Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!

 
 
YAYINLANAN YAZILAR ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDE YAYINLANMIŞ KÖŞE YAZILARIDIR. YAZILAR YAZARLARIN KENDİ FİKİRLERİDİR. KENDİLERİNİ BAĞLAR; SİTEMİZİ BAĞLAMAZ.
BU SAYFA Gürsel Yayınevi  İLE Çorum Anadolu Gazetesi arasında yapılan anlaşma gereği sizlerin görüşüne sunulmuştur.
KOPYALANIP ALMAK İÇİN SİTEMİZDEN,ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDEN VE YAZARLARIN KENDİLERİNDEN İZİN ALINMASI GEREKMEKTEDİR. KÖŞE YAZILARI SAYFA SIRASINA GÖRE HAZIRLANMIŞTIR.

25/11/2004 32. Sayı
YAZILARIMIZ
DEĞİRMEN Halil GÜLEZ PİR SULTAN ÜLKESİNİ ARIYOR!/BAŞKA KADIN SENDROMU

BAKIŞ Gülcihan SABANCILAR TEZATLIK

ÇORUMLU Mahmut Selim GÜRSEL MÜREKKEP YALAMAK

 

 
 
 
 
 

 01

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
PİR SULTAN ÜLKESİNİ ARIYOR!
 
"Bize de Banaz'da Pir Sultan derler/ Bizi de kem kişi bellemesinler"
Evet, Pir Sultan ülkesini arıyor.
O da nereden çıktı demeyin.
Pir Sultan, Hızır Paşa tarafından asılalı, neredeyse 414 veya 444 yıl oluyor.
Tarihçiler henüz, Pir Sultan'ın ölümü üzerinde görüş birliğine varmış değiller. Bir rivayete göre, Pir Sultan 1560, bir rivayete göre ise, 1590 yılında asılmış. Yani Osmanlı da Kanuni Sultan Süleyman Dönemi.
Sivas'a Vali olarak atanan Hızır Paşa, o yıllarda düzene başkaldırı şiirleri yazan Pir Sultan'ı birkaç kez uyardıktan sonra, Pir Sultan'ın ünü, Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a kadar gider.
Hızır Paşa, Kanuni Sultan Süleyman'dan af dilemesi ve de şiirlerinde "Şah" deyimini kullanmaması halinde Pir Sultan'a asılmayacağı tebliğsini yapar ama, Pir Sultan, "Ben de bu yayladan şaha giderim" Der.
Pir Sultan, Hızır Paşanın teklifini şiddetle reddeder. Bunun üzerine Hızır Paşa, Pir Sultan'ın önce taşlanmasını ve sonra da asılması emrini verir. Ne hazindir ki, Pir Sultan'ı taşlayanlar arasında en yakınları da vardır.
Bunun üzerine Pir Sultan, "İlle Dostun gülü yaralar beni" diye şiir yazar.
Hem de zulmün ve zalimliğin en acımasızlığına karşın.
Pir Sultan Katil değildi. Hiç kimseyi de incitmemişti.
Öyleyse niye idam edildi?
 
