Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!

 
 
YAYINLANAN YAZILAR ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDE YAYINLANMIŞ KÖŞE YAZILARIDIR. YAZILAR YAZARLARIN KENDİ FİKİRLERİDİR. KENDİLERİNİ BAĞLAR; SİTEMİZİ BAĞLAMAZ.
BU SAYFA Gürsel Yayınevi  İLE Çorum Anadolu Gazetesi arasında yapılan anlaşma gereği sizlerin görüşüne sunulmuştur.
KOPYALANIP ALMAK İÇİN SİTEMİZDEN,ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDEN VE YAZARLARIN KENDİLERİNDEN İZİN ALINMASI GEREKMEKTEDİR. KÖŞE YAZILARI SAYFA SIRASINA GÖRE HAZIRLANMIŞTIR.

18/11/2004 31. Sayı
YAZILARIMIZ
DEĞİRMEN Halil GÜLEZ  DİLLALACI BAŞI ARANIYOR/ OĞLUNUZ İNTİHAR ETTİ

VURGU Fatma SEVİLMİŞ KADININ YAPABİLİRLİĞİ

BAKIŞ Gülcihan SABANCILAR EVRENSEL ÖĞRETMEN KONFÜÇYÜS

ÇORUMLU Mahmut Selim GÜRSEL “İLİM İLİM BİLMEKDÜR”

 

 
 
 
 
 

 01

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

DİLLALACI BAŞI ARANIYOR
 
Köy düğünlerini bilenler Dillala'nın nasıl bir oyun olduğunu bilirler.
Gerçi Çorum Folklor Kültürü arasında da önemli bir yeri var ama, köylerde notasız, içinden geldiği gibi oynandığı için bir başka anlam kazanıyor.
Dillala oyunu, davul zurna eşliğinde bir yerden başka bir yere gidilirken, köyün yaşlısı genci tarafından kimi zaman ellerinde kılıç ve kamalarla,kimi zamanda sopalarla figürler yapılarak oynanır.
Bizim köyün Dillalacıbaşı da bir zamanlar Dalaymanı'ın Kazim denen bir adamdı. Yani benim babamın dayısı.
Erkeklerin çektiği baş oyununu da en güzel benim dayım, Kertik Hasan becerirdi.
Eline koskoca çarşafı mendil yapar öyle halay çekerdi.
Bu gün bizim köyde herkes, Dillala ve Baş çekme deyince bu iki ölmüş faniyi anar.
Buraya kadar yazdıklarımdan sanmayın ki, yine köylülerini övecek.Yine köylerinden birkaç kişiyi daha ÇÜK( Çok Önemli Kişi" yapacak.
Amacım kimseyi ÇÜK yapmak filan değil.
Bu gün canım katil olmakta istemiyor.
Hatta hiç kimsenin uçkuruyla da uğraşmayacağım.
Dünya ateşe yansa içinde bir tutam otu bulunmayanlarla bu gün ciddi ciddi sorunum var. Yani gizliden gizliye şimdilik davul yanında görünüp de, iş başa düşünce de Dillalacıbaşı olacaklarla uğraşacağım.
 
Kökünü Tarihin derinliklerinden alan bir siyasi parti, bu günlerde için için kaynıyor. Hem de öyle bir kaynıyor ki, fokur fokur.
Kökünü tarihin derinliklerinden almış ama, kurduğu Cumhuriyetin ruhuna Mevlüt okutmak içinde hiçbir çabayı esirgemiyor. Yani kendi kurduğu Cumhuriyetin erdem ve gereklerini ancak böyle bir partiyi yönetenler ayaklar altına alabilir.
Hasbelkader bir zamanlar gönül ve omuz verdiğim o parti, bu günlerde kimlerin elinde nasıl oyuncağa dönüştürüldüğünü ibret ve hayretle izliyoruz. Ve de oldukça üzülüyorum.
Dalgalanma o kadar büyük ki, dalgalar neredeyse, o partinin Genel Merkezini içine alıp yutacak kadar da büyük. Ancak, o partinin Genel Merkezi, kurtuluşu için, bu günlerde Ağrı Dağında Nuh'un Gemisini aramaya başladılar.
Öyle ya, onları Nuh'un Gemisinden başka kurtaracak başka bir şey olmadığı gibi, tutunacak bir dalları bile kalmadı.
 
