|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
|
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz! |
|
|
YAYINLANAN YAZILAR ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDE
YAYINLANMIŞ KÖŞE YAZILARIDIR. YAZILAR YAZARLARIN KENDİ FİKİRLERİDİR.
KENDİLERİNİ BAĞLAR; SİTEMİZİ BAĞLAMAZ.
BU SAYFA Gürsel Yayınevi
İLE
Çorum Anadolu Gazetesi arasında yapılan anlaşma
gereği sizlerin görüşüne sunulmuştur.
KOPYALANIP ALMAK İÇİN SİTEMİZDEN,ÇORUM ANADOLU
GAZETESİNDEN VE YAZARLARIN KENDİLERİNDEN İZİN ALINMASI GEREKMEKTEDİR. KÖŞE
YAZILARI SAYFA SIRASINA GÖRE HAZIRLANMIŞTIR.
|
|
13/10/2004 26. Sayı |
YAZILARIMIZ |
DEĞİRMEN Halil GÜLEZ TARLANIN
TEZEKLİSİ KADININ GÖBEKLİSİ MAKBULDÜR |
SÜZGEÇ İhsan ASLAN ÇELİŞKİLER – ENDİŞELER |
VURGU Fatma SEVİLMİŞ GİZLİ KAHRAMANLAR |
BAKIŞ Gülcihan SABANCILAR ABRAHAM LİNCOLN’DEN (Oğlumun Öğretmenine)mektup
Var. |
ÇORUMLU Mahmut Selim GÜRSEL
GÖRÜNTÜSÜZ GÖRÜNÜM |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
ÇORUM ANADOLU GAZETESİ
KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
TARLANIN TEZEKLİSİ KADININ GÖBEKLİSİ MAKBULDÜR
Sizi gidi zındıklar
siziiii…
"Atem tutam men
seni/ Şekere gatem men seni/ Akşam baban gelende/ önüne atam men seni"
diye türkü çığırır mısınız?
Siz ki, 13 yaşında
ki sabi sübyan kızlara aşk türküleri çığırın, ondan sonra da "Avrupa
Birliğine gireceğiz" Deyin.
Nah girersiniz
Avrupa Birliğine.
Hele şu, "Alma alma
yanakların al gibi/ Kiraz dudakların bal gibi" zırvalıklarınıza ne
demeli ?
Ulan siz, Avrupa
Birliğine mi giriyorsunuz yoksa, meyve bahçeleri mi kuruyorsunuz?
Zavallı kadınların
acaba, yer yüzünde benzemedikleri meyveler ve otlar var mıdır?
Hele şu; "Tarlanın
tezeklisi,kadının göbeklisi" zırvalıklarınıza var ya, beni ve Avrupa
Birliğini çileden çıkarıyor.
Amaaaaan, hele hele
de şu pos bıyık ve kırpık sakal sevdanız yok mu, işte asıl düşmanımız
bunlar. Bıyıkla zafer kazanıldığını, ben tarih kitaplarında okumadım.
Okuyan varsa bana da söylesin.
Ama her ne
hikmetse, bıyık bize Milli gelenek olarak dayatılıyor.
Kardeşim sizin
bıyıklarınızdan Avrupa korkuyor.
Bu zırvalıklarınız
yüzünden yıllardır Avrupa Birliğinin kapısında titreyip duruyoruz.
Hele hele de, bu
türküleri, pos, badem bıyıklı ve kırpık sakallı adamlar söylemiyorlar
mı, işte ona da ben illet oluyorum.
Tezekli tarla
bereket simgesi ama, göbekli kadın bereket simgesi nasıl olur, onu da
ben bulamadım.
Tezekli tarlalardan
özür dilemiyorum ama, tüm göbekli kadınlarımızdan, şahsım ve ulusum
adına özür diliyorum. Çünkü, benim onlarla bir alıp veremeyeceğim de
yok. Her ne kadar göbekli kadın, kimi zaman, üremenin ve neslin
devamının simgesi olmuşsa da, Avrupa Birliği kıstaslarında, hem göbekli
kadınlarımızın, hem de pos bıyıklı ve kırpık sakallı erkeklerimizin
kıymeti harbiyesi yoktur.
Bu güne kadar
Avrupa Birliğine girmememizin nedeni, kesinlikle göbekli kadınlar ve pos
bıyıklı ve de kırpık sakallı erkeler yüzündendir.
