milli Eğitim'in merkez ve taşra
teşkilatlarında görev yapan 3 bin 'geçici görevli öğretmen de ek
ödeme kapsamına alınacak.
-
- ARALIK AYI ENFLASYON RAKAMLARI
-
Bu arada Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)
Aralık ayı ve 2008 yılı enflasyon rakamlarını açıkladı. Tüketici
enflasyonu (TÜFE) yüzde 0.41, üretici fiyatları ise (ÜFE) yüzde 3.54
gerilemiş. 2008 yılı geneli TÜFE ise yüzde 10.06, ÜFE yüzde 8.11
-
Buna mukabil % 10.06'yı geçmemesi
gereken vergi artış oranları: % 12 ilâ % 14.3
-
Birileri hâlâ Türkiye'nin sosyal
devlet ve/veya sosyal hukuk devleti olduğundan dem vuruyor ve bal
gibi de 'vatandaşın gözünün içine baka-baka' yalan söylüyorlar.
Yukarda yer alan ve aşağıda açıklayacağım veriler de maalesef,
oynananın bir oyun, söylenenin yalan olduğunu ispatlıyor. Zira
sosyal (adalet ve) hukuk devletinin esası: Hakkaniyet, adalet ve
hukuk içinde 'mutlak eşitliktir'.
-
Bunun açılımını şöyle yapmak
mümkündür. Az kazanandan az vergi. Çok kazanandan çok vergi.
Fakir-fukara, guraba'ya sosyal sübvansiyon, zengin-varlıklı ve
sosyeteye kademeli olarak artan yüksek fiyat veya çok açık bir
anlatımla: Hayati önem ve değeri haiz gıda, temel girdi, zorunlu
ihtiyaç ve yaşamsal tüketim mallarının muayyen miktarının KDV-ÖTV
'den muaf tutularak, tüketim artışına paralel katlamalı fiyat ve
KDV-ÖTV uygulaması… Örneğin: Elektrik, Su ve Doğalgaz, 4 kişilik bir
çekirdek ailenin aylık kullanımı hesaplanarak; Bir kısmı ücretsiz,
sonraki bölümü kârsız ve müteakibi vergisiz, belirli bir miktardan
sonrası da katlamalı fiyatla verilerek önceki indirimlere sağlanan
sübvansiyonlar kendi kaynağından finanse edilebilir. Bu, adalet,
hukuk ve demokrasinin gereğidir. Yasa dışı ve antidemokratik
değildir. Aynı zamanda sosyal adalet, sosyal sorumluluk, milli
dayanışma ve yardımlaşmanın 'namuslu-dürüst' ve onurlu biçimidir.
Niçin bunu böyle düşünmez ve uygulamazlar?
-
- 2008 YILI AÇLIK VE YOKSULLUK SINIRI
-
Ayrıca, Türk-İş 2008 yılı Aralık ayı
itibarıyla 4 kişilik bir ailenin "açlık" sınırını 740 TL ve
"yoksulluk" sınırını da 2.409 TL, 2008 yılı "mutfak enflasyonu" nu
ise % 12.23 olarak hesapladı. Yapılan açıklamada (Türk-İş):
Çalışanların aileleri ile birlikte insan onuruna yaraşır bir yaşam
düzeyi sağlayacak geliri elde etmeleri esastır deniliyor.
-
Yani, ülkemizde ve dünyada
insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı durumlarda gündeme
gelen yoksulluk sorunu ve sınırı "İnsan onuruna yaraşır bir yaşam
düzeyi"ni temin maksadıyla gerekli tutar olarak tanımlanmakla;
Ülkemiz insanı için bu rakam 2008 yılı Aralık ayı itibariyle
2.409,35 TL olarak hesaplanmaktadır.
-
Açlık sınırı olarak tanımlanan
asgari miktar ise, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve
yeterli beslenebilmesi için yapılması zorunlu harcama tutarı minimum
739,67 TL'dir.
-
Pek, bizde asgari ücret ne kadardır?
Cevap:
-
16 yaşından büyükler için 1 Ocak
2009'dan itibaren brüt 666 TL ve net 527.13 TL, 16 yaşını
doldurmamış işçiler için ise brüt 567 TL ve net 456.21 TL olarak
belirlendi. Yani, ülkenin en büyük ve en saygın işçi kuruluşunun
tespit ve ilan ettiği asgari geçim miktarının (739.67-527.13) =
212.54 TL daha az ve aşağı. Olacak şey mi bu. Ortada hükümetin
Türk-İş'i tekzip eden bir tespit ve ispatı var mı? Elbette yok. Peki
bunun neresi hukuk, adalet ve sosyal devlet. Bilenler beri gelsin.
-
- BUNA MUKABİL:
-
TBMM'de kabul edilen, 2009 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısının 21. maddesine göre, kamu
personeline Ocak 2009'dan itibaren geçerli olmak üzere yüzde 4,
Temmuz 2009'da ise yüzde 4.5 zam verilecek!...
-
Genel olarak emeklilere yapılması
icap eden maaş artış zammı ise: % 5.3 + 5.3
-
Bu zam, muhtemelen SSK, BAĞ-KUR ve
Emekli Sandığı emeklilerine farklı olarak yapılır. Memur emeklileri
gözetilir, işçiler ve esnaf göz ardı edilir. Yıllardır uygulama
böyle. Yani ortada ne adaletten, eşitlikten ve ne de hakkaniyetten
eser yoktur. Ama yine de malum ve mutat kesim "sosyal adalet, hal ve
hukuk" dan bahsetmeyi sürdürür. Tıpkı zerre kadar izinden ve
yolundan gitmedikleri halde, hiç utanmadan ve alay edercesine "Atam
İzindeyiz" demeleri ve TBMM duvarında yazan "Egemenlik Kayıtsız ve
Şartsız Milletindir" vecizesine rağmen; Egemenlik ve idare hakkını
"halka rağmen" kullandıkları gibi.
-
İşte bunlar Türkiye'nin acı
gerçekleri. Bir'de doğalgaz meselesi var.
-
Doğalgaz zemheri kış aylarında en
hayati unsur, insanlık davası güdenlerin miyarı, adalet, hakkaniyet
ve hukuk ölçüsüdür. Kışın insanlık, adamlık ve İslâmlık bununla
mukayyet ve mukayyettir. Bu aylarda elektrik, su ve doğalgaz'da
süreklilik, vicdani fiyat ve istikrar mutlaka sağlanmak zorundadır.
Aksi taktirde müsebbipleri insanlık ve halk düşmanı demektir.
-
- DOĞALGAZ VE BOTAŞ
-
Metroda bir araştırma yapıyorum.
Ellerinde 5, 10 ve 20 liralarla insanlar uzayan kuyruklarda çile
dolduruyor. Istırap derin. Rezalet diz boyu. 20 lira neyse ama, 5-10
liralık gaz için saatlerce bekleyen yaşlı-genç, çoluk-çocuğu
gördükçe kahroluyorum. Üstelik şikâyetler gani. Bir doktor,
"doğalgazın tansiyonu düşük" diyor ve açıklama getiriyor "geçmiş
yıllara oranla basınç çok az" yanımızdaki teyze "harlı değil oğlum,
önceleri 10 dakikada pişen çay şimdi yarım saatte olmuyor. Yemek
yapmak bir dert" diye ekliyor. Bir başkası "bu saf gaz değil abi,
katışık var, kalite düşük. Allah bilir içine ne katıyorlar?" Söz
uzadıkça yeni iddialar birbirini izliyor. EGO'dan emekli olduğunu
söyleyen bir başkası: "Şu bize satılan m3 hesabı da yanlış. Verilen
doğalgaz miktarı paramızın karşılığı değil. Bunda da bir muvazaa
var" dedi. Bütün bu ileri sürüm ve iddialar çok ciddi. Mutlaka
incelenmesi ve araştırılması gerek!...
-
Bu arada BOTAŞ'ın web sitesinde,
doğalgaz'ı (KDV ve ÖTV hariç) 0.769008 - 0.776776 TL arasında
sattığı yazıyor. Araştırıp baktığınızda; BOTAŞ ile tüketici
(vatandaş) arasına Maliye (Hükümet) Belediye ve bir de aracı şirket
girdiğini görüyorsunuz.
-
Bu aşamada fiyat derhal katlıyor. Bu
ne iş? Yukardan aşağı rakamlara bakınız lütfen.
-
Hiçbir uygulama, ayarlama ve
düzenlemede adalet, hakkaniyet, insaniyet ve hukuk var mı? Yok.
Maalesef yok. Peki bu "zalimin zulmü değil de, nedir Allah aşkına?..
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
70 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
CUMHURİYET, BURSA NUTKU VE GALİP BARAN
Devletin çözemediği sorunları
çözmeğe girişen “Ey ahali duyduk duymadık demeyin, Galip Dede
devletin yapamadığını yapmağa soyundu.” (10.05.1998-Milliyet,
M.Hayırlıoğlu) 76 yaşındaki “Halk filozofu, ilim, aksiyon ve eylem
adamı, yurttaşlara örnek bilinç üstadı, Milli Kahraman” Türk genci
Galip Baran, yıllar önce başlattığı, “trafik terörüne son verme ve
demokrasiyi tabana yayma projesi’nin uygulamasında, Trafik Yasası’nı
ihlal yoluyla yolsuzluk yapan bazı rütbeli-rütbesiz polisleri,
askerleri, avukat ve hâkimleri uyarıyor.
Türk polisi, Galip Baran’ı sözü
edilen projeyi uygularken gözaltına alıyor. “Kırmızı Işık Eylemcisi
Gözaltında” (22.04.1989, Milliyet) Ancak, Türk inkılâplarının
sahipliğine ve cumhuriyetin ilmen, fennen ve bedenen kuvvetli,
yüksek seciyeli muhafızlığına (bekçiliğine) soyunan Baran, “bu
ülkenin polisi vardır, jandarması vardır” demiyor. Polisin ve
jandarmanın henüz cumhuriyetin polisi ve jandarması olamadığını
düşünüyor. Ne Cumhurbaşkanı’na, ne Başbakan’a, ne Adalet ve ne de
İçişleri Bakanına telgraflar çekip, mektuplar yazarak affı için
yalvarmıyor, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yapıyorum, eylemimde
haklıyım, eğer bana haksızlık yapılmışsa bu haksızlığı ortaya koyan
neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir” diyor.
Demokrasilerde devletin etkinleştirilmesini sağlama, kurumları
disiplin ve toplumsal denetim altına alma çalışmalarını sürdürüyor.
Bu mücadele sürecinde kendisini
(Rektör'ü olduğu) Bilinç Üniversitesi Baş amelesi olarak tanımlayan
Galip Baran; Atatürk’ün, Bursa Nutku’nda sözünü ettiği,
“Cesaretimizi pekiştiren ve sürdüren sizlersiniz. Ey yükselen nesil!
İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve
yaşatacak sizsiniz” diyerek görevlendirdiği Türk Gençleri’nden
(büyüklerinden) birisidir… Katıldığı HABİTAT-II zirvesinde,
kendisinden, “Tek Kişilik Ordu” olarak da söz ettiren (Milliyet,
13.06.1996) Galip Dede, Türkiye (ve dünyanın) tek “yasa
bağımlısı”dır. Yasa kavramıyla bu denli içli-dışlı ve özdeşleşmiş
oluşunu dikkate aldığımızda, Galip Dede’yi “Bay Yasa” olarak
tanımlamamız; O’nu önemseyip izlememiz, örnek almamız ve “Bilinç
Üniversitesi” ne sahip çıkarak, açtığı yoldan yürümemiz gerekir diye
düşünüyorum… Önce, Atatürk’ün Bursa Nutku’na ilişkin kısa bir
hatırlatma:
1975 yılında ilk kez yazılı bir
metin olarak, Cafer Tanrıverdi tarafından açıklanıp dağıtılmasından
sonra; Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan duruşmada dönemin
Türk Tarik Kurumu Başkanı Enver Ziya Karal ile Öğretim Üyesi Sami N.
Özerdem’in katkılarıyla, Atatürk’e ait olduğu kesinleşen nutkun,
mahkemece onaylanan orijinal metni aşağıdadır. Ayrıca 1935 yayını
bir dergide de vardır. İrticai bir ayaklanma sonrası, Bursa’ya giden
Atatürk tarafından söylenen bu nutuk’un bir bölüm de, Celal Bayar
tarafından meclis kürsüsünden okunmuştur. Önceleri siyasi
iktidarlarda tedirginlik yaratan ve yasak olan Bursa Nutku, mahkeme
kararından sonra, serbestçe okunur, söylenir ve dağıtılır hale
gelmiştir.
