|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
|
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz! |
|
|
YAYINLANAN YAZILAR ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDE
YAYINLANMIŞ KÖŞE YAZILARIDIR. YAZILAR YAZARLARIN KENDİ FİKİRLERİDİR.
KENDİLERİNİ BAĞLAR; SİTEMİZİ BAĞLAMAZ.
BU SAYFA Gürsel Yayınevi
İLE
Çorum Anadolu Gazetesi arasında yapılan anlaşma
gereği sizlerin görüşüne sunulmuştur.
KOPYALANIP ALMAK İÇİN SİTEMİZDEN,ÇORUM ANADOLU
GAZETESİNDEN VE YAZARLARIN KENDİLERİNDEN İZİN ALINMASI GEREKMEKTEDİR. KÖŞE
YAZILARI SAYFA SIRASINA GÖRE HAZIRLANMIŞTIR.
|
Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye
olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz! |
|
|
06/10/2004
25. Sayı |
YAZILARIMIZ |
DEĞİRMEN Halil GÜLEZ HIYANET-ÜL VATAN FİR KAYME/YILAN
ARAP |
VURGU Fatma SEVİLMİŞ
“KADIN;BİLİNÇLENDİKÇE ÖZGÜRLEŞİR,
ÖZGÜRLEŞTİKÇE GÜZELLEŞİR” |
BAKIŞ Gülcihan SABANCILAR GERÇEK DOST/ TRAFİK KAZALARINDAN ANLAYALIM İNSAN HAKYARININ
BİTMİŞ HALİNDEN/ HÜKÜMETİN YENİ TÜRK CEZA KANUNU TASARISI HALKA
CEFA YASASI OLARAK ÇIKACAK |
ÇORUMLU Mahmut Selim GÜRSEL
BU NE PERHİZ;BU NE LAHANA TURŞUSU (3) |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
ÇORUM ANADOLU GAZETESİ
KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
HIYANET-ÜL VATAN FİR KAYME
Aziz vatanın mübarek evlatları !
Sakın bu yazıyı okurken, bedeninizin
arka taraflarıyla ilgilenmeyin ve de burnunuzla oynamayın.
Çünküm, benim anlatacağım ahval ve
şerait bedenlerin arka tarafıyla ilgili değil.
Oraları anlatacak olsam, “Avret yeri”
der, çıkardım.
Bedeninin arka tarafında sorun
yaşayanlarla hiçbir alıp veremeyeceğim de yok.
Onları Allah nasıl biliyorsa öyle
yapsın.
Duamın kabul olup olmadığını bilmiyorum
ama, bir yaratığa kırk gün ne dersen onun gerçekleştiğini biliyorum.
Bunu da bana yüce büyüklerim söyledi.
Bir zamanlar aşkın partisi kurulmuştu
da, Saat Kulesi dibinde zil takıp oynamıştım. Ama sonradan her ne
hikmetse, aşkın partisi, içine vücutlarının arka taraflarıyla sorunu
olanları da çağırınca, kendimin o partide yeri olmadığını düşündüm ve
yine saat kulesi dibinde günlerce gözyaşı döktüm.
İlk anda bu durum garibime gitmişti ama,
bir yaratık kendisinin öyle tanımlanmasını istiyorsa, onun uçkur
derdinin de beni enterese etmemesi gerektiğine karar verdim.
Sakın ola ki, vücutlarının arka
tarafından sorunu olanları dışladığım filan da sanılmasın. Çünküm,
biliyorum ki, anasından dünyaya avdet eyleyen yaratık da, hangi gen
fazlaysa o çeşitten geliyor. Demek ki, vücudunun arkasından sorunu olan
yaratıklar da birden fazla genin egemenliği var.
Belki, bu durum bazıları için sakıncalı
bir durum oluşturursa da, bazıları içinde, kendilerini ifade açısından
ve de sağlıklarının iyi gitmesi açısından son derece de elzem bir durum
olabilir.
Eveeeet....
Biz, vücutlarının arka kısmından sorunu
olanları bir tarafa bırakalım ve asıl sorunumuza dönelim.
Dünyanın nereye gittiğini merak eden
varsa hemen söyleyelim.
Dünya uzayda ki yerinde dönüp duruyor.
Hiçbir yere gittiği filan da yok.
Yalnız dünyanın şu dönme işine fena
taktım.
Dönmelik, yalnızca dünyaya has bir
özellik olsa, alıp başımıza taç edeceğiz ama, dünya üzerinde yaşayan
canlılardan özellikle iki ayaklı olanlarının dönmeliği bana garip
geliyor.
Nasıl garip gelmesin, kardeşim.
İki ayaklı nesne, denilen mahlukat, dün
ak dediğine bu gün kara diyebilmekte, dün baş okşarken, bu gün ayak öpme
yarışında sıra kapmak için çabalıyor.
Bu dönmelerin, dünyanın dönmesinden
farkı yok mu derseniz, elbette var.
Dünya, hem kendi ekseni, hem de güneş
etrafında iki türlü dönmeyle yetinirken, iki ayaklı yaratıkların, kaç
çeşit döndüklerini hesaplamaya matematikte ki rakamlar bile yetmiyor.
