YUNANİSTAN'LA TÜRKİYE'Yİ O BARIŞTIRDI!
Sirtaki,Yunan
oyunu.
Cirit, ata
sporumuz.
Çekiç ve gülle atma
sporlarının anavatanını bilmiyorum.
Bıçak Sallama
oyununu da ben buldum.
Okumak, yazmak
akıllı insan işi değil be…
Bu işte hiçte para
yok.
Bu ülkede, Para
kazanmak için aklınla bir iş yapmayacaksın.
Hiçte zeka
istemeyen, beden ve kas gücüne dayalı insanların yaptıkları işler, daha
çok para getiriyor.
O da bu yolu
seçenlerden.
Sirtaki'nin
oynanması için, elinize porselen tabaklardan kırabileceğiniz kadar
almanız gerekir.
Ben bu sirtaki
oyununu çok seviyorum. Kimi zaman bir yerde sirtaki oynamaya
kalktığımda, tabakların bir çoğu yüzümü yalayarak geçtiği, için
çoğunlukla da vazgeçmek zorunda kalıyorum.
O ise , sirtaki'de
oldukça başarılı.
Bu nedenle de
genelde sirtakiyi o yapar.
Bu kadarla yetinse,
ne ala…
Cirit, çekiç, gülle
atmada da son derece başarılı.
Nedense onu, cirit
atma, çekiç atma ve gülle atma milli takımına bir türlü çağırmıyorlar.
Halbuki çağırsalar,
kesin yüzlerce Türk bayrağını göndere çeker ve İstiklal Marşımızı
gururla tüm gavurlara söyletir. Hatta daha da ileri gider ve tüm
gavurlara Milli Marşımızı öğretir.
Gülle ve ciritte o
kadar başarılı ki,eline geçeni attığı zaman kaydettiği isabetli atışlara
ben bile şaşıyorum.
Gerçi cirit, gülle,
Çekiç ve halter de daha başarılı kadınlar var ama, o eğer izlense, bu
gün milli takıma seçenlere en azından beş basar.
Ben de spor yapacak
olanlara yeni bir spor öneriyorum.
Adı Bıçak Sallama
sporu.
Bunu hemen hemen
herkes bilir ama, niye bir federasyona dönüşmez.
Federasyon
Başkanlığına da o getirilse, kötü mü olur?
Onun burcunu
bilmiyorum.
Zaten burçlara da
hep takılırım.
Takılmamın nedeni,
burçlara göre insan karakterini ve insan yaşamını yönlendirmeye çalışan
astronomi meraklılarına da gıptayla bakarım.
Burç adlarına
dikkat ederseniz, hepsi toplumda gurur duyulacak hayvan veya alet
isimleri verilir.
Ne bileyim, Boğa,
oğlak, Aslan…gibi hayvan isimleri, Terazi, yay gibi alet ve edavat
isimleri…
Peki, niye Çebiş,
inek, dana, tosun, teke, deve gibi hayvan isimleri burç adı değil. Ya
da, yılan, kirpi, sıçan, solucan, köpek,sırtlan, eşek… burç adı değil?
Burcumu soranlara
genellikle, "Davar Burcu" dediğimde herkes şaşırıyor. Burcum oğlak
olduğuna göre, oğlakta davardan sayılmıyor mu?
Cirit ve Gülle atma
işini bu kadar ustalıkla yapan onun hangi burçtan olduğunu öğrenmeyi de
kafaya koydum.
Bu çerçevede de
onu, gözlem altına aldım ve davranışlarına göre, hangi burçtan olduğunu,
tüm gazetelerde ki burç tahlillerine bakarak öğrenmeye çalışıyorum.
Cirit, Gülle atma
ve çekiç atma da bu kadar başarılı olduğuna göre, mutlaka sert bir
burçtan olsa gerek.
Hele Sirtaki'de ki
başarısı nedeniyle Yunanistan'dan en büyük ödül olan "Kral Afastopolos"
ödülünü,( Tabi böyle bir ödül yok) alma teklifi geldiğinde neredeyse
dudaklarım uçuklayacaktı.
Yani onun,
yaptığı, sirtaki nedeniyle, Yunanistan'la dostluk köprülerini çoktan
kurmuşuz da, benim haberim olmamış.
Şimdi birileri
çıkacak, Yunanistan'la Türkiye arasında ki köprüleri, eski Dış işleri
bakanı İsmail Cem'in kurduğunu söyleyecekler.
Yahu adam,
borçlarından korktuğu için partisini götürüp CHP'ye sattı. Bu kadar
borçlu bir adamın köprü kurma şansı olur mu? Ya da içinde yiye, yiye
adam bırakmayan CHP, niye bir başka partiyi satın alsın, yarın o
partiden gelen insanların çıban başı olmayacaklarının garantisi var mı?