Çünküüüüü… Avrupa
Birliği özellikle göbekli kadınları ve pos bıyıklı ve kırpık sakallı
erkekleri, doğurganlığın simgesi olarak kabul ediyor ve kendilerinin
doğurganlığını yitirmesi nedeniyle de,ülkelerinin pos bıyıklı ve kırpık
sakallı erkeklerimiz ve göbekli kadınlarımız tarafından işgale
uğrayacağından korkuyorlar.
Bu fikri bulduğumda
da hamamda filan değildim ve elimde de hamam tası yoktu.Ben Arşimet
miyim ki, hamam da tası çevirerek bir şeyler bulayım. Kaygan zemininden
de çok korkarım. Hamamcılar ve tellaklar her halde antrenmanlı
insanlardır. Bu güne kadar hiçbir hamamcının veya tellağın ayağının
kayarak, bir yerlerini kırdıklarını da duymadım.Hamam tellaklarının niye
pos bıyıklı insanlar olduklarını da bu yaşıma geldim, yeni anladım.
Köyümüzün
mezarlığında geceleri ıslık çalarak dolaştığım için de hamam
tellaklarından hiç korkmadım.
Hamamcıların
göbekli kadınlar ve kırpık sakallardan zararı olur mu, vallahi onu da
bilmiyorum. Çünkü, ben hamamcıları hep akıllı sanan ahmaklardan biriyim.
Bir gün hamam
gitmiştim ki, "Yandım Anam…" diye bağırdım. Bağırmamın nedeni, gözüm
sabunluyken soğuk su yerine sıcak suyu tepemden boca etmemdir. İşte o
anda beynimde şimşekler çaktı ve ben Avrupa Birliğine nasıl girileceğini
buldum. Bu arada Avrupa Birliğine girmemizi kimlerin engellediğinin de
bir güzel dökümünü çıkardım.
Hamamda, bir yandan
canhıraş bağırırken, öte yanda da bulduğum parlak fikir nedeniyle, Nobel
ödülüne aday gösterileceğim sevincine kapıldım.
Zavallı peştamal
elimden ne çekti, bir bilseniz.
Şimdi bulduğum şeyi
anlatsam, eminim hemen elinize kağıt kalem alıp ve de tüm Internet
sitelerini dolaşıp beni, "Yılın Buluşunu yapan adam" olarak Nobel
Ödülüne aday gösterirsiniz.
Armut dibine
düşermiş.
Babam da benim gibi
buluşçuydu. Her ne kadar Nobel ödülü alamamışsa da, bu gün köyümüzde
herkes onu anmayı ihmal etmez. Tabi kimileri, babamın ne şer bir adam
olduğuyla, kimileri de ne kadar dirayetli ve mert bir adam olduğuyla.
Rivayet olunuyor
ki, bende babamın tıpkısının aynısıymışım.
Babamın bulduğu
buluşların bir çoğu bu gün demode oldu ama, eminim ki benim buluşun 21.
yüz yıla damgasını vuracak.
Çünküm, bu kadar
doğru bir buluş ancak bana has bir özellik olsa gerek.
Ey oğlum, madem ki
buldun, o zaman bizi bu kadar niye uğraştırdın diyeceksiniz, değil mi ?
Yahu kardeşim,
sizleri bu kadar uğraştırmasam, ben bu yazıyı nasıl tamamlayacağım?
Evet, konumuz
Avrupa Birliğine nasıl girileceği.
Bir eve girdiğiniz
de önce, varsa gireceğiniz evin zilini veya tokmağını çalar, yoksa
tekmeyle veya tokatla kapıyı tekmeler veya tokatlarsınız.
Ama Avrupa
Birliğinin kapısı bu bildiğimiz usullerle çalınmıyor.
Eğer öyle çalmaya
kalkarsanız, zılgıtı veya hastiri yediğinizin resmidir. Zaten bu güne
kadar da kapı çalmayı beceremediğimiz için tüm kapılardan hastir
edildik.
Kapı çalma bir
insanın uygarlığıyla da yakından ilgili bir olay. Gireceğiniz yerin
kapısını ne kadar yumuşak çalarsanız, o kadar oraya girmeyi hak
ediyorsunuz demektir.Aksi taktirde kapı önünde bekletildiğiniz gibi, son
derece aşağılayıcı muameleye de tabi tutulabilirsiniz.
Avrupa Birliğine
giremeyişimizin nedenlerinden en önemlisi pos bıyıklı ve kırpık sakallı
erkekler ve göbekli kadınlar.
Şimdi pos bıyıklı
ve kırpık sakallı erkeklerin bana karşı bıyıklarını öfkeyle burduğundan
da eminim.
Peki niye Pos
bıyıklı, kırpık sakallı erkekler ve göbekli kadınlar?