BURSA NUTKU:
“Türk Genci, devrimlerin ve
cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine ve doğruluğuna
herkesten çok inanmıştır. Yönetim
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
71 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Mustafa Nevruz SINACI
|
Mustafa Nevruz SINACI HAYAT HİKAYESİ |
DEVLET, ADALET, HUKUK VE CEMAATLER…
Günümüz toplumunda, (yıkılış dönemleri hariç)
binlerce yıllık tarihimizde eşine ender rastlanan vahim bir
onursuzluk, sorumsuzluk ve buna paralel salt bencillik, yani,
hırs-ihtiras ve çılgınlık derecesinde, kanun-kural tanımaz bir ‘öz
çıkar’ yoğunlaşması (sosyal şizofreni) gözlenmektedir. Hatta bu
uğurda toplumsal ilkeler, sosyolojik-psikolojik ilmi disiplinler,
milli ve manevi değerler hiçe sayılmakta, halkı birbirine kenetleyen
temel stabilizatörler, devletin ve demokrasinin çimentosu
niteliğindeki asgari müşterekler tahrip ve tahrif edilmektedir.
Örneğin: 29 Mart 2009 tarihinde yapılması yasa ve
Anayasa emri olan Yerel seçimler konusunda, önce Yüksek Seçim Kurulu
tarafından ilân edilen ‘seçmen sayıları’ ile bir şaibe bulaşmış
(Seçmen sayıları: 2002=41.300.000, 2007=42.500.000,
2008=48.300.000., Buna göre: Seçmen sayısı 5 yılda 1.2 milyon
artarken, 1 yılda nasıl olup da 6 milyon artmıştır?), sonra yüksek
yargı arasında vaki çelişkili karar ve açıklamalar kaygı yaratmış ve
nihayet, 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu ile 2839 ve 2972 Sayılı
temel Kanunlara fiilen muhalefet anlamına gelen, adayları re’sen
belirleme biçimindeki ‘hak, hukuk ve ahlak dışılık’ gölgesi
düşmüştür. Açıkçası: Henüz resmi seçim takvimi işlemeye başlamadan,
önseçim veya delege yoklaması yapılmadan belediye başkanı, belediye
meclisi ve il genel meclisi adaylarının büyük çoğunluğunun belli
olması, ilan ve kamuoyuna deklaresi utanç verici bir gelişmedir.
Daha doğru bir anlatımla bu: Anayasa ve yasalar
gereği halkı idare etmekle memur ve mükellef kişileri belirlemekle
yükümlü, ‘demokrasinin vazgeçilmez unsuru siyaset (politika)
kurumlarının’ iyice yozlaştığı, çürüdüğü ve tabana vurduğunun
göstergesidir.
Buna rağmen gidişatı ‘aynı istikamette
yoğunlaştırmaya ve pekiştirmeye çalışan’ bazı art niyetli kesimler,
milli hassasiyetleri izole etmeye yönelik, fakat, aynı şikayet
konularını baz alan tahrip ve tahkir amaçlı tartışmalar
yapmaktadırlar.
Bunlardan biri ve en belirgin olanı da, başarısız
yönetimleri tahrik, kafaları bulandırma ve mesnetsiz, dayanaksız
suçlamalarla saman altından su yürütmedir. Esas itibarıyla, genel
gidişattan çok memnun olan bu kesimler, yaşanan kaos ve kargaşadan
yararlanma peşindedir.
MESELA “DEVLET-CEMAAT” İLİŞKİSİ:
Yukarda değinildiği üzere, Türk
toplumunda son zamanlarda yaşanan belirgin değişim ve dönüşüm, bazı
art niyetli, dış bağlantılı, gerici, fanatik, yobaz, bağnaz kişi ve
kesimlerce “devlet-cemaat ilişkisiyle” açıklanmakta, konuyla ilgili
olarak da bazı iddialar, görüş, düşünce ve yorumlar ileri
sürülmektedir. Bu nedenle konuyu, umur-u devlet kavramı, medeni
siyaset geleneği ve konjonktürel bağlamda incelemek gerekmiştir.
Buna göre:
Kendilerini konuyla ilgili gösteren
bazı uzmanlar (!) ile; (AB-D yanlısı ve Soros güdümlü) Boğaziçi
Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü tarafından hazırlanan
“Türkiye’de Farklı Olmak” konulu raporda yer alan görüşler (21
Aralık 2008 Cumhuriyet) ve Bahçeşehir Üniversitesi Uluslar arası
İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof Dr. Hasan Köni tarafından:
“AKP’nin ikinci dönem kalacağını
gördüğümüzde, iktidar kültürünün topluma yansıyacağını da tahmin
ediyorduk. Bu araştırmanın verileri bilinen gerçeklerdi. Türkiye’de
laikler, kadınlar, gençler; kısacası farklı olan herkes üzerinde
giderek artan bir baskı var” denilirken; Marmara Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilüfer Narlı da:
“Anadolu kentlerinde bağnaz
muhafazakârlaşma ekseninde bir değişim yaşanıyor. Bu değişimde en
önemli noktalardan birincisi kadınların ötekileşmeden daha fazla
olumsuz etkilenmesidir. İkincisi, bağnaz bir muhafazakârlığın katı
konvansiyonel ahlak ilkelerine sıkı sıkıya bağladığı insanların
yalnızca diğer insanları yargılamakla kalmadığı, aynı zamanda
onların yaşam tarzına müdahale ettiği de ortaya çıkmıştır. Gülen ve
benzer cemaat yapılarının, toplum tarafından sempati görmesinin
temel nedeni, devletin özellikle eğitim ve sosyal dayanışma alanında
çökmesidir” demekte. Sosyoloji Derneği Bşk. Prof. Dr. B.Gökçe ise:
“Muhafazakârlaşma yalnız Anadolu’da
değil, büyük şehirler dâhil olmak üzere Türkiye’nin her yerinde
artarak bir baskı unsuru haline dönüştü. Toplumdaki kişi ve
grupların, kendilerini yöneten siyasi erk ile egemen güçlerin
farkında olmadan etkisi altına girdi. Bu durum Türkiye’nin sosyal
yapısındaki değişimle bağlantılı bir olgudur.”
Yukarda özetlenen devlet ve cemaat
ilişkileri ile ilgili görüşler konumuz dışında olmakla birlikte,
bahse konu cemaatten kasıt insani ve İslâmi cemaatler değil; Bilakis
kendi öz çıkarları uğruna bütün ekonomik, sosyal, bilimsel, kültürel
ve dinsel değerleri pervasızca kullanmaktan kaçınmayacak kadar
değersiz sapkınlardır.
İNSAN’A ODAKLI OLMAK GEREK!...
Dolayısıyla ‘insanlık, adalet ve
hukuk dışı gasp, edinim ve tasarruflar’ bilumum fail ve fiilleriyle
Cumhuriyet Savcıları, Yargıç ve Mahkemelerin işidir. Yargı, Yasama
ve Yürütme bunun için vardır. her şeye rağmen insanlık düşmanlığı,
zulüm ve hukuk dışılık sürüyorsa, bunun bedelinin ne kadar ağır
olduğu da bilinmeli ve gereken tedbir ivedilikle alınmalıdır.
Biz konuyu “insan” bağlamında ele
almak, incelemek, irdelemek ve değerlendirmek durumundayız. Bu
noktadan hareketle: Sözde uzmanların görüş açıklarken temas
ettikleri, ‘devletle ilgili’ düşüncelerin temeline inmek ve
değerlendirmek gerekir diye düşünürüz.
Buna göre: Yönetimin yerini
cemaatlerin aldığını söyleyebilmek için; devletin en azından şimdi,
veya bir zamanlar haklı, adil-doğru ve dürüstler adına hâkim ve
hükümran, demokratik disiplin unsuru, adalet ahlâkı çerçevesinde
hukuka, insan haklarına sahip-saygılı, eşitlikten yana “var”
olduğunu kabul etmek gerekmez mi? 10 Kasım 1938’den sonra, (1950-60
hariç) devlet var mıydı ki? Eğer devlet adalet ahlâkı ve hukuk
hâkimiyeti ise, bu anlamda oldu mu hiç? Olmayan bir şeyin yerini ne
alabilir?
BİR AÇILIM VE DEMOKRASİ DERSANESİ
Başta Galip Baran olmak üzere;
İnsanı, insani (insanlık dışı, yasa karşıtı) davranışları ve
bunların nedenlerini araştırdığımız, 20 yıldır devam eden, demokrasi
dershanesi odaklı “okul dışı eğitim” çalışmalarımızda gördük ki,
devletin hizmet etmesi beklenen kalabalıkların varlığı ve devlete
muhatap bu kalabalıkların davranışları başlı başına bir sorun.
Devletin var olabilmesi için kalabalıkların üstlerine düşeni
yapmaları vergi vermeleri, yasalara uymaları ve var olan devlet’in
de, ne pahasına olursa olsun bunu temin etmesi gerekirken,
yönetimlerin yasayı, yönetilenlerinse ana kural ve kaideleri boş
vermesi. Buna paralel sosyal gevşeme ve toplumsal yumuşama.. Adalet
ve Hukukun yerini, kaynağı adalet ve hukuk olmayan keyfi yasa
kavramının alışı ve yığınların bunlara da uymayışı. Kalabalıklar
bunu yapmıyorlar ise ki yukarıda sözü edilen çalışmalarda
“vatandaşlık görevlerini” yapmadıklarını gördük ve bu
sorumluluklarını nasıl yerine getirecekleri konusunda onlara örnek
olmak için yıllarca çalıştık. Projeler hazırladık uyguladık.
Kalabalıklar anlamadılar. Yönetimler de anlamadı. Durumu olmayan
devletin kurumlarına sunduk. Onlar da anlayamadılar. Haklıydılar
kalabalıklar (toplum) anlamayınca kalabalıkların seçtikleri nasıl
anlayabilirlerdi ki? Anlamamaları bir tarafa, şaka gelecek ama zaman
zaman gözaltına da aldılar bizi, o çalışmaları yaparken…
Sonuç olarak demek istediğimiz şu
ki: “Kanun, adalet, vergi ve denetim yok’sa, devlet de yok
demektir”. Cemaat olsa ne yazar?
Neden uyruk değil de, kalabalık
dedik, açık değil mi?
Açık değilse, “toplumsal ve yasal
sorumluluk nedir?” bir araştırın ve daha ayrıntılı bilgi için:
http://bilinc-universitesi.blogspot.com’u ziyaret edin lütfen!...
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
72 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Nevval KAVCAR
|
Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ |
- PKK RAPORUNA SON RÖTUŞ
-
15 Ekim 2007’de Amerika bir rapor
yayınlandı. Dış Politika Ulusal Komitesi adlı düşünce kuruluşunun
“PKK’nın Silahsızlandırılması; Hareketinin Sınırlandırılması ve
Yeniden Kazandırılması” raporuydu bu. İşte o andan itibaren Irak ve
Türkiye’de gelişmeler o doğrultuda ilerledi.
-
Neler vardı o raporda?
-
- PKK sorununa çözüm için “Sivil
Anayasanın” çıkarılması
-
- Siyasi ve kültürel reformların
uygulanması
-
-TCK 301. Maddesi ve Terörle
Mücadele Kanununun kaldırılması
-
- Güneydoğu bölgesinin
kalkındırılması
-
- Bu tür reformların yapılması için
Avrupa Birliği’nin önemi
-
- Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı
Mesut Barzani PKK’yı sınırlayan adımları atması durumunda,
Türkiye’nin Barzani’yle doğrudan ilişki kurması gerektiği
-
- DTP’nin PKK’yla Türkiye arasında
arabulucu olması
- PKK sorununun cephede çözümlenemeyeceği ve PKK’nın barışçı bir
yaklaşım - sergilemesi durumunda, örgüt üyeleri için af ilan
edilmesi
- Affedilen PKK’lıların Türkiye’de istihdam edilmesi
-
-
Bahsi geçen rapor PKK’nın
bitirilmesi ve PKK’nın G. Doğu’ya siyasi çalışmalar için dönmesini
içeriyor. AKP İktidarı bu manada hangilerini yapmış?
-
Sivil Anayasa: Çıkarmak için epey
uğraştılar, “Kapatma Davası” engel oldu. Böyle bir dava açılmasa
idi, bugün “Sivil Anayasa” konusu ile cebelleşiyor olacaktık.
Amerika’nın hedefi “Değişemez Denilen Maddeleri” yok ederek,
Türkiye’nin parçalara ayrılmasının önünü açmaktır. Son günlerde AKP
milletvekili Burhan Kuzu “Mini Anayasa” diye, aynı hedefe varıcı
çalışmalar için nabız yoklamaktadır.