Adam, pardon iki ayaklı yaratık, bin bir
güçlük içinde ilk mektebi kazasız belasız tamamladıktan sonra, önceleri
simit, su satmaya, sonraları da tuğla fabrikalarında nafaka peşine
düşmüştür.
Simit su sattığı günlerde, ayağında ki
yırtık ayakkabının yırtık yerlerini saklamak için, yürüyüşünü de
ayakkabısının sağlam tarafına endeksler. Her ne kadar yamuk yürüdüğü
söylense de, yine de o ayakkabısının yırtık yerlerini saklamayı
başarmıştır.
Tuğla fabrikası günlerinde de,
patronunun boynundaki kravatın neye benzediğini günlerce merak etmiş,
kravattan kendisine kıçı yamasız bir pantolon çıkar mı, onun hesabını
yapmıştır. Patronun kravatının kaç metre bezden yapıldığı hesabını da
bir türlü becerememiştir. Oysa, onun kıçında ki yırtığın büyüklüğü de
patronun kravatı kadardır. Bu hesap içinde bocalayıp dururken, bir gün
patronuna;
- Ağbi,benim senden alacağım yevmiyeler
yerine, şu boynunda asılı duran şeyi bana versen, nasıl olur ?
Patron hiç itiraz etmez, hemen boynundan kravatı çıkarır verir.
Kravatı alan bizimki, önce kravatı
vücudunun münasip yerlerine bağlamaya çalışır ama, bir türlü beceremez.
Sonra da kravatı ortasından yırtar ve göğsüne doğru tutar.
Bakar ki, göğsünün bir bölümü
kapatılmış.
Hemen evine gelir ve evde ne kadar çuval
varsa, (Çuval kendirden yapılır, kardeşim...) onları kravat eninde
keser. Sonra da onları bulabildiği tüm boyalarla boyar.
Bizim ki artık ikinci, üçüncü
fabrikasını da hizmete sokar.
Bir gün bir işçisi yanına yaklaşır ve;
- Ağbi, benim senden alacağım paralara
karşı, şu kravatlardan birkaç tane ver.
Patron adamı şöyle enine boyuna bir
güzel süzer ve;
- Oğlum, senin istediğin kravatların
parası, senin yirmi yıllık kazancına eşit. Sen hangi hakla benden böyle
bir şey istiyorsun. Madem ki senin benim kazancımda gözün var, o zaman
yarın işe gelme. İşçi boynunu büker, yorgun ve üzgün bir şekilde
fabrikayı terk eder.
Tam bu sırada telefon çalar.
- Alo,
- ....
- Buyur gardaşım, buyur.
- ....
- Emrin olur, yahu o da ne demek?
- ...
- Tabi tabi, hemen uçak biletlerini
alalım.
- ....
- Karılar güzel mi bari.
- ....
- Oh, oh iyi.
- ....
- Tabi gardaşım, Paris’i de gezeriz,
Berlin’i de.
- ....
- Yanım da güzel karılar olduktan sonra,
ne demek, Fizan’a bile giderim. Bir elinde purosu, diğerinde, bir kadeh
viski, gözü pencereye takıldığında, işçisinin beli bükülmüş haliyle
karşılaşır. Göbeğinin okkasını da öyle tartı aletlerinin küçüğü filan
tartamaz, 60 tonluk kantarın taşıyıp taşımayacağı bile şüphelidir.
Dövlet Böyüğü fabrikanın açılışına
gelecektir.
Büyük bir telaş yaşanır.
Telaşın nedeni, kesilecek deve, koyun ve
öküzlerin zapt edilme sorunudur.
Adam, sağa sola emirler yağdırır.
“Netekim” siyah forslu arabalar kapıda
görünür.
Allah ! Allah ! nidaları arasında,
develer, koyunlar ve öküzler birer birer boğazlanırlar. Ortalık kan
revan içinde kalmıştır.
Adam, kesilen develerin toynaklarını,
koyun ve öküzlerin boynuzlarının kendi müzesine götürülmesini emreder.
Çevresine toynak ve boynuzlarla hava atmayı düşünmektedir.
Dövlet böyüğü adamla tanıştırılır.
Adam daha dövlet böyüğüne elini
uzatırken;
- Sayın Böyüğüm, sizin partiye naçizane
birazcık yardım yaptım. Sonracığıma ben dini bütün bir müminim. Devlet
Böyüğü durumdan hoşnut kalır: “Oh, oh iyi.”Der ve yürümeye devam eder.
Yanındaki yaverine döner; “Bu efendinin
ismini al ve hemen partimizin il başkanlığına getirin” der.
Adam Böyüğün yanındadır ama, göbeği
ondan birkaç metre önden gitmektedir.
Bu durum böyüğü da son derece rahatsız
eder.
Hemen yaverler devreye girer ve adamı
bir güzel göbeği konusunda uyarırlar.
Seçimler yapılmış ve bizim ki böyük
seçilmiştir.
İlk yapacağı şey, yemini hafızlamak
olur. Fakat yeminde halk adına çalışacağı yazılıdır ve son derece
rahatsızlık duymaktadır.
Günlerce gözüne uyku girmez ama, yemini
eksiksiz okuması da şarttır.