Yazımın başında da
dediğim gibi, pos bıyıklı ve kırpık sakallı erkekler Avrupa'da doğurtan
erkek imajı yaratmış. Göbekli kadınlar da her an doğurmaya hazır kadın
imajı yaratmış.
Eh ! Hal böyle
olunca da, erkeklerimizin çoğunluğu pos bıyıklı, ya da kırpık sakallı.
Kadınlarımızın da çoğunluğu göbekli olduğu için Avrupalı kara kara
düşünüyor. " Bu kadar doğurgan insanı içimize alırsak, bizlerinde
doğurtmanlığı veya doğurganlığı kalmadığını göre, çok geçmez birkaç yıl
içinde Türkler tüm Avrupa'yı egemenlikleri altına alırlar" Bu korku bu
gün Türkiye'nin önüne şart olarak konuluyor.
Bildiğiniz gibi
ilerleme raporunda, Türklerin Avrupa Birliğine girilse bile Serbest
Dolaşım haklarını askıya alacak.Bu durumda da, pos bıyık, badem bıyık ve
kırpık sakallı insanlar Avrupa Birliği ülkelerinde istediği gibi cirit
atamayacak. Hele hele de göbekli kadınlar hiç. Adamların zaten
tramvayları iki karış, göbekli kadına o tramvay da kim tahammül eder?
Şimdi gördünüz mü
Avrupa Birliğine girilmesine bıyıklı ve sakallı erkeklerimizin ve
göbekli kadınlarımızın nasıl engel olduklarını.
Hadi şimdi buyurun
buradan yakın.
Bu duruma oturur
ağlar mısınız, saçınızı başınızı mı yolarsınız?
Halbuki, son bir
yıl içinde AB'ye girmek için az mı göbek çatlattık?
Bir gecede yüz tane
yasa çıkarmadık mı?
Apo'yu bile
asmaktan kurtarmadık mı?
Ama üzülmeyin ben
Avrupa Birliğine nasıl kolay gireceğimizin çaresini buldum.
Eveeeet, şimdi sıkı
durun.
Avrupa Birliğine
nasıl kolay gireceğimizin yolunu açıklıyorum.
Önce, bütün Türk
erkekleri bıyıklarını ve sakallarını kökünden kazıtsınlar. Hele hele o
çağa uygun düşmeyen kırpık sakallar ve kırpık bıyıklarla, badem bıyıklar
kesinlikle kazınmalı. Sakal ve Bıyıklarınızı kazıdıktan sonra hayli bir
zaman dışarı çıkmamanız da en azından imajınız açısından yararlı
olabilir. Bakarsınız, bıyığınızı ve sakalınızı kazıdığınız da sizi başka
yülünmüşlere de benzetebilirler.
Ben aklım yetti
yeteli bıyık bırakmadığım halde, hala bu gün bazı arkadaşlarım benimle
dalga geçiyorlar. Ama ben yıllar öncesinden kendimi, Avrupa Birliğine
hazırladığımdan da emindim. Bu yüzdende hiç bıyık bırakmadım. Zaten
Avrupa'ya gittiğimde de bıyıksız olduğum için özellikle Avrupalı
bayanların ilgi odağı olmuştum. Bizim pos ve badem bıyıklılar ile kırpık
sakallılar niye böyle bir şeyi denemez, buna da akıl erdiremedim. Ben
hiçbir kadının kırpık sakallı, pos ve badem bıyıklı bir erkeğe aşık
olacağını duymadım.
Hele hele de
Avrupalı hanımlar.
Kiraz dudakların,
alma yanakların Avrupa Birliğinde değer olarak kabul edilmediğini de
hemen belirtmeliyim.
Göbekli
kadınlarımıza gelince.
Bakıyorum zavallı
kadın kullandığı doğum kontrol hapları nedeniyle yolda yürüyemez hale
gelmiş. Gel de bunu AB'ye anlat. AB zannediyor ki, bu kadınların hepsi
hamile. Yok kardeşim, onlar feleğin sillesini yedikleri ve de yedinci
çocuğa hamile kalmak istemedikleri için o hale gelmişler.
Tabi ki, kimileri
de kocasının bakmadığının komşusu tarafından hoş karşılanmayacağı
endişesiyle ha bire bir şeyler tıkıştırıyorlar ki, işte AB için asıl
tehlike onlar. Çünküm, Avrupa'ya en çok onlar gidiyor ve Avrupa Türk
kadının hepsini onlar gibi sanıyor. Ve de hepsinin çokta doğurgan
olduğuna inanıyor.
Ey erkekler var
mısınız, sakal ve bıyıklarınızı kökünden kazıtmaya?
