Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!

 
 
YAYINLANAN YAZILAR ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDE YAYINLANMIŞ KÖŞE YAZILARIDIR. YAZILAR YAZARLARIN KENDİ FİKİRLERİDİR. KENDİLERİNİ BAĞLAR; SİTEMİZİ BAĞLAMAZ.
BU SAYFA Gürsel Yayınevi  İLE Çorum Anadolu Gazetesi arasında yapılan anlaşma gereği sizlerin görüşüne sunulmuştur.
KOPYALANIP ALMAK İÇİN SİTEMİZDEN,ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDEN VE YAZARLARIN KENDİLERİNDEN İZİN ALINMASI GEREKMEKTEDİR. KÖŞE YAZILARI SAYFA SIRASINA GÖRE HAZIRLANMIŞTIR.

27/10/2004 28. Sayı
YAZILARIMIZ
DEĞİRMEN Halil GÜLEZ KATİL OLMAK İSTİYORUM!/ HEM BIÇAKLAR HEM SEVERİM!/ZORDAYIM/ TOPLUMSAL BASKILARIN ACI SONU

VURGU Fatma SEVİLMİŞ İNSANIN HASI

BAKIŞ Gülcihan SABANCILAR YENİDEN GENÇ OLABİLİRSİNİZ

ÇORUMLU Mahmut Selim GÜRSEL ZİYARETÇİLERİMİZE TEŞEKKÜRLER

 

 
 
 
 
 

 01

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
KATİL OLMAK İSTİYORUM!
Ayağınızı denk alın beyler...
Bilin ki, bundan sonra can güvenliğiniz benim tarafımdan tehdit altında...
Her ne kadar askerlik dışında elime kalemden başka silah almamışsam da, bu güne kadar pısırık insan olarak yaşamaktan bıktım.
Pısırıklıktan kurtulmanın tek yolu da, sizleri birer birer öldürüp, ülkemde önemli insan olmak.
Değerli okurlarım,bu güne kadar hiçbir baltaya sap olamadım.
Baltalara sap olamadım da, kazma oldum mu?
Hayır.
Hiçbir halt olamadığım için de, hayatımda bir kez olsun madalya almadığım gibi, bizim köyün virane olmuş halinin sembolik anahtarı  bile bana ödül olarak verilmedi. Benim köyün muhtarları da hiçbir zaman köyde terk edilmiş evin anahtarını sembolik de olsa,  gönlümü alma pahasına, bana layık görmediler.
Bazı adamların aldığı, plaketlerden neredeyse, evlerinde kendilerine oturacak yer kalmadı.
Çok şükür evimde hiç plaket yok.
Demek ki, önemli adam değilim.
Bu güne kadar hep önemli adam olma hayaliyle yandım kavruldum.
Yahu kardeşim, otlatmaya iki manda götürüm, birisini kamyona çiğnettim.
Köyde arkadaşlar, herkes birer tavuk getirsin dediler, herkes bir başkasının evinden tavuk yürütürken, ben gittim kendi evimizden tavuk yürüttüm.
Şöyle adamdan ünlü bir adam olur mu?
Ne yazık ki,bu güne kadar bana, ne kadar önemli adam olduğum , eşim başta olmak üzere, hiçbir Allah’ın kulu tarafından da söylenmedi.
Bu bana öyle koydu ki, siz sayın evlat acısı kadar.
Bende düşündüm taşındım, hatta bol miktarda da kaşındım ve de  serin ağaç gölgesinde yatarken, sırtımın açıkta kalmasına da aldırış etmeden önemli adam olmaya karar verdim.
Karar vermeden önce güzel bir rüya görüyordum.
Elimde silah önüme geleni arpa biçer gibi biçiyorum.
Kim bilir, Galatasaray, Fenerbahçe maçından mı çıkıyordum, yoksa vatan aşkına kurşun mu sallıyordum bilmiyorum ama elimdeki tabanca, tabanca değil, mübarek 3500 mermi atan makineli.
Ben kurşun sıkarken, arkamdakiler bağırıyordu; " Bu ülke seninle gurur duyuyor..."
Koltuklarıma bir değil tam on dokuz karpuz sığacak duruma geldim.
İlk defa aziz vatanımın mübarek evlatları benden gurur duyduklarını söylüyorlardı.
Onlar bağırıyor, ben kurşun sıkıyorum.
Ver Allah’ım ver, ben deyim yüz ceset, siz deyin bin ceset...
Hasır olmuş yatıyor.
Hanımın kaba yerlerimi sıkmasının verdiği acıyla ,can hıraş bağırarak  uyandım.
Zalim karı, kıçımın en nadide yerini mos mor etmiş.
Yatağımın üstüne oturdum ve düşünmeye başladım.
Bunca yıl devlete onuruyla hizmet ettim yaranamadım, gazeteci oldum, insanların uyanması için kıçımı yırttım yine bir b...k olamadım.
Halbuki ben doğuşumdan itibaren, önce ailem benim ünlü biri olmamı istedi, sonra da aklım yettikten sonra zaten bende ünlü olmaya karar vermiştim.
 