Eksik okuduğunda;
- Oğlum elinde ki iki satır yazıyı bile
doğru dürüst okuyamıyorsun. Şunu düzgün oku bakalım;uyarısını almaktan
da son derece korkmaktadır.
Öyle ya, tam beş yıl ilk mektebi boşuna
mı okumuştur. Gerçi, kalem silgi çalmaktan okumaya fırsat bulamamıştır
ama, sonuçta kapı gibi diploması vardır ve de böyük olmak için
yeterlidir. Kazasız belasız yemini okur ve bulduğu ilk sıraya oturur.
Bir süre oturduktan sonra, yanına yaklaşan görevli,
- Efendim, sizin yeriniz orası değil, şu
arka sıralardan birisine oturabilirsiniz. Adam sevinçten havalara uçmak
ister. Çünkü, iyi giyimli, pehlivan görünüşlü birisi kendisine “
Efendim” demiştir. İşte o anda böyük olduğunu anlamıştır. O anda, simit,
su sattığı günleri, tuğla fabrikasında kıçının deliğini kapatmak için
patronundan istediği kravatları anımsar.
Rivayet olunur ki, iki yıldır, kürsünün
kapısının nereden açıldığını bilmiyor. Ama, Karun kadar zengin olmuştur
ve de Tarikat kurmuştur.
Kurduğu tarikatın aş evinde binlerce
kıçı yamalı yoksula yemek verdiği de söyleniyorsa da, kurduğu tarikatın
seçildiği yere ilk adımını attığı gündeki yemini değiştirmek istediği
söyleniyor.
Biliyorum, buraya kadar yazdıklarımdan
kafanız iyice karıştı.
Ve kendi kendinize,” Yok canım, böyle
bir adam benim ülkemde olamaz” dediğinizi duyuyorum.
Bre cahiller, beni yalan yazmakla
suçlayacağınız yerde, ulusal televizyon kanallarının haber programlarını
izleseniz. Gardaşım, siz ne kadar anlayışı kıt insanlarsınız yahu, bu
anlattıklarımın bir bölümü uydurmaysa da bir bölümü gözlerimizin önünde
yaşanıyor.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım.
Bu yazıyı okuduktan sonra, sizlere bir
soru sormak istiyorum.
Sahi siz en çok, vücudunun arka
tarafıyla sorunu olanlara mı kızıyorsunuz, yoksa göbeğini kantarın bile
tartmakta zorlandığı döneklere mi?
Yahu bu dönekler, HIYANET-ÜL VATAN FİR
KAYME. Bunun anlamı ise, kimi parası olan dönekler, size, bize ve de
vatana ihanet ediyorlar, demek.
Lütfen bu yanıtlarınızı bana değil,
Internet sitesinde ki adresimize yollayın.
HAYATIN İÇİNDEN
YILAN ARAP
Bu günkü öykümüzün kahramanı, halen
Çorum’da yaşıyor.
Belki kendisini tanıyanlarda olabilir.
Öykümüze konu olmasının nedeni ise, bu
günlerde tartışmaları hala devam eden Zina Yasası.
Yılan Arap, bir sevda masalının
kahramanı.
Yılan Arap, gençtir.
Genç olmasının yanı sıra da , oldukça da
yakışıklı sayılabilecek bir vücut yapısına sahip.
Yılan Arap’ın bu durumu bir başka köyde
yaşayan çok güzel bir kızın dikkatini çeker. Araya büyükler girer ve
yılan Arap’la o çok güzel kızı nişanlarlar.
Yılan Arap, nişanlısıyla güzel günler
geçirir, bu arada da gelecekte yaşayacakları yaşamın hayallerini kurmayı
sürdürürler.
Yılan Arap, halen 65 ine yaklaşmış.
Sakalları ve saçları neredeyse tamamen
beyazlaşmış.
Yaklaşık 1.80 boyunda, kilosu da
neredeyse boyuyla doğru orantılı.
Çorum’un bir köyünde doğmuş.
Beş erkek, bir de kız kardeş olarak
yaşamlarını yine köylerinde sürdürmenin uğraşı içindeler.
Yılan Arap, gençliğinde oldukça hızlı,
oldukça da gözü kara bir insanmış.
En sevdiği şeylerin başında, iki ağızlı
kaması ve güzel nişanlısı geliyormuş.
Kamasına özel kılıf yapmış.
Kının ipini de birkaç yerine sağlamca
bağlamış ki, ne olur ne olmaz. Belki birileri kamasını çekmeye
çalıştığında çıkaramasınlar diye.
Yılan Arap, köyünde yaşayıp giderken,
bir gün bir dedikodu duymuş.
Duyduğu dedikodu, biricik kız kardeşiyle
ilgiliymiş.
Duyduğu dedikodu da köyde iki arkadaş
bir araya gelerek, “ Gel lan, biz o kızın adını çıkaralım. Nasıl olsa
adı çıktıktan sonra da o kızı bana vermek zorundalar” Demişler.
Yılan Arap, kız kardeşiyle ilgili
dedikoduyu duyduktan sonra, bu dedikoduyu çıkarmak isteyen iki arkadaşın
avına çıkmış.