Ya siz göbekli
kadınlar, hemen diyete hazır mısınız?
Çünkü, gelecek
kuşaklar sizin sakal bıyık ve de göbeğiniz yüzünden uygarlıktan yoksun
kalacaklar.
Buna hakkınız var
mı?
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
02 |
ÇORUM ANADOLU GAZETESİ
KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
ÇELİŞKİLER – ENDİŞELER
Son günlerde oluşan
ve toplumun gündemini dolduran olaylar sanki bir bilmece gibi. Olaylar
ve sonuçları birbirinden ilginç çelişkiler yumağı. İnsan ister istemez
acı bir tebessümle gülümsemeden kendimizi alamıyoruz
Hükümet malum yasa
yüzünden AB' ye önce kafa tutup rest çekiyor, sonra bu hükümet döneminde
bu konunun gündeme bile alınmayacağı sözü veriliyor ,önceki tavırla
sonraki tavır arasındaki farklılık neden bu kadar zıttı. Bu zıtlık
içeride bazı çevrelere şirin görünmek için yapılmış olabileceği akla
gelmez mi ? Başka türlü nasıl açıklanabilir ki bu direnme?
Hükümet sonunda AB
üyeliği için uzun ince bir yola çıkmayı başardı. Bu konudaki çabalarını
ve başarısını kutlamak akıl,vicdan borcudur. Ancak rapordaki istek
listesi hangi boyutlarda ülkemiz gelecekte hangi olaylarla karşı karşıya
kalacak getirisi ve götürüsü net belli olmayan uzun bir nöbete mi
başladık? Yıllar süren bu nöbet sonunda hangi dayatmalarla
karşılaşacağız? Yetkililer bunları halkın anlayacağı bir dille anlatma
yerine zafer çığırtkanlığı ile kamuoyu oluşturma derdinde.
Muhalefette farklı
durumda değil. AB olayını yüzeysel bir iki demeçlerle eleştirdi sonra
koltuk davasına düştü. Vay sen misin Baykal'ın koltuğuna göz koyan
deyip, Sarıgül'e saldırıya geçtiler. Yolsuzluktan tutunda partiden
ihraca kadar düşünceler söylenmeler başlandı.
Bu iddialar
doğruysa, şaibeli insanların CHP de yeri var mı? Suçlamalar doğru
değilse, parti ağalığı duygusu toplumsal duygu ve düşüncenin önüne mi
geçiyor?
Sayın Baykal
rakipsiz olmak özleminden bir türlü vazgeçemiyor. Her alanda çelişki
olurda CHP de olmaz mı? Başka bir ülkenin partisi değil ya bu.
Gündem medyamızın
istediği biçim de oluşuyor . Memur sendikalarının istekleri, Çakıcı
olayının gündeme oturmasıyla güme gidiyor. İnsanlar kendi kendine ve bir
birine soruyorlar bu adam suçluysa yurtdışına nasıl çıkıyor? Suçsuzsa
nasıl yakalanıp Türkiye'ye iadesi sağlanıyor?
Gündemin diğer
önemli maddesi, Peker kardeşler ve moda sözcükle çetesi önce yakalanıyor
sorgulanıyor, bir mahkeme serbest bırakıyor, bir başka mahkeme tutuklama
kararı çıkarıyor, malum zat önce kayıplara karışıyor, sonra teslim
oluyor.
Yapılan operasyonun
yarattığı güven, iki çelişkili karala gölgeleniyor. Halkın güvensizliği
gitgide artıyor. Devletin Kurum ve Kuruluşları zan altında kalıyor.
Bu çelişkiler
halkta yılgınlığa gelecek için kaygı duyguların gelişmesine neden
oluyor. Ulusal endişeler çoğalıyor, sade vatandaşın sinmesine
fırsatçıların semirmesine neden oluyor. Kurnazlık ve fırsatçılık
gelişirken, değerler eriyor.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
03 |
ÇORUM ANADOLU GAZETESİ
KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
- GİZLİ KAHRAMANLAR
-
Kahraman başlığını
görünce kahraman sözcüğünün içerdiği ve genel anlamıyla erkekler için
kullanıldığını düşünürsek yazının içeriğinin böyle olmadığını okuyunca
anlayacaksınız. Çünkü benim yazacağım kahramanlar hem kadın, hem de
erkek. Toplumun büyük çoğunluğu normal yaşamını belirli küçük (ekonomik
sosyal duygusal sorunlarla yaşarken, yaşam bazılarının omuzlarına
bunlardan çok farklı, çok daha ağır yükler yüklemiş durumda. Normal
yaşayan insanlarda çoğu kez bu durumun farkında bile değiller, ya da
değiliz. Ancak gördüğümüz zaman ah vah edip beden bütünlüğümüze ve akıl
sağlığımızın yerinde oluşuna şükrediyoruz. Ama bunları görmediğimiz uzun
zamanlarda bedenimizde hoşumuza gitmeyen bir yanımız yüzümüzdeki
hoşumuza gitmeyen burun yapımızı, gözümüzü, kaşımızı birkaç kilo
fazlalılığımız, boyumuzun uzun yada kısa oluşunu yaşamsal bir sorun gibi
gördüğümüz ve günlerce üzüldüğümüz olmaktadır. Bir genç kız burnunun
üzerinde çıkan ergenlik sivilcesini günlerce sorun edebilmekte. Bir
delikanlı alnında çıkan sivilciler yüzünden kendini eve kapatıp
sevgilisiyle buluşacağı kafeye gitmek istemeyebiliyor.