Ünlü olmamın  çaresini biliyorum ama, öldüreceğim insanlara ulaşma şansım olmadığı içinde, asıl önemli olanları öldürmekten vaz geçtim.
Ben de Çorum'da öldüreceğim  yedi ünlü kişiye de belirlemekte hiçte
zorlanmadım.
Gazeteci olmam nedeniyle, onlara ulaşmada hiç zorlanmayacağım için,onlar benim için çantada keklik oluyorlar icabında.
Öldüreceğim insanların adını ve mevkilerini açıklıyorum.
Sıkı durun.
Ama bu isimleri açıkladığımda ve de sizler bu yazının daha başlığını bile okuduğunuz sırada, beni  başta MİT, Jandarma istihbarat, Emniyet ve Cumhuriyet Savcılığı olmak üzere devletin tüm güvenlik ve savunmacı güçleri çoktaaan, demir parmaklıklar arkasına atmışlardır bile....
Neyse ben yine de çok korktum ve isim de vermekten vaz geçtim.
Birilerini öldürmeyince de, bu devlet bana yeşil pasaport vermiyor. Ne yapayım, memuriyetten de beşinci dereceden emekli olduğum için, devletin bana verdiği pasaport da, bir b...ka yaramıyor.
Bunları öldürürsem belki de bana yedi düvel kucak açar.
Baksanıza, Abdullah Çatlı'ya, Haluk Kırcı'ya,Alaattin Çakıcı'ya, dünya da kaç devlet kucak açıyor?
Fetullah Gülen  hangi özelliğinden dolayı Amerika'da saltanat sürüyor?
Ben de yukarı da isimlerini saydığım insanları, hiçte suçları yokken öldürmek istiyorum ve bana kucak açacak Türkiye düşmanı gavurları dört gözle bekliyorum.
Sayın Valim de kusura bakmasın, yağcılar yüzünden kendisini de bir türlü ziyaret şansı bulamadım.
Zaten bu büyüklerimi makamları dışında sokakta görsem de, tanımam.
Ama kesin kes ben katil olmalıyım.
Bu ülkede başka türlü iade-i itibar görmenin karada kolayı yok.
Nasıl olsa, benim ülkemin katilleri,  elin gavurlar tarafından baş tacı ediliyor.
Ne de olsa, Avrupa Birliğine dolu dizgin gidiyoruz ama, benim ülkemin katillere Avrupa Birliği ülkelerinde protokollerde ağırlanıyorlar. Onlar çoktaaaan, Avrupa Birliğine avdet eylemişler.
Bu durum da katil olmaktan başka bir çarem var mı?
 
Geçenlerde Avukatım, aynı zamanda gazetenin de avukatı olan Nihat Ahıskalıoğlu ile bir konu üzerinde görüşüyordum.
Ahıskalıoğlu, bana öyle bir hukuk sundu ki, kendimi Türkiye'de değil de,  Sosyalizmi kuran bir ülke de sandım.
Vay babam vay!..
Bizim ne gaddar, ne acımasız, ne acil karar veren bir hukuk sistemimiz varmış da, benim haberim yok muş.
Efendim, gazete de hırsız da olsa bir insana hırsız diyemezmişiz.
Efendim, adam bir zamanlar Çorum'da yüzlerce insanın ocağına incir ağacı dikmiş ama, bu gün o yüzsüze "Çöküyor" diyemezmişiz.
Bir kamu görevlisi, devleti sırtında hamuduyla götürüyorsa, ona "Arkadaş sen devleti soyuyorsun" diyemezmişiz.
Yahu kurban olduğum hukuk, bana gelince varsın da, yedi tane insanı koyun boğazlar gibi boğazlayan insana niye bu kadar toleranslısın?
Soyguncuya neredesin?
Hey kurban olduğum hukuk, yedi kişiyi koyun boğazlar gibi boğazlayanlara karşı niye bu kadar hoş görülüsün de, şerefsize şerefsiz dediğim için, beni kodese tıkmak için fırsat kollarsın?
Hey kurban olduğum hukuk, bilmez misin ki, ülkeyi soyup soğana çevirenler, halk pazarlarında Pazar artıklarını toplayan insanların haklarını sömüre sömüre kendileri besili domuza dönmüşler.
Hey kurban olduğum hukuk, o şerefsizlerin öyle yalakaları var ki, inan beni sana düşürmemek için günde üç öğün dişlerini biliyorlar. Unutma ki, eğer ellerine düşersem, seninde benim ailem ve sevenlerime bir şey söyleme zamanın olmaz.
Hey kurban olduğum hukuk, bilmez misin ki, ben gariban bir insan olarak sana daha fazla gereksinim duyuyorum, bu nedenle de senin varlığını herkesten çok ben istiyorum.
Bilmez misin ki, her kazancın altında ahlaksızlık, her güçlünün altında mutlaka yasal olmayan bir durum yatıyor.
Niye bana karşı bu kadar acımasızsın?
Biliyorum  yasayı senin eline tutuşturanlar öyle istiyor ama, senin hiç mi söyleyecek bir sözün yok?
 