….
Pir Sultan, yazdığı şiirlerle Osmanlıyı rahatsız etmişti. Çünkü, Osmanlı zevki sefaya dalmış,hatta bir inanç grubuna karşı tüm acımasızlıklarıyla saldırıyorlardı. Kanuni Sultan Süleyman dönemiyle de yükselme devri sona ermiş, duraklama devri başlamıştı.
Osmanlı padişahlarının neredeyse tamamının anaları ya Rum, Ya Ermeni, ya da başka bir ulustandı. Bu nedenle de, bu gün bir çok çevrelerde, Osmanlının Türk olup olmadığı iyiden iyiye tartışılıyor. 
Gazete de yaptığımız bir haber üzerine, Osmanlıya yönelttiğimiz eleştiriler kimi çevreler tarafından tepkiyle karşılandı.
Bu gün Osmanlıyı baş tacı eden çevrelerin aslında, beyinlerinin gerisinde Atatürk'ü unutturma var. Ben de bu nedenle Osmanlıyı irdeleme gereği duyuyorum.
Hiçbir zaman, tarihin hiçbir döneminde Osmanlıyla Atatürk'ü kıyaslayamayız.
Tarihe bir bakın. Osmanlının mücadele ettiği beyliklerin tümü yine Türk beylikleriydi. Ancak, nice sonraları batıya, yani Balkanlara açılmak istediğinde, Hıristiyan aleminin küçük bir bölümüyle karşılaşmıştır.
Oysa Atatürk'ün verdiği Kurtuluş Mücadelesi, Türkiye'ye hiçte sınırı olmayan yani Haçlı Ordularını oluşturan ülkelere karşı verilmiştir.
Örneğin, İngiltere ve Fransa'nın Türkiye'yle hiçte sınır komşuluğu bulunmuyor.
Bu nedenle de Osmanlıyla Atatürk'ü aynı kefeye koymak isteyenler, mutlaka Türk tarihini inkara kalkışanlardır. Ve de hilafet özlemi duyanlardır.
Ayrıca son Osmanlı imparatorlarının, en başta İngilizlerle kurdukları iş birliği de işin cabası.
….
Osmanlıyı bu kadar irdeledikten sonra,asıl konumuz olan Pir Sultan'a dönecek olursak.
Pir Sultan'ın yaşama dönemi de, 1517 Çaldıran savaşından sonra özellikle, o günün Alevileri üzerinde yoğunlaşan baskı ve kıyımlara rastlamaktadır. Bünyesinde bulunan tüm gayrimüslimlere alabildiğine hoşgörülü olan Osmanlı, ne yazık ki, kendi ırkından olan ve öz be öz Türk olan Alevilere karşı tüm acımasızlığını sergiliyordu.
İşte Pir Sultan'ın yaşadığı dönem de bu döneme rastlamaktadır.
Pir Sultan yazdığı şiirlerde insan  sevgi ve dayanışmasının yanı sıra, kendi yaşadığı bölgelerde baskı, kıyım ve zulme uğrayan insanlara da arka çıkar.
Pir Sultan'ın dile getirdiği baskı ve zulüm, yine ne hazindir ki, kendi kellesini de götürür. Pir Sultan, kellesinin gideceğini bile bile baskı, kıyım ve zulme yiğitçe direnir.
Yine ne hazindir ki, Hızır Paşanın temsil ettiği Osmanlı, Pir Sultan'ın en yakınlarına bile, Pir Sultan'a işkence edecek duruma getirmiş, hatta baskı ve şiddetle zorunlu tutmuştur.
Geçtiğimiz günlerde açıklanan Avrupa Birliği Raporunda, ne yazık ki, yine Osmanlının baskı ve kıyımına uğramış olan Aleviler, azınlık olarak sayılmıştır. Alevilerin Türkiye'de azınlık sayılması, aleviler arasında da tepkiye neden oldu.
Aslında Alevilerin, Türkiye'de azınlık sayılması, Avrupa Birliği ülkelerinin ve Amerika'nın Türkiye'de ileride neler yaşanacağının da açık göstergesi. Bu güne kadar, Türkiye'de meydana gelen şiddet olaylarının perde gerisinin incelendiğinde, yine aynı ülkelerin uyguladıkları senaryoları görmek olası!