Uzunca bir süredir, o siyasi partinin gerek muhalifleri gerekse, halen yönetim kademelerinde bulunan insanlarla görüşüyorum, konuşuyorum.
İnanın hiç birisinin ağzını bıçak bile açmıyor. Sanki bir yerlerden tepelerine Demokles’in Kılıcı sallandırılmış gibi, korku içindeler. Nedenini sorduğum dada, herkesin ortak korkusu ihraç edilmek.
Anlamadıkları şeyse, hali hazırda ki parti Genel Merkezi tarafından, o siyasi partiden ihraç edilmek bir onur vesilesidir. Yani, hak etmeyenlerin, hak eden insanları yalakalık yapmadıkları için ihraç etmelerinin neresi onur kırıcı?
O siyasi parti, tarihte çok komplolarla baş başa kaldı. Kaldığı komploların hepsinden de yüzünün akıyla çıkarak, yine Türkiye için önemini korudu ve her dönemde gündemde kalmayı başardı. Ancak, son on yıldır o siyasi partinin başında bulunan insanlar, bu günlerde kendi deyimleriyle kurulan komplonun! Altından kalkacak yetenek ve çapta değiller. Çünkü, son günlerde onların deyimiyle komplo olarak adlandırılan gelişme bir " Halk Hareketi"dir. Bu hareketin önünde durmak her babayiğidin harcı değil. Hele hele de bu günkü yönetimin hiç harcı değil.
 
Bir siyasi partinin yetkilisini  düşünün ki, kendi partisinden seçilmiş bir Belediye Başkanına parti bayrağını kullandırma izni vermiyor ve de, o Belediye Başkanının düzenleyeceği mitinge katılanları ihraçla tehdit ediyor.
Hatta daha da ileri giderek, o Belediye Başkanının daha seçimlerin üstünden 8 ay bile geçmeden yolsuzluk yapmakla suçlayabiliyor. Kim inanacaksa ?
Bu kadar utanç verici bir gelişme daha var mıdır?
Bunu yapacak yüzün, o makamlarda oturma hakkı var mıdır?
O partinin suskunlarına bakarsanız, o yeteneksizlerin tehditleri bayağı da tutmuş.
Çünkü, aksi yönde hiçbir gelişme ve atılmış bir adımda bulunmuyor.
Yani herkes, şimdilik davulun yanında yürümeyi tercih ediyor. Hiç kimse Dillala oynamak için davulun önüne geçme cesaretini gösteremiyor.
 
Efendiler !
Cumhuriyet korkaklığı kaldırmaz.
Hele hele de Sosyal Demokratlık korkaklığı hiç affetmez.
Ortada kabak gibi duran başarısızlık karşısında suskun kalan insanın " Ben demokratım", "Ben sosyal demokratım" deme hakkı yoktur. Böyle bir hakları bulunmadığına göre, kabarıp gelmekte olan dalgaların sizleri de yutmaması için, birazcık silkinmeniz ve  sizi yönetmeyi hak etmeyenlere Hastir deme zamanının geçmemiş olsun.
Size korkaklık ve ürkeklik yakışmıyor.
 
İsterseniz sizlere biraz da Dillalanın yararlarından söz edeyim.
Dillala oynayan bir adama, düğüne katılan herkes bakar ve ne kadar iyi Dillala oynarsa, o adam o kadar saygınlık görür. Bazen, birkaç kişi daha Dillala oynamaya kalkar ama, içlerinden en güzel Dillala oynayanlara Keşkek Aşının en güzel yeri ikram edilir.
Dönem kıyıda bulunup da, ortada keşkek yeme dönemi değil.
Aklınızı başınıza toplayın ve de insanlığınızın gereğini yapın.
Bırakın o yapıştığınız makamları, makamlar gelip geçicidir ama, kalıcı olan insanlıktır. İnsanlığı olan vicdan borcunuz sizden silkinmenizi bekliyor.
Keşkek Aşını bilmeyenlere de söyleyecek bir sözüm yok. Onlar da cahillikleriyle övünebilirler.
Kısacası Dillala bir kahramanlık oyunudur. Bu günlerde de bir siyasi partinin her kademesinde olan insanın bu oyunu mutlaka oynaması gerekiyor. Çünkü, ülkenin Dillala oynayacak, yani davul zurnanın önüne geçecek insanlara gereksinimi var.
Ne dersiniz, on binlerce sosyal demokrat, sizlerin davul zurna önüne geçerek Dillala oynama zamanınız gelmedi mi?
Daha neyi bekliyorsunuz?
Yoksa onların kuru gürültüleri ve tamtamları sizleride mi korkutuyor?
Bu ülkede işlerin kötüye gittiğinden haberiniz yok mu?
Çünkü, biliniyor ki uyuyan devler ancak uyanınca  ülkesini kurtarabilir. Uyumayan, ayakta gezmeye çalışan, bulanık hava koklayan, çakallıklarına da bakmadan, ortalıkta terör estiren  çakalların o siyasi partiyi  ne hale getirdiğini görmüyor musunuz?   
Bizim köylü Dalayman'ın Kazim ve Kertik Hasan'dan daha mı az cesaretlisiniz?
Çıkın davulun önüne, Dillala oynamaya….
Başı çekin ki baş olasınız.
 