Neyse, bu konuyu
daha fazla kaşımayalım, sonra bazıları bizleri CHP düşmanlığı yapmakla
suçlarlar. Sanki kendileri CHP'liymiş gibi?
Yaşama atıldığım
andan itibaren de borçtan kurtulamadığım için, bu güne kadar hiçbir yere
köprü filan da kuramadım. O bunu bildiği için, Sirtaki'de ki başarısı
nedeniyle bana iyilik yapmış oldu. Yani Yunanistan'la ülkemizin arasını
da bir güzel düzeltti.
Her ne kadar
tabak, çanak, çekiç, bıçak gibi ev eşyalarının yerini sık sık
değiştiriyorsa da, olsun.
Önemli olan
dostluk.
Kardak
kayalıklarında üç beş keçinin çıkardığı krizi anımsarsak, demek ki,
burçların adının keçi olmamasının nedeni daha iyi anlaşılıyor. Yunan
adalarının bir çoğunda da başı boş eşek dolaştığı için, burçlardan eşek
burcunun niye olmadığı da anlaşılıyor.
Demek ki, bazı
burçların adlarının bazı mahlukatlar olmamasının mutlaka haklı bir
gerekçesi var.
O bunun
sakıncalarını bildiği için, burçlara değil, kendisini, sirtaki, çekiç
atma, gülle atma, cirit atma gibi sporlara verdi.
Telefonda numara
gizleyen maganda tipli adamlara da son derece sinirleniyorum.
Eğer karşınızda ki
insana telefon edecekseniz, niye telefon numarası gizlenir?
Telefon numarasını
gizleyen insanlar, ağzıyla kuş tutsa benim yanımda kıymeti Harbiyeleri
yok.
Zaten, telefon da
ki konuşmalarımız da bir ilginçlik abidesi.
Adam karşısındakine
telefon ederken, ne kadar argo ve küfür varsa, bilcümle listesini
yayınlıyor.
Madem ki telefon
numaranı gizleyeceksin, o zaman demek oluyor ki, meşru ve yasal hiçbir
işin yok demektir.
Bir tanıdığımın
telefon numarası belki günde yüzlerce aranıyor ama, baktığınız da
numarası gizli. Bu adam, şimdi bizlerin arasında normal insan gibi
dolanıyor.
Böylesi insanlar
için, lütfen Türkçe de ne kadar uygun sözcük varsa sizler benim yerime
bulun ve o insana söyleyin.
Ne bileyim, telefon
numarasını gizleyen insanlara pek normal gözle bakamıyorum.
Bir gün telefon
ettiğim de,o bana" Ulan sapık, kimsin adını niye söylemiyorsun"
dediğinde öyle korkmuştum ki, Allah’tan yanında değildim de, Sirtaki,
cirit ve gülle atma antrenmanından kurtulmuştum. Çünkü, telefonda
konuşurken, telefonun konuşacağım yerine kağıt peçete koymuştum. Bu
yüzden de o benim sesimi tanıyamamıştı.
Kim bilir, benim
gibi kaç sapık daha, başta en yakınları, intikam alacağı, ya da hakaret
edeceği insana aynısını yapmıştır?
Özellikle cep
telefonlarında, numaralarını gizleyen sapıklara açık çağrımdır. Gelin,
telefonlarınızı gizlemeyin, yoksa, her an Sirtaki, cirit ve gülle atma
şampiyonlarıyla karşılaşa bilirsiniz.
Bir gün ceviz
taşlıyorduk.
Bir çok arkadaş,
dalda kalan birkaç cevizi ay ışığında yere indirme savaşı veriyorduk.
Birden bir taş, tam
kafamın ortasına şimşek gibi indi. Bir süre sonra, her tarafım kan
içinde kaldı.
Bu durumda bile
espri yapmayı ihmal etmedim.
Bir yandan beni
tedaviye uğraşan arkadaşlarıma;" Arkadaşlar, ben taş attım, başımı
altına tuttum" Diyerek, onları güldürmeye çalıştım.
Ben biraz çok
okuduğum için salak görünürüm.Yukarıda ki ceviz taşlama olayından da ne
kadar salak olduğum belli olmuyor mu? Bu görüntüm nedeniyle de hiç
kimse beni ciddiye almaz.
Ciddiye alınmadığım
için de, girdiğim bir toplulukta kaybolur giderim.
Varlığımla yokluğum
hiç belli olmaz.
Bu yönümle de beni
tanıyanların bir çoğu, benim yazdıklarımı bir yerlerden araklama
olduğuna inanırlar.
Kimi zaman bunu
yüzüme söyleyenlerin sayısı da oldukça fazladır.
Okumak yüzünden
başıma gelmedik bela kalmadı.