-
Siyasi ve Kültürel Reformlar:
Kürtçenin serbest bırakılması, Üniversite’de “Kürtçe” bölüm açma
çalışması, “Kürtçe” Kuran-i Kerim basılma işareti ve TRT’de Kürtçe
yayın başlayacak olması. Bunları gayet masum isteklerin
gerçekleşmesi gibi yerine getiriyor Batı madem ki bunları yaptın,
artık “Kürtleri tanı” der mi demez mi? Lozan delinirse, “Türkiye
Türklerin elinden alınır mı, alınmaz mı?”
-
TCK 301 Madde: Değişemez maddelerin
ve batılı ajanların konuşmasının önünü açacak şekilde değiştirildi.
-
G. Doğu Bölgesinin Kalkındırılması:
G. Doğu için öngörülen kültürel, siyasi açılımlarla birlikte
güvenleri yerine gelsin, “bağımsızlık talebinde” bulunsunlar diye
ekonomik olarak güçlendirilmeleri çalışmaları yapılmaktadır. G. Doğu
Ülkenin en geri bölgesi değildir ki?
-
A.B.: AB’nin son 10 yıllık serüveni,
Türkiye’nin parçalanması üzerine kurulmuş senaryolarla yürümektedir.
Kendi içinde çöken AB’ne Türkiye Doğu Anadolu’yu Ermenilere, G.
Doğu’yu da Kürdistan olarak tanımak şartı ile girmesi
öngörülmektedir.
-
Irak Bölgesel Hükümeti İle Bağlantı
Kurulması: AKP İktidarı bu adımı da atmıştır. Türkiye’nin tanımadığı
Kürdistan hayatta kalamaz. ABD Türkiye’ye bunu yaptırmış, iktidar
alet olmuştur.
-
DTP’ nin Arabuluculuğu: DTP’ nin
bölgede ve Türkiye’de kabul görmesi için, kaçırılan askerler
oyununda proje gerçekleşmiştir. Fakat tutmamıştır. AKP, DTP’ ni
sollayıcı hareketleri başarı ile gerçekleştirmiştir.
-
PKK’nın Cephede Çözülemeyeceği:
başından beri AB, ABD ve yerli işbirlikçileri bunu söylemektedir.
PKK, Kürt bağımsızlık hareketidir. Onlarla anlaşın, istediklerini
verin. TSK, PKK’yı terör örgütü gördüğü için, askeri bu işe
karıştırmayın. TSK’ne baskı ve çeşitli cephelerden saldırı bu
yüzdendir. Türkiye’yi koruyucu fonksiyonunu bitirip, BOP’nin
güvenliği başta olmak üzere, Amerikan kontrollü politikalarda
hizmetkâr olması istenmektedir.
-
PKK’lıların Affedilmesi: İktidar
bunun için deneme yapmıştır. “Ananın yanına Dön Affı” gibi. Suça
bulaşmayan PKK’lıları geri çağırmışlardır. Şimdi ayrım yapmadan
hepsini affetmesi gündeme gelecektir. Ne Zaman? 29 Mart yerel
seçimlerinde AKP %50 oy aldıktan sonra.
-
Netice: Türkiye AKP İktidarı ile
Türkiye’nin bölünme noktasına doğru “Demokratikleşme” adı altında
sürüklenmektedir.
-
İç Savaş tehlikesi kapıdadır.
-
-
PKK Raporunu Destekleyen Taraf
(Mandacılar Korosu )
-
1-Ankara’nın talebine kulak veren
Irak Kürt Bölgesel Hükümeti PKK’yı silahsızlandırmayı amaçlayan bir
proje üzerinde çalışmaya başladı.
-
2-Irak’taki iki Kürt partisinin
üzerinde uzlaştığı adımların başında Irak Parlamentosu’nun PKK’yı
“yasadışı” ilan etmesi geliyor.
-
3-Örgüte “Silah bırak, Türkiye’ye
dön” çağrısı yapılacak. Eyleme karışmayan PKK’lılara ‘eve dönüş’
yolunu açacak olan proje BM gözetiminde bir geçiş sürecini
öngörüyor. ( Nevzat Çiçek- 14.12.2008 - Taraf Gazetesi)
-
-
Amerika’nın PKK Raporunu adım adım
gerçekleştiren AKP İktidarı ve bu eyleme destek veren Taraf başta
olmak üzere medya ayağı. Kendilerine aydın diyen Amerikan
mandacıları ve Ermeni özür kitlesi, Türkiye’nin bölünmesine aracı
oluyorlar.
- Bush’un kafasına ayakkabısını atan Iraklı Gazetecinin tırnağı
olamaz bizdeki o yazarçizer takımı.
-
-
Hablemitoğlu’nu Rahmetle Anıyoruz
-
Katledilmesinin üzerinden altı yıl
geçti. Onu şehit edenlere lanetle.
- “Sevgili Dostlar,
-
18 Aralığın, o kara günün, 5.
Yıldönümünde Karşıyaka Mezarlığı 5. Kapıda bulunan kabrinde saat
12.00′de ben, kızlarımız ve katılmak isteyen herkes Necip ‘le bir
kez daha buluşmak üzere orada olacağız.
-
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu”
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
73 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Nevval KAVCAR
|
Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ |
- NÜFUS MÜDÜRLÜĞÜ GENEL TOPLAMI NEDEN SİLDİ?
-
22 Temmuz 2007 seçimlerinde
anormallik vardı. AKP’nin belirli rakamlarla baştan itibaren
otomatiğe bağlanmış oranla önde gösterilişinden tutun, nüfus
konusundaki çelişkili bilgiye kadar tamamı problem içeriyordu.
-
Öyle olduğu yönündeki kanaatim 2008
Ocağında ilan edilen Türkiye nüfusu ile pekişti. Bu arada
çalışmalarımda kullanmak üzere Nüfus işleri genel müdürlüğündeki
istatistikî bilgileri kayıt altına almıştım.
-
Devletin resmi kurumunun sitesindeki
son üç yılın istatistikî bilgilerinde genel toplamlar silinmiş. Bu
tedirginlik oluşturdu bende. İç İşleri bakanlığına bağlı olan Nüfus
ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü sitesinde yeni nüfus
açıklanıncaya kadar yayında olan toplamlar neden kaldırılır?
-
Eski nüfus bilgileri doğru ise,
yenisi yanlıştır.
-
Yeni nüfus bilgileri doğru ise,
eskisi yanlıştır.
-
Netice olarak ortada bir yanlışlık
göründüğüne göre, tüm bilgiler oynanmış olabilir.
-
Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel
Müdürlüğü Sitesinden Alınan Bilgi
-
- Eski kayıt
|
- Nüfus
|
- Yeni kayıt
|
- Nüfus
|
- 2003
|
- 71.337.204
|
- 2003
|
- G.Toplam Silinmiş
|
- 2004
|
- 72.357.300
|
- 2004
|
- G.T. Silinmiş
|
- 2005
|
- 73.429.426
|
- 2005
|
- G.T. Silinmiş
|
- 2006
|
- 74.530.959
|
- 2006
|
- G.T. Silinmiş
|
-
|
-
|
- 2007
|
- G.T. yazılı değil
|
-
-
2007 yılı nüfusunu site verisinden
toplarsak Türkiye nüfusu 75.472.570
-
2008 Yılı adrese dayalı Nüfus kayıt
sistemine göre Nüfus 70. 586. 256
-
Arada 5 milyonluk fark var. Bu
durumda hangi nüfus doğru?
-
-
Daha iyi anlaşılması için değişimden
önce kaydettiğim tablo ile veriyorum.
-
Nüfus Sayımı İlanından ÖNCE Nüfus ve
Vatandaşlık işleri G.Md. sitesi
-
- YAŞ VE CİNSİYETE GÖRE NÜFUS İSTATİSTİĞİ (TÜRKİYE GENELİ)
- 2006 yılı ülke geneli
- Erkek Kadın Toplam Nüfus
-
- 37.223.254 37.307.705 74.530.959
-
-
- 2008 Ocak ayında Nüfusun İlanından SONRA Nüfus ve Vatandaşlık
işleri G.Md. sitesi
-
- YAŞ VE CİNSİYETE GÖRE NÜFUS İSTATİSTİĞİ (TÜRKİYE GENELİ)
- 2006 yılı ülke geneli
- Genel Toplam kısmı tamamen kaldırılmış
-
-
- 2007 yılına ait Nüfus ve Vatandaşlık işleri G.Md. sitesindeki
rakamlar toplanırsa 75.472.570
- 2007 Haneye göre yapılan Nüfus sayımı sonucu…. …………..70. 586.
256
-
- Hangisi doğru?
-
- Seçmenin artıp, nüfusun azaldığı netice neyin göstergesidir?
-
- Seçmen sayıları
- Yapılan Seçimler Seçmen Sayısı
- 3 Kasım 2002
- Genel Seçimler 41.407.027
- 28 Mart 2004
- Mahalli İda. Seçimi 43.552.931
- 22 Temmuz 2007
- Genel Seçimler 42.799.303
- Son Nüfus sayımına
- Göre 48.265.644
-
22 Temmuz 2007 seçiminden altı ay
sonra yeni nüfus açıklanmış ve bu nüfusa göre, altı ay içinde 6
milyon seçmen artışı oluşmuştur.
-
Bu bilgiler ışığında CHP ve MHP’nin
ortak seçim bürosu kurarak, Türkiye Genelindeki genel oy toplamına,
SEÇSIS’i devre dışı bırakarak kendilerinin ulaşması gerekir.
-
Ortak seçim bürosu kurulmaz,
neticeler SEÇSIS ve Cihan Haber Ajansı inisiyatifine bırakılırsa,
AKP’nin yerel seçimlerde alacağı oy oranı %50 yi geçebilir.
-
-
Not: Veriler Nüfus ve Vatandaşlık
işleri Genel Müdürlüğü sitesinden alınmıştır.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
75 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Nevval KAVCAR
|
Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ |
MUSKA VE DOZER
Dozerler, kepçeler toprağın altını
üstüne getirirken, yerel seçimlere yaklaşıyoruz. Biraz mantık ötesi
bir yazı olacak biliyorum, idare edin.
Ne bileyim bir yandan yaklaşan
seçimler, öbür yandan BM yardım örgütü Gazze’den çekilme kararı
aldığı bu gün İsrail yine onlarca kişinin kanını döktü. Türkiye’de
akla ziyan işler oluyor. Eski Yargıtay başsavcısı teknik takibe
takılıyor, çünkü Ergenekoncularla konuşuyormuş. Şimdi aklıma ne
geldi. Kendisine geçmiş olsuna gelen, Yargıtay görevlileri de takibe
alınır ve emekliliklerine binaen bilmem kaçıncı dalgaya kapılırlar
mı?
Neyse dönelim evde bulunan muskaya.
Sahte hocalar vardır, derler ki senin evde muska var..Eee, ne
olacak? O muskayı bulup, karşı muska yaptık mı iş tamamdır. Tez,
antitez gibi..Muska nerede? Düşünür gibi yapar, ana kapının yanında
bir oda var mı? Bildi, valla. Var , var.. sakalını sıvazlar
hoca..İşte o odada. Gidip bulalım. Hoca eve gelir, bahsedilen odaya
dalar, arar gibi yaparken elindeki muskayı bırakıverir. İşte..der,
burada. Ev sahibi şaşkın ve mutlu. Hoca kendinden emin. Ne alakası
var muska ile yerel seçimin değil mi?
Neyse dönelim yerel seçimlere.
AKP’nin gidişatı gidişat değil. Yolsuzluk paçasından akıyor. Nasıl
düzelecek bu iş? İşte BOP eş başkanım bunun için seferberlikte. Ne
ilginç değil mi? AKP için açılan kapatma davasına konu olan BOP eş
başkanlığı başta olmak üzere iddianamedeki birçok madde
görüşülemiyor. Bu vesile ile eş başkanlık kaldığı yerden devam
ediyor.
Teknik takibe mi takıldı birileri
bilmiyoruz ki.
Tekrar 29 Mart yerel seçimine
projektör tutarak önemli bir ayrıntıya dikkat çekmek isterim. Nerden
geldiği belirsiz, in mi cin mi olduğunun tespiti yapılamayan 6
milyon seçmen bana şunu düşündürttü. Olurda muhalefet seçmenler
doğru mu, sanal mı araştırması yapmaz ve seçim haftası çok büyük bir
Ergenekon bombasına ulaşılırda kafalar allak bullak olursa.
Sandıkların başına dikilecek âdemler, badem yiyerek işi savsaklarsa.
(Buraya dikkat)
Ne olur o zaman? Tüm partilerin
gerçek oyları ile birlikte, bir tek partiye sanal oylar akabilir.
Akşam namazını müteakiben bir bakmışız ki “hamdolsun %50” oy
alıvermiş partinin biri.