-
Görselliğimizdeki
eksiği yada fazlalılığı beynimizin gerisinde tutup üzüntü kaynağı
yapıyoruz. Bilinç altında buna ait bir dünya komplekslerimiz var. Tabi
ne zamana kadar. Bedensel ve zihinsel engelli bir kişiyi görüp
tanıyıncaya kadar. Tabi bizim zihinsel ve bedensel engellilere acımamız,
üzülmemiz, ah vah etmemiz hiçbir şeyi değiştirmiyor. Asıl sorunun sosyal
boyutu zihinsel ve bedensel engelli kişilere bakım verip onlarla
yaşamayı başaran kendilerine ve yanındakilere de yaşama kaynağı olup
yeterlilik gösteren kahramanları tanımayı istedim bu hafta. Sizler,
bizler sıcak evimizde normal mutlu hayatlarımıza devam ederken, bu
toplumun ailelerinin bir bölümü bedensel ve zihinsel engelli yakınlarına
sevgi, ilgi ve yoğun emek harcamakta. Bunlar kadında oluyor erkek de.
Toplumda bir çok birey kendi kendine yeterlilik sorunu yaşayıp
kendilerini ayakta tutmayı zorlanırken bu insanlara söylenecek,
yakıştıracak en saadet tanımlama "kahraman" yada melek insan olmalı diye
düşünüyorum. Şu an evinde bu tür engellilerle yaşayıp bunları seven
koruyan tüm yakınlarına sevgi ve saygı besliyorum.
-
Biliyorum ki
insanlar kısa süreli hastalıkları halinde bile etrafı bıktırıp of
dedirtirken bu engellilere sevgi ilgi ve emekle yıllarca bakabilen
yakınlarının çok özel kişiler olduğunu tahmin ediyorum. Toplum olarak,
birey olarak bu tür engellilere bakan sevgi ve ilgi veren yakınlarına,
ailelere yükünü nasıl hafifletebiliriz, neler yapabiliriz, devletin
kurumlarının dışında bizler toplum olarak neler yapmalıyız, komşu olarak
katkılarımız neler olabilir bunları düşünüp kafa yormamalıyız. Bunun
bize dönecek manevi hazzını düşünebiliyor musunuz? Tüm bu sorunlar böyle
yaşanırken tabi bu durum üzerine yeni engelli insanlar oluşturmamanın,
eklememenin yollarını akılcı ve bilimsel yaklaşımla düşünmeliyiz. Bir
defa kesinlikle yakın akraba evliliğine uygun dil ve yöntemlerle karşı
çıkılmalı.
-
Annelerin hamilelik
süreçlerinde doktor reçetesi dışındaki ilaç ve yabancı maddeler, anne
karnındaki bebeğe direk zarar verip doğumda ve doğumdan sonraki yaşamda
bazı normal dışı durumlara yol açmakta ve bunun gibi bir çok sorun
toplanarak bu toplumun taşımakta zorlandığı bir çok sosyal sorunlar
bununla birlikte zincirleme ekonomik ve duygusal sorunlar yaratmakta.