 
OĞLUNUZ İNTİHAR ETTİ
 
Bu gün sizlere değişik bir konudan söz etmek istiyorum.
Söz edeceğim konu belki birilerinin canını sıkacak ama, ne yaparsınız ki, yaşanılan hayatta bizlerin.
Bilindiği gibi askerlik; her Türk vatandaşının gururla yaptığı görevlerden. Bu görevi yerine getirmek herkese de gurur verir. Hiç kimse de bu görevden kaçmaz. Kaçanların da mutlaka kanından şüpheye düşmek gerekir.
Nasıl gurur vermesin ki, hiçbir karşılık beklemeden, ülkenin ve ülke insanlarının güvenliği için belli bir süre hizmet veriyorsun. Bundan daha büyük bir gurur olur mu?
Ancak bu gururu yaşamanın da belli bir disiplin ve anlayış içinde yürümesi gerekir.
Bunun aksini de iddia etmiyoruz ama, son yıllarda özellikle Asker İntiharları, insana ister istemez bazı şeyleri de düşündürüyor.
Yüreği yaralı bir babayım.
Ancak dile getireceğim konu kesinlikle şahsımla ilgili de değil.
 
Levent Kırca'nın "Üç Baba Hasan" adlı oyunun izleyenler bilir. Oyunda, bir gün yolda kalan İstanbul zengini bir aile yakında ki köyde, Hasan'ın evine konuk olurlar. Evdeki durumu beğenmeseler de konaklamak zorunda kalırlar. Bu sırada, evin oğlu ile İstanbul Zengini kızın arasında duygusal ilişki başlar. Aradan zaman geçer, Hasan'ın oğlu askerde bir bacağını kaybetmiştir.
Babasına İstanbul'a giderek, İstanbul Zengininin kızını istemesini söyler. Aile İstanbul'a gider ve İstanbul zengini aileyi bulur. Hasan, oğlunun kızını istediğini, "Allah’ın emri, Peygamberin Kavli"ni yerine getirerek söyler. Bundan sonra İstanbul zengininin Hasan'ın ailesine alaycı yaklaşımı trajikomik bir üslupla anlatılır.
İstanbul zengini, Hasan ve ailesini alaylı bir üslupla nasıl da aşağılar. Hasan'ın askerde bacağını kaybeden oğlu, durum karşısında bir kez daha yıkılır. Bir kaybettiği bacağına bakar, bir İstanbul Zengini aileye…
Aslında Hasan'ın oğlunun başına gelenler, bu gün Türkiye'de bir çok ailede dramlar şeklinde yaşanıyor.
 