Bu arada İsrail kararladığı harekâtı
bitirmek üzere iken, BM güvenlik konseyi “ateşkes” istemiş. Ne mutlu
Türkiye’nin de içinde bulunduğu üyeler “ateşkes”i kabul etmiş.
İsrail BM kararını dinlemiş duruma düşmemek için Gazze’de operasyona
devam edeceğini açıklamış. Onlarda mı muska arıyor acaba?
İsrail’deki hükümeti devirmeyi planlayan bir terör örgütü, orada da
olur mu olur. Haklı adamlar. Altlarında dozer, Gazze’yi yıkıyor.
Bu arada İngiliz Guardian gazetesi
diyor ki: “Son tutuklamalar soruşturmanın AKP’nin laik rakiplerine
karşı bir cadı avı olduğu şüphelerini artırdı.”
İşin ucu İngiltere’ye mi uzanmış
gibi.
Bir dozerde güneş batmayan
İmparatorluğun topraklarına.
“Durmak Yok, Yola Devam” İçki
Reklamı(ymış)
Yılbaşı gecesi oldukça geç bir
saatte televizyonun karşısındayım. İki kişi geçtiğimiz yılı
değerlendirirken, biri diğerine dedi ki: “Durmak yok, yola devam”
sloganı viski firması reklâmı, AKP bunu nasıl kullanıyor?” diğeri
“Bilmiyorlardır” dedi. Bunun cevabını merak ettim doğrusu.
Bu sloganı “otobüs firmalarına”
yakıştırıyordum, içki firmasına ait çıktı.
Melih Gökçek ile Kemal
Kılıçdaroğlu’nun düellosu, AKP’nin işine yaradığı konuşuluyordu.
Yaklaşan yerel seçimlerde Gökçek’in kellesi gider gözü ile bakanlar
vardı işe. “Yolsuzlukla mücadele ettiğini” söyleyen Başbakan’ın,
“Buraya kadarmış Melih, hizmetlerin için, teşekkür ederiz” diyeceği
sanılıyordu. Fena halde yanıldılar.
“Gökçek”ten karizmatik aday
olmadığı, AKP’nin oylarını böler masalını geçsinler önce.
Milyonlarca seyircinin gözü önünde “sayaçlar” yolu ile halkı
kazıkladığını ifade eden bir Belediye Başkan adayı var ortada.
Niçin Gökçek sorusuna verilen en
ilginç cevap ise şu olmalı. “AKP'nin son MYK’sında yapılan oylamada
19 üyeden 10’unun Gökçek’i desteklemesi” Üçkağıtçılığına rağmen mi?
Sorusunu akla getirdi. Üçkağıtçılığına ve vatandaşı dolandırmasına
rağmen..AKP’nin Merkez Yürütme Kurulu yani partinin beyni Gökçek
demiş.
Derler derler.
İktidarda olan onlar.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
76 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Nevval KAVCAR
|
Nevval KAVCAR HAYAT HİKAYESİ |
2. CUMHURİYET BÖYLE BİR ŞEY OLMALI
Anayasa başkanı, Danıştay, YSK ve
Başbakan arasındaki gerginliği görünce, dedim ki bir daha bu tür
olayların yaşanmaması için çözüm bulmalıyız. “Çözümsüzlük çözüm
değildir” nihayetinde.
Öncelikle Danıştay mahkemesine gerek
olmadığı için onu kaldıralım. Zaten baş ağrıtmaya başladı. Devletin
Başbakanına, Haşim Beyin mahkemesine kafa tutmaya başladılar
çaplarına bakmadan. Sanki hukuk okumuşlarda, bir şey olmuş gibi.
Sonra, YSK ne ihtiyaç var. AKP
iktidarı birkaç yasa çıkarıp o görevi devralsın. Ne olabilir? AKP
iktidar ve Başbakan Erdoğan “Yeter Gari” diyene kadar Başbakan
olsun. Veya bir başka çözüm. Çünkü beş yıl kadar sonra,
Cumhurbaşkanlığı, devlet başkanlığı mı gibi konular ve yeni
gerginlikler olacak.
Erdoğan ve Gül aralarında
anlaşsınlar, beş yıl ara ile bıkana ya da ölene kadar bu görevi
sürdürsünler. Vefatları halinde ailenin büyük oğlu görevi devralır.
Seçimler ve muhalefet ise
demokrasiyi zedeleyen unsur halini aldı. Ortalığı karıştırmaktan
başka bir işe yaradıkları yok. Tek parti olsun o da AKP. Millet
bıktı kavgadan. Başbakan Erdoğan ister BOP eş başkanı olsun, isterse
BOP’un Genel Başkanı olsun. İster şehitlere kelle desin, isterse
Öcalan’a “Sayın” desin. Canı ne isterse onu yapsın. Dilinde tüy biti
“alt-üst kimlik” demekten. Hangisi alt, hangisi üst nasıl istiyorsa
iyi bir ayar çeksin vatandaşlık işlerine.
Kızılay’ı lağvedip yerine Deniz
Fenerini Türkiye’nin millî yardım kuruluşu olarak ilân etsinler.
Başına Zahid Akman’ı geçirelim. Bir sürü kanala ihtiyaç yok. Bir
tane Samanyolu olsun. Günde bir saat “Cemaat Vakti” olur. Fetullah
Gülen’i dinler feyz alırız. O ağlar biz ağlarız, “Amerika, hâlâ bu
dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır” demesini huşu
içinde dinleriz.
Anayasayı tamamen kaldırıp yerine
“Sivil Anayasa”yı koysunlar. Değişemez denilen maddelerden kurtulmak
şartıyla. Devletin adını Özal’ın arzusu hilafına içinde “Anadolu”
kelimesi geçecek şekilde yenileyelim. “Anadolu Etnikistanı” şeklinde
örneğin. 36 Etnik kökenin devletin kurucusu olduğu, yeni Anayasada
belirtilsin. Böyle bir durumda başkent Ankara’ya hiç gerek kalmıyor.
Özerk devletçiklere ait nasılsa 36 başkent olacaktır. Farklılıklar
zenginliğimiz ya, o bakımdan.
Anıtkabir’in bulunduğu yerde
kurulacak özerk devlet kesinlikle Türklere ait olmamalı. Onların
aklı başına devletleri elden gidince geldiğinden, geçmişi onlara
hatırlatacak bir yerde olmamalılar. Veya onları diğer etnik
kökenlerin içine azınlık olarak dağıtabiliriz. O daha makul olur.
Kürtçe TV ile ülkeyi bölmeye
nesiller yetiştirmeye uğraşacağımıza, kendi bağımsız yapıları bir an
önce kurulsun. Ne halleri varsa görsünler.
Diyanet İşlerine hiç gerek yok.
Amerika’dan Fetullah Gülen’i getirip, BOP, Şark ve Garp
vilayetlerinin Şeyhülislamı olarak ilân ettik mi tamamdır.
ANAYASA MAHKEMESİ
Anayasa Mahkemesi devletin tek
mahkemesi olarak kalmalıdır. Fakat 11 üye kısmı sakata bindiriyor
işi. Başkan Haşim Kılıç ve röportör Osman Can yeter. Üyeleri
kafalayacağım, dinleyeceğim, tufaya düşüreceğim diye uğraşılıp,
aylarca ülkeye vakit kaybettiriliyor. İkisi tabii üye olsun, ölene
kadar bu görevi yürütsünler. Yasaları da kendileri belirlesin. İster
şeriat üzre, ister akıllarına ne eserse. Onlar rahmetli olunca
tamamen lağvederiz gider.
Etnik devletçiklerin resmi dilleri
kendi arzu hilafları doğrultusunda olmalı. Sadece Türklerin resmi
dili İngilizce olmalı. Türk diye millet mi var. Geçmişi tamamen
sileceksiniz beyinlerinden ki fırlamalık yapmayalar.
“Soykırım” kabul edilerek,
Ermenistan Anayasasında gösterildiği şekli ile D.Anadolu’da
“kendilerine” ait olduğunu iddia ettikleri yerleri verelim. Bitsin
artık “özür dileme” teferruatı.
Bu işleri acil tarafından yürütelim.
AB “devlet Politikası” vs ile ağır aksak, onun gönlü olacak, bunun
gönlü olacak beklemeyelim. 70 milyona referandum uygulayalım. 36
etnik kökene bölünmek istiyor musunuz? Sorusu sorulsun ve tek cevap
hakkı olsun. “Evet”
İŞİ KÖKTEN ÇÖZELİM.
Türk Silahlı Kuvvetleri şimdi kalkar
“Cumhuriyeti koruma “ falan karıştırır işe. Gerçi Anayasa değişince
o maddeler kalkmış olur. Onlar içinde bir çözüm bulur bulmaz,
yukarıdaki planı uygulayalım, derim. Ne bileyim TSK’ne görev olarak
zincir mağazaların güvenliği verilebilir. “Mecburi askerlik”
kalkınca, ortada ordu falan kalmayacağından kendi kendilerine
dağılır giderler.
Türkiye’yi hayal ettiğim şekle
getirmek için çaba harcayanlarla uğraşmak yerine, açalım önlerini.
“Yollarına devam etsinler.”
Yetti gayri.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
77 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ömer SEZER
|
Ömer SEZER HAYAT HİKAYESİ |
-
GİTME!
- Gitme ey yürek yakışım, gönlümün hicranı olursun!
- Eğer ki yağmur değilse gözlerimdeki damla!
- Son bir kez düşün gitme!
- Bak ellerim nasılda titriyor!
- Kalbimin atışları ve kulaklarımdaki can alıcı zonklar!
- Gitme!
- Geceme doğan ay gündüzümün güneşi gitme!
- Sen diye atan bu kalbe kast etme!
- Ha durdu duracak kalp atışlarım!
- Damarlarımda kanım yürümez oldu gitme!
- Her taraf karanlık oldu rengim soldu gitme!
- Bak gözlerimin içine son kez bak!
- Eğer ki hazır değilse bu ayrılığa gözlerindeki veda!
- Ki yaşlıysa kor gibi yanıyorsa gitme!
- Gitme cananım dizlerime felç iner!
- Bu yükleri bir başıma bırakıp gitme!
- Her doğan sabaha ismini verdim!
- Ve sen diye başladım her bir yeni güne!
- Şimdi niyetsiz bir boşlukta bırakıp gitme!
- Gitme ey cananım dinmeyen sızım olursun!
- Gitme!
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
78 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ömer SEZER
|
Ömer SEZER HAYAT HİKAYESİ |
İSİMSİZ
-
Ağarmış saçlarımız hayat kavgasında!
Görmemiş kimseler yüreğimizin sevgisini ve bizler akşamın güneşinde
batarken gönlümüz ayla birlikte ışıltılara kavuşmuş.
-
İnsanlar güneşin sıcaklığından ayın
güzel ışığını fark edememişler; terke dilmiş harabe çöküntülerinin
enkazlarının altında kaderimize terk edilmişiz ve bizler kadere
gülümseyip adını yaşamak koyup yarı solukla da olsa yinede yaşamaya
devam etmişiz.
-
Sevmek ne güzel; dostluklar ne güzel
ve sen o kadar güzelsin ki senin için yaşaması en güzel yerin
kalbimde çok özel.
-
Ayrılıklarım dibe vurmuş!
Şiirlerimde bir isyan bir sitem! Ne yapmalıyım; kime gitmeliyim de
bu adaletsizlik yok olup gitsin! Kimedir bu nefretler öfkeler!
Yalnızlığın kollarında ayrılık faslı; geçmiş ömür denilen hapisliğin
yarısı! Ya ben matematik bilmiyorum; yada matematik beni sevmiyor!
-
Sayıyorum; sayıyorum elimde sıfır
kalıyor:
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
79 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Ömer SEZER
|
Ömer SEZER HAYAT HİKAYESİ |
İSİMSİZ |
- Mademki bu yaşamda bize yer yok!
- İstenmiyorsak buralardan çekip gideriz!
- Galiba biz kendimizi anlatamadık!
- Elveda hayat biz gidiyoruz!
- Çiçekler solgun elimizde!
- Vefasızlıkla ezilmiş kalbimizle!
- Kırgın cümlelerin ezikliğiyle!
- Elveda hayat biz gidiyoruz!
- Üzerine bastığım her santimetrekaresinin!
- Öpüpte kokladığım çiçeklerinin!
- İçtim suyunu çektim havasını!
- Elveda kainat biz gidiyoruz!
- Yaşlı gözlerle bıraktığın içimdeki uhdelerle!
- Şu kısacık ömürden büyük yaşadığım çif tarifeli
günlerinle!
- Her aldığım solukta nefretini çeksem de içime!
- Elveda hayat biz gidiyoruz!
- Doğdumuzda ağladık ha öleceğiz yine ağlarız!
- Hüsran şiirlerinde hep baştayız!