Ayrıca bu ülkede trafik kazalarında verilen ölüm sayısı iki ulusun
birbirleriyle savaşında bile verilemeyecek sayıdan daha çok olduğuna
göre kazalar sonucunda bir çok kişinin de beden bütünlüğü bozulup
başaklarına bağımlı hale gelmekte. Bu kadar çok sorunun yaşadığı
ülkemizde bir başka sorgulanması gereken sorunun da başlı çok sayıda
çocuk yapılmasıdır. Bu sorun ülkemizin başlı başına irdelenmesi,
sorgulanması gereken sorunların başında gelmektedir. Zaten sağlıksız
olan evlilik türlerine içerik olarak yeni sorunlar eklemenin topluma yük
getirmekten başka işe yaramadığı açık. Var olan kıt kanaat
olanaklarımızı neden bir-iki çocuk yerine daha fazla çocukla paylaşıp
kendinizi de o çocukların normal haklarını da daha fazla sayıya
bölüyorsunuz. Bu demektir ki okuma, beslenme, giyim-kuşam, gezme-eğlenme
gibi haklarının ne kadar çocuk varsa o kadar çok sayıya bölünmesidir.
-
Şimdi
pişmanlıklarınızı duyar gibiyim. Bugün pişmanlık duyuyorsanız
duygularınızı ve hatalı yaptıklarınızı etrafınızla ve yakınlarınızla
paylaşmaktan çekinmeyin. Sizin geçmişte ve bugün yaşadığınız olumsuz
deneyimler paylaşmanız ve yol göstermeniz halinde belki gençlere ışık
olacaktır. Bilgi ve deneyimlerinizi paylaşarak hataların devamının önün
engel olabilirsiniz. Bir insanı olumsuz bir davranıştan ve bir karardan
alı koyarsanız belki bir engelli insanın dünyaya gelmesinin ve ailesinin
acı çekmesini engelleyebilirsiniz. Aksi taktirde toplumda böyle acılı,
kederli hatta "neden bana diyen anneler, babalar çoğalabilmekte, işin
aslı böyle kahramanlar üretmenin de fazla bir yararı yok.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
04 |
ÇORUM ANADOLU GAZETESİ
KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
ABRAHAM LİNCOLN’DEN (Oğlumun Öğretmenine)mektup
Var.
Günümüzde okullarda yaşanan rezaletleri
gördükçe(gazetelerden okuyoruz)utanç duyarak oysa öğretmenlerimizin
görevlerini yeniden hatırlatmak adına yıllar önce bir kitaptan
okuduğum,çok beğendiğim için saklamış olduğum bir yazıyı sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Abraham Lincoln Çocuğumun öğretmenine
bir yazar ve der ki : "Tüm insanların dürüst ve adil olmadığını
öğrenmesi gerek ,biliyorum ancak şunu da öğretin ona; Her alçağa
karşılık bir kahraman ,her bencil politikacıya karşılık kendini adamış
bir lider vardır.Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğretin ona
.Zaman alacak biliyorum,fakat öğretebilirsiniz. Kazanılan bir
doların,bulunan beş dolardan daha kıymetli olduğunu ,öğretin ona.
Kaybetmeyi öğretin ona ve aynı zamanda kazanmaktan duyduğu neşe
duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yöneltin onu eğer yapabilirseniz sesiz
kahkahaların gizemini öğretin.
Bırakın şimdiden öğrensin zorbaların
yalnızca görünüşte galip olduklarını eğer yapabilirseniz kitapların
mucizesini öğretin ona.Ama ona sessiz kalabileceği zamanlarda tanıyın ki
gökyüzündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin gizemini
düşünebilsin.Okulda hata yapmanın,hile yapmaktan daha onurlu olduğunu
öğretin oğluma.Ona herkes onun hatalı olduğunu söylediğinde bile kendi
fikirlerine inanmasını öğretin.
Nazik insanlara karşı nazik,sert
insanlara karşı sert olmayı öğretin ona.Herkes birbirine takılmış bir
yöne doğru ilerlerken ,kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalışın oğluma
.Tüm insanları dinlemeyi öğretin oğluma ,ama dinlediklerini gerçeğin
eleğinden geçirmeyi ve yalnızca iyi olanları almayı da öğretin.Eğer
yapabilirseniz üzüldüğün de bile nasıl gülümseyebileceğini öğretin
ona.Tabii göz yaşlarında hiçbir utanç olmadığını da öğretin.(Erkekler
ağlamaz demeden, çünkü bütün canlılar ağlar)Herkesin kendi iyiliği için
çalıştığına inananlara dudak bükmeyi ve aşırı ilgi gösterenlere daima
dikkat etmeyi , öğretin. Ona beynini ve gücünü en yüksek bedeli ödeyene
satmayı ama kalbine ve ruhuna hiçbir zaman fiyat etiketi koymamayı
öğretin.Uluyan bir insan kalabalıklarına kulaklarını tıkamayı ve eğer
kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik ayakta kalıp savaşmayı
öğretin çocuğuma .Ona nazik davranın ama asla kucaklamayın.Çünkü çeliği
ancak ateş saflaştırır bırakın sabırsız olacak kadar cesareti,bırakın
cesur olacak denli sabırsız olsun.Ona her zaman kendine karşı derin bir
kıvanç taşımayı öğretin böylece de insanlığa karşıda derin bir inanç
taşıyacaktır.