Yeni basın yasasını okuyorum.
Allah sizleri inandırsın, yeni basın yasası bizlere sizlerin haklarını arama yolunda, nefes alacak soluk deliği bile bırakmıyor.  Ama buna karşın, bu ülkede koyun boğazlar gibi adam boğazlayanlar veya boğazladıkları insanların kelleleriyle övünen canilere karşı, yasalar bana olduğu kadar da gaddar değil.
Ben yazdığım yazıda adam tescilli şerefsiz de olsa ona "Sen Şerefsizsin" diyemeyeceğim. Çünkü, cezası kim bilir belki de idama kadar gidebilir.
Adam hırsızsa, "Kardeşim ne yürüttün" bile diyemeyeceğim.
Adam pezevenkse, " Kardeşim, yaptığın işten kaç para kazanıyorsun" bile diyemiyorum. Çünkü, bunları söylemenin yasa karşısında cezaları bir bir tadat edilmiş.
Bu durumda,. Ülkemin hukukunun, ben ya da benim gibi gariban insanlardan yana olduğunu nasıl söyleye bileceğim?
Zaten bende bundan sonra öyle gariban hukukuymuş, filan dinlemiyorum. Bundan sonra kim yasa karşısında güçlüyse, kesinlikle onlardan yana olacağım.
 
Bir tarihte Almanya'ya gitmiştim.
Abooooo.... o da ne?
Almanya'da bütün duvarlarda, "Tek yol devrim", " Kurtuluş İslam da", "Bozkurtlar ölmez, vatan bölünmez"," Kemalistlere ölüüüm" yazıyor.
Kendi kendime," Acaba, ben uykudayım da, 12 Eylül öncesinde mi yaşıyorum" diye sayıklamaya başlamıştım ki, yanımdakiler asrın 21. Yüz yıl olduğunu, yılın da,1991 olduğunu söylediler.
Yamukluk bu ya, başladım araştırmaya.
Meğer tamamına yakını bizim gümrük kapılarından elini kolunu sallaya, sallaya Avrupa'ya giriş yapmışlar.
Halbuki ben vize alıncaya kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. 
Şimdi anladınız mı, niye katil olmak istediği mi?
Nasıl olsa katillere, ne vize gerekiyor, ne de sınırda hal ve hatır sormak.
 
Sevgili büyüklerim, sizlerin canına kast ettiğim için lütfen beni bağışlayın.
Aslında, bırakın sizleri öldürmeyi, sizlerin ayağına bir taş değse, benim yüreğim parçalanır. Ancak, ne yaparsınız ki, başka türlü de meramımı anlatmanın yolunu bulamadım.
Yıllardır  kalem sallarım, kalemimi hiçbir zaman yüreğimin üzerinden uzaklaştırmamaya özen gösteririm.
Ne zaman uzaklaştırdığımı hissetsem, üzüntüden kahrolurum.
Tabii ki, sizlerle bir alıp veremeyeceğim yok.
Ancak, gazetemiz haberlerine bakarsanız, aslında sizlerden mutlaka bir şeyler istiyorum.
Bunun neler olduğunu da gazetemiz haberlerinden öğrenebilirsiniz.
Hepinizi, hiç tanımasam da, çok seviyorum.
Allah’a emanet olasınız.
Ve de Allah size sağlıklı, uzun ömürler vere.
 
 
HEM BIÇAKLAR HEM SEVERİM!
İnsanın doğasında var olan aşk ve arkadaşlık ne kadar da yüce bir duygu.
Günlerden bir gün Aşk ve Arkadaş bir yolda karşılaşmışlar.
Aşk arkadaşlığa sormuş.
- Bu dünya da ben varken, sana ne gerek var, sahi sen niye varsın ?Demiş. Arkadaş, aşkın gözlerinin içine bakmış ve:
- Aaah, ah, ben niye varım biliyor musun, senin geride bıraktığın göz yaşlarını silmek ve dindirmek için varım. Demiş.
Adam şimdi 55 yaşını biraz geçti.
Gençliği oldukça hızlıydı. Kimileri biraz da çapkın olduğunu söylüyor.
Ama ona sorarsanız, öyle bir ayakta insan değil.
Burada öykümüze konu olmasının nedeni de çapkınlığı filan değil.
Öykümüze konu olmasının nedeni, bu gün bir çoğunuzun yapmayı isteyip de, yapamadığı şeyleri yapması nedeniyledir.
 