Bildiğiniz gibi, 17 Mart 1999 tarihinde askerdeki oğlumu kaybettim. Kaybetmemize gerekçe olarak "İntihar" gösterildi. Oysa ben oğlumun, bu gün bile intihar edebileceğine inanmıyorum. Zaten tüm ısrarlarımıza karşın, askeri görevliler tabutu açtırmadılar. Yani oğlumun soğuk yüzünü bile görmeyi bizden esirgediler.
Bu durumun acısını, evladını kaybeden baba ve analar daha iyi anlar.
Tarafıma yapılan tebliğlerin hiç birisinde de, oğlumun intiharına ilişkin gösterilen bulgular bu gün bile beni tatminden uzak.
Kaybettiğim oğlumu geri getiremeyeceğime göre, olanların fazlada üstünde durmayı istemedim.
Bana verilen bilgilere göre, oğlumun kulağında bulunan bir özrü nedeniyle Uşak Devlet Hastanesine sevk edildiği, Kulak Burun Boğaz Doktora tarafından oğlumun İzmir'e sevkinin uygun görüldüğü, sonrasında da, Uşak Devlet Hastanesi Başhekimi tarafından doktorun sevk işleminin kabul edilmediği,bu nedenle bunalıma giren oğlumun intihar ettiği…
Verilen bilgilerin tümü bundan ibaret.
İntihar! Olayının gerçekleşmesinden bir gün önce oğlumla telefonda görüştüm. Son derece neşeli ve bizleri merak ettiğini söylüyordu. Telefonda, deyim yerindeyse gülmekten ağzı kavuşmuyordu. Bu durumda olan bir insan bir gün sonra nasıl intihar eder?
Bu sorularımıza ne yazık ki, bu güne kadar tatmin edici yanıtlar alamadık.
Tabi olan bize oldu.
Yıllardır yüreğimizin acısını bir türlü dindirmeyi başaramadık.
Nasıl olduğunu bilir misiniz?
Bayramda göz bebeğinizin bir daha asla sizinle birlikte olamayacağını…
Nasıl olduğunu bilir misiniz?
Ölümü asla yakıştıramadığınız biricik yavrunuzun size "Babacığım, anacağım" diyemeyeceğini…
Beyler herkes, Vizontele filminden gülmekten kırılırcasına çıkarken, ben gözyaşlarına boğulmuştum. Bildiğiniz gibi, Belediye Başkanı ve o yörenin sakinleri, Televizyonu ilk izlemelerinde, Belediye Başkanının oğlu Rıfat’ın ölüm haberini duymuşlardı.
 
Son günlerde, Çorum'da ve de Türkiye genelinde bu türden olaylara sık, sık rastlıyoruz.
Bu türden olaylar yaşandığına göre, mutlaka bir yerlerden, sorunun çözümü için başlanması da kaçınılmaz hale geldi.
Sorundan kaçılarak, sorunu çözme olanağı yoktur. Ancak, sorunun üzerine gidilerek ve de çözüm yolları aranarak sorun çözülür.
Buradan başta Genel Kurmay olmak üzere tüm yetkililere sesleniyorum.
Durum, "Aman sende" denilecek ölçülerden çoktan çıktı.
Bazı siyasi düşünceler, askeri kendi emellerini gerçekleştirmede engel olarak görse de, Türk halkının ezici çoğunluğunun, hala askere saygısı ve güveni tamdır. Hala bu güveni koruyanlardan birisi de benim.
Bu düşünceyi değiştirmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.
Askerde insan olduğuna göre, her insanın hata yapabileceği gerçeğinden hareketle, askere emanet ettiğimiz çocuklara bakma ve kollamakla görevli olanlarında bu gerçeği göz ardı etme hakları yok.
İnsanların gencecik, fidan gibi, yarına umut olarak gördükleri çocuklarının askerden tabutla gelmesinin acısını yaşayanlar bilir.
Askerlik yapanlar bilir.
Askerde yapılan hiçbir şeyi hiç kimse onur ve gurur meselesi yapmaz. Ancak, askerde eğer bir insan canına kıyıyorsa, bunun üzerinde derinden durulması gerekir.
Acıyı yaşayan bir baba olarak, bu güne kadar tatmin edici yanıt alamamam beni daha derinden yaraladı. Ve de her asker cenazesi geldiğinde bir kez daha yıkılmanın acısıyla kavruluyorum.
Kim bilir, bu güne kadar benim gibi kaç baba daha bu bayrama yüreği yaralı girdi?
Kim bilir, onların sofralarında bu gün et mi kaynıyor, dert mi?
Acılarımızın dinmesi ancak, bundan sonra böyle olayların olmasının önüne geçilmeziyle olanaklı olur.
Tüm askeri yetkililere bir kez daha saygıyla duyurulur.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