Evet biliyorum sizden isteklerim çok
büyük ,yinede ne kadarını yapabileceğinize bakın ve elinizden geleni
yapın lütfen çocuğum çok iyi bir insan olsun."
Bu yazdıklarımızı uygulamaya koyabilmek
için önce öğretmenlerimizin kahve hane köşelerinden ayrılıp bu özlemini
çektiğimiz çocukları yetiştirmek için öncelikle kendilerine çeki düzen
vermeleri gerekir. Eğer zaman, zaman etrafımızda başarılı çocuklar
görüyorsak bunda çocukların gayretlerinin çok fazla olmasından
kaynaklanıyor.
Çocuklar,sizin dünya görüşünüzün
eseri,bilgi ve becerinizin bir yansıması olarak,geleceğe ışık tutmak ve
global dünyada yerlerini alabilmeleri için elinizden gelenin daha
fazlasını yapmak,kendinizi yenilemek ve gündemi takip etmek
zorundasınız.
Eğitim ordusunun eğitimsiz neferleri
olmaktan kurtulursak bir adımla çocuklarımız da modern eğitimden bir
nebzede olsa yararlanmış olurlar.Eğitimcinin ağırlık yönü (maddi) maaş
geliri zamı ile ilgili uğraşı, çünkü konfederasyon sendikalarına bağlı
diğer iş kollarında örgütlü kamu çalışanlarının esamesi
okunmuyor.Temsilcilik kendi adlarına kullanılıyor kamu oyu arkamızda
zannediliyor,oysa değil .Eğitimciler önce şunu düşünmeliler
,öğrencilerimizin başarı derecesi nedir ? Hangi seviyededir ? Ülke
geleceğine ışık tutabilirler mi? Kaçı sınıflarda başarılı Üniversite
giriş sınavında kaç kişi sıfır çekti öğretmene saygının yolları eskiden
daha çok başarılı öğrenci yetiştirmeye bağlı idi .
Eskiden öğretmenler köy enstitülerinin
ruhunu taşıyorlardı bilgi donanımı ,günü takip etme entelektüel bilgi
ağır basıyordu şimdi eğitimci kendini yenilemeyi ,geliştirmeyi,topluma
önderlik etmeyi ,aydınlatmayı bıraktı artan kahve hanelerin içini
doldurmaya oyunların her türlüsünü öğrenmeyi,oynamayı kendine meslek
edindi.Vaktini eğitim neferlerine ayırmamış, para peşin de koşan piyasa
esnafı boş gezen bir tip olarak ortaya çıktı.
Bir kısım eğitmenlerle bilgi birikim ve
tecrübelerini özel ders hanelere saklayıp sıradan davranış ve
bilgilerini de devlet okullarında kullanmaktadırlar. Dershanelerde
farklı,okullarda farklı davranış sergilemektedirler.Çifte standart değil
de nedir.(Bir kısım öğretmenler için geçerli)
Öğretmenlerimizin
araştıran,öğrenen,öneren çözüm üreten,fedakar tartışan ruhları kayboldu.
Başta eğitim ve sağlık gelir diyoruz ama
ne kadar önem veriyoruz.Ne diyeyim sağlık olsun.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
05 |
ÇORUM ANADOLU GAZETESİ
KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
- GÖRÜNTÜSÜZ GÖRÜNÜM
- Bundan seneler önce yapılan
bir toplantıda benim kütüphanede iken hazırladığım bir çalışmamı,bir
araştırmacı aynen yazarak dinleyicilere kürsüde bildiri diyerek okudu.
Ben bu bildiriye kaynak olan bilgiyi yazdırarak kütüphanede bir
nüshasını bıraktığım dosyadan alındığını ve benim bu bilgiyi hazırlarken
kendim içim bilinen ve kütüphanede çalışanlarca da bilinen söylenişle
daktilo ettirmiştim.
- Toplantıda bu bilgileri
veren kişi ile muhakkak görüşmem gerektiğini düşünürken konuşmasını
bitiren zat kürsüden inerek benim oturduğum sıranın önünde bulunan
sıraya oturdu. O zata:
- - Bu konuşmayı hazırlarken
hangi kaynaktan faydalandınız ? Diye sorunca:
- - Benim kendi fikirlerim.
Araştırmaları da çeşitli kaynaklardan aldım. Dedi. Ben yine üsteledim.