Köyünde okuyan ilk insandır.
Babası da köyün zengini sayılıyordu.
Derken bir gün köye bir memur kadın geliyor
Kadın güzelde sayılır.
Babası zengin olduğu için kadın ve babası ilk olarak onlara konuk olur.
Akşam yenilir içilir, sıra yatmaya gelince, evin sahibi adam, genç kızı kendi gelinleriyle birlikte yatması yolunda ikna eder.
Bu arada evin çapkın sayılan oğlu da, kızı gözüne kestirmiştir ama, evlerinde konuk olduğu için kızı ancak uzaktan süzerek incelemeye çalışır.
Derken kız görevine başlar ama, kızın oturduğu evde hemen onların evinin yanındadır.
 
Aradan geçen zaman içinde kızla oğlan evlenmiş, bir de çocukları olmuştur.
Bu arada oğlanda bir kamu kurumunda işe başlar.
Kızla oğlan birbirine deli gibi aşıktır.
Ama oğlan göreve başlayıp da,babasının zenginliğini de memuriyet yaşamına ekleyince ortaya lüks bir yaşam isteği ortaya çıkınca, ailede bazı şeyler tartışılmaya başlanmıştır.
Tartışmalar ilk günlerde ses tonu yükseltilerek, yani duygusal şiddet yolunda devam ederken, oğlanın kumara başlamasıyla birlikte, tartışmalar hakaret boyutuna ulaşmış.
Bu arada yıllar ilerler, evli çiftin iki çocuğu daha olur.
Evdeki tartışmalar bitmek bilmemektedir.
Erkeğin, eve gelmesiyle birlikte başlayan şiddetli tartışmalar, kimi zaman komşuların müdahalesiyle sonuçlanıyor.
Derken, çiftin tayini büyük bir şehre çıkar.
Aradan geçen yıllar içinde erkeğin içki ve kumarı sorun olurken, erkek tarafından da, karısının kendisini aldattığı suçlamaları tartışmalarına eklenir ve tartışmalar, şiddetin en uç noktalarına kadar da uzanır.
Yine bir gün tartışma sırasında, erkek eşine arka arkaya birkaç bıçak saplar. Kadın kanlar içinde yere yığılır
Erkek önce evden kaçmayı düşünür ama, yerde kıvranan eşini görünce, yaptığına pişman olur ve eşini kucakladığı gibi hastaneye götürür. Çünkü, büyük bir aşkla evlenmiştir.
Erkeğin memuriyet sırasında, işlediği bir suçtan dolayı memuriyetten atılması da, geçimsizlikte bardağı taşıran son damla olmuştur.
Kadın kendisini bıçaklayan eşinden davacı olmamıştır ama, yaptığı ilk iş de, eşinden boşanmak olmuştur.
Şimdilerde her ikisi de, başka insanlarla evli ve yaşamlarını, kimi zaman gösterişli sevinç, kimi zamanda hüzünlü bir şekilde sürdürüyorlar.
Her ikisini de yakından tanıdığım için, zaman zaman her ikisiyle de görüşüyorum.
Bana anlattıkları, aralarında ki aşkı, bırakın sevgiye, dostluğa bile dönüştürmemeleri sonucu, bu hale geldiklerini her ikisi de açık yüreklilikle itiraf ediyorlar.
Kimi zaman da açık yüreklilikle birbirlerine hala aşık olduklarını itiraf etmekten de çekinmiyorlar.
Ama zaman geçmiş, aralarında ki aşkı bitirmek için şahsi kaprislerine aşklarını kurban etme yolunu seçmişlerdir.
 
Bir gün yine aynı çiftin kavga sonucu ayrılmaya karar verdikleri haberi geldi.
Birkaç dostla birlikte aracı olmaya gittik.
Ne kadar dil döktüysek kar etmedi.
Özellikle  erkek boşanmaya kararlıydı.
Evde sabah kahvaltısına oturulmuştu. Yine akşamki tartışmanın devamı yaşanıyordu.
Derken sofrada bulunan birisi erkeğe dönerek" Sen bu kadını gerçekten boşamak istiyor musun ?" Adamın yanıtı "Evet" oldu.
Yine aynı adam " O zaman ben senin karına talibim" demesiyle birlikte adamın rengi kaçtı, sarardı, bozardı, elinde bulunan çatal büyük bir sesle masaya düştü.
Ortada buz gibi bir hava esiyordu. Masada bulunan herkes büyük bir sessizliğe gömülmüştü. Çünkü, boşanmak isteyen erkeğe bu teklifi yapan en yakın can dostuydu.
Nitekim bir süre sonra, boşanmaya kesin kararlı erkek, " Siz gidin,biz boşanma davasını geri alıyoruz" Dedi.
Masada bulunanlar biraz da buruk bir sevinçle kalktılar ve geldikleri yere gitmek üzere harekete geçtiler.
Erkek, kendisine o teklifi yapan adamın koluna girdi ve ; " Senin öyle bir şey yapmayacağını kesin biliyorum ama yine de, bana büyük bir ders verdin" dedi. Gerçekten de can dostunun böyle bir niyeti yoktu ama, toplumun boşanacak olan kadına bakışını yansıtması açısından son derece ilginç  ve ürpertici bir teklif olarak gelmişti erkeğe.
Ama buna karşın yine de evlilikleri uzun süreli olmadı.
 