Bir gün yine bir başka olaydan, o
dedikodu çıkarmak isteyen iki arkadaş, Yılan Arap’ın anasını
dövüyorlarmış.
Kavgayı gören Yılan Arap, anasını döven
iki arkadaşa “ Arkadaşlar, bu kadının ne suçu var, niye dövüyorsunuz ?”
Demiş,anasından hırsını alamayan iki arkadaş, “ Tamam, şimdi tuzağımıza
düştün, bizim asıl hedefimiz sendin ” diyerek, Yılan Arap'’n üstüne
yürümüşler.
Yılan Arap, elini çift taraflı kamasına
atmış ama, bir yandan da,” Arkadaşlar, ne olur üstüme gelmeyin, sonra
çok kötü şeyler olacak” diye uyarmış ama nafile.
İki arkadaş Yılan Arap’ın çevresini bir
anda sarmışlar ve başlamışlar Yılan Arap’ı da dövmeye.
Kavga devam ederken, Yılan Arap’ın
arkasından yaklaşan bir başka adam,” Bıçağını aldım, şimdi daha çok
dövün” Dediğinde, Yılan Arap, bir anda bıçağını çekerek, iki kişiden
birisine arka arkaya iki bıçak darbesi vurmuş. Bıçak darbesi yiyen adam
yere düşmüş diğeri ise, tabana kuvvet kaçmaya başlamış. Yılan Arap,
yerde yatan adamı bırakarak, kaçan adamın peşine düşmüş ama bir türlü
yakalayamamış.
Bu arada Yılan Arap’ı tutmak isteyen
kendi akrabalarından bir kişiye de bir iki bıçak darbesi sallamış.
Yılan Arap, cinayet ve yaralamadan 48
yıl ceza yemiş ve cezaevine girmiştir.
Yılan Arap için artık her şey bitmiştir.
Nişanlısı olan güzel kız bir süre
bekledikten sonra aile meclisi kararıyla bir başka insanla evlendirilir.
Derken,1974 yılında bir af çıkar ve 8 yıl 2 ay ceza evinde yatan
Yılan Arap hapisten kurtulur.
İlk işi nişanlısını aramak olur. Nitekim
bir süre sonra nişanlısının artık bir başka adamla evli olduğunu
öğrendiğinde bir kez daha kahrolmuş ve hiç ceza evinden çıkmamayı
istemiştir.
Ceza evinden çıktığına göre kendisine
bir yaşam çizmesi gerekiyor. Nitekim aile büyükleri kendisini hiçte
tanımadığı bir kadınla evlendirir.
Yıllar yılları kovalar.
Yılan Arap’ın iki kızı bir oğlu olur.
Ancak, artık köyünde de barınma şansı
kalmamıştır. Çünkü, işlediği cinayetin takipçileri de aynı köyde
yaşamaktadır.
Pılıyı pırtıyı toplar ve şehrin yolunu
tutar.
Hangi işe girdiyse dikiş tutturamaz.
Yılan Arap, şimdilerde geceleri yalnızca
kağıt ve demir parçaları toplayarak geçinmeye ve yaşama tutunmaya
çalışıyor.
Yılan Arap’ın çocuklarının da şansı hiç
tutmaz.
Evlenen iki kızı ve gelini de yanında.
Bir iki odada tam 14 nüfus, yaşama karşı
direnmeye çalışmaktadır.
Yılan Arap, aile büyüğü olmasının
ezikliği ve sıkıntısı içinde, geçmiş günlerde yaşadığı iyi günlerini
anımsayarak ve de elinden alınan nişanlısını asla unutmadığını
vurgulayarak noktalıyor söyleşiyi.
Yılan Arap,”Utanıyorum, gündüzleri
dışarı çıkamıyorum. Ancak geceleri topladığım kağıt ve demirleri satıp
sabaha karşı eve geliyorum” diyor.
Sorarım size, Utanması gereken Yılan
Arap’mı, yoksa yılan Arap’ı bu hale düşüren sizler mi?
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
02 |
ÇORUM ANADOLU GAZETESİ
KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
“KADIN;BİLİNÇLENDİKÇE
ÖZGÜRLEŞİR, ÖZGÜRLEŞTİKÇE GÜZELLEŞİR”
Kadına bizim toplumuzda, hiçbir zaman
kendiliğinden gül bahçesi sunulmamıştır .Yaşamın gül bahçesi olmadığı
açık ama ,bir ailede kullanılacak bir kaynak ve seçenek varsa önce erkek
çocuk adına kullanılır. Bu toplumda, kadın hem yakın çevresiyle hem de,
toplumla mücadele etmek zorundadır. Bir insanın mücadele etmesi için,
mücadele isteğinin olması, teslimiyetçi edilgen düşünce tarzının dışında
bir kişilik olması gerekir. Önce bunun ilk adımı, yaşadığı yaşam
biçimini sorgulayarak,irdeleyerek daha iyi ,daha güzel ,daha kaliteli,
nitelikli, üretken bir yaşam biçimini arzulaması gerekir. Tabi ki sadece
istemek ve arzulamak da yeterli değil, özlediği hayatı yaşayabilmesi
için donanımlı bilinçli ve bedel ödemeye hazır olması gerekir.