- Sanırlar ki hep kabahatteyiz!
- Elveda hayat biz gidiyoruz!
- Yarı canla yaşadık sefalette sürgün!
- Diyemedik derdimizi bak gidiyoruz!
- Galiba sen bizi anlamadın!
- Elveda hayat biz gidiyoruz!
|
İSİMSİZ |
- Hüzünler içimde bir fırtına! estiği kadar!
- Yalnızlığım kumlarda yazılı baş aşağı ağlayışlar!
- Bir dalaganın sürükleyişinde şimdi onlarda kayboldular!
- Yaşam içimde soluklandığım kadar!
- Bir nefesten sebep sadece işte o kadar!
- Kırık cam parçaları ayağıma batar!
- Kan revan olsada hissetmem sızısını!
- Sadece kırmızı bir boya gibidir gözümün gördüğü kadar!
- Hayat nasılda kayıp gitmiş ayaklarımın altından!
- Haberim olmamış sadece günlermiş rutin takvim
yapraklarından yırtılan!
- Birde yırtılmış yüreğim var!
- Diyorlar ki bu hüzün dolu şiirler niye!
- Kimse bilmiyor ben hapisim dünya denilen koca kafeste!
- Sahi yalnız değildir diyorlar hiç kimse ve hiç bir zerre!
- Peki bu bendeki tek kalmışlık niye!
- Acılar mıhlansa da insana bir zaman sonra kendiliğinden
düşer!
- Ama bu bendekiler bitmiyor her nedense!
- Sözlermiş aynası insanın ele veren gözlermiş!
- Ben ne aptalmışımda hep yanlışmı görmüşüm!
- Geceymiş düşman olan gündüze!
- Peki gecedeki bu gündüze kavuşma hasreti niye!
- Güneşin doğduğu yer kimin kalbinde?!
- Neden hep bozuk pusula bende!
- Şimdi ağlıyorum göle dönmüş bir ıslaklığın içerisinde!
- Sadece ıslanmıyorum seninde bunu anlayabildiğin kadar!
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
80 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Özkan KARACA |
Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ |
- GÜN BATIMI
-
- Gecenin mezarında alnımı kemiren anılar
- Düşler yurdunun bulutlarını parçalayarak kaçar
- İzbe duvarların hicranında nefes olarak bakar
- Kafa hatırasının defteri soluk kalarak rüyalara yatar
-
- Yitip giden zamanların toprağı çöktü
- Küskün bulutların özlemi yağmurunu döktü
-
- Gün batımı güneşin kanlı gözleri
- Gün yakıtı hayatın sıcak şefkati
-
- Gün batıyor, gün doğuyor
- Zamanlar suya yazılarak kaybolur
- Bulutlar başımızda taç olarak
- hatıralar kuma kazılarak yok olur
- Ufuklar ötesine taş adımı uzatacak
- Gün batımı,
- Gün yakıtı...
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
81 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Özkan KARACA |
Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ |
- YETİM ÇOCUK
-
- Zamanların çarkında sönen yıllar
- Sislerin perdesinde solan yıllar
- Hatıralarım da hep yer edinen acı sahneler
- Mahzun, mazlum duruşuyla zihnimin duvarına yapışan
-
- Ne zaman, nerde görsem mahzundu
- Herkes şad, o ise durgundu
- Meçhullere yüzen sala benziyordu
- Babasını yitirmişti küçük yaşında bu çocuk
-
- Bir anacığı vardı, birde gelinlik çağında ablası
- Anacığını, ablasını hasret demleri ile kaynatarak
- Küçük göz odadan çıkarak,
- Bir avuç toprağından koparak
- Gurbetin yapraklarıyla İstanbul’un ensesine kapanarak
- Sancıların terleriyle yoğrulmuş,
- Elleri, alnı nasırlı olan.
- Maişet temininin gayretiyle köşelere sığınmış yetim çocuk
-
- Kimi yerde boynunda şeker kutusu çıngıraklı
- Dolaşırdı sokaklarca: “Şekerci keskin naneli, şekerci “
- Kimi yerde ayaklı tezgah: Simit - poça satar dururdu
- İstanbul’da kimseleri yoktu, kimsesizliğe gömülmüş
- Kaldığı yer ise nem kokulu,
- Duvarı yosunlu bekar odasıydı.
-
- Yetim çocuk ellerini kafasına sıkıştırmış
- Saatlerce öylece durup saklanırdı kendinden
- Duman... duman üstünde efkarlı duruşu
- Boynu bükük, ürkek bakışlarıyla inilticiydi
-
- Yetim çocuk gözleri İstanbul aynasında yağmurluydu
- Dertlerin kabuğunda bedenini sarsarak ağlardı
- Hayatın ağırlığını taşımaya çalışan çocuk azimliydi de
- Daha delikanlılığın baharında...
- On yedi yaşında olan çocuk
-
- Sılanın bağrında tam on dört ay olmuştu
- Hicranın çilesi yüreğini kanatmaya başlamıştı
- Anacığının ve ablasının özlemleri kanatlanmış
- Uykusunu bölen rüyalardan sonra kalbine inmişti
- Gurbet hapsinden koparak dönüşe karar verdi
- Kurban bayramına da sayılı günler kalmıştı
-
- Akşamın ılık serinliğinde sokaklarca süzüldü
- Cebinde parası, hülyaların kıskacında dalıp durdu
- Bir gün sonra köyümün gözlerimde bulutluğu dağılacak
- Birkaç gün sonra tarlamızın başında bulunacak
- Birkaç yıl sonra askere uğurlanacak
- Ondan sonraki yıllarda evlenecek
- Ondan sonra... Daha sonra, diye düşünüp duruyordu
- Fakat Rabbimizin kader defterinden habersiz
- Biraz sonra ruhunu uçuracak sonundan habersiz
-
- Karanlığın içinde iki çift yırtıcı gözler izinde
- Takip ederler insana benzeyen eşkıyalar
- Loş ışığın altında önünü kestiler yetim çocuğun
- “Para, parayı ver çabuk “... Çıkar haydi
- Yetim çocuk irkildi, gözleri büyüdü ve haykırdı
- “Hayır, vermem paramla memleketime gideceğim”
- Eşkıyanın suratsızlığına patlayan yumruk
- Ve... Diğer hain keskin bıçağı sapladı. Yetimin kalbine
- Çocuk kesik “ hı “ diyebildi. Oracıkta yere kapaklandı
- Eşkıyalar ise karanlığın bağrında uzaklaşmıştı
-
Kurban bayramına yakın, üç kuruş için kurban edilmişti...
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
82 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Özkan KARACA |
Özkan KARACA HAYAT HİKAYESİ |
SEVDANIN YALNIZLIK GÜLÜNE
Bir sevdanın gülünü sisli ufukların yağmurların da bırakarak;
gözlerden uzak, gönülden ırak kalmıştım. Kalıp'ta donan ruhum
erimiş, satırlar da duran hasret kalbime inmişti. Günümüzün tozlu
kirpiklerinde anılar canlanmış, ruhumdaki yarada kanamaya
başlamıştı.
Kalbimin baskısının ve ruhumun sancısının okları muhakememi
açmış, izan muhasebesiyle aşmıştı. Benliğimin solduğu, irademin
dolduğu ve yüreğimin hicranla yoğrulduğu taşkınlıklar da
boğuluyordum.
Kah... tabiatın yeşil boyasında bedenimi kapatarak,
Kah... sahiller boyu ufukların çizgisine doğru ayaklarımı
sürükleyerek,
Kah... İstanbul'un geniş ensesinde kaldırımları çiğneyerek:
vakitlerimin damlasında akan sen, hayallerimin aynasında sen,
gözlerimin boğuntusun da sen...
Düşüncelerime yığılan, duygularıma çarpan kelimelerin önüne
geçemiyerek sellerin taşkınlığında sürüklenerek
haykırıyorum.
Selamlar sana: kelamlar seninle buluşsun. Canım Ay. K...
Buhranla tütsülenen duygu atmosferinin çilesi ile: yosun tutmuş
zamanın koyu boşluğuna; zihnimi yapıştırarak,
fikrimi yaslayarak süzülüyorum. Anlık kuyulara akan hatıraların
perdesini aralıyorum. İzanım durmuş ve ruhum dalmış olarak film
şeritleri beyaz sayfalara yayılıyor.
Çocukluğumun basamaklarında; gül kokulu, şen dokulu sevdanın
izlerini takip ediyorum... islerini anlık kuyuların kovalarına
batırıyorum...
Sevginin yakınlığından uzaklaşarak, sessizliğe kapanan. Gölgenin
ve bulanık çehrenin peşinde olan ben..!
Hani... gözlerin gözlerimde eriyordu.
Hani... sesin sesimi arıyordu.
Hani... nefesin nefesimi soruyordu.
Zihnimin odasını altüst eden, fikrimin adasını işgal eden,
vicdanımın yarasını işret eden: bir zamanların yalnızlık
gülünün samimi ve içten sevdası.
Sen izanımın bünyesinde, hali yemin bütünlüğünde gölgeli
varlıksın. Sürekli zihnimi, fikrimi kemirip duran varlık.
Zamanların çarkında: gölgenin kelepçesinde peşinden sürükleyen
darlık.
Sevdanın yalnızlık gülü olan: Ay. K...
Karanlığın aynasından sıyrılarak; ruh güzelliğinle, gönül
zenginliğinle, duygu enginliğinle... gözyaşı ve gönül yası ile
birikmiş kuyumdan su alırmıydın.
Hatırlarsın; ilkokulun ilk sınıfında senin bana yaptığın ilanı
aşkın mührünü. İlan sözle değildi. Ne olur gözlerin küçülmesin,
gönlün ezilmesin: anlatıyorum... Sıra arkadaşlarımla oturup
konuşurken, sen aniden iki kolunu; incecik boynuma dolayarak sağ
yanağımdan öpmüştün. Geriye dönüp baktığımda senin zafer kazanmış
edalarla tatlı gülümsemenle karşılaştım.
Eminim ki; şimdiler de bu yaptığın hareketi hatırına geldikçe
kendinden utanıyorsundur. Çocukluğun gamsız ve
idraksiz silsilesinin içinden geldiği gibi davranışlar özgürlüğü
bunlar.
Hatırlarsın, bazen okul çıkışlarında beni beklerdin. Omuzun
kollarıma yaslanarak evlerimize dönerdik. Ben bir üstte,
sende bir alttaki sokakta bulunurdun.
Hani... okulumuzun olmadığı günler de Sokağında karşılaşırdık ta
nasılda gülümserdin. Sanki seni görmeye gelmişim gibi. O anda
dünyalar senin olur: için içine sığamaz alaka gösterirdin.
Hani okulun en uzun boylusu olduğum için ' sırık' derdin. Bunu
söylerken tatlı tatlı kırıtırdın. Ben de; yüzümü buruşturarak,
başımı eğerek alınmış rollerine bürünürdüm. Sen ise hemen pişmanlık
duyar ve kalın sesle ' Özkaaan'' diyerek sarsardın. Geride
bıraktığın o çocuk şimdide boyu uzun. Beni görsen: şakaklarıma hafif
kar düştü, yüzüm ince kırıştı, alnım ve ellerim nasır bağladı.
Kıskanırdın, kem gözlerinden sakındırırdın. Kız arkadaşların benimle
konuşmak istese onları iter, birileri baksa
önünü keserdin. Okulun bahçesinde oyunlar oynardık; mendil
kapmaca, çember olup dönme ve daha farklı oyunlar.
Mendili daha çok benim arkama bırakır: fark edince de peşinden
koşardım. El ele tutuşarak şarkılar söyleyecek olsak yabancı elleri
kırar ve ellerime yapışırdın. Nasılda mutlu olurdun: benim gözümde
eriyecek, ellerim elini tutacak ve sadece benimle konuşacak:
sahiplenme isteğin.
Hatırlarsın... İlkokulun dördüncü sınıfına gelmiştik. Beni
senden kopartan kiralık evimizden, bir kaç kilometrelik
uzaklıkta ki satın aldığımız eve taşınma olmuştu.
Bir ılık sonbaharın günlerinde, semayı karabulutların ördüğü
saatlerin akşamında: okulun koridorlarında yalnız sen ve ben vardık.
Nasılda bedenin sarsılarak: gönlünün içi yanıyordu. Kaybetme
korkusundan göz bebeklerimin içine işleyerek oyuyordun. Dışarının
fırtınalı esintisiyle beraber hafif yağmur yağmaya başlamıştı. Senin
acı dişli bakışlarından koparak: pencereleri tokatlayan yağmurları
izlemeye başlamıştım. Pencerede yansıyan başımda ki yağmurla bir
süre öylece kalmıştım. Sonra senin ıslak yüzün penceredeki yüzüme
değmiş ve şunları söylemiştin.