Burada size anlatmak istediğim,  büyük bir aşkın, istenilen ölçülerde yaşanmaması nedeniyle, nasılda hüsranla sonuçlandığıydı.
Ne yazık ki, büyük umut ve özlemlerle başlanılan evliliklerde, aşkta olsa bir süre sonra, hüsranlar ve hayal kırıklıkları yaşanıyor. Bunun bir tarafı erkekse, büyük tarafı da kadındır. Kendisini yetiştirmeyen, babasının evinden aldığı öğretilerle, yaşamaya karar  veren kadın, çoğu zaman erkeğin dünyasını ters yüz edebilmekte, ortada aşkı filan da bırakmamaktadır.
Sevgi ve aşk da, tıpkı maraton gibi, uzun soluk isteyen bir yarıştır. Soluğu kesilenlerin bu yarışı tamamlama şansı yoktur. Türk kadınının, büyük çoğunluğunun aşka bakışı da, mantıki ve felsefi düzeyde de değildir.
Bu nedenle de,ülkemiz de sevgi ve aşk yalnızca özlem ve haslet düzeyinde kalmakta, yalnızca şairlere ve duygusallara ilham kaynaklığı yapar hale gelmekte.
Türk kadının büyük çoğunluğu, eşinden dayak yemeyi kendisine bir hak olarak görüyor. Bunun altında yatan neden aşkın ve sevginin,  öğesinin  eksikliğidir. Esef vericidir ki, kadınların büyük çoğunluğu "hem döver, hem sever" mantıksızlığına mahkum edilmiş durumdalar. Ne yazık ki, bu hakkı görenlerin arasında lise ve daha yukarı tahsilde olan kadınlarda var.
İşte sizlere yukarıda anlatmaya çalıştığım öykünün kahramanları da, okur yazar takımından sayılıyor.
Ne dersiniz, aşkı koruyamıyorsanız, hiç olmazsa arkadaş olarak kalmayı başarabilecek misiniz?
 
 
 
ZORDAYIM
Bu hale gelmeme sen neden oldun.
Düşürme beni dilden dile.
Pişman değilim sevginle doldum.
Aşırma beni çölden çöle.
 
Diken oldum gülüm sendin.
Yaprak oldum dalım sendin.
Arı oldum balım sendin.
Düşürme beni gülden güle.
 
Seviyorum dedim güldün de geçtin.
Yaban arısı gibi ayırdın seçtin.
Yıllar benim di, su gibi içtin.
Devşirme beni yıldan yıla.
 
Ateş sardı yangınlardayım.
İsyanım büyük figanlardayım.
Sensizlik acı, gayet zordayım.
Şaşırma beni yoldan yola.
                                   H.GÜLEZ
 
TOPLUMSAL BASKILARIN ACI SONU
"Nereden sevdim o zalim kadını"  dizeleriyle başlayan bir şarkı vardır.
Adam mutsuzdu, yaşadığı yaşamın her evresinde de mutluluğu aradı.
Arayışları kimi zaman, yaşamına mal olacak boyutlara da gelse, yine de mutluluğu aramaktan bir türlü vazgeçmedi.
Bıkmadan, usanmadan, yılmadan aradı mutluluğu adam...
Günlerden bir gün karşısına bir insan çıktı.
Adam sevinçli, adam umutluydu.
Çünkü, tamda aradığını bulduğuna inanmıştı.
Adam mutluluğu doya doya yaşıyordu, o insanla.
Ne hayaller kurmuş,ne umutlar beslemişti.
Mutlu olduğu insanla bir ömrü tamamlama üzerine oturtmuştu, tüm hayallerini.
Adam, o insana ne kadar yaşama dair özlem ve beklentileri varsa hepsini sıralamıştı.
O insan da, aynı özlem ve duygular içindeydi.
Derken, bir gün o insan bir şeyi fark etti.
Seviyordu ama, üzerinde ki toplumsal baskılara dayanacak gücün kendisinde olmadığını da görmeye başlamıştı. Oysa, o adına toplumsal baskı dediği şeylerin kendisi tarafından da insan olma onuruyla bağdaşmadığına inanıyordu.
Yine de o baskılara boyun eğme eğilimi içindeydi.
Ve ayrılma kararı almıştı.
Adam, bir kez daha yıkılmıştı.
Adam, bundan sonra nasıl hayal kuracağını bile bilemez hale gelmişti.
Yeni bir umutsuzluk, yeni bir hüsran.
Adam bunlara nasıl dayanacağını düşünmeye başladı.
Adam, her geçen gün içine biraz daha kapanıyor, biraz daha bedbaht olmaya doğru gidiyordu.
Adamda, kalp ağrıları had safhaya ulaşmış, sağlıklı görünen bedeni birer ,birer kendisine isyan etmeye başlamıştı.
Bir gün kendisine o kadar yorgun ve bitkin hissetti ki, evinde uzandığı kanepeden yavaşça doğruldu. Belindeki kemere uzun ,uzun baktı.
Evde kimseler yoktu.
Usulca banyoya girdi ve belindeki kemeri çıkararak, kalorifer borusuna sıkıca bağladı. Kemerin diğer ucunu da boynuna sıkı sıkıya bağladı.
Altında ki tabureyi çekip çekmemeyi uzun ,uzun düşündü.
Yaşaması için hiç bir nedeninin olmadığına  karar verdiği bir anda aniden altındaki tabureyi çeldi.
Adam son nefesini verirken, yaşamı boyunca yaşadığı mutsuzlukların nasıl da mutluluğa dönüştüğü hissine kapıldı.
Veeeee... adam öldü.
Toplumsal baskı ne yazık ki, bir mutluluğu daha yok etmeyi başarmıştı!
Belki yaşanmış, belki de yaşanması olasılık dahilinde bir olay.
Ne dersiniz ?
Mutluluk çok mu görülmeli, insanlara?