Bilinmeyen bir şey insanı önce ürkütür
ve çekinik kılar ancak ,bilirseniz mücadelede başarılı olabilirsiniz bu
bilmenin ,öğrenmenin ,sorgulamanın,irdelemenin sonsuz bir evren
olduğunu da unutmayalım.
Kadın bilinçlendikçe özgürleşir
özgürleştikçe güzelleşir. Bilinenin aksine artık kadın bir elinde cımbız
bir elinde ayna olan ama yaşadığı çağa ait bilgiler de taşıyor. Kendi
sorunlarını,ülke sorunlarını, hatta dünya sorunlarını sorgulayıp
irdeleyebiliyor.
Aileler kız ve erkek çocuğunu
yetiştirirken erkeğe mutlak kazanma ve başarı duygusunu aşılarken ,kız
çocuklarına güzel olma ve beğenilme ,hanım olma ,az konuşma ,fazla bir
şeylere karışmama hep ölçülü olma, fazla gezme ,beyninin kuturlarını
öğrenmeye kapalı tutmaya ne yapacaksın dünya ve memleket işlerini
üretmen ve ekonomiye katılman bile gerekmez hele de güzelsen altında
arabası bol kredi kartları olan bir adam tavlarsın olur biter senin
yaşam garantin, sigortan tam ,tamda buna yakın programla kodlayıp
büyütüyoruz kız çocuklarımızı bunu kim mi yapıyor annelerimiz
kendilerini onca yıl edilgen çekinik yaşamışlar bilinç altında ki
özlemlerini kızlarına yeni kuşaklara yüklemlerken neler yapıyorlar.
Kadın olmak zor bu zorluğu yaratan bir
çok etken var. Ülkemizin coğrafik durumu yani yer yüzündeki haritadaki
konumumuz bizim karakter yapımızı ve gelenek ,görenek yüzyıllardan
getirdiğimiz alışkanlıklarımızı ,din anlayışımızı ,kadına ve erkeğe
bakış açımızın temelini oluşturuyor.Biz yeryüzündeki doğu ile batı
arasında kalmış coğrafyada yaşıyoruz bu nedenle de yönümüzü ne tam
olarak batıya nede doğuya dönebiliyoruz. Yani ne tam batılı gibiyiz nede
doğulu gibiyiz buda bizim (arabesk)bir toplum ,yani
karmaşık,özengen,çizgisi belirsiz henüz kuralları oluşmamış bir toplum
halinde yaşamamıza neden oluyor. Tabi bu karmaşada erkeğin yerinin ve
konumunun da irdelenmesi lazım ama bizim konumuz kadın ,kadın bu
karmaşada rastık çekerek ,yastık dikerek yaşarken, Cumhuriyet'in hazır
kazanımlarıyla sahaya iniyor.Daha henüz birçok Avrupa ülkelerin de bile
seçme seçilme hakkı kadına verilmemişken hiçbir bedel ödemeden aldığı
haklar kadını şaşırtıyor,belki de sindiremiyor.
Bugün bunca zamana rağmen bizim
ülkemizde ve meclisteki kadın sayısı yasa koyucuların erkek oluşu
bürokrasinin tüm kademelerinde erkeklerin oluşu ,tüm kurum ve
kuruluşların amir ve müdürlerinin genellikle erkek oluşu kadınlar
adına oldukça düşündürücüdür. Burada kadının mücadelesini elbetteki
erkek verecek değil,sivrilen akıllı ve farklı olan toplumda geleneksel
olmayan yeni düşünceler ve toplumun gelişmesi için yeni fikirler ortaya
atan kadınların toplum tarafından dışlandığını çok bilmiş ukala diye
tanımlanıp adeta elinin hamuruyla niye bu işlere kalkışırsın geleneğini
sürdürmeye çalışan bir toplumla mücadele etmek zorundadır kadın tüm
bunlarla mücadelenin başarıya ulaşmasının tek yolu kadının tüm bu
güçlüklerin üstesinden gelebilecek kadar donanımlı ve bilinçli
olmasından geçmektedir.
Afife Jale'lerin geçmişte tiyatro
yaparken uğradıkları hakaret ve hak etmedikleri muamele ve aşağılanma
sanata kadına vurulan engel gerileme ve geriletme çabalar değil de
neydi.Şimdi tiyatro okuyacağım diyen kızlara karşı çıkılıyor olabilir
ama ilk başlardaki tepkiden daha yumuşak bir tepki aldığımızda bir
gerçek. Bu şunu gösteriyor ki iyi bir şey başlattığınızda bu toplum
hemen alkış tutmayabilir inandığınız doğruda ilerlerseniz mücadeleniz
bir süre sonra yaptıklarınız yerini buluyor. Kadının ve toplumun
gelişiminin önünde haritadaki yerimizin iklimin taşıdığımız değerlerin
örf ,adet gelenek yapımızın, öğretilerin, hepsinin katkısı yada
engellemesi var. Yaşadığımız sistemde,kadının siyasetteki yerine bakın.