Yine bu çerçevede, önümüzdeki yıldan itibaren Alevilik, ders kitaplarında da yer alacak. Ancak, İslamiyetlin bir alt grubu olarak! Aleviliğin İslamiyetlin alt grubu olup olmadığı beni fazla ilgilendirmiyor ama bu gün mezhep sahibi imamların hocalarının İmam Cafer olduğu konusunda da bilgim var. İslamiyet’te ilk mezhep sahibi İmam Cafer olduğuna göre,diğer mezhep sahipleri yüz yıllar sonra doğduğuna göre,  ve de Aleviliğin mezhep önderi de İmam Cafer olduğuna göre, Alevilik nasıl İslamiyetlin alt grubu olur, onu da ben anlamıyorum.
Pir Sultan Abdal'da İmam Cafer'in önderliğini yaptığı şii mezhebindendir. Yani Türk Alevi’sidir. Tıpkı Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi.
…. 
Aleviler, yine Osmanlı döneminde olduğu gibi, bu gün de açık bir saldırı altındalar. Yalnız, bu saldırıların odak noktası da Türkiye değil, Avrupa Birliği ülkeleri ve Amerika'dır. Bu durumda, Alevilerin çok uyanık olması ve üzerlerinde oynanan oyunlara gelmemesi gerekir. Haaa.. bu güne kadar aleviler üzerinde çeşitli oyunlar oynanmamış mıdır, elbette oynanmıştır. Baksanıza, hiçbir yöneticisi alevi olmayan bir siyasi parti bile, yıllardır Alevileri alabildiğine sömürmüştür. Bu güne kadar Alevilerin hak ve çıkarları adına parmağını bile oynatmayan o siyasi parti, yalnızca Laiklik ve Atatürkçülük adına Alevilerin utanmadan ve de sıkılmadan sırtından inmemektedir.
Bu durumda Alevilere düşen görev, önce kendileri üzerinde oynanmak istenen oyunlar konusunda oldukça bilinçlenmeleri ve tavırlarını üzerlerinde oynanan oyunlar üzerine geliştirmeliler.
Bunun yolu da, Alevi önderleri, Yunus Emre, Hacı Bektaşı Veli, Pir Sultan Abdal'ın izlediği sevecenlik, doğruluk Hoş görü, insan sevgisi ve de direnç noktalarında sağlam durmalarından geçiyor.
Ne yazık ki, bu güne kadar üzerlerinde oynanan oyunlar sonucu aleviler, bu gün inanç felsefelerinin bel kemiğini oluşturan dayanışma ruhundan hızla uzaklaşmaktalar. Bunun sonucu da, her türden oyuna açık hedef haline geldiler.
İşte, Avrupa Birliği tarafından hazırlanan "Azınlık Raporu" bu oyunların açık bir göstergesidir.
….
Tarihin birçok döneminde hak mücadelesi veren Aleviler, bu gün de yeni bir hak mücadelesiyle karşı karşıyalar. Haksızlıklara kimi zaman karşı koymalar, şiddete, baskıya ve kıyıma yönelebilmektedir.
Ne yazık ki, Türkiye'nin başında da Osmanlı hayranlığıyla bilinen ve kimi zaman Atatürk'le Osmanlıyı kıyaslamaktan sakınmayan bir iktidar var. Böylesi bir iktidarın, Alevilere istedikleri hakları verilmesinin beklenmesi en azından safdillik olur. Öyleyse, Alevilerin hak alma mücadelesinde, en azından kendi aralarındaki birlikteliğin bir an önce gerçekleşmesi de kaçınılmaz olacak.
Aleviler bu birlikteliklerini nasıl sağlar ben bilemiyorum ama, bildiğim bir gerçek var ki, iş başında bulunan iktidar, bu güne kadar kendisi aleyhinde olabilecek çevreleri susturmakta oldukça başarılı. Örneğin, ulusal medyayı nasıl mum gibi yaptı, her gün ibretle izliyorsunuz.
Alevilere de aynı oyunları oynamaması, içten bile değil.
Alevilerin yapması gereken, inanç felsefelerinin gereği olarak birlikteliklerini sağlamlaştırmak ve de bir yerlere yamanmak isteyen ve de önder geçinen sahtekarları derhal saf dışı etmek.
Yani, Alevilere yeni Pir Sultan Abdal'lar gerekiyor. Ve de Pir Sultan Abdal'lar ülkesini arıyor.
Bakalım bulabilecekler mi?
Dikkatli olun, Hızır Paşa sayısı oldukça çoğaldı.
 