' Özkan ne olur gelicen değil mi. Bekletme beni, ne olur
gelirsin değil mi. '
Islanan yanakların, islenen küçücük yüreğinin korlarını üflemeye
gayret ederek senden kopmuştum. Acımasızca döven yağmura bedenimi
bırakarak karanlık sokaklarla dertleşerek yürümüştüm. Ertesi günde
yeni okuluma merhaba diyecektim.
' Özkan ne olur gelicen değil mi. Bekletme beni, ne olur
gelirsin değil mi. '
Ve... bu bizim son görüşmemiz olacaktı.
Ah... başımı taşlarla vursaydım.
Ah... kaşımı iğnelerle batırsaydım.
Ah... yaşımı balyozlara vurarak, çocukluğumda bıraktığım gülüme
dönseydim.
Gitmedim. Hiç gitmedim: çünkü unutmak, maziden silmek, sevdadan
koparmak istiyordum. Ama geçen bunca yıldan sonra da unutamadım
seni.
Beni beklemiştin, yolumu gözlemiştin. Ders sırasın da kapı
açılacak; sırığım ve yakışıklım ' Özkan ' görünerek hasreti
donduracak diye. Kapılar açılmadı, sokaklar aralanmadı. Böylece
dudaklarını ısırarak, dişlerini sıkarak boynunu kırdın
ve mahzunluğun girdabına kapılarak ağlamış, ağlamıştın...
Bunları biliyorum çünkü: aynı sınıfımız da okuyan akrabam '
Murat ' söylemişti. ALLAH şahidimdir ki bu olanları bana
okuldan mezun olduktan sonra anlattı da: bir kaç yıl kendisine
kırgın ve kırgın kaldım. Niye bana bunları zamanın da
söylemedin diye.
İnan. Daha sonraları seni aradım. Sana kavuşma özlemleri ile
yanıp tutuşmuştum...
Sevdanın yalnızlık gülü. Canım Ay. K...
Okuduğun '... Anadolu İmam Hatip Lisesinin ' nizamiyesi önünde
bazı zamanlar seni beklemiştim. En sonunda bekçi ve hocaların sövüp,
itmesi sonucu uzaklaştırıldım. Hatta bir kaç kere de üç katlı
apartmanın en üst katında ki evinizin önüne gelmiştim: kapınızı
çalmaya cesaret edemedim. Kavuşamadık, buluşamadık seninle.
Şimdi ise sana;
Ses olsam... sesim kalın duvarlara çarpıyor ve içimde feryat
olarak yankılanıyor,
Nefes olsam... nefesim donuyor ve ruhum boğuluyor,
Ellerimi uzatsam... ellerim boşlukta saplanıyor ve idrakim
duruyor.
Sevdanın yalnızlık gülü. Canım Ay. K...
Rabbim bilir. Şimdiler de nereler de ve ne yapıyorsundur.
Belki mutlu bir evlilik ocağında sana bağlı eşin ve şefkatle
üzerlerine titrediğin evlatların vardır. ALLAH her daim bahtiyar
kılsın: İnşallah.
Ya da... Evet hepimizin dünyada ki imtihandan sonra hesapların
düşüleceği; ahrete menzil olan kabirdesindir.
Bedenini toprağın sıkarak sakladığı, gelinlik gibi kefenin
içinde ki kabir misafiri.
Belki de bunlar olmamıştır: hayallerin mahsulü olsa da.
Evlenmemişsin, henüz beğenebileceğin kısmetin çıkmamıştır. Karşına
çıkarak, ailenin de rızasını alarak: ' Beni eşin olarak, kabul ettin
mi ' derdim.
Evet bu teselli mahsullerin hayalleri. Belki de bana olan derin
kırgınlığınla; maziye sünger çekerek, defteri kapatmışsındır.
Ama; ben ise seni hiç unutamadım. Canım gülüm Ay. K...
Sevdanın yalnızlık gülü: Ay K...
Genişleyen vicdanımın ağır tokmakla vurulan feryadı, yaralanan
gönlüme akan yaygın kanlardan: bu satırların gölgesi gölgeni bulsun.
Selamlar seninle buluşsun. Satırlar senin gözünü öpsün.
Kelamlarım kırgınlığını dindirerek tutsun. Canım: Ay. K...
Ne olur bir ses ver: kalbim ferahlansın.
Ne olur bir nefes ver: duygularım sefahatlansın
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
83 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Selma GÜRSEL |
Selma GÜRSEL HAYAT HİKAYESİ |
RULO YAŞ PASTA
Pandispanya malzemesi
4 yumurta
6 yemek kaşığı un
7 yemek kaşığı şeker
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
Krema için
1 yumurta
3 bardak süt
4 yemek kaşığı un
7 yemek kaşığı şeker
250 gramlık ¼ paket margarin
2 yemek kaşığı kakao
3 veya soyulmuş bütün muz
Krema yapılışı:
Tencereye üç su bardağı süt konulur
bir yumurta sarısı ile beraber kırılır Sütün üzerine dört yemek
kaşığı un, yedi yemek kaşığı şeker tüpe konulur koyulaşana kadar
kaşıkla kesilmemesi için karıştırılır.
Krema pişince soğuması için kenara
konulur. Soğuyan kremanın içine 250 gramlık ¼ margarin konularak
mikserle çırpılır. Pastanın dışının kreması Kakaolu olması istenirse
kakao konulacaksa krema ikiye bölünerek kakao ile mikserle çırpılır.
Bu arada fırın tepsisinin altı katı
yağla yağlanır, pandispanya yapışmasın diye üzerine bir miktar un
serpilir.
Pandispanya hazırlaması
4 yumurta plastik bir kaba kırılır,
yedi yemek kaşığı şekerle mikserle yumurtalar beyazlaşana kadar
çırpılır. Çırpılan bu karışımın içerisine altı kaşık un, kabartma
tozu ve vanilya konularak kaşıkla hamur iyice karıştırılarak
yağlanan tepsiye dökülerek incecik serilir ve fırına sürülür.
Pandispanya hafif kabarıp pişince
fırından çıkartılır. Pandispanya yırtılmadan tepsiden özenle
çıkartılır. İkiye böldüğümüz kremanın beyazını pandispanyanın
üzerine iyice süreriz. Krema sürülmüş pandispanyanın kenarına
önceden soyulmuş muzlar düzgünce sıralanarak rulo yapılır.
Rulonun üzerine kakaolu krema iyice
kapatacak şekilde sürülür. Üzerine istenirse rendelenmiş çikolata,
pasta süs şekeri ve Hindistan cevizi dökülerek buzdolabına
dinlenmesi için alınır.
Buzdolabından bir saat sonra
çıkartılan yaş pasta kesilerek servis yapılır.
|
|















































 |
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
84 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Serkan ÖKÇE |
Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ |
HEPSİNİN TOPLAMI İSTANBUL
Soğuktan üşüyen ellerimi cebime soktum
Bir nefes daha çektim o pis ayazından
İstanbul sana inat,
Yokluğumda boğazımdan arttırdığım
Üç kuruşa bir simit aldım
Sıcak bir çay içtim,
Haliç`inden bende geçtim İstanbul
Can çekişen kurban gibi geldim
Ya beni öldür ya adam et İstanbul
Yedi tepeye kurulu büyük şehir
Namına geldim...
Haydarpaşa da trenden indim,
Sorduğum sorulara cevap ver İstanbul
Sevmek mi zor ayrılık mı
İhaneti sen nerene koyuyorsun İstanbul
Akşamdan mı ağlayıp yatıyorsun,
Yoksa; yattıktan sonra mı ağlarsın
Belki sende,
Martıların çığlıklarına
Kendini kaldırıp bir çırpıda
Vuruyorsun kıyıya
Bende böyle tutunuyorum
Bir mum gibi ama
Fırtınalardan sönmeden yaşıyorum İstanbul.
Bendeki acılar
Bu gökyüzü, yıldızlar
Sonra deniz ve balıklar
Onca ev, onca insan
Verilen sözler, tutulan sırlar,
Yağan yağmur, toprak ve hava
Karacaahmet`deki dikili taşlar da dahil
Hepsinin toplamı,
Yekun;
Sensin işte İstanbul
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
85 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Serkan ÖKÇE |
Serkan ÖKÇE HAYAT HİKAYESİ |
BİRİSİ VAR
Aramızda kalsın
Birisi var,
Taze bir somun ekmek gibi sıcak
Buğday gibi..
Rüzgarın okşaması gibi başağı
Birisi var...
Tövbe gibi
Dilimin ucunda
Birisi var
Gecenin içinde
Uzaklarda bir yıldız gibi
Ceylan gibi ürkek
Birisi var...
Suratımda,
Sıfatımda
Yürüyüşüm telaşlı
Birisi var
Bende mahkum
Onda firari
Yağmur gibi
Damla damla
Ateş gibi
Düştüğünde yüreğimi yakar
Birisi var...
İskeleye yanaşır gibi vapur
Onun bakışlarında benliğim savrulur
Yemin ederim...
Yemin ederim birisi var …
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
86 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
UNUTMA
Seni yitirmiş olsam bile
O aynalardan
Yine sen olacaksın gözlerimin önünde.
Tutamıyacağım belki ellerini
Belki de çıplaklığını örtemiyeceğim
Beyaz tüllerle.
Seni ele verecek o akşamlar
Unutma...
Nerede görürsen
Bir benzerini o durağın
Unutma söylensin yine benim şarkılarım.
Geçtikçe o kalabalık vitrin önlerinden
Işıklarda oku benim ismimi
Unutma...
Seni ele verecek o geceler
Unutma...
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
87 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
KAPAR KAPILARINI DOSTLARINA
İnsan nereye girerse girsin
Hangi çıkmazlarda
Kalırsa kalsın
Güneşin ışığından kaçamaz…
Yağmur, rüzgâr etkiler
Üşür soğuk havalarda…
Nufus cüzdanı üzerindeki
Vesikalık resmi gibi,
Farklılaşır bazı halleri...
Kendi içindekilerle yorumlar
Dışındakilerini
Sevmediklerini beğenmez
Beğendiklerini sevemez
Kapar kapılarını dostlarına...
Davranışları
Ve konuştukları farklılaşır
Zaman zaman...
Filmin « son » yazmasından
Öncesinde kalır düşüncesi
Yarı uykulu gezer
Gezerken unutur gerçekleri
Kapar kapılarını dostlarına...
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Magnanville – Mart 1999
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
88 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |
- ÖÇ
- «Işıklar evlerimize girince karanlıklar gider…»
- Üzeyir Lokman ÇAYCI
- Kişiler :
- Bekir Efendi : İşçi emeklisi (70 yaşında)
- Necmi : Bekir Efendi’nin oğlu (29 yaşında)
- Profesör Kemal : Bekir Efendi’nin erkek kardeşi (60 yaşında)
- Polis memuru
-
Bekir Efendi 40 yıl Almanya’da
çalıştıktan sonra Türkiye’ye döner. Hayatını kendisine beşiklik
yapan Bor ilçesinde geçirmeye karar verir. Oldukça yorgundur.
Türkiye’de bulunduklara süre içerisinde gerek hanımı Cavidan’la ve
gerekse tek oğlu Necmi’yle hiç ilgilenmemiştir. Onun ilgi alanında
sadece para vardır…
-
Necmi ise annesi öldükten sonra uzun
süre Türkiye’de yalnız ve başıboş kalmıştır. İçkiden başka dayanağı
yoktur.
-
- BİRİNCİ PERDE
-
(Gün yavaş yavaş ağarmaktadır… Radyo
açıktır. Bekir Efendi’nin dış kapıdan girdiği görülür. Elindeki
ekmeği masanın üzerine bıraktıktan sonra, Necmi’nin yattığı divanın
üstünü düzeltir. Yerdeki şişeleri ve eşyaları toplar, diğer kapıdan
çıkar. Tekrar gelerek ekmeği alır. Mutfakta kahvaltı yapmakta olduğu
anlaşılır.)
-
İki kapı, dolap ve pencerelerden
oluşan bir oda… Sağ ve sol duvarların bitişiğinde iki divanla, solda
divan yanında üzerinde ilaçlar bulunan bir sehpa ve ortada ise
etrafında sandalyeler bulunan bir masa… Masanın üzerinde ise
Necmi’nin çerçeveli çocukluk fotoğrafı, resimli mecmualar, eski bir
şamdan üzerinde mum, kitaplar ve radyo bulunmaktadır. Duvarda bir
ayna, sağdaki divanın yanında da, yerde yatık bulunan boş içki
şişeleri göze çarpmaktadır.