Nüfusa oranlarsak, meclisteki kadın sayısı, Cumhuriyet Döneminin
sayısıyla mukayese bile edilemez. Bütün partiler seçim öncesi, kadın
özel programları, projeleri üretmekte, bir çok aklı başında kadını da ne
yazık ki, listelerinde seçilemeyecek yerlere koymaktalar. Belediye
Başkanlıkları, mahalle muhtarlıkları sanki babadan oğula,oligarşik bir
düzen içinde geçen, bir devir işlemi gibi, hep nedense erkekten erkeğe
geçmektedir.
Ülkenin her tarafında, her biriminde
erkek egemen zihniyetin izleri var. Oysa ki, kadının doğasında var olan
var etme, düzeltme, bezetme, güzelleştirme, güzellik ve estetik
anlayışının kadın zekasıyla birleşmesiyle ne medeni projeler
üretilebilir,ne güzel eserler yapılabilir, bunu da sizin taktirlerinize
bırakıyorum.
Vali olan bir erkek, hiçbir zaman cinsel
kimliğiyle haber olmazken, bu göreve atanan kadınlar büyük başlıklarla
haber olabiliyor. Demek ki, bunun olabilirliliği, olanaksız çizgisinde.
Kadın zoru başarmak için, erkeklerden üç beş on kat daha fazla emek
verip, çalışıp kendini kanıtlama ve becerilerini sunma, kanıtlama
zorunda. Sadece bedenin üzerinde ki kafasını süs diye taşıdığını sanan
bu topluma, bu kafa tasının içinde olan beyninin kıvrımlarının, bu
dünyanın ve bu ülkenin bir çok sorunlarıyla ilgilenip,
sorgulayabileceğini, çözüm noktasında, erkeklerle eşit, hatta kadın
pratik zekasının ve uygarlık bilincinin farklılığıyla, daha doğru
çözümler üretebileceğini kanıtlamak zorundadır. Kadın diye
düşünüldüğünde, karşı cinsin kafasında oluşan sadece, kadın imajının
dışında, gerçekten etkileyici bir kadın olmanın yolu, yaşamın içinde,
durmayı bilmekten, anlatımcı bir çekiciliğe sahip olmayı öğrenmekten
geçiyor.
Kadının yaşam içindeki duruşu, bakış
açısı, çözüm önerileri ve anlayışı belirliyor, bu aynı zamanda kadının
güzelliğinin de belirleyicisidir. Kadın bilinçlendikçe özgürleşir,
özgürleştikçe de güzelleşir.
Eşit haklarla yaşayabileceğimiz bir
dünya dileğiyle…
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
03 |
ÇORUM ANADOLU GAZETESİ
KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
GERÇEK DOST
Mevlana ve bir öğrencisi dostluğun ve
arkadaşlığın konu edildiği bir söyleşiden çıkmışlar,yolda birlikte
yürüyorlardı. Biraz ileride yolun kenarında iki köpeğin koyun koyuna
sokulmuşlar birlikte uyumakta olduklarını gördüler. Öğrenci biraz önceki
söyleşinin de etkisi altında kalarak bu görüntü karşısında çok
duygulandı ve duygusunu Mevlana ile paylaşmak istedi:
'Efendim şu manzaraya bakın' dedi. 'Ne
denli yüce bir ders alınacak dostluk örneği değil mi ?’ Mevlana
öğrencisinin bu heyecanı karşısında hafifçe gülümsedi ve kişisel çıkarın
nice dostlukları ve kardeşliği yakıp kül ettiğini anımsattıktan sonra
ona unutamayacağı bir ders verdi:
'Evlat sen onların arasına bir kemik
atıver de bak o zaman gör dostluklarını' dedi. Bir
dostluk,arkadaşlık,kardeşlik kişisel çıkar karşısında unutulmayacak
denli sağlamsa, ancak o zaman onun adına gerçek dostluk denir. İşte
burada geçmişte yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak istedim. Gerçek
dost kimdir,nasıl davranmalıdır. Nerede ve ne zaman nasıl davranacağını
bilen birisi ile dost olmak o kadar kolay mı?
Hırsınızdan çıldıracak noktaya
geldiğiniz anlar oldu mu hiç ? Sömürüldüğünüz düşündüğünüz anlar bazı
şeyleri hiç hak etmediğiniz anlar..Yani içinden çıkamadığını anlar. İşte
böyle bir anda ihtiyacınız olan şey "Ben sana dememiş mi idim ? Demeyen
gerçek dost.
Hırsımdan saçımı başımı yolacağım bir
anda telefon'um çaldı. Arkadaşım arıyordu, hayatımda çıkarabildiğim en
kötü sesle konuştum,içimden kimse ile konuşmak gelmiyordu,telefonu
kapattım,başladım ağlamaya. Üzüntü yüzünden ağlamak çok hoştur ağlamanız
bitince rahatlarsınız,ama hırsınızdan, sinirinizden ağlıyorsanız
rahatlamak ne mümkün ?
Ne zaman rahatladım biliyor musunuz?
Birkaç komşumu (arkadaşımı)evimin
kapısın da görünce beni sakinleştirip kahkahalar attırana kadar yanımda
kaldılar. Gezmeye,yürüyüşe gittik yanımdan ayrılıp herkes ayrılıp evine
dağılırken tamamen rahatlamış ve huzurla dolmuştum.