BAŞKA KADIN SENDROMU
Günümüz kadınlarının bir çoğunda, kendi erkeklerine karşı başka kadın sendromu var. Bu sendrom kimi evlilikleri içinden çıkılmaz hale de getirebiliyor. Başka kadın sendromu yaşayan kadınlar, ilk başta kendileri mutluluklarına gölge düşürdüklerinden kimi zaman evlilik bitinceye kadar da haberleri olmuyor.
Evlilik temellerinin sağlam olarak ayakta kalabilmesinin yolu, ilk başta eşlerin birbirlerine olan güvenleriyle eş anlamlıdır. Bu eş anlamlılığın devamı yolunda, güveni kaybeden taraf evliliğin, daha da ötesi mutluluğun yok olmasının ana nedenidir.
Bir gün bir dost sohbetinde, evin kadını kocasının çok çapkın olduğundan hayli dem vurduktan sonra, "Eğer bu davranışlarına devam ederse, mutlaka boşanma davası açacağım" dedi.
Kadını dinledikten sonra, eşini tanıdığımı, hem de çok yakından tanıdığımı, öyle bir şeyi olursa da mutlaka bilebileceğimi söyledikten sonra, " Gel, yanlış bir adım atma, sonra ilk mutsuz olacak sen olursun" Dedim.
Kadın kafasına koymuştu, kesin ayrılma kararlılığındaydı. Nitekim, bir süre sonra ayrılma kararı verdiklerini duydum. Bunun üzerine yine, evlerine giderek vaz geçirmek için uzunca bir dil döktüm ama, maalesef başarılı olamadık.
Aradan birkaç ay geçmişti ki, birden boşandıklarını duydum.
Yine aradan birkaç ay daha geçtikten sonra, kadının bir başka erkekle evlendiğini duydum. İşin ilginci erkek hala bekarlığını sürdürüyordu. Kadının sonradan evlendiği adamı da tanıyordum.
Bir gün kadınla bir yerde karşılaştım. Kendisine yeni evliliğinin nasıl gittiğini sordum.
Kadın bana bir dert yandı, bir dert yandı, sormayın gitsin. Meğer eski kocasını nasıl seviyormuş, kendi kocasına ne kadar haksızlık yapmış.
Uzunca bir süre dinledikten sonra, " Ben sana kendi evinde tüm bunları anlatmamış mıydım" dedim.
Sustu ve yalnızca, " Son derece haklıymışsın" dedi ve ayrıldık.
Bu konuşmanın üzerinden birkaç gün geçmişti ki, kadının ilk kocasıyla karşılaştım. Hal hatırdan sonra, geçmişteki evliliğinden söz açtım.
Adam hiçbir şey söylemeden başladığı ağlamaya.
Ağlaması dindikten sonra, kendisinin hala karısını sevdiğini ve mümkün olsa da geri evlenebileceğini söyledi.
Aslında bu ailenin yıkılmasının tek nedeni, karısında bulunan "Başka kadın sendromu"ydu.
Yani bir kadının beyin gerisinde bulunan karanlık bir nokta kos koca bir evliliği çam gibi devirmişti.