-
Radyodan «haber saati” isimli
programdan konuşmalar duyulur :
-
« Sevgili dinleyiciler, işte bir kaç
başlıkla huzurlarınızdayız. Yine zam haberleriyle sarsılacaksınız…
Yarından itibaren ejderhalar gibi pahalılık üzerimize geliyor !
Trafik kazalarında rekor kırdık! Yollar otobüslerle dolup taşıyor.
Nehir ve tren taşımacılığımız adeta yok gibi! Yurdumuzun dört
köşesinde korsanlar ha bire arabalarımızı yakıyorlar! Şer
gönüllüleri ve caniler artık korkmuyorlar! Eğitimde, ahlâkta ve
inançta seviye düştü! Meydanlara çıkanlar bilir bilmez, dinden,
imandan, ilaçtan, vatan kurtarmaktan bahsediyorlar! Yani
anlayacağınız, herkes imam, doktor, siyasetçi oldu! Aile yapımız ise
ha bire parçalanıyor… Şehirlerimiz ilgisizliğin kurbanı! Sigara ve
içki tüketiminin artması bizi korkutuyor! Ajanlar ülkemizde at
koşturuyorlar! Önemli kademelerdeki insanlarımız kaza süsü verilerek
birer birer öldürülüyorlar. »
-
Bekir Efendi : (Radyo haberlerini
dinlemektedir) Ne günlere kaldık?
-
(Radyoyu kapatır, sandalyeye
oturarak Necmi’nin fotoğrafını eline alır) Bir daha geri gelmeyecek
güzelliklerden kaçışımdan bahsediyor sanki? Kendisini unuttuğumdan,
ihmal ettiğimden bahsediyor gibi... Unutmanın kaybetmek olduğunu
bana hatırlatmak istiyor!
-
(Elindeki çerçeve ile ayağa kalkar)
Gecelerin sihirli boşluğunda kendimi kaybettiğim anları, ya da
karşılarında hiç ses çıkaramadığım haksızlıkları eğer şimdi
görüntüleselerdi acizliğim ve zavallılığım açığa çıkacaktı…
-
(Ayaktayken, eğilerek masa
üzerindeki bir mecmuanın sayfalarını karıştırır) İkiniz de
haklısınız ey kelebek ve boşluğa tekme atarken dudakları uçuklayan
eşek!
-
(Öne doğru gelir) İnişli ve çıkışlı
yollarda, gençliğimin gücünü kullanarak vefasızlık ettiğim
insanlarla ben nasıl yüzleşeceğim?
-
(Başını yukarı kaldırarak) Menfaat
kulluğu, çıkar çobanlığı ve öfke tüccarlığı yapmanın nelere mal
olduğunu şimdi gayet iyi biliyorum.
-
(Ellerine bakar) Sanki boşa
akıttığım suların içerisinde boğuluyorum.
-
(Pencerelerden dışarı bakar)
Kalplerini kırdığım insanlar beni yanlız bırakarak öçlerini
alıyorlar!
-
(Duvardaki aynaya bakarak, ağzını
açar, dişleri görünür) Daha önceden maskemi çıkarsaydım, insanlar
acımasız yüreğimle, dengesiz duygularımla ve kontrolsüz arzularımla
beni görmüş olsalardı bugün için bir tek dostum kalmayacaktı…
-
(Ortadaki masaya yaklaşır ve bir
sandalyeye oturur. Dirseğini masaya koyarak eline başını dayar) Bir
de kendi kendimi aldatıyorum… Sanki şimdi etrafım dosttan
geçilmiyormuş gibi ulu orta konuşuyorum! Çevremdekilerin adil
olamadıklarını söylesem belki biraz inandırıcı olabilir… Bana rehber
olan yanlışlıkların, suçların ve günahların sahibiyim. Düşünce
fakirliğini zenginlik olarak algılayanlar arasında yaşamanın ne
demek olduğunu dahi bilmiyorum.
-
(Sabit bir noktaya bakarak)
Zamanında öğretmenlerim keşke bana utanmayı öğretselerdi? Hırslarımı
taşımak için 40 katır yetmez… Ne yaptığıma, neyi yapamadığıma bakan
mı var sanki? Patronu olduğum toprakların çırağı olma gibi bir yöne
itildiğimi görür gibi oluyorum. Ne hale düştüm, ne hallere
düşürüldüm?
-
(Tekrar ayağa kalkar… İçerden küçük
bir tabak içinde iki parçaya bölünmüş bir elma getirir. Yarısını
yer…) Sevgili oğlum ben sana hayatında bu şekilde bir ikramda
bulunamadım. Bak… elmanın yarısını da senin için bırakıyorum… (Eline
oğlunun fotoğrafını alır… Gözleri yaşararak…) Necmi oğlum… Necmi!
Konuşsana benimle… Bir defa olsun bana “baba” de.
-
(O sırada dış kapı açılır. İçeriye
elinde içki şişesiyle, sarhoş bir şekilde Necmi girer… Odanın
ortasındaki masaya yaklaşır. Bir sandalyeye oturur. Şişeyi ağzına
dayayarak içkisinden içer. Bekir Efendi soldaki divana yaklaşır…
Üstündeki yorganı açar. Oturur. İki elinin arasına başını alarak
oğlunu izler.)
-
Bekir Efendi : Yanılgılar upuzun…
Kavramlar paramparça… Çevremizde insan avı var… Sinsice ve aptalca!
-
(Ayağa kalkar) Sen ve ben bu güne
kadar annenin yokluğunun farkına vardık mı? Ya da senin benim
varlığımdan ne hissettiğini ben bilmiyorum… Yarın da aynı şeyleri
yaşayacağız ! İhtiyaç duyulduğu zaman, faydası olmayacak bir
gelecekten bahsediyorum. Biliyorum bugün de benimle konuşmayacaksın
! Ama aslında kendi halin sana benden daha çok şey anlatıyor.
-
Ben Almanya’da inşaatlarda usta
olarak çalıştığım sıralarda duvarları şekillendirmekten zevk
alırdım. Harçlara hayallerimi karıştırırdım o zamanlar…Ama ne yazık
ki, yuvamı dilediğim gibi şekillendirmek aklımdan geçmezdi… Bu
sebeple bugünkü hayatı bu şekilde yaşıyorum. Kendi ellerimle
yüreğimden kopardığım bir varlık olarak susmakta ve bana «baba»
dememekle haklısın! Seni bende ve beni sende tüketenler utansın…
Önce kendim için, sonra da senin için söyleyeceğim bir söz var... Bu
da : «Unutmak kaybetmektir! » sözü...
-
(Necmi’nin fotoğrafı elindedir) Kısa
süreli mutluluklar uçucudur. Çoğu zaman da insanlara zararlı
olurlar. Görüyorsun ki ben yaşlandım. Yakındaki hasret, uzaklardaki
hasretten daha sarsıcı… Acıları sırtımda taşıyamıyorum. Kolay mı bir
şeyler olmak?
-
(Sessizlik… Ayağa kalkar.
Pencerelere yaklaşır.) Bak yine gece çöktü dışarıda. Korkunç
gölgeler geziyor sokaklarda. Sanki Bağdat’ı görüyorum, kıpkırmızı
bir kan denizinin ortasında. (Necmi’ye dönerek) Bakışların soğuk…
Ellerin titriyor senin…
-
(Necmi’nin gözleri irileşir… Ayağa
kalkar ve Işığı söndürür. Perde kapanır)
-
- İKİNCİ PERDE
-
(Gün yavaş yavaş ağarmaktadır …
Radyo açıktır. Dış kapıdan giren Bekir Efendi elindeki ekmeği
masanın üzerine bıraktıktan sonra, Necmi’nin yattığı divanın üstünü
düzeltir. Yerdeki şişeleri toplar, diğer kapıdan çıkar. Tekrar
gelerek ekmeği alır. Mutfakta kahvaltı yapmakta olduğu anlaşılır.)
-
“Haber saati” konuşmaları radyodan
duyulur :
-
“Sevgili dinleyicilerimiz sizlere
şimdi aldığımız bir haberi ulaştıracağız…Gıda dağıtım işinden
denizcilik sektörüne geçen Orak, Safra adlı kuru yük gemisiyle
taşımacılık yapacak… Yani kaşla göz arasında 40 yıl gurbette
çalışmadan, Orak, kısa sürede koskoca bir geminin sahibi oldu. 95.7
metre uzunluğundaki geminin piyasa değerinin ikinci elde 5 milyon
dolar olduğu belirtiliyor. Geminin kapasitesinin 200 TIR’ın taşıdığı
yük değerinde olduğu da her yerde allandıra ballandıra
anlatılıyor... Bugünkü iktidarla ilgili haberler bununla da sınırlı
değil… Yüzsüzlük bulaşıcı bir hastalık gibi birinden diğerine
geçiyor… Osuman Küpe’nin oğlunun da gemi işletmeciliğine merak
sardığı iddia edildi. Küpe’nin oğulları Mimat Hilad, Simail Küpe ve
Yalha Küpe’nin ortak oldukları Buz İnşaat adına 9 trilyonluk teşvik
temin edilerek, Çin’den gemi aldıkları haberleri soğuk rüzgâr gibi
ortalıklarda dolaşıyor.
-
Ayrıca Osuman Küpe’nin oğullarının
600 evi olduğu iddiası ise piyasaya bomba gibi düştü! Gözler diğer
oğullarına çevrildi.
-
Kepekkatan’ın oğlunun ardından
Yüzali Şimşek’in oğlunun gemi alması siyasi kulislerin gündemine
oturdu. Yüzali Şimşek’in 24 yaşındaki oğlu Serkan Şimşek kız kardeşi
ile 10 milyar lira sermayeli şirketi adına 720 milyar liraya Mo-Mo
gemisi satın aldı. Bunlar bu halleriyle kendilerini kalkındırmaya
çalışıyorlar. Gemilerini kurtaran kaptanlar denmez mi bunlara?
-
Sevgili seyircilerimiz burada bu
gibi iktidar faaliyetlerini anlatmaya ne gücümüz yeter, ne de
vaktimiz? Bu sebeple sizi bu konuları bizzat takip etmeye
çağırıyoruz... Biliyorsunuz, hiçbir zaman felaketler sırıtarak
gelmezler. Bu kafalardan kendi çocuklarınız için en ufacık bir ilgi
bekliyorsanız havanızı alırsınız. Bunlara oylarınızı verdiğiniz
için, sizlere onlar adına ne kadar teşekkür etsek az... Hiç olmazsa
bundan sonra da bu zavallıların devlet imkanlarıyla diğer
ihtiyaçlarını karşılamalarına da vasıta olacaksınız. İyi ki
varsınız. Sizin kıymetinizi bilmeyenler taş olsunlar!
-
Bekir Efendi : (Radyo haberlerini
dinlemektedir) Ağzına sağlık! Ne kadar güzel konuştun! Bir de benim
gibi 40 yıl gurbette şuursuz çalışanlara çocuklarının yalnız ve
kimsesiz bırakılmalarına, yüreklerinden duygularının sökülüp
atılmalarına sebep olan çıkarcılardan, hainlerden de bahset!
Biliyorum pusudaki kafalar av peşinde! Din maskesi altında
yetkilerini sıçrama tahtası gibi kullananlar var. Zayıf noktalar
daima sırıtıcı oluyorlar... Cahillikler acizliklerin örtüsü... Bu
cılız örtüler çekildikçe çirkinlikler açığa çıkıyor ve etkinlikler
çöküyor!
-
Bekir Efendi : (Radyoyu kapatır,
oturur, oğlunun resmini eline alır) Bizi Almanya’da da burada da yok
farz ettiler. Bizim oralarda ağa gibi yaşadığımızı düşünenler var!
Onlara göre sanki para süpürdük! Yürürken... gezerken... yatarken
ceplerimiz marklarla doluyormuş gibi algılandık! Seni böyle
yorumlayanlar karşısında göz göre göre unutuldun... Sonra da
kayboldun! (Derin derin iç çeker) Bir gün olsun... bir kez olsun
sen orada ne bok yiyorsun diyen olmadı... Onlar için lâf üretmek iş
yapmaktan daha kolay!
-
Vay Necmi’m vay! Daha çooook
resminle avunacağım. Hiç olmazsa sen yokken dilediğim gibi
konuşuyorum. Kim bilir şu an benim paralarımla hangi kahvehanenin
köşesindesin? Önünde rakı... dut yemiş bülbül gibi hiç sesini
çıkarmadan buraya geleceğin, yani zıbaracağın vakti gözlüyorsun.
Sen orada kalabalık içinde yalnızsın... Ben burada kendi içimde
yalnızım... Ahhh farkına varamadığın bir tek şey var?
-
(Sessizlik, müzik, ayağa kalkar.
Duvardaki aynaya doğru yaklaşır...)