KADININ YAPABİLİRLİĞİ
 
Hayret, bir kadın çıkıp da, bir kamu kuruluşunun yada sosyal yaşamın her hangi bir alanında, öteden beri bilinen ve sınırlandırılmış, kanıksanmış, adeta bazı çevrelerle bir yerlere hapsedilmiş bazı meslekleri yaptığında ne iyi.
Ama kadın bu alışılmışın bu rutinin dışında bir iş yaptığında, nasıl olur onun kendi aklı, kendi fikri, kendi becerisi değildir gibi bir takım kuşkular yaşamaktadır, çevresi ve toplum.
Yazmakta, bu konuların içinde gibi görülmekte, bir kadın çıkıp pasta, yemek, dantel, giyim kuşam, dikiş vb işler konusunda, annelik ve çocuk bakımı konularında yazı yazdığında, gazeteyi okuyan kişiye bu son derece doğal ve kadın doğasına ve kimyasına uygun bir durum ve rol gibi düşünülüyor.
Ama bir kadın kalkıp da, ülke gerçekleri hakkında politika ve ekonomi konularında, birde bunların yanında, yaşamın her alanını sorgulayan, irdeleyen sosyal ve insan iletişimi ve iç dünyası, düşünsel ve ruhsal dünyası hakkında irdeleme sorgulama yazısını, gerekli dayanak, bilimsel temellerle dayandırarak yazıyorsa, buna acaba diye bakılabiliyor.
Benim yazdıklarımı, yakın dost ve arkadaşlarım, bu yazdıklarımın senelerdir, eş dost söyleşilerinde, benim sözel olarak yıllardır savunduğum ve önemsediğim konular olduğunu yakından bilmekteler.
Beni tanıyanlar, bir çeşit okuma ve öğrenme hastalığına tutulmuş olup, bunun tedavisinin de ancak öğrenme ve okumaktan geçtiğini  düşündüğümü bilirler.
Ama beni sadece, gazetede yazdığım köşemden ve yine kendim hazırlayıp yazdığım hayatın içinden sayfasından tanıyanlar için,  bir fikir oluşması açısından, yazma gereksinimi hissettiğim, kendimi tanımlamam gerekirse, ömrüm boyunca kendimi, bildiklerini etrafıyla paylaşan,bilgi tekelciliğine karşı duruş sergileyen, kişiliğimin yanı sıra hep öğrenmeye son derece istekli her türlü zaman ve mekanı öğrenmeye adayan öğrenci gibiyim.
Kendimi bildim bileli, teksas, tommiks ile başlayan Kemalettin Tuğcular ve daha sonra bu ülkenin gidişatı, düzeni üzerine kafa yoranların yazdıkları, bu ülke daha iyi daha güzel bir yaşamı nasıl yakalar, daha iyisi nasıl olur formüllerini ortaya koyarak yazmış, bir çok yerli ve dünya basının önde gelen eserlerini okuyarak bir süzgeçten geçerek,gelmiş yetmişli yılların gençlerinden birisiyim.
Yaşım orta yaşı geçti. Hayallerim, beklentilerim, yaşamım, düzenim ve düzeneğim belki bana kafamdaki dünyayı kurmama izin vermedi ama, bunların hiçbiri beni yıldırmadı.
Bir örnek oluşturacaksa eğer, ben sosyal yaşamı arada birde; sosyo-politik, sosyo- ekonomik yazılar yazarken, insanın iç dünyasına ve duygularına da ince yolculuklar yapıp aşkı ve sevgiyi de yazmayı tercih ediyorum.
Çünkü biliyorum ki, bu toplumdaki çok büyük bir kitlenin içinde, duyguya sevgi ve aşka ait duyurulmamış duygular, yerine gelememiş arzular var.
Bunları bu nedenle yazma gereği duyuyorum.Yazdığım şeyler dillendiremediğiniz duyguların sesi, içinizdeki çığlığın yorumu buna inanıyorum.