Bir erkek gözüyle bakacak olursak, başka kadın sendromu yaşayan kadınlar, mutlaka bilgi ve gelişme düzeyinden eksik kadınlardır. Bilgi ve gelişme düzeyine erişememiş kadın, eşinin sürekli kendi yerine koyabileceği bir başka kadını hayal edebilmektedir. Başka kadın hayaliyle eşini sıkboğaz eden bir kadın, bilmiyor ki adım adım evliliklerini çöküşe götürüyor.
Bir erkeğin evinden uzak, başka yerlerde, bir şeyler araması, (Başka kadın, alkol, kumar vs..) kesinlikle bilinmelidir ki, evindeki eşinin yakından ilgisi vardır. Bu ilgiden bihaber olan başka kadın sendromu yaşayan kadınlar, en azından kendi mutluluklarına yine kendi elleriyle gölge düşürdüklerinden de bihaberdirler.
Başka kadın sendromu yaşayan kadınlara önerilerim, önce kendisinin kadın olarak ne kadar yeterli olup olmadıklarını bir kez daha gözden geçirmeleri gerekiyor.Yeterli olmadıkları yönlerini saptadıkları taktirde de bunu gidermenin tek yolu bilgiden geçiyor. Yani, önce kadın olarak kendisinden beklentilere bilimsellik katması gerekiyor.
Eğer bilgiye ve öğrenmeye kapalı bir modelseniz, burada yapacağınız şey, erkeğinizin özelliklerinden hareketle onun nelerden hoşlanıp nelerden nefret ettiğini davranışlarından anlaya bilirsiniz. Ancak, bu durumda da kafa yormanız gerektiği için, en azından sizin yaşadığınız sendromu yaşamayan başka kadınların davranışlarını öğrenebilirsiniz. 
Eşinizin gelir düzeyini ne aşağılayın, ne de abartın. Çünkü günümüz dünyası, kimi zaman insanların hak ettikleri kazancı sağlayamaması gibi bir durumu da dayatıyor. Hayatın zorlukları karşısında direnemeyen kadın, asla mutlu kadın olamaz.
Eşinizin eve geliş gidiş saatlerini veya iş yerinde bulunduğu ortamı asla sorgulamaya kalkmayın. Çünkü eşiniz, eve geliş gidiş saatlerinde veya iş ortamında bulunan durumlarda, kimi zaman elinde olmayan durumlarla karşılaşabilir.
Eşinizle katıldığınız ortak toplantılarda, eşinizin serbest hareket etmesine sağlayacağınız olanak, mutlaka size geri mutluluk ve onur olarak geri dönecektir.
 …
Buraya kadar yazdıklarımızı özetleyecek olursak. Bilgisizlik cehaletin en uç sonucu olduğundan hareketle, ilk başta insan olma bilinciyle, önce yaşamı ve insanı öğrenmenizde yarar olacaktır. Başka kadın sendromu içinde baskı altına almaya çalıştığınız eşiniz, bir gün gelir elinizden uçar gider.
O zaman da yaşadığınız sendromun size ne yararı olur, onun orasına da siz karar verin.
 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