Asabiyet yüzünden tüm sağduyumu
kaybetmiştim,ama onlar bana bunu geri verdiler.Akıllı geçinip de bilmem
kaç aydır fark etmedikleri mi anlatıverdiler bana.
Başınız sıkıştığınızda tek isteğiniz bir
dosttur sadece sizi dinleyip güldürecek aslın da değersiz olanlara
gereğinden değer biçip, kendimizi en anlamsız şekil de üzdüğünüzü
gösterecek dostlara ihtiyacımız var, hepimizin de var.
Onlar kapris yapmıyorlar çoğunuz
hastalandığın da, grip olduğunuz da ,eşiniz yada sevgiliniz kapris
yaptığında ,nazlandıkların da,işleriniz sağlığınız ,yaşamınız kötü
gittiğinde yanınız da kalıyor, sizi dinliyorlar.
Hayatı aslın da dostlarımızla mı
paylaşıyoruz ne ? Her şeyimizi onlar biliyor aslın da bazen kimsenin
anlayamadığını onlar anlıyor aslın da hayat hepimize gerçek bir dost
verir aslın da birbirimizi sevelim, dertleşelim,yerine göre dedi kodu
yapalım ama asla sıkıcı olmamak,yapıcı olmak kaydıyla.
Hayat dostlarla güzelleşiyor.
Onları kaybetmemeye özen gösterelim…
TRAFİK KAZALARINDAN ANLAYALIM İNSAN HAKYARININ
BİTMİŞ HALİNDEN
Geçen hafta Zonguldak'ın Devrek
ilçesi'nde kamyonla yolcu minibüsünün çarpışması sonucu 8kişi öldü,33
kişi ise yaralandı.Yaralılardan 5'inin durumunun ağır olduğu
bildirilmektedir.Kamyon sürücüsü ifadesinde "Her sene burada 2-3 olay
oluyor, katil yer,bir sürü hayvan çıktı önüme,hayvanlardan kaçtım."
Diyor ve kendini savunuyor.İnsanların ölümü onun için tali planda,
insanın kurtulması değil, ani kazada hayvanların kurtulması bilincine
yerleşmiş.İlk refleksi insanı kurtarmak aklına gelmiyor. Garip ve hazin
değil mi? İnsan hakları resmiyetten insanlara ancak bu kadar
öğretilebiliyor,eğitilebili-yor.İnsan hakları savunucularının, çeşitli
platformlardaki haykırışları boşuna,onlara davalar açılsın,mahkemelerde
süründürülsün.İnsan ve insanlık anlayışımızın en bariz örneği.
Kıssadan hisse çıkaran yok.Yarı
demokrasi ülkemizde bilgi seviyesi yarı demek şöyle dursun,geri demek
daha doğru olacak.
HÜKÜMETİN YENİ TÜRK CEZA KANUNU TASARISI HALKA
CEFA YASASI OLARAK ÇIKACAK
TBMM gündeminde bilindiği üzere
Hükümetin hazırlayıp sunduğu Yeni Türk Ceza Yasası Meclisin açılmasıyla
birlikte kaldığı yerden görüşülmeye devam edilecek.Tabi ki bu yasa
toplumun belli kesiminde tartışılmaya,eleştirilmeye çalışıldı ancak
muhalefetin, sivil toplum örgütlerinin,meslek örgütlerinin eleştirileri
hiçbir şekilde kale alınmadan hükümetin tasarladığı şekilde meclisten
geçirilmeye çalışılmaktadır.Toplumun çok az kesimi bu yasanın içeriği
bilmektedir toplumsal yaşamdaki pratik sonuçları itibariyle hiçbir
tarafı derinlemesine aydınlatılamadı önce bu yasada yer alan maddeleri
öne çıkan kısımlarıyla görmeye çalışalım.Gerçi bu yasa tekelci medya
tarafından sunulmaya çalışılsa da hükümete şirin görünme açısından
yeterince yer verilmedi.Toplumla,halkla paylaşılmadı akademisyenlerce ne
kadar kritere tabi tutuldu,oldukça tartışılır.Başlıkları:
“Sevişen gençlere hapis geliyor-
Hortumcu,rüşvetçi ,hırsız,sahtekar,fahişe,irticacı,faşist demek
yok,hakaret sayılacak.”, “Hortumcuya hortumcu demek 3 aydan 3 yıla kadar
hapsi istenecek.”,” Fikir suçları;
Bir gazetecinin yazısında suç işlemeye
tahrik suçu görülürse 6 aydan 5 yıla kadar hapsi istenecek”,”suçlunun
dövülmesi 2 yıl hapis.”,”Basında yazı yazmak neredeyse suç haline
geliyor.”,”Yataklık ,üyelik sayılıyor örgüte yardım ve yataklık örgüte
üye olmak sayılacak.”,”Telefon kayıtı yayınlanamayacak”,”Kaybedilmiş bir
eşyayı kullanmak suç olacak”,”Çalıntı mal alana hapis cezası geliyor”,”
Özel hayata ilişkin görüntü yayınlamak 1 yıldan 3 yıla kadar hapsi
istenecek”,
Eşcinsellerin yasada yeri yok bu ceza
yasası toplumun yaşadığı dejenerasyon aşamasın da neyi çözecek belli
değil.Meclis Adalet Komisyon Üyesi:"Bu yasa böyle geçerse Abdülhamit
dönemi mumla aranacak " diye görüş belirtiyor. Tek yanlı topluma dayalı
çıkan yasalar daha çok kargaşa yaratıyor.,bilinçli toplum örgütleri
karşı çıkıyor ,ama hükümetin muhafazakar yapısı ,çağdaşlığı müsait
değil.Yazık olacak yarınlara.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
04 |
ÇORUM ANADOLU GAZETESİ
KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
BU NE PERHİZ;BU NE LAHANA TURŞUSU (3)
Bu adam da bu başlığı
iyice sevdi diyeceksiniz.