 

 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

İNSANIN HASI
Hani derler ya, adam gibi adam, kendini aşmış, bu adam sözcüğünün,  erkek kişi anlamını taşıdığı için cinsel kimlikten arındırıp insanın hası diye yazmak istiyorum.
Çünkü insanın hasının açılımı, hem erkeği hem de kadını kapsamaktadır. İnsanın hasının anlaşılmasının, o kadar çok çeşitli ölçütleri ve kriterleri vardır ki ;hangi birini yazmak gerekir bilemiyorum .Kişinin has insan ,özel insan, rafine insan olmasının yolunun öyle kolay ve küçük öğreti ve deneyimleriyle oluşamadığı açık.
Bu tariflere uymak için, uzun acı ve deneyimlerden geçmek gerekiyor ne yazık ki.
Hep söylenir; düşeceksin,kalkacaksın ve başını dik tutacaksın etrafını tanıyacaksın, taş atana yinede çiçek sunacaksın.
Hümanist(insan sevgisi) ni yok etmeyeceksin.  Yüreğinde nasıl,hangi yürek ve beyinle. Zaten zor olanı başarmak değil midir ? İnsanın hası olmak.
Belki de yerel değerlerin yanında, evrensel değerleri bilip uygulamaya  çalışmak,
eleştirilmeyi,kırılmayı, örselenmeyi göze alarak hem de.
İnsanın hası, para,şan,şöhret sahibi olduktan sonra davranışları hala sade ve insancıl kalabilendir.
İnsanın hası, herhalde büyüdükçe sınıfının bilincinde olup,dünyadaki gel-geç ışıltıların kalıcı olmadığının farkında olmaktır.
İnsanın hası, az bilip, çok bilen edası ve ukalalığına bürünmemektir.
İnsanın hası, içki masasında kadehlerin arkasına sığınıp, normal zamanda yaşamadığı, yapamadığı şeyleri bilinç altından çıkarıp etrafı şaşırtmayan insandır.
İnsanın hası, her halde oyun masasında yenilgi halinde, diliyle ve bedeniyle değişmeyen bunun sonuçta bir oyun olduğunu hem kaybeden birde kazananın olacağını bilecek olgunlukta olabilen insandır.  
İnsanın hası, zor günlerde yanında olabilen insanları unutmayan vefa duygusuna sahip insandır.
İnsanın hası, yaşamda dünya görüşü ve ilkeleriyle bir duruş ve tavrı olabilen insandır.
İnsanın hası, en kötü gününde bile bilinci ve donanımıyla yaşamın güzelliklerinin farkında olabilendir.
İnsanın hası, eşine dostuna dış görünüşünden önce, yüzündeki, gözündeki insanı görüp, ona nasılsın diyebilen, kalbiyle bunu sorabilen art niyetsiz insandır.
İnsanın hası, vicdanını sesiyle mantığının sesini unutmayan insandır.
İnsanın hası, dün yaşadıklarından bugün öğreti çıkarıp, bunları gençlere eleştirmeden anlatabilendir.
İnsanın hası, bir kavga veya tartışmada gerçeği görüp ona göre tavrını koyabilendir.
İnsanın hası, gereksiz gelenek ve göreneklerden sıyrılarak yüzünü gerçekçi ihtiyaçlara göre yöneltebilendir.
İnsanın hası, sevmediği insana  sevgi gösterisinde zoraki bulunmayandır.
İnsanın hası, yola çıktığı arkadaşını yarı yolda bırakmayandır.
İnsanın hası, yanında çalışana otorite koyabilen ama ezmeyen insandır.
İnsanın hası, bildiklerini etrafıyla paylaşan insandır.
İnsanın hası, bilgi tekelciliği yapıp bilgiye ihanet etmemektir.
İnsanın hası, bir süre yakın olduğu kişi hakkında güzel günlerin hatırına ileri geri konuşmayandır.
İnsanın hası, en önemlisi öfkesine hakim olabilen öfkesini disiplin etmiş kişidir.
Tartışırken sesini üstünlük sağlama adına yükseltmek duygusu, şiddet uygulamak anlamına gelmesidir.
Kendini aşmış bir insan böyle bir yola asla baş vurmaz.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