Memurluk yaptığım
dönemlerde yasaları su gibi içtiğim için, hiçbir amirim bana adam
gözüyle bakmadı.
Yukarıda anlattığım
olaylardan da anlaşılacağı üzere, pekte akıllı adam sayılmam.
Halbuki bu gün bir
çok erkek, boks, kung-fu, Judo , Karate, dersleri alarak, sirtakiye,
cirit, gülle ve çekiç atmaya meydan okuyorlar. Bu yönleriyle de dünyayı
istedikleri yönetiyorlar.
Bense yazı işiyle
uğraşarak, ömrümün en güzel günlerini boşa harcayıp duruyorum.
Bu yazıyı okuyanlar
sanmasın ki, yazıda adı geçen olayların kahramanı benim yakınım.
Asla…
Yazıyı okuduktan
sonra evinize gidin, bir güzel arkanıza yaslanın ve evde olup bitenleri
sağ salim izlemeye çalışın.
Göreceksiniz ki,
bir çoğunuzun evinde sirtaki, cirit, gülle ve çekiç atma, hatta bıçak
sallama sporları yapılıyor.
Ama her nedense,
bir çoğunuz yine sokağa çıktığınız da, arsız arsız çevrenize mutluluk
gülücükleri dağıtıyorsunuz.
Yunanistan
Türkiye'yle barıştı ama, sizler evinizdeki bir insanla barışı
sağlayamıyorsunuz.
Ne hazin ve acıklı
bir durum, değil mi?
KALBE GİDEN YOL
NEREDEN GEÇER?
Gazetemiz sosyal
yaşam gazetesi olması nedeniyle, genelde yaşamın içinden şeylere parmak
basmak isteriz.
Bu özelliğimiz
nedeniyle de gazetemiz, hem erkek, hem de kadın okuyuculardan beğeni
almaktadır.
Amacımız, sizlerin
yaşamlarını en uç noktalarına kadar irdelemek ve çözüm yolları önermek.
Sanmayın ki, bizler de sizlerden farklı sorunlarla karşılaşıyoruz.
Bizler yaşamsal
konuları ele alırken, amacımız sizlere bir derece de olsa katkı
sağlamak.
Bildiğiniz gibi,
gazetemiz de erkek ve kadınların birbirlerine beklentilerine ilişkin
arzu ve isteklerini ele alan haber ve yorumlara yer vermekteyiz.
Bu haberlerimizin
en azından benim en yakınlarım tarafından dikkatle izlendiğini görmek,
ne kadar da doğru noktada olduğumuzun açık kanıtı.
Beni tanıyanların
bir çoğu ele aldığımız konulara ilişkin görüşlerinin yanı sıra,
teşekkürlerini e açık,açık söylüyorlar ki, bu da bizleri özellikle mutlu
ve memnun ediyor.
Bu kadar özetleme
yaptıktan sonra gelelim asıl konumuza.
Türk erkeği
kandırılıyor.
Türk kadını da
kanırılıyor.
Bu da nereden çıktı
demeyin.
Bakın nasıl
kandırıldıklarını anlatmaya çalışayım.
Kadınlara ne
söylenir biliyor musunuz?
Kadınlara; "Erkeğin
kalbine giden yol midesinden geçer."deniyor.
İsterseniz bu
sözlerin anlamını sosyolojik tanımlarla anlatmaya çalışalım.
Kadınlara, beyaz
gelinlikle girdikleri evden, beyaz kefenle çıkma öğretiliyor.
Halbuki yaşam o
kadar da uzun değil.
Beyaz gelinlikle
girdiği evde mutlu olamayan bir kadın, neden beyaz kefenle çıkma zorunda
bırakılıyor? Bunun neresi insanlık, neresi yaşamı paylaşma, neresi,
insanın kendi bedenini özgürce kullanması?
Kadın ve erkek eşit
ihtiyaçla dünyaya gelir.
İhtiyaçlar; yeme ,
içme, uyuma, cinsellik, sevgi, mutluluk ... gibi kavramları içerir.
Ne yazık ki,
ülkemiz de gerek kadın, gerekse erkek olsun, yalnızca yeme, içme ve
uyuma üzerine odaklandırılıyor.
Cinsellik zaten
konuşulması, ayıplarla, günahlarla ve de yasaklarla engellendiği için,
sevginin de cinsellik içinde değerlendirilmesi, insanları yiyen, içen ve
uyuyan robotlara dönüştürüyor.
Bu nedenle de,
kadına dayatılan;" Erkeğin kalbine giden yol, midesinden geçer"
saçmalığı oluyor.
İnsanları
yönlendiren, tüm gereksinimlerini emreden beyin olduğuna göre, neden
beyin gelişimi, beyinin daha sağlıklı emirler ve gereksinimler
belirlemesi denenmez?