Benim
amacım “üzüm yemek;bağcıyı dövmek” değil.
Bu gün
gördüğüm yanlışlık; dedemin,babamın ve benim mahallemde bulunan
Karakeçili Cami.
Çorum 1997 isimli
kitabımda ve http://www.corumlu.com sitemde bulunan camiler bölümünde bu
camii hakkında: “Karakeçili mahallesi Karakeçili sokağında 1595
yılında (H 1004)açıldı ; sonradan halk ve Devlet yardımı ile 1957
tarihinde bu günkü camii yeniden yapılmıştır. 1957 tarihinde ibadete
açıldı. Karakeçili Mahallesi Karakeçili sokakta bulunmaktadır. 150
metrekare kullanım alanı, 800 metrekare arazi üzerine kurulmuştur. 300
cemaate hizmet vermektedir. Taş binadır. Beton 2 şerefeli minaresi,
betonarme kubbesi, mahfeli , tezhipli beton minberi ,kürsüsü, mihrabı,
şadırvanı, tuvaleti ve lojmanı vardır.”Bilgisi bulunmaktadır.
Şimdi gelelim camiinin
tanıtımından sonra cami çevresinde geçen haftalar içerisinde yapılan
istimlakleri yapılan binaların yıkımı ile beraber Karakeçili camiinin
meydana çıkartılması beni çok duygulandırdı. Bu işe emeği geçenlerden
Allah C.C. razı olsun. Bu binalar yıkıldıktan sonra etrafa gözükmeyen
bir olay çıktı. Bu camiye bitişik yeni bir yapının yapılması ve
kullanılması.
Bu camii Çorum’un
ilklerini taşıyan bir eser olarak bizlere halen hizmet vermektedir.
1960’lı yıllardan bu günü kadar da Dergimin yazarı,aydın ve girişken
İmam Hatip’i Fikrettin Çıplak Hocanın yönetiminde. Şimdi bu olaya” Bu ne
perhiz,bu ne lahana turşusu “demeyelim mi ?
Bence: Bu etrafı
açılan camiye bileşik yapılan binaya tekrar yeni bir bileşik düzen ek
yapılması için temel de atılmış. Bence bu çok iyi bir fikir değil. Hem
de çok kötü ve göze batan bir durum. Gerekli mercilerin;o zamanının en
güzel taş örme mimari örneğini yeni yapılan bileşik bina ile bağlanması.
Bu beton işçiliğinin yeni yapının gerekli olması savına karşında olsa bu
yeni binalardan da kurtulmasının gerekli olduğunu düşünmekteyim. Koruma
altında bulunabilecek bir ibadethanenin duvarına yamanan ve yeni bir
yamam daha olacağı resimde de görüleceği gibi temeli atılmış bir başka
yapı ile de KARAKEÇİLİ CAMİİNİN özelliği yok olmak üzere.
Bu camii yukarıda değdim
gibi Çorum camilerinin ilklerini bünyesinde toplamıştır.
Bu
caminin ilklerinden birisi Rahmetli Selahattin ÇETİN Ustayı usta yapan
bir bina olması.
Selahattin Ustayı da burada anmadan geçmek vefasızlığın en daniskasıdır.
Ustanın bu caminin temelinden,çatısına kadar Rahmetlinin çok emeği
bulunmaktadır. Bu caminin minber ve mihrabı tamamen beyaz çimentodan
Selahattin Usta yapılmıştır. Cami içi vitraylar da ustaya ait. Kubbe içi
pervazlarında yalında olsa yapılan sarkıtlar dikkati çekiyor. Hele beton
minaresinin şerefe ve şerefe altlarının işçiliği ise göze ve ruha hitap
ediyor. Minarenin boyu ve görünümünü yanına yapılan bu kaba yapılarla
çirkinleştirmeyelim.
Camii cemaati için yer ve
diğer bahanelerle bu eseri köreltmeyelim. İlgili mercilerin de bu
yanlışlığa dur diyeceğini umarım.
Not:Geçen haftalarda
yazdığım Asfalt Şantiyesinin yeni bir resmini çekmek için durduğumuzda
görevli bir memurun resim çektirtmeme girişimi beni ve yanımdakini
güldürdü. “Mızrak çuvala sığmaz”
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
SAYFA BAŞINA GİTMEK İÇİN
TIKLAYINIZ |
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|