Birde yazdığım konular, bu gün benim yaşadığım şeyler olmaktan oldukça uzak belki böyle bir dünyanın sevdasını ve düşünü kurmuşluğum olmuştur. Ama böyle bir dünyanın sevdasını düşünü kurup,  yaşamak isteyenlerin sesiyim diye düşünüyorum.Ben  yaş alarak deneyim sahibi olmuş insanların, her yaştan insanların özlemlerinin dile gelmesinin tercümanı ve sesiyim.Yani yaşananları değil, yaşanması gerekli olan şeyleri yazıyorum.
Benim yazıp savunduklarım, sevdasına düş kurduğum dünya, bugün günümüz dünyasında yaşanmış olsaydı, bunları benim yazmam gerekmezdi.
Ben daha güzel bir dünyanın, daha iyi ikili iletişimin, nasıl ve ne şekilde kurulması gerektiğini,sorgulayıp irdeleyip yazmaya çalışıyorum.Ama bunları orta yaşın üzerinde bir kadın yazınca, bilinen geleneksel  kadın kalıbına, modeline oturtamayanlara bunları açma gereği duydum.
Bir kadınında, erkeğin yazabileceklerine, yapabilirliklerinin ötesinde hatta daha fazla yapabilirlikleri ve yazabilecekleri vardır diye düşünüyorum.
Bu konuda da geri adım atmaya da hiç niyetim yok. Öyle bir sevgi ve okuyucu kitlesi oluştu ki gazetemiz ve yazdığım konular etrafında tiryakilik oluşturduğum için mutluyum.
Bazıları için, bu toplum da bir dinazor olarak görülsek de, keşke tüm tiryakilikler okumak ve öğrenmek üzerine tiryaki olabilseydi.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
EVRENSEL ÖĞRETMEN KONFÜÇYÜS
Her şeyin en iyisini,en doğrusunu ben bilirim edası ile ortada dolaşan insanları gördükçe insanların düşüncelerine,davranışlarına şekil vermek için heykeltıraşlık yapmış olan Konfüçyüs den söz etmek istiyorum bu bölümdeki yazımda.
Konfüçyüs'ü karşımızda görsek beğenmezdik herhalde. Hırpani giyim tarzı,sivri sakallı,geniş burun delikleri,bıyıkları ve başına topuz yaptığı saçları ile garip görünüşlü bir adam.(Şekilci insanların düşünce tarzına ters düşen,ama bilgeliği ve felsefesi yaşadığı dönemde Avrupalılar tarafından bile yadırganan bir insan,daha sonraları tüm dünyada insanların fikir,zihin ve davranışlarına söylediği sözlerle heykeltıraşlık etmiş bir kişi)olarak tanımlanır.
Ailesi ve yaşamı hakkında çok fazla bilgiye sahip olmamakla birlikte,büyük olasılıkla yoksul düşmüş soylu bir aileden geldiği sanılmakta.
Konfüçyüs yaşama sanatı üzerinde ki en büyük öğretmenlerden birisidir. Aynı zamanda bilgin,iyi bir devlet adamı ve bir reformcuydu. Bir evliya yada peygamber olmadığı gibi evrenin gizemlerini gözler önüne sermeye çalışan birisi hiç değildi. İki bin beş yüz yıl sonra bile hala geçerliliğini sürdüren sözleri onun dinle yada sonsuz yaşam kavramıyla çok ilgilendiği söylenemez. Öğretisinin temelini insanların mutluluğu üzerine kuruyordu.
Unutulmaz sözlerinden biri "size yapılmasını istemediğiniz şeyleri sizde başkasına yapmayınız." Kendisinden sonraki tüm bilgin ve alimlere ve insanlara temel taşı olacak denli evrensel bir ilke olmuştur bu sözü...
Konfüçyüs hoş sohbet,neşeli,başkalarına saygı gösteren,kendisine de saygı gösterilmesine özen gösteren bir insandı. Çok konuşanlara güvenmezmiş.(yarısı yalandır anlattıklarının dermiş) Eleştirilerinde çok sakin,bilmediği şeylere bilirim demezmiş. Alçak gönüllü imiş,kendisini büyük göstermek için başkalarını küçümsemezmiş. Gençlere çok önem verirmiş,onlarla sohbet eder flüt çalar,uygun olan her türlü eğlenceden yanaymış. Eğlence yalnızca arzulanan bir şey değil yaşam için gereken bir şeydir demiştir.