- - Tamam çalışmayı siz
yazmışsınız da,bu çalışmada bulunan bir hatayı,bir belgede ben
hazırladığımda yapmıştım. Bu belgeyi ben düzelterek kullandım fakat siz
bu yanlışlığı da konuşmanızda sık sık tekrar ettiniz. Muhakkak bu
bilgileri Hasan Paşa Kütüphanesinde bulunan bir dosyadan almanız gerek.
Dedim.
- - Hayır. Ben bir belgeden
faydalanmadım. Birçok belge araştırdım. Dedi.
- Diyecek başka sözüm
kalmamıştı. Adam alenen benim çalışmamı noktası ve virgülüne kadar aynen
okuyarak toplantıya bildiri olarak sunuyordu. Bu beni sevindirdi. Olsun
diye düşündüm. Bir çalışmam ha Mahmut,ha Ali ismi ile gün ışığına çıksın
diye düşündüm. Yalnız beni üzen konuşmacının benim hatamı aynen kağıda
geçirerek toplantıda bildiri olara okuması ve bu toplantı metinlerinin
bastırılarak kitap haline getirilmesi idi. Bizce
bilinen,fakat;okuyan,dinleyen ve basılır kitap haline gelirse okuyucular
için çok büyük bir yanlış bulunmaktaydı. “Milli Kütüphane”
- Ben o zamanlar daktilo ile
yaptığım derlemelerde,okunan o belgede kendimin bildiği mana ile
yazmıştım “Milli Kütüphane” ismini. Dinleyenler ve ileride okuyacaklar
bu Milli Kütüphane ismini Ankara Milli Kütüphanesi olarak algılamaları
muhakkaktı. Ben;kütüphane ile yaptığım araştırmamda “Çorum Milli
Kütüphane”si yazmamış,milli kütüphane diye kaleme almıştım. O
araştırmacı da aynen benim yazdığım gibi Milli Kütüphane,milli Kütüphane
diyerek konuşmada on;on beş kere tekrar etmişti. Türkiye’de Tekke ve
Zaviyelerin kapatılması ile beraber vakıf ve diğer özel kütüphaneler de
kapatılmıştı. Hasan Paşa Kütüphanesi,Süleyman Feyzi Kütüphanesi,Ahmet
Feyzi Kütüphanesi gibi. Bu kütüphanelerden Çorumlular faydalanmışlar,bu
faydaların da evlatlarınca da devam etmesini sağlamak için bugün
Belediye Sarayı olarak kullanılan bina idi ve ismini de “Çorum Milli
Kütüphanesi” koymuşlar,şaşalı bir törenle açılışı yapılarak Çorumlulara
hizmete başlamıştı.
- Toplantı bitiminde;o
konuşmacıyı tekrar konuşmak için durdurdum. Ona:
- - Bak arkadaş. Ben bir hata
sayılacak eksik bir şey yazdım. Sende o eksik bilgiyi papağan gibi aynen
okudun. Şimdi doğru söyle bakalım. Bu bilgiyi kütüphane brifing
dosyasından aldığın belli. Şimdi bunu da sana soracağım soru ile ispat
edeceğim. Söyle bakalım bu Milli Kütüphane nerede? Dedim. O da
düşünmeden:
- - Ankara’da dedi. Ben
kahkaha ile gülünce ona:
- - Bak arkadaş,bu
araştırmanın nereden aldığını belli ettiği gibi,seninde aynı yanlış
anlam içinde olduğun belli. Bu Milli Kütüphane Çorum Milli
Kütüphanesidir. Diyerek “Çorum 1997” kitabımdan bir tane ona hediye
ederken:
- - Bu kitapta;seninde aynen
okuduğun bilgi bulunmaktadır. Bu kitaptan kütüphaneler bölümünde
Çorum’da kütüphaneler bölümünde senin okuduğun bölümün aynısı
bulunmaktadır. Yalnız bunda Milli Kütüphane değil Çorum Milli
Kütüphanesi olarak yazılmıştır. Sizlerin yaptığı bu konuşmaların
metinlerini vermeden Milli kütüphane geçen yerlerin başına Çorum yazmayı
unutmayıver. Dedim.
- Konuşmaların
basılıp,basılmadığını bilmiyorum. Tarafıma ulaşmadı. Yanlışlık
düzeltildi mi ondanda haberim yok. Yaptığımız araştırmalarımızda da
“Görüntüsüz görünüm” yapmayalım. Kaynakları iyi irdeleyelim.
Yanlışlıklara sebep olmayalım.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
SAYFA BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ |
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|