TEZATLIK
İnsan mı? Melek mi? Köle mi?
Karar verin beyler!
 
 
Evleninceye kadar üzerine titreyerek kızın ailesinin kapısını kaç kez aşındıran,gereğinden fazla ilgi ve özen gösteren,eve getirdikten sonra 180 derece dönerek adını el kızı (gelin) oldu diye sorunlar ve sorumluluklar yumağı içinde bocalamaya itelen gençlerimiz. Neden kendi çocuğumuz gibi görmemeye başlıyoruz,gereken sevgiyi neden esirgiyoruz. İkilem yaşayan gençlerimizde sonrada saygıda kusur etmeye başlayınca kendi kendimize kırılmaya olayların dozunu yavaş,yavaş artırmaya başlıyoruz. Oysa büyük biziz ne kadar iyi davranışlarla örnek olursak o kadar saygı görürüz.
Evlenilecek kişilerde ilişkilerde eşlerin birbirine bir çok yönden denk olması gerekir diye düşünüyorum. Sosyal çevresi,yetişme tarzı,kültür düzeyi,tahsili ne kadar hayatı iyi ve olumlu gözlemleyebildiği konusunda olaylara ve hayata karşı karşılaştığı sorunlara karşı alacağı davranış biçimi çok önemli. Bu konularda paralel düşünebilmek,birlikte karar alarak çözüm üretebilmek için denk olmak yada eksikleri gidermek ve insanların kendisini yenilemesi gerekir diye düşünüyorum. Bizler olduğumuz yerde sayarken zaman değişiyor,bizim de hem zamana hem eş ve çocuklarımızla aramızda oluşan uçurumu yok etmek için kendimizi insan olarak yenilememiz gerekir. Sözüm sadece kadınlara değil erkeklerinde kendisini yenilemesi gerekir. Çünkü kadınların çoğu yeniliğe açık.
Hala feodal toplum kurallarının ağır bastığı,endüstri toplumunun yaşam biçimine alışamadan,bilgi toplumunun nimetlerinden yararlanmaya alışmadan (ekonomik özgürlüğünü elde etmeden) evlenmeye karar veren gençler ne kadar birbirlerini sevseler de evlendikten sonra birlikte oturmaya mecbur olduğu,erkek egemen bir toplumda yaşadığımız için,erkeğin ailesi gelini eve alınmış kendi eşyaları gibi göstererek her türlü sorumluluğu geline yüklemeye büyük sorumluluklar vererek ezmeye,başarılı olamayınca da erkeği vezir edende rezil edende kadındır diye suçlama hemen hazır...
Küçük yaşta alınan gelini huylarına sularına göre yetiştirirlermiş,hangi vicdana sığar o yaştaki çocuğa bu kadar sorumluluk yüklemeye (bir tanıdığım var kendi evinde 25 30 yaşlarında iki kızı varken,onlara kıyamaz,uyandırmak için gürültü yapmadan dolaşırken evde ) eve gelin diye getirdiği 15 yaşındaki çocuğa kaldıramayacağı kadar sorumluluk yükler ama kararlarda söz sahibi olmasına müsaade edilmez yaşı küçüktür çünkü...Sadece dinleyici olarak kalmalarını istemektedir. Erkek ana babası ile  her şeyini konuşurken eşi ile hiçbir şey konuşmaz, sorduğu zamanda arama karışma diyerek erkek eşini dışlamaya başlıyor. Bu ancak kendilerini değiştirmeyen, yetiştirmeyen zavallı birey olarak bakıyorum. Ne kadar eğitim aldığı da meçhul, ailesinin gelenek ve görenekleri her şeyden üstündür. Eğitimin ne önemi var yine gelenekçi yaklaşıyorsan olaylara kendin ilerleme adına zamane adına değişen globalleşmiş dünya adına bir şey katamıyorsan ne kadar eğitimli de olsan (eğitimsiz de olsan) eğitimden bir şey öğrenmediğini gösterir bu durum. Yeniliklere ayak uyduramayan ayrı bir birey olduğunu ama doğru ama yanlış bazı kararları eşimle alacağım, yanlışlarımızı müsaade edin de kendimiz düzeltmeye çalışalım. Bertaraf edelim diyerek eşi ile iletişim kurmayı denese, bir çok sorunun kendiliğinden çözüleceğinden eminim. Ama ne yazık ki kendi ekonomik özgürlükleri yaşamlarını idam etti8rmeye yetecek kadar olsa, ayrı otursalar bu sorunlar yaşanmayacak.