Bir keresinde öğrencilerinden birisi sormuş,"üstün insan kimdir?" Konfüçyüs’ün cevabı ise net ve yalın olmuş."konuşmadan önce davranışa geçen,ve sonra davranışına göre konuşandır. Üstün insan düşkünlere yardım eder zenginin servetini artırmaz." Konfüçyüs öğretisi sadece doğruluk ve yaşama sonatı yolu idi amaç olarak sadece bu dünyayı,insanların mutlu ve üzenli bir yaşam sürmeleri üzerine dayandırmıştı. Bu bakımdan ne orta doğu kökenli büyük dinlere ne de Budizm e benzer Konfüçyüs ün öğrettikleri. Başlıca özelliklerinden biride toplumun en küçük ünitesi olan aileden başlayarak hep,toplumu düzenlemek yolunu tutmuş olmasıdır. Mistik hiçbir yönü olmayan Konfüçyüsçü felsefe yüzyıllar boyu tüm insanların yaşamlarına biçim vermekle kalmamış,ülkenin sınırlarını aşarak,kavgasız gürültüsüz,savaşsız bir biçimde tüm dünyaya yayılmıştır.
Konfüçyüs’e bir öğrencisi sormuş "Üstat ! Bir insana ne zaman bilgili denir?" "peki önce sen söyle bakalım:bir insana ne zaman iyi okçu denir?""attığı hedefi vurursa" "Bilgi içinde aynı şey söylenebilir. Okçulukta hedefi delmek marifet sayılmaz,marifet hedefe isabet ettirmektir. İyi davranış ve anlayış hedefine erişen insana bilgili denir. Bilgili insan her türlü aşırılıktan kaçınır,yeterince ileri gitmemekte kötüdür,çok ileri gitmekte kötüdür. Aşırı uçların arasında kalan insan bilgi ve anlayış sahibidir.
Konfüçyüs aileden gelen soyluluğa da inanmazdı. Tüm insanların doğuştan eşittirler, ancak alışkanlıklara birbirlerinden uzaklaşırlar demiştir. Ve o zamanda henüz demokrasi yokken tarihte ilk kez bir hükümetin gerçek amacının ulusunun başarısı kadar mutluluğunda olması gerektiğini söylemiştir. Konfüçyüs görevinin bir ülkeyi yönetmek değil nasıl iyi yönetecek kişilerin yetiştirilmesi oluğu üzerinde durmuştur.
Ve şöyle demiştir:"Bir ülke iyi bir biçimde yönetiliyorsa,yoksulluk ve düşkünlüğün varlığı utanç vericidir,bir ülke kötü bir biçimde yönetiliyorsa zenginlik ve şeref gibi şeylerin varlığı utanç kaynağıdır." demiştir.
Birkaç söze ben söylemek istiyorum aile ve hayat üzerine. Bunlarda benim felsefem, iyi hayat nasıl yaşanır diyorsanız eğer"doğruya tutunun,sevgiyle dolun,sanatla ilerleyin, kendinizi meşgul edecek uğraşlar mutlaka bulun."
Toplumsal formasyon (belirli bir düzeyde eğitim görme,yetişme) kişinin birinci sırada yer almasına onun bilge kişiliği ve ahlakı tavrı ise insanlara örnek olmasını sağlar.
Bilge kişiyi önemli ve saygın yapan toplumsal işlevdir.
Benim yaşam felsefemdeki önem verdiğim üç şeyler:
İdare edilecek üç şeyler:Dilimiz,huyumuz ve hareketlerimiz.
Sevilecek üç şey : Cesaret,nezaket ve yardım.
Nefret edilecek üç şey:K in,kibir ve nankörlük
İstenilen üç şey : Sağlık,dostluk ve huzur.
Uğrunda savaşılacak üç şey :  Şerefimiz,evimiz ve ülkemiz.
Üzerinde düşünülecek üç şey:Yaşam,ölüm ve sonsuzluk.
 