-
Bekir Efendi : (Aynaya bakarak kendi
görüntüsüyle konuşur) Ahhh... farkına varamadığın bir tek şey var...
dedim ya? Bu da hayatın kısalığı...
-
Ömür geçip gidiyor... Dün tuttuğunu
koparıyordun... Bugün oğluna sözünü geçiremiyorsun! 70 yıllık koca
herif! Hıyar oğlu hıyar!
-
(Oda kapısından çıkar, sonra bir
kitapla içeriye girer... Masaya doğru yaklaşır ve sandalyeye oturur.
Kitaptan bir sayfa açar, yüksek sesle okur)
-
- Zamanın ikinci yüzü karanlık
- Önümüze çıkan bir çok şeyler var...
- Fark etmediğimiz...
- Yanından geçip gittiğimiz gerçekler gibi!
- Düşmanı bol...
- Zengini aptal
- Fakiri çaresiz
- Okumuşu gayesiz
- Bir toplum...
- Böyle giderse
- Yaşının götürdüğü yerden
- Bir daha
- Geri gelemez Halil Usta...
-
(O sırada dış kapı açılır. İçeriye
elindeki içki şişesiyle, sarhoş bir şekilde Necmi girer… Odanın
ortasındaki masaya yaklaşır. Bir sandalyeye oturur. İçkisinden
içer. Bekir Efendi soldaki divana yaklaşır… Üstündeki yorganı açar.
Oturur. İki elinin arasına başını alarak oğlunu izler.)
-
(Necmi de babasına doğru başını
çevirir… Göz göze gelirler. Perde kapanır.)
-
-
- ÜÇÜNCÜ PERDE
-
(Gün yavaş yavaş ağarmaktadır… Radyo
açıktır. Dış kapıdan giren Bekir Efendi elindeki ekmeği masanın
üzerine bıraktıktan sonra, Necmi’nin yattığı divanın üstünü
düzeltir. Yerdeki şişeleri toplar, diğer kapıdan çıkar. Tekrar
gelerek ekmeği alır. Mutfakta kahvaltı yapmakta olduğu anlaşılır.)
-
İki kapı, dolap ve pencerelerden
oluşan bir oda… Sağ ve sol duvarların bitişiğinde iki divanla, solda
divan yanında üzerinde ilaçlar bulunan bir sehpa ve ortada ise
etrafında sandalyeler bulunan bir masa… Duvarda « Ayıyı nereye
götürürseniz götürün kendisini ormanda sanır!» yazısı bulunan bir
tablo asılıdır. Masanın üzerinde ise Necmi’nin çerçeveli çocukluk
fotografı, resimli mecmualar, eski bir şamdan üzerinde mum, kitaplar
ve radyo bulunmaktadır. Duvarda bir ayna, sağdaki divanın yanında
da, yerde yatık bulunan boş içki şişeleri göze çarpmaktadır.
-
Radyodan «haber saati” isimli
program konuşmaları duyulur :
-
« Sevgili dinleyiciler, işte bir kaç
konuyla tekrar huzurlarınızdayız. Uzun bir yolun çıkış
noktasındasınız! Ayaklarınızı ne kadar uzağa atarsanız atın oradan
hasret çıkıyor... Çeviremeyecekleri dümenlerin başlarına geçenler,
perakende yalanlarla acılarınıza ıslık çalıyorlar. Onlar kötülük
yaparak rahatlıyorlar... Bizleri tüyleri yolunacak tavuk gibi
görenler var! Kemerlerinizi bağlamayı unutmayın... Çünkü sizi
güvenliksiz bir geçitten geçirmeye zorluyorlar. İftiraların
önlerindeki kargaşalıklardan, mahkemelere intikal ettirilen
dayanaksız dosyalardan, ceza şekline dönüştürülen suçlamalardan
medet umanlarla karşı karşıyasınız... Yüzlerinden nefret yağan
ahmaklar, tecavüze uğramış aynalardan, zurnaların ucundaki
sineklerden, türban adı altında rahibeleştirilen kadınlardan, kâtil
kamyonlardan hiç söz etmiyorlar.
-
Telefonlarınızın hukuksuz bir
şekilde dinlenebileceğine dair kuşkularınıza hak verenler çok!
Halleriyle dini yalanlayanlar her an size de çamur atabilirler…
Cilalı siyaset devrinde siz de mağdurlar listesinde yer
alabilirsiniz ! Biliyorsunuz kablumbağalar çiftetelli oynamasını
bilmezler! Onlar başarısızlığın dokunulmazlığı ve zayıflığın
gücüyle, masumları kovalama ekibi gibidirler. Yaşadığınız şehirde
size ait neyiniz kaldı? Şimdi ulu orta yapılan bir kötülüğün kırk
yamasından bahsediyor herkes ! Yıpratılmamış bir tek şey gösterin
bana… Sanki onlar sizden öç alıyorlar. Siyasi tercihlerini sizden
yana yapmayanların bulundukları yerlerde kalma ihtimallerinin
ortadan kalktığı da gözlenmektedir ! Başkalarının bastonlarıyla
yürüyenler uzaklara asla gidemezler… »
-
(Kapının zili çalar. Bekir Efendi
kapıyı açar. Kardeşi Profesör Kemal elinde bir valizle içeriye
girer. Kucaklaşırlar. Valizi, karşı duvarın dibine konulur.)
-
Bekir Efendi : (Radyoyu kapatır) Hoş
geldin kardeşim. Yıllarca birbirimizi göremedik... Saçların da
benimkiler gibi bembeyaz olmuş! Nasılsın, iyi misin? Emekli oldun
mu?
-
(Profesör Kemal çeketini çıkarır.
Her ikisi birden ortadaki masanın kenarındaki sandalyeleri çekerek
otururlar.)
-
Profesör Kemal : Evet ağabey, hemen
hemen on yıl oldu birbirimizi görmeyeli. Seni ve bende izleri olan
çevremi oldukça özledim. Hepimiz birbirimizden uzaklarda yaşamaya
zorlandık… Anlayacağın hasret, gurbet derken yılları tükettik!
-
Bekir Efendi : Olumsuzluklar
içerisine itildik… Birileri de dayanma gücümüzü alıp gittiler.
-
Profesör Kemal : Necmi nerede ?
-
Bekir Efendi : O bir kahvehane
köşesinde günlerini hiç ediyor... Her gün tirit gibi sarhoş geliyor
eve… Beni sevmiyor. Benimle konuşmuyor. Adeta benden öç alıyor. Yani
ektiklerimi biçiyorum ben!
-
Profesör Kemal : Demek alkol
bağımlısı oldu...
-
Bekir Efendi : Hem kendini kontrol
edemiyor, hem de çevresini tanımıyor. Yani o küçük Necmi’nin yerinde
başka bir kişi var!
-
Profesör Kemal : Hiç kimse
kendisini sorgulamıyor. Dayanaksız ithamlar, kuşku üreten ön
yargılar, gerçekleri gizleyen örtülerle karşı karşıyasız. Bu
sebeplerle senin gücünün yetmediği yerlerde sorumlulara,
destekçilere veya devlet otoritesine de rastlayamıyoruz. Geçen gün
televizyonda konuşmasını dinledim devam eden Fener yolsuzluk
davasıyla ilgili olarak : “Falan ülkede, falan dernek yöneticileri
suiistimal yapmış. Bunun sorumlusu da sizsiniz diyorlar. Bana ne ya.
Bana ne. bir derneğin yöneticileri yanlış yapmışlarsa,
yargılanmışlarsa, buna ne?” dedi.
-
Bekir Efendi : Tarihe, tarihi
değerlere hakkını vermek seviyeli bir bakışla mümkündür.
Vatanseverleri ve Atatürk gibi değerleri suçlayanlardan ben inançla
ilgili, insani tavır beklemiyorum. Onlar kendi çocuklarını ve
yakınlarını kurtarma mücadelesi veriyorlar. Yolsuzluluklarla
çevrili yüksek duvarlar ardında saltanat süren bu kişilere bizim
halimiz bedduaya çevrilerek yansıyacak! Yani ben sorumluluk
mevkilerinde bulunan bu kişilerin geleceklerini de iyi görmüyorum.
-
Profesör Kemal : Otobüsle Bor’a
gelirken yanımda oturan bir şahsın bana anlattıkları da Deniz
Feneri davasındaki suçlamalardan hiç geride kalacak şekilde
değildi. Kendisi Paris’te çalışıyormuş. Onuncu Paris’in Strasbourg
Saint Denis bölgesinde bulunan Milli Görüş’e ait 64 Numara diye
anılan caminin bu gün yerinde yeller esiyormuş. 6 – 7 yıl öncesine
kadar cami alacağız vaatleriyle 9 milyon Frank’a yakın para
toplandığı söyleniyormuş. Para fabrikası gibi çalışan bu yerde,
kitapçılıktan, lokantacılığa... Bakkallıktan kasaplığa kadar bir çok
iş yeri de faaliyet gösteriyormuş... Cami alınmadığına göre toplanan
paraların nereye gittiğini vatandaşlar birbirlerine soruyorlarmış!
-
Otobüste benim önümdeki koltukta
oturan bir vatandaşımız da : «Ülkemizin dışındaki vatandaşlarımızın
karşılaştıklarından bahsediyorsunuz... Biz de burnumuzun dibinde
bize yansıyan olumsuzluklardan rahatsızız! Adeta denetlenmesi
gerekenlerin dokunulmazlıkları var! Denetleme yapması gerekenlerin
de bir şekilde etkisiz hale getirildiklerini görüyoruz.
Birbirlerinin adamları olanlar ister huzur evlerinde olsun, ister
bir başka hizmet alanlarında olsun tecavüzlerin, yolsuzlukların ve
baskıların görmezlikten gelinmesini sağlıyorlar! Olan üçüncü
şahıslara yani mağdurlara oluyor. Bu gibi yerlerde hukuk
işletilmiyor... Yarın bu tür kanunsuzluklara kaynaklık yapmış olan
kişilerin belediye başkanlıklarına getirilmelerine veya milletvekili
adayı olmalarına da hiç şaşırmayın » dedi.
-
Ankara’ya indiğimde kömür
kullanılarak havası kirletilmiş bir başşehirle karşılaştım.
- Gelirken bir baktım, ilçemizdeki Özden Çayını kurutmuşlar.
Dereye yığınlar halinde betonlar dökülmüş. Hatıralarımızın kaynağı
bu dereyi kurutmadan önce ne yapıp ne edip sularla besleyemezler
miydi? Dünyanın hiç bir yerinde ırmaklar, nehirler ve kanallar
kapatılamaz... Onlar gelelecek için toplumların güven alanlarıdır.
Yarın, bir gün ihtiyaç duyulduğu anda çevreden gelen sel sularını
taşıyacak bu ırmağı kapatanlar, çevrenin sel sularıyla harap
olmasına sebep oldukları anlarda lanetle anılmayacaklar mı?
Yarınları niçin düşünmüyorlar?
- Her zaman tekrarladığım bir sözüm var : İnsanlar kendilerinden
uzaklaştıkça kötülüklere yaklaşırlar.
-
(Kapının zili çalar. Her ikisi
birden ayağa kalkarlar.)
-
Bekir Efendi : Necmi bu saatte
gelmezdi? Hem o anahtarıyla açardı kapıyı... Hayırdır inşallah!
-
Bekir Efendi kapıyı açar... Profesör
Kemal de merak içerisinde onun yanındadır.
- (Bir polis memuruyla karşılaşırlar.)
-
Polis : Oğlunuz Necmi’ye bir kamyon
çarptı... Olay yerinde can verdi. Araştırmalarımıza göre amcasının
Amerika’dan geldiğini görenler ona söylemişler… O da buraya gelirken
koskoca kamyonu fark etmemiş. Cenazesi morga kaldırıldı. Başınız sağ
olsun!
-
(Her ikisi de giyinerek dışarı
çıkmak üzeredir.)
-
Bekir Efendi : Oğlum... Biricik
yavrum... Seni de kaybettim... Bizi bu hallere düşürenleri ALLAH’a
haval ediyorum. Ben yitirdim, ne olur siz sevdiklerinizi
kaybetmeyin?
-
Profesör Kemal : (Ceketini
sandalyenin üzerinden alır) Biricik yeğenim beni göremeden hayatını
kaybettin… Ben de sen çok özlemiştim. (Hüzünlü bir müzikle her
ikisi de ağlayarak dışarı çıkarlar. Perde kapanır.)
Bor, 13.12.2008
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
89 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
 |
Üzeyir Lokman ÇAYCI |
Üzeyir Lokman ÇAYCI HAYAT HİKAYESİ |



|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
FİKİR DERGİSİ BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
|
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
05. SAYI FİKİR DERGİSİ
NE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ 01/02/2009 |