YENİDEN GENÇ OLABİLİRSİNİZ
Geçenler de çok uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım dönüp bana seni nerede olsa tanırdım,hiç değişmemişsin dedi.Ama bu doğru değil hepimiz değiştik.
Öğrenmek için can attığımız şey,yaşamda herkesin düşlediği şeydi.Yaşamın izlerini ortadan kaldırmak,elimizde olanları kaybetmeden yaşamak.Her türlü değişikliği sevdiklerimizden ve kendimizden uzakta tutmak.
Etrafımda olup bitenlere bakıyorum da gençliğimize nasılda sıkı sıkıya tutunup, kapımıza dayanmış olan orta yaştan nasılda nefret eder hale gelmişiz.Yeni arkadaşlar yeni çevre edinmek zorunda kalmaktan nasılda korkuyoruz.
Ama değişim mevsimler ve gelgitler gibi kaçınılmazdır.Onlara kapımızı kapatmaya çalışmak,yaşamdan kaçmaya benzer her canlı sürekli değişim gösterir. Yaşadıkça zaman,zaman bazı hücreler ölür yerine yenileri oluşur.Kimliğimizde de buna bağlı olarak bazı değişiklikler oluşur.Değişimi olgunlaşmak için bir fırsat olarak görürsek,yaşlanmaktan asla nefret etmeyiz.Yaşlanıyoruz diye hayıflanıp gezmek ve yaşımızı saklamaya çalışmadan olduğu gibi kabul ederiz.Aslada pişmanlık duymayız.Asıl sorun değişime ayak uyduramamaktır. İşte o zaman yaşamın gerisinde kalır ve zihnen yaşlanırız.Yaşamımızın bir bölümün de bir süre hiçbir şey olmadığını anımsarsanız belki:Ne sizi rahatsız eden bir şey nede mutlu eden bir şey vardır yaşamınızda.
Er yada geç tekdüzelik sona erdi,bir şey oldu ve yaşamınız değişti.Oluşan gelişimin iyi yada kötü olduğu o an için sizi çok etkilememiş olsa da şu anda daha geniş bir deneyime sahip olduğunuz için bunun önemini daha iyi anlayabiliyorsunuz.Şu an bile size o zamanlar vermiş olduğu burukluğun yanı sıra kendinizi yeniden genç hissettirdiğini anımsayabilirsiniz.
Bir tanıdığım vardı o kadar çok çalışıyordu ki fazlasıyla paraları da vardı,ama eşler birbirine yeterince zaman ayıramadıkları için sona ermek üzere olan bir evliliğe tanık oldum boşanacaklardı.Adam bir gün iflasın eşiğine geldi,bir kez daha yoksuldular.Ama o zaman yanında sadece eşi vardı.Evliliklerinin başındaki gibi,yeniden birlikte ev kurma,toparlanma çabasının içine girdiler.Her gün saatlerce yine birlikte çalıştılar ve yeniden mutlu bir aile olmak için mücadele verdiler. İyi günde,kötü günde,sağlıkta ve hastalıkta birbirlerine destek olarak yaşamlarına devam ediyorlar.
Çok az insan içgüdüsel olarak değişimin yaşamın kanıtı olduğunu bilir ve değişime ayak uydurarak kendilerini yenilerler. Bence çok kitap okuyan çok bilen insan değildir.
Bilgilerini sürekli birileriyle paylaşan,onu insanlığın yararına kullanan insan
bilgilidir.Yoksa sadece bilgilerin hamallığını yapmaktan öte gidemez.
Neden hepimizde kendimizi yenilemiyoruz.Neden çoğumuz alışkanlıklarımızın ve katı kurallarımızın içine gömülüyoruz. Zaten içinde yaşadığımız olaylar bizi yeteri kadar üzüyor.Bu yetmezmiş gibi,yeni bir deneyimle karşı karşıya kaldığımızda çekiniyoruz. Neden?
Nedenlerden bir tanesi yirmi beş yaşına geldiğimiz de her birimiz bir alışkanlık bohçasına dönüşüyoruz. Olgunluğumuzu simgelemek içinse oturmuş deyimini kullanmayı
seviyoruz.Ama değişime uyum sağlayamamızın en büyük sebebi,cesaret eksikliği.Belirli noktadan sonra kimine göre erken,kimine göre ise geç olsun çoğu insan
gençliklerindeki cesareti yitiriyorlar.Kimi zaman eşlerin baskısıyla,kimi zaman çevrenin baskısı,kimi zamanda kendi aymazlığından(vurdum duymaz)kaynaklanan  cesaretsizlik.
Riske girmekten korkuyoruz.Neden kırkından sonra araba kullanmak öğrenilmesinin, neden yüzme,tenis yada tiyatro öğrenilmesin.Kime ne zararı olabilir öğrenmenin. Bu tür cesaret eksikliği içinde olduğumuzda düş kırıklığına uğramak için de kıpırdamadan yerimiz de dururuz eğer yaşantımızı da kıpırdatmamayı başarabilseydik belki bu yöntem işe yarayabilirdi ama bunu yapamayız.Tek şansımız karşımıza çıkan zorunlu değişimle uygun bir biçimde başa çıkabilmek için mücadele etmemiz gerekir.
Onlarla en iyi başa çıkmanın yöntemi önce onu kabullenmektir.Her şeyden önce geçmişimizden sıyrılmasını bilmeli.
Geçmişi yüreğimizin izinde bir hazineymiş gibi arkanızda bırakın,ama zamanınızı geçmişteki mutlu günlerinizi düşünerek harcamayın.Değişimler kesinlikle gelip sizi bulacaktır ve insan isterse bunlara kendinizi hazırlayabilir.Nasıl mı?Kendini bir yarışmaya hazırlayan koşucu gibi bir program uygulamamız gerekir. Alışkanlıklarımızı takıntılarımızı yeniden gözden geçirmeli ve zihnimizi sürekli zinde tutmak için kimi alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz.Bir şeyi iki yıl boyunca aynı biçimde yaptıysanız onu dikkatlice gözden
geçirmenizde yarar var.Beş yıl sonra hala bir değişiklik yoksa ona kuşku ile bakın ve on yıl sonra hala değişiklik yoksa onu atıp yerine yenisini alın.
Kuşkusuz hepimiz kökten değişikliklere alışık olmayabiliriz ama esnek ve atak olabilmek için her geçen gün karşımıza çıkan küçük değişikliklere ayak uydurabiliriz. Bazen gitmek istediğimiz yere yalnız gidin. Bol bol kitap okuyun. Bunu birileriyle paylaşın. Günlük yürüyüşlerinizi mutlaka yapın. Yaşamınızda hiç yapmadığınız şeyleri yapmayı deneyin. Bizi alışkanlıklarımıza hapseden şeylerin başında rahatımızı bozmaktan korkmak gelir. Bırakın bozulsun rahatınız. Zamanı yakalamak için çaba sarf edin. Esnek olmayı deneyin ve günlerinizin ne denli hareketlendiğini şaşkınlıkla izleyin. Kendinizi hep genç hissedeceksiniz.
Çünkü yaşamın akışını uzaktan izlemek yerine onun bir parçası olmayı deneyin. Hem mutlu olacaksınız hem de kendinizi genç ve zinde hissedeceksiniz.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