Ancak feodal insanların düşünce ve yaşam tarzı devam ediyor. Ne endüstri toplumunun yaşam şekli ne de kapitalizmin yaşam şekli, 40 yıl öncesinin yaşam şekli devam ediyor, taşra kentlerinde...
Demokrasiye ayak uyduramayan insanların çevrelerindeki insanlara ne vereceklerini hep merak etmişimdir. Ne kadar faydalı olabilirler? Ya da oldular? Önce çevrelerindeki insanlar barışık olmaya çalışmalılar.
Ne kadarını ve neyi nasıl anladıklarını iyi yorumlamalılar, evine ailesine çocuklarına anasına babasına saygısı olmayan evinde şiddet uygulayan (psikolojik veya kaba kuvvet) kişilerin mutlaka tedavi edilmeleri gerekir. Çünkü bu bir hastalık. Tedavi olması gerekir. Ne kadar hayatı paylaşabilirsiniz. Hayatı korku psikolojisi içinde ne kadar yaşayabilirsiniz. Paylaşmak zorunda mısınız. Neden hala böyle kişi tedavi için hiç çaba sarf etmez. Yaşamı kendine ve çevresine zor kılar. Çekilmez hale getirmeye başlar. Evlenirken ortak paydaların olmasına dikkat edilmeli. Gözü yükseklerde olmamalı, kibirli yapılmamalı.
Denk olmadan neleri paylaşıyoruz böyle kişilerle. Çocukları, evi, yemeği ve de yatağı paylaşmak ne kadar zor ortak bir nokta bulmaya çalışılmalı en azından gayret sarf edilmeli. İnsanlar özde sevgiyi paylaşamadığı sürece evliliği devam ettirmemeli. Karşılıklı sevgi olmadığı sürece saygı da olmuyor. Medenice ayrılmalılar. Bunu onursal mesele yapmadan,evlenirken sadece aile veya gençler kendileri nasıl karar veriyorsa, ayrılırken alınan kararlara da toplum saygılı olmalı. Gerekirse (özellikle şiddet içeriyorsa, kaba kuvvet veya psikolojik şiddet) ayrılmalarını teşvik etmeliler. En azından çocuklar duygusal yönden kendilerini geçici bir süre zorlasalar da ilk ayrılan onların aileleri olmayacağı için kabulleneceklerdir.
Her şeyden önemlisi kendi sağlığım, çocuklarımın sağlığı, aile düzenim diyerek bir kendimize saygılı olmalıyız. Yoksa bu davranışlar bedenimize ve ruhumuza zarar vermeye başlayacaktır.
TRT 1'de bir sabah programının sunucusu program esnasında güldü, programa konuk olarak telefonla katılan izleyici ne güzel güldüğünü söyleyince,sunucu da ayrıldığım eşim sen gülmeyi bilmiyorsun hindi gibi gülüyorsun demiş. Sürekli her hareketini davranışını eleştiren sürekli hatalar arayan birisi. Ayağın ne çirkin dedi diye uzunca bir süre açık ayakkabı giymemiş ayağına. Ayrıldıktan sonra açık ayakkabı giydim bir çok kişi ayağımın ne kadar güzel olduğunu söyledi. Bunları duyunca çok şaşırdım. Sürekli psikolojik şiddet uyguladığını anladım, diye anlatınca. Programa psikolojik danışman olarak İzmir stüdyolarından bir psikolog katıldı. Bu tür davranışları olan kişilerin başarılı eşi, zengin eşi kıskanır, kendince kuralları koyar, küçümser. Toplum içinde zaman zaman azarlar bile. Başarınızı kıskanır. İlginin ona yönelmesi kendisini kıskandırır. Bunun içinde kurallar koyar psikolojik baskı yapar. Yanında yer alsa, başarıyı birlikte paylaşmak daha kolay, daha zevkli eğlenceli bir hale getirseler her şey daha kolay olacak. Kendileri de mutlu olacak,çevreye de mutluluk ve huzur vereceklerdir.
Sağlıklı ve huzurlu günler dileği ile...
Evleninceye kadar değer sizsiniz.
Evlendikten sonra değersizsiniz...
 