 

 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

“İLİM İLİM BİLMEKDÜR”
            Yunus Emre’mizin bir mısrasının başlangıcını başlık aldım.
            Bizim ülkemizin Cumhuriyetten önce bu vatan topraklarında yaşayan atalarımızın aynen bizler gibi Türk olduğu,bu Türk topuluklarının her milletten,her ırktan,her dinden,her görüşten şahısların ve topluluklarının yaşadığını ve bu topluluğa “Osmanlı İmparatorluğu” denildiğini ve bu İmparatorluğun yanlış idarecileri karşısında 1071’den Kurtuluş Savaşı dönemine kadar Kendisini Türk sayan atalarımızın yaşadığı Vatan,ANADOLU. O günkü saltanatının aynen bu günlerde ki gibi kendini,Vatanını,Milletini,Ulusunu bilmeyen ve kendine aydın denen,yada aydın olduğunu zanneden kişilerden dolayı Kurtuluş Savaşından önceki duruma geldiğini acaba bilmiyorlar mı ?
Atasına saygısı olmayan bu kesimler acaba atalarının Orta Asya’dan gelmeyip,Avrupa’dan mı,Afrika’dan mı,Amerika’dan mı yoksa Arabistan’dan mı geldiğini biliyorlar. Acaba yazılarında Atalarını karadıkça belli bir kesimden payeler mi alıyorlar ? Yoksa bilmediklerinden mi söylüyor ve yazıyorlar !
            “İLİM İLİM BİLMEKDÜR
İLİM KENDÜN BİLMEKDÜR
SEN KENDÜNİ BİLMEZSİN
YA NİCE OKUMAKDUR”
            Şimdi esas konumuza gelelim ! İlim.
            Aşağıdaki bu ilimlerin neler olduğunu biliyor muyuz onu sorayım ?       
İlm-i ensab,ilm-i isnat,il-i kıhf,ilm-i menahic,ilm-i merya, ilm-i mevcudat, ilm-i tabii, ilm-i tetkiki hutut, ilm-i ahval-i cevv, ilm-i enva, ilm-i heyet, ilm-i nücum, ilm-i tevlid, ilm-i ruşeym, ilm-i nebatat, ilm-i kelam ve akaid, ilm-i aruz, ilm-i bedi, ilm-i belagat, ilm-i kafiye, ilm-i akvam, ilm-i hikmet, ilm-i mabatü-ül tabia, ilm-i cerk-i eskal, ilm-i hiyel, ilm-i meraya-yı muhrika, ilm-i savt,ilm-i hukuk, ilm-i idare, ilm-i iktisat, ilm-i rusum, ilm-i servet, ilm-i suri, ilm-i tetbir-i menzil, ilm-i arz, ilm-i tabakatü’l arz, ilm-i kimya, ilm-i edep, ilm-i imla, ilm-i iştikak, ilm-i lugat, ilm-i nahv, ilm-i cebr, ilm-i hendese, ilm-i hesap, ilm-i meseha, ilm-i medeniyat, ilm-i edvar, ilm-i müziki, ilm-i ahlak, ilm-i manevi, ilm-i ruh, ilm-i terbiye-i etfal, ilm-i ahcar, ilm-i asar-ı antika, ilm-i beden, ilm-i elsine, ilm-i ensac, ilm-i fıkh, ilm-i kıyafet, ilm-i tıbb, vb.
            Size bir ipucu vereyim. Sadece bu ilimlerden bir tanesi din ile ilgili ilimdir ki,bu yazıyı yazan adam acaba dinle ilgili ilimlerden niye yazmamı yada;dinsiz mi diye bir zanda bulunmayasınız diye yazdım.
            Şimdi atalarımızın bomboş oturduğunu iddia edenler,atalarının nelerle uğraştıkların araştırılarsa bulduklarına şaşarlar ve dona kalırlar. Yazılarında bilmediklerini yazılarında adeta sırıtarak belli etmeleri ile de bu kişiler bilmemelerinin aynasıdır.
            Şimdi Yunusumuzun dediği gibi önce kendimizi bilmezsek okuduğumuz ilim,imim midir !
            İlim babından atalarımız bizim bu gün kullandığımız batı ilminden çok üstün bir bilim ve ilim erbabıydı. Atalarımızın ilmi ile bugün girelim diyerek can attığımız birliğinin bu gün dahi Demokrasi ile değil Krallıkla idare edilen kaç ülkesi olduğunu acaba biliyor muyuz ? Acaba bu krallıkların kaç tanesinin kralının o ülkenin kiliselerinin de başkanının o kral veya kraliçeler olduğunu biliyorlar mı ? Bizlere demokrasi dersi verenlerin acaba önce kendi idarelerini Demokrasiye geçirmelerinin ve sonra bizlere demokrasi hakkında havalar atmalarının gerektiğini söylememiz abes mi ?
            Evet sayın yazarlarımız. Bilenlerle bilmeyenler bir olmuyor. Bilenler olmanız için hiç olmazsa bir ufak ansiklopediden yazdığınız konuyu gagalamanız sizin için daha iyi olur diye düşündünüz mü ?
Yazılacak çok şeyler var. Fırsatımız olursa yazarım. Sizlerde okursunuz. Geçmiş Ramazan Bayramınızı kutlarım.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 

 

SAYFA BAŞINA GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.