ZİYARETÇİLERİMİZE TEŞEKKÜRLER

 
Çorum'u tanıtmaya çalıştığımı,çalışmaya devam edeceğimi aşağıda bulunan istatistiğin desteğini görmekteyiz. İlk sırada köşe yazılarının Eylül 2004 tarihinde sonra yayınlanan Gazetemizin istatistiği bulunmaktadır. Sitemizin bünyesinde bulunan reklamlarda en fazla reytingi aldığı gözükmektedir. Ana sayfa,resimler ve ilçeler sıraya girmektedir. Kasım 2003 tarihinde sitemin yayınına başladıktan sonra siteyi yüklemeye başladım. Mayıs 2004 başından itibaren istatistiklerini almaya başladı.
            http://www.corumlu.com Sitemizin1 Mayıs 2004-30 Eylül 2004 Arasında sitemizin sayfa gezim istatistiklerini sizlerle paylaşmak istedim.
Sitemin 1 Ocak  30 Ocak  Günlük   364 sayfası gezilmiştir.Teşekkür ederim !
Sitemin 1 Şubat      29 Şubat     Günlük 406 sayfası gezilmiştir.Teşekkür ederim !
Sitemin 1 Nisan     30 Nisan     Günlük 483 sayfası gezilmiştir.Teşekkür ederim !
Sitemin 1 Mayıs     31 Mayıs     Günlük 992 sayfası gezilmiştir.Teşekkür ederim !
Sitemin 1 Haziran 30 Haziran Günlük 1066 sayfası gezilmiştir.Teşekkür ederim !
Sitemin 1 Temmuz 31 Temmuz Günlük 522 sayfası gezilmiştir.Teşekkür ederim !
Sitemin 1 Ağustos 31 Ağustos  Günlük 843 sayfası gezilmiştir. Teşekkür ederim !
Sitemin 1 Eylül   30 Eylül  2004 Günlük 1671 sayfası gezilmiştir.   Teşekkür ederim

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 

 

SAYFA BAŞINA GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.