 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

MÜREKKEP YALAMAK
            Bu deyimi pek çoğumuz duymuşuzdur. Duyduğumuz bu deyimin tama olarak ne olduğunu pek bilenimiz de yoktur. Nasıl banyodan çıkana,tıraş olana “saatler olsun” dediğimiz gibi duyduklarımızı incelemediğimden kabullendiğimiz gibi bu temenniyi de yanlış biliyoruz. Banyodan çıkana ve tıraş olana “SIHHATLER OLSUN” demeyi akıl etmeyiz.
            Şimdi gelelim konu başlığına:
“MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimizi okumuş,yazmış kişiler için yakıştırırız. Aslında bu deyim “HATTTAT”LAR için söylenen bir deyimdir.
Pek çok kişinin matbaanın Osmanlılarca ülkeye gelmesine engel olunduğu  zan ederek,atalarımızı hakız olarak suçlarız. İşin aslı konumuzun içinde geçen hattatları korumak için yapılmış bir önlemdir. Nasıl bu günlerde AT girmek isteyen ülkemizin insanlarına serbest dolaşma hakkını kısıtlamaya kalkışan Avrupalılar gibi;Osmanlı da matbaa ülkede faaliyete geçmesi ile,ülkede büyük bir kitle olarak bulunan Hattatların ekmeklerinden olmaması sıkıntısı yatar.
Örneğin;şimdi bir arkadaş kitap yazarsa,kitabını hemen bulunduğu ilde kitabı bastırarak sadece savcılığa bilgi vererek dağıtımını yapabilir. Osmanlı döneminde bu denetim ülkenin tamamında yazılan kitapların “Babı Ali”de  bulunan denetim masasına ciltlemeden formalar halinde yollanır,onay alınırsa hattatlarca çoğaltılarak bulunan il,ilçe veya beldede okuyucuya tanıtılırdı.
Bu işlem nasıl olurdu ? Derseniz: örneğin;Çorum’da bir yazar kitap yazınca kervana vererek İstanbul’a yollardı. Onayı alınan kitap için Padişah tarafından kitabın değerine göre birkaç altından başlayan ve on binlerce altını bulan para ile kitabın çoğalması için müsaade verilirdi. İstanbul’la Çorum arasında bulunan kervanların konakladığı hanların sahipleri gelen kervana kitap var mı ? Diyerek sorarlar,eğer kitap varsa o hanın bulunduğu yerde bulunan hattatlar toplanarak formalar bölüşülerek kervan sabah gitmeden hemen kopyaları çıkartılırdı. Bu işlem İstanbul – Çorum arasında 11 konakta yapılırdı. Yani kitabın on bir adat kopyası çıkartılırdı. Kervandan sonra hattatlar o yerleşim yerinin ihtiyacı kadar sonradan çoğaltılırdı.
Diyeceksiniz ki;kitabı yazan müellifin bundan kar ne ? Derseniz: Kitabı daha Çorum’a gelmeden on bir kopyası alınmış olarak tanıtılmış olur. Kitap bu on bir konaktan diğer illerden gelen ve giden kervanlarca alınarak kısa zamanda hattatlar tarafından ülkenin tamamına ulaştırılmış olurdu. Ayrıca Padişah tarafından verilen para da o yazarın telif ücreti olurdu.
Şimdi gelelim konu başlığına:
“MÜREKKEP YALAMAK” bu deyimimize. Osmanlı döneminde el yazması kitaplar,hattatlar tarafından çoğu zaman çıra isi ile kendileri tarafından yapılırdı. Çıra isine bal karıştırılarak mürekkebin hem yapışıcılığı ve hem de parlaklığı sağlanırdı. Birde hattatların kullandığı kağıtların kamış kalemin kaymasını sağlanmasını sağlamak için aharlanırdı. Ahar da bildiğimiz tavuk yumurtasının akı idi. Bu ak samur fırçalarla kağıtlara bir iki kat kurudukça sürülür,kağıt üzerindeki ak kuruyunca da mühre taşı ile parlatılırdı. Mühre taşı da kaz yumurtası büyüklüğünde mermer bir taş idi. Kağıtta bulunan fırça izleri ile yumurta akının pürtükleri düzeltilerek bu gün kullandığımı kuşe kağıt gibi yapılırdı. Şimdi amma anlattın be birader. Ne diyeceksen de dediğinizi duyar gibiyim.
Hattat;bir harfi veya bir satırı yanlış yazınca acaba nasıl silerdi ?
Hattat yanlış kısmı DİLİ İLE YALAYARAK silerdi. Evet o zamanın mürekkebinin silgisi insan oğlunun tükürüğü idi. Bu gün bile  kütüphanelerde bulunan el yazması kitapları okuyanların başında bir görevli bulunur. El alışkınlığı ile sayfa çevirirken parmağını tükürüğü ile ıslatıp kitabın sayfasını çevirmemesini istenir. Yüzlerce yıl önce yazılmış el yazması kitaplar bu gün bile tükürük ile silinmektedir.
 “MÜREKKEP YALAMAK” deyimimiz hattatlar için kullanılan bir kelimedir.
Bu sıralarda Halil GÜLEZ ve Fatma SEVİLMİŞ  arkadaşlarımız kitap bastırma hazırlığındalar. Bizde hasbelkader onlara yardımda bulunarak mizanpajını yapıyorum. şimdi onlar kitaplarının basılacağı heyecanı ile yanıp tutuşarak muhakkak geceleri uykuları kaçıyordur. Bu arkadaşlarımın kitabı basılıp ellerine geçince bütün sıkıntıları gidecek,yaptıkları bütün masraflar gözlerinden silinecektir. Hemen ikinci kitaplarının hazırlığına gireceklerdir. Bunlar mürekkep yalamazsalar da matbaa mürekkebi kokusu tiryakisi olarak daha pek çok kitap bastıracaklardır.
Konuştuklarımızı bilerek konuşmak ve çıkacak kitabın yeni baskılarının yapılması dileğimle.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

SAYFA BAŞINA GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.