Mideyi de
yönlendiren beyin olduğuna göre, neden bir kadına, erkeğin midesinin
amiri olarak yemek gösterilir ? Kadın beynini kullanarak, hem de
pişirdiği yemeği çokta kötü yapma pahasına erkeğinin kalbini kazanamaz
mı ?
Kusura bakmayın
ama, burada erkeğin hangi hayvana benzetildiğine de siz karar verin.
Burada kadınlara da
resmen hakaret ediliyor.
Çünkü, kadınları
yalnızca yemek makinesine çevirmek yatıyor, bu sözlerin ardında.
Bu sözlerle erkeğe
de denilmek isteniyor ki, aman sen, sana iyi yemek yapan kadından başka
hiç kimseyi düşünme. Sana iyi yemek yapan kadın iyi kadındır. Denilmek
isteniyor.
Oysa her iyi yemek
yapan kadın, aynı zamanda sevgi ve mutluluğu da bilen kadın olmadığı
gibi, her kötü yemek yapan kadın da , sevgi ve mutluluğu bilmeyen kadın
anlamına asla gelmez.
Erkeğin kalbine
giden yolu arayan kadın, önce kendisini tam donanımlı bir insan haline
getirmeli. Yani,karşı cinsle ileride karşılaşabileceği sorunların önce
bilimsel karşılıklarını mutlaka kendi içinde özümsemesi gerekiyor. Bunun
anlamı da, kadının kendini yaşamın tüm gerekleriyle donanımlı hale
getirmesi demektir.
Bunun içine, evde
yapılması gerekenlerden tutunda, aşka sevgiye dair ne varsa hepsini
koyabilirsiniz.
Aşk ve sevgiyi
bilmeyen veya bunları sosyolojik kavramlar üzerine oturtmayan veya
bunların yaşanması gereken duygular olduğundan habersiz bir kadın,
dünyanın en ünlü ahçısı da olsa bir erkek için vız gelir. Bu durumda
da, demek oluyor ki, erkeğin kalbine giden yol midesinden değil,kadının
beyninden geçiyor. Yani, beyinsiz bir kadının erkeğin midesine veya
beynine hükmetmesi veya oralarda yer bulması ve kalıcı olması olanak
dışıdır...
Ne hazindir ki,
ülkemiz de kadına verilen en önemli eğitim olarak, erkeğin kalbine giden
yolun midesinden geçtiği öğretisi dayatılıyor.
Bu güne kadar
tanıdığım bir çok kadının evinde eşine güzel bir şiir okuduğunu veya
aşkı ve sevgiyi çağrıştıran bir müziği seslendirdiğini ben duymadım.
Günümüz de çoğu ev kadını, bulaşık, çamaşır,yemek, çocuk bakımı, ütü
gibi yaşamın ayrıntılarını sanat olarak kabul ederken, aynı evi paylaşan
iki insanın aşka ve sevgiye dayalı sanatı ihmal ettikleri bir gerçek.
Unutulmasın ki,
yaşamın ana merkezi insansa, devamı ayrıntılarda saklıdır. Yaşamın ana
merkezini oluşturan taraflardan en önemlisi de kadındır. Bir erkeğin
gereksinimi, yalnızca yeme, içme, uyuma değildir. Özellikle ev
kadınlarının erkeği bu değerlendirme içinde görmeleri son derece
yanlıştır. Kendisi hangi duygulara hasretse, unutulmamalı ki erkekte
aynı duygulara hasret.
İşte bu gün
sallantıda olan veya bozulan bir çok evliliğin temelinde yatan sorun,
özellikle kadının ev işlerini erkeğe karşı silah olarak kullanmasıdır.
Haydi tüm kadınlar
bilinçlenmeye
Neyse işi daha
fazla uzatmadan, içimden gelen bir şiirimi de özlem çekenlere
yolluyorum.
ÖZLEDİM
Özledim bensiz
bakan gözlerini,
Bardağımdaki çın
çın seslerini,
Evrenin her karış
toprağında,
Özledim sevgi dolu
nefesini.
Özledim damdaki
kemancıyı.
Harabelerde umut
arayan hamamcıyı.
Özledim dikene
meydan okuyan gülü,
Özledim yüreğimi
sararıp solduran yeli.
Özledim deryaların
hoşgörüsünü,
Özledim Leyla'nın
öngörüsünü,
Kardelenlerin azap
çekmesini,
Özledim dostumun
sonsuz yergisini.
Özledim çayda
çıranın ahengini.
Özledim sevenlerin
sevgi denkliğini,
Özledim uçsuz
sevdanın uçsuzluğunu,
Özledim Azrail’in
sana olan güçsüzlüğünü. Halil GÜLEZ
|